Ortadoğu’da Devlet Dışı Silahlı Aktörler

Citation preview

MURAT YEŞILTAŞ

ve halen bir oluşum içinde olan

ulusal güvenlik stratejileri ile ilgili bir çalışma yayımlamak

BURHANETTIN DURAN

Ortadoğu

’da temel parametreleri sarsılan

cesaret isteyen bir iş. Bizi bu cesareti göstermeye yönelten bagajla günümüze kadar gelen ve Arap İsyanları ile içeriği değişen güvenlik meseleleri (Arap-İsrail çatışması, İran-Körfez kutuplaşması vb.) hem de yeni sayılabilecek (iç savaş, terörün yoğunlaşması, kitlesel göçler vb.) güvenlik tehditlerinin evrildiği noktaları ve bunların ulusal güvenlik stratejilerinde nasıl bir yer tuttuğunu analiz etme gerekliliğidir. İkinci husus ulusal güvenlik stratejilerinin hem kısa dönemli tehditler hem de uzun dönemli projeksiyonlar hesap edilerek oluşturulmasıdır. Çökmüş devletler ve iç savaşlar dolayısıyla her an yeni bir tehdidin çıkabilme ihtimali karşısında devletler müdahale/çekilme araçları ve opsiyonlarını sürekli güncel tutmak zorundadır. Bu açıdan bakıldığında devletlerin parametreleri oturmamış bir düzen içinde nasıl hareket edeceklerine dair bir tahminde bulunmak kolay değildir. Ancak böylesi bir düzlemde devletlerin seçeneklerini sahip oldukları kapasiteler, geleneksel tehdit algıları, bağımlılık ilişkileri ve ittifaklarını dikkate alarak bir analiz yapmak mümkündür.

ORTADOĞU'DA DEVLET DIŞI SILAHLI AKTÖRLER

dört temel husustan bahsedilebilir: Birincisi hem tarihsel bir

MURAT YEŞILTAŞ BURHANETTIN DURAN

S E TA

9

789752

459274

MURAT YEŞILTAŞ, BURHANETTIN DURAN

S E TA

SETA Kitapları 42 ISBN: © 2018 SET Vakfı İktisadi İşletmesi 1. Baskı: Aralık 2018, İstanbul Bu yayının tüm hakları SETA Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı’na aittir. SETA’nın izni olmaksızın yayının tümünün veya bir kısmının elektronik veya mekanik (fotokopi, kayıt ve bilgi depolama, vd.) yollarla basımı, yayımı, çoğaltılması veya dağıtımı yapılamaz. Kaynak göstermek suretiyle alıntı yapılabilir. Editör: Mehmet Akif Memmi Düzelti: Mustafa Said İşeri, Bahar Albayrak Kapak ve Tasarım: Hasan Suat Olgun Baskı ve Cilt: Turkuvaz Haberleşme ve Yayıncılık A.Ş., İstanbul SETA Kitapları Nenehatun Cd. No: 66 GOP Çankaya 06700 Ankara Tel: +90 312 551 21 00 | Faks: +90 312 551 21 90 www.setav.org | [email protected]

İÇİNDEKİLER

BİRİNCİ KISIM

KAVRAMLAR VE SORUNLAR

7

ORTADOĞU’DA DEVLET DIŞI SİLAHLI AKTÖRLERİN YÜKSELİŞİ MURAT YEŞILTAŞ, BURHANETTIN DURAN

9

DDSA’LAR VE İSTİHBARAT MERVE SEREN, MURAT ASLAN

31

DDSA VE YENİLİKÇİ TERÖRİZM: DEAŞ’IN DRONE STRATEJİSİ SERKAN BALKAN

73

DÜZENSİZ SAVAŞ, AYAKLANMA VE TERÖRİZMİN ÇATIŞMA NECDET ÖZÇELIK

125

DDSA’LAR VE DÜZENSİZ SAVAŞ HALUK KARADAĞ, KADIR TAMER TÜRKEŞ

143

DDSA’LAR VE DEVLETİN KORUMA SORUMLULUĞU ALI HÜSEYIN BAYATLI

171

YABANCI TERÖRİST SAVAŞÇILAR BILGEHAN ÖZTÜRK, ÜMIT TETIK

197

İKİNCİ KISIM

DDSA’LAR VE TERÖR ÖRGÜTLERİ

229

HAŞDİ ŞABİ’NİN ORTAYA ÇIKIŞI VE DÖNÜŞÜMÜ BILGAY DUMAN, GÖKTUĞ SÖNMEZ

231

TARTIŞMALI BİR DDSA OLARAK NUSRA CEPHESİ CAN ACUN, BILAL SALAYMEH

261

PYD-YPG’NİN ORTAYA ÇIKIŞI VE DÖNÜŞÜMÜ CAN ACUN

295

PYD-YPG’NİN ÇOCUK ASKERLERİ FATMA SÜMER

321

BİR DDSA OLARAK HİZBULLAH MUSTAFA YETIM

361

YEMEN İÇ ÇATIŞMASI VE HUSİLERİN YÜKSELİŞİ FAHEM MOHAMMED ALI QADRI

383

DEVRİMDEN PARÇALANMAYA LİBYA’DA DDSA’LAR EMRAH KEKILLI

411

SURİYE İÇ SAVAŞINDA Şİİ MİLİSLER ÖMER BEHRAM ÖZDEMIR

439

DEAŞ: ORTAYA ÇIKIŞI, YÜKSELİŞİ VE ÇÖKÜŞÜ RECEP TAYYIP GÜLER, ÖMER BEHRAM ÖZDEMIR

459

BİRİNCİ KISIM KAVRAMLAR VE SORUNLAR

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

ORTADOĞU’DA DDSA’LARIN YÜKSELİŞİ MURAT YEŞİLTAŞ,* BURHANETTIN DURAN**

GİRİŞ

Yeni Ortadoğu bir yapboz üzerinde bulunan bilmeceye benzetilebilir. Arap Baharı’nın patlak vermesiyle birlikte DDSA’ların (DDSA) trajik yükselişi ve yayılması bu bilmeceyi çözmeyi daha da zorlaştırmaktadır. Bugün etnik ve mezhep temelli DDSA’lar yeni doğmakta olan Ortadoğu jeopolitiğinin köşe taşlarından biri haline gelmiştir. Zayıf Arap devletlerinin çoğalması,1 ABD’nin 2003’te Irak’ı işgali ve bunu takiben ortaya çıkan mezhepleşmiş jeopolitik ayrışmanın bir sonucu olarak etkinliğini artıran DDSA’lar bölgeyi giderek tüketen ciddi bir dönüm noktasına ulaşmıştır. Demokrasi, eşitlik ve adalet ekseninde Ortadoğu’nun geleneksel düzenini restore etmeyi hedefleyen Arap isyanları çok geçmeden rayından çıkmış ve intihar bombacılarından yabancı terörist savaşçılara (YTS) kadar DDSA olgusunun bölgeyi sarmasına neden olmuştur. Bu yeni olgu artık Ortadoğu ve dünya siyasetinin tehlikeli gündeminin başlıca unsuru haline gelmiştir. DDSA’lar devletlerin geleneksel karakterine ve en önemlisi de devletler arasında var olan stratejik dengeye meydan okuyan ciddi bir sorun yaratsa da uluslararası politika açısından ele alındığında yeni bir olgu değildir. Bu tür aktörlerin Ortadoğu’daki mevcudiyeti Arap Baharı’ndan önce de güvenlik problemine sebep olmaktaydı. Bazı tahminlere göre 2010-2013 arasında Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki devletlerin ege1 Bassel F. Salloukh, “Overlapping Contests and Middle East International Relations: The Return of the Weak Arab State”, PS: Political Science and Politics, Cilt: 50, Sayı: 3, (2017), s. 660-63.

* SETA Güvenlik Araştırmaları Direktörü, Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi ** SETA Genel Koordinatörü, İbn Haldun Üniversitesi

/

9

10

/

O R TA D O Ğ U ’ D A D D S A’ ların Y Ü K S E L İ Ş İ

menlik ve yönetim kabiliyetlerinin belirgin şekilde azalmasından ötürü militan Selefi gruplar yüzde 58 oranında artış göstermiştir.2 DDSA’lar bölgesel ve uluslararası medyada kendilerine geniş şekilde yer bulmanın keyfini sürseler de akademik ve politik çevrelerden daha yeni yeni ilgi görmeye başlamışlardır.3 En basit manada DDSA’lar sistematik şiddet eylemleri gerçekleştirme kabiliyeti olan silahlı kuruluşları ifade etmektedir.4 DDSA’lar Ortadoğu’nun parçalanan jeopolitik atmosferinde ve yeni doğmakta olan güvenlik mimarisi içinde hayatta kalmak için doğal kaynakları ve stratejik önemi haiz yerleri ele geçirerek kayıt dışı ekonomik bir ağ oluşturma faaliyetlerinde bulunurken toprak kontrolü, baskıcı bir şiddet veya kendisine itaat etmeyen yerel halkı yerinden eden bir tür “demografi mühendisliği” yöntemlerini bir arada benimsemektedir.5 Bu yöntemlerin merkezinde otoritenin ve toplumun kontrolünü sağlama çabası söz konusudur ve bu da terör ve ölçüsüz şiddet vasıtasıyla gerçekleştirilmektedir. Bir bütün olarak ele alındığında Ortadoğu’nun yeni jeopolitiğinde DDSA’ların yayılması yerel, bölgesel ve küresel refah, bölgesel ve uluslararası güvenlik, hukukun üstünlüğü, insan hakları ve sosyoekonomik kalkınma etrafında şekillenen politik düzene doğrudan bir meydan okuma içermektedir. Bu durum sadece bu olgunun yükselişine

2 Seth G. Jones, A Persistent Threat: The Evolution of al Qa’ida and Other Salafi Jihadists, (RAND Corporation, Kaliforniya: 2014). 3 Klejda Mulaj, Violent Non-State Actors in World Politics, (Hurst &Company, Londra: 2014), s. 1; Troy S. Thomas ve Stephen D. Kiser, “Lords of the Silk Route”, INSS Occasional Paper, Sayı: 43, (USAF Academy, Colorado: 2002). 4 Anthony Vinci, “Anarchy, Failed States, and Armed Groups: Reconsidering Conventional Analysis”, International Studies Quarterly, Cilt: 52, Sayı: 2, (2008), s. 229. 5 Bu konuda en çarpıcı örnekler arasında Suriye sahasında aktif olarak bu rolü oynanan PKK ve YPG gelmektedir. DEAŞ’ın yükselişinden ve Suriye’de toprak elde etmesinden sonra PKK/YPG uluslararası DEAŞ karşıtı koalisyonun da desteğiyle DEAŞ’tan ele geçirdikleri bölgelerde yerel nüfusu yerinden ederek bir Kürtleştirme politikası izlemişlerdir. Bu konudaki iddia ve raporlar için bkz.

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

gündelik olarak şahitlik eden bölgede yaşayanları değil aynı zamanda küresel muhataplarını da derinden rahatsız etmektedir.6 DDSA’ların yeni bir olgu olduğu bir an önce idrak edilerek buna göre tepki verilmelidir. Otoriter uygulamalar ve gerek içeride gerekse yurt dışında devlete yönelik şiddetli saldırıya yol açan “etnik mezhepçi dışlanma” bugün devletler topluluğunun ana zorluklarının başında gelmektedir. DDSA’lar öncelikle günümüz ulus devletin güvenliği ve meşruiyetine meydan okumak suretiyle çöken, başarısız ya da egemenlikleri giderek zayıflayan devletlerin ortaya çıkmasına neden olmakta ve bölgesel ölçekte güç dengelerinde değişikliğe yol açarak güvenlik ikilemlerini daha da çeşitlendirmektedir. Öte yandan DDSA’lar uluslararası toplumun değerlerine meydan okumakla birlikte intihar bombacılığı veya kitle imha silahı geliştirmeye ya da sahip olmaya yönelik çeşitli araçlar kullanarak uluslararası küresel normların istismarı ve yıkılması yoluyla yumuşak hedeflere saldırarak küreselleşmenin karanlık tarafını daha da derinleştirmektedir. Bir bütün olarak ele alındığında DDSA’lar güçsüz devlet yapılarının bulunduğu, sosyoekonomik refah eksikliği veya bunlarla mücadelenin zayıf olduğu, yoğun güvensizlik, şiddete yol açan uygulamalar, siyasi düzensizlik ve şiddetli anlaşmazlıkların yer aldığı bölgelerde ortaya çıkmaktadır. Bu durum özellikle Arap Baharı’nı takip eden dönemdeki Ortadoğu siyaseti için daha fazla geçerlidir.7 Gerçek dünyadaki etkilerine rağmen DDSA’lara dair güvenlik çalışmaları ve Uluslararası İlişkiler literatüründeki tartışmalar çoğunlukla normatif bağlamda (örneğin uluslararası hukuk veya bu aktörlerin yasal olup olmadıklarına ilişkin tanımlama zorlukları), Ersel Aydınlı, Violent Non-State Actors: From Anarchists to Jihadists, (Routledge, Abingdon: 2016). 6

Burhanettin Duran ve Nuh Yılmaz, “Islam, Models and the Middle East: The New Balance of Power Following the Arab Spring”, Perception: Journal of International Affairs, Cilt: XVIII, Sayı: 4, (Kış 2013), s. 139-170. 7

/

11

12

/

O R TA D O Ğ U ’ D A D D S A’ ların Y Ü K S E L İ Ş İ

ortaya çıkardığı siyasi sonuçlar (örneğin çökmüş veya başarısız devlet örnekleri) veya teorik tartışmalar çerçevesinde (örneğin aktör, yöntemler ve yaklaşımlar açısından) sınırlanmıştır. Öte yandan Ortadoğu’daki DDSA’ların yeni Ortadoğu jeopolitiğini ve güvenlik mimarisini nasıl etkilediği üzerine yapılan çok fazla araştırma bulunmadığından bu şaşırtıcı aktörlerin örgütsel, ideolojik ve stratejik tercihlerinin sistematik bir şekilde araştırılması ve detaylı analizlerine acil ihtiyaç olduğu anlaşılmaktadır. DDSA olgusunu çoğunlukla normatif, betimsel ya da kuramsal perspektiflerden ele alan mevcut yaklaşımlar yerine bu kitap yeni Ortadoğu içinde DDSA’ları anlamak için bir çerçeve sunmayı hedeflemektedir. DDSA’lar bağlamında Ortadoğu’daki siyasal ve güvenlik merkezli değişimi incelemedeki temel zorluk boyut, hedefler, yapı, liderlik, komuta yetenekleri, operasyon tempoları, kaynak ve politik söylemler açısından büyük farklılıklar gösteren devlet dışı silahlı gruplarla ilgili kapsamlı bir analiz çerçevesi geliştirme meselesiyle ilgilidir.8 Farklı biçimleri ve motivasyonlarına rağmen Ortadoğu’daki DDSA’lar belirli ortak özellikleri paylaşmaktadır: Birincisi aşırıcı şiddetlerinin acımasız doğasına rağmen bazı inanç (etnik ya da dini) yapılarına bağlıdırlar. Ahlaki ve maddi desteğin devamı için şiddet araçlarının meşru kılınmasında çaba sarf etmektedirler. Bu bağlamda DDSA’ların bağlı oldukları aidiyetlerinin oluşturulması, sürdürülmesi ve harekete geçirilmesi sırasında güçlü meşruiyet araçlarına, kalıplaşmış inanç yapılarına ve sert ideolojik kodlamalara ihtiyaçları vardır. İkincisi stratejik ve taktiksel nedenlerden ötürü çeşitli yerli ve yabancı kitleyi aynı anda militarize etme gayreti içindedirler. Bu militarizasyon aynı zamanda DDSA’ların kendi içinde askerileştirilmesini de beraberinde getirmektedir. Örneğin PKK/YPG terör örgütünün kadın militanları kullanması böylesi bir askerileşme sü8 Sukanya Podder, “Non-State Armed Groups and Stability: Reconsidering Legitimacy and Inclusion”, Comtemporary Security Policy, Cilt: 34, Sayı: 1, (2013), s. 17.

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

reci ile meşruiyet sağlama tekniklerinin bir arada sunulmasına iyi bir örnek oluşturmaktadır.9 DDSA’da kadın savaşçıların istihdam edilmesi eşitlik, ciddiye alınma, saygı ve özgürleştirme kavramları açısından kadınlara cazip gelmektedir.10 Kadınların katılımı iş gücü ya da lojistik destek olarak verdikleri hizmetin yanı sıra silahlı grubun güç derinliği ve kararlılığını göstermektedir.11 Operasyonel boyuta gelince DDSA’lar devletler arası çatışma bağlamında işlevsel olmasına rağmen yeni ortaya çıkan DDSA’lar devlet içi ve iç savaş ortamında Ortadoğu’daki sözde Vestfalya jeopolitik düzenine uymayan çatışma kalıplarını yansıtan sayısız vekalet savaşının da parçası ve yürütücüsü olarak görülebilir. Bu bakımdan DDSA’lar Holtsi’nin “sabit toprak sınırlarının olmamasıyla karakterize edilen üçüncü türden savaşlar”12 şeklinde adlandırdığı olguya yeniden odaklanabilmemiz bakımından istisnai bir durum teşkil etmektedir. DEAŞ, YPG (Halk Koruma Birlikleri, Yekineyen Parastina Gel) ve PKK (Kürdistan İşçi Partisi, Partiya Karkeren Kurdistane) için bu durum özellikle geçerlidir.13 Devlet egemenliğinin geleneksel doğasını dönüştürmek ve etkilemek için devlet dışında egemenlik, jeopolitik, iktidar ve hatta “devlet dışı bir dış politika”14 uygulanmasında yeni bir tür yarattıkları kesinlikle doğrudur. Kitapta incelenen Ortadoğu’daki seçili DDSA’ların bu anlamda mülkiliği yeniden tanımladıkları ve iktidar etme biçimleriyle farklı ideolo9 Carol Cohn, “Women and Wars: Toward a Conceptual Framework”, Women and War, ed. Carol Cohn, (Polity, Cambridge: 2013), s. 26. 10 PKK/YPG’nin hem YTS’ler hem de kendi kadın militanlarına dair siyasetine dair bir analiz için bkz. Murat Yeşiltaş and Tuncay Kardas, “….”, Cambridge Review of International Affairs, 11 Dyan Mazurana, “Women, Girls and Non-State Armed Opposition Groups”, Women and War, ed. Carol Cohn, (Polity, Cambridge: 2013), s. 166. 12 KJ Holsti, The State, War, and the State of War, (Cambridge University Press, Cambridge: 1996), s. 36. 13 Murat Yeşiltaş ve Necdet Özçelik, When Strategy Collapses: The PKK’s Urban Terrorist Campaing, (SETA Yayınları, İstanbul: 2018). 14 Ali Balcı, “Writing the World into Counter-Hegemony: Identity, Power, and ‘Foreign Policy’ in Ethnic Movements”, International Relations, Cilt: 34, Sayı: 4, (2017).

/

13

14

/

O R TA D O Ğ U ’ D A D D S A’ ların Y Ü K S E L İ Ş İ

jileri ve kavramları yeniden keşfettikleri söylenebilir. Hatta farklı dış politika uygulamaları ve karar alma süreçleri benimsedikleri için alışılmamış bir kurumsallaşma sürecinden geçtiklerini ileri sürmek de yanlış olmayacaktır. Bu giriş DDSA’lara dair ana temaları inceleyerek kitapta yer alan makalelere genel bir bakış sunmakta ve söz konusu temaların DDSA’ların yeni dinamiklerinin neler olduğu konusundaki anlayışımıza dair ilişkisini ortaya çıkarmaya çalışmaktadır. Ayrıca bu girişte Arap Baharı ve Suriye iç savaşının derinleşmesini müteakip Ortadoğu’da DDSA’ların ortaya çıkarak çoğalması ve çeşitlenmesine yol açan başlıca faktörlerin altı çizilmektedir. Daha sonra Ortadoğu’daki devlet dışı silahlı grupların (ki bunların önemi bir kısmı terör örgütü olarak ele alınmaktadır) yeni bileşenlerini ve kendilerine has unsurlarını vurgulayarak bir “analiz çerçevesi” sağlamaya çabalamaktadır. DDSA’LARI ANLAMAK: KAVRAMSAL BİR ÇERÇEVE

DDSA’larla ilgili önemli konuların başında hem devlet dışı silahlı bir grubun veya aktörün kavramsal olarak nasıl tanımlandığı hem de bir “oluşum”u DDSA haline getiren şartların neler olduğu gelmektedir. Birçok disiplinin farklı teorik çerçevelere dayalı kendi anlayışları bulunduğu için DDSA’lar için net bir tanım ortaya koymak pek mümkün değildir. Mesela Krause ve Milliken DDSA’lara ilişkin yapılan tanımların çok geniş ve birbirinden farklı olduğunu söylemekle beraber genel itibarıyla geleneksel tanımların günümüzdeki savaşlarda silahlı, belirli bir örgütsel yapılanma etrafında organize olan ve şiddet/terör kampanyasını düzenli bir şekilde sürdüren devlet olmayan aktörlere odaklandıklarını ifade etmektedir.15 Biraz daha açmak gerekirse bir DDSA siyasi hedeflere ulaşmak için belirli bir toprak veya topluluk (etnik veya dini) üzerinde her türlü 15 Keith Krause ve Jennifer Milliken, “Introduction: The Challenge of Non-State Armed Groups”, Contemporary Security Policy, Cilt: 30, Sayı: 2, (2009), s. 202.

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

kontrolü sağlamak amacıyla şiddet içeren araçlar kullanan, ideolojisi ve eylem özgürlüğü olan bir örgütlenme şeklinde tanımlanabilir. Elinizdeki kitapta ise bu tanımı askeri düzeyi de içeren bir şekilde yapmak mümkündür. Buna göre bir DDSA16 bir bölgede dini, etnik ve siyasi amaçlarına ulaşmak çok güçlü şiddet içeren melez askeri taktiklere başvuran, hiyerarşik bir organizasyona sahip ve güçlü ideolojik bağlılıkları ile toplumsal rıza üretiminde kendine has stratejileri bulunan silahlı gruplar olarak tanımlanmaktadır. DDSA’ların ortak özellikleri şöyle ifade edilebilir: devlet kontrolü dışında örgütlenmek ve işleyişe sahip olmak, siyasi ve askeri amaçlara ulaşmak için şiddete başvurmak, düzensiz ve usulsüz askeri bir eylem şablonu ve yarı devlet yapısı niteliği taşımak.17 DDSA’ların stratejik hedeflerinin olması ve siyasi amaçlarına ulaşmak için şiddeti araç olarak kullanmaları ortak paydalarının başında gelmektedir. Bu kitapta DDSA’lar Ortadoğu’daki örgütsel yapıları, şiddet eylemlerinin kapsamı ve niteliği, amaçları, faaliyet gösterdikleri çatışma bölgeleri ve militan devşirme yöntemleri açısından incelenmektedir. Kitaba katkıda bulunan makaleler DDSA’ları esasen üç farklı seviyeye odaklanarak ele almaktadır: •

Coğrafi çevre/topraksal genişleme ve yönetme mantığı



Örgütsel yapılanma mantığı



Düşünsel tercihler/kimlik/savaşma akaidi

16 Ana kategorilere ilişkin Krause ve Miliken beş grup telaffuz etmektedir: 1. İsyancı gruplar, 2. Militan gruplar, 3. Şehirli çeteler ve savaş ağaları, 4. Özel milisler, polis güçleri ve güvenlik şirketleri, 5. Ulus aşırı gruplar (Krause ve Milliken, “Introduction: The Challenge of Non-State Armed Groups”, s. 2004-2005); Benzer bir ayrım Aydınlı tarafından altı ana grup ile yapılmaktadır: 1. İsyancılar, 2. Diğer yerli militan gruplar, 3. Savaş ağaları/şehirli çeteler, 4. Özel milisler/askeri şirketler, 5. Teröristler, 6. Suç örgütleri (Aydinli, 2013, s. 4). Bu sınıflandırmaya rağmen Aydınlı’ya göre DDSA’yı yansıtma için en iyi yol üç ana ilkeyi analiz etmektir: özerklik, temsil ve etki.

Willian Moraes Roberto ve Ana Carolina Melo, “The Situation Regarding NonState Military Actors in the Middle East”, UFRGSMUN, UFRGS Model United Nations Cilt: 2, (2014), s. 247-293. 17

/

15

16

/

O R TA D O Ğ U ’ D A D D S A’ ların Y Ü K S E L İ Ş İ

İlk kategori DDSA’lar arasında ampirik özellikler bulmak için politik, ekonomik ve sosyal görünüme odaklanarak bağlamsal açıklamalar yapmaktadır. Bu çerçevede örnek kabilinden Ortadoğu’daki esas DDSA’lar olarak DEAŞ ve PYD-YPG’NİN yükselmelerinin arkasında çevresel etkileri yönlendiren birden çok boyut olduğu ileri sürülebilir. İkinci kategori içsel dinamikler, yapı ve militan devşirme modellerine odaklanmaktadır. Ortadoğu’da DDSA’ların örgütlenme şekilleri çok yönlüdür. Zaman zaman benzerlikler arz etse de genel olarak birbirinden farklı yönleri daha çoktur. YPG içinden çıktığı PKK’nın lojistik ve idari deneyimlerine uygun biçimde örgütsel olarak tasarlanmışken DEAŞ’ın örgütsel yapısı ve iç dinamikleri ise YPG’ye kıyasla bir yenilik ve farklılık içermektedir. Bu yüzden örgütsel ve içsel dinamiklere bakarak benzerlik ve farklılıkların analiz edilmesi gerekmektedir. DDSA’ların örgütsel yapısı genişleme, toprakları ele geçirme ve savunma becerileri açısından kritik bir rol üstlenmektedir. Örneğin DEAŞ’ın Irak ve Suriye’deki geniş çaplı toprakları elinde tutabilmesi yeni koşullara adapte olmasıyla irtibatlıdır. Aslında DEAŞ’ın yayılması iki mekanizma ile mümkün hale gelmiştir: Suriye ve Irak’taki yerel gruplarla ittifak kurmak ve bölgede lojistik destek ağları geliştirmek. Ayrıca devlet egemenliğinde yaşanan boşluğu kullanan DEAŞ iktidar ve örgütsel kapasitesini yerel topluluklar için dini hukukun uygulanması ve genç askerlerin istihdamı gibi alanlarda genişletmiştir. DEAŞ ayrıca şeriat hukukunun kodifiye edilmesi, resmi bir adalet sistemi oluşturulması, organize vergi tahsilatı ve hatta örgün eğitim sistemi gibi yeni yönetişim kalıpları oluşturma üzerinde çalışmıştır. Üçüncü kategori DDSA’ların egemenlik, meşruiyet ve kimlik/ ideoloji kavramlarını nasıl kullandığına odaklanan yeni bir analitik perspektif sunmaktadır. Bu kategori toplumsal kontrol, iletişim, konuların sınıflandırılması (dahil etme ve hariç tutma) ve insan ve

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

olayların politik-sembolik temsilini gerçekleştirmek için toprağı ve coğrafyayı nasıl kullandıklarına dair bilgi sağlamaktadır. Buradaki amaç bağlam ve içinde bulunulan şartların Ortadoğu’daki DDSA operasyonlarını nasıl etkilediğini ortaya koymak ve strateji, taktik ve ideolojilerin bölgede nasıl şekillendiğini analiz etmektir. DDSA’ların Ortadoğu’da artan rolü mevcut sınıflandırmalarla basitçe anlaşılamaz. Söz konusu örgütlerin kendi iç yapı ve hareket tarzlarını anlamanın yanı sıra devletlerle geliştirdikleri ilişki türünün de incelenmesi gerekmektedir. Bu yaklaşım hem bölgesel siyasette yaşanan dönüşüm ve kırılmaları hem de DDSA’ların bunlar üzerindeki etkilerini kavramak için önemli bir fırsat sunmaktadır. Bu derlemede incelenen PKK, PYD-YPG, ve DEAŞ gibi bazı DDSA’lar kendi devletlerine sahip olmayı talep ettikleri için revizyonist bir motivasyon bağlamında örgütlenmişlerdir. Örneğin DEAŞ ve PYD kontrol sağladığı bölgelerde paralel yönetimler kurarak ve/ veya hedef/rakip devlet veya diğer devlet dışı silahlı örgütlerle gerçekleşen silahlı çatışmada askeri araçlar kullanarak devlet inşa etme sürecinin taşıyıcı unsurları haline dönüşmektedir. Bununla birlikte DDSA ve devletler her zaman birbirlerine zıt oluşumlar olmayıp bir süreklilik içinde bulunmaktadır.18 Nitekim bu derlemede Ortadoğu’daki bazı DDSA’ların sadece devletle birlikte değil aynı zamanda devlet tarafından zaman zaman vekil veya paramiliter milis kuvvetleri olarak seçildiği de belgelenmektedir. Suriye ve Irak’ta faaliyette bulunan DDSA’lar hem içinde faaliyet gösterdiği devlet hem de mevzubahis devlet dışında diğer devletlerle kurulan ilişkiler bakımından çarpıcı örnekler sunmaktadır. PKK’nın Suriye kolu PYD ve onun askeri kanadı YPG ve YPJ 2012’de Suriye rejimiyle bir anlaşmaya varmıştır. Esed rejiminin Suriye’nin kuzeyinden çekilmesinin ardından bu bölgelerde askeri ve siyasi gücünü pekiştirmiştir. Aynı yapı daha sonra DEAŞ 18 Eran Zohar, “A New Typology of Contemporary Armed Non-State Actors: Interpreting the Diversity”, Studies in Conflict & Terrorism, Cilt: 39, Sayı: 5, (2016), s. 423-450.

/

17

18

/

O R TA D O Ğ U ’ D A D D S A’ ların Y Ü K S E L İ Ş İ

ile mücadele kapsamında –terör örgütü olarak listelenmesine rağmen– ABD ile birlikte hareket etmiştir. Amerikan desteğinden yararlanarak hem kontrolündeki toprağı genişletmiş hem de askeri ve ekonomik gücünü pekiştirmiştir.19 Bir başka örnek ise yine bu kitapta ele alınan Şii milisler vakasında tecessüm etmektedir. İran, Afganistan’dan Suriye’ye geniş bir havzada Şiilerin militanlaştırılarak ve Suriye ve Irak’ta savaştırılmasına öncülük eden yegane aktör olarak ele alınabilir.20 Bu örnekler üzerinden gidildiğinde DDSA’ların diğer devletlerle ilişkilerinin bölgesel jeopolitik düzenin yeniden şekillenmesinde oldukça etkili olduğunu söylemek mümkündür. Ortadoğu’daki mevcut devlet yapıları kontrolü kaybettikleri bölgelerde denetimi yeniden sağlama amacıyla şiddete tevessül etmeyi ayakta kalabilmenin ayrılmaz bir parçası olarak görmektedir. Elbette bu durum Irak ve Suriye örneğinde olduğu gibi devletin zayıflığını da yansıtabilir. Çünkü Irak ve Suriye merkezi hükümetleri –yalnızca askeri araçlardan yoksun oldukları veya bir iç savaş sarmalına düştükleri için– salt güvenlik araçlarıyla devletlerinin bütün sınırlarını tam anlamıyla kontrol altına alamamaktadır. Bu gibi durumlarda hükümetler merkezden uzak bölgeler üzerindeki kontrolü elde tutabilmek için DDSA’ları diğerlerine karşı vekaleten kullanmayı tercih etmektedir. Örneğin ABD’nin Suriye’deki DEAŞ ile verdiği mücadelede ana vekil olarak YPG/PKK’ya askeri destek vermesi olayında devletten DDSA’lara yetkinin taşınması ve dağıtımı sarihtir. Böylesi bir durum DDSA’ların bir “dış politika” şablonu oluşturmalarına da olanak sağlamaktadır. Söz gelimi PKK’nın Suriye kolu olan PYD Avrupa ülkelerinde temsilcilikler Kadir Üstün, “US Alliance with Syrian PYD Alienates Turkey”, Aljazeera, 2 Haziran 2016. 19

Suriye’de aktif bir şekilde var olan yabancı cihatçı Şii gruplar için bkz. “Map of Foreign Jihadi Shia Militia Groups Across Syria”, FSA Platform, fsaplatform.org/foreign-shia-militia-map, (Erişim tarihi: 30 Ekim 2018). 20

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

açabilmekte veya devlet başkanları ile resmi görüşmeler gerçekleştirebilmektedir.21 Irak Halk Seferberlik Güçleri (HSG, Haşdi Şabi) Irak devlet gücünün DEAŞ’a karşı yürüttüğü mücadelede merkezi konuma gelmiştir. Aynı şekilde Suriye’deki Şii milisler ve Hizbullah Esed rejimine muhalif gruplar ve Türkiye ile Suudi Arabistan gibi diğer bölgesel devletler karşısında İran devlet gücünün merkezi unsurlarına dönüşmüştür. Bu seferberlik ve özellikle militan devşirme ve mobilize etme yöntemleri bir devlet tarafından hem kendi hem de başka bir ülkenin topraklarında dikey (Irak’ta Haşdi Şabi örneği) ve yatay (Suriye’deki Hizbullah’ın durumu) şiddet kullanımını ortaya çıkmaktadır. Bu tarz şiddet uygulamaları devlet egemenliğinin geleneksel mantığını dönüştürebileceği gibi DDSA’ların geleneksel dinamiklerini de dönüştürebilir.22 DDSA’ların faaliyete geçmesi için devlet egemenliğinin kullanımı dışında başka düzeyler de vardır. Hem içeride hem de uluslararası arenada destek toplarken devlet egemenliği ve şiddet kullanma tekeline meydan okudukları gerçeği DDSA’ların meşruiyetini belirlemede yetersiz kalmaktadır. Pek çok DDSA sıklıkla başvurduğu devrimci bir gündeme sahip olduğundan içinde bulunduğu siyasi sistemi değiştirmeye çalışmaktadır. DEAŞ gibi DDSA’lar dini ilkelerin baz alındığı tek başlı bir siyasi yönetim aracılığıyla uzun vadede dünya sistemini değiştirmeyi arzularken diğerleri belirli bir devletin siyasi yapısını –Suriye’deki PYD veya PKK örneğindeki gibi– değiştirmek istemektedir. Bazıları farklı ülkelerde eş zamanlı çıkardıkları çatışmalarla uzun zamandır var olan uluslararası sınırları bile tanımamaktadır. “Outgoing French President Hollande Receives PYD Terror Group Leader in Elysee Palace”, Daily Sabah, 9 Mayıs 2017. 21

Bassel F. Salloukh, A New Grand Bargain for the Middle East: The Search for a New Consociational and Geopolitical Order, (The Century Foundation Report, Washington DC: 2018). 22

/

19

20

/

O R TA D O Ğ U ’ D A D D S A’ ların Y Ü K S E L İ Ş İ

Ortadoğu’daki dine dayalı DDSA’lar –diğer DDSA’lara kıyasla– dışarıdaki savaşlara daha sık müdahil olmaktadır. DEAŞ, Nusra, El-Kaide ve diğerleri Irak, Suriye, Libya ve Yemen’deki bölgesel kontrol için verilen savaşta Arap milliyetçiliğini reddetmektedir. Hizbullah Suriye’de Esed rejimi ile, Yemen’de İran Devrim Muhafızları Ordusu denetimi altındaki Husi milislerle beraber diğer dine dayalı DDSA’lara karşı savaşmaktadır. El-Kaide ise merkez komutasının denetimi altında Esed rejimine karşı mücadele etmektedir. DDSA’LARI ORTAYA ÇIKARAN NEDENLER

DDSA’lar salt sosyal veya siyasi boşluklardan dolayı ortaya çıkmamaktadır. Her birinin ayrı tarihsel ve örgütsel evriminin arka planları olmakla birlikte haksızlık/adaletsizlik, güvensizlik, yeni devlet inşa etmek gibi spesifik koşullara cevap olarak doğmaktadır.23 Örneğin 20. yüzyılda DDSA’lar devlet iktidarının konsolidasyon süreçlerine tepki olarak oluşmuştur. Özellikle 20. yüzyılın ikinci yarısında etnik-mezhepsel kompozisyonları yeniden şekillendirerek iç savaşlara sebep olmada önemli rol oynayan DDSA’lar devlet egemenliğini oluşturan pratiklere zorluklar çıkarmışlardır.24 Bununla birlikte Arap Baharı sonrasında DDSA’lar güç kullanımının tekel olması fikrini dile getiren Vestfalya devlet normlarına karşı önemli bir direnç noktası oluşturmuştur.25 Ortadoğu’daki birçok modern çatışmada DDSA’lar devlet zayıflığının sonucu olarak güç kullanma tekeline karşı çıkmakla birlikte devletin kurumsal zayıflığının arkasındaki temel belirleyici etkenler olarak önem arz etmektedir.26 Bu bakımdan DD-

23

Mulaj, Violent Non-State Actors in World Politics.

Phil Williams, Violent Non-State Actors and National and International Security, (International Relations and Security Network, Zurich: 2008), s. 5. 24

25

Yeşiltaş ve Kardaş, Non-State Armed Actors in the Middle East.

Vincent Durac, The Role of Non-State Actors in Arab Countries after the Arab Uprisings, (EMed. Mediterranean Yearbook, Barcelona: 2015). 26

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

SA’ların yükselişi ve yayılması askeri veya silahlı çatışmalardaki etnik-mezhepsel gerilimler ve iç savaş, ekonomik eşitsizlikler, bölgesel müdahaleler, toprak meseleleri ve ayrıca tarihi, sosyal ve siyasi adaletsizliklere bağlı olarak gerçekleşmektedir.27 Belirtilen unsurlar Hamas, Hizbullah, El-Kaide, PKK, YPG ve DEAŞ gibi DDSA’ların yayılmasının arkasındaki ana faktörlerdir. Ayrıca DDSA’ların Ortadoğu’daki artışı ve çeşitlenmesi 2003’te Irak’ın ABD tarafından işgali, Irak devlet yapısının kademeli olarak çöküşü, Libya’dan Yemen’e uzanan aşırı derecede yerelleşmiş iç savaşlar ve Suriye iç savaşının komşu ülkelere sıçramasıyla şekillenmiştir.28 Ortadoğu’da DDSA’ların yayılmasına katkıda bulunan başlıca faktörün devlet yapılarının zayıflaması olduğunu söylemek mümkündür. Devlet Yapısının Zayıflaması

Ortadoğu’da DDSA’ların yaygınlaşmasının arkasındaki en önemli sebeplerden bir tanesi devlet yapısının kademeli olarak çökmesidir. Devletlerin zayıflığı ile DDSA’ların ortaya çıkmaları arasında karşılıklı kurucu bir ilişki vardır.29 Birinci Dünya Savaşı sonrası Ortadoğu’da şekillenen sistemin oluşturduğu devletler zayıf meşruiyet, kapalı ve açık baskı, rejim güvensizliği ve vatandaşlarına karşı şiddeti azaltma konusunda oldukça düşük bir kapasiteye sahiptir. Bu durum DDSA’ların oluşumuna uygun ortam hazırlamaktadır. Thomas ve Kiser’e göre30 devletin “aşırı baskıcı karakteri” devletin çöküşüne katkıda bulunurken aynı zamanda şiddet temelli muhalif grupların yükselmesine neden olmaktadır. Suriye, Libya, Yemen ve Mısır’daki protestolar sırasında devlet tarafından kullanılan şiddet 27

Mulaj, Violent Non-State Actors in World Politics.

William Young, David Stebbins, Bryan A. Frederick ve Omar Shahery, Spillover from the Conflict in Syria: An Assessment of the Factors that Aid and Impede the Spread of Violence, (RAND Corporation, Kaliforniya: 2014). 28

29

Mulaj, Violent Non-State Actors in World Politics.

30

Thomas ve Kiser, “Lords of the Silk Route”.

/

21

22

/

O R TA D O Ğ U ’ D A D D S A’ ların Y Ü K S E L İ Ş İ

ve baskıcı yöntemler farkında olmaksızın “kendi kendini besleyen şiddet döngüsü” yaratmıştır.31 Bu durum Suriye örneğinde olduğu gibi toplumsal mobilizasyonu mümkün kılmaktadır. Şiddetin yaygınlaşması toplumsal ve siyasal düzeydeki muhalif örgütlenmeyi hızlı bir biçimde silahlı gruplara dönüştürmektedir. Yeni şiddet temelli silahlı aktörlerin yükselişi ve Ortadoğu’da yaygınlaşmasında tam anlamıyla farklı demografik ve siyasi arka planlar bulunmaktadır. Buna rağmen söz konusu aktörler meşruiyet belirleyici en önemli faktör olarak karşımıza çıkmaktadır. Siyasi meşruiyet “yönetme hakkı”dır.32 Suriye iç savaşı ve Arap Baharı boyunca gerçekleşen diğer devrimsel vakalar sırasında rejimler siyasi ve dini meşruiyet zemini sağlayamamıştır. Demokratik siyasi alan eksikliği ve Libya, Suriye, Mısır, Irak ve Yemen’deki devlet kurumlarının süregelen meşruiyet kaybı yeni siyasi boşluklar oluşmasına yardımcı olmuştur. Bu da DDSA’ların dayanak ve kapasitelerini konsolide etmelerine ve paralel devlet otoritesi ve şiddet yaratmalarına ilave hareket alanı açmaktadır.33 Bu kitapta da tartışıldığı gibi Suriye’deki PYD-YPG, Irak’taki DEAŞ veya Libya’daki militan gruplar devletin kendi egemenlik sahasındaki siyasi meşruiyetini yitirmesiyle geleneksel devlet yapılarının yanında güç ve otorite konsolide etmelerinden ötürü istisnai örneklerdir. DDSA’ların yaygınlaşmasında belirleyici bir mesele olarak devlet yapısının zayıflaması sadece kurumların siyasi meşruiyet eksikliğiyle sınırlı değildir. Ortadoğu bağlamında DDSA’ların kurulmasındaki bir diğer neden sivillerin acımasızca bastırılmasıdır. Otoriter baskıcılık siyaseti Arap Baharı sırasında rejimlerin hayatta

31 Peter Nadin, Patrick Cammaert ve Vesselin Popovski, “Armed Groups in Modern Warfare”, Adelphi Series, Cilt: 54, Sayı: 449, (2014), s. 17-36. 32 Michael Sodaro, Comparative Politics: A Global Introduction, (McGraw-Hill, New York: 2008). 33 Sabahat Khan, “The Dark Side of ‘Revolution’, The Arab Spring and State Fragmentation”, INEGMA, 8 Nisan 2013.

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

kalabilmek için başvurduğu önemli bir stratejidir.34 Kuzey Afrika ve Ortadoğu’da Arap Baharı yayıldıkça rejimler ve yöneten elitler düzenin devamlılığı için kapasitelerini gözden geçirmişlerdir. Söz konusu rejimler gösterilere katılanlara karşı otoriterleşme ve şiddetin araç ve yöntemlerini yeniden düzenlemiştir. Örneğin Suriye rejimi insanları alıkoyma, muhalif siyasi toplulukları kapatma ve sivillere şiddet ile saldırma gibi her türlü karşı koyma yolunu icra etmiştir. Suriye ayaklanmasının erken zamanlarında çatışma genel olarak insanların sistemi demokratik bir yolla değiştirmek istedikleri siyasi bir krizle ilişkili olmuştur. Rejim baskı ve şiddeti sürdürdükçe kriz rejim güçleri ile ortaya çıkan muhalif gruplar ve yeni DDSA’lar arasında silahlı çatışmaya dönüşmüştür. Rejim tarafından gerçekleştirilen şiddete gösterilen tepki muhaliflerin de silahlanmasını mecbur kılarak karşı şiddet için açık alanlar sağlamıştır.35 Teritoryal (Topraksal) Talepler

Toprak DDSA’ların güvence altına alındığı, onlara destek ve konsolidasyon sağlayan siyasi bir kaynak olmasının yanında aynı zamanda aidiyetin en önemli ideolojik işaretlerinden birisidir. Suriye ve Irak’ta DDSA’ların toprak talepleri hem örgütsel yapılarını, kullandıkları taktikleri ve stratejileri şekillendirmekte hem de “siyasi öznellik” oluşturmaya yardım etmektedir. Bu kitapta tartışılan vakaların yazarlarının hemfikir olduğu üzere DDSA’ların topraksal (teritoryal) mantığının birbirini tamamlayan iki boyutu vardır: topraksallık (ülkesellik olarak tasvir edilebilir) kavramına yüklenen anlam ve toprak yönetimine dair taktikler.36 Philippe Droz-Vincent, “‘State of Barbary’ (Take Two): From the Arab Spring to the Return of Violence in Syria”, The Middle East Journal, Cilt: 68, Sayı: 1, (Kış 2014), s. 33-58. 34

35

Ufuk Ulutas, The State of Savagery: ISIS in Syria, (SETA Yayınları, İstanbul:

2016). 36 Yosef Jabareen. “The Emerging Islamic State: Terror, Territoriality, and the Agenda of Social Transformation”, Geoforum, Sayı: 58, (2015), s. 52-55.

/

23

24

/

O R TA D O Ğ U ’ D A D D S A’ ların Y Ü K S E L İ Ş İ

Topraksallık kavramı DDSA’ların toprak kavramını algılama biçimlerini ifade etmektedir. Topraksallığın taktiksel boyutu algılanan toprağı elde etmek için etkin şekilde kullanılan askeri ve siyasi araçları göstermektedir.37 Örneğin YPG vakası toprağın DDSA’ların kuruluş ve idaresinde nasıl yarı hükümet ve askeri mantıkla beraber kavramsallaştırıldığına çarpıcı bir örnek teşkil etmektedir. PKK’nın Irak’ın Şengal bölgesini DEAŞ’tan aldıktan sonra uyguladığı askeri ve siyasi mantık da benzer bir örneğin parçasıdır.38 Başka bir örnek teşkil eden DEAŞ ise toprak kontrolünü sadece örgüt için güvenli bir bölge haline getirmekle kalmamış aynı zamanda siyasi ve askeri savaş hali konusunda gelecekle ilgili tasavvurunun bir parçası şeklinde görmüştür. Böylece toprak yeni kurulan bir kimliğe ve hatta bu kimliğin bir savaş alanına dönüşmüştür. Irak’taki Haşdi Şabi de bir milis grubun zayıf devlet yapısı yüzünden Şii ibadethanelerini DEAŞ’a karşı korumak amacıyla nasıl kurulduğuna ve Irak ve ötesinde devlet destekli bir askeri aktöre nasıl dönüştüğüne örnek teşkil etmektedir. Bu vakalar DDSA’ların kendini ve bölgesini korumakla kalmayıp topraksallık üzerinden yeni bir siyasi öznellik alanı oluşturduğunu ve bunun için şiddeti nasıl kullandığını göstermektedir. Bölgesel Jeopolitik

Bölgesel jeopolitik bağlam Ortadoğu’daki DDSA’ların artışına sebep olan faktörler arasında yer almaktadır. Savaşan komşular ve bölgedeki genel güç rekabeti, devlet, DDSA’lar ve bölgedeki devlet dışı aktörler arasındaki etkileşim çatışma dinamiklerini etkilemektedir. Bölgedeki çoğu çatışma sınırları aştığı ve tüm bölge içi aktörler arasındaki yeni rekabet ya da çatışmaya dönüştüğü için nadiren devlet sınırları içinde kalmaktadır. Arap devrimle37 Hans Vollaard, “The Logic of Political Territoriality”, Geopolitics, Cilt: 14, Sayı: 4, (2009). 38 Murat Yeşiltaş, “Apokaliptik Jeopolitik, Radikal Antagonizma ve IŞİD”, Ortadoğu Analiz, Cilt: 7, Sayı: 71, (Kasım-Aralık 2015), s. 64-66.

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

rinden sonraki çatışmalar bölgesel boyutlar kazanarak önde gelen bölgesel ve uluslararası aktörlerin farklı tehdit algılarını harekete geçirmiştir. Irak’ın DEAŞ’a karşı savaşında başlıca devlet destekli aktör olan Haşdi Şabi’nin kuruluş ve gelişim süreci bölgesel jeopolitik, rekabet veya düşmanlığın Sünni ve Şii Araplar arasındaki muhalif ilişkiyi nasıl değiştirdiğini gösteren bir başka örnektir. Haşdi Şabi İran hükümetinin desteğiyle bir zamanlar Şii halkın ve Irak’taki kutsal şehirlerin DEAŞ’a karşı başlıca koruyucusu olarak kurulmuşken Irak iç politikasının Peşmerge ve Sünni Arap milisleri gibi diğer devlet dışı aktörlere karşı olan tutumu bağlamında da alternatif bir güç haline gelmiştir. Haşdi Vatani de Türkiye gibi bölgesel aktörlerin Şii milislerin etkisini engelleme gayretiyle desteklediği, esasen Irak’taki Sünni Araplardan oluşan bir örgüttür. Bu vakalarda görüldüğü üzere bölgesel aktörler arasındaki rekabet sebebiyle devlet dışı silahlı gruplar güçlerini konsolide etmek için fırsat bulmakta, örgütsel yapılarını genişletmekte ve kimliklerini inşa ettikleri bir sosyal taban kazanmaktadırlar. Dış Askeri Müdahaleler

Uluslararası güç dengesi veya büyük güç rekabeti gibi sistemik faktörler sık sık bölgesel çatışmaları şiddetlendirmektedir. Yine bu faktörler bölgesel savaşların (örneğin Soğuk Savaş’tan sonra Ortadoğu’daki “soğuk barış”a öncülük etmesi gibi) süresini ve kapsamını sınırlandırma kapasitesine sahiptir.39 Dış askeri müdahalelerin rolü olmaksızın DDSA’ların ortaya çıkışını ve yayılmasını düşünmek zordur. Fakat yerel güçlerin çatışma düzenlerini şekillendiren faktörler çoğunlukla birim düzeyindeki dinamikler ve bölgesel baskılar olduğundan büyük güçler Ortadoğu savaşlarını güçlükle engelleyebilmektedir. Bölgesel veya harici sistemik askeri müdahaleler 39 Benjamin Miller, States, Nations and the Great Powers: The Sources of Regional War and Peace, (Cambridge University Press, Cambridge: 2007), s. 255.

/

25

26

/

O R TA D O Ğ U ’ D A D D S A’ ların Y Ü K S E L İ Ş İ

DDSA’ların yayılmasını hala hızlandırabilir veya durdurabilir. Örneğin Suriye iç savaşına 2015 sonlarındaki Rus müdahalesi var olan güç dengesini İran’ın lehine değiştirmekle kalmayıp rakip DDSA’ların yayılmasını durdurmuştur. Buna ek olarak bölgesel güçler (İran, Türkiye ve Suudi Arabistan) arasındaki süregelen rekabet İran’ın Suriye’de Türkiye ve Suudi Arabistan’ın desteklediği muhaliflere karşı Esed rejimi ile beraber Hizbullah’ı desteklemesiyle sonuçlanmıştır. Bu da diğer komşu ülkeleri etkileyen bir vekalet kampanyasına dönüşmüştür. STRATEJİK VE TAKTİKSEL DİNAMİKLER

DDSA’lar kullandıkları strateji ve taktiklere göre de farklılık gös­ termektedir. Çoğu toprak kontrolünü kazanma ve sürdürme, kendi egemenliğini ilan etme ve proto-devlet yapısının eşlik ettiği iç düzen konsolidasyonu için genellikle hibrit askeri stratejiyi benimsemektedir.40 Hibrit savaş temel anlamıyla konvansiyonel ve düzensiz savaşın bir kombinasyonudur.41 Genel özellikleri konvansiyonel askeri araçlar, gerilla savaşı, değişen tekniklere eş zamanlı uygulanabilen esnek ve adapte edilebilir pragmatik strateji, mobil hücreler, aşırı şiddet içeren terör kampanyaları, sosyal medyayı aktif bir biçimde kullanan propaganda ağları, bilgi savaşı teknikleri ve gelir kaynaklarına ulaşmak için tüm illegal yollara başvuran kriminal ağı kullanmaya dayanan iletişim stratejisinin karışımıdır.42 Örneğin DEAŞ hibrit savaşın yukarıda bahsi geçen tüm özelliklerini

Brynjar Lia, “Understanding Jihadi Proto-States”, Perspective on Terrorism, Cilt: 9, Sayı: 4, (2015). 40

41 Octavian Manea, “To Respond to ISIS and Hybrid Warfare We Need to Invest in POPINT”, Small Wars Journal, 26 Ağustos 2015. 42 Scott Jasper ve Scott Moreland, “The Islamic State is a Hybrid Threat: Why Does That Matter?”, Small Wars Journal, 1 Aralık 2014, s. 1-14; Prashanth Parameswaran, “Are We Prepared for ‘Hybrid Warfare’?”, The Diplomat, 13 Şubat 2015; Frank G. Hoffman, “Hybrid Warfare and Challanges”, JFQ, Sayı: 52, (2009); Munzer Eid Alzamalkani, “ISIS’ Grand Strategy”, International Policy Digest, 21 Temmuz 2015.

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

taşımaktadır.43 Ortadoğu’daki DDSA’lar için hibrit savaş seçimi bu örgütlerin lokasyon ve hedeflerinin özelliklerine göre değişmektedir. Savaş ve saldırıların teknik ve taktikleri iç halkadaki örgüt tarafından kullanılırken bazı ülkelerde (devlet yapısının çöktüğü veya kimi yapıların zaptedilemediği) hibrit savaş tekniklerinin bazı unsurları dış halkaya yakındır ve terör saldırıları genellikle uzaktaki dış halkada gerçekleştirilmektedir. SONUÇ

“Ortadoğu” net bir bölgesel, politik ya da kültürel sınırları olmayan belirsiz bir kavramdır. Yine de bu kavram bölge siyasetinin özellikle 20. yüzyıldaki dönüşümüne paralel bir tarihsel serüvenden geçmektedir. “Yeni Ortadoğu” tanımlaması Arap devrimleri sonrasında bölgeye dair en çok tercih edilen kavramlar arasında yer almaktadır. Ancak bu yenilik eskinin tasfiye olması ve beraberinde istikrarlı/güvenli bir bölgesel düzenin kurulmasını işaret etmekten oldukça uzaktır. DDSA’lar bu anlamda yeni Ortadoğu kavramının tefrik edici özelliklerinin başında gelmektedir. DDSA’lar bağlamında yeni Ortadoğu tartışmasının üç ana sütun üzerine oturduğundan bahsedilebilir: İlk sütun Ortadoğu ve Kuzey Afrika coğrafyasında kademeli olarak devlet otoritelerinin zayıflaması ve bununla birlikte nükseden şiddet dalgasıdır. İkinci sütun DDSA’ların bölgesel ölçekte neden olduğu sosyopolitik dönüşümdür. Üçüncü sütun ise DDSA’ların devlet egemenliği, siyasi ve toplumsal sınırların doğası ve bölgesel jeopolitik mücadeleye getirdiği yeni karakterdir. Ortadoğu’daki DDSA’ların ortaya çıkışı özellikle Suriye’de iç savaşın karmaşık bir hal alması ve bölgede yaşanan güvenlik krizleriyle yakından ilgilidir. Bu güvenlik krizleri DDSA’lar bağlamında ve yeni Ortadoğu bölgesel düzeni bakımından birçok sonuç 43 Aaron Y. Zelin, The Islamic State’s Territorial Methodology, (The Washington Institute for Near East Policy, Research Notes, Washington DC: 2016).

/

27

28

/

O R TA D O Ğ U ’ D A D D S A’ ların Y Ü K S E L İ Ş İ

da ortaya çıkarmıştır: Birincisi Ortadoğu’nun ekonomik, siyasi ve güvenlik yapıları radikal bir dönüşüm sürecinden geçmektedir. DDSA’ların çoğalması devlet kurumları, yönetişim yapıları ve bölgesel güvenlik düzenlemelerine radikal bir şekilde zarar vermiştir. Arap ayaklanmaları ve DDSA’ların yükselişinden önce Ortadoğu ölçeğinde var olan rekabet devletler arası olmaktan hızla çıkarak düşmanlık eksenine kaymıştır. Rekabet, toplumsal, dini ya da etnik aidiyetler arasında yaşanmaya başlamıştır. Şiddet merkezli “tekfirci” dini ve siyasi anlayışa sahip DEAŞ’ın ortaya çıkışı bölgede var olan toplumsal ve siyasi fay hatlarını daha da derinleştirmiştir. Bu nedenle DEAŞ ve diğer DDSA’ların oluşturduğu tehditler ve yeni zorluklar sadece kendi örgütsel varlıklarıyla ilgili değildir. Aynı zamanda bu bölge için daha büyük bir güç mücadelesi ve küresel düzen düzleminde daha geniş krizlerin tetikleyicisi olabilir. İkinci olarak DDSA’ların oluşturduğu yeni çatışma alanı var olan siyasi öznelliklerin yeniden tanımlanmasına neden olmuştur. Kolektif bir kimliğin yeniden inşa edilmesi açısından ise yeni bir direnç alanı ortaya çıkarmıştır. Bu durum yeni bir toplumsal etkileşim sürecinin de başlangıcı olarak anlaşılmalıdır. Bu etkileşim biçiminin bundan sonraki dönemde rekabet, çatışma ya da iş birliği eksenlerinden hangisi veya hangilerinin üstüne oturacağı konusu ise halen ucu açık bir sorudur. DDSA’ların çarpıcı yükselişi yeni bölgesel düzenin ayrılmaz bir parçası olarak çatışmanın daha önde olacağı bir dönemin de başlangıcını teşkil etmiştir. Bu nedenle DDSA’ların varlığı yeni sınır ötesi etkileşimler yarattığı gibi (YTS örneği) mevcut bölgesel düzenin temel sütunlarını parçalayan yeni bir “bölgesellik” kavramının da ortaya çıkmasına yol açmaktadır. Devam eden bu geçişin karmaşık doğası ve devlete sadakatin yerini alan yeni sadakat örüntülerindeki değişiklikler Ortadoğu’daki DDSA’ların çoğalmasına giderek daha fazla yardım etmektedir. Bu anlamda Ortadoğu ölçeğinde egemenliğin bilindik formu yok olmaya yüz tutmuştur. Şiddetin devletin

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

meşru ve hukuka uygun tekelinden çıkarak bu yeni oluşumların uhdesine geçmesi Ortadoğu ve Kuzey Afrika coğrafyasında etnik ve dini radikalleşmenin yaygınlaşmasına yol açmaktadır. Üçüncüsü ise DDSA’ların ortaya çıkması ve yaygınlaşmasının savaşın mikro dinamiklerinde hızlı bir biçimde değişime yol açmıştır. DDSA’ların kapasiteleri ile siyasal ve kamusal olana ilgileri devlet dışında yeni bir savaş mantığını devreye sokmaktadır. Savaş yeni bölgesel düzende artık daha melez bir yapıya sahiptir. Savaşmaya dair temel motivasyonlar etnik ve dini DDSA’lar özelinde farklılık göstermektedir. Etnik DDSA’lar saldırgan bir milliyetçi bölgesel hayal gücüne sahipken din temelli DDSA’lar sınırların kesin olarak tanımlanmadığı apokaliptik-mesiyanik ideolojilere dayalı saldırgan ve revizyonist bir bölgesel hayal gücü taşımaktadır. Dördüncü olarak devletin güvenlik sağlayıcı bir aygıt olarak varlığı DDSA’ların mevcudiyeti nedeniyle paradoksal bir görünüm arz etmeye başlamıştır. Bu durum iki önemli sonucu ortaya çıkarmaktadır: Birincisi devlet DDSA’lar nedeniyle oluşan güvenlik krizinde güvenliği sağlamak adına daha fazla güvensizlik oluşturmaktadır. Diğer bir ifadeyle devlet güvenliğin sağlayıcısı değil güvenliğin yok edicisi konumuna doğru hızla dönüşüm geçirmektedir. İkinci sonucu ise DDSA’lar bizatihi güvensizliğin kaynağı haline gelmiştir. Ortadoğu’daki durum sadece bir DDSA ile diğer bir DDSA arasındaki mücadele değildir. Bu mücadele DDSA’lar ile devlet otoritesi arasında olabileceği gibi başka bir devlet de bir DDSA’yı vekalet savaşının aracı olarak kullanabilmektedir. Öte yandan DDSA’lar insan güvenliği açısından da hayati bir risk oluşturmaktadır. PYD ve DEAŞ örneklerindeki gibi zorla yerinden edilme süreçlerinin birçoğunun kaynağını DDSA’lar meydana getirmektedir. Böylesi bir güvensizlik ortamı DDSA’ların yükselişiyle birlikte Ortadoğu’da birçok devleti “başarısız devlet”e dönüştürmüştür. Bu anlamda Irak, Suriye, Yemen ve Libya en çarpıcı örneklerin başında gelmektedir.

/

29

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

DDSA’LAR VE İSTİHBARAT

MERVE SEREN,* MURAT ASLAN** GİRİŞ

DDSA’ların (DDSA) günümüzde gerek güvenlik ortamının tesis edilmesi gerekse güvenli bir ortamın güvensizleştirilmesi noktasında, bir yandan devletlerin sağladığı destekten faydalandıkları diğer taraftan küreselleşmenin sunduğu tüm imkanlardan azami ölçüde istifade ettikleri görülmektedir. Gayrinizami teknikleri kullanmak suretiyle asimetrik üstünlük sağlama yetenekleri yadsınamayacak olan bu aktörler gerektiğinde istihbarat imkan ve kabiliyetleri üzerinden devletlerin güvenlik aygıtlarına meydan okuyabilmektedir. Bu minvalde kaleme alınan bu makale devletlerin karşısında alternatif bir güç unsuru olarak belirmeye başlayan DDSA’ların istihbarat kapasitelerinin mevcut durumu ve gelecekteki muhtemel gelişimine odaklanmaktadır. Diğer bir ifadeyle bu makale devlet dışı aktörlerin istihbarat kabiliyetleri vasıtasıyla devlet aktörlerinin güvenlik (veya güvensizlik) algılarına ne derecede meydan okuyabilecekleri sorusuna cevap aramaktadır. DDSA’ların devletler tarafından bir araç olarak kullanılması ve desteklenmesi gerçeği göz önünde bulundurulduğunda araştırmanın temel sorunsalı “devlet ile DDSA ortaklıkları” merkezinde değerlendirilmektedir. Günümüzde “süper güç” algısını uhdesinde tekelleştiren, demokrasi ve insan haklarının söylemsel savunuculuğunu üstlenen ABD gibi bir devletin sivil ve askerleri hedef alan kitle katliamları ve yıkıcı bölücü faaliyetleriyle ün salmış PKK terör örgütüyle ilişkisi böyle bir ortaklık için emsalsiz bir vaka olarak zuhur etmektedir. Dolayısıyla devlet dışı silahlı grupların * ** SETA Güvenlik Araştırmaları Direktörlüğü, Araştırmacı

/

31

32

/

D D S A’ L A R V E İ S T İ H B A R AT

uluslararası düzene etkisi hem kendi hem de hamisi olan devletin istihbarat kabiliyetlerinin sinerjisi yoluyla belirgin hale gelmektedir. ABD-PKK iş birliği örneğinde olduğu gibi aynı argüman söz konusu oluşumları destekleyen devletler tarafından tersten okunabilmekte, DDSA’lar bir “güvenlikleştirme aracı” olarak sunulabilmektedir. Başka bir izahla devlet dışı aktörler uluslararası toplumun bir kısmı için “güvenlik” diğer bazıları için de “güvensizlik” unsuru olabilmektedir. Devlet

aktörlerin

istihbarat

alanındaki

yeteneklerinin

DDSA’lar karşısında zafiyete uğradığına işaret eden vakalar hesaba katıldığında bu makalenin argümanı aslında DDSA’ların istihbarat imkan ve yeteneklerinin yaşam alanı buldukları veya hasım oldukları devlet aktörlerin kabiliyetlerinin ötesine geçebildiği savıdır. Bu doğrultuda makale öncelikle kavramsal boyut kapsamında DDSA’ların istihbarat faaliyetlerini irdelemek suretiyle kazanabilecekleri imkan ve kabiliyetleri analiz etmektedir. Müteakiben DDSA’ların istihbarat yeteneklerine yönelik elde edilen teorik bulgular üzerinden “güvenlikleştirme” veyahut “güvensizleştirme” uygulamalarına dair etki analizi yapılmaktadır. Makalenin nihai hedefi ise uluslararası ilişkilerin başat aktörü olan devletlerin istihbarat ve güvenlik zafiyetlerinin ötesinde devlet dışı aktörlerin güvenliğe ve güvensizliğe etkisinin ortaya konulmasıdır. KAVRAMSAL ÇERÇEVE: DDSA’LAR VE İSTİHBARAT

Türkçe literatürde “devlet dışı aktörler” (non-state actors) kavramı gerek kendisine atfedilen anlamlar itibarıyla gerekse “hükümet dışı aktörler” (non-governmental actors) kavramıyla bazen birbirine karıştırılmaktadır. Hükümet dışı aktörler daha ziyade yasalara uygun bir statüye haiz olup ekseriyetle bölgesel kuruluşlar, düşünce merkezleri, akademik enstitüler, sivil toplum örgütleri gibi farklı derecelerdeki nüfuz gücüne sahip yapıları temsil etmektedir. Genellikle ken-

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

dilerine bir misyon edinmiş olan hükümet dışı aktörlerin kar veya çıkar beklentisi olmaksızın bir hizmeti ifa etmesi beklenmektedir. Öte yandan hükümet dışı örgütlerin özellikle devlet aktörlerin örtülü faaliyetleri için bir paravan olarak kullanılabilmesi de mümkündür.44 Bu nedenledir ki devlet dışı aktörlerin hükümet dışı örgütler marifetiyle devlet aktörleri tarafından desteklenmesi veyahut tahdit edilmesi ihtimali mevzubahistir. Bu anlamda her ne kadar farklı oluşumları simgeleseler de hakikatte “hükümet dışı” ve “devlet dışı” aktörlerin birbirleriyle dolaylı bir karşılıklı ilişki içinde olduklarını iddia etmek mümkündür. Kuşkusuz sivil toplum kuruluşları tarafından terör örgütlerine verilen açık ve/veya örtülü destek bunun en bariz tezahürlerinden birisidir. Bu bağlamda özellikle Avrupa ülkelerinin PKK’nın Avrupa’daki faaliyetleri konusunda müsamahakar tavırları çarpıcı bir örnek mahiyetinde zikredilmelidir.45 Devlet dışı silahlı gruplar kökten dinci ilkeleri savunanlardan ırkçı militan gruplara, özgürlük savaşçılarından devrimci silahlı muhalif gruplara kadar birbirlerinden farklı saikleri haiz geniş bir yelpazedeki aktörü ihtiva etmektedir. Örneğin ABD Milli İstih44 Raman ABD Gizli Servisi CIA’in örtülü operasyonlarında hükümet dışı örgütleri kullanmak suretiyle yaratmış olduğu gayrinizami oluşumlara dikkat çekmektedir. Ayrıca CIA’in devlet dışı örgütler yoluyla tetiklediği tehditleri bir kere devreye soktuktan sonra kontrol edemediğini de not düşmektedir. Benzer minvalde Mehta da CIA’in Hindistan’da faaliyet gösteren hükümet dışı örgütleri Hollanda Gizli Servisi ile iş birliği içinde paravan olarak kullandığı ve ayrılıkçıları desteklediğini ifade etmektedir. B. Raman, Intelligence: Past, Present & Future, (Lancer Publishers and Distributers, New Delhi: 2003), s. 269; Dalpat Singh Mehta, Handbook of Public Relations in India, (Allied Publishers, New Delhi: 2002), s. 122. 45 Almanya’da yaşayan PKK yanlısı Kürtler terör örgütü lideri Öcalan’ın serbest kalması için sıklıkla miting düzenlemektedir. Örneğin Youtube kanalında yayımlanan Ekim 2017’deki video PKK’lı teröristlerin özgürce miting düzenleyebildiklerini gözler önüne sermektedir ki Alman polisi nadiren –Düsseldorf ’taki miting gibi– müdahalelerde bulunmaktadır. Bkz. “Germany: Kurds Rally in Dusseldorf to Demand PKK Leader Ocalan’s Freedom”, Youtube, 21 Ekim 2017, https://www.youtube.com/watch?v=kjPwNUqjUi8, (Erişim tarihi: 19 Mayıs 20118). Keza Suriye’de savaşan PKK’lıların istedikleri zaman rahatça Almanya’daki evlerine geri dönebilmeleri de dikkate değer başka bir örnek olarak zikredilmelidir. Bkz. “125 YPG/PKK Foreign Fighters Return Home to Germany from Syria”, Daily Sabah, 28 Mart 2018.

/

33

34

/

D D S A’ L A R V E İ S T İ H B A R AT

barat Konseyi tarafından 2007’de hazırlanmış bir raporda devlet dışı aktörler; hükümet dışı örgütler, çok uluslu şirketler ve kanaat önderleri gibi nüfuz sahibi şahıslar olmak üzere üç farklı başlık altında incelenirken terör örgütleri ve suç işleme kapasitesi olan unsurlar da yapılan incelemeye dahil edilmiştir.46 Esasen devlet dışı örgütler ekonomik, siyasi ve sosyal gücü sayesinde hedef kitle veya coğrafi alan üzerinde nüfuz yaratma kabiliyeti bulunan lakin egemen olmayan oluşumlar şeklinde tasvir edilmektedir.47 Böyle bir tasnife özellikle silahlı unsurların devlet aktörlerinin çıkar odaklı politikaları doğrultusunda dahil edilmeleri dikkat çekicidir. Ancak mevzubahis aktörlerin meşruiyet kazanması noktasında mutabakata varılmasına yönelik problemlerin zuhur edeceği de kuvvetle muhtemeldir. Gentry tarafından yapılan çalışmada devlet dışı aktörlerin iki farklı tipoloji çerçevesinde ele alınması dikkat çekicidir: Birincisi temel olarak insani yardım ve politika savunuculuğu amaçları taşıyan ve şiddete başvurmayan stratejik motivasyona haiz hükümet dışı örgütlerdir. Bu örgütlerin faaliyetlerindeki temel özelliğin meşruiyetleri ve tabi oldukları ulusal veya uluslararası yasa/normlar olduğu dikkate alınmalıdır. İkinci devlet dışı aktör tipi ise “muharip devlet dışı aktörler” olup genellikle “isyancı/ayaklanmacı gruplar” ve/veya “terörist gruplar” şeklinde isimlendirilmektedir.48 Dolayısıyla ikinci tipolojiye dahil edilecek örgütlerin istihbari faaliyetlerinin mücadele içinde oldukları düzen veya devletlere karşı meydan okuma kapasitesine hizmet edebileceği değerlendirilmektedir.

“Nonstate Actors: Impact on International Relations and Implications for the United States”, National Intelligence Council (The USA), https://www.dni.gov/files/documents/nonstate_actors_2007.pdf, (Erişim tarihi: 30 Aralık 2017). 46

47 “Nonstate Actors: Impact on International Relations and Implications for the United States”. 48 John A. Gentry, “Toward a Theory of Non-State Actors’ Intelligence”, Intelligence and National Security, Cilt: 31, Sayı: 4, (2016), s. 466.

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

Gentry’nin yaptığı diğer bir tanımlamada söz konusu örgütler “silahlı” ve “silahsız” faaliyet gösterenler şeklinde ikiye ayrılmaktadırlar. İdeolojik, etnik, ekonomik, dini ve benzeri motivasyonlarla hareket eden devlet dışı silahlı örgütlerin belirli bir amaca ulaşmak için organize, hiyerarşik, dağınık, yayılmacı ve özerk bir karaktere sahip olabilecekleri ileri sürülmektedir. Ayrıca kendi finans kaynaklarına sahip olmanın ötesinde devlet benzeri yahut devlete paralel bir yapı kurmak suretiyle meşruiyet sağlayabilecekleri belirtilmektedir.49 Bu çerçevede söz konusu örgütlerin meşruiyete erişme, devlet aktörleri tarafından tanınma ve en azından destek kaynaklarına ulaşma güdüsünün var olduğunu farz etmek gerçekçi bir yaklaşımdır. Nitekim PKK’nın ABD tarafından sağlanan destek ve meşruiyete yönelik olarak sıklet merkezini Washington’ın çıkarlarına odaklaması böyle bir açıklamaya geçerlilik kazandırmaktadır. Devlet dışı (silahlı) aktörlerin “egemenlik iddiası”, “kimlik”, “bölgesel kontrol”, “askeri kapasite” ve “şiddet kullanma tercihi” gibi salt devlete has karakteristikleri barındırdıkları göz önünde bulundurulmalıdır. Dolayısıyla söz konusu silahlı örgütlerin devlet gibi egemen olmamakla birlikte egemen olma isteğiyle ayrılıkçı veya mevcut düzeni yıkıcı bir amacı gerçekleştirme iddiasında olmaları genel bir öngörü olarak karşımıza çıkmaktadır. Vincent Durac devlet dışı silahlı örgütleri incelerken devlet merkezlilikten çıkmakta ve çok katmanlı bir analiz düzeyinin altını çizmektedir. Devletin kuvvet kullanma üzerindeki tekeline şiddete başvurarak meydan okuyan aktörlerin aşiretler veya etnik gruplar, savaş ağaları, uyuşturucu kaçakçıları, çocuk çeteleri, teröristler, militanlar, ayaklanmacılar ve sınır aşan terörist örgütler dahil farklı biçimlere büründüklerine dikkat çekmektedir. Ayrıca bu aktörlerin temel endişelerinin de her zaman siyasi veyahut doğrudan devlet düzeyine yönelik olmadığını not düşmektedir. Öyle ki bu aktör49 Bas Arts, Math Noortmann ve Bob Reinalda, Non-State Actors in International Relations, (Ashgate, Londra: 2001).

/

35

36

/

D D S A’ L A R V E İ S T İ H B A R AT

lerin motivasyon kaynaklarının genellikle ideolojiden ziyade kar amacı gütmeye dayandığı, bazılarının ise yerel mesele ve kaygılarla harekete geçtiğini kaydetmektedir. Bu minvalde siyasi istikrarın olduğu ve olmadığı ülkelerde örneğin Brezilya, Meksika, Kolombiya ve diğer bölgelerdeki silahlı uyuşturucu baronları, uluslararası kaçakçılık şebekeleri, mafya türü örgütlenmeleri, yasa dışı yollarla kanun uygulayıcıları ve özel güvenlik kuvvetlerini misal göstermektedir. PKK örneğinde ise uyuşturucu ticaretini yönlendirme ve mümkün kılma yoluyla devlet olma iddiasının yanı sıra ekonomik motivasyonlu karmaşık güdülerin varlığını da Durac’ın tespitlerine eklemek mümkündür. Dolayısıyla devlet dışı örgütlerin motivasyonlarında “çok katmanlı karmaşa” olduğu iddia edilebilir. Zira her bir örgütün motivasyon ve yöntemleri ile önceliklerinin kendisine münhasır olduğunu ifade etmek yanlış olmayacak, standartlığın olmadığı bir ortamda her devlet dışı örgütün kendi başına bir vaka yarattığı gerçeğiyle yüzleşilecektir.50 Durac yakın geçmişte vuku bulmasına rağmen devletler açısından kritik dersler sunan bir örnek olarak tarih sahnesinde yerini alan Arap Baharı’nın devlet dışı aktörler üzerinde yarattığı etkiyi de analiz etmektedir. Arap Baharı’nın 2011’de başlamasını müteakip Ortadoğu’da devlet dışı aktörlerin süratle ortaya çıktıkları ve dahası bu aktörlerin bölgedeki siyasi dinamikler sayesinde akıl almaz bir hızla coğrafi yayılım göstererek sosyal ve politik hayatın her alanına nüfuz ettiklerine vurgu yapmaktadır. Nitekim Ortadoğu’daki devlet dışı aktörler kurmuş oldukları bölgesel yapılanmalar aracılığıyla Tunus, Mısır, Libya, Suriye ve Yemen gibi otokrat ülkelerde zuhur eden ayaklanmalarda başat rol üstlenmişlerdir. Bu anlamda Tunus’tan Yemen’e uzanan bölgede birçok Selefi ya da Şii gruplar 50 Vincent Durac, “The Role of Non-State Actors in Arab Countries after the Arab Uprisings”, IEMed Mediterranean Yearbook, (2015), s. 37-41, http://www. iemed.org/observatori/arees-danalisi/arxius-adjunts/anuari/med.2015/IEMed%20 Yearbook%202015_NonStateActorsArabUprisings_VincentDurac.pdf, (Erişim tarihi: 10 Kasım 2017).

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

bir dizi dini motivasyonu mevcut olan aktörü bünyesinde barındırmıştır. Mısır’ın Sina vilayetinde aktif olan “Ensar Bayt el-Makdis”, Cezayirli Muhtar Belmuhtar tarafından yönetilen ve hem Kaddafi sonrası Libya’da hem de Suriye’deki militanlarıyla adından söz ettiren “El-Murabitun”, yine Yemen’in başkenti San’a’yı kontrol altına alan Zeydi (Şii’liğin bir kolu) “Houthi (Husi) Hareketi” gibi şiddete başvuran hareketler Arap Baharı ve sonrasında Ortadoğu’daki DDSA’lara örnek verilebilir. Ayrıca Durac’a göre her ne kadar Arap Baharı’nın ardından Ortadoğu’da nitelik ve nicelik itibarıyla birçok farklı devlet dışı aktörden bahsetmek mümkün olsa da bunların içerisinde şüphesiz uluslararası arenada en fazla ses getireni ise DDSA kategorisinde yer alan DEAŞ olmuştur.51 Bölgedeki diğer şiddet yanlısı devlet dışı aktörler gibi DEAŞ’ın ortaya çıkışı da aslında ayrılmaz bir biçimde Irak’taki devlet meşruiyeti sorunsalıyla bağlantılı gelişmiştir. Nitekim DEAŞ’ın bölgesel genişlemesi –ABD’nin 2003’te Irak’ı işgalinden bu yana gerek Washington gerekse Bağdat’ın hata ve başarısızlıklarının ötesinde– bilhassa 2006’dan 2014’e kadar başbakanlık makamında oturan Nuri Maliki’nin benimsediği mezhepçi yaklaşımdan

kaynaklanmıştır. Bununla birlikte Durac silahlı aktörlerin

salt Ortadoğu coğrafyasıyla sınırlandırılamayacağını, resmi olarak doğrudan herhangi bir devletle bağlantısı bulunmayan şiddet yanlısı aktörlerin de küresel ölçekte farklı yerleşim alanlarında icra ettikleri faaliyetlerle uluslararası güvenliğe gittikçe artan oranda tehdit yönelttiklerini belirtmiştir. Ancak genel hatları itibarıyla Durac şiddet yanlısı devlet dışı aktörlerin devletin üzerinde meşruiyet kuramadığı ve bu nedenle devlete karşı sadakat ve bağlılıklarını yitirmiş popülasyonlar arasından türediğinin altını çizmiştir. Devletlerin bu gruplara yönelik farkındalıklarının gelişmesi akabinde devreye soktukları baskıcı ve ayrımcı politikanın ise bu 51 Durac, “The Role of Non-State Actors in Arab Countries after the Arab Uprisings”, s. 37.

/

37

38

/

D D S A’ L A R V E İ S T İ H B A R AT

türden popülasyonları daha radikal bir yola iterek muhalif grupları provoke ettiklerini dile getirmiştir. DEAŞ örneğinde yaşandığı üzere devletlerin söz konusu toplumları yok sayması veya ayrımcılık mekanizmalarıyla dışlaması halinde şiddet yanlısı DDSA’ların ortaya çıkışı hızlanmakta ve kolaylaşmaktadır. Hatta devletlerin güvenlik ve diğer temel hizmetleri sağlamada zafiyet göstermesi durumunda şiddet yanlısı DDSA’lar alternatif yönetim, hizmetler ve ortak/kamusal mallar sunmak suretiyle kendi meşruiyet kazanma süreçlerini de tesis edebilmektedir. Pratikteki çıktıları itibarıyla Libya ve Yemen’deki merkezi devlet kurumlarının zayıflığı ve paralelinde Irak ve Suriye’deki dışlayıcı ve baskıcı uygulamalar eklemlendiğinde DDSA’ların devlet sınırlarının ötesinde bölgesel ve nispeten küresel güvenliğe risk ve tehdit oluşturması mümkün hale gelmektedir.52 Devlet perspektifinden bakıldığında ise şiddet yanlısı DDSA’lara karşı ulusal ve uluslararası ölçekte izlenecek politikaları tespit ve icra etmek ziyadesiyle zordur. Zira geçici (ad hoc) askeri stratejiler şiddete başvuran DDSA’lar sorununu ancak orta vadede çözümleyebilecektir. Ancak her halükarda zayıf devletlerin meşruiyet sorunları ve etkin devlet kurumlarının yokluğu yahut yetersizliği sorunsalı ortaya çıkan güvenlik kaygılarını ve tehditlerini önleyememekte bilakis DDSA’ların meydana gelmesine katkı sağlamaktadır. İlaveten Ortadoğu’da DDSA’lar diğer devletlerin yardım ve desteklerine erişebilmektedir. Böylece bölgede şiddet yanlısı sözde “devlet dışı” niteliği haiz sanılan aktörlerin karakterlerini, imkan ve kabiliyetlerini oluşturan ana unsurların idrak ve çözümlenmesi fazlasıyla karmaşıklaşmaktadır.53

52 Durac, “The Role of Non-State Actors in Arab Countries after the Arab Uprisings”, s. 39-40. 53 Durac, “The Role of Non-State Actors in Arab Countries after the Arab Uprisings”, s. 41.

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

Elbette DDSA’ların sahip oldukları imkan ve kabiliyetler aktörlerin amaçları, bulundukları coğrafya, gayelerine ulaşmada kullandıkları yöntem ve araçlar, hedef kitle, insan kaynağına ulaşma, finans kaynakları yaratma gibi birçok etkene göre çeşitlilik arz edebilmektedir.54 Bu çerçevede belirli bir siyasi ajandası olan PKK gibi terör örgütlerinin devletleşme ya da devlet otoritesini yok ederek kendisine bir alan yaratma istikametinde istihbarat dahil olmak üzere her türlü çabayı sarf ettikleri aşikardır. Dolayısıyla DDSA’larla etkin mücadelede bu örgütlere hayat veren farklı etmenlerin ne olduğunun anlaşılması en az bu etmenlerin etkilerinin analiz edilmesi ve faaliyet ortamından kaynaklanan hususların incelenmesi kadar ehemmiyet arz etmektedir. Ancak askeri literatürde “istihbarat hazırlığı” olarak bilinen söz konusu analiz DDSA’ların da amaçlarına ulaşmada benzer bir analizi yapabileceği gerçeğini hatırlatmaktadır. Nitekim devletlerin bütçe kısıtları ve uzun eğitim süreçleri sonucu istihbarat servisleri veya silahlı kuvvetleri aracılığıyla icra ettikleri istihbarat hazırlığı ve üretimi DDSA’larca daha pratik yöntem, araç ve bütçeyle icra edilebilmektedir. Özellikle birey dahil her düzeyde aktörün bilgiye erişiminin kolaylaşması istihbaratın “genelleştiği”, “basitleştiği” ve hatta bir “metodolojiye dayanmaksızın kolaylıkla tüm aktörler tarafından üretilebildiği” bir evreyi işaret etmektedir. DDSA’lar örgütlü yapıları ve çıkar uyuşumu içinde oldukları devlet aktörlerin sağladığı destek sayesinde istihbaratın üretiminde geniş toplama imkanlarına sahip olabilmekte, doktrin geliştirebilmekte ve eylem odaklı-uygulanabilir istihbarat üretebilmektedirler. Bu kapsamda DDSA’ların istihbarat imkan ve kabiliyetlerinin mevcut durumu ile gelecekte nasıl bir gelişim gösterebileceği mutlak suretle incelenmelidir. 54 Murat Yeşiltaş ve Tuncay Kardaş, “Introduction: The Phenomenon of Non-state Armed Actors and Patterns of Violent Geopolitics in the Middle East”, Non-State Armed Actors in the Middle East: Geopolitics, Ideology and Strategy, ed. Murat Yeşiltaş ve Tuncay Kardaş, (Palgrave Macmillan, 2018), s. 2-20.

/

39

40

/

D D S A’ L A R V E İ S T İ H B A R AT

DDSA’LARIN İSTİHBARAT KAPASİTE VE KABİLİYETLERİ

21. yüzyılda devletlerin istihbarat imkan ve kabiliyetlerinin ölçümlenmesinde kullanılan parametrelerden birisi de benzer istihbari yeteneklere haiz ya da istihbari yeteneklere erişme gayreti içerisinde olan DDSA’larla mukayesesi şeklinde ortaya çıkmaktadır. Yoğun olarak “asimetrik”, “vekalet” ve “hibrit” savaş kavramlarının sahada uygulanmaya başlanması DDSA’ları böyle bir karşılaştırmanın öznesi haline getirmiştir. Bu mukayesenin dayandırılabileceği üç temel gerekçeden bahsetmek mümkündür: Birincisi devletlerin kendi istihbarat imkan ve kabiliyetlerine ait okumaları artık tehdit olarak algılanan (veya ortaklık kurulan) devlet dışı aktörlerin kazandıkları istihbarat yetenekleriyle yakından ilintilidir. Bunun en somut göstergesi terörizmle mücadele kapsamında yürütülen operatif faaliyetlerde açığa çıkmaktadır. Nitekim 11 Eylül saldırıları ABD istihbarat topluluğunun “erken ikaz”, “noktaları birleştirme” ve “stratejik analiz” gibi muhtelif yetersizliklerini ön plana çıkarırken El-Kaide’nin kazandığı taktik ve operatif istihbarat yeteneklerinin de sanılandan daha üstün olduğunun idrakini tartışmaya açmıştır. Malum 7 Ekim 2001’de ABD ve İngiltere’nin oluşturduğu Koalisyon Güçleri Afganistan’a karşı “Kalıcı Özgürlük Operasyonu” (Operation Enduring Freedom) adı altında askeri bir operasyon başlatmış, bilahare bu operasyon kapsamında NATO şemsiyesi altında 31 ülkenin katılımıyla 5 bin 500 kişilik “Uluslararası Destek Gücü” (International Security Assistance Force, ISAF) oluşturulmuştur. Ne var ki Afganistan’a düzenlenen NATO müdahalesi ve sonrasında ABD işgaline dönüşen süre zarfında bir müddet “stratejik savunma”da kalan Taliban’ın özellikle “denge” ve “stratejik taarruz” aşamalarında önce işgal güçleri ve Afgan devlet mekanizması, müteakiben “barışı destek” misyonunu üstlenen NATO’ya karşı etkin “istihbarat üstünlüğü” tesis ettiği görülmüştür. Ayrıca DDSA’ların belirli bir seviyeye

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

kadar edindikleri “istihbarat üstünlüğü”nün sahada icra ettikleri “insan istihbaratı” faaliyetleriyle sınırlı kalmadığı, bunun yanı sıra “internet” ve “iletişim” kanallarının sunduğu tüm imkanları azami düzeyde devlet aktörlerin zafiyetlerini istismar etmek suretiyle kullandıkları bir vakadır. İkincisi köklü ve güçlü bir istihbarat kültürüne sahip olan ve bu kültürü son teknoloji ürünleriyle sürekli besleyen gelişmiş devletlerden bazılarının belirli çıkar ve hedefler doğrultusunda devlet dışı aktörlerin istihbarat yeteneklerine kendi çıkarları doğrultusunda destek vermeleridir. Örneğin Rusya, İran ve Çin misali “insan istihbaratı”, “siber istihbarat” ya da “teknik istihbarat”ın farklı alt dalları gibi istihbarat toplama disiplinlerindeki bilgi birikim ve tecrübeleriyle rüştlerini ispat etmiş devletlerin hasmane tutum içerisinde oldukları diğer devletlerin topraklarında yaşam alanı bulan DDSA’lara istihbarat desteği sağlamaları süregelen bir iddia ve tartışma konusudur. DEAŞ ile mücadele adı altında ABD’nin Suriye’de desteklediği PKK’nın uzantısı YPG terör örgütüne mini İHA’lar, sinyal ve görüntü istihbaratı ürünleri desteği sunduğu bilinmektedir.55 ABD’yi terörü destekleyen devlet konumuna indirgemiş olan böylesi bir tercih Suriye’de DEAŞ’ın anlaşmalı bir şekilde çatışma bölgelerinden tahliye edilmesi, ABD Özel Kuvvetlerince eğitime tabi tutulması ve DEAŞ ile PKK’nın başka bölgelerde kullanılacağına yönelik iddialar aslında devletler tarafından devlet dışı aktörlere nasıl can suyu verildiğini kanıtlar 55 Bu hususta 23 Mayıs 2017’de ABD Senatosu Silahlı Hizmetler Komitesinde Daniel R. Coats (DNI) ile Vincent R. Stewart’ın (DIA) “ABD İstihbarat Topluluğu Dünya Geneli Tehdit Değerlendirmesi” konulu bilgilendirme toplantısında yaptıkları açıklamalara bkz. https://www.armed-services.senate.gov/hearings/17-05-23-worldwide-threats, (Erişim tarihi: 19 Haziran 2017); ayrıca bkz. Michael R. Gordon ve Eric Schmitt, “Trump to Arm Syrian Kurds, Even as Turkey Strongly Objects”, New York Times, 9 Mayıs 2017; Aaron Stein, “Reconciling U.S.-Turkish Interests in Northern Syria”, Council on Foreign Relation, (Şubat 2017), https://www.cfr.org/sites/default/files/ pdf/2017/02/Discussion_Paper_Stein_Syria_Turkey_OR.pdf, (Erişim tarihi: 19 Haziran 2017).

/

41

42

/

D D S A’ L A R V E İ S T İ H B A R AT

mahiyettedir.56 İstihbarat desteği böyle bir can suyunun en bariz unsuru olarak karşımıza çıkmaktadır. Üçüncüsü DDSA’ların ortak düşman ya da tehdit olarak tanımladıkları devlet(ler)e karşı müşterek istihbarat faaliyetlerinde bulunmalarıdır. Böylece devlet dışı aktörler “ortak tehdid”in bertaraf veya ortadan kaldırılması maksadıyla diğer devlet dışı aktörlerle iş birliğine giderek istihbarat kabiliyet ve kapasitelerini sürekli yenileyip arttırmaktadırlar. Kuşkusuz Ortadoğu’daki terör örgütleri ve bu örgütlerin uzantıları arasındaki “geçici” veya “uzun vadeli” istihbari iş birliği söz konusu örgütlere hedeflerine ulaşmalarının ötesinde bir “yaşam alanı”, “beka”, “dayanıklılık” ve “sürdürülebilirlik” sağlamaktadır. DEAŞ ile Taliban’ın Afganistan’da geçici süre iş birliği yapmış olması hafızalardaki yerini korumaktadır.57 Türkiye’de ise özellikle Tunceli ve Bingöl kırsalında DEV-SOL, TİKKO ve DHKP-C gibi Marksist-Leninist terör örgütlerinin PKK ile iş birliğine gitmeleri de yine en somut örneklerden birisi olarak karşımıza çıkmaktadır.58 Yukarıda tespit edilen gerekçelendirmeler esas itibarıyla DDSA’ların istihbarat yeteneklerinde “çarpan etkisi” oluşturan faktörler olarak değerlendirilmelidir. Bir DDSA’nın “öz istihbarat yetenekleri”ni geliştirirken bir yandan devlet aktörlerinin istihbarat dahil muhtelif alanlarda desteğini elde etmesi diğer taraftan da farklı silahlı örgütlerle iş birliği yapabilmesi müstesna bir durumu işaret etmektedir. Öte yandan devlet aktörler arasında veyahut devletin bizatihi istihbarat mekanizmasında yer alan kurum/kuruluşlar “istihbarat rekabeti” yüzünden birbirleriyle boğuşurken DDSA’lar geniş yelpazede istihbarat üretim ve paylaşımını azami bir esneklik 56 “SDF Defector: US Coalition Made Secret Deals with Daesh in Syria”, Middle East Monitor, 6 Aralık 2017, https://www.middleeastmonitor.com/20171206-sdf-defector-us-coalition-made-secret-deals-with-daesh-in-syria, (Erişim tarihi: 19 Haziran 2017).

Mujib Mashal, Fahim Abed ve Najim Rahimaug, “Joint Taliban-ISIS Attack Kills Dozens, Afghan Officials Say”, New York Times, 6 Ağustos 2017. 57

Andrew Mango, Turkey and the War on Terror: For Forty Years We Fought Alone, (Routledge, Londra: 2005), s. 43. 58

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

ve angajmanla ortak düşmana karşı idame edebilmektedir. Mevzubahis “esneklik” ve “adaptasyon” DDSA’ların faaliyetlerine momentum kazandırırken coğrafi ölçekte düzenledikleri eylemlerinde daha rahat mobilize olmalarını sağlamaktadır ki bu tarz kapasite ve kabiliyetlerin edinimi devlet aktörler açısından ciddi bir sorunsal olarak ortaya çıkmaktadır.59 Zira DDSA’ların kapasite ve kabiliyetleri aynı zamanda onların istihbarat alanındaki etkinliklerinin sınırlarını belirlemektedir. Ayrıca niyet, motivasyon ve haiz olunan teşkilat ve teçhizatın bir arada değerlendirilmesi gerekir ki bu kapsamda Mustafa Kibaroğlu’nun tespitleri oldukça çarpıcı görünmektedir. Kibaroğlu DDSA’lardan gelebilecek tehdidi “askeri imkan ve kabiliyetler” ile “kötücül niyetler” şeklinde iki temel unsurun birleşimi üzerinden değerlendirmektedir. Bu çerçevede “niyet”in olmadığı durumda askeri kabiliyetler sadece potansiyel bir tehdit olarak algılanmaktadır. Buna mukabil “niyetler” ile “imkan ve kabiliyetler” örtüşmüyorsa tehdidin “yakın” ve “kesin” bir nitelik taşımadığı öngörülmektedir. Askeri literatür böyle bir durumu potansiyel risk olarak tanımlarken –Kibaroğlu’nun deyimiyle– devlet aktörlerinin askeri kabiliyetleri özellikle istihbarat faaliyetleri aracılığıyla gözle görülür ve saptanabilir bir mahiyettedir. Ancak “niyetler” uluslararası konjonktürdeki değişiklikler veyahut sosyopolitik, ekonomik, bilimsel ve teknolojik koşulların değişime uğraması halinde anlık olarak farklılaşabilmektedir.60 Bu noktada Kibaroğlu’nun savına PKK’nın Marksist-Leninist reto59 “Kapasite” daha çok karargahların plan ve koordinasyon faaliyetlerine yönelik süreçlerdir. Örneğin “bilgi harekatı” kavramı belirgin bir teşkilat, araç veya teçhizatın yönlendirilmesinden ziyade karargah koordinasyonu şeklinde icra edildiğinden kapasite olarak adlandırılabilmektedir. “Kabiliyet” ise istihbarat gibi askeri nitelikli faaliyetlerin belirgin teşkilat, silah, sensör, teçhizat, araç ve gerecin somut faaliyetiyle elde edilebilmesini ifade etmektedir. İstihbaratın askeri karargahlarda planlanması bir kapasite olarak nitelendirilirken insan istihbaratı timleri veya bir radarın kullanılması yoluyla veri toplayabilmesi ise bir kabiliyettir.

Mustafa Kibaroğlu, “Dealing with the Threat Posed by Non-State Armed Groups Aspiring to Weapons of Mass Destruction”, ed. Osman Aytaç ve Mustafa Kibaroğlu, Defence Against Weapons of Mass Destruction Terrorism, (NATO Science for Peace and Security Series, 2009), s. 161-169. 60

/

43

44

/

D D S A’ L A R V E İ S T İ H B A R AT

riğini SSCB’nin dağılmasını müteakip “ideolojik” tabandan “etnik söyleme” dönüştürmüş olması örnek olarak verilebilir. Keza PKK’nın ulusal ve bölgesel konjonktüre paralel olarak geçmişte popülist bir zihniyetle dini söylemlerden de istifade ettiği hatırlanmalıdır.61 Başka bir izahla DDSA’ların askeri imkan ve kabiliyetlerini tespit etmekten daha meşakkatli olan bu aktörlerin niyetlerinin daha çabuk, gerçekçi ve kesin olarak tayin edilmesidir. Bu anlamda istihbarat faaliyetleri sürecinde niyet ve kabiliyetlerin tespit ve analizi bir sorunsal olarak ön plana çıkmaktadır. Ancak belirgin bir zaman dilimi içerisinde beklenen tehdit değerlendirmesinde tanımlanmış hasım bir DDSA’nın “askeri imkan ve kabiliyetler”i ile “niyetler”ini bir bütün olarak kıymetlendirmek ameliyesi ziyadesiyle zor gözükmektedir. Her halükarda bilimsel bir dal olarak istihbaratın devlet dışı aktörlerin ilgi alanında bulunduğu ayrıca istihbaratın akademik kontekste dizayn edilmiş doktriner arka planının bu örgütlerce keşfedildiğini de ileri sürmek mümkündür.62 Bu anlamda istihbaratın kavramsal çerçevesi ile DDSA’ların istihbarat gayretlerinin pratik boyutunun mukayesesi faydalı olacaktır. İstihbarat tanım ve teorilerini inceleyen çalışmalarda temel karakteristik özellikleri itibarıyla “enformasyon/bilgi, kurum/kuruluş, eylem/faaliyet, gizlilik, güvenlik, hükümet politikasının icrası veyahut dış aktörlere nüfuz etmek üzere uygulamaya geçirilen eylem” şeklinde tanımlanan konulara odaklanıldığı görülmektedir.63 Mevzubahis parametreler 61 Bu hususta bkz. “PKK-PYD Terör Örgütlerinin Müslüman Kürt Rahatsızlığı”, Milliyet, 4 Nisan 2016. Yine bir diğer örnek mahiyetinde HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın Diyarbakır’da düzenlediği basın toplantısında halka “Cuma namazını birlikte kılalım” çağrısında bulunması gerek PKK gerekse mütemadiyen “sekülerlik” vurgusu yapan HDP’nin yaklaşımıyla taban tabana zıttır. “Selahattin Demirtaş 2 bin Kişiyle Diyarbakır’da Cuma Namazı Kıldı”, Habertürk, 4 Mart 2016. 62 Nitekim El-Kaide yıllar içerisinde gelişen bir DDSA olarak kendi istihbarat doktrini oluşturmuştur. 63 Sherman Kent, Strategic Intelligence for American World Policy, (Princeton University Press, Princeton: 1949); Peter Gill, Stephen Marrin ve Mark Phythian (ed.), Intelligence Theory: Key Questions and Debates, (Routledge, Londra: 2009)’den aktaran Gentry, “Toward a Theory of Non-State Actors’ Intelligence”, s. 465.

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

çerçevesinde henüz istihbarat tanım ve teorilerine dair yerleşik ve yaygın kavramsal bir izah bulunmazken John A. Gentry devlet dışı aktörlerin istihbarat teorisini keşfe çıkmıştır. Bu keşif istihbarat teorisinin gelişimine büyük katkı sunan Bozeman, Gill, Phythian ve Warner’in önermeleri ile uluslararası ilişkiler literatürünün bir araya getirilmesi, bilahare bu teorilere kaynaklık eden karakteristik özelliklerin birleşimiyle doğmuştur. Gentry öncelikle devlet merkezli istihbarat teorisini incelemiş, Sherman Kent’in tasarladığı şekilde istihbarat olgusunu “kurum”, “faaliyet” ya da “bilgi” üzerinden ele almış, akabinde bu unsurları hükümet dışı istihbarat bağlamında tartışmıştır. Devletlere ait istihbarat teşkilatlarının çeşitli şekillerde ayrı ayrı veyahut hepsini birlikte icra ettikleri; “iç güvenlik”, “toplama”, “analiz”, “karşı istihbarat” ve “örtülü faaliyet” olmak üzere beş temel fonksiyondan bahsetmiştir. Söz konusu fonksiyonların kısaca izah edilmesi “devlet” ile “devlet dışı silahlı aktörler”in faaliyetlerini kıyaslamak açısından ehemmiyet arz etmektedir. Bu bağlamda “iç güvenlik” hükümetleri ve vatandaşları esas olarak yurt içindeki şiddet tehdidinden korumaya adanmış olan polis (emniyet görevlileri) ve diğer kurumlara istihbarat desteği sunulmasıdır. Öte yandan “toplama” açık veyahut örtülü araçlarla, çok farklı şekillerde çeşitli kaynaklardan bilgi toplanmasını ifade ederken toplanan bilgi “stratejik”, “operatif ” ya da “taktik” açılardan önem teşkil etmektedir. “Analiz” ise ham bilginin analitik yargılara dönüştürülmesi ve böylece hükümetteki karar alıcılar ile istihbarat analizlerinin tüketicilerle iletişimine uygun anlamlı bir hale getirilmesidir. Keza analizler stratejik, operatif veya taktik açıdan önem arz eden konulara ve kitlelere odaklı hazırlanabilmektedir. “Karşı istihbarat” fonksiyonu ele alındığında istihbarat varlıklarının muhafazası, istihbarat faaliyetleri ile diğer hükümet politikaları ve faaliyetlerinin korunması ve desteklenmesi ön plana çıkmaktadır. Son olarak “örtülü faaliyet” hükümetlerin makul reddedilebilirlik koşuluyla yürütmeyi arzuladığı siyaseten ehemmiyet arz eden dış

/

45

46

/

D D S A’ L A R V E İ S T İ H B A R AT

faaliyetleridir.64 Bu çerçevede Gentry söz konusu fonksiyonların “devlet” ve “devlet dışı aktörler” bağlamında ne zaman, nasıl ve hangi şekilde icra edilebileceğine yönelik bir değerlendirmede bulunmaktadır (Tablo 1). TABLO 1. ORGANİZASYONA GÖRE İSTİHBARAT FAALİYET TÜRLERİ* İstihbarat Faaliyeti

Geleneksel Devlet Modeli

Şiddet Yanlısı (Silahlı) Devlet Dışı Aktörler

Savunu Grupları**

İç Güvenlik

Bazen

Her zaman

Hiçbir zaman

Toplama

Tüm kaynak

Tüm kaynak fakat bilhassa İnsan İstihbaratı (HUMINT)

Açık Kaynak İstihbaratı (OSINT) ve hemen hemen münhasır şekilde açıktan yapılan HUMINT

Analiz

Özellikle ulusal düzeyde karar almayı desteklemeye yönelik birçok farklı konu başlığı

Esas itibarıyla askeri operasyonları ve karşı istihbaratı desteklemek

Kurumsal çıkarlara ilişkin durumları resmeden ve değerlendirilmesi, siyasi hedeflerin hassas noktalarının belirlenmesi ve ortaya çıkan fırsatların tespiti

Karşı İstihbarat

Toplama ve analiz görevlerinin kapsamında icra edilen tamamlayıcı faaliyet

Asli faaliyet alanı

(Savunu gruplarının faaliyet alanı dışında kalır)

İkincil görev

Temel görev (çoğu operasyonda gizlilik esas)

Temel görev (sadece ilintili kitle tarafından gözlenebilir faaliyetler)

Örtülü Faaliyet

* Gentry, “Toward a Theory of Non-State Actors’ Intelligence”, s. 484. ** İngilizce literatürde “advocacy sovereignities” olarak geçen kavramla esas itibarıyla muhtelif saik ve temsiliyetler çerçevesinde lobicilik faaliyetleri icra eden oluşumlar kastedilmektedir.

64

Gentry, “Toward a Theory of Non-State Actors’ Intelligence”, s. 468.

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

Gentry’nin yapmış olduğu tasnif dikkate alındığında devletlerin politikaları ve jeopolitik durumlarına göre istihbarat teşkilatlarının fonksiyonlarının önemi nispeten çeşitlilik sergileyip öncelik sıralaması farklılık göstermektedir. Ancak genel itibarıyla istihbarat faaliyetlerinde “iç güvenlik”, “toplama” ve “analiz” ehemmiyet arz eden “birincil” fonksiyonlara; “karşı istihbarat” ve “örtülü faaliyetler” de “ikincil” yahut “destekleyici” fonksiyonları işaret etmektedir. Bu minvalde “iç güvenlik istihbaratı” otoriter (özellikle komünist) devletlerdeki istihbarat teşkilatlarının birincil görev alanını tanımlamaktadır. Zira bu tarz devletlerdeki istihbarat teşkilatları devleti ve onun vatandaşlarını korumaktan daha ziyade en temel vazife olarak iktidar partisini korumakla mükelleftir. Ancak Batılı demokratik devletlerden İngiltere, Almanya, Fransa, Avustralya ve Kanada’nın da iç güvenlik odaklı çalışan istihbarat servisleri vardır. Ayrıca Hizbullah gibi kayda değer bir teritoryal alan üzerinde hakimiyet kurmak suretiyle “yarı devlet aktör” haline dönüşmüş olanların da iç güvenlik istihbarat servisi kurmaları söz konusudur. Bununla birlikte Gentry “karşı istihbarat”ın devletlerin eylem, araç ve planlarını koruyup desteklemesine rağmen varoluşsal dış tehditlere karşı gerçek bir koruma sağlamadığını iddia etmektedir.65 Oysa “karşı istihbarat” rakip veya hasım devlet/devlet dışı aktörlerin istihbarat faaliyetlerine yönelik aktif tedbirleri de içermektedir. Bu nedenledir ki hasım tarafların çabaları nezdinde karşı istihbaratın belli bir dereceye kadar koruma işlevi gördüğü izahtan varestedir. Öte yandan DDSA’lar mevzubahis olduğunda karşı istihbarat faaliyetleri bu tür aktörlerin beka sağlamasında asli bir gayret olarak karşımıza çıkmaktadır. Diğer taraftan devletlerin istihbarat servisleri söz konusu “beş fonksiyon”u eş zamanlı icra edebilirken devlet dışı aktörler bu fonksiyonların kombinasyonunu çok daha kısıtlı bir çerçevede uygulaya65

Gentry, “Toward a Theory of Non-State Actors’ Intelligence”, s. 468.

/

47

48

/

D D S A’ L A R V E İ S T İ H B A R AT

bilmektedir. Bu noktadan hareketle Gentry söz konusu fonksiyonların tamamını göz önünde bulundursa da esasında “karşı istihbarat” ve “örtülü operasyon” faaliyetlerine daha fazla odaklanmaktadır. Böyle bir tercihin sebebi ise devlet dışı aktörlerin bu iki faaliyeti devletlerden çok daha farklı şekilde yapmalarına dayandırmasıdır.66 Devletlerin “örtülü faaliyetleri” diğer devletlerin yaklaşım, politika ve siyasi tercih/davranışlarını etkilemek üzere “bilgi harekatları” veya “şiddet içeren teşebbüsleri” (suikast vb.) kapsayacak düzeyde ve geniş yelpazede “gizli faaliyetler dizisi”ni ihtiva edebilmektedir. Ne var ki bu tür faaliyetlerin açığa çıkması bilhassa siyasi makamların diğer devletler nezdinde meşruiyet/hukukilik zeminlerinde zor duruma düşmesine yol açabilecektir. Halbuki DDSA’ların meşruiyet ve hukukilik bakımından herhangi bir kaygılarının olmaması bu türden faaliyetleri çok daha esnek ve geniş ölçekte yürütebilmelerine olanak sağlamaktadır.67 Bu aşamada bir parantez açıp Gentry’nin DDSA’ların istihbarat faaliyetleri kapsamında “operatif ” ve “taktik” istihbarata kıyasla “stratejik istihbarat analizlerinin zayıflığı” vurgusuna dikkat çekilmelidir. Zira DDSA’ların özellikle simetrik anlamda kendisinden daha güçlü hedeflere yönelik fiziki saldırılara yoğunlaşması nedeniyle taktik ve operatif istihbarat faaliyetlerinde bulunmaları beklentisi normal bir eğilim olarak karşımıza çıkmaktadır. Halbuki El-Kaide, Hizbullah ve PKK örneklerinde görüldüğü üzere DDSA’ların devletlere benzer şekilde muhatap kaldıkları sorun yumaklarına taraf olan muhtelif tüm aktörlerin “stratejik” tutum, kabiliyet ve politikaları hakkında istihbari bilgi toplamaları da elzemdir. Zira devletlerin değişen uluslararası denge ve konjonktürel yapı içinde DDSA’lara yönelik politikaları iniş ve çıkışlarla doludur. Bu nedenledir ki DDSA’lar ihtiyaç duydukları desteğe erişebilmeleri ve 66

Gentry, “Toward a Theory of Non-State Actors’ Intelligence”, s. 467.

67

Gentry, “Toward a Theory of Non-State Actors’ Intelligence”, s. 468-469.

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

kendi bekalarını sağlayabilmeleri için taktik ve operatif faaliyetlerin yanı sıra stratejik istihbarat analizlerine de önem vermektedirler. Devlet penceresinden bakıldığında devlet dışı silahlı örgütlerin politika, yapı ve tercihleriyle niyetlerinin tahmin edilmesi bir problem sahası olmasına karşın devletlerin stratejik yönelim ve tercihlerinde ne kadar şeffaf olduğu devletten devlete değişiklik gösterebilmekte, bu tutum onların tarihsel tecrübeleri ve kurumsal kültürlerine göre farklılık arz edebilmektedir. Ancak her halükarda devletlerin “şeffaflık dereceleri” DDSA’ların stratejik istihbarat faaliyetleri açısından elverişli bir ortam sunmaktadır. Dolayısıyla DDSA’lar ilgi ve hedef alanına aldıkları devletlerin iç dinamik, yapı ve süreçleri ile niyet ve politikalarını daha kolay tahmin ve analiz edebilmektedirler. Bu yönüyle “şeffaflık” DDSA’ların stratejik istihbarat faaliyet ve analizlerini kolaylaştıran bir etmen olabilmektedir. Öte yandan İran ya da Kuzey Kore gibi siyaseten “kapalı” bir yapıya haiz devletlerin stratejik niyetlerini ve adımlarını saptamak da o derece zordur. DDSA’ların (örneğin PKK terör örgütünün) genel ve üst düzeyde icra ettiği stratejik istihbarat faaliyetlerinin kapsamı daha ziyade güncel siyasi ve güvenlikle ilgili gelişmeleri açıklama ve anlama şeklindedir. Özellikle “açık kaynak” olarak bilinen ve kamu erişimine açık yayınların takip edilmesi, analizi ve sentezi yoluyla stratejik çıktıların üretilmesi söz konusudur. Ancak stratejik istihbarat ürünlerinin elde edilebilmesi için özel olarak yetiştirilmiş bir insan kaynağına ve bu kadronun uzmanlık sahalarına göre teşkilatlandırılarak yönlendirilmesine ihtiyaç vardır. Ayrıca DDSA’lar stratejik istihbarat üretimine dönük internet erişimi ve teçhizata gereksinim duyabilmekte, kamuya açık veri madenciliği yazılımları edinebilmektedir. Ancak stratejik seviyede istihbarat üretiminin toplama ve analiz süreçleri dikkate alındığında DDSA’ların devletlere benzer şekilde bir istihbarat mekanizması kurması gerekliliği kendini hissettirmektedir. Diğer taraftan devletlerin askeri litera-

/

49

50

/

D D S A’ L A R V E İ S T İ H B A R AT

türde gayrinizami harp unsurlarına destek adı altında icra ettiği “istikrar harekatı” çerçevesinde DDSA’ları stratejik istihbarat üretimine yönelik eğitmesi veya doğrudan istihbarat desteği sağlaması da söz konusudur. Halihazırda Taliban’ın Afganistan’da zikredilen siyasi demeçleri, gelişmeleri ve medya organlarında kendisiyle ilgili yayımlanan haber ve beyanatları yakından takip etmesi, dahası bu veriler üzerinden kendisi aleyhinde yapılan iddialara karşı anlık basın duyuruları yapması DDSA’ların stratejik seviye istihbarat faaliyetlerine örnek mahiyetindedir. Özetle stratejik istihbarat alanı DDSA’lar için ülkeden ülkeye değişen kolaylıkta bir istihbarat seviyesi olarak karşımıza çıkmaktadır.68 DDSA’ların taktik ve operatif seviye istihbarat gayretleri somut istihbarat eylemlerinden müteşekkil keşif ve gözetleme faaliyetleri şeklinde ortaya çıkmaktadır. Taktik seviyede başlayan istihbarat gayretleri eylem öncesi hazırlık ve kendi unsurlarının güvenliğine yönelik gözetleme yapılmasından müzahir olarak isimlendirilen yandaşların gördükleri ve duyduklarını rapor etmesine kadar bir dizi organize girişimi içermektedir. Ancak herhangi bir devletin desteğini sağlamış örgütler söz konusu devletin istihbarat teşkilleri marifetiyle “tüm kaynak istihbaratı” kapsamında farklı istihbarat disiplinlerinin istismarıyla elde edilmiş verileri temin edebilmektedirler. Bu çerçevede DDSA’ların istihbarat imkan ve kabiliyetlerinin yabancı devletler tarafından sağlanan kaynaklarla desteklendiği sıklıkla zikredilen bir hakikattir. Ne var ki bu hakikat üzerinde uluslararası toplumun mutabık olmasına karşın bir devlet açısından bu türden iddiaları somut delillere dayandırmak zordur.

68 DDSA’ların stratejik seviye istihbarat analizleri üretebilme imkan ve kabiliyetlerini daha iyi kavrayabilmek açısından stratejik istihbaratın devletlerin tarihsel kodları ve kurumsal kültürlerinde nasıl beslenerek geliştiğini özümsemek gerekmektedir. Bu kapsamda stratejik istihbaratın farklı boyutlarını derinlemesine inceleyen deskriptif niteliği haiz bir çalışma için bkz. Merve Seren, Stratejik İstihbarat ve Ulusal Güvenlik, (Orion Yayınevi, Ankara: 2017).

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

Kaldı ki somut delillerle desteklenen bulguların dahi istinat edilen devlet tarafından kabul edilmesini beklemek bir yanılgı olacaktır. Bu bağlamda en çok karşılaşılan hadiselerden birisi DDSA’ların envanterlerinde bulunan silah, askeri teçhizat ve gereçlerin “model ve marka”larına bakarak “çıkış kaynağı” devletin saptanmasıdır. Ancak bu türden bir gerekçe ve ithamı kabul etmeyen devletler için potansiyel mazeret genellikle söz konusu silahları önceden sattığı diğer devletler veya bu devletlerden yasa dışı/gayriresmi yollarla ele geçiren DDSA’lardır. Bu açıdan bakıldığında herhangi bir DDSA’nın elinde olan örneğin teknik istihbarat kaynaklarının (dinleme takip cihazları, insansız hava araçları [İHA] vs.) doğrudan bir devlet tarafından verildiğini söylemek oldukça güç ve bir o kadar uluslararası diplomaside tepki çekici bir itham olarak addedilmektedir. Buna rağmen (herhangi bir hukuki mecraya taşınmayan) yazılı ve görsel medyaya yansıyan birçok hadiseden bahsetmek de mümkündür. ABD’nin DEAŞ ile mücadele adı altında PKK/PYD/YPG’ye sağlamış olduğu istihbarat desteğinin İHA’lara kaideli sensörlerden elde edilen bilgiler başta olmak üzere tüm kanallardan gelen bilgileri terör örgütüne iletmesi ve dahası örgüt üyelerini sahada yönlendirmesi devletler tarafından terör örgütlerine sağlanan istihbarat desteğinin boyutunu gözler önüne sermektedir.69 Söz konusu desteğin boyutu ve kapsamı devlet destekli DDSA’ların istihbarat yeteneklerinin ulaştığı seviyeyi göstermesi açısından dikkat çekicidir. Ancak söz konusu desteğin etik yönü bir tartışma konusu olarak kendini göstermektedir. Örneğin The Nation’dan Roy Gutman makalesinde Suriye’deki Kürtlerin ABD desteğiyle “savaş suçları” işleyip işlemediğini irdelemektedir. Gutman, PKK’nın Suriye kolu PYD-YPG’NİN bir taraftan ABD desteğiyle DEAŞ’a karşı savaştığını diğer taraftan da yüz binlerce Arap’ı 69 Muhtelif devletlerin PYD’ye sundukları istihbarat desteğine ilişkin olarak bkz. “Üç Ülkeden PYD’ye İstihbarat Desteği”, Türkiye, 28 Mayıs 2017.

/

51

52

/

D D S A’ L A R V E İ S T İ H B A R AT

yerinden etmek suretiyle sistemli şekilde baskı, şiddet ve işkence uyguladığını dile getirmektedir. Ancak makalede esas dikkat çekici olan ise bizatihi üst düzey Kürt ve Arap kökenli hakim, asker ve istihbaratçıların açıklamalarına dayanarak PKK/PYD/YPG’nin esasında İran devleti tarafından finanse edildiği ve dahası eylem plan ve programlarının tamamen İran istihbaratı tarafından belirlenip desteklendiğidir.70 Kuşkusuz üst rütbeli isimlerin birinci ağızdan aktardıkları devlet ve DDSA’ların “istihbarat birimleri arasındaki doğrudan/dolayı ilişkiyi” kanıtlar niteliktedir. Ancak birbirlerine ezeli rakip oldukları bilinen iki farklı devletin (zıt çıkarlara sahip olmalarına rağmen) aynı örgüte, PKK/PYD/YPG’ye istihbarat dahil her türlü desteği sağlamış olmaları dikkat çekici bir boyut olarak karşımıza çıkmaktadır. DDSA’ların bilhassa Marksist-Leninist istikamette ideolojik eğitim çerçevesinde verilen “eleştiri” ve “öz eleştiri” geleneğinin istihbarat üretimi açısından belirgin sonuçları vardır. İstihbarat faaliyetlerinin temelini oluşturan “raporlama süreci” örneğin PKK terör örgütünde “çözümleme” veya “öz eleştiri” şeklinde kendini göstermektedir. Söz konusu gelenek teröristlerin gördüğünü, duyduğunu veya gözetlediğini rapor etmesi şeklinde seyretmekte, böylece bireyden örgütün tepesine kadar bilgi akışı sağlanabilmektedir. Bu vesileyle taktik ve operatif istihbaratın gerek eylemlerin icrası gerekse örgüt üyelerinin güvenliğinin sağlanmasında üretilmesi kolaylaşmaktadır. DDSA’ların en önemli istihbari haber kaynaklarından birisi faaliyet yürüttüğü bölgede yaşayan “halk”tır. Kuşkusuz halk desteğini kazanmış silahlı aktörlerin hasım unsurlara ilişkin istihbari bilgi toplaması kolaylaşmaktadır. Ancak halk desteğinin olmadığı durumlarda bilakis meşru unsurların istihbarat üstünlüğünü Roy Gutman, “Have the Syrian Kurds Committed War Crimes?”, The Nation, 7 Şubat 2017, https://www.thenation.com/article/have-the-syrian-kurds-committed-war-crimes, (Erişim tarihi: 17 Haziran 2017). 70

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

sağlaması ve inisiyatifi ele geçirmesi mümkün olabilmektedir. Bu nedenle DDSA’ların istihbarat faaliyetleriyle beraber propaganda faaliyetlerini yürütmeleri sıkça karşılaşılan bir durumdur. Özellikle kırsalda faaliyet gösteren aktörlerin haber toplamak için halkla iletişim kurması esnasında DDSA’ların kendi görüş ve ideolojisini de halka “cezbedici” bir şekilde ilettiği bir “insan istihbaratı” uygulaması karşımıza çıkmaktadır. Bu bağlamda devlet ile toplum arasındaki kopukluğun gölgesi altında DDSA’ların ideolojik veya dini meşruiyet temelinde söylemleri örgüte müzahir kitle yaratabilmektedir. Taliban ve Hakkani gibi Afganistan dahilinde faaliyet gösteren örgütlerin istihbarat ve propaganda faaliyetleri söz konusu etkileşim için örnek olarak gösterilebilir. Afgan toplumunun cami gibi toplu ibadet edilen müşterek kullanım alanlarında tesis ettiği “etkin iletişim kurma” geleneği terör örgütlerinin süreç içerisinde taktik ve operatif istihbarat üretmede mahir olmasına yol açarken toplu yaşam ve gruplar arası etkileşime katkı sağlayan ortamlarda aktif propaganda yapmalarına da zemin hazırlamıştır. Dolayısıyla mevzubahis aktörlerin istihbarat ve propaganda faaliyetleri “kartopu” misali git gide genişlemiş ve zaman geçtikçe devlet aktörlere göre daha etkin hale gelmiştir. DDSA’ların insan istihbaratı alanındaki faaliyetleri bağlamında El-Kaide’nin meşhur üçlü ajanı Humam Khalil Balawi vakası bahsedilmesi gereken çarpıcı bir örnek sunmaktadır. Ürdün asıllı bir tıp doktoru olan Balawi El-Kaide’nin en üst yönetim kadrolarında yer almayı başarmış ve Ürdün istihbaratı tarafından ele geçirilmesi sağlanmıştır. Ürdün istihbaratı Mukhabarat’tan Ali bin Zeid tarafından yürütülen birkaç günlük sorgulamanın ardından Balawi çift taraflı bir ajan olarak Pakistan-Afganistan sınırında diğer El-Kaide ajanlarıyla buluşmak üzere seyahat etmeye (sözde) ikna edilmiştir. Birkaç ay sonra Balawi Ürdün istihbaratına (ve iş birliği yaptığı CIA’e) önce Ladin’in yaveri Atiyah Adb Rahman ile birlikte çekildiği video görüntülerini ve müteakiben 2002’den beri hiçbir

/

53

54

/

D D S A’ L A R V E İ S T İ H B A R AT

Batılının görmediği Ayman Zevahiri’nin fiziksel görüntüsü, hastalığı, tedavisi vb. hakkında kritik bilgiler iletmiştir. Her ne kadar El-Kaide terörist ağı hakkında aylarca içeriden istihbarat aktarmışsa ve sonradan CIA’e Usame bin Ladin’in en yakın ismi Zevahiri’yi öldürmesi konusunda yardımcı olacağı sözünü vermişse de Balawi Afganistan’daki CIA üssüne geldiğinde üzerine giydiği yaklaşık 14 kilogram patlayıcı taşıyan yeleği patlatmıştır. Böylece Balawi yedi CIA ajanını, iki yerel personeli ve kendisini canlı intihar saldırısıyla öldürerek son yirmi beş yılda CIA’e karşı düzenlenen en kanlı saldırıyı gerçekleştiren isim olmuştur.71 Bu hadiseden yola çıkarak El-Kaide’nin eğitim araçlarının açık kaynak istihbaratı toplama, gözetleme ve takip faaliyetleri, yakalananları/tutuklananları sorguya çekme, yabancı hükümette çalışanlardan ajan devşirme gibi kritik dersler ihtiva ettiğine dikkat çekilmektedir.72 Bu bağlamda devlet dışı aktörlerden gelen “karşı istihbarat” tehdidi, ajan devşirme ve casusların rolüne vurgu yapan Justin Harber Lübnan asıllı Amerikan ajanı Nada Nadim Prouty vakasını misal göstermiştir. İlk başta FBI ajanı ve daha sonradan CIA ajanı olarak görev yapan Prouty yasa dışı yollarla DDSA Hizbullah’a ilişkin gizlilik dereceli belgelere sızmış ve akabinde bilgisayardan çaldığı tüm dokümanları Hizbullah’a ulaştırmıştır.73 DDSA’lar “insan merkezli” etkileşim yanında taktik ve operatif istihbarat faaliyetlerinin bel kemiği olarak ifade edilebilecek haber toplama vasıtalarının temin ve tatbiki konusunda her geçen gün yeni yeteneklere hem de ucuz maliyetle elde etme imkanına kavuşmaktadır. Yüksek teknoloji ürünü cihazların internet ortaJoby Warrick, The Triple Agent: The Al-Qaeda Mole Who Infiltrated the CIA, (New York: 2011). 71

Justin R. Harber, “Unconventional Spies: The Counterintelligence Threat from Non-State Actors”, International Journal of Intelligence and CounterIntelligence, Cilt: 22, Sayı: 2, (2009), s. 223. 72

73 Justin, “Unconventional Spies: The Counterintelligence Threat from Non-State Actors”, s. 221.

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

mında temin edilebilmesi DDSA’ları pratik ve kolay işletilebilir haber toplama vasıtaları tedarik etmeye itmektedir. Örneğin bu aktörler mini İHA’larını özellikle Çin ve Hindistan gibi üretim ve online pazarlamanın gelişmiş olduğu ülkelerden kolayca sipariş edilebilmektedir. Yine telsiz ve cep telefonlarını dinleme yeteneği olan küçük el cihazlarına ulaşmak artık eskisi kadar zor değildir. Örneğin Japonya’da üretilen telsizlerin bir kısmı hem muhabere hem de istihbarat maksatlı kullanılabilmektedir. Aküyle beslenen kamera sistemleri daha önceden tespit edilmiş kritik bölgelere yerleştirilmekte ve gözetleme yapılabilmektedir. Sonuçta DDSA’lar teknolojinin sunduğu imkanlara ucuz maliyetle kolayca ulaşabilmektedir. İstihbarat teçhizatı temini veya istihbarat faaliyetlerinin icrasında bütçe veya yasal mevzuat gibi kısıtlamalara tabi olmayan DDSA’ların devletlere nazaran taktik ve operatif seviyede daha rahat istihbarat üretebildiklerini iddia etmek mümkündür. Ayrıca bu aktörlerin çoğu zaman faaliyet gösterdikleri coğrafya ve demografik yapıya hakim olmaları istihbarat analizi yapmalarını kolaylaştırmaktadır. Nihayetinde devletlerin maaş karşılığında çalıştırdığı ve öncelik bakımından ailesini ve kendisini ön plana çıkaran memurlarına nazaran ifşa edilmesi halinde yok olma riskini hisseden örgüt üyelerinin hata ve ihmale yer vermeden istihbarat faaliyetlerini sürdürmesi, bu örgütlerin devlet aktörlere nazaran daha etkin istihbarat faaliyeti icra etmelerini sağlamaktadır. Bu çerçevede devlet dışı aktörlerin istihbarat üretmedeki etkinliğinin devlet aktörlerle rekabet eder seviyede olduğunu iddia etmek yerinde olacaktır. Devlet aktörlerin istihbarat alanında aldığı karşı tedbirlerindeki etkin(siz)liği ile kendi aralarındaki rekabetleri ise devlet dışı aktörlerin istihbarat kabiliyetlerinde görülen genişleme ve derinleşmeyi mümkün kılmaktadır.

/

55

56

/

D D S A’ L A R V E İ S T İ H B A R AT

DDSA’LARIN İSTİHBARAT KABİLİYETLERİNİN FARKLILIĞI

PKK/YPG, DEAŞ, El-Kaide gibi terör örgütü sınıfında değerlendirilen DDSA’ların istihbarat imkan ve kabiliyetlerini farklı alan ve zamanlarda güçlendirme fırsatı yakaladıklarına dikkat çekilmelidir. Bu anlamda PKK’nın DEAŞ’a oranla istihbarat yeteneği çok daha gelişkindir. Öncelikle PKK’nın tarihsel kökenleri 1960 ve 70’lere uzanırken Türkiye sınırları içerisindeki terör eylemleri de 80’lere dayanmaktadır. Bu bağlamda PKK’nın ilk palazlandığı dönemde bilhassa Mitterrand dönemi74 Fransa’sı gibi Avrupa’dan aldığı siyasi destek hafızalardaki yerini korumaktadır. Bu destek aynı zamanda bir terör örgütünün başka bir ülkedeki “siyasi istihbarat” kaynağını işaret etmektedir. Diğer taraftan PKK’nın Irak, İran, Suriye gibi Ortadoğu coğrafyasında uzun süre konuşlandığı hesaba katıldığında operatif olduğu bölgeye ilişkin (özellikle dağlık ve kırsal alan hakimiyeti) “coğrafi istihbarat” kapasitesi ortadadır. Mukayese edildiği takdirde DEAŞ’ın ekseriyetle Irak ve Suriye toprakları olmak üzere daha sınırlı bir coğrafi alanda operatif olması ve yine sınırlı sayıdaki devletin belirli ölçülerde (daha ziyade askeri ve teknik düzey) desteğini alması nedeniyle istihbarat imkan ve kabiliyetleri de görece kısıtlıdır. Öte yandan tıpkı devletler gibi DDSA’ların de istihbarat imkan ve kabiliyetlerini geliştirirken finansman stratejisine ihtiyaç duydukları göz önünde bulundurulmalıdır. Bu bağlamda her aktörün kendisine ve zamanın ruhuna uygun bir ekonomik model benimsediği görülmektedir. Örneğin PKK’nın yurt içi ve yurt dışında özel şahıslar ile şirketlerin yanı sıra suç 74 Bu bağlamda özellikle eski Fransa Cumhurbaşkanı François Mitterrand’ın eşi Danielle’in Öcalan’a en başından itibaren koşulsuz destek sunduğu (derneklerin faaliyetleri ve finansmanı gibi) vurgulanmalıdır. Bkz. “Abdullah’ın Kalbimde Çok Özel Bir Yeri Var”, Hürriyet, 29 Kasım 1998.

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

örgütleri ve bilhassa uyuşturucu kaçakçılığından yüksek miktarda gelir elde ettiği bilinmektedir. Keza PKK’yla örtüşen şekilde DEAŞ’ın da ekonomik modellemesinde “toprak kontrolü”, “mali öz yeterlilik” ve “çeşitlendirilmiş kaynaklar” yer almaktadır. Bu aşamada DEAŞ’ın dünyanın en zengin terör örgütleri arasında zikredildiği ve Fransa Dış İstihbarat Teşkilatına (DGSE) göre örgüt bütçesinin yıllık bazda 2 milyar dolar civarı olduğunun altı çizilmelidir.75 Bu kapsamda DEAŞ’ın bilhassa petrol yataklarına yakınlığı hasebiyle edindiği mali gücün aynı zamanda “insan istihbaratı” ve “teknik istihbarat” kaynaklarına erişimini ziyadesiyle kolaylaştırdığı unutulmamalıdır. Öyle ki 2015 verilerine göre DEAŞ’ın ana finansman kaynağını teşkil eden petrol satışından ayda 50 milyon dolar kazandığı öne sürülmektedir.76 Kuşkusuz DDSA’ların yasa dışı yollarla edindikleri gelir kaynak ve yöntemlerine karşı devletler de birtakım yeni tedbirlere başvurmaktadır. Örneğin Fransa Maliye Bakanı ve Alman mevkidaşı Wolfgang Schauble tarafından 31 Mart 2015’te kaleme alınan ortak metinde Avrupa Komisyonu’na “mali istihbarat birimleri”nin daha etkin ve etkili çalışması adına yeni tedbir ve eylemlerin hayata geçirilmesi talebinde bulunulmuştur. Avrupalı devletlerin haricinde benzer tedbirlere başvuran ülkelerden biri de Kuveyt olmuş ve DEAŞ’ın söz konusu illegal faaliyetlerini araştırmakla yetkili “mali istihbarat”tan sorumlu özel bir birim kurmuştur.77 75 “The Financing of the ‘Islamic State’ in Iraq and Syria (ISIS)”, The Directorate-General for External Policies, European Parliament, 11 Eylül 2017, s. 8, http://www. europarl.europa.eu/RegData/etudes/IDAN/2017/603835/EXPO_IDA(2017)603835_ EN.pdf, (Erişim tarihi: 20 Haziran 2017). 76 “Isis Earns $50m A Month from Oil Sales”, The Independent, 24 Ekim 2015. DEAŞ’ın terörü finanse etmek maksadıyla petrol kaynaklarını nasıl kullandığına ilişkin bkz. Luay Khatteeb ve Eline Gordts, “How ISIS Uses Oil to Fund Terror”, Brookings, 27 Eylül 2014, https://www.brookings.edu/on-the-record/how-isis-uses-oil-to-fundterror, (Erişim tarihi: 20 Haziran 2017). Ayrıca bkz. “Inside Isis Inc: “The Journey of a Barrel of Oil”, Financial Times, 29 Şubat 2016. 77

“The Financing of the ‘Islamic State’ in Iraq and Syria (ISIS)”.

/

57

58

/

D D S A’ L A R V E İ S T İ H B A R AT

DEAŞ’ın teritoryal kontrol aracılığıyla doğal kaynaklara erişim stratejisinin aksine El-Kaide’nin ekonomik modellemesi ise teritoryal kontrolün uzağında, ağırlıkla kişiler ve kurumlardan gelen bağışlara dayanmaktadır.78 Netice itibarıyla devletlerin özellikle AB, BM gibi örgütler vasıtasıyla DDSA’lara ait veyahut bunlarla bağlantılı mali kaynakları, fonları ve ekonomik değerleri dondurmaya yönelik çabaları bu aktörlerin istihbarat yeteneklerini geliştirme ve mevcut mekanizmanın işlerliğine büyük ket vurmaktadır. Burada bir parantez açıp DDSA’ların toprak kontrolü sağladıkları ya da kazanmak istedikleri coğrafyanın jeopolitik konumuna dikkat çekilmelidir. Zira jeopolitik konum mevzubahis aktörlerin istihbarat imkan ve yetenekleri açısından kilit bir işlev görmektedir. Örneğin PKK’nın Türkiye’deki askeri ve siyasi güç karşısında istihbari arenada elde etmeye çalıştığı kapasite ile DEAŞ’ın otorite ve merkezi hükümetten yoksun Suriye’deki istihbari faaliyet ve mobilizasyon kapasitesi birbirinden ayrışmaktadır. Bu anlamda jeopolitik konum veya çatışma ortamı –özellikle zayıf bir devletin mevcudiyetinde– DDSA’lara hücreler kanalıyla istihbarat toplama, eleman devşirme ve karşı istihbarat faaliyetlerini icra etmede büyük fırsat sunmaktadır. Başka bir yönden ele alındığında jeopolitik konum itibarıyla yerel aşiret yapısının güçlü olması, etnik ve mezhepsel aidiyet bilincinin yüksek seyretmesi ise DDSA’ların istihbari amaçlarına hizmet edecek potansiyel elemanları daha fazla adanmışlık ve sadakat hissiyatıyla devşirmelerine yol açmaktadır. Bu açıdan Suriye’deki aşiret yapısı ile Türkiye’deki devletçi aşiret geleneği DDSA’ların istihbarat yeteneklerini geliştirmeleri (teritoryal kontrol, doğal kaynaklara erişim, insan kaynağının indoktrinasyon “ISIS Financing in 2015”, Center for the Analysis of Terrorism (CAT), (Mayıs 2016), https://cat-int.org/wp-content/uploads/2016/06/ISIS-Financing-2015-Report. pdf, (Erişim tarihi: 20 Haziran 2017). 78

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

ve eğitim süreci vs.) için elzem olan “yerel halk desteği”ni farklı düzeyde sağlamaktadır. Söz konusu farkındalığa haiz terör örgütleri devlete ait istihbarat teşkilatlarına benzer şekilde PR ve PH faaliyetleri yürütmekte; örneğin okullar, üniversiteler, dernekler, internet kafeler, özel ve resmi kurum ve kuruluşlara ajanlarını sızdırmakta, muhtelif amaçlara binaen kitleleri mobilize ve manipüle etmektedir. Bu minvalde PKK’nın hapishanelerde etkin pişmanlıktan faydalanmak suretiyle teslim olan örgüt elemanlarını devşirmek maksadıyla kasten tarafsız koğuşlara ajanlarını yerleştirmesi ya da yerli halktan gelen gardiyanları casusluk, baskı, korkutma ve yıldırma amacıyla kullanma çabası DDSA’ların istihbarat faaliyetlerine misal teşkil etmektedir. Burada örgütler arasında kaydedilmesi gereken farklılıklardan birisi de bahse konu kitlelerin mobilizasyonuna dönük istihbarat faaliyetlerinin yürütülmesidir. Zira PKK/PYD/YPG’nin hedefinde Kürt etnisitesini, DEAŞ’ın hedefinde de Sünni mezhebini merkeze alan bir devlet inşası yer almaktadır. DDSA’LARIN TEKNİK VE SİBER İSTİHBARAT FAALİYETLERİ

DEAŞ DDSA’ların teknik ve siber istihbarat faaliyetleri yürütülmesinde müstesna bir örnek teşkil etmektedir. Söz konusu yeteneğe dikkat çekici bir örnek DEAŞ elemanlarının Suriye krizine dair haberleri ve insan hakları ihlallerini takip eden gazetecilerin kurduğu “Raqqa is Being Slaughtered Silently”yi (RSS or RBSS) hedef almış olmasıdır. Örgüt bir “Gmail” hesabından açtığı e-posta adresi üzerinden RSS kullanıcıları ve destekleyicilerine ABD kuvvetlerinin sözde DEAŞ sığınaklarına düzenlediği hava saldırılarını gösteren resimlere dair bir link yollamıştır. Linke tıklandığında kullanıcıların bilgisayarlarına malware (kötücül yazılım) bulaşmış ve böylece bilgisayarlar her yeniden açıldığında IP adresleri ve sistemlere dair detaylı bilgilere ulaşılmıştır. Sadece bu bilgi dahi

/

59

60

/

D D S A’ L A R V E İ S T İ H B A R AT

DEAŞ’ın RSS destekçilerinin yerlerini saptaması için yeterli olmuştur. DEAŞ’ın bu sayede çocuk kaçırma, ev ve iş yeri baskını ve en azından bir defa belirlenmiş bir hedefe saldırı gibi eylemler icra ettiği öne sürülmüştür.79 Kaldı ki DEAŞ’ın bu tür siber saldırılar için gelişmiş teknolojilere yönelik bir entelektüel birikime (örneğin “Remote Access Trojan” [Uzak Erişim Trojanı] kullanılması) ihtiyaç duymadığı ve bu tür saldırıların dünya genelinde sıklıkla cereyan ettiğinin altı çizilmelidir.80 DEAŞ’ın siber ortamdan faydalanarak icra ettiği saldırılar ve eylemler meyanında ABD Güvenliği (Homeland Security) Bakanlığı Terörizmle Mücadele eski Koordinatörü John Cohen terör örgütlerinin gelecekte siber saldırı tekniklerini fazlasıyla geliştirip genişletecekleri uyarısında bulunmuştur. Bu minvalde DEAŞ’ın finansal kaynakları ölçüsünde karmaşık siber saldırılar icra edebilecek kişileri istihdam edebileceği ve zaten bu yönde bir eğilim sergilediğini belirtmiştir. Japon siber güvenlik devi Trend Micro şirketinden üst düzey siber güvenlik ve istihbarat uzmanı Tom Kellerman’a göre ise DEAŞ her geçen gün daha fazla siber “karşı istihbarat” faaliyetleri yürütmeye başlamıştır. Bu çerçevede DEAŞ “DDoS” akronimiyle bilinen “Dağıtık Servis Dışı Bırakma” (Distributed Denial of Service) saldırıları, “hedef odaklı oltalama” (spear phishing) operasyonları, malware aracılığıyla resmi web sitelerini ele geçirme, hedef odaklı istihbari bilgi toplama ve ana akım web siteleri ile güçlü şirketlere siber saldırılarını genişletmeye odaklanmıştır. Kellerman DEAŞ’a ait web sitelerinin çoğunda siber tuzaklar bulunduğu (watering holes) ve sitedeki videoları izlerken ya da yüklerken kullanıcıların bilgisayarlarına virüs bulaştığı hususunda 79 Chris Johnston, “Islamic State Suspected of Cyber-Attack on Raqqa Opponents”, The Guardian, 19 Aralık 2014. 80 Tomas Fox-Brewster, “Is ISIS Trying to Unmask Syrians with Malware?”, Forbes, 18 Aralık 2014.

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

uyarmıştır.81 Nitekim Guardian’da 13 Ağustos 2015’te yer alan bir makalede DEAŞ’ın ABD ordusu ve hükümetinde çalışan 1.400 kişiye ait şahsi bilgileri (sosyal güvenlik numaraları, ev adresleri, cep telefonları, hesap bilgilerine ait kullanıcı adları ve şifreler vb.) ele geçirdiği ve dahası “yalnız kurtlar”a (lone wolves, bireysel terör eylemlerinde bulunan, suç işleyen kişiler) şahsi bilgileri ele geçirilen kişilere siber saldırılar düzenlemek için çağrıda bulunduğu belirtilmiştir. Burada çarpıcı olan haberin başlığında yer aldığı üzere DEAŞ’ın “bilgisayar korsanlığı” (hacking division) birimi teşekkül ettirmesidir ki bu birimin varlığı dahi DDSA’ların siber istihbarat alanında gittikçe daha aktif bir yapıya kavuşacaklarını kanıtlar mahiyettedir.82 Bu aşamada bir parantez açıp DEAŞ’ın sadece siber tuzak kurmada hüner kazanmadığı aynı zamanda muhtemel siber sızdırmalara karşı gerekli tedbirleri aldığı da not düşülmelidir. Örneğin Ars Technica’nın 2016 Mart’ında yayımladığı bir haber Kasım 2015’teki Paris saldırısını üstlenen DEAŞ militanlarının saldırıları planlarken ve koordine ederken istihbarat teşkilatlarının muhtemel bir tespitinden kaçmak adına şifreleme gerektirmeyen kontörlü hatla çalışan “kullan at telefon”ları (burner phone) kullanmayı tercih ettiklerinden bahsetmektedir. Bu tarz tek kullanımlık cep telefonlarının tercih edilmesi hem satışının çok kolay ve ucuz olması hem de şifreleme teknolojileri bulundurmamasından kaynaklıdır ki New York Times’ın iddiasına göre zaten söz konusu telefonlarda teröristlere ait bir tane dahi anlık mesajlaşma ya da emailin bulunmaması genel itibarıyla telefonun şifreleme ve bir iletişim kanalı olarak interneti kullanmadığının ve böyleCory Bennett ve Elise Viebeck, “Isis Preps for Cyber War”, The Hill, 17 Mayıs 2015, http://thehill.com/policy/cybersecurity/242280-isis-preps-for-cyber-war, (Erişim tarihi: 20 Haziran 2017). 81

82 Michael Safi, “Isis ‘Hacking Division’ Releases Details of 1,400 Americans and Urges Attacks”, The Guardian, 13 Ağustos 2015.

/

61

62

/

D D S A’ L A R V E İ S T İ H B A R AT

likle teröristler için “güvenli alan” (safe space) oluşturduğunun kanıtıdır.83 Bu hususta DEAŞ’ın genelde örgüt faaliyetleri özelde de operasyonel güvenliği tesis etmek üzere örgüt elemanlarına yönelik –bilhassa yeni devşirilen unsurların güvenlik kurallarına uyması maksadıyla– kılavuz niteliğinde 34 sayfalık bir kitapçık hazırladığı kaydedilmelidir.84 Teknik istihbarat alanında bakıldığında devlet dışı aktörlerin istihbarat teçhizatları –istihbarat gibi– sabotaj maksadıyla da icra edilebilmektedir. New York Times gazetesinde yayımlanan bir haber hem DDSA’ların haiz olduğu teknik istihbarat kabiliyetlerini hem de bu aktörlerin söz konusu teknolojik kapasiteye erişme heveslerini ve muhtemel zorlukları gün yüzüne çıkarmaktadır. Şöyle ki YPG’li teröristler Kuzey Irak’ta DEAŞ’ın gözetleme amaçlı kullandığı sanılan model uçak büyüklüğündeki yüzlerce küçük İHA’dan birisini tespit etmiş ve vurarak düşürmüşlerdir. Müteakiben YPG’li iki terörist İHA’yı incelemek ve esasında karşı gözetleme faaliyetlerinde kullanmak maksadıyla kendi üslerine götürmüşlerdir. Ancak İHA bu esnada patlamış ve iki terörist yaşamını yitirmiştir. Böylece İHA’nın aslında keşif gözetleme değil intihar saldırısı misyonu üstlendiği anlaşılmıştır.85 Diğer taraftan New York Times gazetesi DEAŞ’ın kullandığı İHA’ların internet tabanlı bir alışveriş sitesinde satılan türlerden ibaret limitli bir operasyonel kapasiteye sahip olduğuna dikkat çekmiştir. Zira piyasadan kolayca temin edilebilen kullanıma hazır bu tür İHA’lar genellikle sadece gözetleme ekipmanı yahut küçük batarya boyutunda patlayıcı 83 Glyn Moody, “Paris Terrorists Used Burner Phones, Not Encryption, to Evade Detection”, Ars Technica, 21 Mart 2016, https://arstechnica.com/tech-policy/2016/03/ paris-terrorist-attacks-burner-phones-not-encryption, (Erişim tarihi: 20 Haziran 2017).

Kim Zetter, “Security Manual Reveals the OPSEC Advice Isis Gives Its Recruits”, Wired, 19 Kasım 2015, https://www.wired.com/2015/11/isis-opsec-encryption-manuals-reveal-terrorist-group-security-protocols, (Erişim tarihi: 20 Haziran 2017). 84

85 Michael S. Schmidt ve Eric Schmitt, “Pentagon Confronts a New Threat from ISIS: Exploding Drones”, The New York Times, 11 Ekim 2016.

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

taşıyabilecek kapasitedir. Buna mukabil ABD Harp Okulu olan West Point’teki Terörizmle Mücadele Merkezi (Combating Terrorism Center) tarafından yayımlanan raporda DEAŞ’ın kullandığı İHA’ların yakın gelecekte daha ağır faydalı yük taşıyabileceği, daha uzun mesafe uçabileceği (havada daha uzun kalış ve dolaşma süresi), kontrolörden daha uzak mesafeden yönlendirebileceği ve daha güvenli iletişim linkleri kullanacağına dair öngörülerin bulunduğunun altı çizilmelidir. Sosyal medyanın kullanımı diğer istihbarat faaliyetleri yanında DEAŞ’ın siber istihbarat faaliyetlerine derinlik kazandırmakta, propaganda ve eleman temini yolunda yeni imkanlar sunmaktadır. Radikalizmle Mücadele Projesi’nin (Counter Extremism Project)86 raporuna göre Facebook’un kullandığı algoritmalarla arkadaş tavsiye etmesi veyahut kullanıcılara ilgi alanlarına göre içerik hizmeti sağlaması doksan altı ülkedeki binlerce DEAŞ sempatizanının sosyal medya platformunda birbirlerini bulmasına yol açmıştır. Nitekim Facebook’ta denetimsiz şekilde paylaşılan bilgiler DEAŞ sempatizan ve destekçilerinin buluşmasını ve irtibatlarını devam ettirmelerini sağlarken örgüt sempatizanlarının da hızla radikalleşme sürecinden geçerek aşırılığa kaymasını tetiklediği kaydedilmiştir.87 Öte yandan Facebook’ta sunulan bilgilerin DEAŞ unsurları için önemli bir açık kaynak istihbaratı teşkil ettiği, böylece örgütün hedef kitlelere kolaylıkla erişebildiği, istihbari bilgi alışverişinde bulunabildiği ve kolaylıkla eleman devşirebildiği göz önünde bulundurulmalıdır. Bunun yanı sıra DEAŞ’ın Facebook üzerinden kendi elemanlarını yakından takip edip gözlemleme olanağı bulduğu ve bu vesileyle “psikolojik harekat”ın sosyal medya ayağını yönettiği de vurgulanmalıdır. 86 Proje hakkında detaylı bilgi ve rapor çıktıları için bkz. https://www.counterextremism.com. 87 Martin Evans, “Facebook Accused of Introducing Extremists to One Another Through ‘Suggested Friends’ Feature”, The Telegraph, 5 Mayıs 2018.

/

63

64

/

D D S A’ L A R V E İ S T İ H B A R AT

DDSA’LARA KARŞI DEVLETLERİN İSTİHBARAT EKİNLİĞİ

Kibaroğlu DDSA olgusunun 1960’larda Batılı devletlerin hakimiyeti altında bulunan toplumlardaki kurtuluş mücadeleleri esnasında silahlı toplulukların kalkışma hareketleri ve terör yöntemlerine başvurmaları şeklinde ortaya çıktığını ifade etmektedir. 1970 ve 80’lerde bazı devletlerin aralarındaki sorunları çözüme kavuşturmak üzere terörist gruplara örtülü destek vermesiyle söz konusu aktörler 90’lara ulaşıldığında yeni bir çehreye bürünmüştür. DDSA’ların bir grup ülkenin desteği olmaksızın uluslararası arenada varlığını sürdüremeyeceği ve kitle imha silahları (KİS) gibi istisnai yetenekleri elde edemeyeceği gerçeği dikkate alındığında aynı argümanın istihbarat alanı için de ileri sürülmesi beklenmelidir. Nitekim DDSA’ların dış destek olmaksızın taktik ve nispeten operatif seviyede istihbarat üretebilecekken stratejik seviyede istihbarat için bazı durumlarda diğer devletler tarafından desteklenmesi gerekmektedir. Öte yandan bu örgütlerle mücadelede devlet aktörlerin iş birliği yapmasına karşın “belirsizlik”lerden kaynaklanan istihbarat boşlukları bir engel olarak devlet aktörlerin karşısına dikilmekte ve kendi aralarındaki rekabet de devletlerin “etkinsizleşme”lerine neden olabilmektedir. Kibaroğlu’na göre halihazırdaki tehditlere karşı geleneksel askeri ve polisiye tedbirler içeren politikalar yetersiz kalmakta, bu kapsamda devletler için devlet dışı silahlı örgütlerle mücadele özü itibarıyla istihbarata dayalı önlemleri geliştirmeyi mecbur kılmaktadır. Bu çerçevede haber toplama çalışmalarına ulusal ve uluslararası alanda hız kazandırmak, etkili ve sürekli istihbarat akışı sağlamak, haberlerin değerlendirilmesi safhasında yakın ve güçlü bir uluslararası iş birliği yapmak gibi hususlar caydırıcılık ve güvenlik açısından artık elzem bir şart olarak tanımlanmıştır. Ne var ki uluslararası düzeyin berisinde ulusal seviyede dahi istihbarat alanında iş birliği

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

yapmanın son derece zor olduğu ve istihbari çalışmalarda yer alan kişi ve kurumların mesleki sakıncalar sebebiyle iş birliği yapamadıkları bilinmektedir. Öte yandan devletlerin devlet dışı silahlı grupları –meşruiyet ve hukukilikten yoksun olmalarına rağmen– çıkarları doğrultusunda bir araç olarak kullanma istekleri uluslararası iş birliğini imkansız kılmaktadır. DDSA’lara karşı mücadelede en etkili aracın “istihbarat” alanında iş birliği olduğu açıktır. Ne var ki DDSA’lar hakkında istihbarat toplamak kolay bir hadise olmayıp diplomatik uzlaşıyı gerektirmektedir. Devletler arasında istihbarat alanında iş birliği mümkün kılınmış olsa da terör örgütlerinin yapı, taktik ve tercih ettikleri yöntemlerden kaynaklanan zorluklar bir sorun sahası olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu kapsamda gelişmiş bilgi teknolojilerinin sunduğu imkanlar terörist ağın tüm üyelerine açık olduğundan –hücre yapılanmasında görüldüğü üzere– birbirlerini görmeden veya birbirleriyle tanışmadan da ortaklaşa terör saldırıları planlayıp yürütebilmektedir. Teröristler herhangi bir sabit ve somut lokasyon olmaksızın internet üzerinden haberleştikleri ve birbirleriyle istihbari bilgi paylaştıkları için her gün trilyonlarca online etkileşim global ölçekte takip edilmek zorundadır ki en üstün teknolojiye sahip istihbarat teşkilatları dahi aslında bu etkileşim üzerinden tehdit takibi yaparken fazlasıyla zorlanmaktadır. Bu aşamada sızma usulüyle icra edilen “insan istihbaratı”nın rol ve önemi ortaya çıkmaktadır. Zira teröristlerin zihniyet ve eylem şablonunun çözümlenmesi özellikle küçük gruplar ve hatta gittikçe hücre halini alan yapılar içerisinde verilen kararlara istinaden terör saldırılarının nerede, nasıl ve ne zaman icra edileceğinin tespiti ve önleyici tedbirlerin alınması bakımından son derece mühimdir. Ancak devletlerin uluslararası örgütler çatısı altında bile insan istihbaratı alanında dahi iş birliği yapmaları çıkar odaklı diplomatik ve bürokratik zorluklara takılmaktadır.

/

65

66

/

D D S A’ L A R V E İ S T İ H B A R AT

Zorluklara rağmen devletlerin terörist ağlar gibi küresel ölçeğe yayılmış devlet dışı silahlı örgütlere karşı aynı şekilde küresel ölçekte istihbarat faaliyetleri icra etmesi gerekmektedir. Bu bağlamda devletlerin istihbari iş birliğini en yüksek seviyede sergileyebilmek adına azami çaba sarf etmesi beklenmelidir. Ancak unutulmamalıdır ki nasıl devletler arasında istihbarat paylaşımı uluslararası seviyede güç ise aynı şekilde ulusal seviyede resmi devlet kurumları arasında istihbarat paylaşımı da bir o kadar sorunludur. Örneğin ulusal seviyede yaşanan zorluk hasebiyle istihbarat topluluğunda yeniden yapılandırmaya giden Washington yönetimi CIA ve FBI’ın istihbarat toplama konusundaki yetenek ve çabalarını bir üst şemsiye olan Ulusal İstihbarat Direktörlüğü (DNI) altında birleştirmiştir. Bu sayede istihbarat akışının daha hızlı ve güvenilir işleyeceği ayrıca ilgili otoritelerin de muhtemel terör saldırılarına ilişkin tehlikeler hakkında daha iyi bilgilendirileceği öngörülmüştür. Nihai kertede ABD’nin mevcut istihbarat paylaşım modeli DEAŞ gibi bir örgütün ortaya çıkmasını engelleyememiş ve kısa sürede elimine edilmesini sağlayamamıştır. İç istihbarat paylaşımıyla karşılaştırıldığında terör ve terörizm tanımlarına bakışlarında zaten farklılık bulunan devletlerin istihbarat paylaşımı alanında kıskançlıkları ve “ben merkezli” kaygıları kendini ziyadesiyle hissettirmektedir. Bunun birinci nedeni devletlerin diğer müttefiklerine sağladığı bilginin doğurabileceği etkiler üzerinde kontrollerini kaybedebilmeleridir. Bu husus da esasında arzu etmeyecekleri gelişmelerle sonuçlanabilmektedir. Örneğin geçmişte müttefik ülkeler El-Kaide şüphelilerini yakalamak ve sorgulamak maksadıyla ABD Merkezi Haber Alma Örgütüne (CIA) destek vermiş ancak zaman içinde işkence iddiaları gölgesinde verilen desteğin istismar edildiği görülmüştür. Bu durum müttefik ülkelerdeki kamuoyunun ağır tepkisi ve ciddi siyasi problemlere yol açmıştır.

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

İstihbarat alanında yaşanan zorlukları aşma noktasında bölgesel ve uluslararası örgütler nezdinde yürütülen çalışmalar önem arz etmektedir. Bu anlamda artık açık ve net olarak tanımlanmış bir düşman karşısında bölgesel savunma görevi rolünden sıyrılmış olan NATO komuta kontrol yapısı, planlama kabiliyetleri, teknolojik üstünlüğü ve genişletilmiş insan istihbaratı yetenekleriyle önemli bir yapı olarak karşımıza çıkmaktadır. Örneğin İttifak’ın terörizmle mücadele ve bu çerçevede KİS’lerin ve fırlatma vasıtalarının yayılmasına ilişkin yaptığı istihbarat paylaşımı ve iş birliği önemlidir. Devletler arasında yaşanan rekabet ve istihbarat alanında görülen örtülü ama zorluklarla dolu girişimlere rağmen devlet dışı aktörlerin edinmiş olduğu yetenekler devletleri kimi alanlarda iş birliği ve ortak eyleme itmektedir. Örnek olarak KİS gibi devletlere has olduğu düşünülen bir kısım yeteneklerin devlet dışı silahlı örgütlerin eline geçmesi tüm devletleri uzlaşıya sevk eden bir etmen haline gelmiştir. Her ne kadar devletler KİS’lerin mevcudiyetini yapmış oldukları müdahalelerde bir meşrulaştırma aracı olarak ileri sürüyor olsa da KİS’lere istenmeyen kişi veya örgütlerin sahip olması genel bir risk olarak algılanmaktadır. Henüz terör faaliyetinde bulunmamış, belki de aklından dahi geçirmemiş olan kişi veya devlet dışı aktörlerin günün birinde muhtelif olayların etkisi altında kalarak haiz olduğu bilimsel birikimi insanlığa karşı geri dönüşü olmayan zararlar verebilecek şekilde kullanabilmesi bir ihtimal olarak kendini hissettirmektedir. Öte yandan söz konusu kabiliyetlerin devletlere ait istihbarat örgütlerince tespit ve takip edilmesinin bir seviyeye kadar mümkün olduğunu ifade edilmelidir. Bu çerçevede KİS temelinde devlet dışı örgütlerin kazandığı istihbarat yetenekleri kadar devletlerin bu yeteneğe karşı istihbarat iş birliği yapabilirliğinin incelenmesi bir vaka olarak karşımıza çıkmaktadır.

/

67

68

/

D D S A’ L A R V E İ S T İ H B A R AT

DDSA’LARIN HEDEF İSTİHBARAT VE KİTLE İMHA SİLAHLARI ÖRNEĞİ

SSCB’nin dağılması DDSA’ların yarattığı tehdidin yapısal dönüşüme uğramasına neden olmuştur. Zira Sovyetler’in uzunca bir dönem çok yüksek miktarlarda ürettiği KİS’lerin ve bunların yapımında kullanılan malzeme, teknoloji ve hassas bilginin üzerindeki kontrolü azalmıştır. Kaldı ki İran, Irak, Libya ve Kuzey Kore’nin dahil olduğu bir grup ülkenin KİS ve/veya onları geliştirme kapasitesine erişebilmek adına doğrudan veyahut söz konusu devlet dışı silahlı grupları kullanma teşebbüsleri tespit edilmiştir. Bu süreç ise terörist grupların da KİS edinme çaba ve kapasitesiyle neticelenmiştir. 1995 Mart’ında “Aum Shinrikyo”nun (Yüce Gerçek) Tokyo’daki metro istasyonunda düzenlediği terör saldırısında sarin gazı kullanması sonrası bu tarikatın bünyesinde birçok milletten bilim adamı, uzman, teknisyen, iş adamı veya bürokratın bulunduğu görülmüştür. Keza 11 Eylül terör saldırılarının arkasındaki El-Kaide terör örgütünün de yetmişten fazla ülkede farklı meslek gruplarından üyesinin olduğu hatırlanmalıdır. Devlet dışı aktörlerin geniş üye yelpazesi ve erişilebilir bilgi birikimi kapsamında istihbarat kabiliyetlerinin ulaştığı seviyenin tespit edilmesinde uzun menzilli roket, muhtelif roket fırlatma sistemleri ve KİS niteliğindeki mühimmatı elde etme olasılıkları bir risk unsuru olarak devletleri tedirgin etmektedir. Bu çerçevede Soğuk Savaş döneminden farklı olarak artık KİS üretme yetisine haiz olanların sadece devletler olmadığı, KİS yapımında kullanılan maddelerin ve/veya bileşenlerin erişimi, üretilmesi, kullanılması ve yayılmasında devlet dışı aktörlerin de gerekli beceriyi hızla kazandığı görülmektedir. Diğer bir ifadeyle KİS’lerin ve bunların fırlatma vasıtaları olan balistik roketlerin devlet ve DDSA’ların eline geçerek yayılması hasebiyle Soğuk Savaş’a kıyasla çok daha istikrarsız ve belirsiz bir ortam ortaya çıkmıştır.

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

Günümüzde KİS yapımı için ihtiyaç duyulan bilgi ve deneyime sahip kişilerden bazılarının aynı zamanda yasa dışı grup ya da terör örgütü kimliği taşıdığı ve bu yeteneği kazanmış terörist unsurların sayısının dünya genelinde hızla arttığına şahit olunmaktadır.88 İlaveten Ortadoğu coğrafyasındaki terörist unsurların KİS’lerin haricinde küçük ve hafif silahlar (SALW), omuzdan atılan hava savunma sistemleri (MANPADS), antipersonel kara mayınları (APKM) gibi farklı silah ve sistemleri yaygın şekilde kullandıkları bilinmektedir.89 Ancak terör saldırıları esnasında kullanılabilecek olası bir KİS ölümcüllük  oranı, yol açacağı felaket ve zayiatın büyüklüğü ve etkisi nedeniyle diğerlerine kıyasla en fazla tehdit arz edenidir. Günümüzde KİS teknolojisi hızla gelişip yayılırken bu silahları hedefe ulaştırmada kullanılan temel fırlatma vasıtaları olan balistik roketlerin de eskiye nazaran çok daha öldürücü bir niteliğe ve karmaşık sevk sistemlerine sahip oldukları hatırda tutulmalıdır. En nihayetinde gelinen aşamada balistik füze teknolojisi ile kimyasal ve nükleer silahları ya da fisil materyallerini artık daha kolay tedarik etme ve kullanma kapasitesine erişen “devlet dışı silahlı aktörler”in hızla türemesi ulusal, bölgesel ve uluslararası güvenliğe dair risk 88 Nitekim terörizm ve KİS bağlantısının güç geçtikçe daha sık bir arada anılması hasebiyle Avustralya Grubu, Zangger Komitesi, Nükleer Tedarikçiler Grubu, Füze Teknolojisi Kontrol Rejimi ve Wassenaar Düzenlemesi teşekkül ettirilmiştir. Geliştirilen bu beş rejim aynı zamanda kendi yetkinlik alanları ve muhtevaları itibarıyla devlet dışı aktörlerin KİS erişimleri ve kullanmaları durumunda ortaya çıkabilecek potansiyel tehdidi işaret ederek belirli tedbirler öngörüp ele almıştır. Keza Kitle İmha Silahlarının Yayılmasının Önlemesine İlişkin 1540 sayılı BMGK kararının akabinde kurulan “1540 Komitesi”nin süregelen araştırma ve raporlarını, bilahare Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreterliği tarafından 8 Temmuz 2016’da “Teröristlerin Kitle İmha Silahları Edinmelerinin Önlenmesine İlişkin Tedbirler” başlığıyla en son yayımlanan raporu göz önünde bulundurmalıdır. Bkz. “Report of the Secretary General on Measures to Prevent Terrorists from Acquiring Weapons of Mass Destruction”, UN Office for Disarmament Affairs (UNODA), 8 Temmuz 2016, https://www.un.org/disarmament/wmd/sgreport-terrorism, (Erişim tarihi: 20 Haziran 2017).

Bu hususta MANPADS örneğini kaleme alan bir makale için bkz. Merve Seren ve Çağrı Doğal Gül, “Perils of the PKK’s Arms: The MANPADS Challenge”, The New Turkey, 22 Kasım 2016, http://thenewturkey.org/perils-of-the-pkks-arms-the-manpads-challenge, (Erişim tarihi: 20 Haziran 2017). 89

/

69

70

/

D D S A’ L A R V E İ S T İ H B A R AT

ve tehlikeyi artırmaktadır.90 Ancak devlet dışı aktörler bağlamında dikkate alınması gereken husus KİS teknolojisi entegre edilmiş silah platformlarının “hedef istihbaratı” yöntemlerinin kullanılarak hedefe sevk edilebilmesi kabiliyetidir. Hedef istihbaratı bir silah sisteminin kullanılması aşamasında etkide bulunulmak istenen coğrafi bölgenin ve etkinin kapsamının bilinçli olarak tayin edilmesi ve böylece hedef üzerinde azami tahrip ve psikolojik tesir yaratılmasıdır. Hizbullah’ın İran’dan tedarik ettiği roketleri sadece meskunları hedef alarak ateşlemesi bir hal tarzıyken bu roketlerin bilinçli bir program ve hedef çalışmasıyla uygun ağırlık merkezlerine uygun zamanlamayla gönderilmesi istihbarat yeteneğinin gelişmiş olmasını gerektirmektedir. Ayrıca hedef üzerinde oluşturulan etkinin takip edilerek hasar kıymetlendirmesi sonrası ikinci dalga etki oluşturulması hususu bir hedef istihbaratı yeteneğidir. Halen devlet dışı örgütlerin böyle bir yeteneğe ulaştığını iddia etmek mümkün görünmemektedir. Ancak DDSA’ların, basın organlarının canlı yayınları aracılığıyla hedefin anlık görüntüsünü almaları, yaratılan etkiye yönelik yorumları dinlemeleri, “Ne yapılmış olsaydı ne gibi zararlar verilebilirdi” tarzında analizlerin duyurulması gibi hususlara ulaşması kolaylaşmıştır. İnternet üzerinden “koordinat alma”, “açı hesaplama” ve “atış yapma” yetenekleri de mümkün hale gelmiştir. Sonuçta DDSA’lar için hedef istihbaratı üretilmesinin önü açılmıştır. Tüm bu gelişmeler dikkate alındığında KİS ve füze teknolojisi yeteneği kazanmış, son derece ölümcül bir silah envanterine sahip olan devlet ve devlet dışı aktörlerin edindikleri imkan ve kabiliyetlerin saptanmasında “istihbarat” başat rol oynamaktadır. Ancak unutulmamalıdır ki 11 Eylül sonrasında Irak’a askeri müdahaleye neden olarak gösterilen KİS varlığına ilişkin hararetli tartışmalar yaKonuyu irdeleyen örnek bir çalışma için bkz. Bonnie Jenkins, “Combating Nuclear Terrorism: Addressing Non-State Actor Motivations”, The ANNALS of the American Academy of Political and Social Science, (Eylül 2006), s. 607-633. 90

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

şanmış, Saddam rejiminin KİS geliştirip ürettiğini öne süren ABD ve İngiliz istihbarat teşkilatları kadar bunların raporlarını bütünüyle onaylayıp destekleyen İsrail istihbaratı da eleştiri ve ithamlara maruz kalmış, devlet istihbaratındaki hata ve eksiklikler tek tek gözler önüne serilmiştir.91 Bu yönüyle devletlerin KİS kabiliyetlerine dair istihbarat toplama ve analiz safhalarında böylesine ciddi ve vahim hatalar yaşanırken devlet dışı aktörlerin benzer yeteneklere haiz olup olmadıklarını tespit etmek çok daha meşakkatli ve kırılgan bir alanı temsil etmektedir. SONUÇ

Günümüzde uluslararası ilişkiler ortamına etkin bir şekilde katılan DDSA’lar gerek güçlü yapıları gerekse haiz oldukları ya da olabilecekleri sofistike ve öldürücü gücü yüksek silah sistemleriyle tehdidin boyutunu temelden etkilemektedir. Böylesine bir tehdit karşısında “caydırıcılık” geleneksel sınırlarından kurtulurken istihbarat mekanizmasının ulusal ve uluslararası düzeydeki iş birliği çabalarının güçlendirilmesi saikiyle yeniden tanzim edilmesi gerektiğini açığa çıkarmaktadır.92 Bu noktadan hareketle DDSA’lar yadsınamaz ve göz ardı edilemeyecek büyüyen bir tehdit olarak karşımıza çıkmakta, bu grupların imkan ve kabiliyetleri ile niyetleri hakkında istihbarat toplamak eskisine nazaran çok daha hayatiyet arz etmektedir. Dolayısıyla küresel düzlemde esnek ve rahat bir şekilde mobilize olabilen bu silahlı aktörler karşısında devlete ait istihbarat teşkilatları ancak devletler koordineli ve aktif iş birliği yaptıkları ve kaynaklarını gerçek zamanlı müşterek havuzda topladıkları takdirde etkin ve etkili bir çıktı sağlayabileceklerdir. 91 Mevzuya dair bkz. Shlomo Brom, “Israeli Intelligence on Iraq: An Intelligence Failure?”, INSS Strategic Assessment, Cilt: 6, Sayı: 3, (Kasım 2003), s. 8-16. 92 Mustafa Kibaroğlu, “11 Eylül Ardından Strateji, Tehdit ve Caydırıcılık”, Foreign Policy, (Ocak 2002), http://www.mustafakibaroglu.com/sitebuildercontent/sitebuilderfiles/ Kibaroglu-11EylulArdndanStratejiTehditCaydiricilik-22dec01.pdf, (Erişim tarihi: 21 Haziran 2017). (Makale orijinalinden çevirisi olup yazarın kendi sitesinde yayımlanmaktadır.)

/

71

72

/

D D S A V E Y E N İ L İ K Ç İ T E R Ö R İ Z M : D E A Ş ’ I N D R O N E S T R AT E J İ S İ

Ancak devlet dışı silahlı örgütlerin istihbarat alanında bilinçlenmeye başlamaları, basit usulleri başarıyla uygulayabilmeleri, kendi yeteneklerini geliştirirken devlet aktörler ve diğer DDSA’larının istihbarat desteğinden faydalanabilmeleri zamanla daha yaygın bir hale gelmiştir. Bu bağlamda DDSA’ların sınırlayıcı hukuki ve etik kurallarının bulunmadığı, dahası esnek yapıları ve söyleme dayalı psikolojik etki düzeyleri dikkate alındığında söz konusu aktörlerin devletlere oranla istihbarat alanında daha rahat ve etkili hareket etme fırsatına sahip oldukları görülmektedir. Kuşkusuz DDSA’larla mücadelede devletlerin birbirleriyle iş birliği yapmalarının güçlüğü ve hatta bazı durumlarda bakış açıları arasında zuhur eden ayrışma hasebiyle imkansızlığı kendini hissettirmektedir. Bu nedenle DDSA’ların istihbarat alanında devletlerin yeteneklerine meydan okuyabildiklerini ifade etmek artık iddialı bir söylem olmaktan uzaktır.

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

DDSA VE YENİLİKÇİ TERÖRİZM: DEAŞ’IN DRONE STRATEJİSİ SERKAN BALKAN* GİRİŞ

Devletler seviyesinde “yenilikçilik” (inovasyon) büyük değişikliklere yol açan yeni askeri teknolojiler, taktikler ve stratejiler geliştirmektir. Bu geliştirilen yeniliklerin askeri yöntemlere uyarlanması “adaptasyon”, yeniliklere farklı yöntemlerin ve yeni materyallerin eklenmesi ise “taklit” olarak adlandırılmakta ancak yenilikçiliğe girmemektedir. Fakat terör örgütlerinin kullandığı teknolojiler hiçbir zaman yeni üretilmiş bir teknoloji olmamıştır. Bu sebeple “yenilikçi terörizm” tanımlanırken adaptasyon ve taklit kavramları devletlerin aksine terör örgütleri için kullanılabilmektedir.1 Bu kapsamda yenilikçi terörizm yeni teknolojilerin ya da tekniğin terör örgütleri arasında yaygınlaştırılmasını gerektirir. Ayrıca daha önce gerçekleştirilmiş eylemlerin öğrenilip şiddetinin artarak uygulanması ve adaptasyonunu içerir.2 Bu açıdan bakıldığında terör örgütleri için yenilikçi terörizm yeni bir yöntem ortaya koyma ya da var olan bir teknolojinin geliştirilmesi olarak tanımlanabilir. Büyük ve geliri yüksek terör örgütleri yeni bir yöntem ortaya koymayı ya da var olan bir teknolojiyi geliştirmeyi daha kolay gerçekleştirebilmektedir. Günümüzde terörizmin değişen karakteri ve terör örgütlerinin sahip olduğu imkanlar düşünüldüğünde DEAŞ’ın karakteri 1 Adam Dolnik, “Understanding Terrorist Innovation: Technology, Tactics and Global Trends”, (Routledge, 2007), s. 4-21. 2 Maria J. Rasmussen ve Mohammed M. Hafez, “Terrorist Innovations in Weapons of Mass Effect: Preconditions, Causes and Predictive Indicators”, Defense Threat Reduction Agency Advanced Systems and Concepts Office, Report Number: ASCO 2010-019, (Ekim 2010), s. 2-10.

*

/

73

74

/

D D S A V E Y E N İ L İ K Ç İ T E R Ö R İ Z M : D E A Ş ’ I N D R O N E S T R AT E J İ S İ

ve yenilikçi terörizmi kullanma biçimleri onu uluslararası istikrarı tehdit eden en tehlikeli örgüt haline getirmektedir. Sahip olduğu savaş akaidi ve kullandığı terör yöntemleri, bununla birlikte dolaşıma soktuğu ve kitleleri besleyebilecek ölçüde iddialı mesihçi söyleme yaslanan radikal ideolojisi DEAŞ’ı bir bütün olarak küresel barışın en tehlikeli aktörü haline dönüştürmektedir. Bu bakımdan DEAŞ günümüzün bütün aktörlerini doğrudan ilgilendiren küresel bir tehdittir. Tüm savaş taktiklerini hiçbir norm ya da uluslararası hukuk kuralına bağlı olmadan uygulayabilmesi bakımından hem savaşın bizatihi kendisinin hem de terörizmle mücadelenin karakterini de önemli ölçüde değiştirmektedir. Yenilikçi terörizm olarak adlandırılan; terör örgütlerinin teknolojik imkanlar, küreselleşme ve liberal küresel piyasanın toplum yararına sunduğu fırsatlardan yararlanan terör örgütleri terörizmin etkinliğini daha fazla artırmaktadır. Bu bakımdan DEAŞ gibi terör örgütleri modernize ettiği ya da kendi geliştirdiği silahlarla yeni tip tehditlerin ortaya çıkmasına sebep olmaktadır. Bu yeni tip tehditlerden biri gelişmekte olan insansız hava aracı (İHA) teknolojisidir ve terörün tehlikeli yüzünü göstermesi bakımından çarpıcı bir örnek teşkil etmektedir. Ticari küçük İHA teknolojisini kullanarak DEAŞ kendi özel İHA programını geliştirmiştir. İHA’lar sayesinde DEAŞ’ın yeteneği artmış ve sadece güvenlik kuvvetlerine değil aynı zamanda sivillere yönelik de ciddi tehdit oluşturmuştur. Özellikle son dönemde İHA kullanılarak yapılan bombalı saldırıların yarattığı önemli hasar DEAŞ’ın İHA’ları etkili bir saldırı aracı olarak kullandığını göstermektedir. DEAŞ’ın ilk olarak 2015’te Ramadi’de keşif amaçlı İHA kullandığı Irak Güvenlik Kuvvetleri (IGK) tarafından tespit edilmiştir. Aynı şekilde Kuzey Irak’ta Başika Kampı’nda konuşlu Türk birliği İHA tespit etmesinden on beş dakika sonra yoğun taciz ateşine maruz kalmıştır. Bu kapsamda DEAŞ’ın İHA’ları ilk kullanımı savunma pozisyonundaki düşmanını gözlemek ve istih-

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

barat toplamak amacıyla olduğu söylenebilir. Bu harekat tarzları DEAŞ’ın İHA teknolojisini yeni bir taktik olarak kullandığının ilk işaretleridir. IGK tarafından Şubat 2016’da Ramadi operasyonu esnasında DEAŞ’a ait bir atölyede üzerinde modernize amaçlı çalışma yapılmış İHA maketleri, maket kanatları ve patlayıcı maddeler ele geçirilmiştir. Bahse konu malzemeler DEAŞ’ın İHA’ları istihbarat toplama amacı dışında kullanmak istediğini ve onları silahlandırmaya çalıştığını göstermiştir.3 Ancak İHA’ların saldırı amaçlı kullanılabileceği zamana kadar geçen süre zarfında İHA’lar ağırlıklı olarak gözlem yaparak istihbarat toplama ve statik hedeflere karşı havan, top ve roket atışlarının yönlendirilmesi amacıyla kullanılmaya devam etmiştir. DEAŞ tarafından saldırı amaçlı olarak İHA kullanımı ise ilk defa Suriye’de Fırat Kalkanı Harekatı’nı icra eden Türk birliklerine yönelik olmuştur. 27 Eylül 2016’da DEAŞ’ın yönlendirdiği İHA tarafından bırakılan patlayıcı madde sonucu üç asker yaralanmıştır.4 Irak’ta saldırı amaçlı ilk İHA saldırısı ise 2 Ekim 2016’da Musul operasyonu hazırlıkları içerisinde olan Peşmerge güçlerine karşı yapılmış ve İHA’nın içerisine yerleştirilen el yapımı patlayıcının (EYP) patlaması sonucu iki Peşmerge hayatını kaybetmiş, iki Fransız özel kuvvetler askeri de ağır yaralanmıştır.5 2016’nın son çeyreği itibarıyla DEAŞ tarafından İHA’lar saldırı amaçlı olarak hem Irak’ta Musul operasyonunu icra eden güvenlik güçlerine hem de Suriye’de Rakka operasyonuna dahil edilen PYD/PKK terör örgütüne karşı yoğun bir şekilde kullanılmaya başlamıştır. İHA teknolojisinin bir saldırı aracı olarak DEAŞ 3

“Islamic State’s Weaponised DRONEs”, Conflict Armament Research, (Kasım 2016).

Bleda Kurtdarcan ve Barın Kayaoğlu, “Turkey is on the Front Lines against ISIS’s Bomber Drones”, 16 Ekim 2016, https://nationalinterest.org/feature/turkey-the-front-lines-against-isiss-bomber-drones-18059?page=show, (Erişim tarihi: 4 Ekim 2018). 4

5 Sam Webb, “Death From Above: Kurd Fighters Killed and French Special Forces Soldiers Badly Hurt By ISIS Drone Packed With Explosives”, The Sun, 11 Ekim 2016.

/

75

76

/

D D S A V E Y E N İ L İ K Ç İ T E R Ö R İ Z M : D E A Ş ’ I N D R O N E S T R AT E J İ S İ

tarafından giderek artan kullanımı devletlerin güvenlik kaygılarını artırmıştır. Özellikle her iki ülkedeki operasyonlarda aktif rol alan ABD’de güvenlik kaygısı artmış ve bu tehdide karşı ne yapılabileceği tüm kurumlarda masaya yatırılmıştır. Bu kapsamda su topundan lazere kadar İHA ile mücadele amacıyla kullanılabilecek her türlü materyal incelemeye alınmıştır.6 DEAŞ tarafından kullanılan İHA’ların önlenmesi için verilen mücadele ABD’nin El-Kaide’nin EYP’lerine karşı verdiği mücadeleye benzetilebilir. Doğal Kararlılık Harekatı7 Komutanı Korgeneral Stephen Townsend, DEAŞ ile mücadelenin başında gelen bir numaralı kuvvet koruma önceliğinin DEAŞ’ın kullandığı İHA’ları etkisiz hale getirmek olduğunu söylemiştir. Her ne kadar bugüne kadar İHA kullanılarak yapılan saldırılarda ABD’li herhangi bir asker hayatını kaybetmemiş olsa da İHA’ların tespitinde yaşanan güçlükler ve IGK’ye verdiği zayiatların ABD personeline de olumsuz yönde psikolojik etkisi olmuştur.8 DEAŞ tarafından gayrinizami harp literatürüne kazandırılan ve ciddi kayıplara sebep olan saldırı amaçlı İHA’ların diğer DDSA’lar tarafından da kullanılmaya başlaması soruna uluslararası bir boyut kazandırmaktadır. Nitekim Suriye’de Hizbullah ve muhalifler, Irak’ta Haşdi Şabi bahse konu teknolojiyi kullanmaya başlamıştır. Yemen’de Husiler tarafından bomba yüklü insansız deniz aracıyla Suudi Arabistan firkateynine saldırı olmuş ve üç asker saldırı esnasında hayatını kaybetmiştir.9 DDSA’lar tarafından İHA’ların muharebe alanında maliyet etkin bir şekilde saldırı, savunma ve ke6 Christopher Diamond, “DoD Prepares for More Advanced Armed Drones Amid ISIS Threat”, C4ISRNET, 30 Mart 2017, http://www.c4isrnet.com/articles/dod-prepares-for-more-advanced-armed-drones-amid-isis-threat, (Erişim tarihi: 4 Ekim 2018). 7 ABD öncülüğündeki koalisyon tarafından Suriye ve Irak’ta DEAŞ’a karşı yürütülen operasyonlara verilen isim

Mark Pomerleau, “Counter-Drone is the New Counter-IED”, C4ISRNET, 21 Mart 2017, http://www.c4isrnet.com/articles/counter-drone-is-the-new-counter-ied, (Erişim tarihi: 4 Ekim 2018). 8

9 Rıfat Süleyman, “‫فرقاطــة ســعدية تتعــرض لهجــوم مــن قبــل زوارق يقودهــا انتحاريــون غــرب‬ ‫”مينــاء الحديــدة‬, Russia Today Arapça, 30 Ocak 2017, https://goo.gl/ZOapLk, (Erişim tarihi: 4 Ekim 2018).

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

şif amaçlı kullanılması önümüzdeki dönemde nizami orduların da muharebe konseptlerine İHA’ların dahil edilmesine yol açabileceği değerlendirilmektedir. IGK, DEAŞ’ın kullandığı aynı taktiği kullanarak İHA’ları meskun mahal savaşında en çok personel kaybına sebep olan unsurlardan biri olan keskin nişancıları tespit etmek maksadıyla kullanmakta, Musul operasyonu sırasında DEAŞ’tan ele geçirdiği İHA’larla da DEAŞ’a karşı bombalı saldırı düzenlemektedir.10 İran intihar saldırısı amaçlı İHA’sını,11 Rusya ise saldırı amaçlı ilk İHA’sını geliştirmiştir.12 Belarus İHA üzerine monte ettiği Antitank Roket Atarı (RPG-26) eğitim sahasında test etmiştir.13 İsrail ise İHA’ları Gazze sınırındaki protesto gösterileriyle mücadele stratejisinin bir parçası olarak hem Filistinli göstericiler tarafından kullanılan uçurtmaları düşürmek hem de göstericilere göz yaşartıcı gaz bombası atmak için kullanmaktadır.14 Görüldüğü üzere devlet dışı aktörlerin yanı sıra devletler de İHA’ları bir saldırı silahı olarak geliştirme arzusuna girmiştir. Bu sebeple bu makalenin amacı İHA kullanımının nasıl tehlikeli bir boyuta geldiğini göstermek, yabancı terörist savaşçılar vasıtasıyla Ortadoğu coğrafyasından diğer ülkelere yayılmadan bununla mücadelenin nasıl olması gerektiğini incelemek ve anti-İHA teknolojisinin analizini yapmaktır. 10 Hikmet Durgun, “Irak Ordusu IŞİD’i Musul’da, IŞİD’in Silahlarıyla Vuruyor”, Sputnik Türkiye, 11 Nisan 2017. 11 Jennifer Newton, “Iran Develops a ‘Suicide Drone’ Capable of Delivering Explosives and Skimming Water to Attack Targets on Land and Sea”, Daily Mail, 26 Ekim 2016.

“Rusya’nın İlk Saldırı Amaçlı İHA’sı Bombalamaya Hazır”, Sputnik Türkiye, 29 Mart 2017. 12

13 Kyle Mizokami, “Belarus Invents Tank-Killing Quadcopter Drone”, Popular Mechanics, 6 Haziran 2018, https://www.popularmechanics.com/military/weapons/a21086194/ belarus-invents-tank-killing-quadcopter-drone, (Erişim tarihi: 4 Ekim 2018). 14 Tyler Rogoway, “Israel Uses Drone Racers to Down Incendiary Kites and Drones to Dispense Tear Gas Over Gaza”, The Drive, 14 Mayıs 2018, http://www.thedrive.com/ the-war-zone/20853/israel-uses-drone-racers-to-down-incendiary-kites-and-drones-todispense-tear-gas-over-gaza, (Erişim tarihi: 4 Ekim 2018).

/

77

78

/

D D S A V E Y E N İ L İ K Ç İ T E R Ö R İ Z M : D E A Ş ’ I N D R O N E S T R AT E J İ S İ

İHA PROGRAMINDA KULLANILAN MATERYALLER

17 Ekim’de IGK ve Peşmerge kuvvetlerinin katılımıyla dört cepheden başlatılan Doğu Musul operasyonu15 esnasında IGK tarafından şehir merkezinde muhtelif yerlerde İHA üreten ve modernize eden ondan fazla atölye ortaya çıkarılmıştır. Bahse konu atölyelerden ele geçirilen belgelerden DEAŞ’ın sanılanın aksine sistematik bir İHA programı olduğu, drone’u bir silah olarak kullanabilmek için önceden hazırlık yaptığı, İHA temini ve geliştirilmesi faaliyetlerini koordine etmek maksadıyla bir hava gözlem birimi kurduğu ve ayrıca İHA ile gerçekleştirilen terör eylemlerini yönetmek için bir hava harekat merkezine sahip olduğu anlaşılmıştır. West Point Terörle Mücadele Merkezi tarafından yayımlanan belgelere bakıldığında küçük ve satın alınabilir İHA’ların kullanımı konusunda DEAŞ’ın geniş ve bürokratik bir çerçeveye sahip olduğu tespit edilmiştir.16 Bahse konu belgeler detaylı olarak incelendiğinde DEAŞ’ın İHA programını yönetirken İHA olanaklarını geliştirme ve kabiliyetlerini artırmanın yollarını aradığı görülmüştür. Bu kapsamda Irak’ta ele geçen belgeler dört ana grubu oluşturmaktadır: 1. İHA satın alma istek formları 2. Satın almayı onaylayan izin belgeleri 3. Satın alınan İHA’lara ait faturalar 4. İHA kullanım raporları17 “‫”القــوات المشــاركة و محــاور عمليــة الموصــل العســكرية‬, Sky News Arabia, 17 Ekim 2016, https://goo.gl/DzzJHr, (Erişim tarihi: 4 Ekim 2018). 15

16 Don Rassler, Muhammad Ubaydi ve Vera Mironova, “CTC Perspectives – The Islamic State’s DRONE Documents: Management, Acquisitions, and Diy Tradecraft”, West Point Combating Terrosim Center, 31 Ocak 2017, https://www.ctc.usma.edu/ posts/ctc-perspectives-the-islamic-states-drone-documents-management-acquisitions-and-diy-tradecraft, (Erişim tarihi: 4 Ekim 2018). 17 “‫”وثائــق تكشــف أســرار اســتخدام داعــش للــدرون فــي العــراق‬, Al Arabiyanet, 2 Şubat 2017, https://goo.gl/LkFmsv, (Erişim tarihi: 4 Ekim 2018).

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

GÖRSEL 1. DEAŞ’A AIT İHA ATÖLYESINDEN ELE GEÇIRILENLER

Faturalar DEAŞ’ın bir ayda binlerce dolarlık İHA ekipmanı satın aldığını göstermektedir. Belgeler ve faturalar askeri tim kurulunun hava gözlem bölümü adına hazırlanmıştır. Hava gözlem bölümünde İHA kullanım raporları için belli bir standart oluşturulmuş ve bu kullanım raporları operatör tarafından her uçuş görevi öncesi ve sonrasında doldurulmuştur.18 Uçuş görevi öncesi operatör tarafından ilgili forma operatörün ne amaçla bu görevi icra ettiği, görevin yeri ve koordinatları gibi bilgiler girilmiştir. Buna göre ilk olarak görevin keşif mi yoksa saldırı amaçlı mı olduğu belirtilmektedir. Form doldurulduktan sonra uçuş görevine ait kontrol listeleri (check list) de işaretlenmiştir. Bu kontrol listelerine göre kullanılan İHA’nın fonksiyonelliği ve üzerindeki cihazların performansı gözlenmiştir. Son olarak ise operatör tarafından görevin başarılı bir şekilde tamamlanıp tamamlanmadığına dair bir rapor hazırlanmıştır. Ayrıca DEAŞ tarafından operatörlere günlük tutulan raporlar ha18 Susannah George ve Lori Hinnant, “ISIS Using Drones, Other Innovating Tactics with Deadly Effect”, The Associated Press, 1 Şubat 2017.

/

79

80

/

D D S A V E Y E N İ L İ K Ç İ T E R Ö R İ Z M : D E A Ş ’ I N D R O N E S T R AT E J İ S İ

ricinde aylık olarak da yaşanan zorluklar ve karşılaşılan güçlüklerle ilgili raporlama yapılması talimatı verilmiştir.19 Bu sistematik çalışma ve testler sonrası DEAŞ’ın hangi İHA’yı ne amaçla kullanacağı belirlenmiştir. DEAŞ’IN KULLANDIĞI İHA ÇEŞİTLERİ

1999’da sadece 20 farklı İHA olmasına karşın 2016’da bu sayı 600 çeşide kadar yükselmiştir. En pahalı İHA 22 bin dolar civarında olmakla birlikte DEAŞ genellikle maliyeti 650-1.000 dolar arasındaki dört pervaneli İHA’ları tercih etmektedir.20 İHA’ların ortalama uçuş süreleri 10 dakika ile 30 dakika arasındadır ve maksimum kontrol mesafesi 500 metreden 7 kilometreye kadar değişmektedir. Üzerlerindeki profesyonel kameralar sayesinde de 1080p Full HD çekim yapabilmektedir. DEAŞ İHA’ların tüm bu özelliklerini modernize etmek için çalışmıştır. Musul operasyonu sırasında DEAŞ’tan ele geçirilen İHA’lar detaylı bir şekilde incelendiğinde patlayıcı taşıyacak ve bırakacak şekilde modifiye edildiği görülmüştür. DEAŞ’ın kullandığı İHA çeşitlerini iki kategoride toplamak mümkündür: 1. Sabit kanatlı İHA 2. Çok pervaneli İHA Görsel 2’de DEAŞ tarafından yoğun olarak kullanılan sabit kanatlı ve çok pervaneli İHA çeşitleri görülmektedir. Bahse konu İHA’ların DEAŞ tarafından patlayıcı bırakacak şekilde modernize edilmesi ve yüksek kalite kameraların monte edilmesi İHA’ların taşıdığı ağırlığın artmasına sebep olmuştur. Bu sebeple İHA’ların

19 Mark Pomerleau, “The Elaborate System Behind ISIS’ DRONE Program”, C4ISRNET, 31 Ocak 2017, http://www.c4isrnet.com/articles/the-elaborate-system-behind-isis-drone-program, (Erişim tarihi: 4 Ekim 2018). 20

Pomerleau, “Counter-Drone is the New Counter-IED”.

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

kullanıldığı uçuş mesafesi ve süresi azalmıştır.21 Ancak buna karşın güvenlik kuvvetlerine zarar verme etkisi artmıştır. GÖRSEL 2. IGK TARAFINDAN ELE GEÇIRILEN İHA’LAR

Sabit Kanatlı İHA

DEAŞ tarafından sabit kanatlı İHA çeşitlerinden genellikle yoğun olarak Skywalker X8 ve Skyhunter’ın tercih edildiği görülmektedir. DEAŞ bu tarz İHA’ları keşif/gözetleme, istihbarat toplama ve patlayıcı madde bırakmak için kullanmaktadır. Video Downlink Sistemi sayesinde operatör, güvenli bir yerden arazideki durumu anlık olarak inceleyebilmekte ve hedef tespiti yapabilmektedir. Bahse konu İHA’lar online olarak uygun fiyata kolaylıkla temin edilebilmektedir. Uçmaya hazır bir şekilde piyasaya sürülmesi sebebiyle satın alan kişi tarafından direkt olarak kullanılabilmektedir. Görsel 3’te IGK tarafından Musul’da ele geçirilmiş sabit kanatlı İHA’lar görülmektedir. İHA’ların kanatlarına bakıldığında üzerlerinde yoğun bir şekilde bant kullanıldığı görülmektedir. Bu bantların temin edilen İHA’ların maksimum irtifa, sürat ve uçuş mesafesi gibi kabiliyetle-

21 Kelsey D. Atherton, “What We Know About ISIS’s Scratch-built DRONEs”, Popular Science, 8 Kasım 2016, http://www.popsci.com/isis-drones, (Erişim tarihi: 4 Ekim 2018).

/

81

82

/

D D S A V E Y E N İ L İ K Ç İ T E R Ö R İ Z M : D E A Ş ’ I N D R O N E S T R AT E J İ S İ

rini artırmak maksadıyla üzerlerinde çeşitli modernizasyonlar yapıldığının bir göstergesi olduğu değerlendirilmektedir. Bu tip İHA’lar 200 metre irtifaya kadar çıkabilmektedir. İHA’nın içinde servo motor, pil, HD kamera vb. malzemeler bulunmaktadır. Tüm bu aksamlar ve elektronik kısımlar iki kanadı da sabit tutmaya yarayan gövde içerisine toplanmış şekildedir. Operatörden gelen komutlara göre servo motor sabit kanatların üzerinde bulunan kanatçıkların pitch açılarını kontrol ederek İHA’ya gönderilen komutların tatbik edilmesini sağlamaktadır.22 GÖRSEL 3. DEAŞ’TAN ELE GEÇİRİLEN SABİT KANATLI İHA’LAR

Görsel 4’te ise DEAŞ tarafından kullanılan bomba bırakacak şekilde modernize edilmiş sabit kanatlı İHA’lar görülmektedir. İHA üzerine iki 40 mm mühimmat yüklenmiştir. DEAŞ’a ait görüntüler incelendiğinde bazı sabit kanatlı İHA modellerinde dört adede kadar 40 mm mühimmat başlığının yüklenebildiği anlaşılmıştır.

22 “X8 Flyig Wing Kit (3th Party)”, Airelectronics, http://www.airelectronics.es/products/solutions/x8, (Erişim tarihi: 4 Ekim 2018).

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

GÖRSEL 4. MÜHİMMAT YÜKLÜ SABİT KANATLI İHA

Görseldeki İHA tipi iki Peşmergenin hayatını kaybetmesine ve iki Fransız askerinin yaralanmasına sebep olan İHA tipidir. Gövdenin içine yerleştirilmiş EYP, İHA düşürülüp ele geçirildikten belli bir süre sonra patlayarak güvenlik kuvvetlerinin zayiat vermesine yol açmıştır. Bu tarz İHA’ların gövde kısmında EYP taşıyabilecek boş alan mevcuttur. EYP depolayabilmenin yanı sıra dört adede kadar yukarıdan bırakılabilen bomba yüklenebilmesi bu İHA’ların DEAŞ tarafından tercih edilmesine sebep olmuştur. Çok Pervaneli İHA

Piyasada satılan çok pervaneli İHA’lar DEAŞ tarafından havadan yapılan bombalı saldırılarda en çok tercih edilenidir. Çünkü internetten kolayca temin edilebilmekte ve uçmaya hazır olarak satılmaktadır. Ayrıca üzerinde kolay bir şekilde modernizasyon yapılabilmektedir. Havada asılı kalma özelliği sayesinde de istenilen hedefe bomba bırakılabilmektedir. Çok pervaneli İHA’lar arasında DEAŞ’ın en çok kullandığı tip DJI Phantom serisidir. Bu İHA’lar sayesinde seçilen hareketli obje takip edilebilmektedir. Eş zamanlı olarak 5 kilometreye kadar yüksek çözünürlüklü video aktarım özelliği bulunmaktadır. Yarım saate kadar uçuş yapılabilmekte, uçuş güzergahı üzerindeki engelleri ve olası çarpışmaları önceden algılayabilmektedir.23 DJI Phantom 23 Detaylar için firmanın resmi sitesine bkz. https://www.dji.com/phantom-4, (Erişim tarihi: 4 Ekim 2018).

/

83

84

/

D D S A V E Y E N İ L İ K Ç İ T E R Ö R İ Z M : D E A Ş ’ I N D R O N E S T R AT E J İ S İ

tipi İHA’lar modernize edilerek bomba bırakma mekanizmasıyla modifiye edilebilmektedir. Görsel 5’te IGK tarafından ele geçirilmiş ve bomba bırakma mekanizmasıyla modifiye edilmiş İHA’lar görülmektedir. İHA’nın altında yer alan plastik haznenin içine bir adet 40 mm mühimmat yerleştirilebilmekte ve bir servo motorla kumanda edilen bırakma mekanizmasıyla takip edilen hedefe saldırı düzenlenebilmektedir. GÖRSEL 5. IGK TARAFINDAN ELE GEÇIRILEN DÖRT PERVANELI İHA 24

Görsel 6 incelendiğinde başka bir tip İHA’nın üzerinde düşey düzlemde 180 derece ve yatay düzlemde 360 derece dönebilen bir kamera, 2 adet 40 mm mühimmat ve mühimmatı bırakmaya yarayan mekanizma görülmektedir. Mühimmat başlığının arkasına plastikten aparat ve kuyruk takılarak mühimmatın havada bırakıldığı noktadan düz bir şekilde yerdeki iz düşümüne düşmesi hedeflenmiştir. Bırakma mekanizması olarak İHA üzerine küçük bir servo motor monte edilmiştir. Operatörün komutuyla mühimmatın takılı olduğu kancanın altındaki kızak açılarak patlayıcı maddenin düşme eylemi başlatılabilmektedir. 24 Nick Waters, “Death From Above: The Drone Bombs of the Caliphate”, Bellingcat, 10 Şubat 2017, https://www.bellingcat.com/uncategorized/2017/02/10/death-dronebombs-caliphate, (Erişim tarihi: 4 Ekim 2018).

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

GÖRSEL 6. MÜHİMMAT YÜKLÜ DÖRT PERVANELİ İHA

Bu tip İHA’ların oynar başlıklı kamerası ve havada asılı kalma özelliği bırakılan bombanın hedefe isabet etme oranını fazlasıyla artırmaktadır. EYP ya da 40 mm mühimmat taşıma kapasiteleri şimdilik sınırlıdır. Ancak hem sabit kanatlı İHA modelleri hem de çok pervaneli İHA modelleri için bomba bırakma özelliğinin önümüzdeki dönemde daha fazla geliştirilebileceği öngörülmektedir. Kullanılan Yazılım

DEAŞ’ın yayımladığı bir videoda İHA’lara operatörlük işleminin de profesyonel bir şekilde yapıldığı görülmektedir. Görsel 7 incelendiğinde İHA’ları kontrol etmek amacıyla Qground Control 2.0 yazılımının kullanıldığı anlaşılmaktadır. Görselde sunulan ekran görüntüsünden de anlaşılacağı üzere Qground Control programı İHA’nın hız, irtifa, yön vb. temel uçuş bilgilerini HUD (Head-up Display) formatında sol üst köşede, link bilgilerini sol alt köşede ve haritadaki konumunu da sağ tarafta operatöre sunmaktadır.

/

85

86

/

D D S A V E Y E N İ L İ K Ç İ T E R Ö R İ Z M : D E A Ş ’ I N D R O N E S T R AT E J İ S İ

GÖRSEL 7. DEAŞ MİLİTANI TARAFINDAN KULLANILAN UÇUŞ PROGRAMI

Görsel 8’e bakıldığında ise DEAŞ üyesi operatörün İHA’ları kontrol ettiği basit bir harekat merkezi içerisinde olduğu görülmektedir. Önünde üç ekran bulunmaktadır: Birinci ekranda yansımadan dolayı ne olduğu anlaşılamamaktadır. İkinci ekranda ise Qground Control 2.0 programının açık olduğu bir bilgisayar, program içerisinde de Musul haritası gözükmektedir. Üçüncü ekran ise İHA’lar tarafından çekilen görüntülerin anlık olarak aktarıldığı, analiz ve hedef tespitlerinin yapıldığı ekrandır. Bilgisayar başındaki örgüt üyesi de telsiz yardımıyla bombalı araç kullanarak intihar saldırısında bulunacak kişiye yönlendirme yapmaktadır. GÖRSEL 8. DEAŞ VİDEOSUNDAN EKRAN GÖRÜNTÜSÜ

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

Qground Control programı açık kod bir yazılımdır. Bu sebeple DEAŞ üyeleri tarafından geliştirilme ihtimali bulunmaktadır. Program, görev planlaması yapıp görev boyunca uçuşu kontrol etme imkanı sağlamaktadır. Daha önce hiç İHA kullanmamış biri tarafından bile kolaylıkla bir görev tanımlanıp uçuş gerçekleştirilebilmektedir. Programda aşağıdaki özellikler bulunmaktadır: 1. Oto pilot ile uçuş görevi planlama 2. Uçuş haritasında İHA’nın mevkiini, rota bacaklarını oluşturma 3. İHA üzerindeki kameralar sayesinde anlık video akışı 4. Birden fazla İHA’yı aynı anda kontrol edebilme25 Program “Google Maps” veri tabanını kullanmaktadır. Uçuşa başlamadan önce program üzerindeki haritalardan rota bacakları oluşturularak görev kolaylıkla planlanabilmekte ve ardından istenirse demo uçuş izlenebilmektedir. Programın ihtiyaç duyduğu yükseklik ve hız parametreleri programa girildikten ve rota oluşturulduktan sonra yapılması gereken tek şey “Fly View” butonuna basmaktır. Bundan sonrasını program otomatik olarak yapmakta ve İHA’yı görev tamamlandıktan sonra kalkış noktasına geri indirmektedir. Görev başladıktan sonra –ihtiyaç olduğu takdirde– rota üzerinde değişiklik yapılabilmekte ve yeni komutlar göreve eklenebilmektedir. Her görevin muhakkak tanımlanmış bir başlangıç noktası (planned home position) gerekmektedir. Bu sayede görev için harita üzerinde oluşturulan rota bacakları hatasız bir şekilde tatbik edilebilmektedir. Ayrıca görevdeki her bir İHA için farklı başlangıç noktaları tanımlanabilmektedir. Görüntüler uçuş süresince canlı olarak aktarılırken bir yandan da daha sonra detaylı incelenmek ve 25 “Qground Control User Guide”, Dronecode, https://donlakeflyer.gitbooks.io/ qgroundcontrol-user-guide/content/en, (Erişim tarihi: 4 Ekim 2018).

/

87

88

/

D D S A V E Y E N İ L İ K Ç İ T E R Ö R İ Z M : D E A Ş ’ I N D R O N E S T R AT E J İ S İ

propaganda videolarında kullanılmak için İHA üzerindeki SD karta kaydedilmektedir. Bu aynı zamanda bir şekilde güvenlik güçleri tarafından yakalanan İHA’dan görüntünün de ele geçirilmesine ve bu görüntüden İHA’nın izlediği rota ve kalkış noktasının tespitine imkan sağlamaktadır. DEAŞ’IN İHA KULLANIM AMAÇLARI ŞEKİL 1. DEAŞ’IN İHA STRATEJİSİ

Musul, ticari piyasada rahatlıkla bulunan İHA’ları kullanan örgüt için ideal bir yer olmuştur. Bu sebeple DEAŞ tarafından IGK ve Peşmerge kuvvetlerine karşı yoğun olarak İHA kullanılmıştır. Şehirde göğüs göğüse mücadelenin devam etmesi ve menzili kısıtlı İHA’lar için hedeflerin açık arazideki gibi uzak olmayışı İHA operatörlerine hedef tespiti ve saldırılarında kolaylık sağlamaktadır. Ope-

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

ratörlerin İHA’ları camiler veya evlerden kumanda etmesi sebebiyle sivillerden ayrımı yapılamamaktadır. Bu zamana kadar İHA’ların DEAŞ tarafından kullanma şekilleri incelendiğinde iki amaç için kullandığı tespit edilmiştir; (i) karşı tarafa maksimum zayiat verdirmek ve (ii) imkan/kabiliyetlerini propaganda amaçlı medyada yayımlamaktır. Bu amaçlara ulaşmak için de İHA’lar üç farklı şekilde kullanılmaktadır: 1. İstihbarat toplamak için keşif/gözetleme faaliyeti 2. Verilecek zararın maksimuma çıkartılabilmesi için intihar saldırılarını koordine etme 3. EYP/bomba bırakarak direkt saldırı Şekil 1’de DEAŞ’ın İHA stratejisinin araç, yöntem ve amaçları gösterilmektedir. Keşif/Gözetleme

DEAŞ tarafından İHA’lar ilk olarak IGK ve Peşmerge güçlerine ait durum tespiti yapmak ve istihbarat toplamak amacıyla yararlanılmıştır. Daha sonra İHA’lar saldırı amacıyla da kullanılmaya başlanmış ancak saldırı anı ya da öncesinde İHA’lar yine keşif/ gözetleme faaliyetleri için de değerlendirilmiştir. Görsel 9’da geniş açıyla İHA tarafından çekilmiş bir videodan alınmış ekran görüntüsü bulunmaktadır. Yeşil olarak gözüken birlikler IGK’ya aittir ve bu birliklere giden tüm ulaşım yolları sivil araçlar kullanılarak yapılan barikatlarla kapatılmıştır. Normal şartlarda intihar saldırısını gerçekleştirecek olan DEAŞ mensubu sürücünün doğru yolu bulması imkansızdır. Çünkü bir nevi bir labirentin içerisindedir ve doğru hedefe ulaşana kadar birden fazla deneme yapması gerekmektedir. Bu başarısız denemeler Musul gibi bir yerde bir araçtan şüphelenilmesi için yeter bir sayıdır. Ancak İHA yardımıyla aracın hedefe başarıyla tek seferde ulaşmasını sağlayacak bir rota kolaylıkla çıkarılabilmektedir.

/

89

90

/

D D S A V E Y E N İ L İ K Ç İ T E R Ö R İ Z M : D E A Ş ’ I N D R O N E S T R AT E J İ S İ

GÖRSEL 9. DEAŞ VİDEOSUNDAN EKRAN GÖRÜNTÜSÜ

Görsel 10’a bakıldığında yine aynı taktiğin kullanıldığı görülmektedir. DEAŞ tarafından İHA kullanılarak IGK’ya ait intikalini durdurmuş bir konvoy tespit edilmiştir. Bahse konu konvoya en yakın uyuyan hücredeki DEAŞ militanı harekete geçirilmiş ve garajda hazır halde bekleyen patlayıcı yüklü araç kullanılarak IGK’ya ait bir tank intihar saldırısıyla etkisiz hale getirilmiştir. GÖRSEL 10. DEAŞ’IN VİDEOSUNDAN EKRAN GÖRÜNTÜSÜ

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

İntihar Saldırısı Yönetim Vasıtası

DEAŞ istihbarat toplama amaçlı keşif/gözetleme faaliyetlerine ilave olarak İHA’ları bomba yüklü patlayıcı araçları doğru hedefe yönlendirmek ve patlatılacak yeri belirleyip aracın sürücüsüyle koordine kurarak karşı tarafa verilecek zayiatı maksimuma çıkartmak amacıyla da kullanmaya başlamıştır. Musul operasyonunun ilk safhalarında intihar saldırılarının verdiği zayiat DEAŞ açısından istenen seviyede olmamıştır. Bunun sebebi bomba yüklü aracın açık arazide hedefe ulaşana kadar tespit edilip güvenlik güçleri tarafından durdurulabilmesi için yeterli vaktin olması ya da durdurulamıyorsa bile güvenlik kuvvetlerinin dağınık düzene geçerek zayiatın azaltılabilmesi için yeterli vakti bulmasına imkan vermesidir. Zaten DEAŞ, Musul operasyonunun ilk safhalarındaki intihar saldırılarını zayiat verdirmekten ziyade kendi mensupları üzerinde belli bir motivasyon yaratmak ve karşı tarafta da psikolojik bir baskı oluşturmak maksadıyla düzenlemiştir. IGK, Musul’un şehir merkezine yaklaştıkça DEAŞ tarafından araçla yapılan intihar saldırılarının sayısı ve verdiği zayiatta artış olmaya başlamıştır. Nitekim Musul operasyonunun üçüncü safhasından itibaren DEAŞ’ın tüm ikmal yolları kesintiye uğratılmış ve Musul’un etrafı IGK ile Haşdi Şabi milisleri tarafından çevrilmiştir. Bu kapsamda ikmal yolları kesilen DEAŞ’ın elindeki patlayıcı stoklarını daha efektif kullanma ihtiyacı hasıl olmuştur. Bunun için en iyi yol İHA’larla net bir hedef tespiti yapılması ve intihar saldırısı için kullanılacak aracın doğru bir şekilde seçilmesidir. DEAŞ’ın yayımladığı videolarda bahse konu imkan kabiliyetini kullanarak toplu halde bulunan Irak askerleri, tanklar ve binalara saldırı gerçekleştirildiği görülmektedir. Musul’un doğu bölümü yüz günde ele geçirilmiştir. IGK’nın operasyonun bu kısmında 490 ölü ve 3 bin yaralısının olduğu, Musul’un batısına yönelik operasyonun ilk ayında ise 284 ölü

/

91

92

/

D D S A V E Y E N İ L İ K Ç İ T E R Ö R İ Z M : D E A Ş ’ I N D R O N E S T R AT E J İ S İ

ve 1.600 yaralısının olduğu CENTCOM karargahı komutanı Orgeneral Joseph Votel tarafından Senatonun silahlı servisler komitesine yapılan açıklamada dile getirilmiştir.26 Bu rakamların içerisinde IGK’ya ait zayi olan araç bilgileri yer almamaktadır. Ayrıca Merkezi Irak Hükümeti tarafından zayiat sayılarının bilgisi açıklanmamaktadır. Ancak DEAŞ tarafından yayımlanan videolar detaylı bir şekilde incelendiğinde terör örgütünün bu tarz eylemleri sistematik bir şekilde kullandığı ve karşı tarafa hem materyal hem de personel yönünden zayiat verdirdiği anlaşılmaktadır. DEAŞ tarafından yayımlanan son videolarda elliden fazla İHA ile koordine edilip bomba yüklü araçla başarılı bir şekilde gerçekleştirilmiş intihar saldırısı görülmektedir. Bu sebeple verilen zayiatın Votel’in açıklamasının çok daha üzerinde olduğu ve verilen zayiatlarda İHA’ların kullanımının büyük bir payı bulunduğu değerlendirilmektedir. Araç Seçimi

DEAŞ’ın bomba yüklü araçlarla yaptığı intihar saldırılarında ilk etapta modernize edilen geniş kasalı kamyon veya kamyonetleri kullanmayı tercih ettiği bilinmektedir. Böylece maksimum EYP yüklemesi tek bir araç kullanılarak yapılabilmiştir. Ayrıca kullanılan araçların ön tarafı ve lastik kısımları aracı zırhlı hale getirmek için kalın levhalarla kaplanmıştır. Böylece IGK tarafından bomba yüklü araçların geçişini engellemek amacıyla kurulan barikatların aşılması ve sürücünün vurularak durdurulması engellenmek istenmiştir. Görsel 11’de DEAŞ militanları tarafından büyük ve açık kasalı araçların nasıl modernize edildiği ve kasalarının yüksek miktarda patlayıcı maddeyle doldurulduğu görülmektedir.

26 Jim Garamone, “CENTCOM Commander Briefs Congress on Regional Threats”, CENTCOM, 29 Mart 2017, http://www.centcom.mil/MEDIA/NEWS-ARTICLES/ News-Article-View/Article/1134069/centcom-commander-briefs-congress-on-regionalthreats, (Erişim tarihi: 4 Ekim 2018).

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

GÖRSEL 11. DEAŞ TARAFINDAN SALDIRI AMAÇLI KULLANILAN GENİŞ KASALI ARAÇLAR

Kamyonlar veya Toyota Hilux gibi arkası açık pikapların koalisyon İHA’ları tarafından kolay tespit edilmesi ve olası tehdit olarak algılanarak koalisyon tarafından direkt olarak imha edilmeye başlanması DEAŞ’ı yeni tip araçlar kullanmaya yöneltmiştir. Yeni tip araçların istenen özelliği yüklü miktarda bomba taşıyabilecek hacme sahip olması ve saldırı anına kadar araçtan şüphelenilmemesidir. Şüphelenildiğinde ise güvenlik kuvvetleri tarafından müdahale edebilecek veya kaçabilecek yeterli vaktin kalmaması istenmektedir. Dikkat çekmemek için en uygun araç modeli olarak halkın gündelik hayatta kullandığı araç modellerine yönelinmiştir. Ancak hatchback veya sedan tarzı araçlar istenen seviyede patlayıcıyla yüklenememektedir. Buna binaen DEAŞ yüklü miktarda patlayıcı madde taşıyabilmesi ve dört çeker özelliği sayesinde arazi şartlarında kullanılabilmesi sebebiyle intihar saldırılarında cipleri tercih etmeye başlamıştır. Bu kapsamda DEAŞ, Toyota marka araçlardan oluşan filosunu intihar saldırılarından ziyade

/

93

94

/

D D S A V E Y E N İ L İ K Ç İ T E R Ö R İ Z M : D E A Ş ’ I N D R O N E S T R AT E J İ S İ

arka kasasına ağır silah takarak kullanmaya devam etmiş, intihar saldırılarında ise özellikle KIA, Hyundai Tuscon vb. marka araçlar kullanmaya başlamıştır. DEAŞ’ın çeşitli propaganda videolarına ve IGK’ya göre KIA Motors ve Hyundai tarafından üretilen araçların Musul’da artan yoğunlukta kullanılmaya başladığı tespit edilmiştir. Bu tarz araçların Musul’un 2014’te DEAŞ tarafından ele geçirilmesi sonrasında bu şehirdeki galerilerden temin edildiği düşünülmektedir. 27 GÖRSEL 12. DEAŞ’IN İNTİHAR SALDIRISINDA KULLANDIĞI ARAÇLAR28

27 David Choi, “ISIS has been Using Kia Vehicles as Their Weapon of Choice in Mosul”, 18 Mart 2017, http://www.businessinsider.com/kia-iraq-afghanistan-war-2017-3, (Erişim tarihi: 4 Ekim 2018).

Hugo Kaaman, “The History and Adaptability of the Islamic State Car Bomb”, https://zaytunarjuwani.wordpres.com/2017/02/14/the-history-and-adaptability-of-theislamic-state-car-bomb, (Erişim tarihi: 4 Ekim 2018). 28

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

Görsel 12 incelendiğinde bu tarz araçların da DEAŞ tarafından kalın levhalarla zırhlandırılarak modernize edildiği ve aracın kamufle edilmesi amacıyla levhaların aracın rengine yakın bir renge boyandığı görülmektedir. Böylece koalisyona ait İHA’lar tarafından bu araçların yukarıdan tespiti zorlaştırılmış ve aracın intihar saldırısı amacıyla kullanılacağı anlaşıldıktan sonra güvenlik güçleri tarafından lastiklerine ateş edilerek veya sürücüsü vurularak durdurulması da engellenmiştir. GÖRSEL 13. DEAŞ VİDEOSUNDAN EKRAN GÖRÜNTÜSÜ

IGK tarafından, bomba yüklü araçlarla yapılan DEAŞ’ın intihar saldırılarını engellemek amacıyla şehir içerisindeki araçlar kullanılarak barikatlar oluşturulmuştur. Ancak DEAŞ tarafından saldırı araçlarının önüne yapılan zırh bu barikatların kolayca aşılmasına imkan sağlamaktadır. Görsel 13 ve Görsel 14’te DEAŞ’ın İHA’larla koordine ettiği ve bomba yüklü araçlar kullandığı iki

/

95

96

/

D D S A V E Y E N İ L İ K Ç İ T E R Ö R İ Z M : D E A Ş ’ I N D R O N E S T R AT E J İ S İ

ayrı intihar saldırısı yer almaktadır. IGK’ya ait zırhlı araçların toplandığı yere ulaşılmasını engellemek amacıyla barikatlar oluşturulmuştur. Ancak DEAŞ’a ait araçlar tarafından bahse konu barikatların kolayca aşıldığı, İHA’ların yönlendirmesiyle IGK’ya ait araçların tam ortasında bomba yüklü aracın patlatılması suretiyle operasyona katılan birliklere tek bir saldırı aracıyla maksimum zarar verildiği görülmektedir.

GÖRSEL 14. DEAŞ VİDEOSUNDAN EKRAN GÖRÜNTÜSÜ

Musul operasyonu devam ederken şehirde bir milyona yakın insanın yaşadığı ve günlük hayatlarına devam ettiği düşünülürse güvenlik kuvvetleri tarafından intihar saldırısı amacıyla kullanılan aracın tespit edilip karşı tedbirin alınması için çok az bir zaman kalmaktadır. Binalar ise hem İHA’lara hem de saldırı araçlarına doğal kamuflaj oluşturmaktadır. Her ne kadar koalisyon ve IGK tarafından bomba yüklü araçla yapılan intihar saldırılarının engel-

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

lenme oranı başarıyla saldırı gerçekleştirme oranından fazla olsa da DEAŞ’ın bu taktikle verdiği zarar çok üst seviyelerdedir. Hedefe Ulaşım

Araç seçimi sonrası güvenlik güçlerine zayiatı arttırmak için bir diğer önemli nokta ise hedefe ulaşım noktaları tespitinin iyi yapılmasıdır. Bu sebeple DEAŞ’ın İHA’ları bir diğer kullanış şekli yapılacak intihar saldırılarının hedefe tam olarak yönlendirilmesini sağlamak amacıyladır. Bu kapsamda İHA’ya takılan HD kameralarla intihar saldırısının yapılacağı mevki havadan izlenmekte ve hedefe doğru ilerleyen intihar bombacısı yönlendirilerek aracın ne zaman nerede patlatılacağının talimatı İHA’yı yönlendiren DEAŞ militanı operatör tarafından verilmektedir. Böylece daha iyi bir koordinasyon sağlanarak patlatma anının kararı sürücünün heyecanına bırakılmamakta ve intihar saldırısının oluşturacağı etki artırılmaktadır. Zaten sürücünün vurulmasını engellemek amacıyla araçlara yapılan zırh modernizasyonu sonrası sürücünün görüş açısı da çok daralmıştır. Sürücü için zırh üzerinde açık bırakılan kısımdan patlatma yerinin doğru seçilmesi imkanı bulunmamaktadır. Bu sebeple hedefe giden yol ve patlatma anının kararı İHA tarafından aktarılan görüntüleri izleyen operatörlerdedir. Görsel 15’te belli bir mahalde bekleyen IGK’ya ait bir birlik gözükmektedir. Bahse konu birliğin olduğu bölgeye çıkan tüm yollar sivil araçlar kullanılarak kapatılmıştır. Hatta yollar üzerine birden fazla araç bırakılarak geçişlerin tam olarak engellenmesi amaçlanmıştır. Ancak yine İHA yardımıyla sehven ya da IGK’ya ait araçların ihtiyaç halinde hızlı bir şekilde operasyona çıkabilmesi amacıyla boş bırakılmış küçük bir alan tespit edilmiştir. Sürücünün İHA operatörü tarafından canlı olarak yönlendirilmesiyle yol üstündeki boşluklardan geçen bomba yüklü araç hedefe başarılı bir şekilde ulaşmış ve IGK’ya ait araçların ortasında intihar saldırısı gerçekleştirmiştir.

/

97

98

/

D D S A V E Y E N İ L İ K Ç İ T E R Ö R İ Z M : D E A Ş ’ I N D R O N E S T R AT E J İ S İ

GÖRSEL 15. DEAŞ VİDEOSUNDAN EKRAN GÖRÜNTÜSÜ

DEAŞ şehrin içerisinde sivillerin yaşadığı evlerin garajlarını da intihar saldırısı amacıyla bekleyen bomba yüklü araçları park etmek için kullanmıştır. Garaj içerisinde bekleyen aracın sürücüsünün dışarıyı görme imkanı yoktur. Ancak İHA kullanarak hedef tespiti yapan operatörün sürücüyle koordinasyon kurarak doğru zamanda garajdan çıkması ve intihar eylemini gerçekleştirmesi sağlanmaktadır. Görsel 16’da bu duruma örnek bir görsel yer almaktadır. Bomba yüklü aracın olduğu garajın önünden geçen IGK’ya ait bir konvoy görülmektedir. Bahse konu konvoyun önü ve arkasında çeşitli zırhlı araçlar bulunmaktadır. DEAŞ bu konvoy içerisinden vuruş gücü en yüksek olan tankı hedef olarak seçmiş ve canlı olarak İHA yardımıyla konvoyun intikalini takip etmiştir. Tank intihar bombacısının olduğu garaja yaklaştığı anda sürücü İHA’nın operatörü tarafından uyarılarak harekete geçirilmiş ve konvoyun içinden hedef olarak seçilen tank etkisiz hale getirilmiştir. Bu taktik sayesinde hedefe yaklaşma mesafesi minimuma düşürülmüştür.

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

GÖRSEL 16. DEAŞ VİDEOSUNDAN EKRAN GÖRÜNTÜSÜ

Hızlı bir şekilde şehirde ilerleyerek DEAŞ’a karşı başarıya ulaştığını uluslararası kamuoyuna ve kendi iç kamuoyuna göstermek isteyen IGK’nın tüm evlerin garajlarını tek tek kontrol etme imkanı bulunmamaktadır. Bu durum İHA’ları saldırı koordinasyonu amacıyla kullanan DEAŞ için bir avantaj oluşturmakta ve uyuyan hücrelerin ne zaman uyandırılacağı İHA’larla koordine edilerek kararlaştırılmaktadır. Bombalı araç saldırılarının genel olarak gündüz gerçekleştirildiği görülmektedir. Piyasada gece görüş kameraları olmasına karşın DEAŞ bu yöntemi tercih etmemektedir. Bunun sebebinin ise şunlar olabileceği değerlendirilmektedir: 1. Piyasada bulunan gece görüş imkan ve kabiliyetlerinin DEAŞ’ın istediği seviyede olmaması 2. Gece karanlığında hedef tespitinin zor olması 3. Saldırı koordinasyonunun icrasında güçlük çekilmesi

/

99

100

/

D D S A V E Y E N İ L İ K Ç İ T E R Ö R İ Z M : D E A Ş ’ I N D R O N E S T R AT E J İ S İ

Ancak yine de Görsel 17’de başarılı bir şekilde gerçekleştirilmiş intihar saldırısı DEAŞ’ın bomba yüklü araçla gece de İHA ile koordinasyon kurarak intihar eylemi gerçekleştirebildiğini göstermektedir. GÖRSEL 17. DEAŞ VİDEOSUNDAN EKRAN GÖRÜNTÜSÜ

İntihar saldırıları açık arazidekinin aksine meskun mahalde güvenlik kuvvetlerine verilecek zayiat açısından daha etkili bir yöntem olarak karşımıza çıkmaktadır. Çünkü meskun mahalde güvenlik kuvvetlerine ait araçların güvenlik zafiyeti açık arazidekine nazaran daha fazladır. Tüm bunlara ilave olarak DEAŞ’ın İHA’ları intihar saldırılarını koordine etmek amacıyla kullanması IGK’ya daha büyük zayiatlar verdirmiştir. Bazı durumlarda verilen zayiatı en üst seviyeye çıkarmak amacıyla DEAŞ tarafından çoklu intihar saldırıları da düzenlenmiştir.29 İHA ile koordine edilen ilk saldırı 29 ً “‫ ســيارات مفخخــة يقودهــا‬3 ‫قتيــا بـــ‬ 30 ‫داعــش يتبنّــى التفجيــرات االنتحاريــة شــرق الموصــل‬ ‫”انتحاريــون انفجــرت فــي كوكجلــي‬, Al Arabiya, 22 Aralık 2016, https://goo.gl/W2C0zM, (Erişim tarihi: 4 Ekim 2018).

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

sonrası yaşanan şaşkınlık ve karmaşada yine İHA’nın gönderdiği anlık görüntülerle arkadan gelen bomba yüklü araçların nerede patlatılacağı tespit edilmiştir. DEAŞ’ın bomba yüklü araçlarla yaptığı intihar saldırıları genel olarak değerlendirildiğinde, meskun mahal muharebelerinde zırhlı araç kullanımının oluşturduğu hassasiyet saldırıların başarı şansını artırdığı, intihar saldırısında hedef olan araçlar arasındaki emniyet mesafesi uygun şekilde ayarlanmadığı takdirde bir bombalı araçla verilen zayiat miktarının daha fazla olduğu görülmüştür. İntihar saldırılarını engellemek için yola kurulan barikatlar ise saldırı vasıtasını durduracak yapıda olmadığından fayda sağlamamıştır. Bombanın patlatılmasıyla ilgili zamanlama kararının araçtaki görüş alanı dar ve psikolojik açıdan heyecanlı bir ruh hali içerisindeki sürücü yerine İHA görüntülerini takip eden operatör tarafından verilmesinin zayiatı üst seviyelere çıkardığı da anlaşılmıştır. Bu zayiatların boyutu öyle bir noktaya ulaşmıştır ki Musul operasyonunun üçüncü safhası olan Doğu Musul operasyonu iki hafta süreyle durdurulmak zorunda kalınmıştır. Sadece Doğu Musul’da 900’den fazla bomba yüklü araçla intihar saldırısı düzenlenmiş ve meskun mahal savaşını yürütmekle sorumlu Irak Altın Birliklerinin kaybı yüzde 40 seviyelerine ulaşmıştır.30 Zayiatların önüne geçmek ve DEAŞ’ın Doğu Musul ile Batı Musul arasındaki hareketliliğini engellemek maksadıyla koalisyon unsurları Dicle Nehri üzerinde bulunan dört köprünün giriş çıkış yollarını bombalamıştır. Ancak eski köprü olarak bilinen ortadaki köprü üzerinden DEAŞ patlayıcı yüklü araçlarını Musul’un batısından doğusuna geçirmeye devam etmiştir. DEAŞ’ın rahat bir şekilde araçlarını sevk edebilmesi IGK’ya verdirdiği zayiatların devam etmesine neden olmuştur. Bu Hevidar Ahmed ve Rebwar Qasim, “Iraq’s Golden Division May Liberate Mosul, But at What Cost?”, Rudaw, 24 Aralık 2016, http://www.rudaw.net/english/middleeast/ iraq/24122016, (Erişim tarihi: 4 Ekim 2018). 30

/

101

102

/

D D S A V E Y E N İ L İ K Ç İ T E R Ö R İ Z M : D E A Ş ’ I N D R O N E S T R AT E J İ S İ

sebeple yeniden planlama amacıyla durdurulan Doğu Musul operasyonu son köprünün de bombalanması ve yeniden planlama yapılması sonrası tekrardan başlamıştır.31

GÖRSEL 18. IRAK’TAKİ KÖPRÜLERİN KOALİSYON HAVA HAREKATIYLA VURULMASI 32

Görsel 18’de Dicle Nehri üzerinde koalisyon tarafından bombalanmış köprüler görülmektedir. Köprüler ele geçirildikten sonra onarımı kolay olması amacıyla tamamen yıkılmamış, sadece DEAŞ’ın araç sevkiyatını engellenmesi amacıyla köprüye çıkan yollar bombalanmıştır. Ancak bu da terör örgütünün şehrin batısından doğusuna intihar aracı sevkiyatını durduramamış, DEAŞ deniz araçları vasıtasıyla şehrin doğu yakasına bomba yüklü araç transfer etmeye devam etmiştir. Bunun da önüne geçebilmek için 31

“Iraq Resumes Mosul Operation after a Two-Week Lull”, Aljazeera, 30 Aralık

2016. “Satellite Imagery: The Cutting of Mosul’s Bridges”, Stratfor, 3 Aralık 2016, https://www.stratfor.com/video/satellite-imagery-cutting-mosuls-bridges, (Erişim tarihi: 4 Ekim 2018). 32

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

koalisyon tarafından DEAŞ’a ait yüzden fazla deniz aracı hava harekatıyla imha edilmiştir.33 İHA ile Saldırı

Keşif/gözetleme ve saldırı koordinasyonu faaliyetlerine ilave olarak DEAŞ taarruz amaçlı İHA kullanmaya başlamıştır. Bu saldırı tarzı mühimmatın modernize edilmiş İHA’lar tarafından taşınması ve önceden belirlenen hedeflerin bu mühimmatla vurulmasını kapsamaktadır. İHA saldırılarında el bombası, roket başlığı ve hafif mühimmat kullanılmaktadır. İHA’nın taşıdığı mühimmatların Irak ve Suriye gibi yerlerde bulunması zor değildir. Bu durum İHA operatörlerine büyük kolaylık sağlamaktadır. Bu saldırılar havan atışlarındaki etkiyi oluşturmamakla birlikte hassas vuruş sağlama özelliğine sahiptir. Bomba yüklü İHA’larla patlayıcı madde bırakarak yapılan saldırılar karşı tarafta kargaşa oluşturmayı amaçlamaktadır. İngilizlerin Irak’taki en üst düzey komutanı olan Tümgeneral Rupert Jones DEAŞ’ın insani olmayan bir şekilde ve hedef gözetmeksizin İHA’ları sivillerin ve güvenlik güçlerinin üzerine patlayıcı madde bırakmak için kullandığını, bu terör tarzının Irak’ta giderek artan bir tehlikeye dönüştüğünü vurgulamıştır.34 Görsel 19’da IGK’ya ait grup halindeki askerlerin üzerine bomba bırakan saldırılar görülmektedir. DEAŞ’a ait video görüntüleri incelendiğinde 40 mm mühimmatın tesirinin az olması sebebiyle bomba yüklü araçlardaki kadar etkili bir saldırı ortaya çıkmadığı anlaşılmaktadır. Ancak gene de bir İHA ve basit bir mekanizmayla IGK’ya personel zayiatı verilmekte ya da personelin yaralanarak çatışma dışı kalması sağlanmaktadır. Saldırı sonrası saldırının yapıldığı bölgede bulunan birliklerde kargaşa yaşandığından zırhlı araçlar Christopher Woody, “Watch a US-Led Airstrike Wipe Out an ISIS Escape Route Amid the Fighting in Mosul”, Business Insider, 23 Ocak 2017, http://www.businessinsider. com/us-led-airstrike-isis-escape-boats-tigris-mosul-2017-1, (Erişim tarihi: 4 Ekim 2018). 33

34 Larissa Brown, “British General Issues Warning over Jihadis’ Death Threat from Drones after ISIS Use Them to Drop Grenades on Civilians”, Daily Mail, 17 Şubat 2017.

/

103

104

/

D D S A V E Y E N İ L İ K Ç İ T E R Ö R İ Z M : D E A Ş ’ I N D R O N E S T R AT E J İ S İ

ve tüm personel kaçmaya başlamaktadır. Bazı saldırılarda DEAŞ bu tür kargaşa ortamını çoklu saldırı gerçekleştirmek amacıyla kullanmış ve İHA ile yapılan bombalı saldırı sonrası kaçmaya çalışan birliğe yine İHA ile koordine edilen bomba yüklü araçla intihar saldırısı gerçekleştirilerek verilen zayiat miktarı arttırılmıştır. GÖRSEL 19. IGK ASKERLERİ ÜZERİNE BIRAKILAN MÜHİMMATLAR

Görsel 20’de DEAŞ tarafından gerçekleştirilmiş bir başka saldırı görülmektedir. Bu saldırı toplu halde bulunan askerlere değil IGK’ya ait bir tanka gerçekleştirilmiştir. Patlamanın tesirinin ne kadar düşük olduğu görselden anlaşılmaktadır. İHA’dan bırakılan mühimmat tankların veya zırhlı araçların zırhını delecek güçte olmamakla birlikte bahse konu araçları onarım maksadıyla savaş dışı bırakabilmektedir. Görsel 21’de ise kullanılan patlayıcı sayesinde yüksek harekat kabiliyetli bir araç etkisiz hale getirilmiştir.35 GÖRSEL 20. IGK’YA AİT TANKA İHA İLE YAPILAN SALDIRI

35 “‫”داعــش يســتخدم طائــرة بــدون طيــار و يقصــف دبابــة عراقيــة‬, Al Mursed, https://al-marsd. com/108792.html, (Erişim tarihi: 4 Ekim 2018).

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

GÖRSEL 21. DEAŞ’A AİT VİDEODAN GÖRÜNTÜ

GÖRSEL 22. SURİYE’DE ELE GEÇİRİLEN İHA ÜZERİNDEN ÇIKAN ROKET BAŞLIĞI

Aynı saldırı tipi DEAŞ tarafından Irak’ın yanı sıra Suriye’de rejime karşı Deyrizor’da, PYD/PKK’ya karşı da Rakka’da kullanılmaktadır. Ancak Suriye’de ele geçirilen bazı İHA mühimmatlarında Irak’takilerden farklı olarak RPG-7 roket başlığının ele geçirildiği bildirilmiştir.36 Bu da DEAŞ tarafından Suriye’de daha ağır ve daha etkili mühimmatın İHA’larda kullanılmaya başlandığını gösterIvan Yakovlev, “Syrian Army Shoots Down 3 ISIS Drones Loaded with Bombs in Deir Ezzor”, AMN, 12 Aralık 2016, https://www.almasdarnews.com/article/pictures-syrian-army-shoots-3-isis-drones-loaded-bombs-deir-ezzor, (Erişim tarihi: 4 Ekim 2018). 36

/

105

106

/

D D S A V E Y E N İ L İ K Ç İ T E R Ö R İ Z M : D E A Ş ’ I N D R O N E S T R AT E J İ S İ

mektedir. Ancak bu imkan ve kabiliyetlerin Irak’ta şu ana kadar kullanıldığına dair herhangi bir kayda rastlanılmamıştır. Özellikle Rakka operasyonu sırasında aynı Musul’daki gibi İHA’lar kullanılmaya devam etmiştir. Görsel 23’te Rakka operasyonu sırasında Tabka Barajı’ndan çıkarma yapan PYD/PKK unsurlarına yapılan İHA saldırıları görülmektedir. GÖRSEL 23. DEAŞ’A AİT VİDEODAN GÖRÜNTÜ

DEAŞ tarafından Musul’da başarılı bir şekilde uygulanan İHA programı Rakka’da PYD/PKK terör örgütüne karşı da devreye sokulmuştur. ABD’nin her türlü desteğine rağmen DEAŞ’ın İHA’ları bir saldırı aracı olarak kullanması engellenememiştir. PYD/PKK unsurları Rakka’ya doğru ilerlerken İHA’lar arazinin açık olması sebebiyle keşif/gözetleme ve EYP bırakma amacıyla kullanılmıştır. PYD/PKK unsurlarının Rakka şehir merkezine girmesiyle İHA’larla koordine edilen intihar saldırıları artmıştır. Şehir merkezinin sağladığı doğal kamuflaj nedeniyle intihar saldırısı aracının son ana

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

kadar fark edilememesi ve bu sayede PYD/PKK’ya verilen zayiatın artmasına paralel olarak Rakka operasyonu da yavaşlatılmıştır. Personel zayiatının oluşturduğu boşluk ise PYD/PKK tarafından 18 yaşından küçüklerin çocuk savaşçı olarak kullanılmasıyla kapatılmaya çalışılmıştır. DEAŞ, İHA’ları Suriye’de rejim unsurlarına karşı da kullanmaya devam etmiştir. Özellikle yaptığı nokta saldırılarıyla normal şartlarda 40 mm mühimmatın oluşturacağı etkinin çok üzerinde patlamalar gerçekleştirmiştir. Görsel 24’te sadece 1 adet İHA ve 2 adet 40 mm EYP kullanılarak Deyrizor’da rejime ait çok büyük bir cephaneliğin kullanılmaz hale getirildiği görülmektedir. Ekim 2017 içerisinde gerçekleştirilen saldırılarda meydana gelen patlamalar ve cephanelik yangını bir günden fazla sürmüştür. GÖRSEL 24. DEAŞ’A AİT VİDEODAN GÖRÜNTÜ

Anlaşıldığı üzere havadan saldırı amaçlı İHA’lar DEAŞ tarafından hem Suriye hem de Irak’ta etkin olarak kullanılmıştır. Bazı durumlarda 5 İHA’dan oluşan paketler halinde saldırı gerçekleştirilmiştir.37 İHA tehdidine karşı ABD birlikleri DEAŞ’ın İHA’ları nasıl kulDavid Martin, “ISIS Drones Disrupt US- Backed Iraqis’ Fight for Mosul”, CBS News, 25 Şubat 2017, http://www.cbsnews.com/news/isis-drones-disrupt-us-iraqis-fight-mosul, (Erişim tarihi: 4 Ekim 2018). 37

/

107

108

/

D D S A V E Y E N İ L İ K Ç İ T E R Ö R İ Z M : D E A Ş ’ I N D R O N E S T R AT E J İ S İ

landığını gözlemlemekte ve dersler çıkartmakta ayrıca asimetrik savaş doktrinine bununla ilgili hususları titizlikle aktarmaktadır. DEAŞ’ın sürü halinde uçabilen İHA teknolojisine karşı ABD tarafından sahada kullanılan bazı taktik araçlara anti-İHA sistemleri yerleştirilmeye başlanmıştır.38 İHA’lar vasıtasıyla bomba bırakılarak yapılan saldırılar özellikle Batı Musul operasyonu sırasında artış göstermiştir. Sadece Batı Musul operasyonunun ilk gününde DEAŞ tarafından 72 İHA saldırısı, ikinci gününde ise 53 İHA saldırısı gerçekleştirilmiştir.39 Doğu Musul’da DEAŞ’ın yoğun saldırıları sonrası ise operasyona ara verilmek zorunda kalınmıştır. Batı Musul’da da DEAŞ’ın gösterdiği direniş karşısında operasyon mecburen yavaşlatılmıştır.40 DEAŞ bu yeni imkan kabiliyeti sayesinde uçakları olmamasına karşın havadan da saldırı gerçekleştirme kabiliyeti elde etmiştir. DEAŞ bu imkanla kamufle edilen EYP saldırılarından İHA ile yönlendirilen EYP yüklü araç saldırılarına geçmiş ve sonrasında da havadan bırakılan EYP’lere geçişle eylemlerine yeni bir boyut kazandırmıştır. Bu yeni boyut diğer devlet dışı aktörler tarafından geliştirilerek kullanılmaya devam etmektedir. Suriye İdlib bölgesindeki muhalifler tarafından Rusya’nın Hmeymim Hava Üssü ve Tarsus Deniz Üssü’ne yapılan 13’lü paket İHA saldırısı bunun en çarpıcı örneklerinden biridir.41 Saldırıda kullanılan sabit kanatlı İHA’lara ait görseller Rusya tarafından saldırı sonrası paylaşılmıştır. Görseller üzerinde 38 Jen Judson, “DRONE Warfare in Mosul Shapes US Army Training to Defeat Airborne Threats”, Defense News, 14 Mart 2017, http://www.defensenews.com/articles/drone-warfare-in-mosul-shaping-us-army-training-to-defeat-airborne-threats, (Erişim tarihi: 4 Ekim 2018).

Richard Sisk, “US ‘Jammer’ Curbs ISIS Drone Threat in Mosul Battle”, Military, 8 Mart 2017, https://www.defensetech.org/2017/03/08/jammer-curbs-isis-drone-threat-mosul, (Erişim tarihi: 4 Ekim 2018). 39

40 “ ‫ “القــوات العراقيــة تســتأنف عملياتهــا ضــد داعــش فــي غــرب الموصــل‬,‫”أكاديميــة‬, DW Arapça, 27 Mart 2017, https://goo.gl/nULcSw, (Erişim tarihi: 4 Ekim 2018). 41 Vladimir Isachenkov, “Whose Drones did the Russian Military Capture in Syria?”, Military Times, 11 Ocak 2018, https://www.militarytimes.com/flashpoints/2018/01/11/ whose-drones-did-the-russian-military-capture-in-syria, (Erişim tarihi: 4 Ekim 2018).

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

teknik inceleme yapıldığında bu İHA’ların daha önce DEAŞ’ın kullandıklarına benzemekte olduğu ve kanatlarında Musul’da kullanılan sabit kanatlı İHA’lar gibi sürtünmeyi azaltmak için birçok bant kullanıldığı tespit edilmiştir. Ancak bu saldırıda kullanılan İHA’lar gövdesine monte edilen yakıt tankı sayesinde çok daha uzak mesafe katedebilecek şekilde tasarlanmıştır. Sabit kanatların altına 10 adet EYP yerleştirilebildiği ve bu EYP’lerin –EYP’lerin asılı bulunduğu çubuk ucundaki motor sayesinde– aynı anda bırakılabilecek şekilde tasarlandığı görülmektedir.42 GÖRSEL 25. HMEYMİM HAVA ÜSSÜ VE TARSUS DENİZ ÜSSÜ’NE YAPILAN ÇOKLU İHA SALDIRISI

İHA’ların iniş takımları ve kamerasının olmayışı tek kullanımlık tasarlandıklarını, herhangi bir propaganda amacı güdülmediğini göstermektedir. Saldırı yönteminde savaş uçakları gibi yüksek de42 Nick Waters, “The Poor Man’s Air Force? Rebel Drones Attack Russia’s Airbase in Syria”, Bellingcat, 12 Ocak 2018, https://www.bellingcat.com/news/mena/2018/01/12/ the_poor_mans_airforce, (Erişim tarihi: 4 Ekim 2018).

/

109

110

/

D D S A V E Y E N İ L İ K Ç İ T E R Ö R İ Z M : D E A Ş ’ I N D R O N E S T R AT E J İ S İ

ğerli hedeflerin seçilmesi ve çoklu İHA kullanımı saldırı öncesinde iyi bir planlamanın yapıldığının ipuçlarını vermektedir. Nitekim yapılan saldırı sonrası İHA’lar etkisiz hale getirilse de43 Rusya’ya ait en az iki SU-24 savaş uçağı zarar görerek çatışma dışı kalmıştır. İHA’ların bomba bırakma haricinde kullanılabileceği bir diğer saldırı yöntemi kamikaze saldırısıdır. DEAŞ tarafından şimdiye kadar bu tarz bir saldırı sadece bir kez yapılmıştır. Bu saldırıda sabit kanatlı İHA’nın gövdesine yüklenen yaklaşık 5 kilogramlık EYP ile Musul’daki IGK birliklerine kamikaze saldırısı gerçekleştirilmiştir. Bahse konu saldırı Görsel 26’da görülmektedir. GÖRSEL 26. DEAŞ’A AİT VİDEODAN GÖRÜNTÜ (KAMİKAZE SALDIRISI)

İran tarafından da kamikaze İHA’ları üzerinde çalışma yapılmıştır. Basra Körfezi’nde ABD savaş gemilerine karşı bu tarz bir kamikaze saldırısının İran İHA’ları tarafından gerçekleştirilebileceğine dair düşünce yine CENTCOM komutanı Votel tarafından Senatodaki açıklamasında dile getirilmiştir. Votel’e göre Devrim Muhafızlarının donanma kısmında kamikaze İHA’larının İran’ın envanterine girdiği ve bunun bölgedeki Amerikan gemilerine tehdit oluşturabileceği belirtilmiştir.44 “Russia Takes Aim at US Over Series of Syria Drone Attacks”, Moscow Associated Press, 9 Ocak 2018, https://www.usnews.com/news/world/articles/2018-01-09/russiatakes-aim-at-us-over-series-of-syria-drone-attacks, (Erişim tarihi: 4 Ekim 2018). 43

44 Rowan Scarborough, “Iran Deploys Jamming Device to Counter Drones”, The Washington Times, 12 Mart 2017.

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

GÖRSEL 27. İRAN VE HUSİLERE AİT KAMİKAZE İHA’LARI

Görsel 27’de İran’a ait kötü hava koşullarında çalışabilen, gece uçuşu yapabilen, saatte 250 kilometre hızla 3 bin metre irtifaya kadar çıkabilen kamikaze İHA’sı görülmektedir.45 Görselin ikinci kısmında Husiler tarafından kullanılan İHA yer almaktadır. Bu İHA’nın Husilere İran tarafından ve Suudilerin Patriot füze rampalarına kamikaze saldırısı düzenlemesi amacıyla verildiği düşünülmektedir.46 Anlaşıldığı üzere her geçen gün İHA’ların saldırı amaçlı olarak kullanım şekilleri çeşitlenmekte ve bunu kullanan hem devlet hem de devlet dışı aktörlerin sayısı artmaktadır. Propaganda Amaçlı İHA Kullanımı

DEAŞ, İHA’ları medyada propaganda amaçlı yayımladığı videoları çekmek için de kullanmaktadır. Başarılı bir şekilde gerçekleştirilmiş olan intihar saldırılarının havadan çekilmiş görüntüleri propaganda amaçlı olarak medya ve sosyal medyaya servis edilmekte, başarısız olanlar ise gösterilmemektedir. Tüm görüntüler özellikle gençleri etkilemek amacıyla internete verilmeden önce bilgisayar oyunu havasında düzenlenmektedir. Bu düzenleme yapılırken İHA’lardan üç şekilde faydalanılmaktadır:

45

Kim Hjelmgaard, “Iran’s Navy Touts ‘Suicide Drone’”, USA Today, 26 Ekim 2016.

Tyler Rogoway, “Suicide Drones Have Migrated to the Conflict in Yemen”, The Drive, 24 Mart 2017, http://www.thedrive.com/the-war-zone/8586/suicide-drones-have-migrated-to-the-conflict-in-yemen, (Erişim tarihi: 4 Ekim 2018). 46

/

111

112

/

D D S A V E Y E N İ L İ K Ç İ T E R Ö R İ Z M : D E A Ş ’ I N D R O N E S T R AT E J İ S İ

1. Saldırı anı ile saldırı anına kadar olan kısmın görüntülerinin çekilmesi 2. Saldırı sonrası verilen zayiatın boyutları ve güvenlik güçlerinde yaşanan kargaşanın görüntülerinin çekilmesi 3. DEAŞ tarafından yapılan infazlarda veya çekilen videolarda İHA kullanılarak çekilen görüntünün farklı açılardan yüksek kalite kameralar kullanılarak zenginleştirilmesi Bilgisayar oyunu havasında düzenlenmiş videolar arasında şunlar bulunmaktadır: 1. 14 Kasım 2016’da 26 dakikalık, 11 adet bombalı araçla yapılan intihar saldırısını gösteren “The Promise of Allah” 2. Musul’da bombalı araçla yapılan yirmiden fazla intihar saldırısını gösteren 41 dakikalık “The Procession of Light” 3. 24 Ocak 2017’de yayımlanan, yayımlanmadan önce tanıtım videosuyla reklamı yapılan, içeriğinde intihar bombacılarıyla saldırı öncesi yapılan röportajları ve saldırıları içeren “The Knights of Diwans” 4. 31 Ocak 2017’de yayımlanan, İHA’lardan yapılan bombalı saldırıları içeren “The Lions’ Roar” 5. IGK personeli ve araçlarına İHA’lardan yapılan 20 bombalı saldırıyı içeren “Quiet Shadow” Bahse konu videolardan bazılarıyla ilgili bilgi ve görseller DEAŞ’a ait Al-Naba47 ve Rumiyah48 dergilerinde de yayımlanmıştır. Bu videoların hepsi başarıyla gerçekleştirilmiş saldırıların görüntülerinden seçilerek oluşturulmuştur. Başarılı olanlardan daha fazla başarısız saldırılar da olduğu düşünülürse bu videoları çeke47

Al-Naba, No: 67, 9 Şubat 2017.

Rumiyah dergisinin altıncı sayısında “Knights of Diwans” videosunun reklamı yayımlanmıştır. 48

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

bilmek için birçok saldırı denemesi yapılmış olması gerekmektedir. Bu ise DEAŞ’ın İHA’ları propaganda amacıyla ne kadar planlı ve organize bir şekilde kullandığını göstermektedir. Bu sayede DEAŞ kapasitesinin ne kadar yüksek olduğunu göstermeye çalışmaktadır. Yapılan bu tarz propagandaların diğer terörist gruplara veya şahıslara benzer saldırılar düzenlemek amacıyla ilham verme ihtimali de bulunmaktadır. İHA İLE MÜCADELE YÖNTEMLERİ

DEAŞ tarafından İHA’ların Musul operasyonu sırasında yoğun olarak kullanımı ve verilen zayiatlar neticesinde koalisyon İHA kullanımını engellemek için önlem almaya çalışmıştır. Bu kapsamda bazı İHA’lar tespit edip düşürülmüş ancak yoğun saldırılar neticesinde IGK zayiat vermeye devam etmiştir. IGK’nın keskin nişancıları tespit etmek amacıyla kullandığı İHA’lar ile DEAŞ’ın kullandığı İHA’ların çalışma frekansı aralıkları birbirine çok yakın olması sebebiyle karıştırıcı kullanılması IGK’nın da hareket alanını kısıtlamıştır. Ele geçirilen İHA’ların teknik bilgileri incelendiğinde izledikleri yol ve kalkış noktaları tespit edilerek hedef tespitleri yapılabilmiştir. Son dönemde 11 farklı mevkideki DEAŞ’a ait İHA tesisleri koalisyon hava kuvvetleri tarafından vurulmuştur.49 Ancak tüm bunlar henüz İHA ile etkin mücadele edebilecek bir teknolojinin geliştirilmemiş olması nedeniyle DEAŞ’ın gerçekleştirdiği İHA saldırılarını engellemeye yetmemiştir. İHA’ların radar kesit alanının çok küçük olması sebebiyle radarlarda tespit edilmesi de oldukça zordur. Tüfek gibi ateşli silahlar ile İHA’ya ateş etmek mümkün olmakla beraber atılan merminin –İHA’nın küçük ve uzak mesafede olması sebebiyle– hedefi vurma şansı çok azdır. Ayrıca meskun mahalde bu yöntemin kullanılması istenmeyen yaralanmalara sebep olabilmektedir. Oriana Pawlyk, “Air Force Works to Track ISIS Drones to the Source”, Military, 27 Ocak 2017, http://www.military.com/daily-news/2017/03/06/air-force-works-totrack-isis-drones-to-the-source.html, (Erişim tarihi: 4 Ekim 2018). 49

/

113

114

/

D D S A V E Y E N İ L İ K Ç İ T E R Ö R İ Z M : D E A Ş ’ I N D R O N E S T R AT E J İ S İ

ABD deniz piyade komutanlığının deniz araştırmaları merkezi tarafından İHA’lara karşı karadan lazer enerjisi gönderme suretiyle etkisiz hale getirilmesi üzerinde çalışılmış ancak meskun mahallerde bu yöntemin kullanılmasının insanlar açısından güvenli olmadığı değerlendirilmiştir. Tüm bunlar güvenlik güçlerini İHA ile mücadele için alternatif teknikler aramaya itmiştir. Bu yöntemler arasında ağ silahları, elektronik karıştırma çeşitleri, kartal kullanılarak korunma vb. teknikler bulunmaktadır. Bir sonraki başlıkta bu zamana kadar İHA ile mücadele etmek için geliştirilmiş yöntemlerden bahsedilmektedir. İHA Savunma Silahı

İHA savunma silahı yaklaşık olarak 400 metreden yaklaşan bir İHA’yı etkileyebilmektedir. Pille kullanılmakta ve beş saate kadar kesintisiz çalışabilmektedir. Ağırlığı yaklaşık olarak 7 kilogramdır. İHA savunma silahı İHA’ya gönderilen karıştırıcı sinyali sayesinde operatör tarafından kullanımı engelleyebilmektedir. Bunun için İHA savunma silahı tarafından elektro manyetik dalga karıştırma yapmak amacıyla hedefe gönderilir. İki çeşit karıştırma yapılabilmektedir: İHA ile operatör arasındaki bağlantı kesilerek veya İHA’nın GPS aygıtı etkisiz hale getirilerek. Böylece İHA’nın uzaktan kumanda edilmesi ve patlayıcı maddenin bırakılma işlemi engellenerek İHA’dan meydana gelebilecek zarar minimize edilmektedir. Operatörle bağlantısı kesilen İHA ise kendini koruma moduna alır ve sonuçta üç durum yaşanabilir: 1. Olduğu yerde asılı kalabilir. 2. Kalkış yaptığı noktaya geri dönebilir. 3. Yere düşebilir.50

Batelle Drone Defender şirketinin tanıtım sitesi için bkz. https://www.battelle. org/government-offerings/national-security/aerospace-systems/counter-UAS-technologies/dronedefender, (Erişim tarihi: 4 Ekim 2018). 50

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

GÖRSEL 28. BATELLE DRONE DEFENDER SİLAHI

ABD kara kuvvetlerinde görevli rütbeli bir personel tarafından yapılan açıklamada Washington’ın son dönemde yeni bir teknoloji sayesinde giderek artan bir şekilde İHA düşürdüğü açıklanmıştır. Deniz piyadelerinin Görsel 28’de görülen Batelle Drone Defender adı verilen silahı operasyonlarda denedikleri ve bahse konu sistemle 400 metre mesafeden elektro manyetik dalga kullanılarak İHA’ların operatörle bağlantısını kestikleri belirtilmiştir.51 ABD makamlarınca bahse konu silahtan 100 adet tedarik edilmiş ancak Irak makamlarına bu yeni teknolojiden verilmemiştir. Bu sebeple IGK, İHA ile mücadele etmek için hafif silahlarla doğrudan ateş stratejisini kullanmaya devam etmiştir. Operasyon sahasında görevli bir Iraklı general CBC kanalına yaptığı açıklamada en çok ihtiyaç duydukları teknolojinin anti-İHA teknolojisi olduğunu ancak ABD makamlarının bu teknolojiyi kendileriyle paylaşmadığını belirtmiştir. ABD makamlarınca bunun gerekçesi olarak daha önce IGK’ya verilen harekat kabiliyeti yüksek araçlara kadar birçok teknoloji ve mühimmatların kontrolünün sağlanamaması ve bazılarının kontrolünün terör örgütlerinin eline geçmesi olduğu açıklanmıştır.52 51 Jeff Schogol, “Marines Seek to Destroy Enemy Drones”, Marine Times, 31 Ocak 2017, https://www.marinecorpstimes.com/articles/marines-look-to-defeat-enemy-drones, (Erişim tarihi: 4 Ekim 2018).

Brendan Mcgarry, “Iraq Wants, But Can’t Get, Us Drone Zapper”, Military, 21 Şubat 2017, https://www.defensetech.org/2017/02/21/iraq-wants-us-drone-zapper, (Erişim tarihi: 4 Ekim 2018). 52

/

115

116

/

D D S A V E Y E N İ L İ K Ç İ T E R Ö R İ Z M : D E A Ş ’ I N D R O N E S T R AT E J İ S İ

Irak’taki operasyonların sonuna yaklaşıldığı bir dönemde DEAŞ’ın veya İran’ın eline geçme ve karşı yöntem geliştirilme ihtimalini engellemek maksadıyla yakın gelecekte bahse konu teknolojinin ABD askerleri haricindeki gruplara verilmeyeceği değerlendirilmektedir. Bu teknolojinin dezavantajları arasında silahın normal taşınan bir silahtan daha ağır olması ve pil ömrünün de beş saatle sınırlı kalması sayılabilir. Sabah başlayan bir operasyonun akşam saatlerine kadar sürdüğü göz önüne alındığında zaman kısıtlaması bir handikap ortaya çıkarmaktadır. Ayrıca İHA’nın sinyali karıştırıldıktan sonra geçtiği koruma modlarından biri olan İHA’nın düşmesi ise üzerinde patlayıcı bir madde olması durumunda patlama ve istenmeyen hasarlara yol açma ihtimalini barındırmaktadır. İHA Ele Geçirme Sistemi

Radyo frekansı veya GPS karıştırmasından farklı olarak Department 13 tarafından Mesmer adı verilen İHA ele geçirme sistemi geliştirilmiştir. Mesmer sistemi İHA ile operatör kumandası arasındaki haberleşmeyi dinleyip çözümleyerek İHA’nın kontrolünü ele geçirmeye dayalı bir sistemdir. Antene bağlı bir bilgisayar ve yazılım sayesinde kontrol edilen İHA sistem tarafından tespit edildikten sonra operatörün gönderdiği gibi komut sinyali göndermektedir. Bu yöntem sayesinde ele geçirilen İHA’nın sonra istenen yere emniyetli bir şekilde iniş yapması sağlanabilmektedir. Drone Defender silahından farklı olarak bu teknolojiyle birlikte İHA tamamen ele geçirilebilmektedir.53 GPS sinyalini kesmek ya da operatör kumandasının sinyalini kesmek için karıştırıcı kullanmak İHA’nın bir anda düşmesine ve istenmeyen yaralanmalara sebep olabilmektedir. Bu sistem sayesinde İHA kendini koruma moduna almadan direkt olarak ele geçirilmektedir. Ancak bu sistemin meskun mahalde bir Kelsey D. Atherton, “No One Knows the Best Way to Stop a Drone”, Popular Science, 9 Şubat 2017, http://www.popsci.com/how-to-stop-a-drone, (Erişim tarihi: 4 Ekim 2018). 53

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

savunma tekniği olarak kullanılmasından ziyade şehirdeki önemli binaların terör saldırılarından savunulması amacıyla değerlendirilmesinin daha uygun olacağı değerlendirilmektedir. GÖRSEL 29. MESMER SİSTEMİ54

Anti-İHA Savunma Sistemi

Blighter AUDS (Anti-UAV Defence System) İHA’ları etkisiz hale getirmek için dizayn edilmiştir. Chess Dynamics, Enterprise Control Systems ve Blighter Surveillance System firmaları tarafından ortak olarak geliştirilmiştir. Blighter firmasının A400 serisi KuBand elektronik tarama radarıyla yirmi dört saat boyunca her türlü hava şartında 10 kilometreye kadar İHA’lar tespit edilebilmektedir. Chess Dynamics firması tarafından üretilen elektro optik yönlendirici, kızıl ötesi kameralar ve hedef takip yazılımıyla tespit edilen hedef teşhis ve takip edilebilmektedir. Enterprise firmasının ürettiği elektronik karıştırıcı sayesinde de İHA’lar ele geçirilerek iniş yapmaya zorlanabilmektedir. Anti-İHA savunma sistemleri Irak’ta bulunan ABD birlikleri tarafından Musul’da kullanılmıştır.55 54 Mesmer sistemi ile ilgili olarak www.department13.com sitesindeki tanıtım videoları izlenebilir. 55 Huw Williams, “AUDS Achieves TRL 9, Deploys with US Forces”, 23 Ocak 2017, http://www.janes.com/article/67118/auds-achieves-trl-9-deploys-with-us-forces, (Erişim tarihi: 4 Ekim 2018).

/

117

118

/

D D S A V E Y E N İ L İ K Ç İ T E R Ö R İ Z M : D E A Ş ’ I N D R O N E S T R AT E J İ S İ

GÖRSEL 30. BLİGHTER A400 SERİSİ HAVA RADARI56

ASELSAN da dünyada İHA tehdidine karşı teknoloji üreten firmaların başında gelmektedir. Bu yeni tehdide karşı ASELSAN tarafından geliştirilen “İhtar” sistemi de yukarıda belirtilen konseptte çalışmaktadır. Halihazırda İhtar Anti-Drone Sistemi TBMM ve Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nde kullanılmaktadır.57 Ku-Band antenlerin karmaşık yapıdaki şehir ortamında kullanılması sistemin efektif çalışmasını negatif yönde etkilemektedir. Ayrıca Ku-Band antenlerin çevre ve insan sağlığına verebileceği zararlar bu konu üzerinde etkili bir araştırma yapılmadığı için bilinmemektedir. Bu sebeple şehir ortamında kullanılmaya başlanmadan önce daha fazla geliştirilmesi ve üzerinde araştırma yapılması gereken bir teknoloji olduğu değerlendirilmektedir. Kartal ile İHA Avlama

Halihazırda Avrupa ülkelerinde polis tarafından asayiş amaçlı kullanılmaktadır. Özel yetiştirilmiş kartallar havada gördüğü İHA’ya 56 Antidrone savunma sistemi ile ilgili detaylı bilgi www.blighter.com adresinde ve Blighter AUDS Fact Sheet’te bulunabilir. 57 “TBMM’ye Anti-Drone Sistemi”, T24, 9 Eylül 2017, http://t24.com.tr/haber/ tbmmye-anti-drone-sistemi,436531, (Erişim tarihi: 4 Ekim 2018).

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

bir av olarak saldırarak etkisiz hale getirebilmektedir. Bu yöntemin avantajı kartalın yaklaşan İHA’yı çok uzaktan tespit edebilmesidir.58 Ancak bu yöntem sabit kanatlı İHA’lara karşı kullanılamamakta, sadece çok pervaneli İHA’lara karşı istimal edilebilmektedir. Ayrıca DDSA’lara karşı kullanılmasının efektif olmayacağı değerlendirilmektedir. İHA’ya yüklenen EYP’lerin patlatılması sonucu kartallar zayi olabilecektir. İHA ve EYP bulmada sıkıntı olmamakla birlikte eksilen eğitilmiş kartalın yerinin doldurulması bir kartalın eğitim süresinin yaklaşık sekiz ay sürdüğü göz önüne alınırsa bir süre sonra zorlaşmaya başlayacaktır. Diğer taraftan birden fazla İHA saldırısına karşı ise etkisiz kalacak bir savunma yöntemidir.

GÖRSEL 31. KARTAL KULLANARAK BİR İHA’NIN ETKİSİZ HALE GETİRİLMESİ

Ağ ile İHA Yakalama

Bir İHA’yı ağla etkisiz hale getirme de İHA savunma yöntemlerinden birisidir. Bu yöntem ikiye ayrılmaktadır: Başka bir İHA yardı-

58 “Where Eagles Dare: French Military Using Winged Warriors to Hunt Down Rogue Drones”, Foxnews, 22 Şubat 2017, http://www.foxnews.com/world/2017/02/22/ where-eagles-dare-french-military-using-winged-warriors-to-hunt-down-rogue-drones. html, (Erişim tarihi: 4 Ekim 2018).

/

119

120

/

D D S A V E Y E N İ L İ K Ç İ T E R Ö R İ Z M : D E A Ş ’ I N D R O N E S T R AT E J İ S İ

mıyla ağ kullanarak tehdit olarak algılanan İHA’yı etkisiz hale getirmek59 veya bir silah yardımıyla atılan ağ60 ile İHA’yı yakalamak. Görsel 32’de gözüken ağ ile İHA yakalama yöntemi çok pervaneli İHA’lar için kullanılabilir olup sabit kanatlı İHA’lar için istimal edilebilecek bir yöntem değildir. Ayrıca ağ ile avlama yapacak İHA için deneyimli bir operatöre ihtiyaç duyulmaktadır. Omuzdan Skywall 100 silahıyla fırlatılan ağın İHA yakalama mesafesi ileriye doğru 100 metredir. Buna binaen 200 metre yüksekten uçarak bomba bırakan İHA’lar için kullanılamayacaktır. Her iki avlama metodu çoklu İHA saldırıları için kullanıma uygun değildir. Bu tarz İHA önleme metotları, belli bir mesafeye kadar yaklaşan ve çıplak gözle görülebilen tek bir İHA için etkili olabilecek yöntemlerdir.

GÖRSEL 32. AĞ İLE İHA YAKALAMA YÖNTEMLERİ

SONUÇ

Birinci Dünya Savaşı sırasında uçaklar düşman cephe hattının ve cephe hattı gerisinin fotoğraflarının çekilmesi suretiyle istihbarat toplama amaçlı kullanılmıştır. İlk uçakların taşıyabileceği mühimmat o kadar sınırlıdır ki saldırı amaçlı kullanılması çok tercih ediDamien Gayle, “The Drone Catcher: Flying Net is Designed to Stop Terrorists from Flying Bomb-Laden Gadgets into Nuclear Power Stations”, Daily Mail, 10 Şubat 2015. 59

Kelsey D. Atherton, “SkyWall is a New Anti-Drone Net Bazooka for Police”, Popular Science, 7 Mart 2016, http://www.popsci.com/skywall-is-an-anti-drone-net-bazooka, (Erişim tarihi: 4 Ekim 2018). 60

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

len bir yöntem değildir. Ancak uçak teknolojisinin hızlı gelişimi İkinci Dünya Savaşı’nda uçakların bambaşka bir şekilde karşımıza çıkmasını sağlamıştır. Günümüzde de DEAŞ keşif/gözetleme amacıyla başlattığı İHA programını geliştirerek saldırı amaçlı kullanmaya başlamıştır. Basit bir şekilde oyuncak mağazasından temin edilen İHA’lar titiz bir şekilde test protokollerine tabi tutularak ve modernize edilerek çatışma sahasında taktik seviyede kullanılmıştır. DEAŞ yoğun baskı altında bile bu teknolojik yeniliklerini geliştirmeye devam etmiştir. Böylece yapılan modernize işlemleri sayesinde hobi amaçlı değerlendirilen bir İHA ölümcül amaçlar için kullanılmaya başlamıştır. Maliyeti birkaç yüz dolarla sınırlı olmakla birlikte doğru patlayıcı kullanıldığı takdirde milyon dolarlık araçların kullanılamaz duruma gelmesine, personel zayiatına ve en önemlisi oluşturduğu psikolojik baskıyla sahadaki personelin moral motivasyonunun düşmesine sebep olmuştur. Önümüzdeki dönemde özellikle Irak ve Suriye’deki operasyonlar ilerledikçe ve Telafer, Havice, Deyrizor gibi şehir kuşatmaları devam ettikçe koalisyon ya da güvenlik kuvvetleri tarafından etkisiz hale getirilen İHA’ların yerlerine yenilerinin koyulamayacağı ve İHA saldırılarının azalacağı beklenebilir. Ancak DEAŞ’ın İHA’ları yeni bir silah olarak kullanmaya başlaması ve bunda başarılı olması yeni bir tehdidin sinyallerini vermektedir. Bu tehdidin kullanımı giderek yayılmaktadır. Halihazırda İHA’lar saldırı amaçlı Ortadoğu’da ve Ukrayna’da kullanılmaktadır. İHA kullanımı Musul’un hem doğusu hem de batısındaki operasyonların ilerleyişini etkileyen faktörlerden biri olmuştur. İHA’ların başarılı bir şekilde sahada test edilmesi onların başka aktörler tarafından da kullanılmasına sebep olmuştur. DDSA’lardan Haşdi Şabi, Hizbullah, Suriyeli muhalifler, Husiler ve Ukrayna’daki Rus destekli ayrılıkçılar61 İHA teknolojisini kullanmaya başlamıştır. DDSA’ların dışında İran, Irak 61

Will Skowronski, “The Drone Wars”, Air Force Magazine, (Şubat 2017), s. 31-33

/

121

122

/

D D S A V E Y E N İ L İ K Ç İ T E R Ö R İ Z M : D E A Ş ’ I N D R O N E S T R AT E J İ S İ

ve Rusya da bu teknolojiyi kullanmaya başlamıştır. Çok yakın bir gelecekte silah ve patlayıcılarla donatılmış İHA’lar dünya genelinde güvenlik güçlerinin yüzleşmesi gereken bir problem olarak karşılarına çıkacaktır. İstanbul’da Reina saldırganı yakalandığında evinden çıkan malzemeler arasında iki adet İHA olduğu unutulmamalıdır.62 Bu Avrupa’da bulunan ya da geri dönmüş yabancı terörist savaşçılar tarafından İHA’ların bir saldırı metodu olarak tercih edilebileceğini göstermektedir. İHA saldırılarının yarattığı etkiler ve Batı ülkelerinde İHA’ların yaygın olarak kullanılıyor olması dikkate alınması gereken bir durumdur. Ayrıca PYD/PKK da Suriye’nin kuzeyinde DEAŞ ile girdiği mücadele sonrası bu teknolojiyi bir saldırı aracı olarak kullanmayı öğrenmiş ve Türkiye’ye karşı kullanma hazırlığı içerisine girmiştir. Bu kapsamda Ağustos 2017 içerisinde Suriye sınırında bulunan Türkiye Cumhuriyeti karakollarından birine İHA ile EYP bırakarak ilk saldırısını gerçekleştirmiştir.63 Görüldüğü gibi her iki terör örgütü de İHA’ları saldırı aracı olarak Türkiye’ye karşı kullanma isteği içerisindedir. Bu sebeple Türkiye’nin bu yeni silaha karşı mücadele yöntemlerini hızla geliştirmesi gerekmektedir. Terörist organizasyonlar tarafından bu tarz teknolojilerin kullanılması ve geliştirilmesi güvenlik güçleri tarafından yapılacak olan planları ve operasyonları tehlikeye düşürebilecektir. Patlayıcı yüklü İHA’ların kalabalık bölgelerde kullanımı en büyük tehditlerden biridir. Bu tarz İHA kullanımı açık alanlarda yapılan spor organizasyonlarında, politik veya kültürel faaliyetlerde alınan konvansiyonel güvenlik tedbirlerini kolayca aşabilecektir. Kalabalık ortamlarda yaratılacak bir panik İHA ile bırakılan patlayıcının etkisinden çok daha fazla olacaktır. 62 “Reina Saldırganı Teröristin Yakalandığı Evden 2 Drone Çıktı”, Hürriyet, 17 Ocak 2017. 63 “Terör Örgütü PKK’nın Bomba Yüklü Drone’u Düşürüldü”, Habertürk, 13 Kasım 2017.

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

İHA tehlikesi ancak teknolojik gelişmelere bağlı olarak azaltılabilecektir. Buna karşın halihazırda tam olarak İHA’larla mücadele edebilecek bir anti-İHA sistemi geliştirilememiştir. İHA teknolojisi ise hızlı bir şekilde ilerlemeye devam etmektedir. Özellikle tek bir operatörle kumanda edilebilen İHA sayısı her geçen gün artmaktadır. İleride gece görüş imkanlarının gelişmesi tehlikenin boyutunu daha da artıracaktır. İHA’nın uçtuğu yükseklik, tam şarjla uçma mesafesi, hızı ve taşıyabildiği mühimmatın ağırlığı da artmaya devam edecektir. Eğer 200 dolarlık bir İHA’nın milyon dolarlık bir füzeyle vurulması istenmiyorsa çıplak gözün görmesine dayalı savunma mekanizmasından ziyade daha konvansiyonel bir anti-İHA teknolojisi geliştirilmelidir. Gözle tespit mesafesi yaklaşık 100 metre, İHA’nın çıkardığı sesin tespit edilme mesafesi ise 40 metredir. Bu mesafeler tehdidi bertaraf etmeye yetebilecek uzaklıklar değildir. Bu sebeple İHA’nın radar kesit alanı küçük olsa bile en az bin metreye kadar tespit imkanı sunabilecek radar sistemlerinin geliştirilmesi gerekmektedir. Bu sistemlerin biri sabit diğeri ise seyyar olmak üzere iki kullanım alanı olmalıdır. Sabit olan şehir içinde önemli yerlerin korunmasına dönük olarak yerleştirilmeli, seyyar olan ise önemli şahısların intikali sırasında muhtemel suikastlara karşı kullanılmak üzere geliştirilmelidir. Ayrıca seyyar olan sistemler istenildiği ya da terör tehdidi duyumu alındığı takdirde düzenlenen önemli etkinliklerde de etkinlik mahalline konuşlandırılabilecektir. Bu kapsamda yapılması gerekenler şu şekilde sıralanabilir: 1. Cumhurbaşkanlığı Külliyesi, Meclis binası dışında kalan Anıtkabir, Kuvvet Karargahları vb. önemli mekanların tespit edilmesi ve buralara kurulacak sabit sistemlere dönük çalışma yapılması 2. Taşıması/montesi kolay etkili seyyar sistemlerin önemli kişilerin intikallerinde kullanılmak üzere temin edilmeye başlanması

/

123

124

/

D D S A V E Y E N İ L İ K Ç İ T E R Ö R İ Z M : D E A Ş ’ I N D R O N E S T R AT E J İ S İ

3. DEAŞ’ın aylar öncesinden İHA temin etmeye başladığı göz önüne alındığında ticari piyasadaki İHA satışında toplu alımların engellenmesi için yakından takip edilmesi 4. Askeri güvenlik bölgeleri ve milli güvenlik bakımından hassasiyet arz eden kurum ve kuruluşlar üzerinde izinsiz olarak uçuş yapılmasının, fotoğraf ve film çekilmesinin engellenmesi, terör örgütü mensuplarınca hassasiyet arz eden kurum ve kuruluşlarla güvenlik güçlerine karşı bombalı saldırı ve keşif amaçlı eylemlerde kullanılması ihtimaline binaen bu tür hava araçlarının satın alınması ve temin edilmesinin belirli bir izne bağlanması64 5. 500 gram-4 kilogram arasındaki (İHA0 kategorisi)65 İHA’ları satın alan kişinin de –diğer kategorideki İHA’larda olduğu gibi– kayıt işlemine tabi tutulması Bu makalede sadece İHA teknolojisi üzerine odaklanılmıştır. Ancak geleceğin savaş konsepti insansız robotik araçlar üzerinden şekillenecektir. Bu sebeple hem savunma hem saldırı amaçlı bu konsepte dönük teknoloji geliştiremeyen ülkeler bir çatışma anında en fazla zarar gören ülkeler olacaktır.

64 T.C. Hakkari Valiliğinin 22 Şubat 2016 tarihli, 24222997-705.02 sayılı ve “İHA veya Drone ile Motorlu Çok Hafif Hava Araçlarının Kullanımı” konulu yazısı gereği terör örgütü mensuplarınca hassasiyet arz eden kurum ve kuruluşlarla güvenlik güçlerimize karşı bombalı saldırı ve keşif amaçlı eylemlerde kullanılmasının engellenmesi amacıyla her türlü drone kullanımı izne bağlanmıştır. Ayrıca valilik ve kaymakamlık binaları, askeri bölge, bina, tesisler ve lojmanlar, adliye binaları ve lojmanları, emniyet bina, tesis ve lojmanları, hava limanı ve çevresi, kamu kurum ve kuruluşlarına ait bina, tesis ve lojmanlar üzerinde kullanılması yasaklanmıştır. 65 Türkiye Cumhuriyeti İnsansız Hava Aracı Sistemleri Talimatı’nda İHA’lar dört kategoride gruplandırılmıştır: a) İHA0: Azami kalkış ağırlığı 500 gram (dahil)–4 kilogram aralığında olan İHA’lar, b) İHA1: Azami kalkış ağırlığı 4 kilogram (dahil)–25 kilogram aralığında olan İHA’lar, c) İHA2: Azami kalkış ağırlığı 25 kilogram (dahil)–150 kilogram aralığında olan İHA’lar, ç) İHA3: Azami kalkış ağırlığı 150 kilogram (dahil) ve daha fazla olan İHA’lardır. DEAŞ tarafından yoğun olarak kullanılan çok pervaneli drone’ların ağırlığı 1-3 kilogram arasındadır.

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

DÜZENSİZ SAVAŞ, AYAKLANMA VE TERÖRİZMİN ÇATIŞMA KAVRAMI NECDET ÖZÇELİK* GİRİŞ

Silahlı çatışmalar halk, coğrafya, hava koşulları ve savaşan aktörlerden meydana gelen ve birbirini etkileyen unsurların içinde yer aldığı çevrelerde gelişir. Çatışma zamanla çevre unsurlarının da ötesine geçer ve çatışma çevresi çatışmanın yoğunluğuyla şekillenir; barışçıl rekabet sürecindeki çatışmalar, düşük yoğunluklu çatışma ve savaş çatışma çevresindeki doğal olmayan unsurlar üzerinde değişken davranışlar yaratır. Barışçıl rekabetlerde doğrudan şiddet yer almasa da bunun yerine casusluk ve örtülü faaliyetler çatışma karakterini belirleyen davranışlar olarak bilinir. Barışçıl rekabetlerdeki çatışmanın daha yoğun çatışma karakterine ya da savaşa evrilme potansiyeli de oldukça yüksektir. Savaşın çatışmaya bağlı her duruma bir çözüm getirmesi beklenir ancak savaş çatışmaya nihai bir çözüm getirme yeteneğine sahip değildir. Zira savaşla birlikte güvenlik durumu hem daha kötüleşmekte hem de siyasi, ekonomik sosyal tartışmalar yerini muhafaza etmektedir. Dolayısıyla savaşın da daha düşük yoğunluklu çatışma karakterine bürünmesi kuvvetle muhtemeldir. Öyle ise düşük yoğunluklu çatışma barışçıl rekabetler ile savaş arasında bir yere konumlandırılarak rutin barışçıl rekabet ve savaş arasındaki geçişken bir alanın konusu yapılabilir. Şiddet düzensiz savaşlarda çatışan tarafların tartışma aracı olarak konvansiyonel savaş uygulamalarıyla kıyas edildiğinde daha küçük ölçekte gerçekleşir. Ancak toplumun barışçıl alanları tükendikçe düzensiz savaşlarda sivil savaş koşulları gibi şiddet varyasyonlarında bir artış meydana gelir. Savaş ile şiddet arasında doğrusal bir ilişki olsa da düzensizlik içindeki şiddet daha viable’dır. Stathis *

/

125

126

/

D Ü Z E N S İ Z S AVA Ş , AYA K L A N M A V E T E R Ö R İ Z M İ N Ç AT I Ş M A K AV R A M I

N. Kalyvas savaşta şiddetin ikiye katlandığını (decoupled) tartışırken savaştaki şiddetin meşrutiyetini de irdelemektedir.1 “Nevertheless, there is no clear explanation of the subtle violence in the irregular war.” Konvansiyonel savaşların ölçeği savaştaki şiddet algısını büyütebilir fakat düzensiz ortamın belirsiz atmosferi silahlı çatışmayı bu ortamda daha viable hale getirir. Kalyvas düzensizlik içindeki şiddetin problemlerini toplumdaki hasmane bölünmeler, sosyal mutabakatın olmaması ve şiddet gücündeki makro ve mikro seviyeler arasındaki fark ile açıklamaktadır.2 Uppsala Üniversitesi’nin Barış ve Çatışma Araştırmaları Bölümü silahlı çatışmaları tarif etmek için beş unsura ihtiyaç duyulduğunu ifade etmektedir:3 Silahlı bir gücün kullanımı birincil unsur olarak belirlenirken bir yılda çatışma kaynaklı en az 25 ölümün gerçekleşmesi de ikinci unsur olarak kabul edilmektedir. Üçüncü olarak göz önünde bulundurulan unsur ise savaşan tarafların hükümet ve muhalefet teşkilatı şeklinde iki temel gruba ayrılmasıdır. Devlet ise kontrolü altında bulundurduğu topraklar üzerindeki egemenlik haklarından dolayı silahlı çatışmaların dördüncü unsuru olarak görülmektedir. Beşinci ve sonuncusu olan uyumsuzluk unsuru ise otoritenin yetersizliği olarak gösterilmektedir. Düşük Yoğunluklu Çatışma (DYÇ) devletlerin birbiriyle ya da gruplarla konvansiyonel savaşın altında ve rutin, barışçıl rekabetlerin üzerinde yürütüldüğü politik-askeri bir çatışmadır.4 Savaşın tahrip edici sonuçları devlet ordularını çatışma yoğunluğu barışçıl rekabetten daha üst seviyeye yülseltilirken doğrudan konvansiyo1 Stathis N. Kalyvas, The Logic of the Violence in Civil War, (Cambridge University, New York: 2006), s. 20. 2

Kalyvas, The Logic of the Violence in Civil War.

“Definition of Armed Conflict”, Uppsala Universitet, Department of Peace and Conflict Research, http://www.pcr.uu.se/research/ucdp/definitions/definition_of_armed_ conflict, (Erişim tarihi: 11 Ocak 2017). 3

4 The Headquarters of U.S. Army, FM 100-20 Military Operations in Low Intensity Conflict, s. 1-1

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

nel savaş yapmak yerine DYÇ araçlarını kullanmaya zorlamaktadır. Bununla birlikte devlet orduları kendilerinden daha güçlü konvansiyonel bir orduyla savaşmak zorunda kaldığında ise konvansiyonel olmayan yöntemleri tercih edebilmektedir. DYÇ ortamı barış ile savaş arasındaki keskin farkın görüldüğü ve çatışmanın çeşitli yöntemlerle sürdüğü dönem olarak da ifade edilebilir. Yöntemsel çeşitlilik savaşın düzensizliğine katkı sunan çatışmanın sürdürülebilirliğini de doğrudan etkilemektedir. Daha da önemlisi şiddet kullanan aktörlerin çokluğu ve durumu savaştaki düzensizliği belirleyen temel koşulları oluşturmaktadır. Eric T. Olson ayaklanmayla mücadelede dengeli bir yaklaşımın benimsenmesinin gerekli olduğunu savunmaktadır.5 Olson askeri, paramiliter ve sivil faaliyetlerin birbiriyle bütünleştirilerek meydana getirilecek bir faaliyet kapsamının başarılı bir sonuç üreteceğini önermektedir. Olson’un önerisi sadece bir tek düzensiz silahlı olgu üstüne odaklansa da çalışması düzensiz mücadele yöntemlerini işaret etmektedir. DÜZENSİZ SAVAŞ NEDİR?

Dünyadaki en etkili konvansiyonel ve konvansiyonel olmayan askeri faaliyetleri yapabilme yeteneğine sahip ABD’nin Savunma Bakanlığı “düzensiz savaş”ı devlet ve devlet dışı aktörler arasındaki hedef kitle üzerinde meşruiyet ve etki yaratmak için şiddete dayalı bir mücadele olarak tanımlamaktadır.6 Düzensiz savaşta hasmın gücü, etkisi ve arzusunu kırmak için dolaylı ve asimetrik bir yaklaşım dahilinde askeri ve diğer yeteneklerin de kullanılabileceği ifade edilmektedir. Tanımdan da açıkça anlaşıldığı gibi hedef toplum üzerinde hem devlet (otorite) hem de devlet dışı aktör (meydan 5 Eric T. Olson, “A Balanced Approach of Warfare”, The Journal of International Security Affairs, (2009). 6 U.S. Department of Defense, Irregular Warfare Joint Operation Concept Version, (Washington, D.C.: 2007), s. 5.

/

127

128

/

D Ü Z E N S İ Z S AVA Ş , AYA K L A N M A V E T E R Ö R İ Z M İ N Ç AT I Ş M A K AV R A M I

okuyan-sınayan) bir meşruiyet mücadelesi vermektedir. Bu noktada akla düzensiz savaşın sadece halk odaklı bir mücadele olup olmadığı sorusu gelmektedir. ABD Savunma Bakanlığının önermesi düzensiz savaş sadece ayaklanma ile sınırlı olmuş olsaydı doğru olarak kabul edilebilirdi. Ancak düzensiz savaş sadece ayaklanmayı işaret etmez, terörizm ve organize suçlar da düzensiz savaş kavramı içinde değerlendirilmektedir. Terörizm daha çok düşman merkezli olsa da organize suçlarla birlikte tıpkı ayaklanma gibi sosyal bir olgudur. Terörizm de bir meşruiyet arayışı güder ancak organize suçlarda böylesine bir hedef görülmez. Organize suçlar bir tarafta tutulursa, düzensiz savaşlar genel olarak ayaklanma, terörizm ve bunlarla mücadeleyi konu eder.7 Öyle ise düzensiz savaşın kapsamı ayaklanma, ayaklanma ile mücadele, terörizm, terörizm ile mücadele konularıyla çeşitlendirilip yine bu konularla sınırlandırılabilir. Düzensiz savaş güçlü otorite ile zayıf muhalefet arasında şiddetin asimetrik yöntemlerle kullanıldığı bir çatışmadır. Düzensiz savaş aynı zamanda asimetrik askeri yeteneklerin doğrudan ve dolaylı uygulamalarını içermektedir. DDSA’ların (genellikle zayıf tarafı temsil eder) perspektifinden bakıldığında doğrudan şiddet uygulamaları otoritenin operasyonel ve idari üstünlüğünü zayıflatma ve yıpratmayı hedeflediği görülür. Zayıf olanın asimetrik yöntemleri şiddeti uzun zamana yayma stratejisiyle güçlü üzerinde bir etki oluşturabilir. O halde zayıf tarafın kapasitesini hem yöntemsel yaratıcılığa hem de sürdürülebilir uygulamaya dayandırması gerekir. Diğer taraftan otorite güçleri (genellikle güçlü taraf ) doğrudan uygulamalar konusunda devlet dışı aktörlerden farklılık gösterir. Devlet veya otorite güçleri kendilerine meydan okuyan devlet dışı aktörleri tecrit etmeyi veya dinamik operasyonel yeteneklerle yenmeyi hedefler. Her iki tarafın da başvurduğu doğrudan uygulamalar yıpratıcı ve temposunu muhafaza etme 7

Irregular Warfare Joint Operation Concept Version.

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

konusunda problemlidir. Aynı zamanda uzun süren detaylı uygulamalar tarafların şiddet içeren faaliyetlerinin meşruiyetine gölge düşürmekle birlikte tarafların şiddeti kullanmak için yeni stratejiler geliştirmelerini zorunlu hale getirir. Şiddet yöntemlerindeki düzensizlik ise çatışmaya yeni stratejiler ithal edildiğinde artış gösterir. Doğrudan uygulamalar işlevsel usulüne zarar vererek ve düşmanı toplumdan uzak tutarak hasım tarafın yapısal bütünlüğünü bozar. Doğrudan uygulamalar genellikle taktik ve operatif kısa süreli faaliyetlerdir ve nihai hedefe ulaşmak için başlı başına yeterli değildir. Dolayısıyla bu uygulamanın öngörülmesi güç stratejik dolaylı uygulamalarla desteklenmesi gerekir. Düzensiz savaşlarda çatışan taraflar direkt şiddet uygulamaları esnasında meşruiyet eleştirisine maruz kalırlar. Dolaylı uygulamalar zayıf ve güçlü tarafın her ikisinin de çatışma ortamını şekillendirmek için mücadele araçları olarak görülür. Her iki taraf da zaferin yalnızca doğrudan uygulamalarla elde edilemeyeceğini bilir ve her ikisi de sosyal dinamiklere yatırım yapar. Sosyal dinamikler etnik siyaset, sosyal ağlar, inanç etkileri ve kültürel örfler üzerinden gelişir. Sosyal acılar ve ihtiyaçlara dokunmak çok sayıda düşmanı etkisiz hale getirmekte daha etkilidir. Çatışmayı kazanmak için sosyal hassasiyetler ve farklılıkları göz önünde bulundurarak yerel ortaklıklar oluşturmak hayati öneme sahiptir. Dolayısıyla kamusal alana bilgi üstünlüğüyle nüfuz etmek çatışmayı lehte çözümlemek için vazgeçilmez önceliklerdendir. İyi organize edilmiş bilgi operasyonuyla sivrisineği öldürmektense bataklık kurutulabilecektir. Düzensiz savaşların doğrudan ve dolaylı uygulamaların bir kompozisyonuyla meşruiyet için bir yarış olduğu yukarıda ifade edildi. Tarafların uygulama yoğunlukları güvenlik ortamını şekillendirmekle birlikte uygulamadaki denge ve iyi organizasyon kararlı bir mücadele için gerekli iki önemli faktördür. Arka sayfada sunulan iki boyutlu diyagram dört farklı çeyrek alan içinde durumsal bağlamı göstermekte ve politik önermeleri yansıtmaktadır. Çeyrek

/

129

130

/

D Ü Z E N S İ Z S AVA Ş , AYA K L A N M A V E T E R Ö R İ Z M İ N Ç AT I Ş M A K AV R A M I

alanların numaralandırılması güvenlik ortamının doğrudan ve dolaylı uygulamalarıyla belirlenen dönüşüm akışı üzerine yapılmıştır. Alan I otorite yokluğuna dayalı düzensizliklerin başlangıç noktası olarak gösterilmiştir. Bu alan toplum, tehdit, coğrafya ve ilgili diğer faktörlerin etüt sahasıdır. Alan II doğrudan ve dolaylı uygulamaların otorite tarafından hassasiyetle hayata geçirildiği alandır. Bu alanda otorite boşluğunu doldurmak için acil ve hızlı sert güç uygulamalarına (askeri-odaklı) ihtiyaç duyulur. Alan II’de halkın temel ihtiyaçları uygun bir şekilde karşılanır. Ancak güç uygulamaları hasım taraf halktan tamamen tecrit edilinceye kadar muhafaza edilmelidir. Alan III doğrudan ve dolaylı seçeneklerin nedenselleştirildiği alandır. Bu alanda dolaylı yöntemler doğrudan yöntemleri dengelemek için gözle görülür bir şekilde artırılır ve bu alanda kamusal alan halkın ihtiyaçlarının gerçek sebepleri işlenmek suretiyle manipüle edilir. Bu alan güvenlik ortamının arzu edilen kanun ve nizam ortamına çevirmek için en hassas alandır. Alan IV istikrarın görselleştirildiği ve bilgi üstünlüğünün ihtiyaç duyulduğu alandır. Bu alan istikrarın sürdürülmesi için oldukça hassastır. Bu alanda hasım taraf otoritenin meşruiyetini kaldırmak için sürekli olarak manipülasyon içindedir. Bu alanda istihbarat üstünlüğüne dayalı isabetli doğrudan uygulamalar icra edilmelidir. Çatışmadaki asimetri silahlı çatışmanın prensiplerine ilave olarak sayılar, silahlar, taktikler, teknoloji ve lojistik araçlar da görülür. Bu araçlara sahip olma konusundaki eşitsizlik zayıf tarafı sınırlı kaynakları dahilinde yeni ve gelişmiş yöntemler yaratmaya veya bunları ithal etmeye zorlar. Çatışmanın doğası zayıf tarafın eleman temini, silah ve patlayıcı madde yapımı ve gayrinizami saldırı taktiklerine konu olan faaliyetlerle şekillenir ve güçlü tarafın karşı tedbirleriyle de tamamlanır. Asimetrik taktiklerin etkisi gerilla tarzı savaş yöntemlerinde görülür. Gerilla savaşı düzensiz savaşlarda güçlü konvansiyonel düşmanla savaşmak için en pratik araçtır. Gerilla yapılanmasının düzensizliği düzensiz savaşları daha düzensiz hale

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

getirir. Gerilla stratejisiyle mücadele edilirken karşı yöntemler de özel taktikler ve gelişmiş konvansiyonel metotlar gerektirir. Bu bakımdan düzensiz savaşlar düzenli ordu birliklerini düzensiz biçimlerde faaliyetlerde bulunmaya zorlar. ŞEKİL 1. DÜZENSİZ SAVAŞTA GÜVENLİK ORTAMI Doğrudan Yöntem Ekseni Yüksek Alan II: Çalkantılı Otorite Durum: Otoriteyi göstermek için doğrudan yöntem dolaylı yöntemleri baskılar. Doğrudan yöntem faaliyetleri toplumu korku ve endişeye sevk edebilir ve doğrudan yöntem uygulamaları ciddi eleştirilere maruz kalır. Politika Önermesi: Tehdidi tecrit etmek için sadece geniş çaplı doğrudan metot uygulamalarına başvurulmalıdır. Tehdit unsurlarını bertaraf etmek için elit birlikler nokta operasyonlar düzenlemelidir. Toplumun ihtiyaçlarına göre yaygın bir şekilde dolaylı yöntemlere başvurulmalıdır.

Alan III: Kritik Eşik Durum: Doğrudan ve dolaylı yöntem uygulamalarının çoğu zaman birbiriyle çeliştiği ve hatta çatıştığı durumdur. Politika Önermesi: Tehdide karşı yapılan doğrudan müdahale uygulamaları daha hassas bir şekilde ve halka daha az görünür olarak yürütülmelidir. Dolaylı uygulamalar toplumun ihtiyaçlarına dokunacak şekilde gerçekleştirilmelidir. Arzu edilen sonucu almak için her iki yöntemin dengeli bir şekilde uygulanması gerekir.

Alan I: Otorite Boşluğu Durum: Çatışma çevresi doğrudan veya dolaylı yöntemlerden birisiyle baskılanarak sosyal alan otorite tesisi için açılmaya çalışılır. Bu durumlardaki silahsızlanma ve barış görüşmeleri gibi genel siyasi geçiş süreçleri oldukça kırılgandır. İlgili aktörlerin tamamından inisiyatif alma veya alınan inisiyatifi sabote etme yarışı vardır. Politika Önermesi: Yaygın doğrudan yöntem uygulamalarının yanında dolaylı uygulamalar en kısa zamanda hayata geçirilmelidir. Çatışma çevresi en kısa sürede Alan II’ye dönüştürmelidir.

Alan IV: Meşruiyetin Kabulü Durum: Dolaylı yöntemlerin doğrudan yöntemleri baskıladığı durumdur. Kanun ve düzen tesis edilmiştir. Politika Önermesi: Çatışma çevresinin genelinde güvenlik algısı terk edilmemeli ancak tehdide karşı doğrudan yöntemler olunabilecek en hassas seviyede yürütülmeli ve önemli olmayan uygulamaların sonuçları kamu ile paylaşılmamalıdır. Kanun ve düzen tesisi kuvvetlendirilmeli ancak sosyal hassasiyetler de uygulamalar esnasında göz önünde bulundurulmalıdır.

Düşük

Dolaylı Yöntem Ekseni Yüksek

Düşük

Gerilla savaşı beş önemli unsura dayalı olarak yürütülür; (i) savaşçı unsur (gerilla), (ii) yeraltı teşkilatı, (iii) yardımcı kuvvetler, (iv) halk ve (v) dış (yabancı) yardım. Gerilla savaşının ilk üç unsurunun ana gövdesi gerilla teşkilatıdır ve dördüncü unsur olan halk ile doğrudan ilişkilidir. Gerillanın hayatta kalabilirliği halk desteğine bağlı

/

131

132

/

D Ü Z E N S İ Z S AVA Ş , AYA K L A N M A V E T E R Ö R İ Z M İ N Ç AT I Ş M A K AV R A M I

olmakla birlikte halk gerillanın içinde yaşadığı doğal ortam olarak da tarif edilebilir. Gerilla ile halk arasındaki karşılıklı ilişki bir seri kısıtlamaya rağmen gelişebilir. Gerillanın yardımcı kuvvetleri ve yeraltı teşkilatı halk ile örgütsel ideolojiyi birbirine bağlamak için hayati önem oynamakla birlikte örtülü faaliyetlerin, lojistik, bilgi ve insan kaynağı temini için de önemli katkılar sunar. Yabancı yardım ise gerillanın hayatta kalabilmesi için eksik dinamikleri yerine getirir; yardım örgütsel büyüme aşamasında gizli ve örtülü yapılırken, örgütsel büyüme belirli bir aşamaya ulaştıktan ve örgüt yeterli meşruiyeti sağladıktan sonra yabancı yardımlar alenileşir. Yardım siyasi, ekonomik, askeri, bilgi, istihbarat ve bunların karışımından meydana gelebilir. Düzensiz savaş halkın savaşan taraflarca merkeze konulduğu istikrarsız güvenlik ortamında meydana gelir. Düzensiz savaş siyasi karakterde gelişmekle birlikte mücadelenin şiddet içeren karakteri düzensiz savaşı siyasi mücadeleden farklılaştırmaktadır. Ancak düzensiz savaşların hasım tarafları birbirleriyle hem şiddet içerikli eylemler hem de şiddet kullanmadan mücadele ederler. Dolayısıyla düzensiz savaş askeri yaklaşımın da ötesinde halkı ve yabancı aktörleri etkilemeyi de hedefler. Yine de düzensiz savaşın en önemli sınaması sadece savaşmayan tarafları etkilemek değil hasım tarafla şiddete dayalı mücadele ile halkın ihtiyaçlarını karşılama arasındaki dengenin sürdürülebilmesidir. DÜZENSİZ SAVAŞ İNİSİYATİFİ

Düzensiz savaş genel olarak devlet dışı aktörler tarafından yabancı yardım veya yardım olmaksızın başlatılır. Otorite güçleri düzensiz savaşta daha çok reaksiyonel bir rol oynarlar. Düzensiz savaşların esas aktörlerini devlet dışı aktörler olarak görmek meselenin daha kolay anlaşılmasına da yardımcı olacaktır. Ulrich Schneckener DDSA’ları tanımlarken üç özellik üzerinde durmaktadır; (i) şiddeti kullanma kapasitesi, (ii) devletlerin askeri kurum ve

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

düzenleri içinde yer almaması ve (iii) kabul edilir bir seviyede otonom davranma kapasitesi. Schneckener dahil olabileceğini ancak bunun organik bir şekilde yürütülmeyeceğini de işaret etmektedir.8 Schneckener DDSA’ların üç özelliğini vurgularken özellikler arasındaki gri alanlar ile boşlukların varlığını da ifade etmektedir. Çatışmanın doğasındaki itici güç ideolojidir. Dolayısıyla bir savaşı kavramsallaştırma oldukça güçtür. Devletlerin ya da ittifaklarının karşı karşıya geldiği konvansiyonel savaşlar bir tarafta tutulursa, savaştaki kavramsallaştırma probleminin çatışmada düzensizlikten kaynaklandığı söylenebilir. Terörizm ve ayaklanma da düzensiz savaşın öncül iki kavramsal aktörüdür. Yine de terörizm ve ayaklanmayı birbirinden ayıran ince bir tartışmalı çizgi vardır. İdeoloji hem terörizm hem de ayaklanmada baskın bir rol oynadığı için terörizm ve ayaklanmanın politik bir yanı olduğu gözden kaçırılmamalıdır. Terörizm ve ayaklanmaya olan yabancı yaklaşımlar da esasen politiktir ve hem terörizm hem de ayaklanmanın daha büyük ideolojiler ve çıkar grupları tarafından vekalet aracına dönüştürülme kapasitesi oldukça yüksektir. Şiddetin kullanılmasındaki meşruiyet ise ayaklanma ile terörizmi birbirinden ayıran başka bir faktördür. Teröristler ve ayaklanmacılar şiddeti mevcut otoriteyi değişime zorlamak veya devletin kontrolünü kısmen veya tamamen ele geçirmek için bir baskı aracı olarak kullanmaktadır. Şiddetin kullanımı ancak davanın meşruiyetiyle haklı olarak gösterilebilir. Dava (ideoloji) ve şiddetin kullanımı (yöntem) arasında bir ilişki olmasına rağmen her davanın hak arayışını şiddet kullanarak sürdürmesini önermek oldukça güçtür. Meşru güç kullanımı ideolojiden farklı parametrelere sahip bir ta-

8 Alyson Bailes, Ulrich Schneckener ve Herbert Wulf, “Armed Non-Sate Actors and the Monopolgy of Force”, Revisiting the State Monopoly on Legitimate Use of Armed Forces, Geneva Center for the Democratic Control of Armed Forces, Policy Paper, no: 24, http://www.wulf-herbert.de/DCAFPP24Wulf.pdf, (Erişim tarihi: 11 Ocak 2017).

/

133

134

/

D Ü Z E N S İ Z S AVA Ş , AYA K L A N M A V E T E R Ö R İ Z M İ N Ç AT I Ş M A K AV R A M I

nımlama faktörüdür; stratejiler ve taktikler şiddetin uygulanmasındaki anahtar unsurlardır. Silahlı bir grubu terörist ya da ayaklanmacı olarak tanımlarken ideoloji ve meşru güç kullanımı iki önemli zemin olarak görülür. Ancak Suriye iç savaşındaki silahlı grupların tanımlanmasında bu iki unsurun ötesinde başka unsurların da etken olduğu anlaşılmıştır. Yerel halkın devlet dışı aktörlere destek verip vermemesi grubun meşruluğunu belirleyen ayrı bir faktör olarak ortaya çıkmıştır. Bununla birlikte devletlerin bir grubu terörist olarak tanımlarken takındığı tavrı belirleyen en önemli unsurlardan biri de bir grubun başka terörist bir grupla bağlantısının olup olmadığıdır. Şiddetin kullanımındaki yöntem ise başka bir tanımlama parametresi olarak kendine yer bulmuş; kimyasal, biyolojik, radyoaktif ve nükleer faaliyetler ve diğer kitle imha yöntemleri tanımlamadaki belirleyici faktörler olarak kabul edilmiştir. Zorla göç ettirme, katliam ve baskı ve sindirme gibi kitle temizlik yöntemleri bir örgütü tanımlayan kriterler arasında yer almaktadır. Devlet dışı silahlı bir aktörün bölgesel ve küresel tehdit kapasitesinin de sonuncu tanımlama parametresi olarak kullanıldığı görülmüştür. DÜZENSİZ SAVAŞLARDA AYAKLANMA VE TERÖRİZMİN KAVRAMSALLAŞTIRILMASI VE SURİYE İÇ SAVAŞINDAKİ DEVLET DIŞI AKTÖRLERİN KAVRAMSAL SINIFLANDIRMALARI Ayaklanma

Devlet ile devlet dışı aktörler arasındaki ilişki egemenliğin paylaşılması durumunu konu etmektedir; devlet dışı aktörler egemenlikten daha fazla pay almaya çalışırken devlet ise mevcut durumu muhafaza etmeyi hedefler. Schneckener devlet dışı aktörleri sekiz farklı kategoride sınıflandırır. Bu sekiz gruptan isyancılar veya gerilla savaşçıları sınıfı toplumsal bir grubun veya bir milletin özgürleştirilmesi için mücadele eden grup olarak ifade edilir. İsyancılar veya gerilla

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

savaşçıları da özgürleştirilmesi hedeflenen toplumun müstakbel ordusu olarak görülür. Silahlı program sosyalist-devrimci veya etnik-devrimci hareketlerin siyasi hedeflerine şiddet vasıtasıyla ulaşmak için bir araçtır. Bu bakımdan Schneckener’in isyancı ve gerilla savaşçısı sınıflandırması David Killcullen’ın ayaklanma tanımıyla uyuşmaktadır. Killcullen ayaklanmayı “bir veya daha fazla devlet ile bir veya fazla devlet dışı meydan okuyan aktörler (iç veya dış) arasında siyasi bir alanı kontrol etme mücadelesi” olarak tanımlamaktadır.9 Killcullen aynı zamanda ayaklanmaları karmaşık sosyal, bilgi ve fiziki ortamlarda meydana gelen ve mevcut sosyal bağlatılar (köy, aşiret, aile, komşuluk, siyasi ve dini taraflılık) içinden çıkan halk isyanı olarak değerlendirmektedir. Charles V. Gyvnn ise ayaklanmayı sivil (halk) ve askeri (gerilla güçleri) koordinasyona bağlı olmak koşuluyla birincil halk gücü ve düzensiz silahlı olgu olarak tanımlamaktadır. Gyvnn’e göre ayaklanmanın silahlı faaliyeti sert ve zamanlı ancak minimum seviyede tutulmalıdır.10 Klejda Mulaj DDSA’ları tanımlarken beş tipolojiden bahseder ve bunlar arasında ayrılıkçı hareketler, ayaklanmacı gerilla hareketi ve terörist gruplar da yer alır.11 Mulaj ayrılıkçı hareketleri ayaklanmacı gerillalardan ayırmakla birlikte her iki kategorinin siyasi hedefleri ve silahlı faaliyetleri arasındaki benzerliklere dikkat çeker. Her iki kategori de hedef olarak mevcut otoriteden özerklik veya bağımsızlık elde etmede, yöntem olarak da otoritenin gücüne karşı uzatılmış bir strateji dahilinde asimetrik askeri faaliyetlerin kullanılması gerekliliğinde birleşir. Dolayısıyla Mulaj’ın ayrılıkçı ve ayaklanmacı gerilla kategorisi bu bölümdeki ayaklanma tanımıyla 9 David Killcullen, “Three Pillars of Counterinsurgency”, US Counterinsurgency Conference in Washington DC, 28 Eylül 2006. 10

Charles V. Gvynn, Imperial Policing, (Macmillan and Company, Londra: 1939).

Klejda Mulaj, Violent Nonstate Actors in World Politics, (Hurst&Company, Londra: 2010), s. 3-6. 11

/

135

136

/

D Ü Z E N S İ Z S AVA Ş , AYA K L A N M A V E T E R Ö R İ Z M İ N Ç AT I Ş M A K AV R A M I

da uyuşmaktadır. Ayaklanma temel olarak halk isyanı karakterine, devlet dışı sınama doğasına ve karmaşık sosyal, bilgi ve fiziki çevrelerde meydana gelmektedir. Terörizm

Terörizmin tanımlanmasında objektif ve subjetif unsurlar göz önünde bulundurulmalıdır. Objektif unsur terörizmin cezayı gerektiren bir suç olması ve kişilere karşı şiddet kullanımıdır. Subjektif unsur ise toplumda korku ve dehşet oluşturmasıdır.12 Şiddet içeren her türlü eylemin toplumda bir korku ve dehşet duygusu yarattığı oldukça açıktır. Dolayısıyla terörizmi tanımlarken subjektif unsurunun vazgeçilmez bir faktör olarak kullanılmasına herhangi bir itiraz da olmasa gerektir. Ancak sorun terörizmi tanımlamadaki objektif unsurdadır. Zira ceza gerektiren suç ve fiziki şiddet farklı örgütlerde ve yöntemlerde değişiklik göstermektedir. Buna binaen şiddet içerikli faaliyetlerdeki değişkenlerin çokluğundan kaynaklı olarak şiddet kullanımının seviyesini ölçmede de sorunlar bulunmaktadır. Diğer taraftan terörizmin bağlantılı olduğu dinamik bir sosyal çevrede ideolojik ve operasyonel öncelikler terörizmi tanımlamada önemli bir etkiye sahiptir. Terörizmin tanımı devlet dışı bir aktörün objektif ve subjektif unsurlarını ve devletin önceliklerini göz önünde bulundurmakla birlikte tipoloji tartışmasına odaklanmaktadır. Schneckener’in tipolojisine göre teröristler sosyalist-devrimci ve milliyetçi veya dini ideolojileri üzerine kurulu siyasi hedeflerine ulaşmak için toplum içinde korku ve panik yaymayı hedefler. Tipolojide örgüt ideolojisinin temel tanımlama parametresi içinde bir ağırlığının olduğu anlaşılmaktadır. Örgütün stratejik hedefinin örgütün tanımlanmasında bir başka parametre olduğu da görülmektedir. Hedefler ve Christian Walter, “Defining Terrorism in National and International Law”, Birleşmiş Milletler Uyuşturucu ve Suç Ofisi, https://www.unodc.org/tldb/bibliography/ Biblio_Terr_Def_Walter_2003.pdf, (Erişim tarihi: 11 Ocak 2017). 12

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

ideolojiler kararlı bir liderlik sayesinde genel olarak birbirlerinden beslenirler. Ancak örgütün gerçek hedefi örgüt programı içinde saklıdır; kapsam, strateji ve yöntem işleyiş usulünü (modus operandi) belirler. Mevcut literatürde terörizmin tanımında siyasi hedef, korku yaratma kapasitesi, şiddet gibi hususların tanım parametreleri olarak kullanıldığı göze çarpmaktadır. Örgüt programının özellikleri üzerinden ayaklanma ile terörizm arasında bir karşılaştırma yapılması faydalı olacaktır. Bu bakımdan program özellikleri hedef, strateji, motivasyon, çevre, odaklanma, subjektif yöntem ve etkidir. Program hedefi örgütün ideolojisi ve felsefesinin ürünü olan nihai istektir. Strateji ise programın otorite ve toplumu hedefleyen uygulama yöntemlerindeki bütüncül yaklaşımdır. Ayaklanma ve terörizm genel olarak benzer hedeflere sahiptir ancak ayaklanma devlet sisteminde kısmen veya tamamen devrimsel bir değişimi hedefler. Diğer taraftan terörizm otoriteyi belirli alanlarda değişim yapmaya zorlar. Örgüt programının stratejisi de, ayaklanma ve terörizm de değişiklik gösterir; ayaklanma otoritenin askeri, ekonomik, psikolojik ve politik çöküşünü arzu ederken, terörizm otorite ve halkın korkutulması ve sindirilmesiyle ilgilenir. Motivasyon özelliği de terörizm ve ayaklanma için aynıdır ve her ikisi de sosyal doğası gereği siyasidir. Çevre özelliklerine bakıldığında ayaklanma ile terörizm arasında bir ayrışmanın olduğu görülmektedir; belirli bir coğrafi sınır içinde cereyan ederken terörizmin kendisini bir coğrafi alana sığdırmadığı görülmektedir. Örgüt programının odaklanma özelliğinde ayaklanmanın daha hak temelli, terörizmin ise daha düşman temelli bir yaklaşım sergilediği görülmektedir. Bütün bunlarla birlikte ayaklanmanın fiziki bir subjektivite (açıklık), terörizmin ise psikolojik (örtülü) davranışlar etrafında geliştiği görülür. Örgüt programındaki etki özelliği ayaklanmada yerel ve bölgesel ölçekteyken terörizmde sınır tanımaksızın yerel, bölgesel ve küresel ölçekte görülebilmektedir.

/

137

D Ü Z E N S İ Z S AVA Ş , AYA K L A N M A V E T E R Ö R İ Z M İ N Ç AT I Ş M A K AV R A M I

TABLO 1. AYAKLANMA VE TERÖRİZMİN KAVRAMSAL KARŞILAŞTIRMASI Örgütsel Karakterlerin Kavramsallaştırılması Etki (Yerel/ Bölgesel/Küresel)

Yerel ve Bölgesel

Yerel, Bölgesel ve Küresel

Özgün Yöntem (Fiziki/Psikolojik)

Fiziki

Psikolojik ve Fiziki

Odaklandığı Hedef (Halk/Düşman)

Kitle Odaklı

Düşman Odaklı

Çevre (Coğrafi Alanla Sınırlı/Sınır Yok)

Coğrafi Alanla Sınırlı

Sınır Yok

Motivasyon (Siyasi/Ekonomik)

Siyasi

Siyasi

Strateji (Yıkıcı/Korku-Baskı)

Yıkıcı

Korku-Baskı

Amaç (Devrim/Değişim)

Devrimsel

Değişim

Ayaklanma

Terörizm

TABLO 2. SURİYE SİVİL SAVAŞININ DEVLET DIŞI AKTÖRLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ

Devrimci, Sünniİslam

Yerel Sünni Araplar ve Türkmenler

Suriye halkının temsilcisi olarak görülmekte

Diğer isyancı gruplar ve Nusra Cephesi

Yok

Yok

Nusra Cephesi

SelefiCihatçı

Yerel Sünni Araplar

Halk temsilcisi olarak görülmemekte

DEAŞ ve El-Kaide ile tarihsel ilişki

Kuşkulu

Avrupa, Rusya, ABD, Türkiye

PYD

Laik, Ulusalcı, Ayrılıkçı

Yerel ve bölgesel Kürtlerin bir kısmı

Suriye Kürtlerinin temsilcisi olarak değerlendirilmekte

PKK ve Türkiye’deki sol örgütler

Yok

Türkiye, Irak ve İran

DEAŞ

SelefiCihatçı

Yok

Yok

El-Kaide ile tarihsel ilişki

Kuşkulu

Küresel ve bölge ülkeleri

Güvenliğe Tehdidi

Heyet-i Tahriru’şŞam

Şiddet Yönteminde KBRN İzleri

Şiddetin Meşruiyeti

Diğer DDA ile İlişkisi

Suriye Sivil Savaşındaki Devlet Dışı Aktörlerin (DDA) Tanımlanma Parametreleri Halk Desteği

/

İdeoloji

138

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

TABLO 3. SURİYE SİVİL SAVAŞININ DEVLET DIŞI AKTÖRLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ

Çevre (Coğrafi Alanla Sınırlı/ Sınır Yok)

Yıkıcı

Siyasi

Teritoryal

Kitle Odaklı

Karma

Yerel

Nusra Cephesi

Devrimsel

Yıkıcı

Siyasi

Teritoryal

Karma

Karma

Yerel

PYD

Karma

Karma

Siyasi

Teritoryal

Karma

Karma

Yerel ve Bölgesel

DEAŞ

Karma

KorkuBaskı

Siyasi

Sınır Yok

Düşman Odaklı

Karma

Tümü

Etki Yerel/ (Bölgesel/ Küresel)

Motivasyon (Siyasi/ Ekonomik)

Devrimsel

Özgün Yöntem (Fiziki/ Psikolojik)

Strateji (Yıkıcı/ Korku-Baskı)

Heyet-i Tahriru’ş-Şam

Odaklandığı Hedef (Halk/ Düşman)

Amaç (Devrim/ Değişim)

Suriye Sivil Savaşının Devlet Dışı Aktörlerine (DDA) Bakış

SONUÇ

Savaşın düzensizliği yeni olmamakla birlikte dinamiktir. Düzensiz savaşın doğası yabancı devlet aktörlerinin belirli yerel çatışma bölgelerine doğrudan müdahale etmede gönülsüz davranmalarından dolayı daha karmaşık hale gelmektedir. Düzensiz savaş içindeki devlet dışı aktörlerin çokluğu yabancı devletlerin çatışma alanlarına doğrudan müdahale etmektense vekalet seçeneğini kullanma tercihini de kuvvetlendirmektedir. Düzensiz savaşlardaki problem ister vekalet gücü isterse kendiliğinden inisiyatif alan hareketler olsun devlet dışı aktörlerin şiddet kullanımındaki meşruiyetiyle ilgilidir. Çatışmadaki düzensizliği düzensiz savaşın iki önemli kavramı olan ayaklanma ve terörizmde görmek mümkündür. Ayaklanma DDSA’lar tarafından yürütülen halk isyanı üzerine inşa edilmiş sosyal, bilgi ve fiziki çevrelerde meydana gelmesine, düzensiz savaşın doğasında var olan karmaşıklık hali “çatışma ekosistemi” olarak ifade edilen çatışma çevresine yeni aktörler çe-

/

139

140

/

D Ü Z E N S İ Z S AVA Ş , AYA K L A N M A V E T E R Ö R İ Z M İ N Ç AT I Ş M A K AV R A M I

ker.13 Ayaklanma toplum, düşman ve çevre etrafında gelişir. Ancak ayaklanmanın başarıya ulaşması, hayatta kalması ya da çökmesine sadece bunlar etki etmez; ayaklanmanın gelişim sürecinde başka faktörlerin de etken olduğu görülür. Ayaklanmanın mevcut dünya düzeniyle ideolojik ve metodolojik uyumu ayaklanmanın ahlaki çerçevesini de belirlemektedir. Buna ilave olarak ayaklanmanın şiddet uygulamadaki yöntemsel çeşitliliği veya meşru yabancı savaşçıları veya yabancı devlet kurumlarına örgüt programı içinde yer vermesi de ayaklanmaya meşru duruşunu muhafaza etmek için yardımcı olmaktadır. Bir ayaklanmanın meşru veya gayrimeşru olarak tanımlanması çatışma ekosistemi içindeki devletlerin tavırlarıyla belirlenmektedir. Ayaklanmaya verilen yabancı devlet desteği veya ayaklanmaya karşı geliştirilen yabancı devlet çabaları ayaklanmanın hedeflerine ulaşmasına veya tamamen başarısızlıkla sonuçlanmasına neden olabilmektedir. Belirli bir ayaklanmacı grubun bir yabancı devlet tarafından desteklenmesi daha fazla meşruiyet ve diğer gruplar üzerinde baskı oluştururken ayaklanmaya karşı verilen çabalar ayaklanmacı bir grubu terör örgütü kimliğine büründürmekle sonuçlanabilir. Diğer taraftan farklı ayaklanmacı gruplara verilen dengesiz devlet desteği veya farklı gruplara karşı uygulanan dengesiz müdahaleler çatışmanın ekosistemini daha yıkıcı hale getirmektedir. Hatta ayaklanmayı destekleme ve ayaklanmaya karşı müdahale çabalarındaki dengesiz yaklaşım çatışma ekosistemini daha karmaşık hale getirmekte ve çatışmanın da uzamasına neden olmaktadır. Diğer taraftan terörizm belirli bir siyasi hedefe ulaşmak için devlet dışı silahlı bir aktörün başvurduğu illegal güç kullanımı olarak bilinir. Teröristler hedeflerine silahlı şiddet eylemleriyle ulaşamayacak kadar zayıf olarak bilinseler dahi eylemlerin psikolojik etkisi terör örgütlerini ayaklanma kategorisine dönüştürme 13

Killcullen, “Three Pillars of Counterinsurgency”.

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

potansiyeline sahiptir. Andrew H. Kyyd ve Barbara F. Walter teröristlerin silahlı şiddet programlarında beş temel stratejik mantık bulunduğunu ifade etmektedir; (i) yıpratma, (ii) korkutma, (iii) provokasyon, (iv) istismar etme ve (v) abartı.14 Bu stratejilerin tamamında da şiddete yaslanma eğilimi vardır. Terörizmin ayaklanmaya dönüşme potansiyeli şiddet kullanımı konusunda halk ve uluslarası devlet seviyesindeki aktörlerin algı ve yaklaşımlarıyla doğrudan ilgilidir. Bu stratejilerin doğasını anlamak çatışmanın doğasını anlamaya yardımcı olacak ve hatta tehditle mücadele için politika geliştirilmesini de sağlayacaktır.

14 Andrew H. Kyyd ve Barbara F. Walter, “The Strategies of Terrorism”, The MIT Press, International Security, Cilt: 31, Sayı: 1, (2006), s. 51.

/

141

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

DDSA’LAR VE DÜZENSİZ SAVAŞ

HALUK KARADAĞ,* KADIR TAMER TÜRKEŞ** GİRİŞ

11 Eylül saldırısından sonra çeşitli aktörler tarafından şehir çatışmaları, ayaklanmalara karşı koyma ve terörizmle mücadele hususları akademik camiada gündeme gelmeye başlamıştır. Bu konular güncel olmasına rağmen yeni konular değildir. Sadece Zümrüdüanka’nın küllerinden doğması gibi zamanla yeniden alevlenmektedir. Meskun mahallerde emniyet kuvvetlerince icra edilen harekat gün geçtikçe daha da karmaşık bir hal almaktadır. İcra edilen harekat ise terörle mücadele, ayaklanmalara karşı koyma, klasik harekat, barışı koruma harekatı, polis görevleri vb. çerçevede olabilmektedir. Her operasyon kendine münhasır olmasına rağmen geliştirilmesi gereken yeteneklerin ortak kümesi bulunmaktadır. Günümüzdeki karmaşık, heterojen ve sürprizlerle dolu olan bu harekat alanında başarılı olabilmek için söz konusu harekat alanının özelliklerinin anlaşılması, hedeflere ulaşmak için kaynakların en uygun şekilde kullanılması gerekmektedir. Her ayaklanmanın kendine ait özellikleri olduğu göz önünde bulundurularak meskun mahallerde cereyan eden günümüz ve geleceğin şehir ayaklanmaları ve terörist faaliyetleri derinlemesine incelenmek suretiyle doğru biçimde analiz edilmelidir. Devlet dışı silahlı aktörleri (DDSA) de bu kapsama dahil ederek özellikle şehirlerde takip ettikleri metotları, ayaklanma sürecindeki teşkilat yapılarını ve uygulamadaki taktiklerini teorik ve kavramsal olarak ortaya koyma ihtiyacı bulunmaktadır.

* **

/

143

144

/

D D S A’ L A R V E D Ü Z E N S İ Z S AVA Ş

MODERN ŞEHİR SAVAŞI VE TARİHSEL GELİŞİMİ

Şehirlerin ya da askeri tabirle meskun mahallerin ayaklanmalarda kullanılması tarihsel olarak eski bir durum olmasına rağmen çağımızdaki kullanımı biraz farklılık göstermektedir. Günümüzde meskun mahallerde uygulanan ayaklanma taktikleri reformdan ihtilale kadar değişen yelpazedeki farklı amaçları gütmektedir. Mevcut ayaklanmalarda terör eylemleri bir taktik/strateji olarak önemli derecede rol oynamaktadır. Modern şehirler çoğunlukla Endüstri Devrimi neticesinde oluşmuştur. Bu şehirlerde huzursuzluklar ve sosyoekonomik nedenlerden kaynaklanan sorunlar ortaya çıkmasına rağmen siyasi bir ayaklanma olmamıştır. Marks ve Engels proleter devrimin şehirlerdeki işçi sınıfı sayesinde olacağını söylemiş ancak bunun nasıl olacağına yönelik askeri anlamda açıklayıcı bir strateji geliştirmemiştir. Bununla birlikte bir Alman sosyalisti olarak bilinen Johannes Most şehir gerilla hareketine yönelik ilk ciddi çalışmayı yapan kişi olarak karşımıza çıkmıştır. Most propaganda ve terörist faaliyetlerin şehirlerde nasıl olması gerektiğine yönelik görüşlerini yazılı hale getirmiş ve 1884’te kaleme aldığı İhtilal Savaşının Bilimi: Nitrogliserin, Dinamit, vb. İmalatı ve Kullanımına Yönelik Talimat El Kitabı adlı eserinde (Science of Revolutionary Warfare: A Handbook of Instruction Regarding the Use and manufacture of Nitroglycerine, Dynamite, etc.) şehirlerde patlayıcı maddelerin kullanımına yönelik esasları ilk defa sistematik olarak ortaya koymuştur. Kitabında bombaların kamusal alanlara konularak özellikle devlet görevlileri ve kapitalistlerin etkisiz hale getirilmesi gerektiğini belirtmiştir. Ayrıca teşkilatın güvenliği açısından gerillaların şehirlerde küçük gruplar halinde faaliyet göstermesinin elzem olduğunu ifade etmiştir. Most şehirlerdeki kitlesel hareketlerin ise ancak ordu, polis ve diğer devlet güçleri vasıtasıyla durdurulabileceğini vurgulamıştır.1 1 Walter Laqueur, Guerrilla Warfare: A Historical and Critical Study, Beşinci Baskı, (Transaction Publishers, New Jersey: 1998), s. 147.

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

Ne var ki şehirler gibi büyük yerleşim yerlerinde Endüstri Devrimi esnasında halk arasında meydana gelen huzursuzluk ve isyanlarda devlet kuvvetlerini engellemek için kullanılan barikat kurma teknikleri, askeri ve teknolojik gelişmeler neticesinde ortaya çıkan ateş gücü nedeniyle kullanılamaz hale gelmiştir. Şehir ayaklanmaları neticesinde ortaya çıkan diğer bir husus ise şehir planlamasının yapılması esnasında askeri ve polis hizmetlerinin dikkate alınmaya başlaması olmuştur. Dar, karışık, karanlık sokak ve caddelerin yerini ordu ve polisin rahatlıkla müdahale edebileceği şehirler almıştır.2 Ayrıca demir yollarındaki gelişmeler ve telgrafın icadıyla birlikte haberleşmenin hızlanması bu tür isyanların bastırılması için askeri birliklerin kullanımını kolaylaştırmıştır. Partizan Savaşı’nın yazarı Vladimir Lenin de şehir ayaklanmaları konusunda önemli isimlerden biri olarak kabul edilmektedir. Lenin’in bu tür ayaklanmaların gelişimine yapmış olduğu katkı fazla olmamakla birlikte yine de eserinde lider bir kadro tarafından organize edilen ihtilalin ardından kapitalizmin çökeceğini düşünerek bu maksadın tahakkuku için önemli kişilere suikastların yapılması gerektiğinin altını çizmiştir. Uygulanacak terörizm ve gerilla taktiklerine olan inancını belirterek 1906’da bir ülkenin şehirlerindeki sürekli grev, saldırı ve çatışmaların hükümet güçlerini tüketeceği ve yenilgilerine yol açacağını iddia etmiştir.3 Rusya’da meydana gelen 1917 Ekim Devrimi de bu tür bir çizgi takip edilerek başarıya ulaşmıştır. Gerçekte Lenin’in modern ayaklanmaya yapmış olduğu en büyük katkı komünist siyasi parti teşkilatlanması, propagandanın fonksiyonu ve teşkilatlanmanın önemidir.4 20. yüzyılda bilhassa Güney ve Orta Amerika ülkelerinde ortaya çıkan ayaklanmalar esnasında partinin değil de “foco” denilen si2 Lewis H. Gann, Guerrillas in History, (Hoover Institution Press, Stanford California: 1971), s. 27-28. 3

Laqueur, Guerrilla Warfare, s. 173.

4

Laqueur, Guerrilla Warfare, s. 385.

/

145

146

/

D D S A’ L A R V E D Ü Z E N S İ Z S AVA Ş

lahlı çekirdek bir yapının icra edeceği faaliyetler ve gerçekleştireceği eylemler neticesinde başarılı bir ihtilalin olacağı kabul edilmiştir.5 James Connolly (1868-1916) isimli İrlandalı teorisyen de 19. yüzyılın sonlarında şehir ayaklanmasına yönelik görüşlerini ortaya koymuştur. Çalışmasında şehrin doğasından kaynaklanan problemleri ve konvansiyonel askeri birimlerin bu ortamda verdiği mücadelenin zorluğunu ifade etmiştir. Bununla birlikte doğrudan düşmanla karşılaşmayı savunmuş ve barikatlarla mücadele teknikleri üzerinde durmuştur. Bu tekniklerin etkisiz olduğu ve taktik bir yenilgiye yol açtığı 1916’daki Dublin olayları esnasında anlaşılmıştır. Bununla birlikte bahse konu olay İrlanda ulusal bağımsızlık yolunu hazırlamıştır.6 20. yüzyılın ilk yarısında şehir ayaklanmasına yönelik çok az gelişme yaşanmıştır. İrlanda Cumhuriyet Ordusu (IRA) şehir ayaklanması konusunda en etkin ve ünlü bir teşkilat olarak ortaya çıkmıştır. IRA’nın en temel taktik birimini 26-100 kişi arasında mevcudu değişen, “bölük” adıyla anılan birlikler oluşturmuştur. 4-7 bölük bir taburu ve 3-6 tabur bir tugayı meydana getirmiştir. Dublin’deki Genelkurmay Karargahı mücadele sürecinde bu birliklerin emir ve komutasını yürütmüştür.7 IRA 24 Nisan 1916’da Dublin’de Paskalya Ayaklanması olarak adlandırılan isyanı başlatmıştır. Liderliğini Patrick Pearse ve Tom Clarke’ın üstlendiği yaklaşık 1.560 İrlandalı gönüllü ve 200 İrlanda Yurttaş Ordusu üyesi Dublin Genel Postanesi’ni ve Dublin’deki diğer stratejik noktaları ele geçirmiştir. Ayaklanmacılar İrlanda Cumhuriyeti’ni kurduklarını ilan etmişler fakat bir hafta kadar süren çatışmalar sonucunda İngiliz yönetimi isyanı bastırıp 15 lideri yargılayıp idam etmiştir. İsyan esnasında en az 450 kişi hayatını kaybetmiş, İngiliz hükümeti de önlem olarak James Kohl ve John Litt, Urban Guerrilla Warfare in Latin America, (MIT Press, Cambridge: 1974), s. 17. 5

6

Laqueur, Guerrilla Warfare, s. 178.

7

Gann, Guerrillas in History, s. 57.

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

çok sayıda İrlandalıyı toplu olarak tutuklamıştır.8 İsyan İrlandalılar tarafından pek desteklenmese de gerçekleştirilen idamlar İngiliz yetkililere karşı tepkilere sebep olmuştur. Bu ayaklanmayı bastırmada kullanılan yöntemler İrlanda milliyetçiliği açısından çok güçlü bir miras bırakmış ve İrlandalıların Birleşik Krallık’a olan güvenini sarsmıştır. O zamana kadar özerklik fikrini destekleyen İrlanda halkı bu olaydan sonra şiddeti de içinde barındıran ayrılıkçı ve bağımsızlıkçı fikirleri desteklemeye başlamıştır.9 İrlanda örneği kırsal ve şehirsel faaliyetlerin bir araya getirilmesi konusunda gelecekteki teorisyenlere fikir veren önemli bir kilometre taşı olmuştur. İkinci Dünya Savaşı esnasında Almanların işgali altındaki şehirlerde de ayaklanmalar meydana gelmiş, Naziler bu ayaklanmaları acımasızca güç kullanarak bastırmışlardır. Aynı şekilde Sovyetler Birliği Varşova Paktı üyesi ülkelerde meydana gelen isyanları zor kullanarak sonlandırmıştır. Şehirlerdeki ayaklanmaları etkileyen diğer bir husus da kırsal alanda icra edilen ayaklanmaların –Mao’un önderliğinde gelişen hareket örneğinde olduğu gibi– başarıya ulaşmasıdır. Mao’nun stratejisinde şehirlerin önemli bir yeri olmuştur. Bununla birlikte şehirler uzun vadede ele geçirilecek uzaktaki bir hedef olarak görülmüştür. Şehirlerin ele geçirilmesinin ancak kırsal alanda kitlelerin seferber edilmesi, kırsal alanın ele geçirilmesi ve beşinci kol faaliyetlerinin son hamleyi yapmak için icra edilmesinden sonra mümkün olduğu değerlendirilmiştir.10 Filistin topraklarında İrgun ve Lehi Yahudi örgütleri tarafından İngilizlere karşı 1940-1960 arasında başarılı şehir çatışma opeMichael McNally, 1916 Birth of the Irish Republic, (Osprey Publishing, Oxford: 2007), s. 14-18, aktaran Abdulcelil Kaya, “Ulus İnşa Sürecinde Etnik Partiler: Sinn Fein ve BDP”, (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara: 2013), s. 42. 8

9

Kaya, “Ulus İnşa Sürecinde Etnik Partiler”, s. 42-43.

Jennifer Morrison Taw ve Bruce Hoffman, The Urbanization of Insurgency: The Potential Challenge to U.S. Army Operations, (RAND Corp., Santa Monica: 1994), s. 8. 10

/

147

148

/

D D S A’ L A R V E D Ü Z E N S İ Z S AVA Ş

rasyonları gerçekleştirilmiştir. 1955-1959 arasında EOKA tarafından şehirlerin kullanımı İngilizlere karşı sınırlı hedeflerin ele geçirilmesini sağlamıştır. Cezayir (1954-1965), Venezuela (1963-1965) ve Güney Yemen’de (1963-1965) şehir çatışmaları yaşanmıştır. Şehir gerillacılığının yaygınlaşması 1960’larda Latin Amerika’da olmuştur. Ernesto “Che” Guevara’nın kırsal alana dayalı “foco” stratejisi 1959-1973 arasında Arjantin, Brezilya, Bolivya, Kolombiya, Dominik Cumhuriyeti, Ekvador ve Peru’da başarısızlığa uğrayınca11 isyancılar şehirlere odaklanmaya başlamıştır. Şehir faaliyetlerinin başlamasındaki diğer nedenler hızlı şehirleşme ve hükümetlerin kırsal alandaki ayaklanmalara etkin karşı koyma faaliyetleridir. 1960 ve 1970’lerde Latin Amerika’da çok sayıda şehir ayaklanması olmuştur. Bunlar arasında en önemlileri 1969-1975 arasında Arjantin’de etkili olan Montoneros and Ejercito Revolucionario del Pueblo (ERP), 1963-1972 arasında Uruguay’da etkili olan Tupamaros, 1963-1965 arasında Venezuela’da etkili olan Ulusal Özgürlük Silahlı Güçleri (FALN) ve 1965-1972 arasında Brezilya’da etkili olan Brezilya Ayaklanması’dır.12 Aynı dönemde Şehir Gerillasının Felsefesi (1970) yazarı Abraham Guillen ve Şehir Gerillasının El Kitabı yazarı Carlos Marighella iki önemli şehir ayaklanma teorisyeni tarzında ortaya çıkmıştır. Guillen kırsal ve meskun mahallerin ortak kullanıldığı karma bir direnişi desteklemiştir. Şehir gerilla hareketinin tek başına yaşayamayacağını değerlendirmiştir. Şehir gerillasının stratejisinde “Stratejik olarak, nüfusunun çoğunluğu şehirlerde yaşayan bir ülkedeki halk ihtilali durumunda, devrimci savaşın operasyonlarının merkezi şehir olmalıdır” diyerek şehirlerin önemini belirtmiştir.13 Şehir hareketi 11

Kohl ve Litt, Urban Guerrilla Warfare in Latin America, s. 6-7.

12

Kohl ve Litt, Urban Guerrilla Warfare in Latin America, s. 38.

Abraham Guillen, Philosophy of the Urban Guerrilla: The Revolutionary Writings of Abraham Guillen, çev. ve ed. Donald C. Hodges, (William Morrow and Company, New York: 1973), s. 238. 13

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

mobil olmalı ve güvenlik güçlerine avantaj sağlayacağından sabit bir komuta merkezi bulunmamalıdır.14 Brezilyalı Marksist eylemci, yazar ve gerilla olan Carlos Marighella ise kırsal faaliyetlerin ana çabayı oluşturması ve şehir faaliyetlerinin de kırsaldaki hükümetin ilgisini, kaynaklarını başka yere çekmek ve halk desteği sağlamak için kullanılması gerektiğini ifade etmiştir.15 Konseptini üç safhaya bölmüştür: Birinci safha kadroların teşkil edilmesi ve lojistik altyapının oluşturulması dahil teşkilatlanmadır. İkinci safha gerilla savaşıdır. Üçüncü safha ise halk hareketinin gelişip kırsalın şehirleri sardığı halk hareketi savaşıdır.16 Latin Amerika’daki başarısız denemelerden sonra Batı dünyasında Almanya’da Baader-Meinhof Çetesi ve Kızıl Ordu Fraksiyonu, İtalya’da Kızıl Tugaylar ve Türkiye’de değişik sol örgütler şehirlerde eylemler gerçekleştirmiştir. Bu gruplar kendilerini şehir gerillası olarak kabul etmelerine rağmen gerçekte sadece birer terörist yapı olmuşlardır. Toplum adına ve hükümeti devirmek için gerçekçi planlardan yoksun olan bu gruplar küçük çaplı hareketler olarak kalmışlardır. Yeni bir doktrin geliştirmemişler ve yazdıkları hususlar şahsi tecrübelerin ötesine gitmemiştir.17 Şehir faaliyetleri 1987’de başlayan İntifada’da şiddet içermeyen taktiklerin kullanılması nedeniyle Filistinlilere uluslararası ortamda kamuoyu desteği sağlamıştır. İntifada sayesinde İsrail, Oslo Barış Anlaşması’nı imzalayacağı sürece zorlanmıştır. PKK ise yaklaşık kırk yıldır Türkiye’de icra ettiği eylemlerle ayrılıkçı hareketlerde bulunmuş ve son dönemde ise özellikle Türkiye’nin Güneydoğu bölgesinde Yurtsever Devrimci Gençlik Hareke14

Laqueur, “Guerrilla Warfare”, s. 346.

Ian F. W. Beckett, Modern Insurgency and Counter-Insurgency: Guerrillas and Their Opponents since 1750, (Routledge Taylor and Francis Group, New York: 2001), s. 175. 15

16 Robert Moss, Urban Guerrillas: The New Face of Political Violence, (Maurice Temple Smith Ltd., Londra: 1972), s. 198. 17

Laqueur, Guerrilla Warfare, s. 353.

/

149

150

/

D D S A’ L A R V E D Ü Z E N S İ Z S AVA Ş

ti (YDG-H) adı altında kurduğu örgütle şehir çatışmaları sürecini başlatmıştır. 2015-2016 döneminde yaşanan ve hendek operasyonları olarak da adlandırılan süreç devlet güçlerinin kararlı tutumu sayesinde sonlandırılmıştır. Aynı şekilde bağımsız devlet kurma amacıyla Irak ve Suriye’den kopartılacak topraklarda terör örgütleri PYD ve DEAŞ da çeşitli alanlarda hüküm sürme uğraşındadır. ŞEHİRLERDE ÇATIŞMANIN CAZİBESİ

Terörist örgütlerin şehirlerde çatışmayı seçmesi tesadüfi değildir. Bu bölgeler insan nüfusu bakımından yoğundur ve eylem için elemanlarının barınma, iaşe, gizlenme ve kalabalık arasına saklanma imkanları daha kolay olmaktadır. Endüstri Devrimi’nin başlangıcında dünya nüfusu 700 milyon civarındayken 1900’da bu rakam 1,5 milyara ulaşmıştır. 1960’da ise yeniden iki katına çıkarak 3 milyara yükselmiştir. 2000’e gelindiğinde dünya nüfusu tekrar ikiye katlanarak 6 milyar olmuştur.18 Birleşmiş Milletler’e (BM) göre 2015’te dünya nüfusu 7,349 milyardır. Yine BM tarafından yapılan projeksiyonlarda 2050’de dünya nüfusunun 9,725 milyar ve 2100’de ise 11,213 milyara ulaşması beklenmektedir.19 Türkiye’deki duruma bakıldığında 1950’deki nüfus 21,238 milyon iken bu rakam 2015’te 78,666 milyona ulaşmıştır. 2030’da Türkiye nüfusunun 87,717 milyon ve 2050’de de 95,819 milyon olması beklenmektedir. 2100’de Türkiye nüfusunun azalarak 87,983 milyona ineceği tahmin edilmektedir.20 Şehirlerde yaşayan nüfus da zamanla artış göstermiştir. 1950’de dünya nüfusunun sadece yüzde 30’u şehirlerde yaşarken bu rakam 18 David Kilcullen, “The City as a System: Future Conflict and Urban Resilience”, The Fletcher Forum of World Affairs, Cilt: 36, Sayı: 2, (Yaz 2012), s. 21-22. 19 “World Population Prospects: Key Findings & Advance Tables 2015 Revision”, UN Economic and Social Affairs, s. 1, esa.un.org/unpd/wpp/Publications/Files/Key_ Findings_WPP_2015.pdf, (Erişim tarihi: 21 Ağustos 2017). 20

“World Population Prospects: Key Findings & Advance Tables 2015 Revision”, s. 22.

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

2014 verilerine göre yüzde 54’e yükselmiştir. Dünyadaki şehirleşme bölgelere göre değişiklik gösterebilmektedir.21 Türkiye’deki şehirleşmenin tarihsel gelişimi şehir nüfusunun toplam nüfusa oranı bakımından incelendiğinde şöyle bir tablo ile karşılaşılmaktadır: Şehirde yaşayan nüfus 1950’de yüzde 24,8, 1970’te yüzde 38,2, 1980’de yüzde 43,8, 1990’da yüzde 59,2, 2000’de yüzde 64,7 olmuştur.22 Türkiye’deki 2014 rakamlarına göre 75,837 milyon kişinin 55,279 milyonu şehirlerde ve 20,558 milyonu da kırsal alanda yaşamaktadır. Buna göre Tür­kiye nüfusunun yüzde 73’ü şehirlerde bulunmaktadır.23 Önümüzdeki yıllarda şehirlerde yaşayan nüfusun artması beklenmektedir. 2030’da nüfusun yüzde 63,8’i, 2050’de ise yüzde 71,5’inin şehirlerde yaşayacağı tahmin edilmektedir.24 2030’da dünyadaki 8 milyar insandan 5 milyarının şehirlerde yaşayacağı değerlendirilmektedir. Şehirlerde yaşayan insanlardan 2 milyarının ise gecekondu mahallelerinde yaşayacağı tahmin edilmektedir. Artan nüfusla birlikte ortaya çıkacak olan mega şehirler ile büyük şehirlerin çoğunluğunun sahil kenarında olması beklenmektedir. Bu kadar insanın yoğun şekilde yaşayacağı bir ortamda askeri harekatın meskun mahallerden kaçınması imkansız hale gelecektir. Büyük şehirlerde icra edilecek olan harekat esnasında askeri açıdan başarılı durumların yaratılması çok sayıda sivil kayba neden olabilecektir. Bu da politik açıdan bir felaket olarak medya tarafından dünyaya sunulabilecektir. Şehirlerdeki yaşam hem fiziksel hem de kültürel açıdan giderek karmaşık hale gelecektir. Şehir yaşantısını sağlayan altyapıların kontrolü ve kullanımında kültürel ve siyasi bilgi gerekecektir. 21 “World Urbanization Prospects”, UN Economic and Social Affairs, s. xxi, esa.un.org/ unpd/wup/Publications/Files/WUP2014-Report.pdf, (Erişim tarihi: 25 Ağustos 2017). 22

“World Urbanization Prospects”, s. 208.

23

“World Urbanization Prospects”, s. 199.

24

“World Urbanization Prospects”, s. 209.

/

151

152

/

D D S A’ L A R V E D Ü Z E N S İ Z S AVA Ş

Önümüzdeki dönemlerde harekat ortamında klasik (konvansiyonel) ve asimetrik tehditler olacaktır. Bu tehditlerin yetenekleri intihar saldırısından uzun menzilli hassas vuruş yeteneğine sahip silahlara kadar değişebilecektir. Gelecekteki tehditler karmaşık yapıda olacak ve gelişmeler neticesinde oluşan durum ve koşullara uyum gösterebilecektir. Düşük teknolojik silahlar hareket yeteneğini sınırlayabilecektir. Önümüzdeki yıllarda sürece adapte olabilen akıllı düşmanlar nedeniyle kontrol mücadelesi devamlı olacaktır. Ayrıca bu yıllarda dahil olunacak çatışmalarda çatışmanın cereyan tarzının kontrol edilememesi söz konusu olabilecektir. Nüfus artışı ve şehirleşme neticesinde meskun mahallerdeki tehditler ve/veya bu yerlerin tehditler tarafından kullanılmasında artış meydana gelecektir. Enerji ve doğal kaynaklara giderek artan ihtiyaçlar neticesinde ve bilhassa su kaynaklarının korunması ile bu kaynaklar üzerindeki mücadele önem arz edecektir. Medya ve iletişim teknolojilerinin geldiği nokta itibarıyla taktik seviyesindeki olayların stratejik etkilerinin oluşması olayı önümüzdeki dönemde de devam edecektir. Bu nedenle kamuoyunca yanlış anlaşılmaları önlemeye yönelik tedbirler alınması gerekecektir. İklimde meydana gelecek değişikliklerin personel, malzeme, teçhizat ve araçlar üzerinde etkileri olacaktır. Komuta-kontrol sistemlerinin korunması ve tehditten önce karar alınarak gerekli tedbirlerin hayata geçirilmesi gerekecektir. Siber saldırıların ve bilgilerin sızmasının engellenmesi de elzem olacaktır. Karar verme sürecinde tehditten önce karar verecek şekilde teşkilat, malzeme, teçhizat ve eğitim konularında ayrıntılı planlanmalar yapılması elzemdir. ŞEHİRLERİN TERÖRİSTLER TARAFINDAN TERCİH NEDENLERİ

Ayaklanmalar tarihi incelendiğinde mücadele sürecinde değişik yöntemlerin kullanıldığı görülmektedir. Bu yöntemlerin hepsin-

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

de siyasi, askeri, ekonomik ve bilgi-güç vasıtaları siyasi hedeflere ulaşmak için kullanılırken uygulama alanı olarak ise kırsal ve meskun mahallerin seçildiği söylenebilir. Bununla birlikte şehirlerde başlatılan ayaklanmalarla kısa sürede bir başarı elde edilememiş,25 etkisiz hareketler ortaya çıkmıştır.26 Devletin güvenilirliğinin azaltılması, devlet kaynaklarının bağlanması, kırsal alandaki faaliyetlerden dikkatin başka yöne çekilmesi, uluslararası sempati ve destek sağlanması gibi uzun vadeli hedeflere ulaşmada şehir ayaklanmaları önemli derecede rol oynamıştır.27 Şehirlerde haberleşme, elektrik, su vb. altyapılara, yabancı ülke temsilciliklerine ve sivil halka karşı gerçekleştirilen terörist eylemlerle devlet otoritesinin yetersiz olduğu algısı yaratılmaya çalışılmaktadır.28 Teröristlerin şehirlerde hakimiyet kurmalarının diğer bir amacı da devlet otoritesini sarsabileceklerini herkese göstermeye çalışmaları, faaliyet alanlarını genişletme gayretleri ve halkın devletten koparılmasıdır. Teröristlerin eylem alanı olarak şehirleri tercih etmelerinin çeşitli sebepleri vardır. Çağdaş toplumlarda asıl önemli yerlerin büyük yerleşim merkezleri olduğu, endüstri, zenginlik ve gücün birkaç büyük şehirde toplandığı ülkelerde, diğer yerlerde ortaya çıkan ayaklanma ve terörist hareketlerin merkezi yönetim için çoğu zaman önemli bir tehlike teşkil etmediği görülmüştür. Böyle bir durumla karşılaşan ülkede yöneticilerin endüstri merkezlerinde hakimiyeti ellerinde tuttuktan sonra diğer yerlerdeki olayları bastırmak üzere 25 Brian Michael Jenkins, The Five Stages of Urban Guerrilla Warfare: Challenge of the 1970s, (RAND Corp., Santa Monica: 1971), s. 4. 26 Bard E. O’Neill, Insurgency and Terrorism: From Revolution to Apocalypse, İkinci Baskı, (Potomac Books Inc., Virginia: 2005), s. 62-63. 27 Jeremy Bell, “Urban Insurgencies: A Study of its Effectiveness and its Future”, (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Hawai’i Pacific University, 2008), s. 3. 28 Alan C. Lowe, “Todo o Nada: Montoneros Versus the Army: Urban Terrorism in Argentina”, Block by Block: The Challenges of Urban Operations, ed. William G. Robertson ve Lawrence A. Yates, (U.S. Army Command and General Staff College Press, Kansas: 2003), s. 380-381.

/

153

154

/

D D S A’ L A R V E D Ü Z E N S İ Z S AVA Ş

büyük miktarlarda kuvvet göndererek rahatlıkla teröristlerin üstesinden gelebileceği anlaşılmıştır. Kır terörünün başarısız denemeleri kadar şehirlerin terör faaliyetlerine sağladığı kolaylık ve çekicilik de terörist grupların şehirlere yönelmesinde etkili olmuştur. İlk olarak şehirler teröristlere kırlık alanlara nazaran daha fazla hedef sağlamaktadır. Bu hedeflere yapılacak saldırıların etkisi ve yankısı da çok büyük olacak, teröristlerin seslerini çok geniş kitlelere duyurmalarını sağlayacaktır. Ayrıca şehirler silah, malzeme ve para temini bakımından teröristlere kırlara oranla daha fazla imkan sunar. İstihbarat faaliyetlerinin yürütülmesi de buralarda daha kolaydır. Teröristler kendilerini kalabalık şehirlerde rahatça gizleyebilir, çağdaş şehirlerin anonim yapısı onlara dikkat çekmeden çalışabilecekleri zemin ve az gayretle elde edebilecekleri insan kaynakları hazırlar. Bundan dolayı son yıllarda terör örgütleri kırlık bölgeler yerine şehirlerde üslenmeyi tercih etmektedir. Şehir Savaşında Teröristlerin Eylem Biçimleri

Yukarıdaki amaçlara ulaşabilmek için teröristler şehirlerde mümkün olduğu kadar değişik eylem biçimlerine başvurmak zorundadır. Bu eylemlerden bazıları basit bazıları daha karmaşık olabilmektedir. Bir işi yüklenmeden önce o işi yerine getirmek üzere kullanacağı kişileri ve yöntemleri iyi hesaplayarak teknik hazırlıkları olmayan kişilerle iş birliğine gitmemektedir. Bu hususlar göz önüne alındıktan sonra aşağıdaki eylem biçimlerine başvurulabilmektedir: •

Saldırı



Bir yerin basılması



Bir yerin işgali



Pusu kurma



Sokak taktikleri



Grev ya da boykot eylemleri

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R



Silah, cephane ve patlayıcı madde depolarının boşaltılması



Mahkumların kurtarılması



İdamlar



Adam kaçırmalar



Sabotajlar



Silahlı propaganda



Sinir savaşı (Psikolojik harekat, dezenformasyon, bilgi harekatı)

Şehir Savaşında Teröristlerin Yaptığı Hatalar

Şehir savaşı yürüten teröristlerin güvenlik ilkelerini yerine getirseler de bazı hataları olmaktadır. Bu hataları şu şekilde sıralayabiliriz: 1. Tecrübesizlik: Karşısındaki güçleri aptal yerine koyma, yeteneklerini küçümseme, yapılması gerekli işleri basit bulma ve buna bağlı olarak feci sonuçlar doğuracak izler bırakma. Aynı tecrübesizlik teröristin düşmanlarını olduğundan büyük görmesine de yol açabilmektedir. Bu nedenle terörist kendine güvenini, kararlılığını ve cesaretini yitirebilmekte, yılgınlığa uğrayabilmektedir. 2. Şehir savaşının büyütülmesi: Şehirlerde eylem yapan teröristler bu bölgedeki eylemlerinin başarısından dolayı sarhoşluğa kapılarak arazinin önemini küçümseyebilmekte ve arazide görev yapan teröristlerin desteğini geri çevirebilmektedir. Şehir kadrosunu nihai güç olarak ele almakta ve tüm örgütün gücünü burada yoğunlaştırmak istemektedir. 3. Mevcut olan lojistik altyapıyı (yol, köprü vb.) dikkate almayarak ölçüsüz eylemlere girişebilmektedir. 4. Sabırsızlık, sinirlenme ve büyük kayıplara sebep olabilecek aşırı aceleci hareket tarzını seçebilmektedir.

/

155

156

/

D D S A’ L A R V E D Ü Z E N S İ Z S AVA Ş

5. Özellikle karşı güçlerin en saldırgan ve hırslı olduğu anda gereksiz yere düşmanın üzerine gitme hatasına düşebilmektedir. 6. Planlama yapmadan hazırlıksız eyleme girişebilmektedir. AYAKLANMA VE AYAKLANMALARA KARŞI KOYMA

“Ayaklanma” var olan bir hükümet otoritesini organize olan bir grup insanla kuvvet kullanarak veya kullanmakla tehdit ederek zayıflatmayı veya başka bir otorite ile değiştirmeyi amaçlayan yasa dışı yıkıcı denemeler olarak tanımlanmaktadır.29 Tanımdan da anlaşılacağı üzere asimetrik taraf kurulmuş olan otoriteyi yıkmak için birtakım yöntemlerle siyasi hedeflerine ulaşmaya çalışır. Klasik harekattaki en temel husus düşmanı imha etmek maksadıyla uygun yer ve zamanda ateş gücünün toplanmasıdır. Ayaklanmalara karşı koymada ise anahtar husus düşmanın belirlenmesi için halktan elde edilen bilginin devşirilmesidir.30 Ayaklanma taraflar arasında halkın desteğini kazanmak için bir mücadeledir. Ayaklanmalara karşı koymada başarı halkın güvenliğinin sağlanması ve asimetrik taraf ile halkın temaslarının kesilmesi veya asgari seviyeye indirilmesi ile oluşmaktadır.31 Ayaklanmaların klasik savaşlardan daha farklı kuralları bulunmaktadır. Bu kuralların çoğu bir taraf için uygulanabilirken diğeri için geçerli olmayabilir. Asimetrik taraf kendi davasına karşı olan birine zarar verebilirken bu noktada güvenlik güçlerinin ise kanunlarla belirlenmiş olan yetkilerinin dışına çıkmamaları gerekir.32 29 Andrew R. Molnar vd., “Human Factors Considerations of Underground in Insurgencies”, The American University Special Operations Research Office, 1 Aralık 1965, s. 1, www.cgsc.edu/carl/docrepository/dapam550_104insurgencies.pdf, (Erişim tarihi: 25 Ağustos 2017).

David Galula, Counterinsurgency Warfare: Theory and Practice, (Praeger Security International, Westport: 2006), s. vi. 30

31

Galula, Counterinsurgency Warfare, s. viii-ix.

32

Galula, Counterinsurgency Warfare, s. viii.

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

Bir ayaklanmadaki ilk mücadele siyasi kontrol ve meşruluk için halkın seferber edilmesi maksadıyla yapılan mücadeledir. Ayaklananlar ve ayaklanmaya karşı koyanlar kendi nedenleri için halkın desteğini kazanmaya çalışırlar. Halk desteğinin sağlanmasında beş vasıta bulunmaktadır. Bir kişiyi ya da bir grup insanı motive etme maksadını taşıyan bahse konu vasıtalar; (i) halkı kendi tarafına çekmek için kullanılan ikna etme teknikleri, (ii) aynı maksatla uygulanabilen baskı, (iii) her iki tarafça yapılan hatalı uygulamalardan kaynaklanan suistimallere karşı reaksiyon, (iv) yurt dışı ülkelerinden sağlanan destek ve (v) siyasi olmayan motivasyon unsurlarından oluşmaktadır.33 Ayaklanmanın Nedenleri

Ayaklanmanın nedenleri yerine getirilmemiş istekler ve isyanı doğuran meşru sorunlar olarak algılanan hususlarda veya kendi amaçları için farklı bir gündem güden ayaklananlar tarafından manipüle edilebilen mevcut şikayetlerde yatmaktadır. Genel olarak söz konusu nedenler şunlar olabilir:34 1. Bir devletteki egemen güce karşıt kimlik duygusu üzerine inşa edilmiş milliyetçi, etnik, aşiretsel ve kültürel ayrılıkçı hareketler 2. Ayrı bir kimlik olarak veya kökten dincilik ile motive edilen bir durum şeklinde görünebilecek din faktörü 3. Yeni kolonicilik: Ekonominin ana sektörlerinin yabancılar tarafından kontrolü veya milli hislere karşı saldırı olarak algılanan bir anlaşmanın koşulları sayesinde yabancı birliklerin ve üslerinin varlığı

33 ABD Savunma Bakanlığı, “U.S. Army Counterinsurgency Handbook”, (Skyhorse Publishing, New York: 2007), s. 1-8. 34 “Countering Insurgency”, British Army Field Manual, Cilt: 1, Sayı: 10, (Ekim 2009), s. 2-3.

/

157

158

/

D D S A’ L A R V E D Ü Z E N S İ Z S AVA Ş

4. Kötü yönetim, yozlaşma, ayrımcılık ve baskı 5. Özellikle üst ve alt sınıflardaki insanların değişik etnik kökenlerinin olduğu ülkelerde zenginlik ve yoksulluk arasındaki fark, kısacası ekonomik başarısızlık 6. Toplumun orta sınıfı ve entelektüelleri arasında daha iyi yaşam koşullarına yönelik karşılanmayan beklentiler Ayaklanmanın Dinamikleri

Ayaklanmalar bazı ortak dinamikler sayesinde şekillenirler; (i) ayaklanmanın oluşumunda önemli yeri olan lider ve liderlik, (ii) nihai olarak varılacak yerin kısacası net hedeflerin olması, (iii) örgüt içinde birlik ve beraberliğin sağlanmasına yardımcı olacak ideoloji ve hikayelerin oluşturulması, (iv) örgüt elemanlarının yaşayabilmesi için gerekli çevre ve coğrafyaya duyulan gereksinim, (v) ihtiyaç duyulduğunda sağlanabilecek dış destek ve barınabilecek yurt dışı sığınma alanlarının mevcudiyeti, (vi) nihai hedefe ulaşmada kullanılan safhalandırma ve zamanlama ayaklanmanın dinamikleri arasında yer almaktadır.35 Ayaklanmanın Hassas Tarafları

Ayaklanmaya karşı koyma esnasında kullanılabilecek her ayaklanmanın kendine özel hassas tarafları bulunmaktadır; (i) ayaklananın –belirli bir süre için de olsa– gizliliğe duyduğu ihtiyaç, (ii) seferber etme esnasında kullanılan mesajdaki tutarsızlıklar, (iii) bir harekat üssü tesis etme ihtiyacı, (iv) dış desteğe olan güven, (v) finansal kaynak elde etme ihtiyacı, (vi) iç bölünmeler, (vii) momentumu muhafaza etme ihtiyacı, (viii) ayaklanan taraftaki köstebek ve muhbirlerdir.36

35

“U.S. Army Counterinsurgency Handbook”, s. 1-13.

36

“U.S. Army Counterinsurgency Handbook”, s. 1-17.

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

Ayaklanma Teşkilatı

Ayaklanmanın yapısı bir buz dağına benzemektedir. Ayaklanmalarda açık olarak silahlı eylemleri yapmak için organize olmuş olan küçük bir görünen unsur (gerilla kuvveti) ve daha geniş, gizli kuvvet olan yeraltı teşkilatı bulunmaktadır. Yeraltı teşkilatı gerekli yer ve makamlara sızma ve politik yıkıcı faaliyetler gibi fonksiyonları yerine getirmekte, gölge hükümetler teşkil ederek bunları işletmekte ve teröristleri destekleyen bir organizasyon olarak görev yapmaktadır..37 Yeraltı teşkilatı ise ayaklanma hareketinin gizli ve örtülü unsuru olarak tanımlanabilir. Ayaklanmanın başlangıç safhalarında tüm teşkilat gizli bir şekilde çalıştığından yeraltındadır. Silahlı faaliyete yönelik organize olmuş özel teşkilatı destekleyebilecek güçlü bir yapıyı oluşturmak için halkın tatminsizlik ve memnuniyetsizliğinden istifade eden yeraltı teşkilatıyla uzun ve dikkatli bir planlamaya ihtiyaç duyulmaktadır. Son aşamada ise ikili yapı ortaya çıkmaktadır. Bir unsur açık olarak gerilla faaliyetlerini icra ederken diğer unsur olan yeraltı teşkilatı da önemli makamlara sızmaya ve siyasi açıdan yıkıcı faaliyetlerine devam ederek gölge hükümetini güçlendirmektedir.38 Gerilla teşkilatı ise tam olarak geliştiğinde hareketli ana kuvvet yapısı ile bölgesel ve yerel olarak faaliyet gösteren paramiliter kuvvetlerden oluşmaktadır. Paramiliter kuvvetler sınırlı faaliyetlerde bulunmakta ve ana kuvveti desteklemektedir. Yeraltı teşkilatı ise bir piramit şeklinde yapılanmaktadır. En altta hücreler yer alırken en üstte ana karargah bulunmaktadır. Birçok yeraltı teşkilatının en önemli özelliği bölümlenmenin (kompartmantasyon) kullanılması ve yeraltı hücreleri şeklinde teşkilatlanmasıdır. Hücre basit olarak bir lider ve elemanlardan oluşmaktadır. Hücre yapılanmasındaki amaç bir hücrenin başarısız olması 37

Molnar vd., “Human Factors Considerations of Underground in Insurgencies”, s. 4.

38

Molnar vd., “Human Factors Considerations of Underground in Insurgencies”, s. 17.

/

159

160

/

D D S A’ L A R V E D Ü Z E N S İ Z S AVA Ş

neticesinde açığa çıkması durumunda tüm teşkilatın en az şekilde zarar görmesini sağlamaktır. Kompartmantasyonun seviyesini ise teşkilatın büyüklüğü, hükümet güçlerine verilen halk desteğinin durumu ve güvenlik kuvvetlerinin faaliyetlerinden kaynaklanan tehlike belirlemektedir.39 Yeraltı Hücre Çeşitleri ve Yapıları

Genel olarak üç tip yeraltı hücresi bulunmaktadır: Harekat Hücresi

Bir lider ve küçük bir üye grubundan oluşan ve birlik olarak doğrudan görev yapan harekat hücreleri para toplamak, propaganda yapmak ve diğer gerekli faaliyetleri icra etmektedir. Haberleşme maksadıyla değişik vasıtalar kullanılabilmektedir.40 ŞEKİL 1. HAREKAT HÜCRESİ

İstihbarat Hücresi

İstihbarat faaliyetlerini yürüten, yüksek bir kompartmantasyon seviyesine sahip ve lideri tarafından bir aracı/vasıta sayesinde yöneMolnar vd., “Human Factors Considerations of Underground in Insurgencies”, s.

39

18-23. 40

Molnar vd., “Human Factors Considerations of Underground in Insurgencies”, s. 20.

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

tilen hücrelerdir. İstihbarat hücrelerinde hücre lideri ile hücre elemanları nadiren bir araya gelmektedir. Bu hücrelerde haberleşme vasıtalarıyla irtibat sürdürülmektedir. Bu nedenle bölümlenmenin en fazla olduğu hücrelerdir.41 ŞEKİL 2. İSTİHBARAT HÜCRESİ

Yardımcı Hücreler

Teşkilata sempati duyanlar arasından oluşturulmaktadır. Hücrede bir hücre lideri, hücre lider yardımcısı/yardımcıları ve hücre elemanları bulunmaktadır. Bu hücredekiler teşkilatın birçok faaliyetine katılmalarına rağmen güvenilirlikleri test edilmemiştir. Hücre lideri eleman olarak kazandırılabilecek potansiyel kişileri tespit etmektedir. Yardımcı hücrenin harekat hücresinden farkı –şekillerden de anlaşılacağı gibi– eleman sayısından dolayı daha büyük olması, ara bir kontrol kademesinin bulunması ve çok az veya hiç bölümlenmenin olmamasıdır.42 41

Molnar vd., “Human Factors Considerations of Underground in Insurgencies”.

42

Molnar vd., “Human Factors Considerations of Underground in Insurgencies”, s.

20-21.

/

161

162

/

D D S A’ L A R V E D Ü Z E N S İ Z S AVA Ş

ŞEKİL 3. YARDIMCI HÜCRE

Ayaklanmaya karşı koymada yerel halkın endişeleri giderilmezse taktik askeri başarılar halkın ayaklananlara verdiği desteğin azalmasını veya ayaklananlara katılımın engellenmesini sağlayamaz. Bu tür durumlarda askeri başarılar ancak yerel halk tükendiği zaman çatışmayı sonlandırabilir. Burada hükümet ile ayaklananların amaçları arasında uzlaşma imkanı olmayabilir.43 İçine girmekte olduğu veya başladığı savaşın ne tür bir savaş olduğunun belirlenmesi bir devlet adamı ve komutan için en önemli karardır.44 Fransa’nın 1945-1962 arasında sürdürmüş olduğu emperyalist savaşta Fransa –ordusu çatışma ortamına adapte olmasına rağmen– Hindiçin ve Cezayir’de vermiş olduğu emperyalist mücadeleyi kaybetmiştir. Bunun altında Fransa’nın stratejisinin askeri çözümlere dayanması, buna mukabil hasımlarının ise halk tarafından daha çok benimsenen siyasi senaryolar üretmiş olmasıdır. Fransa yerel halkın milliyetçilik duygusuna karşı bir ideoloji ortaya koyamamıştır. Fransa’nın Cezayir’deki son komuCounterinsurgency in Modern Warfare, ed. Daniel Marston ve Carter Malkasian, (Osprey Publishing, New York: 2008), s. 16-17. 43

Charles Townshend, “In Aid of the Civil Power: Britain, Ireland and Palestine 1916-1918”, Counterinsurgency in Modern Warfare, ed. Daniel Marston ve Carter Malkasian, (Osprey Publishing, New York: 2008), s. 20. 44

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

tanının belirttiği gibi Fransız psikolojik hareketi kullanılabilecek bir duygu bulamamış, Avrupalıların gitmesi ve bağımsızlığın elde edilmesi nedenlerine yenik düşmüştür. Bu çerçevede Cezayir ve Hindiçin’de gerçekleşen çatışmalar ortak özellikler taşıyarak zayıf tarafın güçlüyü yendiği bir mücadele örneği olarak ortaya çıkmıştır. Her iki durumda Fransızların 1940-1944 arasında işgal altında olduğu ve savaşta yenildiği temaları Fransızların egemenliğinin sorgulanmasında kullanılmıştır. Gerek Viet Minh gerekse Ulusal Bağımsızlık Cephesi (Federation de Liberation Nationale, FLN) Paris’in reaksiyon göstermeden önce bölgede yeterli mevcudiyetlerinin olmaması ve teşkilatlarına dikkat etmemesinden istifade etmişlerdir. Fransız ordusunun adaptasyon yeteneği ve yaratıcılığı bazı başarılar getirmiş olmasına rağmen her iki ayaklanmada da ayaklanan taraf nedenlerini uluslararası arenaya taşıyarak cevap vermiştir. Her ikisinde de Fransa’daki kamuoyu desteği maliyetlerinin artması, ayaklanmaya karşı koymaya aktarılan kaynakların Fransa’nın kabiliyetleri ve yasal düzenlemeleriyle uyumlu olmaması nedeniyle azalmıştır. Fransa’nın yenilmesindeki diğer bir husus stratejilerin askeri çözümler üzerine inşa edilmiş olmasının yanı sıra Soğuk Savaş döneminde yeri olmayan Fransa’nın büyüklüğü vizyonu üzerine bağlanmış olmasıdır.45 Meskun mahal denince insan eliyle yapılmış binalar ile insan nüfusunun yoğun şekilde yaşadığı yerler anlaşılmaktadır. Meskun mahaller köy, kasaba, küçük şehir veya büyük şehir olabilir. Meskun mahallin boyutu ve içinde yaşayan nüfus büyüdükçe güvenlik güçlerinin içinde bulunacağı tehdit ortamı da artmaktadır.46 Günümüzdeki ayaklanmaların büyük kısmı yaşam alanları olan şehirlerde Douglas Porch. “French Imperial Warfare 1945-1962”, Counterinsurgency in Modern Warfare, ed. Daniel Marston ve Carter Malkasian, (Osprey Publishing, New York: 2008), s. 91-112. 45

46 Russell W. Glenn, Managing Complexity During Military Urban Operations: Visualizing the Elephant, (RAND Corporation, Santa Monica: 2004), s. ix.

/

163

164

/

D D S A’ L A R V E D Ü Z E N S İ Z S AVA Ş

cereyan etmektedir. Bölücü/ayrılıkçı örgütler tarafından şehirlerin kullanılmasının farklı sebepleri bulunmaktadır. Kendilerine sağladığı avantajlardan dolayı seçilen bu bölgelerin özellikleri ve burada söz konusu örgütlere karşı yapılacak harekatları etkileyen birtakım hususlar mevcuttur. ŞEHİRLERDEKİ AYAKLANMANIN BEŞ SAFHASI

Brian Michael Jenkins RAND için 1970’de yapmış olduğu bir çalışmasında meskun mahallerdeki ayaklanmanın beş safhası olduğunu ileri sürmüştür: Birincisi “eyleme dayalı propaganda” safhasıdır. Bu safhada şiddet, terör, adam kaçırma gibi eylemler sembolik hedeflere yöneltilerek hareketin tanınması sağlanmaktadır. Burada kullanılan taktikler bombalama, suikast, adam kaçırma ve soygunlarla sınırlıdır. İkincisi “organizasyonel büyüme” safhasıdır. Bu safhada da ilk safhadaki eylemler kullanılır. Buradaki fark ise eylemlerin daha karmaşık ve ses getirici hale dönüşmesidir. Halk desteğinin elde edilmesi, finansal bir üs tesis edilmesi, eleman kazanma ve (silah, teçhizat, patlayıcılar vb.) kaynakların elde edilmesi amaçlanır. Bu aşamadaki eylemlerde kullanılan şiddet hareketin ciddi olarak algılanmasını sağlamakla beraber karşı tarafın gazabını çekmemelidir. Üçüncüsü “meskun mahallerde gerilla saldırısı” safhasıdır. Bu safhada amaç güvenlik güçlerine saldırarak sokakların kontrolünü ele geçirmektir. Nihai hedef güvenlik güçlerini halktan uzaklaştırmak ve güvenlik güçlerinin halkın içinde yaşamasını engelleyecek yaklaşımları kabul etmesini sağlamaktır. Dördüncüsü “kitlelerin harekete geçirilmesi” safhasıdır. Burada şiddet artan bir şekilde kullanılmaktadır. Karşı tarafın orantısız güç kullanma, sıkıyönetim ilan etme, özgürlükleri ve hakları askıya alma ve toplu tutuklamalar yapma gibi baskıcı tedbirler almaya zorlanması hedeflenir. Bu safhada öteki taraf izleyeceği yanlış politikalar sayesinde halktan daha da uzaklaştırılır.

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

Jenkins’in teorisinde son safhayı “şehir isyanı” oluşturmaktadır. Bu safhada eylemcilerin terörist ve şiddet eylemleri kitlesel hareket ve halk isyanıyla birleştirilir. İnsanlara silah dağıtılarak hükümet binalarına saldırılır. Resmi görevlilerden önemli olanlarına suikastlar düzenlenir. Çatışmalar açıktan yapılır. Bu aşamada başarılı olmak için hükümetin çok güçsüz olması veya isyancı tarafın dışarıdan veya hükümetin silahlı kuvvetlerinden destek alması gerekmektedir.47 AYAKLANMAYA KARŞI KOYMA

Genel anlamda ifade etmek gerekirse ayaklanmayla mücadelenin temel silahı ayaklanmaya karşı koymadır. Ayaklanmalara karşı koyma faaliyeti hedef toplumun yıkıcılık, kanunsuzluk ve ayaklanmanın etkisinden kurtarılıp korunmasına yönelik geniş çaplı bir dizi önlemi içerir. Bunlar halkın ihtiyaçlarına cevap veren uygun siyasi, askeri, ekonomik ve sosyal kurumlar inşa ederek ülkenin geliştirilmesi faaliyetleridir. Ayaklanmaya karşı koyan gücün yöneldiği üç hedef grup vardır: hedef halk, asimetrik taraf ve dış faktörler.48 Ayaklanmalara karşı koymada istihbaratın anahtar olduğu veya halk desteğinin kazanılması gerektiğinden bahsedilmektedir. Bununla beraber bunların nasıl yapılacağı hususunda çeşitli sorunlar bulunmaktadır. Her ayaklanmanın kendine ait kuralları olması nedeniyle ayaklanmaya karşı koymada önce nasıl bir düşmanla karşı karşıya kalındığı, gerek fiziki gerekse sosyal olarak nasıl bir muharebe sahasında olunduğuna dair bir çalışma yapılması elzemdir. Müteakiben ayaklanmaya karşı koymanın prensipleri ortaya konularak strateji ve taktikler belirlenmelidir. Böylece iki tarafın farklı yöntemler takip ederek icra ettikleri asimetrik çatışmanın doğası 47

Jenkins, The Five Stages of Urban Guerrilla Warfare.

ABD Kara Kuvvetleri Komutanlığı, FM 90-8 Kontrgerilla Operasyonları, (Ceylan Matbaacılık, Mart 1997), s. 12. 48

/

165

166

/

D D S A’ L A R V E D Ü Z E N S İ Z S AVA Ş

ortaya konulmalıdır. Çatışmada ayaklanmaya karşı koyanın başarılı olabilmesi için her şey devletin bütün organlarını kapsayacak genel bir plan dahilinde merkezi planlama merkez dışı icraat ile yapılmalıdır. 49 Clausewitz’in savaş için söylemiş olduğu tanımı değiştirirsek ayaklanma bir ülkede yer alan bir grubun politikasının her türlü vasıtayla devam ettirilmesi olarak tanımlanabilir. Ayaklanma politikanın diğer vasıtalarla devamı olarak tanımlanan klasik savaştan, kuvvet kullanımına geçmeden önce başlayabilir.50 Galula için ilk olarak ayaklanmaya karşı koyma düşmanın öldürülmesinden daha çok halkın korunması ile ilgilidir. İkinci olarak ayaklanmaya karşı koymada siyasi gücün askeri güç üzerinde önceliği bulunmaktadır.51 Robert Thompson da ayaklanmalara karşı koyma için beş prensip ortaya koymaktadır: •

Hükümetin açık bir siyasi hedefi olmalıdır.



Hükümet yasal çerçeve içinde hareket etmelidir.



Hükümetin genel bir planı olmalıdır.



Hükümet ayaklananın silahlı kanadını değil siyasi kanadını yenmeye öncelik vermelidir.



Ayaklanmanın gerilla safhasında ilk olarak üssünün/bölgesinin güvenliğini sağlamalıdır.

Thompson, Galula gibi ayaklanmaya karşı koymada siyasetin önemini vurgulamaktadır.52 Askeri faaliyetler ayaklanmalara karşı koyma için gerekli ve önemlidir. Bununla birlikte askeri faaliyetler milli gücün tüm vasıtalarının kullanıldığı kapsamlı bir stratejiye 49

Galula, Counterinsurgency Warfare, s. xiii.

50

Galula, Counterinsurgency Warfare, s. 1.

51

Marston ve Malkasian, Counterinsurgency in Modern Warfare, s. 14.

52

Marston ve Malkasian, Counterinsurgency in Modern Warfare, s. 14.

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

entegre edildikleri zaman etkili olmaktadır. Başarılı bir ayaklanmaya karşı koyma halkın ihtiyaçlarını karşılamalı, desteğini kazanmalı ve halkı koruyabilmelidir. Etkili ayaklanmaya karşı koyma operasyonları sonuçta ayaklananları bertaraf etmeli veya onları etkisiz bir hale getirmelidir. Güvenlik güçlerinin başarılı olabilmeleri için diğer kurum ve kuruluşların rollerini ve yeteneklerini bilmeleri gerekmektedir. Ayrıca planlama safhasında mücadelede görev yapan diğer personel de katkıda bulunmalıdır. Sivil faaliyetlerde güvenlik kuvvetleri tarafından desteklenecek şekilde tedbirler alınmalıdır. Şiddet seviyesinin kontrol altına alınması mücadelenin ana yönlerinden birini oluşturmaktadır. Yüksek seviyedeki şiddet çoğunlukla ayaklanana yaramaktadır. Güvensizlik ortamı diğer kurum ve kuruluşların (NGO dahil) bölgeye hizmet göndermesini engellemektedir.53 Uzun ömürlü ve dayanıklı politika uygun kuvvet kullanımı ile askeri olmayan programların dengelenmesine ihtiyaç duymaktadır.54 DDSA’LAR

Resmi devlet kontrolü dışında faaliyet gösteren, hukuki bir temeli bulunmayan ve organize silahlı gücü olan yapılar uluslararası ortamda DDSA’lar (DDSA) olarak tanımlanmaktadır. Günümüzde özellikle toprakları üzerinde siyasi otoritenin tam olarak sağlanamadığı ülke topraklarında söz konusu aktörler mevcut olabilmektedir. Çeşitli milis grupları, terör örgütleri, milisler, savaş beyleri ve isyancı gruplar biçiminde ortaya çıkan yapılar özellikle Ortadoğu coğrafyasında, Orta ve Güney Amerika, Asya ve Afrika kıtalarında oldukça yoğun şekilde faaliyet göstermektedir. Bahse konu yapılar Avrupa’da dahi –Ukrayna özelinde görülebileceği üzere– etkinliği53

“U.S. Army Counterinsurgency Handbook”, s. 1-2.

54

“U.S. Army Counterinsurgency Handbook”, s. 2-3.

/

167

168

/

D D S A’ L A R V E D Ü Z E N S İ Z S AVA Ş

ni sürdürebilmektedir. Örnek vermek gerekirse Taliban, El-Kaide, DEAŞ, Boko Haram, PKK, Leşker-i Tayyibe, FARC, Hizbullah, Haşdi Şabi ve Nusra bunlardan sadece birkaçıdır. DDSA hayatta kalabilmek ve varlığını sürdürebilmek için gerekli finansmanını yurt dışından diğer devlet ve gruplardan sağladığı maddi desteklerle veya yurt içinden uyuşturucu, silah ve insan kaçakçılığı yapmak suretiyle karşılamaktadır. Son dönemde özellikle patlayıcı maddelerin silahlı grupların eline geçmesi bu gruplara daha fazla ses getirecek eylemler icra etme imkanını vermektedir. Soğuk Savaş sonrası dönemde meydana gelen silahlı çatışmaların sadece yüzde 6’sı devletler arasında meydana gelmiştir.55 Bu rakam devlet dışındaki aktörlerin çatışmalara yoğun biçimde iştirak ettiğini açıkça göstermektedir. DDSA aynı zamanda akışkan bir yapıya sahiptir. Bu durum söz konusu aktörlerin mevcut bir devletin siyasi-askeri otoritesinin zayıfladığı bölgeye doğru kayma temayülü olarak ifade edilebilir. Bunun en bariz örneğini Afganistan’da ortaya çıkan El-Kaide varlığının ABD’nin Irak’ı işgali ve sonrasında bölgede bulunan güç boşluğunu doldurmak üzere bu coğrafyaya yönelmesi ve Irak El-Kaidesi adı altında faaliyet göstermesi teşkil etmektedir. Ayrıca müteakip dönemde Suriye’de iç savaşın başlamasıyla birlikte Irak-Suriye sınırından itibaren Suriye içerisinde eylemlere başlaması, resmi devlet yapısının zayıflamasının DDSA’lara zemin hazırladığı gerçeğini ortaya koymaktadır. Türkiye’de de son birkaç yıldır yaşanan şehir çatışmaları çeşitli saiklerle ortaya çıkan güç boşluklarının küçük başka illegal yapılar tarafından doldurulmaya çalışıldığının göstergesi olmaktadır. Yeniden devlet otoritesinin sağlanması ve resmi yapının kararlı tutumu söz konusu yapıların ortadan kalkmasını veya yeraltına inerek marjinalleşmesini sağlamıştır.

55 Therese Pettersson ve Peter Wallensteen, “Armed Conflicts, 1946-2014”, Journal of Peace Research, Cilt: 52, Sayı: 4, (2015), s. 536-550.

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

SONUÇ

Tarihsel açıdan bakıldığında sadece şehre dayalı bir stratejiyle asimetrik tarafın başarıya ulaşma ihtimali düşüktür. Şehir faaliyetlerinin gizliliğe ihtiyaç duyan doğası nedeniyle buradaki negatif asimetrik taraf mensuplarının belirli bir sayıda kalması gerekir. Bu sayıyla sonuca ulaşmak imkansız olmamakla birlikte zor bir süreçtir. Ayrıca şehirlerde belli bölgeleri ele geçiren asimetrik tarafın kazanımlarını öteki tarafa karşı koruması zordur. Bununla birlikte kırsal ve şehir faaliyetlerinden oluşan karma yaklaşımın başarı şansı daha yüksek olabilir. Terör eylemleri ayaklanmacılar tarafından dikkatli ve hedef gözetir şekilde kullanılmaması durumunda faydadan daha çok zarar getirebilir. Yan hasar oluşturan ve halkın refahını, yaşam tarzını etkileyen saldırılar neticesinde halk desteği azalabilir. Siyasi amaca yönelik bile olsa terörizm halkın öfkesinin negatif asimetrik tarafa dönmesine neden olabilir. Oyunun sonucunu teröristlerin başarılı olma azim ve iradesi kadar bunlarla mücadele eden tarafın azim ve iradesi de etkiler. Sadece bir tarafın faaliyetlerinin incelenmesiyle mücadelenin sonuçlarına yönelik yorum yapılmamalıdır. Bilgi ve istihbarata hükmeden tarafın sonuç üzerindeki etkisi daha fazla olur. Devletler istihbarat vasıta ve kaynaklarını geliştirerek, yönlendirerek ve çeşitlendirerek ayaklanmacıların ağırlık merkezleri, hassasiyetleri ve zayıf noktalarını bulabilir. Müteakiben belli stratejilerle karşı tarafa verilen halk desteğini makul seviyeye indirebilir. Şehir faaliyetleri için lider kadrosu iyi yetişmiş tarafın başarı şansı daha yüksektir. Şehirdeki faaliyetlerde başarıya ulaşan devletler uzun vadede ayaklanan tarafın kazanım sağlamasını engellemek maksadıyla halk merkezli stratejiler ve çözümler üreterek bunları hayata geçirmelidir.

/

169

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

DDSA’LAR VE DEVLETİN KORUMA SORUMLULUĞU ALI HÜSEYIN BAYATLI* GİRİŞ

Uluslararası hukuk süjeleri aralarındaki ilişkiyi düzenleyen uluslararası hukukun önemli kurumlarından birisi devletlerin sorumluluğudur. Zaman içerisinde devletlerin pratikleriyle gelişen bu kurumun esasları uluslararası örf ve adet hukuku kuralları çerçevesinde düzenlenmiştir. Bu yapılageliş kurallarının belirlenmesinde de uluslararası yargı organları ve hakem mahkemeleri kararları etkili olmuştur. Birleşmiş Milletler’in (BM) kurulmasıyla birlikte uluslararası hukuk alanında yaşanan kodifikasyon çalışmaları kapsamında, devletlerin uluslararası sorumluluğu kurallarının da yazılı hale getirilmesi çalışmaları BM Uluslararası Hukuk Komisyonu tarafından yapılmıştır. Ancak hazırlanan çalışma BM’ye sunulmasına rağmen hala tasarı halindedir. Yine de birçok uluslararası örf ve adet hukuku kuralını içerdiğinden tasarının önemi azalmamıştır. Zira birçok uluslararası yargı organı kararlarında söz konusu tasarıya atıf yapılmıştır. BM sistemiyle devletlerin kuvvet kullanması yasaklanmıştır. Ancak bu tarihten sonra devletler arası olmayan fakat devletlerin de epey müdahil olduğu, uluslararası nitelikte olmayan silahlı çatışmalar yaşanmış ve günümüz itibarıyla da dünyada ve özellikle de Ortadoğu’da bu türden çatışmalar yaşanmaya devam etmektedir. Devletlerin resmi organı sayılmayan bu silahlı yapıların yine devletler tarafından desteklenmesi ve çatışmalara dolaylı olarak müdahil olmaları çatışmaların seyri, etkinliği ve sürekliliğini belirlemektedir. Devletlerin yarattıkları bu etkileri devlet dışı silah*

/

171

172

/

D D S A’ L A R V E D E V L E T İ N KO R U M A S O R U M LU LU Ğ U

lı aktörlerin (DDSA) eylemlerinden devletin sorumluluğu meselesinde, devletin bu gibi resmi olmayan silahlı yapıların eylemleri sonucunda yapılan uluslararası hukuk ihlallerinden hangi şart ve hallerde sorumlu tutulacağı konusu incelenecektir. İlk başlıkta genel olarak uluslararası sorumluluk kurumuna değinilecek ve ardından ikinci başlıkta ise DDSA’lar tanımlanma ve açıklanmaya tanımlamaya ve açıklamaya çalışılacaktır. Üçüncü ve son başlıkta da DDSA’ların eylemlerinden devletin sorumlu olması hususu irdelenecektir. ULUSLARARASI HUKUKTA DEVLETİN SORUMLULUĞU

Bireysel ve toplumsal yaşam düzenini sağlama ve sürdürmenin en önemli araçlarından biri olan hukuk düzeninde “sorumluluk” kavramı önemli yer tutmaktadır. Sorumluluk, hukuk dilinde genel olarak “uyulması gereken bir kurala aykırı davranışın hesabını verme, tazminatla yükümlü tutulma, işlenmiş olunan bir suçun gerektirdiği cezayı çekme”1 şeklinde tanımlanmaktadır. Ulusal hukukta süje olarak hak edinme ve yükümlülük üstlenmenin bir sonucu olan sorumluluk gibi, uluslararası hukukun süjeleri olan devletler ve uluslararası örgütler bakımından da uluslararası sorumluluk bu süjeliğin bir gereği ve sonucudur. Devletlerin uluslararası sorumluluğun kaynağı genel olarak uluslararası örf ve adet hukuku kurallarıdır. Ancak 2001’de Uluslararası Hukuk Komisyonu uzun yıllar yapmış olduğu kodifikasyon çalışmalarını tamamlayarak 59 maddelik “Devletlerin Uluslararası Hukuka Aykırı Fiillerinden Doğan Sorumluluğu” tasarısını BM Genel Ku-

Kenan Dülger, Devletin Uluslararası İnsancıl Hukukun İhlalinden Doğan Sorumluluğu, (Beta, İstanbul: 2015), s. 41 içinde Ejder Yılmaz, Hukuk Sözlüğü, 6. Baskı, (Yetkin, Ankara: 2001), s. 787. 1

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

ruluna sunmuştur.2 Bu çalışma hem örf ve adet kurallarını barındırmakta hem de birtakım yeni normlar getirmektedir.3 Devletlerin uluslararası sorumluluklarının doğması birtakım unsurların gerçekleşmesine bağlıdır. Uluslararası sorumluluk kurumu devletin uluslararası hukuka aykırı fiilleri ya da uluslararası hukuka uygun faaliyetlerinden kaynaklanan birtakım zararları gidermeyi amaçlamaktadır.4 Başka bir ifadeyle uluslararası hukuk kişileri, kendilerine yüklenen görev ve yükümlülüklerine aykırı davranışlar sergilediklerinde uluslararası sorumluluk söz konusu olmaktadır.5 Kısacası devletlerin uluslararası hukuka aykırı davranışları birer hukuka aykırı fiil teşkil ederek uluslararası sorumluluklarının doğmasına yol açmaktadır.6 Uluslararası Hukuk Komisyonu’nun hazırlamış olduğu uluslararası hukuka aykırı fiiller sebebiyle devletin sorumluluğuna ilişkin tasarının ilk maddesinde “Devletin uluslararası hukuka aykırı her bir eylemi, o devletin sorumluluğunu doğurur”7 hükmü yer almaktadır.8 Kısacası kural olarak uluslararası hukukun ihlali halinde devletlerin sorumlulukları söz konusu olabilmektedir. 2 Responsibility of States for Internationally Wrongful Acts, Text adopted by the Commission at its fifty-third session, in 2001, and submitted to the General Assembly as a part of the Commission’s report covering the work of that session. The report, which also contains commentaries on the draft articles, appears in Yearbook of the International Law Commission, 2001, vol. II (Part Two). Text reproduced as it appears in the annex to General Assembly resolution 56/83 of 12 December 2001, and corrected by document A/56/49(Vol. I)/Corr.4. 3

Melda Sur, Uluslararası Hukukun Esasları, 5. Baskı, (Beta, İstanbul: 2011), s.

247. 4 Hüseyin Pazarcı, Uluslararası Hukuk Dersleri, 3. Cilt, 1. Basım, (Turan Kitapevi, Ankara: 1994), s. 149. 5

Dülger, Devletin Uluslararası İnsancıl Hukukun İhlalinden Doğan Sorumluluğu, s. 41.

6

Dülger, Devletin Uluslararası İnsancıl Hukukun İhlalinden Doğan Sorumluluğu, s. 42.

Article l, Responsibility of a State for its internationally wrongful acts, “Every internationally wrongful act of a State entails the international Responsibility of that State”. 7

8 Yusuf Aksar, Temel Metinler ve Davalarla Uluslararası Hukuk, 1. Baskı, (Seçkin, Ankara: 2017), s. 506.

/

173

174

/

D D S A’ L A R V E D E V L E T İ N KO R U M A S O R U M LU LU Ğ U

Tasarının 1. maddesinde her eylem sözcüğü ile devletlerin eylemleri arasında herhangi bir seçiciliğe gitmeden, tüketici bir yöntem izlemeden uluslararası hukuktan kaynaklı yükümlülüğü ihlal edici ey­lemler genel biçimiyle ele alınmıştır. Uluslararası örf ve adet kuralı olan bu durum uluslararası yargı organları kararları ile daha önceden de tespit edilmiştir. Uluslararası Adalet Divanı’nın 1997’de Gabcikovo-Nagymaros Projesi Davası’nda ilke “Bir devlet uluslararası hukuka aykırı bir fiil işlediğinde, bir yükümlülüğün ihlali söz konusu olduğunda o devletin uluslararası sorumluluğuna yol açacağı doğaldır” biçiminde ifade edilmiştir.9 Dolayısıyla devletlerin, fiilleri akdettikleri uluslararası anlaşmalara aykırı düşmesi veya uluslararası örf ve adet hukuku kuralına aykırı olması halinde ihlal nedeniyle sorumlulukları doğmaktadır. Devletlerin uluslararası sorumluluklarının şartlarına göz attığımızda hukuka aykırı eylemleri ile yükümlülük ihlalleri olumlu ve olumsuz şekilleriyle tezahür edebilir. Sözü edilen tasarının 2. maddesinde bir devletin uluslararası hukuka aykırı eylemlerinin unsurları sayılmaktadır. Bu unsurlar bir arada gerçekleştiğinde devletin sorumluluğundan bahsedilebilir. Tasarının 2. maddesine göre “İcrai veya ihmali bir davranış aşağıdaki unsurları içerdiğinde bir devletin uluslararası hukuka aykırı eylemi gerçekleşmiş olur”: a. Uluslararası hukuka göre davranış devlete atfedildiğinde b. Davranış devletin bir uluslararası yükümlülüğünün ihlalini oluşturduğunda10 Devletin yükümlülükleri ihlal etmesi aykırı bir davranışta bulunmasıyla olabildiği gibi yapması gereken bir olumlu davranışı yapmaktan kaçındığı olumsuz bir davranışıyla da mümkündür. Uluslararası Adalet Divanı’nın 9 Nisan 1949’da Korfu Bo9

Dülger, Devletin Uluslararası İnsancıl Hukukun İhlalinden Doğan Sorumluluğu, s.

46. 10

Aksar, Temel Metinler ve Davalarla Uluslararası Hukuk, s. 506.

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

ğazı11 olayı davasında verdiği kararda Arnavutluk aynı zamanda kendi kara suları olan uluslararası boğazda başkaları tarafından yerleştirilmiş mayınların varlığından geçiş yapan öteki devletleri haberdar etmediği için sorumlu tutulmuştur.12 Divan ihmal yoluyla uluslararası hukuka aykırı davranan devletin uluslararası sorumluluğunu kabul ederek zarara uğrayan devlete tazminat ödemesi gerektiğini belirtmiştir.13 Devletin her fiilinden değil ancak uluslararası yükümlülüğünü ihlal eden fiillerinden sorumluluk doğacağını belirtmekte fayda vardır. Daha evvel ifade edildiği gibi yükümlülüğün kaynağı önem arz etmemektedir. Bu husus kodifikasyon tasarısı 12. maddesinde düzenlenmiştir.14 Sorumluluk, uluslararası hukukun emredici hukuk kurallarından kaynaklanabileceği gibi bütün uluslararası toplumlara karşı ileri sürülebilen (erga omnes) yükümlülüklerden de doğabilir. Bu duruma modern insan hakları ve soykırım gibi kurallar örnek gösterilebilir. Buna karşılık uluslararası nezaket kurallarına aykırılık devletin sorumluluğuna yol açmamaktadır.15 İkinci husus olan davranışın devlete atfedilmesi meselesinde ise kural olarak devlet, organlarının yapmış olduğu davranışlardan sorumlu tutulmaktadır. Uluslararası hukuka göre organize olmuş, tam yetkili hukuk kişisi olarak kabul edilen devletin kendi başına 11 Korfu Boğazı olayında İngiltere savaş gemilerinin daha önce mayınlardan temizlendiği bilinen Korfu Boğazı’ndan geçerken mayınlara çarparak zarar görmesi üzerine İngiltere, Arnavutluk kara sularına mayın tarama ve temizleme faaliyetleri için gemi göndermiştir. Arnavutluk İngiltere’nin bu hareketiyle egemenliğini ihlal ettiğini ileri sürmüş, İngiltere ise mayınları Arnavutluk’un yerleştirdiğini ya da hiç değilse yerleştirilmesi hakkında rızası veya bilgisi bulunduğunu ileri sürmüştür. Bkz. Dülger, Devletin Uluslararası İnsancıl Hukukun İhlalinden Doğan Sorumluluğu, s. 47. 12

Sur, Uluslararası Hukukun Esasları, s. 249.

13

Dülger, Devletin Uluslararası İnsancıl Hukukun İhlalinden Doğan Sorumluluğu, s.

46-47.

14 Article 12, Existence of a breach of an international obligation; There is a breach of an international obligation by a State when an act of that State is not in conformity with what is required of it by that obligation, regardless of its origin or character. 15 Dülger, Devletin Uluslararası İnsancıl Hukukun İhlalinden Doğan Sorumluluğu, s. 52-53.

/

175

176

/

D D S A’ L A R V E D E V L E T İ N KO R U M A S O R U M LU LU Ğ U

hareket edebilmesi mümkün değildir. Kuşkusuz devlet, organları marifetiyle, bu organlar da bireylerin aracılığıyla çalışmaktadır. Dolayısıyla devlet adına hareket eden kişilerin fiilleri devlete atfedilebilecektir. Başka bir ifadeyle devletin fiili –ister icrai ister ihmali olsun– kendi görevlileri ve temsilcilerinin fiillerini barındırır. Bu husus Uluslararası Daimi Adalet Divanı’nın 1923’te vermiş olduğu bir danışma görüşünde “Devletin fiilleri kendi görevlileri ve temsilcileri tarafından gerçekleştirilir” biçiminde vurgulanmıştır.16 Devlet organlarının eylemleri bakımından sorumluluğu yasama, yürütme ve yargı organlarının işlem ve eylemlerinden doğan sorumlulukları kapsamaktadır.17 Uluslararası Hukuk Komisyonu’nun hazırlamış olduğu tasarının 4. maddesinde devlet organlarının davranışı düzenlenmektedir.18 Bahsi geçen maddede “Uluslararası hukuka göre bir organ, ister yasamaya, yürütmeye, yargıya ilişkin ya da ister başkaca işlevleri yerine getiriyor olsun, işbu organın devlet örgütlenmesi içindeki durumu ne olursa olsun, ister merkezi idare içinde, ister bir yerel idare niteliğinde olsun, her bir devlet organının davranışı devletin bir fiili olarak kabul edilir”19 şeklinde düzenlenerek organların fiilleri başkaca bir değerlendirmeye tabi tutulmaya gerek olmadan doğrudan devletin fiilleri olarak kabul edilmektedir. Kısaca federal devletlerdeki yerel birimlerin (federe birimlerin) fiillerinden uluslararası sorumluluğuna da değinecek olursak –yerel birimlerin uluslararası kişilikleri söz konusu olmadığı için 16

Dülger, Devletin Uluslararası İnsancıl Hukukun İhlalinden Doğan Sorumluluğu, s. 56.

17

Pazarcı, Uluslararası Hukuk Dersleri, 3. Cilt, s. 157.

Article 4, Conduct of organs of a State; 1. The conduct of any State organ shall be considered an act of that State under international law, whether the organ exercises legislative, executive, judicial or any other functions, whatever position it holds in the organization of the State, and whatever its character as an organ of the central Government or of a territorial unit of the State. 2. An organ includes any person or entity which has that status in accordance with the internal law of the State. 18

19

Aksar, Temel Metinler ve Davalarla Uluslararası Hukuk, s. 506.

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

bir başka deyişle sadece federal devletin (merkezi otoritenin) uluslararası düzeyde faaliyette bulunma yetkisi olduğundan– federal devleti oluşturan birimlerin herhangi bir uluslararası hukuka aykırı fiili durumunda federal devletin sorumlu tutulacağı kabul edilmektedir.20 Konumuzun uzaması kaygısı nedeniyle devlet organlarının işlem ve eylemlerinden doğan sorumlulukların detaylarına girmemekteyiz. Doktrinde, tasarı madde 2’de yer alan bu iki unsuru devletin sorumluluğun doğması için yeterli gören yazarların yanında bu iki esaslı unsura ek olması gereken başka unsurların da varlığını sorumluluğun doğması için gerekli görenler de vardır. Bazı yazarlar kusur, zarar ve hukuka aykırılığı ortadan kaldıran durumlar gibi unsurların da bulunmasını şart olarak kabul ediyorlar.21 Doktrinde var olan kusurlu sorumluluk ve objektif sorumluluk tartışmalarına değinmeden denilebilir ki modern uluslararası hukuk devletlerin sorumlu tutulabilmeleri için hukuka aykırı bir fiilin varlığını yeterli görmektedir. 1929’da Caire Davası’nda Fransa ile Meksika arasında yaşanan uyuşmazlıkta kurulan hakem mahkemesi “Bir devlet, kendi adına hareket eden görevlilerinin kendisine atfedilebilen hukuka aykırı fiillerinde herhangi bir kusur olmasa da sorumlu tutulabilecektir” şeklinde objektif sorumluluk esasına göre karar vermiştir.22 İkinci unsur olan zarar konusunda da tartışma yaşanmaktadır. Bazı yazarlara göre zarar doğmadan da uluslararası sorumluluk söz konusu olabileceği gibi, ağırlıklı görüşe göre uluslararası sorumluluğun ileri sürülebilmesi için zarar koşulu aranmaktadır.23 Komisyon tasarısının 31. maddesinde belirtildiği üzere24 “Sorumlu devlet, uluslararası hukuka aykı20

Pazarcı, Uluslararası Hukuk Dersleri, 3. Cilt, s. 162.

21

Dülger, Devletin Uluslararası İnsancıl Hukukun İhlalinden Doğan Sorumluluğu, s. 49.

22

Dülger, Devletin Uluslararası İnsancıl Hukukun İhlalinden Doğan Sorumluluğu, s. 72.

23

Pazarcı, Uluslararası Hukuk Dersleri, 3. Cilt, s. 154.

24

Aksar, Temel Metinler ve Davalarla Uluslararası Hukuk, s. 524.

/

177

178

/

D D S A’ L A R V E D E V L E T İ N KO R U M A S O R U M LU LU Ğ U

rı fiili ile sebep olunan bütün zararı karşılamakla yükümlüdür” (1. fıkra). İkinci fıkrada ise “Zarar, devletin uluslararası hukuka aykırı fiilinin sonucu olan maddi ve manevi zararların tamamını içerir” hükmü yer almaktadır. Böylece maddi zararın yanında manevi zarar da dikkate alınmaktadır. Belirtelim ki ancak doğrudan uğranılan zararın giderilmesi talep edilebilmektedir.25 Uluslararası hukukta hukuka aykırılığı ortadan kaldıran durumlar yer almaktadır. Bu durumlar şunlardır: rıza, meşru müdafaa, karşı önlem, mücbir sebep, tehlike hali ve zaruret hali. Makalenin ilk kısmının daha fazla uzamaması için hukuka aykırılığı ortadan kaldıran durumlara tek tek değinilmeyecektir. Ancak belirtelim ki devletin her türlü hukuka aykırı eyleminde sorumluluk kural iken, yukarıda saymış olduğumuz durumlar sorumluluğu ortadan kaldıran istisnai hallerdir. Belirtelim ki hukuka aykırılığı ortadan kaldıran durumların varlığı halinde devlet sadece bu aykırılıktan doğan sorumluluktan kurtulabilmekte, hukuka aykırı fiilin yönelmiş olduğu uluslararası yükümlülük ise devam etmektedir. Devlet bu yükümlülüğü yerine getirmeye bağlı olmayı sürdürmektedir. Ayrıca hukuka aykırılık ve sorumluluk ortadan kalksa bile devletin aykırı davranışının yol açtığı zararları tazmin etme yükümlülüğü ortadan kalkmamaktadır.26 DEVLET DIŞI SİLAHLI AKTÖRLER

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan BM sistemi ile devletlerin kuvvet kullanması (iki istisna dışında)27 yasaklanmıştır. Bu tarihten sonra dünyada uluslararası nitelikte olmayan silahlı çatışmaların 25

Sur, Uluslararası Hukukun Esasları, s. 252-253.

26

Dülger, Devletin Uluslararası İnsancıl Hukukun İhlalinden Doğan Sorumluluğu, s. 94.

BM Antlaşması VII. Bölüm kapsamında Güvenlik Konseyinin askeri kuvvet kullanımı içeren zorlayıcı tedbirlere başvurması ve antlaşmanın 51. maddesi kapsamında ülkelerin silahlı saldırıya uğramaları halinde meşru müdafaa kapsamında güç kullanması için bkz. Onderco Michal, “Armed Force and Non-State Actors: A Curious Case of Middle East”, CENAA, (2013), www.cenaa.org/analysis/armed-force-and-non-state-actors-a-curious-case-of-middle-east, (Erişim tarihi: 27 Nisan 2017). 27

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

oranının arttığı gözlemlenmektedir.28 1949 Cenevre Sözleşmeleri’ne 1977’de Ek I ve II nolu protokolleri eklenmiş ve II nolu protokolde iç çatışmalarda uygulanacak hukuk kuralları düzenlemeleri yapılmıştır. İç çatışmalarda savaşın insanların evine kadar taşınması sebebiyle çok ağır insan hakları ihlalleri yaşandığını söylemek mümkündür.29 Bu tür çatışmalar ise genellikle devlet güçleri ve kurulu düzene karşı çıkarak silaha başvuran ve ülke içinde savaşan isyancı gruplar arasında yaşanır.30 Irak ve Suriye’de DEAŞ terör örgütünün ortaya çıkıp iki komşu devlette ülkesel alan işgal etmesi ve bu alanlarda devlet otoritesinin çökmesiyle birlikte bahsedilen terör örgütüne karşı devletin nizami birliklerinden ayrı gönüllülük esasına dayalı halk gruplarının oluşturulmasıyla birlikte savaşmaya girişilmiştir. Bu durumda hükümetin rolü, pozisyonu, yükümlülük ve sorumluluklarının ne olacağı ileriki kısımda ele alınacaktır. Devlet dışı silahlı örgütlerin uluslararası alanda kabul görmüş bir tanımı bulunmamaktadır.31 Kısa ve genel olarak “Kolektif şiddet gerçekleştirebilen ve modern uluslararası ilişkilerde devlet statüsüne sahip olmayan aktörler” olarak tanımlanmak28 1995-2005 arasında meydana gelen silahlı çatışmaların yüzde 95’i ülkeler arası değil ülke içinde gerçekleşmiştir. Geniş bilgi için bkz. Fatma Taşdemir, Uluslararası Nitelikte Olmayan Silahlı Çatışmalar Hukuku, (Adalet Yayınevi, Ankara: 2009). 29 Soğuk Savaş sonrası dönemde gerçekleşen toplam 128 silahlı çatışmanın sadece 8’i devletler arasında meydana gelmiştir. 120 çatışmada ise savaşan taraflardan en az birisi silahlı güç kullanabilen devlet dışı aktörler olmuştur. (Uppsala Çatışma Verileri Projesi-Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü, Oslo: 2010), Erdem Kaya, “Silahlı Güç Kullanabilen Devlet-dışı Aktörlere Karşı Uluslararası İşbirliği”, BİLGESAM, www.bilgesam.org/Images/Dokumanlar/0-24-2014041739silahligruplar.ppt, (Erişim tarihi: 25 Nisan 2017). 30

Taşdemir, Uluslararası Nitelikte Olmayan Silahlı Çatışmalar Hukuku, s. 8-9.

Uluslararası literatürde güç kullanabilen devlet dışı aktörler şu şekilde sınıflandırılmaktadır: 1. Savaş Beyleri: (Warlords) Otoritesi altında silahlı bir grup bulunduran genelde üst düzey eski ordu mensuplarıdır. Çoğunlukla iç savaşlar esnasında ortaya çıkarlar. 2. Milisler: Belirli bir kabile veya etnik grubun kendi güvenliklerini kurmak amacıyla oluşturdukları milis kuvvetlerdir. 3. Terör Örgütleri: Korku ve panik oluşturmak amacıyla şiddete başvuran silahlı gruplardır. 4. İsyancı Gruplar: Devlet kontrolünü ele geçirmek veya bir bölgeye hakim olmak için ortaya çıkan silahlı gruplardır. Bkz. BİLGESAM, www.bilgesam.org/Images/Dokumanlar/0-24 2014041739silahligruplar. ppt, (Erişim tarihi: 25 Nisan 2017). 31

/

179

180

/

D D S A’ L A R V E D E V L E T İ N KO R U M A S O R U M LU LU Ğ U

tadır.32 Bir başka tanım ise “temel bir komuta yapısı altında, devlet kontrolü dışında, iddia ettikleri siyasi amaca ulaşmak için güç kullanan, herhangi bir organize grup”33 olduğu görüşündedir. Başta Soğuk Savaş’ın sona ermesi, teknolojik gelişmeler ve sosyoekonomik nedenlerle 1990’larının başından beri güvenlik alanında başka bir güvenlik birimi olan özel askeri ve güvenlik şirketlerine rastlanılmaktadır.34 Bu tür yapılar ulus devletlerin ortaya çıkmasından beri münhasıran devletin silahlı kuvvetlerine ait görevleri devletler adına onlarla anlaşmalar yaparak yerine getirmeye çalışmaktadır. Gerek teknolojik, ekonomik ve bu şirketlerin sahip oldukları profesyonel ekipmanlar nedeniyle gerekse de siyasi tepkiler ve sorumluluklardan kaçınma imkanı verdiği için bazı devletler özel askeri ve güvenlik şirketlerini tercih etmektedir. Özel askeri ve güvenlik şirketlerinin tanımlanması hususuna göz attığımızda bu alanda çalışmalarıyla bilinen Peter W. Singer’e göre “askeri operasyonlar, stratejik planlama, istihbarat, risk değerlendirmesi, harekat desteği, eğitim ve teknik beceriler gibi askeri yeteneklerin kazanılması hususunda uzmanlaşan tüzel kişiler”dir.35 Tanımlamadan da anlaşıldığı üzere özel askeri şirketler sadece çatışma alanlarında hizmet vermemekte ayrıca askerlerin çatışmaya hazırlanması, istihbarat ve lojistik anlamda da faaliyetler sunmaktalar. Bu şirketlerin birincil amacı kar elde etmektir ve onları bahsi geçen diğer devlet dışı silahlı örgütlerden ayıran temel özellikleri de bu noktada belirgin olmaktadır. Devlet dışı diğer silahlı yapıların amaçları ise politiktir. 32

Kaya, “Silahlı Güç Kullanabilen Devlet-dışı Aktörlere Karşı Uluslararası İşbirliği”.

“Armed Non-State Actors: Current Trends & Future Challenges”, DCAF & Geneva Call, DCAF Horizon 2015 Working Paper No. 5, The Geneva Centre for the Democratic Control of Armed Forces, www.dcaf.ch/content/download/53925/812465/ file/ANSA_Final.pdf, (Erişim tarihi: 27 Nisan 2017). 33

Ahmet Hamdi Topal, “Uluslararası Hukuk Açısından Özel Askeri Şirketler ve Şirket Çalışanlarının Statüsü”, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt: 60, Sayı: 4, (2011), s. 964-965. 34

35 Topal, “Uluslararası Hukuk Açısından Özel Askeri Şirketler ve Şirket Çalışanlarının Statüsü”, s. 968.

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

Günümüzde devlet dışı silahlı yapıların bazıları o kadar büyümüştür ki dünyanın en güçlü ülkesine dahi saldırı düzenleyebilmektedir. Devlet dışı silahlı gruplar kendi içlerinde ne kadar farklılık barındırsalar da temelde bazı ortak özellikleri paylaşırlar. Bu nedenle devlet dışı aktörlerin bir kategorisi olarak silahlı grupların paylaştıkları ortak özelliklerin şu şekilde sıralandığını görüyoruz:36 a. Bütün silahlı gruplar devletin otoritesi, gücü ve meşruluğuna meydan okuyarak onları zayıflatma veya kendi bünyesi altına almaya çalışır. b. Bazı yerel ve uluslararası silahlı gruplar halk desteğiyle ciddi operasyonlar gerçekleştirebilir. c. Silahlı gruplar faaliyetlerini daha rahat yürütebilmek için gizli örgütlenmeler geliştirir. Bu gizli örgütlenmeler yasa dışı yollarla sağlanır. Bu yasa dışı yollar arasında silahlanma, haberleşme cihazlarına sahip olma ve istihbarat faaliyetleri sayılabilir. d. Silahlı grupların liderleri ve takipçileri siyasi, dini, ekonomik ve kişisel hedeflerine ulaşmak konusunda “güç” ve “şiddet” kavramlarına inanır. Onlar devletin “meşru zorlayıcı güç” olmak konusundaki tekelliğine meydan okurlar. e. Silahlı gruplar uluslararası normları, hukukun üstünlüğünü ya da insan hakları düşüncesini tanımazlar ve kim buna karşı çıkarsa onları “düşman” sınıfında tanımlamaya hazırdırlar. f. Silahlı gruplar sürekli düzensiz milis taktikler kullanır ve kendi anlatılarını ilerletmek için medya, propaganda ve interneti kullanırlar. Özgün Özger Bölükbaş ve Davut Ateş, “Uluslararası İlişkiler Kuramında Silahlı Grupları Kavramlarla Açıklama”, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı: 32, (2014), s. 28-30. 36

/

181

182

/

D D S A’ L A R V E D E V L E T İ N KO R U M A S O R U M LU LU Ğ U

g. Silahlı gruplar bazen devlet sınırları içerisinde bazen devlet sınırları dışında bazen kendi coğrafi bölgesinin dışında bazen de küresel çapta operasyonlarda bulunabilirler. Uluslararası hukuk kapsamında terörist eylemlere bulaşan gruplar herhangi bir hukuki himayeden yararlanamamaktadır. Ancak terör eylemlerini yöntem olarak kullanmayan ve belirlenen şartları sağlayan silahlı yapılar açısından savaş hukuku kuralları uygulanabilmektedir. DDSA’LARIN EYLEMLERİNDEN DEVLETİN SORUMLULUĞU

Uluslararası sorumluluk kurumu devletin uluslararası hukuka aykırı davranması, bir diğer uluslararası hukuk kişisi veya üçüncü bir ülke vatandaşına zarar vermesi durumunda söz konusu olduğu için yabancılar bakımından işletilebilmektedir.37 Bu yönüyle insan haklarının uluslararası alanda korunması mekanizmasından ayrılmaktadır. Uluslararası sorumluluk zarar giderimini amaçlarken insan haklarını koruma mekanizmasının amacı insan kişiliği ve değerini korumaktır. Bir diğer ayırıcı nokta ise insan hakları koruma mekanizmalarının kişilerce harekete geçirilmesi olanaklı iken uluslararası sorumluluk kurumunun ise ancak devletler ve uluslararası örgütlerce işletilmesi mümkündür.38 Fakat günümüzde uluslararası suçlar bağlamında sayılan insanlığa karşı suçlar, savaş suçları, soykırım suçu ve saldırı suçlarının işlenmesiyle, girişilen ağır insan hakları ihlalleri sebebiyle devlet yöneticilerinin bireysel cezai sorumluluklarının bulunması ve yargılanmaları devletin uluslararası sorumluğunu ortadan kaldırmamaktadır.

37

Pazarcı, Uluslararası Hukuk Dersleri, 3. Cilt, s. 149.

38

Pazarcı, Uluslararası Hukuk Dersleri, 3. Cilt, s. 149-148.

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

Günümüzde gelişen insan haklarının korunmasıyla devletlere, DDSA’ların giriştikleri insan hakları ihlallerini önlemek, bu ihlallerde bulunanları etkili bir biçimde yargılama ve cezalandırma yükümlülüğünü yüklemektedir. İleride detaylandıracağımız üzere kısaca üç durumda DDSA’ların eyleminden devlet sorumlu tutulmaktadır:39 a. DDSA’nın bir araç durumunda olduğu ve eylemlerinde devlete ve onun desteğine bağımlı olduğu durumlar b. DDSA’nın kamu gücü ve görevi yerine getir­mesi yetkisiyle donatılması durumu c. Devletin, DDSA’lar üzerinde kontrol kurması durumu Yukarıda da açıklanmaya çalışıldığı gibi devletler kural olarak kendi organları ya da görevlilerinin hukuka aykırı fiillerinden doğan ihlallerden sorumludur. Doktrinde buna “doğrudan” sorumluluk denilmektedir. Ancak devletin dolaylı olarak da sorumluluğu doğabilmektedir. Bu durumda özel kişi veya grupların hukuka aykırı fiillerinden devletin sorumlu tutulabilmesi için söz konusu fiillerin devlete atfedilmesi gerekmektedir.40 Uluslararası Hukuk Komisyonu’nun taslak çalışmalarının 5. ve 8. maddeleri konumuz açısından önem taşımaktadır. Kamu Gücünü Kullanma

Taslağın 5. maddesinde devletin yetkilerini kullanırken gerçek veya tüzel kişilerin davranışlarından doğan devletin sorumluluğu

39 Nicolas Carrillo Santarelli, “Non-State Actors’ Human Rights Obligations and Responsibility Under International Law”, 15 Revista Electronica de Estudios Internacionales (2008), s. 1, www.reei.org/index.php/revista/num15/archivos/Carrillo.pdf, (Erişim tarihi: 25 Nisan 2017). 40

161.

Dülger, Devletin Uluslararası İnsancıl Hukukun İhlalinden Doğan Sorumluluğu, s.

/

183

184

/

D D S A’ L A R V E D E V L E T İ N KO R U M A S O R U M LU LU Ğ U

düzenlenmektedir.41 Kamuya ait faaliyetleri her zaman kendisinde münhasır tutan devlet bazı durumlarda özel sektörde bulunan kuruluşlar tarafından bu faaliyetlerin yürütülmesine izin verebilmektedir. Burada devletin doğrudan kendi organı olarak kabul edilmeyen kuruluşların devlet tarafından kamu gücünü kullanmaya yetkilendirilmesi durumunda kuruluşların uluslararası hukuka aykırı fiilleri nedeniyle yetkiyi veren devlet uluslararası sorumlu tutulmaktadır. Devletin iç hukuku tarafından kamu gücünü kullanma yetkisi verilen kişi veya kuruluşların uluslararası hukuka aykırı fiilleri devlete atfedilebilmektedir. Bu düzenleme devletin sorumluluktan kaçınamayacağı düşüncesiyle düzenlenmiştir.42 Yetkilendirilen kişi veya kuruluşların yetki aşımı veya talimatlara aykırı davranışları sonucunda devletin sorumlu olup olmayacağı hususu da tasarıda ele alınmıştır. Buna göre bir devlet organının davranışı ya da devlet yetkilerini kullanmak için yetkilendirilen gerçek ya da tüzel kişinin davranışı organ, gerçek veya tüzel kişi bu nitelikte hareket ettiği sürece –yetkisini aşsa ya da talimatlara aykırı hareket etse bile– uluslararası hukuka göre devletin fiili olarak kabul edilir.43 Böylece yetki aşımı halinde bile sorumluluk kapsamı geniş tutularak yetki aşımı sonucu yapılan ihlallerden devletin sorumlu olacağı açık bir biçimde düzenlenmiştir. Buradaki düzenlemenin de devletlerin sorumluluktan kaçınma imkanı verilmemesi gereğinden kaynaklandığı, egemenliğin sadece hak değil yükümlülük de yüklediği ve yetki aşımı durumundaki sorumluluğun da buradan kaynaklandığı ifade edilebilir. 41 Article 5, Conduct of persons or entities exercising elements of governmental authority; The conduct of a person or entity which is not an organ of the State under article 4 but which is empowered by the law of that State to exercise elements of the governmental authority shall be considered an act of the State under international law, provided the person or entity is acting in that capacity in the particular instance. 42 Dülger, Devletin Uluslararası İnsancıl Hukukun İhlalinden Doğan Sorumluluğu, s. 129-130. 43

Aksar, Temel Metinler ve Davalarla Uluslararası Hukuk, s. 507.

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

Devletin Talimatı, Yönlendirmesi veya Kontrolü Altında Hareket Edilmesi

Özel kişi veya kuruluşların hukuka aykırı fiilleri devlete atfedilmemekte ve dolayısıyla bu aykırı fiillerden devletin sorumlu tutulması mümkün olmamaktadır. Ancak bu kişi veya gruplar devletin talimatları, yönlendirmesi veya kontrolü altında hareket ettikleri takdirde işledikleri fiiller uluslararası hukuka göre o devletin fiili olarak kabul edilmektedir.44 Uluslararası Hukuk Komisyonu’nun hazırladığı taslağın 8. maddesinde “Bir kişi veya bir grubun davranışı, işbu kişi ya da grup tarafından gerçekleştirilen davranışın, devletin talimatları, emri ya da denetimi altında gerçekleştirilmiş olmak kaydıyla, uluslararası hukuka göre devletin fiili olarak kabul edilir.”45 Doktrinde burada iki durumdan bahsedildiği belirtilmektedir: İlk olarak özel kişi veya grupların devletin talimatları altında hareket ediyor olmasıdır. İkincisi daha genel bir durum olarak özel kişi veya gruplar hukuka aykırı fiiller işlediklerinde devletin yönlendirmesi veya kontrolü altında hareket etmesi halidir. Uluslararası hukuka göre her iki durumda da özel kişi veya grupların fiilleri ile o devlet arasında gerçek bir bağlantının varlığından söz edilebilmektedir.46 Bu nedenle devlet söz konusu hukuka aykırı eylemlerden sorumlu olmaktadır. Burada devlet dışı silahlı yapılar devletin de facto organı haline gelmektedir. Bu durumla ilgili önemli yargı kararları da bulunmaktadır. Önemli kararlardan biri olarak Uluslararası Adalet Divanı’nın 1986’da Nikaragua’daki Askeri ve Yarı Askeri Faaliyetler Davası

44

Dülger, Devletin Uluslararası İnsancıl Hukukun İhlalinden Doğan Sorumluluğu, s. 161.

Aksar, Temel Metinler ve Davalarla Uluslararası Hukuk, s. 505; Article 8, Conduct directed or controlled by a State: The conduct of a person or group of persons shall be considered an act of a State under international law if the person or group of persons is in fact acting on the instructions of, or under the direction or control of, that State in carrying out the conduct. 45

46

Dülger, Devletin Uluslararası İnsancıl Hukukun İhlalinden Doğan Sorumluluğu, s. 161.

/

185

186

/

D D S A’ L A R V E D E V L E T İ N KO R U M A S O R U M LU LU Ğ U

gösterilmektedir.47 Divan ABD’nin devrik Somoza yönetiminin güvenlik birimlerinden oluşan kontraların örgütlenmesi, eğitilmesi, teçhizatlandırılması, operasyonların planlanması ve hedef seçimlerine katımı kesin olsa bile kontraların gerçekleştirdiği eylemlerin ABD’ye atfedilmesi için yeterli bulmamıştır. Divan ABD’nin ileri sürülen ihlallerin işlendiği sırada askeri ya da yarı askeri operasyonların “etkin kontrolü”ne sahip olduğunun kanıtlamasını gerekli görmüş ve böylece sorumluluk gerektiren atfedilebilirlilik sınırını yüksek tutmuştur. Bu karardan sonra DDSA’ların devlete atfedilmesi konusunda “Etkin Denetim Testi” ortaya çıkmıştır.48 Divan kontraların ABD’nin de facto organı haline gelmesi hususunda aralarında bağımlılık ve kontrol ilişkisinin olmasını gerekli görmüştür. Burada yardımların yapılması ve eş güdüm ile etkin komuta ve kontrolün aynı şeyler olmadığına karar vermiştir. Kısacası devletlerin yarı askeri güçlerin operasyonlarında etkin denetim tesis edildiğini kanıtlaması gerektiğine hükmetmiştir.49 Diğer bir örnek karar 1999’da Eski Yugoslavya Hakkındaki Uluslararası Ceza Mahkemesi Tadic Davası’ndaki temyiz kararıdır. Mahkeme, devletin uluslararası sorumluluğu konusunda devletin özel kişiler veya gruplar üzerindeki denetiminin değişebileceğini belirterek uluslararası hukukun, devletin kişi veya gruplar üzerinde sürekli aynı derecede kontrol esasını zorunlu kılmadığına hükmetmiştir. Bu tür özel kişi veya grupların devlet tarafından verilen belirli talimatlar uyarınca hareket etmeleri halinde ilgili fiiller o devlete atfedilebilmektedir. Böylece mahkeme devletin kişi veya gruplar üzerindeki genel bir kontrolünün varlığını esas almıştır. Ancak eği1976’da Nikaragua’da iktidarda bulunan Somoza hükümeti Sandanista Ulusal Kurtuluş Cephesi örgütü tarafından darbe ile iktidardan uzaklaştırıldı. Bunun üzerine ABD 1981’den itibaren Somoza Hükümetine bağlı güvenlik birimleri Kontraları komşu ülke olan El Salvador’da eğitmiş ve silah desteği dahil yardımda bulunmuştu. Kontralar Nikaragua’ya gidip operasyonlar icra ediyorlardı. 47

48

Taşdemir, Uluslararası Nitelikte Olmayan Silahlı Çatışmalar Hukuku, s. 203-204.

49

Taşdemir, Uluslararası Nitelikte Olmayan Silahlı Çatışmalar Hukuku, s. 205.

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

tim, finans desteği ya da askeri malzeme sağlama gibi tebarüz eden yardımların yapılması genel bir kontrolün varlığı için yeterli görülmemekte, buna ek olarak devletin bu tür kişi veya grupların operasyonlarının planlanması ve organizasyonunda katkısının bulunması aranmaktadır. Fakat bu durumun tüm askeri operasyonlarda özel olarak aranmasını zorunlu görmemektedir. Sonuç itibarıyla denilebilir ki mahkeme Sırbistan devletinin Bosna’daki Sırp ordusuna finansal destek vermesi, askeri malzeme ihtiyacının karşılanmasına ek olarak askeri operasyonların planlanması ve uygulanmasına katkıda bulunduğu gerekçesiyle söz konusu ordu üzerinde de facto olarak genel bir kontrolünün bulunduğuna hükmetmiştir.50 Bu kararda Etkin Denetim Testi’nin esnetildiği görülmektedir. Sonuç olarak mahkeme devlet dışı silahlı grupların eylemlerinin devlete izafe ettirilmesinde, bu grupların uluslararası hukuka aykırı eylemlerin gerçekleştirilmesinde grup elebaşları veya mensuplarına “özgül/özel emirler” verilmesinin gerekli olmadığını belirterek Etkin Denetim Testi’ni uygulamamıştır. Devletin grup üzerinde eğitim, teçhizat ve finans desteğinin yanında askeri faaliyetlerin örgütlenmesi, eş güdüm ve planlamaları yeterli bularak “Bütünsel Denetim Testi”ni uygulamıştır.51 Bütünsel denetim testi uygulanmasıyla devletlerin spesifik (özellikli) eylem üzerinde direkt bir dahli veya emrinin olmasının ispatı aranmamaktadır çünkü bütünsel denetim eylem üzerinde değil genel olarak aktör üzerindeki denetimi esas almaktadır.52 Tadic kararında mahkeme eğer devlet, devlet dışı organize bir grup üzerinde bütüncül bir kontrol oluşturursa devlet dışı örgüt,

50 Dülger, Devletin Uluslararası İnsancıl Hukukun İhlalinden Doğan Sorumluluğu, s. 163-164. 51

Taşdemir, Uluslararası Nitelikte Olmayan Silahlı Çatışmalar Hukuku, s. 210-211.

Marko Milanovic, “State Responsibility for Acts of Non-State Actors: A Comment on Griebel and Plucken”, Leiden Journal of International Law, Cilt: 22, s. 13. 52

/

187

188

/

D D S A’ L A R V E D E V L E T İ N KO R U M A S O R U M LU LU Ğ U

devletin de facto organı haline gelecektir hükmünü vermiştir.53 Bütünsel denetim standardının uygulanması için iki temel ge­ reksinim vardır:54 1. Devletin silahlı grubu finanse etmesi, eğitmesi, donatması veya diğer operasyonel destek sağlaması 2. Devletin organize askeri grubun faaliyet ve operasyonlarını genel olarak yönlendirmesi, eş güdüm ve denetimi altında bulundurması Tadic kararıyla uygulanan bütünsel denetim sayesinde getirilen daha düşük standartlarla devlet dışı silahlı örgütlerin eylemlerinin devletlere atfedilebilme imkanı artarak devletlerin uluslararası alanda kirli işlerini bu aktörler üzerinden icra etmesini daha fazla engelleyebilecektir.55 Devletin Kendi Davranışı Olarak Onayladığı ve Benimsediği Davranışlar

Bazı durumlarda devletin uluslararası hukuka aykırı fiilin ne işlenmesinden önce ne de işlenmesi sırasında herhangi bir katkısı bulunmamaktadır. Bu sebeple hukuka aykırı fiilleri işleyen özel kişi veya gruplarla herhangi bir bağlantısı söz konusu olmamaktadır. Dolayısıyla bu şartlarda hukuka aykırı fiillerin devlete atfedilmesi mümkün olmamaktadır. Ancak hukuka aykırı fiil gerçekleştikten sonra devletin bunu onaylayarak kendi fiili gibi benimsemesi halinde söz konusu hukuka aykırı fiil devlete atfedilmekte ve sorumluluğun doğmasına yol açmaktadır.56

53 State Responsibility for Non-State Actors That Detain in the Course of A NIAC, A Report of the Center for Global Legal Challenges, Yale Law School, 7 Aralık 2015, s. 23, https://law.yale.edu/system/files/yls_glc_state_responsibility_for_nsas_that_detain_2015.pdf, (Erişim tarihi: 24 Nisan 2017). 54

State Responsibility for Non-State Actors That Detain in the Course of A NIAC, s. 2.

55

State Responsibility for Non-State Actors That Detain in the Course of A NIAC, s. 20.

56

Dülger, Devletin Uluslararası İnsancıl Hukukun İhlalinden Doğan Sorumluluğu, s. 166.

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

Uluslararası Hukuk Komisyonu’nun yapmış olduğu kodifikasyon çalışmaları neticesinde hazırladığı taslağın 11. maddesinde söz konusu durum düzenlenmektedir.57 Taslakta geçen önceki maddelere göre devlete isnat edilemeyen bir davranış, söz konusu devlet tarafından hukuka aykırı davranışın kendi davranışı olarak kabul edilmesi ve onaylanması halinde uluslararası hukuka göre –kabul ettiği ve onayladığı ölçüde– devletin fiili olarak kabul edilir.58 Burada devletin organı olmayan, devlet tarafından yetkilendirilmemiş, devletin herhangi bir talimatı, yönlendirmesi veya kontrolü altında hareket etmeyen özel kişi veya grupların hukuka aykırı fiilleri devlet tarafından daha sonra onaylandığı veya benimsendiği takdirde uluslararası sorumluluğuna yol açmaktadır.59 Bu duruma örnek olarak İtalya’daki Roma Askeri Mahkemesinin 1996’da Priebke Davası kararı gösterilmektedir. Partizanlar, İtalya’nın resmi statüsündeki savaşanları olmamasına rağmen bu devletin söz konusu grubun Alman askerlerine karşı gerçekleştirdiği saldırıları teşvik etmesi ve çatışmaların sona ermesinden sonra Partizanların resmi olarak tanınması nedenlerinden dolayı hukuka aykırı fiillerin İtalya’ya atfedilebileceği belirtilerek uluslararası sorumlu olduğuna karar verilmiştir.60 İsyan ve Ayaklanma Gibi Hallerde Sorumluluk

Ülkeler ve toplumlar yaşamın olağan akışı dışında olağanüstü durumlarla karşılaşabilir ve bu durum da devlet otoritesinin sarsılmasına yol açabilir. Bu gibi olağanüstü hallerde devletin tüm ülkesel alanlarda –olağan dönemde olduğu gibi– kamu otorite57 Article 11, Conduct acknowledged and adopted by a State as its own: Conduct which is not attributable to a State under the preceding articles shall nevertheless be considered an act of that State under international law if and to the extent that the State acknowledges and adopts the conduct in question as its own. 58

Aksar, Temel Metinler ve Davalarla Uluslararası Hukuk, s. 508.

59

Dülger, Devletin Uluslararası İnsancıl Hukukun İhlalinden Doğan Sorumluluğu, s. 166.

60

Dülger, Devletin Uluslararası İnsancıl Hukukun İhlalinden Doğan Sorumluluğu, s. 167.

/

189

190

/

D D S A’ L A R V E D E V L E T İ N KO R U M A S O R U M LU LU Ğ U

si ile kamusal güvenliği sağlaması mümkün olmayabilir. Böylesi durumlarda DDSA’lar veya bunlar üzerinden yapılan uluslararası hukuk ihlalinden kim sorumlu olacaktır. Uluslararası Hukuk Komisyonu’nun hazırlamış olduğu tasarının 10. maddesinin 1. fıkrası isyan veya diğer benzeri hallerde gerçekleştirilen davranışları düzenlemiştir. Söz konusu maddeye göre isyan hareketi ileride devletin yeni hükümeti haline gelirse gerçekleştirmiş olduğu davranış o devletin fiili olarak kabul edilir.61 Yine aynı maddenin 2. fıkrasında bir isyan hareketinin davranışı daha önce var olan bir devletin ülkesinin bir kısmında yeni bir devlet kurmayı başarması halinde uluslararası hukuka göre yeni devletin fiili olarak kabul edilir.62 Buradaki sorumluluğun nedeni isyanı başlatan ve yönetimi ele geçirmeyi başaranların en başından beri ulusal iradeyi temsil ettiklerinin varsayılmasıdır. Bu duruma 1903’daki Bolivar Railway Company Davası örnek olarak gösterilmektedir. İngiltere-Venezuela Karma Komisyonu’na göre “Bir devlet-millet, başarıya ulaşan bir devrimin sonunda baştan itibaren işlenen fiillerden sorumludur. Çünkü devrimin başarılı olması ulusal iradenin açıkça başlangıçtan itibaren değişime uğradığını göstermektedir. Bu değişim ve başarılı olmuş devrim bu anlamda baştan itibaren ulusal iradeyi temsil etmektedir.”63 İsyanın başarıya ulaşamaması halinde ise isyancı veya ayaklananların hukuka aykırı fiilleri nedeniyle devletin sorumlu olmadığı görüşü ağırlıklı olarak kabul edilmektedir. Çünkü devletin otoritesinin fiilen ve sürekli bir biçimde etkili olmadığı yerde, başka bir ifadeyle devletin kontrolünün altında olmayan yerde hukuka aykırı fiiller nedeniyle devletin sorumlu olamayacağı belirtilmektedir.64

61

Aksar, Temel Metinler ve Davalarla Uluslararası Hukuk, s. 507.

62

Aksar, Temel Metinler ve Davalarla Uluslararası Hukuk, s. 508.

63

Dülger, Devletin Uluslararası İnsancıl Hukukun İhlalinden Doğan Sorumluluğu, s. 70.

64

Dülger, Devletin Uluslararası İnsancıl Hukukun İhlalinden Doğan Sorumluluğu, s. 68.

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

Tasarının 10. maddesinin 3. ve son fıkrasında ise bu maddenin, tasarının 4. ve 9. maddeleri gereği devletin fiili olarak kabul edilmesi gereken davranışların herhangi bir isyan veya diğer benzeri bir hareketin davranışıyla ilgili olsa bile devlete isnat edilmesine engel teşkil etmez.65 Burada devletin yükümlülüklerini yerine getirmesinden kaçınamayacağı isyan veya benzeri kargaşa ya da otorite kaybı bahane edilerek isnat edilebilir fiillerin sorumluluğundan kurtulamayacağı yönünde önemli bir düzenleme getirildiği kanaatindeyiz. Başka Bir Devletin Emrine Verilmiş Organların Davranışı Nedeniyle Sorumluluk

Uluslararası ilişkiler kapsamında bir devletin iç sorunlarının çözülmesi için (genellikle ayaklanmaların bastırılması) başka bir devletten yardım istediği görülmektedir. İsteyen devletten yapılan talep üzerine davet usulüyle (invitation) gönderilen güvenlik güçlerinin yaptıkları uluslararası ihlaller veya giriştikleri ağır insan hakları ihlallerinden gönderen devletin mi yoksa talepte bulunan devletin mi sorumlu olacağı konusu da önemlidir. Zira son dönemlerde uluslararası terörizmle mücadele kapsamında –davet usulüyle– yabancı kuvvetlerin hava, deniz ve kara kuvvetleri unsurlarıyla davet eden devletlerde büyük operasyonlara giriştikleri görülmektedir. Bu husus taslak çalışmanın 6. maddesinde “Bir Devlet Tarafından Başka Bir Devletin Emrine Verilmiş Organların Davranışı” başlığı altında düzenlenmiştir.66 Söz konusu düzenlemeye göre bir devlet tarafından başka bir devletin emrine verilmiş bir organın davranışı emri altına verilmiş bulunan devletin yetkilerini kullandığı sürece uluslararası hukuka göre emri altında bulunduğu devletin fiili olarak kabul edilir. Burada dikkate değer husus gönderen devletin organı 65

Aksar, Temel Metinler ve Davalarla Uluslararası Hukuk, s. 508.

Article 6, Conduct of organs placed at the disposal of a State by another State The conduct of an organ placed at the disposal of a State by another State shall be considered an act of the former State under international law if the organ is acting in the exercise of elements of the governmental authority of the State at whose disposal it is placed. 66

/

191

192

/

D D S A’ L A R V E D E V L E T İ N KO R U M A S O R U M LU LU Ğ U

kabul eden devletin yetkilerini kullandığı müddetçe bu devletin fiili olarak kabul edilip sorumlu olarak emri altına verilen devlet uluslararası hukukça muhatap kabul edilmektedir. Ancak burada bir gönderen devlet organı kendi devletinin emirleri doğrultusunda hareket ederse ne olacağı hususu açıkça düzenlenmemiştir. Kanaatimizce 6. maddenin mefhumu muhalif yorumu yöntemiyle gönderen devletin organı (uygulamada genellikle silahlı unsurlar olarak karşımıza çıkmaktadır) kabul eden devletin yetkisi dışında kendi yetkisini kullanarak bir ihlal gerçekleştirdiğinde burada kabul eden devlet değil gönderen devlet kendi organının fiilinden sorumlu olacaktır. Somutlaştırmamız gerekirse İran ve Rusya’nın, DEAŞ terör örgütü (ve diğer devlet dışı silahlı yapılarla) mücadele için Suriye’nin daveti üzerine bu ülkede kendi unsurlarınca (ayrıca devlet dışı diğer silahlı unsurlarla birlikte) askeri operasyonlar yürütmesi sonucu yapılan uluslararası hukuk ihlallerinden artık Suriye değil savaşan, askeri güç bulunduran, emir veren ve askeri donanım sağlayan, sahada kontrolü eline geçiren, gönderen devletler konumunda bulunan İran ve Rusya’nın sorumluluğuna gidilmesi gerektiği düşüncesindeyiz. Böylesi bir yorum sayesinde ancak sorumluluk konusunda bir boşluk oluşturulamayacağı, terörizmle mücadelede başvurulan ortaklaşa operasyonlarda yaşanabilecek insan hakları kıyımlarının önlenebileceği ve devletlerin daha sorumlu davranmaya zorlanabileceği kanaatindeyiz. Bu bağlamda ele alabileceğimiz diğer hususlar ise uluslararası hukuka aykırı fiilin işlenmesine yardım veya yataklık ile aykırı fiilin gerçekleştirilmesi için bir diğer devletin talimat veya denetimidir. Bu husus tasarının 16. ve 17. maddelerinde düzenlenmiştir. Başka bir devletin uluslararası hukuka aykırı fiil işlemesine yardım ya da yataklık eden, talimatlar veren veya hukuka aykırı fiilin işlenmesinde denetim uygulayan devlet bu fiillerden şu iki şartın varlığı halinde uluslararası açıdan sorumlu olacaktır:67 67

Aksar, Temel Metinler ve Davalarla Uluslararası Hukuk, s. 519.

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

1. Söz konusu devlet uluslararası hukuka aykırı fiil koşullarının bilinciyle hareket ediyorsa 2. Fiilin işbu devlet tarafından işlenmiş olması durumunda uluslararası hukuka aykırı fiil teşkil edecek nitelikteyse Burada yardım ya da yataklık eden veya talimat yahut denetim uygulayan devlet bu davranışları sebebiyle uluslararası hukuk çerçevesinde sorumlu olacaktır. Cenevre Sözleşmeleri’nin Ortak 1. Maddesi Çerçevesinde Devletlerin Sorumluluğu

Öğretide devletlerin DDSA’lara sunduğu her türlü destek nedeniyle uluslararası yargı organlarının kabul ettikleri sorumluluk atfetme eşiklerinden nasıl daha düşük bir eşik kabul edilerek daha geniş bir biçimde uluslararası hukuk çerçevesinde sorumlu tutulacakları konusu tartışılmaktadır. Bu bağlamda silahlı çatışmalar hukuku esaslarını düzenleme metinleri olan 1949 Cenevre Sözleşmeleri ve 1977 Ek Protokollerine başvurulmaktadır. Cenevre Sözleşmeleri’nin Ortak 1. maddesine göre “Yüksek Akit Taraflar işbu sözleşmeye her halükarda riayet etmeyi ve ettirmeyi taahhüt ederler.”68 Burada devletlere iki yükümlülüğün getirildiği belirtilmektedir: Devletler ilk olarak sözleşmeye riayet etmek zorundadırlar. İkincisi devletler ayrıca bu sözleşmeye riayet ettirmeye de yükümlüdürler. Uluslararası insancıl hukukun ister uluslararası nitelikte olan ister olmayan silahlı çatışmalarda uygulanması ve Ortak 1. maddenin uluslararası yapılageliş kuralı haline gelmesiyle bu kurala uyulması gerekmektedir. Devletlerin yanı sıra ortak maddelere DDSA’ların de uyması ve saygı göstermesi gerekmektedir.69 Melike Batur Yamaner, Emre Öktem, Belda R. Kurtdarcan ve Mehmet C. Uzun, 12 Ağustos 1949 Tarihli Cenevre Sözleşmeleri ve Ek Protokolleri, (Galatasaray Üniversitesi Hukuk Fakültesi Yayınları, İstanbul: 2017), s. 1. 68

69

State Responsibility for Non-State Actors That Detain in the Course of A NIAC, s. 29.

/

193

194

/

D D S A’ L A R V E D E V L E T İ N KO R U M A S O R U M LU LU Ğ U

Devletlerin “riayet ettirme” yükümlülükleri nedeniyle uluslararası sorumlulukları genişleyerek devlet dışı aktörlerin eylemlerinin devlete atfedilebilirlik ihtimali yükselmektedir. Zira burada devletler en az DDSA’lara yardım etmeme ve Cenevre Sözleşmeleri’ni ihlal etmelerini cesaretlendirmeme yükümlülüğü altındadır. Uluslararası Adalet Divanı üçüncü ülkelerin Cenevre Sözleşmeleri’ni ihlal edilmesinin önlenmesi veya durdurulması hususunda pozitif yükümlülükleri olduğunu işaret etmiştir.70 Devletler Uluslararası Hukuk Komisyonu’nun hazırlamış olduğu tasarı veya uluslararası yargı organlarının getirmiş oldukları atfedilebilirlik standartları çerçevesinde sorumlu tutulamasalar da DDSA’ların eylemleri nedeniyle Ortak 1. maddenin ihlal edilmesini cesaretlendirmeme standardı yoluyla fiillerin devlete atfedilebilirlik eşiği düşürülerek sorumluluklarına gidilebilecektir.71 Devletlerin riayet ettirme yükümlülükleri kapsamında diğer devletleri veya DDSA’ları ortak maddeleri ihlal etmeyi cesaretlendirmemesi gerekmektedir. Ancak cesaretlendirmeme yükümlülüğünün devletlerin uluslararası sorumluluğuyla nasıl ilişkilendirileceği ve sorumluluğa gidileceği hususu açık değildir. Kısacası devletler riayet ettirme yükümlülüğü gereğince devlet dışı silahlı yapıların ortak maddeleri ihlal etmelerini cesaretlendirmemesi gerekir. Uluslararası Adalet Divanı’na göre eğer devlet dışı silahlı yapıların Cenevre Sözleşmeleri’nin Ortak 3. maddesini ihlal edebilecekleri “olası ve öngörülebilirse” devletler bu silahlı yapılara yardımda bulunarak Ortak 1. maddeyi ihlal etmiş olacaklardır.72 SONUÇ

Uluslararası hukuk kuralları ve uluslararası yargı organlarının kabul ettiği standartlar çerçevesinde uluslararası hukukun düzenlediği 70

State Responsibility for Non-State Actors That Detain in the Course of A NIAC, s. 30.

71

State Responsibility for Non-State Actors That Detain in the Course of A NIAC, s. 30.

72

State Responsibility for Non-State Actors That Detain in the Course of A NIAC, s. 42.

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

atfedilebilirlik şartları ve sorumluluk sınırlarının devletlerin, devlet dışı silahlı yapılara yardım yapmasının önüne geçebildiğini söylemek pek mümkün değildir. Nikaragua kararıyla uygulanan Etkin Denetim Testi ile devletlerin silahlı gruplarca yapılan operasyonlar üzerindeki spesifik emri aranmaktadır. Bu standart devletin sorumluluğuna gidilmesinin eşiğini epey yüksek tutmuştur. Daha sonraları Tadic kararıyla getirilen Bütünsel Denetim Testi sayesinde bu eşik daha düşük tutulup silahlı gruplar üzerindeki devletin bütüncül etkisi dikkate alınarak sorumluluğuna gidilmiştir. Doktrinde savunulan bir görüş olan Cenevre Sözleşmeleri’ne riayet etme ve ettirme yükümlülüğüyle bu eşiğin iyice aşağıya çekilmesine uğraşılmaktadır. Bütün devletler Cenevre Sözleşmeleri’ni onaylamış olduğundan bir uluslararası alışılmış kural haline gelen asgari insan hakları ve değerini korumayı amaçlayan Ortak 3. maddeye uluslararası nitelikte olmayan silahlı çatışmanın tüm taraflarının riayet etmesi gerekir ve bu madde herkesi bağlamaktadır. Öte yandan Bosna’daki soykırım davası kararında Uluslararası Adalet Divanı, Uluslararası Hukuk Komisyonu’nun hazırladığı tasarının 4. ve 8. maddelerinin uluslararası yapılageliş kuralını yansıttığını belirtmiştir. Sonuç itibarıyla bir devletin tam kontrolünde olan (resmi organların) fiillerin tümünden veya efektif kontrolü altında herhangi bir spesifik eylemden sorumlu olacağı konusunda bir anlaşmazlık yoktur. Ancak bu durumların haricinde kalan, devletlerin devlet dışı silahlı yapılara yardımları sonucu bu silahlı gruplarca yapılan ihlallerden açıkça sorumlu tutulması konusunda hala hukuksal düzenlemelerin yapılması gerekliliği açıktır. Örneğin son derece gelişmiş sofistike ve imha gücü yüksek silahları üreten ülkeler (üretim menşei gayet açık, neredeyse taklit edilemeyen ve tekellerinde bulunduran devletler) söz konusu silahların DDSA’ların, hele hele terör örgütlerinin eline geçmesinden sorumlu olmaları gerekmeyecek midir? DDSA’lar ve özellikle de terör örgütlerinin bu denli büyük kaynaklar ve yardımlar bulmasalar ayakta duramayacakları veya

/

195

196

/

D D S A’ L A R V E D E V L E T İ N KO R U M A S O R U M LU LU Ğ U

bu kadar etkili olamayacaklarını söylemek güç değildir. Gerek silah gerekse diğer yardımları alan devlet dışı silahlı yapıların giriştikleri insan kıyımları ve uluslararası hukuk ihlallerinden bunları ayakta tutan ve besleyen devletler sorumlu olmayacak mıdır? Bize göre devlet kontrolünden yapılan desteğin kesilmesiyle devlet dışı silahlı yapıların eylemlerinde kısa sürede azalma ve sürekliliğini kaybetme tezahür ederse burada devlet kontrolünden bahsetmek mümkündür. En azından devletlerin Cenevre Sözleşmeleri’ndeki düzenlemeleri ihlal etmeyi cesaretlendirmeme yükümlülükleri çerçevesinde insan hakları ihlalleri yapan veya yapması muhtemel DDSA’lara yardımda bulunmaması ve ilişkiye girmemesi gerektiği kanaatindeyiz. Aksi türlü kendi dış politika ve çıkarları arzusunda her türlü desteği sağlayarak devlet dışı silahlı yapıları besleyen devletlerin doğal olarak bu silahlı yapıların giriştikleri ihlallerden de sorumlu olmaları gerektiğine inanıyoruz.

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

YABANCI TERÖRİST SAVAŞÇILAR

BILGEHAN ÖZTÜRK,* ÜMIT TETIK** GİRİŞ

Ortadoğu’da hızla değişen sosyokültürel, siyasal ve ekonomik dengeler ortaya farklı yapıların çıkmasına neden olduğu gibi aktörlerin niteliğinin sürekli bir dönüşüm geçirmesine de sebep teşkil etmektedir. Özellikle 2011 Arap Devrimleri bölgedeki devletlerin egemenliklerinin sarsılmasının önünü açarak gerek devletlerin kendi içerisinde gerekse de dışarıdan gelmiş birçok devlet dışı silahlı aktörün (DDSA) ortaya çıkmasının temel belirleyicisi olmuştur. Bu dönüşümün tahlil edilmesinde geleneksel bakış açıları yetersiz kalmaktadır. Bu açıdan makro sorunların (bölgenin istikrara kavuşması, siyasal yapıların tekrar inşası ve sosyolojik yapının tekrar bütünleştirilmesi gibi hususlar) çözümü için mikro sorunların (küçük grupların bombalı ve silahlı saldırıları, bu gruplara üye kişilerin motivasyonları ve sosyal ortamların niteliği) anlamlandırılması elzem hale gelmiştir. Mikro sorunların temelinde bölgedeki DDSA’lar yer almaktadır. Özellikle geleneksel cephe savaşını reddedip düzensiz savaş metotlarını tercih etmeleri çok yönlü sorunlar çıkmazını beraberinde getirmiştir. Düzensiz savaşlarda eyleme geçen kişi veya gruplar bu çatışma ortamında eylem kapasitelerini inşa ederken de benzer şekilde düzensiz metotları uygulamaktadır. Böylesi bir ortamda düzensiz savaş yöntemlerini tercih eden grupların muharip kapasitesini genişletme ihtiyacı ortaya çıkmıştır. Düzensiz savaşlarda faaliyet gösteren gruplar bu gereksinimi karşılamak adına gerek çatışmanın olduğu bölgeden devşirdikleri savaşçı* Doktora Öğrencisi, Sakarya Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü, SETA Güvenlik Araştırmaları Direktörlüğü ** Yüksek Lisans Öğrencisi, TOBB ETÜ Güvenlik Çalışmaları Programı, SETA Güvenlik Araştırmaları Direktörlüğü

/

197

198

/

YA B A N C I T E R Ö R İ S T S AVA Ş Ç I L A R

lar gerekse de farklı bölgelerden gelen yabancı savaşçılar aracılığıyla çatışma ortamlarında mücadelelerini sürdürmeyi amaçlamaktadır. Çatışma ortamlarındaki askeri eylem ve faaliyetlerin neredeyse tamamının usulsüz biçimde gerçekleşiyor olması ve çok sayıda yabancı savaşçının farklı motivasyonlarla bu bölgelerde eylem gerçekleştirmesi bu konuyu daha önemli hale getirmektedir. Bu makalede son zamanlarda artış gösteren ve özellikle Ortadoğu’da etkinlik gösteren yabancı savaşçı olgusu farklı açılardan ele alınmaktadır. Özellikle yabancı savaşçıların ulus aşırı kimliklerinin, dini ve ideolojik motivasyonlarının yanı sıra yabancı savaşçı devşirme metotlarına da değinilmektedir. Kitleler halinde ya da bireysel olarak iç savaşlara veya değişik nitelikteki çatışmalara katılan bu unsurların Ortadoğu’da ne gibi şiddet faaliyetleri yürüttüklerine de vurgu yapılmaktadır. Çeşitli kaynak ve farklı araştırmacıların veri setlerinin analiz edilmesi sonucu yabancı savaşçı olgusunun tarihsel anlamda hangi bağlamlarda nasıl değerlendirildiği de irdelenmektedir. Yabancı terörist savaşçıların (YTS) Ortadoğu’da aldığı rolün mahiyeti ve çatışma sahalarında hangi aşamalardan geçtiği ise derinlemesine değinilecek olan bir başka husustur. Bu anlamda her başlık altında literatürdeki temel boşluklar ve tartışmalara ayrıca yer verilmektedir. Resmi askeri organizasyonlarla bir bağının olmaması, çatışma bölgelerinde aniden belirmeleri ve gerek devlet kurma gerekse de devlet olmanın asli unsurları dışında hareket ederek yayılmacı politikalar izlemelerinin sebepleri ve sonuçları yazının temel amaçlarını teşkil etmektedir. İnsanlar Neden Başka Yerlerde Savaşırlar?

DDSA’ların nasıl mobilize olduğu merak konusudur. Yerel ve yabancı grupların farklılaştığı noktaların belirsiz oluşu ise buradaki soruların odağını oluşturmaktadır. Bu muğlaklığın sonucunda ortaya çıkan yabancı savaşçı adaylarının bağlılıklarını daima sürdüreceğinin net olmaması durumu düzensiz savaş yöntemlerini uygu-

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

layan silahlı grupların güveneceği elemanlarla çalışmasının önünde engel teşkil etmemektedir. Bu açıdan örgütlemeyi yapanların savaşçıların bağlılıklarına inanmaları bu güven bağının nasıl tesis edildiği noktasında soru işaretlerini barındırmaktadır. Ayrıca gerek devlet dışı yapıların gerekse özellikle Ortadoğu’da çatışmalara müdahil olan kimi devletlerin yabancı savaşçı adaylarını hem güvenilir kılmaları hem de çatışma ortamlarında aksiyona sevk edecekleri motivasyonu sağlamaları en belirsiz sorunların başını çekmektedir. Geniş anlamda iç savaş literatürüne bakıldığında yabancı savaşçılara dair açıklamalara çok yer verilmediği gözlemlenmektedir. Ulus aşırı çatışmaları ele alan çalışmalar incelendiğinde ise etnik soydaşlık ilişkileri1 ve sınır ötesinde oluşturulmuş güvenli bölgeler2 üzerinden yabancı savaşçı mobilizasyonuna yönelik açıklamalar söz konusudur. Diğer bazı çalışmalar Arap yabancı savaşçıların Arap coğrafyası dışındaki çatışma alanlarına katılımını incelemiş, “cihat” hareketinin kökenlerine dair ayrıntılı tasvirler sunmuş ancak İslamcı olmayan yabancı savaşçılar topluluğuna dair herhangi bir açıklamaya yer vermemiştir.3 Fakat ulus aşırı sosyal ağların –hem şiddete başvurmayan sivil toplum örgütleri hem de terör örgütleri– mobilizasyon ve devşirme faaliyetlerine dair geniş bir literatür bulunmaktadır.4 Literatüre ek olarak sosyolojik birtakım faktörler de bireyleri yabancı savaşçı mobilizasyonuna teşvik etmektedir. Düşük sosyal ve ekonomik refah düzeyi etkin faktörler arasında en başta yer almaktadır. Yapılan görüşmeler sonucu Hollandalı yabancı savaşçıların “düşük refah düzeyi”nden muzdarip oluşu ve bir “amaç arayışında olma” durumu gözlemlenirken Belçikalı militanlarda ise 1 Steven Saideman, The Ties That Divide: Ethnic Politics, Foreign Policy, and International Conflict, (Columbia University Press, New York: 2001). 2 Idean Salehyan, Rebels without Borders: Transnational Insurgencies in World Politics, (Cornell University Press, Ithaca, New York: 2009). 3

Hegghammer, 2010-2011.

4

Malet, 2013, s. 20.

/

199

200

/

YA B A N C I T E R Ö R İ S T S AVA Ş Ç I L A R

“alt kültüre ait gençlerin gelecekten bir beklentisinin olmaması” dikkat çekmektedir.5 Tamah mı, Mağduriyet mi?

İç savaşlar bağlamında devşirme faaliyeti ve mobilizasyona dair en muteber açıklamaların pek çoğu yerel savaşçı adaylarının kendi maddi kazançlarını maksimize etme güdüsüne vurgu yapar. İç savaş literatüründe “tamah ve mağduriyet” şeklinde formüle edilen yaklaşım çatışmaların bu ikisinin bir çeşit kombinasyonundan ortaya çıktığını ileri sürer. Literatürdeki genel tartışma da bahsi geçen her bir unsurun direnişin meydana gelmesinde ne ölçüde yeterli ve gerekli olduğuna odaklanmaktadır. Bu iki unsurdan tamahın daha belirleyici olduğunu savunan yazarlar genel olarak Collier-Hoeffler6 (CH) modelini benimsemektedir. Bu model beliren bir fırsatın iç savaşa katılma eşiğinde olan bireyler üzerinde mağduriyetten çok daha fazla etkili olduğunu savunmaktadır. CH modeli ekonomik karar alma davranışının iç savaşa katılma durumunda olan bireyler için de geçerli olduğunu öne sürmektedir. Dolayısıyla isyan için gerekli olan “savaşçı iş gücü” talebi mağduriyetlerin bir sonucu iken arz ise isyandan elde edilmesi beklenen net fayda sonucu oluşmaktadır. Ülke nüfusunun net geliri azalırken aynı zamanda savaşın fırsat maliyeti ve devlet aygıtının isyanı caydırmak için yapabileceği harcama miktarı da azalmakta, böylece iç savaş daha muhtemel hale gelmektedir.7 CH modeli ve tamah-mağduriyet üzerine yapılan çalışmalar iç savaş mobilizasyonunun rasyonel ve “kendi çıkarını güden” bir faaliyet olduğunu öne sürmektedir. Kalyvas ve Sambanis, Bosna sa5 Lorne L. Dawson ve Amarnath Amarasingam, “Talking to Foreign Fighters: Insights into the Motivations for Hijrah to Syria and Iraq”, Studies in Conflict & Terrorism, Cilt: 40, Sayı: 3, (2015), s. 191-210.

Paul Collier ve Anke Hoeffler, “Greed and Grievance in Civil War”, Oxford Economic Papers, Cilt: 56, Sayı: 4, (2004), s. 563-595. 6

Nicholas Sambanis, “Do Ethnic and Non-Ethnic Civil Wars Have the Same Causes?”, Journal of Conflict Resolution, Cilt: 45, Sayı: 3, (2001), s. 259-280. 7

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

vaşına katılan Bosnalıların, komşularının mülklerini yağma yoluyla elde etme fırsatını görerek motive olduklarını iddia etmektedir.8 Lichbach ise mağduriyetin bir isyana sebep olmak için gerekli ve yeterli bir unsur olmadığını öne sürmektedir. Buna karşılık isyanın liderleri kolektif eylemi harekete geçirebilmek için iç savaşın kazanılması durumunda elde edilecek kamu yararının yanı sıra arazi hibeleri gibi şahsi imtiyazlar vadetmektedir.9 Fearon ve Laitin yoksulluğun bir sonucu olarak devlet aygıtının “fırsatçı” bir isyanı caydıracak maddi kapasiteden mahrum kaldığını ve bu durumda etnisite ve din gibi kimliksel fay hatlarının çok sınırlı etkiye sahip olduğunu savunmaktadır.10 Eğer iç savaşlar için devşirme faaliyetine yönelik yapılan ta­ mah temelli açıklamalar doğru olsaydı devşirme faaliyetleri incelendiğinde “simsar”ların11 yabancı gönüllüleri yağma ve diğer materyal teşvikler karşılığında kendilerine yardıma çağırdığı görülebilirdi. Benzer şekilde çatışmanın cereyan ettiği ülke “çıkarılabilir doğal kaynaklar” bakımından zengin bir ülkeyse yabancı savaşçı adayları herhangi bir devşirme faaliyeti ve teşvik olmaksızın kendi arzularıyla bu çatışmaya dahil olabilirdi. Her iki durumda da yabancı savaşçıların (mesela Afganistan’a giden Suudi Arabistan vatandaşları veya Kosova’ya giden Amerikan vatandaşları) katıldıkları iç savaş bölgelerinde aldıkları riske değecek kadar geniş çaplı yağma ve doğal kaynak çıkarma faaliyeti yaparak kayda değer sermayelerle ülkele8 Stathis Kalyvas ve Nicholas Sambanis, “Bosnia’s Civil War: Origins and Violence Dynamics” içinde Paul Collier ve Nicholas Sambanis (der), Understanding Civil War: Evidence and Analysis, Cilt 2, (World Bank, Washington DC: 2005), s. 191-228. 9 Mark Lichbach, “What Makes Rational Peasants Revolutionary? Dilemma, Paradox, and Irony in Peasant Collective Action”, World Politics, Cilt: 46, Sayı: 3, (1994), s. 383-418. 10 James D. Fearon ve David F. Laitin, “Ethnicity, Insurgency, and Civil War”, American Political Science Review, Cilt: 97, (2003), s. 75-90. 11 “Recruiter” kelimesinin Türkçe literatürde karşılığı olmaması hasebiyle yazarlar “simsar” kelimesini kullanmıştır. Bu makalede simsar yabancı savaşçıları bulundukları coğrafyadan çatışma bölgelerine gerek fiziki gerekse de düşünsel anlamda eleman devşiren kişileri işaret etmektedir.

/

201

202

/

YA B A N C I T E R Ö R İ S T S AVA Ş Ç I L A R

rine geri dönmesi beklenirdi. Tabii bu durumda bahsedilen yabancı savaşçıların yerel isyancılarla veya daha geniş çaptaki toplumla herhangi bir bağı ya da akrabalığı söz konusu olmaz, bu yabancı savaşçılar da “paralı asker” olarak sınıflandırılırdı. Fakat birbirinden farklı örneklere dayalı veriler gösteriyor ki simsarlar yabancı savaşçı adaylarını bir çatışmaya dahil etmeden önce bu bireyleri açık bir biçimde kazançlarının asgari seviyede ve muntazam olmayacağı ve bu kazancın da çoğunlukla “işlerine yaramayacak para birimleri”nde olacağı yönünde bilgilendiriyorlar. Hatta 1830’lardaki Teksas Devrimi’nde olduğu gibi yabancı savaşçılar iç savaşı kazandıklarında hizmetlerinden ötürü kendilerine arazi hibeleri teklif edildiğinde bunları reddedip çatışma bölgesini terk etmişlerdir. CH modeli yerel isyancıların çatışmaya dahil olmasını açıklayabilirken benzer teşviklerin yabancı savaşçılara yapılmadığı görülmektedir.12 Demokrasi yokluğu, baskıcı yönetim vs. gibi ülke ölçeğinde yaşanan mağduriyetler yabancıların bir savaşa katılıp savaşmasını gerektirecek ölçüde yeterli bir gerekçe midir? Bir ülke veya bölgede yaşamayan yabancıların oradaki siyasi şartlardan doğrudan etkilenmeyeceği göz önünde bulundurulduğunda bunun yeterli bir gerekçe oluşturmayacağı söylenebilir.13 İç Savaşlara Dışarıdan Müdahale

Ulus aşırı simsarlar yerel mobilizasyonu sağlamak amacıyla maddi ögeleri motive edici unsur olarak kullanmanın ötesinde halihazırda devam eden çatışmayı ülke dışında bulunan yabancıları da etkileyecek şekilde çerçevelendirme yöntemini de kullanmaktadır. Simsarlar bu yolla yabancı bireyleri bir çatışmaya müdahil olmaya çağırmaktadır zira devletlerin bahse konu çatışmada tehdit altında olan topluluk için harekete geçmeyeceğini vurgulamaktadır. Bu tarz bir çerçeveleme ülke dışında bulunan yabancılara direkt 12

Malet, 2013, s. 22.

13

Malet, 2013, s. 22.

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

olarak “koruma sorumluluğu” yüklemektedir. Buna karşın bir iç savaşa neyin müdahale olarak sayılabileceğine dair kesin bir ölçüt bulunmamaktadır.14 Böylesi koşullarda mobilizasyon çalışmaları da ya direniş grupları yerine devletlere odaklanmakta ya da farklı aktör türleri arasında bir ayrım yapmamaktadır. Örneğin Pearson Cezayir’deki Fransız askerleri, İspanya’daki Uluslararası Tugaylar ve Nijerya’daki Biafran ayrılıkçıları tarafından tutulan paralı askerleri “müdahale” örnekleri olarak zikretmiş ancak analizinde sadece devlet davranışına odaklanmıştır.15 Rosenau iç savaşları devletler arası savaşlardan ayıran unsurları tanımlamaya çalışmış ve neden her şeye rağmen iç savaşların dışarıdan müdahaleyi çektiğini açıklamıştır.16 Rosenau bu soruya cevap ararken devlet bürokrasisindeki ayrışmalara dikkat çekmiştir. Bu anlamda iç savaşlarda devletin siyasi sistemindeki ayrışma(lar) iç savaşın farklı taraflarında paralel devlet yapılarının oluşmasına sebep olur. Savaş sürerken iktidarda olan taraf devlet olma iddiası ve niteliğini elinde bulundurur ve dolayısıyla diplomatik, askeri ve ticari kurumlar aracılığıyla uluslararası bağlara sahiptir. Dış kaynaklara benzer bir erişimi elde etme umuduyla direnişçiler iktidardaki tarafın sahip olduğu dış ilişkilerin bir benzerini lider kadroları seviyesinde kendileri de kurmak için çaba gösterirler (Afrika Ulusal Kongresi ve Filistin Kurtuluş Örgütü örneklerinde olduğu gibi). Dolayısıyla isyancı gruplar çoğu zaman güç dengesini değiştirebilme umuduyla dış aktörlerin çatışmaya müdahil olmasını sağlamaya çalışırlar.17

14 Martha Finnemore, The Purpose of Intervention: Changing Beliefs about the Use of Force, (Cornell University Press, Ithaca, New York: 2003), s. 7-11.

Frederic Pearson, “Foreign Military Interventions and Domestic Disputes”, International Studies Quarterly, Cilt: 18, Sayı: 3, (1974), s. 259-290. 15

Bkz. James N. Rosenau, International Aspects of Civil Strife, (Princeton University Press, Princeton, New Jersey: 1964). 16

George Modelski, The International Relations of Internal War, (Center of International Studies, Woodrow Wilson School of Public and International Affairs, Princeton University, 1961); Rosenau, International Aspects of Civil Strife, s. 14-15. 17

/

203

204

/

YA B A N C I T E R Ö R İ S T S AVA Ş Ç I L A R

Rosenau’ya göre yabancı bir devlet bir iç savaşa müdahil olduğunda desteklediği bireyin veya tarafın güç mekanizmalarını kontrol edip edemeyeceğinin yanı sıra ideoloji ve din gibi sosyal yapıları da belirleyebilecek bir konumda olup olmayacağıyla daha çok ilgilenir. Yabancı bir devletin kendi hedeflerini gerçekleştirebilmesine imkan tanıyacak böyle bir fırsatın ortaya çıkması iç savaşa müdahil olup olmamasını belirleyecektir. Her halükarda coğrafi yakınlığın müdahaleyi etkileyen bir faktör olması beklenir zira iç savaşa komşu olan ülkeler iç savaştan kaynaklanan risklere en çok maruz kalacak olanlardır.18 Kaplan yabancı bir devlet veya “sosyal sistem”in bir iç savaşa müdahil olduğunda desteklediği tarafın savaşı kazanmasından sonra kendisini taklit edeceğine dair bir kanaate sahip olursa müdahil olma ihtimalinin artacağını öne sürmüştür. Kaplan bu iddiasını öne sürerken Komintern destekli Uluslararası Tugaylar ve İspanya İç Savaşı’nda savaşan yabancı faşistleri örnek olarak vermiştir.19 Benzer yaklaşıma sahip diğer çalışmalar da bir iç savaşın kapsamının yerel güç mücadelelerinin ötesine geçip birtakım “evrensel değerler” çatışmanın konusu haline geldiğinde dış müdahalenin gerçekleştiğini öne sürmektedir.20 Küresel Boyut

Yabancı savaşçı devşirilmesine başka bir açıklama da şu olabilir: Simsarların hedef kitlesi yerel halkla daha önce doğrudan iletişimde bulunmuş dolayısıyla çatışmaya katılmadan önce çatışmaya dair herhangi bir eğitim almayı gerektirmeyen bireyler oldukları için simsarlar da kendilerini savaştırmakta çok fazla zorluk çekmiyorlar. 18

Rosenau, International Aspects of Civil Strife, s. 45, 51, 63, 66, 292-294.

Morton A. Kaplan, “Intervention in Internal War: Some Systemic Sources”, içinde Rosenau, International Aspects of Civil Strife, s. 92. 19

20 J. D. Sullivan, International Consequences of Domestic Violence: Cross-National Assessment, (American Political Science Association, New York: 1969); Ayrıca bkz. G. A. Kelley ve L. B. Miller, “Internal War and International Systems: Perspectives on Method”, Occasional Paper 21, Harvard University Centre for International Affairs, (1969).

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

Bu sebeple devşirme faaliyeti diasporalar gibi var olan aktif ulus aşırı topluluklara hitap edilerek ve bireylerin uzak gruplardakilerle iletişim ve empati kurmasına imkan sağlayan kitle iletişim araçları kullanılarak gerçekleştirilmektedir. Yirminci yüzyılda ulus aşırı direnişlerdeki artış küresel iletişim ve ulaşımdaki ilerlemelere denk gelmektedir. Bu ilerlemeler hedef kitlenin uzak çatışmalara dair mesajları ve tehditleri çok daha kolay almasını sağlamıştır. Hızlı ve ucuz uluslararası seyahat imkanı da simsarların büyük miktarlarda yabancı savaşçıyı –onları sevk edecek bir orduya gerek duymaksızın– sahaya sürebilmesini sağlamıştır.21 Urry küreselleşmeyi “yerel ve ulusal seviyeye kıyasla uluslararası ve küresel etkileşimlerdeki yoğunluk artışı” olarak tanımlıyor. Urry’ye göre bu süreçler devlet sınırlarını aşan sosyal ağlardaki belirli düğümlerin sebepleri değil sonuçları konumundadır.22 Topluluklar arasındaki ulus aşırı kişisel ilişki ağları giderek artan biçimde konu temelli yerellikten bağımsız hale gelmiştir.23 Dark’a göre iletişim ve ulaşımdaki devrimler daha önce görülmemiş biçimde bireyler ve örgütlerin devlet sınırlarını aşan etkileşimlerine imkan sağlamıştır.24 Tarrow ulus aşırı sosyal hareketler üzerine yaptığı incelemesinin sonucunda 1950’lerden bu yana bu hareketlerin sayısında çarpıcı bir artış olduğunu belirtmiştir. 1950’lerden önce sayıları yüzden daha az olan bu hareketler 2003’e gelindiğinde binin üzerine çıkmış ve bunların dörtte birini de insan hakları grupları oluşturmuştur.25 Bu durum daha fazla sayıda insanın kendisini devlet vatandaşlığıyla sınırlı olmayan ulus aşırı bir sivil toplumun parçası 21

Malet, 2013, s. 30.

22

John Urry, Global Complexity, (Cambridge: 2003), s. 4-10, 40-41.

23

John Scott, Social Network Analysis: A Handbook, (SAGE, Londra: 1991), s. 80.

Ken Dark, “The Informational Reconfiguring of Global Geopolitics” içinde Yale Ferguson ve R. J. Barry Jones (ed.), Political Space: Frontiers of Change in a Globalizing World, (State University of New York Press, Albany: 2002), s. 61-85. 24

25 Sidney Tarrow, The New Transnational Activism, (Cambridge University Press, New York: 2005), s. 44-45.

/

205

206

/

YA B A N C I T E R Ö R İ S T S AVA Ş Ç I L A R

olarak algıladığını gösteriyor. Buradaki aidiyet muhtemelen içinde normatif vazifeleri de barındıran bir hissiyatı ifade ediyor. Vertovec ve Cohen daha ziyade etnik diasporalardaki göçmenlere atfen giderek daha fazla sayıda bireyin kendisini ulus devletin ötesinde daha karmaşık mensubiyetlerle tasavvur ettiğini iddia etmektedir.26 Zapatista isyancıları üzerine inceleme yapan Olesen katılımcıların basit çerçevelemeden ziyade insanlığı ortak ve birbirine bağlı gören ve ulus aşırı sivil toplumun temelini kuran bir “küresel bilinçlilik” sergilediklerini öne sürmektedir. Bu aktivistler verili meselelere yönelik ortak bir anlayış geliştirmek için çerçevelemeyi kullanarak sosyal inşacı bir yaklaşımı uygularlar. Buradaki amaç normal şartlarda ilgi duymayacak kesimlerde yankı uyandıracak şekilde meseleleri adalet sorunu gibi sunmaktır.27 Ulus Aşırı Direnişler Neden Yaygınlaşıyor?

Ulus aşırı direnişlerin sayılarındaki artma potansiyelinin bir açıklaması İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra dünya çapında sayıları çarpıcı biçimde artan iç savaşlardır. Rosenau’ya göre büyük güçler gelişmiş konvansiyonel ve nükleer silahlarla birbirlerine meydan okuyarak büyük yıkımlar yaşamak yerine vekalet savaşları yürütmeye başladıkları için iç savaşların sayısı yükselişe geçmiştir.28 Fearon ve Laitin’e göre ise iç savaşların sayısı zayıf ve daha ziyade post-kolonyal ülkelerde artmıştır.29 MacKinley’e göre pek çok direnişçi grup Soğuk Savaş dönemindeki süper güç hamilerini kaybedince geniş kapsamlı savaşlardan ziyade örgütlerini ayakta tutabilmek amacıyla pazar erişimlerini güvenceye almayı daha çok önemsemeye başlamıştır. Bu Steven Vertovec ve Robin Cohen (ed.), Conceiving Cosmopolitanism, (Oxford University Press, Oxford: 2002), s. 2. 26

Thomas Olesen, International Zapatismo: The Construction of Solidarity in the Age of Globalization, (Zed, Londra: 2005), s. 18-21, 41, 104. 27

28

Rosenau, International Aspects of Civil Strife, s. 5-6.

29

Bkz. Fearon ve Laitin, “Ethnicity, Insurgency, and Civil War”.

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

da sınır ötesi yasa dışı faaliyetlerde daha fazla yabancının dahil edildiği, ulus aşırı klan ve etnik ağlara artan oranda dayanıldığı bir durumu doğurmuştur.30 Diaspora Dışı Ulus Aşırıcılık

Florini ve Simmons ulus aşırı sivil toplum aktivistleriyle ilgili şu soruyu sormaktadır: Dünyanın tamamen farklı bölgelerindeki insanlar ortak geçmiş ve kültürü paylaşmadıkları gruplarla çok az ya da hiç ödeme almaksızın iş birliği yapmak için neden bu kadar zaman ve enerji sarf ederler? Bu soruya verdikleri cevap da şudur: Bahse konu insanları birbirlerine bağlayan şey ortak çıkarlardan ziyade paylaştıkları ortak değerlerdir.31 Bu açıklamanın geçerli olmasını sağlayan şey bahse konu insanların kendilerini devletin ötesinde bir gruplaşmanın parçası olarak algılamalarıdır. Bu topluluklar Keck ve Sikkink’in “ulus aşırı savunuculuk ağları” (USA) olarak adlandırdığı toplulukları oluşturmaktadır. USA’lar Seattle Savaşı gibi küreselleşme karşıtı protestoları da içeren çeşitli bağlamlarda ve devlet sınırlarının ötesinde mücadeleci siyaset çerçevesinde siyasi sonuçları etkilemek amacıyla kaynaklarını paylaşmaktadır.32 Fakat din ve etnisitenin kurumsal bağları olmaksızın bir ideolojiye bağlı olmak etkili bir kimlik oluşturabilir mi? Geertz “kültür”ü kurucu “anlamlandırma aracı” olarak tanımlar ve Williams ise ideolojiyi sadece siyasi düzenleri tanzim eden kurucu ilkelere ilişkin bir kavram olarak ele alır: “İdeolojiler, mevcut kültürel sistemlerin sosyal değişimlerle baş edemediği zamanlarda kapsamlı John MacKinley, Globalization and Insurgency, (International Institute for Strategic Studies, Oxford: 2002), s. 11, 17, 29, 36. 30

Ann M. Florini ve P. J. Simmons, “What the World Needs Now?” içinde Ann M. Florini, The Third Force: The Rise of Transnational Society, (Carnegie Endowment for International Peace, Washington DC: 2000), s. 7. 31

32 Bkz. Margaret E. Keck ve Kathryn Sikkink, Activists beyond Borders: Advocacy Networks in International Politics, (Cornell University Press, Ithaca, New York: 1998).

/

207

208

/

YA B A N C I T E R Ö R İ S T S AVA Ş Ç I L A R

anlam sistemleri olarak ortaya çıkarlar.”33 Örgütsel seviyede ortak ideoloji Komünist Parti’den üniversite kardeşlik teşkilatlarına kadar farklı gruplara üye olmaya yol açmakta ve ortak kimliğin yeni seviyelerini üretmektedir. Böylece sadece grubun diğer üyelerinin sahip olduğu ortak kurucu anlamlandırma araçları sebebiyle ideoloji kimliğin bir türü olabilir. 1930’larda İspanya İç Savaşı’nın savaşçı simsarları pek çok ülkeden farklı siyasi hedeflere sahip yabancı savaşçı grupları arasındaki uzlaşmazlıkların üstesinden gelmek için yaygın şekilde paylaşılan antifaşist ideolojik kimliğini öne çıkarmışlardır.34 Ulus Aşırı Kimlikler ve Mücadeleci Siyaset

Ulus aşırıcılık “göçmenlerin asli toplumları ile sonradan yerleştikleri toplumu birbirine bağlayan çok yönlü ilişkileri kurup sürdürdükleri bir süreç” olarak tanımlanmıştır.35 Diasporaların varlığı Shain’in36 “aidiyet siyaseti” olarak adlandırdığı olguyu beraberinde getirmektedir. Bu da devamlı bir şekilde devletleri ve devletler arasındaki resmi ilişkileri aşmaktadır.37 Geleneksel olarak ulus aşırı kimlikler etnik diasporalarla bağlantılandırılmış olmalarına rağmen son otuz yılda ulusal vatandaşlıktan ziyade “dünya vatandaşı” ortak paydasında buluşan ve bütünüyle mezhebi ulus aşırı kimliklerin Pan-Arabizm gibi devlet aşırı hareketlerin ve küresel sivil toplum hareketlerinde bulunan norma33 Rhys H. Williams, “Religion as a Political Resource: Culture or Identity?”, Journal for the Scientific Study of Religion, Cilt: 35, Sayı: 4, (1996), s. 368-378. 34

Malet, 2013, s. 26.

Linda Basch, Nina Glick-Schiller ve Cristina Szanton-Blanc, Nations Unbound, (Routledge, New York: 1994), s. 3. 35

36 Yossi Shain, Kinship and Diasporas in International Politics, (University of Michigan Press, Ann Arbor: 2007). 37 Jennifer Brinkerhoff, Digital Diasporas: Identity and Transnational Engagement, (Cambridge University Press, New York: 2009); R. K. Hersman, Friends and Foes: How Congress and the President Really Make Foreign Policy, (Brookings Institution, Washington DC: 2000); Paul Hockenos, Homeland Calling: Exile, Patriotism, and the Balkan Wars, (Cornell University Press, Ithaca, New York: 2003).

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

tif toplulukların yükselişine şahit olunmuştur.38 Bu olgular siyasi kimliklerin ortak etnik veya kültürel geçmişten çok daha kapsamlı olduğunu ve kimlik sunan hayali toplulukların çeşitli temellerde inşa edilebileceğini gösteriyor.39 Tarrow iç çatışmalara katılan pek çok ulus aşırı aktivistin aslında öncelikle yerel ve milli meselelerle ilgilenen “köklü dünya vatandaşları” olduklarını ileri sürmektedir.40 Bunların arasında yaşadıkları ev sahibi ülkenin sağladığı emniyetten faydalanarak ana vatanlarında şiddet eylemlerini örgütleyen kişiler vardır. Bunların pek çoğu ana vatanları dışındaki diaspora topluluklarında yaşayan etnik göçmenlerdir. Bu kişiler herhangi bir muhalefetle bir anlaşma yapma mecburiyeti hissetmedikleri için de ana vatanlarındaki soydaşlarının fikirleriyle bile örtüşmeyecek ölçüde aşırı uç pozisyonlara sahip olabilmektedirler.41 Yerel isyancılarla yabancıların dayanışması diaspora topluluklarının en uzlaşmaz üyeleri sayesinde gerçekleşmektedir. Bu üyeler isyana maddi desteği sağlamakta ve ana vatanda yaşayan soydaşlarından çok daha keskin biçimde şiddet kullanımını teşvik ede­bilmektedir. Mesela 1990’lardaki iç savaşlara katılan ABD ve Kanada’daki Balkan göçmenleri yaşadıkları ev sahibi toplumun genelinden ziyade kendi yerel göçmen topluluklarında son derece aktif figürlerdir.42 Sebep İslam mı?

Ulus aşırılıkla doğrudan ilgili bir örnek olarak 7 Temmuz Londra bombacılarının geniş anlamda İngiliz toplumuna entegre olmamakla birlikte yerel Müslüman toplumuna ait kurumlarda bulunmala38 Gabriel Sheffer, Diaspora Politics: At Home Abroad, (Cambridge University Press, Cambridge: 2003), s. 65-68. 39

Malet, 2013, s. 25.

40

Tarrow, The New Transnational Activism, s. xiii, 53, 54.

41

Malet, 2013, s. 25-26.

42

Hockenos, Homeland Calling, s. 10-11.

/

209

210

/

YA B A N C I T E R Ö R İ S T S AVA Ş Ç I L A R

rı gösterilebilir. Grup lideri Muhammed Han arkasında bıraktığı notta “Ben Müslüman kardeşlerimi korumak ve onların intikamını almakla doğrudan sorumluyum. Biz güvende olana kadar siz bizim hedefimiz olacaksınız” demiştir.43 Arap Baharı öncesinde pek çok Müslüman ülkede halkın şikayetlerinin ifade kanalı işlevi gören İslamcı gruplar ya sert biçimde bastırılmış ya da ana akım siyasete entegre edilmiştir ki bu da imajlarına ağır bir darbe vurmuştur. Dolayısıyla “idealistler” için doğal çıkış noktası değişim kavgasını daha az merkezi, daha elverişli ve değişimi gerçekleştirebilecekleri toplumlara taşımaya imkan tanıyacak “yabancı Müslüman ordusu”44 olmuştur.45 Fiiliyatta ise dışarıdan yardım sağlayan USA’lar46 için öngörülen bumerang etkisi tersten gerçekleşmiş, siyaseten bastırılmış ve yıldırılmış olanlar savaşlarını sürdürmek ve ana vatanlarına geri dönecek gücü toplamak için yeni sahalara yönelmişlerdir. Bu savaşçıların motivasyonu Batı tarafından kuşatılmışlık algısıyla kendi toplumsal yapıları ve çıkarlarının tam aksi yönünde kurgulanmış Batı öncülüğündeki bir sistemin kurbanı olduklarına dair hislerinden kaynaklanmaktadır: ABD kendi çıkarını korumak amacıyla halklarına karşı sorumlu ve duyarlı davranmayan rejimleri desteklemektedir.47 Benzer şekilde dini ve etnik kitle liderleri yabancı fikirlerin yaygınlaşmasını kendi toplumsal etkilerine bir tehdit olarak görürler ve alternatif etki ağlarının ortaya çıkmasını engellemeye çalışırlar. Kendisini yenilgi hanesinde gören aktörlerin askeri bir faaliyetin ötesinde yabancı fikirlerin tesiri altında gerçekleştirmiş House of Commons, Report of the Official Account of the Bombings in London on 7th July 2005, (The Stationery Office, Londra: 2006), s. 13-19. 43

Graham Fuller, “The Future of Political Islam”, Foreign Affairs, Cilt: 81, Sayı: 2, (2002), s. 48-60. 44

Olivier Roy, Globalized Islam: The Search for a New Ummah, (Columbia University Press, New York: 2004), s. 313. 45

46

Keck ve Sikkink, Activists beyond Borders.

47

Malet, 2013, s. 27.

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

olduğu eylemler de düşmanca bir hamle olarak algılanabilir.48 Bu bağlamda Sydney’in etrafına bomba yerleştirme suçuyla mahkum edilen bir grup Avustralyalı Müslüman zayıfların silahı olarak adlandırılan terörizm aracılığıyla taarruza dayalı bir avantaj elde etmeye çalışmıyordu. Dava savcısının ifade ettiği şekliyle “İslam’ın saldırı altında olduğuna inanıyorlardı… (Onlara göre) cihat her Müslümanın vazifesiydi.”49 Ranstorp din temelli aşırıcıların kendilerini topluluğun değerlerini muhafaza etmek için savunma savaşı veren kişiler olarak gördüklerini öne sürmektedir.50 Bu, ulus aşırı cihatçı grupları açıklamak için yaygın şekilde kullanılan bir formülasyon olmakla birlikte geçmiş bulguların büyük bölümü yabancı savaşçı olgusunun İslam’a mahsus olmadığını gösteriyor. Cihatçı simsarların başarılı olduğu durumlar (liberaller, etnik diasporalar, Komünistler ve Komünizm karşıtlarında vs. olduğu gibi) gönüllüleri topluluğun ihtiyaçları uğruna kendi çıkarlarını feda etmeye ikna etmek için belirgin sosyal kimliklerin araçsallaştırıldığı durumlardır.51 SAVAŞÇI DEVŞİRME YÖNTEMLERİ VE ETKİN OLAN YAPISAL FAKTÖRLER

Bir kimlik sebebiyle diğer bireylere daha güçlü bağlarla bağlanmak o kimliği devreye sokar ve daha belirgin bir hale getirir. Sosyal kimlik teorisine göre birey kendisini bir gruptaki konumlanmalarına göre tanımlar veya verili bir sosyal birimdeki diğer mensuplarla dışarıdaki bireylerden daha çok ortak noktaya sahip 48 Bkz. Adam Watson, “International Relations and the Practice of Hegemony”, Lecture at University of Westminster, 5 Temmuz 2002. 49 Australian Associated Press, “‘Nine’ Plotted Violent Sydney Jihad”, Sydney Morning Herald, 6 Mart 2007. 50 Magnus Ranstorp, “Terrorism in the Name of Religion” içinde Russell Howard ve Reid Sawyer (ed.), Terrorism and Counter-Terrorism, (McGraw-Hill, New York: 2004), s. 125-140. 51

Malet, 2013, s. 27.

/

211

212

/

YA B A N C I T E R Ö R İ S T S AVA Ş Ç I L A R

olduğu algısına göre bu tanımlamayı yapar.52 Tilly’ye göre milliyet ve etnisite bile bireysel nitelikler olarak değil ancak insanlar arası bağlantılar şeklinde nitelendirildiğinde anlam taşır. Dolayısıyla bireylerden ziyade “etkileşimler” sosyal yapıları tanımlamaktadır. Kimlik sosyal bağlara dayanır ve “sosyal bağların 1) sıklığı, 2) yoğunluğu ve 3) davranış yelpazesinin çokluğu ve çeşitliliğiyle daha güçlü hale gelir.” Etkileşimler bağları üretir, çeşitli aktörlere olan bağlar ise siyasi aidiyet dahil sosyal ağları üretir. “Bazıları mobilizasyon ve kolektif eyleme yol açarken bazıları açmaz. Aynı bireyler farklı durumlar karşısında farklı kimlikler altında kolektif eylemde bulunmaktadır ve insanların bir kimlik veya başka bir kimlik adına almaya hazır oldukları riskler aşırı derecede çeşitlilik arz etmektedir.”53 Dini gruplar ve kardeşlik teşkilatları (fraternity) gibi büyük örgütler üzerine yapılan çalışmalara göre devşirme faaliyetinde sosyal ağ kanallarının üyeleri tarafından yapılan çağrılar üye olmayanların yaptıkları çağrılardan çok daha etkili olmaktadır. Dolayısıyla devşirme faaliyeti bireysel psikolojik profillere çok fazla dayalı değildir, bir bireyin verili bir sosyal ağa ne kadar sıkı bir biçimde bağlı olduğunu belirleyen mikro-yapısal bir sosyal faktörle alakalıdır. Diğer gruplarla bağlantıları olan bireyler o gruplara karşı da sadakat geliştirirler ve verili bir grupla paylaştıkları ortak bağlar zayıflar. Bu da bireylerin o grubun çağrılarına daha az “kulak asması”na sebep olur.54 Bireylerin devlet kurumlarına olan bağlarının haricindeki bağları etnik ve mezhebi çatışmalardaki gruplar tarafından sıkça hareJan E. Stets ve Peter J. Burke, “Identity Theory and Social Identity Theory”, Social Psychology Quarterly, Cilt: 63, Sayı: 3, (2000), s. 224-237. 52

Charles Tilly, Stories, Identities, and Political Change, (Rowman & Littlefield, Lanham, Maryland: 2002), s. 19, 48, 49. 53

David Snow, Louis Zurcher ve Sheldon Ekland-Olson, “Social Networks and Social Movements: A Micro-Structural Approach to Differential Recruitment”, American Sociological Review, Cilt: 45, Sayı: 4, (1980), s. 787-801. 54

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

kete geçirilir ve milli kimlikten daha belirgin hale getirilir. Connor’a göre milliyetçilik özellikle Amerikalı akademisyenler tarafından “devlet”e sadakat olarak yanlış bir şekilde sunulmakta fakat aslında milliyetçilik devletin sınırları dışında soydaşlık mitleri üzerine kurulmaktadır.55 Vatandaşlık siyasi ve hukuki bir inşa iken kimlikler mensupları üzerinde çok daha fazla etkili olmaktadır çünkü kimliklerin varlığı doğrudan hissedilebilir ve belirgin niteliktedir.56 Oberschall sosyal bağları en zayıf olan marjinal bireylerin kitle hareketlerine katıldığını öne süren kitle-toplum teorisinin ampirik olarak geçersiz olduğunu savunur. Mücadeleci siyaset için mobilize olan bireyler toplumun geri kalanından kopuk olmakla birlikte kendi alt gruplarıyla çok güçlü bağlara sahiptir. Genellikle geçmişte belirli bir sosyal ve siyasi çevrede aktif rol almıştır. Bu da grupların var olan sosyal yapılardan faydalanarak maliyetleri en aza indirdiği teorisini destekleyen bir bulgudur.57 Büyük toplumdan ziyade belirli topluluklara yakın olan bu bağlar devletle değil devlet altı gruplarla güçlü özdeşleşmeyi üretir.58 Aktivistler genellikle mücadeleci siyasetle uğraşmaya başlamadan çok önce hem kamusal hem de özel sosyal bağlara sahip olurlar.59 İnsanlar siyasi faaliyetlere katılırlar çünkü daha önceden tanıdıkları birileri kendilerinden katılmalarını talep etmiştir. Kişiler arasında kurulan yakınlıkların iknayı kolaylaştıran özellikleri sebebiyle siyasi katılım kendiliğinden gelişen bir durum olmaktan ziyade devşirilmiş bir aktivizmin sonucudur. İlişki temelli devşirme faaliyetinin başlıca iki unsuru “kaldıraç gücü” ve “yakınlık”tır. Walker Connor, Ethno-Nationalism: The Quest for Understanding, (Princeton University Press, Princeton, New Jersey: 1994), s. 41, 49, 81, 82. 55

56

Malet, 2013, s. 25.

Charles Tilly, From Mobilization to Revolution, (Addison-Wesley, Boston: 1978), s. 81-83. 57

58

Malet, 2013, s. 25.

Mario Diani ve Doug McAdam (ed.), Social Movements and Networks: Relational Approaches to Contentious Actions, (Oxford University Press, Oxford: 2003), s. 1-10. 59

/

213

214

/

YA B A N C I T E R Ö R İ S T S AVA Ş Ç I L A R

Kaldıraç gücü sayesinde ilişkide devşirilmek istenen kişinin sunulan şartları kabul etmesi sağlanır. Yakınlık sayesinde o kişinin bireysel özelliklerine vakıf olunur ve buna göre en etkili çağrı yöntemi benimsenir. Dolayısıyla siyasi faaliyetin simsarları davetlerini yaparken peşlerinden başkalarını da sürükleyebilecek potansiyele sahip seçkin figürlere odaklanır. Benzer bir şekilde devşirme faaliyetleri geçmişte bir aktivizmin parçası olmuş kişileri hedefler çünkü geçmişteki katılım gelecekteki katılımın en büyük teminatıdır.60 Kolaylaştırıcı Bir Faktör Olarak Grup Kimliği

Sosyolog George Herbert Mead bireylerin başkaları tarafından belirlenen değerlendirme ve beklentilerine dayanarak kim olduklarına karar verdiklerini öne sürmektedir. Dolayısıyla kimlik sosyal yapının bir inşasıdır. Sosyal Ağ Analizi’ne (SAA) göre bütün seçenekler başkalarıyla olan etkileşimler tarafından kısıtlandığında karar alma süreçleri bireysel tercihlere indirgenemez. İlişkiler kimlikleri ve kimliklerle ilintili davranış normlarını veya “rolleri” oluşturur.61 SAA terminolojisinde “rol” bir sosyal ağın mensubu olarak statü veya kimliği oluşturan hakları ve sorumlulukları uygulamaya koymak olarak tanımlanmaktadır.62 Dolayısıyla tercihler grup üyeleri için rolleri ve rollerle bağlantılı sorumlulukları oluşturan sosyal yapılar tarafından belirlenmektedir. Bu yaklaşım bütünüyle bireysel tercihten ziyade yapısal faktörlerin kararları belirlediğini öne süren sosyal inşacı iddialarla örtüşmektedir. Sosyolog Talcott Parsons’a göre bireysel çıkar pek çok sosyal davranışı açıklamada yetersiz kalmaktadır ve tercihler Henry Brady, Kay Lehman Schlozman ve Sidney Verba, “Prospecting for Participants: Rational Expectations and the Recruitment of Political Activists”, American Political Science Review, Cilt: 93, Sayı: 1, (1999), s. 153-168. 60

61 Alain Degenne ve Michel Forse, Introducing Social Networks, (SAGE, Londra: 1999), s. 2-6. 62 Stanley Wasserman ve Katherine Faust, Social Network Analysis, (Cambridge University Press, New York: 1994), s. 348.

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

kendi temel hedeflerine ulaşmayı amaçlayan kurumların çıkarları tarafından harekete geçirilmektedir. Bu yüzden belirli bir durum karşısında farklı aktörler farklı tercihlerde bulunurlar –önceden üretilmiş bakış açılarına dayalı olarak farklı hareket tarzları daha rasyonel görünür. Burada bahsedilen önceden üretilmiş bakış açıları ise her bir bireyin bağlı olduğu kurumlar tarafından belirlenmektedir.63 Örneğin araştırmalara göre maddi yardım veya kan bağışı gibi görünüşte fedakar toplumsal faaliyetlere bireyler bir kimlik grubunun diğer mensuplarının kendileriyle alakalı rol beklentileri sebebiyle katılmaktadır.64 Sonuç olarak yabancı savaşçılar kendilerine en çarpıcı gelen siyasi kimliği aktif bir şekilde seçmemektedir. Bunun yerine ulus aşırı simsarlar belirli rollere bürünmüş yabancı savaşçı adaylarını bulmaktadır. Bu roller “İslam ümmeti”, “Ermeni diasporası”, “Kürt halkı” veya yerel savaşçıları içine alan başka türden bir gruba karşı sorumluluk mesajlarına tabi olmayı sağlayan rollerdir. Farklı örnek olaylardan edinilen veriler ulus aşırı örgütlere mensup olmanın simsarlara geniş bir potansiyel savaşçı havuzuna erişim sağladığı ve grupların bünyesindeki rollerinin bireylerin “katılım”ını meşrulaştırma veya icbar etme amaçlarıyla kullanıldığını göstermektedir.65 Rol Modelleme ve Grup İçi Dinamikler

Tarrow yeni tür aktivizmlerin farklı yerlerde otomatikman ortaya çıkmadığını belirtmektedir. Bu aktarım pek çok farklı ulusal ve sosyal durumlara adapte edilebilecek faaliyet türlerinin yayılmasıyla gerçekleşmektedir.66 Selefi yabancı savaşçıların Irak’ta ve diğer çaAnn Swidler, “Culture in Action”, American Sociological Review, Cilt: 51, Sayı: 2, (1986), s. 273-286. 63

Vaughn R. A. Call, “Giving Time, Money and Blood: Similarities and Differences”, Social Psychology Quarterly, Cilt: 62, Sayı: 2, (1999), s. 276-290. 64

65

Malet, 2013, s. 24.

66

Tarrow, The New Transnational Activism, s. 186-187.

/

215

216

/

YA B A N C I T E R Ö R İ S T S AVA Ş Ç I L A R

tışma alanlarında devşirilmesi aşağı yönlü bir ölçek kaymasına dayanmaktadır. Bu meyanda uluslararası mücadeleci siyasal faaliyetlerin çerçevelenmesi yerel çatışmalara aktarılmaktadır. El-Kaide’nin Afganistan’dan Bosna’ya ilk yayılımında görüldüğü gibi bazen tecrübeli yabancı savaşçılar yeni çatışma bölgesinde örgütsel altyapıyı kurmak üzere oraya seyahatler düzenlemektedir.67 McAdam’a göre sosyal hareketler münferit olgular değil büyük bir kavramsal çerçevenin etrafında zaman ve mekanda kümelenen kültürel yapılardır. Bir kimlik ortaya çıktığında peşi sıra gelen gruplar o kimliği kendilerine mal ederler.68 Dolayısıyla oturma eylemi yapan biri toplumun kanun ve normlarının özgün bir ihlalini sergilememekte fakat önceki aktivistlerin başarılı ve kabul görmüş taktiklerini takip etmektedir. Bunun gibi Afganistan’da başarılı olmuş bir cihatçı doğrudan hiçbir bağı olmasa bile başka yerlerdeki taklitçilerine ilham ve meşruiyet sağlamaktadır. Yabancı savaşçıların zaferleri başka direnişçileri de başarılı grupların modelini takip etmeye yöneltme potansiyeline sahip olmaktadır.69 SAVUNMACI MOBİLİZASYON VE ÇATIŞMALARIN TEKRAR İNŞASI

Kolektif eylem üretmenin önündeki bireysel çıkar engeli, örgütçülerin muhatap kitleye harekete geçmemeleri durumunda çıkarlarının daha fazla zarar göreceğini telkin etmesiyle aşılabilir. Dolayısıyla savunmacı kolektif askeri eylem olarak sunulan faaliyeti örgütlemek daha kolay hale gelmektedir.70 Siyasi çıkar grupları da üyelik 67

Malet, 2013, s. 29-30.

Doug McAdam, “Culture and Social Movements” içinde Enrique Larana, Hank Johnston ve Joseph R. Gusfield (ed.), New Social Movements: From Ideology to Identity, (Temple University Press, Philadelphia: 1994), s. 36-57. 68

69 Walter W. Powell ve Paul J. DiMaggio, The New Institutionalism in Organizational Analysis, (University of Chicago Press, Chicago: 1991). 70 Emerson M. S. Niou ve Guofu Tan, “External Threat and Collective Action”, Economic Inquiry, Cilt: 43, Sayı: 3, (2005), s. 519-530.

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

yükümlülüğünün maliyetlerinden daha ağır basan ortak çıkarları korumak için mobilize olmanın gereğini vurgularlar.71 Bu bulgular beklenti teorisinin varsayımlarıyla tutarlılık gösteriyor. Bu teoriye göre bireysel karar alıcılar ve devletler –ve dolayısıyla diğer sosyal örgütlenme birimleri– statükoyu sürdürme yönünde bilişsel bir ön yargıya sahiptirler. Bir tehdidin yokluğunda durumlarını daha avantajlı hale getirmek için sarf edecekleri çabanın çok daha fazlasını mevcudu korumak adına gösterirler. Bireyler kendilerini statüko veya kazanç hanesi yerine kayıp hanesinde gördüklerinde nispi konumları ve seçeneklerinin kötüleşmesini önlemek için daha büyük riskler alma yönünde güdülenirler.72 Beklenti teorisinin ifade ettiği şekilde kayıp durumunda en saldırgan tepki korku hissi tarafından tetiklenmektedir. Simsarlar pek çok farklı yabancı savaşçı vakasında korku ve öfke gibi diğer duygusal araçları motive edici unsurlar olarak kullanmıştır. Kaufman insanları harekete geçmeye icbar etmek için ilham verici ve duygusal açıdan güçlü sembollerin (etnik bir çatışma durumunda ulusal grubu temsil etmek gibi) kullanılması gerektiğini belirtmektedir. Edelman desteği en iyi mobilize eden şeyin değer atfedilen kaynakların dış tehdit altındaymış gibi tasvir edilmesi olduğunu iddia etmektedir. Eğer bireyler bütün kararlarını bütünüyle kendi çıkarları temelinde alsalardı taraf değiştirip daha güçlü düşmanların safına geçerlerdi. Ancak görev şuuruyla ilgili grup normları daha etkili olmaktadır.73 71 William A. Gamson, “The Social Psychology of Collective Action” içinde Aldon Morris ve Carol Mueller (ed.), Frontiers in Social Movement Theory, (Yale University Press, New Haven, Connecticut: 1992); ayrıca bkz. John Mark Hansen, “The Political Economy of Group Membership”, American Political Science Review, Cilt: 79, Sayı: 1, (1985), s. 79-96.

Jack S. Levy, “Loss Aversion, Framing, and Bargaining: The Implications of Prospect Theory for International Conflict”, International Political Science Review, Cilt: 17, Sayı: 1, (1996), s. 179-195. 72

73 Stuart J. Kaufman, Modern Hatreds: The Symbolic Politics of Ethnic War, (Cornell University Press, Ithaca, New York: 2001), s. 21, 27, 28.

/

217

218

/

YA B A N C I T E R Ö R İ S T S AVA Ş Ç I L A R

Tehdide başvurma yolu uluslararası ilişkiler teorisindeki diğer perspektiflerle de açıklanabilir. Mesela tehdit dengesi yaklaşımı nispeten zayıf aktörlerin daha güçlü rakiplere karşı dengeleme çabası içine girmesine yol açabilmektedir.74 Bu aynı zamanda özneler arası güvenlikleştirme sürecinin de bir örneğini sunmaktadır. Bu süreçte aktörler bir konuyu “olağanüstü tedbirler ve siyasi sürecin normal sınırlarının dışında icraatları meşrulaştıran varoluşsal bir tehdit” olarak sunmak üzere bir söylem kullanırlar.75 Irak’ın 1990’da Kuveyt’i veya Rusya’nın 2008’de Gürcistan’ı işgali gibi topraksal yayılmacılık durumlarında bile uluslararası sistemdeki meşruiyet normları uluslararası düzeni veya mağdur aktörleri savunma iddiasındaki askeri müdahaleleri tasvip etmektedir.76 Dolayısıyla literatürün önemli bir bölümü savunmacı mobilizasyonun gerekliliği algısının ortak kimlik veya çıkar hissine sahip aktörleri kendilerinden daha üstün düşmanlarla savaşmaya yönelttiğini ileri sürmektedir.77 Pape’ye göre intihar bombacıları tehdit altındaki bir topluluğa karşı duydukları bir sosyal yükümlülük hissiyle motive olmaktadır. Zira onların algısına göre hayati tedbirler alınmazsa bahse konu topluluk işgal altına girecektir. Dolayısıyla buradaki stratejik hedef bireyin saldırıyı gerçekleştirdiği zaman ortaya çıkacak maliyetler elde edilecek faydaları geçse de işgalci gücün geri çekilmesini sağlamaktır.78 Aynı mantık yabancı savaşçı simsarlarına da teşmil edilebilir. Onlar da muhataplarının kimliklerini özdeşleştirdiği ulus aşıStephen M. Walt, “Alliance Formation and the Balance of World Power”, International Security, Cilt: 9, Sayı: 4, (1985), s. 3-43. 74

Barry Buzan, Ole Waever ve Jaap de Wilde, Security: A New Framework for Analysis, (Lynne Rienner, Boulder, Colorado: 1998), s. 23-30. 75

Hedley Bull, The Anarchical Society, (Columbia University Press, New York: 2002), s. 51-53, 182. 76

77

Malet, 2013, s. 28.

78

Bkz. Robert Pape, Dying to Win, (Random House, New York: 2006).

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

rı topluluklara karşı yükümlülükleri vurgularlar. Cüz’i kimlikler devşirmelerin sosyal ilişkilerinin yapısı sebebiyle daha belirgindir (Dar gruplarındaki üyelerle güçlü ilişkileri, geniş anlamda toplumun üyeleriyle ise nispeten zayıf ilişkileri vardır) ve bu kimlikler beraberinde getirdikleri normlarla topluluğa karşı uygun davranışı dikte ederler. Hedef kitlenin tamah hissi veya doğrudan maruz kaldığı mağduriyet hissine hitap etmek yerine simsarlar “tehdid”i vurgular. Devşirmenin grubunun diğer üyelerini savunması zorunludur zira devlet harekete geçmeyecektir ve bahse konu tehdit grubun diğer üyelerini ortadan kaldırdıktan sonra doğrudan devşirmenin kendisine yönelecektir. Bu telkinin etkili olabilmesi simsarların iç çatışmaları ne kadar amaca uygun çerçevelendirebildiğiyle alakalıdır. İç çatışmanın uzaktaki herhangi bir insan topluluğunu değil fakat devşirme adaylarının da parçası olduğu daha geniş ulus aşırı bir topluluğu etkilediği şeklinde çerçevelendirilmesi gerekir.79 Yabancıların Devşirilmesi için Çatışmaların Çerçevelenmesi

Kumar, Meksika’daki Zapatista isyancılarının ayaklanmaları sırasında pek çok ulus aşırı savunuculuk örgütünün oluşturduğu bir koalisyonun mensuplarını yandaş ve şahit (savaşçı olarak değil) olarak saflarına katmasından bahseder. Bu gruplar bir bilgi kanalı işlevi görerek yabancı medyanın hükümet tarafından yapılan misillemelere odaklanmasını sağlarken aynı zamanda isyancıların da pek çok farklı yabancı kaynaktan destek bulmasına yardımcı olmuştur. Hedef kitlenin niteliğine bağlı olarak isyancılar kendilerinin yerli halkların savunucuları, çevreciler veya antikapitalistler gibi farklı şekillerde sunulmasını tavsiye etmişlerdir.80

79

Malet, 2013, s. 28.

Chetan Kumar, “Transnational Networks and Campaigns for Democracy” içinde Ann M. Florini (ed.), The Third Force: The Rise of Transnational Society, (Carnegie Endowment for International Peace, Washington DC: 2000), s. 115-142. 80

/

219

220

/

YA B A N C I T E R Ö R İ S T S AVA Ş Ç I L A R

Çerçeveleme Tekniği ve Çatışmaların Yeniden İnşası

Kitlesel ulus aşırı aktivizmin uygulanması siyasi bir çatışmanın herkesi ilgilendiren küresel bir mesele olarak başarılı bir çerçeveleme sürecine tabi tutulmasına bağlıdır. Bu süreç dış gruplarla koalisyonların kurulmasıyla bir uluslararasılaşmayı beraberinde getirmektedir.81 Bir çatışma konusunu ulus aşırılaştırmak için aktivistler ana fikirlerini sadece kendi durumlarına özgü olmaktan çıkarıp başka durumlar için de genelleştirilebilir kılacak şekilde bir soyutlamaya tabi tutmak zorundadır. Mesela mezhebi farklılıkları da içeren yerel bir iç çatışma farklı dinlere mensup tarafların savaşı gibi temsil edilir (Esed rejimi destekçileriyle muhalifleri arasındaki çatışma Alevilerle Sünniler arasındaki bir çatışmaya dönüşür). İddialardaki bu değişim çatışmanın taraflarının kimlikleri, çatışmanın kapsamı, iddiaların mahiyeti ve yapılması gereken hamlelerde de bir değişime sebep olur.82 Aktivistler ayrıca çerçeve birleştirme tekniğini de kullanır: Bir soruna dair iki veya daha fazla ideolojik açıdan örtüşen ancak yapısal açıdan bağlantısız çerçeveler birbirleriyle ilişkilendirilir. Çerçeve birleştirme başarılı olduğunda –daha önce çatışmanın neticesine dair doğrudan bir çıkarı olmayan yeni katılımcıların dahil olmasıyla– çatışmanın kapsamını genişletmek mümkün olmaktadır. Bu uygulamanın başarısı da hedef ve iddia kaymasını mümkün kılmaktadır (başka bir çatışmaya odaklanmak ve mobilize edilenlerin dikkatini oraya yöneltmek suretiyle). Bunun örneği Afganistan’da cihat kavramını geliştirip başka şartlara başarılı bir biçimde ihraç eden militanlarda görülmüştür. Uluslararası bir hareket kendisini yerel mücadelelere adapte ettiğinde mesela Afganistan’da doğan ci-

81 Erving Goffman, Frame Analysis: An Essay on the Organization of Experience, (Harper and Row, Londra: 1974); Snow vd., “Social Networks and Social Movements”; Tarrow, The New Transnational Activism. 82

Tarrow, The New Transnational Activism, s. 61, 123-128, 204.

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

hadi hareket Irak’ta bir şube kurmaya karar verdiğinde aşağı yönlü bir ölçek kayması gerçekleşmektedir.83 Çerçeve birleştirme stratejisi çıkar gruplarının çatışmayı genişletme davranış stratejisine dair literatürle tutarlılık gösterir. Bu literatüre göre başka türlü çatışmaya katılmayacak tarafları çatışmaya dahil etmek çoğunlukla zayıf taraf için en iyi stratejidir zira bunun yeni bir çoğunluk oluşturmak suretiyle güç dengesini değiştirmesi beklenir. Siyasi çatışmalara kitlesel katılımın başka çıkar gruplarının faaliyetlerine kaydırılması suretiyle kapsamının genişletilmesi azınlık tarafının saflarına yeni kaynakları ve hükmeden çoğunlukları kazandırır.84 Zapatista isyancıları örneğinde görüldüğü gibi farklı fakat birbiriyle alakalı meseleleri temsil eden grupları kümeleme stratejisi çeşitli örgütlerin kapasitelerini bir araya getirmektedir. Fowler’a göre günümüz ulus aşırı direnişlerinin gücü toprak hakimiyetinden değil kitleleri içlerine dahil etmelerinden kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla direnişçilerin amacı hem sosyal ağlarının gücünü hissettirmek için uzak diyarlara kuvvet aktarımı yapabileceklerini göstermek hem de dışarıdan getirilen usta danışmanlar sayesinde düşük seviyeli direniş tecrübesine sahip devşirmelerin adanmış savaşçılara dönüşebileceğini kanıtlamaktır.85 YABANCI SAVAŞÇILAR VE TERÖRİZM

Byman ve Shapiro’ya göre bir yabancı savaşçının neden bir terörist haline geldiğine dair tek bir model yoktur. Fakat özellikle 1980’lerde Afganistan’da bulunan yabancı savaşçılar üzerinden ve geçmiş diğer deneyimlerden yola çıkılarak şematik bir model geliştirilmeye 83

Malet, 2013, s. 29.

Elmer E. Schattschneider, The Semi-Sovereign People: A Realist’s View of Democracy in America, (Dryden, Hindsdale, Illinois: 1975), s. 5, 10, 60, 72. 84

85 Michael C. Fowler, Amateur Soldiers, Global Wars, (Praeger Security International, Santa Barbara, California: 2005), s. 2-6, 19, 39, 116, 119.

/

221

222

/

YA B A N C I T E R Ö R İ S T S AVA Ş Ç I L A R

çalışılmıştır. Bir yabancı savaşçı ilk olarak yabancı bir ülkedeki çatışmaya katılmak için “karar” verir. İkinci aşamada savaş bölgesine “seyahat” söz konusudur. Seyahat aşaması oradaki devşirme ağlarıyla irtibata geçmek için önem arz etmektedir. Diğer bir adımda seyahat kendisini cihat sahasında “eğitim ve savaşma” aşamasına evirir. Bu bağlamda Hegghammer da El-Kaide militanlarının çoğunun savaş gönüllüsü ve ulus aşırı cihat gruplarıyla kariyerlerine başladıklarını vurgulamıştır. Dördüncü evre olan “dönüş” aşamasında savaşçıların kendi ülkelerine dönmesi söz konusudur. Döndükten sonra diğerlerini de bu ağın içine katmak ve radikalleştirmek için çaba sarf ederler. Nihai olarak bu savaşçılar kendi ana vatanlarında terör saldırısı yapmaya başlarlar. Kısa zamanda kendi hedefleri yavaş yavaş yabancı bir ülkedeki çatışmadan çok içerideki mücadeleye dönmeye başlar. Yani dışarıdaki bir savaşı içeriye taşımaya başlarlar.86 2014’e kadar olan süreç için ele alınan bu araştırma setine DEAŞ olgusunu da eklemek gerekmektedir. Zira “yabancı savaşçı” yerine YTS kavramının tedavüle girmesi ve yaygınlaşması DEAŞ’ın 2014’te Musul’u ele geçirmesinden sonra söz konusu olmuştur. YTS kavramındaki “terörist”lik vurgusu katılımın olduğu örgütün mahiyetiyle alakalıdır. Dolayısıyla pek çok farklı mahiyetteki örgütün gerçekleştirmiş olduğu yabancı savaşçı mobilizasyonu amaç ve yöntemlerinden büyük bir farklılık arz etmemektedir. Özellikle Aralık 2012’den itibaren Arap ayaklanmalarının başlaması ve Irak’ta Maliki’nin sert ve mezhepçi siyaseti ile Anbar bölgesinde altı ilde (Selahaddin, Ninova, Diyala, Musul, Kerkük ve Bağdat) şiddet gösterileri baş göstermiştir.87 Bu esnada 2013’te 86 Daniel L. Byman ve Jeremy Saphiro, “Be Afraid. Be A Little Afraid: The Threat of Terrorism from Western Foreign Fighters in Syria and Iraq”, Foreign Policy at Brookings, Sayı: 34, (Kasım 2014), s. 5-7. 87 Muhammad Ubaydi vd., “The Group That Calls Itself a State: Understanding the Evolution and Challenges of the Islamic State”, The Combating Terrorism Center at West Point, (Aralık 2014), s. 23, http://www.dtic.mil/dtic/tr/fulltext/u2/a619696.pdf, (Erişim tarihi: 23 Ağustos 2016).

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

adını Irak-Şam Devleti (DEAŞ) olarak değiştiren bölgedeki El-Kaide uzantısı bir yapı ortaya çıkmıştır.88 Ortaya çıkan bu yapıyla birlikte çok sayıda yabancı savaşçı adayının bölgeye katılım girişiminde artış gözlemlenmiştir. Tam da bu noktada “yabancı savaşçı” mobilizasyonuna YTS kavramında tezahür eden siyasi ilgi ortaya çıkmıştır zira Batılı ülkelerden çok sayıda insan DEAŞ saflarına katılmıştır. Sonrasında “dönen yabancı savaşçı” kavramı ortaya çıkmış, böylelikle Batılı ülkelerin “terörist” tanımına yabancı savaşçılar olgusu da eklenmiştir. DEAŞ’ın Suriye’de yayılmaya başlamasıyla birlikte 2014’te BM’nin aldığı kararlar çerçevesinde YTS’lerin kimler olduğuna dair detaylı bir tanımlama yapılmaya çalışılmıştır. Bu tanıma göre kendi yaşadığı veya uyruğunun bağlı olmadığı bir devlete karşı saldırı yapma, saldırıyı planlama veya bu doğrultuda hazırlık yapma, bahsi geçen hazırlıkların yapıldığı örgüte katılma, terörist saldırı yapma veya saldırıyı yapacak olanlara eğitim verme maksatlarıyla silahlı bir çatışmaya dahil olan bireyler YTS olarak adlandırılmıştır.89 DEAŞ’ın devlet ilanı sonrasında dünyanın birçok yerinden çatışma bölgelerine YTS akını başlamıştır. ABD’nin “2016 Country Reports on Terrorism” adlı raporuna göre yüzden fazla Avustralyalı Irak ve Suriye’de terör örgütlerine dahil olmuştur. Aynı raporda iki yüze yakın da terör destekçisi tespit edilmiştir. Yine 2017’ye kadar olan genel durum DEAŞ üzerinde özetlenmiştir. Buna göre 2011’den bu yana 120’den fazla ülkeden tahmini 40 bin savaşçı Irak ve Suriye’ye gelmek suretiyle özellikle DEAŞ ve Nusra’ya katılmıştır.90 88 Recep Tayyip Gürler ve Ömer Behram Özdemir, “El Kaide’den Post-Kaide’ye Dönüşüm: IŞİD”, Türkiye Ortadoğu Çalışmaları Dergisi, Cilt: 1, Sayı: 1, (2014), s. 122-123. 89 “Foreign Fighters; Trends, Dynamics and Policy Responses”, United Nations-Security Council Resolution, 24 Aralık 2014, s. 6, http://www.un.org/en/sc/ctc/docs/2015/ SCR%202178_2014_EN.pdf, (Erişim tarihi: 23 Ağustos 2016).

“Country Reports on Terrorism 2016”, ABD Dışişleri Bakanlığı, (Temmuz 2017), https://www.state.gov/documents/organization/272488.pdf, (Erişim tarihi: 5 Temmuz 2018). 90

/

223

224

/

YA B A N C I T E R Ö R İ S T S AVA Ş Ç I L A R

Soufan Group’un yaptığı araştırma çerçevesinde Ağustos 2014’ten 2016’nın sonları ve 2017’ye kadar olan süre zarfında DEAŞ, Irak’taki topraklarının yüzde 61’ini ve Suriye’dekinin de yüzde 28’ini kaybetmiştir. Buna rağmen YTS’lerde azalma söz konusu değildir. 2015 sonunda çıkan Soufan Group raporunda bölgelere göre yabancı savaşçılar ele alınmıştır. 5 bin yabancı savaşçıyla Batı Avrupa ve sonrasında 4 bin 700 savaşçıyla Eski Sovyet coğrafyasındaki ülkeler dikkat çekmektedir. Ayrıca bu yabancı savaşçıların uyruklarına bakıldığında ise Tunuslu 6 bin, Suudi 2 bin 500, Rus 2 bin 400, Türk 2 bin 100 ve Ürdünlü 2 bin yabancı savaşçı bulunmaktadır.91 Bu bağlamda silahlı örgütlere katılmak üzere Irak ve Suriye’ye seyahat eden yabancı savaşçı sayısı hayli çoktur. ABD istihbaratının kaynaklarına göre 2015’e kadar Suriye’ye giden yabancı savaşçı sayısı 30 bini aşmıştır. Ve toplamda yüzden fazla ülkeden insan çatışma bölgelerine ulaşmıştır. Burada DEAŞ haricinde birçok farklı gruba katılanlar da söz konusudur. Bunlarla birlikte rakam 55 bin ile 80 bin arasına tekabül etmektedir. Bunların çoğu Batı Avrupa ülkeleri, Libya, Tunus, Fas, Türkiye, Suudi Arabistan gibi ülkelerden gitmektedir.92 Interpol verilerine göre Temmuz 2016’dan itibaren kaydı tutulan yabancı savaşçı sayısı 60 ülkeden olmak üzere 7 bin 500’dür. Bu savaşçılar genellikle Belçika, Rusya, Tacikistan, Fransa ve Hollanda’dan gitmiştir.93 Europol Information System Aralık 2016’da 24 ülkeden 7 bin 800 savaşçının verisinin kaydını tutmuştur. Avrupa Birliği Polis Teşkilatı (EUROPOL), European Union Terrorism Situation and Trend raporu Haziran 2018’de yayımlan“Foreign Fighters; An Updated Assessment of the Flow of Foreign Fighters into Syria and Iraq”, The Soufan Group, (Aralık 2015), s. 5, http://soufangroup.com/wp-content/uploads/2015/12/TSG_ForeignFightersUpdate_FINAL3.pdf, (Erişim tarihi: 23 Ağustos 2016). 91

92 “Foreign Fighters; An Updated Assessment of the Flow of Foreign Fighters into Syria and Iraq”. 93

“Foreign Fighters; Trends, Dynamics and Policy Responses”, s. 6.

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

mış ve dini aşırıcı motivasyonu haiz YTS olgusunun geldiği son noktaya dair verileri paylaşmıştır. Rapora göre Irak, Suriye ve Libya özelinde gerçekleşen çatışmalara dini saiklerle katılan YTS sayısı 2015’ten bu yana düşme eğilimine girmiştir.94 Bahsi geçen azalma YTS’lerin maddi kazanç elde etme yöntemlerini değiştirmemiştir. Suriye, Irak ve Libya’dan çok sayıda YTS sahibi oldukları ağlar ve para toplayıcıları vasıtasıyla Avrupa’daki ailelerinden finansal destek almaya devam etmektedir.95 ŞEKİL 1. BÖLGELERE GÖRE YABANCI SAVAŞÇILAR

Kaynak: Soufon Center

Tam olarak sayıları tespit edilemese de başta İrlanda’dan Joshua Molloy, İngiltere’den Jack Holmes, Joe Ackerman, Dean Carl Evans ve Danimarka’dan Jorgen Nicolai gibi çok sayıda yabancı savaşçı YPG saflarına katılmıştır. Bu isimlerin dışında Kyle Orton’ın kaleme aldığı yakın tarihli bir raporda YPG/YPJ-PKK bağlantısına değinilerek şu an Suriye’de YPG/YPJ-PKK içerisindeki YTS’lerin geldikleri ülkelerin farklılığına dikkat çekilmiştir. ABD, İngiltere, “European Union Terrorism Situation and Trend Report 2018”, Avrupa Birliği Polis Teşkilatı (EUROPOL), s. 26, https://www.europol.europa.eu/activities-services/ main-reports/european-union-terrorism-situation-and-trend-report-2018-tesat-2018, (Erişim tarihi: 26 Haziran 2018). 94

95

“European Union Terrorism Situation and Trend Report 2018”, s. 11.

/

225

226

/

YA B A N C I T E R Ö R İ S T S AVA Ş Ç I L A R

Almanya ve Avusturya başta olmak üzere çok sayıda ülkeden yabancı savaşçı YPG/PKK saflarına katılmıştır. Katılanların yarısından fazlası 21 ila 30 yaş arasında değişmektedir. Yine yukarıdaki isimlere ek olarak Heval Reşit Japanya, Lucas Chapman, Brace Belden gibi çok sayıda YTS’ye yer verilmiştir.96 YPG’den ayrılıp tekrar Batı ülkelerine dönen savaşçıların Batı’nın iç güvenliğinde risk teşkil ettiğine vurgu yapılmıştır. Ayrıca YPG’ye katılan tüm savaşçıların aslında PKK’ya katıldığı ve tek farkın üniforma olduğu da belirtilmiştir.97 SONUÇ

Günümüz savaş ve çatışma ortamında cephe modelli savaş metotlarının terk edilmesi ve daha düzensiz savaşlar adı altında gerçekleştirilen mücadelelerin sürdürülmesi şüphesiz ilgili grupların eleman kazanmasıyla yakından ilintilidir. Bu makalede özellikle DDSA’ların birbirleri arasında gerçekleşen çatışmalarda yabancı savaşçıların rolü, devşirilme yöntemleri ve profil tipolojileri arasında durulmuştur. Ulus aşırı direnişlerin önemi ve bu bağlamda yabancı savaşçıların bölgeye getirilme süreçlerine bakıldığında farklı yöntemlerin olduğu görülmüştür. Fakat bu yöntemlerden önce çok sayıda kolaylaştırıcı veya mümkün kılan yapısal faktörlerden de bahsetmek mümkündür. Özellikle grup kimliği bireylerin sınır aşırı hareket etmesinde büyük rol oynamaktadır. Bu anlamda kimlik bilincine varan YTS aidiyet bilincini kendi çıkarları doğrultusunda değil benzer kimliği paylaştığı grubu adına kullanmaktadır. Tersinden düşünüldüğünde halihazırda bir gruba mensup olan kişi sadece kimliksel aidiyeti değil aynı zamanda grup içerisindeki rollerin paylaşılmasında da sorumluluk sahibi olur. Öte yandan bir diğer yapısal faktör ise yerel isyancıların durumudur. Devletin 96 Kyle Orton, “The Forgotten Foreign Fighters: The PKK in Syria”, The Henry Jackson Society, (2017), s. 112-115, 116-120. 97

Orton, “The Forgotten Foreign Fighters”, s. 126.

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

egemenliğine dair aygıtları ele geçirmeye çalışan taraf zayıf olarak çatışmaya başlar. Nihayetinde adam devşirme ihtiyacı ortaya çıkar ve bu aşamada artık yerel olmayan aktörlerin çatışmaya katılması için manevi değerler ya da kimlik vurgusu üzerinden adam devşirme girişimlerine başlanır. Yine benzer şekilde mezhepsel farklılıklar üzerinden de devşirme faaliyetlerinde uluş aşırı gruplara gösterilmeye çalışılan manzara mesajlar üzerinden çerçevelenir ve bireyler bu mesajlar üzerinden sunulan roller aracılığıyla marjinalleştirilir. Burada simsarların yabancı savaşçı olma potansiyeli taşıyan kişilere hissettirmek istediği esas duygu “hayatta kalma” güdüsüdür. Ayrıca burada ulus aşırı simsarların rolünden de bahsedilmelidir. Simsarların başlangıçta geliştirmiş oldukları stratejilerden birisi çatışmanın doğasının dış etkiye açık olarak gösterilmesidir. Bu bağlamda çatışmanın birincil etkileneni olan bölgedeki grup üyeleri veya aidiyet duyulan kesimin devletlerin korumasında olmadığı anlayışı inşa edilmeye çalışılmaktadır. Nihai kertede rol modellerin grup üyelerine sunulması, çerçevelemeler yoluyla çatışmaların yeniden inşası ve küreselleşmenin getirmiş olduğu nedenler kümesi içerisinde olgunlaşan yabancı savaşçı kavramı günümüzde özellikle Ortadoğu’da ehemmiyet arz etmektedir. 2011 sonrasında Arap Baharı ile birlikte çeşitli etnik ve dini kökenli grubun ortaya çıkmasıyla milliyetçi motivasyonlara dayanan bölge devletlerinin sınırları günbegün ortadan kalkmıştır. Günümüz yabancı savaşçı kavramı tarihi arka planından koparak sınırların dönüşümüne ayak uydurmuştur. Yabancı savaşçı olgusu küreselleşmenin getirdiği “ulus aşırı” niteliğe ayak uydurarak eylem kapasitesini genişletmiştir. Böylece yabancı savaşçılar aidiyet hissettikleri gruplara farklı motivasyonlarla katılarak çok sayıda şiddet eylemlerine karışmaktadır. Yabancı savaşçı kavramının kendine has nedenlerinin ortaya konulması ihtiyacı ve bu makalenin göz ardı etmiş olduğu grupların söylem odaklı nedenleri etraflıca araştırılması gereken iki önemli husustur.

/

227

İKİNCİ KISIM DDSA’LAR VE TERÖR ÖRGÜTLERİ

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

HAŞDİ ŞABİ’NİN ORTAYA ÇIKIŞI VE DÖNÜŞÜMÜ BILGAY DUMAN,* GÖKTUĞ SÖNMEZ** GİRİŞ

Özellikle 20. yüzyılın ikinci yarısında DDSA’ların (DDSA) sayısında artış olması nedeniyle bu aktörlerin rolü uzun süredir uluslararası ilişkilerde temel konulardan biri haline gelmiştir. Güvenlik çalışmaları literatüründe DDSA kavramına ilişkin farklı tanımlar bulmak mümkündür. Bu aktörlerin terör örgütleri mi yoksa özgürlük savaşçıları mı olarak görüleceği sorusu da sadece akademik çevrelerin değil aynı zamanda uluslararası toplumun da ele alması gereken diğer bir sorundur ve bu durum kavrama yönelik nasıl bir yaklaşım geliştirilmesi gerektiği hususunu daha karmaşık bir hale getirmektedir.1 Ancak bu makalede kabul edilen tanım şu şekildedir: [Devlet dışı silahlı aktörler] devlet kontrolü dışında faaliyet göstermekte, zorlayıcı güç konusunda devletin tekeline meydan okumakta ve insani girişimleri veya çatışmanın çözümüne yönelik girişimleri önleyebilmekte, engelleyebilmekte veya tehlikeye sokabilmektedir.2

“Rasyonel karar alma yetisine sahip olan başlıca aktörler olarak, daha çok güç ve nüfuz için mücadele eden temel aktör olarak devlet” fikri uluslararası ilişkiler teorisinin realist geleneğindeki kilit varsayımlar doğrultusunda on yıllar boyunca kabul görmüş 1 Peter Huber ve Cordula Reimann, Non-State Armed Groups: An Annotated Bibliography, (Center for Peace Building, İsviçre: 2006), s. 1. 2 “Choosing to Engage: Armed Groups and Peace Processes”, Accord, Sayı: 16, (Mayıs 2005).

* Koordinatör, ORSAM Irak Çalışmaları ** Araştırmacı, ORSAM

/

231

232

/

H A Ş D İ Ş A B İ ’ N İ N O R TAYA Ç I K I Ş I V E D Ö N Ü Ş Ü M Ü

olsa da3 devlet dışı aktörler dünya siyasetinde giderek daha fazla rol oynamakta ve kendilerine yeni ve daha geniş alanlar tesis etmektedir. Özellikle devlet dışı silahlı bir aktör olan fakat aynı zamanda bir terör örgütü şeklinde de tanımlanan El-Kaide’nin 11 Eylül terör eyleminin geniş anlamda Ortadoğu ve Kuzey Afrika bölgesinde olayların akışını değiştirmesinden bu yana devlet dışı aktörlerin oynadığı ve oynayabileceği rol her zamankinden daha hararetli tartışmaların konusu haline gelmiştir. Yakın zamanda DEAŞ’ın yükselişiyle birlikte DDSA’ların rolü ve uluslararası ve bölgesel siyaseti nasıl etkiledikleri hususu sıcak bir gündem maddesi olmuştur. Devlet benzeri bir mekanizma kurmaya çalışan DEAŞ’ın etkisi temelde faaliyet gösterdiği Irak ve Suriye topraklarının da ötesine geçmiştir. El-Kaide’den Boko Haram, Ebu Seyyaf grubu ve DEAŞ’a uzanan geniş DDSA literatüründen kolaylıkla şu çıkarımda bulunmak mümkündür: DDSA’lar yerel dinamikleri ciddi ölçüde etkileyebilir ve güçlerine bağlı olarak bölgesel ve uluslararası düzen için önemli sonuçlara yol açabilir. Daha az sınırlayıcı norm ve duyarlılığa sahip olan bu DDSA’lar askeri ve finansal açıdan konumlarını güçlendirdikleri anda devletlere kıyasla daha serbest, daha hızlı ve ekonomik ve siyasi anlamda kendilerine daha az zarar verecek şekilde hareket edebilirler. Hedeflerine ulaşmak için şiddete başvurabiBu bağlamda yapılan bazı önemli çalışmalar için bkz. Jack Donnelly, Realism and International Relations, (Cambridge University Press, Cambridge: 2000); H. Carr, The Twenty Years’ Crisis, (Palgrave Macmillan, New York: 2001); Michael C. Williams, Realism Reconsidered: The Legacy of Hans Morgenthau in International Relations, (Oxford University Press, Oxford: 2008); Robert Jervis, “Realism in the Study of World Politics”, International Organization, Cilt: 52, Sayı: 4, (İlkbahar 1998), s. 971-991; Fareed Zakaria, “Realism and Domestic Politics”, International Security, Sayı: 17, (1992), s. 177198; William E. Scheuerman, Hans Morgenthau: Realism and Beyond, (Polity Press, Cambridge: 2009); Stephen Walt, “The Progressive Power of Realism”, The American Political Science Review, Cilt: 91, Sayı: 4, (1997), s. 831-935; John A. Vasquez ve Colin Elman, Realism and the Balance of Power: A New Debate, (Pearson Education, New Jersey: 2003); Jonathan Monten, “Thucydides and Modern Realism”, International Studies Quarterly, Sayı: 50, (2006), s. 3-25. 3

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

lirler ve çoğu zaman bu şekilde hareket etmek isterler, resmi devlet mekanizmalarına dahil olmazlar (Bu nokta pek çok DDSA’nın kilit özelliği olmakla beraber Haşdi Şabi’de görülmemektedir) ve siyasi, askeri ve ekonomik alanda attıkları adımlarda belirli derecede özerkliğe sahiptirler.4 Topraklarında faaliyet gösterdikleri devletle ilişkileri açısından çağdaş devlet anlayışının iki temel köşe taşına yönelik önemli sorunlar teşkil etmektedirler: Birincisi devletlerin mutlak egemenliğine ilişkin Vestfalya konsepti, ikincisi de devletin meşru güç kullanma konusunda tekele sahip olduğunu belirten Weber yaklaşımıdır.5 Aynı zamanda katı ideolojik, etnik, dini ve/veya mezhepsel duruşlarıyla ülkelerin sosyal bütünlüğünün yanı sıra toprak bütünlüklerini de tehdit edebilirler. Özellikle Irak örneği DDSA literatüründe önemli bir yere sahiptir. Irak topraklarında faaliyet gösteren terör örgütlerinin yanı sıra yerel aşiretler ve belirli etnik ve mezhepsel çizgiler etrafında örgütlenen gruplar dahil olmak üzere hakimiyeti elinde tutan elitlerle yakın ilişkilere sahip belirli gruplar DDSA’ların etkisine odaklanan çalışmalara oldukça zengin ampirik veriler sağlamaktadır.6 Irak’ta oldukça büyük nüfuza sahip bir DDSA olarak Haşdi Şabi7 bu bağlamda en ilginç gruplardan biridir. Resmi olarak Irak Başbakanlığına karşı sorumlu olması dolayısıyla Irak’ın devlet mekanizmasıyla arasındaki yakın kurumsal bağlar sayesinde geniş örgüt olanaklarını kullanarak pek çok küçük yapılanma için bir şemsiye görevi gör4 Claudia Hoffman ve Ulrich Schneckener, “Engaging Non-State Armed Actors in State and Peace-Building: Options and Strategies”, International Review of the Red Cross, Cilt: 93, Sayı: 883, (Eylül 2011), s. 603-621.

Keith Krause ve Jennifer Milliken, “Introduction: The Challenge of Non-State Armed Groups”, Contemporary Security Policy, Cilt: 30, Sayı: 2, (2009), s. 202-220. 5

Faaiza Rashid, “Iraq: The Challenge of Non-State Actors”, The Lehigh Review, Cilt: 13, (2005). 6

Haşdi Şabi (Halk/Millet Yığınları) altmıştan fazla Şii milis grubunu bir araya getiren büyük bir askeri şemsiye organizasyondur. 7

/

233

234

/

H A Ş D İ Ş A B İ ’ N İ N O R TAYA Ç I K I Ş I V E D Ö N Ü Ş Ü M Ü

mekle kalmamaktadır. Aynı zamanda Haşdi Şabi Irak’ın DEAŞ ile mücadelesi açısından çoğunlukla mevcut gidişatı değiştirici bir rol oynayan büyük bir güç olarak hareket etmektedir. Haşdi Şabi, Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nde faaliyet gösteren Peşmerge gibi diğer silahlı gruplarla da zaman zaman mücadele etmekte ve kimi zaman DEAŞ’tan “kurtardığı” bölgelerdeki Sünni nüfusa karşı insan hakları ihlallerinde bulunmaktadır. Bu nedenle Haşdi Şabi hem Irak’ın DEAŞ’la mücadelesinde önemli bir aktör olarak hem de Irak’ın sosyal uyumu ve toprak bütünlüğünü tehlikeye atan bir ülke içi silahlı aktör şeklinde görülmektedir. Grubu eleştirenler Haşdi Şabi’nin zalimliği ve kendine özgü mezhepsel gündemiyle DEAŞ’tan farklı olmadığına inansa da8 bu grubun askeri olanaklarıyla mevcut ve gelecekteki Irak’ın siyasi ve güvenlik sektöründe temel bir güç olarak hareket edebileceği varsayılmaktadır. Bu nedenle sahada etkin bir şekilde faaliyet gösteren, hakimiyeti elinde tutan, ülke içindeki aktörlerle yakın ilişkilere sahip olan, Irak’taki diğer DDSA’larla mücadelede kilit bir aktör olarak rol oynayan ve İran’la arasındaki yakın ilişkiden dolayı bölge siyasetinin merkezinde yer alan önemli bir DDSA olarak ortaya çıkan Haşdi Şabi kendisine gösterilen alakayı fazlasıyla hak etmektedir. Devlete meydan okuyan ya da DEAŞ örneğinde olduğu gibi devletin yerine geçmek için mücadele eden bir isyancı gruptan ziyade Haşdi Şabi, Krause ve Milliken’in devlet dışı silahlı grup sınıflandırmasına göre9 “militan gruplar” ve “savaş ağaları, şehir çeteleri ve suç ağları”nın bir birleşimi şeklinde nitelendirilebilir. Devletin 8 Ayub Nuri, “Governor Confirms Mass Killing, Torture, Imprisonment of Fallujah Civilians by Shiite Militia”, Rudaw, 11 Haziran 2016, http://www.rudaw.net/english/ middleeast/iraq/11062016, (Erişim tarihi: 21 Eylül 2018); Salam Khoder, “Fallujah Civilians: ‘Militias Take Turns to Torture Us’”, Aljazeera, 16 Haziran 2016; Kareem Shaheen, “Iraq Investigates Past Abuses against Sunni Civilians, Says Government”, Guardian, 13 Mart 2015. 9

Krause ve Milliken, “Introduction: The Challenge of Non-State Armed Groups”.

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

tarafında savaşan “paramiliter kuvvetler”in yanı sıra İran’dan kayda değer ölçüde destek ve teşvik alan bir “vekalet savaşçısı”nı da temsil etmektedir (Turber, 2014, s. 903-904). Öte yandan Haşdi Şabi’nin giderek etkinliğini artıran bir silahlı aktör haline gelmesinin sadece devletlerin mutlak egemenliğini öngören Vestfalya devlet anlayışına değil aynı zamanda devletin meşru güç kullanma konusunda tekele sahip olduğunu belirten Weber yaklaşımına yönelik de sorun teşkil ettiği anlaşılmaktadır. İdeolojik konumu ve askeri imkanlarını araştırmadan önce grubun tarihi arka planının incelenmesi amacıyla makalenin ilk bölümünde özellikle 2014 ortasından –yani Irak’ta DEAŞ ilerleyişinin zirveye ulaştığı zamandan– bu yana seyreden gidişat sunulacaktır. İran’dan alınan önemli orandaki lojistik ve finansal destek sayesinde Irak’taki kırılgan güvenlik ortamında Haşdi Şabi oldukça kısa bir sürede büyük bir aktör olarak kendini kabul ettirmeyi başarmıştır. Grubun bu kadar az zamanda nasıl yükseldiğini anlayabilmek için Irak’ın siyasi durumundaki değişiklik ve güvenlik tehditlerinin daha yakından araştırılması gerekmektedir. İkinci olarak makalede bu yeni ortamın ikincil sonucu olan Haşdi Şabi ayrıntılı bir şekilde incelenmektedir. Böylece Irak bağlamında önemli bir DDSA’ya yönelik kapsamlı bir yaklaşım sunulmasının yanı sıra bu oluşumun varlığının hem Irak hem de bölgenin geleceği için olası risklerine yönelik bazı önemli değerlendirmelerde bulunulmaktadır. Ayrıca makalede orta ve uzun vadede istikrarın sağlanması için bu tür bir aktörün nasıl yönetileceği sorusuna da bazı açılımlar getirilmektedir. HAŞDİ ŞABİ’NİN ORTAYA ÇIKIŞINI ANLAMAK

Devlet mekanizması siyasi istikrar, refah ve güvenlik sağlama noktasında aksadığında genel olarak devlet dışı aktörler nüfuzlarını artırmak için önemli fırsatlar bulmaktadır. DDSA’ların devlete meydan

/

235

236

/

H A Ş D İ Ş A B İ ’ N İ N O R TAYA Ç I K I Ş I V E D Ö N Ü Ş Ü M Ü

okuyacak kadar rahat hissettikleri ve/veya başarısız olmuş veya olacak devlet yapılarının yerel dinamiklerin değiştirilebileceği bir boş alan açtığı dönemlerde de DDSA’lar için aynı durum geçerlidir.10 Irak örneğinde hem siyasi kriz hem de güvenlikle ilgili önemli değişiklikler Haşdi Şabi’nin yükselişine yol açan ve hatta katkıda bulunan ortamı şekillendirmiştir. 2006 ve 2010 seçimlerinde iki kez üst üste başbakanlık görevine gelen Nuri Maliki üçüncü dönemde de görevini sürdürmek istemiştir. İkinci dönemde izlediği siyasi, sosyal, askeri ve ekonomik politikaların olumsuz sonuçlarının DEAŞ’ın yükselişi ve alan kontrolünü artırmasına neden olduğu kabulünün de etkisiyle partisi Parlamentoda en yakın rakip partiden altmış koltuk daha fazla kazansa da Maliki hükümet kurma yetkisini elde edememiştir.11 Şii siyasi grupların oluşturduğu Irak Ulusal İttifakı’nda yapılan oylamanın ardından Haydar İbadi Ağustos 2014’te hükümeti kurmakla görevlendirilmiştir.12 Bir ay içinde hükümet kurma süreci tamamlanmış ve 8 Eylül 2014’te Irak Parlamentosundaki oturumda toplam 325 milletvekilinden 289’u hükümete güvenoyu vermiştir. Hükümetin programı yalnızca 177 lehte oy almış ve bu ise İbadi hükümetine yönelik bazı şüphelerin hala sürdüğünü göstermiştir.13 Bazı bakanlıklara –özellikle de tartışmalı kurumlar olan İçişleri ve Savunma– yapılan atamalarda daha sonra görüş birliğine ulaşılmıştır. Irak’ın en büyük sorunu olan güvenlik meselesi ise DEAŞ’a yönelik önemli mücadelenin yürütüldüğü dönemde bakanlar düze10 Ulrich Schneckener, “Fragile Statehood, Non-State Armed Actors and Security Governance”, Private Actors and Security Governance, ed. Alan Bryden ve Marina Caparini, (LIT, Münster: 2006), s. 23-40. 11 Nour Malas, “Iraqi Leader Maliki Loses Backing of Shiite Figure and Iran for New Term”, Wall Street Journal, 22 Temmuz 2014. 12

Toby Dodge, “Can Iraq Be Saved?”, Survival, Cilt: 56, Sayı: 5, (2014), s. 7-20.

13

“Iraqi Parliament Agrees to Abadi’s Government”, Middle East Eye, 12 Şubat

2015.

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

yinde ele alınmamıştır. Daha önceki dönemlerde 2012’den beri güvenlik işlerinden sorumlu bakan atanmamış ve eski Başbakan Maliki de bu mevkileri görev süresi sona erene kadar kendi kontrolünde bulundurmuştur. Bu nedenle Nuri Maliki döneminde güvenlik kurumları tekelleşmiş ve kontrolü bir kişide kalmıştır. Bağdat’ta 2014 Meclis seçimlerinden sonraki sıkıntılı hükümet kurma sürecinde DEAŞ güçlenmek ve kontrol alanını genişletmek için uygun bir zemin bulmuştur. Değişen güvenlik dinamikleri ve Irak güvenlik güçlerinin bu değişiklikleri kontrol altına alamaması sonucunda Irak’ta ortaya çıkan durum Irak’ın nüfuzunu ve askeri erişim gücünü artırmak için uygun bir zemin sağlamıştır. Haziran 2014’te DEAŞ’ın Musul’u ele geçirmesinden sonraki dönem Irak’ta güvenlik krizinin ortaya çıkışı olarak değerlendirilebilir. DEAŞ’ın varlığı ve Irak hükümetinin gücünün azalması ülkede güvenlik, istikrar ve devlet mekanizmasının sorgulanmasına neden olmuştur. 30 Nisan 2014 seçimlerinin ardından DEAŞ’ın Anbar, Selahaddin, Kerkük’ün güneyi ile Diyala ve Bağdat çevresinde faaliyetlerini artırmasından dolayı Irak siyasetinde ciddi bir kriz dönemine girilmiştir.14 Irak güvenlik güçlerinin bu sorunla mücadele edemeyeceğinin ispatlandığı, DEAŞ’ın yükselişte olduğu böyle bir ortamda DDSA’lar bu iktidar boşluğunu doldurmak için önemli bir fırsat yakalamıştır. Haşdi Şabi Sistani’nin yayımladığı fetvanın ardından bu bağlamda ortaya çıkmıştır. Irak ordusu ve güvenlik güçlerinin DEAŞ’ın sivilleri katletmesini önleyememesi karşısında Irak’taki en büyük Şii dini merci Ayetullah Ali Sistani 12 Haziran 2014’te “cihat” çağrısında bulunmuş ve tüm Şiileri ve Iraklıları DEAŞ’la savaşmaya çağırmış-

Umberto Bacchi, “ISIS: Timeline of the Islamic State”, IBT, 29 Mayıs 2015, https://www.ibtimes.co.uk/isis-timeline-islamic-state-1508465, (Erişim tarihi: 21 Eylül 2018). 14

/

237

238

/

H A Ş D İ Ş A B İ ’ N İ N O R TAYA Ç I K I Ş I V E D Ö N Ü Ş Ü M Ü

tır.15 Binlerce Iraklı Şii gönüllü katılım esasına dayanarak “Haşdi Şabi/Halk Yığınları”nı oluşturmuştur. Böylece oluşumu ve motivasyon unsurları dikkate alındığında Haşdi Şabi’nin Şiilerin silahlanma çağrısına cevap olarak hayata geçirilmiş önemli bir DDSA şeklinde faaliyetine başladığı görülmektedir. Hizbullah ve Kudüs Gücü’nün aksine Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) Irak’ı işgalinden sonra ortaya çıkan pek çok küçük Şii milis grubu Haşdi Şabi’nin şemsiyesi altında faaliyet göstermeyi seçmiştir.16 Yaklaşık 90 bin Şii Ayetullah Sistani’nin fetvasında yaptığı “cihat” çağrısına karşılık gönüllü olmuştur.17 Bu gönüllüler Irak genelinde savaş alanında açıkça kaldıraç etkisine sahip olan Haşdi Şabi bünyesinde örgütlenmiştir. Haşdi Şabi içinde kırktan fazla grubun olduğu bilinmekte ancak başka yerel grupların varlığından da bahsetmek gerekir. Haşdi Şabi içinde pek çok diğer grubun bağlılık yemini ettiği dört ana grup öne çıkmaktadır. Savaşçı sayılarına ilişkin kesin bir bilgi yoktur ancak rivayetlere göre bu rakam 10-25 bin arasında değişiklik göstermektedir.18 Bu gruplar Bedir Örgütü, Ketaib Hizbullah, Asaib Ehli’l-Hak ve Seraya es-Selam’dır. Haşdi Şabi şemsiyesi altında büyüklüklerine göre gruplar aşağıdaki şekildedir:

15 Ahmed Ali ve Kimberly Kagan, “The Iraqi Shi’a Mobilization to Counter the ISIS Offensive”, Institute for the Study of War Iraq Updates, 14 Haziran 2014, iswiraq. blogspot.com/2014/06/the-iraqi-shia-mobilization-to-counter.html, (Erişim tarihi: 13 Ağustos 2018).

Hizbullah ve Kudüs Gücü’nün ortaya çıkışına ilişkin ayrıntılı bilgi için Dış İlişkiler Konseyi arşivine bkz. Greg Bruno, Jayshree Bajoria ve Jonathan Masters, “Iran’s Revolutionary Guards”, Council on Foreign Relations, 14 Haziran 2013, http://www.cfr. org/lebanon/hezbollah-k-hizbollah-hizbullah/p9155; http://www.cfr.org/iran/irans-revolutionary-guards/p14324, (Erişim tarihi:14 Haziran 2013). 16

17 Renad Mansour, “The Popularity of the Hashd in Iraq”, Carnegie Middle East Center, 1 Şubat 2016, http://carnegie-mec.org/diwan/62638, (Erişim tarihi: 21 Eylül 2018). 18 Bu rakam Aralık 2014-Mart 2015 arasında Irak’ta yürütülen saha araştırmasında yapılan röportajlara dayanmaktadır.

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

?? Büyük

Orta

Küçük

Bedir Örgütü (Tugayları)

Ketaib İmam Ali

Irak Hizbullah Mücahidi

Seraya elCihad

Liva eş-Şebab er-Risali

Ketaib Hizbullah

Hareket elNujaba

Feylak el Vaat es-Sadık

Liva Yum elKaim

Liva esSadıkeyn

Asaib Ehli’lHak

Seraya Aşura

Ketaib İmam el-Hüseyin

Liva du elFikar

Liva el-Kaim

Saray esSelam (Barış Tugayları)

Kuvva Şehit es-Sadr

Ketaib İmam el-Gayb

Hizbullah esSairun

Liva İmam el-Kaim

Horasan Tugayları

Ketaib Ensar el-Hicce

Liva Asadullah Liva el-Karya Galip

Ketaib Seyyidu’şŞüheda

Ketaib elGazab

Liva elMuntadar

Ebul Fazl Abbas Tugayı

Mukaveme Katain ed-Difa İslamiye Liva el-Mukaddes Yum el-Mevud Ketaib Ruhallah

Hareket elAbdal

Ketaib Ahrar el-Irak

Seraya ezZehra

Ketaib elTayyar elRisali

Hizbullah elEbrar

Ketaib el-Şehit Liva Ammar el-Aval Kuvva bin Yasir el-Burak Ketaib eşŞehit el-Aval

Liva İmam el-Hasan elMücteba

Ketaib Ensar el-Akide

Ketaib el-Fetih el-Mubin

Bu grupların dışında adı anılmayan/anılamayan gruplara rastlamak mümkündür. Bu makalenin sonundaki ekte, yukarıdaki tabloda bahsi geçen grupların bazılarına ilişkin kısa bilgiler verilecektir.19 19

/

239

240

/

H A Ş D İ Ş A B İ ’ N İ N O R TAYA Ç I K I Ş I V E D Ö N Ü Ş Ü M Ü

Bunlar arasında ABD tarafından terör örgütü listesine giren Bedir Örgütü ve bu listede yer alan Ketaib Hizbullah örgütün en güçlü oluşumlarıdır. Bu gruplar Ayetullah Sistani’nin fetvasından önce Irak’ta halihazırda varlığını sürdüren milis gruplardır. Bazıları artık faaliyetlerini aktif bir şekilde yürütmemektedir veya siyasi kanallara yönelmişlerdir. Diğerleri ise eylemlerine son veren gruplardan sonra kurulmuştur. Haşdi Şabi içindeki bazı milis gruplar Suriye’deki kutsal Şii bölgelerini korumak ve Beşar Esed için mücadele etmek amacıyla oluşturulmuştur. Ayetullah Sistani’nin fetvasından sonra kurulan yeni gruplar da bulunmaktadır. Ketaib Seyidu’ş-Şüheda ve Ketaib İmam Ali –savaşçı sayısı daha az olsa da– sınırlı ölçüde faaliyet gösteren diğer grupların aksine hemen her sahada aktiftirler. Hakimiyet alanları illere göre farklılık göstermektedir. Örneğin Bedir Örgütü’nün en kapsamlı Şii milis grubu olduğu söylenmekte ancak faaliyet alanı Bağdat’ın kuzeyindeki illerde daha etkilidir. Asaib Ehli’l-Hak ve Saraya es-Selam diğer gruplara kıyasla Kerbela ve Necef ’te daha güçlü konuma sahiptir. Asaib Ehli’l-Hak ve Hizbullah Basra’da daha aktifken Asaib Ehli’l-Hak Müsenne’de hakimiyet göstermektedir. Kerkük civarında bulunan Tazehurmatu, Dakuk, Beşir ve Amirli gibi Şii Türkmenlerin yoğun olarak yaşadığı ilçe, nahiye ve köylerde Haşdi Şabi’ye bağlı askeri yapılanmalarda 4 binden fazla savaşçı bulunmakta olup liderlerinin tümü Türkmendir.20 Haşdi Şabi’nin şemsiyesi altındaki her grubun kendi gündemi, lideri ve sancağı olduğundan tek ve kalıcı bir karar verme mekanizması sağlanamamıştır. Ancak Ebu Mehdi Mühendis ve Hadi Amiri’nin karar verme sürecine benzer şekilde bütün olarak Haşdi Şabi adına hareket etme yetkisini üstlenmede önemli iki isim olduğu görülmektedir. Ebu Mehdi Mühendis olarak da bilinen Cemal Cafer

20 Aralık 2014-Mart 2015 arasında Irak’ta yürütülen saha araştırmaları sırasında isimsiz kaynaklarla yapılan röportajlara dayanmaktadır.

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

İbrahim Haşdi Şabi’yi sahada kumanda etmektedir.21 Irak Ulusal Güvenlik Müsteşarlığı adına Haşdi Şabi’nin saha operasyonlarını yönetmektedir. Ebu Mehdi Mühendis 2006’da Dava Partisi’nden Cemal Cafer İbrahim adı altında Irak Parlamentosu üyesi olarak seçilmiştir.22 Nüfuz sahibi bir siyasi parti ve Irak İslam Yüksek Konseyi’nin eski askeri kanadı olan Bedir Örgütü’nün lideri Hadi Amiri Haşdi Şabi üzerinden popülerlik kazanmış ve nüfuzu giderek artmıştır. Bu nüfuzunu siyasi alanda kullanmak istemiş ve 12 Mayıs 2018’de yapılan Irak Parlamento seçimleri için Fetih Listesi adıyla bir koalisyon kurmuştur. Bu nedenle genel olarak İran yanlısı bir tutum benimseyen ve böylece Sistani’nin söylemi ve belirli konuşmalarından önemli ölçüde etkilenen bu iki isim gündemi belirleme konusunda daha etkin olabilir ancak yekpare bir mekanizmanın işlerliğinden söz etmek mümkün değildir. Haşdi Şabi’nin amacı DEAŞ’la mücadele ve DEAŞ’ın Irak topraklarından çıkarılması, ülkenin korunması, camiler dahil olmak üzere kutsal bölgelerin muhafazası, Irak halkının kurtarılması ve savaşamayan Iraklılara yardım sağlanması olarak duyurulmuştur.23 Ancak Haşdi Şabi şemsiyesi altında tek bir karar verme yapısı veya askeri bir mekanizma tam olarak oluşturulamamıştır. Haşdi Şabi’nin altında ortak bir kimlik kurma çabaları görülse de her grup kendi sancağına sarılmaktadır. Haşdi Şabi hiçbir bireysel grubun kontrolünde değildir. Bu durum kalıcı karar verme mekanizması hususunu daha karmaşık hale getirmektedir. Örneğin Haşdi Şabi düzenlediği operasyonlarda Samarra, Curf es-Sakr, 21 Kirk H. Sowell, “The Rise of Iraq’s Militia State”, Carnegie Endowment for International Peace, 23 Nisan 2015, carnegieendowment.org/sada/2015/04/23/rise of-iraq-smilitia-state/i7pv, (Erişim tarihi: 13 Ağustos 2018).

Bkz. “Jamal Jaafar Ibrahimi a.k.a. Abu Mahdi al-Mohandes”, Global Extremist Registry, https://www.counterextremism.com/extremists/jamal-jaafar-ibrahimi-aka-abu -mahdi-al-mohandes, (Erişim tarihi: 14 Ağustos 2018). 22

23 Haşdi Şabi’de görevlendirilen Iraklı komutanlarla yapılan bir toplantıda elde edilen bilgiler, Bağdat, (Mart 2015).

/

241

242

/

H A Ş D İ Ş A B İ ’ N İ N O R TAYA Ç I K I Ş I V E D Ö N Ü Ş Ü M Ü

Tuzhurmatu’nun çevre köyleri, Amirli ilçesi, Beled, Anbar’daki Bağdadi bölgesi, Kerkük civarı (Tazehurmatu, Dakuk) ve son olarak Tikrit’in kontrolünü ele geçirmiştir. Tüm Şii milis grupları bu operasyonların hepsinde yer almamıştır. Bu nedenle Haşdi Şabi içindeki gruplar arasında çatışma çıkma ihtimali olduğuna da dikkat etmek gerekir. İran yanlısı ve Irak yanlısı grupların destekçileri, Şiiliği yorumlama şekilleri ve izinden gittikleri dini makamlar farklı olduğundan zaman zaman sahada gerilim de artmıştır. Örneğin ABD’nin katılımından dolayı Saraya es-Selam önce Tikrit operasyonuna katılmayacağını duyurmuş, Haşdi Şabi’nin bütün olarak operasyon yürütme isteğini reddetmiş, operasyonun aylarca aksamasına sebebiyet vermiştir.24 Benzer şekilde Tuzhurmatu’daki çatışmalara dair haberleri bildiren birçok haber ajansı Haşdi Şabi’nin içinde çatışmalar olduğunu belirtmiştir.25 HAŞDİ ŞABİ’NİN YÜKSELİŞİNİN ETKİLERİ

Irak’ta DEAŞ’la mücadelede önde gelen bir DDSA olarak Haşdi Şabi’nin yükselişinin etkileri devlet, devlet içi ve devletler arası/bölge­ sel olmak üzere üç düzeyde incelenebilir. Genel itibarıyla DDSA’lar devlet otoritesi ve meşru güç kullanma konusunda sağlanan tekeli olumsuz etkileme potansiyeline sahipken bu aktörlerin yükselişi belirli bir ülkedeki gruplar arası çatışmaların yanı sıra daha geniş kapsamlı bölgesel güç yapısını da önemli ölçüde etkileyebilir. Haşdi Şabi’nin bu genel resme istisna teşkil etmediği görülmekte, daha ziyade DDSA’ların bu üç düzeyden her biri üzerinde nasıl etki gösterebildiğine ilişkin yararlı bir vaka çalışması sunmaktadır.

24 “Flags of Iraq and Shiite Militia Raised in Tikrit”, Anadolu Ajansı, 2 Nisan 2015; “Hard-Line Shiite Militias Quit Tikrit Campaign over US Airstrikes”, Rudaw, 27 Mart 2015. 25

Nerina Azad, “Haşdi Şabi Milisleri Arasında İç Çatışma”, Bas, 14 Mart 2016.

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

Bu nedenle Irak Merkezi Hükümetinin gücü ve egemenliğine, İran’ın Irak ve hatta Suriye üzerindeki nüfuzuna ilişkin öncelikle Haşdi Şabi’nin varlığı ve yükselişinin etkilerine yakından bakmak gerekecektir. Bunu yapmak için öncelikle Haşdi Şabi’nin Irak egemenliği ve devletine nasıl meydan okuduğu ve bu nedenle de Irak Merkezi Hükümetinin Haşdi Şabi ile ilişkisini kurumsallaştırmak için nasıl çaba harcadığını incelemekte fayda vardır. Daha sonra bu grubun DEAŞ’la mücadelesi ve bu anlamda kilit bir aktör olarak ortaya çıkışını ele almak elzemdir. Bunun ardından Sistani’nin Şiilere cihat çağrısında bulunmasının akabinde oluşumundan itibaren grupların katı Şii ideolojik duruşları, İran ile aralarındaki yakın bağlar ve Haşdi Şabi’nin yükselişinin İran’ın Irak ve Suriye üzerinde nüfuzunu artırmasını nasıl sağladığına bakılması gerekir. Bu üç düzeyde inceleme yapmak Haşdi Şabi olgusunun bütüncül bir şekilde anlaşılmasına katkı sunacağı gibi ortaya çıkışı, yükselişi ve mevcut konumunun etkilerini anlamak için de elzemdir. Öncelikle Haşdi Şabi’nin Irak devleti, egemenliği ve sosyal bütünlüğü üzerindeki etkisi bugüne kadar çok büyük boyutlara ulaşmıştır. Sadece kendini kilit bir askeri aktör olarak göstererek devletin meşru güç kullanma konusundaki tekeli açısından sorun teşkil etmekle kalmamış aynı zamanda Şii İslam yorumuna katı bir şekilde bağlılık göstermesi ve farklı illerdeki Sünnilere yönelik insan hakları ihlallerinde bulunması halihazırda kırılgan olan mezhepsel fay hatlarını daha da derinleştirmiştir. 2014 sonrası dönemde Irak hükümeti devlet mekanizmasındaki zayıflıkların yanı sıra DEAŞ’la mücadelede de defaatle başarısız olmuştur. Irak hükümeti Samarra dahil olmak üzere Şii kutsal bölgelerine doğru ilerleyen DEAŞ’la karşı karşıya kalmıştır. Bunun ardından Şii milis grupların sayısı artarken Irak hükümeti de malzeme ve askeri yardım sağlayarak DEAŞ kontrolündeki topraklarda yaşayan Sünni aşiretleri DEAŞ’la mücadeleye

/

243

244

/

H A Ş D İ Ş A B İ ’ N İ N O R TAYA Ç I K I Ş I V E D Ö N Ü Ş Ü M Ü

ikna etmeye çalışmıştır. Bu strateji 2007’deki ABD’nin El-Kaide politikasını hatırlatmaktadır. Bu bağlamda ABD’nin El-Kaide’ye karşı planladığı stratejinin parçası olarak kurulan ve kontrolü Irak hükümetine devredilen Sahva veya Uyanış konseylerinde yer alan bazı Sünni aşiretler Haşdi Şabi’ye katılırken diğer Sünni gruplar da son zamanlarda kendileri için görevlendirilen Haşdi Vatani gibi askeri birlikleri kurmaya çalışmıştır. DEAŞ’a karşı Haşdi Şabi’nin yanı sıra mücadele veren bazı küçük Hristiyan ve Ezidi gruplar da bulunmaktadır.26 Irak hükümeti Haşdi Şabi ile aralarındaki oldukça karmaşık ve tehdit teşkil eden ilişkileri yönetmek için DEAŞ sonrası dönemde yeni bir strateji benimsemek zorunda kalmıştır. Irak hükümeti ile Haşdi Şabi arasındaki bağın kurumsallaştırılması konusunda adımlar atılmıştır. İlk olarak Irak Başbakanlığına bağlı Ulusal Güvenlik Müsteşarlığı bünyesinde Haşdi Şabi kurumsallaştırılmaya çalışılmıştır. Böylece Haşdi Şabi’den sorumlu resmi yetkili Irak Ulusal Güvenlik Müsteşarı Falih Feyyad olmuştur.27 Daha sonra Başbakanlık Haşdi Şabi’yi önemli bir terörle mücadele kuvveti olarak doğrudan kumandası altına girmeye çağırması, grubun meşruiyet ve itibarının yanı sıra özerkliğine de katkı sunmuştur. Bu düzenlemeyle devlet mekanizmasının Haşdi Şabi’nin karar verme mekanizmaları üzerinde daha çok kontrolü sağlanırken son zamanlarda hızla artan özerkliği ise grubun bağımsız bir şekilde hareket etmesine ve hatta Irak güvenlik kuvvetlerine denk bir kuvvet olarak ortaya çıkmasına neden olmuştur. 26 John A. McCary, “The Anbar Awakening: An Alliance of Incentives”, The Washington Quarterly, Cilt: 32, Sayı: 1, (2009), s. 43-59; Myriam Benraad, “Iraq’s Tribal ‘Sahwa’: Its Rise and Fall”, Middle East Policy, Cilt: 18, Sayı: 1, (2011), s. 121-131; Seth J. Frantzman, “Iraq’s Silver Bullet in the ISIS Fight”, National Interest, 20 Temmuz 2016; “800 Christians Join Shiite Militias Battling ISIS”, Rudaw, 5 Temmuz 2015; “Top Yazidi Commander Haydar Shesho Arrested by Iraqi Kurdish Authorities”, Ekurd Daily, 6 Nisan 2015.

Patrick O’Connor, “Countering the Hidden Hand: A Study of Iranian Influence in Iraq”, (Yayımlanmamış Doktora Tezi, Naval Postgraduate School, Monterey, California: 2015). 27

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

Bu gelişmelere paralel şekilde Irak Bakanlar Kurulu Haşdi Şabi savaşçılarına maaş bağlanmasına karar vermiştir.28 Haşdi Şabi içindeki tüm milis grupların değil sadece cephede savaşan ve işsiz olanların maaş aldığı bilinmektedir. Aynı zamanda kamu görevlisi veya zengin kesimden olan Haşdi Şabi savaşçıları da bulunmaktadır ve bu kişilerin DEAŞ yenilir yenilmez günlük hayatlarına geri döneceği öne sürülmektedir. Haşdi Şabi işsiz olan bu insanlar için gelir kaynağı sağlamaktadır. İlk çıkarılan yasayla üyelerinin yaklaşık yüzde 65-75’inin kişi başına 875 bin Irak dinarına (yaklaşık 680 dolar) tekabül edecek şekilde maaş aldığı bilinmektedir. Toplam tutardan 125 bin dinar gıda giderleri için kesilmekte ve net maaş 750 bin dinar (580 dolar) olmaktadır.29 Merkezi hükümet ile Haşdi Şabi arasındaki bağlantıyı kurumsallaştırma çabalarına bakıldığında Irak güvenlik kuvvetlerinin ayrılmaz bir parçası olarak Haşdi Şabi’nin geleceğine ilişkin birçok plan bulunmaktadır. DEAŞ’ın bölgesel hakimiyeti ortadan kaldırıldıktan sonra Haşdi Şabi’nin genellikle şehirlerin çevre bölgelerindeki kontrol noktalarında görev yaptığı görülmektedir. Öte yandan Haşdi Şabi’yi Ulusal Muhafızlar Yasası30 bağlamında her ilin kendi vatandaşları kaydedilerek oluşturulacak güvenlik birimleri olan Irak Ulusal Muhafızlarına dahil etme ya da Irak’ın resmi güvenlik güçleriyle birleştirme planları yapılmıştır. 28

Sowell, “The Rise of Iraq’s Militia State”.

Bu rakamlar Aralık 2014-Mart 2015 arasında Irak’ta yürütülen saha araştırması sırasında isimsiz kaynaklarla gerçekleştirilen röportajlara dayanmaktadır. 29

30 Haras el-Vatani her ilin yerel koruma kuvveti olması gerektiği fikrine dayanmaktadır. Haras el-Vatani’nin kurulmasının en büyük sebeplerinden biri Irak ordusu ve güvenlik güçlerinin Sünni bölgelerdeki uygulamaları ve DEAŞ ilerleyişi boyunca insanların bu güçler tarafından korunamamasıdır. İyi bilindiği üzere DEAŞ Musul’u ele geçirdikten sonra Irak güvenlik güçleri konumlarını terk etmiş ve DEAŞ savaşmaksızın tüm Sünni bölgeleri ele geçirmiştir. Buna ek olarak Haşdi Şabi’nin ortaya çıkışının ardından Sünnilerin tepkilerini boşa çıkarmak amacıyla Irak hükümeti Haras el-Vatani’yi gündeme getirmiştir. Irak hükümeti muhalefeti sakinleştirmek için Haşdi Şabi’yi Haras el-Vatani şemsiyesi altına almayı amaçlamaktadır ancak Haras el-Vatani’nin yapısı ve yetkilerine ilişkin tartışmalar sürmektedir.

/

245

246

/

H A Ş D İ Ş A B İ ’ N İ N O R TAYA Ç I K I Ş I V E D Ö N Ü Ş Ü M Ü

Kurumsallaştırma çabalarına dönük atılan en önemli adım Bakanlar Kurulu kararıyla Haşdi Şabi’nin bağımsız bir birim olarak varlığını sürdürmesiyle birlikte Başbakanlık yetkisine girmesidir. Finansal açıdan bakıldığında da grup için ayrı bir bütçe tesis edilecektir. Bakanlar Kurulunun bu kararı Irak Parlamentosu tarafından onaylanmıştır. Milletvekili Falih Hazali’nin önerisi ve beyanına göre toplam 140 bin savaşçıdan 122 bin Haşdi Şabi savaşçısına maaş verileceği son olarak Felah Feyyad tarafından tekrarlanmıştır.31 Her ne kadar Haşdi Şabi içerisindeki gruplar DEAŞ ortadan kaldırıldıktan sonra Irak güvenlik güçlerine dahil edilse de ideoloji ve politikaları açısından kendi bireysel kimliklerini sürdürmektedir. Bu kimlikleriyle 12 Mayıs 2018 seçimlerinde yer alan bazı milis gruplar –siyasi organizasyonları bulunmasa da– bölgesel idarelerde daha büyük bir role sahip olmak isteyebilirler. Bu da merkezi hükümet yapısının daha gevşek ve daha yerel bir nitelik taşıyacak şekilde değişmesine yol açabilecektir. İdeolojik, örgütsel ve yöntemsel özellikler bakımından farklılıklar arz eden iki DDSA arasındaki mücadele örneği olarak Haşdi Şabi’nin DEAŞ’la mücadelesinin önemli etkileri de vardır. Bu mücadele Irak’ın birçok bölgesinde çok yerelleşmiş çatışmalara neden olmakla kalmamış aynı zamanda Haşdi Şabi’nin DEAŞ’tan “kurtardığı” bölgeleri doğrudan kontrol edebilmesini daha mümkün kılmıştır. Bu doğrudan kontrol imkanının Irak devleti ve toprak bütünlüğüne gelecekte büyük sorunlar teşkil edeceği açıktır. Haşdi Şabi’nin özellikle bu bölgelerdeki Sünni nüfusa karşı işlediği insan hakları ihlalleri çeşitli etnik ve dini kesimlerden oluşan bir nüfusa sahip Irak’ta istikrar ve güvenliğin sağlanması için önemli olan Irak sosyal bütünlüğünü de tehdit etmektedir. Haşdi Şabi bayrağı altında savaşan gruplar Irak güvenlik güçlerine takviye sağlamak için bir araya gelse de DEAŞ’la mücadeleyi 31 “‫ الحشــد الشــعبي يضــم‬40 – 50 ‫”ألــف مقاتــل ســني‬, Alalam, 9 Kasım 2016; “‫ موازنــة‬2017 ‫ الف عنصر من الحشد الشعبي‬122‫”تؤمن رواتب لـ‬, NRT, 23 Kasım 2016.

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

yürüten ana organ olarak değerlendirilmiş ve savaş alanında kontrolü elde etmiştir. Irak yetkilileri DEAŞ’la mücadelede ön planda bulunan bu milislerin örgütten aldıkları toprakları Irak ordusuna teslim etmelerini istemektedir. Ancak milisler hükümetin desteğiyle güvenlik ve yönetim açısından pek çok alanın yöneticisi haline gelmişlerdir. Örgütün güç ve nüfuzuna dayanan milisler halihazırda yaptıklarını yeni bir yasal kalkan çerçevesinde gerçekleştirebilme imkanına kavuşmuş, aynı zamanda bölgelere erişim sağlamış ve böylece önceden büyük oranda erişemediği Irak bölgelerinde etki alanını genişletebilmiştir. Haşdi Şabi ile İran arasındaki bağlantıların bölgesel sonuçlar ortaya çıkarması da olasıdır. Aynı zamanda İran vatandaşı olan Ebu Mehdi Mühendis’in Irak ile İran arasında “irtibat noktası” olduğu bilinmektedir ve bu isim İran dini liderinin makamında görev yapmaktadır.32 Irak hükümetinin DEAŞ’a yönelik operasyonları başladığından beri İran Devrim Muhafızları Kudüs Ordusu Komutanı Kasım Süleymani’nin bu operasyonlarda yer aldığı bildirilmektedir. İnternet ve sosyal medya mecralarında Süleymani’nin operasyonlar sırasında çekilmiş fotoğrafları bulunmaktadır. DEAŞ’a yönelik Haşdi Şabi operasyonlarının çoğunun Mühendis ve Süleymani gözetiminde gerçekleştirildiği dahi öne sürülmüştür. Buna ek olarak pek çok İranlı komutanın operasyonlarda görev aldığı, eğitim ve operasyon planlama sürecinde milisleri desteklediği bilinmektedir. İranlı yetkililer Irak’ta Haşdi Şabi’ye eğitim vermektedir. İran tarafından “askeri danışman” olarak adlandırılan bu yetkililer bazen operasyonlara doğrudan katılmaktadır. Bedir Örgütü lideri ve Tikrit operasyonu komutanı Hadi Amiri 32 Ebu Mehdi Mühendis İran Devrim Muhafızları ile birlikte 1980’lerde Kuveyt’te yaşanan bir dizi saldırıdan sorumlu tutulmaktadır. İran Devrim Muhafızları Kudüs Ordusu Komutanı Kasım Süleymani ile yakın ilişkilere sahiptir. Kuveyt’teki Fransa ve Amerika büyükelçiliklerine düzenlenen bombalı eylemlerde, Kuveyt Emiri’ne yapılan bombalı araç saldırısında ve uçak kaçırma vakalarında yer aldığı iddia edilmektedir.

/

247

248

/

H A Ş D İ Ş A B İ ’ N İ N O R TAYA Ç I K I Ş I V E D Ö N Ü Ş Ü M Ü

neredeyse yüz İranlı “danışman”ın Tikrit operasyonunu desteklediğini duyurmuştur.33 DEAŞ’ın Irak’ta ilerlemesi ve Haşdi Şabi’nin oluşturulması sonucunda DEAŞ’la mücadele bölgesel ve uluslararası boyut kazanmıştır. Aynı zamanda İran Irak’a doğrudan dahil olurken ABD de DEAŞ’la savaşan kuvvetlere maddi destek sağlanmasını öngören DEAŞ karşıtı stratejisini duyurmuştur. Türkiye dahil olmak üzere altmış ülke DEAŞ’la mücadelede iş birliği yapmaya başlamıştır.34 Ancak İran Devrim Muhafızları Kudüs Ordusu Komutanı Kasım Süleymani ve diğer İranlı komutanların DEAŞ karşıtı operasyonlarda yer alması neticesinde Irak politikaları, İran nüfuzu, Haşdi Şabi ve şemsiyesi altındaki milis gruplar arasındaki ilişki gibi konularda gerilim ortaya çıkmıştır.35 İran’ın maddi, sosyal, siyasi, askeri, lojistik ve operasyonel desteği sonucu bölgede artan nüfuzu grubun uluslararası ve bölgesel meşruiyetine doğrudan pozitif bir katkı yapmaktadır.36 Sünni Arapların ise kısmen grup üzerindeki İran nüfuzundan dolayı Haşdi Şabi’ye olumsuz gözle baktığı iyi bilinmektedir. 33 “Tıkrit’te 100 İranlı Askeri Danışman”, Yakın Doğu Haber, 10 Mart 2015, http:// www.ydh.com.tr/HD13711_tikritte-100-iranli-askeri-danisman.html, (Erişim tarihi: 21 Eylül 2018). 34 Ayrıntılı bilgi için Küresel Koalisyon internet sitesine bkz. Global Coalition, www.theglobalcoalition.org, (Erişim tarihi: 14 Ağustos 2018); Koalisyona katılan ülkeler: ABD, Arnavutluk, Avustralya, Avusturya, Bahreyn, Belçika, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Bosna Hersek, Bulgaristan, Kanada, Hırvatistan, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY), Çekya, Danimarka, Mısır, Estonya, Finlandiya, Fransa, Gürcistan, Almanya, Yunanistan, Macaristan, Büyük Britanya, İspanya, İzlanda, Irak, İtalya, İrlanda, Japonya, Ürdün, Kosova, Kuveyt, Letonya, Lübnan, Litvanya, Lüksemburg, Makedonya, Moldova, Karadağ, Fas, Hollanda, Yeni Zelanda, Norveç, Panama, Umman, Polonya, Portekiz, Katar, Güney Kore, Romanya, Suudi Arabistan, Sırbistan, Singapur, Slovakya, Somali, İsveç, Tayvan, Türkiye ve Ukrayna. Ayrıca Avrupa Birliği ve Arap Ligi de koalisyonu desteklemektedir. 35

O’Connor, “Countering the Hidden Hand: A Study of Iranian Influence in Iraq”.

“Iranian Influence in Iraq: Between Balancing and Hezbollahization?”, Washington Institute, 1 Haziran 2015. 36

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

IRAK BAĞLAMINDA DEVLET VE DDSA’LAR

Bu makalede bugüne kadar Haşdi Şabi’nin ortaya çıkışı ve yükselişinin öncelikle Irak siyaseti ve güvenliği, ikinci olarak DEAŞ’la mücadele ve sonrası, son olarak da bölgedeki İran nüfuzu açısından neden olduğu etkiler ortaya konmaya çalışılmaktadır. Bu üç düzeyde yapılan kısa incelemelerden Haşdi Şabi olgusunun bu makalede benimsenen DDSA’lara ilişkin kavramsallaştırmaya mükemmel bir şekilde uyduğunu ileri sürmek yerinde olacaktır. Devlet örgütle bağlantısını kurumsallaştırmak için daha etkin yollar arasa da örgüt ise devlet kontrolü dışında faaliyet göstermekte ve şimdiye kadarki askeri imkanları ve operasyonlarıyla devletin meşru güç kullanımı konusundaki tekeline meydan okumakta, katı mezhepsel ideolojisiyle sosyal bütünlüğü sağlamak gibi zaten zorlu olan bir görevi bazen daha da zora sokmakta veya en azından Irak gibi çeşitliliğin bulunduğu bir toplumda birlikte var olabilmeyi zorlaştırmaktadır. Bu milis güçlerinin suç veya çete benzeri faaliyetlere dahil olmasını engellemek için kurumsal bir çerçeve sağlamaya yönelik çalışmalar bulunsa da Irak’taki pek çok kesim DEAŞ sonrası dönemde terör örgütünün daha önce yaptıklarına paralel şekilde Haşdi Şabi’nin de farklı bir mezhepsel zihniyetle ancak oldukça benzer yöntemlerle kullanarak hareket ederek ciddi sorunlar oluşturabileceğinden endişelenmektedir. DEAŞ’la mücadele kapsamında Haşdi Şabi’nin sadece bu mücadeleyi yürütürken etkin bir askeri aktör olmadığı aynı zamanda elde ettiği başarılarla illeri kendi kontrolünde bulundurduğu, merkezi hükümetin siyasi gücüne meydan okuduğu ve yerelleşmiş güç yapılarının ortaya çıkmasına yol açtığı da kanıtlanmıştır. Kurumsallaşma sorununa kapsamlı bir çözüm getirilmeden Haşdi Şabi’nin askeri ilerleme kaydetmesi modern devletin önemli bir yapı taşı olan meşru güç kullanımında devletin tekeli hususunun sorgulanmasına neden olmaktadır. Mevcut durumda Haydar

/

249

250

/

H A Ş D İ Ş A B İ ’ N İ N O R TAYA Ç I K I Ş I V E D Ö N Ü Ş Ü M Ü

İbadi çaba gösterse de Haşdi Şabi üzerinde hakimiyet sağlayamamıştır. Haşdi Şabi’nin kontrolündeki bölgelerde bulunan Sünni nüfusa yönelik söylemi ve işlediği insan hakları ihlalleri de Irak’ta halihazırda kırılgan bir yapıya sahip Sünni-Şii ilişkilerinde kızışmaya yol açabilir. Haşdi Şabi şemsiyesi altındaki grupların daha önce mezhepsel nedenlerle işlediği insan hakları ihlalleri dikkate alındığında Haşdi Şabi’nin Sünni kesimin nezdinde meşruiyet kazanması mümkün görünmemektedir.37 Aynı zamanda daha önce de bahsedildiği üzere Haşdi Şabi kimi zaman savaş alanında DEAŞ’a karşı mücadele eden bütünleşmiş bir yapı olarak algılansa da şemsiyenin altındaki her grup kendi bayrağını taşımakta ve kendi komutanına uymaktadır. Haşdi Şabi hem İran’a sahada oldukça etkin bir askeri araç sağlamakta hem de Tahran ile bağlantısı Irak üzerindeki İran kaldıracını önemli ölçüde artırmakta ve hatta gelecek dönemde Suriye üzerinde de daha fazla etki göstermesine neden olabilecek bir zemin oluşturmaktadır. İran’ın halihazırda kilit bir aktör olduğu bir bölgede nüfuzunun artması bölgesel güç dinamiklerinin de doğrudan etkilenmesine yol açacaktır. Sonuç olarak Haşdi Şabi örneği Irak devlet mekanizmasının askeri güce ilişkin realist yaklaşımını ve DEAŞ’la mücadele kamFanar Haddad, “The Hashd: Redrawing the Military and Political Map of Iraq”, Middle East Institute, 9 Nisan 2015, http://www.mei.edu/content/article/hashd-redrawing-military-and-political-map-iraq, (Erişim tarihi: 13 Ağustos 2018); “Hashd-Al Shaabi”, Global Security, 28 Temmuz 2016, www.globalsecurity.org/military/world/para/ hashd-al-shaabi.htm, (Erişim tarihi: 13 Ağustos 2018); Erin Banco, “Near Tikrit, Iraq’s Sunnis Now Fear the Shia Who Liberated Them from ISIS”, International Business Times, 4 Şubat 2015, https://www.ibtimes.com/near-tikrit-iraqs-sunnis-now-fear-shiawho-liberated-them-isis-1868234, (Erişim tarihi: 13 Ağustos 2018); “Iraq: Militia Attacks Destroy Villages, Displace Thousands Serious Abuses During Fight against ISIS”, İnsan Hakları İzleme Örgütü, 18 Mart 2015, https://www.hrw.org/news/2015/03/18/ iraq-militia-attacks-destroy-villages-displace-thousands, (Erişim tarihi: 13 Ağustos 2018); “Iraq: Militias Escalate Abuses, Possibly War Crimes: Killings, Kidnappings, Forced Evictions”, İnsan Hakları İzleme Örgütü, 15 Şubat 2015, https://www.hrw.org/ news/2015/02/15/iraq-militias-escalate-abuses-possibly-war-crimes, (Erişim tarihi: 13 Ağustos 2018); “Civil Society Activists Urge Iraqi Army to Avoid Human Rights Abuses in Mosul”, Rudaw, 11 Eylül 2016. 37

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

panyasında karşılaştığı zorlukları ortaya koymaktadır. Güç kullanımında devletin tekeline meydan okuyan bir aktöre kafa tutmak yerine devlet kullanışlılığı ve bölgesel bağlantılarını hesaba katarak grubun daha serbest hareket etmesine izin vermekte hatta bunu yasal olarak da desteklemektedir. Ancak Haşdi Şabi ile Irak hükümeti arasındaki ilişki hükümetin devamlılığına katkı sağlarken devlet yapısına zarar verme riski de taşımaktadır. Devlet kendi topraklarında menfaat grupları üzerinde sahip olduğu otorite açısından ciddi fedakarlıkta bulunmakta ve aynı zamanda merkezileşme çabalarını da tehlikeye atmaktadır. Yine de devletin başarısız yapılar, önemli zayıflıklar gibi sorunlarla karşılaşması ve/veya devletin güvenliği ve istikrarını sağlamlaştırmak amacıyla bir DDSA’ya bağımlı olması durumunda DDSA’nın devletin kontrol alanının tamamı veya bir kısmını nasıl “ele geçirebileceği” konusunda Haşdi Şabi açık bir örnek teşkil etmektedir. Özellikle DEAŞ sonrası dönem düşünülerek merkezi hükümetin egemenlik, toprak bütünlüğü, sosyal uyum çabaları ve meşru güç kullanımındaki tekelini tehdit etmeyecek şekilde bu ilişkiyi yönetmek için daha fazla girişimde bulunduğu görülmektedir. Haşdi Şabi’nin geleceği sorunu ve devletle ilişkisine kalıcı ve kapsamlı kurumsallaşmış bir çözüm bulunmadığı takdirde sürekli güçlü ve istikrarlı bir devlet mekanizmasına yönelik sorunlar çıkacaktır. Zira DEAŞ örneğinde olduğu gibi DDSA’ların ortaya çıkışı ve merkezi hükümetin bunlarla mücadelesinde askeri imkanlarının yetersizlikleri Haşdi Şabi veya benzeri grupların alan bulmasına uygun bir zemin oluşturmaktadır.

/

251

252

/

H A Ş D İ Ş A B İ ’ N İ N O R TAYA Ç I K I Ş I V E D Ö N Ü Ş Ü M Ü

EK

Bedir Örgütü (Tugayları): Abdülaziz Hekim tarafından İran’da 1982’de Irak İslam Yüksek Konseyi (ISCI) askeri ve istihbarat birimi olarak kurulmuş ve İran-Irak Savaşı sırasında ve sonrasında Saddam Hüseyin yönetimine karşı savaşmıştır. İran Devrim Muhafızları’nın bu örgütün oluşumuna önemli ölçüde katkı sağladığı uzun süredir bilinmektedir. Kaldırıldığı 2008’e kadar Konseyin askeri kanadı olarak görev yapmıştır. Bundan sonraki süreçte Konseyden ayrılarak Bedir Örgütü adı altında siyasete girmiştir. 2010 ve 2014 seçimlerine katılmıştır. Kendisini siyasi bir parti şeklinde tanıtsa da silahlı milis gruplarını hiçbir zaman ortadan kaldırmamıştır. Aktif olmayan ve parçalanan Mehdi Ordusu ve Bedir Örgütü Irak’taki en eski Şii milis gruplarıdır. Üyelerinin tam sayısı bilinmemektedir ancak mevcut durumda en geniş milis grubudur. Savaşçı sayısına ilişkin genellikle kabul gören rakam yaklaşık 20 bindir. Merkezi Bağdat’ta olsa da birçok ilde ofisi bulunmaktadır. Hadi Amiri grubun mevcut lideridir. Amiri’nin Kasım Süleymani ve Ebu Mehdi Mühendis ile birlikte Haşdi Şabi operasyonlarını yürüttüğü bilinmektedir. 2014’te Haydar İbadi tarafından İçişleri Bakanlığına aday gösterilse de birçok kesim göreve gelmesine karşı çıkmıştır. Onun yerine Bedir Örgütü’nden Muhammed Gabban İçişleri Bakanı olmuştur. Hadi Amiri ismi DEAŞ işgali sonrasındaki dönemde sıklıkla duyulmuştur. Bedir Örgütü’nün nüfuzu Bağdat’tan Musul’a genişlemektedir. Irak’taki Şii milis grupları arasında önde gelmektedir. Kerkük çevresinde, Tuzhurmatu, Amirli, Selahaddin ve Diyala’da güçlü konumdadır. Aynı zamanda Parlamento üyesi ve Bedir Örgütü Siyasi Bürosu Muhammed Naci Muhammed tarafından Bağdat’ta kurulan Musa Kazım Alayı da Bedir Örgütü’nde yer almaktadır. Görevi Kazımiye Türbesi’ni korumaktır. Türkmen birlikleri özellikle Kerkük çevresinde Bedir’in yerel örgütüne katılmaktadır. Örneğin Bedir’in kuzey yetkilisi Muhammed Mehdi Beyati İnsan Hakları

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

Bakanı olduktan sonra Yılmaz Neccar onun yerine geçmiştir. Neccar, Türkmen Vefa Hareketi’nin başkan yardımcısıdır. Bedir’in aynı zamanda Al-Ghadeer adında bir televizyon kanalı vardır. Ketaib Hizbullah: Irak Hizbullahı’nın silahlı kanadıdır. Lübnan’da Hizbullah içinde kurulmuştur. Ketaib Seyidu’ş-Şüheda, Ketaib İmam Ali ve Nücebba ile yakın ilişkilere sahiptir. Ketaib Hizbullah’ın komutanının kim olduğu bilinmemekte ancak genel sekreteri Vasık Battat’tır. Irak doğusundaki Uzeym’de Aralık 2014’te öldürüldüğüne ilişkin söylentiler bulunsa da bunların yanlış olduğu ortaya çıkmıştır. Şubat 2013’te “Muhtar Ordusu” isimli bir milis grubu kurduğunu duyurmuş ve Başbakan Nuri Maliki, Battat hakkında tutuklama kararı çıkarmıştır. İranlı dini lider Ali Hamaney’e bağlılık yemini eden Battat’ın uzun zamandır köktenci Sünni karşıtı duruş sergilediği bilinmektedir.38 Suudi Arabistan’ı tehdit eden beyanlarıyla nam salmıştır. Kasım 2013’te Suudi topraklarında gerçekleşen havan topu saldırılarının sorumluluğunu üstlenmiştir. Milis grubu DEAŞ işgalinin ardından Ketaib Hizbullah adıyla ortaya çıkmıştır. Operasyon komutanı Casım Cezayiri’dir. Pek çok Türkmen Ketaib Hizbullah’a katılmıştır. Kerkük ve Irak’ın kuzeyindeki birlikleri Türkmenlerden oluşmaktadır. Ketaib Hizbullah’ın www. kataibhizbollah.com adresinden yayım yapan internet sitesi vardır. Asaib Ehli’l-Hak: Selefi Mukteda Sadr’ın idaresindeki Mehdi Ordusu’dur. Asaib 2008’de Mehdi Ordusu’nun dağılmasını kabul etmeyen kesim tarafından örgütlenmiştir. Lideri Kays Hazali’dir. Hazali, Muhammed Sadık Sadr’ın öğrencisidir. Bu nedenle Lübnan Hizbullahı ile iyi ilişkilere sahiptir (Hasan Nasrallah da Muhammed Sadık Sadr’ın öğrencisidir). Mehdi Ordusu’nun hükümetle yaptığı anlaşmadan dolayı öfkelenen Hazali tarafından Asaib Ehli’l-Hak oluşturulmuştur. Mehdi Ordusu’nun önde gelen diğer üyeleri Muhammed Tabatay, Ekrem Kabi, Layt Gazali ve Abdulkadi Darraji de 38 İfadeler için bkz. YouTube, www.youtube.com/watch?t=18&v=ZkAV7BCjkiw, (Erişim tarihi: 2 Nisan 2014).

/

253

254

/

H A Ş D İ Ş A B İ ’ N İ N O R TAYA Ç I K I Ş I V E D Ö N Ü Ş Ü M Ü

Mehdi Ordusu’ndan kaçmıştır. Kays Gazali tarafından yönetilen bu insanlar Mehdi Ordusu içindeki savaş yanlısı kesimi temsil etmiş ve Mukteda Sadr ile grubun yöntemleri üzerinde tartışmaya girmiştir. 2008 sonrasında ise grup faaliyetine başlamıştır. Haziran 2014’ten bu yana DEAŞ’la mücadelede etkin bir katılımcı haline gelmiştir. Ayrıca diğer gruplara kıyasla daha köktenci yöntemleri desteklemekte ve daha şiddet yanlısı eylemlerde bulunmaktadır. Asaib Bağdat, Diyala, Tuzhurmatu ve Irak’ın doğusu gibi Şiilerin yaşadığı dokuz ilde nüfuz sahibidir. Basra, Necef, Kerbela ve Müsenne’deki en güçlü gruptur. Asaib Ehli’l-Hak’kın Nilesat üzerinden yayın yapan “Al-Ahad” isimli bir televizyon kanalı ve www. ahlualhaq.com adresinden yayım yapan internet sitesi vardır. Seraya es-Selam (Barış Tugayları): Seraya es-Selam Mehdi Ordusu’nun yeniden canlanmış halidir. Ayetullah Ali Sistani’nin fetvasından sonra kutsal bölgelerin ve Şii ibadet yerlerinin korunması için Mukteda Sadr liderliğinde kurulmuştur. Lideri Mukteda Sadr olsa da Seyyid Riyad askeri kanadını yönetmektedir. Bağdat, Samarra, Necef ve Kerbela’daki kutsal bölgelerin korunmasında önemli görevler üstlenmiştir. Örneğin Seraya es-Selam kuşatma sırasında Amirli’deki İmam Hasan Türbesi’ni korumuştur. Aynı zamanda Curf es-Sahar mücadelesinde (Babil’deki Sünni yerleşim yeri) Bağdat’ın kaderini değiştiren askeri başarısı önemli ölçüde takdir görmüştür. Ancak istikrarsız eylem planı eleştiri ve tepkilere neden olmaktadır. Mukteda Sadr tarafından dönem dönem faaliyetlerinin durdurulduğu ilan edilse de Seraya es-Selam eylemlerine devam etmektedir. Horasan Tugayları: “Horasani” olarak bilinen Horasan Tugayları İranlı komutan Hacı Hamid (Ebu Meryem) Takavi tarafından oluşturulmuştur. Lideri Ali Yasiri’dir. Ancak Hamid Cezayiri en ünlü lideri olup operasyonları yönetmektedir. Horasan Tugayları’nın bir diğer önemli komutanı operasyonlarda görev yapan Hacı Ebu Hasan İbrahimi’dir. Horasan Tugayları’nı yöneten İranlı

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

komutan İkbal Pur’dur. Horasan Tugayları İran’ın “Truva Atı” olarak görülmektedir. İran’ın Horasan Tugayları’nı Irak’taki asıl aktörü olarak görerek tüm eğitim ve lojistik desteğini bu gruba gönderdiği iddia edilmektedir. Komuta Merkezi Süleymaniye’deki Kadir Kerem’dir. Kadir Kerem Tuzhurmatu ile Süleymaniye arasındaki güzergahta olduğundan lojistik üs şeklinde kullanılmaktadır. İran’ın ikmal yolları Kadir Kerem’den geçmekte ve Haşdi Şabi’ye ulaşmaktadır. Bu grup İran dini lideri Ali Hamaney’e bağlılığını ilan etmiştir. Grubun www.alkhorasani.org adresinden yayım yapan bir internet sitesi mevcuttur. Ketaib Seyidu’ş-Şüheda: Ketaib Seyidu’ş-Şüheda’nın 2013’te Suriye’de savaşmak amacıyla Bedir Örgütü ve Ketaib Hizbullah tarafından Basra’da kurulduğu uzun zamandır bilinmektedir. Lideri Hacı Ebu Ala, yardımcısı da Ahmed Musevi’dir. Nuri Maliki’nin Hukuk Devleti koalisyonunda yer alan Direnişe Vefa Partisi Irak Parlamentosu milletvekili Falih Gazali’nin Ketaib Seyidu’ş-Şüheda ile birlikte Amirli’de savaştığı iddia edilmektedir. Daha sonra Ketaib Seyidu’ş-Şüheda’nın resmi sözcüsü olduğu duyurulmuştur. Savaşçı sayısı nispeten düşük olsa da hemen her savaş alanında mücadele vermektedir. Grubun Hizbullah ile yakın ilişkileri bulunduğu bilinmektedir. İran lideri Ali Hamaney’e bağlılık yemini etmiştir. Ruhullah Musevi Humeyni, Ali Hamaney, Muhammed Bakır Sadr, 1984’te İsrail’de öldürülen Lübnan direniş lideri Ragıp Harp, 1992’de İsrail’de öldürülen Lübnan Hizbullahı’nın askeri kanadının kurucusu Abbas Musevi ve Hacı İmad Muğniye’nin mirasını kabul etmektedir. Grubun www.saidshuhada.com adresinden yayım yapan internet sitesi vardır. Ketaib İmam Ali: Lideri Hacı Şibil Zeydi’dir. Abu Mehdi Mühendis, Kasım Süleymani ve Ketaib Hizbullah ile yakın ilişkilere sahiptir. Tuzhurmatu ve çevresinde öne çıkmaktadır. Ancak tüm savaş alanlarında yer almaktadır. İnternet sitesi www.kt-im-ali.com adresinden yayım yapmaktadır.

/

255

256

/

H A Ş D İ Ş A B İ ’ N İ N O R TAYA Ç I K I Ş I V E D Ö N Ü Ş Ü M Ü

Hareket el-Nücebba: Lideri Şeyh Ekrem Kaybi’dir. 2007’ye kadar Mehdi Ordusu’nun önde gelen komutanlarından olmuştur. Mehdi Ordusu faaliyetine son verdikten sonra Kaybi Asaib Ehli’l-Hak’ka ve Irak Hizbullahı’na katılmış ancak kendi başına hareket etmiştir. Babil, Samarra ve Bağdat çevresindeki bazı bölgelerde aktiftir. Bu grubun faaliyetleri internet sitesi www.alnujaba.org adresi üzerinden yayımlanmaktadır. Ebul Fazl Abbas Tugayı: Komuta merkezi Mescid el-Abbas’ın bulunduğu Kerbela’dadır. Bu nedenle grup İmam Abbas Tugayı olarak bilinmektedir. Ordu komutanının Şeyh Maytam Zaidi olduğu söylenmektedir. Mescid el-Abbas muhafızları tarafından kurulmuştur. Suriye’deki Ebul Fazl Abbas Tugayı ile bağlantıları olsa da iki grup ayrı ayrı faaliyet göstermektedir. Bağdat ve civarı ile Selahaddin’de (Tuzhurmatu ve Amirli) aktiftir. Ebul Fazl Abbas Tugayı Amirli’de idari görevlerini üstlenmiştir. Bu gruplar dışındaki daha küçük yerel gruplar aşağıda listelenmiştir: Irak Hizbullah Mücahidi: Ketaib Hizbullah’tan ayrı bir yapı olarak Abna el-Irak el-Gayyara siyasi bloğunda yer alan Abbas Muhammedavi tarafından Haziran 2014’te DEAŞ tehdidine tepki olarak örgütlenmiştir. Feylak el-Vaat es-Sadık: Lideri Hareket el-Mustada’fin İslamiye (Mazlumların İslami Hareketi) Genel Sekreteri Şeyh Muhammed Hamza Tamimi’dir. İran dini lideri Ali Hamaney’e bağlılığını bildirmiştir. Ketaib İmam el-Hüseyin: Temel faaliyet alanı Selahaddin ilidir. Haziran 2014’ten sonra Hareket el-Risale el-İslamiye’nin askeri kanadı olarak kurulmuştur. İran dini lideri Ayetullah Ali Hamaney’e bağlıdır. Ketaib İmam el-Gaib: Ketaib Hizbullah’tan ayrılmış bir gruptur. Çoğunlukla Felluce ve Samarra’da aktiftir.

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

Ketaib Ensar el-Hicce: Şeyh Muhammed Kinani tarafından Dava Partisi Irak örgütü silahlı kanadı olarak kurulmuştur. Irak Başbakanı Haydar İbadi’den özel destek aldığı iddia edilmektedir. Ketaib’in Şehid Sadr’a bağlı olduğu bilinmektedir. Ketaib el-Gazab: Abdulkerim İnzi’nin liderliğindeki Dava Partisi Tanzim el-Dakl tarafından kurulmuştur. Lideri Ebu Fakkar Şammari’dir. Bağdat, Tikrit ve Samarra çevresindeki operasyonlarda yer almıştır. Nuri Maliki’nin grubu desteklediği öne sürülmektedir. İran dini lideri Ali Hamaney’e bağlılık yemini etmiştir. Katain el-Difa el-Mukaddes: Kuvva Seyid es-Sadr olarak da bilinmektedir. Lideri Ebu Asadullah Abudi’dir. Kendini kutsal bölgelerin savunmasına adamakta ve Nuri Maliki tarafından desteklenmektedir. Ketaib Ruhallah: Şeyh Abu Talip Mayahi tarafından kurulmuştur. Faaliyet alanı Bağdat’ın kuzeyindeki Zabitiye ve Selahaddin ilindeki Beled’dir. İran dini lideri Ali Hamaney’e bağlılık yemini etmiştir. Grubun İran’dan doğrudan destek aldığı bilinmektedir. Ketaib Ahrar el-Irak: Ekim 2014’te Şeyh Abbas Maliki tarafından kurulmuştur. Ketaib Ruhallah ile iş birliği içinde faaliyet göstermektedir. Ketaib el-Tayyar el-Risali: Grubun Adnan Şahmani tarafından örgütlendiği bilinmektedir. Aynı zamanda Irak Parlamentosundaki Hukuk Devleti koalisyonunda yer aldığı dönemde ayrı bir siyasi grup oluşturmuştur. Grup çoğunlukla Bağdat çevresinde faaliyet göstermektedir. Şahmani Mehdi Ordusu’nda olup 2007’de Mukteda Sadr ile yaşanan anlaşmazlıktan sonra ayrılmıştır. Ketaib eş-Şehit el-Aval Kuvva el-Burak: Lideri Vasık Firdevsi’dir. Anbar’ın batısındaki Ayn el-Esad Havalimanı’na yapılan operasyonla tanınmaktadır. Ketaib eş-Şehit el-Aval: Grubun Ali Musevi tarafından yönetildiği iddia edilmektedir.

/

257

258

/

H A Ş D İ Ş A B İ ’ N İ N O R TAYA Ç I K I Ş I V E D Ö N Ü Ş Ü M Ü

Seraya Aşura: Irak İslam Yüksek Konseyinin askeri kanadı olarak tanınmaktadır. Askeri komutanı bilinmemekte ancak grup Irak İslam Güvenlik Konseyi lideri Ammar Hakim ile yakın bağlara sahiptir. Bağdat civarı ve Samarra’da aktiftir. Ketaib Ensar el-Akide: Irak İslam Güvenlik Konseyi üyesi Şeyh Celaleddin Sağir’in Bağdat ve Selahaddin’in bazı bölgelerinde aktif olan bu grubu yönettiği iddia edilmektedir. Seraya Aşura ile yakın çalışmalar yürütmektedir. Dikar ve Kerbela en aktif olduğu bölgelerdir. Seraya el-Cihad: Hareket el-Cihad ve Bina’nın askeri kanadıdır. Haziran 2014’te kurulmuştur. Lideri Irak İslam Güvenlik Konseyi tarafından desteklenen Muvatin listesinde yer alan milletvekili Hasan Sari’dir. Komuta merkezi Vasit’tedir. Babil, Basra, Necef, Kerbela ve Bağdat’ta da ofisleri bulunmaktadır. Hareket el-Cihad ve Bina’nın internet sitesi www.newsalgalibon.net adresinden yayım yapmaktadır. Kuvva Şehit es-Sadr: Bu grubun Dava Partisi Irak kolu tarafından örgütlendirildiği iddia edilmektedir. “Şehit es-Sadr” Dava Partisi kurucusu Muhammed Bakır Sadr’a referans olarak kurulmuştur. Liva Yum el-Kaim: Bu grubun Ketaib el-Mevt el-İstişariye ile ilişkileri olduğu iyi bilinmektedir. Ancak bu gruba ilişkin çok az ayrıntılı bilgi mevcuttur. Lübnan Hizbullahı ile yakın ilişkilere sahiptir. Lideri Abuzer Hasani’dir ve onun Aralık 2014’te öldüğü bildirilmektedir. Liva Yum el-Kaim Bağdat, Ebu Garip’te aktiftir. Lübnan Hizbullahı lideri Hasan Nasrallah’la ilişkilere sahiptir. Liva Du el-Fikar: Lideri Ebu Şehad Cuburi’dir. Mukteda Sadr ailesine bağlılık yemini etmiştir. Suriye’de Sayeda Zeynep bint Ali Türbesi’ni korumak için mücadele vermiştir. Hizbullah es-Sairun: Rahman Cezairi Lübnan Hizbullahı ile bağlantısı bulunan grubun genel sekreteridir. Kurulduğu il Vasit ve Bağdat’ta aktiftir.

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

Liva Asadullah Galip: Beşar Esed rejimini desteklemek ve Suriye’deki kutsal bölgeleri korumak için örgütlenen grubun lideri Süheyl Araji’dir. Bağdat ve Vasit’te aktif olan bir gruptur. Liva el-Muntadar: Grubun komuta merkezi Basra’dadır. Ketaib Seyidu’ş-Şüheda altında faaliyet göstermektedir. Eski Irak Cumhurbaşkanı Celal Talabani’nin danışmanlarından olan Seyid Daghir Musevi grubun lideridir. Musevi’nin Irak İslam Güvenlik Konseyi ile yakın ilişkilere sahip olduğu bilinmektedir. Mukaveme İslamiye Liva Yum el-Mevud: Grup öncelikle Eylül 2008’de Mehdi Ordusu’nun kolu olarak kurulmuştur. Ancak Mehdi Ordusu’nun dağılmasıyla birlikte faaliyetine son vermiştir. Samarra ve Tikrit operasyonlarıyla yeniden faaliyet göstermeye başlamıştır. Faaliyetleri internet sitesinde (almaoaod.net) yayımlanmaktadır. Bu bahsedilenler dışında ismen bilinen bazı gruplar da bulunmaktadır. Genel olarak daha büyük milis grupların bir kolunu oluşturmakta ve belirli bir bölgenin korunması veya kontrolü amacıyla kurulmuştur. Bunlardan bazıları aşağıda listelenmiştir: •

Hareket el-Abdal



Seraya ez-Zehra



Hizbullah el-Ebrar



Liva Ammar ibn Yasir



Liva İmam el-Hasan el-Mücteba



Ketaib el-Fetih el-Mubin



Liva eş-Şebab er-Risali



Liva es-Sadıkeyn



Liva el-Kaim



Liva İmam el-Kaim



Liva el-Karya

/

259

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

TARTIŞMALI BİR DDSA OLARK NUSRA CEPHESİ CAN ACUN,* BILAL SALAYMEH**

GİRİŞ

Son dönemlerde özellikle Ortadoğu coğrafyasında DDSA’lar (DDSA) devletlerin şiddet kullanma tekelini ellerinden alarak mevcut cari siyasi sistemlere meydan okuyan yapılar olarak tezahür etmeye başlamıştır. Bu meydan okumaları bir araştırma konusu olarak irdeleyebilmek akademisyen ve araştırmacılar için de ciddi zorluklar ihtiva etmektedir. Özellikle bu zorluğun militan radikal selefi gruplar örneğinde daha da güçlü olduğu söylenebilir. Zira militan gruplar devletlerden sadece şiddet kullanma tekelini almamakta aynı zamanda devletlere üzerinde kurulduğu ideoloji ve modern ilkeler konusunda da meydan okumaktadır. Bu bağlamda Nusra Cephesi’nin incelenmesi ayrıca önem arz etmektedir. Nusra Cephesi’nin ele alınmasında başka önemli bir husus ise çatışma bölgeleri ve içinde bulunduğu kaos ve rekabet ortamında DDSA’ların nasıl bir varlık ve etkinlik gösterdiğidir. Silahlı mücadeleye dönüşen Suriye devrimi birçok DDSA’ya alan açmıştır. Fakat zaman geçtikçe DDSA’lar arasında da rekabet söz konusu olmuştur. Bu rekabet zamanla silahlı bir mücadeleye dönüşmüş, hem sahadaki dengeleri hem de silahlı grupların kendi oluşum ve kimliğini etkilemiştir. Nusra Cephesi ile DEAŞ arasındaki silahlı çatışmada dönüşüm geçiren bu rekabet açık şekilde gözlemlenebilir. Dolayısıyla Nusra Cephesi’nin incelenmesi araştırmacılara DDSA’lar arasındaki ilişkileri gözleme imkanı ve bu grupların yaşadığı dönüşümü analiz etme fırsatı sunmaktadır. * Araştırmacı, SETA Dış Politika Araştırmaları Direktörlüğü ** Araştırma Asistanı, SETA Dış Politika Araştırmaları Direktörlüğü

/

261

262

/

TA R T I Ş M A L I B İ R D D S A O L A R K N U S R A C E P H E S İ

Nusra Cephesi küresel militan selefiliğe dayanan ve Suriye tecrübesinde şekillenen cihadi bir hareket olmasıyla beraber küresel cihat akımının yaşadığı dönüşümü de temsil etmektedir. Küresel söylemlerden ziyade yerel bir söylem benimsemek, bulunduğu alanda bir düzen kurmaya çalışmak ve saha dışındaki aktörleri hedef almamak gibi tutumlar “Küresel cihadı yeni bir eğilime mi taşıyor?” sorusunu beraberinde getirmiştir. Ayrıca Nusra Cephesi ile hilafet ilan eden DEAŞ arasında yaşanan çatışma küresel cihadın ilke ve iddialarının sorgulanmasına da yol açmıştır. Yukarıda söz edilen hususlar ışığında Nusra Cephesi’nin incelenmesi akademik arenada kendine bir alan bulmaya çalışan DDSA çalışmalarına önemli bir katkı sunacaktır. NUSRA’NIN SÖYLEM ANALİZİ

Suriye’de Nusra Cephesi’ni El-Kaide’ye bağlı diğer gruplardan farklı kılan en önemli özelliklerden birisi klasik El-Kaide söyleminden farklı bir söylemi benimsemesidir. “Küresel cihat/selefi cihadilik”ten daha çok Suriye merkezli bir diskur takip eden Nusra Cephesi zaman zaman Suriye devriminin söylemlerine yakın ve devrimci bir dil kullanmaktadır. Fakat Suriye devrimine yakın olan söylemin –örgütün gerçek düşünce ve ideolojisini yansıtmaktan ziyade– maslahat anlayışı kapsamında konjonktürel olarak örgüt tarafından kullanıldığını söylemek mümkündür. Hatta örgütün Suriye devrimi söylemlerine kendini sahada tahkim etmek ve nihai hedeflerine ulaşmak için bir kılıf olarak başvurduğuna yönelik işaretler mevcuttur. Nitekim örgütün Suriye devrimi bayrağının kullanılmasına yönelik sert tepkisi bunun bir örneğini teşkil etmektedir. Aslında Nusra Cephesi’nin zaman zaman kullandığı diğer muhaliflere yakın söylemler ve gösterdiği pragmatik dil stratejik olmaktan ziyade yaşanan şartların gereğine göre ve geçici bir süreliğine tercih edilen taktiksel bir düzlemde ilerlemiştir. Zaman zaman üslubunu yumuşatan ve devrim dilini kullanan Nusra Cephesi’nin

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

ihtiyaç duyduğu anda tekrar radikal üsluba başvurmaya başladığı görülebilmektedir. Örneğin 2015’te Ahraru’ş-Şam başta olmak üzere diğer muhalif grupların katıldığı ve Nusra Cephesi’ni adeta izole eden Riyad Konferansı esnasında Nusra kendisine alan açabilmek adına oldukça devrimci bir söylem kullanmış, konferansa katılan grupların Suriye devrimine ihanet ettiğini öne sürmüştür. Yine örgütün lideri Culani Riyad Konferansı’nın devrime karşı yapılmış bir komplo olduğunu söylemiştir.39 Fakat zamanı geldiğinde hem yabancı hem de yerli savaşçıları örgüte katılmaya teşvik için küresel cihatçı bir dil kullanmaktan da çekinmemiştir. Bu eğilim Abdullah Muheysini’nin öncülüğünde Nisan 2016’da düzenlenen “Enfero” kampanyasında da açık bir şekilde kendini göstermektedir. Öte yandan Nusra’nın içinde farklı siyasi ve ideolojik görüşleri benimseyen liderler bulunduğundan dolayı örgütün tek bir söylemi yoktur. Hatta bazen çelişkili söylemler kullanıldığını tespit etmek mümkündür. Bu muhtelif görüşler ve söylemlerden dolayı Nusra Cephesi’nden zaman zaman kopmalar dahi yaşanmıştır. Bu kopmalar radikal görüşlere sahip Ebu Hatice Ürdüni’den ılımlı kanatta yer alan Ebu Salih Hemvide’ye kadar uzanmaktadır. Nusra Cephesi’nin içinden çıkan muhtelif seslerin bir örneği 2013 ortasında Nusra Cephesi-DEAŞ çatışmasının başlamasıyla beraber görülmüştür. Bir tarafta DEAŞ’ı sert bir şekilde eleştiren ve ona karşı sonuna kadar silahlı mücadele veren Nusra Cephesi’nin Deyrizor emiri Ebu Maria Kahtani dururken diğer tarafta DEAŞ’a karşı daha yumuşak bir tavır gösteren hatta ona alan açan Nusra Cephesi’nin Kalemun bölgesi emiri Ebu Malek Telli yer almıştır. Bu iki isim farklı pozisyonlar üzerinden farklı söylemler kullanmışlardır.40 “Zaim El-Nusra Yaşunnü Hucumen ‘Ala”, YouTube, 12 Aralık 2015, www.youtube.com/watch?v=X6j_bdbERPI, (Erişim tarihi: 2 Nisan 2017). 39

Ebu Malek Telli daha sonra kendisi DEAŞ’a karşı Kalemun’da silahlı mücadele başlattı. Bkz. Ahmet Aba Zeyd, “ ‫تحــوالت خطــاب تنظيــم القاعــدة فــي ســوريا‬. (Tahawulat Hitap Tanzeem El-Kaide fi Suriye)”, Omran Araştırma Merkezi, (Haziran 2016), s. 3. 40

/

263

264

/

TA R T I Ş M A L I B İ R D D S A O L A R K N U S R A C E P H E S İ

Nusra’nın birçok muhalif grupla birleşerek oluşturduğu Heyet-i Tahriru’ş-Şam (HTŞ) çatısı altında da farklı üslup, siyasi, ideolojik pozisyonların birbiriyle rekabet ettiği ve farklı tonlarda çeşitli söylemlere başvurulduğu sıklıkla görülebilmektedir. Suriye devrimine, diğer muhalif gruplara, Türkiye gibi ülkelere ve nihayetinde El-Kaide ile olan ilişkilere yönelik pozisyon ve söylem farklılıkları yapılan açıklamalarda kendisini gösterebilmektedir. NUSRA’NIN KURULUŞU

Arap Baharı sonrası protesto dalgalarının Suriye’ye de ulaşması sonucunda Suriye krizi 15 Mart 2011’de başlamıştır. Gösteriler yaklaşık birkaç ay boyunca barışçıl protestolar şeklinde devam etmiştir. Hükümet güçlerinin protestoları katliamlarla bastırmaya çalışması hem Suriye içinden hem de dışından pek çok kimsenin silahlı direnişe yönelmesine neden olmuştur. Suriye ordusundan ayrılan subayların kurduğu Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) ilk dönemlerde protestocuları korumayı amaçlasa da ileriki dönemde süreç rejim yanlısı güçlere karşı sıcak çatışmalara doğru evrilmiştir. Zamanla İslami grupların ve yerel birliklerin artmasıyla savaş şiddetlenmiştir. Nitekim Suriye sahası Irak’ta bulunan cihatçılar için de cazibe merkezi haline gelmiştir. 2011’in sonunda Irak’tan Suriye’ye gelen tecrübeli cihatçılar örgütlenmeye başlamıştır. 22 Ocak 2012’de yayımlanan bir ses kaydına göre Ebu Muhammed Culani Nusra Cephesi’nin kuruluşunu ilan etmiştir. Kuruluş ilanıyla beraber Esed rejimine karşı bir dizi saldırıyı da üstlenmiştir.41 Örgüt “Suriye rejiminin katlettiği sivil halkı korumak” şeklinde belirlediği amacına uygun bir isim seçerek adını “Cebhetü’l-Nusra li Ehli’ş-Şam min Mucahidi’ş-Şam fi Sahati’l-Cihad” (Şam Halkını Korumak için Nusret [Yardım] Cephesi) şeklinde duyurmuştur. Örgüt ilk ilan bildirgesinde Golan Tepeleri’ne ve 41

“Islamist Group Claims Syria Bombs ‘to Avenge Sunnis’”, Al Arabiya, 21 Mart 2012.

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

liderlerinin Suriyeli olduğuna atıfta bulunarak Ebu Muhammed Culani’yi lider olarak açıklamıştır.42 Nusra Cephesi 2012’nin başından 2013’ün ortalarına kadar muhaliflerin kontrol ettiği bölgelerde yayılarak Suriye’de rejim karşıtı yapıların önemli ve etkin unsurlarından biri olmuş ve kısa sürede muhalif gruplar arasından sıyrılmıştır. Ancak Nisan 2013’te Irak İslam Devleti (IİD) lideri yaptığı ani bir açıklamayla Nusra Cephesi’nin kendileri tarafından kurulduğunu söyleyerek iki yapının da tek bir çatı ve isim altında yoluna devam edeceğini duyurmuş ve yeni yapının adını Devletü’l-İslamiyye fi’l-Irak ve’ş-Şam (Irak ve Şam İslam Devleti, DEAŞ) olarak açıklamıştır. 13 Nisan 2013’te IİD örgütü lideri Ebubekir Bağdadi bir ses kaydıyla Nusra Cephesi’ni feshettiğini, örgütünün faaliyet alanını Suriye’ye doğru genişleterek DEAŞ’ı kurduğunu açıklamıştır.43 Nusra lideri Culani ise yaptığı açıklamada44 bu kararı reddetmiştir. Bu ayrışma sonrası DEAŞ’ın Suriye’deki birimleri Nusra Cephesi’ne ait birçok merkezi, silah depolarını ve maddi kaynakları ele geçirmiştir. O dönemde DEAŞ’ın Suriye’de hem Nusra Cephesi hem de saldırdığı muhalif gruplardan büyük ölçüde silah/mühimmat ve finansal gelir elde ettiği değerlendirilmektedir. Nusra Cephesi’nin El-Kaide’ye bağlılığını ilan etmesi organik bağının yanı sıra aslında taktiksel açıdan da atılmış bir adımdır. Zira DEAŞ sahip olduğu medya imkanları, askeri başarı ve tecrübesi itibarıyla Suriye’de etkinliğini giderek daha fazla artırmaya başla42 Ahmed Huseyn Şara (Culani) gerçekten de Golan bölgesinde bulunan Kuneytra’ya bağlı Rafid köyünde doğmuştur. Bölge İsrail güçleri tarafından işgal edildiği için Culani ailesiyle göç etmek zorunda kalmıştır. Nusra lideri Esed rejiminin üst düzey isimlerinden Faruk Şara (Dışişleri Bakanı ve Başkan Yardımcısı) ile de akrabadır. 43 “‫”إعـــان الـــدولة اإلسالمـــية فــي {العــراق والشــام} أميــر المؤمنيــن أبــو بكــر الحســيني‬, YouTube, 9 Nisan 2013, www.youtube.com/watch?v=1CukB6APYJ8, (Erişim tarihi: 15 Ağustos 2018).

“‫”مبايعــة أبــي محمــد الجوالنــي قائــد جبهــة النصــرة للشــيخ الظواهــري القائــد العــام للمجاهديــن‬, YouTube, 26 Mayıs 2013, www.youtube.com/watch?v=USkf0fa9Vm8, (Erişim tarihi: 15 Ağustos 2018). 44

/

265

266

/

TA R T I Ş M A L I B İ R D D S A O L A R K N U S R A C E P H E S İ

mış, Nusra Cephesi ise bu güçlü imaja karşı durabilmek için El-Kaide’nin selefi cihadi dünya içindeki güçlü imajını arkasına alarak karşı durmayı planlamıştır. Bu pragmatik adım ilk anda acil olan tehdidi (DEAŞ) kısmen durdurmayı başarsa da daha sonra Nusra Cephesi için ciddi bir sorun haline gelmiştir. Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Nusra Cephesi’ni 15 Aralık 2012’de terör örgütleri listesine almıştır.45 Türkiye de Nusra Cephesi’ni Mayıs 2014’te terör örgütleri listesine dahil etmiştir.46 Nusra Cephesi ile DEAŞ arasındaki ilişkiler Nisan 2013’ten Ocak 2014’e kadar geçen sekiz ay boyunca küçük çatışmalar dışında herhangi bir tırmanma yaşanmadan gergin bir rekabet ilişkisi biçiminde devam etmiştir. DEAŞ liderliği Nusra Cephesi’ni kendilerinin kurduğunu dolayısıyla örgüte ait kazanımların, silah, emtia ve savaşçıların kendilerine ait olduğunu iddia etmiştir. Bunun ardından DEAŞ harekete geçerek Nusra Cephesi’ne ait pek çok bölgeyi ele geçirmiştir. Nusra Cephesi bu dönemde ciddi bir zayıflama evresine girmiştir. Abdulaziz Katari, Ebu Halid Suri, Muhsin Fadıli gibi eski cihat liderleri ve bazı gruplar iki örgüt arasında ara buluculuk girişimlerinde bulunmuşlar fakat bir sonuç elde edilememiştir. Nihayetinde Ocak 2014’e kadar geçen sürede Nusra Cephesi yaşadığı ilk krizden zararla çıkmıştır. Ayrıca örgüt ilerleyen süreçte yeni meydan okumalarla da karşılaşmıştır. Nusra Cephesi DEAŞ ile ayrılma sürecinde El-Kaide bagajını açık bir şekilde (gizli biat yerine) yüklenmek durumunda kalmıştır.47 Örgüt 2016’da tekrar El-Kaide ile ilişkilerini kestiğini ilan etmiş ancak uluslararası are45

“Syrians Decry US Blacklisting of Rebel Group”, Aljazeera, 15 Aralık 2012.

“Bakanlar Kurulu Kararı-Karar Sayısı: 2014/6388”, Resmi Gazete, 3 Haziran 2014, Sayı: 29019. 46

47 Aslında Nusra Cephesi henüz kendi öz beyanı bulunmadığı erken dönemde dahi ABD tarafından terör örgütleri listesine eklenmekten kurtulamaması ve Washington’ın örgüte karşı net tavrı Nusra’nın aleni şekilde El-Kaide’ye biat ettiğini duyurmasında etkili olmuştur.

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

nada yine de El-Kaide ile birlikte anılmıştır.48 2016’da Nusra Cephesi’nin hem uluslararası güçler tarafından hedef alınmamak hem de sahada gücünü tahkim etmek için çatı oluşum kurma arayışına girdiği görülmektedir. Aslında Suriye krizinin başlangıcından itibaren tek bir çatı altında toplanamayan muhalif yapılar sürekli halk tarafından birleşmeye yönelik taleplerle karşılaşmışlardır. Öte yandan DEAŞ’a karşı büyük mağlubiyetler yaşayarak İdlib bölgesinde sıkışan Nusra Cephesi ve muhalif gruplar özellikle Rusya müdahalesi ve Halep’in kontrolünün Esed rejimine geçmesinden sonra zor duruma düşmüştür. Buna ilaveten devam eden siyasi süreçte 2016’ya gelindiğinde DEAŞ’la birlikte Nusra Cephesi de hedef gösterilmeye başlanmıştır. İdlib’de gücünü gittikçe tahkim eden Nusra Cephesi bu gelişmelere cevaben diğer muhalif gruplara birleşme teklifinde bulunmuştur. İdeolojik nüanslar, yerel güç mücadeleleri ve dış bağlantıların yanı sıra El-Kaide ile aynı yerde anılmak istemeyen gruplar Nusra Cephesi ile tek bir çatı altında bulunmamayı tercih etmişlerdir. Nitekim bazı muhalif isimler Nusra Cephesi’nin sunduğu birleşme teklifine karşılık örgütün bu yapılar üzerinde nüfuz ve kontrolünün artacağı tehdidine dikkat çekmişlerdir. Bazıları ise bu tekliflerin Nusra Cephesi’nin dış müdahaleye karşı bir koruma stratejisi olduğunu öne sürmüşlerdir. Öyle ki zaten uluslararası güçlerin hedefinde olan Nusra Cephesi bu yöntemle diğer grupları da safına çekerek kendileriyle yapılması hedeflenen mücadeleyi etkilemek istemiştir. Nusra Cephesi’nin Temmuz 2016’da Şam’ın Fethi Cephesi (ŞFC) projesi ardından Ocak 2017’de HTŞ oluşumu ve en son İdlib’de 48 2016’da Nusra Cephesi adını Şam’ın Fethi Cephesi (ŞFC) olarak değiştirerek daha geniş bir koalisyon kurabilmek ve diğer muhalif gruplarla birleşmek için –görüşmelerin bir ön şartı ile– El-Kaide’nin Suriye kolu şeklinde yoluna devam etmeyeceğini duyurmuştur. Yakın dönemde ise Ahrar Hareketi’nin önceki lideri Ebu Cabir liderliğinde bazı grupların da katılımıyla ŞFC kendini feshetmiş ve HTŞ’yi ilan etmişlerdir. Ancak yine de ABD ve diğer bazı ülkelerin terör listelerinde kalmışlardır.

/

267

268

/

TA R T I Ş M A L I B İ R D D S A O L A R K N U S R A C E P H E S İ

sivil yönetimin inşası ve “Kurtarma Hükümeti” projeleri bu bağlamda dikkate alınabilir. NUSRA’NIN İDEOLOJİSİ VE HEDEFLERİ

Nusra Cephesi’nin ideolojisi örgütün kendi tecrübeleri ışığında nevi şahsına münhasır bir şekilde teşekkül etse de kökleri ve temel oryantasyonu selefi cihadi akımın içinden çıkan Merkezi El-Kaide ideolojisine dayanmaktadır. 1980’lerde Sovyet işgalinin ardından Afganistan’da kendine alan bulmuş cihadi akımın önderliğini Abdullah Azzam üstlenmişti. Ancak Filistin asıllı ve İslami Bilimler Fakültesi’nde hocalık yapmış olan Azzam Sovyetler’in Afganistan’dan çekilmesiyle bu ülkeye gelen “Arap mücahit”lerin rolünün bittiğini düşünmekte iken cihadın işgalin sona ermesiyle bitmediğini ve İslami devlet kurulana kadar devam edeceğini savunan karşı tezle küresel cihat anlayışını geliştirmeye başlamıştı. Özellikle Mısır’dan gelen Mısır İslami Cihat Hareketi ve 1960-70’lerde Mısır’da ortaya çıkan örgütle geçmişi olanlar ikinci tezi savunmaktaydı. El-Kaide’nin şimdiki lideri Eymen Zevahiri de bu tezi savunanların ileri gelenlerindendi. Finansal imkanları ve fedakarlığıyla dikkat çeken –o dönemde genç bir isim olan– Usame bin Ladin bu iki görüşün arasında gidip gelmişti. Başta Azzam’ın karizmasının etkisi altında kalan Bin Ladin, Azzam’ın 1989’da bir suikast neticesinde vefat etmesiyle ikinci görüşe yakınlaşmıştı. Usame bin Ladin bu yakınlaşmanın sonunda Eymen Zevahiri gibi isimlerle birlikte 80’lerin sonuna doğru El-Kaide örgütünü kurmuştu. “İslam devleti” ve “hilafet” kurmayı amaçlayan El-Kaide bu hedefi hayata geçirmek için küresel cihat doktrinini benimsemiştir. Geliştirdiği bu doktrin çerçevesinde örgüt ABD’nin çıkarlarını hedef almaya çalışmıştı. Bu anlamda 1998’de Tanzanya Darüsselam ve Kenya’nın başkenti Nairobi’de ABD büyükelçiliğine yönelik bomba saldırıları düzenlemişti. Aynı şekilde 1996’da Suudi Arabistan’ın

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

Hubur şehrinde olduğu gibi ABD’lileri hedef alan çeşitli saldırılar düzenlenmişti. 2001’de New York’ta gerçekleşen 11 Eylül saldırısı da El-Kaide tarafından üstlenilmişti. Küresel cihat doktrini kapsamında “uzak düşman” olarak ABD’yi hedef almayı önceleyen El-Kaide 2000’lerin başında “yakın düşman” addettiği Washington’ın kontrolünde olduğunu iddia ettiği İslam dünyasındaki hükümetlere karşı da eylemler düzenlemeye başlamıştı. Irak işgalinden sonra cihadi sahneye çıkan Ebu Musab Zerkavi’nin getirdiği katı tekfirci anlayış, Ebu Muhammed Makdisi’nin yarattığı etki ve El-Kaide’nin liderliğinin Usame bin Ladin’den (öldürülmesinden sonra) Zevahiri’ye geçmesi gibi yeni dinamikler cihat anlayışındaki farklı nüansları belirginleştirip açık bir şekilde birbiriyle çatışır hale getirmeye başlamıştı. Zerkavi öncülüğünde gelişen ve daha önce onun kurduğu “Tevhit ve Cihat” örgütünün devamı olan Mücahitler Şura Konseyi 2006’da (Zerkavi’nin öldürülmesinden sonra) IİD’ye dönüştü. IİD küresel cihadın temsilinde El-Kaide’ye meydan okumaya başlamıştı. Bu rekabet daha sonra kurulacak DEAŞ ve Nusra Cephesi arasındaki ilişkilere de yansımıştı. Selefi cihadi akımın Suriye’deki tezahürü olan Nusra Cephesi’nin bu akımın ideolojisi ve hedeflerinden bağımsız olarak okunması mümkün değildir. Nusra Cephesi’nin kurucusu ve lideri Ebu Muhammed Culani Aljazeera’ye verdiği ilk mülakatta Nusra Cephesi’nin ani bir proje olmadığı bilakis peygamber Hz. Muhammed’e (s.a.v.) dayanan bir tarihe dayandığını vurgulamıştır.49 Culani yine bu demeçte Suriye’deki Nusra Cephesi’nin Irak cihadına dayandığını ve Irak’taki komuta (IİD komutası) onayıyla kurulduğunu belirtmiştir. Irak’tan Suriye’ye gelen Nusra Cephesi hedeflerinin Suriye halkının Esed rejiminden kurtarılması ve desteklenmesi olduğunu sürekli ifade etse de nihai amacının Suriye’de şeriata uygun bir 49 “Ebu Muhammed el-Culani, el-Nusra ve Mustakbel Suriye”, Aljazeera, 19 Aralık 2013.

/

269

270

/

TA R T I Ş M A L I B İ R D D S A O L A R K N U S R A C E P H E S İ

yönetim kurmak olduğunu gizlememiştir. Culani, Nusra’nın temel kaygısının Suriye’de Allah’ın şeriatını uygulayacak İslami bir hükümet kurmak olduğunu açık bir şekilde ifade etmiştir.50 Nusra Cephesi bu nihai hedefin Suriye’nin devrimine aykırı olmadığını, tam tersi Suriye halkının artık uyandığını ve halkın şeriat getirmek istediğini öne sürmüştür. Bunun üzerine Nusra Cephesi getirilecek şeriatın Suriye devrimine aykırı olmadığı gibi şeriat kurma projesinin Esed devrildikten sonra gerçekleşeceğini ifade etmiştir. Başka deyişle Nusra Cephesi ilk aşamada şeriatı getirmek değil Esed’i devirmeyi öncelediğini iddia etmiştir. Culani “Esed devrildikten sonra Suriye şeriata uygun bir şekilde yönetilecektir”51 ifadesini kullanmıştır. Esed’i devirerek yerine İslami bir yönetim kurmak isteyen Nusra Cephesi öncelikli hedeflerinin Esed’i devirmek olduğunu vurgulamasına rağmen rejim otoritesinin ortadan kalkmasıyla beraber kendi anlayışına uygun şer’i heyet ve şer’i mahkemeler kurmaya başlamıştır. 2013’te özellikle Rakka ve Deyrizor’da oluşturulan bu heyetler Nusra Cephesi’nin ilk İslami yönetim deneyimini teşkil etmiştir. Fakat 2014’e gelindiğinde Culani’nin 2012’deki ilk mülakatında açıkladığı ideallerinin (Esed’i devirmek ve Suriye genelinde şeriata uygun bir yönetim getirmek) aslında gerçekleşmesi oldukça güç hedefler olduğu anlaşılmıştı. DEAŞ’ın ortaya çıkması ve Suriye’nin büyük bir kısmını işgal etmesi muhalefetin Suriye’nin belli dar bölgelerde sıkışmasını da beraberinde getirmişti. Özellikle Suriye’nin kuzeybatısında sıkışan muhalefet bütün Suriye’yi kontrol edemeyebileceğini ciddi şekilde düşünmeye başlamıştı. Nusra Cephesi’nin Esed’i devirdikten sonra Suriye genelinde İslami bir yönetim kurma söyleminden ziyade 2014’te muhalefetin kontrol ettiği Suriye’nin herhangi bir bölgesinde İslami bir emirlik oluşturma hedefi dile getirilmeye başlanmıştı. Bu konuda Nusra 50

“Ebu Muhammed el-Culani, el-Nusra ve Mustakbel Suriye”.

51

“Ebu Muhammed el-Culani, el-Nusra ve Mustakbel Suriye”.

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

Cephesi lideri Culani’ye ait bir ses kaydı Temmuz 2014’te medyaya sızdırılmıştı. Ses kaydına göre Culani Halep’te Nusra liderleriyle yaptığı bir toplantıdaki konuşmasında İslami bir emirlik kurmak istediklerini dile getirmekteydi.52 Bu değişimi Nusra Cephesi’nin ideolojisindeki önemli kavramlardan biri olan “maslahat” ile açıklamak mümkündür. Culani’nin Nusra Cephesi’ni IİD’den ayırma ve “İslami devlet”i duyurmama hususlarında gösterdiği maslahat gerekçesi örgütün ideolojisinde merkezi bir yer teşkil etmektedir. Kavram İslam fıkhında yerleşmiş olup “şer’i hükümlerin içerdiği veya akıl ve tecrübe yoluyla belirlenmekle beraber bunlarla uyum içinde olan faydalar” anlamına gelen bir terimdir. Hem kalıp hem de mana bakımından maslahatla uygunluk taşıyan menfaat kelimesi “hazzın elde edilmesi ve korunması” şeklinde açıklanmaktadır. Bunların karşıtı mefsedet ve mazarrattır. Maslahat –geniş anlamıyla– fayda sağlanmasının yanında zararın bertaraf edilmesini de kapsamaktadır.53 Buna göre Nusra Cephesi birçok olayda maslahat kavramı ışığında hareket ederek “faydayı artırma ve/veya zararı defetme”ye çalışmıştır. Nusra Cephesi maslahat anlayışına dayanarak daha pragmatik ve taktiksel adımlar atmıştır. Örgütün kavram mefhumunu benimseyen en belirgin adımı ise 28 Temmuz 2016’da aldığı Merkezi El-Kaide’den ayrılarak ŞFC’yi kurma kararında görülmektedir. Aslında maslahatın sabit olmadığı ve şartlara göre dönemsel olarak değişebileceğini hatırlatmakta fayda vardır. Başka bir deyişle bir zamanlar El-Kaide’ye bağlanmakta sakınca görmeyen Nusra Cephesi başka zamanlarda El-Kaide’den ayrılmakta maslahat olduğunu savunmuştur. Ayrıca bu kavram –her ne kadar dini olsa da– sabit değildir ve bunu belirleyen merci konusunda da ihtilafa yol açabilir. Yani bu maslahatı grubun şer’i liderleri mi yoksa siyasi liderleri mi belirleyecektir? Örneğin Eylül 2017’de medyaya sızan 52

“Ba’d Daeş, İmare İslamiye Li el-Nusra”, Al Arabiya, 12 Temmuz 2014.

53

İbrahim Kafi Dönmez, “Maslahat”, TDV İslam Ansiklopedisi, Cilt: 28, (2003), s. 79.

/

271

272

/

TA R T I Ş M A L I B İ R D D S A O L A R K N U S R A C E P H E S İ

ses kayıtları iki ay öncesinde Ahraru’ş-Şam’a karşı yapılan tasfiye operasyonunun Muheysini başta olmak üzere şer’i liderlerin onayı olmaksızın grubun fiili lideri Culani’nin kararıyla yapıldığını ortaya çıkarmıştır. Buna binaen örgüt için maslahat kavramı dini bir argümandan ziyade güç mücadelesinde siyasetini meşrulaştırmak için kullanılan bir araçtır. Nusra’nın temayüz ettiği farklı bir husus ise yakın-uzak düşman anlayışıdır. Yukarıda belirtildiği gibi selefi cihadi hareketlerin aralarında farklılıklar bulunmakla beraber hedef aldığı “düşman” açısından temelde iki farklı anlayışı benimsediği söylenebilir. Merkezi El-Kaide özellikle 1990’larda benimsediği “uzak düşman” doktrini gereği İslam ülkelerindeki rejimlerden ziyade ABD’yi hedef almıştır.54 El-Kaide lideri Usame bin Ladin’in ifadesiyle “El-Kaide yılanın başını vurmayı tercih etmektedir.” “Uzak düşman” doktrininin karşısında selefi cihadi camiasında gelişen “yakın düşman” doktrini ise uzak düşman olan ABD’yi hedef almaktan vazgeçmeksizin ABD’nin “iş birlikçileri” ve “tağut rejimleri”ne de odaklanmayı öncelemiştir. Yakın düşman doktrini –her ne kadar Mısır’daki cihadi hareketlerle 70’lere ve 80’lere kadar uzanan bir geçmişe sahip olsa da– El-Kaide’nin uzantıları (Arap Yarımadası El-Kaidesi, Arap Mağribi El-Kaidesi gibi örgütler) mevcut rejimleri hedef alarak bu doktrini küresel cihat sahasında pekiştirmiştir. Irak’ın işgalinden sonra cihadi sahnede rolünü pekiştiren Ebu Musab Zerkavi yakın düşman doktrinini ileri bir aşamaya taşıyarak selefi cihadi grupların yeni bir cephesini açmıştır. Zerkavi’nin deyişiyle yakın düşman sadece mevcut rejimleri değil aynı zamanda “İslami olmayan” diye adlandırdığı başka silahlı grupları da kapsayabilmektedir.

Selefi cihadi hareketlerde yakın-uzak düşman tartışması için bkz. Ufuk Ulutaş, The State of Savagery: ISIS in Syria, (SETA Yayınları, İstanbul: 2016), s. 79-80. 54

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

Suriye tecrübesi Nusra Cephesi’nin “uzak düşman” anlayışına da farklılık getirmiştir. DEAŞ’ın ortaya çıkarak Nusra Cephesi’ne de saldırması ve özellikle 2013’ün sonlarında örgütün marjinalleştirilmesi Nusra Cephesi’ni diğer Suriyeli muhalif gruplarla iş birliğine itmiştir. Zamanla bu durum ortak düşmana karşı pekişip Esed rejimine karşı –Fetih Ordusu örneğinde olduğu gibi– askeri bir ortaklık haline gelmiştir. Bir yandan Suriye sahası ve dinamiklerinin zorunlu kıldığı yakınlaşma diğer yandan Irak tecrübesinden alınan dersler Nusra Cephesi’nin “uzak-yakın düşman” anlayışını farklı kılmıştır. Nusra Cephesi’nin “uzak-yakın düşman” tartışmasında şahsına münhasır bir pozisyon aldığını söylemek mümkündür. Yakın düşmanı temsil eden Esed rejimini hedef almakla beraber uzak düşman ABD’ye direkt odaklanmak yerine “sahadaki iş birlikçiler”ine yönelmek Nusra için meşru görülmüştür. Örgütün lideri Culani yayımladığı ilk ses kaydında “yakındaki düşmanlara karşı savaşmak için Batılı [uzak] düşmanlardan yardım almak” fikrini ağır bir şekilde eleştirerek böyle bir adımı “Allah’ın affetmeyeceği”ni söylemiştir. Culani bu açıklamada her iki tarafı da (uzak ve yakın/Batı ve Esed rejimi) düşman ilan etmiştir. Culani yakın düşmanı (Esed rejimi) öncelese de uzak düşmanından vazgeçmiş değildir. Yakın düşmanla mücadeleye odaklanan Nusra Cephesi uzak düşmana saldırıya geçmese de “sahadaki iş birlikçiler”ini fırsat bulduğunda hedef almaktan yana tereddüt etmemektedir. Tedrici bir politika izleyen Nusra sert hamlelerle beraber uzun soluklu bir yaklaşım sergilemektedir. Bu tedrici ve pragmatik politika yukarıda belirtilen maslahat kavramıyla açıklanabilir olsa da Nusra Cephesi’nin yakın-uzak düşman anlayışı örgütün ideolojisinde merkezi bir yer tutmakta ve bu anlayış fırsat oluştuğunda örgütün askeri doktrininde hemen tezahür etmektedir.

/

273

274

/

TA R T I Ş M A L I B İ R D D S A O L A R K N U S R A C E P H E S İ

NUSRA’NIN SİYASİ FAALİYETLERİ

Nusra Cephesi diğer selefi cihadi gruplar gibi siyasi arenadan ziyade askeri alanda faaliyet göstermeye öncelik vermektedir. Siyasi aktivitelerin parçası olan müzakerelere birçok defa prensipte karşı olduğunu belirtmiştir. Askeri mücadeleyi önceleyen örgüt Suriye Muhalif ve Devrimci Güçler Ulusal Koalisyonu (SMDK) başta olmak üzere muhalefetin siyasi oluşumlarını reddetmiştir. Aralık 2015’te düzenlenen Riyad Konferansı ve Yüksek Müzakere Heyeti’ni tanımadığını ortaya koymuştur. Nusra Cephesi Astana sürecine yönelik de benzer bir tavır takınmıştır. Örgüt Astana süreci başlatıldıktan hemen sonra HTŞ’yi kurmuştur. ŞFC ile beraber Nurettin Zengi, Ceyşu’s-Sünne ve Ahrar’dan ayrılanlar gibi HTŞ’nin kurucu gruplarının da Astana sürecine karşı olduğu bilindiğinden bazı analistler tarafından yeni oluşum “Astana’yı Reddedenlerin Bloku” olarak tanımlanmıştır.55 Nitekim HTŞ hem yayımladığı bildiriler hem de sözcülerinin açıklamalarında Astana sürecini reddettiğini açık bir şekilde ifade etmiştir. Örneğin Nisan 2017’de HTŞ tarafından yayımlanan bildiride Astana süreci ve buna katılan gruplar ağır bir dille eleştirilmiştir. Söz konusu süreç “ihanet ve komplo” olarak nitelendirilmiştir. Aynı şekilde 6. Astana toplantısından sonra İdlib’de çatışmazlık bölgesi oluşturulması başta olmak üzere toplantıdan çıkan kararlar eleştirilerek HTŞ tarafından reddedilmiştir. Öte yandan Nusra Cephesi siyasi faaliyetlere yönelik sert tavrına karşın maslahat kavramına dayanarak pragmatik adımlar atabileceğini de göstermiştir. Örneğin Nusra Cephesi Türk Silahlı Kuvvetlerinin (TSK) 8 Ekim 2017’de Astana süreci kapsamında başlattığı İdlib’e intikal harekatının karşısında pragmatik davranarak TSK ile çatışmaktan kaçınmaya çalışmıştır. 55 Can Acun ve Bilal Salaymeh, “5 Soru: Heyet-ü Tahrir eş-Şam”, SETA, 10 Ekim 2017, www.setav.org/5-soru-heyet-u-tahrir-es-sam, (Erişim tarihi: 15 Ağustos 2018).

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

2017 ortasında ve özellikle yürütülen tahliye anlaşma müzakereleri kapsamında HTŞ’nin “siyasi işlerden sorumlu” pozisyonundan bahsedilmeye başlanmıştır. “Husam Şafi” kod adlı ve gerçek adı Zaid Attar olan kişinin HTŞ’nin siyasi işlerinden sorumlu olduğu iddia edilmiştir. Fakat bu kişinin sahada ve özellikle kamuda görünürlüğü oldukça sınırlı kalmıştır. Nitekim kısa bir süre sonra da istifa ettiği açıklanmıştır. HTŞ uzun bir sürenin ardından Mayıs 2018’de yeni siyasi işler sorumlusu olarak Yufu Hacer’i atadığını duyurmuştur. Hacer birkaç medya kuruluşuna röportaj verse de siyasi faaliyeti sınırlı kalmıştır. HTŞ’nin siyasi işlerden sorumlu pozisyonunun zayıf kalmasının hem HTŞ’nin yapısı ve Culani’nin tahakkümünden hem de HTŞ’nin terör örgütü sayılıp siyasi muhatap şeklinde alınmamasından kaynaklandığı söylenebilir. NUSRA’NIN ÖRGÜTSEL YAPISI

Önce Nusra Cephesi olarak daha sonra ŞFC ve en son irili ufaklı birçok grupla birleşerek oluşturduğu HTŞ yapılanması altında Suriye’nin farklı bölge ve cephelerinde faaliyet gösteren grup silahlı ve taktiksel güç bağlamında oldukça etkili bir DDSA olarak önümüze çıkmaktadır. Irak’tan Suriye’ye giriş yaptığı ilk dönemlerde ÖSO’nun etkili olduğu yerlerde konuşlanmaya başlayan örgüt Deyrizor ve Rakka vilayetleriyle birlikte özellikle ülkenin kuzey sathında etkili olmuştur. Ancak DEAŞ’ın bu bölgelere girmesiyle geri çekilmiş ve nihayetinde Suriye’nin güneyinde Dera ve Nava civarında, kuzeyde ise İdlib, Batı Halep, Kuzey Lazkiye ve Kuzey Hama bölgelerinde etkinlik kurmuştur. Halihazırda HTŞ bileşenleriyle birlikte İdlib kentinde büyük bir kontrole sahip olan Nusra bu bölgeyi merkezi haline getirmiştir. Örgütün askeri açıdan küçük gruplar halinde teşkilatlandığı görülmektedir. Bu grupların her birinin yaklaşık 15-25 kişiden oluştuğu değerlendirilmektedir. Her grubun ayrı bir kimlik nu-

/

275

276

/

TA R T I Ş M A L I B İ R D D S A O L A R K N U S R A C E P H E S İ

marasıyla birlikte silahlı mücadeleyi koordine eden bir komutanı bulunmaktadır. Grup üyelerinin örgüt liderinin yanı sıra bulundukları grubun komutanına da biat etmeleri gerekmektedir. Buradaki biat zincirinde hiyerarşik sorunları önlemek adına şu yöntem uygulanmaktadır: Büyük operasyonun yönetimi hariç küçük çaplı karar alma yetkisine sahip olan grup komutanları kendi sorumluluklarını da göz önünde bulundurarak saha komutanına biat etmekle mükelleftir. Nusra’nın komuta kontrol yapısı biat zinciri üzerinden bu bağlamda etkili bir şekilde yürütülebilmektedir. Bu küçük askeri grupların “makar” ismiyle andıkları küçük askeri karargahları vardır. Yerleşim yerlerinde kalan grup mensubu savaşçılar büyük çatışmaların yaşanmadığı zamanlarda nöbetleşe bir şekilde cephe hatları ve “haciz” ismiyle anılan kontrol noktalarında görev yapmaktadır. Silahlı grupların üst kademesinde ise her birinin ayrı ismi olan tugaylar bulunmaktadır. Bunların büyüklüğünün ise 100-200 savaşçı arasında olduğu değerlendirilmektedir. Tugaylar coğrafi bölgeyi çok iyi bilen tecrübeli saha komutanları tarafından yönetilmektedir. Örgütün genel askeri komuta kademesi stratejik direktifler veren bir yapıyı oluşturmakta ve bu yapı biat zinciriyle diğer birçok muhalif yapıya göre etkili şekilde yürütülmektedir. Suriye’deki komuta kontrol yapısına ek olarak Lübnan’da da bir teşkilatlanma çabasında olunduğu iddia edilmektedir. Lübnan’daki yapı daha çok mülteci kamplarında, Trablusşam ve Beka Vadisi gibi Sünnilerin yoğun yaşadığı yerlerde etkinliğini korumaya çalışmaktadır. Buralardan da örgüte yeni katılımların sağlanması açısından faaliyetler gerçekleştirmektedir. Nusra’nın Lübnan’daki askeri etkinliklerinin hedefleri arasında başta Hizbullah varken zaman zaman Lübnan devlet unsurları da yer almaktadır.56 56 Jennifer Cafarella, Harleen Gambhir ve Katherine Zimmerman, Jabhat al Nusra and ISIS: Sources of Strength, (Institute for the Study of War, Washington: 2016).

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

Nusra Cephesi kendi komuta kontrolüyle yürüttüğü operasyon ve askeri eylemlerin yanı sıra ülke genelinde muhaliflerin de dahil olduğu birçok operasyon odasında faaliyet göstermektedir. Nusra Cephesi’nin de yer aldığı Fetih Ordusu askeri muhalif grupları bir araya getiren en önemli operasyon odalarından birisi olarak ön plana çıkmaktadır. Fetih Ordusu koalisyonu İdlib’i Mart 2015’te rejimden ele alan güçtür. Fetih Ordusu daha çok İslami gruplardan oluştuğu için önemlidir. Zira Nusra Cephesi, mensuplarının ÖSO gruplarının ağırlıklı olduğu Fetih Halep operasyon odası gibi odalarda yer almasına izin vermemiştir. Nusra mensubu savaşçılar bu tür operasyon odalarına dahil olduklarında geçici olarak kendi biat zincirinin dışında emir komuta altına girebilmektedir. Ancak burada da oluşturulacak geçici operasyon odalarında İslami kimliğin ön plana çıkması şartı aranmaktadır. NUSRA’NIN ASKERİ STRATEJİSİ VE TAKTİKLERİ

Nusra’nın –diğer El-Kaide türevi örgütlere benzer şekilde– Ebu Musab Suri57 gibi El-Kaide bağlantılı isimlerin oluşturduğu stratejik-taktiksel metotları güncelleyip Suriye’deki yerel dinamikleri de gözeterek kendi mücadelelerine entegre etme çabası içinde olduğu görülmektedir. Buna göre öncelikle hem konvansiyonel hem de asimetrik yöntemleri kullanarak Esed rejimini yıpratıp adım adım kontrol alanını genişletmek ve diğer muhalif unsurları yutarak gerekli şartlar oluştuğunda rejimi devirip İslam şeriatının uygulandığı bir devlet inşa etme hedefi söz konusudur.

Küresel cihat düşüncesi ve askeri stratejisinin şekillenmesinde oldukça kritik rol oynayan isimlerdendir. Gerçek adı Mustafa bin Abdulkadir Sit Meryem Nasar’dır. Halep’te doğan Suri 1980’de İhvan-ı Müslim hareketine katılmış ve 1987’de Afgan-Rus harbinde yer almıştır. 2001’de de El-Kaide saflarında ABD’ye karşı savaşmıştır. Suri’nin 11 Eylül saldırılarında etkin rol aldığı iddia edilmektedir. Suri’nin kaleme aldığı 1.700 sayfalık Mukaveme (Küresel Cihad Cephelerinin Direnişi) isimli kitap askeri strateji ve taktikler açısından El-Kaide türevi tüm örgütler tarafından başyapıt olarak görülmektedir. 57

/

277

278

/

TA R T I Ş M A L I B İ R D D S A O L A R K N U S R A C E P H E S İ

Nusra konvansiyonel anlamda tanklar, zırhlı üniteler ve çok namlulu roketatar sistemlerin de dahil olduğu ağır askeri ekipmanlarla Suriye sathında birçok çatışmanın içerisinde yer almış, Esed rejimiyle birlikte zaman zaman PYD ve DEAŞ gibi unsurlarla da çatışmalar yaşamıştır. Asimetrik savaş tekniklerini de sıklıkla kullanan Nusra Suriye’de esir alma operasyonları ve “yalnız kurt” eylemleri yapabilmekte, aynı zamanda yine El-Kaide’nin zamanında sıklıkla uyguladığı “ameliya istişadiyye” şeklinde tanımlanan intihar eylemleri de gerçekleştirebilmektedir. Nusra’nın askeri kolu koordineli bir şekilde Esed rejimi unsurları ve yandaşlarının askeri ve stratejik noktalarını hedef almaktadır. Nusra’nın yürüttüğü askeri operasyonların planlanması amacıyla –özellikle yerel ÖSO gruplarına nazaran– daha stratejik yaklaşımlar benimsediği göze çarpmaktadır. Nitekim Nusra’nın askeri komutanları bahsedilen operasyonlar öncesinde bölgenin coğrafi ve topoğrafik yapısını yansıtan modeller üzerinden harekatın detaylarını çalışmaktadır. Ayrıca savaşçıları mobilize etme, destek kuvvet gönderme ve ikmal yollarını organize etme noktasında etkili bir görüntü vermektedir. Askeri anlamda daha profesyonel çalıştığı ve başarılı olduğu yönünde propagandaya da önem veren Nusra Halep kuşatmasını kırma operasyonu gibi önemli olaylar öncesinde paylaşılan görsellerle bu imajı yaratmaya çabalamaktadır.58 Ayrıca iletişim araçlarını da oldukça etkili bir biçimde kullanan askeri karar alıcılar örgütün disiplinli bir şekilde çalıştığını da göstermektedir. Nusra askeri karar alıcılar ve operasyonlara yönelik taktisyenlerin yanı sıra sadece mühendislerden oluşan özel ekiplere de sahiptir.59 Bu özel birimin mühimmat imalatı, silahsız ve silahSosyal medyada paylaşılan fotoğraf için bkz. SomaliMemo, somalimemo.net/uploads/article/photo/IMG_5889D9-3ABA77-1FE665-2AFAAE-EDDD0C-B3809A. jpg, (Erişim tarihi: 2 Şubat 2017). 58

59 Jennifer Cafarella, Jabhat Al-Nusra in Syria, (Institute for the Study of War, Washington: 2014).

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

landırılmış insansız hava araçları (İHA) ve bombalı araçların üretimiyle ilgili çalışmalar yaptığı bilinmektedir. Örgütün silahlı kanadı özel kuvvetler niteliğinde ayrı bir birim de barındırmaktadır. Bu birime “Ceyşu’l-Nusra” adı verilmiştir. Bu yapı stratejik değeri olan operasyonlarda hızlı hamleler yapabilmek adına mevcut savaşçıların arasından özellikle seçilen kişilerden oluşmaktadır.60 Ceyşu’l-Nusra’nın komuta zinciri içerisinde doğrudan örgüt lideri Culani’ye bağlı hareket ettiği değerlendirilmektedir. Bu özel birimin sahada yaklaşık bin kişilik gücü olduğu tahmin edilmektedir.61 Ceyşu’l-Nusra mensuplarının örgüt lideri Culani’ye bağlılığı kör bir itaat şeklinde yorumlanabilmektedir.62 Örgütün silahlı yapısı altındaki farklı birimler her zaman bir üst makam veya kişi tarafından yönlendirilirken özel seçilen bu savaşçıların doğrudan Culani’ye bağlı hareket etmeleri de bunun bir göstergesidir. Nihayetinde Temmuz 2017’de Ahraru’ş-Şam’a yapılan silahlı operasyonda Ceyşu’l-Nusra’nın önemli bir rol oynadığı görülmüştür. Askeri taktikler açısından bombalı araç (BA) veya bombalı araçlı intihar (BAİ) eylemleri Nusra’nın hedefinde bulunan unsurların zayıflatılması ya da savunma hatlarının çökertilmesi amacıyla kullanılmaktadır.63 Böylelikle az bir zayiat veya maliyetle hedef unsurlara büyük kayıplar verdirilmesi amaçlanmaktadır. Genellikle saldırı amaçlı tercih edilen BAİ eylemlerinin Halep muhasarası esnasında savunma amaçlı kullanıldığı da görülmüştür. Aynı zamanda sahada örgüt lehine bir çatışma atmos60

Charles Lister, “Profiling Nusra”, Brookings Institution, 27 Temmuz 2016.

61

Yapılan mülakatlardan elde edilen bilgilere göre

62 “‫[ جيــش النصــرة قــوة مركزيــة جديــدة تنشــئها «جبهــة النصــرة» فــي ســوريا‬Ceyşu’l-Nusra, Nusra Cephesi’nin Kurduğu Yeni Merkezi Kuvvet]”, Al-Quds Al-Arabi, 25 Mayıs 2016. 63 BA ile BAİ eylemleri arasında fark bulunmaktadır. BA eyleminde hedefin yakınına daha önce hazırlanmış bombalı araç yerleştirilir ve daha sonra kontrollü veya zaman ayarlı bir şekilde infilak ettirilir. BAİ’de ise örgütün savaşçılarından biri hazırlanmış bombalı aracı doğrudan hedef üzerine sürer.

/

279

280

/

TA R T I Ş M A L I B İ R D D S A O L A R K N U S R A C E P H E S İ

ferinin oluşabilmesi için düzenlenen BA ve BAİ eylemleri top veya havan saldırıları öncesinde de uygulanabilmektedir. Nusra Cephesi Suriye’deki iç savaşa ilk kez asimetrik düzlemde intihar ve BA saldırılarıyla dahil olmuştur.64 Daha sonra düzenli askeri operasyonlarla Esed güçlerini hedef almaya devam etmiştir. Nusra fidye karşılığı adam kaçırma gibi eylemler gerçekleştirmiştir. Nusra Cephesi olarak da birçok kez rejim ve Lübnanlı askerleri esir almıştır.65 Esir alma operasyonlarının bir başka boyutu ise Nusra Cephesi’nin bu yöntemi esir takası için kullanmasıdır. Esir takasında Nusra Cephesi’nin gelir elde ettiği öne sürülse de örgüt bunu yalanlamıştır. Suriye’de yaygın hale gelen küçük çaplı İHA ile yapılan operasyon takip ve saldırı tekniklerini Nusra da DEAŞ ile birlikte en etkili kullanan örgüt konumundadır. Nusra’nın ilk olarak Ekim 2014’te İHA’ya başvurduğu açık kaynaklarca belirtilmektedir.66 24 Ekim 2014’te ortaya çıkan ve örgüt tarafından yayımlanan videoda Nusra Cephesi’nin Doğu Guta’da bulunan rejim mevzilerini gözlemek için İHA kullandığı görülmektedir. 20 Eylül 2015’te ise İHA kullanımını gösteren bir görüntüde Nusra Cephesi’nin İdlib’de bulunan Fua köyüne saldırı anları kaydedilmiştir.67 Buna göre zaman zaman yayımlanan farklı propaganda görüntülerinden edinilen bilgilere göre Nusra başta rejim ve destekçi gruplar olmak üzere hedeflerine doğrudan İHA yoluyla saldırılar gerçekleştirmiştir. Sadece saldırı ve operasyon takibi için değil aynı zamanda istihbari faaliyet amacıyla da İHA’ların kullanıldığı değerlendirilmektedir. 64

“Al-Qaeda Affiliate Claims Responsibility for Aleppo Blasts”, Al-Monitor, 4 Ekim

2012. 65 “Turkish Intelligence Saves German Journalist Kidnapped in Syria”, Daily Sabah, 6 Ekim 2016. 66 “‫ المليحــة صــور مــن طائــرة بــدون طيــار‬- ‫”جبهــة النصــرة كســر الحصــار‬, YouTube, 24 Ekim 2014, www.youtube.com/watch?v=rJ4tLDP6zVI, (Erişim tarihi: 25 Şubat 2017). 67 “‫ تســتخدم طائــرة مــن دون طيــار لتوثيــق تفجيــر المفخخــات علــى مداخــل بلــدة الفوعــة‬...‫”النصــرة‬, Shaam Network, 20 Eylül 2015.

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

Örgütün kent içerisinde de farklı taktikler uyguladığı değerlendirilmektedir. Buna göre Şam gibi yerlerde daha çok gerilla ve dağınık hücreler yöntemiyle çatışmalara giren Nusra, İdlib ve Halep’te ise rejim unsurlarına organize ve düzenli askeri harekat planlarını uygulamaya çalışmıştır. Gerilla taktiğine başvurduğu yerlerdeki saldırı türleri de diğer bölgelere nazaran daha asimetrik olmuştur. Nusra Cephesi rejimin kontrol ettiği bölgelerde güvenli noktalara yönelik asimetrik saldırılar da düzenlemektedir. Nusra Cephesi’ni ilk gündeme getiren saldırı 26 Eylül 2012’de düzenlenmiş ve Suriye Genelkurmay Başkanlığı binasını hedef almıştır. Nusra Cephesi’nin HTŞ’ye dönüştükten sonra aynı yöntemlere başvurmaya devam ettiği görülmektedir. Örneğin 25 Şubat 2017’de Humus’ta bulunan Askeri İstihbarat ve Devlet İstihbarat (Genel İstihbarat) binalarına yönelik saldırı düzenleyerek rejimin üst düzey iki istihbarat subayı ve çok sayıda istihbarat elemanını öldürmüştür. Yine 11 Mart 2017’de Nusra, Şam’ın ortasında Şii milisleri hedef alan bir bombalı saldırıyı üstlenmiştir. Rusya’nın Suriye krizine müdahale etmesiyle birlikte örgüt operasyonlarının hızını kesmiş ve daha çok İdlib ve civarındaki yerleşim yerlerinde kontrol sağlamaya odaklanmıştır. Taarruzdan savunmaya geçilmesinden sonra yapılan hava saldırıları başta olmak üzere kullanılan yöntemler örgütün kapasitesini zorlamaktadır. HAKİM OLDUĞU BÖLGELERDEKİ YÖNETİMİ

Nusra Cephesi Suriye’de ortaya çıktığı ilk günden bu yana Irak’ta elde ettiği deneyimden de faydalanarak adeta adım adım bir devletleşme gayretinin altyapısını oluşturabilecek şer’i bir yönetim modelini geliştirme çabası içerisine girmiştir. Özellikle Esed sonrası dönem için uzun soluklu strateji izleyen örgüt bu yönde sadece askeri değil siyaseten de daha çok sivil yöntemlere başvurmaya devam etmektedir. Bunun için DEAŞ’a nazaran mutlak biattan ziyade kendi etkisi altında zora dayalı uzlaşı zemini arayan Nus-

/

281

282

/

TA R T I Ş M A L I B İ R D D S A O L A R K N U S R A C E P H E S İ

ra yönetimi bulunduğu bölgelerde diğer muhalif yapılanmalarla birlikte ortak şer’i mahkemeler oluşturmaya başlamıştır. Fakat genel olarak kendi kontrolünde özel şer’i mahkemeler kuran Nusra bu mahkemeler üzerinden kendi etki alanını genişletmeye ve hukukun savunucusu profilini benimsemeye çalışmıştır. Rejim ile olan mücadelesinde diğer muhalif gruplara yönelik askeri ihtiyacı (özellikle dışarıdan gelen antitank gibi sofistike silahlar) ile kendi hegemonyasını inşa etme eğilimi arasında kalan Nusra askeri ortak operasyon odalarında faaliyet göstermiştir. 24 Mart 2015’te kurulan Fetih Ordusu Nusra’nın kendisini muhalif grupların içerisine dahil etme çabasının bir örneğidir.68 Ayrıca ŞFC ve HTŞ örneklerinde olduğu gibi Nusra diğer muhalif gruplara kendisini eklemleyerek tek başına kalıp açık hedef olmasını engellemeye çalışmış, ihtiyaç duyduğu anlarda ise muhalif gruplar içerisindeki unsurlarını harekete geçirerek birleşmeler gerçekleştirmiştir. Tehlike olarak gördüğü veya zamanın ve fırsatın uygun olduğunu düşündüğünde seçtiği muhalif grubu dağıtmaya yönelik hamleler gerçekleştirmekten de çekinmemiştir. Nusra yerel bağlantılara verilen ehemmiyetle birlikte mevcut yapılarını sosyal alanlara da yansıtarak yerel yönetimlerini kurmaya başlamıştır.69 Kontrol altında tuttuğu her bölge bir emir ve bir şer’i lider tarafından yönetilmektedir. Bu iki yönetici pozisyonun görevleri arasında örgütün faaliyetlerini yürütmek, yardım ve desteklerin kontrollerini sağlamak ve İslami faaliyetlerin takibini yapmak bulunmaktadır. Yönettiği her bölgede genel bir sorumluyla birlikte birer askeri ve dini lider/yönetici vardır. Nusra’nın yerel yönetimlerden sorumlu birimi sivil programdır (kamu birimidir). Örgüt insan kaynakları, yeni savaşçı kazanımı ve halkla ilişkiler alanlarındaki faaliyetleri için de el-Menara el-Bayda (Beyaz 68 “Syria Direct: News Update 3-25-15”, Syria Direct, 25 Mart 2015, https://syriadirect.org/news/syria-direct-news-update-3-25-15, (Erişim tarihi: 20 Eylül 2015). 69

Cafarella, Jabhat Al-Nusra in Syria.

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

Minare) ve İbaa haber ajansı adında bir medya unsurunu oluşturmuştur. Onların aracılığıyla operasyonlar hakkında bilgilendirme videoları ve örgütün basın açıklamaları ilgili kişilere sunulmaktadır. Nusra oluşturduğu bu birim vasıtasıyla açıklamalarını ise sosyal medya platformları başta olmak üzere farklı haberleşme ağları üzerinden paylaşmaktadır. Nusra yerel düzlemde çok sayıda kurumsallaşmış sosyal hizmet yapılarına da sahiptir. Bunlardan en öne çıkan kurumlardan biri de “Dava ve İrşat Mektebi”dir. Hakim olduğu bölgelerde temsilcilikleri bulunan bu kurumun temel görevi yerel halkı kendi çıkar ve ideolojisine göre bilgilendirmek ve eğitmektir. “Cihat’a Davet Merkezi” veya “Cihat Davetçileri Merkezi” ise Nusra Cephesi’ne yakınlığıyla bilinen Suudi vaiz Abdullah Muheysini tarafından kurulmuş ve birçok şeriat enstitüsünün yanında kadın ve çocuklara yönelik hizmet vermektedir. Daha önce elinde tuttuğu bölgeler arasında olan Halep’te de bulunan bu merkezin en yoğun işlev gösterdiği kent ise İdlib’dir. Bu merkezin faaliyetlerinin bir örneği de Ağustos 2015’te İdlib’de kurulan “İbn-i Teymiyye Kütüphanesi”dir. Bu kütüphanenin genç ve çocuklara yönelik ve hedefinin bölgede selefi fikri yaygınlaştırmak olduğu iddia edilmektedir.70 Bu mekteplerde ayrıca Muhammed Makdisi’nin Millet-i İbrahim gibi kitapları da okutulmaktadır. Nusra uzun vadeli hedeflerini gerçekleştirebilmek adına bir başka yapıyı daha kullanmaktadır. Yaşanan çatışmalar sonucu olumsuz şartlardan etkilenen sivil halkın ihtiyaçlarını giderebilmek amacıyla “Kısm el-İgata” (Yardım Birimi) adında bir destek departmanı oluşturulmuştur. Kurulan bu birim yeme-içme, kıyafet ve temel ihtiyaç malzemelerinin dağıtımıyla ilgili çalışmalar yürütmektedir. “‫[ المحيســني يفتتــح مكتبــة “ابــن تيميــة” فــي إدلــب‬Muheysini İdlib’de İbni Teymiyye Kütüphanesini Açtı]”, Enab Baladi, 7 Ağustos 2015, www.enabbaladi.net/archives/40657, (Erişim tarihi: 4 Şubat 2017). 70

/

283

284

/

TA R T I Ş M A L I B İ R D D S A O L A R K N U S R A C E P H E S İ

Cephe Destek Departmanının yanı sıra Kamu Hizmetleri Dairesi de oluşturulmuştur (İdarat el-Hizamat el-Amme). Bu yapıların örgüt boyutunda ve bölgesel düzlemde yöneticileri bulunurken icrayı genelde yerel yapılanmalardaki sorumlular ve emirler yürütmektedir. Mali konuların işlendiği Hazine Konseyinin de yerel yapılanmaları bulunmaktadır. Yerelde faaliyetlerini sürdüren mali bürolar bölgedeki finansal durum ve hareketliliği takip edip örgütün genel liderliğine raporlamaktadır. “Özgürleştirilmiş Bölgeler İdaresi”71 adı altındaki yapıyla Esed rejiminden alınan yerlerin yönetimini üstlenen örgüt yerel yönetim ideolojisini geliştirmeyi hedeflemektedir. Temmuz 2017’de Ahraru’ş-Şam’a karşı düzenlediği tasfiye operasyonunun ardından İdlib’in şehir merkezi başta olmak üzere bölgenin büyük bir kısmını kontrol eden HTŞ bu bölgeleri yönetmeyi üstlenmiştir. Bu bağlamda desteklediği inisiyatifin neticesinde İdlib’de “Kurtarma Hükümeti” ilan edilmiştir. Kurtarma Hükümeti HTŞ’nin “sivil yönetim” projesinin bir modeli olarak yansıtılmaya çalışılmıştır. HTŞ yönetimin kendi elinde bulunmadığı ve bürokratların kontrolünde olduğu imajını oluşturmaya çalışsa da pek ikna edici olmamıştır. Nitekim Kurtarma Hükümetine birçok sivil örgüt ve yerel meclis karşı çıkmış ve hükümetin HTŞ’nin tahakküm projesinin bir uzantısı olduğu iddia edilmiştir. Kurtarma Hükümeti ilan edildikten sonra SMDK’ye bağlı Suriye Geçişi Hükümetinin İdlib’de bulunan ofislerine baskın düzenlenerek kapatılması bu iddiayı desteklemiştir. Kurtarma Hükümetinin halk nezdinde kabulünün sınırlı kaldığı, üstelik mütevazı imkanlarla hizmet sağlama konusunda başarılı olamadığı görülmektedir. Öte yandan Kurtarma Hükümetinin gücü ve yetkisi sınırlı olmuştur. İdlib’de son kararı –özellikle güvenlik ve siyasi konularda– Kurtarma Hükümetinin değil HTŞ’nin verdiği bilinmektedir. 71

İdara el-Manatık el-Muharrara

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

DİĞER GRUP YA DA AKTÖRLERLE (DEVLETLER DAHİL) İLİŞKİ ÖSO ile İlişki

Nusra Cephesi her ne kadar DEAŞ’a benzer şekilde Suriyeli muhalif gruplara karşı tekfirci bir tutum takınmasa da bu gruplarla ilişkisinin genel itibarıyla gergin olduğunu söylemek mümkündür. Nusra Cephesi’nin İslami bir yönetim kurulması ile gerçekleştirmek istediği değişim Suriye devriminde yer alan diğer muhalif grupların hedeflerine uymamaktadır. Dahası Nusra Cephesi’nin El-Kaide ve selefi cihadın emellerini gerçekleştiren bir vizyona sahip olduğu ortadadır. Nitekim bu adım Suriyeli muhalif grupların yanı sıra Suriye İslami Konseyi tarafından da eleştirilmiştir.72 Diğer yandan Nusra Cephesi’nin Batı devletlerinden yardım alarak onlarla birlikte Esed rejimine karşı hareket etme fikrine kati bir şekilde karşı olması onunla diğer silahlı muhalif gruplar arasında mesafe oluşmasına ve hatta çatışmalara yol açmıştır. Zira Nusra Cephesi Batılı devletlerle ilişki kurmakla suçladığı Hazm Hareketi ve Cephetu’s-Suvvar Suriye gibi ÖSO gruplarıyla çatışmaya girmiş ve bu grupları dağıtmıştır. Fakat Nusra’nın dışarıdan ve özellikle MOC ve MOM operasyon odalarından (Suriyeli muhalif unsurları askeri açıdan desteklemek için Türkiye ve Ürdün’de ABD’nin öncülüğünde kurulan operasyon odaları) destek alan gruplara yönelik stratejisi fırsat ve anı beklemeye yöneliktir. Hazm ve Suvvar Suriye’yi eline fırsat geçtiği dönemde dağıtan Nusra örneğin Halep merkezinde ya da Güney Suriye’deki grupları gücü yetmediği için dağıtamamıştır. Ayrıca güçlü olduğu İdlib bölgesinde dahi halk nezdinde karşılık bulan 13. Fırka gibi koruyucu müttefiki olan Suvvaru’ş-Şam gibi gruplarla sorunlar yaşasa da Nusra bu gruplara saldırmamış ve geri adım atmayı tercih etmiştir. 72 “Suriyeli İslami Konseyi”, Hawal Emaret Cephetu’l-Nusra, 15 Şubat 2016, sy-sic. com/?p=2943, (Erişim tarihi: 3 Mart 2017).

/

285

286

/

TA R T I Ş M A L I B İ R D D S A O L A R K N U S R A C E P H E S İ

İslami Muhalif Gruplarla İlişki: HTŞ-Ahrar Çatışması

Nusra Cephesi’nin diğer muhalif İslami gruplarla ilişkisinin rekabet niteliğinde olduğu söylenebilir. Bu rekabeti özellikle muhalefetin kontrol ettiği İdlib’de görmek mümkündür. Öte yandan ideoloji farklılıklarından gelen ihtilaflar da söz konusudur. Doğu Guta’da Ceyşu’l-İslam ile zaman zaman yaşanan çatışmalar bunun bir göstergesidir. Fakat Nusra Cephesi ile diğer İslami muhalif grupların kırılma noktası Temmuz 2017’de yaşanmıştır. Temmuz 2017’de HTŞ çeşitli iddialarla Ahraru’ş-Şam’a karşı askeri bir operasyon başlatarak gruptan hem stratejik yerler hem de silah ve mühimmat ele geçirmiştir. Çatışma neticesinde Ahraru’ş-Şam’ın gücünün neredeyse yüzde 50’sini kaybettiği söylenebilir.73 Çatışma esnasında –Ocak 2017’de ŞFC ile birlikte HTŞ’yi kuran gruplardan olan– Nureddin Zengi Hareketi bu oluşumdan ayrıldığını ilan etmiştir. Asıl itibarıyla HTŞ’nin yaptığı bu saldırının grubun şer’i konseyinin onayı olmadan gerçekleştirildiği öne sürülmüştür. Nitekim Eylül 2017’de medyaya sızan ses kayıtları HTŞ’nin Ahraru’ş-Şam’a karşı öne sürdüğü ithamların doğru olmadığını ve saldırının planlı olduğunu ortaya koymuştur.74 Abdullah Muheysini başta olmak üzere grubun şer’i liderlerini küçümseyen bu ses kayıtları büyük tepkilere yol açmıştır. Bu sızmalardan sonra ise Abdullah Muheysini ve onunla birlikte hareket eden bazı önemli isimler HTŞ’den ayrıldığını açıklamıştır. Ardından ise Ceyşu’l-Ahrar gibi büyük gruplar da kendini HTŞ’den ayrıştırmaya başlamıştır.75 DEAŞ ile İlişki

Nusra Cephesi ve DEAŞ aynı kökenden gelmelerine rağmen iki grup arasındaki ilişki rekabetten düşmanlığa kadar uzanmıştır. 73

Ahraru’ş-Şam’ın orta seviye lideriyle yapılan görüşme

“Tesreybat Tehrir eş Şam”, Al Modon, 11 Eylül 2017, goo.gl/QVtd8c, (Erişim tarihi: 11 Eylül 2017). 74

75 “Theleth İnşikak Dahil Tehrir eş Şam”, Al Souria, 14 Eylül 2017, goo.gl/azBVLC, (Erişim tarihi: 15 Eylül 2017).

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

İlişkinin belirlenmesinde hem ideolojik nüanslar hem de El-Kaide’nin Suriye ve Irak lider kadrolarındaki (özellikle Bağdadi ve Culani) güç mücadelesi etkin olmuştur. Nisan 2013’te DEAŞ’ın kurulması ve Nusra Cephesi’nin feshedilmesinin Ebubekir Bağdadi tarafından açıklanmasının ardından tartışmalar yaşanmıştır. Bu dönemde Culani’nin yaptığı ilk açıklamada Suriye’ye kendisini Ebubekir Bağdadi’nin gönderdiğini ve kendisine para ve silah yardımında bulunduğunu kabul etmiş76 ancak kendisinin IİD grubuna bağlılığının aslında El-Kaide’ye bağlılık anlamına geldiğini, IİD’nin Merkezi El-Kaide ile ilişkilerini koparıp emirlere itaat etmemesi nedeniyle kendisinin bağlılığının doğrudan El-Kaide lideri Eymen Zevahiri’ye olduğunu duyurmuştur. Aslında Nusra Cephesi ile DEAŞ arasındaki çatışma daha makro anlamda El-Kaide ile Irak kolu arasında 2006’dan (hatta biraz daha öncesinden) itibaren devam eden sorunlu ilişkinin bir parçasıdır. Makro anlamda iki örgüt arasındaki güç mücadelesi, mikro düzeyde ise ideolojik ve operasyonel çatışma Suriye sahasına yansımıştır. 2013’ün ikinci yarısında Nusra Cephesi ve muhalif güçlerine karşı DEAŞ tarafından başlatılan savaşın sonucunda aynı alanları paylaşan Nusra Cephesi ve muhalifler Rakka, Haseke, Deyrizor, Doğu ve Kuzey Halep’i tamamen DEAŞ’a kaybetmiştir. Olaylar ilk başladığında Nusra Cephesi tarafsız kalmaya çalışsa ve İdlib bölgesinde DEAŞ militanlarını korusa da özellikle Rakka ve Deyrizor merkezli başlayan gerginlik ve çatışmaların ardından DEAŞ Suriye’nin doğusunda savaşmaya başlamıştır. Yaşanan çatışmalar Ocak 2014’ten itibaren El-Kaide’nin de DEAŞ ile artık hiçbir bağının kalmadığının ilan edilmesine neden olmuştur. Bu dönemde DEAŞ ile Nusra Cephesi liderleri arasında kamuya yansıyan çeşitli tartışma ve reddiyeler yaşanmıştır. Bundan 76 “‫”مبايعــة أبــي محمــد الجوالنــي قائــد جبهــة النصــرة للشــيخ الظواهــري القائــد العــام للمجاهديــن‬, YouTube, www.youtube.com/watch?v=USkf0fa9Vm8, (Erişim tarihi: 26 Mayıs 2013).

/

287

288

/

TA R T I Ş M A L I B İ R D D S A O L A R K N U S R A C E P H E S İ

sonra iki örgüt arasında zaman zaman Suriye’nin muhtelif bölgelerinde (Dera, Kuzey Hama gibi) çatışmalar gerçekleşmiştir. TOPLUMSAL KABUL AÇISINDAN NUSRA CEPHESİ

Nusra Cephesi DEAŞ’ın aksine kurallarını ve projelerini halkın benimsemesini sağlayarak hayata geçirmeye çalışan bir örgüt olarak tanımlanabilir.77 Quilliam Foundation raporunda Nusra Cephesi’nin “dini mesajların ve müjdelerin etkisi”, “Irak’tan alınan dersler”, “Arap Baharı’ndan doğan fikirler”, “uluslararası toplumla kompleks ilişki” şeklinde sıralanan dört ayrı etki altında hareket ettiği öne sürülmektedir.78 Burada Irak’tan alınan dersler konusunda ilgili enstitü tarafından yapılan değerlendirmelerde sivillerin zarar gördüğü eylemlerin yapılmaması, canlı bomba saldırılarının azaltılması ve dini mekanların hedef alınmaması konularına dikkat çekilmekte ve Nusra’nın bu konularda DEAŞ’a nazaran daha dikkatli davrandığı dile getirilmektedir. Nusra –genel maslahatı göz önünde bulundurarak– ilk etapta elinde tuttuğu meskenlerdeki diğer aktörlerle güç paylaşımından yana pozisyon almıştır. Aynı zamanda mevcut şartlar doğrultusunda kendi imkan ve büyüyen etkisini kullanarak sivil halkı kendi tarafına çekmeye çalışmıştır. Örneğin muhtaç insanlara erzak ve yardım, çocuklara tatlı dağıtma gibi faaliyetler bu kategoride değerlendirilmektedir.79 Oluşturulan bu yapılarda Nusra’nın işleyişi dikkatle incelendiğinde ise örgütün odak noktalarından birisinin halk nezdinde ihtiyaç duyulan sosyal hizmetlerin olduğu görülmektedir. Bunun dışında yakıt ve su ihtiyaçları da öncelikli olarak giderilmeye çalışılmaktadır. İlave77 Erwin van Veen ve Iba Abdo, Between Brutality and Fragmentation Options for Addressing the Syrian Civil War, (CRU Report, Lahey: 2014). 78 Noman Benotman ve Roisin Blake, “Jabhat al-Nusra. A Strategic Briefing”, Quilliam Foundation, 8 Ocak 2013. 79 Nusra Cephesi’nin faaliyetlerini gösteren görseller ve açık kaynaklardan edinilen bilgiler doğrultusunda bu değerlendirme yapılmıştır.

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

ten sadece sivil halka değil başka grupların da sempatisini kazanma adına birtakım gruplara yardım ve erzak dağıtımında da bulunulmuştur. Yapılan görüşmelerden elde edilen bilgilere göre örneğin Türkistan İslam Partisi’ne mensup kişi ve ailelerine bu bağlamda ciddi yardımlar dağıtılmıştır. Böylelikle bu grupların örgüte yakın durması amaçlanmıştır.80 Nusra bu hizmet ve altyapı imkanlarını sunarak halk arasındaki meşruiyetinin zeminini artırma gayretindedir. Fakat sonuç itibarıyla Nusra Cephesi’nin Suriye toplumundaki karşılığının çok dar olduğunu söylemek mümkündür. HTŞ, Esed rejimine karşı silahlı mücadelede aktif rol oynayarak ve muhalefetin kontrol ettiği yerlerde yardım faaliyetlerinde bulunarak Suriye halkı nezdinde kendine bir toplumsal taban ve güvenilirlik oluşturmaya çalışmıştır. Ancak buna rağmen çabaları büyük oranda başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Nusra’nın toplumsal karşılığının dar olmasının birkaç sebepten kaynaklandığı söylenebilir: Birincisi Nusra Cephesi’nin temsil ettiği tedeyyün tarzı ve benimsediği selefi cihadi ideolojinin Suriye toplumunda köklerinin olmamasıdır. İkinci sebep Nusra Cephesi’nin diğer muhalif gruplara karşı düzenlediği tasfiye operasyonlarıdır. Zira Nusra Cephesi ve diğer çatı örgütleri (HTŞ gibi) başta ÖSO gruplarına karşı operasyon düzenleyerek bazı grupların ortadan kaldırılmasına sebep olmuştur. Bu operasyonlar halk nezdinde tepkiyle karşılanmıştır. Başka bir sebep ise Nusra’nın El-Kaide ile bağlantısıdır. Nusra Cephesi olarak başlayan örgüt her ne kadar Temmuz 2016’da ŞFC ve Ocak 2017’de HTŞ çatı projesi altında hareket etmeye başlayarak kendini El-Kaide’den uzak göstermeye çalışsa da bu adımlarıyla uluslararası aktörleri ikna edememiştir. Suriye halkı ise Nusra Cephesi’nin kendi örgütsel ihtirasları nedeniyle İdlib’e bir müdahalenin müsebbibi olacağından endişe etmektedir. 80

Nusra Cephesi üyesi bir şahısla yapılan mülakat

/

289

290

/

TA R T I Ş M A L I B İ R D D S A O L A R K N U S R A C E P H E S İ

ARAP BAHARI ÇERÇEVESİNDE SURİYE DEVRİMİ VE NUSRA

Arap Baharı’nın domino etkisi Ortadoğu’nun çeşitli ülkelerine yansıdığı gibi Suriye’de de Mart 2011’de tezahür etmiştir. Başta barışçı gösterilerle başlayan Suriye devrimi rejimin baskısıyla silahlı çatışmaya dönüşmüştür. Suriye’deki protestoların silahlı bir isyana evrilmesi daha önceden pek çok ülkede silahlı faaliyetlerde bulunmuş tecrübeli selefi cihadilerin de popülaritesini artırmış ve Suriye’ye yönelik bir akını tetiklemiştir. Silahlı mücadele ve yarattığı kaos ortamı Nusra gibi küresel cihat doktrinini benimsemeyen ve askeri mücadeleye öncülük tanıyan örgütler için adeta bir fırsat teşkil etmiştir. Nusra Cephesi’nin Suriye sahasında etkin rol oynamaya başlamasının devrimin hem militarize olması hem de İslamileştirilmesinde önemli rolü olmuştur. Öte yandan Esed rejiminin varil bombaları başta olmak üzere şiddetin çeşitli uygulamalarına başvurması Nusra Cephesi’nin sunduğu katı ideolojik yorumların –özellikle genç nesil arasında– popülaritesini artırdığı söylenebilir. Başta Nusra Cephesi’nin ardından DEAŞ’ın Suriye sahasında aktif rol oynaması Esed rejiminin devrimin ilk günlerinde “teröristlere karşı mücadele ettiği” tezini bir nevi desteklemiştir. Ayrıca 2013’te Nusra Cephesi’nin açık bir şekilde El-Kaide örgütüne biatını dile getirmesi Nusra ile beraber aynı coğrafi alanı paylaşan ve zaman zaman örgütle operasyon odaları kuran muhalif güçler ve destekçi ülkeler için problem oluşturmuştur. “Teröre destek” suçlamasından kaçmaya çalışan muhalif güçler Nusra Cephesi ile iltisaklı olmadıklarını ispatlamak için bu örgütle ittifak kurmaktan kaçınmıştır. Nusra Cephesi Temmuz 2016’da El-Kaide ile olan bağını kopardığını ve ŞFC’yi kurduğunu ilan ettiği halde ABD başta olmak üzere uluslararası güçler tarafından terör örgütü şeklinde görülmeye devam etmiştir. Nihayetinde –BM Güvenlik Konseyi 2254 sayılı kararı örneğinde olduğu gibi– Suriye krizinin çözümünü amaçla-

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

yan siyasi inisiyatiflerin Esed rejiminden ziyade DEAŞ ve El-Kaide ile bağlantılı örgütler (Nusra Cephesi, ŞFC, HTŞ) ile mücadele etmeye öncelik tanıdığı görülmektedir. SONUÇ: NUSRA CEPHESİ’NİN GELECEĞİ

Nusra yaklaşık kırk yıllık bir süreçte şekillenen ve kendisini “küresel cihat” şeklinde tanımlayan ekolün en “başarılı” örneklerinden biri olarak neşet ederken söz konusu ideoloji ve olguyu Suriye’de yaşanan kaostan yararlanarak kalıcı bir biçimde toplumsal tabana dayanan bir projeye dönüştürme çabasına girmiştir. Suriye’deki altı yıllık serüvenine bakıldığında varlığına yönelik büyük krizleri atlatan örgüt bugün birçok yerel grubu içerisine eklemleyerek bir çatı yapılanma şeklinde HTŞ’yi var etmiştir. Pragmatik bir anlayışla Suriye halk ayaklanmasına başından beri dahil olarak hegemonya kurmaya çalışan grup El-Kaide liderliğinin de onayıyla selefi cihadi ideolojinin yeniden şekillenmesi ve dönüşmesinde önemli bir kilometre taşı haline gelmeyi başarmıştır. Benzer modellerin yakın gelecekte başka çatışma sahalarındaki selefi cihadi gruplar tarafından da denenebileceğini öngörebilmek mümkündür. Nitekim yine El-Kaide’nin “toplum merkezli” ve “yerelleşen” selefi cihadi anlayışını Libya, Yemen ve Mali gibi bölgelerde de uygulamaya çalıştığı görülmektedir. Özellikle Irak bağlamında DEAŞ ile aynı kökenden gelmesine rağmen farklı bir noktaya evrilen Nusra tecrübesi dünya çapındaki selefi cihadiliğin de kendini yeniden sorgulaması ve tanımlaması sürecini tetiklemiştir. Kuşkusuz bu özellikle uluslararası toplum ve bölgesel güçler için farklı meydan okumaları da beraberinde getirecektir. DEAŞ’ın yaklaşımı rijit ve aşırı tavrıyla –askeri başarılarına karşın– marjinal kalmaya devam ederken El-Kaide bu süreçte görece kendini yenileyerek farklı bir görüntü oluşturmaya çalışmaktadır. Bunun en başarılı örneğini de Nusra’da görebilmek mümkündür.

/

291

292

/

TA R T I Ş M A L I B İ R D D S A O L A R K N U S R A C E P H E S İ

Nusra’nın başta askeri olmak üzere siyasi ve toplumsal anlamda ciddi bir manevra kabiliyeti geliştirdiği ve bunun örgütün hayatta kalması ve gelişiminde önemli bir etken olduğu anlaşılmaktadır. Ancak yapı Suriye’de kontrol ettiği bölgelerde ve genel olarak devrimi destekleyen Suriyeliler nezdinde “toplumsal meşruiyet” elde edebilmek için ciddi gayret gösterse de sahip olduğu katı selefi cihadi ideoloji yerelleşmesi ve toplumsal tabanını genişletmesinin önünde hala önemli bariyerler oluşturmaya devam etmektedir. Yine HTŞ adıyla her ne kadar kendini ayrı bir yerde konumlandırsa da El-Kaide bagajını sırtında taşımayı sürdürmesi ve başta ABD ve Rusya olmak üzere uluslararası güçlerin açık hedefi olması etkinliğini sınırlamaktadır. Bu bağlamda Suriye muhalefetinin önemli bir kısmı ısrarla Nusra’dan ayrışmaya çalıştıysa da örgütün kendini muhalefetin sahada özellikle askeri anlamda vazgeçilmez bir partneri haline getirmek için uğraştığı görülmektedir. Son HTŞ hamlesiyle örgüt bunu bir üst seviyeye taşıyarak siyasi, diplomatik ve toplumsal düzeyde kendisini muhalefetin merkezine eklemleyerek diğer grupları de facto bir şekilde kendisiyle birleşmeye zorlamaktadır. Ancak HTŞ içerisinde vuku bulan son ayrışmalar grup içerisinde El-Kaide çizgisinin hala belirleyici unsur olduğunu bir kez daha gösterirken yapı bütünlüğünü koruyamayarak adım adım tekrardan ŞFC’ye dönüşmeye başlamıştır. Gelişen süreçle birlikte iyice kompleks bir hal alan Suriye’deki savaşta dış desteği azalan ve zor günler geçiren İdlib-Hama eksenindeki muhaliflerin dış müdahale olmadığı takdirde bir süre sonra önemli ölçüde HTŞ tarafından “yutulma” ihtimalinin bulunduğu görülmektedir. Bu aşamadan sonra örgütü muhaliflerden tamamen ayrıştırabilmek çok zor gözükse de “muhalifler”e verilecek sonuç alıcı, anlamlı bir destek Suriye sahasındaki gelişmelerin seyrini yeniden değiştirebilir. Türkiye’nin 24 Ağustos 2016 ve 20 Ocak 2018’de başlattığı Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı harekatları “ılımlı” muhaliflere yeni bir yaşam alanı ve motivasyon sağlarken HTŞ ise

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

bu durumu tehdit olarak görerek İdlib-Hama ekseninde kendini tahkim edebilmek için kullanma çabasına girmiştir. Ancak HTŞ’nin muhalifler için bir çatı yapılanma olma iddiasına rağmen Ahraru’ş-Şam gibi yapıları doğrudan hedef alması ve yapı içerisinde El-Kaide ile ilişkili radikal eğilimlerin etkinliği HTŞ’yi geriye kalan muhalifler nezdinde ötekileştirmeye devam etmektedir. Her halükarda mevcut konjonktürde örgütün “muhalifler”i dış dünyayla izole ederek İdlib ve çevresindeki muhalif saflarda güç temerküzü sağlamayı hedefleyen uzun vadeli stratejisini sürdürdüğü gözükmektedir. HTŞ’nin desteklediği Kurtarma Hükümetini örgütün tahakküm kurma ve dış güçler tarafından hedef alınmama çabaları kapsamında okumak gerekmektedir. Fakat bu proje hem halk hem de uluslararası aktörler tarafından kabul görmemiştir. Astana süreci kapsamında muhalefetin son kalesi haline gelen İdlib bölgesinde oluşturulan de-eskalasyon alanı ve bu bağlamda tesis edilen gözlem noktaları İdlib’in dinamiklerini derinden etkilemiş ve HTŞ’nin bölge üzerindeki etkisini zayıflatmıştır. Uluslararası aktörlerin İdlib’i “HTŞ’sizleştirme” taleplerine karşı örgüt daha çok taviz verme noktasına gelebilir. Hayatta kalmak için birçok manevra yapan Nusra Cephesi daha önceki selefi cihadi gruplarda görülmemiş bir pragmatizm göstermiştir. Fakat bu pragmatizm örgütten ayrılmalara yol açtığı gibi uluslararası aktörleri de tatmin etmemiştir. Nihayetinde İdlib’in geleceği gibi HTŞ’nin geleceği de kendi kararı ve tavrından ziyade bölgesel ve uluslararası aktörlerin elindedir.

/

293

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

PYD-YPG’NİN ORTAYA ÇIKIŞI VE DÖNÜŞÜMÜ CAN ACUN* GİRİŞ

Arap Baharı ile Ortadoğu coğrafyasında yayılan ayaklanmalar çok kısa süre içerisinde bölgedeki hakim statükoya önemli bir meydan okumaya dönüştü. Şüphesiz ki Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) Irak’ı işgalinin de yarattığı zeminle birlikte Irak ve Suriye simbiyotik bir ilişki içinde bu sürecin en çok etkilenen ülkeleri haline geldi. Her iki ülke devlet otoritelerinin aşındığı, devlet dışı aktörlerin yükseldiği karmaşık bir dönemle karşı karşıya kaldı. Irak’ta Kürdistan Demokratik Partisi (KDP) ve Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB) diğer örgütlenmelerden ayrışarak Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’ni (IKBY) tesis etmeyi başarırken özellikle son dönemde yaşanan vekalet savaşının da etkisiyle DDSA’lar (DDSA) her iki ülkede ciddi bir zemin bulmaya başladı. Irak-Suriye arasındaki uluslararası sınır bu aktörlerin faaliyetleri sonucunda fiilen ortadan kalkarken Suriye’nin kuzeyinde PKK’nın Suriye kolu olan Demokratik Birlik Partisi (PYD) ve ona bağlı silahlı kanadı Halk Koruma Birlikleri (YPG) ortaya çıktı. Ülkede yaşanan krizlerden faydalanarak zaman zaman farklı nizami ve gayrinizami yapılarla ilişkiler kuran bu örgüt Suriye’nin Türkiye ile olan sınır hattı bölgelerini kontrolü altına almayı başardı. İdeolojik olarak Abdullah Öcalan’ın formülize ettiği Marksist/ Leninist bir anlayışı benimseyen PYD-YPG ilkelerden ziyade çıkarlarını merkeze alan bir anlayışla önce Esed rejimi ve İran ardından da bölge dışı aktörlerle angajman kurmaktan çekinmedi. Özellikle 2014’ün ortasından itibaren DEAŞ ile yürüttüğü mücadele üzerinden ABD ile siyasi/askeri bir ilişki kurdu. Bu bağlamda araçsallaş* Araştırmacı, SETA Dış Politika Araştırmaları Direktörlüğü

/

295

296

/

P Y D - Y P G ’ N İ N O R TAYA Ç I K I Ş I V E D Ö N Ü Ş Ü M Ü

tırılan ve ABD’nin bölgedeki çıkarlarına hizmet etmeye başlayan PYD-YPG Batılı ülkelerce DEAŞ ile mücadele üzerinden meşrulaştırılmaya ve terör örgütü PKK’dan ayrı bir yapılanmaymış gibi lanse edilmeye çalışıldı. ABD’den aldığı destekle birlikte ülkede yaşanan kaos, zayıf devlet otoritesi ve nizamsızlıktan faydalanan PYD bir DDSA olarak adım adım etki alanını genişletti.1 PYD-YPG Suriye’nin kuzeyinde askeri bir güç olarak etkinliğini artırırken siyasal açıdan da yapısal anlamda önemli adımlar atarak bağımsızlığa gidecek bir yol haritası uygulamaya koymaktadır. Bölgede yaşayan Kürtlerin uzun zamandır süregelen devletleşme hayallerinin şu ana kadar en belirgin örneğini Kuzey Irak’ta oluşturulan IKBY teşkil etse de PYD-YPG de her geçen gün güçlenen bir DDSA olarak bu bağlamda iddialı hedefler ortaya koymaktadır. Mefhum açısından devlet olabilme özelliklerinin belirli şartlara dayanması gerekirken meşru tanıma şartının yanı sıra farklı özellikler taşımak de facto devlet statüsünü kazandırabilmektedir. Burada ise sadece bir yapının de facto devlet olarak tanınmasının yanı sıra özerk yapı, yönetişim ve uluslararası sistemdeki farklı aktörlerle olan ilişkiler de göz önünde bulundurulmalıdır.2 IKBY bu şartları yerine getirdiği iddiasıyla bağımsızlık çabası içerisine girmişken Suriye’nin kuzeyinde bazı bölgelerde “demokratik öz yönetim” sistemiyle yönetilen kantonları ilan eden PYD’nin de benzer bir çaba içerisinde olduğu söylenebilir. Ancak PYD’nin ilk adım olarak quasi state (devlet benzeri) şeklinde yapılanmaya çalıştığı da görülmektedir. PYD’nin hedeflediği ve şu ana kadar yürüttüğü eylem ve politikalarının de facto devlet olmaktan ziyade bir quasi state arayışının ilk etapta daha reel ve ulaşılabilir bir hedef olarak tezahür ettiği anlaşılmaktadır. 1 Phil Williams, “Violent Non-State Actors and National and International Security”, International Relations and Security Network (ISN), (2008), www.files.ethz.ch/ isn/93880/VNSAs.pdf, (Erişim tarihi: 1 Ekim 2018).

Yaniv Voller, The Kurdish Liberation Movement in Iraq: From Insurgency to Statehood, (Routledge, Londra ve New York: 2014). 2

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

Nihayetinde Suriye’nin kuzeyinde askeri ve siyasi açıdan önemli bir güç haline gelmiş olan PKK’nın Suriye örgütlenmesi PYD-YPG geleceğe dönük ihtiraslarıyla da hem Suriye’nin toprak bütünlüğü hem de Türkiye’nin ulusal güvenliği açısından önemli bir tehdit haline gelmiştir. Bu makalede örgütün oluşturduğu mevcut ve potansiyel tehdit tüm yönleriyle ele alınarak ortaya konulmaktadır. DDSA VE PYD-YPG

Günümüzde hemen hemen her uluslararası krizde boy gösteren devlet dışı aktörler etki alanlarını gittikçe artırmaktadır. Bir yandan kamu ve insan güvenliği için çeşitli faaliyetlerde bulunan sivil toplum kuruluşları devlet dışı aktör olarak kabul edilirken diğer yandan Suriye’nin kuzeyinde faaliyetlerini sürdüren PYD-YPG gibi terör örgütleri de bu sınıflandırmaya tabi tutulabilmektedir. PYD konusu incelendiğinde devlet dışı aktörler literatüründe ortaya çıkan diğer bir kavram olan DDSA’nın bu yapı için kullanılması daha uygun görünmektedir. Uluslararası ilişkiler disiplininde de önemli yer edinen bu aktörlerin tanımlanabilmesi için sahip olmaları gereken en önemli şart doğrudan bir devlet yapısına bağlanmaksızın elinde bulundurdukları güçle etki oluşturabilmeleri ve gelişmelerin seyrini değiştirebilme kapasitesi taşımalarıdır. Uluslararası ilişkiler teorileri bağlamında da başta realist okul ve diğer ekoller uluslararası gelişmeleri okumak için devletler arası etkileşimin gerekliliğini dile getirmişlerdir. Ancak DDSA’ların ortaya çıkmasının bu teorilerin argümanlarını zorlayabileceği de bir ihtimal olarak sayılmaktadır.3 DDSA’ları kendi aralarında ayırt edebilmek için farklı yöntemler kullanılmaktadır. Bu ayrıştırmaları yapabilmek için farklı boyutlar değerlendirilmelidir. Buna göre motivasyon ve amaç, güç kapsamı, maddi kaynak, örgütsel yapı, şiddetin rolü, devlet otoriteleriyle ilişkiler ve örgüt üyelerine karşı sorumluluk ayrım için belirMartin J. Rochester, Between Two Epochs: What’s Ahead for America, the World, and Global Politics in the 21st Century?, (Saddle River, NJ, Prentice Hall: 2001). 3

/

297

298

/

P Y D - Y P G ’ N İ N O R TAYA Ç I K I Ş I V E D Ö N Ü Ş Ü M Ü

lenmiş boyutlardır.4 Ayrıca bu boyutlandırmayı yapan Williams’a göre silahlı veya şiddet kullanan devlet dışı aktörlerin altı farklı modele ayrılması gerekmektedir. Böylelikle ortaya çıkan modeller savaş ağaları (warlords), milisler, paramiliter birlikler, isyancılar, organize suç örgütleri ve terörist gruplardır.5 Yasa dışı ve gayrinizami yöntemler kullanarak kendi amaçlarına ulaşmaya çalışan DDSA’lar ulus devletlerin birçoğuna tehdit arz etmektedir. Bu bağlamda Türkiye’de PKK ve silahlı yapılanmaları nasıl ki terör faaliyetleriyle devlet ve halkı tehlikeye sokan bir DDSA olarak tanımlanıyorsa Suriye’de de PYD ve ona bağlı YPG/ YPJ gibi yapılar bir çatı altında toplanmış DDSA şeklinde nitelendirilebilmektedir. Ayrıca uluslararası kamuoyunun neredeyse her insani ve siyasi krizde karşı karşıya geldiği bu aktörlerin yeni sınıf oluşturarak ve aslında Vestfalya devlet düzeni modelinden yola çıkarak kendilerini meşrulaştırmaya çalıştıkları da gözlemlenebilmektedir.6 Bu bağlamda DDSA’ların oluşumunda etkili olan tali sebeplerden birisi de eksik veya zayıf devlet yönetimidir. Eksik otoriteden faydacı bir şekilde yararlanarak kendi amaçlarını gerçekleştirebilmek adına farklı yöntemlere başvuran bir aktör olan PYD, terör örgütü ve DDSA özelliklerinin neredeyse tümüne sahip bir şekilde Suriye’nin kuzeyinde terör faaliyetlerini sürdürmektedir. PYD’NİN KURULUŞU, İDEOLOJİSİ, HEDEFLERİ VE SÖYLEMİ

Bir zamanlar Esed rejimi tarafından Kürtler yaşadıkları bölgenin önemi ve hak arayışları nedeniyle bir tehdit olarak algılanmıştır. Bu minvalde Esed rejimi ve Öcalan liderliğindeki PKK arasında birlikte yaşamaya yönelik ortak bir yol bulunmuştur. Buna göre PKK’nın Türkiye’ye karşı desteklenmesine karşılık ülkedeki Kürtlerin oluşturduğu tehdidin ortadan kaldırılması için çalışmalar yapılmıştır. 4

Williams, “Violent Non-State Actors and National and International Security”.

5

Williams, “Violent Non-State Actors and National and International Security”.

Rajeev Chaudry, “Violent Non-State Actors: Contours, Challenges and Consequences”, CLAWS Journal, (Kış 2013). 6

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

Suriye rejimi Türkiye’ye karşı caydırıcı hamleler gerçekleştirebilmek adına Kürt sorununu Türkiye’ye taşımaya çalışmıştır. Nihai olarak 1998’de imzalanan Adana Mutabakatı ile normalleşmeye başlayan Türkiye-Suriye ilişkileri PKK’nın bölgedeki Kürtler üzerindeki etkisini artırmasına yol açmıştır. Yaşanan toplumsal olaylar ve Esed rejiminin Suriyeli Kürtler üzerindeki baskısını artırması gibi meseleler sonucunda ve Abdullah Öcalan’ın doğrudan talimatıyla 17 Ekim 2003’te Demokratik Birlik Partisi yani PYD kurulmuştur.7 PYD’nin kendi kanalları üzerinden dünya kamuoyuyla paylaştığı tüzükten yola çıkarak örgütün hem PKK ile bağlantısı bulunduğu hem de terör örgütünün ideolojisine sahip olduğu söylenebilir. Suriye’nin kuzeyinde “Apoculuk” ideolojisini yaymayı hedef olarak belirleyen PYD Kongra-Gel’i de “Kürdistan halkı için yüksek yasama organı” şeklinde tanımlamıştır. KCK çatısı altında faaliyetlerini sürdüren bu örgüt kendi ifadelerine göre Abdullah Öcalan’ı da tüm Kürtlerin lideri olarak sunmaktadır.8 PYD-PKK ilişkisini gösteren en açık belirtilerden birisi de örgütün yapısıdır. Buna göre yapıyı oluşturan ana kararlar 20032015 arasında düzenlenen PKK kongrelerinde alınmıştır. İlgili kongreler PKK’nın Kuzey Irak’taki kamplarında gerçekleşmiş ve burada PYD karargahının belirlenmesinden faaliyetlerin planlanmasına kadar yayılan bir alanda kararlar verilmiştir. Türk Silahlı Kuvvetlerinin (TSK) Nisan 2017’de düzenlediği Irak-Sincar ve Suriye-Karaçok hava operasyonları sonrasında ABD’li askeri yetkililerle görüntü veren Şahin Cilo Kobani kod adlı terörist de bu doğrultuda PYD’nin askeri faaliyetleri için görevlendirilmiştir. KCK örgütü sonuç itibarıyla PYD’nin ilk başkanı olarak Fuat Ömer kod adlı Barazani Muhammed’i, daha sonra ise günümüzde eş başkanlık yapan Salih Müslim’i atamıştır. 7 Can Acun ve Bünyamin Keskin, PKK’nın Kuzey Suriye Örgütlenmesi PYD-YPG, (SETA Rapor, İstanbul: 2016). 8

Acun ve Keskin, PKK’nın Kuzey Suriye Örgütlenmesi.

/

299

300

/

P Y D - Y P G ’ N İ N O R TAYA Ç I K I Ş I V E D Ö N Ü Ş Ü M Ü

PYD’nin söylem ve ideolojisindeki Abdullah Öcalan tezahürü tüzükte geçen üyelik şartlarında da kendini göstermektedir. PYD üyeliği için aranan şartların anlatıldığı tüzüğün ilgili kısmında Öcalan’a bağlılık esas hüküm olarak karşımıza çıkmaktadır. “Lider Öcalan’ın demokratik uygarlık metodunun benimsenmesi” ve “Lider Abdullah Öcalan’ın ve Kürt halkının değerleriyle gurur duymak, onlara bağlı olmak ve lideri esaretten özgürleştirmek için mücadele etmek” gibi ifadeler örgüt üyelerinin doğasını belirlemektedir. Yine Öcalan’ın PKK üzerinden hedeflediği konfederatif bir devletin izlerine PYD’nin tüzüğünde rastlanmaktadır. PYD’NİN ÖRGÜTSEL YAPISI

Tüzük ve PYD mensuplarının faaliyetlerinden yola çıkarak örgütün resmi hiyerarşik yapısını ortaya koymak mümkündür. PYD gayriresmi olarak –yukarıda da belirtildiği üzere– doğrudan KCK çatısı altında alınan kararlar doğrultusunda faaliyetlerini yürütse de resmi açıdan bir yapının ortaya konması kendilerine müttefik arayışında destek arama niyetindendir. Kongre, konferans, parti başkanlığı, parti meclisi ve yürütme komitesi gibi beş ana organdan oluşan örgüt üst düzey kararlarını kongrede almaktadır. Kongre parti programı ve tüzüğünün kabulü, değişimi, stratejinin değişimi ve geçici politikaların belirlenmesi gibi yetkilere sahiptir. Örgütün konferans olarak adlandırdığı yapısal unsuru ise parti programı, tüzük ve strateji değiştirme yetkileri hariç kongre ile neredeyse aynı yetkilerle işlevini sürdürmektedir. PYD’nin örgütsel yapısı içerisinde en önemli unsur ise dış dünyaya açılan kapısı olarak görülen ve eş başkanlık sistemiyle işleyen parti başkanlığıdır. Kongrede oy çokluğuyla belirlendiği öne sürülse de örgütün bu üst düzey makamlarında oturacak kişilerin doğrudan KCK’nın karar alma mekanizmasına göre atandığı bilinmektedir. Eş başkan olarak görev yapan şahıslar KCK’nın direktifiyle hem örgütün meclis organına hem de yürütmeyle ilgili organa

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

öncülük eder. Böylelikle demokratik bir yapı gibi bir görüntü vermeye çalışsalar da PYD üstü bir karar alma mekanizmasının talimatları doğrudan örgütün tüm üst ve alt yapılarına iletilmektedir. Başkanlık yapısının altında örgütün ideolojik ve siyasi yapı meseleleriyle ilgili çalışma yapan bir parti meclisinin olduğu bilinmektedir. Buradaki üyeler ise yine diğer kurullarda olduğu gibi örgüt kongresince belirlenmektedir. Parti meclisinin yanı sıra daha detaylı bir şekilde çalışan yürütme komitesinin ise PYD’nin genel taktiklerini şekillendirdiği düşünülmektedir. PYD örgütünün yerel yapılanmaları açısından öne çıkan üç unsur il, bölge ve mahalle idareleridir. Sırasıyla görev yetkileri bulunan bu yapılar kendi altındaki idare ve hücrelere öncülük yapmakta ve yerel yapılanmaları koordine etmektedir. Her bir yapının üyeleri idare yöneticileri tarafından belirlenirken yerel düzlemde en yüksek makam olan il idaresine dahil edilecek kişiler yürütme komitesi ve parti meclisi tarafından belirlenmektedir. Yine daha üst yapısal organlarda olduğu gibi burada da en üst düzey örgüt yöneticilerinin onayı yapının otokratik doğasını ispat etmektedir. PYD’NİN SİLAHLI YAPILANMA, STRATEJİ VE TAKTİKLERİ

Suriye krizinin başlamasının hemen ardından ortaya çıkan PYD’nin silahlı kanadı YPG sergilediği terörist gücü ve hızlı hareket biçimiyle yapılanmasının eskiye dayandığını ve başka kaynaklardan faydalandığını göstermiştir. Nitekim PKK’nın silahlı kanadı HPG başta olmak üzere KCK yapısının kendi içinde barındırdığı silahlı teröristleri örgüt liderliğinin belirlediği noktalara kaydırması aşikardır. YPG 2012’de açıktan faaliyet yürütmeye başlaması ve ilk eylemleriyle zaten PKK’nın HPG yapısıyla birebir benzerlikler sergilemiştir. Buna göre –PKK’nın kadın terörist birlikleri YJA-Star gibi– YPG’nin yanı sıra sadece kadınlardan oluşan YPJ gündeme gelmiştir. Farklı kaynaklardan elde edilen YPG’nin örgüt tüzüğüne göre Suriye’nin kuzeyinde ilan edilen sözde öz yönetimin gü-

/

301

302

/

P Y D - Y P G ’ N İ N O R TAYA Ç I K I Ş I V E D Ö N Ü Ş Ü M Ü

venliği ve savunmasından sorumlu tutulan bu örgütün komuta yapısı (uluslararası meşruiyet kazanma niyeti neden olarak gösterilebilir) net bir şekilde açıklanmıştır. Buna göre genel komuta görevini Sipan Hemo ve Suvar kod adlarını taşıyan Semir Asu ifa etmektedir. Sipan Hemo’nun 1994’te KCK/PKK örgütüne katıldığı ve 2011’de Suriye’ye geçerek terör faaliyetlerine başladığı belirlenmiştir.9 Komuta kademesindeki bir diğer önemli isim ise YPG’nin uluslararası kamuoyunda da sıklıkla rastlanan sözcüsü Redur Halil’dir. YPJ’nin yönetimini ise Nesrin Abdullah yürütmektedir. Daha önce de belirtildiği üzere PYD’nin doğrudan KCK yönetimi tarafından yönlendirildiği gerçeğiyle birlikte bir değerlendirme yapıldığında bahse konu olan bu isimlerin sadece dışa dönük şeffaflık gösterme niyetiyle bilinçli olarak zikredildiği anlaşılmaktadır. Asıl itibarıyla PYD-YPG’nin Suriye’deki faaliyetlerinin sorumlusu olarak Şahin Cilo Kobani kod adlı Ferhat Abdi Şahin KCK tarafından görevlendirilmiştir. Bu kilit isimlerin yanı sıra sürekli pozisyon ve görev değişikliğine gidilen bölgesel ve yerel komuta sorumluları da mevcuttur. Değişikliklerin sürekliliği ise kilit pozisyondaki teröristlerin tespitini önlemek niyetinden kaynaklanmaktadır. PYD’nin silahlı kanadı YPG tüm faaliyetlerini daha önce kendi internet sitesinde yayımladığı bir tüzük veya iç yönetmeliğe göre şekillendirmektedir.10 Yayımlanan bu iç yönetmeliğe göre YPG’nin silahlı yapılanması hakkında kısmen detaylı bilgi edinmek mümkündür. Buna göre YPG’nin profesyonel (elit) kuvvetler diye adlandırdığı ve özellikle Tabka ve Rakka operasyonlarında PKK/KCK Terör Örgütün Suriye Kolu: PYD-YPG, (T.C. İçişleri Bakanlığı, Ankara: 2017), s. 34. 9

Acun ve Keskin, PKK’nın Kuzey Suriye Örgütlenmesi; Bahsi geçen iç yönetmelik çevrim içi ortamdan daha sonra kaldırılmış ancak yapılan çalışmalar esnasında yedeklenmiştir. 10

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

gündeme gelen birliklerinin yanı sıra yerel düzlemde faaliyet yürüten direniş ve yerel birlikleri mevcuttur. Bunların dışında kendi kontrol ettiği bölgelerin sınırlarında görevli hudut birlikleri de bulunmaktadır. Ayrıca silahlı unsurların ihtiyaçlarının koordine edildiği lojistik birimleri ile örgütün bilgi kasası olarak adlandırılması mümkün olan arşiv ve sicil birimleri vardır. Örgütün özellikle ABD’den elde ettiği mühimmat ve teçhizat başta olmak üzere tüm savaş araç ve gereçlerinin yönetimini yapan özel bir koordinasyon merkezi bu minvalde işlev sürdürmektedir. Son olarak örgütün tüm kademeleri arasında haberleşme ve iletişimi sağlayan kuryeler vasıtasıyla oldukça etkili bir iletişim ağının varlığından söz etmek mümkündür. PYD altında askeri olarak faaliyet sürdüren YPG ve YPJ’nin yanı sıra örgütün kontrol ettiği kırsal alan ve şehirlerde polis gücü şeklinde nitelendirilebilecek bir silahlı gücü daha vardır. Bunlar –YPG ve YPJ’ye nazaran– Suriye krizi başladıktan sonra değil PKK-PYD’nin bölgedeki etkisini artırmasıyla ortaya çıkan asayiş milisleridir. Bu milisler adı üstünde ilgili bölgelerdeki asayişten sorumlu olarak kendilerine görev edinmişlerse de PYD’ye muhalif yapıların sürekli hedefi olmuşlardır. Nitekim asayiş milisleri PYD’ye muhalif olan sivil halka baskı yapmasıyla tanınmaktadır. Asayiş milislerinin iç yapısı bilinmemekle beraber ana sorumluluklarını Civan İbrahim ve Ayten Ferhat yürütmektedir. Ayrıca bu yapıya bağlı özel operasyon birimlerinin varlıkları tahmin edilirken bu birimlerin genelde illegal faaliyet yürüttüğü düşünülmektedir. YPG, YPJ ve asayiş milislerinin yanı sıra Kuzey Irak’ta etkinlik gösteren ve PYD’nin güdümünde olan YBŞ ve YJE bu silahlı yapılanmalar arasında sayılabilir. Özellikle Sincar ve çevresinde PKK’lı teröristlerle ortaklaşa faaliyet gösteren YBŞ ve YJE sözde DEAŞ’a karşı mücadele ettiğini söylese de Suriye’nin kuzeyinde olduğu gibi burada da kendilerine muhalif sivillere karşı baskı uygulamaktadır.

/

303

304

/

P Y D - Y P G ’ N İ N O R TAYA Ç I K I Ş I V E D Ö N Ü Ş Ü M Ü

Yukarıda bahsi geçen PYD’nin silahlı yapılanmaları Suriye krizi esnasında farklı boyutlarda hareket etmişlerdir. Nitekim Ayn el-Arap’ta DEAŞ ile YPG arasında yaşanan çatışmalar çerçevesinde ABD’nin verdiği destek haricinde PKK’nın HPG ve YJA-Star grupları adına çatışan teröristlerin bu bölgeye intikal ettiği bilinmektedir.11 Söz konusu terör gruplarının kendi aralarında yürüttükleri faaliyetlerdeki ihtiyaçlara binaen zaman zaman bölge ve ülkeler arası geçişkenlik gösterdiğini de doğrudan teröristlerin medyaya verdiği demeçlerden öğrenmek mümkündür. Buna göre bir kadın terörist Wall Street Journal’daki mülakatında “Kimi zaman bir PKK’lıyım, kimi zaman PJAK’lı, kimi zaman da YPG’liyim. Fark etmiyor. Hepsi PKK’nın bir kolu” ifadelerini kullanarak bu noktada PKK-PYD ilişkisini –hatta aynı yapının birer parçası olduğunu– açıkça beyan etmektedir.12 PYD kendi çatısı altında barındırdığı görece nizami yapıya sahip silahlı yapılanmaların içerisinde –Suriye kriziyle uluslararası kamuoyunda daha fazla dikkat çekmeye başlayan– yabancı terörist savaşçılara da farklı imkanlar sunmaktadır. “Rojava Aslanları” olarak bilinen ve yabancılardan oluşan bir birlik aracılığıyla hem yurt dışından gelecek yardım ve destekleri meşrulaştırma hem de eleman teminini kolaylaştırma amacını gütmektedir. Bu birlik içerisindeki terörist sayısı belli değildir. Nitekim birliğin örgüt içerisindeki diğer “yerli” teröristlerce meşrulaştırılması tartışma konusu yapılmaktadır. ABD, Almanya, İngiltere ve İran gibi ülkelerden gelen yabancı terörist savaşçılar –özellikle ana motivasyon nedenlerinden dolayı– gündeme gelmişlerdir. Buna göre bir kesim ideolojik sebeplerden dolayı PYD-YPG güçlerine katıldığını açıklarken başka bir grup ise deneyim, tecrübe ve maddi tatmin açısından Suriye’deki terör faaliyetlerinde yer aldıklarını sıklıkla ifade etmektedir. 11

Acun ve Keskin, PKK’nın Kuzey Suriye Örgütlenmesi.

Matt Bradley ve Joe Parkinson, “America’s Marxist Allies against ISIS”, Wall Street Journal, 24 Haziran 2015. 12

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

Londra’da bulunan King’s College Üniversitesi’ne bağlı bir açık istihbarat araştırma grubu olan Bellingcat, Suriye’de DEAŞ’a karşı çatışmalara giren yabancı teröristlerden sadece ABD vatandaşlarına odaklanarak ilginç sonuçlar elde etmiştir.13 Araştırmaya göre YPG bünyesindeki ABD kökenli teröristlerin büyük bir kısmının ordu kökenli olduğu öğrenilmiştir. Sadece ABD’li YPG teröristlerinden yola çıkıldığında örgüte katılan yabancıların daha önce askeri eğitim almaları önemli bir detaydır. Nitekim elde somut veri olmamasıyla birlikte yabancı teröristlerin çoğunun asker kökenden gelmesi yabancı devletlerin bu örgüte gizliden destek verip vermediği sorusunu beraberinde getirmektedir. Sonuç olarak farklı kaynaklardan elde edilen bilgilere göre Temmuz 2017 itibarıyla öldürülen YPG’li yabancı terörist sayısının 30 civarında olduğu düşünülmektedir. ÖRGÜTÜN HAKİM OLDUĞU BÖLGELERDEKİ YÖNETİMİ

PYD ilk olarak Ocak 2014’te Suriye’nin bazı bölgelerinde sözde özerklik ilanında bulunmuştur. Suriye’nin Cezire, Ayn el-Arap ve Afrin bölgeleri örgüt tarafından idari kanton şeklinde belirlenmiş, bu kantonlar ise bir tür anayasa yerine geçince bir toplumsal sözleşme ile yönetilmeye çalışılmaktadır. Bu sözleşme kantonların yönetim unsurlarını da belirlemektedir. Örgüt tüm seviyelerdeki kontrolü sağladığı bölge ve kentlerde “demokratik öz yönetim” olarak bilinen ve PKK’nın hem terör hem de siyasi uzantılarıyla Türkiye’de de hedeflediği sistemi uygulamaya başlamıştır. İlan edilen kantonlar Türkçe karşılığı Demokratik Toplum Hareketi olan TEV-DEM14 tarafından yönetilmektedir. KCK/PKK’nın Nathan Patin, “The Other Foreign Fighters: An Open-Source Investigation into American Volunteers Fighting the Islamic State”, Bellingcat, 26 Ağustos 2015, www. bellingcat.com/news/mena/2015/08/26/the-other-foreign-fighters, (Erişim tarihi: 1 Ekim 2018). 13

14

TEV-DEM: Tevgera Civaka Demokratik

/

305

306

/

P Y D - Y P G ’ N İ N O R TAYA Ç I K I Ş I V E D Ö N Ü Ş Ü M Ü

öngördüğü sistemin tamamen aynısı olan bu kanton sistemi demokratik bir yönetim modeli resmi vermektedir. Ancak Suriye’nin kuzeyinde bulunan ve PYD’nin kontrol ettiği bölgelerde bu kanton yönetiminin demokratik seçimlerle değil örgütün askeri milis yapılanması olan YPG/YPJ sayesinde hayata geçirildiği yönünde değerlendirme yapmak mümkündür. YPG’nin silahlı gücü sayesinde kanton yönetimindeki pozisyonlar doğrudan örgüt tarafından belirlenmektedir. Öz yönetim ve kanton ilanlarının ardından bazı uluslararası aktörlerin de desteğini arkasında alan PYD Mart 2016’da “Suriye Kürdistanı Federasyonu”nu ilan etmiştir. Azez-Cerablus arasındaki bölgeyi de bu federasyona dahil ederek ve kantonları coğrafi olarak da birleştirerek Suriye’nin Türkiye sınır hattında bir terör devleti kuşağı kurmak isteyen örgütün niyetleri Türkiye’nin Fırat Kalkanı Harekatı (FKH) ile engellenmiştir. Federasyonun ilanından sonra ilgili bölgelerde mevcut sözleşmenin yerine geçmesi amacıyla yeniden bir sözleşme arayışına girilmiştir. Bunun için PYD “Rojava-Kuzey Suriye Demokratik Federalizmi Kurucu Meclisi Toplumsal Sözleşme Komitesi” ismiyle bir komisyon oluşturarak bu sözleşmenin hazırlıklarına başlamıştır. Örgüt komisyonda hayata geçirilen bu sözleşmeyi Suriye’nin kuzeyinde farklı bölgelerdeki kent ve köylerde insanlara kendi baskıcı yöntemleriyle tanıtmıştır. Tanıtım toplantılarının formatı PKK’nın bilinen propaganda toplantılarından fark olmaksızın şekillenmiştir. Buna göre toplantıların hepsinde terör örgütü lideri Öcalan’ın posterleri de sergilenmiştir. Kantonlardaki yönetim şeklinin görünürde demokratik kuvvetler ayrılığı esasına göre belirlendiği düşünülebilir. Buna göre meclis işlevi gören bir yasama konseyi, bakanlar kurulunu temsil eden bir yürütme konseyi ve yönetimin yargı kolunu üstlenen bir adalet komisyonunun varlığından söz etmek mümkündür. Yürütme konseyine bağlı ihtiyaçlara göre bakanlık görevi yapan yaklaşık

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

yirmi komite bulunmaktadır. Bunların yanında yüksek seçim kurulu ve yüksek anayasa mahkemesi gibi yönetim unsurları da bulunmaktadır. Kantonun başkanı aynı zamanda yürütme konseyinin de başkanlığını yapmaktadır. Belediyeler ve diğer kırsal bölgelerde faaliyet gösteren yönetim konseyleri de kanton başkanına doğrudan bağlı olarak çalışmaktadır.15 DİĞER GRUP YA DA AKTÖRLERLE (DEVLETLER DAHİL) İLİŞKİLER Muhalif Kürtler

PYD dışında Suriye’de rejime muhalif sayılan Kürtler, Kürt Ulusal Konseyi (KUK/ENKS) çatısı altında farklı siyasi yapılanmalarla örgütlenmişlerdir. Bunlara IKBY Başkanı Mesud Barzani’nin partisi olan KDP’ye yakınlığıyla bilinen Suriye Kürdistan Demokratik Partisi (PDK-S) de dahildir. Sadece rejime muhalefet etmekle kalmayıp PYD’ye de cephe alan bu yapı örgütün ciddi baskı ve zulümlerine maruz kalmaktadır. Öyle ki birçok siyasi, aktivist ve gazeteci PYD’nin baskılarından dolayı Türkiye, IKBY ve Avrupa’ya sığınmak zorunda kalmıştır. Hem PYD hem de kendilerine muhalif KUK yapısının arasındaki çatışma ve anlaşmazlıkları çözmek adına Mesud Barzani farklı girişimlerde bulunmuştur. Buna göre 2012’de TEV-DEM ve KUK arasında temaslar gerçekleşmiş ve sonunda Kürt Yüksek Komitesi kurulmuştur. Ancak bu yeni diyalog platformunda yine PYD’nin baskıcı politikaları ve silahlı kanadı YPG’nin tehditlerinden dolayı diğer partiler sindirilmiş ve komite işlevsiz hale gelmiştir. PYD Suriye krizinin başından bu yana kendilerine muhalif olan diğer Kürtlere baskı uygulamaya devam etmektedir. Özellikle zorla silahaltına alma girişimleri, muhalif gazetecilerin tutuklanması ve siyasilerin alıkonulması sıklıkla gündeme gelen hususlardır. 15

Daha detaylı bilgi için bkz. Acun ve Keskin, PKK’nın Kuzey Suriye Örgütlenmesi.

/

307

308

/

P Y D - Y P G ’ N İ N O R TAYA Ç I K I Ş I V E D Ö N Ü Ş Ü M Ü

Esed Rejimi

Suriye krizinin başlarında çekimser tutum sergileyen PYD ve silahlı kanadı YPG/YPJ muhalefetin yanında yer almamıştır. İlerleyen süreçte –Esed rejimiyle de anlaşmalı bir şekilde– kendi varlığını bölgede tahkim etmeye başlamıştır. Esed güçleri Cezire, Ayn el-Arap ve Afrin bölgelerinden çekilerek buraları YPG’ye bırakmıştır. Bu iş birliği ilerleyen süreçte PYD’nin başkent ilan ettiği Haseke’nin Kamışlı kentinde daha belirgin hale gelmiştir. Nitekim kentte rejime bağlı devlet kurumlarında çalışan memurlar maaşlarını sorunsuz bir şekilde Şam yönetiminden almayı sürdürmüş, kent YPG milislerinin yanı sıra rejim askerleri ve şebbihalarla ortaklaşa bir şekilde korunmuştur. Rejimin desteğini dolaylı ve dolaysız bir şekilde hisseden PYD kontrol ettiği yerlerde başta Kürt muhalefetini sonra da Suriye muhalefetini hedef alarak etkisizleştirmeye çalışmıştır. PYD’nin silahlı yapılanması YPG ile Suriye muhalefeti arasındaki çatışmaların başında Resulayn’daki mücadele gelmektedir. Çatışmalar sonucu PYD-YPG kenti ele geçirmiştir. Kriz devam ederken Esed rejimiyle hiçbir şekilde karşı karşıya gelmeyen PYD hatta petrol alışverişi ve silah ticareti gibi konularda da iş birliği yapmıştır. PYD-YPG 2016-2017 döneminde ise DEAŞ’a karşı mücadele kapsamında Rusya’nın da yönlendirmesiyle elinde tuttuğu bölgeleri resmiyette Esed rejimine devretmiştir. Ancak bu bölge ve kentlerde örgütün halen etkin olduğu, muhalefet ve özellikle Türkiye’ye tehdit oluşturmaya devam ettiği bilinmektedir. 2018’de TSK ve TSK destekli Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) güçlerinin gerçekleştirdiği Zeytin Dalı Harekatı öncesinde ve esnasında Esed rejimi ile PYD-YPG arasında siyasi ve askeri görüşmeler yapılmıştır. TSK’nın Afrin’e doğru ilerleyişi sırasında Esed rejimine bağlı milisler bölgeye TSK ile savaşmak üzere gelse de kısa sürede etkisiz hale getirilmiştir. Türkiye Afrin operasyonunun ardından Münbiç üzerinde ABD ile girdiği diplomatik angajman sonucunda

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

bölgeden YPG’nin çıkarılması konusunda mutabakata varmış, bu durum da PYD-YPG’nin Esed rejimiyle diplomasi trafiğini artıran bir unsur olmuştur. Bu minvalde örgütün kontrolünde bulunan Tabka ve Tişrin barajlarının yanı sıra petrol sahalarının işletme hakları da rejime devredilmiştir. ABD ve Suriye Demokratik Güçleri (SDG)

Kamuoyunda “Kobani olayları” olarak bilinen Suriye’nin Ayn el-Arap kentinde yaşanan çatışmalar PYD-YPG’yi oldukça yıpratmıştır. DEAŞ ile çatışmalarda ciddi manada sıkıntılar yaşayan örgüt daha sonra PYD lideri Salih Müslim’in çağrısıyla ABD ve uluslararası koalisyondan yardım talebinde bulunmuştur. Sonuç itibarıyla ABD Ayn el-Arap’taki DEAŞ hedeflerini havadan imha ederek PYD’nin kontrolü yeniden sağlamasına destek olmuştur. ABD ile PYD arasında oluşan bu ilişki sadece hava desteğiyle sınırlı kalmayıp ilerleyen dönemlerde silah ve mühimmat yardımlarına kadar varmıştır. Suriye krizinin başlangıcından itibaren muhalif yapılanmalara temkinli yaklaşan ABD, PYD-YPG’yi kendisi için kullanışlı bir aktör olarak görmüştür. ABD böylelikle adeta PYD-YPG’nin Suriye’de ilerleyişini sağlamak adına –uluslararası koalisyonun da desteğiyle– DEAŞ hedeflerini vurmaya devam etmiştir. Burada dikkat çekilmesi gereken husus ABD öncülüğündeki koalisyonun hava saldırılarının detaylı tahlilinin ortaya çıkardığı sonuçtur. Buna göre Haziran 2015’e kadar 1.774 hava saldırısının yapıldığı, bunların 1.200’ünün sadece YPG ve DEAŞ’ın karşı karşıya geldiği noktalara gerçekleştirildiği tespit edilmiştir.16 PYD’nin ABD ile ilişkisi sadece bu düzlemde kalmamıştır. Özellikle örgütün PKK ile bağından kaynaklanan uluslararası meşruiyet kaygılarından dolayı –ABD’nin de yönlendirmesiyle– bir paravan yapı oluşturulmuştur. SDG adını alan bu yapıda ağırlık YPG/YPJ teröristlerinin elinde olsa da farklı ufak çaplı yapılanmalar da bu olu16

Acun ve Keskin, PKK’nın Kuzey Suriye Örgütlenmesi.

/

309

310

/

P Y D - Y P G ’ N İ N O R TAYA Ç I K I Ş I V E D Ö N Ü Ş Ü M Ü

şuma katılmıştır. Türkiye doğal olarak YPG’nin içerisinde bulunduğu her yapılanmanın kendi ulusal güvenliğine tehdit oluşturduğunu ve dolayısıyla bu yapının PKK güdümünde olduğunu vurgulasa da uluslararası kamuoyu bu gerçeği örtbas etmeye çalışmıştır. Nitekim ilerleyen süreçte de öğrenileceği üzere YPG’nin SDG’yi oluşturma aşamasında ABD çok önemli bir rol üstlenmiştir.17 SDG’nin kuruluşu birçok kaynakta 11 Ekim 2015 olarak belirtilmektedir. YPG/ YPJ’nin yanı sıra Süryani Askeri Konseyi ve birkaç ÖSO unsurundan meydana gelen bu yapı asıl itibarıyla ABD’nin PYD’ye yapmak istediği silah yardımlarını meşrulaştırma amacıyla oluşturulmuştur. Buna göre ABD’nin bu yapı üzerinden YPG/YPJ’ye yüzlerce ton silah ve mühimmat desteğinde bulunduğu değerlendirilmektedir.18 Rusya’nın 2015 sonbaharında Suriye krizine müdahil olmasıyla birlikte ABD sadece silah yardımıyla yetinmemiş aynı zamanda kendi ordusuna bağlı özel operasyon kuvvetlerini bölgeye danışmanlık adı altında YPG’lileri eğitmek üzere göndermiştir. Buna ek olarak kamuoyunda sıklıkla ismi zikredilen Brett McGurk dönemin ABD Başkanı Obama tarafından DEAŞ ile Mücadele Özel Temsilcisi sıfatıyla görevlendirilmiştir. McGurk sık aralıklarla PYD-YPG yöneticileriyle bir araya gelmeyi sürdürmektedir.19 Son olarak ABD bölgedeki gücünü tahkim etmek adına PYD-YPG üzerinden farklı noktalarda askeri üs kurmuştur. Bu üsler üzerinden silah ve mühimmat sevkiyatlarının yapıldığı bilinmektedir. Rakka ile Fırat’ın doğusunda Pentagonun askeri desteğiyle oldukça genişleyen PYD-YPG’nin ABD ile arasındaki uyum oldukça üst bir seviyeye taşınsa da Afrin operasyonu ve ardından Münbiç “ABD’nin Tavsiyesiyle Terör Örgütü YPG İsmini Değiştirdi”, Anadolu Ajansı, 21 Temmuz 2017. 17

“Turkey Slams U.S. over Reported Weapons Supply to Syria Kurds”, Military Times, 14 Ekim 2015, www.militarytimes.com/news/your-military/2015/10/14/turkeyslams-u-s-over-reported-weapons-supply-to-syria-kurds, (Erişim tarihi: 1 Ekim 2018). 18

19 “Obama’nın Özel Temsilcisi Kobani’de!”, Milliyet, 1 Şubat 2016; “Trump’ın Özel Danışmanı McGurk YPG ile Görüştü”, NTV, 18 Mayıs 2017.

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

üzerinde ABD’nin Türkiye ile mutabakatı PKK/YPG tarafında ilişkilerin sorgulanmasına sebebiyet vermiştir. Nitekim Afrin operasyonu süresince PYD-YPG Fırat Nehri’nin doğusunda DEAŞ’a yönelik operasyonlarını durdurmuştur. Münbiç mutabakatında oluşan projeyi Fırat’ın doğusunda da işletmek isteyen Türkiye’nin siyasi ve askeri adımları ABD ile PYD-YPG arasındaki güven bunalımını yeniden ortaya çıkarabilir. Rusya

Rusya’nın Suriye krizine müdahil olmasından hemen sonra PYD, ABD ile girdiği angajmana benzer şekilde Rusya ile de yakınlaşmaya çalışmıştır. PYD Moskova yönetimiyle görüşmeler gerçekleştirmiş ve hatta burada bir temsilcilik dahi açmıştır.20 Rusya ilerleyen dönemlerde YPG’nin kontrolü altındaki Afrin bölgesine askeri sevkiyat yaparak bölgeye kendi askerlerini yerleştirmiştir. Rus askerlerinin desteğiyle PYD-YPG daha rahat hareket ederek belirli ilerlemeler gerçekleştirmiştir. Ayrıca Rusya’nın PYD-YPG’ye silah ve mühimmat yardımı yaptığı da bilinmektedir.21 Mevcut şartlar altında Ruslar PYD-YPG’yi Esed rejiminin faydası için farklı şekilde kullanmak istemiştir. Nitekim FKH sonrasında TSK’nın Münbiç’e yönelimini engellemek üzere fiili varlığını ortaya koyarak PYD-YPG’yi korumaya almıştır. Ayrıca Tel Rıfat ve çevresinin Suriyeli muhaliflerden ele geçirilmesine yoğun hava saldırılarıyla Rusya destek olmuştur. Fırat’ın batısında Moskova ile PYD-YPG arasında iş birliği zemini Rusya’nın Türkiye’nin Afrin’de gerçekleştireceği operasyon için askeri birliklerini bölgeden çekmesiyle önemli ölçüde sınırlanmıştır. Bu süreçten sonra YPG kanadından Rusya’ya yönelik ağır suçlamalar gelmiştir. Son tahlilde PYD-YPG’nin Moskova’ya güveni ciddi darbe alsa da ilişkiler sürdürülmeye devam etmektedir. 20

“Syrian Terror Group Opens Moscow Office”, Anadolu Ajansı, 11 Şubat 2016.

21

“Rusya’dan PYD’ye 5 Ton Silah”, NTV, 2 Aralık 2015.

/

311

312

/

P Y D - Y P G ’ N İ N O R TAYA Ç I K I Ş I V E D Ö N Ü Ş Ü M Ü

Örgütün Yurt Dışı Yapılanması

PYD-YPG bölgede faaliyet gösteren diğer DDSA’lara nazaran yurt dışında daha özgür örgütlenebilmektedir. Buna göre özellikle Avrupa’da –yine meşruiyet kaygılarından dolayı– paravan kurum ve kuruluşlar üzerinden faaliyetlerini sürdürmektedir. Yönetimin ortaya attığı isimleri kullanarak dernekler açan örgüt genellikle “Rojava” ve “Kobani” gibi kelimelerle yapılarını isimlendirmektedir. Buna göre Avrupa başta olmak üzere birçok ülkede temsilciliği bulunan PYD-YPG burada kendi amaçları için diplomasi faaliyetlerinde bulunmaktadır. PKK’nın Avrupa Birliği tarafından resmi olarak bir terör örgütü şeklinde kabul edilmesine karşın PYD’nin PKK ile olan doğal ve organik bağı görmezden gelinmektedir. Hatta bazı ülkelerin üst düzey devlet yetkilileri PYD-YPG mensuplarıyla bir araya gelmiştir.22 PYD-YPG/SDG’nin yurt dışı temsilcileri şu şekildedir: •

Zuhat Kobane-PYD Avrupa Temsilcisi/Sorumlusu



Serbest Welad-PYD Oslo/Norveç Temsilcisi



Sipan İbrahim-PYD Berlin/Almanya Temsilcisi



Ayhan Efrini-PYD Bremen/Almanya Temsilcisi



Şervan Hasan-PYD Lahey/Benelüks Temsilcisi



Ahmed Şemo-PYD Londra/İngiltere Temsilcisi



Koçer Haseke-PYD Brüksel/Belçika Temsilcisi



Halid İsa-PYD Paris/Fransa Temsilcisi



Şiyar Ali-PYD Stockholm/İsveç Temsilcisi



Abdusselam Muhammed Ali-PYD Moskova/Rusya Temsilcisi



Bave Hüseyin-PYD Kopenhag/Danimarka Temsilcisi



İman Derviş-YPJ Prag/Çekya Temsilcisi



Xerib Huso-PYD IKBY Temsilcisi



Sinam Mohamed-SDK/SDG Washington/ABD Temsilcisi

22 PYD-YPG’nin yurt dışı yapılanması hakkında detaylı bilgi için bkz. Acun ve Keskin, PKK’nın Kuzey Suriye Örgütlenmesi.

/

GÖRSEL 1. PYD’NİN YURT DIŞI TEMSİLCİLERİ

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

Kaynak: Kutluhan Görücü, “PYD’nin Yurtdışı Temsilcileri”, Suriye Gündemi, 17 Mayıs 2018, www.suriyegundemi.com/2018/05/17/pydnin-yurtdisi-temsilcileri, (Erişim tarihi: 23 Temmuz 2018).

313

314

/

P Y D - Y P G ’ N İ N O R TAYA Ç I K I Ş I V E D Ö N Ü Ş Ü M Ü

TOPLUMSAL KABUL AÇISINDAN PYD

PYD Suriye’nin kuzeyinde kontrolünü toplumsal desteğe dayandırsa da buradaki güç tahkiminin asıl itibarıyla silahlı yapılanması YPG/YPJ’den kaynaklandığı belirtilmelidir. Elbette toplumda örgüte sempati besleyen bir kısım bulunmaktadır. Ancak örgüte muhalif olan farklı etnik kökene sahip insanlar PYD-YPG’nin baskı ve tehcir politikalarına çoğu zaman sessiz kalmaktadır. İzlediği yöntemler örgütün topluma kendini kabul ettirme amacı taşımadığını göstermektedir. Daha çok kendi yönetimlerini topluma dayattığı bilinmektedir. Siyasi açıdan karşıtlarını etkisiz bırakmaya çalışan, silahlı güçleriyle etkinlik ve yapılanmalarını engelleyen PYD askeri açıdan da farklı yöntemlerle baskılarına devam etmektedir. DEAŞ’la yaşanan çatışmalardan dolayı ellerinde tuttukları bölgeleri koruma amaçlı insan kaynağına ihtiyaç duyan PYD-YPG bu minvalde “zorunlu askerlik yasası” adı altında özellikle genç halkı silahaltına almaya çalışmaktadır. Sözde yasaya göre PYD bölgesinde yaşayan ailelerden en az birer ferdin PYD’nin silahlı yapılanmalarında görev alması öngörülmektedir. PYD bu yasada belirttiği askerlik veya silahlı hizmeti “toplumsal ve ahlaki bir görev” olarak adlandırmaktadır. 18-30 yaş aralığındaki tüm erkeklerin bu yasaya tabi olmaları gerekliliği belirtilirken kadınların da gönüllülük esasına dayalı silahaltına alınabileceği vurgulanmaktadır. “Zorunlu askerlik yasası” konusunda en büyük eleştiri ise yasayı yürüten organın meşru ve konsolide olmuş sivil bir yapı değil doğrudan PYD’nin silahlı milisleri olmasıdır. Yasaya göre 18-30 yaş arasındaki erkekler –sadece kentlerde güvenliği tesis ettiğini ileri süren– asayiş güçlerinde hizmet etmekle mükelleftir. Ancak ailelerinden zorla koparılıp silahaltına alınan gençlerin çoğunun YPG/YPJ milisleri saflarında savaştığı değerlendirilmektedir. Bu ise toplumda zaten mevcut olan PYD karşıtlığını daha da pekiştirmektedir. Tepkiler yükseldikçe PYD’nin baskıları da artmaktadır. Bu nedenle zorla alıkoymalar sıklıkla Suriye’nin Kürt bölgelerinde gündeme

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

gelmektedir. 2016’nın yaz aylarında bu alıkoymalar beraberinde evlere baskın ve zorla tehcir gibi sorunları beraberinde getirmiştir.23 Toplumda PYD’ye karşı yükselen seslerin bir başka nedeni de örgütün silahlı milis saflarında çocukların zorla savaştırılmasıdır. Özellikle çatışmalar sonrasında düzenlenen cenaze törenlerinde küçük çocukların da kayıplar arasında olduğu görülmüştür. Buna göre Human Rights Watch PYD’nin çocuk savaştırdığını tespit etmiştir.24 Uluslararası ara buluculuk ve DDSA’larla evrensel insan hakları alanında angajman kuran Geneva Call Suriye’de de PYD ve YPG yetkilileriyle ortak çalışma yapıp önemli konularda örgütten teminat aldıklarını öne sürmüştür.25 Antipersonel mayını, çocuk savaşçılar ve cinsiyet özgürlüğü alanlarında YPG ve PYD güdümündeki “özerk yönetim” yetkilileriyle anlaşma imzalayan Geneva Call bu alanlardaki teminatlara örgütün uyacağı garantisini vermiştir. Ancak teminatın imzalanmasının ardından bugüne kadar çocuk savaşçılar konusunda herhangi bir olumlu gelişme yaşanmadığı gözlemlenmektedir. Geneva Call’ın yanı sıra zamanında Almanya’nın başkenti Berlin’de faaliyet gösteren ve PYD karşıtlığıyla bilinen Kurd Watch isimli proje ekibi de örgütün insanlık suçlarına dikkat çekmeye çalışmaktadır. ARAP BAHARI ÇERÇEVESİNDE SURİYE DEVRİMİ VE PYD

PYD’nin bugüne kadarki faaliyetleri incelendiğinde örgütün Arap Baharı çerçevesinde bir devrim hedefi gütmediği değerlendirilmektedir. Esed rejimine muhalefet edenler arasında doğrudan yer almayan PYD kriz ve kaostan faydalanarak adeta devrimi esir almıştır. Faydacı politikalarıyla başta Esed rejimi olmak üzere ABD ve Rusya 23

“Rojava’da Onlarca Gözaltı”, Rudaw, 29 Ağustos 2016.

“Syria: Kurdish Forces Violating Child Soldier Ban”, Human Rights Watch, 15 Temmuz 2015, www.hrw.org/news/2015/07/10/syria-kurdish-forces-violating-child-soldier-ban-0, (Erişim tarihi: 1 Ekim 2018). 24

25 “Armed Non-State Actors”, Geneva Call, (2016), genevacall.org/how-we-work/ armed-non-state-actors, (Erişim tarihi: 17 Ağustos 2018).

/

315

316

/

P Y D - Y P G ’ N İ N O R TAYA Ç I K I Ş I V E D Ö N Ü Ş Ü M Ü

ile de stratejik ve taktiksel ilişkiye giren örgüt ilerleyen süreçte tüm gelişmeleri kendi lehine kullanmaya çalışmıştır. Aldığı dış destek ve PKK’nın da varlığından kaynaklı güçle kendine muhalif tüm diğer yapılara düşmanca karşı koyan PYD Arap Baharı’nın Suriye ayağında Afrin, Ayn el-Arap ve Haseke bölgelerinde örgütlenmeye devam etmiştir. Esed rejimi PYD ile varılan anlaşmalara binaen daha önce Kuzey Irak’a kaçan Salih Müslim’i tekrar Suriye’ye çağırmış ve hapishanelerdeki PYD/PKK mensuplarını serbest bırakmıştır. Örgütün hızlı bir şekilde insan kaynağının oluşması bununla da ilişkilidir. Bölgede faaliyet göstermeye çalışan muhalif Kürt yapılarına karşı rejimle yakın ilişki içerisine giren PYD Esed rejimine bağlı istihbarat birimleri ve şebbiha milisleriyle de ortaklıklar gütmüştür.26 Daha önce de belirtildiği üzere Esed güçleri anlaşmalı bir şekilde Kürt bölgelerinden çekilerek bu bölgeleri terör örgütü PYD-YPG’ye terk etmiştir. Diğer Arap ülkelerinde devrim hareketleri bir bir bastırılırken DEAŞ’ın Suriye’de etkinlik kazanıp ilerleme kaydetmesi yine PYD lehine sonuçlar doğurmuştur. Buna göre belirtildiği üzere kendini DEAŞ ile mücadele için kullanışlı bir aktör olarak uluslararası kamuoyuna tanıtan PYD-YPG –başta ABD ve Rusya olmak üzere– büyük devletlerden silah ve mühimmat desteği almaya başlamıştır. Bu desteklerle birlikte Suriye’deki Kürt bölgelerinde Arap Baharı veya devrim sona ermiş sayılabilmektedir. Nitekim artık tamamen DEAŞ’a odaklanan uluslararası koalisyon güçleri asıl devrim ve kaosun nedeni olan rejimin ortadan kaldırılması konusunu rafa kaldırmıştır. PYD ise bu durumu kendi lehine çevirip gücünü tahkim etmiş, yayılmacı ve baskıcı bir politikayla Türkiye’ye de tehdit 26 “Syria Kurdish Parties Trade Blames”, KurdPress, kurdish.kurdpres.com/En/ NSite/FullStory/News/?Id=4592#Title=%0A%09%09%09%09%09%09%09%09Syria Kurdish parties trade blames%0A%09%09%09%09%09%09%09, (Erişim tarihi: 23 Mayıs 2013).

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

oluşturan Suriye’nin kuzeyinde bir terör kuşağı kurmaya çalışmıştır. Türkiye’nin gerçekleştirdiği FKH ile PYD’nin kantonları birleştirme hayali bertaraf edilse de tehdit halen sürmektedir. Nitekim PYD’ye destek olarak sunulan silah ve mühimmatlar zaman zaman Türkiye sınırları içerisinde PKK’ya karşı yürütülen operasyonlarda ele geçirilmektedir. SONUÇ

DDSA’ların özellikleri incelendiğinde PYD ve çatısı altındaki yapılanmaların bu tanımlamaya oldukça uygun olduğu sonucuna varılabilmektedir. Ayrıca DDSA’lar bünyesindeki farklı modellere göre de sınıflandırmalar yapılabilmektedir. PYD gibi bir DDSA’yla mücadele veya çözüm yaklaşımları çerçevesinde ise teorik kuramlardan kurumsal veya konstrüktivist yaklaşımların sonuç veremeyeceği tahmin edilebilir. TABLO 1. DDSA’LARLA TEMAS YAKLAŞIMLARI Yaklaşım

Ana Yöntem

Davranış Değişikliğinin Dayanağı

Sonuç

Realist

Güç/Kaldıraç

Uyum Gösterme

(Sürekli Güç Kullanımına Dayalı Olarak) Sürdürülemez

Kurumsal

Pazarlık

Uyum GöstermePolitika/Tercih Değişikliği

(Kurumsal Çerçeve İçerisinde) Sürdürülebilir

İkna

Uyum GöstermePolitika/Tercih Değişikliği-Kimlik Değişikliği

Sürdürülebilir

Konstrüktivist

Kaynak: Ulrich Schneckener, “Engaging Armed Non-State Groups in Areas of Limited Statehood”, SFB-Governance Working Paper Series, Sayı: 21, (Ekim 2009).

Nitekim günümüzde uygulanan yaklaşımların çoğunun yukarıdaki teorilere göre daha çok realist olduğu da görülmektedir. Örneğin ara bulucu rolünde konstrüktivist bir yaklaşımda bulu-

/

317

318

/

P Y D - Y P G ’ N İ N O R TAYA Ç I K I Ş I V E D Ö N Ü Ş Ü M Ü

nan Geneva Call belki farklı konularda teminat sağlayarak olumlu yönde değişime katkıda bulunduğunu düşünse de başka örgütlerin yaptığı çalışmalar teminatların kısmen yerine getirilmediğini ispatlamaktadır. Yine örnek olarak Geneva Call 5 Temmuz 2014’te YPG ile imzaladığı teminattan iki gün sonra 149 çocuk militanın serbest bırakıldığını ifade etse de27 Kurd Watch projesi ekibinin yayımladığı belge ve raporlar ileriki zamanlarda da sık sık çocukların çatışmalarda öldüğünü kanıtlamaktadır.28 Sonuç itibarıyla PYD gibi bir terör örgütüyle mücadelede en verimli yaklaşımın Türkiye açısından teorik olarak realist yaklaşımın olduğu –beraberinde getirdiği farklı engellerle birlikte– kabul edilebilir. Mesele pratik çerçeveden incelendiğinde örgütün ABD, Rusya ve Esed rejimiyle kurduğu askeri iş birliklerinden elde ettiği avantajı kullanarak bölgede baskıya dayalı politika izlediği gerçeği karşımıza çıkmaktadır. Bu da elbette söz konusu yapıyla mücadelenin zorluklarını ortaya koymaktadır. Bu minvalde mücadele edilecekse dahi örgütün kurduğu angajmanlar mücadelede engeller oluşturmaktadır. PYD ele geçirdiği bölgelerde rejim muhaliflerine ve kendisine de muhalif olanlara tehcir politikası uygulamaktadır. Bunun dışında Uluslararası Af Örgütü gibi kuruluşların da tespitlerine göre birçok kentte demografik mühendislik yaparak şehrin nüfusunu kendi lehine değiştirmektedir. Burada yerleşim yerlerinin yakılması, insanların mallarına el konulması ve toplu bir şekilde insanların cezalandırılması söz konusudur. PYD’nin tüm bu faaliyetleri esas itibarıyla savaş suçu sayılabilmektedir. Ancak yukarıda da belirtildiği üzere örgütün geliştirdiği ilişki ve angajmanlar bu yapının meşruiyet hesaplarına yaramaktadır. Bu “Syria: Kurdish Armed Forces Demobilize 149 Child Soldiers”, Geneva Call, (2014), genevacall.org/syria-kurdish-armed-forces-demobilize-149-child-soldiers, (Erişim tarihi: 17 Ağustos 2018). 27

28 “Forcible Recruitments and the Deployment of Child Soldiers by the Democratic Union Party in Syria”, Kurd Watch, Mayıs 2015.

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

nedenle örgütle mücadele açısından ortaya çıkan sorun ve engellerin iyi hesaplanması gerekmektedir. Sonuç olarak bir DDSA olan terör örgütü PYD’nin işlediği savaş suçlarını görmezden gelen en önemli müttefiki ABD’nin Suriye politikası bu örgütle yürütülmesi gereken mücadelede en önemli etkendir.

/

319

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

PYD-YPG’NİN ÇOCUK ASKERLERİ

FATMA SÜMER* GİRİŞ

Çocuk asker kullanımı Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin (BM ÇHS) dört temel prensibi olan çocuğun korunması, yaşatılması, geliştirilmesi ve katılımının sağlanması ilkelerinin aynı anda çiğnendiği bir istismar biçimidir.1 PKK ve dünyadaki diğer terör örgütleri üzerine yapılan araştırmaların2 gün yüzüne çıkardığı veri ve örnekler çocukların örgütte kullanıldıklarında çatışmalara katılmaktan doğan riskler yanında sayısız riskle karşılaştıklarını ortaya koymaktadır. Bu sorunlar doğrultusunda gelişen Oğuz Polat ve Evin Güldoğan, “Çocuk Askerler: Psikolojik, Sosyal ve Fiziksel Sorunlar”, Uluslararası Güvenlik ve Terörizm Dergisi, Cilt: 1, Sayı: 1, (2010), s. 120-121. 1

2 Çalışmamızda yararlandığımız araştırmalardan bazıları için bkz. Child Soldiers International, “Annual Report 2016-2017”, https://www.child-soldiers.org/Handlers/Download.ashx?IDMF=245a3b5b-83ea-429e-9467-53398f4c4d86, (Erişimi tarihi: 19 Nisan 2018); “Cape Town Principles and Best Practices on the Recruitment of Children into the Armed Forces and on Demobilization and Social Reintegration of Child Soldiers in Africa”, (1997), https://www.unicef.org/emerg/files/Cape_ Town_Principles(1).pdf, (Erişim tarihi: 19 Nisan 2018); “Kim Bu Dağdakiler?”, TEPAV, 10 Şubat 2012, http://www.tepav.org.tr/upload/files/1335350447-4.Kim_ Bu_Dagdakiler.pdf, (Erişim tarihi: 19 Nisan 2018); “Factsheet: Children Associated with Armed Groups and Forces Central Africa”, UNICEF, https://www.unicef.org/ wcaro/FactSheet100601Final_E_100603_.pdf, (Erişim tarihi: 19 Nisan 2018); “Under Kurdish Rule-Abuses in PYD-Run Enclaves of Syria”, Human Rights Watch, 19 Haziran 2014 “Trafficking in Persons Report June 2016”, US Department of State, https://www.state.gov/documents/organization/258876.pdf, (Erişim tarihi: 19 Nisan 2018); “Forcible Recruitments and the Deployment of Child Soldiers by the Democratic Union Party in Syria”, Kurd Watch Report 10, http://www.kurdwatch. org/pdf/KurdWatch_A010_en_Zwangsrekrutierung.pdf, (Erişim tarihi: 19 Nisan 2018); “Syria: Kurdish Forces Violating Child Soldier Ban-Despite Promises, Children Still Fighting”, Human Rights Watch, 15 Temmuz 2015, https://www.hrw. org/news/2015/07/10/syria-kurdish-forces-violating-child-soldier-ban-0, (Erişim tarihi: 19 Nisan 2018).

*

/

321

322

/

PYD-YPG’NİN ÇOCUK ASKERLERİ

hukuki düzenlemeler bugün uluslararası hukukta çocukların bir silahlı örgütle herhangi bir şekilde ilişkili olmalarının yasaklanmasına yol açmıştır. PKK’nın Suriye kolu PYD de Suriye iç savaşının başlamasından bu yana çocukları hiçbir ölçü gözetmeksizin asker olarak çatışmalar da dahil olmak üzere örgüt ihtiyaçları için kullanmaktadır. 2016’da yapılan bir araştırma dünya üzerinde iki yüz elli bin kadar çocuğun silahaltında olduğunu ortaya koymaktadır. Bu çerçevede tüm dünya örneklerinde çocuk asker kullanımı benzer istismar biçimlerine yol açmaktadır. Bu tespit bir yana bırakılacak olursa ortak kamp, yönetici ve yöntemlerle çalışmaları dolayısıyla PKK üzerine yapılan araştırmaların ortaya çıkardığı verilerin de PYD bakımından da geçerli olduğu düşünülebilir. Bu çerçevede PKK’da çocukların gerilla tipinden şehir tipine kadar her türlü eylemde kullanılmalarının yanı sıra ideolojik amaçlarla ön plana çıkarıldıkları ve cinsel köle olarak istismar edildikleri de görülmektedir. PYD’nin etkin olduğu bölgelerde sistematik olarak çocuk asker kullandığını ortaya koymayı amaçlayan bu makalede öncelikle bu konunun uluslararası hukuktaki karşılığı incelenmektedir. Ardından dünya genelinde çocuk asker kullanımının yol açtığı sorunların benzer nitelikte olduğu açıklığa kavuşturulmaktadır. Son olarak PYD’nin çocuk asker kullanımının –örgütün istisnai olduğu yönünde bir algı oluşturmaya çalıştığı görülse de– sistematik bir durum olduğunu ortaya koyan veriler değerlendirilmektedir. Bu makale yalnızca bir amaç olarak görülmeleri ve toplumsal bir özneye dönüşecekleri süreçte desteklenmeleri gereken çocukların araçsallaştırıldığı, pek çok açıdan istismar edildiği ve tehlikeli bir çatışmaya sürüldükleri gayrimeşru durumu ortaya koymak manasını taşımaktadır. Çocuğun korunması kimliğini sorgulamadan korumayı özellikle de istismar edildiği ya da bir suça sürüklendiği durumlarda kimliğinin gizlenmesi sorumluluklarını beraberinde getirir. Bu

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

sebeple bu makalede çocukların kimlikleri ve basında sıklıkla karşılaşılan çocuk görüntüleri yer almayacaktır.3 ULUSLARARASI HUKUKTA ÇOCUK ASKERLİĞİNİ KONU EDİNEN NORMATİF ÇERÇEVE

Çocuk askerliğiyle ilgili uluslararası mevzuat iki önemli sorunu net bir şekilde çözmektedir: Öncelikle askerlik yaşı konusunda tartışmasız bir sınır getirmiştir. İkinci olarak çocuk askerliğine ilişkin yasağın çocuğun sadece çatışmalardan uzak tutulmasını değil aynı zamanda silahlı bir güçle alakalı olabileceği her türlü eylem ve ortamdan uzak kalmasını gerektirdiğini açıklığa kavuşturmuştur. 1989 tarihli BM ÇHS’de 18 yaşına kadar her insanın “çocuk” olarak nitelenmesinden itibaren çocukların askerlik yaşının asgari sınırının da 18 olarak kabul edilmesi yönünde güçlü bir eğilim söz konusu olmuştur.4 Aslında BM ÇHS çocukların askere alınma3 Nitekim UNICEF’in “Çocuk Hakları ve Gazetecilik Uygulamaları” program metninde çocukları istismar eden kişilerin kendi davranışlarına tanık olmak istemedikleri üzerinde durulmuş ve bir çocuk askerin fotoğrafının Batılı bir gazetede çıkmasının o çocuğun binlerce kilometre uzaktaki bir Afrika ülkesinde öldürülmesine yol açtığı belirtilmiştir. Bu sebeple UNICEF’in çocuklar için etik kurallar çerçevesinde belirlediği habercilik ilkeleri arasında çocuğun yaşam boyu istismara, kendi toplulukları tarafından ayrımcılığa ve dışlanmaya maruz kalma gibi durumlar da dahil olmak üzere olumsuz tepkilere uğramasına yol açabilecek kategorileştirme ve betimlemelerden kaçınılması, cinsel istismar veya sömürüye maruz kalan çocukların isim ve görüntülerinin gizlenmesi gibi temel ilkeler bulunmaktadır. Bkz. “Çocuk Hakları ve Gazetecilik Uygulamaları Hak Temelli Perspektif ”, UNICEF, (2007), s. 93, http://www.unicef. org.tr/files/bilgimerkezi/doc/Cocuk%20Haklari%20ve%20Gazetecilik.pdf, (Erişim tarihi: 19 Nisan 2018).

Bugün çok sayıda ülke bu eğilimin ve ileride yer verilecek olan uluslararası düzenlemelerin sonucu olarak çocukların silahlı kuvvet personeli olmaları için yaş sınırını 18 olarak belirlemiştir. Ancak bu sınırı aşağı çeken ülkeler de bulunmaktadır. Örneğin Cezayir’de gönüllü olarak askere kaydolma yaşı 17, zorunlu askerlik yaşı 18 ile başlar. Kanada’da ve zorunlu askerliğin bulunmadığı Avustralya’da yasal temsilcinin rızasıyla 17 yaşındaki kişiler gönüllü asker olabilmektedir. Çeşitli başka koşulların varlığı halinde Birleşik Krallık, Bolivya, Tonga ve Bangladeş’te askerlik yaşı 16 olarak uygulanmaktadır. Bkz. “Military Service Age and Obligation (Years of Age)”, https://www.cia.gov/library/publications/resources/the-world-factbook/fields/2024.html#156, (Erişim tarihi: 19 Nisan 2018). Birleşik Krallık’ta 2016’da askerlerin yüzde 23’ü 18 yaşının altındadır. Bkz. “Annual Report 2016-2017”, s. 16. 4

/

323

324

/

PYD-YPG’NİN ÇOCUK ASKERLERİ

larıyla ilgili yaş sınırını 15 yaşı asgari sınır belirleyerek düzenlemiş fakat taraf devletlerin 15 yaşına gelmemiş çocukları askere almaktan kaçınmalarını, 15-18 yaş arası çocuklar bakımından silahaltına alınmaları gerektiği takdirde ise önceliği yaşı büyük olanlara vermelerini öngörmüştür. Nitekim 38. maddesinde taraf devletlere silahlı çatışma halinde kendilerine uygulanabilir olan uluslararası hukukun çocukları da kapsayan insani kurallarına uyma ve uyulmasını sağlama yükümlülüklerinin yanı sıra 15 yaşından küçüklerin çatışmalara doğrudan katılmamaları için gereken tüm önlemleri alma yükümlülüğü de getirmiştir. Bununla birlikte bu yaş sınırı aşağıda yer verilecek olan 2000 tarihli Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne Ek Çocukların Silahlı Çatışmalarda Kullanılmasına Dair Seçmeli Protokol ile yükseltilmiştir. BM ÇHS’nin yürürlüğe girmesinden önce çocukların askeri personel olarak kullanılmalarının ilk defa yer aldığı 12 Ağustos 1949 tarihli Cenevre Sözleşmelerine Ek 1977 tarihli Uluslararası Silahlı Çatışmaların Kurbanlarının Korunmasına İlişkin (1) No.lu Protokol5 ve savaş suçları alanındaki en etkili uluslararası sözleşme olan Uluslararası Ceza Mahkemesinin (ICC) 1998 tarihli Roma Statüsü çocuk askerliğine dair düzenlemelerde 15 yaşı esas almıştır. Ancak içerdikleri 15-18 yaş arasındaki çocukların zorunluluk halinde silahaltına alınmaları durumunda yaşı büyük olana öncelik verme yükümlülüğü aslında 18 yaşından küçüklerin silahaltına alınmamalarının arzu edildiği şeklinde anlaşılabilir. Roma Statüsü’nde 1977 tarihli 12 Ağustos 1949 tarihli Cenevre Sözleşmelerine Ek Uluslararası Silahlı Çatışmaların Kurbanlarının Korunmasına İlişkin (1) No.lu Protokolün “Çocukların Korunması” başlıklı 77. maddesinin 2. fıkrasında çatışma taraflarının 15 yaşına ulaşmamış çocukların düşmanca davranışlara katılmamaları için gerekli her türlü önlemi almalarını, özellikle bu çocukların silahlı kuvvetlerde görev almalarının engellenmesini düzenlemiş ve 15 yaşını dolduran ama 18 yaşını doldurmayan kişilerin asker olarak görevlendirilmelerinde çatışma taraflarına yaşı büyük olanlara öncelik verme yükümlülüğü getirmiştir. 3. fıkrasında da 15 yaşını henüz doldurmamış çocukların doğrudan düşmanca eylemlerde bulunmaları ve karşı tarafın eline düşmeleri halinde savaş suçlusu olsalar da olmasalar da maddenin sağladığı korumadan yararlanacaklarını düzenlemiştir. 5

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

15 yaşından küçüklere karşı söz konusu olan bu yasak bir savaş suçu kabul edilmiştir.6 25 Mayıs 2000’de BM Genel Kurulu tarafından kabul edilen Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne Ek Çocukların Silahlı Çatışmalarda Kullanılmasına Dair Seçmeli Protokol’ün 1. maddesinde taraf devletlere 18 yaşına ermemiş kişilerin çatışmalara doğrudan doğruya katılmalarını engelleme yükümlülüğü getirilmiştir. 2. maddesinde bu kişilerin taraf devletlerin silahlı kuvvetlerine alımı da yasaklanmıştır. Ayrıca Protokol 18 yaşından küçük kişilerin devletlerin silahlı kuvvetleri dışında kalan silahlı gruplar tarafından gerçekleştirilen askere alımlarına ilişkin bir yasak getirerek taraf devletlere bu durumun önlenmesi için cezai düzenlemeler dahil olmak üzere her türlü önlemi alma yükümlülüğü öngörmüştür.7 Nihayet UNICEF inisiyatifinde 1997’de kabul edilen Cape Town ilkelerinin8 geliştirilmesiyle hazırlanan 2007 tarihli Paris Prensipleri’nde9 “çocuk asker”, “silahlı bir güç ya da grupla ilişkili çocuk” ifadesiyle yer almış ve tanımlanmıştır. Bu tanım çerçevesinde çocuk asker düzenli ya da düzensiz bir silahlı grupta yer alan, 18 yaşının altında olan ve silahlı örgüt tarafından çatışmaya 6 Roma Statüsü “15 yaşından küçük çocukların ulusal silahlı kuvvetlere çağrılması, askere alınması veya çatışmalarda aktif olarak kullanılmasını uluslararası hukukun mevcut sistemi içinde uluslararası silahlı çatışmalarda uygulanabilir yasa ve geleneklerin ciddi ihlalleri ve mevcut uluslararası hukuk çerçevesinde (m. 8/2-b/xxvi) ve uluslararası karakterde olmayan ancak silahlı çatışmalarda uygulanabilir hukukun ve teamüllerin diğer ciddi ihlalleri (m./2-d/ vii) arasında saymaktadır. Bkz. http://sorular.rightsagenda.org/Uploads/UCM%20MEV/ Roma%20 Stat%C3%BCs%C3%BC.pdf, (Erişim tarihi: 19 Nisan 2018). 7 Protokolde ayrıca 18 yaşın altındaki kişilerin silahlı kuvvetlere gönüllü alımına ilişkin bazı düzenlemeler mevcuttur (m. 3). Protokolün 6/3. maddesinde de bu protokole aykırı olarak askere alınan veya çatışmalarda kullanılan, yetkileri altındaki kişilerin terhis edilmelerine veya hizmetlerine başka bir şekilde son verilmesi için gereken tüm önlemleri alma ve gerektiğinde bu kişilerin sosyal açıdan topluma geri kazandırılmaları için uygun olan tüm yardımı sağlama yükümlülüğü getirilmiştir.

“Cape Town Principles and Best Practices on the Recruitment of Children into the Armed Forces and on Demobilization and Social Reintegration of Child Soldiers in Africa”. 8

“The Paris Principles-Principles and Guidelines on Children Associated with Armed Force sor Armed Groups”, UNICEF, (2007), https://www.unicef.org/emerg/ files/ParisPrinciples310107English.pdf, (Erişim tarihi: 19 Nisan 2018). 9

/

325

326

/

PYD-YPG’NİN ÇOCUK ASKERLERİ

katılma, yemek pişirme, bilgi taşıma, teçhizat transferi, hafiyelik gibi görevler ya da cinsel amaçlarla kullanılan kişidir. Yerleşmekte olan bu tanım doğrultusunda çocuk asker doğrudan çatışma içerisinde olmasa dahi herhangi bir askeri amaçla kullanılan kişi olarak ifade edilmektedir.10 Nitekim bir terör örgütü çocuğu bünyesine kattığında onda cephede yer almak dışında da çeşitli beklentiler oluşturmaktadır. Tüm dünya örneklerinde çocukların örgütlerde karşılaştıkları riskler Paris Prensipleri’nde örneklendirilen durumlarla paralel niteliktedir. Bu çerçevede devlet ya da silahlı örgütlerin çocukların silahaltına alındıkları ancak çatışmalarda kullanılmadıkları yönündeki savunmaları çocuğun korunduğu anlamına gelmemektedir.11 Aslında Cenevre Sözleşmesi ve Roma Statüsü’nün çatışmalarda kullanılma dışında askere alınma ve silahlı kuvvetlere çağrılmayı da yasaklamış olmaları, daha önce bu iki metinde de çocukların sadece çatışmadan değil çatışmayla alakalı olabilecek tatbikat, kuryelik ya da kontrol noktaları gibi çatışmayla bağlantılı tüm alanlardan uzak tutulmalarının amaçlandığını ortaya koymaktadır.12 10 “Who are Child Soldiers”, Child Soldiers International, https://www.child-soldiers. org/who-are-child-soldiers, (Erişim tarihi: 1 Nisan 2018). 11 43 ülke ve bazı silahlı örgütler tarafından çocukların silahaltına alındıkları ancak çatışmalarda kullanılmadıkları ifade edilmektedir. Bkz. “How is Recruiting Children Harmful”, Child Soldiers International, https://www.child-soldiers.org/how-is-recruiting-children-harmful, (Erişim tarihi: 1 Nisan 2018). Örgütlerin çocukların cephe gerisinde tutuldukları ve 18 yaşından sonra çatışmaya katılmalarına izin verildiği yönünde savunma geliştirdikleri görülmektedir. 2012’de Murat Karayalçın örgütün 18 yaşından küçük çocukları cephe gerisinde eğitim faaliyetleri için tuttuğunu açıklamıştır. Bkz. Serkan Kekevi ve Gökmen Kılıçoğlu, “Uluslararası Hukuk Açısından Çocuk Askerler ve PKK’nın Çocuk Askerleri/Militanları”, Ankara Barosu Dergisi, (2016/3), s. 498. BM tarafından 2013’te YPG hakkında yapılan bir inceleme sonucunda BM Children Arm Conflict in Syria 15 Kasım 2013’te çocukların kontrol noktaları gibi çatışmadan uzak bölgelerde kullanıldıklarını ama savaş için eğitildiklerini belirtmiştir. 12 Çocuk askerliği ucuz iş gücü kullanımı olarak da değerlendirilmektedir. Bu sebeple çalışma hukukunda da çocuk askerliğinin ILO’nun 182 sayılı “En Kötü Biçimlerde Çocuk İşçiliğinin Yasaklanması ve Ortadan Kaldırılmasına İlişkin Acil Eylem” sözleşmesine konu edilmesine yol açmıştır. Sözleşme çocukların silahlı çatışmalarda kullanılmak üzere zorla ya da zorunlu olarak askere alınmalarını yasaklamaktadır.

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

Bu düzenlemeler çerçevesinde devletler çocuk asker kullanmaktan men edilmelerinin yanı sıra sınırları içinde silahlı örgütlerin çocukları kullanmalarını engellemek konusunda da sorumlu ve yetkilidir. Bununla birlikte uluslararası hukukta yükümlülükler sadece tarafları bağladığı için bu konuda cezasızlık tehdit edici boyutlara varabilmektedir. Bu açıdan BM Güvenlik Konseyinin 2225 (2015) sayılı kararıyla silahlı çatışmalarda çocukları kaçıran tarafların ağır insan hakları ihlallerini izleme listesine eklenmesi ve silahlı çatışmalarda çocuklara yönelik suçlarda cezasızlığa son verilmesi çağrısı yapılarak üye devletlerden bu konuda somut tedbirler alınmasının istenmesi olumlu gelişmelerdir. Sözleşmelere taraf olunmaması halinde bile devletlerin insan haklarını korumak noktasındaki pozitif yükümlülükleri en azından kendi sınırları içindeki çocukların örgütler tarafından kullanılmasını engellemelerini gerektirmektedir. Ayrıca –Suriye’de savaşan tarafların Roma Statüsü’ne taraf olmamaları dolayısıyla uygulanamayacak olsa da– ICC’nin bazı kararlarında devletler dışındaki örgütleri çocuk savaşçılığı dolayısıyla yargıladığı görülmüştür. ICC bu çerçevede Kongo’da Ruanda destekli bir isyancı grubun lideri olan ve 2012’den itibaren M23 isimli bir gruba liderlik eden Bosco Ntaganda hakkında 2006’da tutuklama kararı vermiştir. Bu kararın dayanakları arasında Bosco liderliğindeki örgüt tarafından çocukların zorla silahaltına alınması, çocuk askerlere tecavüz edilmesi ve cinsel köle olarak kullanılmaları da yer almaktadır.13 ICC, Kongo Vatanseverler Birliği lideri Thomas Lubanga Dyilo’yu da 15 yaşını doldurmamış çocukları zorla askere almak ve çatışmalarda kullanmak sebepleriyle on dört yıl hapis cezasına mahkum etmiş ve bu karar kesinleşmiştir.14 Bu iki dava ICC’nin iç çatışmalara taraf olan13 Karar hakkında bkz. “Bosco Ntaganda”, Human Rights Watch, (2009), https:// www.hrw.org/topic/international-justice/bosco-ntaganda, (Erişim tarihi: 19 Nisan 2018). 14 Karar hakkında bkz. “Lubanga Case”, International Criminal Court, 1 Nisan 2006, https://www.icc-cpi.int/drc/lubanga, (Erişim tarihi: 19 Nisan 2018).

/

327

328

/

PYD-YPG’NİN ÇOCUK ASKERLERİ

lar hakkında da yargılama yapabildiğini göstermekte ve dolayısıyla terör örgütü liderlerinin de çocuk asker kullanımı gibi suçlar dolayısıyla yargılanabilecekleri değerlendirilmektedir.15 ICC’nin, Suriye’nin Roma Statüsü’ne taraf olmaması dolayısıyla bu ülkede yargılama yapma yetkisi mevcut değildir. Bununla birlikte BM Güvenlik Konseyi tarafından Suriye’deki insan hakları ihlallerinin soruşturulması ICC’ye havale edilebilir. Nitekim daha önce Darfur ve Libya bakımından bu uygulama gerçekleşmiştir. Fakat Suriye konusunda daimi üyeler arasında da bir görüş ittifakının bulunmaması bu olasılığı etkisiz hale getirmektedir. Bu konuda dile getirilen bir öneri –ICC’nin yapısal özellikleri ve Suriye iç savaşının niteliği çerçevesinde– tüm tarafların sorumluluğunu ve yerel unsurları dikkate alacak bir ad hoc mahkemenin kurulması yönündedir. Bu mahkemenin de BM Güvenlik Konseyi kararıyla kurulabilecek olması Suriye’de yaşanan ihlallerin sona ermesinin ancak büyük güçlerin uzlaşmasına bağlı olduğunu göstermektedir.16 ÇOCUK ASKERLİĞİNİN YOL AÇTIĞI SORUNLAR AÇISINDAN DİĞER ÖRNEKLER VE PKK

Çocukların silahlı örgütlerde kullanılmaları çocuk istismarının tüm boyutlarıyla ortaya çıkmasına elverişli bir durumdur. Uluslararası normlarda yer alan yasaklar da aslında uygulamada ortaya çıkan istismar biçimleri dolayısıyla düzenlemiştir. Nitekim örgüt üyeliğinde çocuk örgütün ihtiyaçlarını karşılayacak bir araca dönüşmektedir. Bu araçsallaştırma örgütün genel olarak ortaya çıkan fiziki ihtiyaçlarına yönelik olabileceği gibi çocuğun örgütte kendisinden güçlü olan kişilerin bireysel taleplerini yerine getirmesine 15 Kekevi ve Kılıçoğlu, “Uluslararası Hukuk Açısından Çocuk Askerler ve PKK’nın Çocuk Askerleri/Militanları”, s. 503. 16 Ali Emrah Bozbayındır, “Suriye’deki Savaş Suçları ve Uluslararası Hukuk”, Anadolu Ajansı, 19 Nisan 2017.

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

yönelik de olabilir. Bu çerçevede Paris Prensipleri’nde çocuğun silahlı örgüt tarafından çatışmaya katılma dışında yemek pişirme, bilgi taşıma, teçhizat transferi, hafiyelik gibi görevler ya da cinsel amaçlarla kullanılmasının yasaklanması da aslında dünyanın neresinde olursa olsun çocuk askerliğinin benzer sorunlara yol açmasının bir sonucudur. Çocuk askerliğiyle ilgili temel sorunlar çocuğun kullanıldığı alanların ve örgütlerin sağladığı yaşam koşullarının henüz fiziki ve duygusal gelişimini tamamlamamış çocuk üzerindeki etkileri olmak üzere sınıflandırılabilir. Bu iki sorun kategorisinin bazı durumlarda iç içe geçtiğini de söylemek mümkündür. Ayrıca örgütlerin çocukları saflarına katmak için kullandığı yöntemler de başlı başına sorun teşkil etmektedir. Yukarıda değinildiği gibi PYD’ye kaynak teşkil eden PKK’nın tecrübesi, PYD örneğinin anlaşılması bakımından önem taşımaktadır. 1994’ten itibaren sistematik olarak çocuk asker kullandığı ifade edilen PKK’nın17 Türkiye’deki çocuk üyeleri dışında 3 bin çocuğu saflarına kattığı düşünülmektedir. Ayrıca 15-18 yaş arası çocukların zaten PKK kadrolarının büyük bir kısmını teşkil ettiği dolayısıyla bu sayının ağırlıklı olarak 15 yaşından küçüklerden oluştuğu da belirtilmektedir.18 2012’de yapılan bir çalışma 2001-26 Eylül 2011 arasında hayatını kaybeden 1.362 örgüt üyesinin yüzde 33,41’inin 16-18 yaş arası, yüzde 9,25’inin ise 15 yaş altında olduklarını ortaya koymuştur. Rapora göre örgüte en küçük katılım yaşı 9’dur.19 2012’ye ait verilerde ise çocukların PKK’ya katılım oranının yüzde 36 olduğu ifade edilmiştir.20 Çocuk askerleri çeşitli amaçlarla ve bu 17

“PKK İki Yılda 2 Bin 52 Çocuğu Dağa Kaçırdı”, Habertürk, 21 Eylül 2015.

18

Hüseyin Alptekin, “The PKK’s Child Soldiers”, The New Turkey, 16 Ocak 2017.

19

“Kim Bu Dağdakiler?”.

Haşim Söylemez, “PKK’nın Çocuk Militanları”, Aksiyon, 11 Haziran 2012, http://www.haksozhaber.net/pkknin-cocuk-militanlari-30306h.htm, (Erişim tarihi: 1 Nisan 2018). 20

/

329

330

/

PYD-YPG’NİN ÇOCUK ASKERLERİ

durumu gizleme ihtiyacı duymaksızın kullanan PKK’nın bir “çocuk taburu” kurduğu da görülmektedir. Bu tabur “Tabura Zaroken Şehit Agit” (Şehit Agit Çocuk Taburu) olarak adlandırılmıştır. Taburu 8-12 yaş arasında 5 çocuğun yönettiği iddia edilmektedir.21 Aşağıda çocuk asker kullanımının yol açtığı sorunlar değerlendirilirken diğer örneklere de yer verilmektedir. Çocuğun Örgüte Katılma Sürecinden Kaynaklanan Sorunlar

Örgütlerin çocuk asker elde etme yöntemi genellikle çocuk kaçırmaya dayanır. Kandırılarak ya da öfke, dışlanmışlık, korku, adanmışlık gibi duygular sebebiyle tepkisel olarak örgütlere katılan çocuklar da bulunmaktadır. Kongo’da yaşanan bir vakada 15 yaşında bir çocuğun 2015’te annesinin öldürülmesinin ardından yaşadığı öfke ve korku dolayısıyla rakip bir silahlı gruba katıldığı görülmektedir.22 PKK’nın etkin olduğu bölgelerde de çocukların kaçırılma dışında halklarının kurtuluşuna katkı sağlayacağına inandırıldıkları ya da örgüte katılmamaları halinde ailelerine zarar verilecek olmasıyla tehdit edildikleri için örgüte katıldıkları durumlar mevcuttur. Çözüm Süreci sonrasında ABD Dışişleri Bakanlığının 2015 Türkiye İnsan Hakları Raporu’nda Türkiye hükümetinin 929 ailenin çocuklarının PKK’nın elinden kurtarılması için Türkiye’ye başvurduğu bilgisine yer verilmiştir. Raporda hükümet tarafından PKK’nın iki yıl içinde 2 bin 152 çocuğu kaçırdığı ya da başka yöntemlerle saflarına kattığı belirtilmiştir. Aynı yıl 419 çocuk PKK’dan kaçarak Türk güvenlik güçlerine teslim olmuştur. Hükümet ayrıca PKK’nın çocukları intihar bombacısı olarak kullandığını da ifade etmiştir.23 21

“PKK İki Yılda 2 Bin 52 Çocuğu Dağa Kaçırdı”.

22

“Annual Report 2016-2017”, s. 13.

“Turkey 2015 Human Rights Report”, US Department of State, s. 24, https:// www.state.gov/documents/organization/253121.pdf, (Erişim tarihi: 19 Nisan 2018). 23

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

Genel olarak örgütler, halklarının kurtuluşuna katkı sağlama ya da ailelerinin zarar görmesini engelleme yönündeki argümanlarının çocuklar nezdinde karşılık bulabilmesi için özellikle cephede riskli görevler alacak kişileri seçerken dezavantajlı grupların ve travmatik geçmişi olan ailelerin çocuklarını hedef almaktadır.24 PKK örneğinde çocuklar kahraman olabilecekleri, ailelerini fakirlikten kurtarabilecekleri, Kürt halkına büyük bir yardımda bulunabilecekleri ya da kendilerinden önce örgüte katılan bir yakınlarını görebileceklerine ikna edilerek dağa çıkarılmaktadırlar.25 Özellikle 2014 Mayıs ve Haziran döneminde kaçırılan çocuklarını geri isteyen annelerin Diyarbakır Belediyesi önünde yaptıkları oturma eylemleri ve bu eylemlerin HDP belediyesi tarafından zor kullanılarak bastırıldığına dair haberler basına sıklıkla yansımıştır. Diyarbakır’da 20 Mayıs 2014’te 15 yaşındaki üç çocuğun okul pikniğine gittiklerinde dağa kaçırıldıkları ya da aileleri için bunu yapmak zorunda olduklarına ikna edilerek örgüte katıldıkları görülmüş, aileler de HDP’li belediye önünde oturma eylemi yapmışlardır.26 Aynı tarihlerde basına yansıyan bir başka haber 27 Mayıs 2014’te Diyarbakır’da endüstri meslek lisesi öğrencisi 15 yaşındaki iki öğrencinin PKK tarafından dağa kaçırılmasıdır. Çocukların aileleri olaydan sonra HDP il binasını basmışlardır. Oturma eyleminin 9. gününde belediye önünde aynı gerekçeyle bulunan aile sayısı 11’e çıkmıştır.27 2 Haziran 2014’te Diyarbakır Belediyesinin önündeki yolu kapatan aileler adına konuşan bir temsilci Türkiye’nin çeşitli kentlerindeki 76 ailenin eylem için Diyarbakır’da olduğunu ancak 47 aileyle eylemlerine devam ettiklerini söylemiştir.28 PKK’yı 24

“How is Recruiting Children Harmful”.

Emruhan Yalçın, “PKK Bu Çocukları Nasıl Kandırıyor?”, 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü, 18 Aralık 2012. 25

“PKK’nın Çocuklarını Kaçırdığı Aileler Oturma Eylemi Başlattı”, Haber.com, 20 Mayıs 2014. 26

27

“Aileler BDP’yi Bastı PKK Açıklama Yaptı”, Hürriyet, 27 Mayıs 2014.

28

“Çocukları Dağa Kaçırılan Aileler Yol Kapattı”, En Son Haber, 2 Haziran 2014.

/

331

332

/

PYD-YPG’NİN ÇOCUK ASKERLERİ

kaçırdığı yaş ortalaması 14-15 civarında olan çocuklarını geri vermeye çağıran ailelerin eylemleri zaman zaman HDP yönetimindeki Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi tarafından tazyikli suyla dağıtılmaya çalışılmıştır. Ancak PKK ve HDP’nin baskılarına rağmen aileler eylemlerini sürdürmüş ve bazı ailelerin çocukları terör örgütü tarafından salıverilmiştir.29 Buna rağmen PKK’nın çocuk kaçırma eylemleri devam etmiş, 10 Haziran 2015’te Şanlıurfa Valisi İzzettin Küçük “Son 6 ayda bölgede 3 bin çocuğun kaçırıldığını, sadece Suruç ilçesinde 400 çocuğun kayıp olduğunu” açıklamıştır.30 Örgüte katılmak için kaçırılan çocuk zaten zor altında hareket ettiği için iradesi bulunmamaktadır. Örgütlerin herhangi bir sebeple örgüte katılmayı talep eden çocuğu kabul etmeleri de bu durumun savaş suçu olma niteliğini değiştirmemektedir. Zira bir çocuğun örgüt üyesi olma talebi hukuken rıza olarak nitelenemez. Rıza beyanının geçerli olabilmesi için konusunun kanun, ahlak ya da adaba aykırı olmaması gerekir.31 Terör örgütünün çocuk kaçırmaya devam ettiği açılım sürecinde PKK savunucularının çocukların örgüte katılma yönünde iradelerinin bulunduğunu söyledikleri, örneğin Selahattin Demirtaş’ın çocukların kendi istek ve kararlarıyla dağa çıktıklarını ifade ettiği32 görülmektedir. Çocuktan bu yönde bir talep gelse bile rızasının geçerli olmamasının bir sonucu olarak 29 Beybin Somuk, “The Forgotten Child Soldiers Recruited by Kurdish Militants in Turkey and Syria”, Middle East Eye, 1 Haziran 2016. 30

“Kayıp Veren PKK, Açığını Çocuk Kaçırarak Telafi Ediyor”, Akşam, 23 Haziran 2015.

Ayrıca rıza beyanının geçerli olabilmesi için kişinin üzerinde mutlak surette tasarruf edebileceği bir hakkı bulunmalı ve kişi rızaya ehil olmalıdır. Rızaya ehliyet, kişinin bir karar verdiği sırada yaş küçüklüğü, akıl hastalığı ya da zayıflığı, sarhoşluk gibi özelliklerden herhangi birini taşımıyor olmasını ifade eder. Rıza açıklaması özgür ve sağlıklı bir iradeye dayanmalı ve rızada bulunan hukuki yarardan vazgeçmenin anlam ve şartlarını bilmelidir. Cebir ve hile ile elde edilen rıza geçerli değildir. Bkz. Mehmet Emin Artuk, Ahmet Gökcen ve A. Caner Yenidünya, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Yenilenmiş Gözden Geçirilmiş 10. Baskı, (Adalet Yayınları, Ankara), s. 462-465. Çocuğun örgüte katılırken örgüt üyesi olmanın tüm anlam ve sonuçlarını kavrayarak hareket etmeye ehil olmaması da rızanın geçersiz olduğunu ortaya koymaktadır. 31

32 “Selahattin Demirtaş: Çocuklar Kendi Kararları ile Dağa Çıktı”, Bugün, 28 Nisan 2014.

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

bu tür durumlarda örgütün sorumluluğu çocuğu kabul etme noktasında ortaya çıkmaktadır. Çocuğun örgüte katılması ruhen ve bedenen kendisine uygun olmayan yaşam koşullarını ve yasa dışı bir eyleme katılmayı, yakalanması halinde pek çok hukuk sisteminin bu durum için öngördüğü adli süreçleri ve belirli bir yaşın üzerindeyse cezalandırılmayı kabul etmesi demektir. Örgütten ayrılma yolunun da açık olmaması ve kaçmaya çalışan kişilerin genellikle işkenceye tabi tutulmaları ya da öldürülmeleri karşısında da çocuğun bu yöndeki rızasının geçerli olmadığı ortaya çıkmaktadır. Amnesty International (Uluslararası Af Örgütü) Kuzey Uganda’da yaşanan çatışmalar üzerine yayımladığı 2007 tarihli raporda ayrılıkçı örgüt Lord’s Resistance Army’nin binlerce kız ve erkek çocuğu kaçırdığını, şiddet dolu bir eğitime maruz kalan çocukların kaçmaya çalıştıklarında yakalandıkları takdirde işkenceye uğradıkları ya da öldürüldüklerini yazmıştır.33 Çocukların örgüte katılırken öngöremeyecekleri bir durum da örgüt koşullarında yaşadıktan sonra kaçmayı başarmaları ya da terhis olmaları halinde normal bir hayata dönmelerinin kolay olmadığıdır. Geri dönen çocukların aile ve toplum tarafından kabul edilmediği çok sayıda vaka mevcuttur. Kongo’da yaşanan bir vakada 2015’te annesinin öldürülmesinin ardından yaşadığı öfke ve korku dolayısıyla rakip bir silahlı gruba katılan 15 yaşındaki çocuğun üç ay sonra kaçmayı başardığı ancak yaşadığı tecrübe dolayısıyla ailesi ve arkadaşları tarafından reddedildiği görülmektedir.34 Örgütün Yaşam Koşullarından Kaynaklanan Sorunlar

Terör örgütlerinin yaşam koşulları bir çocuğun barınması ve gelişimi için uygun imkanlar sunmamaktadır. Bu durumun en somut örneklerinden biri PKK’nın dağ koşullarında yaşam mücadelesi veren çocukların durumudur. PKK’nın kaçırdığı çocukların ya33

Polat ve Güldoğan, “Çocuk Askerler: Psikolojik, Sosyal ve Fiziksel Sorunlar”, s. 110.

34

“Annual Report 2016-2017”, s. 13.

/

333

334

/

PYD-YPG’NİN ÇOCUK ASKERLERİ

şam sürelerinin kısaldığı, ortalama 4-6 yıl hayatta kalabildikleri araştırmalara yansımıştır.35 Yaşam koşullarının çocuk üzerindeki etkisini en iyi gösteren örneklerden bir diğerini Uganda’da 1980’de çatışmalar sürerken yapılan bir araştırma ortaya koymuştur. Araştırma sonuçlarına göre örgüt üyesi çocukların ölümlerinin sadece yüzde 2’si şiddetten kaynaklanmakta; yüzde 78’i beslenme yetersizliğine ve yüzde 20’si enfeksiyon hastalıklarına dayanmaktadır.36 Çocuklar toplum ve ailede öğrenmeleri gereken değerleri yasa dışı örgüt ortamında benimseyemezler. Militer eğitim çocuklara verilen emirleri hiç soru sormadan yerine getirecekleri bir psikolojik kırılma yaşatmakta ve uzun vadede kişiliklerini değiştirebilmektedir.37 Henüz psikolojik ve duygusal gelişimin tamamlanmadığı bu yaş grubunda şahit olunan şiddet vakaları ve travmalar çocuğun kişilik gelişimi üzerinde uzun vadede değiştirilmesi zor şekilde etki etmektedir. Amnesty International’ın Kuzey Uganda’da yaşanan çatışmalar üzerine yayımladığı 2007 tarihli rapor ayrılıkçı örgüt Lord’s Resistance Army’nin tamamı silahlı çatışmalarda yer alan ve öldürmeye zorlanan askerlerinin dirençlerinin kırıldığı, ahlaki değerlerinin sarsıldığı ve kendilerinin de zayıflatıldığını ortaya koymuştur.38 UNICEF’in 2010 tarihli raporunda da uluslararası topluluk tarafından terörist kabul edilen PKK saflarındaki çocuklardan söz edilmiştir. Çocukların psikolojik ve çoğu zaman fiziksel olarak zarar gördükleri, şiddeti teşvik eden kişiler olarak büyüdükleri ve ilerleyen yaşlarda kendilerinin de başka çocukları silahlandırdıkları ifade edilmiştir. Bu duruma savaş ortamında karşılaşılabilecek olan travmatik olaylar sebebiyet vermektedir.

35

“Çocuk PKK’lıların Yaşam Süresi 4-6 Yıl”, Sabah, 1 Ocak 2013.

36

Polat ve Güldoğan, “Çocuk Askerler: Psikolojik, Sosyal ve Fiziksel Sorunlar”, s. 112.

37

“How is Recruiting Children Harmful”.

38

Polat ve Güldoğan, “Çocuk Askerler: Psikolojik, Sosyal ve Fiziksel Sorunlar”, s. 110.

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

Uganda ve Kongo’da eski çocuk askerler üzerinde yapılan bir araştırmada çocukların ortalama 12,1 yaşında silahaltına alınarak ortalama 38 ay silahaltında kaldıkları belirlenmiştir. Bu çocukların her biri ortalama 11,1 travmatik olaya maruz kalmıştır. Yüzde 54,4’ü birini öldürdüğünü, yüzde 27,8’i de cinsel ilişkiye zorlandığını ifade etmiştir. Ugandalı çocuk askerler üzerinde yapılan başka bir araştırmada Lord’s Resistance Army tarafından kaçırılan 301 eski çocuk askerle görüşülmüştür. Görüşmelerde çocukların ortalama 12,9 yaşında kaçırılarak ortalama 25,6 ay silahaltında kaldıkları ve neredeyse tamamının travmatik bir olaya şahit olduğu saptanmıştır. Çocukların yüzde 77’si bir kişinin ölümüne şahit olmuştur. Yüzde 39’u da bir kişinin öldürülmesine iştirak etmiştir.39 Savaş ortamında yaralanma, ölme, mayın yaralanmalarının bir parçası olan görsel ve işitsel rahatsızlıklar dışında yetersiz beslenme, bulaşıcı hastalıklar, solunum ve deri hastalıkları çok yaygındır. Çocukların savaştırılmaları ve şiddete başvurmaları için duyarsızlaştırılmaları amacıyla bazı bölgelerde alkol ve uyuşturucu kullanmala­ rına ve dolayısıyla zamanla bağımlı olmalarına neden olunduğu da görülmektedir.40 PKK’nın da yetiştirdiği veya sonradan örgüte dahil ettiği üyelerine iradelerini etkileyecek maddeler vererek eylemlerini gerçekleştirdiği bilinmektedir. Nitekim 2010’da Malatya Adli Tıp Kurumunda otopsileri yapılan teröristlerin kanında uyuşturucu ve uyarıcı maddelere rastlanmıştır.41 Çeşitli operasyonlarda ortaya çıkan veriler de PKK’nın gelirinin neredeyse yarısını uyuşturucu kaçakçılığından elde ettiğini ortaya koymaktadır.42 Polat ve Güldoğan, “Çocuk Askerler: Psikolojik, Sosyal ve Fiziksel Sorunlar”, s. 115-116. 39

40

“Çocuk Askerler Küresel Araştırma Raporu”.

41

“PKK’lılar ‘Cesaret Hapı’ Almış”, Hürriyet, 12 Kasım 2010.

“PKK Uluslararası Açıdan Kabul Görmüş Bir Narkoterör Örgütü”, Sabah, 21 Şubat 2018. 42

/

335

336

/

PYD-YPG’NİN ÇOCUK ASKERLERİ

Genel olarak militer grupların içindeki çocuklar bakımından gerek yetişkin gerekse diğer çocukların cinsel istismarına uğrama riskinin de oldukça yüksek olduğu ifade edilmektedir.43 Çocuklar tecavüzler sonrasında cinsel yolla bulaşan hastalıkların taşıyıcısı haline gelmektedir. Bu tür hastalıkların kan yoluyla bulaşması silahlı çatışmaların yoğun olduğu bölgelerde geçiş riskini arttırmaktadır. Kongo’da yapılan bir araştırmada kliniğe getirilen kız çocukların yüzde 80’inde cinsel yolla bulaşan hastalık tespit edilmiştir.44 Çocukların Kullanıldığı Alanlardan Kaynaklanan Sorunlar

Paris Prensipleri’nde çocuk askerliği tanımlanırken çocukların çatışmada yer almaları dışında yemek pişirme, bilgi taşıma, teçhizat transferi, hafiyelik gibi görevler ya da cinsel amaçlarla kullanılmalarının yasaklanması aslında çocukların örgüt ihtiyaçlarını karşılayabilmeleri oranında kullanılmalarının sonucudur. Dolayısıyla savaşlarda yaşanan can kayıpları ve fiziksel yaralanmalar bir kenara bırakılacak olursa çocuklar örgütün her türlü ihtiyacının yanı sıra kendilerinin gerçekleştirmesi halinde örgütün amaçlarına daha kolay ulaşabileceği işlere yönlendirilmektedir. Örneğin Türkiye’de 20 Ağustos 2016 günü Gaziantep’te bir düğünde DEAŞ’ın gerçekleştirdiği terör saldırısı sonrasında canlı bombanın 12-14 yaşlarında bir çocuk olduğu açıklanmıştır.45 Sri Lanka’da da Tamil Ealem Özgürlük Kaplanları isimli muhalif grup tarafından silahaltına alınan ve genellikle öksüz olan Tamil kızları çoğunlukla suikast bombacısı olarak eğitilmektedir.46 Bu durumun sebebi suikast bombacılarının yakalanma olasılıkları karşısında kız çocuklarının hükümet görevlilerinin dikkatinden daha kolay kaçabileceği düşüncesidir. 43

“How is Recruiting Children Harmful”.

44

Polat ve Güldoğan, “Çocuk Askerler: Psikolojik, Sosyal ve Fiziksel Sorunlar”, s. 114.

45 “Erdoğan: Gaziantep Saldırısında Canlı Bomba 12-14 Yaşlarında”, BBC Türkçe, 21 Ağustos 2016. 46

“Çocuk Askerler Küresel Araştırma Raporu”.

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

PKK da örgüt içerisinde çocukları birbirinden farklı eylem tiplerinde kullanabilmektedir. Başlarda doğrudan çatışmada kullanılan çocuklar örgütün şehirlerde tutunma stratejisini benimsemesinin ardından bombalı eylem, sabotaj gibi şehir tipi eylemlerde de yer almaya başlamıştır. Bu durumun esas sebebi yakalandıkları takdirde Türk hukukuna göre alacakları cezanın yetişkinlere nazaran düşük olmasıdır.47 Çocukların kullanılma biçimlerinden biri örgüt yaşam koşullarından kaynaklanan sorunlar başlığı altında da bir risk olarak yer alan cinsel köleliktir. Daha önce PKK’dan ayrılan Z.T. isimli bir militan çocukların dağdaki temel sıkıntısının taciz ve tecavüze uğramaları olduğunu ifade etmiştir. Kendisinin yaklaşık on beş olaya tanık olduğunu, eski militanların küçük kızlara tecavüz ettiklerini ve onları tehdit ettiklerini söylemiştir.48 Uganda’daki çatışmalar üzerine hazırlanan bir raporda ayrılıkçı örgüt Lord’s Resistance Army’nin kaçırdığı 13 yaşından büyük kızları cinsel köle olarak kul­ landığı yazılmıştır.49 2016’da yapılan bir çalışma dünya üzerinde 250 bin kadar çocuğun silahaltında olduğunu ortaya koymuştur.50 Bu çocukların yaklaşık yüzde 40’ı kızdır ve genellikle cinsel köleliğe maruz kalmakta ya da intihar veya suikast eylemlerinde kullanılmaktadır.51 ICC’nin Bosco Ntaganda ve Dylin kararlarından Kongo menşeli terör örgütlerinde de çocukların cinsel köle olarak kullanıldıkları anlaşılmaktadır. Bu örnekler çocuk asker kullanımının tüm örgütlerde yol açtığı sorunların benzer olduğunu gösteren en somut veriler arasındadır.

47 Kekevi ve Kılıçoğlu, “Uluslararası Hukuk Açısından Çocuk Askerler ve PKK’nın Çocuk Askerleri/Militanları”, s. 499. 48

Söylemez, “PKK’nın Çocuk Militanları”.

49

Polat ve Güldoğan, “Çocuk Askerler: Psikolojik, Sosyal ve Fiziksel Sorunlar”, s. 110.

50

“Factsheet: Children Associated with Armed Groups and Forces Central Africa”, s. 1.

Kekevi ve Kılıçoğlu, “Uluslararası Hukuk Açısından Çocuk Askerler ve PKK’nın Çocuk Askerleri/Militanları”, s. 487, d.n. 6. 51

/

337

338

/

PYD-YPG’NİN ÇOCUK ASKERLERİ

Çocuklar örgütler tarafından ideolojik kadro yetiştirme ya da propaganda amaçlarıyla da kullanılabilmektedir. PKK örneğinde bu durum çocuk asker kullanımındaki önemli motivasyonlardan biridir.52 2010’da Danimarka gazetesi Berlingske Tidende’de yayımlanan bir makaleye göre PKK’nın eğitim kamplarında en küçüğü 8 veya 9 yaşında olan 3 bin çocuğa verilen eğitimde Öcalan’ın hayatının öğretilmesinin yanı sıra silah ve patlayıcı talimi de vardır.53 Özellikle Öcalan’ın yakalanmasının ardından kamuoyu desteği sağlamak adına PKK’nın kadın ve çocukları ön saflarda tuttuğu görülmektedir. Çocukları ideolojik eğitimle sadık kadroya dönüştürme isteğiyle kadrolarına katan ve Öcalan felsefesi hakkında eğitimlere tabi tutan örgüt onları siyasi eylemlerde de kullanmıştır. Öcalan’a özgürlük eylemleri çerçevesinde Mersin E Tipi Cezaevinde yedi çocuğun açlık grevine dahil edilmesi örgütte çocuk istismarının önemli örnekleri arasında yer almaktadır.54 Örgütler çocukları asker olarak kullanmaya başladıklarında hiçbir yaş sınırının uygulanmadığı görülmektedir. Çocukların çatışmalara katılma yaşının yediye kadar düştüğü durumlar mevcuttur. Bu durumda çocuklar yapabilecekleri ölçüde örgüte hizmet etmeye yönlendirilmektedir. Örneğin Myannmar’da henüz silah tutamayacak durumdaki çocuklar askere alınmakta ancak bir silahı tutabilecek kadar büyüyene değin –genellikle on yaşına kadar– mayınları tespit etmeye veya ağaç dallarıyla yolları süpürmeye zorlanmaktadır. On yaşına gelince de cepheye gönderilmektedir.55 52

Polat ve Güldoğan, “Çocuk Askerler: Psikolojik, Sosyal ve Fiziksel Sorunlar”, s.

111. 53 Somuk, “The Forgotten Child Soldiers Recruited by Kurdish Militants in Turkey and Syria”. 54 Kekevi ve Kılıçoğlu, “Uluslararası Hukuk Açısından Çocuk Askerler ve PKK’nın Çocuk Askerleri/Militanları”, s. 499. 55

“Çocuk Askerler Küresel Araştırma Raporu”.

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

PYD-YPG’NİN ÇOCUK ASKERLERİ Genel Durum

PKK’nın Suriye kolu56 PYD de diğer örgüt örneklerinde olduğu gibi savaştırmak, örgüt ihtiyaçlarını karşılamak ve gelecek kadrolarını hazırlamak için çocuk asker kullanmaktadır. Bu çerçevede PYD’nin çocukları silahaltına alması tamamen pratik gerekçelerden kaynaklanmaktadır. Bu gerekçeler arasında en görünür olanı PYD bölgelerinde savaşmaya elverişli durumda olan 18-40 yaşları arasındaki çok sayıda erkeğin zorla silahaltına alınma korkusu ve PYD’nin diğer politik baskıları dolayısıyla ülkeyi terk etmiş olmalarıdır.57 Bu da PYD’nin askeri kanadı olan YPG’nin eleman kıtlığı yaşamasına yol açmaktadır. Bu sebeple PYD her aileden en az bir ferdi yaş ya da cinsiyet gibi ayrımları gözetmeksizin silahaltına almaktadır. Örgütün çocuk asker kullanımı pek çok uluslararası rapora da konu edilmiştir. İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün (Human Rights Watch, HRW) 2014 tarihli “Under Kurdish Rule” başlıklı raporunda PYD ve Asayiş’in kurulduğu günden itibaren 18 yaşından küçük çocukları kontrol noktaları ve çatışma bölgelerinde kullandığı kaydedilmiştir.58 2015 Ocak’ında HRW bir raporunda 2014 Ocak itibarıyla 10’u 15 yaşın altında olmak üzere 59 çocuğun YPG tarafından alıkonulduğu bilgisine yer vermiştir.59 BM Uluslararası 56 CIA’in resmi sitesinde Suriye’deki terörist gruplar içinde PKK’ya yer verilmiş ve PYD’nin PKK’nın Suriye kanadı olduğu belirtilmiştir. Bkz. “Middle East: Syria”, CIA, 9 Nisan 2018, https://www.cia.gov/library/publications/resources/the-world-factbook/ geos/sy.html, (Erişim tarihi: 19 Nisan 2018). ABD Ulusal İstihbarat Direktörü Daniel Coasts tarafından ABD Kongresine sunulan “ABD İstihbarat Topluluğunun Dünya Genelinde Tehditler Değerlendirmesi” raporunda da YPG’nin “PKK’nın Suriye’deki milis gücü olduğu” belirtilmiştir. Bkz. “ABD İstihbarat Raporu: YPG, PKK’nın Suriye’deki Milis Gücü”, AA, 14 Şubat 2018. 57 Eva Savelsberg, “War is No Excuse: PYD Deployment of Child Soldiers”, NewsDeeply, 26 Şubat 2016. 58

“Under Kurdish Rule-Abuses in PYD-Run Enclaves of Syria”, s. 38.

Somuk, “The Forgotten Child Soldiers Recruited by Kurdish Militants in Turkey and Syria”. 59

/

339

340

/

PYD-YPG’NİN ÇOCUK ASKERLERİ

Bağımsız Suriye Araştırma Komisyonunun 16 Ağustos 2013 tarihli raporunda Afrin ve Haseke’de örgütün 12 yaşındaki kız ve erkek çocukları saflarına kattığı yazılmıştır. BM Suriye’deki “Çocuklar ve Silahlı Çatışmalar” başlıklı raporunda Haseke bölgesindeki yaşları 14-17 arasında değişen çocukların terör örgütü mensubu olarak devşirildiği ve gerek kontrol noktaları gerekse çatışma alanlarında kullanıldığı belirtilmiştir. Örgütün savaşacak eleman bulamaması dışında çocuk asker kullanmadaki bir diğer motivasyonu PYD’nin verdiği ideolojik eğitime yetişkinler gibi direnemeyecek olan çocuk ve ergenleri devşirerek kendi sadık kadrolarını yetiştirme isteğidir.60 Bu sebeple PYD kontrolündeki çocuklar ideolojik bir eğitime de tabi tutulmaktadır. Nitekim Türkiye’nin gerçekleştirdiği operasyonlar sonrasında Afrin’de etkisiz hale getirilen teröristlerin üzerlerinde ve barınma yerlerinde ele geçirilen fotoğraf makinalarından çıkan hafıza kartları ve dokümanlarda 13-17 yaşları arasında çok sayıda çocuğun görüntüsü bulunmakta ve bazı çocukların Öcalan ve diğer örgüt yöneticilerinin fotoğrafları önünde poz verdikleri görülmektedir.61 RT Amerika isimli YouTube kanalının “Her War: Women vs. ISIS” başlığıyla yapılan paylaşımlarında Tolheldan lakaplı YPJ üyesinin “Şehit Berivan” adını verdikleri eğitim kampında kız çocuklarına verdiği eğitime Öcalan ideolojisinin tanıtılmasının da dahil olduğu anlaşılmaktadır.62 PYD’nin hakim olduğu bölgelerde yer alan okullarda okutulan ders kitaplarında Abdullah Öcalan’ın konuşmaları yer almakta, çocuklarda çok erken yaşta savaşa katılma ve ölme isteği uyandıran bir ideolojik eğitim verilmektedir.63 60

Savelsberg, “War is No Excuse: PYD Deployment of Child Soldiers”.

“YPG/PKK’nın Zorla Askere Aldığı Çocukların Görüntüleri Ortaya Çıktı”, TRT Haber, 7 Mart 2018. 61

62 .“Her War: Women vs. ISIS”, YouTube, 8 Mart 2016, https://www.youtube.com/ watch?v=ONDoto9reCg&t=1s, (Erişim tarihi: 20 Şubat 2018). 63

Alptekin, “The PKK’s Child Soldiers”.

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

Çocukların hızlı öğrendikleri için örgüte katılmaları örgütün gerek ideolojik devşirme gerekse çatışma için yetiştirme amaçlarına elverişlidir. Beritan Sela isimli bir PKK yöneticisi 17-18 yaşlarında çok genç kişileri alıp eğittiklerini ancak 18 yaşına gelene kadar cepheye gitmelerine izin vermediklerini, genç oldukları ve hızlı öğrendikleri için eğitildiklerini söylemekte ve “Eğer bir amacın varsa engelin yoktur” demektedir.64 Çocuk askerler PYD tarafından çatışmalar dışında örgütün çeşitli ihtiyaçları için kullanılabilmektedir. Marie Claire isimli moda dergisinin 2014 Ekim sayısında yayımlanan “Bu Dikkat Çekici Kadınlar DEAŞ’a Karşı Savaşıyor. Şimdi Onları Tanımanın Zamanı” başlıklı makalede65 12 yaşındaki Hevedar Mohammed isimli kız çocuğunun ön cepheden çekilmiş kamuflaj kıyafetli ve silah taşıdığı bir fotoğrafına yer verilmiştir. Hevedar’ın 18 yaşından küçük olduğu için çatışmalara katılmaya izinli olmadığı ancak eğitim aldığı ve kadınların yaşadıkları yerle alakalı bazı ev işleri yaptığı yazılmıştır. PYD’nin çocukları da çatışmalara kattığı 15 yaşındaki Dalil Riyad Qasim Khalil’in DEAŞ’la girilen çatışmada öldürülmesi66 başta olmak üzere çok sayıda örnekle ortaya çıktığı halde67 Hevedar’ın hikayesinde örgütün çocukları çatışmalarda kullanmadığı vurgulanmak istenmektedir. Bununla birlikte uluslararası mevzuat“Kurdish and Yazidi Women Fighting ISIS”, YouTube, 20 Ağustos 2015, https:// www.youtube.com/watch?v=fQZR6xzDkjc, (Erişim tarihi: 28 Şubat 2018). 64

Elizabeth Griffin, “These Remarkable Women are Fighting ISIS. It’s Time You Know Who They are”, Institu Kurde de Paris, 4 Ekim 2014, https://www.institutkurde. org/info/these-remarkable-women-are-fighting-isis-it-s-time-you-know-whothey-are-1232550804.html, (Erişim tarihi: 19 Nisan 2018). 65

66 Bilgi için bkz. “Al-Qamishli: PYD Recruits Child Soldiers”, Kurd Watch, http:// www.kurdwatch.org/?aid=3017&z=en, (Erişim tarihi: 19 Nisan 2018). 67 Çatışmada esir alınan çocuk asker örnekleri de çocukların YPG tarafından çatışmalarda kullanıldığını gösteren örnekler arasındadır. Özgür Suriye Ordusu’nun esir aldığı 16 yaşındaki kız çocuğunun görüntüleri de YouTube kanalında servis edilmiştir. Bkz. Tuzrune Issık, “US-backed SDF-YPG/PKK Uses Child Soldiers in Afrin, Syria”, YouTube, 18 Şubat 2018, https://www.youtube.com/watch?v=R03WEOY5V38, (Erişim tarihi: 28 Şubat 2018).

/

341

342

/

PYD-YPG’NİN ÇOCUK ASKERLERİ

ta yer alan düzenlemeler çerçevesinde bu tür kullanımlar da çocuk askerliği olarak değerlendirilmektedir. Suriye İnsan Hakları Ağı’nın (Syrian Network For Human Rights, SNHR) 2016 Ocak tarihli raporunda ise Wissam Alo isimli Suriyelinin 15 yaşından küçük bir kız çocuğunun elinde makinalı tüfekle kontrol noktasında kendilerini durdurarak kimlik kontrolü yaptığını söylediği bilgisi kayda geçmiştir. PYD de diğer örgüt örneklerinde olduğu gibi çocuk askerliği söz konusu olunca bir asgari yaş sınırı uygulamamaktadır. ABD Dışişleri Bakanlığı raporunda YPG’nin 15 yaşından küçükleri kullandığı belirtilmiştir.68 Seri Hılde isim ve @SeriHillde kod adlı –şu anda askıda olan– bir Twitter hesabında yayımlanan “7’den 70’e Bütün Kürdistan Halkı Afrin’in Yanında” başlıklı videoda 7 yaşında ve daha küçük oldukları tahmin edilen çocukların ellerinde Kalaşnikoflarla çekilen görüntülerine yer verilmiştir.69 Örgüt üyelerinin uyuşturucu madde kullanımı ve çocukların bu konuda risk altında bulunmaları açısından da PYD diğer örgütlerle benzerlik göstermektedir. Burseya’da intihar saldırıları öncesinde örgüt üyelerine eylemler öncesinde içmeleri için verilen ve cesaret hapı olarak bilinen “captagon” isimli uyuşturucu madde ele geçirilmiştir.70 Çocukları zorla silahaltına alınan ebeveynlerin korku ya da çocuklarının çeşitli müzakerelerle serbest kalmasını sağlamak istedikleri için sessiz kalmaları ve benzer sebepler YPG saflarında kaç çocuğun savaştığı konusunda kesin bir rakama ulaşılmasını güçleştirmektedir. Sadece kız çocukları bakımından ve eski tarihli bir sayı olarak 2015’in son haftasında “Cahide” kod adlı Latife Kaya isimli bir çocuk asker çalıştırıcısının ölümünün ardından o 68

“Trafficking in Persons Report June 2016”, s. 360.

Trugan Hatan, Twitter, 2 Mart 2018, https://twitter.com/truganhatan, (Erişim tarihi: 9 Mart 2018). 69

70

“Burseya Dağı’ndan PYD/PKK’nın Uyuşturucuları Çıktı”, AA, 28 Ocak 2018.

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

ve arkadaşlarının 500’den fazla kız çocuğunu PKK/YPG’ye kattıkları ortaya çıkmıştır.71 Şu anki sayıyı bilmek mümkün olmamakla birlikte eski çocuk askerlerin görgü tanıklıklarının yanı sıra karşılaşılan çok sayıda örnek vaka mevcuttur. Verilerin bir kısmı PKK/PYD’ye ait kurumsal internet sitelerinde yer almaktadır. Ayrıca bazı Batılı medya organlarının örgüte verdikleri destek çerçevesinde yayımlanan veriler de bulunmaktadır. Bu veriler kısaca ele alındığında uluslararası hukuktaki yasağın bazı ülkeler tarafından görmezden gelindiği açıklığa kavuşmaktadır. Ekim 2014’te Fransa menşeli Marie Claire isimli moda dergisinde yayımlanan ve 12, 14, 17 yaşlarındaki kız çocuklarının da öykü ve görsellerine yer veren “Bu Dikkat Çekici Kadınlar DEAŞ’a Karşı Savaşıyor. Şimdi Onları Tanımanın Zamanı” başlıklı makale, Batı’nın YPG’nin kadın kolu olan YPJ militanlarını “devrimci amaçlarla savaşan kahraman savaşçılar” olarak gösteren çalışmalardan biridir. Makalede yer verilen çocuklar kamuflaj kıyafetleri, ellerindeki silahlı ve mutlu görüntüleriyle idealize edilmektedirler.72 7 bin 500 askerden oluşan YPJ’nin iki yıldır son derece tehlikeli bir savaşın içinde olduğuna yer verilen makalede bu kişilerin her gün yaralanma ve ölüm tehditleriyle karşılaştıkları söylenmektedir. Ayrıca YPJ’nin Suriye’deki Kürt nüfusu rejim, Nusra ve DEAŞ’ın saldırılarından koruduğu ifade edilmektedir. Makalede ironik bir biçimde 1994’ten beri çocukları kullanırken onları istismarın her türüyle karşı karşıya bırakan PKK’nın Suriye kadın kolu YPJ’nin dürüstlük, ahlak ve adalet kurallarıyla yaşadığı vurgulanmakta, birbirlerine ve mülakatı yapan kişiye dayanışma ve kız kardeşlik duygularıyla davrandıkları söylenmektedir. Yazar, “Haval” sloganının çağrışımları üzerinde durarak YPJ’lilerin tavır71 Somuk, “The Forgotten Child Soldiers Recruited by Kurdish Militants in Turkey and Syria”. 72 Griffin, “These Remarkable Women are Fighting ISIS. It’s Time You Know Who They are”.

/

343

344

/

PYD-YPG’NİN ÇOCUK ASKERLERİ

larının kendisinde de aidiyet ve bağlılık duyguları uyandırdığını belirtmektedir. Ayrıca kız çocuklarının ön cepheden çekilmiş fotoğraflarına yer verilmektedir. Yazıda YPJ’nin “ciddi misyon”una rağmen genç kızların Amerikalı gençlere çok benzediği ve vaktin neredeyse bir yaz kampında olduğu gibi geçirildiği de ifade edilmektedir. Yazının sonunda yakın zamanda DEAŞ’ın saldırılarında bu kadınların büyük çoğunluğunun yaralandığı veya ele geçirildiğine dair bir editör notu da yer almaktadır. ABD’nin resmi Twitter hesabı @CENTCOM’un, PYD-YPG yapılanmasının çocuk askerlerinin görsellerine de yer vererek “savaşa hazır” olduklarına dair attığı tweetler de PKK/YPG’nin insan hakları ihlallerini DEAŞ üzerinden meşrulaştırma çabası olarak görülebilir. Savunma birimi tarafından yapılan açıklamada ABD’nin gruplara silah sağlarken yaşla ilgili bir koşulunun bulunmadığı ve YPG’nin çocukları silahaltına almasına göz yumduğu söylenmiştir.73 Sözde PYD Normları ve Cenevre Çağrısı Sözde PYD Normlarında Zorunlu Askerlik ve Uygulama

13 Temmuz 2014’te Cezire kantonunda kabul edilen “öz savunma” düzenlemesiyle zorunlu askerlik getirilmiştir. PYD’nin yetki verdiği bir kurul tarafından alınan hürriyeti kısıtlayıcı nitelikteki bu kararlar hukuken kurucu özellik taşımamaktadır. Öte yandan hükümler incelendiğinde 2. maddede bölgedeki her ailenin üyelerinden birini PYD için savaşa gönderme zorunluluğu getirildiği, 3. maddede ise zorunlu askerliğin 18-30 yaş arası tüm erkekler bakımından zorunlu olduğu ve kadınların ise gönüllü olarak katılabileceklerinin düzenlendiği görülmektedir.74 Her ailenin bir üyesini YPG’de askerlik yapmak için göndereceği yönündeki 2. maddenin 18-30 yaş arası bütün erkeklerin askerlik zorunluluğunu ifade eden 73

“US Insists on Backing YPG Terrorists, its Child Soldiers”, Daily Sabah, 1 Mart 2017.

“Forcible Recruitments and the Deployment of Child Soldiers by the Democratic Union Party in Syria”, s. 5. 74

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

3. madde karşısındaki anlamı eğer bir ailede 18-30 yaş arası erkek yoksa ailenin diğer fertlerinin de silahaltına alınabilecek olmasıdır. Dolayısıyla düzenlemenin 2. ve 3. maddeleri birlikte değerlendirildiğinde “norm”un çocukların da askere alınmalarına imkan veren bir boşluk içerdiği görülmektedir. Nitekim PYD bölgelerinde silahaltına alım uygulamaları da bu boşluk doğrultusunda gerçekleşmektedir. İhtiyaçlar dolayısıyla örgütün çocuk asker kullanımında herhangi bir yer, tarih ya da yaş sınırlaması söz konusu olmamaktadır. Örgüt asker ihtiyacı arttığında bu konudaki baskılarını arttırmakta ve daha önce öngördüğü belli sınırlar varsa bile bunları değiştirmektedir. Örneğin Cezire’de 18-30 yaş arası kişilerin askere alınacakları düzenlenmiş ama Kobani’de 18-40 yaş arası herkesin bu görevde yer alması gerektiği belirtilmiştir. Sadece PYD için savaşırken ölen kişilerin aile bireyleri askerlikten muaf tutulmuştur.75 Benzer şekilde 2016’da Münbiç’te gerçekleşen uygulamada 16-35 yaş arası kişiler için zorunlu askerlik öngörülmüştür.76 PYD, DEAŞ’tan aldığı Münbiç’te zorunlu askerlik düzenlemesi getirmesinin ardından kentte baskınlar düzenleyerek sivilleri tutuklamaya başlamıştır. Bunun üzerine 50 kadar sivilin bölgeyi terk ettiği görülmüştür. PYD’nin bu süreçte evlere baskınlar düzenlediği de bilinmektedir.77 Zorunlu askerliğin Afrin’deki uygulaması ise Türkiye’nin Afrin operasyonuyla şekillenmiştir. Operasyon hazırlıkları sırasında örgüt paniğe kapıldığı için çocukları zorla silahaltına alma eylemlerini arttırmıştır.78 4 Haziran’da Afrin’deki “Savunma ve Sivil Ko“Batı Kürdistan PYD’nin Zorunlu Askerlik Uygulaması Tartışılıyor”, Bas, 20 Haziran 2017. 75

76

“Bir Bu Eksikti… Kız ve Erkeklere Zorunlu Askerlik Kararı”, Hürriyet, 5 Eylül 2016.

“PYD Zorunlu Askerlik Başlattı; Gençler Münbiç’i Terk Ediyor”, Timeturk, 10 Temmuz 2017. 77

78

“Çocukları Savaştıran PYD/PKK Kendini Ele Verdi”, AA, 21 Ocak 2018.

/

345

346

/

PYD-YPG’NİN ÇOCUK ASKERLERİ

ruma Komitesi” şehirde Haziran sonunda bitmesi gereken askerlik hizmetini uzatmak için bir kararname çıkarmıştır. Siviller ve askerler arasındaki söylentiler dokuz aylık zorunlu askerliğe ilaveten iki ay daha askerlik yapma zorunluluğunun kritik koşullardan kaynaklandığı yönündedir. Bu görevin uzatılması üzerine 700 kişi silahaltına alınarak Mabatlı kamplarında 45 gün için Afrin’in iç ve dış cephelerine gönderilmeleri öncesinde eğitim görmeye başlamıştır.79 Afrin’de zorunlu askerliğin son olarak on bir ay süreyle belirlenmesi üzerine “Rojava Özerk Yönetimi” dışındaki Kürt partileri ve çevreleri PYD’nin zorunlu askerlik uygulamasının gençlerin bölgeyi terk etmelerine ve Suriye’nin kuzeyinin boşalmasına sebep olduğu eleştirisi getirmişlerdir.80 PYD’nin eleman toplama sürecinde Afrin’deki bir sivil zorla askere alınarak Maslamyie’ye Esed rejimiyle savaşmaya gönderildiğini fakat öldürülme korkusuyla reddedemediğini dile getirmiştir.81 Nitekim zorunlu askerlikten kaçmak isterken öldürülen kişiler de bulunmaktadır. Suriye Kürdistan Demokrat Partisi (S-KDP) Politbüro üyesi Nuri Bırimo PYD’ye bağlı silahlı güçlerin zorunlu askerlik adı altında gençleri toplamak için Haseke’nin Derik ilçesinde bulunan Banişıkefti köyüne baskın düzenlediğini ve o sırada köyden kaçmak isteyen 18 yaşındaki Hani Muhammed Hacı Sıddık adındaki bir genci öldürdüğünü ifade etmiştir.82 PYD’nin savaşmak için asker toplama usulünün ironik tarafı belli bir ideoloji için bir araya gelen kişilerden oluştuğunu iddia ederken eleman bulamaması ve kendi ideolojisini benimsemeyen kişileri silah zoruyla savaştırmasıdır. Nitekim öldürülme korkusuy“PYD Extend Forced Conscription Period in Efrin and Enlist 700 Male in New Military Course”, NSO, 4 Haziran 2017. 79

80

“Batı Kürdistan PYD’nin Zorunlu Askerlik Uygulaması Tartışılıyor”.

“PYD Extend Forced Conscriotion Period in Efrin and Enlist 700 Male in New Military Course”. 81

82

“PYD Zorunlu Askerlik Yapmak İstemeyen Genci Öldürdü”, AA, 20 Eylül 2016.

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

la savaşa gittiğini söyleyen bir sivil, Arap ve Kürtler arasındaki bir savaşa katılmak istemediğini dile getirmektedir.83 Çocuklar bakımından da aynı durum geçerlidir. PYD sadece Kürtlerin değil muhalif azınlıkların çocuklarını da kaçırmakta ve onları kendisi için savaşmaya zorlamaktadır. 2016’da Kürdistan Demokratik Partisi üyesi Sincar Kaymakamı Mehma Halili, PKK ve PYD’nin Yezidi çocukları aldatarak ya da kaçırarak savaş meydanına sürdüğünü söylemiştir.84 14 yaşında Yezidi bir kız çocuğu da YPG tarafından zorla kaçırılıp savaştırılmak istenmesine rağmen kaçmayı başarmış ve verdiği mülakatta her gün Yezidileri öldüren bir örgütün saflarında yer almak istemediğini belirtmiştir.85 Cenevre Çağrısı

PKK/PYD 5 Ekim 2013’te Kandil’de Cenevre Çağrısı (Geneva Call) isimli DDSA’ların silahlı çatışma içerisinde uluslararası insani normlara saygı duyulmasını sağlamaya çalışan bir STK ile “Çocukların Silahlı Çatışmalardan Korunmasına Dair Taahhütname”yi imzalamıştır.86 PKK adına Delal Amed ve Geneva Call adına Elisabeth Decrey Warner’ın imzaladığı taahhütnameyle PKK/PYD 18 yaşından küçük çocuk savaşçı almayacağını garanti etmiştir. Taahhüt sonrasında PYD de 5 Haziran 2014’te çocuk savaşçı sorununu kamuoyu önünde de dile getirerek 18 yaşından küçük çocukları bir ay içinde terhis edeceğini açıklamıştır.87 Bununla birlikte PKK/PYD taahhütnameye yeni bir savaşçı olma-

83 “PYD Extend Forced Conscriotion Period in Efrin and Enlist 700 Male in New Military Course”. 84

“US Insists on Backing YPG Terrorists, its Child Soldiers”.

TRT World, Twitter, 2 Şubat 2018, https://twitter.com/trtworld, (Erişim tarihi: 9 Mart 2018). 85

86 “Turkey: Monitoring in the HPG/PKK’s Prohibition on Using Children in Hostilities”, Geneva Call, 25 Temmuz 2015. 87

“Under Kurdish Rule-Abuses in PYD-Run Enclaves of Syria”, s. 38.

/

347

348

/

PYD-YPG’NİN ÇOCUK ASKERLERİ

yanlar kategorisi oluşturacağı ve 16-18 yaş arasındaki çocukları sadece bu kategoriye dahil edeceği yönünde bir şerh düşmüştür.88 Cenevre Çağrısı’nın ardından 149 çocuğu terhis eden PYD’nin bu olayın ardından çocuk asker kullanımını durdurmadığı ve bazı çocukların YPG’ye ailelerinin rızası olmadığı halde kaydedildiği HRW’nun bir çalışmasına konu edilmiştir. Kamışlı’da bir baba 14 yaşındaki kızının okulundan kaçırıldığını, YPJ kumandanlarından birinin kendilerini arayarak kızlarının kendilerine katıldığını söylediğini belirtmiştir. Bu iddia karşısında HRW, YPG’den 10 Haziran 2015’te cevap vermesini istemiştir. Buna mukabil örgüt 24 Haziran’da devam eden çatışma dolayısıyla çocuk asker kullanımını durdurma noktasında zorluklar yaşadığını ve bazı istisnai durumlarla karşılaşılabileceğini kabul etmiştir. Ayrıca açıklamada PYD’den çok sayıda çocuğun terhis edildiği, YPG görevlilerinin çocukları kabul etmekten yasaklandıkları gibi açıklamalara da yer verilmiştir.89 Bununla beraber tüm bu beyanların uluslararası kamuoyunun gözünü boyamaya yönelik olduğunu gösteren çeşitli veriler mevcuttur. Nitekim ABD Dışişleri Bakanlığının 2015 tarihli İnsan Ticareti Raporu’nda da terör örgütü PKK ve örgütün Suriye uzantısı YPG’nin küçük yaştaki Kürt çocuklarını kaçırdığı aktarılmıştır. 2016 tarihli raporunda ise YPG’nin 15 yaşından küçük çocukları topladığı ve eğittiği kaydedilmiştir.90 Sistematik Çocuk Asker Kullanımını Ortaya Koyan Durumlar

İlk düzenlenen normlarda askerlik yaşını 18’den başlatması, Cenevre Çağrısı’nı imzalaması ve HRW’ya yazdığı cevap doğrultusunda “Major Kurdish Armed Group Commits to the Protection of Children in Armed Conflict”, Geneva Call, 25 Ekim 2013. 88

“Syria: Kurdish Forces Violating Child Soldier Ban-Despite Promises, Children Still Fighting”. 89

“YPG/PKK Afrin’de de Çocukları Kaçırıp Savaşa Zorladı”, Haber Çarşamba, 13 Mart 2018, http://www.habercarsamba.com/ypg-pkk-afrinde-de-cocuklari-kacirip-savasa-zorladi.htm, (Erişim tarihi: 19 Nisan 2018). 90

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

çocukların kullanılmasının istisnai olduğuna dair bir algı oluşturmaya çalışması çocuk asker konusunun PYD’nin sistematik bir politikası olduğu gerçeğini gizleyememiştir. Aşağıda çocuk asker kullanımının PYD’de sistematik bir durum olduğunu gösteren temel unsurlar değerlendirilecektir. Çocuk Asker Çalıştırıcısı/Eğitimcisi

PYD yöneticileri arasında özel olarak çocukları askere almak ve yetiştirmek için çalışan kişiler bulunmaktadır. Bu durum terör örgütünün çocuk asker kullanımının sistematik bir durum olduğunu kanıtlamaktadır. Yukarıda da bilgilerine yer verilen Cahide kod adlı Latife Kaya isimli çocuk asker çalıştırıcısı bu kişilerden sadece biridir. Kaya’nın ölümünün ardından örgüt üyesinin PYD’nin Kamışlı’daki kontrol noktalarında yalnız seyahat eden kız çocuklarını alıkoyarak önce örgüte katılmaya ikna etmeye çalıştığı, kabul etmemeleri durumunda zorla PYD kamplarına götürdüğü açıklanmıştır. Kaya ve arkadaşları bu süreçte çocukların aileleriyle görüşmelerini engelleyerek örgüte adapte olmalarını sağlamak, çocukları hakkında bilgi almak isteyen aileleri uyarmak, vazgeçmeyenleri tehdit etmek hatta bazı aile fertlerini öldürerek aileleri sindirmekle suçlanmıştır. Son olarak Miranda aşiretinden 17 yaşındaki bir kız çocuğunun Latife Kaya ve ekibi tarafından kaçırılmasının ardından Kaya, Kamışlı Derik bölgesinde aşiret tarafından öldürülmüştür.91 Beritan Sela isimli bir kumandan da çocuk askerleri kaçırmak ya da eğitmek gibi görevleri olanlara örneklerden biridir. BBC News’in YouTube kanalında “Kadınlar DEAŞ’a Karşı” başlıklı videolarda görüntülerine yer verilen Beritan Sela 17-18 yaşlarında gençleri alıp eğittiklerini söylemektedir.92 Ayrıca RT Amerika isimli 91 Somuk, “The Forgotten Child Soldiers Recruited by Kurdish Militants in Turkey and Syria”. 92

“Kurdish and Yazidi Women Fighting ISIS”.

/

349

350

/

PYD-YPG’NİN ÇOCUK ASKERLERİ

YouTube kanalının “Her War: Women vs. ISIS” başlığıyla yapılan paylaşımlarında görüntüleri yer alan Tolheldan lakaplı YPJ üyesi de “Şehit Berivan” olarak adlandırdıkları eğitim kampında kız çocukların eğitimiyle ilgilenmektedir.93 Bir diğer örnek ise çocuklarını YPG’den korumaya çalıştığı için tutuklanan Natheer Mustafa isimli babanın hikayesinde yer alan Qaraso isimli bir YPG üyesidir. Qaraso başka üyelerle birlikte Mustafa ve karısının bulunmadığı zamanlarda evlerine giderek kızlarını YPJ’ye katılmaya ikna etmeye çalışmıştır.94 PYD’nin Çocukları Silahaltına Alma Vakaları

PYD çocukları genellikle kaçırarak silahaltına almaktadır. 11 Şubat 2018’de basına yansıyan bir haberde YPG kamplarından kaçan çocukların kendi anlatımlarına yer verilmektedir. Tamamı Kürtçe olan ifadelerde 12-14 yaşlarında görünen bir erkek çocuğu YPG’nin onları zorla alıp eğitime götürdüğünü, on iki gün kaldıktan sonra kaçtığını ve orada gördüğü herkesin zorla silahaltına alındığını söylemiştir. Çocuğun ifadesine göre militanlar çocukları zorla arabalara bindirip bir kağıt imzalattıktan sonra kamuflaj kıyafeti giydirerek saflarına katmaktadır. Aynı yaşlarda başka bir erkek çocuk YPG militanlarının kendisini almak için evlerine geldiğini, babasının bu kişilerle kavga ettiğini ama onları durdurmaya güç yetiremediğini söylemiştir. YPG kamplarından kaçmayı başaran bir erkek çocuğun ifadesine göre kendisi gitmek istemeyince örgüt üyeleri tarafından bir çuvala koyularak arabayla çatışma alanına götürülmüştür. Çocuk 16 yaşında olduğunu ve savaşın ne olduğunu bilmediğini söylemiştir.95 93

“Her War: Women vs. ISIS”.

“Freedom of a Man for Recruiting His Daughters, Story of a Detainee at YPG Prison Refused YPJ Recuiting his Daughters”, NSO, 28 Haziran 2017. 94

95

“Young People Forced into Arms by PYD/PKK Speak Out”.

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

Aynı videoda ifadesine yer verilen 18 yaşında bir kişi PYD’nin kendisini saflarına katılmaya zorladığını belirtmiştir. Ailede çalışan tek kişi olarak geçimlerini temin etmek zorunda olduğunu söylediğinde örgüt üyeleri eğer kendisi gelmezse kendisinden küçük olan kız ya da erkek kardeşini, onlar da gelmek istemezse annesini götüreceklerini, her aileden bir kişinin askerlik yapmak zorunda olduğunu söylemişlerdir.96 PKK’nın yayın organlarından birinin haber sitesinde yakın zamanda Afrin’deki teröristlere moral vermek amacıyla bir video yayımlanmıştır. Videoda eli silahlı iki kız çocuğu ve başlarında bir kadın terörist yer almaktadır. Afrin’i savunmanın zor olduğunu söyleyen kız çocuklarından birinin tedirgin olduğu fark edilmiştir. Diğer kız çocuğu ise daha önce Deyrizor’da DEAŞ’a karşı saldırılara katıldığını ifade etmiştir.97 YPG’nin 2014’te gerçekleştirdiği ilk çocuk asker alım örneklerinden biri olan 15 yaşındaki Hemrin Abdi isimli kız çocuğunun kaçırılması konusunda detaylı bilgi mevcut değildir.98 SNHR’nin 2016 Ocak tarihli raporunda 4 Nisan 2015’te teröristler tarafından alıkonulan 16 yaşındaki Dilber Ahmed’in YPG’ye katılmak zorunda bırakıldığı ifade edilmiştir. Wissam Alo’nun SNHR muhabirleriyle yaptığı mülakatta 15 yaşından küçük bir kız çocuğunun elinde makinalı tüfekle kontrol noktasında kendilerini durdurarak kimlik kontrolü yaptığını söylediği bilgisi kayda geçmiştir. Çocukların silah talimlerini kayda alan ve görüntülerini servis eden YPG’nin kendi bölgesinde küçük bir kız çocuğuna otomatik tüfekle ateş etmesinin söylendiği bir video 1 Eylül 2016’da yayımlanmıştır.99

96

“Young People Forced into Arms by PYD/PKK Speak Out”.

97

“Çocukları Savaştıran PYD/PKK Kendini Ele Verdi”.

98

“YPG Recruiting Underage Fighters in Efrin”, NSO, 25 Mayıs 2017.

99

“US Insists on Backing YPG Terrorists, its Child Soldiers”.

/

351

352

/

PYD-YPG’NİN ÇOCUK ASKERLERİ

Kurd Watch’un, örgütün 12 yaşındaki Fatıma Salim Ali’yi kaçırarak silahaltına aldığının kaydedildiği Mayıs 2015 tarihli raporunda ailenin rızasının bulunmadığı ve kızlarının aniden ortadan kaybolduğu belirtilmiştir.100 Ayrıca Kurd Watch’un sitesinde reşit olmayan 23 asker profiline de yer verilmiştir.101 HRW’nun “Under Kurdish Rule” isimli raporunda yer alan bir diğer vaka Kahtaniye’de yaşayan 14 yaşında bir öğrenci olan Jamin Sıddık Ahmet’in 4 Kasım 2014’te YPG tarafından kaçırılmış olmasıdır. Örgüt üyeleri Jamin’in babasının kendileriyle konuşması üzerine Jamin’in yanlarında olduğu, kızını artık unutması gerektiği, şu an Kandil Dağı’na doğru gittiği, yalnız olmadığı ve onunla birlikte binlerce kadının da orada olduğunu söylemişlerdir.102 Türkiye’nin gerçekleştirdiği operasyon kapsamında Afrin’de etkisiz hale getirilen teröristlerin üzerlerinde ve barınma yerlerinde ele geçirilen fotoğraf makinalarından çıkan hafıza kartları ve dokümanlar da örgütün çocuk kullanımını ortaya koymaktadır. Fotoğraf ve dokümanlarda 13-17 yaşları arasında çok sayıda çocuğun görüntüsü bulunmaktadır. Bazı fotoğraflarda ellerinde Kalaşnikoflarla nişan almış vaziyette talim halindeki çocukların görüntüleri mevcuttur.103 Çocukların Silahaltına Alınma Sürecinde Aileler

PYD çocuk asker alımlarında ailelerle yaşanabilecek her türlü çatışmalı durumu göze almaktadır. Yukarıda yer verilen Latife Kaya’nın öldürülmesi olayı aynı zamanda çocuklarını örgütten korumaya çalışırken pek çok şeyi göze alan ailelerden sadece birinin “Forcible Recruitments and the Deployment of Child Soldiers by the Democratic Union Party in Sria”. 100

“PYD Saflarında Çocuk Askerler”, Kurdologie, http://warisnoexcuse.kurdologie. de/tr/war-is-no-excuse-2/pyd-saflarinda-cocuk-askerler, (Erişim tarihi: 19 Nisan 2018). 101

102

“Under Kurdish Rule-Abuses in PYD-Run Enclaves of Syria”, s. 38

103

“YPG/PKK’nın Zorla Askere Aldığı Çocukların Görüntüleri Ortaya Çıktı”.

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

durumunu ortaya koymaktadır. İkna olan çocukların ailelerinin bu duruma engel olmaları halinde örgütün ailelere hapis ve çeşitli işkenceler uygulaması örgütün hakimiyet kurduğu bölgelerde ailelerin çocuklarının yetişme biçimi hakkında karar alma imkanlarının olmadığını gösteren bir durumdur. Bu örneklerden bir diğeri çocuklarını YPG’den korumaya çalıştığı için tutuklanan Natheer Mustafa’nın hikayesidir. 28 Temmuz 2017 tarihli habere göre kendisi engelli olan Mustafa YPG’nin eleman toplama faaliyetleri karşısında zorla silahaltına alınmasından korktuğu için 16 yaşındaki oğlunu Türkiye’ye gönderir. Qaraso isimli bir YPG üyesi iki YPJ üyesiyle birlikte Mustafa ve eşinin olmadığı zamanlarda eve gelip 10 ve 12 yaşlarındaki iki kızına “Abdullah Öcalan felsefesi”nden söz ederek onları YPG’nin 2012’de kurulan kadın tugayı YPJ’ye katılmaları için ikna etmeye çalışır ayrıca dar gelirli aileye finansal destekte bulunmayı da vadeder. Bu olaylar annenin uzun süreli bir yolculukta olduğu bir süreçte gerçekleşmiştir. Anne döndüğünde kızlarının Demokratik Konfederalizm felsefesinden, direnmenin ve vatan için bedel ödemenin öneminden bahsettiklerini görür. Bunun üzerine Mustafa karısı ve çocuklarını YPG’den korumak için ismini açıklamadığı bir yere gönderir. Qaraso bunu öğrendiğinde bacağından engelli olan Mustafa’yı tutuklayarak Rajo’ya yakın bir YPG karargahına götürür. Karısı Mustafa’nın neden tutuklandığını öğrenmek istediğinde kendisine eşinin bırakılmasını istiyorsa kızlarını göndermesi söylenir.104 Rakka’ya bağlı Tel Abyad ilçesinden Türkiye’ye sığınan bir Suriyeli Rakka’nın PYD tarafından ele geçirilmesinden sonra örgütün erkek bulunmayan evlerde kızları zorla silahaltına aldığı, buna izin vermeyen ailelerden 20 bin dolar istediği ve kendilerinin maddi imkanı olmadığı için kızlarının alınmasını içleri kan ağlayarak izlemek zorunda kaldıklarını söylemiştir. 65 yaşındaki 104 “Freedom of a Man for Recruiting His Daughters, Story of a Detainee at YPG Prison Refused YPJ Recuiting his Daughters”.

/

353

354

/

PYD-YPG’NİN ÇOCUK ASKERLERİ

amcası da iki kızını vermek istemediği için örgüt üyeleri tarafından silah dipçiğiyle darp edilip yaralanmıştır. Bunun üzerine iki aile gece yarısı buluşup Türkiye’ye sığınmıştır. Tel Abyad’dan Türkiye’ye sığınan Said Numan da kardeşinin zorla askere alınmak istenmesi üzerine Türkiye’ye geldiğini dile getirmiştir.105 11 Şubat 2018’de basında YPG kamplarından kaçan 12-14 yaşlarında bir erkek çocukla yapılan bir mülakat yer almıştır. Çocuk babasının kendisini almamaları için evine gelen YPG üyeleriyle kavga ettiğini ama onları durdurmaya güç yetiremediğini söylemiştir.106 YPG’ye ikna edilerek katılan çocuklar da vardır. Afrin’de YPG’nin 14 yaşındaki Ahmad isimli bir çocuğu Şeyh Hadid bölgesinde silahaltına alıp kendi saflarına kattığı basına yansımıştır. Ahmad’ın bütün ailesi PYD saflarındadır ve annesi “Yıldız Kadın Kongresi”nin bir üyesidir. Çocuk YPG’ye ailesinin onayıyla katılmış ve örgüt tarafından da Afrin’deki bir eğitim kampına kaydedilmiştir. Çocuğun akrabaları Ahmad’ın aslında okula devam ettiğini ama muhtemelen ailesinin partizan tavrından etkilenmesinin onu YPG’ye kaydolmaya ittiğini, bunun kendisine arkadaşları arasında da itibar kazandırdığını söylemektedir. Akrabalarına göre şaşırtıcı olan ise ailesinin onu cesaretlendirmesi ve örgüte katılmasından gurur duymasıdır.107 RT Amerika isimli YouTube kanalının paylaşımlarında da 16 yaşındaki bir kız çocuğu öz savunma birimlerine katılmak istediğinde ailesi için bunun bir onur olduğunu, okula gitmediğini çünkü kadınların özgürleşmesinin okuldan daha önemli olduğunu söylemektedir.108 105 “Terör Örgütü YPG/PKK’nın Sivillere Eziyeti Bir Kez Daha Ortada”, TRT Haber, 19 Şubat 2018. 106

“Young People Forced into Arms by PYD/PKK Speak Out”.

107

“YPG Recruiting Underage Fighters in Efrin”.

108

“Her War: Women vs. ISIS”.

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

Bununla birlikte bir örgüt üyesinin girdiği yoldan dönme imkanının bulunmaması çocuğun hukuken zaten rıza olarak nitelenemeyecek olan iradesini tartışmalı hale getirmektedir. Nitekim 2014’te PYD tarafından Kamışlı’da kaçırılan 13 yaşındaki Nurman İbrahim Khalifa Irak Kürt Bölgesel Yönetimi kamplarında tutulan çok sayıda çocuğun kaçma girişimlerinin ciddi biçimde cezalandırıldığını belirtmiştir. Khalifa çocuk yaşta silahaltına alınan ve 18 yaşında iken sekizinci denemesinde de yakalanan bir kadının bir PKK kumandanı tarafından halkın gözü önünde infaz edildiğini ve cesedinin göle atıldığını söylemiştir.109 Çocukların İkna Edilme Sürecinde Örgüt Söylemi

Örgüt çocukları belli bir sistemle saflarına katmakta ve bu süreçte çocukların örgüt üyeliğine ikna edilmelerinde belli bazı yöntemleri kullanmaktadır. Bu yöntemlerin ilki Kürt ulusunu korumanın önemi konusunda çocukları ikna ederek adanmışlık duygusu yaratmaktır. Human Rights Watch’un 12 Şubat 2014’te yaptığı mülakatta 14 yaşındaki bir YPG üyesi milise bir yıl önce katıldığını, kendilerini ikna etmek için Kürt milletinin durumundan söz ettiklerini söylemiştir. Bir önceki başlık altında yer verilen Natheer Mustafa’nın öyküsünde110 de örgüt üyelerinin anne ve babanın olmadığı saatlerde eve gelerek 10 ve 12 yaşlarındaki kız çocuklarına Abdullah Öcalan felsefesinden söz etmeleri, üyelerin gerekirse ev ev gezerek çocukları ideolojik olarak devşirmeye/kandırmaya çalıştığını ortaya koyan örneklerden biridir. Örgütün bir başka söylemi “özgürlük” özellikle de “kadınların özgürlüğü” için mücadele düşüncesidir. Bu söylem örgüt tarafından özellikle kız çocuklarını ikna etmek ve Batı nezdinde itibar Röportajın yayımlandığı link için bkz. “»They Told Her: ›This PKK Bullet is too Good for You!‹ and Shot Her in the Head«”, Kurd Watch, 5 Mart 2015, http://kurdwatch.org/?e3544, (Erişim tarihi: 19 Nisan 2018). 109

110 “Freedom of a Man for Recruiting His Daughters, Story of a Detainee at YPG Prison Refused YPJ Recuiting His Daughters”.

/

355

356

/

PYD-YPG’NİN ÇOCUK ASKERLERİ

kazanmak için geliştirilmiştir. Tolheldan lakaplı YPJ üyesi özgür bir gelecek için savaşmanın çocuklarını örgüte gönderen ailelerin motivasyonu olduğunu söylemektedir.111 YPG Press Office isimli YouTube kanalının 2016 tarihli videolarında görüntülerine yer verilen YPJ kumandanı Zin, YPJ sayesinde kadınların Rojava’da bütün kurumlarda yer alabildiklerini söylemektedir. Zin kendilerine Avrupalı direnişçi kadınları model aldıklarını, Avrupalı kadınların da onları görmeleri ve desteklemeleri gerektiğini ifade etmektedir. Videoda yer verilen bir diğer kadın kumandan olan Azima ise Kobani’deki militanların yüzde 80’inin kadın olduğunu söylemektedir. Videoda ayrıca YPJ’nin motivasyonları arasında doğrudan demokrasi, ekoloji ve kadınların güçlü ve özgür oldukları bir komünal yaşam tarzının bulunduğu belirtilmektedir.112 Çok sayıda çocuğun eğitim alırken görüntülendiği videolarda küçük bir kız çocuğunun YPJ’li teröristlerin bulunduğu arabaya yöneldiği ve YPG askeri üssünün yerini sorduğu görülmektedir. Teröristler tarafından kıza neden üsse gitmek istediği sorulunca kız onları sevdiğini ve onlara katılmak istediğini söylemektedir. Bölgede hakim olan ve geleneksel yapının yansıması olarak kadınların baskılanmış olmaları karşısında bu söylemlerin kız çocuklarının zihninde bir karşılık bulduğu durumlar mevcuttur.113 Toplum ve ailede kadın olarak değer görmemek bölgedeki kız çocuklarının YPJ’ye katılmalarında önemli bir etkendir. 16 yaşındaki bir kız çocuğunun YPJ’ye katılma sebebi daha özgür bir hayata sahip olmaktır. Cizre’den kampa giden bir çocuk henüz okulu devam ederken annesinin kendisini evlendirmek istediğini, kendisinin ise köle olmak ya da eski evinde yaşamaya de111

“Her War: Women vs. ISIS”.

“YPJ: Women’s Defense Units (Women’s Protection Units)-English/Kurdî”, YouTube, 25 Eylül 2016, https://www.youtube.com/watch?v=_OWQ-apZC78&feature=youtu.be, (Erişim tarihi: 20 Şubat 2018). 112

113

“PYD Saflarında Çocuk Askerler”.

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

vam etmek yerine YPJ’ye katıldığını söylemiştir. Ayrıca devrimin bir parçası olmak ve kadın haklarını korumak istediğini ifade etmiştir. 16 yaşında olduğu ifade edilen bir kız çocuğu da özdenetim birimlerine katılmasının ailesi için bir onur olduğunu, okula gitmediğini çünkü kadınların özgürleşmesinin okuldan daha önemli olduğunu dile getirmiştir.114 Böylece örgüt, çocuk istismarının her boyutuyla ortaya çıktığı bir alanda çocukları kullanmaya devam ederken dünya genelinde muteber görülecek bir kavramla eylemlerini meşru hale getirmeye çalışmaktadır. Bununla beraber zorla silahaltına alınan, gönüllü katılım gösterse bile örgütten ayrılıp sıradan bir hayata kavuşma imkanı olmayan, kaçmaya çalıştığında cezalandırılan ve bazı örneklerde öldürülen birinin örgüt üyesi olduğu süreçte bile sağlıklı bir iradeye sahip olduğu söylenemez. Örgüt diğer dünya örneklerinde olduğu gibi dezavantajlı ailelerin çocuklarını maddi imkanlarla kandırmaya çalışmaktadır. Tolheldan isimli örgüt üyesinin yoksul ailelerin çocuklarını vatana hizmet için gönderdikleri iddiası115 örgütün üye edinmede maddi menfaat vaatleriyle birlikte değerlendirilmelidir. Natheer Mustafa’nın hikayesinde Qaraso isimli YPG üyesi ile iki YPJ üyesinin Mustafa’nın kızlarını ikna etmeye çalışırken dar gelirli aileye finansal destekte bulunmayı vadetmesi de böyle bir durumdur.116 Gençlere askerlik yapmaları karşılığında maddi menfaat teklif edilmesinin bir diğer örneği de 2016’da Münbiç ve çevresinde 16 yaşının üstündeki kişiler bakımından getirilen zorunlu askerlik düzenlemesinde askerlik karşılığında 100’er ABD doları verileceğinin açıklanmasıdır.117 114

“Her War: Women vs. ISIS”.

115

“Her War: Women vs. ISIS”.

“Freedom of a Man for Recruiting His Daughters, Story of a Detainee at YPG Prison Refused YPJ Recuiting His Daughters”. 116

117

“PYD’den 16 Yaş Üstüne ‘Zorunlu Askerlik’”, Habertürk, 4 Eylül 2016.

/

357

358

/

PYD-YPG’NİN ÇOCUK ASKERLERİ

SONUÇ

Çocuk, savaşmanın anlam ve sonuçlarını kavrayabilecek olgunlukta olmamasının yanı sıra fiziksel ve duygusal gelişiminin sürdüğü evrelerde korunması gereken üstün yarara sahiptir. Uluslararası normlarda çocukların silahlı bir örgütle alakalı olabilecek herhangi bir eylemde kullanılmaları çocuk askerliği olarak değerlendirilmiş ve yasaklanmıştır. Zira örgütler tarafından çocukların kullanılmasında çocuğun özne olma vasfının yerini araçsallaştırılması almakta, çocuk örgüt içinde fiziki özellikleri, kapasitesi, gerçekleştirilecek eylem bakımından elverişliliği ve örgütün duyduğu ihtiyaç gibi faktörler doğrultusunda kullanılmaktadır. Paris Prensipleri bu çerçevede “silahlı bir güç ya da grupla ilişkili çocuk” ifadesiyle 18 yaşın altındaki düzenli ya da düzensiz bir silahlı grupta yer alan kişilerin örgütle alakalı olarak gerçekleştirebilecekleri eylemlere örnekleyici olarak yer vermiştir. Bu durumlar karşısında devlet ya da silahlı örgütlerin çocukları silahaltına aldıkları ancak çatışmalarda kullanmadıkları yönündeki savunmaları da çocuğun korunduğu anlamına gelmemektedir. PYD kendi bölgelerinde savaşacak eleman bulamaması ve ideolojik olarak devşirebileceği gelecek kadrolarını yetiştirebilmek amaçlarıyla çocukları silahaltına almaktadır. PYD’nin savaştaki konumu çerçevesinde örgüt ve örgüte yakın medya organları tarafından çocuk askerlerin de yer aldığı PYD eylemleri Kürt halkı için savaşma, özgürlük, kadınların özgürlüğü, rejim karşısında Suriye’deki Kürtleri savunma ya da DEAŞ’a karşı mücadele gibi iddialarla gündeme getirilmektedir. Böylece örgüt bir taraftan kendi ideolojisi için çocukları istismar etmeye devam ederken diğer taraftan da dünya genelinde muteber görülecek kavramlarla eylemlerini meşru hale getirmeye çalışmaktadır. Bu kavramlarla örgüt bir “halk kurtuluş savaşı”nı idealize etmek istese de Kürtlerin PYD için savaşmamak adına bölgeyi terk etmelerinin örgütün çocuk asker kullanmasına yol açması, 2018’de zorla silahaltına alınan ve kaçmayı başaran Kürt

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

çocukların anlatımları ve kamplarda karşılaştıkları kişilerin gönüllü olarak gelmediği yönündeki şahitlikleri gibi durumlar PYD’nin bu tavrının bölgede de karşılık bulmadığını ortaya koymaktadır. PYD ilk düzenlediği normlarında askerlik yaşını 18’den başlatarak, Cenevre Çağrısı’nı imzalayarak ve HRW’ya yazdığı cevapla çocukların kullanılmasının istisnai olduğuna dair bir algı uyandırmaya çalışmaktadır. Bununla birlikte örgütte çocukları silahaltına almak ve eğitmekle görevli üyelerin bulunması, PYD’nin evlere gidip aileleriyle çatışarak çocukları zorla götürmesi ve örgütün çocukları ikna/kandırma sürecindeki söylemleri bu durumun sistematik olduğunu ortaya koymaktadır. İkna olan çocuklar bakımından da çocukların iradesi hukuken rıza olarak nitelenemez. Çocukları kahraman olabilecekleri, ailelerini fakirlikten kurtarabilecekleri, Kürt halkına büyük bir yardımda bulunabilecekleri veya kendilerinden önce örgüte katılan yakınlarını görebileceklerine ikna ederek dağa çıkaran PYD açısından bu durum sadece örgütün kendi ideolojisi için bu duruma direnme imkanı olmayan çocukları kullanmasından ibarettir. PYD söyleminin Batılı genelgeçer ideolojilere ya da toplumsal kabul gören değerlere yaslanması aslında örgütün iddia ettiği değerleri benimsediği anlamına gelmeyeceği gibi çocukların kullanıldığı bir savaşı ahlaklı hale de getirmez. Marie Claire dergisinde adeta bir yaz kampına benzetilmek suretiyle kardeşlik, dostluk, paylaşım gibi olumlu çağrışımlar oluşturacak şekilde kaleme alınmış olan PYD kamplarında çok sayıda çocuk bir yaz eğlencesine değil yaşları itibarıyla ne olduğunu kavrama imkanlarının bulunmadığı bir ideoloji için savaşmaya hazırlanmaktadır. PYD’nin feminist söylemini de yücelten bu çalışmalara rağmen kız çocuklarının zorla savaştırıldığı bir düzenle kadınların statülerinin yükseltilemeyeceğini görmek de zor değildir. Batı’nın gönüllülük örneklerini parlatarak moda dergilerinden ABD Merkez Kuvvetler Komutanlığı (CENTCOM) gibi resmi sosyal medya hesaplarına kadar pek çok yerde öne çıkarması

/

359

360

/

PYD-YPG’NİN ÇOCUK ASKERLERİ

yine Batı menşeli olan insan hakları nosyonunun teoriden ibaret olduğunu düşündüren bir durumdur. Birçoğu 18 yaşına ermeden öldürülen ço­cukların çok azı örgüt koşullarında ve çatışmaların gölgesinde hayatlarını sürdürebilmektedir. Sağ kalanlar ise savaşın bitmesinden sonra hayat normallerine dönme ve eğitim, rehabilitasyon süreçlerine adapte olmada önemli sıkıntılar yaşamaktadır. Terör örgütünün çocuk asker kullanımını görmezden gele­rek PYD gibi yapıları desteklemeye devam eden Batılı devletler ve medya organları da bu durumun sorumluları arasındadır.

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

BİR DDSA OLARAK HİZBULLAH

MUSTAFA YETIM* GİRİŞ**

Ortadoğu’daki devlet yapılarında Fred Halliday’in ifadesiyle bölgesel norma dönüşen düşük düzeyli egemenlik (low salience of sovereignty) durumu ve bölgesel-yerel gelişmeler arası çoğunlukla çatışma-güvensizlik temelli yoğun ve karmaşık etkileşim devletlerin yanı sıra DDSA’ların (DDSA) de analize dahil edilmesini gerekli kılmaktadır.1 Bu bağlamda Lübnan örneğinin Ortadoğu bölgesinde bir istisna taşımadığı ve dahası söz konusu bölgesel özelliklerin güçlü bir taşıyıcısı olduğu anlaşılmaktadır. Bilindiği gibi mezhepsel federalizmi andıran Lübnan’daki devlet yapısı büyük mezhep grupları (Maruni, Sünni, Şii ve Dürzi) arasındaki güç paylaşımı üzerine kuruludur. Dönemin manda gücü Fransa’nın kontrolünde yapılan ve Marunilerin (yüzde 28,8) birinci, Sünnilerin (yüzde 22,4) ikinci ve Şiilerin (yüzde 19,6) üçüncü kalabalık nüfus olarak belirlendiği 1932’deki nüfus sayımı mezhepsel güç dağılımını belirlemiştir. Bu nüfus durumuna paralel şekilde 1934’ten itibaren başta cumhurbaşkanlığı ve genelkurmay başkanlığı olmak üzere en temel ve kritik görevleri ve parlamentodaki milletvekili sayısında oransal olarak önemli kısmı Maruniler almıştır. Hükümette 1937’den itibaren (1943 ve 1952 hariç) Sünniler başbakanlık ve 1947’den itibaren Şiiler meclis başkanlığı göreviyle yer almıştır. Savunma bakanı Ortodoks Hristiyan ve içişleri bakanı Dürzi olan ve bir dönem istikrarlı bir şekilde yürüyen bu yapı 1 Fred Halliday, “The Middle East and Conceptions of International Society”, ed. Barry Buzan ve Ana Gonzales-Pelaez, International Society and The Middle East: English School Theory at the Regional Level, (Palgrave Macmillan, Londra: 2009), s. 15-16.

* Dr., Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü * * Bu çalışma belirli ölçüde yazarın daha önce bu konuyla ilgili yayınlarının üzerine bina edilmiştir.

/

361

362

/

BİR DDSA OLARAK HİZBULLAH

Lübnan devlet yapısının zeminini oluşturmaktadır.2 1943’te Sünni kesimin lideri Riyad Sulh ile Maruni kesimin lideri Bişare Huri arasındaki yazılı olmayıp uzlaşıya bağlı Ulusal Pakt (Misaku’l-Vatani) ile Maruni-Sünni hakimiyetine dayalı Lübnan devletinin söz konusu yapısal zemini resmilik kazanmıştır. 1989’da imzalanan Taif Mutabakatı (İttifak el-Ta’if ) ve 2008 Doha Anlaşması ise mezhepsel federalizm şeklinde kurumsallaşan Lübnan devletinde yalnız güç ilişkilerini Müslümanlar ve özellikle Şiiler lehine değiştirmiş ve “adil mezhepçilik” (el-ta’ifiye el-adile)3 ya da “siyasi mezhepçilik” (el-ta’ifiye el-siyasiye)4 şeklindeki devlet yapısını yeniden üretmiştir. Böylece güç dağılımındaki zorunlu değişimler dışında Lübnan devleti mezhepsel grupların kültürel, siyasi, ekonomik ve kısmen askeri otonomisini muhafaza ettiği parçalı egemenlik durumunu somutlaştırmıştır. Zaman içerisinde pekişen ve kökleşen söz konusu sosyopolitik mekanizmalar mezhepsel aidiyetlerin baskın olduğu Lübnan içerisindeki DDSA’ların ülkenin yerel-bölgesel gelişmelerinde etkili olmasına zemin hazırlamıştır. Bu çerçevede diğer mezhep grupları gibi devlette kısmi otonom yapısını sürdüren ve bunu zaman içerisinde güçlendiren Şii toplumundaki başat aktörlerin dönüşümü ve Lübnan iç-dış siyasetinde artan rolü özellikle dikkate değer bir gelişmedir. Diğer bir ifadeyle genel olarak Ortadoğu ve özelde Lübnan’da DDSA’ları tarihsel-sosyal ve uluslararası bağlamda değerlendirebilmek için günümüz Lübnan politikalarında hegemon aktör konumuna yükselen ve Şii toplumundaki radikal ve İslamcı dönüşümün güncel ifadesi olan Hizbullah’ı (Allah’ın Taraftarları) yorumlamak gerekmektedir. 2 Mustafa Yetim, “Lübnan Siyasetinde ‘Yeni’lenen Dönem ve Mişel Aun: İhtimaller ve İmkansızlıklar”, Ortadoğu Analiz, Cilt: 9, Sayı: 78, (2017), s. 32-33. 3 Max Weiss, In the Shadow of Sectarianism: Law, Shi’ism, and the Making of Modern Lebanon, (Harvard University Press, Cambridge: 2010). 4 Roschanack Shaery-Eisenlohr, Shi’ite Lebanon: Transnational Religion and the Making of National Identities, (Columbia University Press, New York: 2008), s. XI-XII.

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

DDSA OLARAK HİZBULLAH’I KONUMLANDIRMAK

Şii toplumuna 1900-1945 arası Şii feodal beyler (Zu’ama), 19501970 arası sosyalist ve ulusalcı partiler ve 1975 iç savaşının ardından mezhepsel vurguyu daha fazla ön plana çıkaran Hizbullah ve Lübnan Direniş Oluşumu (Evfec  el-Mukaveme el-Lübnaniye, Emel) gibi askeri-politik hareketler liderlik etmiştir. Lübnan’daki sosyopolitik gelişmelere Şiilerin zaman içerisinde farklı tutum sergilediğini işaret eden aktör çoğulculuğu Şii toplumunu bütüncül ve homojen olarak değerlendirmemizi imkansız kılmaktadır.5 Yine de özellikle 1990’ların ortalarından itibaren Şii kesimde başat aktör olma konumunu elde etmeye başlayan Hizbullah Şii toplumunun daha homojen ve bütüncül görünmesine katkı sağlamıştır. 1960’larda Lübnan’da yoğunlaşan ve radikalleşen Şii aktivizmi ve buna bağlı olarak Şii din adamlarının politik yükselişini işaret eden ve “Kerbela Anlatısı, Kayıp İmam (el-Gaybe) ve Aşure günleri” gibi6 mezhepsel sembolleri önceleyen Hizbullah’ın gelişimini7 5 Rodger Shanahan, The Shia of Lebanon: Clans, Parties and Clerics, (Touris Academic Studies, Londra: 2005), s. 110-118. 6 Kerbela olayı aynı zamanda İslam dünyasına kimin liderlik yapacağı meselesine dayanmaktadır. Bu çerçevede bazı çalışmalar İslam’ın günümüzdeki iki önemli yorumu olan Sünni ve Şii mezhepleri arasındaki siyasi ve askeri mücadeleyi bu tarihsel gelişme üzerinden açıklamaktadır. Bu durum Hz. Muhammed’in (a.s.m.) vefatından sonra İslam dünyasının ilk halifesinin kimin olacağı yani Müslümanlara kimin liderlik yapacağıyla ilgilidir. Buna göre Sünniler bu liderliğin Hz. Ebu Bekir, Hz. Osman, Hz. Ömer ve Ali bin Ebu Talib (Hz. Ali) şeklinde olduğunu düşünürken Şiiler Hz. Muhammed’in (a.s.m.) ardından Hz. Ali’yi ve sonrasında ise Hz. Ali soyundan gelenlerin halife olabileceğini söylemişlerdir. Şii mezhebine ait bu varsayımlar İmamiye ekolünde vücut bulmuştur. Bu ekol Hz. Peygamber’in (a.s.m.) vefatından sonra Hz. Ali ve sırasıyla onun iki oğlu olan Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin ve ardından Hüseyin’in soyundan gelenleri meşru kabul etmektedir. Bugün Şii mezhebi denilince söz konusu İmamiye/Caferiye ekolü ve bu ekolün içerisinde on iki imama inanmayı öğütleyen kol ön plana çıkmaktadır. Detaylı bilgi için bkz. Tamara Chalabi, The Shi’is of Jabal ‘Amil and the New Lebanon: Community and Nation State, 19181943, (Palgrave Macmillan, New York: 2006), s. 161; Ethem Ruhi Fığlalı, “Şiiliğin Ortaya Çıkışı ve İran’da Din-Siyaset İlişkisi”, Avrasya Dosyası Şii Jeopolitiği, Cilt: 13, Sayı: 3, (2007), s. 194-197; Natacha Yazbeck, “The Karbalization of Lebanon: Karbala as Lieu de Memoire in Hezbollah’s Ashura Narrative”, Memory Studies, (2017), s. 1-14. 7 Mustafa Yetim, “Hizbullah’ın Son Dönem Bölgesel Siyaseti: Direniş Söyleminde Zemin-Anlam Kayması”, Ortadoğu Analiz, Cilt: 8, Sayı: 77, (2016), s. 51-53.

/

363

364

/

BİR DDSA OLARAK HİZBULLAH

yerel, ulusal ve bölgesel alandaki fikirsel ve sosyopolitik gelişmeler önemli oranda şekillendirmiştir. Cebel Amil (Güney Lübnan), Beka (el-Bika’) ve Güney Beyrut bölgelerinde etkili olan Hizbullah’ın kuruluşu bilinenin aksine 16 Şubat 1985’te sözcü İbrahim Amin’in açıkladığı “Lübnan ve dünyadaki savunmasız ezilmiş insanlara ve Allah taraftarlarına açık mektup8 (el-risalet el-meftuha elleti veccehaha Hizbullah ila’l-mustaz’afin fi Lübnan ve’l-alem)” ile değil daha önceye dayanmaktadır. 1978’de Beka, Cebel Amil ve Beyrut bölgelerinden üçer önemli Şii din adamı “Dokuzlar Belgesi”ni (Vesika el-Tis’a) ilan ederek Hizbullah’ın “açık mektup”ta resmilik kazanan fikirsel ve söylemsel yapısının temellerini atmıştır.9 Ayrıca bu süreçte Lübnan’da önemli bir Şii din adamı ve merci olan Şeyh Muhammed Hüseyin Fadlallah’ın 1976’da yazdığı İslam ve Kuvvetin Mantığı (el-İslam ve Mantik el-Kuvve)10 ve İran İslam Devrimi’nin (1979) ilk lideri Ayetullah Ruhullah Humeyni’nin düşüncelerini ifade eden 1970’da kaleme aldığı İslami Hükümet (Hokumat-i İslami) adlı eserler de Hizbullah’ın temel dış-iç politika yönelimlerine rehber olmuştur. Hizbullah’ın özellikle örgütsel zemini ve radikal İslamcı (Şii) yönelimini etkileyen Lübnanlı Şii gruplar şu şekildedir: •

İslami Emel (Emel el-İslami)



Müslüman Din Adamları Derneği (Tacammu el-Ulema el-Müslimun)



Lübnan Müslüman Öğrenci Derneği (el-İttihad elLibnani li’l-Talebe el-Müslimin)

8 “1985 Open Letter”, sleimans.blog.com/files/2010/07/Hizbullahs-Open-Letter-Arabic.pdf, (Erişim tarihi: 19 Şubat 2017). 9 Filippo Dionigi, Hezbollah, Islamist Politics, and International Society, (Palgrave Macmillan, New York: 2014), s. 92. 10 İslam’da meşru şiddet kullanımı, İslami bir direniş hareketinin nitelikleri üzerine kapsamlı bir tartışma olan ve Hizbullah’ın kuruluşunu işaret eden bu çalışmanın orijinal metni için bkz. Muhammad Husain Fadlallah, Al-Islam wa Mantiq al-Quwwa, Üçüncü Baskı, (al-Markaz al-Raisi Wal-Nashr Wal-Tawzi, Beyrut: 1986), s. 319-329.

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R



Cebel Amil Din Adamları Derneği (Tacamu el-Ulema fi Cebel Amil)



Lübnanlı “Kabadayı” (Kabadiat)11

Fikirsel ve söylemsel etkilerin yanı sıra Lübnan’daki iç savaş (1975-89) ve Maruni-Sünni kesimin ayrıcalıklı konumuna dayalı Lübnan mezhepsel devlet sistemi gibi yerel ve İran’daki İslami (Şii) rejim ve İsrail’in özellikle Cebel Amil işgali (1976-2000) gibi bölgesel faktörler de Hizbullah oluşumunun yönelimi ve eylemlerini biçimlendirmiştir.12 “Direniş toplumu” söylemine dayalı İslami düzen ya da alanı (el-hala el-İslamiye) öncelikle Lübnan’da oluşturmayı temel hedef olarak belirleyen Hizbullah siyasi ve askeri mücadelesini şeytan toplumu (hizbuşşeytan) ve Allah taraftarları (Hizbullah) arasındaki ilişki üzerinden ilan etmiştir. Bu bağlamda Hizbullah liderleri Kerbela anlatısı ve Kayıp İmam inancında somutlaşan “adil olmayan düzene karşı direnen Şiilerin zalimce katledildiği ve bu yolda şehit oldukları” düşüncesini13 direniş toplumu söyleminin merkezine yerleştirmiştir. Şii inancının temel kurucu sembollerini oluşturan bu paradigma ezilen (mustaz’afin; Şii toplumu) ve zalim (müstekbirin; geçmişte Sünni yönetimler, günümüzde ise Batı devletleri ve İsrail) arasındaki mücadeleye dikkat çekmektedir. Bu şekilde sol ve ulusalcı hareketlerin geçmişte sıklıkla baş-

11 Shimon Shapira, “The Origins of Hizballah”, Jerusalem Quarterly, Cilt: 46, (1988), s. 124-130. 12 Amal Saad-Ghorayeb, “Factors Conducive to the Politicization of the Lebanese Shi’a and Emergence of Hizbu’llah”, Journal of Islamic Studies, Cilt: 14, Sayı: 3, (2003), s. 298-300. 13 Şii toplumuna göre 12. İmam Muhammed Mehdi 874’te babası Hasan Askeri’nin vefatından sonra gizlenmiştir. Halen sağdır ve kıyametten önce ortaya çıkarak zulümle dolmuş dünyayı adaletle dolduracak ve dünyada İslami düzeni tekrar kuracaktır. Detaylı bilgi için bkz. Mazlum Uyar, “Şii Siyasi Düşüncesi Bağlamında İran İslam Cumhuriyeti Anayasası’nda Otoritenin Kaynağı”, Avrasya Dosyası Şii Jeopolitiği, Cilt: 13, Sayı: 3, (2007), s. 232-250.

/

365

366

/

BİR DDSA OLARAK HİZBULLAH

vurduğu direniş söylemi Hizbullah oluşumunda daha İslamcı bir motife bürünmüştür.14 Direniş söylemini merkeze alan ve Velayet-i Fakih15 kurumunu –yani İran dini liderinin Kayıp İmam gelene kadar Şii toplumuna liderlik yapma iddiasını– onaylayan Hizbullah16 1990’ların başından itibaren hiyerarşik bir emir komuta zincirine sahip olmuştur. Lübnan ve Ortadoğu’da etkisi ve rolü hızla artan bu oluşumda günümüze kadar üç genel sekreter görev yapmıştır. Bunlardan ilki Suphi Tufeyli (1987-1991), ikincisi Seyyid Abbas Hüseyin Musavi (1991-1992) ve üçüncüsü Musavi’nin eşi ve erkek bebeği ile Cebel Amil’de İsrail saldırısı sonucu öldürülmesi sonrasında bu oluşuma 1992’den beri liderlik yapan Seyyid Hasan Abdulkerim Nasrallah’tır. Diğer ismi Abu Hadi olan Nasrallah, Seyyid Abdelkerim ve Mehdiyye Safiyuddin’in dokuz çocuğundan en büyüğüdür. 30 Ağustos 1960’ta Cebel Amil’den 5 kilometre uzaklıktaki Bazuriye’de doğan ve Cebel Amil’in fakir bir bölgesi olan Karantina şehrinde yetişen Nasrallah, Hizbullah’ın dönüşümü ve Lübnan iç-dış politikasında başat aktör olmasına etki yapan önemli bir siyasi ve dini figürdür.17 Din adamlarından oluşan Hizbullah’ın en yüksek karar organı Yüksek Danışma Meclisine (Meclis eş-Şura) önderlik yapan Nasrallah, Hizbullah’ın tüm eylem ve söylemlerini şekillendirmektedir. Nasrallah’ın da katkısıyla Hizbullah –Irak’ta faaliyet yürüten Şii din Rula Jurdi Abisaab ve Malek Hassan Abisaab, The Shiites of Lebanon: Modernism, Communism, and Hizbullah’s Islamists, (Syracuse University Press, New York: 2014), s. 151. 14

15 Detaylı bilgi için bkz. Hamid Mavini, “Ayatullah Khomeini’s Concept of Governance (Wilayat al-Faqih) and the Classical Shi’is Doctrine of Imamete”, Middle Eastern Studies, Cilt: 47, Sayı: 5, (2011), s. 807-824.

Mustafa Yetim, “Hizbullah Oluşumu ve Güçlenmesi”, Yeni Türkiye, Yıl: 22, Sayı: 87, (2016), s. 465-466. 16

Mustafa Yetim, “Şiddet Eğilimli ve Direniş Temelli Şii Aktivizmi: Hizbullah’ın Fikirsel ve Örgütsel Zemini”, Türkiye Ortadoğu Çalışmaları Dergisi, Cilt: 2, Sayı: 2, (2015), s. 76-77. 17

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

adamı Muhammed Bekir Sadr’ın kuzeni İmam (merci) Musa Sadr tarafından 1975’te kurulan ve Mazlumlar Hareketi’nin (Hareketu’l-Mahrumin, 1974) askeri kanadı olan Emel’e kıyasla– özellikle 1990’lardan itibaren sıkı askeri kontrol, etkili örgüt ve İran’a daha yakın şekilde yapılanmıştır. Şii tarihinde önemli yeri olan “teslim olma” ve gizlenme tutumu (takiye) yerine “direniş” ve Şii (siyasi) aktivizmini önceleyen Nasrallah dış ilişkilerin yanı sıra örgüt yönetimini de biçimlendirmiştir. Hizbullah’ın oluşumuna Yüksek Danışma Meclisi üyelerini seçen, örgütün kurucu kadrosunu ve iki yüz çekirdek oluşumu bünyesinde barındıran Merkez Konsey (el-Meclis el-Merkezi) karar vermektedir. Bunun yanı sıra Hizbullah yönetim (el-tanfizi), politika (el-siyasi), cihat (el-jihad), yargı (el-kadı) ve parlamento (el-teşri) gibi ana konseylerle medya ve sosyal servisler gibi diğer birimler olmak üzere yedi alt komiteden oluşmaktadır. Bu hareket Şiilerin yoğun yaşadığı Beyrut, Cebel Amil ve Beka vadisi başta gelmek üzere üç önemli coğrafyada yoğunlaşmaktadır.18 Hizbullah’ın en yüksek karar organı genel sekreterlerin üçer yıllık süreyle liderlik yaptığı Danışma Meclisidir. Dokuz üyesi bulunan bu meclisin iki üyesi İran’ın Beyrut ve Suriye büyükelçiliklerinden, yedisi de çoğunlukla Lübnanlı din adamlarından oluşmaktadır. Lübnanlı lider kadrosu şu şekildedir: Genel Sekreter Nasrallah, Genel Sekreter Yardımcısı Naim Kasım, Genel Sekreter Siyasi Danışmanı Hüseyin Halil, Siyasi Konsey Sekreteri Şeyh İbrahim Emin Seyyid, Yönetim Konseyi Sekreteri Şeyh Haşim Şafi Din, Yargı Konseyi Sekreteri Şeyh Muhammed Yazbek ve Şeyh Cevad Nur Din. Bu şekilde yönetim, yargı, politika, cihat ve askeri konseyler ile politika danışmanlığına liderlik yapan Danışma Meclisi Hizbullah’ın dış ve iç politikasıyla ilgili tüm kararları ya çoğunluk ya da oy birliği yoluyla almaktadır. Buna rağmen alt komitelerin kendi genel sekreterleri ve kısmen otonom işleyen bir yapısı vardır. 18

Yetim, “Şiddet Eğilimli ve Direniş Temelli Şii Aktivizmi”, s. 79-80.

/

367

368

/

BİR DDSA OLARAK HİZBULLAH

Hizbullah’ın organizasyon yapısı ve hiyerarşik düzeni yeterince sistemli ve üst ile alt birimler arasında resmi ve resmi olmayan ilişkilerden meydana gelmektedir. Bu çerçevede özellikle İsrail’e karşı saldırılar düzenleyen ve İslami Cihat (el-cihad el-İslami) ile İslami Direniş (el-Mukaveme el-İslamiye) gibi silahlı güçleri yöneten Cihat Konseyi Hizbullah’ın askeri cihat kısmını oluşturmaktadır. İran Devrim Muhafızları (Pasdaran) ile güçlü bağları olduğu savunulan Cihat Konseyi’ne 2008’e kadar Suriye’nin başkenti Şam’da İsrail tarafından suikast sonucu öldürülen Fayez Muğniye liderlik yapmıştır.19 Diğer taraftan savaş ve kriz durumlarında Şii toplumunun moral ve inancını yüksek tutmak amacıyla Hizbullah’ın değerlendirdiği iki önemli organ daha vardır. Hizbullah’ın “sosyal cihat” boyutunu20 oluşturan bu organlardan ilki Şehit Kurumu (Mü’esese eş-Şehid) ile İslami sağlık birimi ya da Sağlıklı İslam Toplumu (el-Haya es-Suhiyye) gibi sosyal yardım kurumları ve diğeri el-Manar TV, el-Nur (Işık) radyo ve el-Ahed (Yemin/Söz) gazetesi gibi propaganda araçlarıdır. Ayrıca Hizbullah oluşumundan üç yıl sonra faaliyete geçen Cihat el-Bina adında bir kurumu vardır. Bu kurum “düşman kuvvetleri”nin saldırısı sonrası yıkılan binaları yeniden inşa etme ve maddi hasara uğrayan kesimlere yardım sağlamayı amaçlamaktadır. Dahası Hizbullah “direniş toplumu”nun moral ve inanç gücünü yüksek tutmak amacıyla bu topluma su kaynağı sağlamaktan eğitim ve tarımsal faaliyetlere kadar çoğu alanda “devlet gibi” destek vermektedir.21 Şii toplumunun yoğun bulunduğu bölgeler Cebel Amil (Sayda [Sidon], Tire [Sur], Haife, Nabatieh), Beka bölgesi (Zahle, Hermel 19

Yetim, “Şiddet Eğilimli ve Direniş Temelli Şii Aktivizmi”, s. 79-80.

Hizbullah’ın sosyal yardım kurumlarıyla ilgili bilgi için bkz. Shawn Teresa Flanigan ve Mounah Abdel-Samad, “Hezbollah’s Social Jihad: Nonprofits as Resistance Organizations”, Middle East Policy, Cilt: 16, Sayı: 2, (2009), s. 122-134. 20

21

Yetim, “Şiddet Eğilimli ve Direniş Temelli Şii Aktivizmi”, s. 81-82.

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

ve Baalbek) ve Güney Beyrut’ta coğrafi ve operasyonel otonomiye sahip Hizbullah en azından 2011’de patlak veren Suriye iç savaşına kadar “ebedi düşman” ve “zalim güç” olan “Siyonist oluşum” (el-Kiyan  el-Sahyuni) ile askeri-politik mücadeleyi temel amaç olarak kabul etmiştir. 2013’ten sonra ise Suriye iç savaşına müdahil olan Hizbullah Suriye’de Kuseyr, Kalamun, Şam, İdlib ve son olarak Halep bölgesinde toplamda yaklaşık 3 bin 500 kilometrekarelik alanı kontrolü altında tutmaktadır.22 Bunun yanı sıra Hizbullah ideolojik ve örgütsel açıdan kendisi ve dolayısıyla İran ile yakın ilişkisi bulunan Hizbullah Tugayı (Ketaib Hizbullah) üzerinden Irak’ın Samara, Tikrit ve Anbar bölgesinde de faaliyet yürütmektedir.23 Bu bağlamda Hizbullah kendisini Ortadoğu’da Batı ve İsrail karşıtı “direniş cephesi” (Cephetu’l-Mukaveme) olarak tanımladığı ve Şii grupların yönetimde olduğu Suriye-İran gibi ülkeler ile Filistinli Sünni grup İslami Direniş Hareketi’nden (Hareket el-Mukaveme el-İslamiye, Hamas) oluşan bölgesel blokta konumlandırmaktadır. Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve bazı Batılı devletleri “şeytan toplumu” olarak nitelendiren ve bu ülkelerin Ortadoğu bölgesindeki çıkarlarına zarar vermeyi amaçlayan Hizbullah özellikle kuruluşunun ilk yıllarında bu aktörlere karşı terörizmi de içeren şiddet araçlarına sıklıkla başvurmuştur.24 Bu bağlamda özellikle İsrail’in 1982-2000 arası devam eden Lübnan işgali sürecinde 11 Kasım 1982’de Şii bir genç İsrail askeri alanına saldırı düzenlemiş ve bu olayda 75 İsrail askeri ve 14 Arap hayatını kaybetmiştir. 1983’te Lübnan’daki Amerikan Denizci Birliği’ne saldıran Hizbullah ile ilişkili gruplar 241 ABD “Territorial Control Map-Syria”, Omran For Strategic Studies, 15 Nisan 2017, www.omrandirasat.org/images/M.C.E.UN.P/Territorial%20Control%20Map%20 -%20Syria%20-%2015%20April%202017.pdf, (Erişim tarihi: 15 Nisan 2017). 22

23 “Mapping Militant Organizations-Kata’ib Hezbollah”, Stanford University, web. stanford.edu/group/mappingmilitants/cgi-bin/groups/view/81?highlight=hezbollah, (Erişim tarihi: 27 Ağustos 2018). 24

Robert Baer, “Iranian Resurrection”, The National Interest, 30 Ekim 2008, s. 37.

/

369

370

/

BİR DDSA OLARAK HİZBULLAH

askerini öldürmüştür. 1984’te bu defa hedef Lübnan’da bulunan Çok Uluslu Güç (Multi National Force, MNF) olmuştur. Bu saldırı sonrasında MNF’nin de Lübnan’dan çekilmesini sağlayan Hizbullah ile ilişkili gruplar 58 Fransız askerinin ölümüne yol açmıştır.25 1990’lardaki “Lübnanlaşma” (Lebanonization) sürecinin de katkısıyla26 terörizm kapsamında değerlendirilen eylemlerden ziyade İsrail ve SLF’ye karşı gerilla operasyonları gerçekleştiren ve Lübnan seçimlerine meşru parti olarak katılan Hizbullah’ın yine de bazı şiddet eylemlerini kendisine bağlı gruplar aracılığıyla düzenlediği düşünülmüştür. 1992’de Buenos Aires’te İsrail elçiliğine, 1994’te yine aynı yerde Yahudi Topluluğu Merkezi’ne yapılan bombalı saldırı ve 86 kişinin ölümü, 1995’te Malakka Boğazı’nda İsrail gemisine saldırı ve 2000’de Avrupa’da Elhanan Tennenbaum isimli bir Yahudi’nin kaçırılması olaylarının Hizbullah destekçileri tarafından düzenlendiği ileri sürülmüştür.27 Gizli operasyon iddialarının yanı sıra Hizbullah 2006’daki 34 gün süren Hizbullah-İsrail savaşının öncesinde olduğu gibi zaman zaman İsrail hedeflerine roketatarlarla direkt nişan alabilmekte ve ani baskınlar aracılığıyla İsrail askerlerini tutsak etmekte veya öldürebilmektedir. Hizbullah tarafından düzenlenen gizli ya da açık saldırıların tarihleri ve yoğunluğu göz önüne alındığında –Suriye iç savaşına kadar– İsrail’e karşı cihat anlayışı hem fikirsel hem de eylemsel düzeyde Hizbullah oluşumunda merkezi bir rol oynamıştır.28 25

Yetim, “Hizbullah Oluşumu ve Güçlenmesi”, s. 471.

Magnus Ranstorp, “The Strategy and Tactics of Hizballah’s Current ‘Lebanonization Process’”, Mediterranean Politics, Cilt: 3, Sayı: 1, (1998), s. 123-130. 26

27 Yetim, “Hizbullah Oluşumu ve Güçlenmesi”, s. 472; Shmuel Bar, “Deterring Nonstate Terrorist Groups: The Case of Hizbullah”, Comperative Strategy, Cilt: 26, Sayı: 5, (2007), s. 477-478. 28 İsrail’in bölgede gerçekleştirdiği ve insan haklarıyla bağdaşmayan askeri saldırılar ve bu saldırıların Şii toplumunda yol açtığı toplumsal sonuçları değerlendiren kapsamlı bir çalışma için bkz. Hala Jaber, Hezbollah: Born with a Vengeance, (Columbia University Press, New York: 1997).

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

Lübnan’da direniş toplumunu kurma amacıyla da ilişkilendirilen “ebedi” fakat askeri ve teknolojik açıdan üstün olan düşmana karşı amansız mücadele Genel Sekreter Yardımcısı Kasım’ın da vurguladığı gibi savunma temelli cihat anlayışı ve şehitlik makamını önceleyerek yürütülmelidir. Bu bağlamda Hizbullah liderlerine göre Şii toplumu kendi ruh ve bedenini “zalim ve adil olmayan düşman” kuvvetlerine ağır kayıplar verdirmek amacıyla feda edebilir. Bu nedenle Kasım’a göre düşman kuvvetleri ile Hizbullah oluşumu arasındaki güç eşitsizliğini sınırlandırmak, düşmanı korkutmak, moralini zedelemek ve beklenmedik eylemler gerçekleştirmek için kendini “kurban/feda” etme şeklindeki canlı bomba (el-amaliye el-istişhadiye) eylemleri Şii İslam geleneği ve şehitlik-cihat anlayışının bir parçası olarak değerlendirilebilir.29 Kısacası bölgesel ilişkilerinde özellikle İran ve kısmen Suriye ile büyük oranda benzer dış politika yönelimi benimseyen Hizbullah Batı (ABD) ve İsrail karşıtı güçlerle iş birliği gerçekleştirmektedir. İran, Suriye ve Hizbullah arasındaki ilişki sadece ideolojik ve askeri boyutta değil ekonomik alanda da kendini göstermektedir. Hizbullah’ın önemli mali imkanlarının İran tarafından sağlandığı varsayılmaktadır. Bu çerçevede İran’ın Hizbullah’a yıllık 60-200 milyon dolar arasında ekonomik kaynak aktardığı savunulmaktadır. Bunun yanı sıra Hizbullah’ın Şii toplumunun bulunduğu Avrupa, ABD ve Ortadoğu’daki sempatizanlarından bağış ve yine yurt dışında kendi taraftarları aracılığıyla yürüttüğü elmas ticareti gibi bazı yasa dışı faaliyetler yoluyla maddi gelir sağladığı iddia edilmektedir.30 Naim Qassem, Hizbullah: The Story from within, çev. Dalia Khalii, (SAQI, Londra: 2005), s. 34-41. 29

“Mapping Militant Organizations-Hezbollah”, web.stanford.edu/group/ mappingmilitants/cgi-bin/groups/view/81?highlight=hezbollah, (Erişim tarihi: 19 Şubat 2017). 30

/

371

372

/

BİR DDSA OLARAK HİZBULLAH

Askeri ekipman ve teknoloji ise çoğunlukla İran ve Suriye üzerinden Hizbullah’a aktarılmaktadır. Bu nedenle özellikle 2003 sonrasında Irak’ta da Şii grupların etkisindeki yönetimlerin işbaşına gelmesiyle son dönemde İran, Irak, Suriye ve Lübnan arasında güçlü bir Şii koridorunun oluştuğu gözlemlenmektedir. 2006’da 20 bin milis gücü olduğu düşünülen Hizbullah’ın Suriye iç savaşının da etkisiyle 2016’da bu sayıyı 45 bine çıkardığı iddia edilmektedir. Şii koridorunun da katkısıyla Hizbullah’ın 2016 itibarıyla binlerce kısa ve orta, yüzlerce de uzun menzilli füzesi, insansız hava aracı (drone), tanksavar, uçaksavar ve son olarak daha önemlisi karadan denize gemisavar sistemlerine sahip olduğu savunulmaktadır.31 Bu şekilde bir gerilla oluşumundan ziyade –özellikle 2006 İsrail-Hizbullah savaşından sonra– orta büyüklükte askeri bir güce dönüşen Hizbullah yine de terörist bir yapılanma şeklinde tanınmaktan kaçamamıştır. ABD ve İsrail tarafından terör organizasyonu olarak görülen Hizbullah’ın Suriye iç savaşında Beşar Esed rejimiyle askeri ve siyasi iş birliğini sürdürmesi oluşumun Körfez İşbirliği Konseyi (KİK) ve Arap Ligi (AL) tarafından da terör örgütü ilan edilmesine yol açmıştır.32 Bazı devletler ve uluslararası örgütler tarafından terör yapılanması olarak tanınmasına rağmen Hizbullah’ın günümüzde özellikle Lübnan’da askeri gücünün yanı sıra önemli bir siyasi etkisinin olduğu da anlaşılmaktadır. 1990’lardan itibaren “Lübnanlaşma” süreciyle –mezhepsel yapısı nedeniyle önceleri karşı çıktığı– Lübnan siyasi sisteminin yerel

31 Amos Harel ve Gili Cohen, “Hezbollah: From Terror Group to Army”, Haaretz, 12 Temmuz 2016; “Mapping Militant Organizations-Hezbollah”; Ronen Bergman, “Hezbollah Might Have Game-Changing Naval Missiles”, Ynet, 19 Şubat 2017, www.ynetnews.com/articles/0,7340,L-4924392,00.html, (Erişim tarihi: 1 Ekim 2018); Casey L. Addis ve Christopher M. Blanchard, “Hezbollah: Background and Issues for Congress Analysis”, Congressional Research Service, (2011), s. 9-10. 32 Matteo Legrenzi ve Fred H. Lawson, “Saudi Arabia Calls out Hezbollah: Why Now?”, Middle East Policy, Cilt: 23, Sayı: 2, (2016), s. 31-43.

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

ve ulusal parlamento seçimlerine Direnişe Vefa Bloğu (el-Kutla el-Vefa lil-Mukaveme) ya da el-Vefa ismiyle katılan Hizbullah bu tarihten itibaren parlamento ve bakanlar kurulundaki görünümünü hızla artırmıştır.33 Hizbullah’ın seçimlerde yer alması –reddettiği ve yerine İslami rejim önerdiği– Lübnan devlet yapısıyla kısmen bütünleştiği ve sosyal yapıların bu aktörü belirli oranda dönüştürdüğü anlamına gelirken buradaki kritik nokta ise oluşumun oyunu kurallara göre oynamasıdır. Lübnan sisteminde yer alan Hizbullah, destekçilerine gerekli ekonomik kaynakları sağlamakta, kabinede güçlü bir parti olarak yer alırken yerel seçimlerdeki hakimiyetini pekiştirmekte ve kendisine yönelik mecliste alınabilecek olumsuz kararlara engel olmaktadır. Ayrıca bu oluşum askeri gücüne yönelik olumsuz söylem ve pratiklerin de önüne geçmekte hatta bu gücü meclis kararları vasıtasıyla ulusal kurtuluş ismiyle meşrulaştırmaktadır. Bu nedenle Hizbullah’ın Lübnan seçimlerinde yer alması “devlet dışı milis” olma durumuna zarar vermemektedir.34 Bu çerçevede 1992, 1996, 2000, 2005 ve son olarak 2009 ulusal-yerel seçimlerinde çeşitli mezhep gruplarıyla gerçekleştirdiği ittifaklarda yer alan Hizbullah özellikle 2005 sonrası Lübnan’da 8 Mart (Semani [min] Azar) bloğunun liderliğini üstlenerek ülke siyasetinde belirleyici olmuştur.35 Bu bloklaşmanın diğer tarafı olan 14 Mart (Erba’a Aşer [min] Azar) ise Lübnan devleti için tehdit unsurları olarak İran, Suriye ve silahsızlandırılmamış Hizbullah’ı gören Hristiyan ve Sünni kesimAlexus G. Grynkewich, “Welfare as Warfare: How Violent Non-State Groups Use Social Services to Attack the State”, Studies in Conflict&Terrorism, Cilt: 31, Sayı: 4, (2008), s. 361-363; A. Nizar Hamzeh, “Lebanon’s Hizbullah: From Islamic Revolution to Parliamentary Accommodation”, Third World Quarterly, Cilt: 14, Sayı: 2, (1993), s. 321-337; A. Nizar Hamzeh, “Lebanon’s Islamists and Local Politics: A New Reality”, Thirld World Quarterly, Cilt: 21, Sayı: 5, (2000), s. 739-759. 33

34

Yetim, “Hizbullah Oluşumu ve Güçlenmesi”, s. 469.

Joseph Elie Alagha, Hizbullah’s Documents: From the 1985 Open Letter to the 2009 Manifesto, (Amsterdam University Press, Amsterdam: 2011). 35

/

373

374

/

BİR DDSA OLARAK HİZBULLAH

lerden oluşmaktadır. Diğer taraftan Hizbullah-Emel önderliğindeki Suriye ve İran yanlısı 8 Mart bloğu temel tehdit olarak ABD ve İsrail’i görmekte ve kendilerini büyük oranda geniş bir İslam ümmeti (umma) ve Arap toplumuna ait hissetmektedir. 2005’te Sünni kesimin önderlerinden ve Gelecek Hareketi’nin (el-Müstakbel) lideri Refik Hariri’nin suikastının ardından oluşan söz konusu kutuplaşma 7 Mayıs olayları ve 2008’de özellikle Şiiler ile Sünniler arasında çatışmaya evrilmiştir. Bu olaylar sonrasında Hizbullah ilk defa askeri güçlerini Lübnan devletine karşı kullanmış, Emel ve Hizbullah Beyrut sokaklarına askeri unsurlarını yerleştirerek Sünni Fuad Sinyora hükümetini işlevsiz hale getirmiştir. Sonrasında Hizbullah’ı Lübnan politikasında başat aktör konumuna getiren ve muhalefete veto yetkisi tanıyan 2008 Doha Anlaşması Katar’ın ara buluculuğuyla taraflarca imzalanmıştır. Lübnan Anayasası’nda yer bulan Doha Anlaşması düzenlemeleri otuz bakanlı hükümette muhalefetin üçte birden bir fazlası yani on bir bakanla temsil edilmesini şart koşmakta ve hükümetin dağılmasını on bir bakanın istifasına dayandırmaktadır. 2011’de Hizbullah Doha Anlaşması’nda muhalefetin bu şekilde elde ettiği “veto yetkisi”ni kullanarak ve bakanlar kurulunda bulunan on bakan ve bir diğer muhalif bakanın daha istifasını sağlayarak Sünni Saad Hariri hükümetini yönetimden çekilmeye zorlamıştır. Lübnan siyasetinde Hizbullah’ın artan politik gücü yirmi dokuz ay sonra Maruni Hristiyan Mişel Aun’un 31 Ekim 2016’da Lübnan’ın 13. cumhurbaşkanı seçilmesinde daha net anlaşılmıştır. 14 Mart-8 Mart şeklindeki yaklaşık on yıl devam eden Lübnan siyasetindeki bölünmenin nihayete erdiğini gösteren bu süreç sonucunda Hizbullah’ın desteklediği ve 8 Mart bloğunda yer alan Ulusal Özgürlük Hareketi (et-Tayyar el-Vatani el-Hur) lideri Maruni Hristiyan Aun Lübnan cumhurbaşkanı seçilmiştir. Geçmişte Hariri suikastının faili gördüğü Hizbullah’ın Lübnan özelinde yükselen gücünü bu anlaşmayla tanıyan Gelecek Hareketi lideri ve Refik Ha-

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

riri’nin oğlu Saad Hariri de başbakan olması karşılığında Hizbullah destekli Aun’un cumhurbaşkanı seçilmesini onaylamıştır.36 Artan siyasi gücünün yanı sıra Şii toplumuna her alanda hitap etmeye çalışan Hizbullah şehit aileleri başta olmak üzere sağladığı maddi ve manevi kaynaklarla kendi bölgesindeki toplumsal desteği de büyük oranda korumaktadır. Bu çerçevede Hizbullah dini eğilimi güçlü olan Lübnanlı Şiiler arasında Kerbela söylemi, İslami düzen vurgusu ve aşure törenleriyle önemli bir meşruiyet zemini ve destek elde etmektedir. İnanç boyutunun yanı sıra Şii toplumunun önemli bir kısmının (özellikle Cebel Amil bölgesindekiler) iç savaş, göç, bölge devletlerinin işgali (İsrail) gibi olayları tecrübe etmesi ve devletin ekonomik-siyasi kaynaklarından yeterince faydalanamaması bu kesimin Hizbullah’ın askeri ve sosyal eylemlerine desteğini artıran diğer önemli faktörlerdir.37 Bunun yanı sıra özellikle Suriye iç savaşına kadar İsrail’e karşı sürdürülen “amansız” mücadele, 2006’da yenilmez olarak görülen “ebedi düşman”a ciddi zarar verme, Filistin sorununa güçlü şekilde sahip çıkma ve Hamas ile ortak hareket etme gibi durumlar Hizbullah ve özellikle Nasrallah’ın Lübnan ve Ortadoğu bölgesindeki toplumsal imajına olumlu katkı yapmıştır. ARAP AYAKLANMALARI SÜRECİNDE HİZBULLAH: ÜMMET VE MEZHEP ARASINDA

Tunus (2010), Mısır (2011) ve Libya’da (2011) başlayan erken dönem Arap ayaklanmalarına ve demokratik taleplerle sokaklara dökülen insanlara açıkça destek sunan Hizbullah bu politikasını uzun yıllardır savunduğu ve direniş söyleminin temel referansı olan ezilmiş halklarla birlikte zalim düzene karşı olma tutumuyla meşrulaş-

36

Yetim, “Lübnan Siyasetinde ‘Yeni’lenen Dönem”, s. 32-33.

37

Yetim, “Şiddet Eğilimli ve Direniş Temelli Şii Aktivizmi”, s. 82.

/

375

376

/

BİR DDSA OLARAK HİZBULLAH

tırmıştır. Direniş vurgusunun Arap ayaklanmalarındaki ilk örneğini oluşturan bu gelişmeyle Hizbullah erken dönemde izlediği politikalarda önemli oranda bölgesel ve yerel meşruiyet kazanmıştır. Bu ülkelerdeki muhtemel rejim değişikliklerini ABD ve İsrail’in bölgede politik-askeri zemin kaybetmesi şeklinde yorumlayan Hizbullah direniş cephesinin etki alanı ve bölgesel nüfuzunu artırma amacıyla erken dönem Arap ayaklanmalarını fırsat olarak algılamıştır. Diğer taraftan 2011’de başlayan ve son dönemde kanlı bir iç savaşa, yerel, bölgesel ve uluslararası aktörlerin yoğun askeri mücadele alanına dönüşen Suriye olayları süresince Hizbullah daha mezhepsel bir tutuma yönelmiştir.38 Hizbullah direniş söylemine yoğun bir şekilde başvurduğu Suriye meselesindeki farklı politik-askeri kazanımlarını bu retorik çerçevesinde meşrulaştırmaya çalışmaktadır. Diğer taraftan erken dönem izlediği politik tutumun aksine yüz binlerce insanın ölümüne yol açan ve liderliğini Esed’in yaptığı (Şii-Alevi) Baas rejimini korumaya çalışması hem direniş söylemi hem de Hizbullah’ın bölgesel-yerel politikalarının sorgulanmasına yol açmıştır.39 Erken dönemde ortaya çıkan halk hareketlerini “Baharınız başladı, kimse sizi kışa sürükleyemez” şeklinde yorumlayarak geçmiş dönemde izlediği ezilmişlerin ve ayrım gözetmeksizin tüm Müslümanların tarafında yer alma politikasını sürdüren Hizbullah’ın bu tutumu direniş söylemiyle de tutarlılık göstermekteydi. Diğer taraftan Bahreyn, Yemen ve özellikle Suriye’deki gelişmelerde Hizbullah’ın artan şekilde başvurduğu mezhepsel semboller ve ezenin/zalimin yanında olma politikası bu aktöre yönelik kuşku ve eleştirileri artırmıştır. Yüz binlerce insanın katili durumunda olan ve genel itibarıyla Sünni kesime saldırılarda bulunan “zalim” Esed rejimini neredeyse tüm askeri-politik gücüyle korumaya çalı38

Yetim, “Hizbullah’ın Son Dönem Bölgesel Siyaseti”, s. 53.

39

Yetim, “Hizbullah’ın Son Dönem Bölgesel Siyaseti”.

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

şan Hizbullah’ın bölgesel-yerel düzeydeki olumlu algısının değiştiği söylenebilir.40 Bu şekilde 1980’lerden itibaren korumaya ve pekiştirmeye çalıştığı ezilen ve İslam yanlısı tutumun mezhepsel bir zemine kaydığı anlaşılmaktadır. Hizbullah’ın bölgesel düzlemde İran, uluslararası alanda Rusya’ya paralel olarak Esed rejimini korumayı direniş söylemiyle meşrulaştırmaya çalışması bu söylemin Suriye iç savaşına kadar “belirgin” olmayan bir boyutunu ortaya çıkarmıştır. Hizbullah Suriye’de yaşanan gelişmelerden önce kendinin ve bölgesel direniş cephesinin varoluş amacını “ezilenlerin (Müslümanların) ortak sorunu ve zalim düzenin simgesi İsrail’e karşı mücadele” olarak sunmuştur. Fakat Suriye iç savaşıyla birlikte direniş cephesinin diğer ve belki de bu tarihe kadar açıklanan temel amaçlarından daha yaşamsal/ vazgeçilmez kaygısı görünür olmuştur. Direniş söyleminde dönüşen bu politikayı Hizbullah tüm Müslümanların ortak düşmanı olarak ilan ettiği tekfiriler (İslam düşmanı) –yani El-Kaide ilişkili Nusra Cephesi (Cephetu’l-Nusra) ve Irak Şam Devleti (Ed-Devletü’l-İslamiye fi’l-Irak ve’ş-Şam, DEAŞ)– ile mücadele bağlamında meşrulaştırmaya çalışmaktadır. Bu şekilde Hizbullah yaklaşık 400 bin insanın katliamından sorumlu olan ve çoğunlukla Sünni kesimlerin oluşturduğu ılımlı muhalefetin demokratik haklarını kanlı şekilde bastıran Esed rejiminin yıkımlarını görmezden gelmiştir. Dahası 2013’ten itibaren Kuseyr, Kalamun, Şam, İdlib ve son olarak Halep bölgesinde binin üzerindeki kayıplarına rağmen 10 bin milis gücüyle bu ülkedeki askeri faaliyetlerini devam ettirmektedir.41

40 Paul Salem, “Hezbollah in a Corner”, Project Syndicate, 23 Temmuz 2010; Benedetta Berti, “Hizbullah, Hamas, and the ‘Arab Spring’-Weathering the Regional Storm?”, Israel Journal of Foreign Affairs, Cilt: 6, Sayı: 3, (2012), s. 23.

W. Andrew Terrill, “Iran’s Strategy for Saving Asad”, The Middle East Journal, Cilt: 69, Sayı: 2, (2015), s. 234; Chafic Choucair, “Hezbollah in Syria: Gains, Losses and Changes”, Aljazeera Center for Studies, 1 Haziran 2017. 41

/

377

378

/

BİR DDSA OLARAK HİZBULLAH

Hizbullah bölgesel ve uluslararası alanda meşru Suriye muhalefeti olarak kabul edilen Özgür Suriye Ordusu’nu (Free Syrian Army, ÖSO) Ortadoğu’da ABD-İsrail’in çıkarları için çalışan bir grup şeklinde tanımlamıştır. Bu durum Hizbullah’ın “ezilen, ümmet, Arap yanlısı ve mezhepsel olmayan” olarak nitelendirdiği direniş söylemindeki anlam-zemin kaymasını daha net göstermektedir.42 Direniş söylemindeki araçsallık, koşulluluk ve seçiciliği de işaret eden dönüşüm sonucunda Hizbullah’ın İsrail’e karşı amansız mücadele kadar –hatta ondan daha fazla– Esed rejimini koşulsuz ve kesin desteklemeyi öne çıkardığı anlaşılmıştır. Bölgesel müttefik İran ve uluslararası aktör Rusya ile uyum halinde uygulanan bu politika direniş cephesinin tek Sünni oluşumu olan Hamas’ın 2011 sonunda Suriye’yi terk etmesine, direniş cephesinin sonlanmasına ve İran, Hizbullah ve Esed rejiminin iş birliğine işaret eden Şii ittifakını andırmasına yol açmıştır.43 Hizbullah lideri Nasrallah’ın Suriye müdahalesi ve Esed rejimine mutlak desteğin gerekçelerinden biri olarak Suriye’deki Şii türbelerini ve özellikle Şam’daki Seyyide Zeynep Türbesi’ni tekfiri gruplardan koruma şeklinde açıklaması Hizbullah’ın Arap ayaklanmaları sürecindeki mezhepsel tutumunun diğer örnekleri olarak sayılabilir. Aslında Hizbullah’ın Suriye iç savaşıyla görünür olan mezhepsel tutumu Bahreyn ve Yemen olaylarında dahi bu derece belirgin değildir. Yemen ve Bahreyn’de Şiilerin yaşadığı ekonomik, siyasi ve kültürel eşitsizlikler göz önüne alındığında Hizbullah bu ülkelerdeki Şiilere verdiği desteği ezilenlerin yanında olma şeklinde sunabilmiştir. Ancak Suriye’de Nusayri kesiminin hakimiyetindeki Esed (Baas) rejiminin çoğunluğunu Sünnilerin oluşturduğu 42 Joseph Elie Alagha, “Hizballah’s Resilience During the Arab Uprisings”, Middle Eastern Studies/Ortadoğu Etütleri, Cilt: 6, Sayı: 2, (2015), s. 45-46. 43 Erik Mohns ve Andre Bank, “Syrian Revolt Fallout: End of the Resistance Axis?”, Middle East Policy, Cilt: 19, Sayı: 3, (2012), s. 25-35.

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

muhalif gruplara yönelik gerçekleştirdiği katliamlara Hizbullah’ın sessiz kalması ve “zalim düzen”le birlikte hareket etmesi ise örgütün mezhepsel tutumunu daha görünür kılmıştır. Hizbullah’ın bu yönelimi sadece Lübnan ve Ortadoğu’nun diğer toplumsal ve mezhepsel gruplarından değil Lübnan’daki Şii kesimin öncüllerinden de eleştiri almasına yol açmıştır. Özellikle 2013-2016 arasında Hizbullah’ın Suriye müdahalesi, artan mezhepsel ve Esed yanlısı tutumu Sünni grupların öncülük yaptığı 14 Mart koalisyonu tarafından yoğun şekilde eleştirilmiştir. Hizbullah’ın Suriye müdahalesini İsrail’in Lübnan işgaline benzeten bu gruplarla örgüt arasında gerilim ortaya çıkmıştır. Bu şekilde Suriye’de ortaya çıkan ve pekişen Sünni-Şii fitnesi Aun’un Lübnan cumhurbaşkanı seçilmesine kadar belirli ölçüde Lübnan’da da etkisini sürdürmüştür.44 Hizbullah’ın sarsılmaz Esed yanlısı tutumu sadece Sünni gruplardan değil oluşumun ilk genel sekreteri ve sonrasında Hizbullah’tan ayrılarak 1997’de Açlar Devrimi’ni (Thawrat el-Ciyaa) kuran Tufeyli tarafından da yoğun eleştiri almıştır.45 Hizbullah’ı Esed rejimiyle birlikte masum insanları öldürmekle suçlayan Tufeyli bu oluşumun kuruluşunun temeli olan direniş söyleminin son yapılan eylemlerle ümmetin birliğine katkı sunmaktan ziyade Sünni-Şii fitnesini körüklediğini savunmuştur. Hizbullah’ın ilan ettiği Halep zaferini “Kerbela bu sene Halep’te” şeklinde tanımlayan Tufeyli örgütün İran ve Rusya ittifakıyla Halep’te binlerce Müslümanın katliamından sorumlu olduğunu belirtmiştir.46

Joseph Elie Alagha, “Hezbollah and the Arab Spring”, Contemporary Review of the Middle East, Cilt: 1, Sayı: 2, (2014), s. 198-200. 44

45

Mohns ve Bank, “Syrian Revolt Fallout: End of the Resistance Axis?”, s. 30.

Manuel Almeida, “Hezbollah Goes All in”, Asharq al-Awsat, 20 Ağustos 2013; “‘Karbala is in Aleppo This Year’: Ex-Hizballah Leader”, The New Arab, 17 Aralık 2016; “Sayyed Nasrallah: Aleppo Victory Decisively Foiled All Attempts to Topple Syrian Regime”, Al-Manar, 23 Aralık 2016. 46

/

379

380

/

BİR DDSA OLARAK HİZBULLAH

HİZBULLAH’TA MUHTEMEL DEĞİŞME(Z)LER

Devletler gibi devlet dışı aktörlerin de değişen sosyopolitik ve uluslararası bağlama göre eylem ve söylemlerinde birtakım dönüşümlerin yaşanması normaldir. Bu çerçevede Lübnan’daki Sünni-Maruni hakimiyetini kurumsallaştıran mezhepsel yapıya ve Ortadoğu’daki Batı ve özellikle ABD destekli devletlere önceleri radikal ve revizyonist tutum sergileyen Hizbullah’ın zaman içerisinde daha pragmatik bir aktöre dönüştüğü söylenebilir. Bu bağlamda Taif Mutabakatı’nın kabulü, Lübnanlaşma süreciyle yerel-ulusal seçimlere katılma, Doha Anlaşması, Hizbullah’ın açık mektuptan sonra iç-dış politika yönelimini açıklayan ikinci temel belgesi ve tüm bu dönüşüm süreçlerini somutlaştıran 2009 Siyasi Belgesi (el-Vesika el-Siyasi 2009)47 oluşumun eylem-söylemlerinin koşullu ve bağlam temelli olduğuna işaret etmektedir. Diğer taraftan Lübnan’da İslami rejim kurma ve İran dini liderini Şiilerin tek taklit mercii (merci-i el-taklid el-tamm) olarak kabul etme gibi açık mektupta daha fazla görünür olan erken dönem söylemler (ezilen ve ümmet yanlısı olduğu savunulan direniş söylemi) kısmen değişmesine rağmen varlığını sürdürmüştür. Lübnan toplumunda İslami düzeni rıza yoluyla kurma ve “ebedi düşman” İsrail’e karşı amansız mücadeleye dayalı direniş söyleminin Lübnan ve Ortadoğu’daki ezilen kesimlerin haklarını savunduğu ve ümmetin birliğini hedeflediği iddia edilmiştir. Arap ve İslam yanlısı vurgunun ön plana çıktığı ve Hizbullah’ın yerel-bölgesel tutumunda görülen değişimlere rağmen kalıcı ve vazgeçilmez olarak algılanan söz konusu tutum Suriye iç savaşıyla radikal bir değişime uğramıştır. Erken dönem Arap ayaklanmalarını İsrail ve ABD çıkarlarının zarar görmesi ve kendi konumunun güçlenmesi açısından fırsat olarak değerlendiren Hizbullah Suriye iç savaşıyla birlikte tamamen farklı bir algıyla harekete geçmiştir. Diğer aktörHizbullah’ın siyasi belgesinin (‫ )الوثيقة السياســية لحزب هللا‬orijinal (Arapça) metni için bkz. Moqawama, www.moqawama.org/essaydetailsf.php?eid=16245&fid=47, (Erişim tarihi: 27 Ağustos 2018). 47

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

ler gibi değişen bölgesel zemine tepki verme durumuyla karşılaşan Hizbullah uzun yıllar titizlikle pekiştirdiği ve Ortadoğu-Lübnan toplumunda belirli ölçüde olumlu algılanan söylem ve eylemlerinden uzaklaşmıştır. Bahreyn olaylarıyla başlayıp Yemen ve özellikle Suriye’deki kanlı iç savaşla daha karmaşık hale gelen durum Hizbullah’ın mezhepsel hareket etmediği, ezilenler ve İslam yanlısı olduğu fikrine dayanan direniş söyleminde radikal kırılmalara yol açmıştır. Hizbullah’ın direniş söylemindeki radikal kopuş “ebedi düşman” İsrail ile amansız mücadele önceliğinin Esed rejimini mutlak koruma politikasına dönüştüğüne işaret etmektedir. Direniş söylemindeki bu kopuşa ya da Suriye iç savaşına kadar açığa çıkmayan diğer boyutun görünür olmasına yol açan faktörlerin başında Hizbullah’ın Suriye’deki muhtemel Sünni eğilimli yönetimden endişe duyması gelmektedir. Bu nedenle Hizbullah –İsrail’e Lübnan topraklarından yaptığı saldırılar dışında– ilk defa bir ülkenin içerisine askeri olarak müdahil olmuştur. Herhangi bir DDSA analizi açısından düşünüldüğünde benzersiz bir durumu işaret eden söz konusu gelişme sonucunda Hizbullah adeta “Esed rejiminin kurtarıcısı”48 olarak İran’ın da desteğiyle –kayıplar vermesine rağmen– Suriye’de önemli askeri kazanımlar elde etmiştir. İran ve Hizbullah arasındaki para, askeri ekipman ve teknoloji transferinin geçişini sağlayan ve iki aktör arasında köprü vazifesi gören Esed rejiminin çökmesini kendileri açısından yaşamsal tehdit şeklinde değerlendiren Hizbullah ve İran bu senaryoyu boşa çıkarmak amacıyla sahada tüm imkanlarını seferber etmektedir. Bölgede İsrail ve küresel alanda ABD’ye karşı mücadelenin kesintisiz sürdürülebilmesi amacıyla Esed rejiminin varlığını vazgeçilmez gören bu aktörlerin önümüzdeki süreçte de benzer tutumunu devam ettireceği söylenebilir. Bu politikayla İran gibi Hizbullah’ın da Ortadoğu ve Lübnan’da mezhepsel gerilimi artırdığına yönelik 48 Randa Slim, “Hezbollah and Syria: From Regime Proxy to Regime Savior”, Insight Turkey, Cilt: 16, Sayı: 2, (2014), s. 61-68.

/

381

382

/

BİR DDSA OLARAK HİZBULLAH

yorumlar yapılmasına rağmen örgüt Suriye’nin direniş cephesinin vazgeçilmez bir parçası olduğunu ve bu cephenin çökmesine asla müsaade edilmeyeceğini savunmaktadır.49 Bu ifade Hizbullah’ın merkezi söylemini oluşturan ve İsrail ile mücadeleyi önceleyen direniş vurgusunda zalim düzene karşılık gelmesine, tekfiri gruplar kadar ümmetin birliğine zarar vermesine ve fitneye yol açmasına rağmen Esed rejiminin ne derece vazgeçilmez olduğunu kanıtlamaktadır. SONUÇ

Kuruluşundan itibaren kalıcı ve sürekli olduğu şeklinde algılanan, mezhepsel hareket etmeyen, ezilen yanlısı ve ümmet birliğini savunan direniş söylemi Suriye iç savaşıyla birlikte radikal bir kopuş yaşamıştır. Bu çerçevede direniş söyleminin araçsallığı ve koşul bağlılığına da işaret eden söz konusu değişim sonucunda Hizbullah’ın İran ve Esed rejimi gibi bölgesel müttefiklerinden birini kaybetme ihtimalinin İsrail ile amansız mücadele gibi direniş söylemindeki diğer amaçlardan daha vazgeçilmez ve yaşamsal olduğu ortaya çıkmıştır. Bu çerçevede Hizbullah tüm askeri ve siyasi imkanlarını İran ve Esed rejiminden oluşan, üçüncü dünyacı, Batı ve İsrail karşıtı söyleme sahip bölgesel bloğun etkisi ve gücünü sürdürme amacıyla seferber etmiştir. Dahası bu gelişmeler bir DDSA olarak Hizbullah’ın Lübnan yerel siyaseti kadar ve hatta Suriye iç savaşında görüldüğü gibi yerel siyasete nazaran İran ve Suriye’deki muhtemel sosyopolitik değişimlere daha fazla duyarlı olduğunu da göstermektedir. Sonuç itibarıyla Hizbullah’ın Lübnan ve Ortadoğu’da bazı kesimlerce mezhepsel gerilimi artıran ve zalim düzeni savunan bir DDSA olarak eleştirilmesi pahasına Suriye iç savaşında Esed tarafında yer almaya ve bu politikasını da direniş söylemi üzerinden meşrulaştırmaya kısa vadede devam edeceği anlaşılmaktadır. 49 Katerina Dalacoura, “The Arab Uprisings Two Years on: Ideology, Sectarianism and the Changing Balance of Power in the Middle East”, Insight Turkey, Cilt: 15, Sayı: 1, (2013), s. 83.

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

YEMEN İÇ ÇATIŞMASI VE HUSİLERİN YÜKSELİŞİ FAHEM MOHAMMED ALI QADRI* GİRİŞ

16. yüzyıldan 20. yüzyılın başına kadar Osmanlı hakimiyetinde kalan Yemen’de 1839’da Güney Yemen’in İngilizler tarafından alınması ve 1918’de de Kuzey Yemen’de Zeydi Krallığı’nın kurulmasıyla Osmanlı hakimiyeti son bulmuştur.1 Ülke bu tarihten sonra 1990’daki birleşmeye kadar güney ve kuzey olmak üzere iki parçalı olarak yönetilmiştir. Zeydilerin yaşadığı kuzeydeki Zeydi Krallığı’nda İmam Yahya ve oğullarının hakimiyeti 1962’ye kadar sürmüş ve bu tarihte İmam Yahya’nın oğlu İmam Ahmed’in ölümüyle ülkenin kuzeyinde 1967’ye kadar sürecek bir iç savaş başlamıştır. Mısır lideri Cemal Abdulnasır Arap milliyetçiliği politikasına istinaden Arapları bir çatı altında toplamak için kendisine birtakım hedefler koymuştur. Bu hedeflerden biri de silah gücü veya silah gücü olmadan Arap dünyasındaki kralları devirmektir. Yemen’deki iç savaşın patlak vermesi Cemal Abdulnasır için uygun bir hareket alanı olmuştur. İmam Ahmed’in 19 Eylül 1962’de ölmesiyle birlikte 26 Eylül 1962’de Mısır lideri Cemal Abdulnasır’dan da destek alan cumhuriyetçiler bir askeri darbeyle yeni Kral İmam Muhammed Bedir’i tahttan indirip cumhuriyeti ilan etmişlerdir.2 Darbeyle tahttan indirilen Muhammed Bedir Suudi Arabistan sınırına kaçmış ve burada kraliyet taraftarı olan Şii Zeydilerle birlikte bir ayaklanma tertip ederek ülkede 1967’ye kadar sürecek bir iç savaşın başlamasıTayyar Arı, “Yemen’de Arap Baharından Husi Darbesine: Bir Demokrasi Denemesinden Başarısız Devlete mi?”, Stratejik Araştırma Enstitüsü, Sayı: 8, (Mart 2015), s. 1. 1

2

*

،2008 ،‫ صنعاء‬،‫ دار الكتاب‬،‫ الطبعة السادسة‬،‫ اليمن الجمهوري‬،‫ عبدهللا البردوني‬387 ‫ص‬.

/

383

384

/

Y E M E N İ Ç Ç AT I Ş M A S I V E H U S İ L E R İ N Y Ü K S E L İ Ş İ

na neden olmuştur.3 Yaşanan bu iç savaşta Nasır bizzat Mısır ordusunu Yemen’e, cumhuriyetçilere yardım etmesi amacıyla gönderirken Suudi Arabistan ise Selefi olmasına rağmen Nasır karşıtlığından dolayı Zeydilere yardım etmiştir. Riyad’ın bu şekilde davranmasının sebebi Suudi Arabistan’ın kraliyete bağlı egemenlik haklarına tehlike düşürmesidir. Diğer bir sebebi ise Ortadoğu’da İran devriminin henüz gerçekleşmemiş ve Şii-Sünni ayrımının bu kadar üst düzey bir hal almamış olmasıdır. Böyle bir ortamda Suudi Arabistan da Ortadoğu’da liderlik için girişimlerde bulunmaktan çekinmemiştir. Ancak Suudi Arabistan’ın bu yardımları bir sonuç getirmemiş ve 1967’de cumhuriyetçilerin kazanmasıyla iç savaş noktalanmıştır.4 1967’de Zeydiler çok ağır şartlar içeren bir anlaşma metnini imzalamış ve cumhuriyetçiler tarafından yönetim ve kamu kadrolarından tamamen tasfiye edilmişlerdir. Bu tür tasfiyelerin yapılmasının sebebi Zeydilerin çok büyük tehlike olduğunun düşünülmesi ve krallık sisteminin –cumhuriyet sisteminin yerine– Zeydiler tarafından tekrar getirilmesi endişesidir. Yaşanan bu tasfiye dışında Zeydilerin yaşadığı bölgelerde yürütülen birtakım faaliyetlerle Sünniliğin hızlı bir şekilde yayıldığı görülmüştür. Bu girişimlerin farkında olan büyük Zeydi alimler bunun önüne geçmek için bir arayış içine girmişler ve neticede bölgede Zeydi öğretisini anlatan medrese ve eğitim kurumlarının yoğun bir şekilde açıldığı bir dönem başlamıştır. 1970 ve 1980’lerde Zeydi bölgelerde hızlı bir şekilde yayılan Şafiilik ve Selefiliğin engellenmesi için bazı Zeydi din adamları İmamet fikrini tekrar canlandıracak girişimlerde bulunmuştur. Bu görüşü savunan alimler hızla yayılan bu iki akıma karşı koyabilmenin tek yolunun İmamet fikrinin tekrardan canlanmasıyla mümkün olacağı fikrinde toplanmıştır. Bu görüşü savunanlar arasında en fazla ön plana çıkan kişilik Salah Ahmed Fellite’dir. Fellite’ye 3

،‫ مكتبة مدبولي‬،‫ القاهرة‬،1982-1917 ‫ تاريخ اليمن المعاصر‬،‫ محمد علي البحر‬1990 ، ‫ ص‬252.

Yemen İç Savaşı: İktidar Mücadelesi, Bölgesel Etkiler ve Türkiye ile İlişkiler, (Orsam Rapor, Ankara: 2010), s. 12. 4

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

göre bu fikirlerin gerçekleştirilebilmesi için bir örgütün kurulması gerekmektedir. Kurulacak bu yeni örgüt hem Zeydi inançlarını benimsemeli hem de İran İslam Devrimi’nin hedeflerine sahip olmalıdır. Eğer bu başarılabilirse İmametin tekrardan faaliyete geçeceğine inanılmıştır. Fellite bu amacı gerçekleştirebilmek amacıyla 1986’da eylemlerini gizli sürdüren Genç Müminler örgütünü kurmuştur. 1962-1967 iç savaşında yurt dışına kaçan veya sürgün edilen Zeydi alimlerin ülkeye dönmesiyle Genç Müminler örgütü güçlenmeye başlamıştır.5 Hatta yeni katılımlarla örgüt Yemen’in farklı bölgelerinde şubeler açarak yayılmaya bile başlamıştır. Kuzey Yemen hükümetinin Zeydilerin bu derece yayılmasını önleyememesinin sebebi ise Güney Yemen’den gelen sosyalizm akımıyla uğraşmalarıdır.6 90’larda ülke içinde görece bir rahatlama söz konusu olmuştur. Bunun temel nedeni 22 Mayıs 1990’da Kuzey ve Güney Yemen’in birleşmesiyle Yemen Cumhuriyeti’nin kurulması ve ülke içinde çok partili sistemin ilan edilmesidir.7 Çok partili sistemin ilanıyla o zamana kadar faaliyetlerini gizli yürüten Genç Müminler örgütü siyasi bir program hazırlamış ve legal olarak eylemlerine devam etmiştir. Bu birleşmenin Genç Müminler örgütüne yönelik başka bir sonucu ise liderlik alanında gerçekleşmiştir. Bu tarihten sonra Hüseyin Bedreddin Husi örgüt içinde giderek artan bir etkiye sahip olmuştur. Husi’nin artan etkisiyle Genç Müminler içinde bazı değişikliklerle birlikte örgütün faaliyet alanlarında genişleme de yaşanmıştır. Örgüt bünyesine fıkıh, hadis ve tefsir derslerinin yanında spor ve kültürel faaliyetler de eklenmiştir. Yemen’de yaşanan birleş5

،‫ العدد التاسع و االربعون‬،‫ الحركة الحوثية في اليمن مجلة ديالي‬،‫ جواد صندل جازع‬2011 ، ‫ ص‬18.

Sosyalizm akımı (Ulusal Cephe) Güney Yemen’den –özellikle Yemen Sosyalist Partisi’nden– büyük destek alıp Kuzey Yemen’de 1972-1984 arasında askeri faaliyet sürdürmüştür. Bu askeri faaliyetler arasında tepeleri, köyleri ve Güney Yemen sınırındaki Kuzey Yemen şehirlerini ele geçirmek ve oradaki burjuvazi tabakalarını yok etmek sayılabilir. Kuzey Yemen’deki Sosyalizm akımına katılımların sebebi fakirlik, devlet otoritesinin zayıf olması ve zengin ile fakir sınıf arasındaki uçurumun artması olarak sıralanabilir. 6

7

‫ وكالة االنباء اليمنية سبأ‬،‫ الطبعة الثانية‬،‫عام ذاكرة القرن العشرين‬100 ‫ اليمن في‬،‫فاتك عبدهللا الرديني‬ ‫ مايو‬،‫ صنعاء‬،‫ مركز البحوث و المعلومات‬- 2003 ، ‫ ص‬306.

/

385

386

/

Y E M E N İ Ç Ç AT I Ş M A S I V E H U S İ L E R İ N Y Ü K S E L İ Ş İ

me ve bu birleşme sonucu ortaya çıkan özgürlük ortamında Genç Müminler örgütü güçlenmiş, farklı şehirlerde etkinliğini artırmış ve bunun sonucunda da örgüte yoğun katılım olmuştur.8 Husi temelde mezhepsel politikalar takip eden bir harekettir. Örgüt Yemen’in kuzeyinde, Suudi Arabistan sınırında bulunan Saada şehrine bağlı Mera’an ilçesinde küçük bir grubun bir araya gelmesiyle kurulmuştur. Hareket Hüseyin Bedreddin Husi’nin Genç Müminler örgütünün başına geçmesiyle zamanla örgüt liderinin ismiyle anılmaya başlamıştır. Şiiliğin Zeydiye mezhebine bağlı bir ailenin çocuğu olarak 1956’da Saada şehrinde dünyaya gelen Hüseyin Bedreddin Husi ilk ve orta öğretimini babası ve bölgedeki büyük Zeydi alimlerden almıştır.9 San’a Üniversitesi’nde hukuk eğitimi gördükten sonra doktorasını Sudan’da yapmıştır. Husi 1993 seçimlerinde Saada ilinden Hak Partisi milletvekili seçilerek Meclise girmeyi başarmıştır.10 1997 seçimlerine ise Genç Müminler örgütüyle daha fazla ilgilenmek adına katılmamış ancak bu seçimlerde kardeşi Yahya Bedreddin Husi’yi destekleyerek Meclise girmesini sağlamıştır. YEMEN’DE SELEFİLİĞİN YAYILMASI VE ÇATIŞMALARDAKİ ROLÜ

Selefilik inancı Suudi Arabistan’ın faaliyetleri sonucu Yemen’de yayılmaya başlarken yayılma alanı olarak Zeydilerin merkezi kabul edilen Saada’nın seçildiği görülmektedir. Saada’nın seçilmesi Zeydilerin bu akıma karşı koymasını da beraberinde getirmiştir. Selefiliğin neden Yemen’de yayıldığı ve bölge olarak neden Zeydi bölgelerinin seçildiği sorularının cevabı 1962-1967 iç savaşında saklıdır. İç savaşın getirdiği yıkım, ülke ekonomisinin bozulması ve güven8

‫ ص‬،‫ الحوثيون ومستقبلهم العسكري و السياسي و التربوي‬،‫ الدغشي‬27.

Mehmet Ali Büyükkara, “Sosyal, Siyasi ve Dini Yönleriyle Yemen Husi Hareketi”, Divan Disiplinlerarası Çalışmalar Dergisi, Cilt: 16, Sayı: 30, (2011/1), s. 132. 9

10

Büyükkara, “Sosyal, Siyasi ve Dini Yönleriyle Yemen Husi Hareketi”, s. 132.

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

lik risklerinden dolayı Suudi Arabistan’a kaçışlar başlamıştır. Hem çalışmak hem de güvenlik sebeplerinden dolayı Suudi Arabistan’a kaçan bu insanlar zamanla bu ülkede Selefiliği benimsemiştir. Bu insanların bir süre sonra Yemen’e dönmesi bu gibi sorunların ortaya çıkmasına neden olmuştur. Yemen’de Selefi hareketin lideri Şeyh Mukbil bin Hadi Vadei de iç savaş döneminde Suudi Arabistan’a giden binlerce Yemenliden biridir. Arabistan’da kaldığı süre içerisinde Selefiliği benimseyen Vadei, Cüheyman Uteybi hadisesinde Suudi rejimi tarafından suçlu bulunduğu için ülkesine geri dönerek bu inancı yaymaya başlamıştır. Neden Zeydi bölgelerde yayılmaya başladığı sorusu ise Vadei’nin nereli olduğuyla alakalıdır. Vadei Saada iline bağlı Dammac ilçesinde ikamet etmesinden dolayı Selefiliğin yayılma alanı da bu il olmuştur. 1970’lerin sonunda Yemen’e dönen Vadei Selefiliğin Yemen’deki ilk merkezini Dammac’da açmıştır.11 Merkezin açılmasıyla Yemen ve İslam coğrafyasının birçok yerinden öğrenciler dini eğitim almak amacıyla Dammac’a gelmeye başlamış ve bu durum Zeydiler arasında sorunları beraberinde getirmiştir. Selefiliğin Yemen’de hızlı bir şekilde yayılmaya başlaması Zeydi alimler arasında bu akıma karşı bir tepkinin oluşmasına neden olmuştur. Bu alimler Suudi Arabistan’ın Yemen’de Zeydiliği tamamen yok etmek amacıyla bölgede Selefiliği yaydığına inanmıştır. Özellikle 1979 İran İslam Devrimi’nden sonra Suudi Arabistan’ın bölgeye olası bir İran etkisini minimize etmek amacıyla böyle bir yola girdiği düşünülmüştür.12 Vadei’nin saldırgan bir kişiliğe sahip olması, her türlü farklı fikri reddetmesi ve buna bağlı olarak Zeydi inancını Selefiliğin en büyük düşmanı olarak görmesinden dolayı iki kesimin karşı karşıya gelmesi kaçınılmaz 11

12



‫ الســلفية فــي اليمــن مدارســها الفكريــة و مرجعيتهــا العقائديــة و تحالفاتهــا‬،‫احمــد محمــد الدغشــي‬ ،‫ الدار العربية للعلوم‬،‫ بيروت‬،‫ الطبعة االولى‬،‫ السياسية‬2014، ‫ ص‬34-35. ‫ مؤسســة كارنيغــي‬،‫ فــي فهــم اإلمــام الخامنئــي رؤيــة قائــد الثــورة االســامية اإليرانيــة‬،‫ كريــم ســحدبور‬ ،‫ للسالم الدولي‬2008، ‫ ص‬8.

/

387

388

/

Y E M E N İ Ç Ç AT I Ş M A S I V E H U S İ L E R İ N Y Ü K S E L İ Ş İ

hale gelmiştir. Fakat 80’ler ve 90’larda Zeydiler ve Selefiler arasında herhangi bir silahlı çatışma yaşanmamıştır. Çünkü bu süreçte bölgesel güçlerin iki gruba da fazla etkisi olmamıştır. O dönemde iki grup arasındaki çatışmanın bir kültürel rekabetten kaynaklandığı söylenebilir. İki grup arasındaki rekabet şu şekilde sürdürülmüştür: Vadei’nin Dammac merkezinden sonra farklı bölgelerde Selefi merkezler açması üzerine Şii Zeydiler de bu girişimlere karşı Zeydi merkez sayısını artırmış ve birçok bölgede bu amaçla eğitim merkezleri açmıştır. Bunun yanında Selefi harekete mensup kişileri rahatsız etmeye de başlayan Zeydiler zaman içerisinde karşılıklı çatışmanın başlamasına neden olmuştur. Bu karşılıklı gerilim sonraki dönemlerde silahlı çatışmaya evrilmiştir. Genelde Husilerin geleneksel düşmanı Selefiliktir. Bunun temel sebebi Selefi inancının Husilerin mensubu olduğu Zeydiliğin Carudiye kolunu tamamen reddetmesidir.13 İki grup arasındaki çatışmaların ilk dönemlerinde Husilerin Selefilere karşı bir başarı sağlayamadığı görülmektedir. Bunun temel sebebi Husilerin o dönem için yeterince militan ve askeri mühimmata sahip olmamasıdır. Bundan dolayı ilk dönemlerde Husi militanları Selefilerle silahlı çatışmadan uzak durmaya çalışmıştır. Bu gibi sebeplerden dolayı silahlı çatışma olmasa da iki taraf vaaz ve fetvalar üzerinden birbirleriyle çatışmaktan geri durmamışlardır. Aynı zamanda taraflar ileride yaşanabilecek bir çatışmada hükümeti yanlarına almak için rekabet içine girmişlerdir. İki grup arasında silahlı çatışmaya dönüşmeden yaşanan rekabet Husi hareketinin militan ve mühimmat konusunda yeterli seviyeye gelmesiyle değişmiştir. Özellikle Arap Baharı’yla gün geçtikçe güçlenen Husi hareketi ile Selefiler arasında ilk çatışmalar başlamış ve bu tarihten sonra Carudiye (Zeydiliğin bir kolu) inanç olarak Caferiye’ye çok yakındır. Yemen’deki Zeydilerin arasında Carudiye’ye mensup olanlar yüzde 3’lük bir orana sahiptir. Ayrıca Husi ailesi Zeydi mezhebinin Carudiye koluna mensuptur. 13

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

Selefiler Husi hareketine karşı güçsüz duruma düşmüştür.14 Ancak bu sadece Husilerin militan ve mühimmat konusunda yeterli duruma gelmesiyle açıklanacak bir durum değildir. Bu tarihlerde Selefiler içinde yaşanan bölünmeler de bu sonuçta etkilidir. Özellikle 2000’de Vadei’nin ölmesiyle Selefiler arasında liderlik sorunu baş göstermiş ve hareket içinde büyük bölünmeler yaşanmıştır. Başka bir sebep ise Selefilerin savaşma konusunda herhangi bir deneyime sahip olmamasıdır. Bu tarihe kadar tek bir çatışmaya girmemiş Selefilerin aksine Husiler 2004’ten 2009’a kadar Yemen ordusuyla altı kez çatışmaya girmiş ve bu süreçte büyük deneyim sahibi olmuştur. Özellikle 2009’daki son savaşta hem Yemen hem de Suudi Arabistan ordusuyla savaşan Husiler deneyimin yanında büyük bir cesaret de kazanmıştır. Bahsi geçen tüm bu sebeplerden ötürü Husiler Selefileri kolayca saf dışı bırakarak Saada ve Yemen’in farklı bölgelerini rahatlıkla ele geçirmeyi başarmıştır. KURULUŞ AŞAMASINDAN SİLAHLI İSYAN AŞAMASINA

Kuruluş aşamasını bitiren Genç Müminler örgütü ikinci aşamaya geçmiştir. İlk olarak Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve İsrail karşıtı gösteriler düzenlemişlerdir.15 Özellikle ABD ve İngiltere’nin Irak’ı işgali ve Iraklı esirlere Ebu Gureyb Hapishanesi’nde şiddet uygulandığı haberlerinin yayılmaya başladığı dönemde Genç Müminler Yemen’de protesto gösterileri yapma kararı almıştır. Bu gösterilere Yemen’deki birçok kesim destek vermiş ve katılmıştır. Çünkü Yemen’in bütün halkı ABD ve İngiltere’nin Irak’ı işgaline karşı pozisyon almıştır. Hükümetin gösterilere tutumu ise sert olmuştur. Husi ve Yemen’in farklı kesimlerinden birçok kişinin gözaltına alınması ilk defa toplum içinde Husilere karşı bir sempatinin oluşmasını sağlamıştır. Oluşan bu sempati yakında bir silahlı eylem başla،‫ الطبعــة االولــى‬،‫ الحوثيــون ومســتقبلهم العســكري و السياســي و التربــوي‬،‫احمــد محمــد الدغشــي‬ ‫ دار الكتاب القطرية‬،‫ قطر‬، 2013، ‫ ص‬56-57. 14

15

‫ الحوثيون ومستقبلهم العسكري و السياسي و التربوي‬،‫ الدغشي‬، 2013، ‫ ص‬31-32.

/

389

390

/

Y E M E N İ Ç Ç AT I Ş M A S I V E H U S İ L E R İ N Y Ü K S E L İ Ş İ

tacak olan Husilerin halk tarafından benimsenmesini ve yaşanacak çatışmalarda taraftar bulma olasılığını güçlendirmiştir. Husiler ülke dışında yaşanan bir olayı ülke içinde araçsallaştırarak kendisine uygun şartları oluşturmuştur. Husiler Yemen hükümetinin yaşanan gösterilere sert müdahale etmesini bahane göstererek 2004’ten itibaren Saada’nın etrafındaki dağlara çıkarak bir isyan başlatmıştır.16 Husilerin hükümete karşı silahlı mücadeleye başladığı bu dönemde Genç Müminler örgütü kuruluş aşamasındaki kültürel ve sosyal politikaları bir kenara bırakıp silahlı faaliyetlere yönelmiştir. Örgüt silahlı eylemlerinden sonra Yemen hükümeti tarafından Husi hareketi olarak anılmaya başlamıştır. Hüseyin Bedreddin Husi’nin bu silahlı isyanda Genç Müminler örgütünün lideri konumunda olması ve bu isyan sırasında Yemen ordusu tarafından öldürülmesi harekete onun isminin verilmesini beraberinde getirmiş ve bu isim günümüze kadar kullanılagelmiştir.17 2004’te Husi hareketinin lideri Hüseyin Bedreddin Husi’nin öldürülmesiyle Saada’daki askeri operasyonlar da son bulmuştur.18 Bu ilk çatışmalar Husi’nin öldürülmesiyle çabuk bitirilmiş olsa da 2005’te Husi’nin babası Bedreddin Husi liderliğinde yine Saada şehrinde ikinci isyan hareketi başlamıştır. Bu ikinci isyandan önce Yemen hükümeti yeni bir silahlı çatışmanın başlamaması adına Bedreddin Husi’yi başkent San’a’ya davet etmiş ve bir anlaşma yapmaya çalışmıştır. Bedreddin Husi’yi başkent San’a’da tutmaya çalışan hükümet yetkilileri onu bir nevi ev hapsine alsalar da Husi kısa bir süre sonra buradan kaçarak Saada şehrine geçmiş ve burada ikinci bir isyan hareketi başlatmıştır. Hükümet yetkilileri Husi’yi ،‫ المركــز العربــي لألبحــاث و دراســة السياســات‬،‫ المشــهد اليمــن بعــد ســقوط صنعــاء‬،‫محمــد جميــح‬ ‫ اكتوبر‬،‫ الدوحة‬،‫ قطر‬2014، ‫ ص‬6. 16

،‫ رســالة ماجســتير‬،‫ الحوثيــون بيــن الزيديــة و الرافضــة‬،‫ســلطان بــن بــراك بــن عايــض العتيبــي‬ ‫ فبراير‬،‫ ماليزيا‬،‫ كلية العلوم اإلسالمية قسم العقيدة‬،‫ جامعة المدينة العالمية‬2001، ‫ص‬37. 17

18 Mustafa Aydıntepe ve İzzettin Artokça, Yemen, (TASAM Stratejik Rapor, İstanbul: 2013), s. 12.

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

yakalamak adına iki ay sürecek operasyonları devreye sokmuş ancak liderlerini teslim etmek istemeyen Saadalılar dağlara çıkarak hükümetle çatışmıştır. Herhangi bir başarı elde edemeyen hükümet iki ay sonra operasyonlara son vermek durumunda kalmıştır.19 Bu savaşın ilkinden farkı savaşı başlatan tarafın hükümet olmasıdır. 2004’te Husilerin isyan hareketiyle çatışmalar başlamışken 2005’teki ikinci çatışmalar doğrudan hükümetin politikaları sonucu gerçekleşmiştir. Bu çatışmayı ilkinden ayıran başka bir fark ise savaşın ilk çatışmaya göre daha geniş coğrafyaya yayılmasıdır. Çatışma Saada dışındaki ilçelere de yayılmışsa da yoğunluğu ilk çatışmaya göre daha düşük olmuştur. Bunun birkaç nedeni bulunmaktadır: İlki Husilerin ilk çatışmada mühimmatlarının büyük bir kısmını tüketmiş olmalarıdır. İkincisi 2004’teki çatışmalarda çok sayıda militan kaybetmeleridir. Son olarak ise iki savaş arasındaki zamanın kısalığı ve yeni bir çatışma için yeterince hazır olunmamasıdır. Yaşanan bu iki çatışmanın Saada şehrine getirdiği maddi ve manevi yıkım 2006’ya kadar bölgenin gerginlik içinde kalmasına neden olmuştur. Bu gerginlik ortamında iki tarafın karşılıklı olarak bir önceki çatışmadan sonra imzaladığı ateşkesin ihlal edilmesiyle ise üçüncü çatışma başlamıştır. Bu yeni çatışmada hem Husiler hem de Yemen hükümeti kabileleri yanlarına çekme yarışına girişmişlerdir. İki tarafın da kabileleri çatışma ortamına çekmesinin doğal sonucu olarak savaş daha şiddetli bir hale gelmiş ve daha geniş bir coğrafyaya yayılmıştır. Yaklaşan belediye ve cumhurbaşkanı seçimlerinden dolayı hükümet yetkilileri seçimlerin güven ortamında yapılması adına Şubat 2006’da karşılıklı ateşkes ilan etmiş ve çatışmalar durmuştur. Hükümet yetkilileri ateşkes anlaşmasına karşılık Husilerin birtakım isteklerini kabul etmek zorunda kalmıştır. Bunlar arasında Saada valisi ve hükümetteki bazı bakanların değiştirilmesi ile bazı 19 “‫ بتاريخ‬،‫ الجزيرة نت‬،”‫ الحوثيون تاريخ من الصراع المسلح‬26/03/2015 ‫ للمزيد انظر الرابط‬،: http://www.aljazeera.net/news/reportsandinterviews

/

391

392

/

Y E M E N İ Ç Ç AT I Ş M A S I V E H U S İ L E R İ N Y Ü K S E L İ Ş İ

Zeydi liderlerin serbest bırakılması bulunmaktadır.20 Ancak tüm bu istek ve şartların yerine getirilmesi ve ateşkesin imzalanması sorunun çözülmesi için yeterli olmamış ve kısa bir süre sonra yeni bir çatışma ortamına girilmiştir. Ülkede yapılan cumhurbaşkanı seçimlerinden sonra hükümet güçleri ile Husiler arasında Ocak 2007’de dördüncü çatışmalar başlamıştır.21 Yaşanan çatışmanın en önemli nedeni tekrar seçilen Ali Abdullah Salih’in Husilere seçimden önce verdiği tavizleri geri almak istemesidir. Yeni bir çatışma ortamının oluşması için sadece bahanelerin bulunması yetmiştir. Salih’in arzuladığı bahane ise 2007’nin başında eline geçmiştir. Cumhurbaşkanı Salih, Husilerin Yahudileri tehdit ettiğini öne sürerek çatışma ortamı yaratmış ancak Katar Emiri Hamad Sani’nin Yemen’i ziyaret etmesi ve iki kesim arasında ara buluculuk faaliyetleri sonucu 16 Haziran 2007’de çatışmalar son bulmuş ve yeni bir ateşkes anlaşması imzalanmıştır. Yine Katar’ın girişimleriyle iki taraf Katar’ın başkenti Doha’da bir araya gelerek kalıcı barış için müzakerelerin yapılmasına yönelik adımlar atmış ve bir anlaşma imzalanmıştır. Katar’ın Yemen’deki rolü o sırada Suudi Arabistan’ın Yemen’deki rolüne rakip sayılmıştır. Özellikle Suudi Arabistan Yemen hükümetini Husilere karşı destekledikten sonra Katar’ın Yemen’de yaşanan olaylardaki rolü ortaya çıkmıştır. Tüm gelişmelere ve görüşmelere rağmen hükümet güçleri ile Husi militanları arasındaki çatışmalar sonlanmamış ve Mart 2008’de tekrar alevlenmiştir. Çatışmaların tekrar başlamasındaki en temel neden iki tarafın da anlaşma şartlarına uymamasıdır. Bu beşinci çatışmada Husiler yeni cepheler açmak adına farklı bölgelerde de çatışma ortamı yaratmış ve buna bağlı olarak Saada’ya bağlı

20

‫ ص‬،‫ الحركة الحوثية في اليمن‬،‫ جواد صندل جازع‬21-22.

Christopher Boucek, “Yemen: On the Brink”, Carnegie Paper Series, Sayı: 110, (Nisan 2010), s. 7. 21

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

Benihuşeyş ilçesinde çatışmalar yoğunlaşmıştır.22 Bu girişime hükümetin tepkisi sert olmuş ve hemen Benihuşeyş’e müdahale ederek buradaki çatışmalara son vermiştir. Hükümetin bu hamlesiyle çatışmaların başkent San’a’ya sıçraması da engellenmiştir. Yemin hükümeti ile Husi milisleri arasındaki en sert çatışmalar Ağustos 2009’da başlamış ve Şubat 2010’a kadar devam etmiştir.23 Bu çatışmanın önceki çatışmalardan daha şiddetli olmasının sebebi Husilerin askeri açıdan daha güçlenmesi ve Yemen ordusunun da elinde bulunan silahları Husilere karşı kullanmasıdır. Yine bu çatışmanın diğer beşinden farkı ise yeni bir aktörün eklenmesidir. Bu son çatışmalarda Yemen ve Suudi Arabistan orduları birlikte hareket etmiştir.24 Riyad’ın bu savaşa katılmasının birkaç nedeni vardır: Bunlardan ilki Ali Abdullah Salih’in ülkedeki iktidarını sağlamlaştırmak ve ülke içinde İran destekli Husi ve Zeydilerin güçlenmesinin önünü kesmektir. İkinci sebep de Suudi Arabistan’ın Yemen ordusuna ülkesi üzerinden Husilere saldırması konusunda izin vermesinin bir sonucu olarak Husi milislerinin Arabistan’a yönelik havan topu ve taciz ateşi gibi saldırılar düzenlemesinin önüne geçmektir.25 Arabistan’ın bu iç çatışmalarda aşırı güç kullanımı ve sivillerin yaşadığı bölgelere yoğun saldırıları yüzlerce sivilin ölmesiyle sonuçlanmıştır.26 Aynı şekilde bölgede birçok yerleşim yeri yıkılmış ve birçok ev kullanılamaz hale gelmiştir. 22

Boucek, “Yemen: On the Brink”, s. 8.

“‫ بتاريخ‬،‫ الجزيرة نت‬،”‫ حروب الحوثيين الست رؤية تاريخية‬21/10/2010 ‫ للمزيد انظر الرابط‬،: http://www.aljazeera.net/news/reportsandinterviews, (Erişim tarihi: 11 Haziran 2018). 23

2009’da Husiler ile Yemen ordusu arasında yaşanan çatışmada Suudi Arabistan ilk olarak Yemen ordusuna lojistik destek veriyordu. Daha sonra Yemen ordusuna silah ve sınıra yakın topraklarını kullanmasına izin verdi. Husiler ise bunu öğrendikten sonra Suudi Arabistan’a yönelik saldırılarda bulundu. Buna karşılık Suudi Arabistan Yemen ordusuyla hareket ederek kara ve hava operasyonlarıyla savaşa doğrudan katıldı. 24

25 Serpil Açıkalın, Gamze Coşkun ve Sedat Laçiner, Yemen Dosyası: Fakirlik ve Terör Kıskacında Bir Ülke, (Usak Yayınları, 2010), s. 90-91. 26 Mehmet Ali Akyurt, “Yemen 2009”, Ortadoğu Yıllığı 2009, ed. Kemal İnat, Muhittin Ataman ve Cenap Çakmak, (Küre Yayınları, İstanbul: 2010) , s. 278.

/

393

394

/

Y E M E N İ Ç Ç AT I Ş M A S I V E H U S İ L E R İ N Y Ü K S E L İ Ş İ

Suudi Arabistan’ın savaşa katılması ve İran’ın Husi milislerini desteklemesi çatışmaların bölgesel bir hal almasına yol açmıştır. 2010’un başına kadar devam eden bu çatışmalar Arap Baharı rüzgarının Yemen’e sıçramasıyla 2004’ten beri süren çatışmaları da sonlandırmış ve hükümet ile Husiler arasındaki son çatışma olmuştur. 2004-2009 arasında Husi milisleri ile Yemen hükümeti arasında çıkan olaylar nihai olarak çözülemeyerek yarım kalmıştır. Bundan dolayı daha sonraki yıllarda Yemen’de iç savaş meydana gelmiştir.27 Yaşanan son savaşın üzerinden altı ay geçtikten sonra iki taraf da çatışmaların tamamen sona erdirilmesi adına faaliyetlere girişmişlerdir. Bu tarz girişimlerin başlamasında uluslararası kamuoyu ve kuruluşların Yemen hükümetine yönelik eleştirilerinin artması ve çatışmaların bitirilmesi konusunda baskı yapmasının büyük etkisi bulunmaktadır. Yine hükümetin Husi milisleri yerine ülkenin kuzey ve orta kesimlerinde etkinlik gösteren El-Kaide ile çatışmayı seçmesinin de bunda etkisi vardır. Ülke için asıl tehlikenin El-Kaide olduğu ve bu mücadelenin daha büyük önem arz ettiği yine uluslararası kuruluşlar tarafından hükümete bildirilmiştir. Ayrıca Husi milislerinin 2004’ten beri yaşanan çatışmalarda büyük kayıplar vermesi ve bunun sonucunda tükenme noktasına gelmesinin de çatışmaların sona erdirilmesinde rol oynadığı söylenebilir. Tüm bu bahsedilen konulardan dolayı iki taraf 10 Şubat 2010’da yirmi iki maddelik bir anlaşma metni imzalamıştır.28 Anlaşmanın başlıca maddeleri şunlardır: 27 Yemen’de Arap Baharı’yla şiddetlenen ayaklanmalar sonucunda Körfez İşbirliği Konseyi inisiyatifiyle Ali Abdullah Salih ve muhalifler arasında bir anlaşma imzalanmıştır. Bu anlaşmayla Ali Abdullah Salih görevini yardımcısı Abdurabbi Mansur Hadi’ye devretmiştir. Daha sonra Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin kararıyla kurulan Ulusal Diyalog Konferansı başarısız olmuş, ülkedeki milis grupların birbirleriyle çatışmasına devlet güçleri müdahale edememiştir. Böylece 2014’te iç savaş tam olarak başlamıştır. 28 Mehmet Ali Akyurt, “Yemen 2010”, Ortadoğu Yıllığı 2010, ed. Kemal İnat, Muhittin Ataman ve İsmail Numan Telci, (Açılım Kitap, İstanbul: 2011), s. 320.

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R



Ateşkesin etkin bir şekilde uygulanması, yolların açılması, mayınların temizlenmesi ve milislerin dağlardan inmesi



Husilerin ele geçirdiği il ve ilçelerden çekilmesi ve belediyecilik işlerine katılmaması



Husilerin savaş döneminde ele geçirdiği silah ve teçhizatın Yemen ve Suudi Arabistan yetkililerine teslim edilmesi



İki tarafın esirleri karşılıklı olarak serbest bırakması



Husilerin Yemen Anayasası dahilinde hareket etmeyi kabul etmesi



Husilerin Suudi Arabistan topraklarına yönelik saldırılarına son vermesi29

Husiler anlaşma metnini imzalamasına karşın esirlerin karşılıklı takası dışındaki hiçbir gerekliliği yerine getirmemiştir. Etkin olduğu bölgelerde belediyecilik faaliyetlerine karışmış, ele geçirdiği silahları da teslim etmemiştir. Özellikle ellerindeki silah ve askeri teçhizatın yardımıyla Husiler 2014’te başkent San’a’yı ele geçirmiştir.30 ARAP BAHARI DÖNEMİNDE HUSİLERİN DURUMU

17 Aralık 2010’da Tunus’ta Muhammed Bouazizi’nin iç ekonomik ve siyasi nedenlerden ötürü bedenini ateşe vererek başlattığı ülke içinde yaşanan büyük protesto gösterileri zamanla diğer Arap ülkelerine de sıçramış ve bu olaylar sonucunda askeri dikta rejimler yavaş yavaş yıkılmaya başlamıştır.31 Ancak bu gelişme ve protestolar ülkelerin durumuna göre değişiklikler arz etmiştir. Yine 29

،‫ الحوثيون ومستقبلهم العسكري و السياسي و التربوي‬،‫ الدغشي‬2013، ‫ص‬38-39.

21 Eylül 2014’te Husi milisler eski Cumhurbaşkanı Ali Abdullah Salih’in yardımlarıyla Yemen’in başkenti San’a’ya girip iktidarı ele geçirdiler. Bu tarihten sonra Yemen’in diğer şehirlerini almaya devam ettiler. 30

31

‫ اكتوبر‬،‫ المشهد اليمني بعد سقوط صنعاء‬،‫ محمد جميح‬2014 ‫م‬، ‫ ص‬1.

/

395

396

/

Y E M E N İ Ç Ç AT I Ş M A S I V E H U S İ L E R İ N Y Ü K S E L İ Ş İ

olaylar yaşanan ülkeye göre farklı isimlerle anılmıştır. Örneğin Bahreyn’deki olaylar “isyan” olarak anılırken diğer birçok ülkedeki olaylar “bahar” ve “devrim” şeklinde isimlendirilmiştir. Ülke içinde her noktayı kontrol eden bu diktatör rejimler yine de halkın bu ayaklanmasını engelleyememiş ve rejimlerinin yıkılmasına mani olamamıştır. Güvenliklerini askeri unsurlarla sağlayan bu rejimler yaşanan olaylara sert biçimde müdahalelerde bulunmuşsa da halkın iradesini kırmayı başaramamıştır. Halkın içinde var olan değişim arzusu ve protestoları bitirmeyi başaramayan bu dikta rejimler zaman içinde farklı bir yol izleyerek toplum içinde var olan dini ve mezhepsel farklılıkları kullanıp halk arasında düşmanlık ve çatışma yaratmaya çalışmıştır.32 Arap coğrafyasındaki bu olaylardan Yemen de 11 Şubat 2011’de nasibini almıştır. Halk otuz üç yıllık Ali Abdullah Salih iktidarına karşı sokaklara dökülmüş ve iktidarı bırakması için protesto gösterileri yapmaya başlamıştır. Yemen’deki ilk protestolar öğrenci ve hukukçular tarafından oluşturulmuş küçük gösteriler şeklinde ortaya çıksa da daha sonraki süreçte gösteriler daha kalabalık ve büyük kitlelerin katıldığı protestolara dönüşmüştür.33 İlk gösterileri fazla önemsemeyen Cumhurbaşkanı Salih gösterilere kitlelerin katılmasıyla sert önlemler almış ve yapılan müdahalelerde onlarca gösterici hayatını kaybetmiştir.34 Bu müdahalelere rağmen halk sokaklarda protesto gösterilerini sürdürmüşse de Tunus ve Mısır’da olduğu gibi dikta rejimi yıkılmamış ancak bir değişimle yetinilmiştir. Söz konusu durumda Körfez İşbirliği Konseyi’nin (KİK) müdahalesinin etkisi vardır. KİK’in Yemenlilere sunduğu çözüme göre Ali Abdullah

32 Ensar Muslu, “Yemen 2011”, Ortadoğu Yıllığı 2011, ed. Kemal İnat vd., (Açılım Kitap, İstanbul: 2012), s. 328. 33 Mehmet Salih Gün, “Yemen’de Arap Baharı”, Yasama Dergisi, Sayı: 22, (Eylül-Ekim-Kasım-Aralık 2012), s. 129.

‫ المركــز‬،‫ قطــر‬،‫ الطبعــة االولــى‬،‫ الثــورة اليمنيــة الخلفيــة و اآلفــاق‬،‫فــؤاد عبــد الجليــل الصالحــي‬ ،‫ العربي لألبحاث و دراسة السياسات‬2012، ‫ ص‬182. 34

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

Salih, yardımcısı Hadi’ye cumhurbaşkanlığını erken seçim yaparak teslim etmiştir.35 Husi hareketi Yemen’de yaşanan bu gösterilere ilk başta rağbet etmese de geniş halk kitlelerinin katılmasından sonra meydanlarda bulunmuş ve yaşanacak değişimden pay alma mücadelesine girişmiştir. Gösterilere Şebab Sumud grubu adı altında katılan Husiler solcu ve liberallerle birlikte hareket etmiştir. Ülke içinde yaşanan bu gelişmelere Suudi Arabistan liderliğinde KİK müdahalede bulunmuş ve olayların son bulması adına görüşmeler başlamıştır. Ancak diğer unsurların onay verdiği şartları Husiler kabul etmeyerek gösterileri sürdürmüştür. Hatta görüşmeler sırasında Husi lideri Abdulmelik Husi devrimin sonuna kadar gitmesi gerektiği ve alanlardan çekilmeyeceklerini bildiren açıklamalar yapmaktan geri durmamıştır. Abdulmelik’e göre bu tür bir anlaşma devrimin hiçbir şekilde gerçekleşmemesi anlamına gelmektedir. Bunun altında yatan temel sebep ise anlaşma metninde seçimlerin üç ay içinde yapılması ve seçimlere sadece Abdurabbi Mansur Hadi’nin katılacak olmasıdır.36 Anlaşma metninde meclisin yarısının muhaliflerden oluşturulması, geriye kalan kısmının ise Salih taraftarları tarafından doldurulması öngörülmüştür. Yani anlaşma metniyle görece bir değişim olsa da temelde eski rejimin farklı bir şekilde devam edeceği anlaşılmıştır. Bu sebeplerden anlaşma metnini kabul etmeyen Husiler 29 Mart 2011’de herhangi bir direnişle karşılaşmadan Saada şehrinin kontrolünü tamamen ele geçirmiştir. Rejim güçlerinin San’a’daki isyanla ilgilenmesi Husilerin elini güçlendirmiş ve çatışma olmadan şehrin kontrolü sağlanmıştır. Ülke içinde yaşanan bu kaos durumundan istifade eden bir diğer örgüt ise El-Kaide olmuştur. Bu süre zarfında El-Kaide ülkenin Ebyen ‫ المركــز العربــي لألبحــاث ودراســات‬،‫ قطــر‬،‫ المشــهد اليمنــي بعــد ســقوط صنعــاء‬،‫محمــد جميــح‬ ‫ اكتوبر‬،‫ السياسات‬2014، ‫ص‬2. 35

36

Muslu, “Yemen 2011”, s. 338-339.

/

397

398

/

Y E M E N İ Ç Ç AT I Ş M A S I V E H U S İ L E R İ N Y Ü K S E L İ Ş İ

şehrini ele geçirmiş ve zaman içinde ülkenin orta kesimlerinde hakimiyet kurmaya başlamıştır.37 HUSİLER-SELEFİLER ÇATIŞMASI

Bazı Arap ülkelerinde farklı mezhepler olduğu için toplum içerisinde mezhepsel ve dini çatışmaların sık yaşandığı görülmektedir. Özellikle Arap Baharı’ndan sonra bu çatışmalar daha fazla görülmeye başlamıştır. Diktatör Arap rejimleri bu süreci baltalamak için önceden göze batmayan dini farklılıkları gün yüzüne çıkarmıştır. Bu minvalde Yemen’de de çatışmaların başladığı görülmektedir. Zeydi Husiler ile Selefiler arasında 2010 itibarıyla çatışmalar çıkmıştır. Bu tarihten önce iki kesim arasında bir rekabet ve anlaşmazlık olsa da bu silahlı bir çatışmaya dönüşmemiştir. Ancak 2010’dan sonra iki tarafın birbirini hedef aldığı görülmektedir. 2012’de ise taraflar arasında şiddetli çatışmalar yaşanmış ve iki taraftan da kayıplar söz konusu olmuştur.38 Husiler ile Müslüman Kardeşler arasında 2014’te Amran şehrinde çatışmalar baş göstermeye başlamıştır. Özellikle 2014’te Amran ve San’a şehirlerinin alınması ve Suudi Arabistan’ın da olaya dahil olmasıyla tam bir mezhep çatışmasının yaşandığı döneme girilmiştir; bir tarafta Suudi Arabistan’ın desteklediği Selefi ve Sünni gruplar diğer tarafta da İran’ın arka çıktığı Zeydi Husiler. Ülkede var olan geniş silah stoku ve bu silahların milisler tarafından ele geçirilmesi yaşanan çatışmaların daha da şiddetlenmesini beraberinde getirmiştir. Özellikle Arap Baharı’nın Yemen’e sıçramasıyla birlikte hükümet bu halk ayaklanmasını bastırmak için hükümet taraftarı olan kabilelere silah tedarik etmiştir. Bu durum ülkedeki silahlanma oranını artırmış ve iç savaşın daha da şiddetlenmesine neden olmuştur. 37

Muslu, “Yemen 2011”, s. 339.

Ensar Muslu, “Yemen 2012”, Ortadoğu Yıllığı 2012, ed. Kemal İnat ve Muhittin Ataman, (Açılım Kitap, İstanbul: 2013), s. 307. 38

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

Yukarıda da değindiğimiz gibi özellikle 2014’te Husiler silah gücüyle iktidarı ele geçirdikten sonra çatışma ortamı giderek şiddetlenmiştir.39 İç müdahaleler dışında bölge ve bölge dışı aktörlerin müdahaleleri de yaşanan çatışmanın mezhepsel bir yapıya dönüşmesini hızlandırmıştır.40 Bu dış müdahaleler sonrasında Yemen vekalet savaşının yaşandığı bir alana dönüşmüştür. Bir tarafta Suudi Arabistan ve diğer Körfez ülkelerinin desteklediği Sünni Selefi gruplar diğer tarafta da İran ve onun savunduğu Şii ideolojiyi benimseyen Husi milisleri ve Zeydiler bulunmaktadır. Yemen de İslami akımların yaygın olduğu bir ülkedir. Mezhepsel dağılıma bakıldığı zaman toplumun yaklaşık yüzde 40’ını Zeydiler, kalan yaklaşık yüzde 60’lık kısmını da Sünniler oluşturmaktadır. Zikredilen bu iki mezhep yüzyıllar boyunca ülke içinde sorunsuz yaşamışlardır. Fakat son yüzyılda her türlü şiddeti benimseyen bazı radikal Sünni hareketlerin ortaya çıkması ülke içerisinde dinsel ve mezhepsel çatışmaların başlamasını da beraberinde getirmiştir. Bu radikal Sünni hareketlerin en ünlüsü Yemen’deki El-Kaide’dir. Örgüt ülkedeki Zeydileri gayrimüslim görmekte ve kendi inançlarını kabul ettirmek için silah taşımak dışında seçenekleri olmadığına inanmaktadır.41 Bu doğrultuda El-Kaide zaman zaman ülkedeki Zeydilere yönelik saldırılar gerçekleştirmiştir. Örneğin örgütün 20 Mart 2015’te başkent San’a’daki iki camiye yönelik gerçekleştirdiği saldırılarda en az 137 kişi ölmüştür.42 Kendilerine yönelik saldırılara karşılık Husiler de Yemen’deki Selefi ve Vehhabileri tehdit olarak görmüş ve silahlanmaya başlamıştır.

39

“،‫ مركــز درســات الشــرق األوســط‬:‫ االرن‬،‫ تقريــر فريــق األزمــات العربــي‬،”‫األزمــة اليمنيــة إلــى ايــن‬ 7 ‫ ص‬،‫م‬2015 ‫فبراير‬

40

“‫ تقرير الشرق األوسط رقم‬،”‫ اليمن نزع فتيل األزمة في صعدة‬86، 27‫ ويام‬2009، ‫ ص‬18.

“‫عدد‬،‫ تقرير اليمن‬،”‫ تقييم العنف المسلح في اليمن‬1 ‫ مايو‬2010 :‫ للمزيــد انظر الرابط‬، : www.yemen-ava.org, (Erişim tarihi: 11 Haziran 2018). 41

42

“Yemen’de Camilere IŞİD Saldırısı: En Az 137 Ölü”, BBC Türkçe, 20 Mart 2015.

/

399

400

/

Y E M E N İ Ç Ç AT I Ş M A S I V E H U S İ L E R İ N Y Ü K S E L İ Ş İ

Ayrıca Yemen’deki hükümetlerin siyasi çıkarları doğrultusunda mezhepsel çatışmaları kullanmaya çalışması El-Kaide gibi radikal grupların güçlenip gün yüzüne çıkmasına neden olmuştur. Yemen’de yayılmaya başlayan Sünni radikal hareketlere karşı Şii dini hareketler ortaya çıkmıştır. Yemen’de Husilerin ayaklanmasının nedenlerinden biri de bu Sünni –özellikle de Selefi ve Vehhabi– akımların yaygınlaşmasını engellemektir. Yemen’in modern tarihinde birkaç savaş olmuştur. Bu savaşlar genel olarak mezhepsel, bölgesel ve ideolojik hedefler taşımıştır. Bu savaşların başlangıcı 26 Eylül 1962’de Zeydi Krallığı’na karşı gerçekleştirilen devrimdir.43 Bu savaşın sonucunda Yemen’de, Osmanlı’dan sonra yönetimi elinde bulunduran Zeydi devleti son bulmuş ve cumhuriyet ilan edilmiştir. Bugün Yemen’de yaşanan savaşın kökenleri farklı olmasına rağmen o dönemde yaşanan değişimin etkisi de söz konusudur. Bununla birlikte farklı dini mezhepleri savunan bölge ve bölge dışı aktörlerin dışarıdan etkisi de ülkede yaşanan iç savaşta önemli rol oynamaktadır. Özellikle bölge ülkelerinden İran 1979 İslam Devrimi’nden sonra bölgeye devrim ihraç politikası benimsemeye başlamıştır.44 Humeyni döneminin en önemli gayelerinden olan devrim ihraç politikasının ilk hedefi Şiilerin yaşadığı bölgelerdir. İran aynı zamanda Vehhabiliğin yayılışını engellemek adına Yemen ve Körfez ülkelerinde Husileri bir araç olarak kullanmak istemiştir. Bunun temel nedeni ise İran’ın devrim ihracı politikasının önündeki en büyük engellerden birinin Vehhabi inanışı olmasıdır. Yemen’in kuzey şehirlerinde Zeydilerin yüzde 40’a yakın bir nüfusa sahip olması Yemen’in hedef ülke olarak seçilmesinin temel sebeplerindendir.45 :‫ صنعــاء‬،‫ الحوثيــة فــي اليمــن و األطمــاع المذهبيــة فــي ضــل التحــوالت الدوليــة‬،‫مجموعــة باحثيــن‬ ‫ مركز الجزيرة العربية للدراسات و‬2008‫م‬، ‫ ص‬24. ،‫البحوث‬ 43

،‫ دار النشــر مجهــول‬،‫ محــركات السياســة الفارســية فــي منطقــة الخليــج العربــي‬،‫عــادل علــي عبــدهلل‬ ‫ نوفمبر‬2008، ‫ ص‬47–48. 44

‫ المركــز العربــي‬، ‫ الحــرب األهليــة فــي اليمــن صــراع معقــد وآفــاق متباينــة‬،‫الكســندر مترســكي‬ ،‫ الدوحة‬،‫ قطر‬،‫ لألبحاث و دراسا السياسات‬2014، ‫ ص‬4. 45

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

İlk hedef noktası olarak ise İran gibi 12 İmam inanışını benimseyen ve ülke içinde yüzde 2 gibi bir orana denk gelen Zeydiliğin Carudiye koluna mensup Husiler seçilmiştir. Çünkü Yemen’deki Zeydiler İmamet konusunda diğer Şii gruplardan ayrılırlar. Zeydi anlayışına göre İmam –İsmailiye ve Caferiye’den farklı olarak– masum değildir ve dini konulardaki hakimiyeti sorgulanabilir.46 Zeydi İslam anlayışı temelde akılcı bir görünüm arz eder, şeriata bağlıdır, mistik ve vecd gibi doğaüstü saydığı konuları reddeder. Zeydiliğin İmamet anlayışına bakılacak olursa onlar ilk üç halifeyi tanırlar. Ondan sonraki imamların Hz. Hasan ve Hüseyin’in soyundan gelmesi gerekmektedir. Sadece Hz. Peygamber’in (a.s.m.) soyundan gelmesi yetmez ayrıca imamın gerçek bilgiye sahip olması ve içtihat yapabilen alim kişi niteliği taşıması elzemdir.47 Bu bağlamda Zeydiler fıkıh olarak genelde Sünniliğe –özellikle Hanefiliğe– en yakın Şii grubudur. Husiler Sadaa şehrini tamamen ele geçirdikten sonra 2010’da iki taraf arasında ilk silahlı çatışmalar yaşanmıştır. Selefilerin Zeydilerin bulunduğu Sadaa ilinde Yemen’deki en büyük merkezi açması ve burada Selefiliği yayma istekleri çatışmaların çıkmasını tetikleyen unsurlardan biridir. İlk olayın ortaya çıkmasının nedeni Selefi akımının lideri Hacuri’nin Husilere karşı benimsediği düşmanca tavırdır. Bu ilk çatışma hızlı bir şekilde bitmiş olsa da kısa bir süre sonra aynı yılın ikinci yarısında taraflar tekrar çatışmaya başlamıştır. Yemen hükümeti ise tarafsız kalmayı seçmiş ve çatışmanın son bulması adına herhangi bir girişimde bulunmamıştır. 2012 başında Husiler Sadaa ilinde Selefilerin Yemen’deki en önemli merkezinin de bulunduğu Damac bölgesini kuşatmıştır. Burada Husiler ve Selefiler arasında çatışmalar olmuştur. Ça46 M. Wilferd, “Zeydilik ve Tasavvuf ”, çev. S. Çiftçi, Uludağ Üni. İlahiyat Fak. Dergisi, Cilt: 9, Sayı: 9, (2000), s. 775. 47 Yusuf Gökalp, “Zeydilik ve Yemen’de Yayılışı”, (Yayımlanmamış Doktora Tezi, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara: 2006), s. 75.

/

401

402

/

Y E M E N İ Ç Ç AT I Ş M A S I V E H U S İ L E R İ N Y Ü K S E L İ Ş İ

tışmalarda birçoğu Damac merkezinde okuyan yerli ve yabancı olmak üzere 41 öğrenci hayatını kaybetmiştir. Bölgede söz sahibi olan Haşid kabilesinden Şeyh Hüseyin Ehmar’ın ara buluculuk faaliyetleri sonucu ateşkes gerçekleşmiştir. Ateşkese rağmen bu anlaşma Husiler tarafından sık sık ihlal edilmiştir. Bunun sonucunda iki taraf arasında aynı yılın Ekim’inde şiddetli çatışmalar yeniden başlamıştır. Bu çatışmalar sadece Damac bölgesinde olmamış aynı zamanda Sadaa, Al Cavif, Amran ve San’a’nın bazı bölgelerinde de yaşanmıştır.48 Çatışmalarda Yemen’deki kabilelerin bir kısmı Husileri desteklerken bazı kabileler de Selefilere destek vermiştir. Kabilelerin de taraf tutmasıyla çatışmaların dozajı giderek artmıştır. Savaşın kazananı Husiler olmuştur. Çünkü Selefiler arasında büyük dini farklılıklar mevcut olduğundan Husiler gibi tam bir birlik oluşturulamamıştır. Hatta bu çatışmalarda Muhammed İmam Zamar ilindeki Maber bölgesinde bulunan Selefilik merkezi liderlerindenden bazıları bu savaşta tarafsız kalmayı tercih etmiştir. Bunun yanında Husilerin orduyla çatıştığı dönemde ele geçirdiği ağır silahları bu çatışmalarda kullanmasının da galip çıkmasında büyük payı vardır. Husilerin Yemen’de hızlı ilerlemesi El-Kaide’nin bu ülkede sahneye çıkmasında önemli bir rol oynamıştır. Özellikle Yemen hükümetinin Husilerin ilerleyişine karşı koymaması El-Kaide’nin kendisini Yemen’deki Sünnilerin koruyucusu olarak sunmasını beraberinde getirmiştir. Bundan sonraki süreçte El-Kaide Yemen dışından bazı kişileri Sünnileri koruma bahanesiyle bu ülkeye göndermeye başlamıştır. El-Kaide’nin de bu şekilde aradan sıyrılmasıyla Yemen tam bir mezhep çatışmasının alanı olmuştur.49 Eğer Yemen hükümeti Husilerin ilerlemesine göz yummayıp çabuk bir şekilde olaylara müdahale etmiş olsaydı belki de Yemen’de bugün olduğu gibi ، ‫ الســلفية فــي اليمــن مدارســها الفكريــة و مرجعيتهــا العقائديــة و تحالفاتهــا السياســية‬، ‫الدغشــي‬ 2014 ، ‫ ص‬97-98.

48

49

‫ اكتوبر‬،‫ المشهد اليمني بعد سقوط صنعاء‬،‫ محمد جميح‬2014 ‫م‬، ‫ ص‬14.

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

Husiler, El-Kaide ve DEAŞ’ın bu denli güçlenmesi önlenebilirdi. Fakat Yemen hükümetinin ülkede meydana gelen olaylardan uzak kalmayı seçmesi istikrarsızlığın artmasına ve bu istikrarsız ortamda terör örgütlerinin güçlenmesine yol açmış ve böyle bir zeminin oluşmasını beraberinde getirmiştir. Husiler San’a’yı 2014’te kısa bir sürede ele geçirdikten sonra DEAŞ bu şehirdeki Husilere ait iki camide canlı bomba eylemi gerçekleştirmiştir.50 Bu canlı bomba eyleminden sonra Husiler de El-Kaide’nin elinde bulunan Yemen’in orta bölgelerine geçerek bu terör örgütüyle mücadele etmeye başlamıştır. Söz konusu terör örgütleri DEAŞ ve El-Kaide de Husilere karşı aynı hedefleri benimsemişlerdir. HUSİLERİN İKTİDARI ELE GEÇİRMESİ

Husiler Damac bölgesinde Selefileri 1 Ağustos 2013’te yendikten ve Selefileri bölgeden göç ettirdikten sonra Amran ilinde bulunan Haşid kabilesine doğru ilerlemeye başlamıştır. Bu ilerleme sırasında Husiler ile Haşid kabilesinin liderleri arasında şiddetli çatışmalar olmuştur. Fakat eski Cumhurbaşkanı Ali Abdullah Salih, Haşid kabilesinde bulunan taraftarlarını kullanıp Husilere yardım etmiştir.51 Husiler, Salih’in bu yardımları sayesinde Haşid kabilesini yenmiş ve Amran iline doğru ilerlemeye devam etmiştir. Ancak Amran’ın Husiler tarafından ele geçirilmemesi için hükümete bağlı askerler müdahalelerde bulunmuştur. Burada da Ali Abdullah Salih devreye girmiş, kendisine yakın generaller üzerinden orduda çatlaklar oluşturmuş ve Husilerin Amran’a girmesini kolaylaştırmıştır. Ordu içinde sadece Müslüman Kardeşler’e mensup asker ve generaller Husilere karşı direnmiş ve çatışmıştır.

50 “‫”مقتل وجرح العشرات في تفجير مسجدين للحوثيون‬، ‫ بتاريخ‬،‫ الجزيرة نت‬20/03/2015، ‫ للمزيد انظر الرابط‬: http://www.aljazeera.net/news/arabic, (Erişim tarihi: 11 Haziran 2018). 51

‫ ص‬4.

“‫”اليمن بعد العاصفة‬، ‫المركز العربي لألبحاث و دراسات السياسات‬، 2015،‫ ابريل‬25 ،‫ الدوحة‬،‫قطر‬

/

403

404

/

Y E M E N İ Ç Ç AT I Ş M A S I V E H U S İ L E R İ N Y Ü K S E L İ Ş İ

Yine ordu içinde var olan bazı görüş farklılıkları da Husilerin işini kolaylaştıran faktörlerdendir. Husilerin Amran’a doğru ilerlemesinin temel nedeni burada varlık gösteren Müslüman Kardeşler’i şehirden tamamen çıkarmaktır.52 Amran şehrinde Husiler ve onları destekleyen kabileler ile Müslüman Kardeşler arasında yaşanan çatışmalar sonucu Husiler 9 Temmuz 2014’te şehri ele geçirmiştir. Yaşanan çatışmalarda her iki taraftan 200 kişi hayatını kaybetmiş, binlerce kişi yaralanmış ve 10 bin kişi evlerini terk etmek zorunda kalmıştır. Amran şehrinin Husiler tarafından alınmasından sonra bölgede bulunan Yemen ordusuna ait hafif, orta ve ağır silahlar da ele geçirilmiştir. Bunlar arasında 50 tank, 800 Katyuşa füzesi ve birçok hafif silah bulunmaktadır. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) 11 Temmuz 2014’te Amran’daki bütün silahlı grupların şehirden çıkması gerektiğini ve ele geçirdikleri bütün askeri mühimmat ve silahları hükümete geri teslim etmesini söyleyen bir karar çıkarmıştır.53 BMGK’nin bu kararından sonra Cumhurbaşkanı Hadi tarafından görevlendirilen bir grup Amran’a giderek Husilerle bir ateşkes imzalamıştır. Şehrin hükümete teslim edilmesi konusunda anlaşma imzalanmasına rağmen Husiler bu anlaşmaya uymamış, şehirden geri çekilmemiş ve ateşkes anlaşmasını da ihlal etmiştir. Husilerin farklı bölgelerde cephe açmalarının temel nedeni 18 Mart 2013’te San’a’da düzenlenecek milli diyalogda daha etkili olabilmektir. Husiler KİK’in Arap Baharı ile ilgili olan barış haritasını kabul etmemeleri ve hükümete karşı gösteri yapmayı sürdürmelerine rağmen milli diyaloğa katılmıştır. Söz konusu görüşmelere daha etkin katılma arzusundan dolayı çok geniş bir coğrafyayı ele geçirmeye çalışmıştır. Bunun nedeni milli diyalogda Yemen’in altı 52

‫ المشهد اليمني بعد سقوط صنعاء‬،‫ جميح‬، ‫ ص‬5.

“‫”بعد عاصمة القبائل عمران هل يسعى الحوثيون للسيطرة على صنعاء‬،‫المركزالعربيلألبحاثودراساتالسياسات‬ ، ‫ يوليو‬،‫ الدوحة‬،‫ قطر‬2014 ، ‫ ص‬2. 53

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

bölgeli bir federasyon olarak ayrılması meselesinin ele alınmasıdır. Elindeki şehirlerin denize kıyısının olmaması ve yer altı kaynaklarının bulunmamasından dolayı Husiler daha farklı bölgeleri de kontrolü altına almak istemiştir. Bundan dolayı Husiler altı bölgenin haritasının milli diyalogda değiştirmesi bakan Hacca şehrinin kendilerine verilecek bölgeye eklenmesini çok istemiştir.54 Amran şehrinin Husiler tarafından ele geçirilmesi Yemen hükümeti için yıkımın başlangıcı olmuştur. Çünkü Husiler Amran’a girdiği zaman daha fazla taraftar ve silah elde etmiştir. Aynı zamanda Amran San’a’ya en yakın il olduğundan Yemen’in başkenti de Husi tehlikesi altına girmiştir. Husiler’in ilk önce en büyük düşmanları Selefileri Sadaa’da, sonra Amran’da Haşid kabilesini ve son olarak da diğer düşmanı Müslüman Kardeşler’i yenerek neredeyse tüm düşmanları üzerinde üstünlük sağlaması San’a’ya yönelmesini de kolaylaştırmıştır. Eğer bu iki grup devre dışı bırakılmasaydı Husilerin San’a’ya yönelmesi düşünülemezdi. Çünkü bu iki grup Husilerin ilerlemesini yıllarca engellemiştir. Bu iki grubun –özellikle de Amran ilinde bulunan Müslüman Kardeşler’in– devreden çıkarılması sonucu Husiler rakipsiz kalmış ve başkente doğru harekete geçmiştir. SAN’A’NIN ELE GEÇİRİLMESİ

Husiler Amran şehrini ele geçirdikten bir ay sonra Ulusal Birlik Hükümetinin petrol ürünlerine eklediği zamma yönelik gösteriler düzenlemiştir.55 Aynı zamanda Ulusal Birlik Hükümetinin istifa etmesini istemiştir. Husiler tarafından iki gün gösteri yapıldıktan sonra Cumhurbaşkanı Hadi iki seçenek sunmuştur: Ya bir koa54

‫ اكتوبر‬،‫ المشهد اليمني بعد سقوط صنعاء‬،‫ محمد جميح‬2014 ‫م‬، ‫ ص‬9.

Arap Baharı sürecinde Yemen’e sıçrayan şiddet olaylarını dindirmek isteyen KİK bir teklif sundu. Teklif Cumhurbaşkanı Salih’in yetkilerini yardımcısı Abdurabbi Mansur Hadi’ye devretmesi ve muhalefet parti liderlerinden en az biri başkanlığında geçici hükümetinin kurulmasını içeriyordu. Kurulan bu hükümet Ulusal Birlik Hükümeti adı altında toplandı. 55

/

405

406

/

Y E M E N İ Ç Ç AT I Ş M A S I V E H U S İ L E R İ N Y Ü K S E L İ Ş İ

lisyon hükümeti kurulur ve yeni kurulan hükümete dahil olunur ya da askeri müdahale gerçekleşir. Fakat Husiler Hadi’nin verdiği seçenekleri ciddiye almamış ve gösteri yapmayı sürdürmüştür. Aynı zamanda Husiler başkenti kuşatmakla da tehdit etmiştir. Husiler Cumhurbaşkanı Hadi’nin çözümlerini kabul etmeyince 23 Ağustos 2014’te koalisyon hükümetinin başbakanı Müslüman Kardeşler’e mensup Muhammed Salih Basunduva istifa etmiştir. Buradaki amaç ülkede iç savaş çıkmasıdır. Çünkü Cumhurbaşkanı Hadi Husilerin lideri Abdulmelik Husi’yi net bir şekilde uyarmıştır. Buna rağmen Husi silahlı gruplarının San’a’yı kuşatarak Yemen ordusunun karşısına çıkması ülkede geniş bir coğrafyada savaşı istemesi anlamını taşımıştır. Ulusal Birlik Hükümeti istifa ettikten on iki gün sonra 5 Eylül 2014’te petrol ürünlerine gelen zammın azalmasını ve eski fiyatların uygulanmasını Husiler bahane olarak kullanıp San’a’da ve Yemen’in kuzeyindeki şehirlerin merkezlerinde büyük gösteriler düzenlemiştir. Başkent San’a’nın giriş ve çıkışlarında bulunan yollar kesilip buralarda ve San’a’daki bakanlık binalarının yanında çadırlar kurulmuştur.56 Husiler Arap Baharı sürecinde diktatör rejimleri iktidardan indirmek için kullanılan teknikleri bu sefer Yemen’deki Hadi hükümetini sonlandırmak amacıyla devreye sokmuştur. Husiler Başbakanlık binasının yanında gösteri yaptıklarında polis tarafından Husilere mensup yedi kişi öldürülürken taraftarları hükümete karşı çıkmak üzere hazır beklemiştir. 15 Eylül 2014’te Husiler hükümet ile diyalog kanalını kapatıp başkentteki devlet kurumlarını basmak için Yemen’in diğer şehirlerinden taraftarlarını San’a’ya toplamaya başlamıştır. Yemen hükümeti ise Husiler’i İran’dan gelen talimatlarla hareket ederek ülkedeki ekonomik krizden dolayı oluşan halk şikayetlerini kendi çıkarları doğrultusunda kullandığı gerekçesiyle suçlamıştır. 56

‫ اكتوبر‬،‫ المشهد اليمني بعد سقوط صنعاء‬،‫ محمد جميح‬2014 ‫م‬، ‫ ص‬7.

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

San’a’nın kuzeyinde 20 Eylül 2014’te Yemen ordusu ile Husiler arasında silahlı çatışmalar başlamıştır. Çatışmalar San’a’nın kuzeyinde bulunan İman Üniversitesi ve Yemen’in resmi televizyon binalarının yanında yaşanmıştır.57 Cumhurbaşkanı Hadi de Müslüman Kardeşler’e mensup askeri danışmanı General Ali Muhsin Ehmar’a Husilerle savaşması ve San’a’nın kuzey tarafındaki Husileri durdurması için emir vermiştir. Fakat Ehmar’a Savunma Bakanlığından silah yardımı gelmeyince ve Cumhurbaşkanı Hadi hava kuvvetlerini kullanmasına izin vermeyince General Ehmar kendisine ve Islah Partisi’ne tuzak kurulduğunu anlayıp cepheden çekilerek Suudi Arabistan’a kaçmıştır. Çünkü eğer Müslüman Kardeşler Husilere karşı savaşa katılsaydı başkent sokaklarında büyük çatışmaların fitili ateşlenecekti. Böylelikle hem koalisyon hükümeti içinde yer alan Müslüman Kardeşler devre dışı kalacak hem de devleti sık sık rahatsız eden bir silahlı grup Husi hareketi epey zayıflamış olacaktı. Sonuçta ise Husiler ve Müslüman Kardeşler’in birbirlerini etkisiz hale getirdikleri bir savaşın akabinde Hadi taraftarları ülkeyi rakipsiz bir şekilde yönetme fırsatını yakalayacaktı. Hadi ve taraftarlarının planı başarılı olmamış ve Müslüman Kardeşler çatışmaya katılmamıştır. Eski Cumhurbaşkanı Ali Abdullah Salih ordudaki taraftarlarını kullanarak Husilere yardım etmiş ve Husilerin San’a’nın tamamını 21 Eylül 2014’te ele geçirmesini sağlamıştır.58 Husiler başkenti aldıktan sonra Cumhurbaşkanı Hadi ile Birleşmiş Milletler’in Yemen’deki temsilcisinin katılımıyla bir anlaşma imzalanmıştır.59 Anlaşmaya göre Husiler protestolarını bitirecekler ve petrol ürünlerine eklenen zam kaldırılarak eski fiyatlar uygulanacaktır. Aynı zamanda –Husiler dahil– halkın bü57 “‫ ”الحوثيون يسطرون على مبنى تلفزيون اليمن ويوقفون بثة‬، ‫ الجزير نت‬، ‫ بتاريخ‬20/09/2014، ‫ للمزيد انظر الرابط‬: http://www.aljazeera.net/news/arabic, (Erişim tarihi: 11 Haziran 2018).

‫ تقريــر وحــدت تحليــل السياســات فــي المركــز العربــي‬،”‫مــاذا يعنــي ســقوط صنعــاء بيــد الحوثيــون؟‬ ‫ سبتمبر‬،‫ الدوحة‬،‫ قطر‬،‫ لألبحاث و دراسات السياسات‬2014، ‫ص‬1. 58

59

‫ سبتمبر‬،”‫ “ماذا يعني سقوط صنعاء بيد الحوثيون؟‬2014، ‫ ص‬2.

/

407

408

/

Y E M E N İ Ç Ç AT I Ş M A S I V E H U S İ L E R İ N Y Ü K S E L İ Ş İ

tün temsilcilerini içeren koalisyon hükümeti kurulacaktır. Husiler Cumhurbaşkanı Hadi ile söz konusu anlaşmayı imzaladıktan sonra Hadi’yi San’a’daki evinde kontrol altına almıştır. Daha sonra Damar, İbb, Hudeydde, Beyda ve Taiz şehirleri ele geçirilmiştir. Beyda’ya girilirken ise şehirdeki El-Kaide ile şiddetli çatışmalar yaşanmış ancak kazanan Husiler olmuştur. Taiz’e girilmesinden kısa bir müddet sonra şehir halkının büyük bir direnişiyle karşılaşılmıştır. Husiler Şafii mezhebine tabi olan şehirlere girdiklerinde de halk onlara karşı çıkmıştır. Fakat Zeydi şehirlerindeki halk Yemen devletine karşı Husilere yardım etmiştir. SONUÇ

Osmanlı devleti Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra 1918’de Yemen’den çekilmiştir. Bu tarihten sonra Zeydi bir imam olan İmam Yahya ve oğlu İmam Ahmet 1962’ye kadar ülkenin kuzeyini yönetmiştir. 26 Eylül 1962’de dönemin Mısır Başbakanı Cemal Abdulnasır’dan destek alan cumhuriyetçiler Zeydi İmamlara karşı bir devrim gerçekleştirerek ülkeye cumhuriyet sistemini getirmiştir. Ülke monarşiden cumhuriyete geçtikten sonra Yemen’deki cumhuriyetçiler tarafından Zeydilere karşı şiddetli baskı politikaları uygulanmıştır. Bu politikalar sonucunda 2004’te Hüseyin Bedreddin Husi liderliğindeki Husiler Yemen hükümetine karşı ayaklanarak isyan başlatmıştır. 1962’den 2011’e kadar Yemen’de Zeydilerin kendi inançlarını serbest bir şekilde yaşamasına izin verilmemesi bu isyanın en temel sebebi olarak görülebilir. 80 ve 90’larda Suudi Arabistan’dan Yemen’e –özellikle Husilerin kontrolünde olan Sadaa şehrine– Selefiliğin ihraç edilmesi söz konusu olmuştur. Zeydiler bu durumdan rahatsızlık duymuştur. Selefiler tarafından açılan din merkezlerine karşı Zeydi düşünceye dayalı din merkezleri Zeydiler (Husiler) tarafından kurulmuştur. Söz konusu kutuplaşma iki grup arasındaki rekabetin giderek artmasına neden olmuştur. Yemen’deki bu rekabet sonucu Zeydiler ve

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

Selefiler arasında 2012’de silahlı çatışmalar yaşanmıştır. Husilerin Yemen ordusuyla 2004-2010 arasında altı kez savaş tecrübesi Selefilere karşı girdikleri savaşta ellerini güçlendirmiştir. Bu durum Husilerin Sadaa şehrinin Damac ilçesindeki Yemen’in en güçlü Selefi grubunu yenmelerini de sağlamıştır. Yenilgi sonrası Selefilerin Damac’taki merkezi kapatılmıştır. Husiler daha sonra Sadaa’nın yanında bulunan Amran şehrine ilerlemeye devam etmiştir. Hükümet ve diğer siyasi kitlelerin Arap ayaklanmalarının Yemen’e sıçramasıyla meşgul olmaları Husi hareketinin ülkede güvenlik boşluğundan faydalanmasına sebebiyet vermiştir. Husiler Arap ayaklanmalarına katılmalarının yanında Yemen’in kuzeyinde bulunan şehirlerde ayaklanma faaliyetlerini artırmıştır. Bu sebeple Husiler Arap ayaklanmalarıyla birlikte Yemen’de daha çok güçlenmiştir. Aynı zamanda Yemen hükümetinin Husiler ile Selefiler arasındaki çatışmalarda tarafsız bir politika izlemesi Husiler için pozitif bir işaret olarak görülmüştür. Öyle ki Husiler Sadaa şehrinin yanında bulunan Amran’a da ilerlemiştir. Ayrıca Islah Partisi üyelerinden intikam almak amacıyla Genel Halk Kongre Partisi üyelerinin bir kısmı ve Yemen’in eski Cumhurbaşkanı Ali Abdullah Salih Husilere gizlice destek vermiştir. Bu sebeplerden dolayı Husiler çok hızlı bir şekilde başkent San’a’yı kontrolleri altına alıp Aden dahil olmak üzere güneydeki birçok şehri ele geçirmiştir.

/

409

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

DEVRİMDEN PARÇALANMAYA LİBYA’DA DDSA’LAR EMRAH KEKILLI* GİRİŞ

“Devlet dışı silahlı aktör” (DDSA) kavramının Güney Pasifik ve Arap dünyasındaki kriz alanları için izah edici niteliğinin siyaset bilimi, uluslararası ilişkiler ve güvenlik bilimleri literatüründeki yeni çalışmalarla özellikle son yıllarda tartışmaya açıldığı fark edilmektedir. Bu tartışmalar Libya örneğindeki güvenlik yapıları ve bu yapıların sunduğu güvenlik kompleksinin (mimarisi) anlaşılması için yeni imkanlar sunmaktadır. DDSA’nın içinde anlam kazandığı kavram kümesine göre devlet denildiğinde Vestfalya tarzı bir devlet, devlet dışı denildiğinde ise bu devletin hakimiyet ilan ettiği coğrafyada ortaya çıkan silahlı bir aktörün egemenlik iddiasında bulunması ve yarı devlet gibi davranması kastedilmektedir. Ancak makalenin konu edindiği Libya örneğinde Vestfalya tarzı devlet tanımlaması izah edici olmadığı gibi silahlı grupların neredeyse tamamı devlet çatısı altına girerek devletin kendilerine verdiği güvenlik rütbeleriyle hareket etmektedir. Bu nedenle söz konusu gruplar için DDSA tanımı yapmanın zor olduğu söylenebilmektedir. Devrim öncesinde Kaddafi’nin 70’lerin ortalarından itibaren tedricen uygulamaya koyduğu “Cemahiriye” adlı üçüncü dünyacı siyasal sistemin modern devlet tanımları ve modern devletin ekonomik ve siyasi teamülleri ve kurumlarını içermeyen bir düzeni ortaya koyduğu görülmektedir. 2011’de Libya devriminin gerçekleşmesiyle devrimci aktörler modern devlet kurumları yerine Vestfalya devlet tarzına göre kaos denilecek bir yapıyı dev* Araştırmacı, SETA Dış Politika Araştırma Direktörlüğü

/

411

412

/

D E V R İ M D E N PA R ÇA L A N M AYA L İ B YA’ DA D D S A’ L A R

ralmıştır. 2011, 2012 ve 2013’te devlet inşasına yönelik adımlar Vestfalya tarzı bir yapıdan ziyade “melez bir siyasi düzen” ortaya çıkarmıştır. Halife Haftar’ın darbe girişimi sonucunda ülkedeki melez siyasi yapı kendi içinde parçalanarak meşruiyet iddiasında bulunan üç rakip parlamento ve hükümet ortaya çıkmış ve siyaset literatürünün ürettiği kavramların izah etmekte güçlük çektiği bir durum belirmiştir. Bu nedenle devletin kendisi de “dışı” da tartışmalı hale gelmiştir. Bu makale Libya’daki güvenlik yapısının DDSA tanımlamasına imkan vermediğini, bunun yerine “melez siyasi düzen” ve “melez teşekküller” kavramlarının kullanılmasının daha uygun olacağını ileri sürmektedir. Avustralya Barış ve Çatışma Merkezi araştırmacılarının Güney Pasifik ülkelerinde yaptığı saha araştırmalarına dayanarak geliştirdiği “melez siyasi düzen” kavramı “zayıf devlet”, “kırılgan devlet” ve “devlet dışı aktörler” ya da “devlet inşası” kavram kümesine eleştirel bir bakış açısı sunmaktadır. Yazar tarafından oldukça yerinde bulunan bu eleştiri ve önerilerden hareketle geliştirilen bakış açısıyla makalede Libya’da 2011 devrimi sonrasında ortaya çıkan Libya Zırhlı Birlikleri (LZB), Yüksek Güvenlik Konseyi (YGK), Onur Operasyonu, Libya Şafağı, Çelik Gövde ve Başkanlık Muhafız Alayı (BMA) gibi askeri yapılar değerlendirilmektedir. Muharip unsurları açısından az sayıda subayın silahlı devrimcileri komuta ettiği bu yapılar siyasi açıdan çeşitli devlet kurumlarının çatısı altına girmekle beraber devlet hiyerarşisi içinde tamamıyla bir emir komuta zincirine tabi olmamıştır. Bunun yanında yerel, bölgesel ve uluslararası çeşitli ittifaklar silsilesi içinde yer alarak siyasi aktörlere dönüşmüşlerdir. Haftar’ın komuta ettiği Onur Operasyonu örneğinde görüldüğü üzere bir darbe girişiminde bulunularak yönetime el konmak istenmiş, daha sonra resmi olarak yeni seçilen Meclis tarafından yetkilendirilmiş ve fiiliyatta Meclisin üzerinde bir eylem tarzı ortaya konulmuştur.

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

DDSA VE MELEZ TEŞEKKÜLLER

DDSA kavramı üzerinden Libya’daki güvenlik sektöründe var olan kriz alanlarını izah etmek pek mümkün görünmemektedir. Libya’da güvenlik sektörü kurumları ve bu kurumlar dışındaki silahlı aktörlerin “devlet dışı aktörler” kavramsallaştırması çerçevesinde değerlendirilip değerlendirilemeyeceği sorusu etrafında yapılabilecek bir siyaset teorisi tartışması bu makalenin sınırlarını aşmaktadır. Ancak “devlet” ve “devlet dışı aktörler”e ilişkin literatüre bakıldığında kullanılan kavram kümesi Libya’daki durumu izah için elverişsizdir. Konunun uzmanları tarafından DDSA’nın 21. yüzyılda Vestfalya tarzı devlete en büyük meydan okuma olduğu ifade edilmektedir.1 Hal böyle olunca “devlet” kavramının kullanımı Vestfalya tarzı devlete atıfta bulunmaktadır. Bu durumda DDSA “zayıf ve kırılgan” devlet formlarında ortaya çıkmaktadır. “Zayıf ve kırılgan” devlet Vestfalya tarzı devletin gerçekleştirmesi öngörülen bazı fonksiyonları yerine getirememesi durumunda kullanılan bir kavramdır. Modern anlamda “devlet” meşruiyete sahip, güvenlik ve sosyal hizmetler gibi konularda yeterli olan, devletin çıkarlarını birey ya da gruplarınkine önceleyen kapsayıcı bir yapı olmalıdır. Belirtilen noktalardaki sorunlar (kitabın birinci kısmında türevlerinin ayrıntılı şekilde tartışıldığı üzere) DDSA’nın ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Ancak Libya örneğinde Vestfalya tarzı devletten söz edilemeyeceği gibi “devlet dışı aktörler” literatüründe tanımlanan aktörlerden de söz etmek mümkün görünmemektedir. “Milisler” başlığı altında Libya’daki bazı silahlı gruplar bu doğrultuda değerlendirilebilir ancak (kitabın ilk bölümünde milislere ilişkin yapılan tanımlama dikkate alındığında) bu yapıların da devlet dışı aktör literatüründeki açıklamaya uymadığı görülmektedir. 1 Phil Williams, “Violent Non-State Actors and International Security”, International Relations and Security Network (ISN), (2008), s. 5.

/

413

414

/

D E V R İ M D E N PA R ÇA L A N M AYA L İ B YA’ DA D D S A’ L A R

Son yıllarda siyaset bilimi literatürüne giren “melez siyasi düzen” ve “melez teşekküller” ifadeleri Libya’daki güvenlik yapısını açıklamaya daha elverişlidir. “Melezlik” devlet dışı aktör ve bu üst başlık içinde şekillenen zayıf devlet, kırılgan devlet ve devlet inşası gibi bir kavram kümesinin izah etmekte zorlandığı siyasi düzen ve güvenlik yapısını daha anlaşılır kılmak için geliştirilmiştir. Avustralya Barış ve Çatışma Merkezi araştırmacılarının Güney Pasifik ülkelerinde yaptığı saha araştırmalarına dayanarak oluşturduğu “melez siyasi düzen” kavramı zayıf devlet, kırılgan devlet ve devlet dışı aktörler ya da devlet inşası kavram kümesine eleştirel bir bakış açısı sunmuştur.2 Buna göre zayıf devlet ya da kırılgan devlet kavramsallaştırması Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü (OECD) tipi, Batı tarzı Vestfalya sonrası devlet tanımlaması çerçevesinde yapılmaktadır. Bu tanımlama dışında kalan siyasi oluşum ya da devletlerde “devlet inşası” için uluslararası güçler seferber olmaktadır. Ancak zayıf/kırılgan devlet tanımlamasını anlamlı kılan “devlet” tasvirinin OECD ülkeleri dışındaki ülkelerin çoğunda kullanılıp kullanılamayacağı ciddi tartışma konusudur. Bunun yanında “zayıf, “kırılgan”, “çökmüş”, “başarısız” devletin nasıl tanımlanacağı ayrıca tartışmalıdır. Haddizatında bugün diğerlerinin kendisine nispetle zayıf, başarısız ya da kırılgan olarak nitelendiği Batı tarzı devlet formunun ortaya çıkışı yüzyıllar almıştır. Bu form özellikle sömürgecilik sonrası dönemde dünyanın bazı bölgelerine bir ürün gibi teslim edilmiştir. Bu nedenle OECD dışında özellikle Güney Asya, Pasifik ve Ortadoğu gibi kriz alanlarında “devlet” ve “dışı” arasındaki sınırlar bulanıklaşırken mevcut siyaset bilimi literatürünün yaptığı tanımlamaların izah ediciliği azalmaktadır. Bu tartışma zemininde 2 Melezlik kavramına ilişkin literatürde öncü niteliğindeki çalışma için bkz. Martina Fischer ve Beatrix Schmelzle, Building Peace in the Absence of States: Challenging the Discourse on State Failure, (Berghof Research Center for Constructive Conflict Management, Berlin: 2009).

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

Libya’daki siyasi düzenin gerek Kaddafi yönetiminin benimsediği Cemahiriye sistemi3 nedeniyle devrim öncesinde gerekse sonrası siyasi ve güvenlik yapılarında yaşanan krizler dolayısıyla Vestfalya tarzı devlet tanımlamasına pek uymadığı söylenebilir. Bu nedenle bu tarz bir devlet tasviri etrafında şekillenen siyaset literatürü üzerinden yapılacak analizler Libya’daki durumun anlaşılmasını zorlaştırmaktadır. DEVLET VE DEVRİMCİLER

Devrik lider Muammer Kaddafi’nin kırk iki yıllık iktidarı boyunca kademeli olarak tesis ettiği Cemahiriye sistemi nedeniyle Libya’da Vestfalya tarzı bir siyasi yapı oluşmamış, devrimden sonra ortaya çıkan siyasi kriz ve güvenlik yapısındaki kargaşa da şu ana kadar anlaşıldığı manasıyla bir devletin tesisini engellemiştir. Kaddafi halkını doğrudan yönettiği, kurumların bulunmadığı ve toplumsal sınıfların olmadığı devrimci bir toplum öngören siyasal sistemi –ilk bölümlerini Ağustos 1975’te yayımladığı Yeşil Kitap çerçevesinde– uygulamaya koymuştur. 1975’i takip eden on yıl Yeşil Kitap’ta anlatılan Cemahiriye düzeninin devletleşmesi, gerekli hukuki düzenlemelerin yapılması ve kurumların teşkiline tanıklık etmiştir. Bundan sonraki süreç ise modern devlet sistemi ve bu sistem içinde anlamlı olan kurumların bulunmadığı Kaddafi’nin mutlak hakimiyet yılları olmuştur. Bu nedenle 2011’de Libya halkı uluslararası destekle Kaddafi’yi devirdiğinde karşılarında bir devlet ve düzenli bir güvenlik sektörü mevcut değildir. Mustafa Abdulcelil başkanlığındaki Ulusal Geçiş Konseyi (UGK) ve hükümet niteliğindeki yürütme organı bir taraftan geçiş sürecini yönetmeye çalışırken diğer taraftan başta bakanlıklar olmak üzere modern devlet kurumlarını inşa etmeye çalışmıştır. Kaddafi kendisine darbe yapabileceği endişesiyle Libya ordusunu oldukça 3 Kaddafi’nin Libya’da uyguladığı siyasi düzen için bkz. Malik Muhammed Ebu Şehyud, “‫”لماذا تخلفت ليبيا هكذا حكم العسكر‬, (Daru’r-Revad, Trablus: 2015).

/

415

416

/

D E V R İ M D E N PA R ÇA L A N M AYA L İ B YA’ DA D D S A’ L A R

zayıf bırakmış ve 1990’ların sonundan itibaren ordu içinde silahlı eğitim dahi terk edilmiştir. Dolayısıyla 2011’de devrim başladığında ordunun sayıca çok mensubu olmakla birlikte nitelik açısından yetersiz kaldığı ifade edilmektedir. On askeri bölgeye ayrılan Libya ordusunun4 muvazzaf subaylarının büyük bir bölümünün devrime iştirak etmediği, bir kısmının Kaddafi saflarında yer tuttuğu kaydedilmektedir. Bazı subaylar ise Libya ordusundan ayrılarak devrimcilerin saflarına katılmış, birlikler oluşturarak Kaddafi rejimine karşı savaşmıştır. Ancak genel olarak Libya ordusu devrimi gerçekleştiren silahlı gruplara şüpheyle bakmıştır. Subaylar kendilerinin profesyonel askerler olduğunu ifade etmiş, silahlı “siviller”in silahlarını bırakarak evlerine çekilmesi ve askeri işlerin orduya devredilmesi gerektiğini belirtmiştir.5 Devrimci yönetim bir taraftan enkaz olarak devraldığı siyasi yapıyı –kurumlar da dahil– inşa etmeye çalışırken diğer yandan güvenlik sektöründeki bu kaotik durumu (aşağıdaki başlıklar altında ifade edildiği şekliyle) “melez teşekküller” oluşturarak aşmaya çalışmıştır. Modern dünyanın –Libya’da zaten yok mesabesinde olan bir siyasi sistemi ve güvenlik yapısını devralan– devrimcilerden Vestfalya tarzı bir devlet inşa etmesini beklediği 2012, 2013 ve 20146 ülkede “melez bir siyasi düzen”in oluştuğu yıllardır. 2012 seçimleriyle işbaşına gelen Milli Genel Kongre (MGK) içindeki siyasi gruplar, devrimci silahlı birlikler, Libya ordusunun bakiyesi, geleneksel kabile yapıları, Kaddafi döneminden kalma elit “network” ve dış güçlerin de içinde olduğu siyasi çekişmeler VestUlusal Mutabakat Hükümeti (UMH) “Libya Orduları Başkomutanı” sıfatıyla 2017 Haziran başında aldığı kararla ülkedeki askeri bölge yapısını değiştirerek Libya’yı yedi bölgeye ayırmıştır. UMH’nin bu kararı Halife Haftar ve etrafındaki ittifak tarafından kendilerini hedef alan bir adım olarak yorumlanarak ağır bir şekilde eleştirilmiştir. (Yazar alınan kararın bir nüshasına ulaşmıştır.) 4

5 Libya Genelkurmay Başkanlığı eski sözcüsü Ali Şeyhi ile Trablus’ta 2016 Eylül’ünde yazar tarafından yapılan görüşme 6 MGK içinde yapılan tartışmalar hakkında ayrıntılı bir yorum için bkz. Abdulfettah Şelvi, “‫”كتاب “ أسرار تحت قبة البرلمان‬.

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

falya tarzı bir devletin oluşmasına mani olmuştur. Özellikle Halife Haftar’ın7 darbe girişimi sonrasında ülkede güvenlik yapısı reformuna ilişkin bütün çabalar yarım kalmış, rakip meşruiyet iddialarına sahip üç parlamento ve üç hükümetin ortaya çıkmasıyla devlet kurumları bu siyasi entiteler arasında ya bölünmüş ya da kopyalanmıştır. Güvenliğin sağlanması iddiasında bulunan “devlet”in yanında başka aktörler ortaya çıkarak kendi egemenlik alanlarında devletten daha güçlü aktörlere dönüşmüştür. Devletin güvenlik hizmetini yerine getirmediği durumlarda farklı güç odakları ortaya çıkmış ve halk kendisini korumak adına mafyatik yapılar, kabile milisleri, ideolojik silahlı oluşumlar ve çıkar odaklı çetelere destek vermek zorunda kalmıştır. Devlet “sınır”ları içinde otorite iddiasında bulunsa da ülke sathında “devlet kurumları”nın varlığı karakol niteliğinden öteye gitmemiş ve toplum büyük oranda devlet dışı bir sistem inşa etmiştir. “Devlet sınırları” içindeki bazı yerlerde geleneksel toplumsallaşma, hukuk ve varoluş “devlet kurumları”nın dışında gelişmiştir. Tam bu noktada devletin bölgesel karakollarının yerel geleneksel kurumlarla iç içe geçerek ortaya çıkardığı yeni teşekküller belirmiştir. Hal böyle olunca öngörülen devlet yapılanması dışında (melez) yeni bir form oluşmuş ve (aşağıda ayrıntılı şekilde değerlendirileceği üzere) yerel aktörler bu süreçlerin içinde yer almak için rekabete girmiştir. Ortaya çıkan bu yeni duruma “melez siyasi düzen” ve bu düzenin aktörlerine de “melez teşekküller” denilmektedir. Siyaset bilimi literatürünün Vestfalya devlet düzeninin oluşum evrelerinden soyutlayarak kavramsallaştırdığı bütün tanımlamalar Libya özelinde bulanıklaşmaya başlamıştır. Devrimcilerin inşa ettiği melez bir siyasi düzen ve güvenlik yapısı ortaya çıkmıştır. Halife Haftar hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Barak Barfi, “Khalife Haftar: Rebuilding Libya from 37 the Top Down”, The Washington Institute for Near East Policy, Sayı: 22, (Ağustos 2014). 7

/

417

418

/

D E V R İ M D E N PA R ÇA L A N M AYA L İ B YA’ DA D D S A’ L A R

LZB8

LZB devrimci silahlı grupların iç hiyerarşik yapısına müdahil olunmadan Genelkurmay Başkanlığı çatısı altında görevlendirilmesiyle oluşturulmuştur. 2011’de Libya’nın çeşitli bölgelerinde farklı silahlı gruplar arasında çatışmalar meydana geldiğinde dağınık devrimci silahlı grupların bu çatışmaları önlemede yetersiz kalması nedeniyle bir üst çatı oluşturma fikri ön plana çıkmıştır. Diğer taraftan devrimci silahlı gruplar dağınık halde olmalarının olumsuz yönlerini görmüştür. Bu noktada Bingazi’deki Bin Hamid grubu 2012 başında Savunma Bakanlığına Bingazi ve diğer şehirlerdeki devrimci gruplardan oluşan bir asayiş birimi oluşturma önerisi getirmiştir. Kufra kentinde güvenlik sorunları baş gösterince Savunma Bakanlığı Şubat 2012’de bu öneriyi kabul ederek Bin Hamid komutasındaki birlikleri LZB adı altında asayişi sağlamak üzere Kufra’ya göndermiştir. Bingazi’deki bu örnek batı bölgesindeki güçlerin de dikkatini çekmiş ve Misrata’da sekiz askeri konsey bir araya gelerek 7 bin askerden müteşekkil bir bölük oluşturmuştur. Misrata Devrimciler Birliği Komutanı Salim Coha liderliğinde teşekkül eden bu güçler LZB çatısı altında rotasyon sistemiyle Sebhe, Cufra gibi kentlerde geçici süreyle asayişi koruma görevini üstlenmiştir. Dönemin Genelkurmay Başkanı General Yusuf Menguş devrimcilerin ordu içinde yer alması fikri üzerinden bir proje geliştirerek LZB fikrini somutlaştırmıştır. MGK devrimci birliklerden oluşan LZB’yi Genelkurmay Başkanlığının komutası altında ihtiyati güç olarak onaylamıştır. LZB Libya’nın çeşitli yerlerinde çıkan çatışmaların sona erdirilmesinde önemli rol oynamış; Şubat 2012’de Kufra’da, Nisan’da da Sebhe ve Cebelü’n-Nafusa’da konuşlandırılmıştır. LZB’nin meşruiyet kazanması ve önemli başarılar elde etme8 LZB’ye ilişkin bu bölümde ifade edilen bilgiler Libya Genelkurmay eski başkanı Yusuf Menguş ile İstanbul’da 2016 Eylül’ünde, Genelkurmay eski sözcüsü Ali Şeyhi ile Trablus’ta 2016 Eylül’ünde, eski Savunma Bakan Yardımcısı Halid Şerif ile Trablus’ta 2016 Mart’ında yazarın yaptığı görüşmelerden derlenmiştir. Bunun yanında konuya ilişkin MGK’nin aldığı kararlara da başvurulmuştur.

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

si ülke sathında genişlemesine imkan sunmuştur. Farklı kentlerdeki birçok devrimci birlik LZB çatısı altına girmiştir. Örneğin Bingazi’deki önemli devrimci birlikler olan Rafallah Şahati Tugayları ve 17 Şubat Şehitleri Tugayı LZB’nin yedinci tugayı olmayı kabul etmiştir. Genelkurmay Başkanlığı denetlemek üzere merkezden denetçiler gönderse de bu gruplar kendi iç dinamiklerini ve siyasi ilişkilerini sürdürerek bağımsız kalmayı başarmıştır. LZB içinde Misratalı güçler “Merkez Zırhlılar” olarak, Ocak 2014’te Sebhe’deki çatışmalar nedeniyle güneyde konuşlandırılacak güçler de “Üçüncü Güç” şeklinde adlandırılmıştır.9 Böylece ülkenin çeşitli yerlerindeki silahlı devrimci birlikler farklı sıra numaralarıyla LZB çatısı altında yeniden örgütlenme imkanı bulmuştur. LZB’nin çeşitli birlikleri –diğer bütün silahlı birliklerde görüleceği üzere– çıkar gruplarının ittifak silsilesi içinde konum almıştır. 2012’de MGK Beni Velid şehrinde eski rejim unsurlarının saklandığı gerekçesiyle kente girme kararı aldığında LZB içinde bulundukları ittifakın siyasi pozisyonuna göre operasyona katılıp katılmayacaklarını belirlemişlerdir. Siyasi olarak MGK’de Beni Velid kararını alan bloğa daha yakın olan LZB’nin merkez ve batı bölüklerinden bazıları operasyonu yürütürken Beni Velid ile daha yakın ilişkisi olan Zintan kentine mensup dönemin Savunma Bakanı Usame Cuveyli bu kuşatmaya karşı çıkmıştır. Dolayısıyla Cuveyli’nin kenti Zintan’daki LZB, Beni Velid kuşatmasına katılmayı kabul etmemiştir. MGK içindeki siyasi çekişmeler “devrimci” ve “geleneksel” bloklar şeklinde iki grubun oluşmasıyla sonuçlanmış ve bu siyasi bloklar silahlı gruplar içine doğru derinleşen ittifaklar silsilesine dönüşmüştür. Geleneksel bloğa yakın duran Zintanlı birlikler 9 Üçüncü Güç’ün güneydeki varlığı özellikle 2015’ten sonra daha çok önem kazanarak Haftar karşısındaki askeri hattın önemli dış cephe hatlarından biri olmuştur. Halife Haftar Üçüncü Güç üzerine çok defa operasyon gerçekleştirmiş ve Üçüncü Güç 2017 Mayıs’ında güneydeki Temenhind Askeri Üssü’nden çekilmek zorunda kalmıştır. Bkz. ‫”القوة الثالثة لحماية الجنوب“ تنسحب من مطار تمنهنت‬, Nebe TV, 25 Mayıs 2017.

/

419

420

/

D E V R İ M D E N PA R ÇA L A N M AYA L İ B YA’ DA D D S A’ L A R

Trablus Havalimanı yolundaki İçişleri Bakanlığı binasını kuşattığında devrimci bloktan olan dönemin MGK Başkanı Ebu Sehmeyn Libya Devrimcileri Operasyon Odası’nı oluşturarak Trablus’ta güvenliği sağlamakla görevlendirmiştir. MGK içindeki siyasi çekişmenin silahlı dışa vurumu olan Zintanlı birliklerin operasyonuyla başlayacak süreç –aşağıda ifade edildiği üzere– Libya Şafağı güçlerinin oluşumu ve Libya siyasetinin farklı bir yöne kaymasını neticelendirmiştir. Diğer taraftan Libya’daki siyasi çekişme İslamcılar ile seküler liberaller arasındaymış gibi yorumlanarak LZB, Müslüman Kardeşler’le ittifak eden milisler ve Misrata’nın silahlı kanadı olarak betimlenmek istenmiştir.10 Devrim sonrası süreçte Libya’daki siyasi haritanın nasıl şekillendiği sorusu konuya ilişkin yorum yapanların zihninde tam olarak cevap bulmadığı için analistler “İslamcılar”, “sekülerler” şeklindeki tanımlamaları bu ülkeye uygulamakta bir sorun görmemişlerdir. Ancak Libya’daki çekişme ve çatışma bu tanımların çok ötesinde boyutları olan bir hal alırken neredeyse bütün taraflar güçlü bir İslami söylem kullanmaktan geri durmamıştır. Hatta Batılı analistlerin “seküler-liberal” kampa yerleştirdiği kesimler içinde Selefiliğin uç yorumlarını benimseyen gruplar dahi yer almıştır. LZB ise bu tanımlamaların çok dışında (yukarıda ifade edildiği üzere) melez bir siyasi düzenin ortaya çıkardığı melez bir teşekkül olarak belirmiştir. YGK11

Mustafa Abdulcelil başkanlığındaki UGK tarafından başta Trablus olmak üzere ülkenin çeşitli kentlerinde asayiş sorunlarını çözmek amacıyla devrimci silahlı birlikler Libya İçişleri Bakanlığı çatısı altı10

“Libya and Its Militias: Make or Break”, Economist, 23 Kasım 2013.

YGK’ye ilişkin bu bölümde ifade edilen bilgiler Libya eski İçişleri Bakan Yardımcısı Ömer Hadravi ile 2016 Mart’ında Trablus’ta, yine eski YGK Trablus Birimi Başkanı Hişam Bişr ile 2016 Mart’ında Trablus’ta yazarın yaptığı görüşmelere ve konuya ilişkin MGK’nin çıkarttığı karar metinlerine dayanmaktadır. 11

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

na alınarak YGK oluşturulmuştur. Ağustos 2011’de hayata geçirilen YGK ilk alınan kararlar çerçevesinde Trablus’taki devrimci silahlı gruplar için yetkilendirildiği halde Aralık 2011’de yapılan düzenlemeyle konseyin yetkisi ülke çapına genişlemiştir. Trablus’ta devrim sırasında oluşmuş silahlı birlikleri YGK’ye katılmaya teşvik eden husus konseyin bu birliklere resmi bir unvan ve düzenli bir maaş vermesidir. Süreç içinde silahlı devrimci grupların liderleri İçişleri Bakanlığıyla doğrudan muhatap olmaya başlamış ve kendi asker listelerini İçişleri Bakanlığına vererek özerk alan elde etmişlerdir. Böylece İçişleri Bakanlığının bu gruplar üzerindeki denetimi kaybolmuş ve birlik komutanları yeni savaşçıları kendileri kaydederek sayılarını artırmıştır. YGK kuruluşu sırasında devrimci silahlı grupların devlet tarafından kontrol altına alınması amacı taşımışsa da konseye bağlı birlikler süreç içinde siyaset, bürokrasi, sermaye ve kabile gibi unsurlar içinde köklerini bulan çeşitli çıkar grupları için dayanak teşkil eden silahlı güçlere dönüşmüştür. Trablus’taki Selefi ideolojiye sahip kesimler, mahallelerde mobilize olmuş suç örgütleri, eski rejim asker ve polis teşkilatından kalan küçük yapıların hepsi bir şekilde YGK’nin çatısı altına girerek silah ve para sorununu çözmüş, süreç içinde siyasi ittifak ve çatışmaların aktörü haline gelmiştir. Örneğin YGK teşkil edildiğinde Suku Cuma’daki Navasi taburunu komuta eden Selefi Abdurrauf Kara YGK’nin “destek birimi”ni komuta etmeye başlamıştır. Bu destek kollukları alkol kullananları, eş cinselleri, uyuşturucu tacirlerini cezalandırmak gibi kendilerinden menkul bazı misyonları yerini getirmeye girişmiştir.12 Kaddafi rejiminin “Halk Muhafızları” adıyla teşkil ettiği bazı gruplar da YGK çatısı altına girmeyi başarmıştır. YGK içinde oluşturulan bazı “suçla mücadele birimleri”nin firari mahkumlardan oluştuğu ve suç örgütü gibi hareket ettiği öne sürülmüştür. 12 Wolfram Lacher ve Peter Cole, Politics by Other Means: Conflicting Interests in Libya’s Security Sector, (Small Arms Survey Rapor, Cenevre: 2014), s. 33.

/

421

422

/

D E V R İ M D E N PA R ÇA L A N M AYA L İ B YA’ DA D D S A’ L A R

Trablus’taki silahlı grupların bu süreçlerde takındıkları tavır Libya siyasetindeki konumlarının şekillenmesinde etkili olmuştur. Devrim sürecinde Trablus’un kurtarılmasında önemli rol oynayan Abdulhakim Bilhac komutasındaki Trablus Askeri Konseyi 2012 ve 2013’te önemli bir güç haline gelmiştir. Bu süreçte teşkil edilen Hişam Bişr’e bağlı birlikler ile Heytem Tacuri komutasındaki Trablus Devrimcileri Birliği YGK’nin Trablus şubesi başkanı olan Hişam Bişr’in inisiyatifiyle konsey çatısı altına girmiştir. Süreç içinde Abdulhakim Bilhac ve Hişam Bişr’in askeri alandan çekilmesi Heytem Tacuri’nin önünü açmış ve onun komuta ettiği Trablus Devrimcileri Birliği güçlenerek Trablus’taki önemli aktörlerden birine dönüşmüştür. Diğer kentlerde YGK’nin akıbeti kentin durumuna göre farklılık göstermiştir. YGK mensuplarının maaşlarının düzenli ödenmemesi ve kentteki güvenlik sorunlarının gün geçtikçe artması gibi nedenlerle Bingazi’deki Fevzi Venis görevinden istifa etmiş ve süreç içinde YGK dağılmıştır. 12 bin kişilik YGK birliklerinin bir kısmı LZB’ye bir kısmı da polis teşkilatına katılmış, geri kalanlarınsa izi sürülememiştir. Beyda, Merc ve Tobruk gibi daha istikrarlı ancak istihdam olanaklarının yeterli olmadığı kentlerde YGK birliklerinin polis teşkilatına entegrasyonu daha başarılıdır. Polis teşkilatına katılmanın az riskli bir iş olarak görüldüğü güneydeki şehirlerde de YGK birlikleri polis ve benzeri güvenlik birimlerine entegre edilmiştir. İçişleri Bakanlığının YGK üzerindeki denetiminin zayıflaması konseye bağlı savaşçı sayısının hızla artmasına ve YGK’ye bağlı birliklerin bağımsız güç odaklarına dönüşmesine imkan sağlamıştır. YGK kurulduğunda İçişleri, Savunma ve Çalışma bakanlıkları bünyesinde 25 bin kişi işe alınmış, yurt dışında eğitim verdirilerek göreve başlamaları planlanmıştır. Ancak 2013’te bu sayının 165 bin olduğu ifade edilmiştir. Gerek sayının fazla artması gerekse YGK içindeki birliklerin güç odağına dönüşmesi nedeniyle Kib, Zeydan

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

ve devam eden hükümetlerdeki bakanlar için YGK’yi ilga etmek oldukça güç olmuştur. 2013 başında başlayan reform sürecinde bu silahlı unsurların eğitimden geçirilerek devlet birimlerine entegrasyonu hedeflenmiştir. Ancak bu sayının büyük oranda YGK’nin kriterlerine uygun olmadığı görülmüştür. Uygun görülenlerin ise verilen eğitimlerde başarı gösteremediği, eğitimde başarılı olanların da vazife yerlerinde uyum sorunu yaşayarak eski gruplarına geri döndüğüne şahit olunmuştur. YGK’nin ilga edilme girişimlerine ciddi mukavemet gösterilmiştir. Trablus ofisi müdürü Hişam Bişr konsey birliklerinin ortadan kaldırılarak polis, asker ya da diğer devlet kurumlarına entegrasyonunu desteklediği halde Abdurrauf Kara ve Heytem Tacuri gibi güçlü devrimci birliklerin komutanları bu hususa karşı çıkmıştır. YGK ilga edilmeden önce güvenlik birimlerinde Kaddafi rejimi unsurlarının temizlenmesini istemiştir. Önde gelen devrimci birliklerin liderleri için diplomatik misyonlar ve devlete ait şirketlerde iş önerilmesine rağmen bu talep kabul görmemiştir. YGK tedricen ilga edilse de konseyin kendisine tanıdığı imkanlarla çok sayıda muharip unsuru bünyesine alarak ve çeşitli siyasi ittifaklar içine girerek Trablus ve diğer şehirlerde güçlenmiş, farklı isimler altında yeniden organize olmuş ve bir biçimde devlet çatısı altında kalmayı sürdürmüştür. Bugün gelinen noktada yukarıda ismi geçen isimler Trablus’taki güvenlik sektörünü büyük oranda elinde tutmaktadır. Ulusal Mutabakat Hükümetine (UMH) destek verenler devlet çatısı altında oldukça önemli imkanlar elde etmiştir. Onur Operasyonu ve Libya Ulusal Ordusu

Başta BM Libya Özel Temsilcisi Bernardino Leon olmak üzere birçok bölgesel ve uluslararası aktörün “Libya Ulusal Ordusu Komutanı” olarak nitelediği Halife Haftar’ın komuta ettiği birlikler Libya’daki diğer yapılar gibi melez bir teşekküldür. 14 Şubat’ta seçilmiş Parlamento MGK’yi feshederek Libya’da “Askeri Geçiş

/

423

424

/

D E V R İ M D E N PA R ÇA L A N M AYA L İ B YA’ DA D D S A’ L A R

Konseyi” ilan ettiğinde başta MGK Başkanı Nuri Ebu Sehmeyn olmak üzere dönemin siyasi iradesi Haftar’ı açıkça hukuk dışı bir darbeci olarak ilan etmiştir. Trablus’taki Libya Genelkurmay Başkanlığından yapılan açıklamada “müesses nizamı tanıdıkları ve siyasetle ilgilerinin olmadığı” belirtilmiştir. 16 Mayıs 2014’te Haftar’a bağlı silahlı gruplar ülkenin ikinci büyük kenti Bingazi’de “İslamcı teröristler” olarak nitelediği milis gruplara karşı kapsamlı bir operasyon başlatmıştır. Haftar bu sefer söylemini değiştirerek MGK yerine “İslamcı teröristlerle mücadele” retoriğini merkeze alan bir strateji geliştirmiştir. Haftar’a bağlı birlikler ABD’nin terör örgütleri listesinde yer alan Ensaru’l-Şeria adlı milis birliğinin karargahını hedef almışlardır. Haftar’ın bu çıkışına ilk tepki geçici Başbakan Abdullah Sini’den13 gelmiştir. Sini, Haftar’ın Genelkurmay Başkanlığı emir komuta zincirinin dışında hareket ettiğini, operasyonun illegal olduğunu ve gereğinin yapılacağını dile getirmiştir. Uzun süre önce Çad’da esir düştüğü için Libya ordusundan ihraç edilen Halife Haftar’ın Bingazi’deki Libya ordusu subaylarından bazıları ve doğu bölgesindeki kimi kabilelerden silahlı birliklerin desteğini de arkasına alarak başlattığı darbe girişimi o dönemde Libya’daki resmi bütün kurumlarca illegal olarak nitelenmiştir. Ancak süreç içeresinde Tobruk kentindeki askeri birlikler, Bingazi’deki özel kuvvetler ve bazı emekli subayların katılımıyla Haftar’ın birlikleri genişlemiştir. Temmuz 2014’teki seçimlerle işbaşına gelen Temsilciler Meclisi (TM) Haftar’ı “Libya Orduları Komutanı” olarak atamasına rağmen ona bağlı askeri birliklerin büyük oranda dağınık kuvvetler olduğu görülmüştür.14 13 Abdullah Sini daha sonra saf değiştirerek Halife Haftar’ın tarafına geçmiştir. Halihazırda Temsilciler Meclisinin atadığı Libya Kriz Hükümeti Başbakanı görevini yürütmektedir.

Halife Haftar’ın Libya siyaseti içindeki yerine ilişkin bir değerlendirme için bkz. Emrah Kekilli, “17 Şubat Devriminden Haftar’ın Darbe Girişimine Libya Siyaseti”, SETA Analiz, Sayı: 99, (Haziran 2014). 14

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

Halife Haftar’ın “terörle mücadele” söyleminin altını doldurduğunu söylemek mümkün değildir. Başta Fransa olmak üzere bölgesel ve uluslararası aktörlerin “terörle mücadele”de destekledikleri Halife Haftar şu ana kadar Bingazi dışında herhangi bir yerde etkili bir operasyon yürütememiştir. Bingazi dışında petrol rafinerilerine yaptığı operasyonların ilki federalist İbrahim Cudran güçlerine yönelik olmuş, Cudran bağlı bulunduğu kabilelerin Haftar ile anlaşması neticesinde bölgeden çekilmiştir. İkinci operasyon ise BM’nin vekalet verdiği UMH’nin bölgeye gönderdiği Hamamde komutasındaki güçlere karşı yapılmıştır.15 Her iki durumda da terörist unsurlarla mücadele edilmemiştir. Derne Devrimcileri Şura Meclisi (DDŞM) Derne’de ortaya çıkan DEAŞ terör örgütü unsurlarını hezimete uğratarak kentten çıkarmasına rağmen Haftar şehre “terörle mücadele” iddiasıyla operasyon düzenlemektedir. Derne’nin gerek TM gerekse Devlet İstişare Meclisindeki temsilcileri Haftar’ın şehre yönelik kuşatması ve operasyonlarının illegal olduğunu vurgulamaktadır.16 Bingazi içinde Ganufuda, Sabri ve Suku’l-Hud bölgelerine yönelik gerçekleştirilen operasyonların muhatabı olan silahlı grupların El-Kaide ve DEAŞ gibi terör örgütleriyle olan ilişkileri kesin değildir. Bu nedenle Halife Haftar’ın “terörle mücadele” söyleminin altını tam olarak dolduramadığı görülmektedir. Libya’daki on askeri bölgeden ancak üçü Haftar’ın komutası altındadır ve bunların da yarısı Cufra’ya çekilerek Bingazi Koruma Tugayları’nı oluşturmuştur. On askeri bölgeye ayrılan Libya’da Tobruk, Bingazi ve Cebelü’l-Ahdar bölgeleri Halife Haftar’ın kontrolündedir. Ancak Bingazi’deki askerlerin yarısından fazlası Haftar’a muhalefet ettiği için Mustafa Çerkezi komutasında Cufra’ya çekilmiştir. Libya ordusunun yüzde 70’lik kısmı Trablus’taki Ge15

“‫”قوات حفتر تسيطر على كامل «الهالل النفطي الليبي‬, El-Hayat, 13 Eylül 2016.

16

“‫”كوبلر يحذر من التصعيد بليبيا وحفتر يهدد بقصف درنة‬, Aljazeera, 14 Kasım 2016.

/

425

426

/

D E V R İ M D E N PA R ÇA L A N M AYA L İ B YA’ DA D D S A’ L A R

nelkurmay Başkanlığı ve UMH Savunma Bakanlığına bağlıdır.17 Batı bölgesindeki subaylar Halife Haftar’ı Libya Ordusu Komutanı olarak kesinlikle kabul etmediklerini açıklamışlar ve onun ülkedeki krizin bir parçası olduğunu dile getirmişlerdir.18 Haftar’ın komuta ettiği güçlerin büyük bölümü doğu bölgesindeki kabilelerden silahlı birliklerin gönüllü katılımıyla oluşturulmuştur. Libya ordusunun yukarıda belirtilen kapasite sorunları ve Haftar’ın kontrol ettiği ordu birimlerinin de oldukça sınırlı olması sebebiyle Bingazi ve çevresindeki kabilelerin silahlı birliklerinden destek alınmıştır. Silahlı gruplar bazı subayların komutasına verilmiş ve askeri elbise giydirilerek bir ordu oluşturulmak istenmiştir. Bu hususta Ürdün Haftar’a bağlı birliklere “Libya Ordusuna Eğitim” programı altında destek vererek profesyonellik sorunlarının aşılmasına yardımcı olmaya çalışmaktadır.19 Bu çerçevede Haftar’ın devlete bağlı bir askeri yapıyı mı yoksa askeri bir yönetimle kurumları mı kontrol ettiği tartışmalı bir konudur. Yukarıda belirtildiği üzere meşru devlet kurumlarına darbe girişimiyle Libya’da bir aktöre dönüşen Halife Haftar orduya mensup çok kısıtlı sayıda subayın komuta ettiği milis güçleri yönetmektedir. Ancak TM’nin kendisini “Libya Ulusal Ordusu Komutanı” olarak nitelendirmesinden meşruiyet alarak bu sıfatla başta Rusya olmak üzere bölgesel ve uluslararası aktörlerle görüşme yapmaktadır. Yine de basına yansıyan fotoğraflarda görüldüğü üzere Halife Haftar en baştaki koltukta otururken meclis başkanının sağında, başbakanın da solunda bulunmaktadır.20 Buna bir de doğu bölgesinde kontrol ettiği bölgelere seçilmiş belediye başkanlarının yerine askeri valiler atadığı eklenirse Haftar’ın devlet kurumlarının çatısı altında mı faa17 Bingazi Koruma Tugayları Komutanı Mustafa Çerkezi ile Trablus’ta 2016 Eylül’ünde yapılan görüşme 18

“‫”ضباط ليبيون يطالبون حكومة الوفاق بإقالة سيالة‬, Aljazeera, 15 Mayıs 2017.

19

“‫اتقفنا مع األردن على تدريب الجيش الليبي‬:‫”حفتر‬, El-Şuruk, 26 Ağustos 2015.

20

Fotoğrafın yazara ulaşan kopyası

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

liyet gösterdiği yoksa doğu bölgesini askeri bir sistemle mi yönettiği tartışmalı hale gelmektedir. Libya Şafağı Güçleri

Libya Şafağı güçleri Halife Haftar’ın darbe girişimi karşısında batı bölgesindeki silahlı devrimci birliklerin MGK’nin çağrısı üzerine yeni bir operasyon odası kapsamında organize olmasıdır. Halife Haftar’ın darbe girişimiyle eş zamanlı olarak Trablus’taki Zintanlı birlikler Vurşeffana’ya mensup “Kabileler Ordusu” ve onların Trablus’taki müttefiklerinin MGK’ye yönelik saldırıları sonucunda devrimci silahlı birliklerden oluşan Libya Şafağı güçleri harekete geçmiştir. Libya Şafağı güçleri Salah Badi ve Salif Zufri’nin komuta ettiği Misratalı birlikler, Gınıva Kekli ve Salah Burki gibi YGK içinde yer almış Trabluslu devrimci birlikler, Abdurrauf Kara’ya bağlı birlikler ve bazı ufak devrimci silahlı birliklerden müteşekkildir. Çatışmaların başlamasından yaklaşık on gün sonra muharebe şiddetlenirken LZB çatısı altındaki Barkan, Halbus, Marsa, Mahcub, Tacin ve Hatin gibi büyük Misratalı taburlar saldırıya katılmıştır. Büyük Misratalı tugayların dahil olmasıyla ağırlık merkezi operasyonu gerçekleştiren ittifaktan halihazırda bu güçlerin gövdesini teşkil eden LZB birliklerine kaymıştır. Misratalı LZB birlikleri ittifakın evvelki operasyon odasına ek olarak ayrı bir komuta merkezi oluşturmuştur. Libya Şafağı güçleri kısa sürede ülkenin büyük kısmının kontrolünü ele geçirmiştir. Operasyonun başlamasından kısa süre sonra Zintan ve Vurşeffana hariç doğu bölgesinin neredeyse tamamı Libya Şafağı güçlerinin kontrolü altına girmiştir.21 Libya Şafağı güçleri süreç içerisinde parçalanarak farklı siyasi ittifaklar içine girmiş ve sahneden çekilmiştir. Libya’nın batısında kontrol sağlandığında Onur Operasyonu güçleri de ülkenin doğusundaki bazı bölgelerin kontrolünü ele geçirmiş ve böylece si21

Salah Badi ile 2017 Mart’ında Misrata’da yazarın yaptığı görüşme

/

427

428

/

D E V R İ M D E N PA R ÇA L A N M AYA L İ B YA’ DA D D S A’ L A R

yasi otorite farklı meşruiyet iddialarıyla ikiye bölünmüştür. Zaten çeşitli birliklerin belirli bir düşman karşısındaki bir taktik ittifakı olan Libya Şafağı –en azından batı bölgesinde Haftar ve müttefiklerinin tehdidi ortadan kalktıktan sonra– yeni başlayan müzakere sürecinin oluşturduğu siyasi atmosferde ayrışmaya başlamıştır. Özellikle BM inisiyatifi çerçevesinde oluşturulan Başkanlık Konseyinin Trablus’ta göreve başlamasına ilişkin farklı siyasi grupların takındığı siyasi tavır onlarla ilişkili silahlı grupların pozisyonunu belirlemiştir. Libya Şafağı güçlerinin bir kısmı UMH’ye karşı durarak Trablus’ta görev yapan hükümete desteğini sürdürmüş diğer kısmı da UMH’nin yanında yer almıştır. Böylece UMH’nin Trablus’a girişiyle silahlı gruplar yeniden organize olarak farklı bir görüntü ortaya çıkarmıştır. BMA

UMH 9 Mayıs 2016’da aldığı bir kararla doğrudan “başkumandan”a –yani UMH’ye– bağlı idari ve mali açıdan bağımsız BMA’nın kurulmasını kararlaştırmıştır. Başkanlık Konseyi binalarını, devlet kurumlarını, bakanları, hava, deniz ve kara giriş kapılarını korumakla görevlendirilen BMA’nın sadece asker ve polislerden teşkil edilmesi öngörülmüştür.22 Aralık 2016’da Tunus’ta yapılan toplantıya Libya Başkanlık Konseyi üyelerinin yanında BM Libya Özel Temsilcisi Martin Kobler, Tunus Dışişleri Bakanı ve birçok uluslararası aktörün Libya büyükelçisi katılmıştır. Bu toplantıda BMA’nın güçlendirilerek etkin bir koruma gücüne dönüştürülmesi müzakere edilmiştir.23 BMA şu ana kadar kendisine yüklenen misyonu yerine getiremediği gibi tıpkı diğer güvenlik sektörü birimleri gibi melez bir teşekküle evrilme eğilimi göstermektedir. Başkent Trablus’taki hükü22

Kararın yazara ulaşan kopyası

“International Support for Presidency Guard at Tunis Conference”, Libya Herald, 13 Aralık 2016. 23

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

met binalarının çoğu yukarıda ifade edilen örgütlenmelere mensup silahlı gruplar tarafından korunmaktadır. UMH Başbakanı Serrac’a yönelik son saldırıda BMA’dan koruma talep edildiği halde muhafız alayının başbakanı koruyamadığı görülmüştür.24 BMA’nın polis ve askerlerden oluşturulması öngörülmüşken yeterli sayıda muvazzaf asker ve subay Genelkurmaydan ayrılıp muhafız alayına katılmadığı için BMA da tıpkı kendisinden önceki yapılar gibi sivil unsurları silahaltına alma yoluna gitmiştir. Askeri tecrübesi olmayan gençler siyasi ilişkiler çerçevesinde BMA’ya kendi oluşturduğu listeleri teslim ederek BMA çatısı altına girmeye çalışmaktadır.25 BMA kendisi için eğitim programlarını halen oluşturmadığı için bu çatı altındaki silahlı unsurların yeterliliği sorgulanmaktadır. BMA’nın mevcut siyasi yapı içinde Libya’nın güvenlik sektöründeki yapısal sorunları çözmek için mi yoksa UMH’nin güvenliğini sağlamak için mi teşkil edildiği bir hayli önemli bir sorudur. Her iki durumda da UMH’nin başarılı olduğu söylenemeyeceği gibi gelecekte varlığını sürdürmesinin ise oldukça karmaşık olan Libya’daki güvenlik sektörünün bölünmüşlüğünü daha çok derinleştireceği yorumu yapılabilir. LİBYA’DA DEAŞ VE DEAŞ’LA MÜCADELE EDEN MELEZ TEŞEKKÜLLER

Libya’da devlet dışı silahlı bir terör örgütü olarak ortaya çıkan DEAŞ’la mücadelede melez bir teşekkül olan “Çelik Gövde” güçleri oluşturulmuştur. Çelik Gövde Sirte’deki DEAŞ varlığına karşı yürüttüğü operasyonlarda başarılı olmuş, halihazırdaki operasyonlardan kaçabilen DEAŞ mensupları çok küçük gruplar halinde Libya’nın içinde saklanmış ya da Sahra bölgesindeki sıcak çatışma alanlarına kaçmıştır. 24

Libyalı güvenlik yetkileriyle 2017 Mart’ında Trablus’ta yazarın yaptığı görüşme

BMA’ya dahil olmaya çalışan gençlerle 2017 Mart’ında Trablus’ta yazarın yaptığı görüşme 25

/

429

430

/

D E V R İ M D E N PA R ÇA L A N M AYA L İ B YA’ DA D D S A’ L A R

Libya’daki DEAŞ kurucuları Afganistan, Irak ve Suriye’deki savaşlardan birbirini tanıyan cihatçılardır. Bu unsurlar koşulların müsait olması nedeniyle Derne ve Sirte kentlerinde güç kazanmıştır. Diğer Araplar gibi Libyalı Araplar da Afgan cihadına iştirak ederek uluslararası cihatçı halkalara dahil olmuş ve Afganistan’da kurdukları kamplarda El-Kaide yöneticilerinden eğitim almıştır. Libyalı cihatçıların “Afgan Arapları” içinde diğer Araplara nazaran en eleştirel grup olduğu belirtilmektedir. Libyalı cihatçılar bu süreçte ciddi bir organizasyon oluşturarak kimlik kazanmıştır. Bunun yanında cihatçı teorisyenlerin fikirlerinin tesiri altında kalarak selefi cihatçı bir anlayışı benimsemiştir.26 Afgan cihadı sonrası ülkelerine dönen Libyalı savaşçılar Kaddafi rejimine karşı şiddet yöntemini kullanarak muhalefet hareketi başlatmışsa da birçoğu tutuklanmış ve hareket 2000’lere gelindiğinde oldukça zayıflamıştır.27 Cihatçı fikirler tarihi, siyasi, toplumsal ve kültürel olarak Libya’nın en belirleyici aktörleri olan kabileler arasında genel kabul görmemiştir. Daha çok İslam dünyasındaki genel akımların tesirinde kalan gençler selefi/cihatçı düşünceleri kabullenmiştir. Gençler tarafından oluşturulan cihatçı halkalar kabile yapılanmasının yanında farklı bir güç odağı olarak ortaya çıkmış ve yer yer kabileler arasında yaşanan güç mücadelelerinin aktörlerinden olmuştur. ABD’nin Irak müdahalesi Libya’da mevcut cihatçı gruplara hareket edebilecekleri yeni bir alan sunmuştur. Öyle görünüyor ki “Irak cihadı” sırasında Libya’nın çeşitli yerlerinden birçok cihatçı savaşçı birbiriyle kaynaştığı gibi Irak’ta kümelenmiş uluslararası halkalarla da ilişkilerini derinleştirmiştir. Libya’da birbirinden uzak kentlerde ortaya çıkacak olan DEAŞ hücrelerinin Irak’ta 26 Afgan cihadında Libyalılar hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Camille Tawil, Brothers in Arms: The Story of al-Qa’ida and the Arab Jihadists, (Saqi Books, Londra: 2010). 27 Emrah Kekilli, “Libya’da İslamcı Hareketlerin Devrim Sonrası Siyasi Konumları”, ORDAF, (Ocak 2015).

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

birbiriyle tanıştığı, sürekli ilişki halinde olduğu, birlikte Suriye’ye gittiği ve buradan kendi kentlerine dönerek örgütlenme gerçekleştirdiği ifade edilmektedir.28 Terör örgütü DEAŞ ilk başta Derne’de ortaya çıkmış ancak kentteki devrimci aktörler DDŞM altında melez bir teşekkül oluşturarak bu terör örgütünü kentten atmıştır. Kaddafi döneminde rejim karşıtı silahlı/cihatçı muhalefetin merkezi noktalarından olan Derne kenti Libya’daki DEAŞ örgütlenmesinde de merkezi bir rol oynamıştır.29 Kentin dağlık olması nedeniyle Kaddafi rejimi dağlarda konuşlanan cihatçı grupları tamamıyla etkisiz hale getirememiştir. Derne’den gerek “Afgan cihadı” gerekse “Irak cihadı”na birçok savaşçının gittiği, buradan gidenlerin uluslararası cihatçı halkaların içinde yer aldığı bilinmektedir.30 2012’de bir taraftan Libya devrimi gerçekleşirken diğer taraftan Suriye devrimi de Derne’deki cihatçı unsurların dikkatini çekmiş ve kentten çok sayıda cihatçı savaşçının Esed rejimine karşı savaşmak üzere Suriye’ye gittiği kaydedilmiştir. Bu savaşçılar daha sonra ülkelerine dönerek Libya’daki DEAŞ terör örgütünün çekirdeği olacak yapıları teşkil etmiştir. DEAŞ’ın burada güç toplamasının nedeni (yukarıda belirtildiği üzere) kentin Libya siyaseti için belirleyici bir konumda olmamasıdır. Libya siyasetini belirleyen aktörler daha merkezi kent ve alanlar üzerinden hesaplaşırken DEAŞ kendisi için uygun orta28 Bu bilgiler güvenlik nedeniyle isminin yayımlanmasını istemeyen Libyalı siyasetçilerle 2016 Ağustos’unda İstanbul’da yazarın yaptığı görüşmelerden elde edilmiştir. 29 Derne’deki cihadi muhalefetin küresel cihadi halkalar içindeki yeri için bkz. Wolfram Lacher, “Libya: A Jihadist Growth Market”, Jihadism in Africa: Local Causes, Regional Expansion, International Alliances, ed. Guido Steinberg ve Annette Weber, (Stiftung Wissenschaftund Politik [SWP], Berlin: 2015). 30 Cody Zoschak ve Harleen Gambhir, “ISIS Loses Libyan Stronghold”, Institute for Study of War, 24 Temmuz 2015; Irak’taki yabancı savaşçılar içinde Libyalıların, onların içinde ise Dernelilerin oldukça büyük bir yer kapladığı kaydedilmiştir. Bkz. Joseph Felter ve Brian Fishman, “Al-Qa’ida’s Foreign Fighters in Iraq: A First Look at the Sinjar Records”, West Point Harmony Project, (2008).

/

431

432

/

D E V R İ M D E N PA R ÇA L A N M AYA L İ B YA’ DA D D S A’ L A R

mı bulmuştur. Temmuz 2015’te devrimci gruplardan müteşekkil ancak çeşitli vesilelerle devlet çatısı altına girmiş melez grupların oluşturduğu DDŞM Derne’yi DEAŞ’ın elinden almış, mağlup olan örgüt Fetaih adlı dağlık bölgeye çekilerek oradan mücadele etmeye mecbur kalmıştır. Mart ve Nisan 2016’da DDŞM ve örgüt arasındaki çatışmalar devam etmiş, Nisan sonlarında DEAŞ unsurlarının kenti terk ederek Sirte’ye doğru hareket ettiği yönündeki görüntüler basına yansımıştır.31 DEAŞ varlığıyla gündeme gelen ikinci şehir Kaddafi’nin doğduğu ve öldürüldüğü Sirte’dir. Örgüt bu kentte 2015’in başından itibaren görünmeye başlamıştır. Libya kentlerinden Afganistan, Irak ve Suriye’de bulunan cihatçı savaşçıların birbiriyle ilişkisi Libya’da da sürmüş ve bu cihatçılar 2011 devrimine katılarak çeşitli devrimci gruplar içinde örgütlenmiştir. Bu süreçlere tanıklık eden siyasetçilere göre cihatçı savaşçılar Libya devrimi sırasında Bingazi’ye giderek oradaki devrimcilere katılmış, sonrasında da Sirte’ye doğru yürüyen devrimci birliklerin içinde kendi şehirlerine devrimci olarak geri dönmüştür. Daha sonra bu cihatçı savaşçıların Bingazi’deki Ensaru’ş-Şeria ile bağlantılı olarak Sirte’de “Ensaru’ş-Şeria” adlı örgütü oluşturmasını izleyen günlerde DEAŞ’a biat ettiği kaydedilmektedir.32 Bu altyapı çerçevesinde 2015 Şubat ortalarından itibaren kentteki DEAŞ unsurları artmaya başlamış ve örgüt bu tarihte Sirte’de geniş bir askeri geçit töreni düzenleyerek gövde gösterisi yapmıştır. DEAŞ’ın Sirte’de zemin bulmasının bir diğer nedeni kentin devrim sürecinde siyasi arenadaki belirleyiciliğini kaybetmesidir. Kaddafi döneminde merkezi öneme sahip Sirte devrimle birlikte Libya siyasetinin mahzurlu kentine dönüşmüştür. Bu nedenle DEAŞ ortaya

31

“‫”عناصر في داعش ينسحبون من درنة إلى سرت‬, Skynews Arapça, 22 Nisan 2016.

Bu bilgiler güvenlik nedeniyle ismini vermek istemeyen Libyalı bir siyasetçiyle yazarın yaptığı görüşmeden elde edilmiştir. 32

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

çıktığında şehrin önde gelen kabileleri ve Kaddafi dönemi subaylarının örgüte destek verdiği kaydedilmiştir.33 DEAŞ klasik cihatçı söylemini tekrarlayarak Libya üzerinden Akdeniz Avrupa’sını tehdit etmiştir. Libya’daki örgüt mensuplarının dini ve siyasi anlatısı örgütün genel dini ve siyasi anlatısının tekrarıdır.34 DEAŞ’ın Libya stratejisine ilişkin önde gelen bir örgüt destekçisi tarafından yayımlandığı belirtilen belgede35 Libya “DEAŞ’ın stratejik kapısı” olarak nitelenmektedir. Ayrıca geniş bir coğrafi alana yayılan ülkede çok sayıda silahın dağınık halde bulunduğu ve bu silahların örgüt tarafından etkili bir şekilde kullanılabileceği kaydedilmiştir. Libya’nın geniş sahil şeridi üzerinden illegal göçmen botlarının kolaylıkla Avrupa sahillerine geçebildiği belirtilerek bu alan stratejik açıdan iyi değerlendirilirse “Haçlı ülkeleri”ne cehennem yaşatılabileceği iddia edilmiştir. Bununla beraber Libya’nın stratejik önemi nedeniyle Irak ve Suriye’deki sözde “İslam devleti” üzerindeki baskıların azaltılabileceği vurgulanmış, aynı zamanda ülke “Mısır, Tunus, Sudan, Mali, Cezayir ve Nijer’in kapısı” olarak da görülmektedir.36 Sirte kentinde DEAŞ varlığıyla mücadele için oluşturulan Çelik Gövde de melez bir teşekküldür. 5 Mayıs 2016’da UMH Sirte ve etrafındaki alanda DEAŞ’la mücadele etmek için Çelik Gövde adı altında bir operasyon odası oluşturulduğunu duyurmuştur. UMH bu operasyon odasının doğrudan kendisine bağlı olduğunu ve Çelik Gövde’nin yetkili kılındığı alana hiçbir aske33 Bu yöndeki iddialar yazarın Libya’nın çok farklı kesimleriyle yaptığı görüşmelerde ifade edilen görüşlere dayanmaktadır. 34 DEAŞ ve selefi cihadiliğin dini ve siyasi anlatısı hakkında bkz. Hasan Abu Hannieh ve Mohammed Abu Rumman, The Islamic State Organization: The Sunni Crisis and the Struggle of Global Jihadism, (Friedrich-Ebert-Stiftung Jordan & Iraq, Amman: 2015).

Charlie Winter, “Libya: The Strategic Gateway for the Islamic State: Transnational Analysis of IS Recruitment Propaganda for Libya”, Quilliam Foundation, (Şubat 2015). 35

36

2015.

Ebu Urhaym Libi, “‫ البوابــة اإلســتراتيجية للدولــة اإلســامية‬: ‫”ليبيــا‬, Juspase.it, 22 Ocak

/

433

434

/

D E V R İ M D E N PA R ÇA L A N M AYA L İ B YA’ DA D D S A’ L A R

ri gücün giremeyeceğini açıklamıştır. Çelik Gövde güçleri büyük oranda (LZB başlığında hakkında bilgi verilen) Misratalı birliklerden teşkil edilmiştir. Libyalı eski subayların komuta ettiği devrimci silahlı birlikler devrim sürecinde ve LZB çatısı altında Libya’nın çeşitli yerlerinde elde ettiği tecrübeyi bu kez Sirte’de DEAŞ ile mücadelede kullanmıştır. Bu noktada kentteki gençlerden Çelik Gövde güçlerine yeni katılımlar olmuştur. Libya’ya yönelik silah ambargosu nedeniyle uluslararası bazı aktörler söz vermesine rağmen Çelik Gövde güçlerine ayrıca teçhizat verilmemiştir. Ancak ABD Hava Kuvvetleri Sirte’deki DEAŞ mevzilerini havadan vurarak Çelik Gövde güçlerine destek olmuştur. 2016’nın sonuna gelindiğinde Çelik Gövde şehrin DEAŞ unsurlarından arındırıldığını ve kontrolün sağlandığını duyurmuştur. Operasyonlar sırasında Çelik Gövde güçlerinin 1.500’e yakın kayıp verdiği ve kayıpların büyük kısmının Misrata kentinde olduğu belirtilmektedir. Çelik Gövde’nin bir kısmı koruma gücü olarak Sirte’deki varlığını sürdürmektedir. Ancak lojistik açıdan UMH’den destek alınamadığı için ciddi sıkıntı yaşandığı ifade edilmektedir. İÇ VE DIŞ DENGELER BAĞLAMINDA LİBYA’DA SİLAHLI AKTÖRLERİN GELECEĞİ

Halife Haftar’ın darbe girişiminin neden olduğu iç savaş ve meşruiyet krizi ülkede siyasi düzenin ve güvenlik kurumlarının yeniden yapılandırılmasına ilişkin atılacak adımları şu an için engellemektedir. Haftar’ın 2014’te başlattığı darbe süreci ülkeyi (bu makalenin yazıldığı tarihe kadar devam eden ve yakın gelecekte bitmesi mümkün görünmeyen) bir iç savaşa sürüklemiştir. Haftar bütün dış desteğe rağmen ülkenin doğu bölgesinin bir kısmını yerel silahlı ve siyasi güçlerle kurduğu ittifakla yönetebilmektedir. Batı bölgesindeki devrimci birliklerin güneydeki birliklerine –meşru hükümet UMH’ye bağlı olmasına rağmen– operasyonlarını sürdürerek askeri üstünlük elde etmeye çalışmaktadır.

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

Halife Haftar’ın kendisini dayandırdığı meşruiyet iddiası UMH’nin teşkil edilmesinden sonra bütünüyle tartışmalı bir hal almıştır. İç savaşın aktörlerinin tamamı farklı argümanlarla meşruiyet iddiasına sahiptir. UMH’nin Savunma Bakanı ve Trablus’taki Genelkurmay Başkanlığı Haftar’ın “Libya Askeri Güçleri Komutanlığı” iddiasını kesin bir şekilde reddetmektedir. Misrata örneğinde görüldüğü üzere çok güçlü yerel silahlı birlikler –yukarıda ifade edildiği gibi– devlet çatısı altında faaliyet göstermektedir. Meşruiyet krizinin yaşandığı, bağımsız silahlı aktörlerin güvenlik ve siyaset üzerinde bu kadar belirleyici olduğu bir ortamda atılan bütün adımlar şu ana kadar sorunun bir parçasına dönüşmüştür. Bölgesel aktörlerin doğrudan müdahalesi ve uluslararası aktörlerin net olmayan pozisyonu nedeniyle Libya’daki kriz derinleşmektedir. Silahlı aktörler bu krizler içinde büyüyerek ileride yapılması muhtemel reformlara direnebilecek kadar güçlenmektedir. Mısır ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin –uluslararası anlaşmalara bağlı olduklarını diplomatik olarak ifade etmelerine rağmen– Libya’ya açık müdahaleleri ülkedeki bazı aktörlerin hacmini büyütmekte ve normalde olduğundan çok daha fazla talepte bulunmalarına yol açmaktadır. Uluslararası aktörlerin UMH’yi meşru hükümet kabul etmesine rağmen UMH’nin egemenlik haklarını açık bir şekilde hiçe sayan Halife Haftar ve onu destekleyen bölgesel güçlere karşı sessiz kalması Libya özelinde uluslararası meşruiyet zeminini sarsmaktadır. Meşruiyet zemininin kaybolması ve askeri gücün belirleyici hale gelmesi nedeniyle Halife Haftar doğuda, Trablus’taki silahlı gruplar kentlerinde ve diğer kentlerdeki silahlı güçler de kendi bölgelerinde her geçen gün biraz daha büyümektedir. Çünkü siyasi ve iktisadi aktörler askeri gruplara dayanmak zorunda kalmaktadır. Bu durumda Libya’daki sorunun en önemli kaynaklarından biri en güçlü siyasi aktöre dönüşmekte dolayısıyla bu aktörlerin merkezi bir güvenlik yapısıyla yeniden kurgulanmasını yönetecek bir siyasi

/

435

436

/

D E V R İ M D E N PA R ÇA L A N M AYA L İ B YA’ DA D D S A’ L A R

akıl oluşamamaktadır. Libya’daki silahlı aktörlerin geleceği ülkede merkezi otoriteyi yeniden tesis edecek bir siyasi aklın oluşturulması ve meşruiyetinin bütün aktörlerce kabul görmesiyle ilişkilidir. Bu ise yakın vadede mümkün görünmemektedir. SONUÇ

Libya’da devrim sürecinde ortaya çıkan ve takip eden dönemde çeşitli vesilelerle devlet çatısı altına giren devrimci silahlı gruplar siyasi konjonktüre göre farklı örgütlenmelere evrilerek varlıklarını sürdürmeyi başarmıştır. Devrimi gerçekleştirmek üzere eline silah alan siviller ordudan ayrılmış subayların komutasında devrimci birlikler oluşturmuş, devrim sonrasında beliren güvenlik zafiyeti nedeniyle geçiş hükümetleri devrimci silahlı birliklere başvurarak onları devlet çatısı altına almak zorunda kalmıştır. Genelkurmay Başkanlığı kapsamında devrimcileri orduya dahil ederek kurulan LZB, İçişleri Bakanlığı otoritesinde teşkil edilen YGK, darbe girişimiyle meşru parlamentoyu devirmeye çalışan ancak bir sonraki parlamentonun “Libya Silahlı Kuvvetleri Genel Komutanı” unvanı verdiği Halife Haftar’a bağlı güçler, darbeye karşı farklı silahlı birliklerin iştirakiyle oluşan Libya Şafağı güçleri, UMH ve bakanlıkları korumak için oluşturulan BMA ve DEAŞ’la mücadele için kurulan Çelik Gövde güçleri devrimci silahlı birliklerin farklı siyasi konjonktürlerde meydana getirdikleri organizasyonlardır. Bu örgütlenmeler ana omurgalarını korumakla birlikte yeni muharip unsurları da bünyelerine katarak siyasi konjonktüre göre yeni isimler altında teşkilatlanmakta ve varlıklarını sürdürmektedir. Devrimi takip eden süreçte melez bir siyasi düzen oluşmuş, güvenlik kurumları melezleşmiş siyasi ittifaklar içinde yer alarak politik aktörlere dönüşmüş, devletin kendisi ve “dışı” arasındaki çizgiler neredeyse ortadan kalkmıştır. Silahlı devrimci grupların bu denli güç kazanmasının en önemli nedeni 2011 sonrası süreçte Libya’da Vestfalya tarzı devlet yapısı üzerinden izah etmenin mümkün

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

olmadığı melez bir siyasi yapının ortaya çıkmasıdır. Melez siyasi düzen silahlı devrimci birliklerin farklı isimler altında kendi iç hiyerarşi ve siyasi ajandasını koruyarak devlet çatısı altına girmesine imkan sunmuştur. Böylece devletin ne içinde ne de dışında olan, meşruiyetini devletin hiyerarşik tanımlamalarından alan ancak devletin belirlediği ajanda yerine kendi ajandasına sahip, politik ittifaklar içinde yer alarak siyasi aktöre dönüşen yapılar ortaya çıkmıştır. Bu nedenle makalede silahlı gruplara ilişkin “devlet dışı aktörler” tanımlaması yerine “melez teşekküller” ifadesi Libya gerçekliğini izah etmede daha uygun görülmüştür. Özellikle Halife Haftar’ın darbe girişimiyle iç savaş ve meşruiyet krizine sürüklenen Libya siyasetindeki kaos güvenlik yapısının modern devlet tanımlaması çerçevesinde yeniden yapılandırılmasını zorlaştırmıştır. Siyasi yapının melez bir hale dönüştüğü ortamda Haftar’ın darbe girişimiyle ülke bir iç savaşa sürüklenmiş, özellikle Temmuz 2014’te gerçekleştirilen seçimlerle işbaşına gelen TM’nin Haftar’a “Libya Silahlı Güçler Komutanı” unvanı vermesi ülkede derin bir meşruiyet krizi oluşturmuştur. Silahlı bir aktör olan Haftar’ın ülke politikasının ana unsuruna dönüşmesi Libya’daki diğer siyasi aktörlerin daha fazla siyasileşmesine ya da siyasi aktörlerin ana dayanağına dönüşmesine imkan sunmuştur. Silahlı aktörlerin siyasi aktörlere dönüşmeleri güvenlik yapısına yapılacak herhangi bir düzenlemeye aynı zamanda siyasi bir değişiklik gerçekleştirme anlamı yüklemiştir. O nedenle Libya’da güvenlik yapısının içine düştüğü kaos siyasi kaosla doğrudan ilişkilidir. Meşruiyet krizi ve siyasi bölünmüşlük çözülmediği sürece silahlı aktörlerin doğal sınırlarına çekilmesi mümkün olmayacaktır.

/

437

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

SURİYE İÇ SAVAŞINDA Şİİ MİLİSLER

ÖMER BEHRAM ÖZDEMIR* GİRİŞ

2011’den bu yana iç savaşla boğuşan Suriye savaşın tarafları itibarıyla çok cepheli ve çok uluslu bir çatışma alanı haline gelmiştir. 2018 itibarıyla Suriye ordusu haricinde ABD, Rusya, Türkiye, İran ve az sayıda da olsa İngiliz ve Fransız askeri varlığının Suriye’nin farklı bölgelerinde aktif oldukları görülmektedir. Söz konusu aktörler bölgeye doğrudan kendi askerleriyle müdahil olurken maliyeti azaltmak suretiyle sahada başarıya ulaşmak adına devlet dışı aktörlerden de faydalanmaktadır. İran savaşın Esed cephesindeki aktörlerinden biri olarak ayaklanmanın ilk günlerinden bu yana rejimin mücadelesine doğrudan ve dolaylı destekte bulunmuştur. Rejimin paramiliter güçleri Şebbihaların eğitimlerinde dahi etkisi1 olan İran savaşın ilk dönemlerindeki askeri danışman desteğini2 ilerleyen dönemlerde doğrudan İran Devrim Muhafızları unsurlarının cephede çarpışması düzeyine kadar çıkarmıştır.3 İran’ın savaştaki askeri varlığına bakıldığında doğrudan ve dolaylı olmak üzere iki kanaldan müdahil olduğu görülmektedir. Doğrudan müdahalede İran Devrim Muhafızları unsurları yer alırken dolaylı müdahalede ise bu makalenin de konusu olan milis güçler rol almaktadır. Kendisine tek başına bir bölüm ayrılan ve tarihi, çapı ve siyasi ajandasıyla diğer rejim yanlısı milis gruplarından farklılaşan Hizbullah bilinçli bir şekilde bu makalenin dışında bırakılmıştır. 1

“Syrian Regime Sending Militias to Iran for Training”, Jerusalem Post, 4 Nisan 2013.

Joby Warrick, “Iran Reportedly Aiding Syrian Crackdown”, The Washington Post, 27 Mayıs 2011. 2

3

“War Fatalities Expose Iranian Army Flow into Syria”, Asharq al-Awsat, 5 Ağustos 2016.

* Araştırma Görevlisi, Sakarya Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü

/

439

440

/

S U R İ Y E İ Ç S AVA Ş I N DA Ş İİ M İ L İ S L E R

Yedi yılı aşan savaşta kayıplar ve ordunun bölünmesi sonucunda ciddi insan kaybına uğrayan Suriye ordusunun yaşadığı bu zafiyeti giderebilmek için bölgedeki en büyük müttefiki İran’ın sevk ve idare ettiği bu milis güçlerin özellikle Halep,4 Şam5 ve ülkenin doğusundaki çöl bölgesinde6 aktif oldukları görülmektedir. Bu durum savaşın Suriye rejiminin tek başına kendi askeri unsurlarıyla altından kalkabileceği bir seviyenin ötesine ilerlediğini göstermiştir. Söz konusu milis güçlerin yapılanmaları ve ideolojik arka planlarına odaklanmadan evvel bu grupların Suriye’deki varlıklarına göz atmak gerekmektedir. Bu makalede Suriye’de savaşan İran destekli milis grupların profilleri, sahadaki etki alanları ve siyasi angajmanları ele alınmıştır. REJİM YANLISI MİLİSLER KİMLER?

Suriye iç savaşında Esed rejiminin yanında yer alan milislerin sayılarıyla alakalı farklı iddialar mevcuttur. Bu milis güçlerin sayısının en az 15 bin,7 en çok da 25 bin8 olduğu öne sürülmektedir. Bu milislerin sayılarıyla alakalı net bir bilgi olmasa da halihazırda hem çatışmaların devam ettiği hem de bir şekilde ateşkesin uygulandığı neredeyse hiçbir cephede Suriye ordusu güçlerinin tek başına hakimiyeti yoktur.9 Bu daha açık bir ifadeyle uzun süren savaşta iyice 4 Amir Toumaj ve Caleb Weiss, “Iraqi Militia Parades in Southern Aleppo”, The Long War Journal, 12 Ağustos 2016. 5 Amir Toumaj, “IRGC-Controlled Iraqi Militia Deploys to Eastern Damascus Battle”, The Long War Journal, 23 Mart 2017. 6 Ahmad Majidyar, “Iran-Backed Iraqi Militias Vow to Seize al-Tanf from U.S. and Its Syrian Allies”, Middle East Institute, 2 Haziran 2017. 7 Erika Solomon, “Foreign Fighters Pour into Syria to Bolster Assad Regime”, Financial Times, 26 Kasım 2016. 8 Hugh Naylor, “In Syria’s Aleppo, Shiite Militias Point to Iran’s Unparalleled Influence”, The Washington Post, 20 Kasım 2016. 9 Vincent Beshara ve Cody Roche, “Assad Regime Militias and Shi’ite Jihadis in the Syrian Civil War”, Bellingcat, 30 Kasım 2016, https://www.bellingcat.com/news/ mena/2016/11/30/assad-regime-militias-and-shiite-jihadis-in-the-syrian-civil-war, (Erişim tarihi: 29 Mayıs 2017).

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

yıpranan ve artık düzenli bir ordudan ziyade yarı ordu yarı milis gücü içinde barındıran melez bir silahlı gücü yapıyı andıran Esed güçlerinin dış destek olmaksızın bu savaşı devam ettiremediği anlamını taşımaktadır. Durum böyle olunca hem devlet dışı aktörler savaş sahasında daha çok alan bulmakta hem de bu aktörlerin sponsorları (Bu vakada ana sponsor olarak İran görülmektedir) Suriye savaş sahasında daha çok söz sahibi haline gelmektedir. 2016 sonbaharında rejim güçlerinin Güney Halep’te gerçekleştirdiği büyük harekatta rejim saflarında savaştığı tahmin edilen 6 bin savaşçının 5 bin kadarının mezhep temelli milis güçleri olması ve sadece altıda birlik kısmının Suriye ordusu askeri olması önemli cephelerdeki milis varlığını da gözler önüne sermektedir.10 Açık kaynaklar üzerinden rejim yanlısı milislerin askeri varlıkları gözlemlendiğinde ise en çok karşılaşılan unsurlar İran destekli milislerdir. Bunların bir kısmı Irak kökenli bir kısmı da İran’da silahaltına alınan Afganistan ve Pakistan kökenli milis güçleridir. İran destekli milislerin Suriye iç savaşında ortaya çıkışları 2012’nin ikinci yarısından sonraya tekabül etmektedir. Ebul Fazl Abbas Tugayları’nın11 kısıtlı varlığı bu dönemde gözlenmeye başlamıştır. Rejim güçlerinin savaş sahasında yaşadığı üst üste yenilgiler sonrası rejim müttefiklerinin savaş sahasına doğrudan destekleri bir zorunluluk haline geldiği için İran destekli milislerin 2012’de ortaya çıkması olağan bir sonuçtur. Bu yılda İran destekli milislerin varlık gösterdikleri yegane bölge Şam’daki Seyyide Zeynep Türbesi ve etrafı olurken “Selefilere karşı savaşmak” adı altında Irak’ın Necef kentinde Suriye için milis toplama çalışmaları medyaya yansımıştır.12 2013 ile birlikte Harekat Nuceba 10 “Breaking Aleppo”, Atlantic Council, Şubat 2017, http://www.publications.atlanticcouncil.org/breakingaleppo, (Erişim tarihi: 29 Mayıs 2017). 11 Suriye’de savaşan Irak kökenli silahlı milis grup. Detaylı bilgi ilerleyen kısımlarda “Profiller” başlığı altında bulunmaktadır. 12 Yasir Ghazi ve Tim Arango, “Iraqi Sects Join Battle in Syria on Both Sides”, NY Times, 27 Ekim 2012.

/

441

442

/

S U R İ Y E İ Ç S AVA Ş I N DA Ş İİ M İ L İ S L E R

unsurları Halep’te faaliyetlerde bulunmaya başlamıştır. Böylece İran destekli milislerin Şam dışında daha başka bir ifadeyle Seyyide Zeynep’e uzak bir yerde savaşmaya başlamaları ise savaşın yeni gerçekliği haline gelmiştir.13 Harekat Nuceba’ya ek olarak Liva Zülfikar, Liva İmam Hüseyin14 ve Ketaib Seyyidu’ş-Şüheda gibi milis güçlerin Suriye’deki varlıkları da 2013’ün son çeyreğine dayanmaktadır.15 Bu grupların Irak kökenli olmaları elbette Irak’taki kimi siyasi ve askeri oluşumlarla da bağları olması manasına gelmektedir. 2013 ve 2014’te Şam merkezli başlayarak Lübnan sınırına doğru Kalamun bölgesinde yoğunlaşan askeri operasyonlarda da Hizbullah ve Esed güçlerine ek olarak Iraklı milisler yer almıştır.16 Yine 2014 içerisinde Iraklı milislerin Suriye’de gün geçtikçe artmakta olan askeri varlıkları Irak sebepli olarak akamete uğramıştır. Musul’un DEAŞ’ın eline geçmesi ve Irak güvenlik güçlerinin kısa süre içerisinde ciddi yenilgiler alması sonrası Iraklı milislerin önemli bir kısmının Suriye’den Irak’a geri dönmesi söz konusu olmuştur.17 Rejim güçlerinin cephede muharip güç eksikliği yaşamaması adına ise Afgan milislerin Suriye’ye intikali hızlanarak bu ülkedeki varlıklarında ciddi artış yaşanmıştır.18 Yine de rejim güçlerinin muharip güç ihtiyacı tam anlamıyla karşılanamamıştır. 2014’ün son çeyreğinde yoğunlaşan muhalif saldırılarına fazla

13 Hizbullah’ın aktif rol oynadığı Kuseyr savaşı da Şam merkezinin dışarısında yer almıştır lakin bu metinde Hizbullah ele alınmadığı için onun askeri aktiviteleri de İran destekli milislerin aktivitelerinden ayrı tutulmuştur.

Philip Smyth, “From Karbala to Sayyida Zaynab: Iraqi Fighters in Syria’s Shi’a Militias”, CTC Sentinel, Cilt: 6, Sayı: 8, (Ağustos 2013). 14

Phillip Smyth, The Shiite Jihad in Syria and Its Regional Effects, (The Washington Institute, Washington D.C.: 2015). 15

16

Smyth, The Shiite Jihad in Syria and Its Regional Effects.

Maria Abi-Habib, “Shiite Militias Decamping from Syria to Fight in Iraq”, WSJ, 17 Haziran 2014. 17

18

Smyth, The Shiite Jihad in Syria and Its Regional Effects.

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

direnemeyen rejim güçleri Mart 2015’te İdlib şehrinin kontrolünü kaybetmiştir.19 Beşar Esed’in Suriye ordusunun yaşadığı muharip güç noksanlığını bizzat dile getirmesi ise hem Rusya hem de İran’a desteklerini artırmaları için doğrudan mesaj mahiyeti taşımıştır.20 Bu mesajı hem Moskova hem de Tahran ciddiye almıştır. Moskova’nın cevabı Suriye’de hava saldırılarına başlamak olurken Tahran ise Dera’dan Halep’e kadar geniş bir cephe hattında Iraklı milislerin varlığını arttırma yolunu seçmiştir.21 İran’ın bu hamlesi milis güçlerin sahadaki görünürlüklerini oldukça arttırmıştır. Halep’in rejim güçleri tarafından kuşatılması ve ele geçirilmesi sürecinde İran destekli milislerin büyük katkısı olmuştur. İran Devrim Muhafızları’nın sahadaki görünen yüzü Kasım Süleymani’nin komutasındaki Iraklı milis güçleri Halep’in kuzeyinde Nubl ve Zehra köylerinin rejim bölgeleriyle birleşmesinde ve Güneybatı Halep’te muhaliflerin ikmal yollarının kesilmesinde öncü rol oynamışlardır.22 Hatta aynı unsurlar Türkiye ile Rusya’nın mutabakatıyla varılan ateşkesi sabote etmek için yoğun çaba sarf etmiştir.23 Yine aynı milis güçlerinin Şam ve Hama kırsalında yaşadığı kayıplar da bu cephelerdeki milis varlığının göstergesidir.24 2018 itibarıyla İran destekli milisler Şam ve Şam kırsalı, Dera, Humus ve çöl bölgesi, Halep ve Hama’da başka bir ifadeyle rejim güçlerinin varlığının olduğu neredeyse tüm Liz Sly, “Syrian Rebels Take Strategic Town of Idlib”, The Washington Post, 28 Mart 2014. 19

20

“Syria’s Assad Admits Army Struggling for Manpower”, Aljazeera, 26 Temmuz 2015.

Phillip Smyth, “Iraqi Shiite Foreign Fighters on the Rise Again in Syria”, The Washington Institute, 29 Mayıs 2015. 21

Martin Chulov, Saeed Kamali Dehghan ve Patrick Wintour, “Iran Hails Victory in Aleppo as Shia Militias Boost Syria’s Bashar al-Assad”, The Guardian, 14 Aralık 2016. 22

Selen Temizer, Levent Tok ve Halit Süleyman, “Halep’teki Yabancı İşgal Gücü: Şii Milisler”, Anadolu Ajansı, 14 Aralık 2016. 23

“Big Losses Among Shiite Militias in Damascus and Hama Countryside”, Orient News, 25 Ocak 2016, https://www.orient-news.net/en/news_show/100870/0/Big-losses-among-Shiite-militias-in-Damascus-and-Hama-countryside, (Erişim tarihi: 27 Mayıs 2017). 24

/

443

444

/

S U R İ Y E İ Ç S AVA Ş I N DA Ş İİ M İ L İ S L E R

aktif cephelerde ve çatışmanın bittiği bölgelerde yer almaktalar. Söz konusu milislerin varlığı özellikle 2015’in ikinci yarısından itibaren en yoğun şekilde hissedilmektedir. PROFİLLER

İran destekli milis güçlere bakıldığında ilk ön plana çıkan özellik Nubl-Zehra bölgesindeki az sayıdaki Suriyeli milisler haricinde Suriye dışından gelmiş olmalarıdır. Burada ise en çok Iraklılar ve Afganların varlığından söz edilebilir. Bu açıdan bakıldığında Suriye’deki DEAŞ varlığına benzer bir şekilde yabancı unsurlardan oluşan bu milis unsurların yerel kitle tarafından herhangi bir Suriyeli milis unsur gibi karşılık bulması zor olacaktır. Lakin Suriye iç savaşının yol açtığı büyük mülteci dalgası Baas rejimi ve müttefiklerine demografik inşacılık için alan açarken Iraklı milisler de bu hamlelerde araç haline gelmişlerdir.25 İşlevsel olarak İran için büyük önem taşıyan bu gruplar hiyerarşik olarak da Tahran’ın altında onunla koordineli olarak Suriye savaş sahasında etkindirler. 2015-2017 arasında Halep ve Dera cephelerinde, bugün ise Humus ve Deyrizor kırsalındaki yoğun milis varlığının sebebi bu grupların kendi siyasi ajandaları değil İran’ın Suriye iç savaşındaki stratejisi gereğidir. İran’ın Devrim Muhafızları unsurlarından yaşadığı kayıpların da benzer cephelerde yoğunlaştığını göz önüne aldığımızda Tahran’ın söz konusu milisleri sadece sahaya sürmediği aynı zamanda kendi unsurlarıyla da cepheyi yönettiği anlaşılabilir. Sayıları onlarla ifade edilecek çok sayıda milis grubun içerisinden etkisi ve işlevi yüksek olanlarının profilleri üzerinden bu makalede bahsi geçen milislere dair zihinlerde daha somut bir tahayyül oluşturulabilir. 25 Rejim ve müttefikleri tarafından kuşatılan ve daha sonra anlaşmalar gereği tahliye edilen Daraya ve Muadamiye gibi bölgelere Iraklı milislerin aileleri yerleştirilmiştir. Bkz. “Iraqi Shiite Militias Seeking Demographic Change in Syria”, The Syrian Observer, 7 Eylül 2016, http://syrianobserver.com/EN/News/31603/Iraqi_Shiite_Militias_Seeking_Demographic_Change_Syria, (Erişim tarihi: 27 Aralık 2017).

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

Harekat Nuceba

Asaib Ehli’l-Hak grubu liderlerinden Ekrem Kaabi tarafından Suriye’de kurulan Harekat Nuceba’nın oluşumunda Suriyeli muhaliflere karşı savaşı Seyyide Zeynep bölgesinin ötesine taşımak arzusu vardır.26 Bu fikir Suriye’deki Iraklı milis grupları için yeni ve tartışmalar yaratan bir öneri olmuştur. Bugün Iraklı milislerin ekserisinin Suriye’nin dört bir yanında savaştığı düşünüldüğünde Harekat Nuceba’nın bu stratejide öncü olduğu görülür. Bu yüzden de bugün itibarıyla Suriye içerisindeki en güçlü Iraklı milis güçlerinden biri Harekat Nuceba’dır. Finansman ve askeri eğitim hususunda İran ve Hizbullah’tan destek gören örgüt kendine bağlı alt gruplarla da cephede varlığını sürdürmektedir. Bu gruplar Ammar bin Yasir Tugayı, Hasan Mücteba Tugayı ve Hamad Tugayı adlarıyla faallerdir.27 Şam başta olmak üzere farklı cephelerde varlığını sürdüren örgütün en etkin olduğu bölge Halep cephesi olmuştur. Bilhassa Güney Halep çatışmalarında en ön saflarda yer alan Harekat Nuceba Halep’teki Şii varlığına kendi propagandalarında da vurgu yaparak mezhepsel gerilimleri besleyen bir tutum sergilemiştir.28 İran dini lideri Ali Hamaney’e bağlılığı bilinen örgütün DEAŞ hususundaki görüşü ise Kaabi’nin ifadesiyle DEAŞ’ın İsrail, Türkiye ve Körfez ülkelerinin ortak bir komplosu olduğudur.29 Örgütün Türkiye’ye bakışı olası tehditler açısından fikir vericidir.

26

Smyth, The Shiite Jihad in Syria and Its Regional Effects.

“The Fighting Shiite Militias in Syria”, SNHR, 16 Ağustos 2014, http://sn4hr.org/ blog/2014/08/16/the-fighting-shiite-militias-in-syria, (Erişim tarihi: 1 Haziran 2017). 27

28 “Harekat Nuceba’ya ait televizyonda örgütün lideri Ekrem Kaabi’nin Halep’e gelişi ‘Halep’in Şialığı’na vurgular içeren marşlarla ekrana getirilirken örgüte bağlı savaşçıların videoda kendilerini Mehdi’nin askerleri olarak adlandırdıkları da gözlendi.” Bkz. “Al-Nujaba Shiite Iraqi Militias Claim Aleppo Become ‘Shiite’”, Zaman al-Wasl, 7 Eylül 2016. 29 Kyle Orton, “Iran Raises the Stature of One of Its Shi’a Jihadist Militias: Harakat Hizballah al-Nujaba”, The Henry Jackson Society, 22 Eylül 2017.

/

445

446

/

S U R İ Y E İ Ç S AVA Ş I N DA Ş İİ M İ L İ S L E R

Zülfikar Tugayı

2013’te kurulan Zülfikar Tugayı “Seyyide Zeynep müdafaası” için Suriye’de kurulmuş ikinci silahlı örgüttür.30 Eski Asaib Ehli’l-Hak milislerini bünyesinde barındıran ve propagandalarında Humeyni başta olmak üzere pro-İran sembol ve söyleme fazlasıyla sarılan Zülfikar Tugayı31 da sadece Seyyide Zeynep çevresinde savaşmamış, daha geniş bir coğrafyada çatışmanın bir parçası olmuştur. Şam merkezi haricinde Adra ve Nebek gibi Şam çevresine yakın Güney Suriye’deki kimi cephelerde savaşan örgütün kurucu liderlerinden Fazıl Suphi de Dera’daki çatışmalarda öldürülmüştür. Suphi’nin naaşı daha önce bir süre bulunduğu İran’a oradan da Necef ’e getirilmiştir.32 Örgütün Suriye’de kimi savaş suçlarına bulaştığına dair ciddi iddialar da bulunmaktadır.33 Ebul Fazlu’l-Abbas Tugayı

2012-2014 arasında Suriye’de İran destekli milis yapılanması içindeki en etkin gruplardan olan Ebul Fazlu’l-Abbas Tugayı, bünyesinden çok sayıda farklı milis gücü çıkarmasıyla bir “üretim teşkilatı” vasfına sahiptir. Propagandalarına bakıldığında hem Lübnan Hizbullahı hem de Asaib Ehli’l-Hakk’a yakınlıklar barındıran örgüt öte yandan muadili diğer milis güçlere nazaran daha “yumuşak” ve “kapsayıcı” bir dil kullanmaktadır. Öyle ki “Seyyide Zeynep şehitleri” sıfatıyla rejim yanlısı Sünni ve Hristiyan milisleri övdükleri

30

Smyth, The Shiite Jihad in Syria and Its Regional Effects.

Phillip Smyth, “Hizballah Cavalcade: Liwa’a Zulfiqar: Birth of A New Shia Militia in Syria?”, Jihadology, Haziran 2013. 31

32 Testimony of Mr. Phillip Smyth, Research Analyst at the University of Maryland – Laboratory for Computational Cultural Dynamics, House Committee Foreign Affairs Committee – Subcommittee On Terrorism, Nonproliferation, and Trade, Kasım 20, 2013, Hearing: Terrorist Groups in Syria.

Philip Smyth, “The ‘Hizballah Execution Video’: Confirmation of Shia Militia Involvement”, Brown Moses Blog, 23 Ekim 2013, http://brown-moses.blogspot. com/2013/10/the-hizballah-execution-video.html, (Erişim tarihi: 1 Haziran 2017). 33

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

görülmüştür.34 Yine de gerek isim seçimi gerekse de propaganda videolarındaki sloganlarına bakıldığında mezhebi kimliklerini ortaya koyan bir çizgidedir. Irak Hizbullahı, Mehdi Ordusu ve Bedir Tugayları gibi Iraklı örgütlerden katılan milislere ek olarak Suriyeli Şiiler ve hatta Yemenli bazı milisler de örgütün bünyesinde yer almaktadır.35 Bu açıdan bakıldığında bugün Suriye’deki Şii milis çeşitliliğinde Ebul Fazlu’l-Abbas Tugayı’nın savaşın ilk yarısında oynadığı “eğitici ve üretici teşkilat” rolü büyük pay sahibidir. Ketaib Seyyidu’ş-Şüheda

Çoğu İran destekli milis gücü gibi 2013’te kurulan Ketaib Seyyidu’ş-Şüheda’nın kökenleri Irak’a dayanmaktadır. Ketaib, Hizbullah bünyesinden ortaya çıkan örgütün Bedir Tugayları ile de temas kurabilen figürlere sahip olduğu bilinmektedir. Suriye’de Şam’da ve özellikle Doğu Guta’da etkinlik gösteren örgüt, Irak’ta da bilhassa Selahaddin bölgesinde faaliyet göstermiştir. 2015’te Suriye ordusu, Hizbullah ve İranlı askeri unsurlarla birlikte Dera operasyonuna katılan Ketaib Seyyidu’ş-Şüheda’nın bu hamlesi Irak televizyonlarında kendine yer bulmuştur. El-Enver 2 televizyonu Ketaib Seyyidu’ş-Şüheda’nın Dera operasyonundaki katkısını bir belgeselle Iraklı izleyicilere ulaştırmıştır.36 Örgüt adının duyulduğu diğer bir hadise ise 2013’te Şam’da gerçekleştirilen kimyasal saldırıdır. Söz konusu saldırıda Ketaib Seyyidu’ş-Şüheda milislerinin kimyasal saldırıda bulunulacak muhalif bölgeyi kuşatma ve bu bölgeden kaçışları engellemeyle görevlendirildiğine dair iddialar vardır.37 Her ne kadar Ketaib Seyyidu’ş-Şüheda’nın kimyasal saldırıdaki –varsa– rolü üzerine tartışmalarda mutabakat 34

Smyth, The Shiite Jihad in Syria and Its Regional Effects.

35

“The Fighting Shiite Militias in Syria”.

Aymenn J. Tamimi, “The Return of Iraqi Shi’i Militias to Syria”, Middle East Institute, 16 Mart 2015. 36

37 K. Gilbert, “The Rise of Shi’ite Militias and the Post-Arab Spring Sectarian Threat”, International Institute for Counter-Terrorism, (Ekim 2013), s. 29-30.

/

447

448

/

S U R İ Y E İ Ç S AVA Ş I N DA Ş İİ M İ L İ S L E R

yoksa da örgütün rejimin savaştaki en zorlu döneminde Şam’da aktif olduğu hususunda şüphe yoktur. Fatımiler Tugayı

2013’te İran’da Devrim Muhafızları tarafından kurulan Fatımiler Tugayı İran’da bulunan Afgan kökenli mülteci gönüllülerden Suriye’de savaşacak milis güçleri inşa etme projesidir. Bu projeye katılan gönüllülerin bir kısmı ideolojik sebeplerden diğer bir kısmı da İran devleti tarafından kendilerine sunulan sosyal kazançlardan ötürü Suriye’de savaşmayı tercih etmektedir. Devrim Muhafızları komutasında ilk olarak Halep, Hama ve Şam’da faaliyete geçen38 Fatımiler Tugayı ilerleyen süreçte Humus ve Dera’da da boy göstermiştir. Mezhebi kimlik olarak Şiiliğe mensup, Farsça konuşan Afgan Hazara kitlesi İran’ın milis inşa etme siyaseti için eşsiz bir kaynak oluşturmaktadır. Fatımiler Tugayı’na katılımların büyük kısmının kökeni Afganistan’ın Herat şehridir. Afganistan içerisinde milis devşirmek adına İran Hüseyniyeler ve kimi kültür merkezlerinden faydalanmaktadır. Afgan milisler savaşın ilk dönemlerinde cephe hattında Ebul Fazlu’l-Abbas Tugayı içerisinde yer almış, devam eden süreçte de Fatımiler Tugayı adı altında büyüyerek etkinliklerini sürdürmüştür.39 Örgüt özellikle Halep’te sayısal anlamda çok büyük kayıplar vermiş olsa da en büyük kaybını komutanı Ali Reza Tavassuli’nin Dera’da öldürülmesiyle yaşamıştır.40 Lakin bu kayıp örgüt için idari anlamda büyük kayıp olmakla birlikte Tavassuli’nin Kasım Süleymani ile yakınlığı örgütün adının uluslararası medyada çokça zikredilmesine yol açmıştır. Fatımiler Tugayı ile benzer şartlarda yine Devrim Muhafızları tarafından eğitilen 38 Phillip Smyth, “Iran’s Afghan Shiite Fighters in Syria”, The Washington Institute, 3 Haziran 2014. 39 Jacques Neriah, “Iran’s Foreign Legion in Syria”, Institute for Contemporary Affairs, 28 Mayıs 2017. 40 Jacques Neriah, “Iran Deploys Afghan Shiite Brigade to Spread Its Control in Southern Syria”, Jerusalem Center for Public Affairs, 4 Mart 2015.

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

Pakistanlı Şiilerden oluşan Zeynebiler Tugayı41 ise Fatımiler Tugayı ile çoğunlukla aynı cephelerde savaşmakta olup sayıca Fatımiler Tugayı’na göre azdır. TAHRAN VE ŞAM İLİŞKİSİNİN TARİHSEL ARKA PLANI

Suriye’de ayaklanmanın savaşa evrildiği günlerde dahi Baas rejiminin kadim müttefiki İran, Şam yönetiminin yanında yer almıştır. Irak ve Suriye’de yaşanan kaos ve çatışma ortamına ve Arap Baharı sonrası Körfez-İran, Türkiye-İran gerilimlerine bakılarak hareket edildiğinde bu ittifakın “mezhep” temelli bir yakınlaşma olduğu iddia edilebilir. Lakin 1979’dan bu yana Tahran ve Şam arasındaki ilişkilere bakıldığında bu ilişkileri sadece “Şiilik” üzerinden okumak kolaya kaçmak olacaktır. Suriye Baas rejiminin çekirdeğini oluşturan kadroların ekseriyetinin Şii mezhebine daha yakın sayılabilecek bir inanç olan Nusayri inancından olmaları kimi zaman söylemsel düzeyde iki yönetimin işini kolaylaştıran bir zemin işlevi görmektedir. Lakin “sol Arap milliyetçisi” Baas rejimi ile “Şii İslamcı-Fars teokrasisi” İran’ın müttefikliğini ne ideolojik yakınlık ne de dini-etnik kimlikler üzerinden kolayca açıklamak mümkün değildir. İran Devrimi sonrası yeni Tahran rejiminin bölgede içine girdiği yalnızlık durumu kendisi de benzer bir yalnızlık durumunu yaşayan ve bölgede bir ittifaka ihtiyaç duyan Baas rejimi için arzu edilen bir fırsat olarak ortaya çıkmıştır. Suriye Baası’nın İsrail ile arasında var olan düşmanlık ve ABD’ye uzak konumu ise devrim sonrası anti-ABD ve anti-İsrail bir söylem tutturan İran için bir müttefikte aranacak temel özellikler arasındadır. İki ülkenin bu ittifak arayışları yakınlaşmayla sonuçlanırken 1980’lerde yaşanan iki gelişme bu yakınlaşmayı güçlü bir ittifaka dönüştüren bir süreç anlamına gelmiştir. 1979-1982 arası dönemde Suriye rejimi bugün karşı karşıya kaldığı ayaklanmanın 41 Farhan Zahid, “The Zainabiyoun Brigade: A Pakistani Shiite Militia Amid the Syrian Conflict”, Terrorism Monitor, Cilt: 14, Sayı: 11, (Mayıs 2016).

/

449

450

/

S U R İ Y E İ Ç S AVA Ş I N DA Ş İİ M İ L İ S L E R

daha küçük ve sınırlı bir benzerini yaşamıştır. Baas rejimine karşı Müslüman Kardeşler hareketinin merkezde olduğu bir ayaklanma çıkmış ve bu ayaklanma tarihte Hama Katliamı olarak bilinen trajik hadiseyle son bulmuştur. Bu ayaklanma yıllarında İran yönetimi Baas rejiminin yanında yer almıştır ki bu durum yani “İslam Devrimi” yapmış bir yönetimin İslamcı bir ayaklanmaya (Müslüman Kardeşler) karşı sol-milliyetçi Baas rejiminin yanında durması başlı başına bu ittifakta belirleyici olanın ideoloji değil “reel çıkarlar” olduğunu göstermektedir. Aynı dönemde İran’ın başında ise çok daha büyük bir sorun olarak Saddam Hüseyin vardır. Saddam Hüseyin liderliğindeki Irak’ın İran’a açtığı savaş sekiz sene boyunca karşılıklı olarak yüz binlerce insanın ölümüne yol açarken devrim sonrası ülkeyi yeniden inşa etmek amacındaki İran kadroları için hem zorlayıcı hem de tecrübe edindiren bir meydan okuma olmuştur. Bu savaş esnasında ise Hafız Esed liderliğindeki Suriye Baası ideolojik kardeşi Irak Baası yerine İran’ın yanında yer almıştır.42 Şam yönetimi hem diplomatik hem de lojistik olarak destek verdiği İran yönetimiyle ilişkilerini günden güne güçlendirmiştir.43 İki yönetim her ne kadar bir dönem Lübnan’da Hizbullah üzerinden karşı karşıya gelmiş44 ve söz konusu nüfuz alanlarında rekabet olduğunda ittifakların bazen açık verdiğini göstermişlerse de 1980’lerden 2017’ye kadar yaşanan süreçte birbirlerinin bölgedeki yegane destekçileri olmuştur. Dış politikadaki yakın pozisyonları söylemlerine de yansımıştır. ABD karşıtlığına ek olarak Filistin meselesi ve İsrail karşıtı siyasetin iki ülkenin de dış politikalarının alamet-i farikası Suriye’deki Müslüman Kardeşler ayaklanmasında da Irak Baası Müslüman Kardeşleri destekleyen bir siyaset izlemiştir. 42

Ömer Behram Özdemir, “Suriye İran İlişkileri: Ortaklıktan Tek Taraflı Hakimiyete”, Bağımsızlıktan Arap Baharı’na Suriye: İç ve Dış Politika, der. Mehmet Akif Okur ve Nuri Salık, (Nobel Yayınları, Ankara: 2016), s. 341. 43

44 “Hezbollah Buries Dead, Vows Revenge on Syrians”, Associated Press News Archive, Şubat 1987.

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

olduğu söylenebilir. Bu siyaset ise Hamas ve Hizbullah gibi bölgesel düzeye nüfuz etmiş DDSA’ların maddi ve manevi desteklenmesi yoluyla fiiliyata geçirilmiştir. Suriye iç savaşı Hizbullah’ın değerini hem Şam hem de Tahran için artırırken Hamas’ın ve Suriye içinde mülteci konumunda bulunan bu örgüte yakın unsurların muhaliflere yakın tutumları ise örgütün Suriye’deki varlığının sona ermesine yol açmıştır. Yine iki rejim de Suudi Arabistan ile hasmane bir rekabet içerisindedir. Filistin meselesinde söylemde düşman unsur “Siyonizm” olarak belirlenmiş iken Suudi Arabistan karşıtlığında ise “Vehhabiler”,45 “Suudi destekli tekfirci teröristler”46 şeklinde bir düşman tanımı yapılmaktadır. Bu etiketleri Suriye iç savaşında çokça görmek mümkündür. Dolayısıyla İran destekli milis güçlerinin de böylesi bir ideolojik kavram setiyle hareket etmeleri haliyle beklenen bir durumdur. Tekfirci Öteki ve Türbelerin Muhafızlığı: Şii Kutsal Savaşı ve İran Destekli Milislerin Söylemleri ve Motivasyonları

Suriye iç savaşında ise rejim yanlısı İran destekli milislere ve İran’a bakıldığında müdahalenin meşrulaştırılması sürecinde ilk ortaya atılan dini referanslı “türbe koruyuculuğu” tezidir. Şam’da bulunan Şiiler açısından büyük önemi haiz olan Seyyide Zeynep Türbesi’nin “tekfirci teröristler”e karşı korunması Suriye’deki “kutsal” savaşın –ya da Philip Smyth’in tabiriyle Şii cihadının– en baş meşrulaştırma tezi olarak karşımıza çıkmaktadır. Ek olarak “türbelerin savunulması” tezi “kutsal müdafaa” adı altında ilk kez İran-Irak Savaşı’nda bir kavram olarak kullanılmıştır.47

45 “President al-Assad to Wion TV: Situation in Syria has Improved Dramatically, Wahhabi Terrorist Extremist Groups are Retreating”, SANA, 3 Haziran 2017. 46 “Saudi Arabia Relocates 3,000 Takfiri Terrorists from Syria to Yemen”, FARS News Agency, 7 Nisan 2015. 47

Smyth, The Shiite Jihad in Syria and Its Regional Effects.

/

451

452

/

S U R İ Y E İ Ç S AVA Ş I N DA Ş İİ M İ L İ S L E R

Açık kaynaklara bakıldığında söz konusu milislerin propaganda videoları48 veya sahadan çekilmiş çatışma videolarında “Lebbeyk ya Zeyneb”, “Ya Hüseyin”, “Ya Mehdi” gibi dini referanslı sloganlar sıkça kullanılmaktadır. Keza aynı sloganlar farklı milis güçlerin bayraklarında veya milislerin üniformalarında da kendilerine yer bulmaktadır. Savaşın Suriye’de cereyan ediyor olması ve düşman olarak görülen muhalif unsurların bir kısmının Emevi geleneğini sahiplenen siyasi kimliklere sahip olması49 İran destekli milislerin “Seyyide Zeynep” referanslarıyla örtüşen coğrafi ve tarihi bazı olgulardır. Yani bir başka deyişle Suriye savaş sahasında muhaliflerin DEAŞ’a karşı “Nehrevan Savaşı” söylemi (İslam’ın ilk dönemlerinde Haricilere karşı mücadeleye atıf ) ve rejim güçlerine karşı da “Mecusiler” (İran’ın İslam öncesi kimliğine atıf ) ve “Safeviler”e (İran’ın bölgedeki yayılmacılığına atıf ) karşı savaş söylemini kullandığı görülmektedir. DEAŞ’ın ise “Dabık” söylemiyle kendi savaşını müminler ile kafirler arasındaki nihai savaş olarak adlandırdığı bilinmektedir. İran destekli milis güçler de kendi savaşlarını bir nevi “Ümeyyeoğullarına karşı gelen Ehlibeyt taraftarları” olarak mizansenleştirmektedir. Hizbullah’ın Kuseyr kasabasını ele geçirmesinin ardından şehirdeki minarelere “Ya Hüseyin” yazılı pankartlar asması50 ve bu milislerce ele geçirilen Sünni bölgelerdeki camilere Humeyni ve Nasrallah gibi Şii siyasetinde önemli yere sahip kişilerin posterlerinin konulması51 tesadüfen gelişen hadiseler değil tam aksine rejim yanlısı milis güçlerin ideolojik arka planlarıyla alakalı ipucu veren yansımalardır. 48 “The Story of al-Nujaba | The Resistance Continues!”, Youtube, https://www.youtube.com/watch?v=coi0ZklnQDo, (Erişim tarihi: 1 Haziran 2017). 49 Ali Mamouri, “Was Zahran Alloush Really a Moderate Leader?”, Al Monitor, 14 Ocak 2016. 50

https://www.youtube.com/watch?v=ezeqWgH-Fus, (Erişim tarihi: 1 Haziran

2017). 51 Lara Nelson, “The Shia Jihad and the Death of Syria’s Army”, Middle East Eye, 19 Kasım 2015.

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

Iraklı milis gücü Harekat Nuceba’nın lideri Ekrem Kaabi’nin Güney Halep’te ele geçirilen bir camide verdiği Cuma hutbesinde Kerbela ve Zeyneb’in tutsaklığı gibi hadiselerin tekrarını yaşamamak için muhaliflere ve onların “efendileri” Türkler, Suudiler, Yahudiler ve Amerikalılara karşı durulacağını52 ifade etmesi de güncel dış politika rakipleri ile tarihsel düşmanlar arasında paralellik kurulmasına örnektir. ABD ve Yahudiler “Emperyalizm” ve “Siyonizm”i temsil ederken Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar gibi bölgesel rakipler ise Suriye iç savaşında “tekfirciler”in destekçileri sıfatıyla pro-İran/ pro-Esed söylemde kendilerine yer bulmuştur. Smyth’e göre İran ve bölgedeki uzantıları “tekfirci teröristler” söylemini propagandalarının merkezine koyarak bölgedeki dini azınlıkların korkularına oynamakta ve bu şekilde özellikle Levant bölgesi Hristiyanlarından destek aramaktadır.53 Hizbullah’a yakın medyada Türkiye, Suriye’ye “tekfirci teröristler”in geçişini sağlayan bir terör destekçisi,54 Suudi Arabistan da “tekfirci teröristler”in bir numaralı efendisi olarak lanse edilmektedir.55 Böylece bölgesel rakipler “aşırıcı” ve “bölücü” rollere sahip olurken onlara karşı koyan pro-İran hareket ise “mutedil” ve “ümmetin vahdeti” için savaşan bir siyasi akım olarak kendini konuşlandırmaktadır. Bu denklemde “aşırıcılar” ve onların bölgesel destekçileri (Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar) Şii milis gruplar açısından ümmeti bölmek ve zayıflatmak isteyen Batı’nın ve Siyonizmin maşası haline gelmiştir. Bu da Tahran ve uzantılarının savaşının hem daha büyük hem de etik olarak daha ulvi bir konumda yer alması anlamına gelir ki İran destekli milislerden pro-İran söylemde “İslami direniş” olarak bahsedilmesi buna örnektir. 52

goo.gl/jVG2Hx, (Erişim tarihi: 2 Haziran 2017).

53

Smyth, The Shiite Jihad in Syria and Its Regional Effects.

“500 Takfiri Militants Crossed Turkey into Syria’s Azaz: Report”, Almanar TV, 18 Şubat 2016. 54

55 “Saudi Arabia Moves 3,000 Takfiri Terrorists from Syria to Yemen: Report”, Almanar TV, 8 Nisan 2015.

/

453

454

/

S U R İ Y E İ Ç S AVA Ş I N DA Ş İİ M İ L İ S L E R

“Türbe muhafızlığı” ve “kutsal savaş” gibi temel motivasyonlara tamamlayıcı olarak mülteci kökenli milisler için para ve güvence motivasyonu da eklenmelidir. İran koordinasyonundaki Fatımiler Tugayı ve Zeynebiler Tugayı bünyesindeki Afgan ve Pakistanlı Şii mülteci gönüllülerin Suriye savaş sahasına gelmesindeki en önemli motivasyonlardan biri kendileri ve ailelerinin geleceği hususunda kazanımlar vadedilmesidir. Kimi kaynaklara göre aylık 450 dolar56 kimilerine göre de aylık 1.000 dolara yakın57 maaşlarla Afganlar İran adına Suriye’de savaşmaktadır. Maaş kadar belki daha da önemli diğer motivasyon ise milis güçlere gönüllü olarak “türbe müdafaası”na katılan mülteci gençler ve ailelerine bunun karşılığında58 oturum ve çalışma izinleri verilmesidir. Afganistan’dan İran’a sığınan ve en temel sosyal güvencelerin çoğundan mahrum olan mültecilere bu teklifle giden Tahran aslında mülteci erkeklere sonucu belli bir “seçme şansı” tanımakta ve mültecilerin yaşadıkları sorunları kendi dış politikasında araçsallaştırarak buradan fayda elde etmektedir. Son tahlilde İran destekli milisler ve İran’ın sınır ötesi aktivitelerine bakıldığında mezhepsel referansların “meşrulaştırıcı” ve hedef kitleyi (Burada milis kaynağının havuzunu oluşturan Irak ve Afganistan Şii havzaları ele alınmaktadır) konsolide edici bir rolü olduğu görülmektedir. Bu mezhepsel referansların inşa ettiği dil aynı zamanda İran adına vekalet savaşı yürüten pek çok milis grubun kuruluşuna zemin hazırlamıştır. Daha açık bir ifadeyle İran ulusal çıkarları doğrultusunda inşa ettiği dış politikasının uygulanması adına sahada dini referanslarla dolu bir dil ve o referanslar etrafında inşa edilmiş milisleri kullanmaktadır. 56 Farzin Nadimi, “Iran’s Afghan and Pakistani Proxies: In Syria and Beyond?”, The Washingon Institute, 22 Ağustos 2016. 57 Hashmatallah Moslih, “Iran ‘Foreign Legion’ Leans On Afghan Shia in Syria War”, Aljazeera, 22 Ocak 2016. 58

“Iran Sending Thousands of Afghans to Fight in Syria”, HRW, 29 Ocak 2016.

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

İran Destekli Milislerin Geleceği

İran destekli milisler sahadaki varlıklarıyla rejim güçlerinin iç savaşta dengeyi kendi lehine çevirmesine yardımcı olmuşlardır. Lakin söz konusu milisler eylemleri ve söylemleriyle orta ve uzun vadede hem Suriye hem de bölgesel aktörler için sorunlar üretme potansiyeline sahipler. Siyasi olarak bakıldığında İran destekli milislerin Suriye iç savaş sahasındaki artan varlıkları ve askeri başarıları İran’ın Suriye-Irak-Lübnan hattındaki varlığı açısından hayati öneme sahiptir. Stabil bir Suriye ve Irak senaryosunda Diyala’dan Kalamun’a kadar Tahran ile ideolojik ve maddi bağları en üst seviyede milis güçlerin varlığı demek İran’ın Arap dünyası ile Türkiye arasını kendi egemenlik hattıyla kesmesi anlamına gelmektedir. Bu hem İran’ın nüfuzunun zirve yapması hem de Türkiye başta olmak üzere bölgesel aktörlerin Irak-Suriye-Lübnan hattında ciddi şekilde saf dışı bırakılması manasını taşımaktadır. Zira Halep’te görünürde şahit olunan Suriyeli muhalifler-Iraklı milisler savaşı aynı zamanda uzantılar üzerinden gerçekleşen Ankara/Doha-Tahran çatışması olarak okunabilir. İran ve uzantılarının Suriyeli muhaliflere karşı söylemlerindeki anti-Türkiye söylemin güçlülüğü 15 Temmuz 2016 başarısız darbe girişimi gecesi sosyal medyaya düşen çok sayıda kutlama mesajı üzerinden de anlaşılabilir.59 Türkiye DEAŞ ve YPG-PKK unsurlarıyla mücadelesine hem sınır içi hem de sınır ötesinde devam ederken İran destekli milisler de potansiyel olarak Ankara için tehdit oluşturmaktadır. Nitekim Başika60 ve Şengal meselelerinde Ankara ile Haşdi Şabi unsurlarının –dolayısıyla İran’ın– arasındaki gerilimin ne derece artabileceği görülmüştür. Ayrıca her ne kadar şimdilik ciddi bir tehdit olarak görülmese de Türkiye siyasi tarihin59

“İran Devrim Muhafızları Darbe Girişimini Kutladı”, Yeni Şafak, 19 Temmuz

2016. “Haşdi Şabi Sözcüsü Türkiye’yi Savaşla Tehdit Etti”, Mepa News, 15Aralık 2016, https://www.mepanews.com/hasdi-sabi-sozcusu-turkiyeyi-savasla-tehdit-etti-3288h. htm, (Erişim tarihi: 30 Mayıs 2017). 60

/

455

456

/

S U R İ Y E İ Ç S AVA Ş I N DA Ş İİ M İ L İ S L E R

de kimi zaman mezhepsel farklılıklar üzerinden çıkarılmak istenen çatışma denemeleri göz önüne alındığında uzun vadede söz konusu milislerin Ankara’ya yönelik söylemleriyle toplumun fay hatlarıyla oynaması ihtimali vardır. Öte yandan bir diğer potansiyel sorun ise Suriye’nin demografisidir. PKK/YPG’nin ele geçirdiği kimi bölgelerde uygulamaya koyduğu Arapların geri dönüşünü engelleme politikasının farklı bir türünü rejim güçleri tatbik etmektedir. Şam banliyöleri, Şam kırsalı ve Humus’ta rejim güçlerince uzun kuşatmalara maruz kalan pek çok bölge tahliye anlaşmalarıyla birlikte boşaltılmıştır. Daha sonra bu bölgelere Suriye’deki az sayıda yerli Şii nüfus ve Iraklı milisler başta olmak üzere Esed rejimi yanında savaşan Şii milislerin ailelerinden siviller yerleştirilerek Şii nüfusun bulunduğu cepler inşa edilmiştir. Suriyeli muhalifler bu hamlenin İran tarafından Şam-Humus hattında demografi mühendisliği yapılarak güçlü bir etki alanı oluşturulma çabası olduğu düşüncesindedir.61 Türkiye YPG/PKK’nın demografi oyununa karşı Fırat Kalkanı ve Afrin bölgesine Arap ve Türkmen mültecileri yerleştirerek karşı hamle yapsa da Suriye’nin orta ve güney kısmıyla alakalı böyle hamleler yapma kapasitesine sahip değildir. O yüzden Şam-Humus hattında İran destekli milislerin de katkısıyla oluşturulmaya çalışılan bu tampon hat orta ve uzun vadede Sünni-Şii çatışmasının her daim patlamaya hazır bir durumda olmasına yol açacaktır; bir yanda tarihsel ötekisi Emevilerin kadim merkezi Şam’da tekfircilere karşı Seyyide Zeynep Türbesi’ni koruduğunu iddia eden milisler öte yanda da “Mecusi” ve/veya “Safevi” yayılmacılığına karşı mücadele ettiklerini iddia eden muhalifler… Irak’ta Sünni ve Şii toplum arasında ciddi gerilimlere ve belki de duygusal kopmalara yol açan mezhepsel çatışma Suriye’de de Irak’takinin benzeri bir yol almaya başlamıştır. Ve sürecin devamı mezhepsel gerilimin 61 Martin Chulov, “Iran Repopulates Syria with Shia Muslims to Help Tighten Regime’s Control”, The Guardian, 14 Ocak 2017.

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

en sert haliyle Suriye’de zirve yaptıktan sonra Lübnan’a ihracı şeklinde karşımıza çıkabilir ki demografik ve tarihi olarak çatışmaya oldukça müsait bir zemine sahip olan Lübnan için bu yeni bir felaket anlamına gelecektir. İran destekli milislerin nihai ve bölgesel istikrar açısından en önemli potansiyel sorunu ise otorite boşluğundan faydalanmaları ve inşa ettikleri dar iktidar alanlarıyla merkezi hükümetlere kafa tutabilmeleri ihtimalidir. Haşdi Şabi içerisindeki daha radikal unsurların Bağdat merkezi hükümetiyle zaman zaman ters düşmeleri aslında DEAŞ sonrası Irak’ta milis güçlerle seçilmiş hükümet arasındaki ilişkilerin geleceğiyle alakalı bazı ipuçları vermektedir. Bağdat hükümetinin devletin sahip olması gereken iktidarı paylaşmak istemeyeceği aşikar olduğu gibi ülkedeki milis güçlerin en azından bir kısmının iktidar paylaşımı hususunda ısrarcı olacağı da kolayca tahmin edilebilir. Benzer bir durum Suriye’de de geçerlidir. Suriye’de bugün kısmen uygulanan ateşkes koşulları tüm ülkeyi kapsar hale geldiğinde –ve DEAŞ Suriye’den çıkarıldığında– zaten fiilen üç parçaya bölünmüş (rejim/muhalifler/YPG) ülkede merkezi hükümetin hakim olduğu kimi bölgelerde devlet dışı aktörlerin iktidara ortak olma arzularına şahit olunabilir. Mevcut durumda Şebbiha unsurlarıyla rejimin güvenlik güçlerinin ters düştüğü ve yer yer iki unsur arasında çatışmalar dahi yaşandığı bilinmektedir.62 Bugün Suriye’de yaşanıyor olmasa da savaş sonrası süreçte İran destekli milislerin de rejim güçleriyle kapışması, rejimin iktidar alanına diş geçirmeye çalışması ihtimali hiç de azımsanmamalıdır. Zira bugün bu milisler üzerinden Bağdat ve Şam üzerinde ciddi şekilde etkisini artıran Tahran ileride Şam veya Bağdat hükümetlerinin kendi arzusu dışında hareket etmesi karşısında bu milisleri etkin bir “ıslah” aracı olarak kullanabilir. Böylesi bir durum Bağdat-Şam-Lübnan hattında merkezi hükümetlerin otoritesine Tah62

“Regime Militia Attacks Police in Latakia”, NOW, Mart 2016.

/

457

458

/

S U R İ Y E İ Ç S AVA Ş I N DA Ş İİ M İ L İ S L E R

ran’ın arkasında durduğu devlet dışı aktörlerin ortak olması anlamına gelecektir; bir başka deyişle Basra Körfezi’nden Akdeniz’e kadar “kimin tek güç olduğu belli olmayan” bir kuşak…

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

DEAŞ: ORTAYA ÇIKIŞI, YÜKSELİŞİ VE ÇÖKÜŞÜ RECEP TAYYIP GÜLER,* ÖMER BEHRAM ÖZDEMIR** GİRİŞ

DEAŞ’ın ortaya çıkışı, büyümesi, yayılması ve en nihayetinde nasıl bir örgüt olduğuna dair özellikle 2014 yaz aylarından itibaren oldukça zengin bir literatür oluşmuştur. İlahiyattan güvenlik disiplinine kadar uzanan geniş bir spektrumda DEAŞ’a dair birçok şey söylenmiştir. Bu makalenin temel amacı ise DEAŞ’ın Irak topraklarından başlayıp bugün Suriye ve ötesinde daha da geniş coğrafyada etkinlik göstermesi sürecinin tarihi analizi ve El-Kaide’den kopuşunun nedenlerini incelemektir. Araştırmanın iki temel sorusu vardır: Birincisi DEAŞ Irak ve Suriye alanlarında nasıl bir süreç sonucunda güçlü bir aktör konumuna gelmiştir? İkincisi de DEAŞ ile El-Kaide arasındaki farklılığın sebebi nedir ve nihayetinde nasıl ayrılmışlardır? Bu sorular tarihsel okuma üzerinden cevaplanmaya çalışılmıştır. Bu doğrultuda DEAŞ’ın doğuşu, yükselişi ve düşüşü başlıkları altında örgütün politikaları ve hedefleri incelenerek bunların El-Kaide’den farklılaştığı kısımlar araştırılmıştır. Literatürde DEAŞ’ın doğuşu ve gelişimi üzerine çalışmalar olmakla birlikte örgütün yaşamı süresince El-Kaide ile arasında süregelen farklılaşmaları tarihsel olarak ortaya koyan çalışmaların sayısı yetersizdir. Bahsedilen özelliğiyle bu metnin DEAŞ ile El-Kaide arasındaki kopuşu inceleyen literatüre katkıda bulunması hedeflenmiştir. Tevhid ve Cihat adlı küçük bir yapıdan günümüzde Irak, Suriye, Libya başta olmak üzere geniş topraklarda hakimiyet kuran bir örgüte dönüşen DEAŞ sadece Ortadoğu için değil sınırları aşan *

/

459

460

/

D E A Ş : O R TAYA Ç I K I Ş I , Y Ü K S E L İ Ş İ V E Ç Ö K Ü Ş Ü

terör eylemleriyle dünyanın pek çok ülkesinde bir tehdit unsuru olarak görülmektedir. Irak’ta ABD işgali sonrası büyüyen örgüt Suriye ve Libya gibi orta ve yüksek yoğunlukta iç savaşların yaşandığı bölgelerde de alan hakimiyeti sağlayabilmiştir. Mısır’da ise Sina bölgesinde Mısır ordu güçleriyle çatışıp kayıp verdirecek güçtedir. Bunun haricinde Yemen, Suudi Arabistan, Kuveyt, Lübnan ve Tunus’ta gerçekleştirdiği terör eylemleriyle Arap coğrafyasında da gizli hücreleriyle istikrarsızlığa yol açabilecek potansiyelde olduğunu göstermiştir. DEAŞ’ın Nijerya, Afganistan ve Dağıstan’daki faaliyetleriyle halihazırda farklı yoğunluklarda mücadelelere sahne olan çatışma bölgelerinde de “biat” yoluyla temsiliyet kazandığını söylemek mümkündür. DEAŞ, bünyesinde barındırdığı çok sayıda yabancı savaşçı ve sınır ötesi sempatizanlarıyla başta Fransa, İngiltere ve Belçika olmak üzere çok sayıda bölge dışı ülke için “ulusal güvenlik” sorunu haline gelmiştir. DEAŞ, terörü sivil ve asker farkı gözetmeksizin düşman olarak gördüğü hedeflere karşı kullanırken bir yandan da hakim olduğu bölgelerde bir devlet inşası süreci1 izlemekte ve sağlık,2 eğitim3 gibi alanlar da dahil olmak üzere devlet olma rolünü uygulamaya çalışmaktadır. Keza komplike vergi sistemi4 ile de Suriye ve Irak’taki otorite boşluğunu doldurma hususunda ciddiliğini göstermektedir. Bu yüzden DEAŞ’a tipik bir terör örgütü demek zordur. DEAŞ’a terörü içeride muhaliflerini ezmek dışarıda ise düşmanlarının istikrarını bozmak için kullanan melez bir yapı denilebilir. 1 “The Isis Papers: Leaked Documents Show How Isis is Building Its State”, BBC, 7 Aralık 2015. 2 Aymenn Jawad Tamimi, “The Archivist: Critical Analysis of the Islamic State’s Health Department”, Jihadology, 27 Ağustos 2015, http://www.aymennjawad.org/17775/ the-archivist-critical-analysis-of-the-islamic, (Erişim tarihi: 10 Eylül 2018).

“The Islamic State’s Educational Regulations in Raqqa Province”, Aymenn Jawad Tamimi, 28 Ağustos 2014, http://www.aymennjawad.org/2014/08/the-islamic-state-educational-regulations-in, (Erişim tarihi: 10 Eylül 2018). 3

4 Aymenn Jawad Tamimi, “The Evolution in Islamic State Administration: The Documentary Evidence”, Perspectives on Terrorism, Cilt: 9, Sayı: 4, (2015), s. 125.

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

DEAŞ’ın tarihsel süreçteki dönüşümüne bakıldığında ise karşımıza belli başlı kırılma anları çıkmaktadır. Kurucu lider Ebu Musab Zerkavi’nin ölümü sonrasında örgütün lider kadrosundaki Iraklılaşma süreci5 ve bu süreç sonunda çok sayıda eski Baas subayının örgütün üst kadrosunda kendilerine yer bulması DEAŞ’ın yaşadığı ilk büyük kırılma olmuştur.6 Örgütteki eski Baasçı varlığının gözle görülür şekilde artışı bugün DEAŞ’ı Saddam Hüseyin’in “Saddam Fedaileri” paramiliter grubunun reenkarne hali olduğuna varacak yorumlara7 zemin hazırlarken bir yandan da örgütü El-Kaide merkezinin etkisinden uzaklaştırmıştır. Bir sonraki kırılma noktası ABD’nin Irak’taki askeri varlığının sona ermesi ve aynı dönemde Suriye’de patlak veren iç savaştır. Bir dönem yaşanılan ağır kayıplarla oldukça zayıflayan DEAŞ, ABD’nin bölgeden çekilişinin ardından tekrar güç toplamıştır. Burada Bağdat yönetiminin Sünni nüfusu sistem dışına iten dışlayıcı tavrının yanında Suriye’de ortaya çıkan kaos ortamı ve otorite boşluğu da oldukça etkili olmuştur. Uzun yıllar boyunca Irak’ın istikrarsızlaştırılması adına DEAŞ’ı adeta kullanan Suriye Baas rejimi bu sefer de kendi politikalarıyla sebep olduğu Suriye iç savaşıyla Irak’ı etkilemiştir.8 Suriye ve Irak’ta elde edilen şehirler ve oldukça kanlı propaganda videolarıyla uluslararası gündemin en önemli konularından biri haline gelen örgüt bir yandan da sınır ötesi hücreleri üzerinden yabancı savaşçıların bölgeye intikalinde daha önce benzeri görülmemiş bir ivme yakalamıştır. Bu yeni durum DEAŞ’ı sadece söz konusu savaşçıların vatandaşı oldukları ülkelerin gözünde doğrudan tehdit haline getirmemiştir. Ayrıca 2006’da Zerkavi’nin 5 Recep Tayyip Gürler ve Ömer Behram Özdemir, “‘Tevhid ve Cihad Örgütü’nden ‘İslam Devleti’ne”, SETA Perspektif, Sayı: 60, (Ağustos 2014). 6 Michael Weiss ve Hassan Hassan, ISIS: Inside The Army of Terror, (Regan Arts, New York: 2015), s. 120. 7 Kyle Orton, “Islamic State as the Saddam Regime’s Afterlife: The Fedayeen Saddam”, Open Democracy, 18 Kasım 2015. 8

Weiss ve Hassan, ISIS: Inside The Army of Terror, s. 99-101.

/

461

462

/

D E A Ş : O R TAYA Ç I K I Ş I , Y Ü K S E L İ Ş İ V E Ç Ö K Ü Ş Ü

ölümünün ardından günden güne bağları ve iş birlikleri azalan El-Kaide ile de kopuşa varacak ayrılıklar yaşanmaya başlamıştır. Detayları ilerleyen kısımlarda anlatılacak gelişmelerin ardından El-Kaide, DEAŞ ile bağlarının koptuğu açıklamasını yapmıştır. Takip eden birkaç ay sonrasında ise DEAŞ “hilafet” ilan ettiğini duyurmuştur. Hilafet ilanıyla yeni bir safhaya geçen örgüt artık kendi ifadesiyle tüm Müslümanları temsil eden bir devlet olarak hareket ederken aslında El-Kaide ile arasında bölge dışına da taşacak daha sert bir rekabeti başlatmıştır.9 Zerkavi’nin ölümü, örgütteki Iraklılaşma, Sahva hareketi, ABD’nin askeri varlığını çekmesi, Maliki yönetiminin politikaları, Suriye iç savaşı ve Beşar Esed’in DEAŞ’a yaklaşımı… Her ne kadar kurucu lider Zerkavi ve çekirdek kadrosu 2003’ten önce teşkilatlanmaya başlamış olsalar da DEAŞ’ın yükselişi ve onu besleyen sosyolojinin oluşumunda ABD’nin Irak işgali milat olarak kabul edilebilir. DEAŞ’IN DOĞUŞU VE DÖNÜŞÜMÜ

Irak’taki El-Kaide yapılanmasının etkin ve güçlü hale gelmesi 2003’teki ABD işgaline kadar geri götürülebilir. Bu yıllarda El-Kaide’nin Afganistan’daki kamplarında eğitim almış olan Ebu Musab Zerkavi ABD’ye karşı savaşmak için Irak topraklarına geçmiştir. Kendisine yakın olan birkaç yüz kişinin oluşturduğu ve Tevhid ve Cihad Örgütü (TCÖ) adını verdiği oluşumla El-Kaide’nin merkezinden yarı bağımsız bir şekilde eylemlerini yürütmüştür. Zerkavi bu örgütle birlikte Irak içerisinde özellikle Sünni nüfus yoğunluğuna sahip bölgelerde etkin biçimde faaliyet göstermiştir.10 Bunun yanında yeni savaşçılar kazanma, kamp yerleri ve güvenli bölgeler 9 Ömer Behram Özdemir, “Charlie Hebdo Attack: An Outcome of ISIS-AQ Rivalry?”, ORSAM Foreign Policy Analyses, 3 Şubat 2015. 10 Mary Anne Weaver, “The Short, Violent Life of Abu Musab al-Zarqawi”, The Atlantic, (Temmuz-Ağustos 2006).

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

oluşturma amacıyla Irak’ın kuzeyi, Ürdün, Suriye ve Lübnan’daki Filistinli mültecilerin bulunduğu bölgelerde de çeşitli faaliyetler yürüterek kendisine yeni bir alan oluşturmayı hedeflemiştir. Buradan hareketle TCÖ’nün sadece Irak içerisinde değil bölgede kendi fikriyatına yakın kişilerle de irtibat halinde olduğunu söylemek mümkündür. Zerkavi Irak’ın kuzeyinde bulunan ve El-Kaide ile müttefik olduğu söylenen ayrılıkçı Kürt hareketi Ensaru’l-İslam örgütü ile bağlantıya geçtiği de güçlü bir şekilde iddia edilmektedir.11 Irak El-Kaidesi’nin (IEK) temelleri de bu safhada atılmıştır. Irak El-Kaidesi’nin Dönüşümü “İki Nehir Topraklarındaki El-Kaide”

Nisan 2004’te Irak’ın Felluce şehrinde ABD’ye karşı direnen grupların önemli bir kısmının Zerkavi’ye “Felluce İslami Halifeliği”nin emiri olarak biat etmesiyle12 birlikte Zerkavi grubu daha da güç kazanmıştır. Ardından da 17 Ekim 2004’te internet üzerinden Usame bin Ladin’e bağlılık yemini ederek TCÖ adını “İki Nehir Topraklarındaki El-Kaide” olarak değiştirmiştir. Bu örgüte kısaca “Irak El-Kaidesi” de denmektedir. Bunun üzerine Usame bin Ladin 27 Aralık 2004’te yayımladığı vaazında Zerkavi’nin katılımını memnuniyetle karşılamış ve Iraklı mücahitlere Zerkavi’ye biat ederek onun örgütü bünyesine girmelerini söylemiştir.13 Sünni direnişin yükseldiği ve ABD’nin zor durumda olduğu bu ortamı değerlendirmek isteyen Bin Ladin, Irak’ta etkili bir El-Kaide kolunun bulunması zamanının gelmiş olduğunu düşünmüş olacak ki tutumları ve fikirlerinden pek haz etmediği Zerkavi’nin Zachary Laub, “Al-Qaeda in Iraq (a.k.a. Islamic State in Iraq and Greater Syria)”, Council on Foreign Relations, 11 Aralık 2013, www.cfr.org/iraq/al-qaeda-iraq-k-islamic-state-iraq-greater-syria/p14811, (Erişim tarihi: 17 Ağustos 2018). 11

12 M. J. Kirdar, “Al Qaeda in Iraq”, Center For Strategic & International Studies (CSIS), Case Study Number 1, (Haziran 2011), s. 4. 13 Fawaz A. Gerges, The Far Enemy Why Jihad Went Global, (Cambridge University Press, New York: 2010), s. 258.

/

463

464

/

D E A Ş : O R TAYA Ç I K I Ş I , Y Ü K S E L İ Ş İ V E Ç Ö K Ü Ş Ü

biatını kabul ederek14 ülkede El-Kaide varlığının faaliyete geçmesine zemin hazırlamıştır. “Felluce Savaşları” bu yönüyle El-Kaide’nin Irak kolunun güçlü bir şekilde faaliyete geçmesinde önemli bir rol oynamıştır. Usame bin Ladin ve Zerkavi’nin Irak’ta iş birliğine gitmelerini stratejik ve jeopolitik çıkarlarına bağlamak mümkündür. 2000’lerin başında Afganistan’da kendisine biat etmesini isteyen Usame bin Ladin’in teklifini reddeden ve tek başına hareket etmeyi seçen Zerkavi Irak’ta direnişin boyutu büyümeye başlayınca –kanaatimizce– arkasında finansal ve “marka” değeri olarak güçlü birisine ihtiyaç duymuştur. Zerkavi’nin bu sayede kendisine yeni savaşçılar kazanma ihtimali de güçlenmiş olacaktır. Bu sebeple kısa bir süre önce reddettiği çatı altına girmeyi kabul etmiştir. Diğer yandan gerek Şiilere karşı aşırı düşmanca tutumları ve İslamiyet’le bağdaşmadığını düşündüğü davranışlarından ötürü eleştirdiği Zerkavi’nin biatını kabul eden Usame bin Ladin ise Irak’ta faaliyet gösterecek El-Kaide’nin, direnişçiler arasında bu derece ünlenmiş birisi tarafından yönetilmesinin örgütü için daha faydalı olacağını düşünmüş olabilir. Zerkavi her ne kadar El-Kaide’nin merkezi yönetimiyle anlaşmazlıklar yaşasa da 2006’da öldürülene kadar IEK adıyla savaşına devam etmiştir. Irak’ta Alternatif Devlet: “Irak İslam Devleti“

2006’ya kadar faaliyetlerini IEK adı altında yürüten örgüt aynı yılın Ocak ayında İslamcı kimliğe sahip birkaç Sünni direniş grubuyla birleşmiş ve “Mücahitler Şura Konseyi” (MŞK) adında çatı bir grup oluşturmuştur. Zerkavi henüz hayattayken böyle bir oluşuma gidilmesi IEK’nin Sünni direniş gruplarını bir araya toplayarak daha derli toplu politikalar üretme isteğinin belirtisidir. MŞK’nin Gordon Corera, “Unraveling Zarqawi’s al-Qaeda Connection”, The Jamestown Foundation, Terrorism Monitor, Cilt: 2, Sayı: 24, (Aralık 2004), s. 6; Gerges, The Far Enemy Why Jihad Went Global, s. 257-258. 14

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

liderliğine de örgütün Iraklılığına vurgu yapılması ve Sünni grupların tepkisini çekmemek amacıyla Bağdatlı bir isim olan Ebu Ömer Bağdadi getirilmiştir. Fakat bu ismin varlığının bile tartışmalı olması liderliğinin sadece kağıt üzerinde olduğunu göstermektedir. Nitekim Zerkavi 7 Haziran 2006’da ABD hava saldırısı sonucunda öldürülünce yerine lider olarak “Ebu Hamza Muhacir” kod adıyla bilinen Ebu Eyyub Mısri geçmiştir.15 Fakat MŞK’nin liderliğinde Ömer Bağdadi devam etmiştir. Mısri, El-Kaide’nin o dönemki ikinci adamı Eymen Zevahiri’ye yakınlığıyla bilinmektedir. 1990-2001 arasında Afganistan’da militan yetiştirdiğine inanılmaktadır.16 Irak’ın işgali sürecinde ABD’ye karşı savaşmak için bu ülkeye geçen Mısri, IEK’yi Zerkavi sonrasında başka bir boyuta taşımıştır. IEK Ekim 2006’da MŞK’den ayrılarak “Irak İslam Devleti” (IİD) adını almış ve günümüzdeki “İslam Devleti” olma iddiaları o yılda pratiğe dönüştürülmüştür. IİD’nin liderliğine ise yine Ebu Ömer Bağdadi getirilmiştir.17 Fakat Bağdadi’nin liderliği konusunda burada da birtakım şüpheler mevcuttur. Mısır kökenli olan Ebu Eyyub Mısri’nin IİD’ye liderlik yapmasına gelebilecek yerel tepkileri önlemek amacıyla böyle bir adım atıldığı düşünülmektedir. Yani örgütün de jure olarak liderliğini Bağdadi yapıyor görünürken de facto liderinin Mısri olduğuna inanılmaktadır. 2010’da ABD saldırısında öldürülene kadar IİD’nin liderliğini bu isimler yürütmüştür.

Eben Kaplan, “Abu Hamza al-Muhajir, Zarqawi’s Mysterious Successor (a.k.a. Abu Ayub al-Masri)”, Council on Foreign Relations, 24 Aralık 2013, www.cfr.org/iraq/ abu-hamza-al-muhajir-zarqawis-mysterious-successor-aka-abu-ayub-al-masri/p10894, (Erişim tarihi: 17 Ağustos 2018). 15

“Abu Ayyub al-Masri”, Global Security, 24 Aralık 2013, www.globalsecurity.org/ security/profiles/abu_ayyub_al-masri.htm, (Erişim tarihi: 17 Ağustos 2018). 16

“Al-Qa’ida in Iraq (AQI)”, The National Counterterrorism Center, 24 Aralık 2013, U.S. Office of the Director of National Intelligence. www.nctc.gov/site/groups/ aqi.html, (Erişim tarihi: 17 Ağustos 2018). 17

/

465

466

/

D E A Ş : O R TAYA Ç I K I Ş I , Y Ü K S E L İ Ş İ V E Ç Ö K Ü Ş Ü

Irak’ta El-Kaide ve Sünni Farklılıkların Çeşitlenmesi

Irak’ta ABD’ye karşı şiddetli bir Sünni direnişinin devam ettiği yıllarda IİD ile Sünni gruplar arasında birtakım farklılıklar meydana gelmiştir. Bu farklılıkların ilki henüz Zerkavi hayatta iken başlamıştır. 2005 başında gerçekleşecek olan seçimler öncesinde Zerkavi demokrasiye karşı açıkça savaş ilan ettiğini duyurarak seçim yerleri, siyasetçiler ve oy kullanacak olan Iraklılara karşı saldırılarda bulunacağı yönünde tehditlerde bulunmuştur.18 Sünnilerin çoğu hem bu tehdidin etkisi hem Sünni bölgelerin sokağa çıkacak kadar bile güvenli olmayışından kaynaklanan korku hem de Şii siyasetçilere tepki olarak seçimleri boykot etmiş ve oy kullanmamıştır. Dolayısıyla da Şiiler seçimi büyük farkla kazanırken Sünnilerin Parlamentodaki temsil oranı çok düşük kalmıştır. Bu durum Şii-Sünni çatışmasını şiddetlendirmekle beraber Sünniler arasındaki tartışmaları da artırmıştır. Sünni gruplar arasındaki farklılıkların temel sebeplerinden bir diğeri ise “devlet” olduğunu iddia eden IİD’nin diğer grupları kendisine biat etmesi için zorlaması ve kabul etmeyenlerle de çatışmaktan çekinmemesiydi. IİD, hakimiyet kurduğu bölgelerde kendi kurallarını yürürlüğe sokmakta ve bu kurallara uymayanlara ağır cezalar vermekteydi. Sünniler arasındaki bu anlaşmazlık aşiretler ile IİD’nin çatışmasına sebep olmaktaydı. IİD’nin eylemlerine tepki gösteren grupların başında ise “milliyetçi” ve daha “ılımlı” olarak adlandırılabilecek Sünni direnişçiler gelmekteydi. Bu kesim IİD içerisindeki Iraklı olmayan yabancı savaşçıların ülkede mezhep savaşı çıkaracak politikalarını eleştirmekteydi.19 Zerkavi’nin eylemlerindeki şiddet dozajına El-Kaide merkezinden, Zevahiri tarafından da eleştiriler gelmesi

18 “Tawhid and Jihad”, Start, 16 Aralık 2013, www.start.umd.edu/tops/terrorist_organization_profile.asp?id=4338, (Erişim tarihi: 17 Ağustos 2018). 19

Kirdar, “Al Qaeda in Iraq”, s. 4.

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

Sünni direniş arasında birtakım çatlaklar olduğunu iyiden iyiye açığa çıkarmaktaydı.20 Bu ayrışmaların önüne geçme ve Sünni direniş gruplarını bir araya toplayarak daha etkin savaş yürütme adına yukarıda bahsedilen MŞK kurulmuştur. Bu konseyin IEK altında savaşan yabancı militanlara “yerel” yani “Iraklı Sünni direnişçiler” tarafından gelen eleştirileri bertaraf etme amacıyla oluşturulduğu düşünülmektedir. Zira bu “Iraklı yerel direnişçiler” IİD içerisindeki “Iraklı” olmayan yabancı savaşçıların ülkede mezhep savaşı çıkaracak politikalar izlemesine karşı çıkmıştır.21 Kenneth Katzman’a göre ise MŞK’nin kurulmasındaki ana amaç IEK’nin yerel Sünni halkla iş birliği içinde hareket ettiğini göstermek ve onları itaati altına almaya çalışmadığını göstererek ayrışmanın önüne geçilmesini sağlamaktır. Fakat Sünni grupları birleştirme fikri uzun ömürlü olmamış ve Ekim 2006’da IİD’nin ilan edilmesiyle birlikte dağılmıştır. Sünni gruplar arasındaki bu fikir ayrılıklarından yola çıkan ABD Irak’ta yeni bir çözüm yolu denemeye başlamıştır. 2007’nin başında ABD’li General Petraeus tarafından yeni bir strateji geliştirilerek Bağdat ve Anbar’daki ABD askerinin sayısının artırılması, aşiretlerin IİD ile aralarına mesafe koymaları ve güvenliği sağlamak karşılığında silah ve cephane yardımı teklif edilmiştir.22 IİD’nin kendi bölgelerinde güçlenmesi ve kendilerine hükmetme pozisyonuna gelmelerinden rahatsız olan Sünni aşiretlerin ileri gelenleri bu fikre sıcak bakmıştır. Anbar’daki çoğu aşiretin güvenliği sağlamak için oluşturdukları ve kendilerine “uyanış, diriliş” manasına gelen “Sahva” adını veren bu hareket 2006’nın yaz aylarından itibaren El-Kaide militanlarına karşı saldırı politikası başlatmıştır. 20 Zevahiri’nin Zerkavi’ye yazdığı mesajın tamamının İngilizce çevirisi için bkz. www.weeklystandard.com/Content/Public/Articles/000/000/006/203gpuul.asp, The Weekly Standard, 16 Aralık 2013. 21

Kirdar, “Al Qaeda in Iraq”, s. 4.

Mesut Özcan, “Irak 2007”, Ortadoğu Yıllığı 2007, ed. Kemal İnat, Muhittin Ataman ve Murat Yeşiltaş, (Nobel Yayın Dağıtım, İstanbul: 2009), s. 34. 22

/

467

468

/

D E A Ş : O R TAYA Ç I K I Ş I , Y Ü K S E L İ Ş İ V E Ç Ö K Ü Ş Ü

ABD tarafından desteklenmeye başlanan, maaşları yine bu devlet tarafından ödenen ve sayıları yüz bin civarında olduğu tahmin edilen Sahva hareketinin savaşçıları 2008’e kadar IİD ile şiddetli çatışmalara girmiştir.23 Bu çatışmalar IİD’nin giderek zayıflamasına sebep olmuş ve 15 bin kişi olarak tahmin edilen militan sayısının 2011’e gelindiğinde bin kişiye kadar düştüğü düşünülmüştür. Örgütün militan sayısının azalışıyla doğru orantılı olarak saldırı sayısında da azalma olmuştur. 2006’da 34 binden fazla insan hayatını kaybederken 2011’de bu rakam 2 bin 700’e kadar düşmüştür. Bu arada 2010’da IİD’nin liderlerinden Ebu Ömer Bağdadi öldürülmüş, yerine Ebu Bekir Bağdadi liderliği üstlenmiştir. DEAŞ’ın Irak Güvenlik Güçleri ve Şiilere Karşı Siyaseti

IEK yapılanmaya başladığı dönemden itibaren Şiilere karşı şiddet politikaları izlemiştir. Selefi cihadi anlayışını benimseyen ve bu anlayış çerçevesinde radikalleşen Zerkavi’nin Şiilere yönelik sert tutum ve düşüncelerinden de anlaşılacağı üzere IEK’nin en büyük düşmanı işgal güçlerinden sonra Şiilerdir. Yayımlanan neredeyse bütün mesajlarında düşmanlarını “Haçlılar” ve “Rafıziler”24 olarak kategorize ettikleri dikkate alınırsa işgal güçleri ile Şiileri düşmanlıkta eşit gördükleri de söylenebilir. Irak’ın “Haçlılar ve Safeviler”in ittifakıyla işgal edildiğini savunan görüşü benimseyen bazı Sünni alimler (Bu görüşü ağırlıklı olarak Suudi din adamlarının savunduğu söylenmektedir)25 fetvalarında bu iddiaya sıkça yer vererek Sünni çevrede Şii düşmanlığını körüklemişlerdir. Bu durum da Şiilere düşmanlığıyla bilinen Zerkavi ve örgütünün daha fazla taraftar topPatrick Cockburn, “Irak’ta Sünni-Şii Kavgasını Kim Kazandı?”, International Pressmedya, 1 Aralık 2008, http://www.pressmedya.com/yazar/patrick-cockburn/1291/ irakta-sunni-sii-kavgasini-kim-kazandi, (Erişim tarihi: 11 Eylül 2018). 23

24 Rafiziler, Şiiler için kullanılan bir kavramdır. İlahiyat literatüründeki varlığının ötesinde Irak ve Suriye savaş sahasındaki Şii aktörler için özellikle İslamcı gruplar tarafından kullanılan bir sıfattır. 25

Kirdar, “Al Qaeda in Iraq”, s. 5.

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

lamasına sebebiyet vermiştir. Bunun yanında El-Kaide’nin merkez kadrosundan sivil Şiilere karşı şiddet eylemleri sebebiyle 2005 Temmuz’unda uyarı alan IEK’nin bu uyarıyı pek de dikkate almadığı açıktır. Bu uyarıda Eymen Zevahiri sivil Şiilerin hedef alınmasını eleştirerek İslam tarihinde hiçbir dönemde bütün Şiileri öldürmenin hedeflenmediğini belirtmiştir.26 IEK Şii sivillerin yanı sıra Irak devletinin güvenlik güçlerini de hedef almıştır. 2003 ABD işgali sonrası yeniden yapılandırılan güvenlik birimleri örgütle baş etmekte zorlanmıştır. Çünkü işgalin ardından Irak güvenlik birimlerinin çoğu personeli Baas unsuru oldukları gerekçesiyle terhis edilmiştir. Bu da tecrübesiz ve deneyimsiz kişilerin güvenlikten sorumlu olması anlamına gelmiştir. Yeni oluşturulan güvenlik birimlerinin önemli pozisyonları ve alt kademelerine Şiiler gelmiş olduğundan “doğal olarak” IEK’nin ana hedeflerinden birisi de Irak güvenlik güçleri olmuştur. Zaten IEK’ye göre bu birimler ABD işgaline karşı tepki vermedikleri için iş birlikçi ve hain idiler. Dolayısıyla hem güvenlik güçleri hem de Şiilere savaşmaları için emir vermeyen din adamları IEK tarafından sık sık hedef alınmıştır. IEK’nin saldırılarında Şiilerin önde gelen din adamları, bürokratları, aşiret liderleri ve siyasilerinden hayatını kaybedenler olmuştur. IEK’nin saldırılarından en önemlisi ise sonuçları dikkate alındığında 22 Şubat 2006’da Samarra’daki el-Askeri Türbesi’ne düzenlenen saldırıdır. Şiiler için son derece önemli olan bu türbeye saldırı düzenlenmesi Irak’ta Şiiler ve Sünniler arasında iç savaşın fitilini ateşlemiştir. Her ne kadar IEK’nin üstlendiğine dair kesin bilgilere ulaşılamasa da bu saldırı literatüre El-Kaide saldırısı olarak geçmiş ve o tarihten 2008’e kadar Irak’ta günde ortalama 100 insan hayatını kaybetmeye başlamıştır.27 26 Zevahiri’nin Zerkavi’ye yazdığı mesajın tamamının İngilizce çevirisi için bkz. http://www.weeklystandard.com/Content/Public/Articles/000/000/006/203gpuul.asp, 30 Ocak 2014. 27

Özcan, “Irak 2006”, s. 58.

/

469

470

/

D E A Ş : O R TAYA Ç I K I Ş I , Y Ü K S E L İ Ş İ V E Ç Ö K Ü Ş Ü

DEAŞ’IN YÜKSELİŞİ ABD’nin Irak’tan Askeri Olarak Çekilmesi Sonrası DEAŞ

2008’den itibaren IİD’nin gücünün kırılmasına paralel olarak Şiilere ve Irak güvenlik güçlerine karşı düzenlenen saldırılarda kısmen azalma olmuştur. Fakat ABD’nin Irak’tan çekilmesinin ardından başlayan süreçte IİD’nin saldırılarında da artış meydana gelmiştir. Özellikle 2010’da örgütün liderliğine gelen Ebu Bekir Bağdadi ile birlikte IİD uygulamaya koyduğu çeşitli politikalarıyla gücünü önemli ölçüde artırmıştır. Bu politikalardan en önemlisi Temmuz 2012’de başlattığı ve “Duvarları Yıkma” (Breaking the Walls) adını verdiği harekattır.28 Institute for the Study of War’dan Jessica D. Lewis’e göre bu harekatın iki ayağı vardır: Birincisi bomba yüklü araçlar veya intihar eylemcileri tarafından eş zamanlı olarak ülke genelinde çok sayıda bombaların patlatılması, ikincisi de hapishanelere baskın düzenleme suretiyle mahkumların kaçırılmasını sağlayarak IİD’nin savaşçı sayısının artırılmasıdır.29 Bu kapsamda 2012’nin ortalarından itibaren Irak’ta bombalı saldırılar ve hapishane baskınlarının sayısında ciddi artışlar yaşanmıştır. Özellikle 2013’teki Ebu Garip ve Taci hapishanelerine çok şiddetli baskınlar düzenlenmiş ve içlerinde El-Kaide’nin önemli isimlerinin de bulunduğu yüzlerce mahkum kaçırılmıştır.30 Bu tip operasyonların yanında hem Irak içerisinde hem de bölgede meydana gelen bazı gelişmeler IİD’nin güçlenmesine zemin hazırlamıştır. Bu operasyonlarının ardından hapishanelerden kaçırılan çok sayıda düzey eski Baas subay da örgüt içinde önemli pozisyonlara gelmiş28 Jessica Lewis, “Al Qaeda in Iraq’s ‘Breaking the Walls’ Campaign Achieves Its Objectives at Abu Ghraib”, ISW, 29 Aralık 2013, http://iswiraq.blogspot.com/2013/07/ al-qaeda-in-iraqs-breaking-walls.html, (Erişim tarihi: 21 Eylül 2016).

Jessica D. Lewis, “Al-Qaeda in Iraq Resurgent- The Breaking the Walls Campaign, Part I”, Institute for the Study of War, Middle East Security Report 14, (Eylül 2013), s. 7. 29

“Irak’ta Hapishaneye Baskın!”, Dünya Bülteni, 19 Ocak 2014; “Al-Qaeda Militants Raid Iraq’s Abu Ghraib, Taji Prisons”, Al-Monitor, 19 Ocak 2014; “Al-Qaida Claims Deadly Prison Raids in Iraq”, Associated Press, 19 Ocak 2014. 30

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

tir. Örgüt içerisindeki Baasçıların en önemlilerinden biri 2014’te çatışmada öldürülen eski Baas ordusunda albay rütbesinde olan Hacı Bekir’dir. Hacı Bekir ile birlikte askeri tecrübesi fazla ve sahayı iyi bilen Ebu Müslim Türkmani, Ebu Ali Anbari gibi isimlerin örgütün operasyon kademesine gelmesi31 DEAŞ’ın 2011’den itibaren hızlı bir şekilde güçlenmesinde önemli bir unsur olmuştur. Bununla birlikte örgütün “Iraklılaşma” ve El-Kaide’den kopma süreci de hızlanmıştır.32 DEAŞ’ın Güçlenme Sebepleri

Irak hükümeti ile ABD arasında imzalanan anlaşmayla 2011 sonunda ABD askerleri Irak’tan çekilmiş ve işgal dönemi resmen sonra ermiştir. Fakat ABD Irak’tan çekilirken arkasında ne istikrarlı bir siyasi yapı ne de sistemli ve güçlü bir Irak ordusu bırakmıştır. Bu sebeple siyasal hayatın ve güvenliğin kırılgan yapısı sonucu Irak her geçen gün daha da kaotik bir ülke haline gelmiştir. 2012’den itibaren de IİD’nin eylemlerinde artış görülmeye başlanmıştır. 20102011 döneminde neredeyse dağılma noktasına gelen örgütün üç yıl gibi kısa sürede tekrar toparlanıp Irak ve Suriye sınırları içerisinde geniş toprakları hükmeden bir “devlet” kuracak güce ulaşmasının nedenleri şu şekilde sıralanabilir: 1. Maliki’nin Sünniler üzerinde artan baskısından dolayı kendilerini dışlanmış hisseden Sünni kesimin protestolarında 2012’nin sonlarından itibaren artış görülmüştür. Maliki’nin giderek mezhepçi politikalar izlemesinden kaygı duyan bazı Sünni aşiret liderleri Irak ordusuna karşı IİD’ye destek vermeye başlamıştır. Sünniler arasında devlete karşı oluşan tedirginlik IİD’nin Sünni kesimden tekrar taraftar kazanmasına sebep olmuştur. 31 Charles Lister, “Islamic State Senior Leadership: Who’s Who”, Brookings, www.brookings.edu/wp-content/uploads/2014/12/en_whos_who.pdf, (Erişim tarihi: 21 Eylül 2016). 32

Weiss ve Hassan, ISIS: Inside The Army of Terror, s. 120.

/

471

472

/

D E A Ş : O R TAYA Ç I K I Ş I , Y Ü K S E L İ Ş İ V E Ç Ö K Ü Ş Ü

2. ABD ordusu Irak’tan çekilirken 2006-2007 döneminde IİD’ye karşı Sahva askerlerinin savaşlarının devam etmesi için Irak ordusuna katılmasını ve maaşlarının da Irak hükümeti tarafından ödenmesini istemiştir. Maliki sayıları 100 bin civarında olan Sünni savaşçının orduya katılmasını Şii hükümeti için bir tehlike olarak gördüğünden bu öneriyi kabul etmemiştir. Gelirlerini askerlik yaparak sağlayan bu kesim Maliki’nin bu kararının ardından hükümete karşı öfke duymaya başlamıştır. Ayrıca Sahva mensubu pek çok savaşçının tekrar IİD safında savaşmaya başladıkları da tahmin edilmektedir. 3. 2010’dan itibaren başlayan Arap ayaklanmalarının Suriye’de iç savaş halini alması sonucu IİD içinden bazı savaşçılar burada da “cihad”a katılmış ve Suriye toprakları IİD militanları için “çok iyi” bir eğitim sahası haline gelmiştir. Suriye-Irak sınırının güvenlik boşluğu nedeniyle geçişken hale gelmesi IİD savaşçılarının Irak’a geçmesini kolaylaştırmıştır. Bunun sonucunda örgüt Irak’ta da faaliyetleri artırmış ve 2013’te yaşanan çatışmalarda Irak son beş yılın en kanlı dönemini yaşamıştır. Ardından da 2014 başında Ramadi ve Felluce, Haziran’da ise Musul ve Tikrit gibi önemli Sünni bölgelerin ele geçirilmesiyle birlikte örgüt Irak ve Ortadoğu bölgesinin siyasetini değiştiren ve belirleyen bir aktör konumuna yükselmiştir. DEAŞ’ın Suriye’de ve Irak’ta İlerleyişi Suriye İç Savaşı ve DEAŞ

Suriye’de 2011’in ilk aylarında başlayan barışçıl gösteriler Şam yönetiminin sert müdahalelerinin ardından ufak çaplı çatışmalara, yılın ikinci yarısından itibaren de rejime bağlı güçlerle silahlı muhaliflerin ülke sathındaki sıcak ve sürekli çatışmalarına dönüş-

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

müştür. Suriye iç savaşı olarak adlandırabileceğimiz bu sorunun denkleminde muhalifler hanesinde savaşın ilerleyen dönemlerinde çok sayıda farklı aktör belirmiştir. 2012 Suriye cephesinde El-Kaide unsurlarının da aktör olarak sahneye çıktığı sene olmuştur. 23 Ocak 2012’de “Suriye halkına ve Suriye’deki cihad topraklarındaki mücahitlere” atfen yayımlanan bir video mesajında “Nusret Cephesi”33 adıyla yeni bir “mücahit” grubun kurulduğu ilan edilmiştir.34 Kuruluşundan itibaren Suriye iç savaşının muhalifler safının en önemli unsurlarından biri haline gelen Nusret Cephesi (NC) etkin olduğu bölgelerde gerçekleştirdiği sosyal yardım çalışmaları ve Esed güçlerine karşı silahlı mücadelesiyle sivil tabandan destek bulmuştur. 2012’de Suriye cephesinde gerçekleştirdiği eylemlerle savaşa dair denklemlere El-Kaide’nin de katılımını sağlayan NC’nin Şam ve Halep’teki etkin bombalı saldırılarının yanı sıra Rakka başta olmak üzere Suriye’nin kuzeyinde başarılar elde etmesi DEAŞ lider kadrosu tarafından bir fırsat olarak görülmüştür. Hakimiyet alanını Irak’ın ötesine taşımak isteyen IİD Suriye iç savaşı için olduğu kadar bölgedeki El-Kaide varlığı için de yeni bir tartışma ve ilerde ayrışmayla sonuçlanacak bir hamle yapmıştır. Nisan 2013’te örgütün aktif olduğu sosyal medya platformları ve forumlarda hızla yayılan bir video mesajda IİD lideri Bağdadi, NC’nin Suriye’de İslami bir devlet adına mücadele eden bir uzantıları olduğunu35 ve NC ile IİD’nin “Irak Şam İslam Devleti” adı altında

33

Metnin devamında kısaca “NC” ve/veya “Nusra” olarak anılacaktır.

Aaron Y. Zelin, “Jabhat al-Nusrah and Jihad in Syria”, Al-Wasat, 30 Ocak 2012, www.thewasat.wordpres.com/2012/01/30/jabhah-al-nusrah-and-jihad-in-syria, (Erişim tarihi: 17 Ağustos 2018). 34

35 “Qaeda in Iraq Confirms Syria’s Nusra is Part of Network”, Global Post, 9 Nisan 2013, www.globalpost.com/dispatch/news/afp/130409/qaeda-iraq-confirms-syrias-nusra-part-network, (Erişim tarihi: 17 Ağustos 2018).

/

473

474

/

D E A Ş : O R TAYA Ç I K I Ş I , Y Ü K S E L İ Ş İ V E Ç Ö K Ü Ş Ü

birleştiğini duyurmuştur.36 Lakin Bağdadi’nin bu ilanı hem NC lideri Culani hem de El-Kaide lideri Zevahiri tarafından kabul edilmemiş ve tepkiyle karşılanmıştır. Bağdadi’nin açıklamalarından birkaç gün sonra NC lideri Culani’nin NC’nin Şeyh Eymen Zevahiri’ye biatını duyurduğu, Bağdadi’nin yaptığı ilanla alakalı kendilerinin haberdar edilmediğini ve IİD’ye saygılarının devam ettiğini lakin böyle bir birleşmeyi kabul etmediğini açıklayan bir ses kaydı yayımlanmıştır.37 Bağdadi’nin bu birleşme hamlesine karşın Nusra’nın Zevahiri’ye açıktan biat etmesi Culani’nin bu birleşme ilanını taca atan hamlesi olarak yorumlanabilir. Zevahiri’nin bu gelişmelere tepkisi mevcut durum üzerine alınan kararları içeren bir mektupla oldu. Zevahiri DEAŞ ilanının tanınmadığını, IİD’nin faaliyet alanının Irak, NC’nin faaliyet alanının ise Suriye olduğunu vurguladı.38 Bağdadi ise bu mektubun ardından yayımlanan ses kaydında bu amaçtan vazgeçemeyeceklerini belirtti.39 Bağdadi’nin bu açık itaatsizliği kendini küresel bir “cihad” hareketi olarak tanımlayan El-Kaide içinde daha önce görülmemiş bir durumdu. Emir’e (İngilizce Amir) biatın öncelikli olduğu El-Kaide içinde Zevahiri’nin açık emirlerine karşı yerel DEAŞ şurasının kararlarının geçerli olduğunu söyleyen40 Bağdadi’nin bu çıkışı El-Kaide liderliği gözündeki konumunu etkilediği gibi DEAŞ’ın de Suriye’deki El-Kaide yapılanmasındaki yeriyle alakalı tartışmaları da alevlendirdi. Zira hem El-Kaide liderinin emirlerine karşı gelip hem de 36 Aaron Y. Zelin, “Al- Qaeda in Syria: A Closer Look to ISIS”, The Washington Institute, (Eylül 2013), www.washingtoninstitute.org/policy-analysis/view/al-qaeda-in-syria-a-closer-look-at-isis-part-i, (Erişim tarihi: 17 Ağustos 2018). 37

“Syria’s al-Nusra Pledges Allegiance to al-Qaeda”, The Telegraph, 10 Nisan 2013.

“Zevahiri’nin Nusret Cephesi Mektubu”, Inca News, 13 Haziran 2013, http:// www.incanews.com/?aType=haber&ArticleID=1377, (Erişim tarihi: 17 Ağustos 2018). 38

39

“Iraqi al-Qaeda Chief Rejects Zawahiri Orders”, Aljazeera, 15 Haziran 2013.

“On al-Baghdadi’s Disobedience of Dr. Zawahiri”, Shami Witness Blogspot, 15 Haziran 2013, shamiwitnes.blogspot.com/2013/06/on-al-baghdadis-disobedience-of-dr.html, (Erişim tarihi: 17 Ağustos 2018). 40

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

Suriye içerisinde El-Kaide adı altında etkinlik göstermeleri Zevahiri’nin liderliği üzerine de tartışma çıkarabilecek bir durumdu. Bağdadi’nin bu çıkışının ardından önemli sayıda savaşçı NC’den DEAŞ’a geçse de bu geçişler NC’nin silinip sahnenin DEAŞ’a kalması gibi bir sonuca yol açmadı. Bunda Culani’nin güçlü ve mistiklik derecesinde karizmatik bir lider figürü olmasının41 da sahadaki savaşçı bireyler üzerinde etkili olma ihtimalini göz ardı etmemek gerekmektedir. Kasım 2013’te ise Zevahiri’nin bir ses kaydı yayımlandı. Bu kayıtta DEAŞ’ın iptalini öngören mektuptaki ifadeler aynen yer almaktaydı.42 Suriye savaşındaki diğer muhalif gruplarla –ki bunların içlerinde başta Ahraru’ş-Şam olmak üzere İslamcı gruplar da vardır– sonu kan dökülmesine varan ihtilaflar yaşayan DEAŞ’a bu kez Zevahiri’nin “sesiyle” mesaj vermesi sadece DEAŞ’a değil aynı zamanda NC’ye de harekete geçmesi gerektiği adına bir mesajdı. Bu mesajın ardından NC militanlarının cephelerden yayımladıkları fotoğraflarda kullandıkları flama ve bayraklarda bir değişim yaşandığı görüldü. Üzerinde Nusret Cephesi yazan bayraklara “Biladü’ş-Şam El-Kaidesi” (Bazı kaynaklarda Suriye El-Kaidesi kullanımı da yaygındır) ibareleri eklenmiştir.43 Bu ibareyi NC’nin kendisini Suriye’nin tek ve “tanınmış” (kabul edilen anlamında) El-Kaide grubu olduğunun ilanı olarak görebiliriz. Culani’nin el-Cezire’ye verdiği röportajda IİD (Culani DEAŞ ifadesini kullanmamıştır) ile aralarındaki farkların ancak aile içindeki bireylerin farkları kadar olduğunu söylese de ortada iki grup 41 Culani’nin eşkali Temmuz 2016’ya kadar sır olarak kalmıştır. Nusra Cephesi’nin feshi ve Şam Fetih Cephesi’nin kuruluşuna dair video açıklamada Culani’nin ilk kez yüzü gözükmüştür.

“Zawahiri Disbands Main Qaeda Faction in Syria”, The Daily Star Lebanon, 8 Kasım 2013. 42

“Jabhat an-Nusra is the only Official al-Qaeda in Syria”, (Kasım 2013), http:// pietervanostaeyen.wordpres.com/2013/11/14/guest-post-jabhat-an-nusra-is-the-onlyofficial-al-qaeda-in-syria, (Erişim tarihi: 15 Eylül 2016). 43

/

475

476

/

D E A Ş : O R TAYA Ç I K I Ş I , Y Ü K S E L İ Ş İ V E Ç Ö K Ü Ş Ü

arasında bir liderlik ve hakimiyet yarışı başlamış olduğu aşikardı. Bayrak ve flamaların kullanımındaki dönüşümün haricinde sosyal medyada kullanılan propaganda dili de bir evrim geçirdi. 2013 Kasım başında Mahin bölgesindeki büyük silah depolarını ele geçiren grup operasyonla alakalı yayımladığı videoda kendinden “Suriye’de El-Kaide’nin temsilcisi Nusret Cephesi” olarak bahsetti.44 Keza yine Kasım’da Deyrizor’un Raşidiye bölgesini kanlı çatışmaların ardından ele geçiren NC operasyona dair yayımladığı videoda operasyon görüntülerinin arka planına Eymen Zevahiri’nin konuşmalarından bazı parçalar yerleştirdi.45 DEAŞ ve Suriyeli Silahlı Gruplar

DEAŞ’ın Suriye’de sahada bulunan neredeyse tüm aktörlerle farklı cephelerde savaştığı görülmüştür. DEAŞ’ın düşmanlarındaki çeşitlilik Suriye’de Irak’a nazaran daha fazladır. Muhalif gruplar, Suriye ordusu, Hizbullah, Şii milisler, YPG (Halk Koruma Birlikleri) ve Esed güçlerine destek için Suriye’ye müdahale eden Rus güçleri. Bununla birlikte Sünni topluluğun ülke nüfusunun yüzde 70’inden fazlasını oluşturduğu Suriye mezhepsel yapı olarak DEAŞ’ın doğup geliştiği Irak’tan farklıdır. Bu yüzden her ne kadar DEAŞ kimi zaman Esed güçleri kimi zaman da Kuzey Suriye’de YPG ile şiddetli çatışmalara girmiş olsa da yayılma alanı itibarıyla ilk hedefini Suriyeli muhaliflerin etkin olduğu bölgeler olarak seçmiştir. Münbiç, el-Bab, Cerablus, Azez, Mare, Rakka, Tel Abyad, İdlib ve Deyrizor gibi pek çok şehir ve kasaba muhalif gruplar ile DEAŞ’ın çatışmalarına sahne olmuştur.46 R. Green, “Al-Qaeda Upgrades Its Presence in Syria”, MEMRI, 25 Kasım 2013, www.memri.org/report/en/0/0/0/0/207/0/7589.htm, (Erişim tarihi: 17 Ağustos 2018). 44

“Nusra Video Shows Intense Urban Fighting in Deir ez Zor”, 24 Kasım 2013, http://www.theblogmocracy.com/2013/11/24/nusra-video-shows-intense-urban-fighting-in-deir-ez-zor, (Erişim tarihi: 15 Eylül 2016). 45

46 Aymenn Jawad Tamimi, “The Islamic State of Iraq and ash-Sham Expands Into Rural Northern Syria, Syira Comment”, (Temmuz 2013).

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

2014’ün ilk günlerinde patlak veren ve o günden bugüne muhalif gruplarla DEAŞ arasında geri dönülmez bir savaş halinin ortaya çıktığı çatışmalarda muhalifler DEAŞ’ı Batı Halep, Lazkiye ve İdlib’deki mevzilerinden47 atarak bu bölgeleri örgütten temizlemiştir. Buna karşılık DEAŞ da en başta Rakka ve Deyrizor48 olmak üzere Fırat’ın doğusundan muhalif unsurları neredeyse tamamen söküp atmıştır. Ayrıca Münbiç, el-Bab ve Cerablus’u alarak Azez ve Mare’deki muhalif bölgelerini tehdit eden DEAŞ muhaliflerin Esed güçleriyle savaşını sekteye uğratmıştır. DEAŞ’ın Kuzey Suriye’deki en büyük muhalif rakipleri NC ve Ahraru’r-Şam grubuyken Şam’daki en güçlü rakibi de İslam ordusu grubudur. Bu gruplar Suriyeli muhalifler arasındaki en başat aktörlerdir lakin bu grupların haricinde küçük ve orta çaplı İslamcı gruplar ve ÖSO grupları da DEAŞ ile muhtelif cephelerde mücadele etmiş ve etmektedir. DEAŞ, Esed güçleriyle ise Haseke kırsalı, Deyrizor, Rakka kırsalı ve Humus kırsalında yoğun çatışmalara girmiştir. Bu çatışma bölgelerinin ortak bir özelliği Esed güçleri ve DEAŞ’ın çatıştıkları dönemlerde bu bölgede muhalif grupların bulunmuyor oluşudur. Daha açık bir ifadeyle söylemek gerekirse muhaliflerin denklemde olmadığı yerlerde DEAŞ ve Esed güçleri nihai bir sonuç için birbirleriyle savaşmaktadır. Buna karşın Halep, Şam, Dera bölgeleri başta olmak üzere muhaliflerin çatışmalara taraf olduğu denklemlerde DEAŞ ve Esed güçlerinin birbirlerini öncelikli olarak hedef almadıkları görülmektedir. Ki zaman zaman Suriye makamlarından muhaliflerin DEAŞ’tan daha öncelikli bir tehdit olduğuna dair açıklamalara da rastlanmaktadır.49 Esed güçleri ile muhalifle“ISIL Fighters Pull Out of Key Syrian Turkmen Town”, World Bulletin, 14 Mart 2014. 47

“ISIS Bolsters Presence in Eastern Syria, Advances Towards Iraq”, Asharq alAwsat, 6 Haziran 2014. 48

“Syrian Foreign Minister: ‘Fighting IS Not Our Prime Concern’”, The New Arab, 1 Eylül 2016, https://www.alaraby.co.uk/english/news/2016/9/1/syrian-foreign-minister-fighting-is-not-our-prime-concern, (Erişim tarihi: 10 Eylül 2018). 49

/

477

478

/

D E A Ş : O R TAYA Ç I K I Ş I , Y Ü K S E L İ Ş İ V E Ç Ö K Ü Ş Ü

rin Şam banliyölerindeki çatışmaları esnasında rejim ile DEAŞ’ın savaşmaması aksine bu örgütün muhalif yapılara saldırması, yine Kuzey Halep’te DEAŞ ile muhaliflerin çatışmaları esnasında rejime bağlı hava güçlerinin muhalif mevzileri vurması gibi hadiseler de bu tezi desteklemektedir. DEAŞ bölgede kendi dışındaki tüm askeri yapılarla düşman konumunda olsa da düşmanlar arasındaki önceliği Suriyeli muhaliflerdir. Bununla birlikte örgütün bilhassa Rakka, Humus kırsalı ve Deyrizor’daki petrol bölgeleri üzerinde hakimiyet için Esed güçleriyle sürekli karşı karşıya geldiği de unutulmamalıdır. DEAŞ’ın Esed güçleriyle savaşı ise sadece Suriye ordusuyla (SAA İngilizce kısaltma) kısıtlı değildir. İran Devrim Muhafızları güçleriyle Irak’ta50 karşılaşılmasına benzer şekilde Suriye’de Hizbullah51 ve Rus askeri güçleriyle52 de karşı karşıya gelmişlerdir. DEAŞ’ın Suriye’de savaştığı üçüncü taraf ise YPG’dir. Türkiye’de faaliyet gösteren terör örgütü PKK’nın Suriye uzantısı olan YPG Kuzey Suriye’de DEAŞ’ın muhaliflerle savaşından sonra defalarca onunla karşı karşıya gelmiştir. Ayn el-Arab (Kobani), Tel Abyad, Haseke kırsalı ve Münbiç gibi Kuzey Suriye sınır hattı için öneme sahip mevkilerde taraflar arasında yaşanan çatışmalar sadece sol-seküler bir radikal grup ile selefi-militan bir grubun savaşı olmakla kalmayıp kimi zaman DEAŞ’ın kimi zaman da YPG’nin politikaları yüzünden uzun vadede bir Arap-Kürt çatışması için de zemin hazırlamıştır.53 Her ne kadar Türkiye kolu PKK terör örgütü sayılsa da YPG hem seküler etiketi hem de Batı’yla iş birliğine

50 Bill Roggio, “Islamic State Kills Qods Force General in Central Iraq”, Long War Journal, 28 Aralık 2014, https://www.longwarjournal.org/archives/2014/12/islamic_ state_kills.php, (Erişim tarihi: 11 Eylül 2018). 51 “Hezbollah Kills Islamic State Leader in Qalamoun”, Middle East Eye, 19 Ağustos 2014, https://www.middleeasteye.net/news/hezbollah-kills-islamic-state-leader-qalamoun-1148229984, (Erişim tarihi: 11 Eylül 2018). 52 “Isis Shoots Down Russian Helicopter Near Palmyra in Syria”, The Independent, 9 Temmuz 2016. 53

“Report: Syrian Kurdish Forces Razed Arab Villages”, Aljazeera, 13 Ekim 2015.

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

hazır siyasetiyle DEAŞ ile savaşta başta ABD olmak üzere Batılı güçler için yerel bir partner haline gelmiştir. Bu açıdan bakıldığında DEAŞ ile savaşın bir “meşruiyet aracı” olarak evrildiği iddia edilebilir. Lakin NC ve Ahraru’ş-Şam’ın da yıllardır DEAŞ ile mücadele eden silahlı gruplar olduğu düşünüldüğünde “DEAŞ ile savaş”ın tek başına uluslararası aktörler nezdinde meşruiyet kazandıracak bir araç olmadığı da söylenebilir. Irak

DEAŞ’ın Suriye’den sonra Irak’ta da hızlı bir şekilde ilerlemesinin ardında bölgesel gelişmeler kadar Irak iç siyasetinde yaşanan dinamikler de alakalıdır Maliki iktidarındaki hükümetin politikaları toplumun diğer ana unsurları Sünni Arap ve Kürtler tarafından sıkça eleştirilmiştir. 2014’te yapılacak seçimler öncesinde de en büyük tartışma konusu Maliki’nin yeniden başbakan olup olmamasıyla alakalı olmuştur. Muhalif gruplar Maliki’nin Anayasa’ya uygun davranmasını ve üçüncü dönem için başbakan adayı olmamasını talep etmişlerdir. Bununla birlikte Maliki’nin geri adım atmaması ve üçüncü dönem başbakanlığında ısrarcı olması Sünnilerin tepkilerini şiddetlendirmiştir. Nitekim 2014 Nisan’ında yapılan genel seçimlerin ardından Maliki’nin liderliğindeki Kanun Devleti Koalisyonu’nun birinci parti olması54 ve Maliki’nin de kendisini başbakan adayı olarak göstermesi Irak’taki gidişatın seyrini değiştirmiştir. Birçok Sünni grup Maliki’ye ve onun liderliğindeki Şii siyasetinin Sünni politikalarına tepki olarak silahlı ayaklanma başlatmıştır. Bu ayaklanmada DEAŞ yanında saf tutan gruplar seçimlerden beş hafta gibi kısa bir süre sonra Irak’ın Bağdat’tan sonra en büyük ikinci kenti olan Musul’u ele geçirmiştir. Ardından hızlı bir şekilde Bağdat ve Erbil’e doğru ilerleyen DEAŞ ve Sünni gruplar Tikrit, Ramadi, Felluce, Diyala, Samarra, Havice, Bakuba gibi birçok şehirde hakimiyet sağlamıştır. Bu durum Irak’ın coğrafi olarak “orta”sında yani 54

“Iraq Elections: Maliki’s State of Law ‘Wins Most Seats”, BBC, 19 Mayıs 2014.

/

479

480

/

D E A Ş : O R TAYA Ç I K I Ş I , Y Ü K S E L İ Ş İ V E Ç Ö K Ü Ş Ü

“Sünni üçgeni” olarak da bilinen bölgede yeni bir yönetim ortaya çıkarmıştır.55 “Orta Irak”ın yeni yönetiminde söz sahibi olan başat aktör hiç şüphesiz DEAŞ olsa da Nakşibendi ordusu, Ceyşu’l-Mücahidin, Irak İslam ordusu, Ensaru’l-İslam ve Irak Aşiret Devrimcileri Askeri Konseyi gibi silahlı Sünni gruplar da etkin rol oynamıştır.56 DEAŞ dışındaki bu grupların tamamının ortak bir noktası vardır: Irak’taki Sünni karşıtı olduğunu iddia ettikleri Şii yönetimin Sünni karşıtı politikalarına son vermek. DEAŞ’ın vizyonu ise başlangıçta Irak ve Suriye sınırlarını içeren sonrasında tüm Ortadoğu’yu ardından da tüm Dünya’yı kapsayacak bir “İslam Devleti” kurmaktır. Nitekim bu hedefini “hilafet”ini ilan ederek açık bir şekilde pratiğe dönüştürmüştür. Sünni gruplar ilk başlarda uyumlu bir işleyiş içinde gibi görünseler de DEAŞ’ın nihai hedefleri diğer Sünni grupların kendisinden ayrışmasına neden olmuştur. Gruplar arasındaki ortak emellerin farklılaşması kazanılan toprakların elde tutulmasını zorlaştırmıştır. Irak hükümeti Sünni gruplar arasında meydana geldiği iddia edilen bu anlaşmazlıklardan faydalanmak istemiştir. Buna göre 2014 sonlarında Irak hükümeti Anbar vilayetindeki Sünni gruplardan bazılarını DEAŞ’a karşı savaşmaları için silahlandırma dahil her türlü yardımı yapacağını açıklamıştır.57 Bu davranış akıllara 2006-2007 döneminde Sahva benzeri bir yapılanmanın kurulma ihtimalini getirse de bölgeden gelen açıklamalara bakıldığında Sünni grupların önemli bir kısmının bu fikre karşı çıktığı gözlemlenmiştir. Zira Sünni gruplar 2006’da Maliki hükümeti tarafından kendilerine verilen sözlerin tutulmamasını, 2011’den 55 “Isis Insurgents Seize Control of Iraqi City of Mosul”, The Guardian, 10 Haziran 2014. 56 Söz konusu Sünni gruplar hakkında daha fazla bilgi için bkz, Can Acun, “Irak’ta İsyanın Haritası: Silahlı Gruplar”, SETA Perspektif, Sayı: 55, (Haziran 2014). 57

“Sünnilerden Bağdat’a Soğuk Duş”, Yeni Şafak, 25 Kasım 2014.

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

itibaren kendilerine yönelik baskıcı politikaları ve DEAŞ’ın mevcut gücünü göz önüne aldıklarında örgüte karşı savaşmakta istekli olmamışlardır. Ayrıca hükümet içerisindeki bazı Şiilerin Sünni aşiretlere güvenmedikleri için Sünnilerin silahlandırılması fikrine sıcak bakmadıkları da söylenmiştir.58 Tüm bunlar göz önüne alındığında o dönemde DEAŞ’a karşı savaşacak etkili bir Sünni blok oluşturulması Irak’ta çok zorlaşmıştır. DEAŞ’IN DÜŞÜŞÜ

DEAŞ 2014 Haziran’ından itibaren yaklaşık iki ayda çok büyük ilerleme göstermiş ve hatırı sayılır oranda toprak kontrolü sağlamıştır. Fakat Eylül’den itibaren önce örgütün ilerlemesi durmuş ardından da kademeli olarak elde ettiği toprakları kaybetmeye başlamıştır. DEAŞ’ın kazandığı toprakları elde tutamamasının en önemli sebebi ABD öncülüğündeki koalisyon güçlerinin Ağustos 2014’ten itibaren Irak’ta DEAŞ’a karşı hava saldırısı başlatması olmuştur. DEAŞ’ın Haziran’dan itibaren hızlı ilerleyişi kuzeyde Erbil, güneyde Bağdat, doğuda ise İran sınırlarına kadar dayanmasıyla sonuçlanmıştır. Bu durumu kontrol altına almak isteyen ABD yönetimi DEAŞ karşıtı bir koalisyon kurarak yoğun hava saldırıları başlatmıştır. DEAŞ’a karşı koalisyon kurma girişimi ilk olarak 4-5 Eylül 2014’te NATO toplantısıyla başlamış ve ABD, Türkiye, Birleşik Krallık, Fransa, Almanya, Kanada, Avustralya, Danimarka ve İtalya dışişleri bakanları arasında yapılan görüşmelerle harekete geçilmiştir. Ardından kademeli olarak koalisyona katılan ülke sayısı artmış ve 66 ülkenin katıldığı çok kapsamlı bir koalisyon oluşmuştur.59 58 Joel Wing, “Controversy Over Supporting Iraq’s Tribes in Anbar”, Musings on Iraq, 25 Kasım 2014, musingsoniraq.blogspot.com.tr/2014/11/controversy-over-supporting-iraqs.html, (Erişim tarihi: 17 Ağustos 2018).

Kathleen J. McInnis, “Coalition Contributions to Countering the Islamic State”, Congressional Research Service, 24 Ağustos 2016, s. 1, https://fas.org/sgp/crs/natsec/ R44135.pdf, (Erişim tarihi: 11 Eylül 2018). 59

/

481

482

/

D E A Ş : O R TAYA Ç I K I Ş I , Y Ü K S E L İ Ş İ V E Ç Ö K Ü Ş Ü

HARİTA 1. IRAK’TA DEAŞ’IN EN GENİŞ SINIRLARA ULAŞTIĞI TAHMİN EDİLEN HARİTA (14 AĞUSTOS 2014)

Kaynak: https://pietervanostaeyen.files.wordpres.com/2014/08/2000px-iraq41.png, (Erişim tarihi: 15 Eylül 2016).

Koalisyon DEAŞ ile mücadelede şu temel adımları belirlemiştir: DEAŞ’a karşı askeri operasyonlar düzenlemek ve örgüte karşı savaşan askeri unsurlara eğitim desteği sağlamak, yabancı savaşçı akışını durdurmak, terör örgütünün mali gücünü kesmek, insani yardım ve kriz zamanlarında ortak hamleler yapmak.60 Bu adımlardan şu ana kadar en etkili olarak kullanılanlar askeri operasyonlar ve yabancı savaşçı akışının engellenmesi olarak gösterilebilir. Bunun yanında örgütün mali kazançları noktasında ciddi mücadeleler verilmektedir. DEAŞ’a karşı kurulan bu koalisyonun ardından örgütün ilerleyişi azalmış ve kazandığı çoğu yerden geri çekilmeler 60

McInnis, “Coalition Contributions to Countering the Islamic State”, s. 1.

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

başlamıştır. Irak’ta yaygın bir inanışa göre eğer uluslararası koalisyonun saldırıları olmasaydı Musul’un ardından çok kısa bir süre içinde önce Erbil’in ardından da Bağdat’ın DEAŞ’ın kontrolüne geçme ihtimali oldukça yüksekti. DEAŞ sonrası Irak’ta yaşanan gelişmeler aslında Sünnilerin önemli bir kısmının başlangıçta hayal ettiklerinin tam zıttı yönde ilerlemektedir. Nitekim Sünni gruplar Musul ve diğer bölgeleri ele geçirirlerken Sünnilerin siyasal hayatta daha fazla kazanım elde edecekleri ya da sahip oldukları topraklarda otonom bir bölge kazanacakları inancıyla hareket etmişlerdir. Fakat DEAŞ’la mücadele kapsamı altında Şiilerin en önemli din adamı olan Ayetullah Ali Sistani tarafından ilan edilen “cihad” neredeyse bütün önemli Şii silahlı grupların Irak’ta toplanmasıyla sonuçlanmıştır. Bu gruplar Haşdi Şabi adı verilen bir örgüt altında toplanarak yaklaşık iki buçuk yıldır Irak’ta ordudan daha etkin biçimde faaliyet yürütmektedir. Sünniler bu Şii silahlı grupları kendilerini katletmekle suçlamaktadır. Human Rights Watch, Amnesty International gibi örgütler Şii milislerin DEAŞ’tan kurtardıkları bölgelerde sivil Sünnilere karşı işkence, kaçırma, infaz etme, ev ve iş yerlerini yağmalama gibi işlere giriştiklerine dair ciddi raporlar hazırlamıştır.61 Hem Uluslararası Koalisyonun hava saldırıları hem de Haşdi Şabi’nin etkili savaşması sayesinde DEAŞ Irak’ta elde ettiği toprakları kaybetmeye başlamıştır. Özellikle 2016 için “DEAŞ’ın sonu61 Bu iddiaların en ses getirenleri Human Rights Watch tarafından hazırlanan şu raporlardır: “Iraq: Militias Escalate Abuses, Possibly War Crimes”, HRW, 15 Şubat 2015, www.hrw.org/news/2015/02/15/iraq-militias-escalate-abuses-possibly-war-crimes, (Erişim tarihi: 17 Ağustos 2018); “Iraq: Militia Attacks Destroy Villages, Displace Thousands”, HRW, 18 Mart 2015, www.hrw.org/news/2015/03/18/iraq-militia-attacks-destroy-villages-displace-thousands, (Erişim tarihi: 17 Ağustos 2018). Ayrıca Uluslararası Af Örgütü’nün hazırladığı Absolute Impunity: Militia Rule in Iraq (Mutlak Dokunulmazlık: Irak’ta Milis Yönetimi) isimli kapsamlı raporda çok sayıda Sünninin Şii milisler tarafından kaçırıldığı, tutuklandığı ve öldürüldüğü yazmaktadır. Bkz. www.amnesty.org.uk/sites/default/files/absolute_impunity_iraq_report.pdf, (Erişim tarihi: 17 Ağustos 2018).

/

483

484

/

D E A Ş : O R TAYA Ç I K I Ş I , Y Ü K S E L İ Ş İ V E Ç Ö K Ü Ş Ü

nun başlangıcı” tanımlaması yapılmaktadır. 2016 içerisinde örgütün elinden Şubat’ta Ebu Garib ve Ramadi bölgesi, Mart’ta stratejik öneme sahip Rutba, Haziran-Temmuz döneminde de örgütün en önemli “kale”lerinden biri olan Felluce kurtarılmıştır.62 Bu bölgelerin kurtarılmasının hemen ardından DEAŞ’ın elindeki en önemli bölge olan Musul’u kurtarmak için operasyon başlatılmış ve Irak ordusu ve Haşdi Şabi Uluslararası Koalisyon öncülüğündeki hava saldırılarıyla adım adım Musul’a doğru ilerlemektedir. DEAŞ’a karşı Uluslararası Koalisyon Suriye’de de örgüte karşı hava harekatlarında bulunmaktadır. Tel Abyad, Münbiç, Haseke ve Rakka kırsallarında koalisyon jetleri örgütü hedef almıştır. Bu saldırılar örgütün lider kadrosundan önemli isimlerin öldürülmesiyle63 birlikte DEAŞ’ın toprak kaybettiği harekatlarda da etkili rol oynamıştır. Lakin koalisyon saldırılarının kara gücü olarak YPG’nin tercih edilmesi hem YPG’nin yayılmacı siyasetinden ötürü bölgedeki Araplar ile Kürtleri orta vadede karşı karşıya getirecek bir savaşa zemin hazırlanmış hem de Türkiye ile ABD’nin arasında ciddi sorunlara yol açılmıştır. DEAŞ’IN YOLU VE EL-KAİDE’DEN KOPUŞ SÜRECİ Tabanı Konsolide Etme Yöntemi Olarak Düşmanı Birleştirme

Hem hakim olduğu bölgelerde otoriteyi sağlamak hem de dış düşmanlarına karşı propaganda savaşında önde olmak adına DEAŞ’ın kan ve şiddeti kullandığı görülmektedir. “Flames of War” ve “The Clanging of the Swords” gibi uzun metrajlı propaganda videolarında hem bol aksiyonlu savaş sahneleri hem de düşman unsurlarının infazları yer almıştır. DEAŞ bu videolar vasıtasıyla hem savaş sahasındaki gücünü hem de düşmanlarına ula62 “2016: The ‘Beginning of End’ for Daesh in Iraq, Syria?”, Anadolu Agency, 4 Eylül 2016. 63 “Pentagon: IS Spokesman al-Adnani Confirmed Killed in US Strike”, Times of Israel, 13 Eylül 2016.

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

şabilme (istihbarat) ve onlara merhamet göstermeme siyasetinde olduklarını izleyiciye göstermektedir. Düşman askerlerine karşı gerçekleştirilen ve görüntüleri yayımlanan Tabka64 ve Speicher Kampı65 toplu infazları gibi hadiselerin yanında çocuklar eliyle infaz şovları66 yapılması gibi aşırı örnekler de DEAŞ propagandasının bir parçasıdır. Söz konusu görüntülerin DEAŞ’a karşı farklı cephelerde çatışmaya giren taraflar üzerinde (Suriyeli muhalifler, Suriye ordusu, Irak ordusu, Şii milisler, Peşmerge ve YPG) nefreti daha da artıracak bir etkisi olmuştur. Batı medyasında ise bu görüntüler Suriye’nin aşırıcı grupların etkisi altına girebileceği korkusunu yaymakta ve Suriye’de “aşırı gruplar başa geçeceğine Esed kalmalı” tezini67 güçlendirirken PKK’nın Suriye kolu YPG başta olmak üzere çeşitli radikal unsurlara da meşruiyet sağlayan bir algıya zemin hazırlamaktadır. DEAŞ’ın bu şiddet içeren politikalarının Irak’a yansıması ise Haşdi Şabi milislerinin Sünnilere karşı misilleme tarzı saldırılarının yeterince ciddiye alınmaması sonucunu doğurmaktadır. DEAŞ kadar kanlı bir örgütün Irak’ta hakim güç olmaması adına Haşdi Şabi içerisindeki aşırı unsurların Sünni sivillere karşı işledikleri suçlar görmezden gelinebilmektedir. Irak ve Suriye’de neredeyse eş zamanlı olarak yükselen ve yine eş zamanlı olarak düşüşe geçen DEAŞ, terörü sadece düşmanlarına karşı değil doğal tabanı olarak gördüğü Sünni sivil nüfusa hakim olmak için de kullanmaktadır. Irak’ta Şii bölgelere sivil-milis ayrımı gözetmeksizin saldıran ve katliamlar yapan DEAŞ Sünniler

64

“Syrian Soldiers March to Their Death in ISIS Massacre”, NY Post, 28 Ağustos 2014.

“ISIS ‘Execute’ 1,700 Iraqi Soldiers, Post Gruesome Pictures”, RT, 16 Haziran 2014. 65

66 “New Isis Video Shows Five Boys Under the Age of 10 Murdering Daesh ‘Spies’”, IB Times, 27 Ağustos 2016. 67 “Ex-CIA Director: Bashar Assad Win Maybe Syria’s ‘Best Option’”, Business Insider, 12 Aralık 2013, http://www.businessinsider.com/michael-hayden-syria-assad -2013-12, (Erişim tarihi: 10 Eylül 2018); “Lavrov: West Realizing Assad Less of a Threat than Islamists”, The Daily Star Lebanon, 20 Aralık 2013.

/

485

486

/

D E A Ş : O R TAYA Ç I K I Ş I , Y Ü K S E L İ Ş İ V E Ç Ö K Ü Ş Ü

ve Şiiler arasında zaten var olan husumeti geri dönülemez ve daha da kanlı bir kan davasına çevirerek sonu gelmeyen bir intikam döngüsü yaratma peşinde olmuştur. Zira bu durum aslında çok parçalı bir yapıya sahip ve sürekli anlaşmazlığa düşen Şii grupların bir araya gelmesine ve intikam saldırılarının ivme kazanmasına yol açmıştır. Şii milis unsurların Sünni kitlelere karşı oluşturduğu tehdit ise Sowell’e göre Sünni yerel unsurların DEAŞ ideolojisi ve iktidarına yakınlaşması sonucunu doğurmuştur.68 DEAŞ’ın baskıcı ve kural tanımaz yapısıyla sorunlar yaşayıp örgüte karşı olan büyük Sünni kitle ise Şii milis unsurların yekpare bir şekilde DEAŞ ile savaşında intikam saldırılarına hedef olmamak adına konjonktürel bir zorunlulukla DEAŞ saflarında savaşmak durumunda kalabilmektedir. Zira DEAŞ bir yandan kendisine düşman olarak gördüğü cepheyi (Irak örneğinde bu düşman Şiiler olmaktadır) terörle yekpare bir konuma getirirken kendi hedef kitlesinde (Sünniler) de kendisine rakip olabilecek diğer tüm Sünni siyasi ve askeri unsurları bertaraf etmektedir. DEAŞ, Sünni gruplarla ittifak yerine onları kendine entegre edip kendi içinde eritme ya da yok etme yolunu tercih etmektedir. Katliama uğrayan Şueytat ve Ebu Nimr gibi aşiretlerin akibeti69 de, Suriyeli muhalif gruplarla sürekli devam eden savaş ve kan davası da DEAŞ’ın bu siyasetine örnek teşkil etmektedir. El-Kaide’den Kopuş ve Post-Kaide

DEAŞ’ın El-Kaide’den kopuş süreci örgütün Suriye’deki varlığı ve devamında NC’yi de yutmaya çalışarak Suriye ve Irak’ı kapsayan bir devlet ilanıyla nihayete ermiştir. Ve halen iki örgüt arasında ciddi bir rekabet çok sayıda cephede devam etmektedir. Lakin iki yapı arasındaki ayrışma çok daha eskiye dayandırılabilir. Örgüt 68 Kirk H. Sowell, “The Islamic State’s Eastern Frontier: Ramadi and Fallujah as Theaters of Sectarian Conflict”, Perspectives on Terrorism, Cilt: 9, Sayı: 4, (2015). 69 Oliver Holmes ve Suleiman Khalidi, “Islamic State Executed 700 People from Syrian Tribe: Monitoring Group”, Reuters, 17 Ağustos 2014.

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

içerisindeki eski Baas unsurlarının etkin hale gelmesi ve ABD’nin El-Kaide merkezi yapısına yaptığı baskı sonucu merkezin uzantıları üzerindeki kontrol kabiliyetinin azalması akla gelebilecek bazı sebeplerdir. Öte yandan örgütün kuruluşu itibarıyla da El-Kaide merkeziyle her zaman uyumsuzluklar yaşadığı görülmektedir. Hegghammer “küresel cihat” geleneğine sahip yapıların diğer İslamcı yapılardan daha “küresel” olmasını sağlayan sebeplerden birinin bu örgütlerin ABD ve Batı’yı “öncelikli” düşman olarak görmeleri olduğunu iddia eder.70 DEAŞ ile El-Kaide arasındaki tartışma ve ayrışmalardan biri de DEAŞ’ın Şiileri düşman sıralamasında öncelikli konuma koyması olmuştur. Zerkavi’nin Şiilere karşı tutumu ve sahadaki aşırı uygulamalarıyla Bin Ladin ve Zevahiri’nin konumları farklılık göstermiştir. Bu ayrışma sadece Şiilere yönelik siyasette değil Sünni yerel unsurlarla ilişkilerdeki metodolojik farklılıklarda da kendini göstermiştir. Örneğin Bin Ladin kendileriyle iş birliği yapmayan aşiretlere karşı savaşılmamasını sonu gelmeyen bir kan davası çıkmaması adına tavsiye ederken DEAŞ kendisiyle iş birliği yapmayan aşiretlere karşı oldukça acımasız bir siyaset izlemiştir.71 Romain Caillet ise Zevahiri ile Bağdadi’nin temelde aynı fikirlere sahip olduklarını lakin doktrinel bazda örneğin İslam dünyasındaki sıradan Şii topluluklara nasıl yaklaşılması gerektiği gibi hususlarda birbirlerinden farklı düşündüklerini belirtir.72 Bu açıdan bakıldığında DEAŞ geleneğinin tekfirci ve uzlaşmaz tavrının cihadi kesim içerisinde de –hem de uzun bir süreden bu yana– rahatsız edici bir huy olarak algılandığı söylenebilir. Nitekim Zevahiri’nin DEAŞ oluşumunun iptalini ve gruba bağlı sa70 Thomas Hegghammer, “Global Jihadism After the Iraq War”, Middle East Journal, Cilt: 60, Sayı: 1, (2006). 71

William McCants, The ISIS Apocalypse, (St. Martin’s Press, 2015), s. 152.

Romain Caillet, “The Islamic State: Leaving al-Qaeda Behind”, Carnegie Middle East Center, 27 Aralık 2013, http://carnegie-mec.org/diwan/54017?lang=en, (Erişim tarihi: 17 Ağustos 2018). 72

/

487

488

/

D E A Ş : O R TAYA Ç I K I Ş I , Y Ü K S E L İ Ş İ V E Ç Ö K Ü Ş Ü

vaşçıların faaliyet alanlarının Irak’la sınırlı olduğunu dile getiren mektubu ve ses kayıtlarıyla gelişen süreç Şubat 2014’te nihayete ermiş ve El-Kaide merkez komutanlığından yapılan bir açıklamayla DEAŞ’ın El-Kaide ile bir alakası olmadığı ve gerçekleştirdikleri eylemlerin El-Kaide’yi bağlamayacağı açıkça söylenmiştir.73 Açıklamada DEAŞ’ın kuruluşunda El-Kaide’nin haberdar edilmediği ve El-Kaide’ye danışılmadığı, eylemlerinde merkezden emir ya da tavsiye beklemeden hareket edildiği, merkezin bundan hoşnutsuzluğunu da önceden dile getirdiği ve dolayısıyla artık El-Kaide ile DEAŞ arasında hiçbir bağ olmadığı gibi sert ifadeler geçmektedir. Bu açıklamaların devamında ise Deyrizor74 ve Haseke’de75 NC ve DEAŞ arasında çatışmalar yaşanmış ve son olarak NC Irak’ta yayılma işaretleri taşıyan bir mesajla DEAŞ’ı tehdit etmiştir.76 Aaron Zelin, DEAŞ ile El-Kaide arasında kopuşa varan bu süreci tarihsel örneklerdeki benzerlikler üzerinden anlatmıştır. Zelin El-Kaide’nin DEAŞ’ı reddetmesini Cezayir iç savaşında Mısır İslami Cihad Grubu ve Ebu Musab Suri gibi figürlerin İslamcı bir grup olan Silahlı İslami Grup’tan desteklerini çekmelerine benzetmektedir. Usame bin Ladin’in de hakkında olumlu düşünmediği Silahlı İslami Grup hareketi bugün Suriye’de DEAŞ’ın diğer muhalif gruplarla yaşadıklarına benzer bir süreci Cezayir’de yaşamış ve merkezi hükümetten ziyade diğer muhalif İslamcı gruplarla çatışmaya girmiş ve tekfiri bir silah olarak sıklıkla kullanmıştır.77 73 Aron Lund, “A Public Service Announcement from Al-Qaeda”, Carnegie Middle East Center, 3 Şubat 2014, http://carnegieendowment.org/syriaincrisis/?fa=54411, (Erişim tarihi: 17 Ağustos 2018). 74 “Islamist Rebels Oust ISIL from Syria’s Deir Ezzor”, Naharnet, 10 Şubat 2014, www.naharnet.com/stories/en/118010, (Erişim tarihi: 17 Ağustos 2018). 75

“Nusra Cephesi ile IŞİD Üyeleri Arasında Çatışma”, Anadolu Ajansı, 22 Şubat 2014.

76

“Nusra Cephesi’nden IŞİD’e 5 Gün Süre”, Anadolu Ajansı, 25 Şubat 2014.

Aaron Y. Zelin, “Al-Qaeda Disaffiliates with the Islamic State of Iraq and alSham”, The Washington Institute, 4 Şubat 2014, http://www.washingtoninstitute.org/ policy-analysis/view/al-qaeda-disaffiliates-with-the-islamic-state-of-iraq-and-al-sham, (Erişim tarihi: 17 Ağustos 2018). 77

O R TA D O Ğ U ’ DA D E V L E T D I Ş I S İ L A H L I A K TÖ R L E R

Tekfirin yanı sıra DEAŞ’ın yöntem olarak çok daha kanlı çözümleri tercih etmesi ve kendisine karşı gelen Sünni gruplara da sert davranması El-Kaide-DEAŞ ayrışmasında önemli bir noktadır. Zelin, El-Kaide liderliğinin Cezayir vakasında yaşanan olaylardan çıkardığı dersle çeşitli coğrafyalardaki kollarına saldırılarında sadece güvenlik birimlerini hedef almaları ve Sünni sivillere zarar vermekten kaçınmaları yolunda tavsiyesine –çeşitli eylemlerde sivil zayiat yaşanmasına karşın– Arap Yarımadası El-Kaidesi ve Nusra’nın uymaya çalıştığını ileri sürerken DEAŞ’ın ise istisnai bir vaka olduğunu söylemiştir.78 Sonuç olarak Zerkavi’den Bağdadi’ye yaşanan süreçte son olarak DEAŞ adını alan yapılanmanın başına buyruk politikalar üreten, tekfiri bir silah gibi kullanmaktan çekinmeyen ve düşman tanımının içine kendi otoritesini kabul etmeyen Müslüman grupları da katmakta beis görmeyen çizgisi son raddede El-Kaide ile ayrışmasına yol açmıştır. El-Kaide tarihinde ilk kez bir grubun adını vererek ilişiğini kesmiştir. Brynjar Lia, adı ister “emirlik” ister “hilafet” olsun “jihadi proto state”lerin İslamcı gruplar arasındaki güç kavgasının bir çıktısı olduğunu ifade etmiştir.79 Ve bu vakada El-Kaide ile DEAŞ’ın ayrışmasında da güç kavgasının sonucunda ortaya bir “proto state” olarak DEAŞ çıkmıştır. Bu proto state İslam tarihinin siyasi olarak liderliğini ifade eden “hilafet” iddiasıyla rakibi olan diğer İslamcı yapılara karşı üstün konuma gelmek istemiştir. Ki bu da Wagemakers’ın da vurguladığı üzere başta DEAŞ’ın rekabet içerisinde bulunduğu İslamcı grupların Bağdadi’nin hilafet iddiasını kabul etmeme ve sorgulamalarına yol açmıştır.80 78

Zelin, “Al-Qaeda Disaffiliates with the Islamic State of Iraq and al-Sham”.

Brynjar Lia, “Understanding Jihadi Proto-States”, Perspectives on Terrorism, Cilt: 9, Sayı: 4, (2015). 79

80 Joas Wagemakers, “The Concept of Bay’a in the Islamic State’s Ideology”, Perspectives on Terrorism, Cilt: 9, Sayı: 4, (2015).

/

489

490

/

D E A Ş : O R TAYA Ç I K I Ş I , Y Ü K S E L İ Ş İ V E Ç Ö K Ü Ş Ü

İdeolojik ve metodolojik olarak iyice ayrışan bu iki devlet dışı aktör artık sadece faal oldukları topraklarda nizami unsurlarla değil birbirleriyle de savaşmaktadır. Yemen, Libya, Afganistan, Kafkasya ve Avrupa… Bilhassa yükselme trendi gösteren “yabancı savaşçı” dalgasında pastaya tek başına hakim olma hedefiyle El-Kaide ve DEAŞ karşı karşıya gelmektedir. Charlie Hebdo saldırısından Fransa’da ve Ortadoğu dışındaki çeşitli silahlı saldırılar incelendiğinde örgütlerin ideolojik konumlarının yanı sıra bu rekabette de öne geçmek, hamle avantajı sağlamak gibi ekstra motivasyonlarından bahsedebilmek mümkündür. Başta İngilizce olmak üzere Batı dillerinde yazılı ve görsel propaganda yarışı iki örgüt arasında “sanal radikalleşme” alanında da rekabetin kızıştığını göstermektedir.

YAZARLAR

Murat Yeşiltaş Yeşiltaş, Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde doçent olarak çalışmaktadır. Son yayınları arasında (Tuncay Kardaş ile birlikte) Non-state Armed Actors in the Middle East: Geopolitics, Ideology, and Strategy (McMillan Palgrave, 2018), (Necdet Özçelik ile birlikte) When Strategy Collapses: The PKK’s Urban Terrorist Campaign (SETA Publishing, 2018), Türkiye’de Ordu ve Jeopolitik Zihniyet (Kadim Yayınları, 2016), (Pınar Bilgin ve Sezgi Durgun ile birlikte) Türkiye Dünyanın Neresinde? Hayali Coğrafyalar Çarpışan Anlatılar (Koç Üniversitesi Yayınları, 2015) yer almaktadır. Yeşiltaş halihazırda Turkey’s War in Syria: Strategy of Engagement konulu bir kitap projesi üzerinde çalışmaktadır. Yeşiltaş siyasi coğrafya, devlet dışı silahlı aktörler, uluslararası güvenlik, terörizm, Ortadoğu güvenliği ve Türkiye’nin dış ve güvenlik politikaları konularında araştırmalarına devam etmektedir. Yeşiltaş aynı zamanda SETA Güvenlik Araştırmaları Direktörüdür. Burhanettin Duran 1993’te Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden mezun oldu. 1993-2001 arasında Bilkent Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü’nde yüksek lisans ve doktora çalışmalarını tamamladı. Değişik kitap ve dergilerde Türk düşünce tarihi, Türk dış politikası, İslamcılık, Avrupa, demokrasi ve sivil toplum konularını işleyen Türkçe ve İngilizce makaleleri bulunan Duran’ın 19. Dönem Parlamento Tarihi (3 cilt) başlıklı bir de kitabı yayımlanmıştır. Duran ayrıca (Fahrettin Altun ile birlikte) The Triumph of Turkish Democracy: The July 15 Coup Attempt And Its Aftermath (SETA Yayınları, 2016), (Nebi Miş ile birlikte) Türkiye’de Siyasal Sistemin Dönüşümü ve Cumhurbaşkanlığı Sistemi (SETA Yayınları, 2017) ve (Hasan Basri Yalçın ile birlikte) Küresel ve Bölgesel Aktörlerin Suriye Stratejileri (SETA Yayınları, 2016) başlıklı kitapları derlemiştir. Duran bunların yanı sıra Dönüşüm Sürecinde Türkiye, Dünya Çatışma Bölgeleri I-II, Ortadoğu Yıllığı 2008, Türk Dış Politikası Yıllığı 2009, 2010, 2011, 2012, 2013, 2014, 2015, 2016 ve 2017 adlı eserlerin editörleri arasındadır. Halihazırda İbn Haldun Üniversitesi öğretim üyesidir ve SETA Genel Koordinatörü olarak görev yapmaktadır.

Murat Aslan 1991’de Kara Harp Okulu’nun Yönetim Bölümü’nden mezun oldu. Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesinde muhtelif görevler aldı. Aynı dönem içinde ODTÜ Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde 2006-2010 arasında yüksek lisans, 2011-2017 arasında da doktora eğitimini tamamladı. Akademik çalışmalar yapmak üzere TSK’dan kendi isteğiyle 2017 Şubat’ında emekli oldu. Başkent ve Hasan Kalyoncu üniversitelerinde siyaset ve uluslararası ilişkiler alanında muhtelif dersler vermeyi müteakip Hasan Kalyoncu Üniversitesi’nden kadro alarak öğretim üyesi oldu. Savunma ve güvenlik çalışmaları kapsamında güç kavramı, istihbarat ve propaganda kavram ve uygulamaları üzerinde yoğunlaştı. Halen Hasan Kalyoncu Üniversitesi öğretim üyeliği ile birlikte SETA Güvenlik Araştırmaları Direktörlüğünde araştırmacı olarak görev yapmaktadır. Necdet Özçelik Halen Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi’nde doktora eğitimine devam eden Özçelik terörizm ve ayaklanma konularında sahada ve akademide çalışmalar yapmaktadır. Uzun yıllar Özel Kuvvetler Komutanlığında çalışan Özçelik 2014’te Türk Silahlı Kuvvetlerinden emekli oldu. Türkiye’de terörle mücadele kapsamındaki görevlerle birlikte Irak, Afganistan ve Kırgızistan gibi devlet dışı silahlı aktörlerin şekillendirdiği düşük yoğunluklu çatışma ortamlarında da harekat, eğitim ve danışmanlık faaliyetlerinde bulundu. Son yayınları arasında (Murat Yeşiltaş ile birlikte) When Strategy Collapses: The PKK’s Urban Terrorist Campaign (SETA Publishing, 2018) yer almaktadır. Emrah Kekilli 2009’da Marmara Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü’nden mezun oldu. Bilgi Üniversitesi Tarih Bölümü’nde yüksek lisan eğitimini tamamladı. Fatih Sultan Mehmet Üniversitesi’nde doktora çalışmasını sürdürmektedir. 2012’de Anadolu Ajansı temsilcisi olarak Libya’ya giden Kekilli 2013 itibarıyla Libya’da faaliyet gösteren bir Türk şirketinde yönetici olarak çalıştı. 2015’te Türkiye’ye dönerek uluslararası basın kuruluşları için Arapça-Türkçe tercümanlık yaptı. Çalışmalarını Libya üzerinde yoğunlaştıran Kekilli Libya tarihi, Libya siyaseti, Libya’da din ve siyaset, güvenlik sektörü ve radikal gruplar üzerine çalışmaktadır. Ayrıca Irak tarihi, Irak siyaseti, Irak’ta din ve siyaset, güvenlik sektörü, radikal gruplar hakkında araştırmalar yapmaktadır. Can Acun SETA Dış Politika Araştırmaları Direktörlüğü’nde araştırmacı olarak çalışmaktadır. Doğu Akdeniz Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü mezunudur. Yeditepe Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde yüksek lisans yapmıştır. Kanada’da Kültürlerarası Diyalog Eğitimi almıştır. Mısır’da Kahire-Türkiye Araştırmaları Merkezi’nde ve SETA Kahire’de Mısır üzerine çalışmalar yürütmüştür. Halen SETA Ankara’da Mısır ve Ortadoğu üzerine araştırmalarda bulunmaktadır.

Merve Seren Bilkent Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü’nden mezun oldu. Yüksek lisans eğitimini Başkent Üniversitesi’nde ve Erasmus bursuyla gittiği Rheinische Friedrich-Wilhelms Universitat Bonn’da Avrupa Birliği alanında aldı. Kara Harp Okulu Uluslararası Güvenlik ve Terörizm Bölümü’nde başladığı doktora çalışmalarının ders aşamasını burada tamamladıktan sonra tez aşamasında Polis Akademisi Uluslararası Güvenlik Bölümü’ne geçiş yaptı. “Stratejik İstihbaratın Güvenlik Stratejileri ve Politikaları Açısından Yeri ve Önemi” başlıklı teziyle doktora çalışmalarını tamamladı. 2012’de Atlantic Council tarafından “Young Atlanticist” seçilerek GLOBSEC Forum ve NATO Chicago Zirvesi’ne katıldı. 2013’te Richardson Center’ın düzenlediği “First Middle East Generational Ambassadors Summit” programına seçildi. 2015’te Atlantic Treaty Association ve NATO Public Diplomacy Division tarafından ortaklaşa düzenlenen “Youth Ministerial Meeting” programına katıldı. Ayrıca 2017’de Münih Güvenlik Konferansı ile Köber Vakfı tarafından “Munich Young Leaders 2017” seçildi. Şubat 2015-Aralık 2017 arasında SETA’da araştırmacı olarak çalışan Seren Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde öğretim üyesidir. Seren aynı zamanda Milli Savunma Üniversitesi’nde dersler vermektedir. Son yayınları arasında Stratejik İstihbarat ve Ulusal Güvenlik (Orion, 2017), Sosyal Medya El Kitabı (Orion, 2018) yer almaktadır. Bilal Salaymeh Ankara Yıldırım Beyazıt Üniversitesi’nde Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden 2016’da birincilikle mezun olan Salaymeh yüksek lisans çalışmasını Orta Doğu Teknik Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde “Neopatrimonyalizmin Suriye’deki Çatışmanın Gidişatı Üzerindeki Etkisi” adlı teziyle bitirmiştir. Doktora eğitimine ODTÜ Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde devam etmektedir. Ortadoğu çalışmaları özellikle Filistin ve Suriye meseleleriyle yakından ilgilenmektedir. Salaymeh aynı zamanda mülteci çalışmaları üzerine eğitim almıştır. Halihazırda SETA Dış Politika Araştırmaları Direktörlüğü’nde araştırma asistanı olarak görev yapmaktadır. Bilgehan Öztürk Bilgehan Öztürk lisans eğitimini TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde almıştır. 2011’de Avrupa Konseyi Jean Monnet bursunu kazanmış, yüksek lisans eğitimini İngiltere’deki King’s College London Ortadoğu ve Akdeniz Çalışmaları programında onur derecesiyle tamamlamıştır. 2013’te din ve felsefe alanında sadece King’s College London tarafından verilen Associate of King’s College (AKC) unvanını almıştır. Doktora eğitimine Sakarya Üniversitesi Ortadoğu Enstitüsü programında devam etmekte olan Öztürk sınır güvenliği, Suriye iç savaşı, devlet dışı silahlı aktörler, radikal örgütler ve radikalleşme alanlarında araştırmalar yapmaktadır.

Serkan Balkan 2004’te Deniz Harp Okulu’ndan mezun oldu. 2007’de Gebze Yüksek Teknoloji Enstitüsü’nde “Doğu-Batı, Kuzey-Güney Ekseninde Enerji Terminali Türkiye” başlıklı yüksek lisans tezini hazırlayarak Milli Güvenlik Stratejileri Bölümü’nde yüksek lisans eğitimini tamamladı. 2013’Te Sakarya Üniversitesi Ortadoğu Enstitüsü’nde doktora eğitimine başladı. Balkan stratejik kültür, siyasi coğrafya, terörizm ve savunma konularında çalışmalar yürütmektedir. Ümit Tetik Sakarya Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde lisansını tamamladı. Ayrıca Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü’nden çift ana dal yaptı. Anadolu Üniversitesi AÖF bünyesinde Adalet okudu ve halen Sosyoloji eğitimi almaktadır. TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi Güvenlik Çalışmaları Bölümü’nde yüksek lisansına devam etmektedir. West Bohemia Üniversitesinde yaklaşık üç ay staj yaptı. Arnavutluk’ta Avrupa Birliği ile alakalı bir uygulama programına katıldı. 2016 Güz döneminde TOBB ETU bünyesinde asistanlık görevi yaptı. İlgilendiği konuların başında ayaklanma, terörizm ve devlet dışı silahlı aktörler gelmektedir. SETA Güvenlik Araştırmaları Direktörlüğü’nde araştırma asistanı olarak görev yapmaktadır. Fahem Mohammed Ali QADRİ Fahem Mohammed Sakarya Üniversitesi Ortadoğu Enstitüsü’nde yüksek lisansını 2017’de tamamladıktan sonra aynı üniversitenin Ortadoğu Enstitüsü’nde doktora eğitimini başlamıştır. Halen doktora tez çalışmalarına devam etmekte olup Ortadoğu siyaseti ve güvenliği konularında araştırmalar yapmaktadır. Fatma Sümer 2012’de İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun oldu. 2015’te kamu hukuku yüksek lisans eğitimini aynı okulda “Sendikal Hakların Kullanılmasının Engellenmesi Suçları” başlıklı teziyle tamamladı. Marmara Üniversitesi’nde devam ettiği kamu hukuku doktorası tez sürecindedir. 2012 Aralık-2016 Nisan arasında araştırma görevliliği, 2016 Mayıs-2017 Mayıs arasında milletvekili danışmanlığı yapmıştır. SETA Hukuk ve İnsan Hakları Araştırmaları Direktörlüğü’nde araştırmacıdır. Recep Tayyip Gürler Recep Tayyip Gürler lisans derecesini 2012’de Sakarya Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde tamamladıktan sonra aynı yıl Sakarya Üniversitesi Ortadoğu Çalışmaları Anabilim Dalı’nda yüksek lisans eğitimine başladı ve 2016’da “Şii Aktörlerin Irak Politikasındaki Yeri” isimli tez çalışmasıyla yüksek lisanstan mezun oldu. 2012’de Sakarya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde araştırma görevlisi olarak çalışmaya başlayan Recep Tayyip Gürler halen Ortadoğu Enstitüsü’nde Irak üzerine çalışmalarını sürdürmektedir.

Mustafa Yetim 2009’da Karadeniz Teknik Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden mezun olmuştur. 2011’de Sakarya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı’ndan “2002-2010 arası Türkiye’nin Ortadoğu Politikası: Ortadoğu’da Değişen Türkiye Algısı” başlıklı tez çalışmasıyla yüksek lisans derecesini alan Yetim 2016’da ise “Ortadoğu ve Lübnan Zemininde Hizbullah: Yeni Weberci Yaklaşım” başlıklı tez çalışmasıyla Uluslararası İlişkiler doktoru olarak Ankara Üniversitesi’nden mezun olmuştur. 2009-2016 arasında Eskişehir Osmangazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde araştırma görevlisi olarak çalıştıktan sonra 2016’dan itibaren doktor öğretim üyesi olarak aynı bölümde Ortadoğu bölgesine yönelik konuları da içeren dersler vermektedir. Yetim’in Hizbullah, Lübnan, Türkiye-Katar ilişkileri ve genel olarak Ortadoğu siyasetini analiz ettiği çalışmaları bulunmaktadır. Göktuğ Sönmez Göktuğ Sönmez lisans derecesini Bilkent Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden, yüksek lisans derecesini London School of Economics (LSE) Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden ve doktora derecesini School of Oriental and African Studies (SOAS) Siyaset Bilimi ve Uluslararası Çalışmalar Bölümü’nden almıştır. Akademik araştırma alanları arasında radikalleşme ve şiddete varan aşırıcılık, siyasi şiddet, uluslararası ilişkiler teorisi ve Türk dış politikası bulunmaktadır. Halihazırda Necmettin Erbakan Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde doktor öğretim üyesi olarak görev yapmakta ve Ortadoğu Araştırmaları Merkezi’nde (ORSAM) Güvenlik Çalışmaları Direktörlüğü’nü yürütmektedir. Bilgay Duman 2011 itibarıyla Abant İzzet Baysal Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü doktora programında eğitimini sürdürüyor. Yüksek lisans tezini “Saddam Sonrası Dönemde Türkmenler ve Kerkük” konusunda yazdı. Çeşitli medya kurum ve kuruluşlarında, ulusal ve uluslararası dergi ve gazetelerde makale ve röportajları yer aldı. Katıldığı çok sayıdaki konferansın yanı sıra sıklıkla Ortadoğu coğrafyasında saha çalışmaları yapmakla birlikte Birleşmiş Milletler gözlemcisi olarak Irak ve Afganistan seçimlerinde uluslararası gözlemci ekiplerinde yer aldı. Çalışmalarına ORSAM bünyesinde Irak Çalışmaları Koordinatörü olarak devam ediyor.

Haluk Karadağ Başkent Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde öğretim üyesi olarak görev yapan Dr. Karadağ Ortadoğu Teknik Üniversitesi ve Atılım üniversitelerinde yüksek lisans, Gazi Üniversitesi’nde doktora eğitimini tamamlamıştır. TÜBİTAK bursuyla ABD’de Florida Üniversitesi’nde ve Coventry/Kadir Has Üniversiteleri müşterek bursu ile Güney Afrika Cumhuriyeti’nde Stellenbosch Üniversitesi’nde doktora sonrası araştırma çalışmalarında bulunmuştur. Birleşmiş Milletler örgütünün Lübnan, NATO’nun Kosova ve Afganistan’daki çok uluslu merkezlerinde görev yapmıştır. 2016’da yayımlanan Uluslararası İlişkilerde Yeni Bir Boyut Kamu Diplomasisi isimli kitabı ve çeşitli ulusal ve uluslararası hakemli dergilerde yayımlanmış makaleleri bulunmaktadır. Çalışma alanları arasında kamu diplomasisi, güvenlik ve BM barışı koruma harekatları yer almaktadır. Kadir Tamer Türkeş Uluslararası güvenlik ve terörizm dalında yüksek lisans yapan Kadir Tamer Türkeş NATO ve birçok ülkede görev yapmıştır. Halen özel güvenlik sektörünün öncü kuruluşlarından OYAK Savunma ve Güvenlik Sistemleri A.Ş.’de yöneticilik yapmaktadır. Ömer Behram Özdemir Ömer Behram Özdemir yüksek lisansını Sakarya Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde “Avrupa’da Ayrılıkçı Hareketler: ETA ve IRA Örnekleri” başlıklı teziyle tamamladı. Halen Sakarya Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde doktora yapmakta olup “Suriye İç Savaşında Nusra Cephesi ve DEAŞ’ın Karşılaştırılması” başlıklı tezini yazmaktadır. Suriye iç savaşı, devlet dışı silahlı aktörler ve yabancı savaşçılar konuları üzerine çalışmaları vardır. 2014-2017 arasında Sakarya Üniversitesi Ortadoğu Enstitüsü’nde görev alan Özdemir 2017’den bu yana Sakarya Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde araştırma görevlisi olarak çalışmaktadır. Ali Hüseyin Bayatlı İlk, orta ve lise öğrenimini Irak’ın Kifri şehrinde tamamladı. Üniversite eğitimi için Türkiye’ye gelerek Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirdi. Yüksek lisansını aynı üniversitede Uluslararası Hukuk Bölümü’nde tamamladı. Halen aynı bölümde doktorasını yapmaktadır. Irak Türkmen Cephesi bünyesinde farklı görevler üstlendi. Erbil Barosu üyesidir.