İnsan Düşüncesinde Yerküre 975-403-316-1

578 61 26MB

Turkish Pages 586 Year 2004

Report DMCA / Copyright

DOWNLOAD FILE

İnsan Düşüncesinde Yerküre
 975-403-316-1

Citation preview

İnsan Düşüncesinde Yerküre Yerbilim'e Bir Tarihsel Bakış

David Oldroyd

v

TÜBITAlt

POPÜLER BİLİM KİTAPLAR!

TÜBITAK Popüler Bilim Kitapları

186

lnsatı IJılşiinceslnde Yerküre - Yerbiltm'e Bit• Tarihsel Bakış 11�irıklrıg alJOııt the Earth: A llistory of /deas in Geology

David Oldroyd

Çeviri: Ülkün Tansel

© David R. Oldroyd 19%

© Türkiye Bilimsel ve Teknik Ar.ıştırıııa Kurumu, 200.� Bu yapıtın bütün hakları saklıdır. Yazılar ve gürsel malzemd•·r, izin alınınatbn tümüyle vt•ya kısmen yayımlanamaz. Türk�·e yayın hakları Kesim Ajans :ır.ıcılııtı ile alınmıştır.

T(İBİTAK Popüler JJilim Kitap/an 'ııın seçimi

ve

değerlendirilmesi

T0IJİT.4K ray111 Komisyo1111 taraji11dan yapılmaktadır. ISBN

975

-

403 - 3Hı - 1

1. Basını Ocak 2004 ( 2500 aşim (/Süpe1710zisy011) i/k,•si: Bir tabaka ard ış ı mın !v'

----

/�"�'/ter"

lill'lL.:-,.,t� ,,..,.�,,,�� °" r'

L."lıl'"'L

r,loı.•u. ı ı NtF

,;"'.·. < �:..; ·,L•

· :; ,.. , ,ı , ·

r.� .··, , • . t ı •·"•;

'

...-t c ,.

�;:�f��� -=�:.��=��f�7' ".'Ç

A

� ·;

Çizim 11.4 Arthur Holmes'a göre ( 1 928-3 1 : 579), i�·scl konveksiyon akıntılarına bağlı olarak yeıyüzü yapılarının meydana gelişi. (Gcological Sodety'nin izniyle)

disi (1 927) olduğuna parmak bastı. Fiziksel yerbilim üstüne yazdığı ünlü kitabı aracılığıyla Holmes ( 1 94411 965), bu düşün­ celerini geniş bir biçimde duyurma olanağı buldu. 10 Wegener'in en önde gelen destekleyicisi, Johannesburg Üni­ versitesi'nden, Güney Afrikalı saygın yerbilimci Alexander du Toit ( 1 878- 1 948) idi. Güney Afrika'nın yakından tanıdığı kaya­ larını, Güney Amerika'dakilerle karşılaştırmak amacıyla, 1 923 yılında Güney Amerika'ya özel bir yolculuk yaptı ve pek çok çarpıcı benzerlik belirledi. Karşılaştıkları, Wegener'in düşünce­ lerine ve genelde 'devingenlikçi' kurama sıkı sıkıya bağlanma­ sında yardımcı oldu. Du Toit'nin kitabı Our Wandering Conti­ nents (1 937), gezinme kuramını olağanüstü bir açıklıkla sunu­ yordu. Wegener'in açıklamasından ayrıldığı yer, Wegener'in düşündüğü tek köke! kıta Pangaea yerine, (kuzeyde Lavrasya1 1 ile güneyde Gondvana olmak üzere) iki eski köke! kıta düşün­ müş olmasıydı (Çizim 1 1 .5) .12 Du Toit, iki kıta arasındaki deni­ ze, Suess'in bulduğu 'Tetis' adını verdi. Ayrıca Barrell'in, yoğ­ rumlu zayıf-küre (/plastik astenosfer) kavramını da kabul etti. Wegener'in başına gelen du Toit'nın da başına geldi: Yerbilim­ cilerin çoğu devingenlikçi kuramı okudu, ama inanmadı. Demek ki, çağcıl yerbilimin ulaştığı bireşimlerin baş öğeleri onlarca yıl ortada durduysa da, kabul edilme başarısına erişe­ medi. Genel kayma kuramının kabul edilmesine gelinceye dek, 383

Fıc.

6.-Showing the positions o( the Continental Shields and of the persiıtent Geocyncline parting Laurıuia .and Gond"'.ana : A, An�ra ; AF, Africa ; AN, Antarctıca ; AU, Austnalia ; B, Baltıca ; BR, Bruil ; G, Greenland ; GU, Guiana ; 1, lndia; K1 Kolyma ; L, Laurcntia. (The Mercator'a Projectıon uaed e:uggerates areas in high

latitudes).

Çizim

1 1.5 Alexander du Toit'nın gözüyle Lavrasya ve Gondvana (du Toit, 1 937: 39)

sırada yapılacak pek çok yerbilim araştırması vardı. Kıtaların kayması kuramına karşı çıkılmasının nedenleri, uzun süre tarih­ çilerin kafasını yordu. Howell 'in ( 1 99 1 ) ortaya koyduğu gibi, yirminci yüzyılın ilk yarısında yazılı ürün veren birkaç 'konvek­ siyon yanlısı' vardı; kaymanın 'itici gücü' olarak sonunda kabul gören, konveksiyon kuramı oldu.13 Ama ( Holmes da içlerinde olmak üzere) erken dönem konveksiyon kuramcıları, aşağıdan yukarıya yükseldiğini varsaydıkları konveksiyon akıntılarının üst noktalarının okyanusların tabanında değil de, kıtaların taba­ nında bulunduğuna inanıyorlardı. Bunun nedeni, Joly'nin izin­ den giderek, yerkürenin ısısının önemli bölümünün ışınetkinli­ ğinden (radyoaktiviteden) kaynaklandığının sanılmasıydı ve or­ taya çıkan ısının okyanus bölgeleri üzerinden kaçıp gideceği düşünülüyordu; oysa, söz konusu ısı, kara kütlelerinin altından kaçamıyordu. Dolayısıyla, erken dönem konveksiyon yanlıları­ nın ısıl akımları, daha sonra gelecek Harry Hess gibi kuramcı­ larınkine göre ters yöndeydi (bkz. s. 396) . Öyle ya da böyle, şu­ nu unutmamak gerekir ki, (deprembilimin ve Jeffreys 'in kar­ maşık denklemlerinin kanıtladığı üzere) Holmes'un gününde, 384

mantonun katı olduğu düşünülüyordu; bu yüzden, konveksiyon akımının manto içinde meydana geldiğini kavramak yerbilimci­ lerin çoğu için zordu. Bütün bilimsel tartışmalarda olduğu gibi, Wegener'in kayma kuramının dışlanması bir toplum kararını gerektiriyordu ve sıkça görüldüğü üzere, bir kurultayda yaratılacak hava önemliydi. Üzerinde durduğumuz konuyla ilgili olarak, 1 926 yılında topla­ nan Amerika Petrol Yerbilimcileri Derneği kurultayından (van der Gracht, 1 928), -şimdi geri dönüp bakıldığında hiç de zorlayı­ cı sayılmayacak nedenlerle- Wegener'e 'karşı karar' çıktı.14 İngil­ tere'de, Bilimi İlerletme Derneği 'nin 1 922 yılında l lull'da yaptığı toplantı biraz daha anlayışlı bir havada geçmiş idiyse de, hiçbir biçimde tümden destekleyici değildi (Evans ve diğ., 1 923). Öyleyse, Wegener'in modelinin reddedilmesinde baş rolü oy­ nayanlar, yirminci yüzyılda dünya önderi konumuna gelmeye başlayan Amerikalı yerbilimcilerdi daha çok. Modele karşı çı­ kışlarını açıklayan birkaç genel neden sayılabilir burada: Bir kez, Dana'nın başını çektiği 'kalıcılık' geleneği vardı. Sonra, 'Amerika'nın öz malı ' saydığı ve yanal devinimler konusunda gerçekte söyleyecek hiç sözü bulunmayan dengede yüzme (/izostazi) kuramı vardı.15 Ve bir de, şaşırtıcı Panama Kıstağı vardı; Amerika kıtasının ulusları açısından önemi, sanıldığından derin bir coğrafya özelliği bulunan. O sıralar, Amerika'da ve dünyanın geri kalan bölümünün çoğunda, 1 960'lara değin yer­ bilime egemen olacak bir 'kara bağlantıları' kuramı vardı. Bu kuram, bir açıdan, Lyell öğretisi sayılabilirdi. Hayvan ve bitki­ lerin göçüne olanak sağlamak üzere, kara kütlelerinin duruma göre yükselip alçaldığını öne sürüyordu ve başka türlü açıkla­ namayan yeryüzündeki canlı dolaşımı olgusunu böyle gerekçe­ lendiriyordu (Madagaskar'da karşılaşılan bir maymun türünün Hindistan'dakilere benzemesi gibi). On dokuzuncu yüzyılda ortaya atılmış düşüncelerden bazıla­ rı vardı ki; bunlar, kara bağlantıları ve eski dev kıtalar düşünce­ sinin ilginç habercileriydi. 385

Bu düşüncelerden benim bildiklerim arasında en erken tarih­ li olanı, Fransız yerbilimci Jules Marcou 'nunkilerdir ( 1 824-98). Lettres sur fes roclıes de Jura ( 1 857-60) adlı yapıtında, J ura

Çizim l l.6Jules Marcou 'nun ( 1 857-60, Levha i l ) gözüyle J u ra Devri'nin 'rufan-önce­ si coğrafyası'. (Sedgwick Müzesi Kitaplığı'nın izniyle)

.. ... - . - --·-,. ,,. ,,,. ...., ,_

-· --yr-�"� .. . ' ' ..

�?;,. ,.

\\

....

,..., ·' �

. . . �.

,

.. .....,. ,,....� -, ·-· · � ---- .., ....... � ..... _.... ..... -C.-... � - -..-... ­ � � �.... _, """'- -- - �

". 1!:2J �":f'"·...... ....,,,, .....

Çizim 1 1.7 Melchior Neumayr'a ( 1 887. cilt 2 : 336) göre Jura Oevri'nde kıtaların dağı­ lımı. (Sedgwick Müzesi Kitaplığı 'nın izniyle)

386

Devri'nde Amerika, Afrika ve Avusturalya'yı kapsayan dev bir kıtanın var olduğunu ileri sürmüştü (Çizim 1 1 .6) . Alman yerbi­ limci Melchior Neumayr ( 1 845-90), Erdgescbicbte ( 1 886-7) ad­ lı yapıtında kıtaların aynı devirde çok değişik bir yerleşim düze­ ni sergilediğini ortaya atarken, canlıların dağılımına ilişkin ga­ riplikleri açıklamak amacıyla kara bağlantılarına da (ille de dar olması gerekmiyor) yer vermişti (Çizim 1 1 .7). Bu tür haritalar, ister istemez kurgusaldı ve yeterli veri tabanından yoksundu; ama onları ilginç yapan, kıstak bağlantıları, kıtaların kayması, tabla tektoniği ya da büyüyen yerküre gibi kuramların ilerde el atacağı olgulardan bazılarını açıklama gereksinmesinin ondoku­ zuncu yüzyılda kendini duyurduğunu göstermesidir. Aslında, gerektikçe ortaya çıkıveren, yitiveren, yeterli sayı­ da amaca özel kara köprülenmesine başvurduktan sonra, kıs­ tak bağlantıları kuramının, canlıların dağılımı alanında altın­ dan kalkamayacağı hemen hiçbir sorun yoktu. Döneminin et­ kili kişisi Bailey Willis, 1 932 yılında yazdığı bir makalede, bu kuramın bir uyarlamasını önerirken tam da bunu yapıyordu . Canlıların dağılımına ilişkin verilere uygunluk sağlamaya yö­ nelik yükselen ve alçalan kara bağlantıları kuramının, Amerika yerbilim geleneğinde Dana'nın 'kalıcılık' ilkesiyle bağdaşmadı­ ğına parmak basan du Toit ve Wegener gibi yazarların itirazla­ rına karşın, Willis'in uyarlaması izleyen yaklaşık otuz yıl bo­ yunca hep örnek alındı (Wegener, [1 929] 1 966: 1 7). Willis'in bir başka etkili Amerikalı yerbilimci Charles Schuchert'le ( 1 932) birlikte geliştirdiği kuramın mahiyeti, Çizim 1 1 .8'de açıkça görülüyor. Ama soruna buldukları çözüm yeterli olmaktan uzaktı. Wil­ lis'in kuramı dengede yüzme (/izostazi) ilkelerini çok az göz önünde bulunduruyordu; önerdikleri kıstaklardan geçip değişik iklimli bölgeler aşmak zorunda bulunan hayvan ve bitki toplu­ luklarına yeterince açıklık getiremiyordu; deniz altı araştırmala­ rından (batimetri= okyanus derinliklerinin ses dalgalarıyla ya da başka yollarla taranması) ancak sınırlı bir destek sağlamış 387

Çizim 1 1.8 Bailey Willis'e göre ( 1 932, 939. sayfanın karşısındaki Tablo 27) kara bağlantıları kuramının açıklaması (aslı renkli).

görünüyordu. Örneğin, Taylor'un ta 1 9 1 0'da yayımladığı bir Atlantik Okyanusu tabanının haritası (s. 374), Atlantik ortası sırtı gösteriyordu ve Wil lis'in önerdiği Atlantik'in iki yakasını bağlayan köprü ile bağdaşır bir yanı yoktu.16 Artık, yerküreye ilişkin görüşlerin daha da gelişmesinde de­ nizbilim (/oşinografi) soru nunu ele alma zamanı geldi.17 1 920'1erde ve 1 930'1arda Hollandalı yerfizikçi Felix Vening Me­ inesz ( 1 932, 1 934), yerçekimi ölçmelerini (dalgada gemilerin bir inip bir çıkmasının etkisinden kurtulmak amacıyla) denizaltılar­ da yaptı ve bulgularıyla yerküre içindeki konveksiyon akıntıla­ rı düşüncesi arasında bağ kurmaya çalıştı (Vening Meinesz ve diğ., 1 934) . 18 Araştırmaların başlıca amacı, yerkürenin biçimini belirlemede yardımcı olacak veriler toplamaktı; ama, sonuçlar 388

önemce çok daha kapsamlı düşüncelerin doğmasına yol açtı. Yerçekiminde, yerkürenin biçimiyle açıklanamayacak sapmalar ya da düzensizlikler olduğu anlaşıldı. Genel olarak, okyanus bölgeleri artı değerli sapmalar gösteriyordu ve büyük tektonik etkinlik geçirmiş tüm bölgeler, önemli yerçekimi sapmaları orta­ ya koyuyordu. Özellikle dikkat çekici olan, (örneğin Endonez­ ya'nın büyük adalar denizinin güneyinde olduğu gibi) ada yay­ larına bitişik ince uzun kuşakların varlığıydı; buralardayerçeki­ mi ayırt edilir ölçüde düşüktü. Bu durum, sial içerikli hafif ka­ yaların bu noktalarda çokluğunu akla getiriyordu ve Vening Meinesz'in benimsediği yeraltı konveksiyon akıntıları kuramıy­ la bağdaşır görünüyordu. Sonraları, böyle bölgeler 'dal ma-bat­ ma zonları' kavramıyla ilişkilendirildi (bkz. s. 396) . Ama, denizbilimde büyük gelişmeler İkinci Dünya Savaşı sonrasında meydana geldi; savaşın ardından, okyanus tabanla­ rının dizgesel biçimde tarandığı yirmi yıl boyunca yoğun geliş­ meler oldu. Araştırmaların arkasında askeri nedenler vardı; özellikle Birleşik Devletler'de, para desteği bu nedenle sağlanı­ yordu; ama, aynı taşla petrol aramaları da nişanlanıyordu. Bu çalışmalara önderlik yapan kişilerden bazıları şunlardı: Sonra­ dan Princeton'da profesör olacak Amerikalı deniz subayı Harıy Hess; Colombia Ü niversitesi 'nin Lamont- Doherty Yerbilim Gözlemevi Başkanı Maurice Ewing ve yardımcısı Bruce He­ ezen; 1 950'lerin sonu ve 1 960'ları içine alan bunalımlı dönemde Lamont biriminde çalışan ve daha sonra College de France'da profesör olan Fransız Xavier le Pichon; Scripps Enstitüsü 'nden Bili Menard; Glomar Challenger adl ı , ünlü tarama ve sondaj ge­ misinde görev yapan Kenneth Hsü ... Bu süre boyunca yerçeki­ mi ölçüm taramaları durmadığı gibi, manyetik, sismik ve bati­ metrik taramalar yanında okyanus tabanlarından ısı akımı öl­ çümleri yapıldı (Revelle ve Maxwell, 1 952). 19 Okyanus tabanı tortullarından pek çok örnek alınarak incelendi; okyanusun yü­ zünde patlatmalar yapılarak ve tabandan yansımaları incelene­ rek okyanusların altında uzanan kaya tabakalarına ilişkin bilgi389

ler elde edildi. Okyanus tabanı taraklanarak çekilen büyük ba­ zalt kayaları, ışmölçme (/radyometri) yöntemiyle yaşlandırıldı. Sonuçlar şaşırtıcıydı; büyük ölçüde beklenmeyen sonuçlardı. Yeryuvarlağını dolanan bir okyanus ortası sırtlar dizgesi ortaya çıkarıldı.20 Bu sırtlar dizgesi ile, ta Mallet'in zamanından beri çok iyi bilinen ve haritalara işlenmiş olan deprem bölgeleri ara­ sında bağlılaşım vardı (bkz. Çizim 1 0.2) . Ayrıca, her sırtın ek­ seni boyunca uzanan bir 'yarık vadi' bulunduğu anlaşılıyordu.21 Kıta bayırından derin deniz diplerine doğru uzanan deniz altı kanyonları da vardı. Ü stelik en derin sular (okyanus hendekle­ ri) karaların oldukça yakınındaydı; örneğin, Şili açığında kıyıya koşut bulunan ya da, Aleut Adaları yayı önündeki hendek gibi... Sonra, tepesi kesik yanardağlara benzeyen, üstü düz, garip de­ niz altı dağları bulundu. Savaş sırasında ABD deniz kuvvetleri adına Pasifik'te derin deniz araştırmaları yapan Hess ( 1 946) bunlara 'guyot' adını verdi. Günümüzde her iyi atlas bu tür de­ niz altı yapılarına yer vermekte. 22 Yerçekim araştırmaları, okyanus tabanlarının genellikle bir dengede yüzme durumunda olduğunu düşündürdü; ama, okya­ nus ortası sırtlar üzerinde ve (daha önce Vening Meinez'in be­ lirlediği) derin hendekler üzerinde eksi değerli sapmalar vardı. Ayrıca, sırt ve hendek bölgelerinde, ortalamanın üzerinde ısı yayılıyordu ( Bullard ve diğ., 1 956) . Patlatma araştırmaları ve derin deniz dibini taraklama çalışmaları, okyanusların en diple­ rindeki düzlüklerde tortul tabakalarının beklenenden çok ince olduğu ve tortulların altındaki kayanın (Mohorovicic Süreksiz­ liği' ne varıncaya dek) kalınlığının yalnızca beş kilometre dola­ yında bulunduğunu gösteriyordu. Kayanın bazalt nitelikli bir bileşime (sima) sahip olduğu anlaşılıyordu. Sonuçlar içinde belki en alışılmamışı, okyanus tabanındaki manyetometri araştırmalarının bulgularıydı; ama buna geçme­ den önce, Stanley Keith Runcorn'un kıtasal kayalar üzerinde yaptığı paleomanyetik çalışmalar üzerinde durmalıyız. Profesörlüğe Newcastle (Tyne I rmağı üzerinde) King's Colle390

ge' da başlayan Runcorn, daha sonra Londra lmperial Colle­ ge'da görev aldı. Yakınlarda A. B.D'de kurban gittiği içler acısı cinayete değin, aynı görevde bulundu. İ lgi alam, yerkürenin manyetik alanının kökeni idi; ki fizikçi P. M. S. Blackett de, bu konu için (burada ayrmtılarma girmemiz gerekmeyen) kuram­ sal modeller geliştirmeye uğraşmaktaydı. Runcorn da, Blackett gibi, paleomanyetizma sorununa ilgi duyuyordu. Zamansız ge­ len ölümüne değin peşini bırakmadı bu konunun; çalışmalarını, Ay'ın, diğer gezegenlerin, asteroitlerin ve hatta bulutsuların gösterdiği mıknatıs özelliğini de içine almak üzere genişletti. Bu araştırmacılar ve başkaları l 950'lerde, Britanya Adaları '­ nın kayalarında 'kalıntı' mıknatıs özelliği üzerinde dizgesel bir inceleme başlattı. Şöyle bir varsayımdan yola çıkıyorlardı: Ka­ yadaki mıknatıslanmanın yönü, yerkürenin, kayanın oluştuğu sıradaki mıknatıs alanından kaynaklanır ve dolayısıyla ona ko­ şuttur. Öyle anlaşılıyordu ki, zaman içinde ne denli geriye dö­ nülürse (yani, incelenen kayalar ne denli yaşlı olursa), 'kalıntı' mıknatıslanmanın yönü, yakınlarda oluşmuş kayalarınkine o denli uzak oluyordu. Blackett'e göre sonuçlar, İngiltere'nin her nasılsa 'döndüğü' ve kuzeye doğru yer değiştirdiğini düşündü­ rüyordu. Öte yandan Runcorn ve arkadaşları, kara kütlelerinin tüm yerküre yüzeyinde yer değiştirmesinden çok, zaman içinde kutupların yer değiştirdiğini öne sürdüler (Runcorn, 1 955) . Bu alana, Canberra'nın Avustralya U lusal Ü niversitesi'nde yakınlarda kurulmuş bir topluluk daha girdi. Edward I rving ( 1956) kutupların mı yer değiştirdiğini; yoksa, kıtaların mı bir­ birine göre hareket ettiğini belirleyebilmek için yapılması gere­ keni ortaya koydu. Zaman içinde ' (manyetik) kutbun izlediği yol' farklı ülkelerde saptanmalıydı. Bunu ayrı ayrı uygulayan Ir­ ving, Blackett ve Runcorn arasından Runcorn, biraz istemeye istemeye de olsa, kıtaların gezindiği varsayımına ulaştı. Ama, kutbun zaman içinde izlediği yolu saptamak amacıyla hem İngil­ tere hem de Amerika'da yaptığı çalışmalar, buralarda kutupların oldukça yakın yerbilimsel geçmişte çakışmadığını, güçlü biçim391

de düşündürüyordu. Öyleyse, daha öncelerdeki sapmaları, (Çi­ zim 1 1 .9) uzun çağlar boyunca, kıtaların birbirine göre yavaş yavaş yer değiştirdiği varsayımıyla açıklamak zorunluğu vardı (Runcorn, 1 956, 1 962) . Böylelikle, devingenliği güçlendiren başka kanıtlar toplanmış oldu; ama devingenlik hala, yerbilimci­ lerin çoğunluğuna inandırıcı gelmekten uzaktı. Yerkürenin mık­ natıs özelliği sergilemesini açıklayan temel kuram belirsizlik içindeydi ve yerin manyetik kutuplarının tersyüz oluşundaki sı­ ralı düzen yerli yerine oturmamıştı; tersyüz oluşun nedeni de anlaşılmamıştı. Okyanus tabanlarındaki araştırmalar konusuna dönecek olursak, yermanyetizma çalışmaları oralarda da büyüleyici ve beklenmedik sonuçlar veriyordu. Anlaşıldığı kadarıyla okyanus tabanında, kutuplaşma yönü değişik kaya 'şeritleri' bulunmak­ taydı; şeritler okyanus ortası sırtlara koşut uzanmaktaydı. Bu­ nun bir örneği Çizim l 1 . 1 O'da gösterilmiştir. Görülebileceği üzere, düzenli mıknatıslanma örüntüsü kimi yerde bozulmuş­ tur; ki bunlar 'kırıklar' olarak algılanabilir ve ayrıca derin deniz araştırmaları (/batimetrik taramalar) da okyanus tabanında benzer bir kırılma örüntüsü ortaya çıkarmış bulunmaktadır. 1 950'lerde, denizbilim araştırmalarıyla ortaya çıkan yeni bil­ gileri geleneksel görüşler içinde bir yere oturtmak (belki bir tek kıstak bağlantıları kuramıyla bağdaşmıyordu), ya da görmezden gelmek olanağı hala vardı. Londra Yerbilim Topluluğu Başkanı George Lees, yerflziğinin elde ettiği yeni sonuçların 'yerbilimsel görüşleri gereğinden çok etkilemesinden' rahatsız olmuştu (Le­ es, 1 953: 2 1 7) ve yerbilimcilerin kök işinin hala tabakabilim ol­ duğunu ileri sürmüştü. Daha yararlısı, 1 95 1 yılında, Amerika Bilim İlerletme Derneği'nde, büzülme varsayımından yana ko­ nuşan Kenneth Landes, okyanussal sırtları karalardaki sıradağ­ lar gibi görüyordu. Derin deniz hendekleri, yerbilimcilerin yıl­ lar yılı önerdikleri tekneleşme alanları olabilirdi (Landes, 1 952) . Tekneleşme kuramının 1 950'lerde anlaşılan biçimine göre, yer­ kabuğunda Kanada, İskandinavya ya da batı Avustralya 'kal392

Çizim 1 1. 9 Stanley Keith Runcorn'a ( 1 962: 24) göre, değişik kıtaların kutup-gezintisi eğrileri. (Academic Press ve S. K. Runcorn'un izniyle)

kan'ları gibi eski duraylı alanlar (kratonlar) vardı. Bu alanların kıyılarında tortullarla dolmuş tekneleşme bölgeleri, daha sonra yerküre büzüştükçe yanal kuvvetlerce sıkıştırılmışlardı. Yeni sı­ radağlar oluşmuş ve kalkan bölgelerine eklenmişti; böylece her seferinde, bir sonraki yerteknede yığılanların eklenmesiyle kıta­ lar biraz daha büyümüştü (Dott, 1 974, 1 978) . Bu görüşte yeni olan hiçbir yan yoktu. Charles Schuchert ( 1 9 1 6), Avustral­ ya'nın bu yoldan büyüdüğünü düşünmüştü: Kıtanın doğu yarısı -eskiden Schuchert'in koyduğu adıyla, Tasman yerteknesi- batı­ daki kalkana eklenmişti. Bu düşüncesinin Kuzey Amerika kıta­ sına uygulamasını, 1 923 yılında resimlerle açıkladı (Çizim ] 1 . 1 1). Tekne içi tortulanmayı izleyen yükselti oluşumunun ne393

deni belirsiz ve tartışmalı kalsa da, kıtaların yavaş yavaş büyü­ mesini ve dağların oluşumunu açıklamaya çalışan, bu bir ucu Dana'ya dek uzanan kuram -Griggs'in ( 1 939) çalışmalarına karşın- 1 950'1erde hala pes etmemişti. Toronto Üniversitesi'nde Yerbilim Profesörü ve daha sonra 'tabla tektoniği devrimi'nin baş kişilerinden olacak Kanadalı J . il!>"

4

!

_ _ __ ı..___ _

Çizim

,�.

..... - -

1



--

'ıJO'

1 1. 10 Ronald Mason ile Arthur Raffa göre Vancouver Adası (Kanada) açığında

okyanus tabanı kayalarının manyetik sapma haritası (Mason ve Raff, 1 96 1 : 1 268). 394

Tuzo Wilson, kıtaların büyümesi düşüncesinden hoşlandı (Wil­ son, 1 95 1 , 1 954; Jacobs ve diğ., 1959) . Ama, daha eski olan kı­ tasal yerbilim araştırmalarının katışıksızlığı konusunda diren­ mekten çok, denizbilim ve yerfiziğinde ulaşılan yeni sonuçları da dikkate almaya çabalıyordu. 1 960'lar bağımsız bir düşüncenin ortaya atılışına tanık oldu: Deniz dibi yayılması adıyla bilinen bu varsayımı ortaya atanlar,

Çizim 1 1. 1 1 Charles Schuchert'in yertekne kuramı yorumuna göre Kuzey Amerika kıtasının arı arda, eklenmelerle büyüyüşü ('sımrbölgeleri ' beyaz, yertekneler ve körfez girintileri taranmış) (Schuchert, 1 923: 2 1 5). 395

Hess ile A. B.D. deniz kuvvetlerinin San Diego Elektronik La­ boratuvarı'nda görevli denizsel yerbilim uzmanı Robert Dietz idi. Öyle görünüyor ki (Frankel, 1 980), düşünceyi ilk biçimlen­ diren ve 1 959 yılında bir bilimsel toplantıda açıklayan Hess ol­ du; 1 960 yılında aynı düşünceyi, önemli değişikler yaparak, bir yeniden basımla açıkladı. Ama, genel bilimsel yazında ilk yer alan Dietz'dir ( 1 96 1 ) . Hess'in resmen yayım yapması 1 962 yılı­ na rastlar. Hangisinin önden geldiği, bizi ilgilendirmiyor burada. Kurgusallığın, l 950'lerde utanç verici bir yerbilim günahı sa­ yıldığı anlaşıl ıyor. Belki de, çok kurgusal olduğu yönünde gele­ cek suçlamaları önceden savuşturmak amacıyla Hess ( 1 962: 599), herkesçe bilindiği gibi makalesini (ama bana göre epeyi gereksizce) 'yeri n şiiri üstüne bir deneme' olarak tanımladı. Epeyi bir süredir, Vening Meinesz'in yanı sıra, yerküre içinde konveksiyon akımlarına ilişkin düşünceler geliştiriyordu ve 1 959 yılında, okyanus ortası sırtların yükselen konveksiyon akımlarının tepe noktalarına rastladığı düşüncesinden söz et­ mişti. 1 962 tarihli makalesinde Hcss (yazık ki, Holmes'a ya da öteki erken dönem 'konveksiyoncularına' değinmiyordu; kimbi­ lir, bu belki de bir taktik manevraydı), ilksel yerkürenin içinde bir ana konveksiyon akımı olduğunu ve bu akımın, daha hafif sial nitelikli magmanın yüzeyde ayrılmasını sağlayarak tek bir dev kıta oluşturduğunu düşünüyordu. Bunun ardından, kon­ veksiyon akımları manto içinde sürmüş; yükselen bazalt nitelik­ li madde okyanussal sırtlardan taşmış ve hendeklere akmıştı. Süreç daha sonra 'dalma' olgusu olarak anılmıştır.23 Bu bazalt nitelikli madde, 'hafif' kıtaları tıpkı bir taşıyıcı bant gibi sırtla­ yıp götürebilirdi. Öyleyse, Wegener'in düşündüğü gibi, kıtala­ rın bir biçimde okyanus tabanlarının ağır, bazalt nitelikli si­ ma'sını, pulluk demiri misali yarmasına hiç gerek yoktu. Hess'in ('şairane'?) anlatımıyla: ' Kıtalar, okyanussal kabuğu, bilinme­ yen kuvvetlerin zoruyla yarıp geçmezler; tersine, sırtın doru­ ğunda yüze çıkan ve sonra yanal olarak yayılan manto malze­ mesinin akışına kendilerini bırakarak kayarlar' (a.gy.: 609) . 396

Dietz'in makalesi ( 196 1 ) Hess'inkinden kısaydı; ama, yararlı bir terim olan 'deniz dibi yayılması'nı kullanmıştı ilk kez ve de­ vingen yüzeyin, Hess'in düşündüğünden çok daha derinde ol­ duğunu ileri sürüyordu. Oietz'in savına göre, (Mohorovicic Sü­ reksizliği'yle, birbirinden ayrılan) eski yerkabuğu ve manto bö­ lümlemesi yerine, en iyisi taşküre (/litosfer) ve zayıf-küre (/as­ tenosfer) ayrımını koymaktı; çünkü, yanal devinim bu içiçe 'kü­ reler' arasında olsa gerekti. Devinim, Dietz 'in kan ısınca, kıtala­ rı oluşturan sial nitelikli malzemenin hemen altında değil; üst yerkürenin aşırı baz nitelikli deri nliklerinde olmaktaydı. Oietz'in kuramı, saygınlığı bulunan ,J . D. Berna) ve Tuzo Wil­ son tarafından, Nature dergisinin sayfalarında göklere çıkarıldı. 1 962 yılını önemli yapan başka bir neden daha vardı: Lamont ve Woods Hole araştırma gemilerince, Atlantik ortası sırtın yer yer, kırık kuşakları yüzünden, kimi zaman birkaç yüz mil ötelen­ diği bulundu o yıl. Böylesi kuşaklar, daha önce Menard eliyle Büyük Okyanus'ta da bulunmuştu (Menard, 1 986); ama, okya­ nus ortası sırtlarla ilişkilendirilmemişti. Rus araştırma gemileri de bu kuşaklarla karşılaşmıştı. Deniz dibi yayılması düşüncesiy­ le birlikte, gözlenen guyot'lar da anlam kazanmaktaydı. Bu ga­ rip, düz tepeli deniz altı konileri, nereden bakılırsa bakılsın, tepe­ leri deniz aşındırmasıyla tıraşlanmış eski yanardağlara benzi­ yorlardı. Ama bazılarının tepeleri, deniz yüzeyinin çok altında kalıyordu. Bunun anlaşılabilmesi için, deniz tabanının batmakta olan kimi bölümlerinin, guyot'ları da aşağıdaki dalma-batma zonlarına doğru, birlikte indirdiklerini kabul etmek gerekiyordu. Günümüzde insanların, deniz dibi yayılması varsayımının özellikle inandırıcı buldukları yanı, paleomanyetizma ile ilişkili­ dir. Deniz tabanı kayalarındaki paleomanyetizma örüntüsünü sergileyen Çizim l 1 . 1 O'da zebra derisini andırır bir görünüm var. Sir Edward Bullard'ın yerfiziği birimine bağlı, Cambrid­ ge'li iki bilim adamı Frederick Vine ile Drummond Matthews24 1 963 yılında yaptıkları öneride, deniz tabanındaki paleomanye­ tizma araştırmalarının sonuçlarıyla, deniz dibi yayılması kura397

mının tek bir varsayımda birleştirilebileceğini söylediler. Dü­ şüncenin özeti şuydu: Okyanus ortası sırtlara doğru yükselen bazalt, deyim yerindeyse, oradan yanlara doğru taşıyordu; ok­ yanus tabanı boyunca yavaş yavaş yayılıyordu ve yerkürenin, kayaların kristalleşmesi sırasındaki manyetik alanı doğrultu­ sunda mıknatıslanmasına neden oluyordu. Bazalt oluşumunun ve yayılmasının, sırtın her iki yanında yaklaşık aynı olması bek­ lenebileceğinden, iki yandaki kayaların kalıntı manyetizma örüntüleri arasında nasıl olup da bakışıklık (/simetri) buluna­ bildiği anlaşılabilmekteydi (Vine ve Matthews, 1 963) . Varsa­ yımlarını, Hint Okyanusu'nda bir sırt dolaylarından elde ettik­ leri verilere dayandırarak geliştirmişlerdi. Doğrusu aynı varsa­ yımı, daha önce, Kanada'lı Lawrence Marley de geliştirmişti; ama yayımlanması isteği, Nature ve Journal of Geopbysical Researcb adlı yayın organlarınca geri çevrilmişti. Şimdi geri dö­ nüp bakıldığında, Morley'e yapılanın, iki yayın organı için de yüzkarası olduğu görülüyor. Bir başka önemli kanıt