Milliyetçilikten Önce Milletler [1 ed.]
 9789750524196

Citation preview

JOHN A. ARMSTRONG 1922 yılında ABD'nin Florida eyaletinde, St. Augustine kentinde dojtdu. IIS�uıs ve yüksek lisans egitintini Chicago Üniversitesi'nde tamamlayan Annstrong, Ikinci Dünya Sııvıı�ı sım· sında, 1944'ten 1945'e kadar, ABD ordusu tarafından askere çagnldı. Egitintini bir süre keslntlyr ujtrıı·

tan bu deneyim Annstrong'un akademik yönelimini de etkiledi. Avrupa'da, bilhassa Ukrayna vt· Rus­ ya'da ınilliyetçilik, ernik kimlik ve bunlann etkileri üzerinde yogunlaşo. Milliyetçilik ve (etnik) klınlik üzerine çalışınalan ileriki dönemlerde Anthony D. Smith gibi tarihçilere ilham verdi. Ideology, ptıllıln, and government in the Soviet Union ve Ukrainian Nationalism 1939-1945 önemli kitaplan arasındadır.

Nations before Nationalism

© 1982 The University of North Carolina Press

Bu kitabın yayın haklan Akçalı Telif Haklan Ajansı aracılıgıyla alınmıştır. Iletişim Yayınlan 2619



Araştırma-lnceleme Dizisi 429

ISBN-13: 978-975-05-2419-6 © 2018 lletişim Yayıncılık A.Ş. (1. Basım) l. BASKI 2018, Istanbul

EDITOR Aybars Yanık DIZI KAPAK TASARIMI Ümit Kıvanç KAPAK Suat Aysu

UYGUlAMA Hüsnü Abbas DÜZELTl Remzi Abbas DIZIN Berkay Üzüm BASKI Sena Ofset SERTIFIKA NO. 12064 ·

Litros Yolu, 2. Matbaacılar Sitesi, B Blok, 6. Kat, No: 4NB 7-9-11 Topkapı, 34010, Istanbul, Tel: 212.613 38 46

ClLT Güven Mücellit SERTIFIKA NO. 11935 ·

Mahmutbey Mahallesi, Devekaldınmı Caddesi, Gelincik Sokak, Güven lş Merkezi, No: 6, Bagcılar, Istanbul, Tel: 212.445 00 04

lletişiın Yayınlan

·

SERTIFIKA NO. 10721

Binbirdirek Meydanı Sokak, Iletişim Han 3, Fatih 34122 Istanbul Tel: 212.516 22 60-61-62 • Faks: 212.516 12 58 e-mail: [email protected] • web: www.iletisim.com.tr

JOHN A. ARMSTRONG

Milliyetçilikten Once Milletler Nations before Nationalism ÇEVIREN S. Erdem Türközü

�\�ll

-

.

,

ileti,im

]anet, Carol ve Kathryn için...

IçiNDEKILER

TEŞEKKÜR ... ... ...........................

............................................................................... .............................................11 '

TAR1H DIZINI ................................................ ......................... ...... ............................................................................................. 13

BIRINCI BÖLÜM

ULUSLARlN ORTAYA ÇlKlŞlNA DAIR BIRYAKLAŞIM ....................................................... 25 .

Grup hudutları ve etnik özdeşleşme....................................................................................................................25

Simgeler, mitler ve iletişim........................ ................... ..... ....... . �..... ............... . ...........................................................30 Görüngübilimsel kararsızlık .........................................................

. .

...... .................... ............... ... ..... ..........32

...... .... .....

Çalışmanın planı.................................................................................................. ............................................................... ..34

I KINCI BÖLÜM

YERLEŞIKYAŞAMA KARŞI GÖÇEBE: TERITORYAL KIMLIGIN ORTAYA ÇIKIŞI ..........................

. . .

.

.. .... .. ..... .

... .. . ........... ......3 7

Etnisite ve yaşam biçimi ................ ...... ....................... ....... ...... ........................ ..........................................................3 7 NostaljL .........................................................................................................................................................................................39 Yerleşik hayat nostaljisinden teritoryal bağlılığa.....

..

... ... .. ....... ........ ................................................ ..45

Stamm ve kabile......................................................................................................................................................................53

Toprak ilkesine bağlı olmayan, göçebe kimlik............................................................................................65 Bir Macar istisnası mı? ............................. ........................................................

.

.

.

........ ................. ........................ ...........

75

Özet ve sonuç......................................................................................................... ... .. ... .. .... ...........................................80 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

IsLAM VE HIRISTIYANLIK

.

. .

.

. ............................... ............................ ... ... ..............................83

... ..... .... ..... .......... .... ..

Islam - uygarlık ................................. ....... ........................................... ........................................................................... ... .......83 Cihad - Haçlı Seteri sarmalı .. .......... ..................................................... ... .............. ....................... ................... ....... ...... .89

Islam'ın iç dinamikleri ............ ... ..................... ........................... ..................... .... Sınır: Genel bakış..... Iber sınırı:

. . ...........................................9ı

.... ... .

........................................................................................... .........................................95

Conquistador Mythomoteur*

.

.

.

.

.

.

99

....................... ...... ........................ ............... ......................... .........

Büyük bozkır: Çatışan mltlerln bir sınırı..................

... ..................... .......... ...............................ıo7

Habsburg askeri sınırı....................................................

....... ıl4

Sınır meşruiyeti: Osmanlı olgusu .......................................... .............. ............................................................... ıı7

Özet ve sonuç ............................................

..

......................... . ...........................

................................ ...............................123

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

POLIS VE PATRIA. .......................... ... ........ .. ... . . .

............ ........127

.

Medeni kimlik ve Kent uygarlı�ı.........

................127

Mimarlık simgesi olarak kent..................

... ......... 130

Devlet olarak kent........................................ . Parçalanmış bölgede kentleşme...... Norm olarak çok-etnili kent ..... Özet ve sonuçlar

.

..

..... 137

.

.................... ..............

...........................................................................ı49

...

............................. ...................................................... ............................ ı6o

. .......................................................................................................................

.

ı65

............ .................

BEŞINCI BÖLÜM

IMPARATORLUK SIYASI KURUMLARI: MYTHOMOTEUR

.....

... ..... .. . .. . .. .... .. ... .. ....

ı69

Birleşik siyasi kurumda mit aşkınlı�ı..................................................................................................................ı69 Eski imparatorluk evrenselclli�i.............................................................................................................................ı72 Islam: Inanç ve imparatorluk kimll�i ......................................................................... .......................................ı76 Hıristiyanlık ve imparatorluk siyasi kurumu: Do�u uzlaşması....................................................ı86 Batı Avrupa'da Imparatorluk mlti.......................................................................................... ..............................ı95 Fransız istisnası................................................................................................

...................................................................

Imparatorluk idealinin yeniden canlandırılması................

... .............................. ................................

ı97

.

.

Özet ve sonuçlar ....

... .

202

... . . .........209

ALT l N C I BÖLÜM

IMPARATORLUK SIYASI KURUMLARI: MERKEZILEŞME ZORUNLULUCU

.

.

.

. . ...................................................... ...........2ı3

....................... .. ...... ...... . .

Simgeler ve yönetsel merkezler olarak başkentler .............................

.

. .

....... .............................. .. .....

213

Imparatorluk yönetiminden erken gelişmiş milliyetçili�e........ .....................................................222 Bölümlenmiş imparatorluk yönetimleri ............................................ ...........................................................228 Imparatorluk yönetiminin Batı'daki yansımaları... ....................................................................... .........236

Özet ve sonuçlar ........................................................... ............ ....................................... .............................. ......... ............245 YEDINCI BÖLÜM

DINi ÖRGÜTLER VE ILETIŞIM

.

.............................................................................................................249

..... .....

Dini ve etnodinsel kimlikler ......................................................................................................................................249

Arketipsel diasporaiar ......................... ...............

.

............... ...............................255

..... .. .................... .............................

Do�u ve Batı kiliseleri arasında yarılma...... ............................... . ....................... .................................. ......263

Do�u Orta Avrupa'da üç taraflı dini rekabet ..... .......................... .................. ............ ....... ... ........ ....... .... ..272 Reformasyon ve etnisite................. .. .... .................. ......... ........ ..... .... .... .. .... .... ......... .... .... .. ......... ... ....... ...... ..... .......... ...281 Islam'da örgütsel yarılmalar......... ... ......... .... ......... .. ..... .......... .... ............. .. ....... ....... .... ........... ....... .. .. .......... .... .........284 Özet ve sonuçlar ............................................................... ................................... ...........................................................289 SEKIZINCI BÖLÜM

DIL: KOD VE ILETIŞIM

. . .

..... .... . . .. ....

······················

..... .. ....... .. ... .. .. ... .

. . . .. .

. .

. .

.

.....293

Bölümlenmiş siyasi kurumlarda dilsel kodlar ............................................ ........................... Avrupa'nın dilsel engelleri: Germen-Latin dil ailesi örne�i...... Avrupa'nın dil hudutları: Germen-Siav örne�i ... .. ..... .... ...... ............ ...........

..........293 . .............303

. . .. ................ .. .

.... ... .

. 312

........ .

Geçişken dilsel farklılaşma: Latin dil ailesi örne�i.. ........... .......... .. .... ... ... ....... .... .... ... .. ........... ........... ....315 Geçişken dilsel farklılaşma: Slav örne�l.. .....

. . ... .. ... .. . .. . .. .... .

Özet ve sonuç............................. ....................

.

..... .................................326

... ............................................................................334

DOKUZUNCU BÖLÜM

ZAMANIN PERSPEKTIFINDE ULUSLAR . . . . . Longue Duree boyunca karşılaştırma............................................. . ....

..

. ..........

. . . . . . . ... . .. . .... . ........

... ..

...... ..... .............

.

.......

........... ... .337

.....................337

Ortaya çıkmakta olan ulusların bir tipolojlsine do�ru .. ......... ....................... ........................ .. ... .......342 TERIMLER SOZLüGü ..............................................................................................................................................................355

KAYNAKÇA .... ........................... .... ..... ...... ................................................................ DIZIN..........................................................................................................................

....................................367 407

...................................................................

TEŞEKKÜR

Bir çalışma, bu kitap kadar uzun bir süre devam edegeldiğinde, yazar bazıla­ n açık, diğerleri ise elle tutulamaz olan, birçok borç yüklenir. Neredeyse tüm meslek hayatım boyunca, milliyetçiliğin prelüdü üzerine bir kitap yazmak hakkında düşündüm. Bu nedenle benden daha nitelikli gözlemcilerle konu­ nun görünümlerini incelemek için sayısız fırsattan yararlandım. Son dokuz yıl boyunca, projeme odaklandıkça, dört kıtadaki, bazılan akademisyen olan tanıdıklarıma tavsiye için yöneldim. Yer darlığı teşekkürlerimi ifade etme­ mi birkaç kişiyle sınırlandırmaını gerektirse de, bana cömertçe yardım eden herkesin onlara ne kadar minnettar olduğumu aniayacağını umut ediyorum. Bu kitabı tamamlamam için gereken zamanı ayırınarn ve seyahatlere çık­ ınarn için gereksindiğim mali desteği sağlayan örgüdere özellik teşekkür et­ mek isterim: Guggenheim Memorial Foundation, National Endowment for the Humanities ve University of Wisconsin Graduate School. Uzman ça­ lışanlar, özellikle British Library, the Library of Congress ve University of Wisconsin Libraries'tekiler, vazgeçilmez yardım sağladı. Londra'daki se­ kiz aylık yoğunlaşmış çalışınam boyunca, Slavca ve Doğu Avrupa Çalışma­ lan Okulu Müdürü Hugh Seton-Watson, beni tereddütsüz destekledi. Wis­ consin Üniversitesi'nden meslektaşlanın Murray Edelman, Leon D. Epste­ in ve M. Crawford Young, eski öğrencilerim Kenneth Farmer, Donald Pien­ kos ve Brian Silver birçok yararlı önerilerde bulundu. Memleketim St. Au­ gustine'deki akrabalar ve komşular, elyazmalarının zorlu olgunlaşması sıra­ sında beni cesaretlendirdi. Bu elyazmalarının dikkatli okuyuculan Frederick C. Barghoom ve Guenther Roth'un bu açıdan yeri ayndır. Ayrıca Lewis Ba­ teman ve University of North Carolina Press'in diğer üyelerinin cesaretlen11

dinnesi ve uzman destegi olmaksızın ilerleyemezdim. En büyük minnettar­ lıgım, bu kitapta ve önceki tüm yazma çabalanmda, tüm elyazmalannı ilk kez gözden geçiren ve ardından da daktilo eden eşim Annette Taylor Arms­ trong'adır. Trudie Calvert, daha sonraki aşamada, becerikli ve dikkatli bir gözden geçirmeyle, kitabı büyük ölçüde iyileştirdi. Sadece bilgisinin degil, aynı zamanda bakış açısının sınırlılıklannın far­ kına varmaksızın hiç kimse, bu kadar geniş bir zamanı ve mekanı kapsayan ve bu kadar çok dikenli tarihsel soruna işaret eden bu tür bir çalışmayı ya­ zamaz. Batı Avrupalı atalara sahip bir Amerikalı ve bir Roma Katolik olarak, kendimi kültürel mirasımdan ayınnam ve ayıramam. Adil ve dengeli bir ışık­ ta, digerlerinin miraslannı sunmaya didindim -bu çalışmanın özü budur-, çünkü onlan tarihsel geçmişimizin degerli bileşenleri olarak görüyorum. Ama bana yardım eden herkesi, son kertede, kişisel bir yorumum olanın so­ rumlulugundan vareste tutanm. ]. A. A.

12

TAR1H D1Z1N1

(Hanedanlann başlangıç ve bitiş tarihleri için, aynca Dizin'e bakınız)

1 250-1000 M.Ö.

Yahudilerin Filistin'i işgali.

yaklaşık 3000 M.Ö.

Mezopotamya ve Mısır'da uygarlıgın ortaya çıkışı.

yaklaşık 2000 M.Ö.

Hint-Avrupalılann Batı Avrupa'ya nüfuz edişi.

yaklaşık 1800 M.Ö.

Mezopotamya, Babillmparatorlugu altında birleşti.

yaklaşık 1 100 M.Ö.

Deve göçebelerinin ortaya çıkışı.

750-500 M.Ö.

Yahudi Peygamberler Çagı.

yaklaşık 500 M.Ö.

Latin kent-devletleri birligi.

490-466 M.Ö.

Grek kent-devletleriyle Pers Savaşlan.

457-404 M.Ö.

Peloponez Savaşlan.

306-305 M.Ö.

İskender'in halefierinin kraliyet unvanlan üstlenmesi.

264-146 M.Ö.

Kartaca'ya karşı Roma Savaşlan.

2 1 5-205 M.Ö.

Makedonya'ya karşı ilk Roma Savaşı.

l25 M.Ö.

Arsaklılann Babil'i yagmalaması.

78 M.Ö.

Cicero Yunanistan'da egitim gördü.

70-48 M.Ö.

Pompey Roma'da dikkat çekmeye başladı.

58-44 M.Ö.

Sezar Galya'yı fethetti.

31 M.Ö.-M.S. 14

Augustus Roma'ya hakim oldu.

30 M.Ö.

Roma'nın Mısır'ı ilhakı.

6 M.Ö.

Yaygın kabul gören akademik görüşe göre lsa'nın dogumu.

64

Roma'da Aziz Petrus ve Paulus'un idamı.

yaklaşık 70

İncillerin yazımı.

70

Roma'nın Kudüs'ü ele geçirmesi.

180-285

Roma'da "kışla" imparatorlan dönemi. 13

224

Sasani Krallıgı'nın kuruluşu.

232-275

Yüksek Roma lrnparatorlugu'nun sonu; istilalan ve iç savaşlan kentlerin duvarlada kuşatılması izledi.

252

Sasanilerce Antakya'nın ilk kez ele geçirilişi.

284-305

Roma Imparatoru olarak Diocletianus'un hükürndarlıgı.

297

Diocletianus'un Latince konuşan yönetim birimlerini llirya Eyaleti'ne aktarması.

298

Diocletianus, Akuitan-Gallia Narbonensis'i Gallia Lugudunensis'ten ayırdı.

yaklaşık 300

Ermeniterin Hıristiyanlıgı benirnsernesi.

yaklaşık 300

Diocletianus'un yönetimsel reformlan.

313

Konstantin Hıristiyanlıgı yasallaştırdı.

321

Arius Dogu lrnparatorlugu'nda vaaz verdi.

325

tık Nicaea (İznik) Konsili.

370

Roma'da kiliselerde Grekçenin kullanıldıgı dönernin sonu.

376

Hunlar Gotlan Karadeniz bozkırlanndan sürdü.

378

Hadrianapolis Muharebesi; Gotlar Romalılan yendi.

393

Theodosius tarafından paganizrn yasaklandı.

395

Dogu ve Batı Roma Imparatorluklannın bölünmesi.

400

Konstantinopolisli kalabalıklann Germen askerleri linç etmesi.

406

Galya'mn Germenlerce istilası.

406

Stilicho, Batı lrnparatorlugu'nun, Balkanlar'daki Latince konuşan eyaletler üzerindeki iddiasını desteledi.

408

Stilicho'nun idarnı.

yaklaşık 410

Hieronyrnus'un lncil'i Latinceye çevirmesi.

415-4 19

lberya'da Vizigot Krallıgı.

421

Theodosius tarafından Latince konuşan eyaletlerin Konstantinopolis Patrigi'ne devri.

429

Vandallann Batı Akdeniz donanma hakimiyeti.

43 1

Ephesus [Efes] Konsili Nestorius'u mahkum etti.

450

Britanya'nın Anglo-Saksonlarca istilası.

452-453

Hunlann Batı Avrupa'yı istilası.

457

Merovenj Frenk Hanedam'nın kurulması.

486

Clovis, ikinci Merovenj kralı, Syagrius'u yenilgiye ugrattı.

496-497

Franklann Katolikligi benirnsernesi.

506

lberya'daki Vizigotlann kralı Il. Alarik, "Breviariurn Alarici"yi ilan etti.

510

Clovis, Salyan Yasası'nı ilan etti.

14

527-565

Bizans imparatoru I. jüstinyen'in Hükümdarlıgı.

yaklaşık 530

Roma'da Santi Cosmas i Damiano'nun inşası.

532

Ayasofya'nın inşaatı başladı.

yaklaşık 540

Ravenna'daki Aziz Appollinare Basilikası'nın esas mozaikleri.

548

Ravenna'daki San Vitale'in tahsis edilmesi.

568

Lombardlann İtalya'yı istilası.

568-752

Grek ve Dogulu papalar dönemi.

yaklaşık 570-632

Muhammed'in yaşamı.

617

Sasaniler geçici olarak Mısır'ı fethetti.

yaklaşık 620

Eçmiyazin yakınlannda Azize Hripsime Kilisesi'nin inşası.

634-642

Araplar Bereketli Hilal'de ve Mısır'da Romalılan ve Sasanileri yendi.

634-644

Halife Ömer'in Hükümdarlıgı.

66 1

Emevi Hanedam'nın kuruluşu.

669-670

Konstantinopolis'in Araplarca ilk kez kuşatılması.

7 1 1-718

Araplann lberya'yı fethi.

714

Karolenjlerin Frenk Krallıgı'nın de facto yöneticileri haline gelmesi.

741

Il. Alfonso'nun Endülüs Krallıgı üzerinde hak iddiası.

750

Abbasi Halifeligi'nin kuruluşu.

75 1

Lombardlann Ravenna'yı ele geçirmesi.

75 1

Pepin'in Frenk tahtını biçimsel olarak üstlenmesi.

751

Müslümaniann Orta Asya'daki Talas Irmagı'nda Çiniileri yenilgiye ugratması.

754

Papa Pepin'i meşru yönetici olarak tanıdı ve unvanlar ile ödüllendirdi.

768-814

Sarlman'ın Frenkler üzerinde hükümdarlıgı.

772

Bizans'ın Roma üzerindeki süzerenligini son kez biçimsel olarak kullanması.

774

Sarlman'ın Lombardlara karşı müdahalesi.

778

Ronsecvalles Savaşı; Frenkler Baskiara karşı, sonradan, Frenklerle Sarazenlerin çatışması olarak ele alınan efsane.

787

Ikinci Nicaea [ lznik] Konsili, putkıncılıgı mahkum etti ve ikonografık simgeler için kurallar ilan etti.

800

Roma imparatoru olarak Sarlman'ın Batı'da taç giymesi.

yaklaşık 800

Batı Avrupa'ya Viking istilasının başlaması.

yaklaşık 800

Süryanilerin Batı Avrupa'da ayn bir unsur olarak belirtilmesinin sona ermesi.

805-8 1 1

Dalmaçya'nın Hıristiyanlıga yeniden dönüşü.

806

Karolenj taksim düzenlemeleri. 15

809

Halife Harun Reşid'in ölümü.

815

Bizans'ta putkıncılıgın yeniden canlanması.

825-828

Girit'in Müslümanlarca fethi.

827-866

Sicilya'nın büyük bir kısmının Müslümanlarca tarafından fethi.

842

Fransızca ilk yazılı metin.

846

Müslümanlarca Roma'nın dış mahallelerinin yagmalanması.

yaklaşık 850

Bagdat'ta Bedevi modellerinin doruga ulaşması.

850-860

Macarlar Don-Kuzey Kafkasya bozkırlanndan çıkanldı.

855

Rostislav Moravya'dan Bavyeralı rabipleri kovdu.

860'lar

Bizans'ın Yunanistan'ı ve Balkanlar'ın Ege kıyı şeridini yeniden fethi.

861

Abbasi lmparatorlugu'nun parçalanması başladı.

861-862

Rostislav, Papa I. Nicholas'tan bir kilisenin kurulması için yardım istedi.

863

Konstantin ve Methodius Moravya'ya gönderilmesi.

864

Bulgadann Dogu Hıristiyanlıgım benirnsemesi.

867-869

Patrik Fotios Roma'yla hizipleşti.

868

Tolunogullan hanedam Mısır'da kuruldu.

yaklaşık 873

On ikinci İmam'ın ortadan kaybolması.

893

Bulgar Krallıgı'nda Eski Kilise Slavcasının kullanılması.

yaklaşık 900

Macarlar Tuna Havzası'na girdi.

911

Dogu Karolenj hanedam son buldu.

9 1 2-961

lberya'da Emevi Halifesi Abdurrahman'ın hükümdarlıgı.

924

Bizans'ın Dalmaçya'da papalık yargı yetkisini tanıması.

929

Endülüs Emevi Hanedam'nın halife unvanını benirnsemesi.

933

Germenlerin Macarlan Merseburg'da yenilgiye ugratması.

945-983

Buyi Şii Hanedam'nın halifeligi himayesine alması.

955

Germenlerin Macarlan Lechfeld'de yenilgiye ugratması.

960

Bizans'ın Suriye'yi yeniden fethi başladı.

961

Bizans'ın Girit'i yeniden fethi.

962-973

Germen kralı olarak I. Otto'nun hükümdarlıgı.

964

İtalyanca ilk yazılı metin.

966

Leh Kralı Mieszko'nun Bau Hıristiyanlıgım benirnsemesi.

968

Bizans'ın Antakya'yı yeniden ele geçirmesi.

969

Faumtlerin Mısır'ı fethi.

980- 1 0 1 5

Büyük Kiev Prensi olarak Aziz Vladimir'in hükümdarlıgı.

987

Almanca konuşmayan ilk Fransız kralı Hugh Capet, tahu Karolenjlerden devraldı.

16

yaklaşık 1000

Katalonya ve Francia arasındaki siyasi baglannde facto kopması.

yaklaşık 1 000

Lehistan'ın papalıgınjieji haline gelmesi.

yaklaşık 1 000- 1080

Hosios Lukas ve Dafni kiliselerinde ikonografik hiyerarşinin Bizans tarzı kullanımının doruga ulaşması.

1000

Macarlann Batı Hıristiyanlıgını benimsemesi.

1012-1016

Sardinya Adası'na Pisan Haçlı Seferi.

yaklaşık 1 020

Fars Şair Firdevsi'nin ölümü.

1 050

Bereketli Hilal'in Bedevilerinin Kuzey Afrika'ya nüfuz etmesi.

1054

Dogu ve Batı Hıristiyan Kiliseleri arasında ilk biçimsel hizipleşme.

1 055

Hıristiyanlann Toledo'yu ele geçirmesi.

1059

Papa-Norman ittifakı.

1 063

Normanlar ve Pisanlar, Palermo'yu Müslümaniann elinden aldı.

1 066

Normanlar İngiltere'yi fethetti.

1071

Bizans'ın Suriye'deki ilerlemesinin doruga ulaşması.

1071

Türklerin Malazgirt'te Bizans'ı yenilgiye ugratması.

1072- 1079

"İki bölge''nin kralı Kastilyalı VI. Alfonso'nun hükümdarlıgı.

yaklaşık ı 080

Her ne kadar şiirden bahsedilmesi için yaklaşık olarak 778 yılını beklemek gerekse de, Roland Destanı'nın ortaya çıkması.

1080- 1 130

Kuzey İtalya'da kent-devletlerinin kurulması.

1 09 1

Normaniann Sicilya'yı fethetmesi.

1096

Filistin'e ilk Haçlı Seferi.

yaklaşık 1 100

Kuzey Fransa'da Romanesk mimariden Gotik'e geçişin tamamlanması.

1 102

Özel belgelerin Latinceden Provence diline dogru degişmesi.

1 113- 1 1 25

Kiev büyük Prens'i olarak Vladimir Monomakh'ın hükümdarlıgı.

1 119

Bizans güçleri Mısır'daki Dimyat'a saldırdı.

1 1 20

Hospitaller ve Tapınak Şövalyeleri gibi Haçlı tarikatlannın ortaya çıkışı.

1 145

Kastilya dilinde ilk yazılı metin.

1152

Papa ll. İnnocentius'un Leh Kilisesi'ni Magdeburg Başpiskoposlugu'na tabi kıldı.

1155

Güney İtalya'yı fethetmek için son Bizans çabalan.

yaklaşık 1 158

Lübeck Kenti'nin kuruluşu.

1162

Milan'ın I. Fredetik tarafından yerle bir edilmesi.

1167

Dalmaçya'daki son etkili Bizans müdahalesi. 17

1 167

Hohenstaufen'in Şarlman'ı azizleştirme çabalan.

1 1 72

Özel belgelerin Latinceden Kastilya diline dogru degişimi.

1 184

Ermeni Datastangirk Kanunu'nun hazırlanması.

1 186

tkinci Bulgar lmparatorlugu'nun kurulması.

1 1 90

Hospitaller Tarikatı'nın özel Germen kolunun kurulması; bu kol nihai olarak Töton ya da Germen Tarikatı olarak bilindi.

1 193

Özel belgelerin Latinceden ltalyancaya dogru degişimi.

1 198- 1 2 1 6

Papa lll. lnnocenttius dönemi.

yaklaşık 1 200

Dogu Avrupa'da "Stadt [şehir)" teriminin ve Magdeburg Hukuku'nun yaygınlaşması.

1 204

Dördüncü Haçlı Seferi'nin Batılı güçlerinin Konstantinopolis'i ele geçirmesi.

1 204

Özel belgelerin Latinceden Fransızcaya dogru degişimi.

1 209- 1213

Albi Haçlı Seferi.

1215

Batı Kilisesi'nin yıllık itirafı zorunlu kılması.

1217

Papalık, Sırp Kralı'na taç giydirdi.

1219

Orta Asya Müslümanlannın üzerine ilk Mogol saldınsı.

1 224

Sachsenspiegel yazıldı.

1 227

Cengiz Han'ın ölümü.

1 232

Müslümaniann lberya'daki yönetimi Granada Krallıgı'yla sınırlandı.

1 237

Leh krallar Germen Hospitaller Şövalyelerinin Lehistan'a yerleşmesine izin verdi.

1 237- 1 24 1

Mogollann Dogu Avrupa'yı istilası.

1 240- 1 299

Halich'de Ortodoks metropolitan.

1 246

Rus yöneticiler Mogol yöneticilere "çar" unvanını verdi.

1 250

Fransız Kraliyet Yüksek Mahkemesi'nde Fransızcanın kullanılması.

1 250- 1350

Kuzey Fransa'da nüfusun ilk kez doygunluga eriştigi dönem.

1 250

Mısır'da Memlük rejiminin kurulması.

1 253

Tunus'taki Hafsi Hanedam halife unvanını üstlendi.

1 258

Fransa'nın Katalonya'daki biçimsel egemenliginden feragat etmesi; Katalanlarla Oksitanlar arasındaki belli başlı toplumsal baglann kesilmesi.

1 258

Bagdat'taki bon Abbasi Halifesi Mogollar tarafından öldürüldü.

1 259- 1 284

Çin'de Kubilay Han'ın hükümdarlıgı.

1 260

Memlüklerin, Mogollan Suriye'de yenilgiye ugratması.

1 263

Moskova'nın özerk bir prenslik olarak ortaya çıkışı.

1 270- 1 290

Rus'ta en büyük Mogol müdahalesi.

18

1 273

Kastilya Kraliyeti'nin Mesta sistemini kurumsallaştırması.

1 277

Osmanlı Hanedam'nın Anadolu'da ilk kez ortaya çıkışı.

1 282

Habsburglann Viyana'da ilk kez kurumsallaşması.

1 29 1

lsviçre Konfederasyonu'nun kurulması.

1 294

Bohemya'nın yabancılara karşı tepkisi Prag Üniversitesi'nin kurulması için girişimleri bozguna ugrattı.

1 298

Marco Polo'nun Merveilles du Monde'unun [Dünyanın Hankalani ortaya çıkışı.

1 299- 1327

Kiev'in Ortodoks Metropolitanı'nın Vladimir' e yerleşmesi.

1 300

Safiyüddin'in Azerbaycan sufi tarikatının başına geçmesi.

1312

Altınordu'nun nihai olarak lsliim'a geçişi.

1 3 13-1341

Altınordu'nun en güçlü hükümdan olan Özbek Han'ın hükümdarlıgı.

1332- 1406

lbn-i Haldun'un yaşamı.

1333- 1370

Lehistan'ın Büyük Kazimierz'inin hükümdarlıgı.

1334- 1353

Alhambra'nın inşası.

yaklaşık 1340

Çagatay Mogollannın lsla.m'a geçişi.

1347- 1349

Batı Avrupa'da Büyük Veba Salgını'nın dorugu.

1348

Prag Üniversitesi'nin kurulması.

1349

Lehlerin Halich'i iktisap etmesi.

1351-1381

Litvanya Prensligi'nde ayn bir Kiev Ortodoks Metropolitanlıgı.

1354

Osmanlılann Balkanlar'ı istilası.

1362

Ingiliz hukuk mahkemelerinde Norman Fransızcasının kullanımının sonu.

1363

Valois Hanedanı, Burgonya Dükalıgı'nı ele geçirdi.

1368

Güney Çin'de Mogol yönetiminin sona ermesi.

1370

Timurlenk'in fetihleri.

1371

Kiev Ortodoks Metropolitanlıgı Moskova'ya yerleşti.

1375

Güney Leh kentlerinde Ermenilerin öne çıkışı.

1377

Rus Prensi Dmitri Donskoy, Tatarlan püskürttü.

1386

Litvanya Hanedam'nın ve seçkinlerinin Katoliklige geçişiyle birlikte, Litvanya ve Lehistan'ın tek bir şahsi birligin altında birleşmesi [personal union].

1390

Lehistan-Litvanyalı I. jagietto, Eski Kilise Slavcası ayin ve misyonerlik etkinlikleri için, Cracow benediklerini işe koştu.

1399

Tatarlar Vorksla Nehri'nde Litvanyalılan yenilgiye ugrattı.

yaklaşık 1400

Semerkant'ta Bibi Hanım Camii'nin inşası.

1402

Hus'un vaaz vermeye başlaması.

1402

Timurlenk Osmanlılan yenilgiye ugrattı. 19

1405

Timurlenk'in ölümü.

1409

Prag'da Germenler üzerine Hus taraftartannın saldınlan.

1410

Lehler Töton Şövalyeleri'ni Tannenberg'de yenilgiye ugrattı.

1415

Hus sapkın ilan edilerek yakıldı.

1416-1499

Litvanya'da ikamet eden ayrı bir Ortodoks Metropolitanı.

1420- 143 1

Bohemya'da Hussit Savaştan.

143 1

jeanne d'Arc yakıldı.

1434- 1435

Galiçya (Halich) soylulan için Leh Kanunlan devreye sokuldu.

1438

Germen hakimiyetine karşı Ofen Macarlannın isyanı.

1438

Kazan Hanlıgı'nın kurulması.

1440- 1493

III. Fredetik'in Kutsal Roma imparatoru olarak hükümdarlıgı.

1441

ll. Vasili, ekümenik patrige, Moskova'yı bir sıgınak olarak

önerdi.

145 1 - 148 1

Fatih Sultan Mehmet'in Osmanlılmparatorlugu üzerindeki hükümdarlıgı.

1453

Osmanlılar Konstantinopolis'i ele geçirdi.

1456

I. Vladimir'in soyundan geldigini iddia eden ilk Moskova Knezligi.

1458- 1596

Kiev Uniat Metropolitanlıgı.

1462- 1505

lll. lvan'ın hükümdarlıgı.

1474- 1534

Lehistan-Litvanya ve Moskova Knezligi'ne yogun Tatar akınlan.

1477

I. Charles'ın (Kel Charles) ölümü; Fransa Burgonya'nın bir parçasını ele geçirdi.

1492

Granada'nın lspanyollarca fethi.

1492

Amerika'nın keşfi.

1492

Kastilya dilinin gramerinin ortaya çıkışı, modem Avrupa dilleri arasında ilki.

1499

Şah tsrnail Safevi yayılmasını başlatu.

1500- 1 6 1 7

Osmanlı "imparatorluk camii"nin inşası.

1503- 1515

III. lvan'ın Tatartarla ateşkesi.

1510

Orta Asya'da Sünni Özbek rejiminin kurulması.

1514

Osmanlılar Anadolu'da Şiileri katletti.

1516

Kral Stefan Batory'un, Dogu Slav kanunlannı çevirmek ve gözden geçirmek için tasanlan.

1517

Osmanlılar Şah lsmail'i yenilgiye ugrattı.

1517

Luther papalıkla açık bir taruşmaya girişti.

15 18-1521

Kastilya fetihlerinin Amerika kıtası üzerindeki başlangıcı.

20

1 520- 1 566

Muhteşem Süleyman'ın [Kanuni Sultan Süleyman] Osmanlı lmparatorlugu üzerindeki hükümdarlıgı.

1521

Habsburglar "Windisch" sınır savunmasını kurdu.

1 526

Habsburg hanedam Macar tahtını ele geçirdi.

1 527

V. Charles'ın birlikleri Roma'yı yagmaladı.

1 529

Viyana'nın Osmanlılarca ilk kez kuşatılması.

1 530

V. Charles'ın Kutsal Roma Imparatoru olarak taç giymesi.

1 539

Fransız hukuk mahkemeleri belgelerinde Fransızcanın resmt olarak ilk kez kullanılması.

1 539

Lehistan himayesinde Halich'de Ortodoks Metropolitanlıgı'nın kurulması.

1 540

Cizvit Tarikatının Kuruluşu.

1 541

Macar Krallıgı'nın büyük bir kısmının Osmanlılarca fethi.

1 545- 1 563

Treoto Konsili.

1 547

tspanya'nın resmi "saf/asil kan [limpieza de sangre]"* şartı.

1552

Kazan'ın IV. lvan tarafından ele geçirilmesi.

1 556

V. Charles'ın Kutsal Roma Imparatoru olarak tahtan çekilmesi.

1 556-1 598

İspanyol Il. Philip'in hükümdarlıgı.

1561

Madrid tspanya'nın başkenti oldu.

1 568

tık Lehçe grameri ortaya çıktı.

1 569

Il. Philip papalıgın "saf/asil kan [ limpieza de sangre]" kanunlannı kabul .etmesini sagladı.

1571

Katolik güçler, Osmanlı donanmasını lnebahtı Deniz Muharebesi'nde yenilgiye ugrattı.

1 578

Faslılar, Portekiz istilasını Kasr al-Kebir'de yenilgiye ugrattı.

1579

Birleşik Hollanda'nın kuruluşu.

1 582

Floransa'da Accademia della Crusca'nın kuruluşu.

1 585

Kiev Ortodoks kardeşligi okullar kurdu.

1 586

tık Kilise Slavcası grameri ortaya çıktı.

1 587- 1 629

tran'da Şah Abbas'ın hükümdarlıgı.

1 589

Moskova'da patrigin takdis edilmesi.

1591

Grekçe-Slavca karşılaştırmalı gramerinin ortaya çıkması.

1609

Bohemya Katolik karşıtı hizbi, taleplerini duyurdu.

1612

Habsburg Sarayı Prag'dan Viyana'ya taşındı.

1 6 1 2- 1 625

Osmanlı güçleri karşısında tran'ın zaferleri.

1615

Bohemya Diet'inin kanunlaştırdıgı Çek yanlısı önlemler.

1616

Habsburg hükümet görevlileri Prag'dan Viyana'ya taşındı.

(*)

Safiasil kan, saf Hıristiyan kökenden gelen anlamına geliyor- e. n. 21

1618- 1 648

Otuz Yıl Savaşlan.

1620

Bohemya soylulugu Beyaz Dag Savaşı'nda yenilgiye ugradı.

1630

Iranlılann Tebriz'i Osmanlı'ya kaptınnası.

1635

Academie Françhise'in kurulması.

1643- 1 7 1 5

Fransa'da XIV. Louis'nin hükümdarlıgı.

1644

Mançu Hanedam'nın Çin'in hükümdarlan olarak tesis edilişi.

1654

Zaporijya Kazaklannın Moskova'ya baglanması.

1656- 1678

Köprülü "hanedanı" vezirleri Osmanlı'ya güç kattı.

1667

Rus imparatoru Moskova patrigini azletti.

1670'ler

Avusturya Katolik misyonerligine karşı Sırp isyanı.

1682- 1 725

Rusya'da I. Petro'nun hükümdarlıgı.

1683

Viyana'nın Osmanlılarca son kez kuşatılması.

1688

Karlofça Antlaşması; Habsburglar Macaristan'ı kurtardı.

1 700

Rusya ve Lehistan'a sert Tatar akınlan.

1713

Real Academia Espaiiola'nın kuruluşu.

1714

Rastatt Antlaşması, Fransızca kaleme alınan ilk önemli antlaşma.

1718

Pasarofça Antlaşması; Habsburglar Osmanlılardan toprak kazandı.

1 72 1

Güney Slavlan, teoloji egitimi için Kiev'ie yöneldi.

1 722

Afganlann Isfahan'ı yerle bir etmesi.

1 735

Rusya, Azov'un kuzeyinde, Tatariara yönelik olarak savunma amaçlı glasiye mecbur kaldı.

1 742

Kutsal Roma Imparatorlugu Rusya'nın yöneticilerinin imparator unvanını kabul etti.

1 750'ler

Sırplar Avusturya'ya karşı, Ortodokslugu desteklemesi için Rusya'ya başvurdu.

1 762- 1 796

Rusya'da Il. Katerina'mn (Büyük) hükümdarlıgı.

1 769

Rusya'ya son Tatar akım.

1 770s

Habsburglann Hırvat askeri sınır okullanm Gennenleştinnesi.

1 772- 1 795

Lehistan'ın paylaşılması.

1 774

Rusya ve Osmanlılar arasında Küçük Kaynarca Antlaşması.

1 776

II. Katerina Kınm'ı bagımlı devlet statüsüne düşürdü.

1 780- 1 790

Avusturya'da Il. joseph'in hükümdarlıgı.

1 783

Rusya, Kafkaslar ve Orta Asya hariç, Rus-Islam sınır bölgesini sona erdirerek Kınm'ı topraklanna kattı.

1 784

Hırvat askeri sınınnın büyük bir kısmı Hırvat Krallıgı'na geri verildi.

ı 792- 1 802

Fransız Devrimi Savaşlan.

22

1804- 1814

Napolyon imparatorlugu.

1821

Osmanlılann Fenerlileri katletmesi.

1825- 1855

Rusya'da I. Nikolay'ın hükümdarlıgı.

1830- 1840

Osmanlılann Kürtleri Ermenilerin arasına iska.n etmesi.

1835

Habsburg topraklanna son ciddi Osmanlı akım.

1848

Komünist Manifesto.

1860

Özbeklerin Şii Farslan köleleştirmesi.

187 1 - 1 9 1 8

Ikinci Reich.

1 873

Geride kalan tüm Habsburg askeri sınır bölgeleri Macaristan Krallıgı'na dahil edildi.

1877

Osmanlı-Rus Savaşı.

23

BI R I N C I BÖ LÜM

ULU SLARlN ORTAYA ÇlKlŞlNA DAI R BI R VAKLAŞIM

Grup hudutları ve etnik özdeşleşme Bu kitabın amacı bizim "ulus" olarak kavramsallaştırdıgımız yogun grup öz­ deşleşmesinin ortaya çıkışını araştırmaktır. Rastgele mekansal yakınlık ya da üstün bir gücün baskısı dışında, bireyleri geniş kümelerde birbirine bagla­ yan nedir? Her şey bir yana, çok uzun bir süre boyunca grup kimliginin de­ vamını saglayan çimento nedir? Bu tür grup baglannı incelerken doga bilimlerinin ve gitgide artan bir bi­ çimde sosyal bilimlerin yaptıgı gibi, genel yasalan tanımlamanın peşinde de­ gilim. Çagdaş etnisiteler üzerine çalışmalar bile, bana göre, bu tür nomote­ tik (kural koyucu) gayretler için başlangıç düzeyindedir. Çok geniş tarih­ sel dönemlerde etnik ilişkileri incelemek, her ne kadar uluslann degerien­ dirilmesinde örüntülerin ya da tipolojilerin ortaya çıkmasıyla sonuçlanabil­ se de, genel yasalann keşfi için daha az uygundur. Bu sınırlı amacı elde et­ mek için, çogu zaman mekanda oldugu kadar zamanda da birbirinden uzak olan görüngüleri içeren karşılaştırmalar, vazgeçilmezdir. Araştırmaya dö­ nük girişimierirnde karşılaştırmalar, bir tarihsel vakayı bir başkasıyla ilişki­ lendirerek aydınlatmayı amaçlıyor. Bununla beraber, örüntülerin basit kar­ şılaştırmasından daha fazlasını başarınayı umuyorum. Genelleştirme için ge­ niş çaplı bir zamansal boyut bulunabilirse, ilk olarak ilgili tarihsel deneyi­ mi, analojik görüngü hakkında özgül sorular sormamıza izin verecek şekil­ de özetlemeliyiz. Umudum etnik özdeşleşmenin karmaşık tarihsel örüntüle­ rinin bazılannı, bu muazzam görevi kolaylaştıracak stenografik betimleme­ lere indirgemektir. 25

Odak, yakın zamanda birçok etkileyici çalışmanın konusunu oluşturan, devlet gibi kurumsal yapılardan çok, grup kimlikleri üzerindedir. 1 Çünkü "etnik" olarak karşıladıgım grup kimligi, tarihsel kayıtlann her yerine sin­ miştir; görevim sentetik bir tarihin üretimini kapsıyor. Konumun sınırlandı­ nlmış ufku içinde, Dogu ve Batı Hıristiyanlıgının ve lslam Uygarlıgının ge­ nel bir görünümünü sunmak zorundayım. Neden bu uygarlıklar ve sadece bunlar? Aşikar olan yanıt, zamanın, mekanın ve her şeyden önemlisi, kavra­ yışıının sınırlılıgıdır. Daha kuramsal bir ikna edici sebep ise, aynı Yahudi ge­ leneginden türetilen evrensel dinler üzerine temellenen bu uygarlıklann ya­ kın ilişkisidir.2 Aynı zamanda, böylesine yakından ilişkili uygarlıklardan çı­ karsanan örüntülerin, daha ileri araştırmalar olmaksızın, tüm insan deneyi­ mine uygulanabileceginin varsayılamayacagı kabul edilmelidir. Bu uygarlıklar tarafından saglanan çok geniş zamansal bakış açısı içinde, etnik özdeşleşme görüngüsünün öneminin anahtan, belirli örüntülerin yara­ tılmasından çok sürdürülmesindedir. Yaklaşımım, sürdürolmeye ilişkin bu kaygıdan dolayı, yakın geçmişteki etnik ilişkilerin incelenmesinden farklıla­ şıyor. 18. yüzyılın sonundan bu yana milliyetçilik, birçok açıdan başat siyasi doktrin haline geldi. Bireylerin ait olduklan devleti seçme hakkı, yani, ken­ di grup kimligi bilincine karşılık gelen teritoryal siyasi yapılan kurmak, si­ yasi çözümlemenin esas temasını oluşturdu.3 Bununla beraber araştırmam, (Avrupa'nın ve Ortadogu'nun bir kısmından digerine dikkate deger ölçüde degişen) hakim siyasi yapılann oluşturulmasında etnik kimlik bilincinin ba­ şat güç haline gelmesinden önceki dönemde, milliyetçiligin eşiginde duru­ yor. Çalışmarnın belli başlı amaçlanndan biri, milliyetçi hareketler tarafın­ dan ortaya konan bu tür tarihsel olarak yeni taleplerin, süregiden grup kim­ liginin, siyasi kurum oluşumunda agır basan meşrulaştırmayı oluşturmadı­ gı, insan toplulugunun fazlasıyla uzun kayıtlanyla yüzleşrnek zorunda kala­ cagı bir bakış açısı saglamaktır. Fransız tarihçilik okulu Annales'in vurguladıgı longue duree'ye benzeyen birçok yüzyıldan oluşan zaman boyutu, bagımsız etnik deneyimleri yayıl­ ma ve taklidin etkilerinden kurtarmak için gereklidir. Genişletilmiş bir za­ mansal bakış açısı, modem milliyetçiligi, etnik bilinç döngüsünün bir parça­ sı olarak kavramanın bir aracı olarak özellikle önemlidir. Avrupa milliyetçi­ ligini hemen öneeleyen Mutlakıyetçilik dönemi, en azından elider için, etnik farklılıklann istisnai bir reddini içerdiginden, milliyetçilik tamamen emsal1

2

3 26

Siyasi kurumlarm incelenmesi, benim de küçük katkılarda bulundugum Committee on Compa­ rative Politics of the Social Science Research Council'in destekledigi kolektif kitaplar gibi yakın tarihli çalışmalarda ele alınan bazı etmenleri zorunlu olarak kapsar. Özellikle bkz. Grew; Tilly. Özellikle bkz. Becker, lslamstudim; E. Werner; Hodgson, cilt 1; Avrupa ve Ortadogu geçmişini birleştiren çalışmalann önemi üzerine Patai, Golden River. Hayes, s. 44. Karş. Kohn, s. 17 ve Meinecke, Cosmopolitanism, s. 10.

siz olarak görüldü.4 Daha uzun süreli bir bakış, yaygın, yoğun etnik özdeşle­ menin, farklı biçimlerle ifade edilse de, tekrarlandığını akla getirir. Örneğin, Mutlakıyetçi Aydınlanma, Reform ve Reform karşıtı çatışmaların cesaretlen­ dirdiği, yeniden canlanan dilsel bilinci dağıttı. Bunun bir sonucu, kozmopo­ litanizm çağının ardından gelen modem milliyetçi düşünüşün, insan kimli­ ğinin sınırlarının, temel olan ama değişen önemini tanımak yerine, ulusal ni­ teliklerin kalıcı "öz"lerini aramasıdır. Hudutlar üzerine odaktanmanın önemi, Norveçli antropolog Fredrik Barth tarafından, en açık biçimde belirtildi. 5 Barth, grup için sabit bir "nite­ lik" ya da "öz" ileri sürmeyen ama grup üyelerinin, onları diğer gruplardan ayırt eden kavrayışlarını inceleyen, etnik kimliklerin toplumsal bir etkileşim modelini önerdi. Bu tutumsal hudut mekanizmaları üzerine odaklanmak belli başlı üç avantaj sağlar: ( 1 ) etnisite hudutlada tanımlandığından, hudut mekanizmalan sürdürüldüğü sürece, grubun hem kültürel hem de biyolojik içeriği değişebilir. (2) Her ne kadar Barth kendi hudutlannın teritoryal mu­ adillerinin olabileceğine işaret etse de, etnik grupların "sadece ya da zorun­ lu olarak kendine has toprakların işgal edilmesi üzerine temellenemeyeceği­ ni" vurgular. (3) Barth'ın hudut yaklaşımı, etnik tanımlama simgeleri ya da emredici iletişim araçlan yerine alternatif kodlar olarak dilin kullanımı gibi, Avrupalı duruş noktasından egzotik olan diğer etnik görüngüleri göz önün­ de bulundunnayı kolaylaştırır. Antropoloji tarihçileri gitgide artan bir biçimde, Barth'ın yaklaşırnma iç­ kin olan, grupların kendilerini, kendi niteliklerine gönderme yaparak değil, dışlamayla, yani "yabancılar"la kıyaslayarak tanımlama eğiliminde olduğu gerçeğiyle yüzleşrnek zorundadır. llkel insan, bu yoruma göre, ister sesli is­ terse de simgesel jestler aracılığıyla olsun, onun iletişim kurına girişimlerine yanıt olarak, mecburen sessiz kalan diğerleriyle karşılaşmanın tekin olma­ yan deneyiminden rahatsızdı. "Goyim" , "barbaroi" ve "nemtsi" gibi terim­ lerin tümü, sadece "gerçek insanlardan" oluşan gruplar içinde, iletişim ku­ ramayan kişilerin, insani tamamlanmamışlık algısını ima eder. Özgün kulla­ nımlannda bu tür terimler, genellikle bir ya da iki yabancı komşu yu ayınrdı ve geniş etnik gruplaşmalar, bu yabancılara gönderme yaparak kendi görece yakın ilişkilerini tanır hale geldi. Bu nedenle yaygın Germenik gruplar, ken­ dilerini "Wend ve Walsche arasındaki" halk olarak tanımladılar ve terim­ lerden hiçbirini, Germenik bir dil konuşan herhangi bir gruba atıf yapmak için hiçbir zaman kullanmadılar. Wend için gerçek göndermenin, muhte4 S

Özellikle bkz. Elias, Ueber den Prozess der Zivilisation, 1: 1 16. Karş. Elias, Die hofische Gesells­ chaft; Bidennann, "Die staatsrechılichen Wirkungen"; Braudel, The Mediterranean; Lhotsky; P. Anderson. Barth, Ethnic Groups, s. 9-10. Aynca bkz. LeVine ve Campbell, s. 82-83, 102. 27

melen Gennenik unsurlann kuzeydogtısunda konurolanan Fin geyik göçe­ belerinden, daha sonralan Gennenik alanın dogtı sınırlannı işgal eden Slav­ lara kaymasında oldugu gibi, "Walsche" (ya da "Welsch") göndennesi, Ger­ menik dünyanın güneybatı sınırlanndaki Kelt'ten, sadece Kelt'e, Latinleşmiş Kelt'e ve Roma'ya de�ti.6 Bundan dolayı, iptidai bir biçimde, Gennenik yer­ leşim alanı, her ne kadar "hudutlar"ı fazlasıyla belirsiz alanlar olsa da, teri­ toryal anlamda sınırlanmıştı. Benzer olarak "Turan" , Gennenik grubun tran­ lı uzak kuzenleri arasında, görünüşe göre ilk başlarda, günümüzde Baluçis­ tan'da olan, lranlılann koyu renkli komşulanna uygulanmıştı. Epeyce sonra, "Turan" için gönderme, lran yerleşiminin kuzeydogusundaki hudut alania­ nna saldıran Türki unsur haline geldi.7 Fransız dilbilimci Emile Benveniste, dışlamayla tanımlanan etnik grup kavramsallaştınnasında antropoloji tarihçileriyle temelde anlaşma halinde­ dir: "Kadim zamanlarda etnik niteligi olan her ad, farklılaştıncı ve muhalif­ tL Adlarda, bir halkın kendisini komşu halklardan ayırt etmenin, ortak an­ laşılabilir bir dilden türetilen üstünlügün vurgulanmasının -dışavurulmuş olsun ya da olmasın- itibari niyeti bulunuyordu. Bundan dolayı etnik grup, muhalifi olan etnik grupla sık sık karşıt ikilik oluşturdu. "8 Araştırmanın odagını, grubun içsel niteliklerinden, onun kendisi hak­ kında algıladıgı hudutlanna kaydırmak, elbette, tarihteki etnisitenin ince­ lemesi için sadece bir başlangıçtır. Hudut yaklaşımının başlıca çıkanmlan, ilerleyen bagımsız bölümlerin akışı içinde daha açık hale gelecektir. Başlar­ ken şunu kabul etmek önemlidir: etnik grup, ya da dışlamayla tanımlanan bir grup olarak başlangıç aşamasında olan bir ulus kavramsallaştırması, et­ nisiteyi, kimligin diger türlerinden ayırt etmenin saf tanımsal bir yolunun olmadıgını ima eder. Hudut yaklaşımı, etnisitenin, toplumsal örgütlenme­ nin çekirdek bileşeni olmak yerine, karşılıklı etkileşimierin degişen bir de­ meti oldugunu açıkça belirtir. Birçok sosyal bilimeiyi uzun zaman aralıkla­ n boyunca, etnik kimligi çözümlernekten uzaklaştıran, onun bu karmaşık, degişken niteligidir. Etnisiteye yaklaşanlann birçogu, her etnik grubun ay­ ncalıklı bir topragı işgal ettigi basitleştinci varsayımı tarafından cezbedil­ miştir. Teritoryal ayncalık ilkesi terk edildiginde, etnisite görüngüsü, özel­ likle sınıflann ve dini organıann dahil oldugu, toplumsal kolektivitelerin sürekliliginin parçası olarak görülmelidir. Uzun bir zaman aralıgı boyun­ ca her biri, digerinden birine dönüşebilir. Nihai olarak, tanımlan bölümle­ re ayırmaktan çok, sınıfsal, etnik ve dini karakteristikler arasındaki etkile6 7 8 28

Wenskus, Stammesbildwıg, s. 210, 252. Karş. ]espersen, s. 9; Graus, "Die Entstehung der mitte­ lalterlichen Staaten", s. 60. Husing, "Volkerschichten", s. 199. Benveniste, 1: 368.

şimle daha fazla ilgili olacagım. Yine de, kategorik olarak farklılaştıncı ni­ teliklerden ziyade, egilimler olarak alındıgında, kolektivitelerin üç türünü birbirinden ayırt etmeye hizmet eden belirli sosyolojik karakteristikler bu­ lunmaktadır. Belli başlı evrensel dinleri etnik gruplardan ayırt eden egilimler birçok yerde, özellikle Üçüncü ve Yedinci Bölüm'lerde tartışılacaktır. Pratikte etni­ site ve dinin çakıştıgı yerlerde gruplar şu nitelikleri sergiler: kutsal kimlige eşlik eden nevi şahsına münhasır dilsel özellikler; yüksek derecede aile içi evlilik; nevi şahsına münhasır mimari, giyim ve davranış biçimleri gibi sim­ gesel hudut muhafızlan. Sınıf ve etnisite arasındaki aynm çizgisi daha kesin­ dir ama bu aynmı kısaca karakterize etmek daha güçtür. Modem öncesi dö­ nemde, konışu toplumsal ya da etnik gruplardan işlevsel veya mesleki fark­ lılaşma hem geleneksel diasporalar hem de göçebeler için birincil ayırt edici nitelikti. Bununla beraber, genel olarak, alt bir sınıf (özellikle yerleşik tanm toplumlannda) etnik bir kolektivite olarak, kimliginin sürekli bilincinde bir grup oluşturamazdı.9 Bunun birincil nedeni, tamamlanmamış alt sınıf mes­ leki piramidinin, sınıfın hudut mekanizmalannı meşrulaştıracak ve böyle­ likle de geniş bir siyasi kurum içinde onun ayn kimligini güvence altına ala­ cak, iletişim ve pazarlık becerilerine sahip seçkinleri saglamamasıdır. Alter­ natif seçkinlerin saglayabilecegi yüksek kültür becerilerinden yoksun olan bir altsınıf, bir bütün olarak toplumda yaygın olan mitleri ve simgeleri koru­ yan seçkinlerin manipülasyonuna direnmekte zorlandı. Bu tür alternatif seçkinlerin ortaya çıkışı, egemen seçkinlerin simgelerle iletişimi tekellerine aldıgı ve siyasi kurumun tüm üyelerinin seçkinlerin ta­ hakkümünü meşrulaştıran mitlerin telkin edilmesiyle toplumsaliaşmayı de­ netim altında tuttugu yerleşik tanm toplumlannda, özellikle güçtür. Yine de köylülerin, tanmsal alt sınıfın, kalıcı bir kimlik oluşturmadaki yetersizligi­ nin mutlak olmaktan çok, bir derece sorunu oldugu kabul edilmelidir. Se­ kizinci Bölüm'de, dil farklılaşmasının bu tür bir süreklilikteki görece öne­ mi araştınlacaktır. Kesinlikle, köylüler ve seçkinler arasında çok farklı dil­ sel örüntülerin varlıgı, ufak lehçe farklılaşmasıyla karşılaştınldıgında, giz­ li ama sürekli olarak güçlü bir kimligi sürdürmeyi kolaylaştınr. Belirmekte olan etnik kimligin belli başlı işaretlerinden biri, özellikle Dogu Orta Avru­ pa'da, o zamana dek siyasi kurumun diger toplumsal kesimlerinden, sadece özgün folkloru ve yakın küçük-grup iletişimleriyle sınırlı olan dilsel örüntü­ lerle ayırt edilen, bir köylü kitlesinin arasından eklemlenmiş seçkinlerin or­ taya çıkışıdır. Başlangıç aşamasındaki etnik kolektiviteye has alternatif seçkinler, geliş­ meye başlar başlamaz, siyasi kurumun egemen seçkinleriyle alışveriş ilişki9

Ortaçag Avrupası'ndaki ayn köylü kültürü üzerine bkz. R. Anderson. Karş. Varagnac,

s.

21. 29

lerine girmeye çalışır. Gerçekten de bu tür bir alışveriş ilişkisi potansiyeli­ nin, -her ne kadar bir force maj eure'le * boşa çıkanlabilirse de- etnisiteyi sı­ nıftan ayırt etmek için, temel bir sosyolojik ölçüt oldugu ileri sürülebilir. Di­ ğer bir deyişle, özerk bir siyasi yapı hakkında hiçbir anlayışın olmadığı yer­ de bile, mesleki piramit, bir grubun, egemen seçkinterin manipülasyonlanna tutarsız bir biçimde tabi olmak yerine, siyasi kurum içindeki konumu hak­ kında, bilinçli pazarlığa girmesine izin verecek kadar tamamlanmış hale gel­ diğinde, etnik kimlik olanaklıdır. Olağandışı bir biçimde gelişmiş seçkinler­ le donanmış diasporalar gibi gruplar için, bu tür bir alışveriş ilişkisi hayatta kalmak için hayati olabilir. Sonuç olarak, bu nedenle, bir etnik kolektiviteyi ayırt eden hudutlar hakkında önceden belirlenmiş hiçbir şey yoktur; bu hu­ dutlann, bir sınıfı tanımlayanlardan, bilhassa bir süreklilik içerisinde hangi yollarla farklılaştığına işaret edilebilir.

Simgeler, mitler ve iletişim Buraya kadarki tartışma sık sık simgeler ve iletişime ve daha az açık olarak da mitlere göndermede bulundu; bu üç kavramın tümü modem öncesi dö­ nemde uluslann yavaş ortaya çıkışının bir çözümlemesi için kritiktir. Etnik hudutlann birincil niteliği tutumsallığıdır. Kökenierinde ve en temel etkile­ rinde etnik hudut mekanizmalari, bir haritadaki çizgiler ya da bir kurallar kitabındaki normlar gibi olmak yerine tabiiyetindekilerin zihinlerinde var olur. Bu ikincil etkilerin tümü, simgeler olarak, hudutlann belli başlı göster­ geleridir. Ama kültürün simgelerle ifade edildiği yollan kavramaktaki başa­ nsızlık, maddi tasvirlerde ifade edilmeyen hudut mekanizmalannı anlama­ yı güçleştirir. 10 Simgesel hudut mekanizmalan çoğu zaman sözcüklerdir. Bu tür sözcük­ ler, kendi grubunu diğerlerininkinden ayıran bir engele yaklaşan bir grup üyesini uyaran trafik ışıklan gibi özellikle etkilidir. Birkaç simgesel "sınır muhafız"ının bu yogun gücü, erken dönem Yiddişi'nde sergilenir. Yiddiş te­ melde Eski Yüksek Germen lehçesidir ama Germen ortamında, özgül Hıris­ tiyan yan anlamlan olan belirli sözcükleri insafsızca dışlar. Örneğin seganon, "kutsamak" , eski Yahudi topluluklannın Latin dili lehçesi olan Güney Laaz'la kolayca birleştirdikleri, benedicere'nin, "övmek" , yalın hali olan "bentshn"i el­ de tutmak adına reddedilmiştir çünkü Latince " [haç] işaret [ i] yapmak" anla­ mına gelen signare'den türetilmiştir. Bu tür sözlü simgesel araçlar, grup kim­ liğini, Hıristiyan kavramıann sızmasına karşı korur. Ama Suzanne Langer'in de işaret ettiği gibi, önemli simgeler, jestleri, çizimleri, müzik seslerini ve (*)

10 30

Zorunlu neden - e.n. Özellikle bkz. Geertz, s. 45, 209; Cassirer, Language and Myth, s. 91; Firth, s. 40; LasswelL

benzerlerini de içerir. 1 1 Zaman zaman, rutin bir biçimde kabul edilen çarpıcı kimlik simgeleri, aniden yogun bir önem elde eder. Yüzyıllar boyunca Reich­ sapfel, bir kürenin üzerinde yükselen haç, Kutsal Roma lmparatorluk simge­ sindeki göksel küreyi simgeledi. V. Charles, o zamana dek dünyevi kürenin çevresindeki genişletilmiş topraklan yöneten İspanya kralı, imparator olarak l530'da taç giydi ve Reichsapfel'i, yeniden canlandırılmış evrensel imparator­ luk iddialannın simgesi olarak kullandı. Her ne kadar V. Charles'ın bu simge­ yi açıkça kullanışının, bu simgeyi dünyevi yönetimi göksel düzenin bir yansı­ ması olarak betimleyen eski Mezopotamya mitinin ustaca bir yansıtması ola­ rak tasavvur ettigine dair hiçbir kesin kanıt yoksa da; kadim mitin simgesel yankısı bilinçsiz bir biçimde izleyicilerini etkilemiş olabilir. 1 2 Simgelerle aktanlan işaretler bir etnik gruptan digerine ya d a aynı grubun üyeleri arasında uyanlar oldugundan, simgesel etkileşim iletişimin bir türü­ dür. Belki de amacım açısından, simgeleri, simgeleri etkili kılan araçlar an­ lamında içerik ve iletişim olarak görmek en basitidir. Açıktır ki, dilsel hudut muhafızları vakıasında oldugu gibi, simgeler de bir grubun herhangi bir üye­ si için işaretler olarak iletilmeden, kuşaklar ya da hatta yüzyıllar önce, içerik olarak, çogu zaman kurumsallaşmıştır. Bu nedenle etnik simgesel iletişim, sıradışı bir ölçüde, longue durte'yi aşan, ölüler ve yaşayanlar arasında ileti­ şimdir. Burada, etnik kimligin diger yüzlerinde oldugu gibi, simgenin sürek­ liligi geçmişteki kökeninden daha önemlidir. Süreklilik, sözlü ya da sözlü ol­ mayan her bir simgenin bir mitsel yapıda birleşmesiyle yakından ilgilidir. 1 3 Uzun zaman aralıkları boyunca, her mitsel yapının meşrulaştırıcı gücü, özgül bir siyasi kurumla ilişki içindeki kimligi tanımlayarak, diger mitlerle bir mythomoteur içinde kaynaşarak zenginleşme egilimindedir. 14 Bu karma­ şık yapıların kimligini mitsel olarak saptamak -dini mitlere gönderme yap­ manın bu mitlerin teolojik geçerligini sorgulamasından daha fazla- onların yanlış oldugunu ima etmez. Eric Dardel sergilenebilir tarihsel geçerliligin, mythomoteur'un eleştirel görünümü olmadıgına işaret eder. Mitsel geçmiş tarihlendirilemez, o "zamandan önceki" bir kısımdır, ya da da­ ha iyisi zaman dışıdır. (. .. ) llksel eylemler "zamanın gecesinde" kayboldu, "bir zamanlar" olan (ne zaman oldugunu kimse bilmez) sürüklenmeye de­ vam eder ve zamansal bir konum olmaksızın, zamanın birçok tabakası (. .. ) ll

12 13 14

Suzanne K. Langer, "On Cassirer's Theory of Language and Myth", Schlipp içinde, s. 386; Max Weinrich, "The Reality ofjewishness versus the Ghetto Myth: The Sociolinguistic Roots of Yid­ dish", To Honor Roman]akobson içinde, s. 2209. Brandi, s. 265; Heer, s. 218. Levi-Strauss, Structural Anthropology, s. 210. Karş. Levi-Strauss, The Savage Mind, s. 254; Deuts­ ch, Nationalism. Abadal i de Vinyals, s. 584. 31

[mit aniatıcısı ya da epik şair] öykünün dinleyicilerini, ama sadece onlan,

kendilerini arzulanan mesafede yerleştirmelerini saglarnak için sevk eder. 1 5

Mit resitalinin en önemli etkisi, grup üyeleri arasında, "ortak kader"leri hakkında yogun bir farkındalıgı canlandırmasıdır. Mit-simge kuramı bakış açısından ortak kader, basitçe, ister tarihsel isterse de "tamamen mitsel" ol­ sun, bir olayın, yabancı bir güce karşı bireylerin dayanışmasını vurgulaya­ rak, yani, hudut algılannın önemini arttırarak canlandıgı yogun etkinin öl­ çüsüdür. Sonuç olarak, tkinci ve Dördüncü Bölüm'lerde ele alınan olduk­ ça farklılaşan yaşam biçimleri hariç, ortak kaderin maddi görünümlerin­ den çok simgesel olanlan kimlik için belirleyicidir. Dahası, simgelerin, kes­ kin bir biçimde farklılaşan temel unsuru oluşturduklannda dahi, maddi ya­ şam biçiminin en önemli unsurlannı "nesnel bir biçimde" dogrudan yansıt­ malan gerekmez.

Görüngübilimsel kararsızlık Etnik hudutlar temelde cografi bölünmeler yerine grup tutumlannı yansı­ tır. Mit, simge, iletişim ve bunlara eşlik eden tutumsal etmenlerin bir deme­ ti, saf maddi etmenlerden genellikle daha kalıcıdır. Bununla beraber ne za­ man saf kavramsal olandan, özgül etnik bölünmelerin incelenmesi gibi cesur bir işe hamle edilse, elle tutulur göstergelerin degeri aşikar hale gelir. Cografi hudutlar sadece elle tutulur degildir; onlar daha önemli özelliklere sahiptir: Çogu zaman yogun simgesel önem elde ederler ve cografi bir baglamda, si­ yasi eylemin dogrudan etkisi sık sık en erken ve en güçlü olandır. Hudutlara yogunlaşmanın bir başka nedeni, uzmanlaşmış bir sosyal bilim disiplini olan cografyanın fiziksel hudutlar üzerine ikincil kaynaklann zengin bir çeşitlili­ gini saglanıasıdır. Bu çalışmanın amacı için "hudutlar [boundaries) " terimi, dilsel, folklorik ve iktisadi gelişim gibi toplumsal süreçlerden kaynaklanan tüm ilgili, biçimsel olmayan sınırlara aynlacakken; "sınır [Jrontier] " , özerk dini otoritelerin biçimsel eylemleri dahil, siyasi eylem tarafından tanımlan­ mış sınırlar anlamına gelecektir. Sınırlann alt türleri olarak, tarihin büyük bir kısmı boyunca norm olan alan sınırlan ve modem dönemde gitgide ar­ tan bir biçimde önemli hale gelen çizgi sınırlan birbirinden ayırt edilmelidir. Cografi hudutlara ya da sınırlara gönderme yapmak, yöntembilimin genel sorunlanna ikna edici bir başlangıç saglar. Zaman ve mekanın geniş ufku üzerinde dagılmış olan kültürleri çalışmanın en büyük güçlügü, görüngü­ bilimsel karşılaştınlabilirliktir. Çekoslovak bir akademisyen tarafından ger­ çekleştirilen yakın geçmişteki parlak bir çözümleme, yakın zamandaki mil15 32

Dardel, s. 38.

liyetçi hareketlerin öğrencileri için bile, aynı adlan taşıyan görüngülerin ta­ mamen benzer olduğunu varsayma tehlikesini vurgular. 16 Bununla beraber karşıt bir tehlike bulunmaktadır: modem Avrupa'dan zaman ve mekan açı­ sından uzak olan kültürlerdeki hareketlerin oldukça farklı terimleri kulla­ nıyor olması nedeniyle etnik özdeşleşme görüngüsünün olmadığını varsay­ mak Doğmakta olan Fransız milliyetçiliği üzerine bir çalışma bu tehlikeyi kısaca ifade eder: "Ulusal duygular, ulusal bilinç modem dönemin başında serpildi. Elbette onlar 19. yüzyıl milliyetçiliğinin terimleriyle ifade edilmi­ yordu. Araştırmamızın öncelikli hedefleri, 1 7 . yüzyılın ikinci yansı boyun­ ca uygun terimleri, içeriği ve ulusal bilincin tarihsel önemini bulmaktır" . 1 7 Özgün metinlerden bağımsız çıkanınlar üzerine temellenerek birçok yüz­ yılı ve kültürü kapsamak, bu gibi bir çalışma için çarpıcı bir biçimde ola­ naksızdır. Yetenekli bir oryantalist olan Bemard Lewis'in de açıkladığı gibi, Arapça, Farsça ve Türkçe kaynaklada uğraşan tarihçiler için, akademik açık­ lamalann eşlik ettiği eleştirel baskılar yayımlanıncaya kadar, dilbilimsel bilgi bile yetersizdi. O zamana dek özgün belgeleri yanlış anlamanın tehlikesi çe­ virilere güvenmekten daha büyüktü. 18 Daha sınırlı dilbilimsel bilgimle, öz­ gün dillerindeki "kaynak"lann eleştirel baskılannı ya da akademik çevirile­ rini okumuş olduğumda bile, kendini adamış akademisyenlerin oluşturdu­ ğu çokluğun uzmanlığına tamamen bağımlıyım. lkincil çözümlere bağımlı­ lık, hayatta kalan kanıtıann ifade edildiği ezoterik, simgesel terimlerle zen­ ginleştirilmiştir. Bu tür ezoterik iletişim kimlikleri, kutsal kavramlarla dol­ durulmuş gruplar için özellikle önemliydi. Yine de kutsal simgelerin içeriği­ nin, geniş kültürel alanlarda uzun zaman aralıklan boyunca istikrarlı bir bi­ çimde kalması gerçeği, karşılaştırma yapanlar için muazzam bir avantaj sağ­ lar. Hıristiyanlar arasında doktrine dayalı meselderin kendine özgü kullanı­ mının önüne geçmek için tasarlanmış aynntılı resmi tanımlar, Nicaea'da [İz­ nik) 787'de toplanan tkinci Konsey'de benimsendi. Beşinci Bölüm'de daha uzun olarak tartışıldığı üzere, hem Doğu Ortodoks hem de Latin Katolik Ki­ liseleri tarafından katı bir biçimde düzenlenen bu tür ayinsel simgeler, etnik kimlik için güç elde eder. 19 Kilise tanımlannın simgelerin kullanımındaki et­ nik aynksılıklar üzerinde uyguladığı inatçı sınırlamalar, Batı siyasi kurumla­ nnın oluşumu üzerine çalışan çağdaş bir tarihçinin açıkladığı gibi, meşrulaş­ tırmadaki ustaca kaymayı değerlendirmemizi olanaklı kılar: 16

17 18 19

Hroch, s. 30. Simgeeilik ve kimlik üzerine bir başka tartışma için özellikle bkz. john A. Wilson, "Egypt", Frankfort içinde, s. 41; Kaerst, Die Antike Idee der Oekumene, s. 7 ve devamı; Corbin, s. 39, 160; Buccellati; Sirnson. Yardeni, s. 5. Karş. Huizinga, Patriotisme en Nationalisme, s. 23-32. Bemard Lewis, "Islam", Sinor içinde, Orientalism, s. 16. Vossler, Aus der romanisehen Welt, s. 399; Dunbar, s. 72, 132. 33

Synodistlerin [kilise meclis üyelerinin] soyut sözcüklerle ya da hukuki terim­ lerle ifade etmeye çalıştıgı, taç giyme töreninin kurallanyla, jestleriyle, dua­ lanyla ve simgeleriyle, yani, ayinsel araçlarla, aktarmaya çalıştıgıdır. Sözcük­ lerin farklı anlamlan olabilir ama ayinsel araçlann tek bir muglak olmayan anlamının olması gerekir (ve bütününde öyledir) . (. .. ) Çünkü bunlar [ tören­ ler] sadece kristal berrakligında ve apaçık degil, aynı zamanda ve her şeyden önemlisi, sadece en kaba terimlerle düşünmeye alışmış, en kalın kafalılar için bile kolayca anlaşılır olmalıdır. 20

Yakın geçmişte akademi dünyası tarafından ayrıntılı bir biçimde yeniden inşa edilen simgesel kodlarca saglanan yardım, karşılaştırma yapanlann, er­ ken Hıristiyan kiliselerinde bir tür "donmuş" ayin oluşturan görsel simgeler üzerindeki dogrudan gözlemlerinde sıradışı bir biçimde önemlidir. Çözüm­ leme yapan, lslam için görsel kanıtiann benzer bir sistemine, Hıristiyanlık­ la karşılaştırmak için çok yararlı olan o kültürel dünyaya, başvurabilir mi? lslam teolojisi simgelerin kullanımından kaçınır.21 Yine de sıradan bir gez­ gin bile, bir Müslüman mimari biçimin, minarenin, bölgesel etnik kimlik­ lerle arasındaki ilişkiyi belirleyebilir. Kare Maliki minareleri Fas'ın yeni ol­ dugu kadar eski camilerinin üzerinde yükselirken, Kahire'nin varoşlannda­ ki bir cami, Memlük döneminin karmaşık bir biçimde bezenmiş, çok köşeli minaresini muhafaza eder ve Türklerle lranlılar, geçmişteki parlak dönemle­ rini anmak için, minarderin diger biçimlerini kullanırlar.

Çalışmanın planı Bu kitabın kapsadıgı araştırmanın birçok di�iplini kullanmak zorunda oldu­ gu şu ana dek görünür olmalıdır. Sıradan bir biçimde, ancak konu üzerinde güncel akademik dünyanın fikir birligini (ille de oybirligiyle degil) yansıtır­ mış gibi göründügünde kanıtlarla ilerleyen uzman görüşleri gibi yol katede­ bildim. Uzmanlar arasında tartışma konusu olan bir kanıtı nadiren kabul et­ tim ya da bir konumu benimsedim. Bunu yaptıgımda da hem gözüpekligi­ mi hem de nedenlerimi, okuyucu için aşikar olan, karşılaştırma yapanın özel bakış açısından çıkarsayarak açıklamaya çalıştım. Etnisitenin genel tarihsel gelişimi için en önemli oldugunu düşündügüm Avrupa ve Ortadogu tarihinin görünümlerini ya da genelleştirme için özel­ likle ilgili olanlan sundum. Genel tarihle dikkate deger bir aşinalıgın oldu­ gunu varsaydım ama okuyucunun, önermelerimi, o tarihin baglarnma yer20 21

34

Ullmann, The Camiingian Renaissance, s. 100. Henri Terrasse, "Classicisme et Decadence dans !es Arts" , Brunschvig ve Von Grunebaum için­ de, s. 7 1 . Karş. Brunschvig içinde a.g.e. , s. 35 ve devamı; Marçais, Manuel d'Art Musulman, cilt 2; O. Grabar, s. 8 1 .

leştirebilmesini sağlamak için (haritalar, terimler listesi ve kronoloji dahil) yeterli bir arka plan sağlamaya çalıştım. Her bölümü kapatırken başlıca ama kesin olmayan bulgulanını özetledim. Bu tür özetler elbette daha önce sunu­ lan aynntılandırmalann ve nitelendirmelerin ışığında anlaşılmalıdır. Bu kitabın amacına, inanıyorum ki, iki aşın uçtan kaçınan bir açıklama bi­ çimi en iyi şekilde hizmet eder: ya belirli ülkelerin ya da dönemlerin genel olarak betimleyici bir tarzda ele alınışı ya da okuyucuyu ikna etmek için ye­ terli malzemeyi sunmaksızın, tarihsel verinin tadını kaçıracak kadar soyut bir ön-özet. lzlemeye çalıştığım orta yol, etnik kimliğin altında yatan kap­ samlı etmenleri tartışmaktır. Açıklarken, somut etnik kimliklerin ortaya çı­ kışından görünüşte uzak görünen ama bu kimlikleri sürekli bir biçimde ko­ şullandıran etmenlerden başladım. tkinci Bölüm'de, temelde farklı iki yaşam biçimi olan göçebe ve yerleşik çözümlendi, bu biçimler etnik kimlikler olduklan için değil, onlann cisim­ leştirdiği -özellikle nostaljide ifade ettiği- mitlerin ve simgelerin, onlann ar­ dından gelen neredeyse tüm kimlikleri, bağdaşmaz ilkeler üzerine temelle­ nen iki gruba ayırdığı için. Ortaya çıkmakta acele etmeyen teritoryal ilke, nihai olarak Avrupa'da ha­ kim biçim haline geldi; soykütüksel ya da görünüşte soykütüksel ilke Orta­ doğu'nun birçok yerinde hüküm sürmeye devam etti. Daha önce de belirtil­ diği gibi, Avrupa milliyetçiliğinin yakın dönemdeki Ortadoğulu taklitlerin­ de ne kadar yüzeysel benzerlik bulunursa bulunsun, algıdaki bu temel fark­ lılıklan, uluslan karşılaştırmak için göz önünde bulundurmayan herhangi bir çaba ağır bir biçimde hatalıdır. Ardından gelen İslam'ın ve Hıristiyanlığın ikililiğinin ele alınışı (Üçüncü Bölüm) iki büyük evrensel din üzerinde ku­ rulmuş uygarlıklan, böylesine derinden etkileyen göçebe ve yerleşik yaşam biçimlerinin çözümlemesini devam ettiriyor ve derinleştiriyor. Her ne kadar çözümleme Kastilya ve Osmanlı kimliğinin temellerini araştırmada dikkate değer bir mesafe katetse de, burada amaç, tamamıyla belirli etnik kimlikleri açıklamak değil, daha özgül siyasal etmenlerin içinde bu tür kimlikleri esas olarak ürettiği simgesel ve mitsel çerçeveyi belirlemektir. Bu nedenle, kentin rolünü çözümlemesinde, Dördüncü Bölüm, saf siyasi yapılann etkisinin ilk araştırmasını oluşturuyor. Kentlerin, özdeşleşme üze­ rindeki etkilerinin araştınlması, mimarlığa özgü [architectonic] özelliklerin bilinç üzerindeki etkisinden farklı hukuki kodlann birleştirici ya da mer­ kezkaç etkilerine kadar çok geniş simgesel ve tutumsal veri kümesinin in­ celenmesini gerektirir. Baştan başa, vurgu Max Weber'inki gibi büyük sos­ yolojik çalışmalann ele aldığı kentleşmenin daha geniş toplumsal ve iktisa­ di görünümleri yerine kentıVınedeni kimliğin yaratılması üzerindedir. lfade­ nin özgün, etimalajik anlamında kentıVınedeni bilincin çözümlenmesi, bu 35

nedenle Beşinci ve Altıncı Bölüm'lerde tartışılan konulara -"imparatorluk siyasalan"nın rolü- bir giriştir. Bu noktada merkezi soru, kent-devletlerin­ de yüz yüze ilişkilerle kurumsallaşan yoğun sadakat ve kimlik bilinci impa­ ratorluk olarak bilinen kentlerin ve kırsal kesimin geniş yığınına nasıl akta­ nlır, sorusu haline gelir. Beşinci Bölüm, öncelikli olarak, göksel (semavi) yönetimin bir yansıma­ sı olarak siyasi kuruma Mezopotamya mitinin çeşitli etkilerinin izini sürme­ ye adanmıştır. Kent-devletlerinin sadakatini daha geniş bir çerçevede birleş­ tirmenin bir aracı olarak bu mitin kullanımı, siyasi amaçlar için mit aktan­ mının erken bir deneyini oluşturuyor olabilir. Bu mitin siyasi kurumlardaki alışılmamış yansırnatannın çeşitli şekillerde Hıristiyanlığa ve lslam'a aktanl­ ması dikkatli bir irdelemeyi hak eder. Altıncı Bölüm, imparatorluk siyasi yö­ netiminin yakın geçmişteki ve somut merkezileştinci özelliklerinin, özellik­ le bürokrasisinin ve toplumsallaştırma süreçlerinin, kimlik üzerindeki etki­ sini çözümlüyor. Yedinci Bölüm, dini örgütlerin, imparatorluk siyasi yöne­ timlerininkiyle çoğu zaman uyumlu ama zaman zaman da ona ters düşen et­ nik kimlik üzerindeki etkilerini inceleyerek bir anlamda tartışmayı sürdürü­ yor. Yedinci Bölüm'de daha önce de belirtildiği gibi, etnisiteyi mezhebe da­ yalı dinlerden neyin (ayırt ediyorsa) ayırt ettiğine dair tartışmalı soroyla da uğraşacağım. Son olarak, dini örgütlerin dilsel bağlılıkla yakın ilişkisini ele alırken, Ye­ dinci Bölüm milliyetçilik öncesi dönemde kimlik için dilin önemini sunuyor. Dilin nadiren göze çarptığını zaten ileri sürmüştüm ve bu varsayım aynntı­ lı bir incelerneyi hak ediyor. Bununla beraber, büyük ölçüde olumsuz amaç­ Iann ötesinde, Sekizinci Bölüm'deki dilin aynntılı olarak ele alınışı, tarihsel gelişimin ne kadar farklı patikalan izleyebileceğini gösterıneyi hedeflemiştir. Ancak ve ancak kitle iletişiminin gelişiminden önce meydana getirilen dilsel örüntüleri dikkatli bir biçimde alt bölümlere ayıran kannaşık "seçenekler"in kavrayışıyla, okuyucu insan müdahalesinin, siyasi eylemin ve bilfiil belirmek­ te olan etnik kimliklerin oluşumu üzerindeki etkisini takdir edebilir. Asli araştırmalara dönmeden önce, formülasyonlanmın deneme mahiye­ tini yeniden vurgulamak zorundayım. Bununla beraber, "hepimizin tarihin birçok alanının yabancısı olduğumuzu" ve "tarihçi örüntüyü bulamazsa, da­ ha az becerikli ve daha az dürüst insaniann tarihçi için bunu yapacağını" ka­ bul eden joseph Sırayer'in yorumlanyla, bu metni üstlenirken geçerli neden­ lere sahip olduğumu hissediyorum. 22

22 36

Strayer, Medieval Statecraft, s. 369.

IKINCI BÖLÜM

YERLEŞI K V AŞAMA KARŞI G ÖÇEBE: TERITORYAL K I M LIG I N ORTAYA Ç I KI Ş I

Etnisite ve yaşam biçimi Zihinsel tutumlar, daha önce de ileri sürdüğüm gibi, yaşamın maddi koşul­ lanna göre daha dayanıklıdır. Gerçekten de, yaşamın sadece aşın biçimleri etnik bilinci beraberinde getirirmiş gibi görünür. Adından Germenik grupla­ nn doğu komşulan için "Wend" terimini türettiği Veniti, muhtemelen Fince konuşmalanndan dolayı değil, geyik-göçebe yaşam tarzından dolayı yaban­ cı olarak algılanmıştı. Daha az aşın-farklılıklar için, halk kültürünün maddi nitelikleri, genellikle çözülmez bir biçimde birbirine bağlanmaz. Sonuç ola­ rak, maddi kültürdeki belirli niteliklerin, hatta nitelikler kümesinin etnisite ile ilişkisini sergilemek güçtür. Andre Varagnac ve Marshall Hodgson dahil bazı yazarlar, Atiantik'ten Hindistan'a ya da hatta daha da ötesine, geleneksel kültürler arasında temel bir benzerlik olduğunu ileri sürerler. 1 Yararlı maddi başanlann, etnik kimlikleri dikkate değer bir biçimde etki­ le111eden, yavaş olsa da kolayca yayıldığını sergilemek daha kolaydır. Yaşam döngüsüyle doğrudan ilişkili, köy evi yapısı ya da köy yerleşimi gibi biçimler, anlaşılır bir biçimde etnik kimliğin değer verilen işaretleri haline gelebilir. Ba­ zı son moda milliyetçiler idealleştirmek için bu tür biçimleri seçer: örneğin, Ukrayna'nın kireç badanalı, kerpiçten yapılmış, saman damlı av kulübelerine karşı Ruslann ahşap evleri. Milliyetçi iletişim ağlannın bu tür nesneleri kim­ lik simgelerine dönüştürmesi fazlasıyla olasıdır. Geleneksel Avrupa'nın çoğu ve görünüşe göre, diğer köylü kültürleri için, ev ve köy biçimlerinin şaşırtı­ cı bir biçimde çok az etkisi oldu.2 Erken dönem etnologlan, İsviçre'nin etnik 1 2

Varagnac, s. 21 ve devamı; Hodgson, 1: 3 1 . Schier, s. 8 ve devamı, 17. 37

bölünmelerini, ev biçimleriyle ilişkilendirmek için umutsuz bir biçimde ça­ baladılar.3 Daha geniş Kuzey Avrupa alanında, üç temel ev ve çiftlik tasan­ mı, degişen siyasi sınırlar bir yana, Latin dil ailesi-Germen-Slav dil hudutlan­ nı boydan boya keser. Dahası, ev tiplerinin yayılıını diger yayılım görüngüle­ riyle, özellikle de kimlik için içerimler taşıma egiliminde olan yüksek kültü­ rel biçimleriyle, çok az ilinti arz eder. Ömegin, Fransa'daki Ortaçag çiftçile­ ri, araçsal olarak daha üstün olan Germen köy evi tipini tam da Germen gen­ try'leri,* Fransız tarzlannı benimserken, kabul etti.4 Benzer bir biçimde, geç­ mişin büyük bir kısmında siyasiden çok dini önemi olan Fransa'daki langue d'oil-langue d'oc* * bölünmesi, aynca Kuzey Avrupa evleriyle, kavisli kiremit çatılı "Latin" evleri arasındaki huduttur. Dil hududu güneye dogru kaydı ve bununla beraber, ev biçimleri istikrarlı bir biçimde kaldı. Gerçekten de Latin evleri, Cezayir'e dek uzanan tüm Batı Akdeniz bölgesini kaplar. 5 Diger yandan Cezayir'in kendisinde, Latin evleriyle, birçok Arap ülkesin­ de yaygın olan teras çatılı evler arasındaki keskin bölünme hüküm sürer. Güney Avrupa'yı hatırlatan kiremitli çatılar ve dagınık köy yerleşimi, görü­ nüşte Müslüman olan ama Berberi dilinden vazgeçmeyen belirli daglık alan­ larda varlıgını sürdürür. Araptaşmış Berberiler, yerleşik hayata geçtiginde, terasiann uygun düşmedigi yagmurlu bölgelerde bile, hızla Arap evlerini be­ nimsedi. Bu evler, kadınlann yalıtılması için benimsenmiş minyatür bir kent örüntüsünde birbirine yakın olarak inşa edilir.6 Aksine Lübnanlı Maruni Hı­ ristiyanlar, her ne kadar dillerine ve soyagacı mitlerine göre Arap olsalar da, kadınlan tecrit etmek konusundaki Müslümaniann yogun kaygısından yok­ sundur. Bu nedenle Maruniler hızla Avrupa tarzı evlere yöneldi.7 Daha ay­ nntılı kanıtlar daha sonra sunulacak Yukanda kıyısından deginilen betim­ leme bile, bazı daha temel yaşam biçimlerinin benimsenmesiyle ilişkili oldu­ gunda, bir degişimin ev ve köy biçimlerinin kimlik için önemli hale geldigini akla getirir. Berberi vakasında oldugu gibi, temel degişim, dil ve Araplar gibi göçebe miraslanndan gurur duyan gruplann soyagacı kimlik örüntülerinin benimsenmesi olarak görülür. Göçebe bir yaşam biçiminin bu tür bir etkiye 3 Weiss, s. 99. (*) Grntry: Taşrab çiftçilerle, büyük toprak sahipleri arasında yer alan Ingiliz toprak sahipleri için kullanılan bir terim. Ingiltere'deki arazinin yaklaşık üçte birine sahip olan gentry, taşrada çeşit­ li idari faaliyetleri ustlendigi gibi, ticaret ve siyasetle de yogun olarak ilgileniyordu - e. n. 4 Schier, s. 20. Germen-Slav etkileşimi hakkında daha fazla ayrıntı için bkz. A.g.e. , s. 65, 374; Kö­ tzschke, "Salhof und Siedelhof" , s. 36 ve devamı. (**) Eski Fransızcada kuzeyde konuşulan Oil dilleri ve güneyde konuşulan Oksitanca arasındaki bölünme. -e.n. 5 Dauzat, Le Village, s. 43, 179. Aşagıda Sekizinci Bölüm'le karşılaştınn. 6 Gautier, Les Siecles Obscurs, s. 236. Fas'taki benzer bir bölünme için bkz. Bourrilly, s. 1 77. Wirth, "Zur Sozialgeographie", s. 266-268. 7 38

sahip olması için, üç karmaşık etmenin, yerleşik gruplann kimligini olagan zamanlarda sürdüren hudut mekanizmalannın üstesinden gelmesi gerekir. Her ne kadar ögreti olarak muglak olsa da İslam'ın etkisi, göçebe kimliklerin benimsenmesi için tarihsel bir güç olarak son derece önemlidir; lslam etme­ ni Üçüncü Bölüm'de incelenecek. Her biri digerinin aracılıgıyla kendisini ta­ nımladıgı yabancı unsur olarak hareket eden gerçek göçebeler ve kimlikleri­ ni sürdürmeye çalışan yerleşik gruplar arasındaki husumet, bu bölümde da­ ha sonra ele alınacak. Bununla beraber direniş aşındıgında, yerleşik halklar, bir savunma mekanizması olarak sahte göçebe soyagacını benimser, bu şe­ kilde de kendi temel kimlik örüntülerini tamamen degiştirirler. Üçüncü et­ men, degiştirmesi sıradışı bir biçimde zor ama bir kez degiştirildiginde de bir grubun kimligini tamamen yeniden yapılandırmaya egilimli olan nostal­ jinin inatçı etkisidir.

Nostalji Nostalji, toplumsal-tarihsel bir bakış açısından, uzak geçmişteki üstün bir yaşam biçiminin ısrarcı bir imgesi olarak tanımlanabilir. Bu nedenle o, yo­ gun etki içerimleriyle bir tür "kolektif hafıza"dır.8 Bir toplumsal biçim olarak nostalji, bir altın çaga, uygar yaşamın her hücresine nüfuz etmiş yozlaşma ve mugtaklık öncesindeki sakin günlere geri dönüş özlemini ifade eder. Bu nedenle nostalji -en azından Avrupa'da ve Ortadogu'da- "bin yıllık bir kül­ türün dayattıgı agır yük"ten9 dogan bir sendromdur (bu terimi onun tanı­ sal [diagnostic] anlamında kullandım) . O, etimolojik anlamda ele alındıgm­ da kentleşmenin ürettigi toplumsal baglam olan uygarlıga tepkiyi de yatıştı­ nr. Amacım için en ilginç olanı, nostaljinin, çeşitli kentli olmayan yaşam bi­ çimlerini yeniden toplayarak kullandıgı çeşitli çagnlan incelemektir. Nostal­ jiyle hareket ederek, daha önceki bir yaşam örüntüsü, genellikle, etnik grup­ lar arasındaki hudut mekanizmalannı dogrudan üreterek degil ama bu hu­ dutlann içinde algılandıgı koşullan belirleyerek sonraki kuşaklann tutum­ lannı koşullandınr. Robert Montagne, "yerleşik yaşam tarafından cezbedilmek bir yana, göçe­ be-çoban toplumun, çölden kopsa bile onun idealini korudugunu" ileri sü­ rer. 1 0 Bu, Andre Miquel'in ifadesiyle, muazzam göçleri sırasında "kayıp bir meskenin anısını" koruyan,1 1 dünya tarihinin en etkili, sıcak çöl göçebe-ço­ ban halkı olan Araplar için dogrudur. Araplann dininin, Miquel'in yine be8 9 10 ll

R. Williams, s. 12; Vossier, Aus der romanisehen Welt, s. 90. Baudet, s. 38. Montagne, s. 47. Miquel, L'Islam et Sa Civilisation, s . 37. 39

lirttiği gibi, bu nostaljiyi kutsaması şaşırtıcı değildir: "Klasik lslam'a, kayıp bir cennet düşüncesi, özgün haliyle kusursuz olunduğuna ve özgün mo­ dele uyanlar hariç, hiçbir değişimin onaylanmadığına dair derin bir inanç hükmetti." 12 Geçmişe bu yönelim, sadece lslam'a özgü olmasa da, lslam ve Hıristiyanlık arasındaki bir ayrım çizgisini oluşturur. Ama lslami konum­ da belirli bir muğlaklık vardır. Mekke'nin çevresindeki kutsal yerlere bir ha­ cı zorunlu kılmasıyla lslam, çölün haşin azametine olan vefasım sürekli ola­ rak hatırlar. 1 3 Bununla beraber genel olarak kent, sofu Müslüman yaşamı­ mn esas yeridir. Bu nedenle kentleşme, kültürün bir merkezi olarak hiçbir zaman mahküm edilemez. Sonuç olarak göçebe yaşam biçimine geri dönme teması, daima gerçek olmayan, rüya benzeri bir karaktere bürünür. Gerçek­ ten de rüyalar ve rüya yorumlan Müslüman düşünüşte önemli bir yer işgal eder. 14 Kolektif bir rüya şöyle dursun, kolektif bir zihnin olmadığı konusun­ da G. S. Kirk'e katılıyorum. Bununla beraber, canlı kolektif deneyim rüyalar­ da ya da kesinlikle bilinçli olarak hatıriarnada ve bunlann yorumlanmasın­ da yansıtılabilir. 1 5 "Çöle uygun simgeler olarak" , "lslam-gölge-tazelik" e kar­ şı "güneş-kafirlik-ateş" gibi tezatlar, kalıcı kültürel tutumlann önemli gös­ tergeleri olarak Müslüman rüya yorumlannda belirir. 16 Çölün simgesel reddi göçebe yaşam biçiminin reddi değildir ancak ls­ lam'dan çok uzun süre önce o, bol bereketli bitkileri, gölgesi ve akan sulany­ la, dünyevi bir cennete -bir vahaya- özlem duymuştur. Sanat tarihçisi Hen­ ri Saladin şunlan yazar: [ Cördoba yakınlanndaki] Medinetü'l-Zehra Sarayı gibi Elhamra bahçeleri ve Fas, Sasani krallannın "cennet"inden türetilmiş Bağdat bahçelerinin bir anı­ sıdır. Bahçelerin albenisi daima Araplan adamakıllı cezbetmiştir. Hakikaten, bu çölün çocuklan için, sıcağın, susuzluğun, aşın ışığın ve kuruluğun eziye­ tinden sonra, taze bitkilerin altında, akan suyun sesiyle ve gözlerini yeşillik­

lere dikerek dinlenmekten daha büyük bir mutluluk ne olabilir? 1 7

Erken dönem lslami söylencede bilinen dört "cennet"ten üçü tran kültü­ rel alamndandı; sözcüğün kendisi Araplara, Persler aracılığıyla ulaştı. 18 Bul2 13 14 ıs

16 17 18 40

A.g.e. , s. 154. Gautier, Moeurs et Coutumes, s. 68. Gustave E. Von Grunebaum, "The Cultural Function of Dreams", Von Grunebaum ve Caillois içinde, s. 6 ve devamı. Kirk, s. 272. Toufy Fahd, "The Dream in Medieval Islamic Society", Von Grunebaum ve Caillois içinde, s. 357. Saladin, s. 271 . Giamatti, s . l l ; Corbin, s . 39; şu eser "cennet" kavramının Araplara Grekler aracılıgıyla ulaştı­ gını söyler: Brandenburg, Samarkand, s. 210.

nunla beraber Araplann en ünlü bahçeyi, Şam'ı, Muhammed'in zamanından önce bile dünyevi cennet olarak görmesi önemlidir.19 Emevi Hanedam Şam'ı başkenti olarak yapmakla kalmadı; kenti yüzyıllar sonra bile "Müslümanla­ nn en güzel varlığı" olarak bilinen camiyle donattı. Bu yapı, dünya kentleri­ nin ya da krallıklannın, şematik bir biçimde betimlendiği muhteşem moza­ iklerinde ifade edilen, evrensel imparatorluk arzulannın bir simgesi olarak, istisnai bir yer işgal eder. Bununla beraber, en büyük panelin merkezi tema­ sı Şam'ı bir vaha kılan Barada ırmağı'dır. O, mavi sular, nehrin üzerine kavis oluşturan ağaçlar ve zevk çadırlanyla eksiksiz olarak gösterilir.20 Nostalji, Araplar arasında sadece bir halk hafızası değildi. Birçok kimlik teması gibi seçkinler tarafından sistematik bir biçimde manipüle ediliyordu. Ispanya'daki Emevi Hanedam'nın kalıntılan, Şam'ın anısına, Islam'ın erken dönemlerindeki Arap soylulannın kaybolan hakimiyetinin bir simgesi ola­ rak, tutundu. Göçebeler için benzersiz bir biçimde önemli olan ve Adem'in yaradılışından sonra geride kalan kilden Allah tarafından yapıldığına ina­ nılan hurma ağacı, Şam Ulu Camisi mozaiklerinin dikkat çeken bir teması­ dır.21 Muhtemelen bu yitirilen anıtı düşünerek, Ispanya'nın ilk Emevi yöne­ ticileri bu dokunaklı mısralan oluşturdu: Rosafa'da bir palmiye , onun büyüdüğü ülkeden uzakta, Batı ülkesine sür­ gün edilmiş bana, aniden göründü. Orada, hayalimde, kendi kendime söyle­ dim: Ben de uzak sürgünde yaşıyorum, çocuklanından ve ailemden uzun sü­ re önce aynldım. Sen tuhaf topraklarda büyüyorsun ve senin gibi, sürgün be­ ni uzaklara sürüklüyor. 22

Erneviierin rakibi, Abbasilerin Bağdat Sarayı'nın çevresindeki daha az coş­ kun şairler de, Islam öncesi Arap şiiri biçimlerine ve Bedevi diline tamı ta­ mına sadık kalarak, göçebe simgelerini ve fikirlerini gönülden teşvik ettiler. Birçok şairin hiçbir zaman yaşamadığı çölün atmosferi, klasik Islam edebi­ yatını istila etti.23 Islami hanedanlar, her ne kadar Erneviierin tahtan indirilmesinden son­ ra bir ölçüde gerilese de, daha maddi yollardan, göçebe yaşam tarzının çeki­ ciliklerini ifade etti. Kısmen yedek göçebe güçlerle teması sürdürmek için, hem de ilk Müslüman yöneticilerin büyük açık mekanlar için bir nostalji de hissetmelerinden ötürü, Suriye Çölü'nün kenarlanndaki avlanma alanlan19 20 21 22 23

Brandenburg, Samarkand, s. 210. Bkz. Marguerite Gautier-Van Berchem, "Mosaics of the Dome of the Rock in jerusalem and of the Great Mosque in Damascus", Creswell içinde, s. 326-327, 339. En azından bu Şii gelenegidir. Bkz. Corbin, s. 225n. Alıntı için bkz. Marçais, Manuelde I'Art Musulman, 1: 206. Karş. Spuler, The Muslim World, 1 : 103. Von Grunebaum, Medieval Islam, s. 260. 41

mn ortalannda kaleler inşa ettiler.24 Yanın binyıl sonra en büyük Arap tarih­ çisi ve aynı zamanda hanedanlann önde gelen bir danışmanı olan Ibn Hal­ dun, deve göçebelerine karşı derin bir ikircikliliği ifade etti: "var olan en vah­ şi insanlar" ama yine de, çöl koşullannın koruduğu saf soylanndan türeyen grup dayanışmalanndan (asabiye) dolayı, hakiki soyluluğun aralanndan baş gösterebileceği tek insanlar.25 Bu tür kolay kolay geçmeyen "çöl züppeliği" , nostaljinin daim kılınınasma statü cazibesiyle katkıda bulunarak, Müslüman saray yaşamının daima bir unsuru oldu. 26 Göçebe yaşam tarzının sürmesi, göçebelerin soyundan gelen, Arap olma­ yan (esas olarak Türki) hanedanlann nostalji temasını sürdürme biçimiyle vurgulandı. Her ne kadar temelde Arap nostaljisine benzese de, Orta Asya tipi, belirli önemli biçimlerde, yan tropik çölün palmiye gölgesi rüyasından aynlır. Türkçe sözcük yay la, soğuk, kuru Asya bozkırlanm hatırlayan halk­ Iara bir "cennet imgesi"ni, akan, buzlu sulan ve bereketli otlaklan, akla ge­ tirir.27 Konstantinopolis'in Türkleri bile bu tür bir nostaljik özlemi "Rume­ li'nin Tatlı Sulan"na ve "Anadolu'nun Tatlı Sulan"na sık sık kısa gezintiler düzenleyerek ifade eder. Bununla beraber Türkler ya da Moğollar için, deve (iki hörgüçlü deve bile) yerine at, geniş açık rnekaniann özgürlüğünü sim­ geledi. Tazelik, hurma palmiyelerinden ziyade serin dağlann kozalaklı ağaç­ lanyla simgelendi. Soyundan gelenlerin Islam'ın esas seküler gücü olmasın­ dan çok önce, Cengiz Han'ın, atalannın avianma ve gömülme alanlan için nostaljisi bu temanın merkezine yerleşti: Bu , Cengiz Han'ın, mezannın orada olmasını isteyecek kadar çok sevdigi,

Burhan Haldun kutsal daglar bölgesidir. Orası, Selenga, Orhon, Tuula, Onon, Kerulen ırmaklannın kendi yoUanna gittigi, Mogolistan için muazzam bir su kaynagı olan, göçebe gelenegin efsanelerinin sevilen mekanıdır. Kozalaklı agaçlar karanlık alaniann hudutlannı belirler; çam, köknar, sedir ve hepsin­ den önce karaçam ruha hükmeder. 28

Arap nostaljisinden bağımsız köklere sahip olan sadece Orta Asya nos­ taljisi değildir; özgül gelenek Çin'in yöneticisi Kubilay Han gibi, Islam'dan uzak olan CengizHer arasına bile serpildi. Kubilay Han "sık sık göçebe ya­ şam için nostalji hissederdi. Sonrasında da, seçilmiş bir noktasında, bambu­ dan inşa edilmiş, ipekle donanmış ve yağınura karşı korunaklı sivri bir çatı­ sıyla, Çin karneriyesi ile Müslüman çadınmn (ger) bir melezi olan yazlık bir 24 25 26 27 28 42

Wiet, "L'Ernpire Neo-Byzantine des Ornayyades", s. 67. Çevrildigi yer: F. Rosenthal, 1: 250, 274. Weulersse, s. 69. Karş. Hodgson, 1 : 239. Planhol, "Caracteres Generaux de la Vie Montagnarde" , s. 120. Cornrneaux, s. 28.

sarayın bulunduğu bir parka taşınırdı" . Kameriye, şahinler ve çitalarla avlan­ ınayı sağlayan, özel olarak dikilmiş bozkır otlanyla kuşatılmıştı.29 Bu neden­ le, Islam'ın meşrulaştıncı etkisi kadar önemli olan, ısrarcı bir tanımlayıcı mit olarak göçebe nostaljisinin bağımsız olarak var olabileceği sonucuna varmak güvenli gibi görünür. Karşıtlık oluşturan nostalji miti yerleşiklerinkidir. Onlar geniş rnekania­ nn değil, küçük tarlalannın güvenliğinin ve huzurunun rüyasını görür. Her ne kadar konu bu çalışmanın sınırlannı aşsa da, göçebelerle, kültürel gele­ neği şüpheye yer bırakmayacak şekilde yerleşik olan (örneğin, "ilk saban sü­ ren" olarak yönetici) Çinliler gibi etnik gruplar arasında bu tür bir karşıtlık olanaklıdır. Hem Hıristiyanlığın Yahudi mirası hem de erken dönem Hint­ Avrupalılannın göçebe-çoban geçmişi, Avrupalılann nostaljisini, dinin oda­ ğı olarak kentler üzerindeki Islami inat tarafından Müslüman nostaljisine sokulan karmaşalardan, daha farklı bir biçimde etkiledi. Ne olursa olsun Is­ lam ve Hıristiyan nostalji mitleri arasındaki farklılık, Ortaçağ boyunca evri­ lirken öylesine büyüktü ki, etnik kimlikler üzerindeki etkileri derin bir bi­ çimde farklıydı. Eski Ahit tarihinin sayısız öğrencisi, göçebe bir ideal ve "süt ve bal ülke­ sinde" yerleşik ve tanmsal yaşam arzusu arasındaki gerilimi fark etti.30 Ge­ rilim kuramı, M.Ö. 7. ve 8. yüzyıl peygamberlerinin, dinin saf, basit aşaması olarak, çölün (Sina ve daha öncesi) mirası için nostalji ifade ettiğini belirten john W. Flight tarafından güçlü olmasının yanı sıra aynntılı bir biçimde ile­ ri sürüldü.31 Hatta onlar Yehova'nın, ülkeyi, "Kabil'in lanetli ırkının" otur­ muş sanatıanna karşıt olarak, "sadece Israil'in başlangıcınınkine benzer bir göçebe yaşama izin verecek bir duruma" indirmesi için dua etti.32 Isveçli bir akademisyen tarafından yapılan daha aynntılı bir yorum, Yehova'yla uzlaşı­ lan, Tann'nın varlığını hissettiren dehşetin, Bedevi gururunu kırabilecek ve üç bin yıl sonra Vehhabi Müslüman püritenlerinin Arap aşiretlerini birleş­ tirmesi ve evcilleştirmesinde olduğu gibi, heterojen Israiloğullannı yerleşik hayatta birleşmeye zorlayacak tek araç olarak görür.33 Aynı zamanda Samu­ el Nystrom, Israiloğullannın karmaşık geçmişinin yerleşik hayata geçişi ola­ naklı kıldığını kabul eder. Araplann birçoğunun aksine onlar kesintisiz çöl göçleri sırasında tek hörgüçlü hecin devesi kullanan grands nomades [büyük göçebeler] olmaktan ziyade yan göçebeydi. Yan göçebeler için koyun ya da keçi sürülerinin eşliğinde, yürüyerek ya da eşek sırtında, çölün kıyısında ya29 30 31 32 33

A.g.e. , s. 241. H. ve H. A. Frankfort, "Conclusion", Frankfert içinde, s. 246. Flight, s. 162. Karş. Campbell, s. 141-154. Flight, s. 21 1-213. Nystrom, s. 83-95, 123-132. 43

pılan göçler, göçebe-çoban yaşamın daha sınırlı bir türünü oluşturdu. Daha sonra ortaya çıkacağı gibi ayrım, çok önemli içerimiere sahipti. Burada kırla­ ra özgü imgelerin, göçebe anılardan çok daha kolay bir biçimde yerleşik ya­ şam nostaljisiyle uzlaştığını vurgulamak önemlidir. Göçebe çobanlar için, zeytin ağacı, üzüm bağı, hatta buğday tarlalan, vahanın hurma palmiyeleri­ ne göre, çok daha önemli simgelerdi. Sürüleri gerçek çöllerde hayatta kala­ mayacağından göçebe çobanlar ya da petit nomades [küçük göçebeler] , (sık sık Eski Ahit'te beliren) tepelerin ve vadilerin değerli otlaklannda çok daha sınırlı kalmışlardı. Çöllerin ve bozkırların özgürlüğü için nostalji, Sina'dan sonra İsrailoğullan arasında gerçekten hayatta kaldıysa, göçebe çobanlar için olduğu kadar, tarım için de uyumsuzdu.34 Sakin günlerin ilk şairi Hesiodos, zamanının Yunanistan'ında hakim olan çiftçiyi daha gerçekçi bir biçimde övdü. Etrüskler zamanındaki Roma yaşa­ mında, çobanların yerini küçük toprak sahibi çiftçiler aldı. 35 Bununla bera­ ber Hıristiyanlık çağından çok önce, çoban imgesi Grek ve Roma nostaljisin­ de neredeyse Eski Ahit kadar çok tekrarlanır hale geldi. Avrupa pastoral idi­ li, Altmış Beşinci Mezmur'un çok az yağış alan tepelerini bile yansıtmıyordu. O, basitçe tarımsal bir ülkede, çiftçi olmaktan daha çekici olduğu hayal edi­ len bir mesleği resmeder. Dahası (idilin inek sürülerine işaret ettiği tran'da olduğu gibi) tspanya dışında çobanlar, hiçbir zaman atlı değildi. Bu neden­ le göçebe çobanlık Greklerin sınırlı, düzenli mekan idealiyle ve onların gö­ çebelere göre yerli nüfus olduklan -en azından dar bölgelere odaklanılırsa anlamsız olan bir mit- inancıyla uyumludur.36 Arap dünyası üzerine Fransız bir uzmanın yorumladığı gibi, "Batı Hıristiyanlığı derin bir biçimde toprağa kök salmıştır. lsa'nın doğumunun popüler imgesinin nelerden oluştuğunu düşünmek yeterlidir: katırla öküzün arasındaki yemliğin içindeki samanla­ rın üzerinde Kurtarıcı, bir tarafta gübre yığını ve diğer tarafta saban. Bu köy­ lülerin dininin tipik bir resmi değil midir?"37 Diğer bir deyişle, Avrupa Hıristiyanlarının nostalji simgeciliği, bir bin­ yıl içinde, Hıristiyan kökenierinin yan göçebe imgelerinden, kendi atalan­ nın habitatından bir sahneye dönüşü. Kolektif bir hafızaya derin bir biçim­ de işleyen bir yaşam biçiminden ternalann sürekliliğine daha çarpıcı bir ör­ nek bulmak zordur. 34

35 36 37 44

Göçebe çoban yaşamı için nostaljinin yokluguyla baglanıılı yerleşik yaşam biçimine direneme­ me, daglı nüfusun büyük bir kısmını ve iyice kurumsallaşmış yerleşik kültürlerin sınınndaki diger gruplan karakterize edermiş gibi görünür. Braudel (The Mediterranean, 1 : 25 ve devamı) daglı nüfusun önemine işaret eder ama onlar sadece nadiren (İsviçre' de oldugu gibi) süregiden siyasi kururolann temeli haline gelir. Grenier, s. 314. Kirk, s. 153. Özellikle bkz. Peters, s. 201-202 ve aşagıda Dördüncü Bölüm. Weulersse, s. 70-71 . Karş. Haussig, s. 345.

Avrupalılann lsa'nın doğumunu bir köylü idiline dönüştürmesinde oldu­ ğu gibi, onlar Eski Ahit çölünün "ıssızlığını" , yerleşik kültüre daha tamdık olan bataklıklann ve ormanlann rnekanına dönüştürdüler. "Issızlık"ın sim­ gesel ikiliği, korku verici ama saflığın korundugu bir yer; orman ve bataklık temizlenebilir ve yerleşik hayatın kullanımı için dönüştürülebilir olduğun­ dan, onun "sınır" karakteristigi, yıkıcı saldınlann sürekli bir kaynağı olan çölün aksine genişleme için bir meydan okuma oluşturur.38 Neredeyse bu­ nun kadar çarpıcı başka örnekler vardır. Hıristiyanlar için Cennet Bahçesi muglak bir simgeydi. O, Müslümanlar için oldugu gibi, kesinlikle dünyevi bir cennetti; ama düşmüş insan için erişilemez olduğundan, o bir sahtesiyle cezbedilme tehlikesiyle karşı karşıyaydı. Bundan dolayı modem çağın başın­ da Torquato Tasso, kenti aktif bir lütuf olarak tercih ederek; narsistik, edil­ gen cenneti pagan olarak reddetti;39 Müslüman şiirinin, gerçek kentin lslam dini için merkezi rolüne rağmen, görünüşe göre hiçbir zaman atmadığı bir adımdır bu. Diğer yandan basit köylü yaşamı için duyulan nostalji, yönetme becerilerine olan güvenini yitirmiş fin-de-siecle* 40 Avrupa seçkinlerinin ko­ layca hakim simgesi haline geldi.

Yerleşik hayat nostaljisinden teritoryal bağlılığa Saf haliyle kendini tekrarlayan bir duygu olarak düşünüldügünde nostalji, sınıf davranışı ya da edebi ifade açısından, grup kimliği için olduğundan da­ ha önemlidir.41 Bununla beraber mitlerde ve simgelerde dışavurolan kolektif tutumlann, kimlik için çok önemli olduguna inamlırsa, farklı simgesel içe­ rikler için nostaljinin inatçı gücü gözden çıkanlamaz. Yerleşik köylünün ba­ sitleştirilmiş yaşamına duyulan özlernin ürettiği etki, özellikle, Avrupa'da te­ ritoryal kimligin aşamalı gelişimi üzerinde güçlü bir etki ortaya koymuş gi­ bi görünür. Claude Levi-Strauss gibi antropologlar, mekansal yapılandırma­ mn, her ne kadar her zaman değilse bile zaman zaman, "toplumsal yapının neredeyse izdüşümsel bir temsili" olduğunu keşfettiler.42 Bu çalışmada ince­ lenen daha geniş, çok daha karmaşık kültürlerde, Levi-Strauss'un küçük "il­ kel" toplumlannda keşfettiğine paralel olan, ama nostalji gibi daha karmaşık yapılarca aracılık edilen ilişkileri bulmak beklenebilir. Teritoryallik üzerine yorumlar, bu nedenle, sadece başlangıç düzeyindedir. Konuya, çeşitli kent­ lerin mekansal özelliklerinin göz önünde bulunduroldugu değerlendirmede, 38 39 40 41 42

G. Williams, s. 97. Giaınatti, s. 184. Aynca bkz. Gerhardt, s. 32. (*) Elias, Die hofısche Gesellschaft, s. 321-322. Levi-Strauss, Structural Anthropology, s. 292.

19. yüzyıl sonu - ç.n.

45

dini örgütlerin etkisinde, dilin biçimsel olmayan hudutlannda ve her şeyden önce imparatorluk sistemlerinin etkinliklerinde, geri dönülecektir. Belirli bir toprağa bağlılığın kökleri, Grek ve Roma geçmişine, hatta ka­ dim Ortadoğu'nun yerleşik toplumlarına kadar geriye gider. "Hudut" için kullamlan terimler, Giorgio Buccellati'ye göre teritoryal bir kavramın varlı­ ğına işaret eder. Bir Mezopotamya kentinin alanı anlamında "bölge/toprak" , "yönetim" ve "halk" ile birlikte kavramsal çerçevenin bir parçasıdır.43 Dör­ düncü Bölüm'deki polis tartışmasında daha tali olarak belirecek olan, sınır­ landınlmış, düzenlenmiş bir mekanın Grek nosyonu, özünde teritoryaldir. Roma dünyası bu bağlılığı birkaç adım daha öteye taşıdı. Fransız bir yazann vurguladığı gibi: Hiçbir şey Latin uygarlığı kadar sağlama bağlanmış değildir: köylüler, kent sakinleri, Romalılar ve fethedilmiş halkiann çoğunluğu hudutlann, sabit ge­ tirilerin, sabit miktarlann bağlamında düşündüler. Zemin, ufku unutturacak kadar çok hudutlada bir baştan diğerine çizilmişti. Yüzyıliann emeği, kınl­ gan ama sonsuza dek yenilenebilir zenginlikleri ondan çekip çıkardı. Latin

hukuk faaliyeti, toprağın ve mülkiyetin savunulmasına yönelmişti. 44

Roma'nın toprak ilkesine bağlılık için duyduğu kaygı, Batı Avrupa'da kalı­ cı bir iz bıraktı. Bizans üstündeki etkisi büyük olabilirdi ama eninde sonun­ da Müslüman fetihleriyle büyük ölçüde yitip gitti. Latincenin dilbilimsel ge­ lişimi, Batı toplumunun erken bir oluşum aşamasında, soykütüksel ya da aşiretsel adlardan, teritoryal kavrarnlara keskin bir sıçrayışı sergiledi. Kar­ şılaştırmalı dilbilimin önde gelen bir okulu, bu değişiklikleri, vurgulanmış, genel bir Hint-Avrupa eğilimi olarak görür. Bu doğruysa, Latince tarafından aktarılan teritoryal kavramlar, Batı Avrupa nüfusunun hakim unsuru için yerli olan eğilimiere güçlü bir etkide bulundu. Benveniste'ye göre: Sözcük dağarcığı bu büyük dönüşüm sürecini yansıtır: d6mos gibi ofhos teri­ mi de, bundan böyle, bir yerde yaşama terimi haline geldi. (. . . ) Hint-Avrupa toplumsal yapısının yıkılmasını ve yeni terimierin ilerleyişini gözlemliyoruz. Eski soykütüksel adlar, teritoryal bölünmelerin adlandınnalan haline gele­ bilmek için, kurunısal ve toplunısal anlamlanndan anndınlmış hale geliyor. (. .. ) Latince [Hint-Avrupalı] , sözcük dağarcığı yeni gerçekleri gizlese bile, es­ ki kullanırnlara sadakati nedeniyle tükendi; diğer taraftan Grekçe [Hint-Av­ rupalı] , bir dizi yeni terimierin altındaki ilkel örgütlenme modelinin inatçı­ lığından tükendi. 45 43 44 45 46

Buccellati, s. 19, 3 1 , 56-72. Commeaux, s. 9. Benveniste, 1: 310-3 1 1 . Varagnac (s. 190) evin eşigi üzerine vurgunun genel bir yerleşikligin karakteristi{ti oldugunu düşünür ama sadece Fransız (yani Hint-Avrupa) kanıtlar sunar.

Daha sonralan pratik yöneticiler olarak Romalılar, teritoryal kavramlan işe koştu. Bir anlamda Roma İmparatorluğu kent-devletlerinin geniş bir bir­ liğiydi. Roma, aksi halde uzlaşmaz birimler olarak kalacak olanlar arasın­ da kesin sınırlan sabitleme yükümlülüğünü üstlendi. Polisler tartışmalı hale geldiğinde, imparator, tartışmalı sınırlan yerinde incelemesi, parsellerin ve toprağın mülkiyetini belirlemesi ve güvenilir kararlar vermesi için bir mer­ kez memuru gönderdi.46 Sadece çözümü güç bir olayda Romalılar, nihai ola­ rak teritoryal olmayan bir otoriteyi tanıdı. Hiredos'un soyundan gelenlerden, Hillel ailesinden seçilen bir "kabile reisi (ethnarch) " , memurlan atanıakla ve Yahudi diasporası için yüce yargıç olarak hareket etmekle yetkilendirildi.47 Roma'nın teritoryal bölünmeye dayanmasının her ne kadar yeterli olma­ sa da zorunlu bir koşulu yoğun yerleşimdi. Kadim dünyanın erken çağların­ da, Ortaçağ'da olduğu gibi, zımnen kabul edilen sınırlar genellikle seyrek bir biçimde iskan edilmiş alanlardı - çöl, dağ, bataklık, orman. Gerçekten de bu tür bölgelere glasi, ani baskınlara karşı koruyucu olarak değer verili­ yordu. Bölgelerden geçmenin fiziksel güçlüklerinden ayrı olarak, ilkel lojis­ tik sistemleri olan düşmanların, bu ıssız arazileri aşmak için gerekli önem­ li gücü desteklemeleri de zordu.48 Tacitus, Germen köylerin dikkate değer boşluklada çevrelenirken, Roma köylerinin birbirine bitişik olduğunu fark etti.49 Bununla beraber İtalya'dan başlayarak sistemi Galya'ya dek genişle­ ten Romalılar, Galyalılann zaman zaman taş sınır işaretleriyle betimlediği, eski yerel bölünmeleri korudu . Küçük bölünmeleri pagus olarak terimleş­ tiren Romalılar, onları pekiştirdi ve onlara kesin sınırlar atadı. Kent-devle­ ti (civitas) bölünmesi, yüksek yönetim düzeyinde pagi'lerin birçoğuna uy­ gulandı.50 Önceden var olan etnik ( "kabileye has") birimlerin, olgunlaşmamış te­ ritoryal bağlılıklar olarak elde tutulmasının, can alıcı bir biçimde önem­ li, güçlendirici bir mekanizma olduğu ortaya çıktı. Roma Imparatorluğu çöktüğünde, onun daha geniş teritoryal adlandırmaları, Hispanya, Galya ve İtalya gibi Roma yönetimsel bölünmeleri üzerine iddialarını temellendi­ ren, Roma'nın ardından gelen siyasi kurumlar için dikkate değer bir öne­ mi elinde bulunduruyordu. Bu soluk bir biçimde hatırlanan yönetsel birim­ ler bile, tber ve ltalya yanınadalan gibi, aşikar coğrafi birimler oluşturdu , bununla beraber, nüfus düzensizliklerinin ve yitip giden teknik ve iktisadi kapasitelerin oluşturduğu koşullarda siyasi kurum oluşumunun dinamik46 Millar, s. 435. 47 juster, 1 : 390 ve pevamı. 48 Dion, s. 1 1. 49 Benveniste, 1 : 160. 50 Gage, !.es Classes Sociales, s. 178-181; Petit-Dutaillis, s.

ll.

47

leri, Roma bölünmelerinden sayısız sapınayı üretti. Karmaşık siyasi gerçek­ lik, Beşinci Bölüm'de tartışılacak Burada, birçok etmenin çakışmasının te­ ritoryal devletlerin gelişimi için vazgeçilmez olduğunu vurgulamak önem­ lidir. Bu etmenler, meşrulaştıncı miti ve yönetimsel merkezlerden standart dilsel örüntülerin yayılmasını içerir. Yönetimsel uygulamalannda klasik yö­ netsel birimlerin adlarını kullanmaya devam eden özerk kilise örgütlenme­ sinin etkinliği, fazlasıyla önemlidir. 1 3 . yüzyılda, her birinin katı bir biçim­ de tanımlanmış bölgeleri olan papalık için vergi toplayanlar, kaynak mobi­ lizasyonunun belli başlı failleriydi.51 Teritoryal siyasi kurumlan üreten et­ menlerin en önemsizi, yerel düzeyde Roma ve Roma öncesi teritoryal bö­ lünmelerin anısı değildi. Roma piskoposlannın ve pagi sınırlannın yerel bilgisindeki süreklilik, en azından Fransa'da, coğrafyacılar tarafından ispatlandı. Piskoposlar somut yönetimsel öneme sahip bu anılan destekleme çabalarını hiçbir zaman tam olarak terk etmedi. 52 Germenik saldınların yakın kaotik koşullan altında ve muhtemelen Sarlman'ın imparatorluğunun çöküşünden sonra bile, bu tür çabalar nadiren başanlıydı. Tam da sınırların önceden var olan kabileye has bölünmeleri izlemesinden dolayı, sınırlar genellikle doğal ıssız arazilerde konumlanmıştı. Nüfusun, topraklann ekiminin ve iletişimin azalması -yer­ leşik yaşamın bozulması- bu tür alanların ıssızlığa dönmesine neden oldu . Güvensizlik ve denetimsiz düşmanlık zamanlan sırasında, yerel savaş beyle­ ri onlardan bir kez daha glasi olarak yararlandı. Feodalizmin bu gelişmedeki rolü sık sık yanlış anlaşıldı. Batı Avrupa'nın merkez alanlannın -Fransa, Çukureller ve Ren ırmağı'nın batısındaki Ger­ men toprakları (Rhineland)- l l . yüzyıl boyunca aşamalı olarak pekiştiril­ mesi, muhtemelen parçalanmadan çok, siyasi istikrara katkıda bulundu . Feodalizmin pekiştirilmesi, yoğunlaştınlmış tarımsal etkinlikle çakıştığın­ dan, onun teritoryallik üzerindeki münhasır etkisini belirlemek güçtür. 1 250 ila 1350 arasında ilk kez, kilometrekareye kırk ya da daha fazla bir nü­ fusla, Pierre Chaunu'nun ifadesini kullanacak olursak, "doldurulmuş dün­ ya [jilled-up world] " , Loire ve Scheldt arasındaki zengin tarım topraklann­ da belirdi. Köylüler, görsel olarak diğer köyün çan kulesi biçiminde, kom­ şularıyla daima karşı karşıyaydı. 9. yüzyıl kadar erken bir tarihte, her kişi ilk kez özel bir kilise çevresine (parish) atandı; hatta komşu kilise çevrele­ rindeki dini töreniere (sermon) katılmak bile genellikle yasaklandı. Yaşamın neredeyse tüm önemli görünümleri, önceki gevşek sistemin yerini alan sıkı bir biçimde sınırlandınlmış teritoryal birimler içindeki kilisenin ilgisine ta­ bi hale geldi. 895 tarihli Frenk Krallığı'nın bir kararnamesi, halihazırda var 51 52 48

Bauer, s. 470. Dion, s. 27; Lernarignier, s. 6 ve devamı.

olan kilise bölgesi ve yeni kurulacak bir başkası arasında en az 7,5 kilomet­ relik bir mesafeyi (iyi bir görsel aralık) gerektiriyordu .53 Kilise çevresi üze­ rine temellenen bölünmenin bilinci Fransız siyaseti üzerinde, sık sık patri­ otisme de clocher* olarak ifade edilen, ısrarcı bir etki haline geldi; ama son yüzyıl boyunca daha ciddi bir biçimde laiklerle kilise okulu müdürleri ara­ sındaki mücadelede yansıtıldı. Feodal dönemde, kilise çevrelerinin oluştu­ rulmasının etkisi muğlak olmaktan uzaktı: her köy fiefi,* * değerli bir mül­ kiyeti temsil ediyordu; bu nedenle, tam olarak kapsamı bir maddi çıkar ko­ nusuydu. Sonuç olarak, toprak doldukça, taş sınır işaretleri bulundu ya da yenileri dikkatli bir biçimde yerleştirildi. Bir şekilde geniş birimler arasın­ da bile, sınır işaretleri 1 5 . yüzyıla doğru önemli hale geldi, örneğin Latin­ ce, Fransızca ve Almanca yazıtlı sütunlar Liege ve Brabant arasındaki sını­ n belirledi. 54 Köy söz konusu olduğunda, Romalılar tarafından toprağa ku­ rulan belirleyici, sürekli hat kadim bölgesel sınırların üzerindeki hakimiye­ tini yeniden ele geçirdi. Feodalizmin rolü hakkındaki kafa karışıklığı, kısmen, yoğun, iyi tanım­ lanmış köylerin, siyasi kurum düzeyinde sınırdaş topraklara karşılık gel­ memesi olgusundan kaynaklanır. Feodalizmin doğası toprağı, önemli siya­ si hakları, özellikle hukuki yargılama hakkını aktaran kişisel bir mülk ola­ rak tanımayı içeriyordu. Her düzeydeki feodal lordlar için, sınırdaş olmayan fiefleri elinde bulundurmak olasıydı - aslında bu kuraldı. Sonuç olarak, Ba­ tı Avrupa siyasi kurumları, muazzam ölçüde karmaşık bir mozaiğin minik birimlerine çözülme eğilimindeydi. Zaman zaman, serflerin, günümüzdeki araştırmacıların olduğu gibi, belirli bir köyün kime bağlı olduğu konusunda kafası karışıktı ama belirli bir çiftlik toprağı şeridinin hangi köye bağlı oldu­ ğu konusundaki kafa karışıklığı çok seyrekti. Bir kent ya da bir köy, bir ya da daha fazla lorda ortak olarak bağımlı ola­ bilirdi. Her ne kadar güçlü yöneticiler bu tür parçalanmanın üstesinden gel­ mek için mücadele ettiyse de, sırası geldiğinde lord da birçok bölgede fiefle­ re sahip olabilirdi. 1244 gibi erken bir tarihte Fransa kralı, vassallanndan ya Ingiltere'deki ya da Fransa'daki fieflerini bırakmalarını talep etti. Ama hem Fransa'da hem de Kutsal Roma Imparatorluğu'nda fiefleri elinde bulundu­ ran soylular, her ne kadar tabi olduklan lordlanna kişisel hizmet sunmak zorunda olmasalar da, 18. yüzyıla kadar varlıklarını korumuşlardı. 55 Marc Ullmann, The Camiingian Renaissance, s. 39; Chaunu, L'Espagne, 1: 65-66. Karş. Lemarignier, s. 6 ve devamı. (*) Çan kulesi vatanseverligi - ç.n. (**) Fief, Avrupa'da feodal dönemde, vassal'ın lorduna yapugı hizmet karşılıgında, lord'un vassal'a bahşettigi toprak veya mala verilen isimdir - e.n. 54 Paul Bonenfant, "A Propos des Limites Medievales", Eventail de I'Histoire içinde, s. 79. 55 Bloch, Feudal Society, 2: 382; Haller, s. 413; Girard d'Albissin, s. 24, 371 ve devamı. 53

49

F R A N S A

Fransa'nın sınırlan ve civardaki ülkeler, 1 980.

/1\......) .. ,,1 1 1 1 1111,, -:,

Fransa'nın sınırlan, 1 669. NF" harfi, Fransa'ya ait olan yerleşim bölgesini gösteriyor. Yaklaşık 900'den beri Roma-Germen dil hududu; belirtildi!ji üzere Brüksel ve Dunkirk'in güney bölgesi hariç.

F R A N C H E ­ C O M T E

Harita 1: Fransa'nm kuzey smırlarr.

Bloch'un da işaret ettiği gibi, hem Fransa'ya hem de imparatorluğa tabi olan, bilinen herhangi bir teritoryal birim (köy ya da kent) örneği yoktur. Sonuç olarak Bloch, "krallıklar (. .. ) meşru bir biçimde sınırlar olarak adlandınlabi­ lecek olanlardan ayrılıyordu" sonucuna vanr.56 Nelly Girard d'Albissin etkileyici bir biçimde aynntılandırılmış olarak, her ne kadar Fransa'nın kuzeyindeki sınırlar, birkaç istisna dışında, sürek­ lilik arz etse de, devlet sınırlannın, 1 7 . yüzyıl gibi geç bir tarihte, bir harita üzerinde çizilmesinin güç olduğunu ortaya koydu. Hatta Amerikan seçimle56

so

Bloch, Frudal Society, 2: 382. Aynca Transilvanya'nın erken modern Avrupa'daki nevi şahsına münhasırlıgı hakkında bkz. Sugar, s. ı s ı .

rinde vuku bulan bir hilede* olduğu gibi, çoğu zaman aynı nedenlerle, bü­ külmüş ve dönmüş sınırlar da vardı. Yerel çıkarlar gümrük vergilerinden ka­ çınmak için uygun anklavlar* * ve dönemeçler; devlet adamları, üstün güç­ ler tarafından desteklenen genişleme iddialan için yararlı fırsatlar sağlayan Jiefbağlannda muğlaklıklar buldu. Aynı zamanda Girard d'Albissin -yukarı­ da atıfta bulunulan Fransız coğrafyacılan gibi- geleneksel, "önceki dönem­ lerde [yani, Fransız Devrimi'nden önce] sınırlan kesin olarak çizmek konu­ sunda bir kaygı yoktu"57 gibi bir akıl yürütmeyi reddeder. Sınır çizme süre­ ci, kısmen araştırma ve kartografideki teknik ilerlemeler sayesinde, temel olarak Fransa'da 18. yüzyılın başında tamamlandı; dahası, önemli toplumsal güçler yüzyıllar boyunca bu amaç için çalıştı. Bununla beraber, sınır çizme sürecinin sonlarına doğru, XIV. Louis'ye "daima zümreyle değil toprakla uz­ laşılmasını telkin edin" tavsiyesinde bulunan Vauban gibi öndegelen şahsi­ yetler çok bilinçli aktörlerdi. 58 Şu aşamada, can alıcı bir biçimde önemli olan sonuç, karşılıklı olarak güçlendirilmiş duygular ağının Batı Avrupa'nın mer­ kezi alanlanndaki köylüleri, iyi tanımlanmış yerelliklere ya da pays'e bağla­ dığıdır. Yerleşik nostalji simgeleri ve muhtemelen, hiçbir zaman tam olarak yok olmayan, yerel sınırlar geleneğinin güçlendirdiği Latince dilsel örüntü­ leri, yerleşme koşulları kesin sınırları uygulanabilir kılar kılmaz, yeniden canlandınldı. Sabit sınırlar kavramı, iktisadi, kültürel ve zaman zaman da siyasi hakimi­ yeti sayesinde merkezi alandan Batı Avrupa uygarlığının diğer alanlarına ya­ yıldı. Çağdaş bir Çek tarihçinin açıkladığı gibi, bu gelişme "Ortaçağ devleti­ nin teritoryalleşmesini [daha eski "kişisel ilişki devleti" yerine] önemli ölçü­ de güçlendirdi" ( . . . ) "Terra-land-zemOja) 9. ve 10. yüzyıllarda, çoğu zaman 'Vaat edilmiş Topraklar' gibi belirli bölgelere övgüyle birlikte, sık kullanılan teknik kavramlar haline geldi" .59 Istikrarlı yerleşim alanlan aşamalı olarak birbirine yaklaştıkça, yayılma çoğu zaman Bohemya platosunu çevreleyen dağlar gibi doğal engellerin ortasına doğru, Orta Avrupa boyunca oldu. Ör­ neğin, Bohemya ve Silezya'nın Slavlarca yönetilen iki prensliklerinden birbi­ rine yakın iki akın -her ne kadar bu örnek çağdaşlan için görece önemsizse de, her iki akının da Almanca konuşanlardan oluştuğu ortaya çıktı- Südet­ ler'in doruklarının yakınlannda buluştu. Kolonileştirilen her köy, ormanlan (*)

Burada Ingilizce genymander sözcügü geçiyor. Bu sözcük, Amerika'da "Seçim bölgesinin sınır­ lannı degiştirerek seçim sonuçlannı etkileme işlemine verilen isim"dir. Kenan Erçel, "ABD'ye Özgü Kavramlar Sözlügü: 'Gerrymander'" , Birihim Haftalık, http://www .birikimdergisi.com/ haftalik/8244/abd-ye-ozgu-kavramlar-sozlugu-gerrymander#.Wh_vpicpKUk - e.n. ( * * ) Yabancı topraklarla kuşaulmış bölge (enclave) - ç.n. 57 Girard d'Albissin, s. 23, 27. 58 A.g.e., s. 160, 252. 59 Graus, "Die Entstehung der mittelalterlichen Staaten", s. 48. 51

temizleyerek kendi tanm alanlannı oluşturdu, yerleşim akını, alan sının bir çizgiyle değiştirilineeye kadar, dağın diğer tarafından gelen koloni kurucu­ Iann zaten temizlediği alanlarla köylüler karşılaşıncaya dek birkaç kilometre ileriye itildi. lnsan çabalan, yani, siyasi iktidar ilişkileri, yerel düzeyde sınır­ Iann belirlenmesinde çoğu zaman belirleyiciydi.60 Bütününde süreç, muhte­ melen l400'den sonra bu tür kesintisiz hat sınırlar, Batı Avrupa modelinde, olağan beklenti haline geldiğinden, dikkate değer bir biçimde banşçıl görü­ nür. Bohemya, gerçekten de Kutsal Roma Imparatorluğu içinde ilk geniş te­ ritoryal siyasi kurum haline geldi; 1 3 . yüzyılda bile yöneticileri siyasi avan­ tajlar için onun sımrlannı bilinçli olarak manipüle ediyordu. Üç niteleme bir düzen içindedir. llki, kişiler ya da kabileler üzerinde yöne­ tim nosyonu, aşağıda ele alınacağı gibi, Batı Avrupa'dan çok Orta Avrupa'da güçlü olarak kaldı. Ikincisi, sabitlenmiş sınır kavramı, seyrek yerleşiimiş alan­ larda bile, zaman zaman vaktinden önce gelişmiş bir güç sergiledi. Örneğin l374'te, (Prusya'daki) Ermland piskoposluğunun sınırlan, hakem karannın sonucu olarak, donmuş göller ve açık alanlardan geçen yetmiş sekiz kilomet­ relik düz bir çizgi boyunca tamamen modem, Amerikan tarzında ölçüldü.61 Üçüncü benzer bir gelişme, lS. yüzyılda eski Rusya'da Batı'nın fark edilebilir bir taklidi olmaksızın, meydana geldi. Alexandre Eck, 14. yüzyılda "toprağın genellikle uçsuz bucaksız ve çok seyrek bir biçimde iskan edildiğini; prens ve nüfus arasındaki kişisel ilişkileri teritoryal malikane ilişkilerinden, toprak sa­ hiplerinin işlerinden, keskin bir biçimde ayırmanın önemli olduğunu" belir­ tir.62 Eck, "Tüm bu nedenler bir arada, bir prensliğin toprağının bitişik olma­ sını engelledi; o, prensin otoritesini uygulamasına müdahale eden, prensin gelirlerini azaltan ve topraklann iktisadi ve yönetimsel örgütlenmesini büyük ölçüde karmaşıklaştıran, sayısız anklavlarla karakterize olmuştu" diye devam eder.63 Prensin bu anklavlan ortadan kaldırmaktaki açık çıkan, bayarlannın (soylu toprak sahipleri) malvarlıklannı, özellikle sonrakiler kendisininki­ ne sınırdaş olan prenslikleri yönetiyorsa, diğer prensierin korumasına aktar­ masını yasaklamaya yöneltti. Her ne kadar bayarlar direndiyse de, eski Rusya Çan III. lvan, l504'e doğru, kendisi "mülkiyet dokunaçlannı" diğer prensiik­ Iere genişletme pratiğini dikkatli bir biçimde sürdürürken, onlann geri çekil­ melerini durdurabildi. 64 Bu nedenle, geniş teritoryal birim düzeyinde, yerle­ şik yönetimi etkileyen paralel koşullardan kaynaklanan Rus uygulamalan, en az Batılı siyasi kurumlannki kadar ileri görünebilir. Şüphesiz göçebe sınırla60 61 62 63 64 52

·

Karp, s. 74, 100; E. Schwarz, s. 667 ve devamı. Karp, s. 13. Eck, s. 84. A.g.e., s. 87. A.g.e., s. 97.

nnın kendine özgü koşullan, etnik oluşumu dikkat çekecek kadar homojen olan bir Rus imparatorluk siyasi kurumuna neden oldu. Diğer yandan, yer­ leşim örüntülerinin yeterince tamamlanmasından itibaren, merkezi Rus top­ raktan, dilbilimsel örüntülerde olduğu kadar kesintisiz hat sınırlanna yöne­ lik eğilimlerinde istisnai bir biçimde homojen oldu.

Stamm ve kabile Batı Avrupa'da Ortaçağ'ın başlangıcındaki istikrarlı yerleşik hayata geçiş örüntülerine, yani, teritoryalleşmeye yönelik eğilimdeki şiddetli kesinti, ço­ ğu zaman Germen istilacılann "kabileye ait" soy kavramına atfedilir. Açıkla­ mam, bunun yerine, iletişimin kesintiye uğramasına, ekilen alaniann daral­ masına ve otoritenin parçalanmasına vurgu yapıyor. Bununla birlikte Ger­ men soy mitinin soylulann kimliği üzerine güçlü bir etki sarf ettiği de doğru­ dur.65 Sonuç olarak, çoğu zaman "kabileler" olarak adlandınlanın ve özellik­ le yerleşik nüfus üzerinde atfedilen kan ilişkilerinin etkisini ele almak önem­ lidir. "Kabile" den daha zararlı bir etkiye sahip herhangi bir sözcük varsa, bu Almanca Stamm terimidir. Yüzyıllık akademik inkara rağmen, birçok eğitim­ li Alman, günümüzde ayırt ettikleri lehçe gruplanyla, istilalan gerçekleşti­ ren gruplar ya da hatta Tacitus'un betimlediği "kabileler" arasında bir sürek­ liliğin olduğuna inanır. Gerçekten de Tacitus'un Gennania'sının l455'te ye­ niden keşfi, erken modem Germen ulusal bilincinin esinlenmesinde bir rol oynadı.66 Stamm'in (sözcüğü sözcüğüne "dal" , daha sonralan "soy" ya da "nesil") "kabile"yle eşitlenmesi, Germen kamuoyunu "kabileler"in genellik­ le biyolojik bağlarla bir arada tutulan, iyi tanımlanmış, sürekliliği olan etnik kimlikler olduğu, yaygın olan yanlış kavramsallaştırmasıyla aynı hizaya ge­ tirdi. Avrupa etnik kimliğinin karmaşık evrimini anlamak için ilk adım, M.S. 400'den sonra, bu tür nosyonlan defetmektir. Roma İmparatorluğu'nun, (19. yüzyıl Alman tarihçilerinin "gezinen halk­ lar" olarak kavramsallaştırdığı) "barbar" istilalannı yüzeysel bir şekilde göz­ leroleyen biri bile, Roma ordulannı ezecek kadar güçlü muazzam hordala­ nn* aniden ortaya çıkmasını, Stamm adlannın herkesin dilini düşürmesini ve ardından da, tek bir yenilgiden sonra, toptan ortadan kaybolmalannı ya da inanılınayacak kadar önemsiz kalıntılar bırakmalannı görmekten şaşkı­ na dönmüştü. Erken dönem Hıristiyan yazar jordanes'in zamanından bu ya­ na, bu tür "felaketleri" açıklamak için epey bir teori ortaya atıldı. Bu teoriler basitçe, Tann'nın cezalandırmasından hordalann İskandinavya'da bir yerler65 Poliakov, The Aryan Myth. 66 Lemberg, s. 148. (*) Göçebe yagmacı topluluk - e.n. 53

deki vagina gentium'a küskün bir biçimde geri dönüşlerine dek uzanır. As­ lında, bir yüzyıl önce taslak haline getirilen ama Alman antropoloji tarihçi­ si Reinhard Wenskus tarafından mükemmel bir biçimde ortaya konan basit bir açıklama, kafa kanşıklıgını giderir.67 Sadece küçük bir savaşçılar çekirde­ gi ve onların yakın aileleri gerçekten de bir Stamm adına baglıydı, bu da sıra­ sı geldiginde genellikle tek bir lider ve onun soyundan gelenlerden çıkanlı­ yordu. Sık sık, dövüşte becerikli ya da şanslı bir birey, daha yaşlı Stamm lide­ rinden kopmaya karar verirdi. Becerileri, yeni bir savaşçılar çekirdegini (La­ tince comitatus, Almanca Gefolgschaft, Slavca druzhina) kendisine çekmesi­ ni sagladı. Davası başarılı olursa, bu çekirdege köksüz, çaresiz adamlar kitle­ si katılırdı; zaman zaman onlar sülalece katılırlardı ama Germenik ve diger Hint-Avrupa unsurlar arasında bir savaş çetesine katılım bireyseldi.68 Çogu zaman özgün comitatus üyeleri soylular haline gelirdi. Benzer bir biçimde dil ve gelenekler tamamlayıcı çekim ögeleriydi ama sa­ vaşın yakından ilişkili örüntüleri, gruplan birbirinden ayırt etmek için muh­ temelen daha önemliydi. Dogu Germen savaş çeteleri hantal vagon dizileri gibi ilerledi ve agır silahlı atlı savaşçıları (cataphract) , hafif bozkır süvarile­ rine tercih etti. Onlar, Türki bozkır okçulannın vur-kaç taktigi yerine, ya­ kın muharebede mızrak ve kılıç kullandı.69 Türki Hunlar ilerlediginde, Got­ lann Karadeniz'in kuzeyindeki alandan kaçışlannın akla getirdigi gibi, açık bozkırlarda Dogu Germen yöntemler görünüşe göre degersizdi. Agır süva­ ri savaş taktigi, görünüşe göre, bozkır süvarİlerinden ziyade engebeli ara­ zi ve bol su özelliklerine sahip Avrupa koşullarına daha iyi uyuyordu ; bu­ nunla beraber atlı, agır zırhlı Dogu Germen savaşçıları, hala esas olarak yaya olan Batı Germen gruplarına hızlı, belirleyici darbeler vurabildL Got savaş­ çılannın birçogu diger Dogu Germen gruplardan geliyordu ama başarılı fe­ tihler kümesi çok farklı kaynaklardan yararlandı. Böylece Vizigot lideri Ala­ rik, 408'de, köken olarak çok heterojen olması gereken kaçak köle sürüleriy­ le Roma'ya yaklaştıgında, savaşa iştirak etti. 70 Ostrogotlar sayısız kaçak köle­ yi saflarına kattı. Üç yüzyıl sonra Batı Germen Lombardlan heterojen unsur­ lan savaşçı olarak topladı. Daha da sonra Slav Hırvatlar ve Sırplar, Bosna'da farklılaşmamış unsurları, Batı ya da Dogu Hıristiyanlıgına sadık kalmayı se­ çip seçmemelerine göre, kendine kattı. 71 Bu nedenle çok genel bir biçimde, 67 68 69 70 71

54

Wenskus, Stammesbildung, s. 74, 8 1 , 398. Karş. Schlesinger, "Herrschaft und Gefolgschaft" , s. 238 ve devamı; Hornan, s. 28 ve devamı. Wenskus, Stammesbildung, s. 62, 339, 349, 440; Schlesinger, "Herrschaft und Gefolgschaft" , s. 270. Dannenbauer, 1 : 31; Altheim, Niedergang der alten Welt, 1: 99, l l 2 ve devamı; Vemadsky, "Der sarrnatische Hintergrund", s. 348. Previte-Orton, 1: 84. Wenskus, Stammesbildung, s . 75; josef M atl, "Die Slawen auf den Balkan", Saria içinde, s . 69.

tüm savaş çetelerinin kanşık olduğu ve başarılı oldukça da daha heterojen hale geldikleri söylenebilir. Türki (Hun, daha sonra Avar) hanedan çekirdeğine daha güçlü sadakat eğiliminden ayn olarak, Slav grup örgütlenmesi, Germen Stamm'ına epey­ ce benzer. Muhtemelen Keltler ve diğer Hint-Avrupa örgütlenmeleri de bir dönem benzerdi. Balkanlar'a yeniden nüfus kazandırma becerilerine baka­ rak, Slavlar görünüşe göre Germen gruplardan daha kalabalıktı. Cömert bir tahminle, Ostrogotlann sayısı 250.000'dir. Vandallar gibi, bazı Doğu Ger­ men grupların sayılan, Germen olmayan gruplardan dikkate değer katılırn­ Iarına rağmen, sadece on binlerle ifade edilebilirdi. Romalılarla karşılaş­ malarmda Doğu Germen grupların becerilerinden şaşkına dönenler, M.S. 409'da dikkate değer Romalı sefer gücünün 4.000 adamdan oluştuğu gerçe­ ğini· görmezden gelir. En başarılı Batı Germenik unsur olan Frenkler, sade­ ce 60.000'ken, Lombardlar yaklaşık 20.000 savaşçıya ve ek olarak da onla­ rın ailelerine sahipti. 72 Stamm oluşumunun itici gücü macera, zafer, ganimet ve hatta varlığını sür­ dürmek için bir geçim arayışıydı. Bununla beraber o başarılı olduğu ölçüde, lider, bir kimlik mitini aynntılandırdı ve öğretti. Bu mitler doğmakta olan kimlik gruplan için nadiren asli statü iddia etti; bunun yerine, o uzak, çoğu zaman da masaisı kökenler atfetti. Özünde tek başına Stamm hanedan miti olan bu soyağacı miti de, Troyalılar gibi, Eski Ahit'in Magog'u ya da Germen tanrılan gibi, uzak, olanaksız ama muzaffer atalar iddia etti. Bu iddialar -Ger­ men gruplar arasmda neredeyse evrensel olan- ejderha bayrağıyla; Bavyera­ lılardan ve Burgonyalılar tarafından Hunlardan73 ödünç alınan bebek kafata­ sı deformasyonuyla ve hepsinden öte, masaisı bir atadan geldiğini ima eden Stamm adıyla simgelendi. Bu tür bir soy, taşıyanı yönetmekle (Geblutsrecht)74 donatan üstün kan büyüsünü aktanr. Üstünlük hanedanın üyelerine aynl­ mıştı; ama Stamm adının saygınlığı tüm savaşçılara uygundu. Seçkin unsurlar saygın Stamm adı için rekabet etti. Bazı hanedan çekirdekleri (örneğin, Van­ dallar ve Lombardlar) , maceranın başarısız olması durumunda Stamm'ı sür­ dürmeyi güvence altına almak için, uzak fetihler için yola çıkmadan önce, ha­ nedanın geride korunan bir çekirdeğini ve onun Stamm takipçilerini, güven­ li bir üs bölgesinde geride bırakmak için özel önlemler aldı.75 Zaman zaman, Lombardların (Stamm adlarının kökeni olan) uzun sakalı gibi, tek bir sim­ gesel atfm yitirilmesi, şüphesiz Frenklerio onların ortadan kaldırılmasını zo72 73 74 75

Cipolla, s. 370 ve devamı; Petri, s. 95; Musset, s. 235. Roma ordulannın sayısal gerileyişi hakkında bkz. Dannenbauer, 1: 229. Stroheker, s. 270. Wenskus, Stammesbildung, s. 54, 57, 62; Deer, s. l lS. Wenskus, Stammesbildung, s. 486; Zöllner, Diepolitische Stellung, s. 47. 55

runlu tutmakta öngördüğü gibi, kimliğin altını oydu?6 Daha genel olarak mi­ tin gücü, 3. yüzyıl Romalılanmn, İsteksizce, yoğunlaşmış isyanın açık riskine rağmen, morali yükseltmek için, tek bir Stamm'dan savaşçı almayı sürdürme­ ye karar vermeleri gerçeğiyle kamtlanmıştır.77 Stamme örgütlenmesinin son gerçek işlevinin (9. yüzyıl Kutsal Roma lmparatorluğu'nda) savaşçı alma or­ ganlan olarak hizmet etmek olması rastlantı değildir.78 Doğrusu, Stamm mi­ ti ve simgeleri, liderler tarafından (sık sık bilinçsizce) manipüle edilen farklı unsurlan, safiara katmakta ve toplumsallaştırmakta, daima karmaşık aygıtlar oldu. Bununla beraber genel olarak düzen, liderlerin becerilerine ve saygınlı­ ğına bağlı olarak, istikrarsızdı. Bu atıflar, yenilgi ya da yetersizliğin sergilen­ ınesiyle ortadan kaldınldığında, fetih kümelerinin unsurlan hızla yeni bağlı­ lıklar arardı. Sonuç olarak acemi gözlemciler, geniş Stamm oluşumlanm bü­ yüyle beliriyormuş ve ortadan kayboluyormuş gibi algıladı. Stamm niteliklerinin büyük bir çoğunluğu göçebe "kabileler" için de ge­ çerlidir ve bazılan her yerdeki "kabileler"e uygulanabilir. Hızlı fetihler dai­ ma olanaklı bir çekim kaynağı değildir ancak diğer siyasi girişimler dikkate değer benzer kümeler oluşturmuştu.79 Stamm ve Avrasya bozkır göçebeleri­ nin savaş yöntemleri arasındaki farklılıklar yukanda belirtildi. Sosyolojik bir bakış açısından, Türk, Macar ve Moğol göçebelerinin okçuluğa dayanması, tam üyeliğe uygun olan heterojen unsurlann alınmasını güçleştitir çünkü at sırtından ok atmak, yıllar süren pratiği gerektiren bir beceridir. Onlann ka­ bile örgütlenmeleri de, küçük aileler ya da bireylerden çok grup sadakatini gerektirir. Genellikle yay kullanmayan Araplar, Türkler ve Moğollar, yenil­ gi dönemlerinde kabHelere bölünme eğilimindedir. Bazı kabile üyeleri kanla ilişkili değildir ama kabileler, Stamm için uygulanabilir olandan daha istik­ rarlı bir bütünleşmeye izin vermek için, kanla ilişkili üyelerin yeterince bü­ yük bir çekirdeğini içerirdi. Türkler arasındaki kabileler, en azından Germen savaşçılar kadar, kendilerini başanlı hanecianlara bağlamaya hazırdı. Muaz­ zam sayıda Türk, Attila'nın Hunlanna, Cengiz Han'ın Moğol Hanedam'na, sahte-Cengizi Timurlenk'e ve diğer görkemli liderlere, onlann hanedan mit­ lerini kolayca benimseyerek bağlandı.80 Germenik gruplarda olduğu gibi, sadece hanedan gerçek bir soykütüğü­ ne sahiptir. Bununla beraber Stamme'nin hanedan çekirdekleri, asimilasyo­ na karşı daha dirençliydi ve daha sonralan, genişleyen bozkır imparatorluk76 77 78 79 80

56

Wrnskus, Stammesbildung, s. 78. Schenk von Stauffenberg, s. l l . Tellenbach, Konigtum und Stamme, s. 6. Sömürge Afrika'sında benzer "kabilesel" biçimieniş için bkz. Wenskus, Stammesbildung, ve devamı. Karş. Young, s. 35. Sinor, "Central Eurasia", Orirntalism içinde, s. 9 1 .

s.

75

lannın aksine az ya da çok bağımsız krallıklar oluşturmaya eğilimliydi.81 Bo­ yun eğdirici bir hanedanın soykütüksel miti kabul edilmesine rağmen, göçe­ be kabilderin geride kalan kimlikleri, (Türkler ve Finler arasında) grup to­ temlerinin korunmasıyla güvencelendi. Türk totemi kurttu; bu totem, kim­ likleri dikkate değer biçimde dirençli olan Türkmenler tarafından hala koru­ nur. Totemleri, görünüşe göre Arap etkisinin sonucu olarak, deve olan Ka­ zak Türkleri, henüz yakın zamanda gruplaşmış görünür.82 Moğollann tote­ mi yoktur. Buna rağmen Cengizi "Altın Kabile" , "gökten doğduklan" , ya­ ni, ilksel annenin güneş ışınlanyla hamile bırakıldığı mitini kıskanç bir bi­ çimde savunurdu. Cengizi mit öylesine nüfuzluydu ki, kökeninden iki yüz­ yıl sonra, Timurlenk, bu mitteki payını talep eden aşın derecede zayıf iddia­ lannı, başkentinin, Semerkant'ın, esas camisini gerçek bir Cengizi olan kan­ sı Bibi Hanım'a adayarak kutsadı; Timurlenk'in kendi lahdi güneş ışığı soy­ kütüğüyle işlenmiştir.83 Ayırt edici karakteristiklerden çok daha önemli olan, yerleşik hayata geçi­ şi kolaylaştıran Germen niteliklerdi.84 Tacitus'un zamanının Stamm'ının sabit bir yeri vardı. Hatta yakın geçmişte bir tarihçi "o halde yerleşim biriminin yö­ netiminin Germenlerce en erken dönemlerinden itibaren bilindiğini, ( . . . ) ül­ ke ve insaniann [ teritoryal yönetimin merkezi olarak, bir Burg'la, yani kaley­ le] birbirine ait"85 olduğunu ileri sürdü. Kuşaklar boyunca bozkır örüntüle­ riyle kültürlenmelerine rağmen Gotlar, çağdaşlan ve sonradan araştırmacılar tarafından yerleşmek için bir yer aramaya yatkın olarak görüldü. Askeri ope­ rasyonlar bu arayışı kolaylaştırdı çünkü görece yavaş vagon hareketi ailelerini yanianna alabileceklerini ve ağır süvari savaş yönteminin, okçuluğun aksine, yaşam boyu uzmaniaşma gerektirmediği anlamına geliyordu. Batı Germenik gruplar özel tanınsal topraklan güvence altına almakla bundan da fazla ilgi­ leniyordu. lstilalardan önceki yüzyıllarda Germen gruplar, bozkırlardaki dik­ kate değer tanınsal etkinliklerini sığır yetiştiriciliğiyle sık sık bir arada yürü­ tüyordu. Her ne kadar savaşçılar olarak Doğu Germenik fetih kümeleri, ken­ di başlanna tanmsal işleri üstleurneye isteksiz olsalar da, onlann teritoryal iş­ galine (Landnahme) , çoğu zaman Kelt ya da Slav kökenden, tanınsal işgücü sağlamak için, Leutenahme (tabi nüfusun hakimiyeti) eşlik ediyordu.86 Göçe­ belerin öncelikli kaygısı otlaklarken -onlan güvence altına almak, uzun vaStammesbildung, s.

81

Wenskus,

82

Totemler üzerine özellikle bkz. Deer, s. 52. Cengizi mitinin sürekliligi için bkz. Alderson, s. 1 5 ;

75.

Alien, s. 48n; Hodgson, 3: 104.

Samarlıand, s. 94, 132. Stammesbildung, s. 440.

83

Brandenburg,

84

Wenskus,

85

Schlesinger, "Herrschaft und Gefolgschaft" , s. 267.

86

Wenskus,

Stammesbildung, s. 373-390, 445-446, 478. 57

dede bir zenginlik kaynagını yok etmek anlamına gelse de- Germen fatihler, görece alçakgönüllü sayılanm kalıcı olarak destekleyecek yeterli besin fazla­ sı saglayan bir ülke bulmak konusunda kaygılıydı.87 Sonuç olarak göçebeler, hakim olduklan nüfus için sürekli bir tehlike kaynagıyken, Germen istilacı­ lar morallerini yitirmiş Romalı yerleşik halkla uzlaşmayı görece kolay buldu. Bu uzlaşma sürecinde bir grup, Frenkler, ardından gelen tarih için hesap­ lanamaz sonuçlanyla birlikte olaganüstü bir biçimde başanlıydı. Frenk id­ dialanmn en kapsayıcı eleştirileri bir araya getirilirse, onlann kadim köken ve süreklilik iddialanm fiilen geçersiz kılar. Görünüşe göre, Franci (gurur­ lu, cesur) adı, onu Ren-Moselle alanında yerleşmiş ve paralı asker olarak is­ tihdam edilen tüm özgür insanlara uygulayan 3. yüzyıl Romalılanndan kay­ naklamyordu.88 Şüphesiz, bu paralı askerlerin birçogu Germen kökenliydi ­ bölgenin köylü halklan bile, 3. ve 4. yüzyıllar boyunca gitgide artan bir bi­ çimde dil olarak Germen hale geldi. Bazı otoriteler bu heterojen Germenik nüfusun, Chatti gibi daha erken bir Stamme'yle işlevsiz baglantılan korumuş olabilecegine inanır. "Frenkler" olarak adlandınlan yüksek rütbeli subay­ lar, geç 4. yüzyıl boyunca Roma ordulannda dikkat çekiyordu.89 Sonuç ola­ rak, "Merovenj" olarak bilinen hanedamn ve onun ardıllan "Karolenj"lerin Roma destek güçlerinin subaylanndan oluştugunu saptamak şaşırtıcı de­ gildir. Merovenj ailesi ve onun comitatus'u,* 5 . yüzyılın ortalannda, Kuzey Galya'mn kannaşık koşullannda bir askeri: darbe [coup d'etat) gerçekleştirdi. Karl Werner'in açıkça işaret ettigi gibi, Merovenjler, eski Roma sınırlan için­ de simgesel otorite iddiasında bulunduktan sonra, Ren Nehri'nin ötesindeki alanlara dogru iktidanm genişletti. Werner, Merovenjleri sadece askeri: gasp­ çılar olarak görmez, onlann, aynı zamanda merkezkaç egilimleriyle ünlü bir bölgede hayatta kalan Romalı soylular tarafından bir askeri: yönetici güç ve soylulann özel yönetimi için bir "dış cephe" saglamak için kullamldıklanna da inanır. Germenik çizgisinin moda oldugu bir çagdı; sonuç olarak, Frenk­ ler, bu tür amaçlar için, Romalı subay Syagrius'un kısa ömürlü askeri: dikta­ törlügüne, muhtemelen, tercih edilebilirdi. 90 Yaklaşık 496'da, Merovenj hanedam ve onun takipçileri, açıkça çok daha saygın olan İtalya'nın aryan yöneticisi Ostrogot Teoderik'le rekabetin bir par­ çası olarak, Katolik Hıristiyanlıgına geçti.91 Frenkler, Katolikligin belli başThe Decline ofRome, s.

87

A.g.e. , s. 446; Musset, s.

88

Kurth, "La France et les Francs" , s. 358.

89

Schenk von Stauffenberg, s. 28 ve devamı; Stroheker, s. 12, 20.

(*)

Latince, silahlı grup anlamına gelir - e.n.

90

58

220; DeVries, s. 102.

Karl F. Werner, "Irnportant Noble Farnilies in the Kingdorn of Charlernagne" , Reuter içinde, s. 140 ve devamı;

91

56, 235-237; Vogt,

karş. Schlesinger,

Schenk von Stauffenberg, s . 156.

"Herrschaft und Gefolgschaft" , s. 248.

lı ilk Germen destekçileriydi; onlann din değiştirmesi, Werner'in, Frenklerin hanedan düzeyinin altındaki soylulannın büyük ölçüde Germen Stamm li­ derlerinden değil, Roma-Galya aristokrasisinden oluştuğu tezine uymaktadır. Bununla beraber aynı itikada sahipler arasındaki karşılıklı evliliklerle ailele­ rin hızla birbirine kanşması, bu önermeyi sınamayı neredeyse olanaksız kılar. Bu tür karma evliliklerin ve hatta tamamen Romalı ebeveynlerin çocuklan saygın Germenik adlar aldı ve annelerinin Latin ve Romalı hitabetini ve kül­ türünü benimsedi.92 Ne olursa olsun papalık ve en önemli sivil memurluk­ lar, Merovenj dönemi boyunca, kesinlikle Romaldann elinde kalmış görünür. Frenkler, diğer Germen gruplann aksine, keşişleri, "lsa'nın [ Gefolgschaftl Çe­ teleri" olarak Stamm kategorileri içine katarak, manastır sistemini kolayca ka­ bul etti.93 Bu nedenle, bir istiladan, hele Kuzey Galya'ya yan göçebe istilasm­ dan söz etmek, fazlasıyla yanıltıcıdır; Werner "fetih" terimini reddedecek ka­ dar ileri gider. Werner'in görüşü bir şekilde abartılıysa, Frenk darbesinin ha­ fif, ayn ayn bölümlerden oluşan fiziksel etkisi, iyi bir biçimde tasdik edilmiş görünür. Bu nedenle Frenk Hanedanlan tarafından elde edilen muazzam say­ gınlığı mitin meşrulaştıncı gücünden daha iyi hiçbir şey göstermez. Mitin Ka­ rolenjler versiyonunun temel önemi, Beşinci Bölüm'de tartışıldığı gibi, Batı Avrupa için yeni bir siyasi yapıyı meşrulaştırmak amacıyla, onun zenginleşti­ rilmiş papalık otoritesiyle birleşmesidir. Başlangıcından itibaren Frenk miti­ nin, Germen yönetiminin genellikle neden olduğu Roma teritoryal kimliğin­ deki kesintiyi azalttığına açıklık getirmek önemlidir. Roma topraklannda Frenk hanedanlannın ortaya çıkışı, onlann bu top­ raklarda yerleşme konusundaki süregiden tercihleri, Galya'daki mülkiyetle­ ri içinde sabitlenmiş toprak sahipleriyle kaynaşmalan ve kilisenin teritoryal çerçevesine uyum sağlamalan, kesintiyi en aza indirmişti. Frenkler iki kar­ maşık yoldan sürekliliği teşvik etti. llk başta kritik olan hukuki ilişkiler ala­ nı bulunuyordu. Germen hanedanlar ve onlann takipçileri genellikle kişi­ sel hukuku, yani, bireylerin belirli bir topraktaki ikameünden çok kökenie­ rine göre uygulanan yasa anlayışını sürdürdü. Bu Germenik uygulama gele­ neklerden keskin bir aynlığı temsil etmiyordu, çünkü indirgenmiş bir Roma "eyalet uygulama yasası" Roma eyalet seçkinlerinin farklılaşmasını yansıtı­ yordu. Hukuki tikelcilik, merkezileşmiş otoritenin ve klasik tarzlann geri­ lemesiyle beraber Latincenin bozularak bölgesel Latince kökenli dillere dö­ nüşmesiyle az çok aynı artış biçiminde ortaya çıktı.94 Temelde Salyan yasa92

Zollner, Die politische Stellung,

s. 8S; Kurth, "La France et les Francs" , s. 398; Bergengrun, s. 3 1 ;

Chaume, s. 196, 2 1 0 v e devamı. 93

Stroheker, s. SS; K. Schmidt, s. 84.

94

Stroheker, s. 1 19, 1SS. Roma öncesi emsaller için bkz. Schuban, s. 17; jouguet, s. 89. Erken Ortaçag'daki karmaşık hukuki evrim üzerine bkz. Stroheker, s. 1 24 ve devamı, 1 SS ve devamı; Mayer-Homberg, s. 13, 27S ve devamı; Sohm, s. 8; Kiener, s. 8S ve devanu; Garcia Gallo, s. 249,

59

sından türetilen, Normandiya ve Paris bölgesinin coutume'leri,* daha sonra­ lan Francia olarak bilinen Batı Frenk bölgesinin merkezi için birleşmiş te­ ritoryal yasanın temel içeriğini sağladı. Ama bu yasa bir sisteme bağlamr­ ken, Francia otoriteleri, Vizigotlann yaptığı gibi, Roma biçimlerini ve ilkele­ rini izledi. Nihai olarak Germen örf ve adet hukuku neredeyse tüm Batı Av­ rupa'ya yayıldı. Salyan etkileri, tspanya ve Bologna'daki Glossator okulunun Lombard içeriği hariç (lngiliz örf ve adet hukuku dahil) her yerde başattı.95 Sonraki kanal aracılığıyla Germen kavramlar, Avrupa'nın birçok yeri için standart haline gelecek olan, yeniden canlandınlmış Roma Hukuku'na girdi. Frenk yönetiminin bölgesel kimliğin sürekliliğini teşvik ettiği ikinci ve dolaylı yol, soy ilkesinin benimsenmesidir. Hukuki tedvinin aksine, Avru­ pa aristokrasisinin soykütüksel ilkelerinin gözden geçirilmesi, kendiliğin­ den meydana geldi; bu da, eninde sonunda Avrupa kimlikleri üzerinde güç­ lü bir etkiye sahip oldu. Romalılar arasında, soy için kaygı neredeyse ortadan kalkmışken,96 Germen gruplar için gerçekten önemli tek soy, daha önce de tartışıldığı gibi, hanedamnkidir. Merovenj Hanedam'nın nevi şahsına mün­ hasır kökenieri bu bağlantıda sıradışı bir öneme sahiptir. Olası göründüğü gibiyse, Merovenjler, Germenik standartlarda bile sonradan görmeydi; onla­ n takip eden soylulara aktarabilecekleri çok az istikrarlı, soykütüksel örün­ tüye sahipti. 7. yüzyılın sonunda, Merovenj tacını gasp eden Karolenj ailesi gibi soylular, kendi soylannın izini birkaç kuşaktan daha fazla nadiren süre­ bitirdi. Karolenj yönetimi altındaki yüksek soylulann, bunlann, kendilerini "Frenk" olarak tanımlayan büyük bir çoğunluğu dahil, neredeyse yansı, kan ya da evlilik yoluyla hanedanla ilişkiliydi. Sonuç olarak, yeni yöneticiler için, sadece Merovenjlerin Frenk Stamm'ini yönetici hanedanla özdeşleştirme ge­ leneğini sürdürmek değil, aynı zamanda her ikisine de münhasır, kutsal bir yer atfetmek önemliydi.97 İmparatorluğu etkin bir biçimde denetim altında tutan yüksek Karolenj soylulan, şüphesiz aile bağlantılanm genişletti; ama bunlar istikrarlı ya da düzenli olmaktan uzaktı. 9. yüzyılın sonuna dek, erken dönem Germenik ai­ lelerin arasında olduğu gibi, kadının olduğu kadar erkeğin de soyundan gel­ mek önemliydi. Bu aile "aşiret"leri, soykütüksel ilişkilerin belirleyici olduğu, göçebe ya da "kabile" toplumlanyla çok az benzerlik taşıyordu. Bunun yeri­ ne Frenk "aşireti" , saygınlığının neredeyse tamamını hanedanla ilişkilerin259 ve devamı; Reinhart, s. 350 ve devamı; Bloch,

Feudal Society,

1 : l l l ; Schlesinger, "Herrsc­

haft und Gefolgschaft" , s. 267; Goubert, "Byzance et l'Espagne" , s. 2 1 .

(*)

Teamül hukuku - e.n.

95

Territorium und Staat, s. 194. s. 92; Peters, s. 3 1 1 . Tellenbach, Konigtum und Stamme, s. 56 ve devamı; Graus, Volk, Herrscher und Heiliger, s. 273.

96 97

60

Koschaker, s. 57, 87, l l l , 1 20; Sohm, s. 26 ve devamı; aşagıda, Gage, Les Classes Societies,

den alıyordu. 98 Muhtemelen aile ilişkilerinin kendisi (şüphesiz ileride olaca­ ğı gibi) birlikte yaşamayı ve çalışmayı tercih eden kişiler dahil, kısmen ya­ paydı.99 Genel olarak 9. ve 10. yüzyıl soylulan, soylar hakkında çok az en­ dişeliydi. Bu açıdan geç dönem Karolenj aristokrat aileleri, Ortaçağ Rus böl­ gesi gibi diğer Avrupa bölgelerindeki comitatus'lann gönüllü birliklerinden devşirilen soylulara benzerdi. Ne aristokratlann ne de sıradan insaniann so­ yadı vardı ve vaftiz adlan ana soy hattından türetilirdi. 10° Frenk İmparatorlu­ ğu'nun dört bir tarafına yönetici tarafından gönderilen yüksek soylular, im­ paratorluk boyunca mülk zincirleri elde etti. Bu nedenle 8. ve erken 9. yüzyıl soylu aileleri soykütüklerinden çok özel mülk konumlanyla özdeşleştirilebi­ lir değildi. Bununla beraber, 10. yüzyıla doğru düzen ve iletişimierin çökme­ si, her aileyi görece sınırlı bir alanda yoğunlaşmaya mecbur bıraktı. Soylu kimlik tanımlanndaki temel bir dönüşüm, Freiburg Okulu Orta­ çağ uzmanlannın sergilediği gibi, binyıl dönümü yakınlannda başladı. Ba­ ba-yanlı ilkenin benimsenmesi erkek çizgisinden türetilen soykütüklerinin istikrar kazanması anlamına geliyordu. Welfler gibi bazı büyük haneler için süreç l l . yüzyıla doğru devam etmekteydi; diğer soylu aileler için 13. yüz­ yılda hala tamamlanmamıştı. Sonraki zamanda, paradoksal bir biçimde, esas olarak Fransız olan bazı büyük handerin çabalanyla, anne çizgisi üzerinden Karolenj soyundan gelme iddiası, kan-yanlı ilkesinin yeniden canlandınlma­ sına rteden oldu (erkek Karolenj çizgisi 10. yüzyılda sona ermişti ama ün­ lü ailenin halesini talep etmek için küçük çabalar, bir yüzyıl boyunca hala görünürdü) . 101 En çok hesaba katılan, ailenin sabit bir coğrafi konurola ilişkisiydi. Genel­ likle bu konu bir aileye ait olan tahkim edilmiş birkaç mülkten biriydi; onun yakınlannda, çoğu zaman, aile bir manastıra bağışta bulunurdu, böylelikle kalıcı bir aile, gömülme yerini güvence altına alırdı. Bundan sonra erkek çiz­ gisi, adla ve fiziksel olarak ağırbaşlı definle, mülkle özdeşleştirilirdi. Yakın zaman önce yapılmış bir çalışma, önde gelen bir Germen ailesinde bu süre­ cin nasıl meydana geldiğini betimler: [Welfler] güçleri genişledikçe, nesnel ve öznel bir korumayı bu şekilde güvence altına alarak, belirli bir yere bağlandılar, çünkü yerel bağlan, aile bilinçlerini de etkiledi. Bu bilinç, daha önce uzak bir ataya odaklanmışken, şimdi atalann mezarlanna odaklanır hale geldi. Bu nedenle aile bilinci hafı98 99

Guichard, 19. sayfadaki tablo. Heers,

s.

ıs.

Studirn ... fruhdcutscken Adels, giriş, s. S; Sablonier, s. 27 ve devamı, s. 68 ve deva­ 186 ve devamı; Heers, s. 2 S; K. Schmid, "Zur Problematik von Familie" , s. 13, 23. 101 Tellenbach, Studirn ... fruhdeutschen Adels, s. S; K. Schmid, "Zur Problematik von Familie", s. 30-34; K. Werner, "Die Entstehung desReditus", s. 37, S8.

100

Tellenbach,

mı; Eck,

s.

61

zayı aştı. O görülebilir bir noktada varlığını sürdürüyordu; yerelleşmişti. So­ nuç olarak, o zamana dek sadece atalar aracılığıyla belidenebilen kökenleri, nihayet özel bir yerle ilişki içinde belirlendi. 102 Soylular ne köylüler gibi kilise çevresinin kilise avlusuna gömülüyordu ne de cenaze törenleri kilise çevresinden rahipleri tarafından yönetiliyordu. Ama soylular da (daha önce ele alınan nedenlerden dolayı) istikrarlı bir te­ ritoryal konuma köylüler kadar bağımlıydı. Sonuç olarak aristokratlar, top­ rakla ve kırsal yaşam biçimiyle tüm ilişkilerin, ne kadar uygulanamaz ha­ le gelirse gelsin, mutlakıyetçi saray soyluluğu arasındaki uzak atalannın her hücresine sinen nostaljinin temelini sağladığını varsaydı. Karolenj İmparatorluğu'nun iki büyük ardılı olan siyasi kurumların -Fransız Krallığı ve Kutsal Roma İmparatorluğu- aristokrasisinin muazzam saygınlığı, Batı Avrupa soyluluğunun tamamına baba-yanlı soy uygulaması­ nı ve sabit taşra makamını yaydı. Bu, soyluluğuna nevi şahsına münhasır bir örüntü veren siyasi kurumun sınır karakteristiğine rağmen, Kastilya için de doğruydu. Bir başka Antemurale aristokrasi, Lehler, soykütüksel adını (szla­ chta) bile, Almanca "aile çizgisi" (Geschlecht) sözcüğünden uyarladı. 103 İn­ giltere, İrlanda, Sicilya ve Yakın Doğu haçlı krallıklannın Norman aristok­ rasisi, soylan sıkı bir biçimde irdelendiğinden, Fransa ve Almanya'daki aris­ tokratik düzenierin "organik" gelişimine göre muhtemelen daha "tipik"ti. O halde Stamm'ın kendisi nedir? Beklenebileceği gibi, Francia'da (Kuzey Galya) Stamm anlayışı, "Frenk" unvanındaki süregiden kanşık hanedan bağı görmezden gelinirse, neredeyse yoktur. Terimin herhangi bir anlamı olduğu sürece bunlar gerçek Germenik Stamme olduğu için, Güney Galya'daki Vi­ zigotlarla, Doğu-Merkez Galya'daki Burgonyalılarla ve hatta Kuzey ve Mer­ kezi İtalya'daki Lombardlarla işlevsiz bağlar bulunuyordu. Frenk Hanedam iktidarda ve saygınlıkta hakim olduğundan otoritesini kendisini izleyen soy­ lulan (yani, "Frenkleri") , diğer Stamm alanlannda önemli makamlara ata­ mak için kullandığından, diğer Stdmme'ye bağlılık Roma kökenli özdeşleş­ meleri üzerinde az avantaj sağlıyordu ya da hiç sağlamıyordu. 104 Bu nedenle bu Stamme, bir zamanlar değer verdiği kişiye özel hukuk gibi, hızla geriledi. 102 josef Fleckenstein, "Veber die Herkunft der Welfen" , Tellenbach içinde,

hen Adels, s.

Studien ... frulıdeutsc­

132.

103 Heers, s. 29. 104 Zollner, Diepolitische Stellung,

s.

137. Stamme'nin kalıcı önemde, yüzeysel olarak farklı bir deger­

Iendirmesi Kienast tarafından sunuldu,

Studien uber . . Volkstamme, bilhassa s. 5 ve devamı, 73 ve .

devamı, 95 ve devamı, 130 ve devamı, 1 73 ve devamı. Kienast, hem Bau hem de Dogu Frenk hü­ kürnranlıgında

Stamme'nin,

9. ya da 10. yüzyıla dek, eşit derecede önemli olarak kaldıgını açık­

ça iddia eder. Ama Katalan ya da Akuitanlar gibi gruplan Stamm kategorisine kabul etmesinin temeli, onun, hanedana dayalı ve diger siyasi güçlerin teşvik ettigi. bölgesel tekilligi.n Ren'in do­

gusunda iskan edilen Germen Stamme'ninkine benzer bir kimlik ürettigi. savıdır. Bir başka de­ yişle

62

Stamm'ın "sonraki"

türden bilincini, benim (diger birçok yazan izleyerek) tamamen farklı

Durum Ren'in dogusundaki Frenk toprakları için bir şekilde farklıy­ dı. Kökenieri ve oluşumlan ne olursa olsun, Alemanni, Bavyeralılar ve ya­ kın zamanda boyun egdirilen Saksonlar, hatta muhtemelen "Dogu Frenk­ ler" (Avusturasyalılar) olarak tanımlanan merkezi Germen Stamm'ı da, ay­ n kimlik mitlerine sahipti. Tamamen kurgusal bir biçimde bu mitler çag­ daş Almanya'da bile varlıgını sürdürür; bu nedenle bunlar, kimlikler için ta­ mamen önemsiz olarak gözden çıkarılamaz. Onların pratik önemi, Karo­ lenjlerin zamanında bile sınırlıydı ve gerilemekteydi. Stamme'nin izini Ta­ citus'un olaylar dizisine dek sürmenin 7. ve 8. yüzyıldaki çabalar gibi tama­ men mitsel soykütükleri, Batı Frenkleri ve diger Germen çeteler arasında ol­ dugu kadar bu gruplar arasında da yaygındı. 105 Sarlman'ın güven rluymama­ sından ve Frenk subaylan tercih etmesinden (hatta Frenk askeri birimleri­ ni diger Stamme'den ayrı tuttu) kimliginden dolayı sadece trans-Ren Stam­ me'si acı çekmedi. Karşılıklı evlilikler ve uzak aile mülklerinin edinilmesi, gönüllü olarak meydana geldi çünkü önde gelen ailelerin aile içi evlilik ge­ lenegi yoktu. 106 Sınırların etkisi de önemliydi. llk başta geniş geçişsel alanlar Germen or­ manlarındaki yerleşimleri birbirinden ayırıyordu ama tarımsal alan açma için ormanların temizlenmesi kaderndi olarak bunları azalttı. 1 07 Aynı za­ manda Germen yerleşirnciler hızlı bir biçimde doguya itildi. Yerleşim sını­ rında, bilinçli olarak örgütlenmiş ve sınırlandınlmış teritoryal birim olan Mark h�kimdi. Yerleşik sakinler adlarını (ömegin üstmark'tan Österreicher) , az ya da çok mitsel Stamm atasından degil, topraktan aldı. 108 Ren'e dogru daha batıda sözde Stamm şefi (princepler ya da Herz:og) varlıgını sürdürdü ama gücünü teritoryal aile mülklerinden devşirdi. Dahası büyük dini ida­ reler, güç için mücadele etti. Gitgide artan bir biçimde, bu tür Flachenstaat (teritoryal devlet) , eski Stamm bölünmelerini, onları sahip olduklan önem­ den yoksun bırakarak aştı. Rastlantısal olmayacak şekilde, Almanya'nın te­ ritoryal devletlere bölünmesi, teritoryal olarak tanımlanan feodal soylulu­ gun l300'lerde ortaya çıkışıyla aşagı yukarı çakıştı. 109 Ardından Stamm kişi­ sel hukukunun bellegi, bölgesel grupların Salyan yasalannın çeşitlerneleriyle bir soykütüksel mit üzerine temellenen gerçek Stamm'a karşıt olarak konumlandırdıgım bölge­ sel kimlik türüyle özdeşleştirir. Muhakkak, bölgesel kimlikleri bile Germen

Stamme'yi andıran

Roma öncesi Kelt gruplardan çıkarsanan birtakım tutarlıktarla pekiştirildigini düşünür; ama bu tür bir kimligin tüm mitsel temelinin ele aldıgı dönemden çok önce ortadan kayboldu�nu da

kabul eder. Kienast'ın Starnm'ı kendine has kullanışının dengeli bir eleştirisi için bkz. Ganshof,

"A Propos de Ducs", s. Die politische Stellung, s. 50; Kim, s. 6 9 ve devamı. Wenskus, Sachischer Stammesadel, s. 464 ve devamı, 471 , 474. "Stamme als Trager" , s. 147 ve devamı ve Ganshof,

16- 17 .

1 05 Zollner, 106

107 Wilhelm Berges, "Das Reich ohne Hauptstadt", "Das Hauptstadtproblem" içinde, s. 1 . 108 Rosenstock, s . 1 16; Keutgen, s . 1 19. 109 Rorig, "Territorialwirtschaft", s. 458.

63

özdeşleşmeye dönüştürüldü. Örneğin, her ne kadar Martin Luther ve birta­ kım modem alimler Sachsempiegel'in ("Saksonlann Aynası" ) , adının akla ge­ tirdiği üzere, Saksonların özgün Stamm yasası olduğuna inansa da, derleme Westphalia aracılığıyla, Germen kent ticareti ve yerleşimini benimsemiş ol­ duğu için geniş bir biçimde yayılan Karolenj yasasından türetilmişti. 1 1 0 Son­ raki Germenlerin, Stamm kökenleriyle özdeşleştirmeye yatkın olduğu lehçe­ ler bile, gerçekte teritoryal (Flachenstaat) sınırlar tarafından ortaya çıkanl­ dı ve tanımlandı. Diğer Avrupa siyasi kurumlanndaki paralel gelişmeleri belirtmek için ba­ zı fırsatlar ileride doğacak. FrantiSek Graus, Wenskus'un Germenik grup­ lar arasında çözümledikleriyle çok benzer olan Stiimme'nin, Polonya'nın, Bo­ hemya'nın (Moraviya'nın değil) ve Elbe bölgesinin Slavlan arasındaki siyasi kurumlar için başlangıç noktası olarak ne kadar önemli olduğunu gösterdi. Germenik Stiimme gibi, Slav oluşumlar da hızla geriledi. Buna karşın teritor­ yal olarak örgütlenmiş bir ülke olarak Fransa'nın erken gelişimini vurgula­ mak gerekir. Sarlman'ın yönetimi altında, Galya'da geniş teritoryal, yönetsel birimler asker toplamak için kullanılırken, Stiimme, hala, Ren'in doğusunda askere alma örgütüydü. 1 1 1 Ölümünden sonraki yüzyıl boyunca bu tür geniş birimler -Akitanya, Burgonya, Picardie, Bretonya- kayda değer özerk siya­ si kurumlar için geçici üsler haline geldi (Altıncı Bölüm'de göreceğiz) . Yer­ leşik sakinleri için ayırt edici simgeler olarak adlarının etkisi bölgesel siya­ si kurumlar geriledikten sonra da varlığını sürdürdü. Kuzey Galya biyogra­ filerinde, "Neustrasyalı" (Francian) , "Akitanyalı" ve "Burgonyalı" gibi böl­ gesel adlar, 8. yüzyılda çeşitli Germen S tamm kökenli adlarla değiştirildi. 1 1 2 Dört yüzyıl sonra, Ortaçağ destanlan, geriye dönük bir biçimde, Stamm ad­ larını doğu askeri birliklerine ayınrken ("Alemanni" , "Yüce Germenler" , "Franconialılar") ;1 1 3 teritoryal bölünmeleri, Sarlman'ın batı askeri birlikleri­ ne atfetti ("Poitevinler" , "Brabanterler" , "Normanlar," "Lorenliler") . Her ne kadar bazı bölünmeler ("Normanlar") açıkça anakronik ve diğerleri ("Brel l O Schoffier, s. 18; Sohm, s. 26. Karş. Wenskus, Stammesbildung, s. 38; ama Stamm'ın hukuki te­ meline degil, "Sachsenspiegel"deki Stamme'a atıfta bulunarak ele aldıgını göz önünde bulun­ durun. Hugelmann'ın daha önce gösterdigi gibi ("Studien zum Recht der Nationalitaten" , s. 277) "Sachsenspiegel"

Stamm

farklılaşmasının, bu farklılaşmanın, 13. yüzyıla dogru, hakika­

ten önemli olarak kalıp kalmamasından bagırnsız olarak, Germen mitini tartışmasız bir biçim­ de yansıtır. Onun da işaret ettigi gibi

(a.g.e. ,

s. 285 ve devamı) , o andan sonra Frenk (Salyan)

yasası, "Sachsenspiegel" gibi, tamamen bölgesel hale gelme egilimindeydi.

l l l Graus, "Die Entstehung der mittelalterlichen Staaten", s. 13; Tellenbach, Kdnigstum und Stdm­

me, s.

6; Wolowski, s. 52.

1 1 2 Musset, s. 208; Heinrich Mitteis, "Der Vertrag von Verdun im Rahmen der Karolingischen Ver­ fassungspolitik" , Mayer içinde,

Der Vertrag von Verdun, s.

90.

l l3 Remppis, s. 80 ve devamı; E. Schubert, s. 3 1 6 ve devamı. Bu tür bazı bölgesel işaretierin ve da­

Stamm bölünmelerinin sürekliligi üzerine bir tartışma için bkz. ... Volkstamme, s. 145 ve devamı.

ha önceki

64

Kienast,

Studien fiber

tonlar" , "Frizler") muğlak olsa da, simgesel tanımlayıcı terminolojideki ge­ nel farklılık, 13. yüzyıl Fransa'sındaki, Almanya'daki kadar büyük, dilbilim­ sel ve siyasi parçalanmanın varlığına rağmen, görünürdür. Terimlerle halk üzerindeki yönetime işaret eden adiann değiştirilmesi için benzer bir eğilim, teritoryal hakimiyetin açık olduğunu akla getirir. 1 3 . yüzyılın başlannda­ ki yeni Fransızca terminolojinin, Konstantinopolis'in yeni Latin İmparator­ luğu'na da uygulanmış olması önemlidir. Yüzyıllar boyunca Bizans impara­ torlan kendilerine Basileus toi Romaion (Latince imperator Romanorum, "Ro­ malılann İmparatoru") adını uygun görürken, I. Baldwin imperator Romani­ ae ("Romanya'nın İmparatoru") unvanını aldı. Percy Schramm'a göre, "Ba­ tı'da Francorum, Angiorum gibi adiann Franciae, Angliae gibi adlarla değişti­ rilmesine neden olan teritoryal ilke, Doğu Roma İmparatorluk unvanlannın içine de sokulmuştu" . 1 14

Toprak ilkesine bağlı olmayan, göçebe kimlik Önceki kısımda, toprak ilkesine dayanan yeni tür bir kimliğin Ortaçağ'ın ba­ şında Batı Avrupa'da doğduğunu, taklit edilerek Doğu Avrupa'da yayıldığı­ nı ya da benzer koşullar nedeniyle bağımsız olarak orada da doğduğunu ve Bizans Hıristiyan alemini zorla istila ettiğini ileri sürdüm. Gelişme hiçbir şe­ kilde kaçınılmaz değildi, bununla beraber aynı sıralarda toprak ilkesine da­ yanmayan bir etnik kimlik Ortadoğu'da güçleniyordu. Rakip süreç İslam ta­ rafından pekiştirildi ve meşrulaştınldı; sonuç olarak iki keskin, farklı kimlik modeli farklı uygarlıklann mühürleri oldu . Bununla beraber Ortadoğu'da­ ki gelişme daha önce anahatlan belirtilen göçebe yaşamın derin karakteris­ tiğinden temellendi. Sayısız antropolog, örneğin jean-Paul Roux, toprağın göçebeler için hiçbir anlamının olmadığına dair yüzeysel varsayıma karşı uyanr: Göçebenin, bozkırlann ve çöllerin muazzam alanı boyunca özgürce hareket eden, toprakla ilgili tüm baglanndan annmış bir insan olarak hayal edildi­ gi bir dönem vardı. (. .. ) Göçebelik ne anarşidir ne de düzensizliktir ama ra­ kip ya da ilişkili gruplar arasındaki geleneklerle ve antlaşmalarla ya da ses­ siz oydaşmayla sınırlanmış, geniş olabilecek belirli bir mekan üzerindeki ör­ gütlü harekettir. (. .. ) Elbette göçebeligin bu mekanlan akışkandır ve sınırla­ n tarihin inişlerine ve çıkışianna göre degişir. Sabit ikametgahiann ve ekili topraklann yokluguna ek olarak mevsimsel hareket etme alışkanlıklan, gö1 14 Schramm, Herrschaftszeichen, 3: 846. Karş. Vasiliev, History of the Byzantine Empire, 1: 268. Ay­ nca Rex Francorum,

Rex Franciae ve benzeri terimierin birbirinin yerine kullanılabilirligi konu­ Reditus", s. 25. Bölgesel imparatorluk

sunda bir görüş için bkz. K. Werner, "Die Entstehung des

kavramının kayda deger ölçüde erken bir kamu için bu kitabın Beşinci Bölüm'üne bakınız.

65

çebeleri aşın örneklerde kıtalararası olabilen, büyük göç hareketlerine özel­ likle egilimli kıldı. 1 1 5

Göçebelerin, gruplannın bulunduklan herhangi bir yere kendi hakimiyet­ lerine tabi olarak bakma egilimi, yerleşik unsurlada istikrarlı ilişkileri çok güçleştirir, gruplann her ikisi de sözde aynı etnikligi paylaşsa bile. Müslü­ man tarihçi lbn-i Haldun, daha önce de belirtildigi gibi, göçebeleri degerien­ dirirken aşırı derecede ikircikliydi. O onlann lslam uygarlıgındaki önem­ li rollerini kabul ediyordu ama muhtemelen yıkıcılıklannı abarttı. 1 1 6 Tuhaf bir biçimde, tran'ın kuru merkezi platosunda gezinen Beluç çetelerine delı­ şetle bakanlar Ortaçag Araplanydı. 1 1 7 Modem Fas'ta vaizler, göçebelerle sa­ vaşmanın kafirlerle savaşmaktan daha erdemli oldugunu savundu. 1 195 gi­ bi erken bir tarihte, Muvahhid Halife el-Mansür, Bedevi Hilalileri Fas'a yön­ lendirme taktigini uygulamaktan duydugu pişmanlıgı dile getirdi. Er ya da geç neredeyse tüm Müslüman rejimler, her yerde hazır ve nazır olan göçe­ be yıgınlannı, bu tür fırsatçı tarzda kullanmanın cazibesine teslim oldu. Ola­ gan zamanlarda İslami siyasi kurumun birincil yükümlülügü göçebeleri de­ netim altında tutmaktır. Ömegin, aile geçmişlerinde kendileri de kısmen gö­ çebe olan Mısır'ı ve Suriye'yi denetim altında tutan uzun ömürlü Memlük­ ler, genellikle sadece yerleşik Araplan safianna katmakta -ve daha sonralan sadece düşük rütbelerle- dikkatliydi. 1 18 Bu koşullar altında, Batı Avrupa'yla karşılaştınldıgında, istikrarlı bir sınır çizgisi oluşturmak söz konusu degildi. Pierre Guichard'ın yakın zamanlı çö­ zümlemesi şöyle söyler: Siyasi inşanın, olgun gelişmelerden sonra biriken ( . . . ) teritoryal parçacık­ lardan başladıgı ve sonsuz biçimde somut ulusal onayı garanti eden Avrupa tarihine tamamen karşıt bir biçimde, Magrip güçleri, meşaleler gibi aniden alev alan ya da sönüp giden aşiretsel hegemonyalar, kişisel reislikler, hane­ dana dayalı ya da ideolojik genişlemelerdi. Etkileri yüzeyseldi; o farklı ve da­ gılmış bir çevreye genişledi, parçalıydı ama iddiasında evrenseldi. 1 19 Ortadogu tarihinin büyük bir bölümü boyunca en başanlı -ya da en az so­ runlu- çözüm, güçlü yöneticilerin iktidarlannı kentler üzerinde temellen­ dirdigi bir tür ortakyaşam haliydi. Görece birbirinden uzak vaha kentleri üzerinden, iktidar, yöneticinin becerileri ve kaynaklan elverdigi ölçüde dal­ ga dalga yayıldı. Üçüncü ve Beşinci Bölüm'lerde açıklıga kavuşacagı gibi, yös. 37. Aynca bkz. Bacon, s. 54; Commeaux, s. 87-88; Montag25 ve devamı; Eydoux, s. 74; Woods, s. 187 ve Vladimirtsov, Le Regime Social, s. 5 1 , 207. Gautier, Les Siecles Obscurs; Poncet, "Le Mythe de la 'Catastrophe' Hilalienne" , s. 1 100- 1 1 14. Le Strange, s. 323. Marçais, La Berberie, s. 203; Deverdun, s. 525; Poliak, "Le Caractere Colonial," s. 247.

1 1 5 Roux, Les Traditions des Nomades, ne,

1 16

l l7

1 18

s.

1 1 9 Guichard,

66

s.

70.

neticinin, göçebe yedek güçleri safiara katmak ve ardından da denetim al­ tında tutahilrnek için İslami miti yönlendirme becerisi hayati öneme sahipti. Gerçekten de yöneticinin kendisi çogu zaman, önceki hanedamn göçebe ye­ dek güçlerinden geliyordu. Sıcak çöl bölgesindeki göçebe sadakatinin bu tür bir yönlendirmesi, onları daha karmaşık ve ihtiyatlı unsurlarla, kervan tacir­ leriyle birbirine baglayan kurgusal soykütükleriyle tasdik ediliyordu. Bun­ ların bazıları, Muhammed ve onun erken dönem takipçileri gibi, kent tacir­ leri haline geldi. Bununla beraber durum esas olarak istikrarsızdı. Kötü za­ manlarda kervan tacirleri, muhtemelen Hilali Araplarının Kuzeybatı Afri­ ka'ya ulaşmalanndan önce oldugu gibi, yagmacı etkinliklere dönebilirlerdi. l l . yüzyıl boyunca Salıra kervan rotalarını Fatımi Hanedam karşısında yiti­ ren Zenata Serberileri de yagmalamaya yöneldi. 1 20 Orta Asya göçebeleri, bir şekilde daha elverişli koşullarda olsa da kentlerle daha az temastaydı ve sı­ rasıyla birbirinin yerini alan, kentlerle yagmacı-ortakyaşar ilişkilere daha az egilimliydi; ama bu Mogol İmparatorlugu'nun gerilemesinden sonra meyda­ na geldi. Türkmenler kervan rotalan için Kazaklada savaştı; Çagataylar İs­ lam'ı kabul etti ama yagma seferlerine geri döndü. 121 Avrasya'nın uzak uçlarındaki siyasi kurumlar (Rusya, bir süre için Persler, hepsinden önemlisi Çin) görece güçlü ve iktisadi olarak kendine yeter oldu­ gundan, ticarette sınırlı ama tanmda ve hayvan yetiştiriciliginde çok az bir ortakyaşam makul olabilirdi. Diger yandan Aşagı Ortadogu'nun kınlgan va­ ha kültürü, komşu göçebelerin sagladıgı hayvan ürünlerine, özellikle anızia kış otlatmasından sonra bırakılan gübreye ihtiyaç duyuyordu. Bununla bera­ ber genel olarak sonuç, köylülerin toplumsal statüsündeki gerilemeyle hız­ lanan, tarımsal topraklann uzun süreli bozulmasıydı. Bu gerilemenin nedeni kısmen İslami ideolojiydi ve daha önemlisi Türki imparatorlukların siyasa­ lanydı. Burada, köylülerin, neredeyse evrensel olarak, iktisadi çıkarlarını de­ gilse bile öz-saygılanm sürdürmek için kalıcı bir koşul olarak yerleşik haya­ ta geçişin simgelerini reddettigini ve kurgusal göçebe soykütüklerini benim­ sedigini belirtmek önemlidir. 1 22 Modem Fas üzerine sistematik bir çalışma buna açık bir örnek olabilir: Fransız Himayesinin l 9 l 2'de kurulmasından önce, köylüler kendilerini çiftçi olarak görmezdi. Kendileri hakkındaki kavramsallaştırmalan, aracılar (wlad siyyed) ya da kırsal sakinierdi (bidawiyen) ama çiftçiler (fellaha) degil­ di. Tanının köylerin etkinligi için gitgide artan bir biçimde merkezi hale gel1 20 l.aroui, 1 : 135-43. l.aroui göçebelerin içine sürüklendigi kargaşayı, iktisadi bunalımın bir nede­ ninden çok bir sonucu olarak görür. Görüşüme göre bu nedensel sorun hayati degildir çünkü hudutlann etkisi her iki örnekte de aynı olma egilimindedir. 1 2 1 Sarkisyanz, s. 226; Grousset, s. 2 18. 1 22 Weulersse, s. 86.

67

digi günümüzde bile, onlar zeytin yetiştiriciliklerini çiftçiliklerinden daha önemli görürler. (. . . ) Günümüzde bile köylülerin çiftçi kimligini reddetligi­ ni yeniden vurgulamak önemlidir: hayvan yetiştiticisi ya da aziz, evet; köy­ lü, hayır. Onlar, ne "toprakla mistik baglarla" ne de önemli simgesel açıkla­ malar ya da kimlikle, çiftliklerinde derinlemesine kök salmıştır. 1 23 Az önce sunulan örnek, göçebe-yerleşik sınınnın istikrarsızlıgımn, İslam­ Hıristiyan uzlaşmazlıgımn alanlanyla sınırlı olınadıgım akla getirir. Gerçek­ ten de Araplar, Türki göçebelere karşı Orta Asya limes'inden (sınırlanndan) hızla yararlandı. lranlı öncüllerinin yönetiminde oldugu gibi, savunma, bir sınır hattından ziyade, tahkim edilmiş sıgınaklann bir bölgesini içermeliy­ di. Bu sınır boyundaki, l l . yüzyıldan 13. yüzyıla kadar Müslümanlaştınlmış Türkler tarafından gerçekleştirilen kitlesel hareket, Müslüman rejimler tara­ fından isteksizce muhafaza edildi; 13. yüzyılın ortalannda pagan Mogollann, ani ve muazzam istilası Müslüman yazarlar tarafından Avrupa Haçlılannın el yordamıyla yapılan saldınlan kadar tehlikeli görüldü. 1 24 Yerleşiklerin göçebe istilası konusundaki endişelerinin sürekliligi, Do­ gu Slav tepkiyle daha açık bir biçimde sergilenir. Erken Ortaçag Rus prens­ likleri, sadece güçlerinin dorugunda olduklan dönemde, ırmak tekneleriy­ le, ürkütücü ticaret ve akın seferleri hariç, Karadeniz'de günümüzde Zapo­ rijya olan yerden açık bozkırlara girebiliyordu. l l . yüzyılın başında, Bizans'a giden ticaret rotasım korumak için, Dinyeper Irmagı boyunca bir savunma hattı oluşturuldu ama bu sadece Kiev'in yaklaşık olarak iki yüz kilometre gü­ neyine ve batısına, Ros ve Zdvizh ırmaklan boyunca genişletildi. Orada bi­ le bu hat çok istikrarsızdı. 1 25 l lOO'den sonra Rus, 17. yüzyılda açık bozkırda bir güç olarak yeniden belirinceye kadar, orman sımnna (lesostep) çekildi. Rus deneyimi ve eski Moskova Ruslannın daha sonraki deneyimleri, boz­ kırlann kenanndaki yerleşik Avrupa nüfusunun, Ortadogu'nun vaha sakin­ leri karşısında sahip oldugu kayda deger bir avantajın önemli göstergelerini saglar. Yokluk karşısındaki yaşam boyu deneyimleri ve atlı vur-kaç beceri­ leri nedeniyle, kendi bozkır ve çöl ortamlannda, göçebelerle baş etmek aşın derecede güçtür. Pahalı savunma engelleri sürekli olarak ayakta tutulmaz ya da güçlü bir arazi gücü hareket halinde tutulınazsa, -aylarca süren ve binler123 Rabinow, s. 46-47. Islam öncesi göçebe sınırlan için bkz. Moret ve Davy, s. 177 ve Gage, Les Classes Sociales, s. 276. Kafkas sınırlannın savunulmasına ilişkin ilginç paralellikler için bkz. Peters, s. 522n, 712; Previte-Onon, 1: 192. Kafkas sınınnın aynntılı bir degeriendirmesi için bkz. Gadlo içinde, s. 28 ve devamı. 124 Ayalon, s. 1 16; Sivan, s. 165 ve devamı. Sakson ötesi sınırlar {limes) üzerine bir çalışma için bkz. Barthold, s. 180 ve devamı; Hodgson, 1 : 493; Althdm, Niedergang der alten Welt, 1: 43. 125 P. P. Tolochko, "Kievskaya Zemlya", Besrovny içinde, s. 13; M. P. Kuchera, "Pereyaslavskoye Knyazhestvo", a.g.e., s. 124 ve devamı; Obolensky, The Byzantine Commonwealth, s. 229; Eck, s. 24 ve devamı. 68

ce kilometreyi kapsayan- göçebe akınlannın menzili içindeki tarımsal alan­ lar dogal engeller olmaksızın savunulamazdı. Nil Vadisi gibi muazzam bir vaha bile Müslüman Arap fatihlerin ilk akınlarını tutamadı. Bununla beraber Arap güçleri, süvarilerinin yan yarıya sulama suyuyla kaplı tarlalarda sapla­ nıp kalmasını engellemek için, çölün sınınnı takip etmek zorunda kaldı.126 Batı ve Orta Avrupa'da ve Dogu Avrupa'nın Pripet ve Volga ırmaklannın ku­ zeyindeki dogal ormanlık alanlarda, göçebe akıncılar, kanallardan, bataklık­ lardan ve sıkı ormanlardan kaçınamazdı. Kalabalık ve becerikli Mogol güç­ leri bile Novgorod'u ele geçinneyi başaramadı. Agır zırhlı Germenleri dur­ durmak için at sırtından yaptıklan okçuluga güvenen Macarlar, yagmurlar yaylarını çekmeyi engellerliginde tamamen çaresiz kaldı. Böcekler atlarının gücünü azalttı. Tekrar eden yenilgilerden sonra 10. yüzyıl Avrupalılan ve 1 5 . yüzyıl Ruslan bozkır akıncılannın en korumasız oldugu anın, ganimetle yüklü olarak döndükleri sırada ırmaklardan geçerken oldugu ögrendiler. Ir­ makların sıg geçit yerlerindeki tahkim edilmiş gamizonlar, göçebeleri takip eden gücün, onları bir nehre ya da göl kenarına çekerek yok etmesine kadar, onları oyalayabilirdi. 1 27 Bu tür sınırlamalar bir yana Orta Asya'nın atlı göçebeleri, kayalık, soguk topraklara görece uyum saglayabilirdi; Mogollar, Kuzey Rusya'nın donmuş ormanlannı, oradaki yaz operasyonlarına tercih edilebilir buldu. Mogollar, lslam'a baglandıktan sonra tekerlekleri aşamalı olarak terk etti ama ilk baş­ larda, at arabalarını ve vagonlan kullanmalan öylesine yaygındı ki bunlar bir kimlik simgesi -"keçe vagonlarda ikamet eden aileler"- haline geldi.128 Za­ man zaman ganimetle yüklü at arabalan bir sorun oluşturuyorrlu ama 16. yüzyıl gibi geç bir tarihte, Osmanlı ve Orta Asya rejimleri, salıra topları­ nı taşımak için vagonlan benimsedi ve yüzyıllar sonra Güney Afrika ve Batı Amerika'dakilere benzer vagon katan tahkimatları inşa ettiler. 129 Aksine he­ cin devesi Araplar ve Berberiler için sadece bir kimlik simgesi degil, aynı za­ manda kayalık ya da ıslak alanlardaki hareketleri için bir engeldi. Konstanti­ nopolis'e saldınlar sırasında, her bir devenin yiyecegini taşımak için bir eşek gerekliydi ! Yedi yüzyıl sonra, tekerlekli taşımacılıgın yoklugu düşmanlan­ nın topçulanyla rekabet etmeye çalışan Arap rejimleri için bir engeldi. Da­ hası Araplar ve Berberiler Avrasya vur-kaç taktigini böylesine yıkıcı kılan ya­ yı kullanmadılar. 8. yüzyılda Arapların ivmelerini hızla kaybetmelerinin bel­ li başlı nedenlerinden biri, onların Akdeniz havzasının daha soguk ve daglık 126 127

Amelineau, s.

2.

Fasoli, "Points de Vue sur les Incursions Hongroises" , s.

2: 61

28; Lüttich, s. 163; Bagalei, s. 82; Nol­

33. 128 Vladimirtsov, Gengis-Khan, s. 1 17. 129 Woods, s. 194 ve devamı. de,

ve devamı; Eck, s.

69

bölgeleriyle baş edememeleridir. tspanya'daki istikrarlı yönetimleri güney ve doğu ırmak vadileriyle sımrlanmıştı ve bu vadiler Anadolu'daki yaz akınla­ nyla sımrlandı. Göçebe-yerleşik etkileşiminin fiziksel görünümleri konusundan aynlmak, bu çalışmanın kısaca ele alması gereken bir dizi etmenden -coğrafi ve tekno­ lojik- söz etmek için yararlıdır. Dahası, konudan aynlma, kimlikleri karşı­ laştırmak sorununa bir giriş için de önemlidir. Göçebeler, kadim tarihin bü­ yük bir kısmı boyunca, büyük iktisadi kaynaklan olan yüksek kültür alanla­ nnın çevresiyle sınırlıydı; onlann, geniş nüfusun etnik kimliği üzerindeki et­ kileri zorunlu olarak kısıtlıydı. Bu bölümde daha önce, lsrailoğullanmn ev­ riminin kısaca ele alınması, bu tür kısıtlılığın iyi bir örneğini sunar. Bunun­ la birlikte, 5. yüzyıldan 18. yüzyıla dek göçebelerin ya da göçebe temelli re­ jimlerin baskınlan uygarlığın belli başlı alanlannda tekrarlandı. Bazı otori­ teler Batı Avrupa'mn, Müslüman ve Bizans uygarlıklanyla karşılaştınldığın­ da iktisadi olarak yanşta öne geçebilmesinin esas nedeninin, yaklaşık olarak M.S. lOOO'den sonra bu tür yıkıcı istilalardan azade olması olduğunu düşü­ nür. 1 30 Göçebe hakimiyetinin ikincil etkileri üzerine bazı varsayımlar, Orta­ doğu köylülüğünün tutumlanndaki değişim üzerine tartışmada görünür ol­ muştu. Etnik bakış açısından birincil etkisi, göçebe mitlerinden türetilmiş kimlik hudut mekanizmaianna doğru altta yatan kaymaydı. Bu tür mekaniz­ malara, lslami inanç tarafından sessiz bir biçimde hoşgörü gösterildi, sık sık meşrulaştınldı ve büyük ölçüde kabul edildi. Etkilerin bazılan sonraki bö­ lümde tartışılacak Burada odak, kimlik mekanizmalannın göçebe içeriği (ls­ lami bağlamlarda işlesin ya da işlemesin) üzerine olacak. Açık ara en önemli mekanizma, soykütüksel ilkenin sıradışı tahakkümü­ dür. Tüm toplumsal gruplar (en azından çalışmamda karşılaşılanlar) soy için birtakım endişeler duyar. Bu nedenle göçebelere özgü endişenin yoğunluğu ayırt edici bir özelliktir. Bu tür bir ilgi, kadim Suriye-Arap bölgesindeki, gö­ çebe ya da yan-göçebe geçmişe sahip tüm gruplar arasında belirdi. lsraili aşi­ retler adlanm teritoryal birimlerden türetirken, birçoklan kabHelerin ya da tikel liderlerin adlanm benimsedi. Genel olarak, bir Arap soykütüğünün, ba­ zı akademisyenlere göre, lslam öncesi zamanlarda bir hayvan totemi olabi­ len, gruba adım veren bir ataya dek izi sürülürdü. 131 Muhammed'in dönemi­ ne doğru (M.S. 7. yüzyıl) Araplar, soykütüksel bilgiye, zenginlikten ya da ce­ saretten daha yüksek statü atfederek en değerli varlıklan olarak görüyorlar­ dı. O zamanlar çölde ve günümüzde bazı alanlarda kişinin atasını bilmemesi bir "köle soyu"nu kabul etmeye denktir. Günümüz Fas'ı üzerine çalışan bi­ ri şunlan yazar: "Bir grup ya da bir birey için en kötü trajedi bilinmeyen bir 130 Vladimirtsov, Grngis-Khan, 1 3 1 Nyström,

70

s.

4 1 ; Guichard,

s.

s.

1 1 7; Bloch,

Feudal Society, 1: 56. L'lslam et Sa Civilisation,

7 1 , 209; Miquel,

s.

29.

kökene sahip olmaktır. " 1 32 "Soyunuzu ögreniniz" emri Muhammed'in ken­ disine atfedilir. llk halifelerden Ömer'in şunu ekledigi söylenir: "Ne batiler ya da Babilliler gibi olmayın. Biri onlara nereden olduklannı sordugunda onlar, 'şu ya da bu köyden' yanıtını verirler. '' 133 Bu ifadeterin de akla getirdigi gibi, göçebelerin soykütügü endişesi, Bere­ ketli Hilal'in yerleşik Samilerini hüküm altına almanın ve ardından da kül­ türlendirmelerinin esas meşrulaştıncı gücüdür. Güney Suriye ve Lübnan'da Arap kimlik örüntülerinin kültürleşmesine, Arapların lshim'dan önce yavaş ama birikimsel bir biçimde önemli olan sızmalan eşlik etti. Lübnanlı aileler, soy inançlarını iki temel Arap kabilesinden, Kaylar ve Yemenitelerden el­ de ettiler; bu dönem boyunca, lslam'ı reddederken miti ellerinde tuttular. 134 Guichard'ın tarihsel gelişmeler üzerine yakın geçmişte yaptıgı etkili incele­ mesinin ortaya koydugu gibi, örüntü neredeyse tüm Müslüman dünyaya ya­ yıldı. Toplumun baba-yanlı akraba gruplarına atomize edilmesi, uzak göçebe atalan olmayan Müslüman halkların arasında bile etkili oldu . 1 35 Atalar bul­ ma endişesi nesnel bir gözlemciye saçma gelecek boyutlara ulaştı. Adanmış Müslüman olabilmek için Persliler, Zerdüşti Sasani soylulanndan geldikleri­ ni iddia ettiler. Diger taraftan Pers şairi Firdevs 'Turan"ı Türki göçebelerle özdeşleştirdiginde, Türkilerin birçogu hevesle kendilerinin Turanlı kurgusal kahraman Efrasiyab'ın soyundan geldiklerini öne sürdü. Sudanlı Funj Aşire­ ti Müslüman olmalarıyla, ilk büyük Islam hanedam olan Erneviierin soyun­ dan olduklannı savundu. Negev'deki Arnavut mülteciler ve Sami olmayan Somalililer, Muhammed'in bizatihi kendisinin soyundan geldiklerini benzer bir biçimde ileri sürdü. Eşitlikçi Islami inanç, sadece bu tür bir şerif soy kö­ kenini, yani, Muhammed'in birinin atası olmasını, bir üstünlük iddiası ola­ rak tanır. Onun soyundan gelenlerin sayısı hızla katlanır - 9. yüzyılda, sa­ dece Bagdat'ta bunu iddia eden dört bin kişi vardı. Onlar en uzak alanlarda bile ortaya çıktı. Yakın geçmişteki birçok Fas hanedanı, ömegin, yönetimle­ rini meşrulaştırmak için resmi olarak "Şerif' kökeni iddiasında bulundu.136 Bu tür iddialar kanıtlanabilir olmadıgından, iddiaların sunumunun gü­ cünde, ögrenilmiş otoritelerin sıralanınasındaki beceri, sözlü gelenegin yü­ zeysel akla yatkınlıgı ve iddia sahibinin gerçek gücü belirleyicidir. Süreç içinde, daha geniş bir dogaya sahip siyasi etmenler soykütüksel iddiaların kabul edilişini güçlü bir biçimde etkiledi. Araplar, Kuzey Afrika'daki fetih­ lerinden kısa bir süre sonra, Berberileri ordularına kabul ederek nadir görü132 Rabinow, 133 Gautier,

s.

38 . Aynca bkz. Patai,

Moeurs et Coutumes, s.

134 Dussaud,

s.

ll.

Golden River, s.

1 3 5 Guichard, s . 22-23. 136 Holt,

s.

53; Mez,

s.

1 79; Menendez Pidal,

The Cid, s.

220.

53.

149; Hodgson, 2: 88; Patai,

Society, Culture and Change, s.

161.

71

len bir istisnayı gerçekleştirdi. Aşamalı olarak Berberiler Müslüman oldu ve zaman içinde tümü soykütüksel kimlik ilkesini benimsedi. Arap ilkesinin en erken ve en güçlü kültürleşmesi, kervan ticaretinden göçebe akınlanna yö­ nelen Berberiler arasında meydana geldi. llk olarak, zaman zaman işlevini kaybetmiş Berberi soylannı koruyarak, kendilerini, HilalHer gibi Arap göçe­ belerine bağlayan soykütüklerini kabul ettiler. Berberiler, zaman içinde, soy­ kütüklerinde olduğu kadar dillerinde de tamamen Araplaştınlmış hale geldi. Burada söz konusu olanın, kimliği etkilemiş en güçlü yapılar arasında yer alan bir mitler kümesi olduğu açıktır. Sonuç olarak, az önce ifade edilen gö­ rüşle Abdallah Laroui'nin eleştirisi arasında gerçek bir uyumsuzluk yoktur: "Aile modeli kabul edilenden daha fazla toprağa bağlıdır; uzun vadede yaşa­ nan yer değiştikçe, soykütüğüyle anılar değişir ve grup belirli bir yerelde bir­ leşmiş çeşitli kökenierden insaniann bir yığını haline gelir. " 1 37 Laroui, kim­ lik mitini belirleyenin, gerçek kan ilişkileri değil, daha saygın bir grupla yo­ ğun özdeşleşme arzusunun mecbur kıldığı yargı olduğunu kabul eder. Ben­ zer bir biçimde Avrupalı gözlemci Pierre Guichard şöyle der: "Grup bağının biyolojikten çok toplumsal ve zihinsel bir görüngü olan, aynı soydan gelme bilinci, akrabalık inancı tarafından belidendiği tartışmasızdır. " 1 38 Etnisite, Claude Levi-Strauss'un temel değiş-tokuş ilişkilerinden ikisiy­ le -simgesel iletişim ve maddi değerlerin değiş-tokuşu ile- ilişkilidir. Üçün­ cü ilişki olan kadınlann değiş-tokuşu, Avrupa bağlamında önemli görün­ mez çünkü orada dış-evlilik kuraldır. l l . yüzyıla kadar Batı Kilisesi, yedin­ ci dereceye dek akrabalar arasındaki evliliğe karşı şiddetli engelleri savun­ du. Bu kural Güney İtalya'nın Latinleri aracılığıyla Bizans'a yayılma eğilimin­ deydi. 1 39 Sonuç olarak soylular, Germenik ve hatta Doğu Avrupa sahasında­ ki ağlarla bazı bağlantılan olan Latince kökenli diller Avrupa'sının her yeri­ ne genişleyen evlilik ağlan geliştirdi. 140 Köylüler bile eşierini uzak bir köy­ de aramak zorunda kaldı. Bu tür geniş karşıtlıklann kimlik üzerindeki etki­ si, anekdot türü kanıtlar muazzam sayıda olsa da, çok az analitik ilgi gördü. Temel bir sonuç, dış temaslar için baskının, sonraki Ortaçağ'ın ya da patri­ otisme de clocher'in sabit soykütüklerine karşı işliyormuş gibi görünmesidir. Daha ispatı mümkün bir sonuç, evlilik engelinin dördüncü dereceye dek akrabalar arasındaki yasağa indirilmesinden sonra bile, Batı Avrupa için ayırt edici bir karakteristik olarak çekirdek ailenin tarihsel olarak vaktinden önce gelişimiydi. 141 Karşılaştırmak için, kadınlann değiş-tokuşu konusunda Müs1 3 7 l.aroui, 1: 72. Karş. julien, s. 22. 138 Guichard, s. 209.

Karş.

Montagne, s. 53; Baron, A

1 3 9 Patlagean, s. 7 1 . Karş. Guichard, s . 96. 140 R. Anderson, s. 3 1 . 1 4 1 Guichard, s . 85.

72

Social and Religious History, s. 4 1 .

lümanlann uygulaması Guichard tarafından kısaca ifade edildi: Dogulu, de­ ğerlerini (onurunu) evlilikte korumanın ihtiyatlı yolunu benimserken, Ba­ tı Avrupalı, dış evlilik yoluyla (mal varlıgını ve saygınlığını) arttırmanın yol­ lannı arar. 142 Müslümaniann uygulamasının kadınlann yalıtılması, hannma ve benzeri bağlarnlardaki sonuçlanna daha sonra değinilecek Burada can alıcı olan, aile içi evliligin, her ne kadar Müslüman yöneticiler tarafından na­ diren uygulansa ve bu, her durumda birkaç yüzyıla yayılan soyun bilgisini sürdürmek için yetersiz olsa da, soykütüğüyle ilgili yoğun endişelere simge­ sel olarak bağlı kalmasıdır. Aile içi evliliğe başvurmak, bunun sonucu ola­ rak kişinin geçmiş kökenierini bilen genişletilmiş bir aileyle temasta kalmak, kimligin odağının topraktan ziyade soy üzerinde kalmasını sağlamak ve kan ilişkilerinin (tbn-i Haldun'un asabiye'si) insan ilişkilerinde belirleyici olduğu mit için yüzeysel bir akla yatkınlık saglamak için etkili bir güçtü. Bu tür bir bağlantı ileri sürerken, Araplar ve ilk dört yüzyıl sonra lsla.mi si­ yasi meselderin yönetimini üstlenen Orta Asya göçebeleri arasındaki temel farklılıkla yüzleşrnek gerekir. Sonrakiler arasında din değiştirmeden önce dış-evlilik hakimdi ve Müslüman olduktan sonra çoğunlukla öyle kaldı. 143 Yukanda da belirtildiği gibi, bazı açılardan Avrasya göçebelerinin, geniş fetih yığınlan olarak liderlerinin dinamik mitleriyle birleşmeye hazır oluşu, Ger­ menik Stamme'nin arasında oldugundan daha güçlüdür. Kabileler, haneda­ na yakınlığın hiyerarşik düzeninde sadece saygınlık kuyrugunun sonuna gi­ den yeni kabHelerin sadakatini, çoğu zaman güç kullanarak, güvenceteyerek yükselebilir. Dahası, dış-evliliği kolayca benimsemek, hanedana yakın olma­ nın, Karolenj comitatus'unda oldugu gibi, karşılıklı evliliklerle güvence altı­ na alınabileceği anlamına gelir. Gerçekten de comitatus'un Germen, Türk, Moğol ve Fin-Ugor gruplan arasındaki yaygınlığı ve yüksek düzeydeki öne­ mi, onlan Araplardan ve Herberilerden ayınr. Stamme ve Orta Asya yıgınlan arasındaki bu benzeriikiere karşı çıkmak, sonrakilerin, onlan Araplada benzeştiren yaygın kabile kimliğiydi. Hane­ dandan ne kadar uzak olursa olsun bir kabilenin soyu kimlik için hayati öneme sahip olabilirdi ve sahipti. Yaygın göçlere ve sık sık degişen ittifak­ ıara ragmen, diger Orta Asya halklanndan daha fazla kabileleri devam etti­ ren Türkmenlerin durumu, daha önce belirtildi.144 Kalmuklar, her ne kadar Müslüman değil, Budist olsalar da, 1 7 . yüzyılda, Volga'ya dogru dört bin ki­ lometre ilerledikten sonra, kabile örgütlenmelerini korudular. Onlar, o za­ mana dek, Çin'i fetheden orman Mançulanyla olan uzak soykütüksel iliş­ kilerinin farkındaydı. Her ne kadar Kalmuklar için, Cengizi öncesi Moğol 142

A.g.e. , s.

143 Bacon,

s.

94. 68.

144 Sarkisyanz,

s.

218 .

73

hanedanlannın soyundan gelenler arasında daha kanıtlanabilir baglantılar önemliyse de, bu tür mitsel ilişkiler ittifaklarda küçük bir rol oynadı. 145 Di­ ger Türki gruplann haydut benzeri yan dallanndan türemiş görünen Kazak gruplar, muhtemelen, bir Arap simgesini totem olarak benimseyen ama bir kabile örgütlenmesini elinde bulunduran (ya da icat eden) Germen istila­ sı döneminin maceracı comitatus muhaliflerinden çok farklı degildi. Bir ya­ bancıyla karşılaşınca, "tüm arda'nın [yıgının] soykütüksel yapısı içinde, ki­ şinin kendi grubunun yerinin bilgisi önemliydi" . Araplar arasında oldugu gibi, soykütüklerinden bihaber olan Kazaklar muazzam bir statü kaybından acı çekiyordu çünkü sadece üst gentry, kabul edilen soykütüksel mitin tüm dallannı bilirdi.146 Bu açıdan Kazaklar, Kalmuklar gibi, soylann genel hiye­ rarşisini kabul etıneyen, Araplannkinden çok farklı (Cengiz Han'ın "Büyük Yasa"sı tarafından kutsanmış olan) bir Mogol gelenegini sürdürüyordu. Ya­ sa, kabileleri "Beyaz Kemikler" (yöneticiler, prensler ve benzerleri) , "Kara Kemikler" (savaşçılar gibi orta konumdaki insanlar) ve bu statülerden hiçbi­ rine sahip olmayan sempatizanlar olarak sınıflandırdı. 147 Orta Asya'da zaten güçlü olan soykütüklerini sürdürmek için gerekli dür­ tü, eşitlikçi etigine ragmen güçlü bir biçimde Arap gelenekleriyle doldurul­ muş lslam'a geçişle güçlendirildL Etki, çogu Grek ya da Grek öncesi sakin­ lerden ya da Bizans sınınnda savaşmak için gelen aşın derecede parçalanmış Müslüman gruplardan gelen Anadolu Türkleri arasında görünürdür. Anado­ lu Türkleri, atalannın izini sadece, hem de baba tarafından, birkaç kuşak ön­ cesine kadar sürebilir. Yine de özellikle göçebe çoban unsurlar, Horasan'da­ ki uzak varsayımsal atalar için güçlü bir ilgi sergiler. "Kabileye dayalı" örgüt­ lenmelere yönelik arzu, 1 5 . ve 16. yüzyıl Anadolu'sunda öylesine güçlüydü ki, üyeligin kurgusal soykütüklerinden ziyade tamamen popülist dini sada­ kat üzerine temellendigi Kızılbaş dervişler, esasen topraga baglı bölünmeler üzerinden "kabileler" oluşturdu. 148 Herberiler arasında oldugu gibi, uzak bir atanın adıyla özdeşleşen tama­ men teritoryalleşmiş gruplar bile, bir atanın adının hatırlanması, Lawrence Krader'in vurguladıgı gibi, Orta Asya kimligi için kesinlikle gerekliydi. Her­ beriler için, Laroui'nin kabul ettigi gibi, "süreklilik hiç kimsenin inkar ede­ meyecegi seçilmiş 'ad'la kuşaklar boyunca garantilenir" . 149 Hem sıcak çöl alanlannda hem de Orta Asya bozkırlannda geniş zaman ve mekan aralıkla­ n boyunca kan ilişkisi kurgusuna sadakat, göçebe kimlik ilkesini banndıran 145 A.g.e. , s. 23; Palmov, s. 10; Commeaux, s. l l2. 146 Hudson, s. 22. 147 Gurliand, s. 82. 148 Roux, Les Traditions des Nomades, s. 325; Sohrweide, "Der Sieg der Safeviden" , s. 136. 149 l.aroui, 1 : 72; Krader, "Principle . . . Asiatic Steppe-Pastoralists" , s. 78. 74

ama gerçek bir göçebe yaşam biçimini -bir zamanlar yaptılarsa da- artık sür­ dürmeyen grup nostaljisine hitap eder. Göçebe atalann anısı ya da anının yerini tutan şey canlı tutuldugu sürece, çagdaş Araplar, Berberiler, Türkler ve Mogollar, sapan izlerine baglı çiftçile­ ri aşagılarken, daha özgür ve daha maceracı bir yaşamın hayalini kurabilir. Diger yandan, Asyalı göçebeler hakkında, acıyarak "tek bir yerde yaşamayan ama ayaklan üzerinde boş boş gezinen" yorumunu yapan kadim Mısırlılann zamanından Tatariara alçakgönüllülük göstererek ("göçebeler olarak boz­ kırlardan bozkırlara gezindiginizden konumunuz olması gereken yerde de­ gil") diyen 16. yüzyıl Rus'una dek, yerleşik halklar da bu küçümserneye kar­ şılık verebilir. 1 5° Karşıtlık oluşturan yaşam biçimleri grup tutumlanna öyle­ sine derinden demir atmıştır ki, etnik kimlikler arasındaki farklılıklar nere­ deyse kaçınılmazdır.

Bir Macar istisnası mı? Esas olarak dayanılmaz baskılardan kurtulmak için, göçebe kimligini kabul eden yerleşik gruplann çeşitli örnekleri yukanda verildi. Bir süre için, Her­ beriler gibi bu gruplardan bazılan, digerlerinin kimlik mekanizmalannı kop­ yalasalar da etnik kimliklerinin bilincini korudu. Diger yandan (sık sık em­ peryal siyasi kurumlar tarafından kullanılan) force majeure, bazı göçebeleri yerleşik hayata geçirdi. Yerleşik hayata geçtigi halde kimligini koruyan dik­ kate deger bir göçebe etnik grubun herhangi bir örnegi var mıdır? Macarlar sık sık bir örnek olarak anılır. Bu nedenle, mitlerinin ve tarihsel gerçeklikle­ rinin incelenmesi, degişen etnik hudut mekanizmalan üzerinde, göçebelerin yerleşik tesirlerle etkileşimine ışık tutabilir. İnceleme, yararlı bir biçimde, ilk olarak, mitin 19. yüzyıl milliyetçi yoru­ mundan başlayabilir. Bu mit, Macar krallık soylulannın, toplam nüfusun ya­ nsından biraz azını oluşturan Macarca konuşan köylüler dahil, dilsel olarak heterojen bir nüfus üzerindeki nevi şahsına münhasır yönetiminin meşru­ laştınlması olarak görülebilir. Bir başka duruş noktasından, milliyetçi mit, Altıncı Bölüm'de ele alınacagı gibi, Habsburg bürokrasisinden kaynaklanan artan baskıya karşı, fazlasıyla ayırt edici bir grup kültürünü korumanın bir mekanizmasıdır. Macar dilinin Fin-Ugor'la ilişkisi, 18. yüzyıldaki bir Alman akademisyen tarafından keşfedildi. Keşfin çok az pratik uygulanabilirligi vardı çünkü Latinceyi tercih eden ama sık sık Almancaya başvuran Macaris­ tan Krallıgı'nın soylulannın çok azı dile hilkimdi. 13. yüzyılda Latince, Ma­ caristan'ın ilk resmi yazılı dili haline geldi. Macarca, 16. ya da 1 7 . yüzyıla ka­ dar, standartlaştınlmış hale gelmedi. 18. yüzyılın son kuşagına dek, dil, tekıso

Wilson, Frankfon içinde,

s.

47;

Konepeter,

s.

30. 75

nik, kent yaşamına dair konularla baş edecek kadar gelişmemişti. 1 51 O dö­ nemden sonra, Macarca bir kimliğin simgesi olarak hızla gelişti ama 19. yüz­ yılın başında soylular acilen daha güçlü bir hudut mekanizmasına gereksi­ nim duydu. O andan itibaren soylular, Macarlann, Hıristiyan olurken göçe­ be yaşam biçimlerini ve şövalyevari toplumsal düzenini koruyan, tek "Tura­ ni" halklar olduğu fikrine sarıldı. Bu tür bir direngenlik -o zamanlar çoğun­ lukla Almanca konuşan- "yozlaşmış" burjuvaziyi dışlayan, soylulada köylü­ ler ikililiği üzerine temellenen "saf' bir toplumsal düzeni sürdürmeye yoru­ lur. Mutlakıyetçi Germenleşme baskısı, kimliğe bir tehdit olarak, liberal de­ mokrasiyle ilişkilendirildi. 1 52 O andan itibaren Macarların erken bozkır geç­ mişlerine yoğun ilgi -nostaljinin bir çeşidi- ortaya çıktı. Günümüzde dilbilimciler Fin-Ugor'un, tek bir 'Turani" grup içinde Türk­ lerle ve Moğollarla dilsel ilişkisini sorgulasa da, Macarların kökenieri diğer bozkır halklannınkine sıkı sıkıya benzemez. M.S. 900 yakınlarında Tuna Havzası'na giren fetihçi yığının içinde esas olarak iki unsurun -göçebe sa­ vaşçı Türk destek gücü ve görece barışçıl, Ugor avcı toplayıcı yan göçebele­ rin soyundan gelen tarınısal çekirdek- olduğu tezi artık mantıklı görünme­ mektedir. 1 53 Gerçekten de, kökenieri Volga'dan Pasifik'e uzanan ormanlarda ve lesostep'lerde (orman sınırlarında) olan Ugorlar gibi çoğu, Türk ve Moğol göçebeler değildi. Bu bozkır göçebelerinin Hint-Avrupalı selefieri kuzeyden güneye değil de batıdan doğuya ilerledi ama görünüşe göre onların da köke­ ni ormanlık dağlarda, Karpatlar'dadır. Sonuç olarak tüm Avrasya göçebeleri­ nin köken mitleri ve nostaljileri benzerdir. 19. yüzyılın Macar mitindeki bu hakikat tohumunun bir rastlantıdan da­ ha fazlasını ifade etmesi güçtür. Daha önemlisi, erken dönem Macarlannın, Türkler ve Moğollar gibi, göçebeliği değil avianınayı en soylu meslek olarak görmesidir. Avianmak Moğollann dağ ormanıanna yaptığı nostaljik vurguy­ la bağlantılıydı. Görünüşe göre Türk, Moğol ve Macar kabileler, nüfus bas­ kılan avlanmayı, balıkçılığı ve ormandan yiyecek toplayıcılığını dışlayan bir yaşam biçimi kıldığında, muhtemelen başlangıç düzeyindeki bir tahıl yetiş­ tiriciliğinden sonra, isteksiz bir biçimde göçebe haline geldi. Bir şekilde, bu grupların içinde bulunduğu zor durum, göçebe kimliğine tutunan Arapla­ nnkine benzer; bununla beraber Avrasya göçebeleri için avianma aşamasına geri dönüş olasılığı yoktur. 1 54 Macarlar Tuna Havzası'na zorunlu olarak ilerlemeden önce Donetsk-Kuısı ıs2

Benko ve Imre, s. 269, 274. Harold Steinacker, "Das Wesen des Madjarischen Nationalismus" , Walter ve Steinacker içinde, s. 54.

ıs3 ıs4 76

Kurarn ikna edici bir biçimde şu eserde ileri sılrüldıl: Macartney, Vladimirtsov,

Le Regime Social, s. 40;

The Magyars, s.

122 ve devamı.

Sinor, "The Oudines of Hungarian Prehistory" , s. 5 2 1.

zey Kafkasya'da dört yüzyıl geçirdi, oysa Moğollar tam göçebeliğe geçişleri­ ni birkaç kuşak içinde gerçekleştirdi. Bu nedenle Macarların nihai yerleşik hayata geçişini hazırlayan şey bozkır yaşam biçimini tanımamalanydı. Bu­ nunla beraber Macarlar, Moğollardan çok daha istikrarlı koşullarda bozkır­ lada tanıştı. Bu istikrarı sağlayan Hazar İmparatorluğu'na tabi olmaya Ma­ carlann öfkelenmesi, oldukça olasıdır. Eninde sonunda (yaklaşık 850-860) Macarlar, daha muktedir bir yığın olan Kumanlar (Kıpçaklar ya da Polovtsy olarak da bilinir) tarafından sürülüp çıkanldı. 1 55 Görünüşe göre göçebeler olarak Macarlar, bozkır ara dönemlerinde bile, ırmak havzalarında, sıradı­ şı bir biçimde yüksek düzeyde tarımsal etkinliği ve sığır yetiştiriciliğini sür­ dürdü. Bununla beraber temel kimlik mitlerinde Macarlar, tamamen göçebe ha­ line geldi. Onlar kraliyet kanının ya da erken Macarların formüle ettiği gi­ bi, kraliyet tohumunun mistik gücüne derin bir inançla, (ilk başlarda Hazar­ ların vasalları olan) Arpad Hanedam'yla özdeşleşti. Herhangi bir Arpad, yö­ netmek için çağnlabilirdi ama tacı ele geçirmeyi başaran, Tanrı'nın mucizevi bir işaretiyle tahta çıkışında seçilen, diğer erkeklerin en güçlüsü ve en uzunu kabul edilirdi. Arpad yöneticileri, itaate zorlamak için güçlü bir araç olduğu kanıtlanmış bir comitatus tarafından kuşatılmıştı. Bu tür niteliklerin, muh­ temelen daha az yoğun olsa da, Stamme arasında da yaygın olduğu hatırla­ nacaktır; dahası Macarlar, totem ve kabile bölünmeleri konusunda Hint-Av­ rupalı olmayan niteliklere sahipti. Tüm kabileler, özellikle Tuna Havzası'na Macarlardan önce gelen Sekeller gibi, bazılan esas olarak Türki olsa da, ha­ nedanla kan yoluyla ilişkili olduklarına inanıyordu. Macarlar, yerleşik nüfus üzerinde dehşet uyandıran, başların kazınması ve ritüele dayanan yara izleri gibi Türki gelenekleri benimsedi. 1 56 Macarla­ rın bozkırlarda edindiği göçebe savaş biçiminin diğer niteliklerini tekrar et­ mek gerekli değil ama bu yöntemlerin Macarların Tuna üzerine yerleşmesini izleyen ilk kuşak boyunca, Avrupa'nın birçok yerinde, kolay zaferler ve mu­ azzam bir ganimet sağladığını hatırlamak gerekir. Bununla beraber, Orta Av­ rupa'ya belli başlı ilk Macar akınından kırk yıldan az bir süre sonra, Germen güçleri Macarlan Merseburg'da (933) yenilgiye uğrattı. Yirmi iki yıl sonra Lechfeld'deki ezici yenilgi, Germenterin askeıi üstünlüğünü kanıtladı. Ma­ car yenilgilerine katkıda bulunan özel etmenler arasında, ganimetierin ta­ şınmasında at arabalannın kullanılması sonucu akıncılann en göçebe olma­ yan tarzda var olan yollarına bağlanması; Almanya'da güçlü Sakson Haneda­ nı'nın yükselişi ve muhtemelen lO. yüzyılın sonlarında, düşmanlannın ağır 155

33; Thomas von 100-103. 156 Deer, s. 44 ve devamı. Marquardt, s.

Bogyay, "Die Reitemomaden im Donauraum" , Saria içinde, s.

77

kılıçlannın ve zırhının kabul edilmesi yer alır. 1 57 Macarlann Tuna Havza­ sı'ndaki bozkırlarda göçebe selefierine (Hunlara ve Avarlara) epey katkı sağ­ lamış bozkır okçuluğu konusundaki bu değişimi araçsal bir biçimde avantaj olarak algılayıp algılamadığından emin olmak olanaksızdır. Daha önce belir­ tildiği gibi, cataphract savaşçı Avrupa genelinde gerçekten de görünüşe göre üstündü. Bununla birlikte statü etmeni, Macarlann, saygın Germen soylulu­ ğunu taklit etmesinde etkili olmuş olabilir. Ne olursa olsun hafif süvari tak­ tiklerinin ihmal edilmesi, bozkır göçebelerinin ya müttefiki ya da düşmanı olarak Macarlann etkililiğini azalttı. Hıristiyanlığı kabul etmek, hem yerleşik hayata geçişin hem de Orta Avru­ pa siyasi kururolanna uyum sağlamanın birincil koşuluydu. 12. yüzyıl gibi geç bir tarihte Macar gruplar, bölge kiliselerinin çevresinde, yan göçebe ça­ dırlannda ya da kulübe yerleşimlerinde gruplaşmaya, para cezasıyla zorlan­ dı. 1 58 Bir yüzyıl önce Hıristiyanlığı kabul eden Arpad yöneticisi, itaatsiz boz­ kır göçebelerini zaptetmek zorundaydı. Daha sonralan, ölümünden bir ku­ şak sonra (muhtemelen Germen misyoner Piskopos Hartwick tarafından) yazılan Gesta Ungarorum'un yardımıyla, Batı Macar aristokrasisi Aziz Step­ hen'ın güçlü mitini geliştirdi. Macar tarihçi Balint Homan, Stephen'dan "ila­ hi gücün inayetiyle, kendinde, kafir atalannın karizmasını ve Hıristiyan ha­ vari kral kavramını birleştiren, yasa koyucu ve kabHelerin kurucusu olan mitsel bir prens" 1 59 olarak söz eder. Savaşçılar olarak Macarlar, Stephen mi­ tinin esaslı bir bileşeninden, Avrupa'yı kafir düşmanıanna karşı koruyan bir Antemurale rollerinden hoşlandılar. Saman Macarlar muhtemelen evrensel bir dini topyekün aşağılamadı - akınlan zaman zaman Hıristiyan tapınakla­ nnın önünde dehşetle geri çekilmişti. Göçebe gruplann çok büyük bir ora­ nı yaşam biçimlerinden vazgeçmekte isteksizdi. Bazı önemli akınlar sözde Hıristiyanlığa geçitdikten sonra meydana geldi ve savunma amaçlı bir ıssız alan, Germenlere karşı bir glasi olarak benimsendi. Germen etkilerine kar­ şı büyük bir ayaklanma, din değiştirmeden kırk iki yıl sonra meydana gel­ di. Gerçekten de Germen siyasi kurumlan ve Macar Krallığı 1 5 . yüzyıla dek akınlan ve karşı akınlan sürdürdü. Yahudiler ve Müslümanlar ("lsmaililer") köle ticaretini yürütmek için Hıristiyan Macaristan'a kabul edildi. 1 60 Temelde göçebe olan bir yaşam biçimini dönüştürme güçlüğüne, güçlü bir karşı mitin (ileri sürdüğüm dördüncü mitsel altematiO ardı ardına tekLe Incursioni Ungare, s. 25 ve devamı. Die Entstehung des Stddtewesens, 1 : 17. Kumanlan iskan etmek için kilisenin da­ ha sonraki çabalan hakkında şu eserle karşılaşunn. Richard, s. 26. 159 Homan, 2: 249. 160 Schunemann, Die Deutschen in Ungarn, s. 24 ve devamı, 106; Homan, 1: 273 ve devamı; Kara­ jan, s. 491 ve devamı.

157 158

78

Fasoli,

Schunemann,

rarlanmasıyla işaret edildi. Bu çeşitlernede Macarlar sadece Atilla'nın Hun­ lannın, Avrupa'nın kırhacının yalnızca halefi degillerdi; aynı zamanda onun soyundan gelenlerdi; Hıristiyan etkisi Macarlan yazgılan konusunda aldattı. Bu mitin olgunlaşmamış bir yeniden dirilmesi, 13. yüzyıl Mogol istilalan sı­ rasında meydana geldi. Stephen miti Macarlan Avrupa'nın cephe savunucu­ lan olarak resmeder: Mogollara katılmalan için tekrar tekrar davet edilme­ miş olsalardı, cografi yerlerinin kaçınılmaz kıldıgı bir konumdur bu. Kral I. Bela hiç şüphesiz önce reddetti. Hatta Macarlann düşmanlannın soyundan gelen Kumanlara kucak açtı. Torunu, IV. Ladislas ve onun aristokrat takip­ çileri, Kumaniann göçebe hayat tarzının, özellikle çokeşliligin ve yagmanın etkisine kapıldı. Homan, Ortaçag Macar vakayinamesinden anlamlı bir pa­ sajı alıntılar: Sadık Rabibi Usta Kezalı Simon, 1 Gesta Hungarorum'un unsurlannı Hun dö­ nemine taşıyarak] Macaristan'ın ünlü kralı, yenilmez, güçlü Lord Ladislas'ın yanan kalbinin arzulannı yerine getirdi. (. . . ) "Attila" diye yazdı Keza, "çadır­ larda ve vagonlarda halkıyla birlikte yaşadı; Medelerio [göçebelerin] oldugu kadar tüm Hunlann da yolunu onurlandırdı, uzun bir sakal bıraktı ve şehvet düşkünlügüne büyük bir saygı gösterdi. O cömertti -hazinesinde altın yıgını bulundurmanın utanç verici oldugunu savundu-, atlardan büyük zevk aldı ama onlan neşeyle başkalanna verdi, öyle ki çogu zaman sadece iki atı ve bir eyeri oldu. Ama çadın, yatagı ve masası altın ve mücevherlerle donatılmıştı; 161

altın kaplardan yemek yedi ve muhteşem bir eyeri sürdü. "

Ladislas, Müslüman Kumanlan ve Nogay Tatarlan davet etti; Papa IV. Ni­ cholas'ın ona karşı 1 286'da bir haçlı seferine onay vermesine neden oldu. Dört yıl sonra, yeni katılanlan kıskanan, Ladislas'ın eski müttefikleri, pagan Kumanlar ona suikast düzenledi. Heterojen bozkır unsurlannın sürekli akı­ şıyla beslenen, karşı bozkır miti, Osmanlı istilasına kadar devam etti. O za­ man, bir Macar grubu, 'Turani" -mefruz dilsel ilişkiden çok Firdevsi'nin şi­ irinden türetilmiş bir ilişki nosyonu- kuzenleriyle ittifak arayışı içinde miti yeniden canlandırdı. 162 Macar kimliginin karmaşık gelişimi, hatırlanan bir yaşam biçiminin inatçı bir güç oldugunu ama kesinlikle her zaman belirleyici bir etmen olmadıgını akla getirir. Daha yüksek bir dinin meşrulaştıncı destegine gereksinen ege­ men Macar seçkinleri, Islam'ın göçebe biçimler için sagladıgına benzer bir biçimde, güçlü bir muhalif dini meşrulaştırma kaynagı olmayan takipçileri­ nin birçogunun karşı çıkmasına ragmen, yerleşik hayata geçişi başlattı. Ma­ carlan Hıristiyanlıkla ilişkilendiren güçlü mit, yeni toprak sahibi aristokrasi161 Hoınan, 2: 240. 162 A.g.e. , s. 244 ve devamı. 79

nin çıkarianna bağlandıktan sonra, ne görünüşte çekici olan ittifaklar ne de maddiyata dayalı baştan çıkancı unsurlar onu yerinden edebildi. Kimliğin mythomoteur'ü bir kez çalıştınldığında, onu durdurmak kolay değildir. Yi­ ne de, yoğunluklan açısından farklılık gösteren iki farklı mitin erişilebilirli­ ği, aksi takdirde asimilasyon için tekrarlanan haskılara açık hale gelebilecek olan sıradışı Macar etnik kimliğini korumak için araçsal olabilir.

Özet ve sonuç Birçok durumda yaşam biçimlerindeki farklılık, güçlü kimlik hudutlarını üretmez. Ev ya da köy yerleşimi gibi görünür bir biçimde fark edilebilir özel­ likler bile, etnik düzenlemeleri olağan bir biçimde aşar. Bununla beraber aşı­ n derecede farklı olan yaşam biçimleri (kendileri etnik hudutlar oluşturma­ salar da) bu tür hudutlann kavrandığı tarzı derinlemesine koşullandıran, öncelikli tutumlan üretir. Femand Braudel gibi yazarlar nevi şahsına mün­ hasır dağlı yaşam biçiminin özgül tutumlar üretmeye eğilimli olduğunu be­ lirttiler. Bununla beraber olağan durumlar hariç dağlı nüfuslann küçük öl­ çeği ve yalıtılmışlığı önemlerini azaltır ve onlan göçebelere göre daha asimi­ le edilebilir kılar. Diğer yandan Güneybatı Asya'nın, Kuzey Afrika'nın sıcak çöllerinin ve Avrasya bozkırlannın "büyük göçebeleri" yerleşik nüfuslanu­ kiyle şiddetli bir biçimde çekişen yaşam biçimlerine tutunur. Nostalji, bir yaşam biçimine bağlanınanın ciddi bir göstergesidir ve nostal­ jinin ifade edilmesi bu tür yaşam örüntülerinden çıkanlan, aktanlan tutum­ lar için güçlü bir simgesel araç oluşturur. Yerleşik tanm nüfuslan -seçkin­ leri ve köylüleri ayırt etmeksizin- için bu tür simgesel aktanmlar, özgül bir toprağa bağlanmaya odaklanır. Başka kitle tutumlannda olduğu gibi, teritor­ yal kimlik duygusu da siyasi eylemle güçlü bir biçimde pekiştirildi. Yerieşik nüfuslar üzerine temellenen kadim siyasi kurumlar ve kilise örgütleri, teri­ toryal bağlılığı, yargı yetkisi alanlannın çevrelerini kesin bir biçimde sınır­ tandırarak pekiştirdi. Bu tür resmi kurumsallaşmanın uğrağı, coğrafi sınır­ lar bir kez doğru düzgün bir biçimde kurumsallaştınldığında (özellikle Ba­ tı Avrupa'daki Roma iç bölünmelerinde olduğu gibi) sınırlan yaratan örgüt­ ler ortadan kalktıktan çok sonra bile, kimlik bilincini etkilerneye devam et­ mesi olgusuyla gösterilir. Yerleşik tanmsal özdeşleşme örüntüsünün sürekliliği, Batı Roma İmpara­ torluğu'nun parçalanmasını izleyen olaylarla gözler önüne serilir. lmpara­ torluğa saldıran ya da eylem özgürlüklerini yeniden kazanan Germen, Slav ve Kelt nüfuslar genişleyen fetihler için uygun yığınlara katıldı. Gerçek göçe­ belik aşamasından geçmemiş olan bu tür fetih yığınlan için, Almanca Stiim­ me terimi en uygun olanıdır. Stamm geçici birleşmelerini meşrulaştırmanın 80

bir yolu olarak önde gelen ailenin soykütüksel mitlerini genellikle benim­ seyen bireylerin ve ailelerin heterojen bir bir araya gelmesini kapsardı. Bu , özellikle, Frenklerin kökeniymiş gibi görünür. Bununla beraber, yerleşik nü­ fusları fethettikten sonra hayatta kalan Stamm seçkinleri, yerleşik toprak sa­ hibi soylular haline geldi. lO. yüzyıldan sonra Stamm'a ait olma (seçkin) bi­ lincinin soykütüksel bir mitle ayırt edilmesi, bir coğrafi konumla, aşamalı olarak, genellikle ataların mezarlanndan oluşan aile mülküyle özdeşleşmeye dönüştü. Böylece, Avrupa yerleşik hayat ortamına uzun süre battıktan son­ ra, kimliğin soykütüksel ilkesine güçlü bir biçimde yönelmiş seçkin gruplar bile, kimlik bağlarını özgül bir toprağa aktardı. Hakiki göçebe yaşam biçiminin inatçı etkisi, diğer fetih yığınlannın seç­ kinleri üzerinde, çok farklı etkiler üretti. Kuzey Avrupa Stiimme'si gibi, (sık sık ama yanlış yönlendirecek bir biçimde "kabile" olarak adlandınlan) gö­ çebe yığınlar, liderin soykütüksel mitini kabul etti. Bununla beraber, Avras­ ya ve sıcak çöl göçebeleri için bu mit, bir aileden ziyade bir kabileye atfedi­ lendi. Yığını oluşturan kabileler, önde gelen ailenin mitini benimserken, ti­ kel soykütüksel mitlerine tutundu. Sıcak çöl göçebeleri (Berberilerin yanı sı­ ra Araplar) için, grup, yerleşik hayata geçtikten sonra bile uygulanan yoğun aile içi evlilik, teritoryal kimliğin aksine, süregiden soykütüksel miti birincil özdeşleşme yapısı olarak güçlü bir biçimde pekiştirdi. Avrasya bozkır göçe­ beleri (Moğollar, Türkler ve Fin-Ugorlar) dış-evliliğe yatkındı ama sıcak çöl göçebeleri kadar güçlü bir biçimde (genellikle totemlerle simgelenen) kabi­ le, soykütüksel mitlerini alıkoydu. Budist Kalmuklar gibi Avrasya grupları, özgül dini bağlara dayanma­ yan soykütüksel mitlerin muhafazasım ispat etti. Yine de neredeyse tüm sı­ cak çöl göçebeleri ve Avrasya göçebelerinin ezici çoğunluğu tarafından İs­ lam'ın benimsenmesi, önemli bir pekiştirici mekanizma oluşturdu. Evren­ sel bir inanç olarak İslam belirli bir soydan gelmenin üstünlüğünü genellik­ le tanımaz. Yine de İslam'ın Arap kökenleri, onun soykütüksel mitlerle iliş­ kisini derin bir biçimde etkiledi. Hıristiyanlığın kökenleriyle ve dinin teri­ toryal kimlik örüntüsünü pekiştİrmesi arasında bu tür bir açık ilişki yok­ tur. Bununla beraber Hıristiyanlığın erken kurumsallaşması, teritoryal sınır­ landırmanın temel Helenisük-Roma örüntüsüyle iç içe geçti. Bu örüntünün kent-devletlerini merkez alan görünümleri Dördüncü Bölüm'de ele alınacak. Bu noktada, teritoryal kilise çevreleri ağının Ortaçağ'daki genişlemesini izle­ yen teritoryal birimin başı olarak piskoposun rolünü hatırlamak önemlidir. Bozkır göçebelerinin yoğun etkisi altında oluşturulan Fin-Ugor kümesin­ den kaynaklanmalanndan ötürü Macarlar, çatışan göçebe ve yerleşik kimlik örüntülerinin çarpıcı bir örneğini oluşturur. Göçebeliğin, grubun süregiden varoluşu için tehlike oluşturduğu fiziksel ve teknik ortamdaki bir konuma 81

kendilerini yerleştirdikten sonra Macarlar, aşamalı olarak Hıristiyanlıgı be­ nimsedi. Yüzyıllar sonra bile, kraliyet ve dini yapılar ve Hıristiyan mitleri ta­ rafından pekiştirilen yerleşik örüntülerin bozkır mitlerine ve tarzlanna geri dönme egilimlerine karşı mücadelesi görünürdü. Macar ömegi özdeşleşme­ nin göçebe örüntüsünün üstesinden gelinebileceginin olanaklılıgını gösterir; yerleşik halklann göçebe haline geldigi aksi süreçlerin sayısız örnekleri kanıt olarak ileri sürülebilir. Aynı zamanda Macar deneyimi, süregiden bir yaşam biçimini dönüştürmenin ne kadar güç oldugunu gösterir.

82

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

I s LAM VE H ı RISTIYAN LIK

Islam - uygarlık Göçebe kimlik örüntüsünün meşrulaştıncı ideolojisi olarak İslam'ın önemi yadsınamaz. Evrensel bir dini inancın bu tür bir görünümünün onun özünü ya da hatta önemli bir bileşenini oluşturduğunu varsaymak, aşın derecede acelecilik olabilir. Bu kitap, tüm dini inançlada uğraşırken, etnik kimlik için çarpıcı olan tüm unsurlan vurgular; ama okuyucu, insanın insanlıkla ve da­ ha da önemlisi, tannyla ilişkisini düzenlemenin bir biçimi olarak her büyük dinin derin mahiyetini göz ardı etmemelidir. Seküler bir bağlamda bile, İs­ lam'ın birincil tarihsel rolü dünyanın en büyük uygarlıklanndan birini yarat­ maktı. Arnold Toynbee, geniş ana hatlanyla, her uygarlığı, onun dünya gö­ rüşünü biçimlendiren bir dinle özdeşleştirirken şüphesiz haklıydı. Modem çağa kadar dini kimlikle özdeşleşmenin etnik kimlikten genellikle çok daha baskın olduğu sonucuna vanrken de haklıydı. 1 Bu bölümün varsayımı, hem kendinde hem de kendi için Hıristiyan-Müslüman kimlik ikiligi ezici bir bi­ çimde önemli olsa da, bu ikilik, gitgide artan bir biçimde önemli hale gelen daha küçük etnik kimlikleri biçimlendirdiği ve koşullandırdığıdır. Bir anlamda İslam, göçebeler tarafından oluşturulmuş tek uygarlıktır. İs­ lam'ın kentli kervan-tacir kökenierine ve dini uygulamanın tatmin edici tek mekanı olarak kent üzerindeki dikkate değer ısranna daha önce işaret et1

Toynbee, s. 14-20, 555. Her dinin bir uygarlıgın merkezi degerierini biçimlendirdigi görüşüne kauldıgım için, "lsl1lm"ı hem bir dine hem de uygarlıga gönderme yapmak için kullanacagım, çünkü bu tür uygarlıklan birbirinden ayırmak için "Hıristiyanlık" gibi uygun bir terim bulun­ mamaktadır. 83

miştim. Bununla beraber, yakın geçmişte bir yazar, lslam'a inancın Akde­ nizli insanın çöl korkusunun üstesinden gelme egiliminden kaynaklandıgı­ nı ileri sürerken haklıydı. Göçebe korkusu varlıgını sürdürse de Müslüman­ lar, kadim toplurolann mensuplannın aksine, çölü bir engelden çok bir ge­ çit kılarak, çölün çetin psikolojik zorluklannı aştı. 2 Denize sırtlannı döne­ rek Müslümanlar, büyük bedeller ödedi ama tartışmasız bir biçimde uygar­ lık için yeni yollar açtı. Kent-göçebe uyumu, içerdigi ve davet ettigi şeyler kadar, geride bıraktık­ lan -ya da karşı çıktıklan- açısından da önemliydi. llk İslam imparatorlu­ gu, Emeviler, kuruculann, Araplann, lslam'ı kabul ettikten sonra bile ikincil rollerde tutulması gereken diger gruplardan üstün oldugu nosyonu üzerine temellenmişti. İstisna, dogrudan eşit kılınan, göçebelige karşı önceden var olan bir egilime sahip olmakla kalmayan, aynı zamanda rakip bir kültür de sunmayan Berberilerdi. İslami eşitlikçilik Arap hakimiyetini istikrarsız kıldı, çünkü ilke geregi her Müslüman, İslam rejimi altında nerede yaşamayı se­ çerse seçsin, eşit haklara sahipti. Emevilerin, Abbasi halefieri bu ilkeyi uygu­ lamakta daha tutarlıydı. Yine de Marshall Hodgson'un da gözlemledigi gibi, Abbasilerin agırlık merkezini eski Pers topraklanna kaydırması da bir üstün­ lük iddiasını temsil ediyordu: taeir-göçebe sentezinin Sasani aristokrat-köy­ lü blokuna üstünlügü .3 Kültürel düzeyde bu iddia tamamen etkili degildi çünkü Pers ve Horasan toprak sahibi soylulannın yaşam tarzı Müslüman kı­ lıgının altında kısmen yeniden canlanmıştı. Bununla beraber bütününde, ls­ lam, kırsal bir temeli reddetmede tek büyük geleneksel uygarlık olmayı ba­ şardı. Böyle yapılmasaydı, Çinlilerin Mogollan ve Mançulan massetmesi gi­ bi, İslam'ın da Pers toplumu tarafından massedilmesi mümkün olabilirdi. Birçok yazar, İslam'ın temel ilkelerini oluşturan hadislerin, köylülerin ge­ rilemesine, kentli dindarlık üzerinde İslami ısrann kuşkuya yer bırakmaya­ cak biçimde yaptıgı gibi, katkıda bulundugunu düşünür. Bununla beraber bu ögretilerin amacı (şüphesiz Sasaniler ve İslam'ın yerini aldıgı diger siya­ si kurumlar tarafından tabi kılınan) köylüleri tabi kılmak degilse de onlann hem topluma hem de dine eksiksiz katılımını saglamak için, onlan kentler­ de asimile ederek yükseltmekti. Bu tür topyekün bir dönüşümün tanmsal bir tabana baglı olan bir ekonomide imkansız oldugu anlaşılmıştı. Sonuç olarak İslam'ın yeni popüler biçimleri, özellikle sufi ("bilgelik" ) hareket, köylülere seslendi. Sufi yaklaşımı göçebe çoban yaşam tarzlanna birçok nedenden do­ layı daha uygundu. Mülkü olmayan vaiz (pir) , genellikle mülk sahibi kent­ li tabakaya ait olan İslami hakimden (kadı) daha hareketliydi. Dahası bir su­ fi tarikatının kurucusunun mezannda ibadet, karakteristik biçimde göçebe 2 3 84

Bulliet, The Camel, s. 221 ve devamı; Lombard, Espaces et Reseaux, s. 14-18. Hodgson, 2: 81 ve devamı; Alıheim, Alexander, s. 15 ve devamı.

soykütüksel bir tarzda, onun soyundan gelenlerce, halife'since4 düzenlenir. Köylülere yönelik İslami yaklaşımın duygusal yoksunluğu, katı ay takvi­ minin tanmsal döngülere nevi şahsına münhasır uyarlanamazlığı tarafından da akla getirilir. Ramazanda gündüzleri oruç tutmak gibi İslami ibadetlerin sürdürülmesi, bazı yıllar yaz gündönümünün uzun günleri boyunca sudan kaçınması gereken sofu kentliler için bile uygunsuzdu. Kırsal bir ortamda mevsimlerin dini sayılması için lazım olan duygusal gereksinimler zorlayı­ cıydı. Mısır'dan Endonezya'ya kadar her İslami tanmsal bölgede Müslüman­ lar, Müslüman kutsal kişiler kadar meşru kabul edilen güneş döngüsünün eşlik ettiği hayatta kalan önceki dinlerin, reenkame olmuş pagan hami tan­ niann ya da Hıristiyan azizlerinin mevsimsel festivallerine katılırlardı. Ho­ dgson, "doğanın tüm döngüsü eski gelenekiere terk edildi" yorumunu ya­ par.5 İslami uygulama, geç dönem bir Osmanlı tarihçisinin kabul ettiği gi­ bi, Allah'ın, Ordulann Efendisi olarak yorumlanmasını en uç noktaya dek it­ ti: "Yeni din onlan [Türkleri] fetihler için daha cesur ve istekli kıldı. İslam'ın en kayda değer etkilerinden biri ona sadık olanlar arasında savaş sevgisini ve din değiştirdikten sonra Araplan canlandıran, tutkulu ve kahramanca bir edayla lslam'ı yayına ruhunu geliştirmesiydi. "6 Birçok araştırmacı, Müslüman sanatında olduğu kadar onlann askeri ru­ hunda da katı bir monoteizmin yansımasını gördü. Hiçbir mimari yapının simgecilikten tamamen annmış olamayacağını daha önce ileri sürdüm. Re­ simsel temsiller reddedildiğinde biçimler ve anıtlann kendileri kimlik sim­ geleri haline gelir. Daima İslam tarafından tasvip edilmiş olan olağanüstü kaligrafiyle cisimleşmiş Söz'ün ümmi kadar, eğitilmiş inanan için de simge­ sel öneme sahip olmaması olanaklı değildir. Hıristiyan ayini kadar kesin bir biçimde tanımlanmış namaz ibadeti, daha da sabit bir halde kaldı. Ama ls­ lam tüm erken Ortadoğu dinleri için vazgeçilmez olan hayvan, insan ve ila­ hi temsillerini terk etti ve ana akım Hıristiyan sanatının monoteizm simge­ lerini dönüştürdü. Bazılan, bu tür bir "püritenizm"i, antropomorfizmin ve simgesel temsilierin kirleticiliğinden korkan Yahudi ve Hıristiyan sofuluğu­ nun -lslam'ın ortaya çıkışıyla çağdaş olan putkıncılıkta cisimleşmiş- belli bir döneminin vurgulannın lslam tarafından benimsenmesinin bir yansıma­ sı olarak görür? Bu tür temsiller, büyük ölçüde kırsal dünyadan çıkarsandı­ ğından, bunlann ortadan kaldınlışı İslami uygulama ile kır sakinlerinin ta­ nıdık duyumcu kavrayışı arasında ek bir boşluk bıraktı.8 İslam'ın bu özel gö4 5 6 7 8

Watt, s. 247; Sohrweide, "Der Sieg der Safeviden" , s. 1 16, 163. Hodgson, 1: 307; Weulersse, s. 7 1 . Ganem, 1: l l .

Becker, Islamstudien, s. 417. Patai, Golden River, s. 49; Hodgson, 2: 5 15. 85

rünümleri onun göçebe kökenierini yansıtsın ya da yansıtmasın, Islam'ın tran'da karşılaşugı tabakalaşmış kırsal topluma karşı antipatisi ya da Hıristi­ yan doktrininin bir geçiş aşamasını cisimleştirmesi, bunlann tümü toplum­ sal unsurlann benzersiz bir araya gelişi üzerine temellenen bir uygarlıgın ev­ rimine katkıda bulundu. Hodgson'un vurguladıgı gibi, yüzyıllar boyunca bu lslami uygarlık, tüm diger belli başlı toplumlann (Hıristiyanlık 16. yüzyıla dek degildi) , elbet­ te Amerika'dakiler hariç, aksine, ekümenin gerçek merkeziydi.9 Orta As­ ya sınınnda lslam uygarlıgı, bir noktada çok büyük bir tehdit oluşturan boz­ kır halklanyla karşılaştı. Ancak onlann bu tehditle yüzleşlikleri sırada, İsla­ mi düşünürler uygarlıklannın göçebeler için uygun oldugunu, Mogol-Türk güçlerinin eninde sonunda kendi safianna katılacagını vaat ettigini fark et­ ti. Birkaç kuşak içinde bu olasılık, İslam için büyük bir gizli bedelle de olsa, gerçekleşti. Uzakdogu uygarlıgıyla kurulan İslami ilişkiler herhangi biri için tehdit oluşturacak kadar yakın olmadı. Bununla beraber Hindistan'a gelin­ diginde tehdit tek yönlüydü; İslam, alt-kıtaya dogru, düzenli aralıklarla yap­ tıgı sıçramalarla genişledi. Hiçbir istikrarlı sınır bölgesi oluşmadı. 10 İslami siyasi kurumlar zaman zaman maglubiyet yaşadı ama eylem alanı tamamen Hindistan'dı. Hindu ve Budist güçler hiçbir zaman Müslüman dünyanın ge­ ri kalanını tehdit etmedi. Hıristiyan siyasi kurumlarla sadece sınırlarda -Etiyopya ve Gürcistan-Er­ menistan gibi görece küçük olanlannda bile- nispeten kalıcı direniş ve kar­ şı saldın amaçlı sınır bölgeleri etkili oldu. Bu askeri-cografi mücadele, ls­ lam'ın, kendi kökenierini paylaşan ve onun siyasi kurumlannın ortasında et­ kisini devam ettiren monoteistik bir dinle olan daimi bir rekabetiyle ilgiliydi. Bu şartlar altında Hıristiyanlık, tıpkı etnik gruplann komşulanna karşıt ola­ rak kendilerini tanımlaması gibi, Müslümaniann kendi uygarlıklannın sınır­ lannı belirlemelerinde araç olarak kullanılmaya mecburdu. H. Montgomery Watt Müslümanlar arasında yaygın olan, etnik kimlige benzeyen dışlayıcı kimlikten söz eder: "Dolayısıyla İslami cemaatin, bir anlamda, raison d'etre'i [varlık nedeni] onun üstünlügüydü. Dahası kişinin önceden aşiretinden al­ dıgı onurun büyük bir kısmı, dini cemaate baglanmış hale geldi. Bu, İslam'ın üstün ve diger (dini) cemaatlerin hakir olduguna dair yogun bir inancı bes­ ledi. Hıristiyan ve Yahudilere, Müslümanlardan farklı giysiler giyrnek zo­ runda olmalan bir aşagılanma olarak hissettirildi ve bu onlann üzerindeki Müslüman olma baskısını arttırdı." 1 1 Yeni bir Müslüman yazar bu Batılı de­ gerlendirmelerin birçoguna katılır: "7. yüzyılda Dogu ideolojik ve siyasi bir 9 Hodgson, 3: l l . 1 0 A.g.e. , 2 : 556-558. ll Watt, s. 197. 86

boşlugun ıstırabını çekti. İshim'a fırsatını saglayan, üstün ve ruhani bir şevke baglı, yeni ve gelecege açık bir kimlige karşı duyulan bu büyük ihtiyaçtı. " 12 Bir görev bilinci, bir ruhani üstünlük hissi elbette İslam'a özgü degildi. Hı­ ristiyanlık yüzyıllar boyunca aynı egilimi gösterdi. Müslüman üstünlügü­ nün daha çarpıcı görünmesinin bir nedeni İslam'ın dış dünyayla ilişkili ola­ rak daha çok birleşmiş olmasıydı. Hıristiyanlıkta oldugu gibi Müslümanlıkta da doktrine dayalı yanlmalar bulunuyordu ve bu, zaman zaman kanlı çatış­ malara neden oldu. Bununla birlikte Yedinci Bölüm'de tartışıldıgı üzere, bir İslami tarikat nadiren uzun ömürlü bir iktidar tabanını güvence altına alı­ yordu. Aksine Hıristiyanlık, özellikle esas kollan arasında, bu tür iktidar dü­ zenlemeleriyle parçalanmıştı: papalıgı tanıyan Batı Avrupa'nın siyasi kurum­ lan ve Bizans. İslam'ın hakimiyetindeki toplumlar, her biri özgül bölgesinin içinde, Hıristiyan toplumlanndan çok daha heterojendi. Müslüman bölge­ leri içinde etnik ve etno-dini grupların teritoryal olmayan dagtlımının sayı­ sız tezahürü, küçük kırsal yönetim birimleri ve özellikle teker teker kentler örnek olarak gösterilecek. Şu anki tartışma için heterojenligin önemli veç­ hesi İslam-Hıristiyan ilişkileri üzerindeki etkisidir. Hodgson, Müslümania­ nn yönetimi altındaki Hıristiyanların zafiyetlerinin aynntılı bir açıklaması­ nı şu yorumla özetler: En erdemli gayrimüslim, halkın isteksiz saygısım kazanabilse de, olagan du­ rumda, dogruluk iddiası ne kadar şüpheli olursa olsun herhangi bir Müslü­ mandan aşagı olarak görünürdü. Duygu neredeyse etnik duygu kadar güç­ lüydü ve gerçekten de içinde etnik bir tona dair bir şey vardı: Din degiştiren biri, Müslüman olarak kabul edilse bile, doguştan Müslüman olanlara balışe­

dilmiş saygıyı her zaman göremezdi. 1 3

Yüzyıllar sonra, şüphesiz, tutumlar katılaştıgında, duyarlı bir Osmanlı me­ muru şu ölçülü tavsiyeyi tercih etti: Reaya (Müslüman olmayan tebaa, tam manasıyla "sürü hayvanları" ) şımartılmamalı ve dini ve ahlaki açıdan özel yaşamı düzenleyen kanunlar [sumptuary law 1 güçlendirilmelidir; ama zen­ ginleri, sultana hizmet için olanlar hariç, vergilendirilmemeli ve yoksul rea­ ya ezilmemelidir. 14 Sayısız özel vergiyi, kilisdere el konulmasını, gelir sınırlamalarını ve Müslümaniann yönetimi altında Hıristiyanlara kasıtlı olarak dayatılan "aşa­ gılama durumu"nu oluşturan açık tacizleri incelemek bu kitabın amacı de­ gil. Kesinlikle bu tür dayatmalar, ilk başlarda, İslam'ın Arap yüzyılların­ da, daha hafifti. Diger yandan Araplar (Mısır'ın fethi üzerine çalışan bir ta12 13 14

Djait, s. 100. Hodgson, 2: 537. Wright, s. 1 18. 87

rtlıçinin belirttiği gibi) zimmi'lere (Müslüman olmayan tebaaya) belirli gü­ venceler sundularsa da, hiçbir zaman dini özgürlük sözü vermediler. 1 5 Ba­ zı Hıristiyanlar, özellikle Kıptiler ve Bizans Ortodoksisi'nin diğer Monofi­ zit muhalifleri, yeni yöneticileri tercih etti. Müslüman yöneticiler, Bereket­ li Hilal'de yüzyıllar boyunca ve Mısır'da da Britanya işgaline kadar, kısmen özgür Müslümanlara göre daha itaatkar olduklarından, Hıristiyan katipie­ re ve yöneticilere güvendi. llk yüzyıllarda bile, Fatımi Sultari Hakim'in yö­ netimi altında l007'de olduğu gibi, ayaklanmalar ve olağanüstü infazlar vu­ ku buldu. 16 tki esaslı tehdit, tüm zamanların tabi Hıristiyan topluluklannın üzerinde asılıydı: Hıristiyan kadınlar Müslümanlada evlenıneye teşvik edi­ lirken, bir Hıristiyan erkek Müslüman bir kadınla evlenirse ikisi de öldü­ rülüyordu; bir Hıristiyan lslam'ı benimsediği için ödüllendirilirken, Hıristi­ yan olan bir Müslüman dinden döndüğü gerekçesiyle idam ediliyordu. Çağ­ daş Hıristiyanların paganlara, "sapkınlara" ya da Yahudilere karşı sergiledi­ ği hoşgörüsüzlükten daha büyük olmayan hoşgörüsüzlüğün bu örnekleri­ nin, lslam ve Hıristiyanlık arasında temelde iki taraflı olduğunu akılda tut­ mak önemlidir. lslam muazzam sayıda Hıristiyan'ı yönetirken, l l . yüzyılın sonuna doğru Hıristiyanların yönetimindeki Müslümanlar küçük, geçişsel durumlarla sınırlıydı. Sonradan gelen olarak lslam diğer uygarlıklar üzerine baskınlar yapmak zorundaydı - Watt'ın belirttiği gibi bu tür genişlemeler İslam'ın raison d'etre'sıydı. Kutsal savaş (cihad) İslam'ın başlangıcında var­ ken Hıristiyan tepkiler tek tük ve savunmaya yönelikti. Carl Becker'ın işa­ ret ettiği gibi, İslam'ın genişlemesi Hıristiyanlığın özellikle hoşgörüsüz ol­ duğu bir dönemine denk geldi. 1 7 Tamamıyla doktriner anlamda Müslümanlar, Hıristiyan inançlarına dai­ ma saygı gösterdi. llk yüzyıllarda İslami rejimler, Hıristiyan tebaalanyla Bi­ zans'taki dini otoriteler arasındaki iletişime izin verdi. Meryem'e ve Hıristi­ yan azizlerine dair ilk dönemdeki kavrayışın aksine, sonraki Müslüman ya­ zarlar, onlara yönelik adanmışlığı tektanrıcılıktan putperestliğe doğru bir sapma olarak görmeye temayül etti. Diğer yandan Kur'an'ın biçimsel abart­ malan ve görünür mantıksızlığı, "doğa yasası"nın aksine "şehvet" olarak al­ gılanan Muhammed'in çokeşliliği gibi, Avrupalılara itici geldi, Hıristiyanla­ rın Müslümanlar hakkındaki stereotiplerinin birçoğu, lslam'ı tammak için daha iyi bir şansa ama karalamak için de daha çok nedene sahip olan Doğu Hıristiyanlanndan kaynaklanıyordu. 1 8 15

Gardet,

s.

346; Amelineau,

s.

10. Biçimsel yasaklar için ayrıca bkz. Schacht, An Introduction to

17

Islamic Law, s. 130, 187. Lane-Poole, A History ofEgypt, s. 127. Becker, Islamstudien, s. 398.

18

Daniel, s. 147; Eickhoff, s. 49, 66 ve devamı.

16

88

Cihad - Haçlı Seferi sarmalı Diger stereotipler Bizans ve lslam imparatorluklan arasındaki uzun süren as­ keri mücadeleler boyunca ortaya çıktı. Haçlı Seferi teriminin Batı'da icat edil­ mesinden çok önce, seferin ruhunun Dogu Roma lmparatorlugu'ndan kay­ naklandıgı sonucuna varmak kaçınılmazdır. Ulusal Zerdüşti dinlerini tercih edip, Hıristiyanlıgı açıkça reddetmiş olan Sasanilerle yaşanan uzun mücade­ le, lslamla temas etmek için trajik bir başlangıçtı. Bizans'ın, yenilen Persliler­ den, Gerçek Haç'ın geri verilmesini talep etmesi din ve siyasi kurumun öz­ deşleşmesinin simgesel bir ömegini oluşturur. Imparatorluk merkezinin Hı­ ristiyanlıgın Sasani düşmanıanna karşı umutsuz bir mücadeleye girdigi bir sırada, Hıristiyan Vizigotlan, Bizans'ın tspanya'daki topraklanna saldından kaçınmaya razı etme çabalan bu tür bir özdeşleşmeye delalet eder.19 Güçlü kutsal çagnşımlan olan bir imparatorlugun, kendisinin Hıristiyanlık evren­ sel misyonunu, Konstantinopolis'i alarak ortadan kaldırmayı açıkça tasarla­ yan, lslam'a ait bir saldınya verdigi tepkinin daha az bir şiddetle gerçekleşti­ gini tasavvur etmek güçtür.20 Asıl şaşırtıcı olan Bizans'ın lslam'a karşı edebi polemiginin gecikmiş ve düzensiz dogasıdır: 9. yüzyıl sonu ve 10. yüzyıl ha­ riç, bu tür bir ideolojik savunma, büyük ölçüde iç teolojik tartışmalarla her­ taraf edilirdi.21 O esnada, A. A. Vasiliev'in sözcükleriyle, lmparator john Tzi­ misces'in, "Kudüs'ü kurtarmak nihai hedefine ulaşmak amacıyla" , her ne ka­ dar kendisinin zamansız ölümüyle sona erse de, "gerçek bir haçlı seferi"ni22 üstlendigi dogrudur. Yaklaşık bir yüzyıl önce lmparator Theophilus, Abbasi lmparatorlugu'na karşı birleşik bir Hıristiyan Haçlı Seferi için sonuçsuz ka­ lan bir öneride bulundu. Muhtemelen Girit'in 96l'de yeniden ele geçirilme­ si, Hıristiyan dünyasında, bu imparatorluk girişimlerinden daha güçlü yan­ kılara ve daha büyük bir stratejik öneme sahip oldu. Uzun zamandır baş­ kentlerinde bir camiye izin veren Bizanslılar, o zaman, Girit'teki tüm camile­ ri kapatarak lslam'a karşı saldırgan bir adım attı.23 Diger yandan, l l . yüzyıla dek uzanan güçlü askeri konumlanna ragmen Bizanslılar, Kutsal Topraklan ele geçirmek için kararlı bir çaba göstermedi ve Müslümanlar, tehdidi yeni­ lenmiş kutsal savaş için bir çagn yapmaya yeterli görmedi. tık Haçlı Seferi'nde İslam üzerine Batı Avrupa'nın saldırısının Kutsal Top­ raklann yanı sıra tüm Suriye sahilinin ele geçirilmesiyle taçlanan önemi, 19

Dannenbauer, 1 : 183. Karş. Altheim, Niedergang der alten Welt, 2: 60 ve devamı; Garsoian, "Armenia", s. 347-349; Stroheker, s. 219.

20

Erdnıann, s. 1 ve devamı.

21

Guterbock, s. 25 ve devamı.

22

Vasiliev, History of the Byzantine Empire, 1: 3 10.

23

Brehier, Vie et Mort de Byzance, 1: 190; Dölger, Byzanz, s. 33 1. Bununla beraber Theophilus da, Erneviierin düşmanlannın Abbasilere yardımına destek sagladı. 89

hem stratejik hem de simgeseldi. . lslam dünyasının merkezinde (ya da en azından vazgeçilmez eklemlenmesinde) bir baskı olarak, zorla Haçlı Seferi prensliklerinin kurulması yeterince uyancıydı. Simgesel olarak Suriye kıyı şeridinin (Sahil) kaybı, her ne kadar yüce bahçe, Şam, hiçbir zaman gerçek­ ten Haçlılann eline düşmediyse de, Arap şairlerin bereketli çöl kıyılan nos­ taljisini ıstırap verici bir biçimde alevlendirdi. Fethedilene kadar Kudüs'ün kutsal atmosferi, Müslümanlar için ılımlıydı ama cihad için bir simge hali­ ne geldi. Kudüs'te binlerce Müslüman'ın ve Yahudi'nin vahşice katledilme­ si muazzam bir öfke doğurdu. Ahlaken kabul edilemez olduğu kadar, karşı inanç için yoğun bir biçimde aşagılayıcı olan bu tür olaylar, daha önce görül­ memiş degildi. Araplar, 827'de Girit'i vahşice fethetmelerinin başlangıcında ele geçirdikleri bir Bizans amiralini, savunmadakileri dehşete düşürmek için salıilin görülen bir yerinde çarmıha gerdi.24 Ama Kudüs'ün düşüşü, karşılıklı düşmanlıgın yükselen sannalının başlangıcını damgaladı: "'lslam, Sahil'den, Kudüs'ten ve Peygamberin vazifesinden önceki Vahiy topraklanndan ve ta­ mamen kovuldu. ( . . . ) Kudüs, domuz ve şarapla dolu, kilise çanlan orada ha­ ça eşlik ediyor! "' diye Türk yönetici Nureddin, lslam ve Hıristiyanlıgı bölen simgesel engelleri vurgulayarak, bagırdı.25 Filistin Haçlı Seferleri, lslam için simgesel olduğu kadar stratejik bir tehdit oluşturduğu gibi, gerçek bir yeni çıkış yerine, iktidann Batı Avrupa'ya dog­ ru kayışının dorugunu temsil etti. Bununla beraber ı 1 . yüzyılın sonunda­ ki olaylar üç çarpıcı degişimi dogruladı. Birincisi, Hıristiyan donanma güç­ leri (Bizans, Norman ve İtalyan) Akdeniz'e hakim oldu. İkincisi Batı Feoda­ lizmi'nin kara ordulannı harekete geçirebilme potansiyeli dikkate degerdi. Üçüncüsü Hıristiyanlar, tüm düşmanlannı, aleyhine bir kutsal savaşın ön­ celikli bir zorunluluk haline geldigi, bir monolitik Şeytani blok olarak gör­ meye egilimliydi. Bereketli Hilal'in Türk rejimleri, Mısır'daki Fatımiler ve Mürabıtlar arasında gerçek bir ilişkinin yokluğu, tspanya'nın acil savunma­ sının Filistin'deki maceraya gelişigüzel genişletilmesi sırasında görmezden gelindi. Vaizlerin Müslüman karşıtı Haçlı Seferlerini Orta Avrupa'daki paganlara karşı savaşa uyarlama biçimi daha da şaşırtıcıdır. Şüphesiz, Avadar ve Ma­ carlar gibi pagan düşmanlara karşı savunma savaşı, Sarlman'dan bu yana Hı­ ristiyan yöneticilerin göreviydi. Macarlan Lechfeld'de yenilgiye ugrattıktan sonra I. Otto, Kutsal Roma lmparatorlugu'nun sınırlannı Elbe'den Oder'e dek genişletmeye çalıştı. Misyoner etkinlikleri teşvik etti ama Hıristiyan sa24

Eickhoff, s. 66.

25

Sivan, s. 80; Werblowsky, s. 5 ve devamı. Bkz. Eickhoff, s. 227; Erdmann, s. 1 ve devamı, 79; Haçlılann genel çerçevesi üzerine: Franz Irsigler, "On the Aristocratic Character of Early Fran­ kish Society", Reuter içinde, s. 1 18.

90

vaşçılann Slav Wendlerle savaşmasını kutsal bir görev olarak talep etmedi.26 Bazı yazarlar 12. yüzyılda Haçlı Seferi temasının evrenselleşmesini Hıristiyan topluluğu içindeki sapkınlık korkusunun dış düşmana yansıtılması olarak görür. Sonunda, istisnai bir biçimde şiddetli bir Haçlı Seferi, Güney Fran­ sa'daki Albili sapkınlara* karşı yöneltildi. Kesinlikle, Fransız destanlannda "Sarazenler" olarak yeniden özdeşleştirilen 8. yüzyıl Saksonlan gibi, geçmiş­ teki ve günümüzdeki tüm "kafir" düşmanıara karşı Hıristiyan birliği teması­ nın ünü, yoğun bir biçimde birbirine karşı konurolanmış bir dünya görüşü­ nün belirdiğini akla getirir.27 12. yüzyıla dek, Germen yerleşimlerine vahşi baskınlan engellemek için, Wendlere karşı yerelleşmiş Haçlı Seferi meydana geldi. Bununla beraber 1 14 7'de, çağının en karizmatik vaizi olan Clairvauxlu Bemard, daha büyük ideolojik içeriği olan bir çağnnın liderliğini üstlendi. O, Hıristiyan olmayan düşmanıann zorunlu olarak öldürülmesi dahil savaşmanın ruhhanlar (aklın­ da yeni askeri tarikat, Tapınak Şövalyeleri [Order of Templarsl vardı) için bile övgüye değer olduğunu ilan etti. Savaşta ölenler şehit olarak kabul edilmeliy­ di. Musa ve Yeşu'da olduğu gibi, kafir bir natio'nun (etnik grubun) yok edil­ mesi takdire şayandır. Bu yeni öğütler, ana akım Hıristiyan doktrinine uyum sağlaması için dikkatli bir biçimde tanımlandı. Kafidere karşı bir haklı sava­ şın ilk amacı, savunmaya yönelik olmalıdır. Din değiştirmeye zorlamak ya­ saklandı; ele geçirilen kafirlerin misyonerlik etkinliğine karşı çıkmalan meş­ ru bir biçimde engellenebilirdi. Haçlılann motifleri saf olmalıydı: "lnancın zırhına bürünmüş" olan onlar, ünlenme isteğini, öfkeyi ya da ganimet arzu­ sunu kabul edemezdi. "Haçlı Seferi ideolojisi kafidere meşru bir rakip ola­ rak muamele etmedi" yazar bir alim; aşağıda betimlenen, Orta Asya fetih tu­ tumlanyla karşıtlığı dikkate değerdir.28 Kafir bir natio'nun yok edilmesi ör­ gütlü bir siyasi kurum olarak onun ortadan kaldınlmasını ima eder, soykı­ nını değil; teslim olan herkes bağışlanır ama onlann topraklan [ territory] -Bemard özellikle bu kavramı kullanır- Hıristiyan otoritelerce yönetilecektir.

Islam'ın iç dinamikleri Bemard'ın Haçlı Seferi çağnsını izleyen (onun açıkça karşı çıktığı) kötücül aşınlıklar bir yana, kavram, Hıristiyanlann Filistin'e girişiyle zaten yüksel­ miş olan cihad-Haçlı Seferi sarmalının ideolojik yoğuntaşmasını oluşturdu. Lotter, s. l l ve devamı. (*) Katharlar - ç.n.

26 27

Daniel, s. 264 ve devamı; Remppis, s. 53 ve devamı; Erdmann, s. 60, 87; Beumann, Das Kaiser­ tum Ottos, s. 552.

28

Lotter, s. 20. Zamanının "benzersiz kamusal sesi" olarak Bemard için aynca bkz. Dempf, s. 220. 91

Bu sarmal, etnik kimlikleri biçimlendiren ve yeniden biçimlendiren, Avrupa boyunca bir fıziksel yarayı üreten, iki uygarlık arasındaki aşın düşmanlıktan kısmen sorumludur. Bununla beraber 13. yüzyılda Orta Asya'nın benzeri gö­ rülmemiş istilalan, düşmanlıgın artmasından daha çok sorumludur. lslami rejimlerin, daha önceki göçebe ek güçlerinin düzensiz saldınlara egilimi, is­ tikrarlı, banşçıl sınırlann elde edilmesini zorlaştırdı. İslam'ın kuruluşundan sonraki yüzyıllar boyunca devam eden bu tür yagma akınlan, Batı Asya'daki Hıristiyanlıgın esas temas noktalan boyunca sönmeye yüz tuttu. 1 1 . yüzyıl­ dan başlayarak lslam'a geçmiş Asyalı göçebelerin nevi şahsına münhasır bir taraflan, bu ıslah edici egilimlere karşı koydu. Daha önceki göçebeler, sık sık fidye, kölelik, teknik işler veya gelinlik için, tutsak alıyordu. Ömegin, pagan Macarlar gelişmekte olan tanmsal işlerinin birçogu için Slav tutsaklara da­ yanıyordu ve eşlerinin birçogunu Hıristiyan kurbanlanndan elde etmişlerdi. Bu tür göçebeler, belli başlı kentsel yüksek kültürlere erişmedigi sürece, tut­ saklannı köleleştirmesi kendi kendini sınırlandırma egilimindeydi.29 Ne Bi­ zans ne de Batı Avrupa yerleşik toplumlan köylüleri işgücü olarak kullanan yaygın köle emegine ihtiyaç duyuyordu. Her ne kadar Bizans imparatorlan hadım hizmetkarlar kullandıysa ve Batı siyasi kurumlannda kafir ve Müslü­ man köleler meşru bir biçimde tutulabiliyorsa da, bu uygulamalann hiçbiri köle taeiderini çekecek kadar yaygın degildi. 30 lslamla yakın ilişkiye giren göçebeler için, köleler için can atan bir kent kültürü hazırdı. Kadim uygarlıklann ya da Amerika'daki keşif sonrası Av­ rupa'nın torunlannın aksine, lslam uygarlıgı tanmsal ya da zanaat üretimi için, nadiren kölelere dayandı. Bununla beraber köleler, Müslüman toplu­ mundaki üç önemli gereksinimi tatmin ediyordu. Yöneticiler, özgür Müslü­ manlardan daha itaatkar ve lslam inançlanna zimmi'lerden daha az muhalif idari personel için hevesliydi. Gürültücü göçebelerden ve itaatsiz Müslüman kent nüfusundan güvenilir askerler devşirmek esastı. Erkek köleler, özellik­ le gençliklerinden itibaren egitilebilirlerse, istikrarlı yönetimin gereklilikleri için askere almanın ideal kaynagını saglarmış gibi göründü. Abbasi Halifele­ rinden ve Endülüs Emevi rejiminden sonra bu tür köleler hayati öneme sa­ hip oldu ama sayılan, 1 . yüzyıl Roma'sı ya da 18. yüzyıl tropikal Amerika'sı­ nın köle nüfuslanyla karşılaştınldıgtnda görece düşüktü. Yakın geçmişteki tahminlere göre l l . yüzyıldaki köleler, lslam nüfusunun sadece % l 'ini ya da 2'sini oluşturuyordu.31 29

Bilhassa bkz. Gadlo, s. 27.

30

Heers, s. 73; Claude Cahen, "Les Facteurs Economiques et Sociaux", Brunschvig ve Von Gru­ nebaum içinde, s. 206.

31 92

Miquel, L'Islam et Sa Civilisation, s. 128. Islam uygarlıgında kölelik ile ilişkili olarak eşsiz "ah­ laki uçurum" üzerine bkz. Crone, Slaves, s. 8 1 .

lslam toplumu için kölelerin gerçekleştirdiği ikinci işlev, görece az sayıda olsa da, eşit derecede önemliydi. Çoğu kadın olan seks partnerlerinin göste­ rişçi tüketimi, Arap fetihlerinin ilk gününden itibaren Müslüman seçkinler için bir statü simgesi haline geldi. Bu uygulama, Bedevi kabilelerinin bir di­ ğerinin üzerine azılı baskınlannda kadınlara ve çocuklara nadiren zarar ver­ diği ya da köleleştirdiği lslam öncesi koşullardan bir aynlmayı temsil etti. 32 Sonradan tarih boyunca, iktisadi koşulların sertliği tipik bir Müslümanın maiyetinde kadın tutmak ("harem" ) bir yana ikinci bir eş almasına nadiren izin veriyordu. Her ne kadar mağlup olandan kadın almanın simgesel öne­ mi, "şehvet" ten daha önemliymiş gibi görünse de, muzaffer askeri ya da si­ yasi liderler şehvete özgürce kendini kapurabilir hale geldi. Muhammed res­ mi olarak çok-eşliliğe yetki vermekle kalmadı, açıkça earlyeler de bulundur­ du. Muhammed, açıkça bu uygulamayı, Sami patnarkal tarzın sürdürülme­ si olarak gördü ve takipçilerini kadıniarına eşitçe davranmaları konusunda uyardı. Hızlı fetihle kutsal örneğin birleşimi, İslam'ın başlangıcından harem statü simgesini güçlü bir biçimde kurumsallaştırdı. Göçebe gelenekleri, Abbasi, Fatımi, Endülüs Emevi Halifeliklerinin kent­ li, statü merkezli dünyasında ve sonraki rejimlerde gerilerken, erkeklerin geniş bir kadınlar hanesi üzerindeki denetimi, yüksek rütbenin kabul gören bir parçası haline geldi. Bu konudaki Müslüman ve Yahudi gündelik alıla­ kı arasındaki fark, S. D. Goitein'in sistematik bir biçimde incelediği drama­ tik olmayan ama empatik bir biçimde Memlük Kahire'si belgelerinde sergile­ nir. Müslüman bir anne, tipik olarak, dul oğlu için, alımlı bir köle kızın ar­ mağan olarak verilmesini erdemli bir edim olarak görürken, kadın bir köley­ le aynı çatı altında yaşayan bekar bir Yahudi erkek, cemaatinden dışlanırdı.33 Şüphesiz Hıristiyanlar arasında olduğu gibi Yahudiler arasında da, özellik­ le Müslüman kadın kölelerin erişilebilir olduğu Akdeniz sahil cemaatlerin­ de gevşek uygulamalar bulunuyordu ama cariyelerin bu dinlerin yandaşları arasında düzenli statü simgeleri haline gelmesi olanaksızdı. Cinsel gösteriş­ çi tüketim efendi tarafından tekelleştirilmeseydi gülünç olabilirdi, bu neden­ le yüksek statülü Müslümanlar harem muhafızianna da gerek duydu. Doğal olarak -bu ifadenin uygun olduğu nadir bir an- bu tür muhafızlar hadım ol­ malıydı, dolayısıyla erkekler oğlanken köleleştirildi. Kölelerin üçüncü kategorisi, sıradan hane hizmetkarlan, diğer iki grubun 32

Nyström, s. 1 7 1 .

33

Goitein, A Mediterranean Society, 1: 134-135. Bkz. Braudel, Civilisation Materielle, 2: 450; erken modem lber-Amerikan toplumunda köle metreslerin zımni kamusal kabulüyle -sergilenmesi­ nin degil- aynı dönemdeki Kuzey Amerika köle sahiplerinin gizli kapaklı tavırlannın farklılı­ gı için: A.g.e., 3: 350, Balard (2: 82 1-822) , eksiksiz bir biçimde belgelenmiş incelemesinde, geç Ortaçag'ın Baulı Hıristiyan köle tacirlerinin en önemlileri olan Cenevizlilerle ilgili benzer so­ nuçlara ulaşır. 93

toplamından da daha kalabalık olabilirdi ama hala oransal olarak toplam nü­ fusun küçük bölümüne denk geliyordu. Hıristiyan ve Yahudi haneleri ka­ dar Müslümanlar da iktisadi kaynaklan ölçüsünde ev-içi köleler kullandı. İs­ lam'ın öğretileri bu tür köleliği sıradışı bir biçimde ılımlı kıldı ve din değiş­ tireniere azat edilme ve güçlü bir ilerleme fırsatı sundu. Az önce betimlenen durum İslam uygarlığının dinamiğinin bir kısmını oluşturdu. Müslümanlar, pagan Slav ve Baltık tutsaklarını köleleştiren Ger­ men Hıristiyan savaşçıların ve İsveçli-Slav taeirierin öncelikli müşterisiy­ di. Çünkü onlar İslam-Hıristiyan sınınnın her iki tarafından da güvenilir ai­ le bağlantılarını sürdürebiliyorlardı; Yahudiler ve "sapkın" Hıristiyan toplu­ luklan (ilk başlarda Nasturiler, daha sonralan Ermeni Gregoryenler) birincil köle taciriydi. Maurice Lombard'ın (her merkezi makas simgesiyle etiketle­ yen) yararlı haritasının da sergilediği gibi, Yahudi atölyeleri ve Nasturi Ma­ nastırlan önemli "hadım fabrikalan"ydı.34 Ceneviz, kuralı 1 5 . yüzyıla kadar ihlal ettiyse de, Hıristiyan Kiliseleri Hı­ ristiyan kölelerin ticaretini yasakladı. llke olarak Müslümanlar diğer Müs­ lümanlan köle olarak elde edemezdi. Sonuç olarak iki evrensel dine geçiş­ ler yayılırken, Müslüman kölelerin kaynaklan (siyah Afrikalılar hariç) düş­ man Hıristiyan nüfus olma eğilimindeydi. Sonuç olarak, Hıristiyan toprakla­ nna saldınlar sadece dini bir görev değil, aynı zamanda karlı bir girişim ha­ line geldi. Dar-ül 1sldm (Müslümanların yönetimindeki topraklara verilen isim) genişletilemese bile, saldırganlar karlı bir biçimde satılabilecek tutsak­ ların ele geçirileceğinden neredeyse emindi. Guichard bu gelişmeyi İslam'ın ilk yüzyıllan için bile tanımlar: Bu baglantıda, Kuzey Afrika ve Ispanya'nın fetbini izleyen ve ardından En­ dülüs ve Kuzey Afrika korsanlıgının Avrupa sahillerine yayılması, yanı sıra Frenk dünyasıyla ticarette köle "razzia"lannın [ toplayıcılannın] Dogu için önemi göz önünde bulundurulmalıdır. (. .. ) Bu olguların köleler için bir tale­ be, yani halihazırda var olan toplumsal biçimlere ve gelenekiere karşılık gel­ 35 mek zorunda olması açıktır.

Kadın köleler için talep bilhassa güçlüydü çünkü İslam öncesi toplum, fe­ tihler sırasında hızla yayılan cariyelik uygulamasına izin veriyordu. Köle baskınlannın boyutlannda ve sertliğinde zaman içindeki yükseliş üç etmenden kaynaklanırmış gibi görünüyor: yöneticilerin artan despotizmi ve erken dönem İslam normlarını görmezden gelmeleri; Avrupa bozkır göçebe­ lerinin ve onların Cengizi soyundan gelenlerin insan yaşamına zerre kadar saygı göstermemesi; diğer İslami siyasi kurumların Müslüman Cengizi saL'Islam dans Sa Premiere Grandeur, s. 198, 2 l l .

34

M. Lombard,

35

Guichard, s . 78.

94

ray çizgisini taklit etmesi. 36 Hıristiyanlıgın dört bir yanında, Osmanlı Kons­ tantinopolis'indeki hızla genişleyen köle pazannın gereksinimini karşılamak için önceden görülmemiş boyutlardaki köle baskınlarının sonucu olarak, asıl alarm işitilmişti. Müslüman bir tarihçi, devasa haremierin ve maiyetle­ rin, görece ılımlı Arap halifelerinden çok Osmanlı ve Çin monarklanna özgü oldugunu belirtir. Bir Papalık temsilcisi, III. Fredetik'in uzun hükümdarlı­ gı boyunca (1440- 1493) Kutsal Roma lmparatorlugu'ndan iki yüz bin tutsa­ gm alındıgı suçlamasında bulundu.37 Aynı dönem boyunca Rus prenslikleri­ ne baskın yapan Tatarlar, Karadeniz'deki köle ticareti merkezlerine dek tüm yolu yürüyerek gönderilebilen tutsaklann en degerli ganimetieri oldugunu keşfetti. ı 713'te Kınm Tatarlan görece seyrek yerleşim bulunan Kiev alanı­ na baskın düzenledi ve on dört bin kişiyi tutsak aldı. 38 Habsburg sınınnda­ ki Osmanlı güçleri, Hıristiyan lordlannın ihtiyaç duydugu köylüler için fid­ ye almayı, onlan, Dogu-Slav ve Kafkas köle haznelerinin rekabetini çok zor­ laştırdıgı sebebiyle, sıklıkla uzak olan Konstantinopolis'e nakletmeyi tercih etti. Bununla beraber, Viyana'ya karşı ı 683'teki gibi bir sefer sırasında Os­ ınanlılar, satmak için sayısız tutsak getiren Kınm Tatarlannın yedek güçleri­ ni hoş karşıladı.39 Bu tür tekrarlanan tehditler sadece Hıristiyanlan ezmiyor­ du. ı 400'e dogru, bozkır kökenierinden gurur duyan Timurlenk gibi yöne­ ticiler, tabi Hıristiyanlan (zimmi'ler) , hatta Müslümanlan köleleştirerek Is­ lami ilkeleri ihlal etti. Hıristiyan sınırlannda yaptıklan gibi, bu tür vahşi uy­ gulamalar modern döneme kadar devam etti. ı860'a kadar Özbek yan göçe­ be akıncılar, Şii bizbinden olduklan için yerleşik Persli tutsaklan, onlan av­ lamanın meşru oldugu gibi şüpheli bir gerekçeyle köleleştirmişti.40

Sınır: Genel bakış Norman Daniel'ın "fiziksel sınırlar çok açık bir biçimde işaretlenmemişti ve kolayca geçilebiliyordu. Hıristiyanlann ve Müslümaniann zihinsel tutumla­ nnı bölen sınır, empatik olarak tanımlanmıştı ve sadece çok büyük bir güç­ lükle aşıldı"41 yorumuna tamamen katılıyorum. Yine de cografi sınırlar ora­ daydı. Onun varlıgı hala neredeyse hissedilebilir ve sonuçlan da oldukça önemlidir. Bir büyük Batılı ulus Kastilya, mythomoteur'ünü bu sınıra borç­ luydu; bilinen en güçlü Islami rejim, Osmanlılar, meşruiyetinin büyük bir 36

Arie, s. 257, 320; Pelenski, Russia and Kazan, s. 232, 295.

37

Ganem, 2: 9. Aynca bkz. Wiesflecker, 3: 43.

38

Stökl, Die Entstehung des Kosakentums, s. 54; Ferguson, s. 141.

39

Sugar, s. 105-107.

40

Hodgson, 3: 71; Sarkisyanz, s. 224.

41

Daniel, s. 45. 95

1

1t1ı1ı1ı

1

lberya v e Küçük Asya alanları, yakla�ık

850.

Geçerli olan deniz sınırı, yakla�ık 850. lberya ve Küçük Asya alanları, yakla�ık

1 300.

Do!ju Avrupa bozkır ve Tuna havzası alanları, yakla�ık 1 600 .

....- • .__,

Geçerli olan deniz sınırı, yakla�ık 1 600.

----�---- ----

Harita 2: Islam ve Hıristiyanlık arasındaki sınır bölgeleri.

kısmını cihad'dan aldı. Kökeninde ya da meşrulaştıncı mitinde öncelikli ola­ rak Haçlı ya da cihad olmayan diger siyasi kurumlardaki kimlikler, sadece sı­ nırla ilişkisi içinde anlaşılabilir. Habsburg lmparatorlugu gibi bu siyasi ku­ rumlann bazılan ortadan kalktı ama Müslüman düşmanlanyla etkileşimle­ ri Lehlerin ve Macarlann bilinçlerinde yankılanmaya devam eder. Sırplada Hırvatlar arasındaki günümüzdeki gerilimler, kökenieri uzak geçmişte olsa da, büyük ölçüde Osmanlı sınınnın ürünüdür. En önemlisi, Rus imparator­ luk yapısı, onun bozkır deneyiminden ayn olarak anlaşılamaz. Birçok aka­ demisyen bu konulan yogun bir biçimde inceledi. Onlann dikkatli çalışma­ lan olmaksızın genel bir karşılaştırmaya girişemezdim. Belirli karşılaştırmalı çözümlemeler paha biçilmez rehberler oldu; özellikle Andreas Angyal'ın ya­ kın geçmişteki Dogu Avrupa baroku üzerine çalışması, Charles Dufourcq ve Femand Braudel'in Batı Akdeniz'deki gelişmeleri karşılaştırması, Max Korte­ peter'in Dogu Avrupa-Kafkas bölgesi incelemesi ve her şeyden önemlisi Wil­ liam H. McNeill'ın Europe's Steppe Frontier'i [Avrupa'nın Bozkır Sınırlan] .42 Zaman ve mekanda daha büyük bir yayılıını hariç, bu çözümlememin ekle­ yebilecegi şey çok az; bununla beraber, karşılaştırmalı incelemede bu tür bo­ yutlar can alıcı önemi haizdir. Akdeniz'in sulannda lslam'ı Hıristiyanlıktan her zaman ayıran görünmez ama fazlasıyla hissedilebilir sınırlar hakkında birkaç söz söylemek gerekir. Neredeyse görüngünün tümü -aşın güvensizlik, köleleştirilme tehdidi, de­ rin akınlar, degişen etki hatlan- karada oldugu kadar denizde de bulunuyor­ du. Bununla beraber, kısa süreli dönemler hariç, Hıristiyan donanma güçle­ ri hakimdi. Bizans'ın, Yüce Roma lmparatorlugu'nun aksine, gücü asıl ola­ rak denizdeki hakimiyetine dayanıyordu [thalassocracy I . Biri bir Alman, di­ geri Fransız bir kadına ait iki parlak çalışma Bizans'ın bu konumunu, İtalyan kent-devletlerinin (kesinlikle hiç de dostça olmayan bir tarzda) onu devral­ dıgı 1 1 . yüzyıla dek nasıl sürdürdügünü gösterir.43 Deniz sınınyla karşılaştınldığında, Abbasi Halifeligi ve Bizans lmparator­ lugu arasındaki kara sının, cihad-Haçlı Seferi sarmalının düşük yogunluguna ragmen, daha aktif sınırlann tüm karakteristiklerini rüşeym halinde sundu. Sınır bir hat değildi, sürekli olarak kayan bir bölgeydi. 7 18'den sonra Arap­ tann esaslı, kalıcı ilerlemeler için çok az umudu vardı. Bununla beraber, 10. yüzyılın ortalanna kadar Anadolu'ya her yaz ve fırsat buldukça kış aylann­ da devasa razzia'lar düzenlediler. Ganimet elde etmenin dışında bu baskın­ lar, Bizans'ın karşı-saldınlanna mukabil savunma için bir glasi olarak hizmet edebilecek bir bölgenin enkaz haline getirilmesi amacıyla tasarlanmıştı. Hem 42

Braudel, The Mediterranean. Aynca bkz. Dufourcq, L'Espagne Catalane; Konepeter; Angyal; Mc­ Neill.

43

Eickhovd. Aynca bkz. Ahrweiler; Labatut, s. 153.

98

dogrudan olmak üzere tanmsal bulıran ve poleis'in [kent-devletlerinin] yıkı­ mıyla hem de dolaylı olarak, toprak sahibinin artan tahakkümü ve Bizans'ın açgözlü paralı askerleri istihdam etmesiyle, Arap akınlan Bizans'ın en önem­ li bölgesinin gücünü temelinden çürüttü.44 Geniş sınır bölgesinde, çogu zaman zorla nakledilen ya da uzak bölgeler­ den devşirilen benzer nüfuslar, her iki tarafta da gelişti. tki taraf her zaman dinle birbirinden aynlmıyordu çünkü Abbasiler, Müslüman olmayan olarak kalan bazı sınır savaşçısı unsurlannı vergiden muaf tutarken, asi Arap aşiret­ leri Bizans topraklanna kaçtı. Her iki taraf da, Türk paralı askerleri ve ma­ ceraperestleri kullandı; gerçi Bizans'ın hizmetindekiler genellikle Karadeniz bozkırlanndaki paganlardı. . Her iki taraf da Grekçe destanlar geliştirdi ve Müslümaniann imgelere karşı antipatisi, Bizans tarafındaki yogun putkıncı­ lıgında görünür bir biçimde yansıtıldı.45 Hıristiyan yöneticiler, Müslüman sınır savaşının sonu gelmez masrafıyla karşı karşıya kaldıklannda başka yerde girişimde bulunurken, Bizanslılar za­ yıf düşürücü kayıplara, nihai olarak son vermek için, bölgeyi bereketli Hıris­ tiyan alanlardan uzaga, çöle itmek için yola koyuldu. 960 ve 1071 arasında yeniden fetih büyük ölçüde başanlı oldu. Bizans'ın gücü eski Sami alanlann­ da, Antioch'un [Antakya'nın] ötesinde kınlgan olarak kalsa da, Kilikya'nın ve Ermenistan'ın büyük bir bölümünün yeniden fethi, Selçuklu Türklerinin gelişine kadar, Müslüman saldınlannı Bizans'ın kalbinden etkili bir biçimde püskürttü. Ardından, l l . yüzyılın sonundaki kapsamlı degişimlerden son­ ra, sınır bölgesi Anadolu Yanmadası'nın sahillerinde ve Bizans'ın kuzeybatı­ daki elinde kalan son köprübaşının kenarlannda kurumsallaşmış hale geldi.

Iber sınırı: Conquistador Mythomoteur* Akdeniz'in tüm yanınadalan göçmen saldınlanna açıktır çünkü aldıgı kıt ya­ gış kınlgan bitki örtüsünü destekler. Xavier de Planhol, Anadolu'daki İsla­ mi göçebe fetihleri hakkında, "dogal" olan hiçbir şey olmadıgını çünkü tuz göllerinin çevresindeki iç bölgelerin bile, bir dönem yerleşik tanıncılan des­ tekledigini vurguladı.46 Günümüzde seyahat edenler tran'ın ya da Ürdün'ün 44

Honigmann, s. 39 ve devamı; Shaban, Islamic History, s. 129; l.aurent, Byzance et les Turcs, s. 103 ve devamı; l.aurent, L'Anntnie, s. 243 ve devamı; Vasiliev, History of the Byzantine Empire, 1: 272; LeStrange, s. 137.

45

Sivan, s. 9; Canard, s. 45; Ahrweiler, s. 40; Hodgson, 2: 273; Fattal, s. 50; l.aurent, L'Anntnie, s. 1 18, 157, 169, 188, 221.

(*)

Konkistador Miti olarak çevrilebilir. Konkistador, genel anlamda Ispanya veya Portekiz impara­ torluklanndaki asker ve kaşiflere denir. Mythomoteur ise belirli bir etnik gruba, belirli bir aınaç

balışeden (kurucu) mit anlamına gelir. Fransızca mit ve motor kelimelerinin birleşiminden tü­ retilen sözcük, bu yanıyla, belki "kurucu mit" olarak da düşünülebilir - e. n. 46

Planhol, "Geographic Politique" , s. 547. 99

bozkırlanndan çok da farklı olmayan bir manzara görür. Bölgenin tanm an­ lamında kaybedilmesinin temel nedeni, Bizans güçlerinin 107l'de Malaz­ girt'teki büyük yenilgiden önce bile, ekinleri hayvanianna yedirerek tahrip eden, köylüleri köle olarak götüren ve kentleri bogan düşman göçebe isti­ lalanm engelleyememesidir. Anadolu özellikle saldınya açıktı çünkü onun açık ucu Ortadogu'nun çöllerine kadar uzamr. Korunmuş konumu bir yana, İtalyan Yanmadası'nın neredeyse eşit derece kınlgan oldugu genellikle fark edilmez. Bununla beraber zorunluluktan kaynaklanan denizden Arap istila­ lan, Sicilya ve Sardinya'daki önemli göçebe katılımını dışladı. Merkezi, boz­ kır yayiası (Abruzzi) * boyunca yaygın olan, bir yerden digerine hareket ede­ rek yapılan [transhumant] otlatma, iki kuşak gibi yakın bir geçmişe dek, kış beslenmesi için düzlüklere inen sürüler için geniş geçitiere ihtiyaç duyuyor­ du. Göç eden çobanlada yerleşik ekiciler arasındaki sürtüşme, Roma zama­ mndan bu yana endemikti. Bununla beraber hakiki göçebe geleneklerinden ya da dini meşrulaştırmadan yoksun çobanlar örgütlü bir tehdit haline ge­ lemedi.47 Diger yandan Balkan Yanmadası yerleşik unsurlann (Ulahlar, Ar­ navutlar, Slav dag çobanlan) yan göçebe yaşam tarzianna ardı ardına geri­ lemesini deneyimledi. Sadece onlann (Safevi müdahalesi sonucu) Orta As­ ya göçebe haznesinden aynlıgı, Osmanlı Türklerinin Balkanlar'da daha ciddi göçebe istilalanm teşvik etmesini engelledi. Üçüncü yanınada -Magrip için Gabes Körfezi'nden Rif Daglan'na kadar olan bölge gerçekten de bir Akde­ niz Yanmadası oluşturur- tamamen göçebelerce istila edildi. Bununla bera­ ber en sıradışı kader lberya'ya aynlmıştı. Onlar çöl ve vaha için bir nostaljiyi banndırdıysa da, Arap fatihler Cebeli­ tank Bagazı'nı geçtiklerinde, göçebe savaşma tarzlanm ve sürüleriyle birlik­ te yaşamayı geride bırakmışlardı. Sonuç olarak, onlar tanını kesintiye ugrat­ maya son vermişti. Görünüşe göre onlann Berberi askerleri, istilanın Arap liderlerinden çok daha kalabalıktı. llk başlardaki Berberi gücü bazı göçebe Zenata unsurlanm içerse de, bu tür unsurlar Murabıtlann ve Muvahhidle­ rin dönemine kadar baskın hale gelmedi.48 Dahası onlann bölünmecilikle­ ri, Herberilerin birleşik bir güç olarak hareket etmesine nadiren izin veriyor­ du. 741'deki bir ayaklanma, Afrika'daki Suriyeli Arap birliklerince bastınldı. Kentli Araplar ya da Araplaştınlmış seçkinler, kısa bir süre için, Murabıtlann yönetimi hariç, daima hakimdi. Erken dönem Berberi istilacılann deve göçe­ besi aşiretlerinden olmaması önemlidir; sadece Murabıtlar ve onlann Mori­ tanyalı yedek güçleri, üç yüzyıl sonra, grands nomades'dı. O zaman bile, ya­ kın geçmişteki bir tarihçiye göre, yerleşik Müslüman küçük krallar, daha az (*) Orta ltalya'run Adriyatik'e cephesi olan daglık bölgesi - ç.n. 47

Grenier, s. 293 ve devamı.

48

Dubler,

1 00

s.

186- 196 ve harita; Bums, Islam under the Crusaders, s. 67 ve devamı.

rahatsız edici göçebeler olarak Muriibıtlan, Hıristiyanlıga karşı alternatif yar­ dım kaynagı olarak Arap Hilalilere tercih etti.49 Bu koşullar altında lberya'da tuhaf bir rol degişimi meydana geldi. Becerik­ li, kentleşmiş Arap seçkinler, lberya'nın, Romalılan cezbetmiş olan kısımlan­ nı hızla ele geçirdi - güney ve dogu sahillerini ve büyük Guadalquivir ve Ebro vadilerini. Burada neredeyse tüm önemli kentler ve üretken çiftlikler bulunu­ yordu. tki yüzyıl boyunca önceden var olan yogun nüfusa iyi muamele edildi. Çogunluk açıkça Hıristiyan ve Latin dil ailesini konuşur olarak kaldıysa da, hızla Araplaşan yerleşik Berberilerle birlikte ilk Arap istilacılara güçlü bir pe­ kiştirme saglayacak kadar yeterli bir kısmı, kültürel anlamda Müslüman Arap haline geldi. Aşamalı olarak Aramcadan, Arapçaya kayan sayısız Yahudi de Arap tacir tabakasını pekiştirdi. Sonuç olarak Endülüs'te, olagan Müslüman vaha tanınından çok daha geniş bir tanıncılık üzerine temellenen, sıradışı bir biçimde varlıklı, kültürel olarak parlak kentli bir toplum gelişti. Ama bu uy­ garlık yanınadanın sadece çok küçük bir kısmını kapsadı. Arap fetihleri zorunlu olarak lberya'nın ortalanna, özellikle simgesel ola­ rak önemli Vizigot başkenti Toledo'ya dogru genişledi. llk akın, muhteme­ len önceki yönetimlerden hiçbirinin tamamen girmedigi uzak kuzeybatı daglan hariç her şeyi sözde hizaya getirdi. Orada Got seçkinlerinin kalıntı­ sı, Basklı ve Kantabriyalı yerli nüfuslada kanşmıştı. Müslümanlada düzensiz savaşlar muhtemelen hiçbir zaman kesilmedi; 79 l'de Arap fetihlerinin başla­ masından sadece seksen yıl sonra II. Alfonso Endülüs kralı oldugu iddiasıyla onlara meydan okudu. Diger bir deyişle neredeyse başlangıcından itibaren, Ramon d'Abadal i de Vinyals savaşırken, tüm lberya Yanmadası'nı kurtarma iddiası, reconquista için bir mythomoteur oluşturdu. 50 Hıristiyan kalıntılar ne göçebeydi (bazı yan göçebe çoban daglılan içeri­ yordu) ne de barbardı (basitleştirilmiş olsa da, onlann Vizigot kilise mima­ risi etkileyiciydi) . Bununla beraber, parlak Müslüman Endülüs kültürüyle karşılaştınldıgında Hıristiyanlannki, en hafıfınden, yoksuldu. Dahası hiçbir Hıristiyan gücü, düzenli, kararlı bir Müslüman ordusuyla meydanda karşıla­ şamazdı. Bir buçuk yüzyıl sonra, muktedir bir Emevi halifesinin (Abdurrah­ man) yönetimi altında birleşen Müslümanlar, Hıristiyan lberya'nın simgesel kalbi Santiago de Compostella'ya dek ilerledi. O zaman Hıristiyanlar tuhaf bir biçimde göçebelerinkine benzer bir taktige başvurdu; öndegelen bir ta­ rihçinin yerinde bir biçimde belirttigi gibi, "reconquista'nın silahı mevsimsel hayvan göçüydü".51 Hıristiyan iç ekonomisi büyük ve küçükbaş hayvan süs.

84; Bulliet, The Camel, s. 229; Lombard, L'Islam dans Sa Premicre Grandeur, s. 82.

49

julien,

SO

Abadal i de Vinyals,

Sl

s.

S84; ]. Perez de Urbel, "La Reconquista de Castilla y Leon",

ista Espanola içinde, s. 129 ve devamı. Chaunu, L'Espagne, 1 : 123.

La Reconqu­

1 01

rülerine ve atlara dayanıyordu - üstün bir Müslüman gücü belirdiginde hızlı bir biçimde boşaltılabilecek ve yine hızla ilerieyebilecek bir mülkiyet. Elbet­ te bu hareketler çöl ya da bozkır göçüyle aynı degildi. Yine de yeniden fetih için yüzyıllar ve sonrasındaki üç yüzyıl boyunca, lberyalı çobanlar, sürüle­ riyle geniş, sadık bir biçimde korunan rotalar boyunca yaklaşık altı yüz kilo­ metre ilerledi. Yol boyundaki ormanlar, koyunlar ve keçiler ve onlan izleyen erozyon tarafından aşındınlarak çıplak hale geldi. Her iki taraf da Hıristiyan olsa da, çobanlar ve yerleşik çiftçiler arasındaki yüksek gerilim, bu mevsim­ sel hayvan göçü örüntüsünün adlandınldıgı şekliyle "Mesta"ya endemikti. Bazı otoriteler "Mesta" adına bile Berberi bir köken atfeder. Kesinlikle Hı­ ristiyan otlatma tarzlannın ve süvari savaş tekniklerinin birçogu, Müslüman rejimierin sınır muhafızı olarak atadıgı Herberilerden ödünç alınmıştı. l l . yüzyıla dek sınır çatışmasının birincil sahası olan Duero Vadisi'ndeki ve yu­ kan Ebro Vadisi'ndeki Herberilerin çogunlugu, muhtemelen bu tür bir savaş teknigine Hıristiyanlardan daha az alışkın olan yerleşik daglılarmış gibi gö­ rünür. 750 gibi erken bir tarihte, sınır sahası akınlann ve karşı akınlann en­ gin bölgesi haline geldi. 10. yüzyıla dogru Orta Sierra'dan Asturia Daglan'na uzanan (yaklaşık üç yüz kilometrelik) tarafsız bölge [no-man's-land] , ilerle­ yen bir orduya besin kaynagı saglamak için çok haraptı. 52 Hıristiyanlar l l . yüzyılda Tejo Nehri'nin ötesine ilerlemelerini izleyen durumu tersine çevir­ melerinden sonra, efsanevi kahramanlan Cid, Toledo'nun güneyinde benzer bir alanı yerle bir etti. 14. yüzyıldan 1 5 . yüzyıla dek, daha küçük bir harap edilmiş alan, geride kalan Granada'daki Müslüman krallıgını yan yanya ku­ şattı.53 Bizans-Arap sınır bölgesinin aksine, baskın düzenlemek, lberya'da­ ki Hıristiyan davasının lehine hizmet etti. Araplann orada harap edilmiş bir glasi arzularlıklan dogrudur ama zenginlikleri Hıristiyanlannkinden öylesi­ ne üstündü ki Müslümanlar agır baskınlardan kaçınılmaz olarak daha çok ıstırap çekti. Bununla beraber tahkim edilmiş konumlan kalıcı, oturmuş yer­ leşimierin çekirdegi olarak kullanınada Hıristiyanlann konumu gerçek gö­ çebe saldırganlannkinden tamamen farklıydı. lberya'nın geleceginin hakim siyasi kurumu Kastilya, adını bu tür şatolardan [castle] aldı; "frontera" teri­ mi sınır kalelerinin [jort] bir zincirlenmesinden türemişti. Arazi bu taktigin lehineydi. Birçok durumda Kuzey lberya'nın iklimi ve arazisi, tamamen ku­ ru, açık bozkırda ya da çölde göçebe üstünlüge sahip hafif zırhlı Berberi sınır muhafızianna karşı, Kastilyalı ve Fransız savaşçılann bir türü olan zırhlı şö52

53 1 02

Bilhassa bkz. Dubler, s. 186 ve harita. Defoumeaux, s. 9; Klein, s. 7. Lombard, (L'Islam dans Sa Pre:miue Grandeur, s. 171) Mesta'nın Berberi kökenli oldujtunu kabul eder. Bununla beraber, Charles ]. Bishko ("The Castilian as Plainsman" , Lewis ve McGann içinde, s. 56) kurumlann çok daha sonra ortaya çıkugına inanır. Menendez Pidal, The Cid, s. 288 ; Richard Konetzke, "Probleme der Beziehungen zwischen Is­ lam und Christentum im spanisehen Mittelalter" , Wilpert içinde, s. 22 1.

valyelerin lehineydi. 54 Sonuç olarak ezici Müslüman yogunlaşmalanyla kar­ şılaşmalar hariç, Hıristiyan güçleri tahkimadar arasında düzenli Arap güç­ lerininkinden daha kolay ilişki kurdu, böylece de tanıncılar için daha faz­ la koruma sagladı. Böylece Kastilya'nın tahkim edilmiş sınırlan Asturia Dag­ lan'ndan Douro [Nehri'ne) kadar uzandı, ardından l l . yüzyılda Tejo [Neh­ ri'ne) dek erişti. Bir anlamda Hıristiyanlar, lberya'nın nevi şahsına münha­ sır ortamında hem göçebe hem yerleşik taktikterin avantajından yararlandı. Ödedikleri bedelse, önde gelen Hıristiyan unsurun, yani Kastilyalılann zihniyetinin ve kimliginin Batı Avrupa'da benzeri görülmemiş bir biçimde dönüşmesiydi. Sınır çobanlıgı, göçebeİerinkine az çok benzer niteliklere sa­ hip insanlan kendine çekti: tutkulu, güçlü, mistisizme egilimli, savaş sever, anarşik, belirli bir toprak parçasına karşı düşük baglılıgı olan, bununla bir­ likte fetih ve ganimet için de aç.55 Batı toplumlan arasında sadece lberyalılar, Müslümanlan köle olarak almayı degerli buldu. Müslüman uygulamalannın aksine, birçogu, serf emeginin sonunda daha karlı oldugunu kanıtladıgı ta­ nmda istihdam edildi. 56 Hıristiyan kentleri büyük ölçüde baskınlardan gelen ganimetin yanı sıra büyükbaş hayvan yetiştiriciligine dayandı. Sınır nüfuslannın benzer karakteristikleri geliştirme egilimi, ileride, lber­ ya nüfuslannın yaygın bir biçimde köklerinden aynlma ve kanşmasıyla da­ ha da örnek gösterilebilir hale gelecek. Yukanda da belirtildigi gibi daglı er­ ken Hıristiyan krallıklan kanşık etnik kökeniere sahipti. 8. yüzyılda yerleş­ miş olan Hıristiyan nüfuslar kaba kuzeylilerin iledeyişinden kaçma ya da Müslüman yöneticileri tarafından planlanan tahliyeyi kabul etme egilimin­ deydi. 57 Bir yüzyıl sonra Müslümanlar tarafından dinleri üzerine getirilen kısıtlamalar, Hıristiyanlan kitlesel olarak Douro Nehri sınınna göç etmeye sevk etti. Bu "Mozaraplar" , Müslümaniann kültüründen mimari, edebiyat ve saray biçimlerini edinerek Kastilya'da hakim kültürel unsur haline geldi. Bu yolla Kastilya siyasi kurumunun ikinci miti -birincisi basitçe bagımsızlıgın ve Hıristiyanlıgın umutsuz bir biçimde müdafaasıydı- görsel bir biçim aldı. Mitin yeni çeşitlemesi, Le6n'un Kastilyalı yöneticisi VI. Alfonso'yu ( 1 0721079) uluslarüstü bir yönetici olarak gördü. tki yüzyıl sonra bir başka !her­ yalı yönetici Aragonlu james, "iki millatyn'ın yöneticisi" -"din" anlamına ge­ len ama aynı zamanda "etnik"i de ima eden Arapça bir sözcük- oldugunu ileri sürerek benzer bir formülü öne çıkardı. Mit aynntılandınldıkça, lber54

Hillganh, s. 321.

55

Carande, s. 381 . Aynca bkz. Konetzke, Wilpert içinde, s. 224.

56

Verlinden, L'Esclavage, 1: 103 ve devamı. Diger Hıristiyan gruplann bazılan, bilhassa da Cene­ vizliler köle ticaretini, kölelerden faydalanmaktan çok daha kArlı buldu.

57

Sanchez-Albomoz, s. 123 ve devamı; Perez de Urbel, La Reconquista Espanola içinde, devamı.

s.

151 ve 1 03

yalı yöneticiler, Hıristiyan hakimiyetini, ama sadece dini uygulamalar ve ce­ maat mahkemeleri dahil ayrı bir Müslüman yaşam tarzına hoşgörü gösteren çogulcu bir toplumda, ileri sürdü. Kavram ve gerçeklik sadece Hıristiyanlan ve Müslümanlan degil, sayısız Yahudi'yi de kucakladı.58 Bu tür üç parçalı bir bölünme l l . yüzyıldan 14. yüzyıla dek lberya kral­ lıklannın kabul edilen çeşitliligini tüketmedi. Fransızlardan gelen ciddi mik­ tardaki insan akışı -haçlılar, Kluni keşişleri, hacılar, maceracılar, basit zana­ atkarlar ve daha az kalabalık topraklara taşınan çiftçiler- 17. yüzyılın sonu­ na dek devam etti. 59 Bunun ardından, ek olarak ltalyanlann, öncelikli olarak bankacılıga hakim ve okyanus keşiflerine dahil olan Cenevizlilerin akışı vu­ ku buldu. 1 1 . yüzyıla dogru Hıristiyan krallıklardaki Hıristiyanlann çogun­ lugu Müslümaniann eski tebaasının soyundan gelenlerdi. Onlar, Arapçadan epeyce etkilenmiş bir Latin şivesiyle konuşarak ve Mozarap tarzlannı sür­ dürerek aslında farklı bir etnik topluluk oluşturdu. Basklılar hariç tüm Ka­ tolik unsurlar oldukça hızlı bir biçimde birleşti. Her krallıktaki lehçe alan­ lan ilk başta iç içe geçmişti. Daha sonralan onlar, yanınadanın merkezin­ de ve güneyinde, siyasi bölünmelere, özellikle üç reconquista kraliıkianna -Kastilya, Aragon ve Portekiz- sıkı bir biçimde karşılık geldi.60 Bununla be­ raber belli başlı lehçeler, herhangi bir Latin dil ailesi konuşma biçimi gibi ay­ n olarak (Sekizinci Bölüm'e göz atın) kaldı. Dahası Kastilya, Emevi Halife­ ligi'ne ait Kordoba tarzından türettigi Müdeccen mimari biçimini benimser­ ken, Aragon tugladan ve renkli karolardan entrelak'larla [entrelacs ] * karak­ terize olan daha ciddi Muvahhid tarzını benimsedi.61 Heterojenlikleri içinde lberya krallıklan, Müslüman bir rejim tarafından yönetilen tipik bir biçimde çok renkli olan nüfuslan andınyordu. 13. yüzyı­ lın sonuna dogru, tek İslami siyasi yapı olan Granada, Müslüman standart­ lan ölçüsünde bile heterojen bir nüfusa sahipti. Berberileri (göçebe ve yer­ leşik) , uzun zaman önce tspanya'ya yerleşmiş Müslümanlan, Arapça konu­ şan ve "Endülüs" olarak bilinen Hıristiyan asileri ve Yahudileri banndın­ yordu. 62 Bununla beraber Müslüman lberya rejimlerine eksiksiz bir hoşgö­ rü atfetmek yanıltıcı olabilir. Düzenli idamlar fanatik Muvahhid baskısının hayatta kalan Endülüs Hıristiyanlıgını tehdit ettigi ve Kuzey Afrika'da geri­ de kalan Hıristiyan cemaatleri yok ettigi 12. yüzyıldan önce meydana geldi. Tartışmasız bir biçimde cihad ruhu, Tapınak Şövalyeleri gibi Haçlı tarikat58

Burns, Islam uruler the Crusaders, s. 157.

59

Braudel, Capitalism, s. 24.

60

F. Yndurain, "Relaciones entre la Filologia y la Historia" , La Reconquista Espanola içinde, s. 238.

(*) Bir çeşit örgü tarzı: sepet örgüsü - ç.n. 61

Bevan, s. 107.

62

Arie, s. 230 ve devamı.

1 04

lannı doğrudan model alsa da, gazi ribat tahkimatıanna benzeyen Hıristi­ yan askeri-dini tarikatlannın -Santiago , Calatrava, Alcantara- aşın önemin­ de aksettirildi. 63 Müslüman örneği, Hıristiyan mitinin ikinci çeşitiernesini yerinden eden asıl güçmüş gibi görünmüyor. Gitgide artan bir biçimde Ortaçağ boyunca lberya, Batı'nın dini olarak birleşmiş Hıristiyan siyasi kurumlan arasında bir anomali haline geldi. 1 5 . yüzyılın sonunda Kastilya ve Aragon birleştiğin­ de, onlann seçkinleri lspanyollann karmaşık dini geçmişleri hakkında Av­ rupalılann alaylan karşısında belirli bir rahatsızlık hissetti. Çoğulcu bir top­ luma hoşgörü, tspanya'nın Hıristiyanlığın en erken Antemurale'sini oluştur­ duğu mitsel iddiasıyla uyumsuzmuş gibi görünür. 16. yüzyıldaki Fransız din savaşlan boyunca, Myriam Yardeni'nin aktardığı Fransız görüşe göre, Kato­ lik hizbi bile "bir bütün olarak tspanya'nın üçte ikisini Yahudilerin, Marra­ notann [din değiştirmiş Yahudiler için kullanılan pejoratif bir kavram] , Mu­ hammedçilerin ya da Sarazenlerin, yani Granada Mağribilerinin" oluşturdu­ ğu suçlamasını yöneltti.64 lspanyol seçkin hoşgörüsüzlüğü, şövalye roman­ sının geç kalmış ama yoğun serpilişiyle yükseldi. Şövalye [caballero] ve yan göçebe savaş tarzının açık uyumuna rağmen, Hıristiyanlar, Müslümaniann bir Hıristiyan kral için savaşmaya hazırlansa bile "şövalye bilincinden" yok­ sun olduklannı düşündü.65 Hoşgörüsüzlüğün örnekleri Kastilyalı savaşçı kahramanlığını akla getirdi - Cid, kraliyet otoritelerine karşıt bir biçimde, l l . yüzyılda camileri kapattı. 16. yüzyıla doğru, uzun zaman önce el konulmuş camiler bile sakatlanmaya karşı güvende değildi. Uyumsuz bir Gotik şapel, en güzel Müslüman amu­ na, Kordoba'nın Büyük Camii'ne eklendi. Ardından Mozarab tarzının yerini alması için Fransız ve Burgonya tarzlanndan uyarlanan Gotik mimari, üçün­ cü mitin birincil görsel simgesi haline geldi: birleşmiş İspanyol krallıklannın en Ka tolik saflığı. Kastilya, mimarisini "saflaştınrken" , Aragon'un iki yüzyıl boyunca izlediği yolu geç kalmış bir biçimde tutuyordu. Robert I. Burns'un durumu teşhis ettiği gibi, "Daha dayatıcı bir şey, daha saldırgan bir biçimde Hıristiyan olan bir şey gerekliydi. (. . . ) O halde burada, Aragon Gotiği, Kastil­ ya'nınki kadar gelişmiş olmadığından, ne Burgos ne Leon ne de Toledo Ka­ tedrali olamazdı. Diğer yandan kabaran Müdeccen sanatı karşısında Gotik etkisi, çağdaş Kastilya fethinde olduğu gibi, tersine çevrilmezdi" . 66 63

64 65 66

Dufourcq, L'Espagne Catalane, s. 105 ve devamı; Julio Gonzalez, "Reconquista y Repoblacion", La Reconquista Espanola içinde, s. 194; Defoumeaux, s. 143, 171; Lourie, s. 68; Bums, The Cru­ sader Kingdom, s. 173. Yardeni, s. 27 1 . Ayrıca bkz, Elliott, Imperial Spain, s. 381 ; Chaunu, L'Espagne, 1 : 39-40. Bums, Islam uruler the Crusaders, s. 301 ; Bums, The Crusader Kingdom, s. 13, 19. Bums, The Crusader Kingdom, s. 19. 1 05

tkinci Bölüm'de tartışılan dördüncü Macar miti gibi, bu lberya çeşitleme­ si, soylulann çıkarlanndan güçlü bir biçimde ilham aldı. 19. yüzyılın başın­ daki Macar mitinde Germenlerin hedef olması gibi, güçlü Yahudi tacir taba­ kası ve yönetimdeki, hukuktaki, hatta yüksek soyluluktaki ve ruhbanın ara­ sındaki din değiştirmişlerin geniş unsuru (din değiştirmiş Yahudiler) hedef­ tL Hıristiyan tspanya için kimliğine karşı gerçek bir tehdit teşkil eden Os­ manlı İmparatorluğu'nun muazzam gücünün varlığı gibi, Macar kimliği için de Germenleştiren Habsburg yönetiminden daha sinsi fakat daha yumuşak bir tehdit doğdu . . Müslüman soykütüğü nosyonu , Hıristiyanlığın diğer yer­ lerinde gerçekten de bilinmeyen bir soyun saflığı (limpieza de sangre) kavra­ mına yol açıp İspanyol mitine nüfuz etti. Temelde, birçok düzeyde saflık it­ kisi, Kastilya'nın bazı bölgelerinde süvari olarak hizmet edebilecek herkesi kapsayan sayısız soylu için, üst sınıflann kozmopolitan, çoğulcu miti üzerin­ de bir zaferi temsil etti. 67 Sayısız yazar, üçüncü mitin etkisinin en çarpıcı ifadesinin, Amerika'nın konkistadorlannın gerçek yaşam destanlannda belirdiğini fark etti. Sadece yaşam, şövalye romansını taklit etmekle (fiilin en iyi ve en kötü anlamında) kalmadı, konkistadorlar bizzat gezgin [ transhumant] küçük soylulardan ve Estremadura'nın çobanlanndan orantısızca meydana geldi. 68 Belirli toprak parçalanna olağan yerleşik bağlannın yokluğu, onlan, sadece ilk Arap kon­ kistadorlann aştığı alanla karşılaştınlabilir dur durak bilmez maceralar için kolayca harekete geçirilebilir kıldı. Bununla birlikte, gerçek bir göçebe ya­ şam biçiminden ya da kabile haznesinden yoksun olan İspanyol fatihler, kısa sürede kazanımlannı sömürmek için yerleşti. Sınır kimlik mitinin yankıla­ n, M. Crawford Young'ın belirttiği gibi ("kabile" tarafından farklılaştınlma­ mış) yerli Hıristiyan olmayanlada Hıristiyanlar arasında çizilen keskin çiz­ gide, devam etti. 69 Son olarak, üçüncü mitsel çeşitleme, rakip mitlerin etkileşirnde bulundu­ ğu Macar tarihiyle paralel olmayan bir biçimde, İspanyol kimliği için tek my­ thomoteur haline geldi. tspanya'daki sonuç lberya Yahudilerinin ve Müslü­ manlannın fıziksel olarak (ölümle ya da kovularak) ortadan kaldınlmasıy­ dı. tspanya'nın geride kalan Hıristiyan nüfusu etnik-dini kimliğinde sıradı­ şı bir biçimde ateşliydi. Ama oradaki heterojen etnik-dilsel unsurlar sorunu hiçbir zaman tam olarak çözülmedi. Katalanca konuşan bir çoğunluğu içe­ ren Aragon'un, Kastilya'yla resmi birliği, iki krallık ve iki krallığın birbirin67

Castro, s. 76, 591 ; Hillgarth, s. 38 1 ; Angyal, s. 220; Peristiany, s. 123; Boswell, s. 344; Vicens Vi­ ves, 3: 1 16; Elliott, Imperial Spain, s. 46; Thomas F. Click, "Ethnic Systems of Pre-Modem Spa­ in" , Tomassin içinde, s. 165.

68

Carande, s. 384.

69

Young, s. 429 ve devamı.

1 06

den ayn oldugu kadar onlardan özellikle ayn olmayan Portekiz arasındaki sonuçsuz girişimlerle karşılaştınldıgında, "tarihsel bir kaza" olarak görünür. Bir açıklama, Aragon-Kastilya birliginin reconquista'nın son perdesi tarafın­ dan mühürlenmek için geç olsa da tam zamanında meydana geldigidir. Di­ ger yandan Portekiz, Antemurale mitindeki tberya'nın birleşmiş siyasi kuru­ munun bir parçası olarak paylaşınarnakla kalmadı, aynı zamanda denizaşın fethin kendi destanını geliştirecek zamana sahip oldu.

Büyük bozkır: Çatışan mitlerin bir sınırı tberya'nın tslamla arasındaki sınırla Rusya'nın bozkır sının arasında bir kar­ şılaştırmada yeni olan bir şey yoktur. Pierre Chaunu gibi birçok tarihçi, pa­ ralellikleri gösterdi. 70 Bununla beraber iki olguyu karşılaştırmak için siste­ matik bir çabayla karşılaşmadım. Bu tür bir karşılaştırmaya izin veren aynn­ tılı, nesnel yazın oldukça yakın bir geçmişte ortaya çıktı. tki uzun sınır dene­ yiminin cografi, kültürel ve zamansal olarak aynlmış olması gerçegi karşılaş­ tırmayı güçleştirse de potansiyel olarak oldukça degerli kılıyor. Her ne kadar sonrasındaki gelişmeleri çok önemli olsa da tberya sının, ye­ di buçuk yüzyıllık var oluştan sonra, 1492'de son buldu. Dogu Slav bozkır sının, muhtemelen tberya kadar erken bir tarihte belirdi ama Altınordu Ha­ nedanı'nın tslam'a l 3 1 2'de nihai olarak geçişine kadar, bir Hıristiyan-Müs­ lüman sının haline gelmedi?1 Rus sının -Kafkasya hariç- 1 783'te son buldu. Bu nedenle toplamda zamanı, bir şekilde tberya'nınkinden kısadır ama içer­ digi dönemler aynı öneme ve etkiye sahipti. Kapsanan farklı güçlerin ve mesafelerin ölçegi göz önünde bulundurulur­ sa, Cengiz Han'ın Mogollannın 1 24 l'den hemen sonra Rus siyasi kurumlan­ nı ezmesi, Araplann tspanya'yı fethetmesine benzer. Novgorod, Karpat böl­ gesindeki (Halich) birkaç prenslik ve kuzeybatı orman-bataklık alanı gibi sözde boyun egdi ama fethedilmemiş olarak kaldı. Yogunlaşmış Mogol güç­ leri, Emevi güçlerinin l l . yüzyıla kadar Hıristiyan tberya'yı baştan başa aşa­ bilmesi gibi, Rus yerleşim alalannın herhangi bir kısmına girebilirdi. Mogol­ lann bataklık ormanlannı Araplann Kuzey tberya Daglan'nı buldugundan daha çekici bulması güçtür. Sonuç olarak onlar, agır bir haraç ödeyen Hıris­ tiyan prensliklerini nadiren rahatsız etti. Görünüşe göre, Mogol ordulannın müdahalesi en yogun olarak iki büyük ordunun da Dinyeper Irmagı yakınla­ nnda üslendigi 1270- 1 290 tarihleri arasında gerçekleşti.72 70

Chaunu, L'Espagne, 1: 33.

71

I. P. Petrushevsky, "Iran i Azerbaidzhan" , Tikhvinsky içinde, s. 237. Meşhur Berke Han'ın da­ ha erken din degiştirmesinin dogrudan dogruya çok fazla etkisi olmadı.

72

L. V. Cherepin, "Mongoly-Tatary na Rusi", Tikhvinsky içinde, s. 202-206. 1 07

"Tatar boyundurugu" agır ve aşagılayıcı olsa da öngörülebilirdi, yine de diger birçok göçebe istilalanna göre daha fazla katlanılabilirdi. Sert Hıristi­ yan direnişinin çekirdeginin hiçbir zaman üstesinden gelernemiş tspanya'da­ ki Arap hakimiyetinin aksine Mogollar birkaç yıllık, benzeri görülmemiş bir yıkımın ardından, Dogu Slavlannda öylesine büyük bir dehşet uyandırdı ki, onlar Mogollan Etiyopya hariç dünyanın her yerini fethetmeye yazgılı, İn­ cil'in Gog ve Magog'u olarak gördü . Alexandre Eck, Slav psikolojisindeki uzun ömürlü etkiyi şöyle betimler: Tatarlar tarafından Rusya'ya dayatılan ezici askeri yenilgi, bu otoritenin [bü­ yük prensin] hezimetini beraberinde getirdi. Saldırganlann uyandırdıgı deh­ şet, bozgunu deneyimleyen kuşaklann ruhlannda derin bir biçimde demir­ ledi. Bu dehşet onlann soyundan gelenlere aktanldı. Tatarlar yenilmez var­ lıklar olarak görüldü. Bir yüzyıldan daha uzun bir süre, örgütlü direniş fikri, Ruslann zihinlerinde yükselmeye bile başlayamadı. 73

Bu kabul edilebilir dengenin yıkılmasıyla sonuçlanan baskılar dört yön­ den geldi. 14. yüzyılın sonunda Litvanya Hanedam'nın Katoliklige geçişi (Gedymidler ya da Jagiettolar) ve Leh tacını üstlenmesi, yönetimini Dogu Slavlannın çoguna genişletmeye istekli, güçlü bir Antemurale devleti üret­ ti. Neredeyse geçit vermez orman ve bataklıklar tarafından korunan Leh-Lit­ vanya üsleri ve onlann Batı Avrupalı teknolojisi, 14. yüzyılın ortalannda, si­ lahlı yerleşimlerini Dinyeper lesostep'lerine dek genişleterek onlan Altınordu Müslümanianna meydan okumaya muktedir kıldı.74 Bununla beraber, Leh­ Litvanya Katolikleri, sık sık Tatar müttefiklerine öncelik tanıyan Rus Orto­ doks prensleri tarafından düşman olarak addedildi. Tatariara karşı Rus isyanlan ikinci etmeni oluşturdu. Moskova prensleri­ nin Altınordu'yu Kulikovskaya'da 1380'de yenilgiye ugratmasıyla Altınor­ du'nun saygınlıgına belirleyici darbeyi hazırlaması, dengeyi bozan üçüncü etmeni oluşturdu. Bununla beraber dogrudan darbe, her ne kadar konuy­ la Timurlenk ilgilendiyse de, 1 39 1 ve 1 395 arasında tekrarlanan zaferler­ deydi. O zamandan sonra Tatarlar, ateşli silahlar için Litvanya'ya ve Mosko­ va'ya yöneldi; teknolojide ileride olan göçebeler kendi kaynaklanyla karşı­ lık veremezdi. 75 Dördüncü etmen birkaç yıl sonra Kınm'ın güney kıyı şendindeki Cene­ viz kolonilerinin ele geçirilmesinin izledigi Osmanlılarca Konstantinopo­ lis'in fethedilmesiydi. Bu adım ateşli silahlar konusunda Müslüman bir al­ ternatif kaynagı saglamakla kalmadı, aynı zamanda Altınordu'nun kısmen 73

Eck, s. 43. Aynca bkz. Bezzola, s. 4 1 .

74

Bachtold, s . 134 v e devamı.

75

Yakubovsky, s. 30-36.

1 08

halefi olan Kınm Tatar Hanlıgı'na köleler için tüketilemez bir pazar sundu. Kendi göçebe miraslannın çogunu koruyarak ve tamamen göçebe olan No­ gay Tatarlarını safianna katarak Kınm seçkinleri, içinden geçmelerine izin verildiginde Osmanlı topraklarım dahi yagma ederek hevesle ganimet bas­ kınianna yöneldi. 76 Osmanlı fethinin yaklaşık olarak 14 74'te pekiştiritme­ sine dek Kınm Tatarlan yerleşik yaşama yöneldi. O tarihten yaklaşık ola­ rak 1 534'e kadar, Lehistan-Litvanya üzerine otuz yedi baskın düzenledi­ ler. Baskınlar arasındaki ortalama bir buçuk yıllık aralık, 1 3 . yüzyılda en yogun Mogol saldınlarının arasındaki aralık kadar kısaydı ve denge döne­ mi boyunca Altınordu'nun Rus prensiikierine istilalannın aralıgından on­ da bir kadar daha uzundu.77 Dahası baskınların niteligi degişti; göçebe ka­ bileler için tipik olan yavaş, örgütlenmemiş göçebe hareketleri yerine Kı­ nın Tatarları bin ila on iki bin kişilik sistematik süvari akınları gönderdi. Yenilgiler ya da müzakereler, molaları (özellikle 1 503- 1 5 1 5 arasında lll. Ivan'ın Lehistan'ı koruyamayan başarısı) güvence altına aldı. Büyük ölçek­ li akınlar, 1 700 dolaylarındaki istisnai bir biçimde agır saldınlarla, 1 769'a dek devam etti. 78 Bu anlatım, 15. yüzyılda "Tatar boyundurugu"nun kınlmasından itibaren yavaş Rus iledeyişi imgesinin yanıltıcı oldugunu akla getirir. 1 589'dan itiba­ ren Rus resmi propagandası tarafından kasıtlı olarak vurgulanan Sibirya'da­ ki gerçek ama çevresel ilerlemeler, güney sınınnın sürekli olarak büzüşme­ sini ve bunun Dogu Slavlarımn zihniyeti üzerindeki travmatize edici etki­ sini gizledi.79 Bozkırlardan gelecek felaketin korkusu Moskof-Rusya ve Lit­ vanya-Lehistan nüfuslannın büyük bir kısmı üzerinde sürekli olarak varlıgı­ m sürdürdü. Buna ragmen daha güneydeki bereketli topraklara ilerleme bas­ kısı zorlayıcıydı. Her iki Hıristiyan monarşi de ırmak hatlannın avantajın­ dan yararlanarak ve onların arasındaki boşluklan kapatarak sabit ama sürek­ siz tahkimadar kullandı. Birçok yıl boyunca Rus hattı Oka Irmagı boyunca Volga'ya dek uzandı. Ardından 1 7. yüzyılın ortalanna kadar kaldıgı Oryol­ Mtsensk-Seversk'e dek ilerledi. Lesostep'in kenanndaki hiçbir sabit savunma hattı, göçebe ilerlemelerini kolaylaştıran açık bozkır dillerini kapatamazdı. Bir koridor, Moskova'nın dış mahallelerini birden fazla kez yıkıma açarak, Moskova'nın iki yüz kilometre güneyindeki Tula'ya dek uzanıyordu. Dinye­ per üzerinden, Pereyaslav yakınlanndan Volin'in derinliklerine dek uzanan ikinci bir koridor, Kumanların 12. yüzyılın sonunda Rus topraklarım baştan 76

Konepeter, s. 38 ve devamı, l l O.

77

McNeill'in eserine bakılarak (s. 29n) hesaplandı; Stökl, Die Entstehung des Kosakentums, s. 147; Ernst, s. 3 ve devamı.

78

Bagalei, s. 85; Ernst, s. 19.

79

Nolde, 1 : 161. 1 09

başa aşmasını sağladı; koridor, 1 5 . yüzyıldan 17. yüzyıla dek Leh-Doğu Slav kazanımlannın kalbine varan bir tehdit ortaya koydu. 80 Hem Lehistan-Litvanya'nın hem de Rusya'nın yanıtı, düzensiz hafif as­ kerler olarak "Kazaklar" diye bilinen sınır bölgelerinde yaşayanlardan ya­ n-haydut çetelerini örgütlemekti. Onlar bozkır süvarileriyle kendi koşulla­ nnda karşılaşabilirdi ama öncelikli olarak bozkın kesen ırmaklan becerikli bir biçimde kullanarak avantaj kazanabilirdi. Küçük toplar taşıyan tekneler bozkır okçulanna yenilmezdi. Ateşli silahlan olan vagonlar bile, göçebelerin sürdürdüğü okçuluk becerilerini dengeleme eğilimindeydi. Kazak operas­ yon bölgesi, ister Lehistan-Litvanya'da isterse de Rusya'da olsun, "Ukrayna" , yani sınır bölgesi, olarak adlandınldı. Gerçekten de Slav hudutlannın çeşit­ li yerlerinde geçici "Ukraynalar" ya da "Okraynalar" bulunuyordu.81 Rus yö­ neticiler gibi, Kazak liderlerin neredeyse tümü Ortodoks'tu. Hem kilisenin hem de siyasi kurumun sınır zihniyeti tarafından nüfuz edildiği Kastilya'yla keskin bir karşıtlık içinde, Kazak sınır kişilikleri, katı bir biçimde merkezi­ leşmiş Rus devletine hiçbir zaman hiikim olamadı. Don Kazaklan, Rus çar­ lannın yönetimine görece itaatkilr olarak kaldı. Daha batıdaki Zaporijya Ka­ zaklan, Leh dini ve toplumsal baskısına karşı ayaklanmadan sonra ona sa­ dık olmayı seçti ama tatmin edilmemiş olarak kaldı. Özel Kazak gelenekleri, hepsinden önemlisi özgür, maceracı savaşçılar cumhuriyeti mitleri, kendi­ ne özgü Ukrayna etnik kimliğinin yavaşça belirişinin belli başlı bileşenlerin­ den biri haline geldi. Diğer yandan, Zaporijya Kazaklannın Lehistan'dan ay­ nlması ( 1 654) Slav dünyanın birincil gücü ve Hıristiyanlığın doğu tahkimatı olarak Lehistan'ın konumunun gerilemesinde önemli bir aşamayı oluşturdu. Ukrayna kimliğinin ortaya çıkışı bozkır sınır deneyimleri tarafından bi­ çimlendirilen mitlerin ve etnik kimliğin çok karmaşık biçiminin sadece bir parçasıydı. Sovyet tarihçi S. F. Platonov, Doğu Slav yerleşimcilerin verili bir yerleşimi göçebe akıncılann yaklaşması üzerine terk etmeye hazır olması ih­ tiyacının tek bir devlet ve kilise oluşumuna geçirgen olan yerleşimin hare­ ketliliğine ve basitliğine yönelttiğini ileri sürdü. Düşman akınlanndan kur­ taniabilecek taşınabilir maliann gerekliliği, kesinlikle, her ikisinde de riskli, uzak emperyal girişimiere yatkınlık telkin eden lberya ve Rus Hıristiyanlan arasında bir benzerlik noktası oluşturdu. Kastilyalı ve Aragonlu monarklar gibi Rus çarlan da, kendilerinin, iki büyük geleneğin mirasçısı olmasından gurur duydu. Ruslar için bunlar, kent merkezli Ortodoks kültürü ve bozkır imparatorluk geleneğiydi. tkinci rolde, çarlar, erken dönem lberya krallan 80

Stökl, Die Entstehung des Kosakentums, s. 140 ve devamı; S. A. Pletneva, "Polovetskaya Zemlya" , Besrovny içinde, s. 269; Bagalei, s. 36; Eck, s. 293; Fergııson, s. 139 ve devamı.

81

Ag.e. , s.

142; Bagalei, s. 36 ve devamı; Kortepeter, s. 36n; Stökl, Die Entstehungdes Kosakentums,

s. 85, 140. 110

gibi, sınır tamponlan olarak kolayca Müslüman prensliklerini saflarına kat­ tı.82 Müslüman kültür merkezlerine uzaklıklanndan ve lslam'a görece ya­ kın geçmişte baglanmalanndan dolayı, bu tür koruma altındaki kişileri [pro­ tegts) Hıristiyan soylulan içinde asimile etmek Rusya için -nadiren tspan­ ya'da oldugu gibi- olanaklıydı. Dahası bozkır ittifaklannın amorf dogası göz önünde bulunduruldugunda, Ruslar göçebeleri, başka göçebeleri kırmak için kullanabiliyordu.83 Bu siyasa tarafından elde edilen en büyük ölçekli ba­ şarı, ı6. yüzyılın sonunda ve ı8. yüzyılda, Budist Kalmukların Müslüman göçebelere karşı aşagı Volga'nın savunması için askere alınmasıydı. Bununla beraber, Kalmuk ittifakının güvenilmez dogası, çarlık otoritelerini Kalmuk­ lar için potansiyel bir engel olarak Güney Urallar'da, güçlü bir yan göçebe Müslüman gruba, Başkırlara hoşgörü göstermeye ikna etti.84 jaroslaw Pelenski'nin parlak bir biçimde sergiledigi gibi, Rusların bozkır mirasını, tarihi önem taşıyan temellükleri IV. lvan'ın ı552'de Kazan'ı fethet­ mesiyle başladı.85 Kazan, kadim bir Müslüman siyasi kurum degildi. ı 438'de kurulmuştu ama onun ham, diger Altınordu mirasçılan gibi Cengizi oldugu­ nu iddia etti. Ülkesini [yurt] elde etmesi, Ruslan, diger Cengizi talipleriyle, özellikle Kırım Tatadarıyla resmi çatışma içine soktu; bu ayrıca çarlara boz­ kır imparatorlugunun mirasçılıgında özel bir yer iddia etmek için bir açılım sagladı. Kazan siyasi yapısının resmi olarak ortadan kaldırmak yerine Rus­ lar, lber monarklannın "lki Dinin Yöneticileri" iddiasına paralel bir biçim­ de Müslüman mirası üzerinde sahiplik iddiası olarak, ona "Kazan'ın Çarlık Devleti" adım verdi. Kazan Müslüman nüfusunu İslam hukuku ı8. yüzyıla dek kabul etmek durumunda kaldı ama (Valencia'da oldugu gibi) sadece pek çok Hıristiyan göçmene tüm haklan tamndı. Kazan'ın fethi için dürtü sade­ ce köle akınlanna karşı popüler nefretten degil, aynı zamanda meşrulaştın­ cı Haçlı Seferleri temalanndan -"Hıristiyan kanı döken ve kiliseleri kirleten ve yerle bir eden kafidere karşı kutsal savaş"- geldigi belirtmeye degerdir.86 Pratikte fetih, Sibirya'ya giden yolu temizlediyse de bozkır tehlikesini azalt­ mak için çok az şey yaptı. ı 7. yüzyıldan sonra Rus yöneticilerinin degişmez amacı, bu daimi sarfiyatı onların üssünü, Kınm'ı fethederek ortadan kaldır­ mak ve böylelikle Karadeniz'de bir sınır elde etmekti. Ama sının açık bozkır boyunca aşamalı olarak ilerietmek epey güçtü. ı 7. yüzyılın sonunda, günü­ müzdeki Ukrayna Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti'nin kuzey sının yakınında, güvencesiz bir "Belgorod hattı" oluşturuldu. Büyük Petro, Osmanlılada ve 82 83

Nolde, 1: 14. Aynca bkz. Gaudefroy-Demombynes ve Platonov, s. 485. Courant, s. 42; Sarkisyanz, s. 22 ve devamı.

84

Nolde, 1: 161 ve devamı; 2: 220.

85

Pelenski, Russia and Kazan, s. 4.

86

Nolde, 1: 36, 1 17. 111

onlann Kınm vasallanyla antlaşmalannda bir sınır hattı belirlemeye çalışma­ dı bile çünkü Ruslar Kazan'la olan deneyimlerinden bu tür istikrarlı, sabit bir toprak bölünmesinin uygulanamaz oldugunu biliyordu. ı 735 gibi geç bir ta­ rihte Ruslar, Azak Denizi'nin kuzeyinde, savunma amaçlı bir çöl glasi'si oluş­ turmak zorunda kaldı. O sıralarda, hem Kazaklar hem de Tatarlar, önceden resmi olarak gerçekleştirilen tüm uzlaşmalan sık sık ihlal ediyordu.87 Tercih edilen çözüm Osmanlı İmparatorluğu'nun kesin zayıflamasını ve Avrupa dengesinde Rus İmparatorluğu'nun göreli ağırlığının yükselişini beklemek zorundaydı. ı 776'da ll. Katerina, kendisine tabi birini Kırım'ın ham olarak yavaş yavaş yerleştirmeyi başardı ama onun bakanlan bu tür bir adımın tehlikeli doğasını önceden gördü: "Türklerin ülkeyi etkilemek ve onu kendi iktidarianna tabi kılmak için sahip olduğu kolay araçlar, Tatar­ Iann mahallemizde gerçekleştirdiği onlara özgü yağmalamalar ve diğer suç­ lar ve Lehistan yeni bir çatışmayı yakında alevlendirecektir."88 Gerçekten de Rusya ı 783'te Kırım'ı resmi olarak ilhak etti.89 Kınm'ın fethi Rus tarihinde bir dönüm noktasıydı; ama net sonuç Katolik monarklann Granada'yı fet­ hinden çok farklı değildi. İber kıyı şeridine Müslüman akınlan, özellikle İs­ panya'nın mutsuz Müdeccen tebaasının isyanlanyla birleştiğinde bir tehdit oluşturmaya devam etti. Diğer yandan ı 783'ten sonra Rusya, Karadeniz bo­ yunca ciddi Müslüman akınlanyla hiçbir zaman karşılaşmak zorunda kal­ madı. Bununla beraber Rusya, İsliim-Hıristiyan kara sınınnın, doğuya, po­ tansiyel olarak daha tehlikeli, Kuzey Kafkaslann zor arazisine doğru, sürüp gitmesiyle yüzleşti. Nogaylann Kınm'daki üslerini temizlerken bile Rus oto­ riteleri, Nogay göçebelere kaba muamele etmenin onlan Kafkasya'nın Müs­ lüman dağlılan arasına sığınınaya itebileceğinden çekindi.90 Çarlık devletinin nevi şahsına münhasır mit karmaşası, Kafkas sorunu­ na bir çözüm önerdi ama bu olayın daha da karmaşıklaşmasına neden oldu. Ana Kafkasya dağ sırasının diğer tarafındaki görünüşte Gürcü Ortodoks olan ama sayısız Ermeni Gregoryen tebaasını yöneten Hıristiyan prenslikler, Müs­ lüman komşulannın düşmanlan ya da vasallan olarak tehlikeli bir varlık ol­ maya devam ediyordu. ı6. yüzyıl gibi erken bir tarihte Rus ajanlan bu prens­ lerle temas halindeydi. ıs. yüzyılın sonuna doğru Ortodoksiann koruyucu­ su olarak çann mitsel rolü, onlann yardımına gitmesini gerektirdi. Öncelik­ li şikayetlerinden biri, Müslüman Lezgi dağlılan tarafından, Konstantinopo­ lis'e gönderilmek üzere kız ve oğlan köleler olarak zorla alınan yıllık haraçtı.91 87

Ferguson, s. 139-141; Nolde, 2: 7 ve devamı.

88

Nolde, (2: 135) 16 Ocak 1774 tarihli bir imparatorluk emrinden alınulıyor.

89

Nolde, 2: 170.

90

A.g.e. , s. 220 ve devamı.

91

A.g.e. , s. 364 ve devamı.

112

Çarlığın yardım olarak verebileceği elindeki araç Kuban Kazaklanydı, aslın­ da Dinyeper boyunda daha fazla ihtiyaç duyulmamasından sonra Kuzey Kaf­ kasya'ya yerleştirilen fırtınalı Zaporijya Kazaklanydı.92 Karmaşık bir dizi ma­ nevradan sonra Ruslar, Gürcü prensler üzerinde hakimiyetini ilan etti, daha sonra da bölgeyi imparatorluğunun bileşik bir parçasına indirgedi. Gürcü et­ nik kimliği, Ermenilerinki gibi, Doğu Slav kimliğinden çok önce gelmektey­ di; sonuç olarak her iki grup da Rus imparatorluk siyasası tarafından kültü­ rel anlamda asimile edilmek için fazlasıyla yoğun bir biçimde öz-bilince sa­ hip olduğunu kamtladı. Ukrayna'da olduğu gibi orada da, Müslüman-Hıristiyan sınır koşulları, Hı­ ristiyan siyasi kurumların nüfuslan arasında etkileşimleri muazzam bir bi­ çimde karmaşıklaştıracak bir tarzda, etnik kimlikleri üretti ya da iç içe ge­ çirdi. Bir anlamda tspanya'nınkine göre Rus sının, siyasi kurumu üzerinde kalıcı bir biçimde daha parçalayıcı bir etkiye sahipti. tspanya'nın en başa çı­ kılmaz etnik sorunlan -Basklar ve Katalanlar- lslamla sınırın etkisini önce­ ler, bu etkiyle baş etmek, lberya yöneticilerinin bu farklı unsurlan bütünleş­ tirmesini engellemiş olabilir. Diğer yandan, sınır sorununun baskınlığı, Kas­ tilya, Aragon ve bir ölçüye dek Portekiz'de yaygın olan Antemurale miti çev­ resinde lberya'mn yüksek derecede bütünleşmesini meydana getirdi. Rus­ ya'nın Ortodoksluğun koruyuculuğunu üstlenmesinin Ukraynalıların bü­ tünleşmesi üzerinde bazı etkileri oldu ama bu, ayrıca hazmedilemez iki Kaf­ kas Hıristiyan etnik kolektivitesinin kazanılmasına da yöneltti. Rus İmparatorluğu, daha da az sindirilebilir Müslüman unsurlan da kalı­ cı olarak kazandı. Kazan Tatarlan ilk başta, Müdeccenlerinkine dikkate de­ ğer bir biçimde benzer bir konum işgal etti. Kastilya ve Aragon krallan gi­ bi IV. lvan da, doğrudan Müslüman "soylu" tabakasım ortadan kaldırdı. Va­ lencia'mn Müdeccenleri gibi Tatarlar da (göçebe kalınulardan ayrı, tamamen kentli bir grup) , Aragonlu soyluların ve dini tarikatların Mağribi serfleri gi­ bi, toprak imtiyazı verilen Rusların serfleri olarak, tarımsal etkinliklere çe­ kildi. Farklı Müslüman aile örüntüsünün ve dini pratiklerinin sürdürülmesi, her iki örnekte de Darü'l-lslitm'da fiilen yaşamanın asgari kalıntısı olarak gö­ rüldü. Osmanlı İmparatorluğu'na göç etmenin görece kolay rotasını tutma­ yan Kınm Tatar nüfusunun bir kısmı (üçte biri ya da beşte ikisi) , dağ çiftçili­ ğine ve hayvancılığına, bunlar göçebe soyundan gelen Müslümanlar için ka­ rakteristik olmayan mesleklerse de, çekildi.93 1944'te bu inatçı etnik kalıntı dağıtıldı ama Kazan Tatarlan sayısal olarak arttı ve Rus-Orta Asya ticaretinin vazgeçilmez tacirleri olarak, görece güçlü bir konuma giden yollarını bece92 93

A.g.e. , s. 182 ve devamı, 220 ve devamı. A.g.e. , s. 173 ve devamı; Bums, Islam under the Crusaders, s. 49 ve devamı; Chaunu, "Minorites et Conjuncture", s. 90 ve devamı; Sarkisyanz, s. 289 ve devamı.

113

rikli bir biçimde kullandı.94 Diğer yandan, 1 7 . yüzyıl İspanya'sı, Müslüman sorununu, onlan topyekün sınırdışı etmekle "çözdü".

Habsburg askeri sınırı Osmanlı İmparatorluğu'nun gücü, Rus bozkır sınınnın 1474 sonrası inatçı doğasının birincil etmeni, Katolik Orta Avrupa'nın karşısına ciddi bir sorun çıkardı. Doğu Slav topraklanm kendisine tabi kılma gibi bir niyete hiçbir za­ man sahip olmayan Osmanlı rejimi, Osmanlı sultanlannın -her ne kadar on­ lar "padişah"ı tercih etse de, bu onlann yaygın olarak bilinen unvanıdır- Do­ ğu Orta Avrupa'nın büyük bir kısmını fethetmeyi içeren büyük beklentisi­ ne sahipti.95 Macar Krallığı'nın büyük kısmını 154l'deki (1526'da Habsburg Hanedam tarafından ele geçirilen) fetihleri, saldırgan Müslüman komşuy­ la baş etme sorununun bir kısmını Karpat sınınndan Lehlere aktardı. Ama tartışmanın esas bölgesi, Macar Ovası'ndan Adriyatik'e dek uzanan stratejik bölge olarak kaldı. Bölge, denizin yakınlanndaki dağlar ve Macar Ovası'nı kesen geniş ırmaklar dahil doğal engellerle dolu, görece sık bir biçimde yer­ leşiimiş bir bölgede bulunuyordu. Habsburg ıssız bölge glasi'si Rusya'dakin­ den ya da hatta İberya'dakinden daha dardı ama Hıristiyanlığın kalbine gir­ mek için bir sıçrama noktası olarak Osmanlılar için çok önemliydi. Bölgenin Osmanlı gücü için fiilen uç bir engel teşkil etsin ya da etmesin, büyük düş­ manlar arasında bir denge noktasında uzandığı 1600'e doğru görünür hale geldi.96 Her ne kadar asgari bir geri çekilme imparatorluklannın kalbini teh­ dit etmese de Osmanlı'nın meşrulaştıncı miti onlan kımıldamamaya zorla­ dı. Karadeniz bozkırlanmn muhtariyetinin aksine Macaristan, camileri içine alan kentleriyle onlann topraklannın tamamlayıcı bir parçasıydı. Bu neden­ le herhangi bir somut geri çekilme darü'l-lslam'ın bir parçasının teslim edil­ mesini beraberinde getirebilirdi. Habsburg İmparatorluğu döneminin bir ta­ rihçisi olan Friedrich Walter bu konuda ihtiyatlıdır: Aziz Stephen'ın eski Krallıgı'nın bu kısmında "sınırlar" dan söz etmek temel olarak yanlıştır çünkü onlar sadece "akışkan işaret çizgileri"ydi. Türklerin görüşüne göre, hiç şüphesiz, Müslümaniann kılıcı tarafından bir kez fetbedi­ len bir topragın, Hıristiyan bir yöneticiye geri verilmesine asla izin verilemez­ di. O andan itibaren sultan hiçbir barışı kabul etmedi ama sadece her an red­ dedebilecegi bir ateşkese gönüllü olarak saygı gösterdi. 97 94

Spuler, The Muslim World, 2: 186. Aynca bkz. Spuler, Die Mongolen ve harita; Hodgson, 3: 221 .

95

McNeill, s . 26-36.

96

A.g.e. , s. 41 ve Sugar'ın eleştirisi, s. 191. Walter, Osterreichische ... Verwaltungsgeschichte, s. 49.

97 114

Bu sonucun hayati etkisi, dogru bir biçimde örgütlenmiş bir Müslüman rejimin, Müslüman bozkır göçebelerinden daha fazla, Hıristiyan komşula­ nyla istikrarlı bir sınıra güvence veremeyecegiydi. Habsburglarla sınırlann­ da Osmanlılar sık sık Tatar yedek güçlerini kullandı ama daha yaygın ola­ rak ganimete eşit derecede istekli Balkan Müslümanlanndan safiara katılan­ lar işe koşuldu. Yöneticilerin (beylerbeyi) kendisi de sürekli olarak ateşkes antlaşmaianna riayet etmedi. Onlar, 1 600'e dogru, gelecekteki büyük ölçek­ li ilerlemeleri engelleyebilecek, Habsburg'un tahkim edilmiş sınırlannın pe­ kiştirilmesini engellemek için sürekli olarak saldırdılar. O günden sonra, 1 683'teki Viyana üzerine büyük akın hariç, baskınlar öncelikli olarak gani­ met içindi. Askerlerinin ekmegini düşmanından çıkarmasını saglayan Os­ manlı sistemi göz önünde bulunduruldugunda, resmi olarak savaşta olsun ya da olmasın, bu tür akınlar Osmanlı askeri konumunu sürdürmek için vaz­ geçilmezdi. 98 Belirli bir düşman ülkenin içlerine dek giren askeri seferler hariç köle al­ ma küçük bir işti çünkü mesafe ve seyrek köle alımı, Kınm ve Kafkaslı top­ tan köle tacirleriyle rekabetin önüne geçiyordu. Bu sınınn bir tarihçisi Gun­ ther Rothenberg, "resmi banşın bir dönemi, sürekli sınır savaşı durumunu sadece ince bir peçeyle örter. Osmanlı sınır bölgesinin yöneticileri tarafın­ dan örgütlenen sayısız düzensiz birlik yagmalamaya, 'kesintisiz akınlanyla sefil köylünün mallannı talan etmeye, köylüleri, eşierini ve çocuklannı tut­ saklıga sürüklemeye' devam etti" . 99 Güçlü bir Habsburg cevabı sadece Vi­ yana ve Adriyatik sahilini korumak için stratejik bir gereklilik degil, aynı za­ manda Habsburg Antemurale mitinin birincil unsuruydu. Kastilya Antemu­ rale krallıgıyla aile baglan bir yana, Avusturya Habsburglan, Macaristan ve Hırvatistan (bir alt krallık) üzerindeki hak iddialannı Hıristiyanlıgı korumak için gönüllü olmalan üzerine temellendirdi. Bu nedenle, 152l'de operasyon alanına en yakın geleneksel Avusturya topraklannın bir "Wendisch" (yani, Slav) savunma sının oluşturmasına karar verildi.100 Bu sınınn büyük simge­ sel önemi, Osmanlılara karşı diger Avrupa mücadeleleriyle geliştirilen ede­ bi ve kişisel baglada akla gelir. Yakınlardaki bir Macar inceleme şöyle söyler: Bu dönemin Macar edebiyatı ve düşünce tarihi bu mücadeleterin ilginç kanıt­ lannı içerir ama Güney ve Dogu Slav edebiyatı ilginç tanıklıklardan yoksun degildir. (. .. ) Kahramanca savaş temalan, çogu zaman maceracıdır; "sınır ka­ lelerinin dünyası"nda buldugumuz dini baglantılann ve Ortaçag şövalye te­ malannın güçlü sürekliligi, bu alanı kolayca "baroklaştınlabilir" kılar. Güney 98 99

lorga, 2: 220 ve devamı; Rothenberg, s. 1, 6. Rothenberg, s. 27.

100 A.g.e. , s. 15; Schwicker, s. 4 ve devamı; Bidermann, Geschichte der . Gesammt-Staats-ldee, 1: 24 ve devamı. ..

115

ve batıdan nüfuz eden Barok, burada birçok açıdan benzer olan bir yaşam tar­ zıyla karşılaştı. ( . . . ) Dahası oldukça analojik İspanyol olgusunu kullanabili­ riz. ( . . . ) Birçok İspanyol'un 16. ve 1 7. yüzyıllarda [Hırvatistan'da] Türklere

karşı mücadelelerde yer alması tabiri caizse simgeseldir. 101

Eski Rusya'nın Oka sınınnda oldugu gibi, düzenli birlikler gamizonlarda işe koşuldu ama hafif güçler tahkimadar arasındaki açıklan kapatmak için vazgeçilmezdi. Habsburg öncesi Macar krallar bile küçük ölçekli Sırp asker­ leri hoş karşılamıştı. 16. ve 17. yüzyıllarda Osmanlı baskısından kaçan Or­ todoks Sırp kitleleri, Hırvat sınır savunması için güçlü bir pekiştirme sagla­ dı. Habsburg yönetimi altında eski Hırvat krallıgının sadece kalıntılan kal­ dıgından, Sırplann istihdam edilmesi kaçınılmazdı. Bununla beraber onlann yerleşimi, Ortodoks Sırplan ve Katalik Hırvatlan ayıran oldukça açık, istik­ rarlı dilsel ve kültürel hududun (Sekizinci Bölüm'de görecegiz) umutsuz bir biçimde kanşması anlamına geldi. Erken bir aşamada Hırvat tabakalan sa­ bit teritoryal düzenin çözülmesinden duyduklan korkuyu dile getirdi. 1 02 Bu­ nunla beraber, Habsburg mitinin duruş noktasından, Sırplann askere alın­ ması tüm Balkan Hıristiyanlannın kurtuluşu için sözel inisiyatiflere belirli bir destek sagladı. Bununla birlikte, Habsburg mitinin bir başka görünümü -Katolikliğin şampiyonluğu takıntısı- çelişen amaçlarda işe yaradı. Sırp yer­ leşimciler, Roma'yla Uniate* bir ilişkiyi kabul etmeleri için yerel yöneticiler­ den ve Cizvit ruhhandan kaynaklanan baskılardan dolayı 1670'lerde ayak­ lanmaya zorlandı. Merkezi Habsburg otoriteleri, Ortodokslan, din değiştir­ meye zorlama girişimlerine [proselytism) karşı genellikle korumaya çalıştı. Onlann, her biri Sırp subaylar ve kültürel etkinlilerle eksiksiz olan askeri ko­ lonilerinin bölgesel örgütleri eğitimli bir Ortodoks laik seçkinlerin ortaya çı­ kışını besledi. Karlofça'daki bir Sırp metropoliti, "ethnarch" , yani cemaatin lideri olarak tanındı. Osmanlılar ve Habsburglar arasındaki düşmanlığa rağ­ men, Sırp bağlantılan, Sırp kimliğinin sürdürülmesi için önemli etkileriyle birlikte, sınır bölgesi boyunca da sürdürülebildi. 103 Osmanlı güçleri 1 683'te­ ki başarısız ikinci Viyana kuşatmasından sonra öylesine hızlı geri çekildi ki Hırvatistan askeri sınırlan durgun sular haline geldi. Geniş bir kısmı -alt­ ta yatan etnik uzlaşmazlıklan dahil- Hırvatistan Krallığı'na 1 784'te geri ve­ rildi. Yeni tahkim edilmiş sınırlar yeniden fethedilmiş Temeşvar Banatı'nın ve Transilvanya'nın savunulması için gerekli oldu. Gerçekten de Habsburg 101 Angyal, s. 228.

102 Schwicker, s. 16 ve devamı; Rothenberg, s. 26 ve devamı.

(*) Uniate: Ortodoks olmalanna ragmen papanın yetkisini tanıyan Dogu Katolik kiliseleri/bu kili­ selerin üyeleri - ç.n. 103 Valjavec, Geschichte ... Sudosteuropa, 3: 75 ve devamı; Schwicker, s. 52; Turczynski, s. 51 ve de­ vamı. 116

topraklanna son ciddi Osmanlı akını ı835'te meydana geldi ve bu son iki sı­ nır bölgesi Macaristan Krallıgı'yla ı873'e kadar resmi olarak yeniden birleşe­ medi. 104 Transilvanya askeri sınınnın etkisi, Ortodoks "Vlach" (Rumen) et­ nik bilincini canlandırmak oldu. Esas Macaristan'ın bir parçası olan Temeş­ var'da, askeri kolonizasyon, görünüşe göre homojen bir biçimde Macar olan bir bölgede etnik bir mozaik oluşturdu. Esas olarak dogu kesimindeki Ru­ men Ortodoks yerleşimcilere ek olarak, batıda Sırp mülteciler, geri dönen Macarlar ve Almanca konuşan Habsburg ordusu gazileri belirdi. Sonrakiler "Suabiyalı" köylere yerleşti ve kendi geleneklerini izledi. Ortodoks kolonHer "ulus-öncesi" aşamadaydı, esas olarak Macar Katolik seçkinlerden ayn dini topluluklarca ayırt ediliyordu. ı 750'ler kadar erken bir tarihte Sırplar, Orto­ doks ayncalıklannı korumak ve Slav dayanışmasından yararlanmaya başla­ mak için Rusya'ya başvurdu. 1 05 Bu nedenle Müslüman sınınnın uzun süreli etkisi, gitgide artan bir biçim­ de Katoliklik ve çeşitli Protestan degerieri arasında bölünen, neredeyse ho­ mojen bir biçimde Batılı Hıristiyan olan Orta Tuna vadisindeki nüfusu altüst etmek oldu. Ortodokslugun aşılanması, ı9. yüzyılın sonunda, 20. yüzyılın başında Bosna-Hersek'in, Habsburg'a baglanmasıyla, kısmen sınır düşman­ lıklanndan bariz bir artıgı ortadan kaldırmak için yapılmış bir girişim, çogal­ dı. ı 770'lerde, askeri koloni okullanndaki tüm derslerin Almanca yapılma­ sı için Habsburg yönetsel baskısı gerilimi yükseltti. ı 9. yüzyılın başına dog­ ru Habsburglara, Rus gücüne karşı önemli bir denge unsuru olarak görünen Osmanlı lmparatorlugu'nu yıkabilecek yeni fetihlerden feragat edilmesi sı­ nır birliklerinin konumunu muglak kılma egilimindeydi. ı9. yüzyıl boyun­ ca onlar, Rus lmparatorlugu'nun Kazaklan gibi, Hıristiyanlıgın düşmanlan­ na karşı bir savunma olmaktan çok, iç güvenlik için gitgide artan bir biçimde işe koşuldu. Sonuç olarak Avusturya Habsburg mitinin Antemurale unsuru, sadece gerilemekle kalmadı, bazı açılardan anakronik bir yük haline geldi. 106

Sınır meşruiyeti: Osmanlı olgusu Osmanlı meşrulaştıncı mitinin fetihleri desteklemek konusundaki ilgisine göndermeler şu ana kadar ortaya çıktı. Bu mitte Hıristiyanlıkla sınınn rolü, savunma gereksinimlerinin ötesine geçer. Akademik otoriteler mitin cihad bileşeninin görece önemine keskin bir biçimde karşı çıkar ama cihad'ın Os­ ınanlılar için diger belli başlı İslami siyasi kurumlara göre çok daha önemli olması tartışmanın ötesindedir. Gazi (cihad savaşçısı) gelenegi, Osmanlı tm104 Schwicker, s. 171 ve devamı; Rothenberg, s. 123.

105 Schwicker, s. 52, 78; Turczynski, s. 1 14.

106 Ferguson, s. 148; Rothenberg, s. 123; Schwicker, s. 185. 117

paratorluğu'nu yurtdışında maceralara -bir tür "savaş devleti" haline gelme­ ye- cesaretlendiren, bir mythomoteur'ü harekete geçirdi. Geniş, sabit bir kö­ le akışı hem yönetim aygıtının hem de seçkinterin statüsünün sürdürülmesi için temeldi. Seçkinterin öz-imgesi ve özgüveni çözülmez biçimde seks part­ nerlerinin gösterişçi tüketimine bağlanmıştı. Askeıi aygıtın en tepesinin sa­ dakatini ve disiplinini sürdürmek düzenli genişlemeyi, ya da en azından, sü­ rekli düzensiz akınlan gerektiriyordu. Gazi sınırının rolünü anlamak, bazı akademik çözümlemelerin parti pris'iyle muazzam bir biçimde karmaşıklaşmıştı. Ernst Werner'in "Kemalist" Türk tarihçilerinin Osmanlılann göçebe kökenierini abarttığına dair eleştiri­ si akla yatkındır. Yakın geçmişteki Türkçe bir çalışmanın da işaret ettiği gibi, Osmanlı seçkinleri arasında Orta Asya bağlan üzerine vurgu esasen 1860'lar gibi erken bir tarihte başladı; bu nedenle, izleyen tarihyazımının bu vurgu­ dan etkilenmiş olması oldukça olasıdır. 1 07 Ama Werner'in kendi yorumu, tüm evrilen toplumlarda "feodalizm" bulma şeklindeki Leninist ısrardan faz­ lasıyla etkilenmiş görünüyor. Bununla beraber, her iki yaklaşım da erken ça­ lışmalann -özellikle 19. yüzyıl klasikleri Leopold Ranke, Joseph von Ham­ mer (Purgstall) ve johann W. Zinkeisen- Avrupamerkezciliğine bazı düzelt­ meler sundu.108 Uzman olmayan biri için bu karmaşık tarihyazımıyla ilgili tartışmaya girmek çok tehlikelidir. Yine de bu şiddetli bir biçimde savunu­ lan konurolann kanıt gösterınede farklılaşmasından etkilendim. Bu akade­ misyenlerin sehatkar bir biçimde oluşturduklan tarihi kayıtlann, onlann ra­ kip görüşlerinin özlerini birleştiren bir yorumu destekieye bileceğinden şüp­ he ediyorum. Osmanlı deneyiminin jeopolitik çerçevesiyle ilgili ciddi bir tartışma yok­ tur. Malazgirt Savaşı'ndan ( 1 0 7 1 ) sonra , Anadolu , Werner'in sayılarını 550.000 ila 600.000 arasında tahmin ettiği, yerleşik alanlara yayılmakta ti­ pik bozkır örüntüsünü izleyen, Türkmen göçebeler tarafından istila edil­ di. 1 09 Dahası onlar, birkaç kuşak önce lslam'a geçişleriyle benimsedikleri ci­ had kavramından esinlenmiş ve onunla meşrulaştınlmıştı. Önde gelen Türk hanedan Selçuklular, bu "kabile" savaşçılannın askeıi kapasitesine bağımlıy­ sa da, despotik yönetimin, medrese gibi merkezileşmiş-dini kururolann icat edilmesi ya da büyük ölçekli uyarlanması dahil, Yüksek İslami örüntülerini hızla benimsedi. Anadolu'da Selçuklu iktidan, geride kalan öncelikli Bizans merkezlerinin güneydoğusunda, Konya çevresine üslenmişti. Sonuç olarak, cihad'a katılım, Bereketli Hilal'e genişlemeyi vurgulayan, hem Selçuklu meş107 E. Werner, s. 19; Ercümend Kuran, "The Impact of Nationalism on the Turkish Elite of the Ni­ neteenth Century" , Polk ve Chambers içinde, s. 109 ve devamı. 108 Ranke; Hammer (Purgstall), Geschichte des osmanisehen Reiches; Zinkeisen. 109 E. Werner, s. 37. 118

ruiyeti hem de Selçuklu siyasası için gitgide artan bir biçimde ikincil hale geldi. l 259'dan sonra Selçuklular Mogol baskılanyla zayıfladı. Gazi gelene­ gi, yan özerk sınır çetelerine devroldu. 1 10 Osmanlıların bir zamanlar resmi olarak Selçuklu tabiiyelinde bir devlet oldugu ileri sürüldü ama 1 7. yüzyılın başlanndaki Osmanlı tarihi, onların ( "Yafes'in* soyundan gelenler" olarak) Anadolu'da ortaya çıkışlarını, Sel­ çuklu otoritesinin çoktan geçmişte kaldıgı l 277'ye yerleştirdi. 1 1 1 O zaman­ lar Bizans sınınndaki Osmanlı ("Osmanlı" adı hanedana adını veren atadan geliyordu) çetesi, Werner'in belirttigine göre, sadece dört yüz aileden oluşu­ yordu. Bana öyle geliyor ki, burada, görünür tarihsel karşıtlıklan anlamak için bir anahtar bulunuyor. Tek bir kabile ya da aile çevresinde bir comita­ tus olarak oluşmuş ve onun hanedanlık mitine sadık, bu boyuttaki bir grup, bir Stamm'ın ya da göçebe fetih yıgınının tipik bir başlangıcıdır. Bu Osmanlı yığını, Anadolu'daki rakip çeteleri, iki yüzyıldan önce nihai olarak özümse­ yemedi. Osmanlılar, Türk unsurların sadakati için, kurgusal Cengizi soykü­ tüklerini vurgulayan Timurlenk'in ardıllanyla rekabet ederken büyük güç­ lükler yaşadı; Osmanlı'nın başansı için daha çekici bir meşrulaştıncı mit can alıcı önemi haizdi. Paul Wittek, Türk alaşımın bu aşamasına (yaklaşık 1400) dek Osmanlı hanedan soykütüğünün çok muğlak olduğunu belirtir: Bu temas onların, kendi Türk karakterlerinin bilincine varmasını sagladı. Sultan "han" ulusal unvanını üstlendi ve ona, Oguz Aşireti'nin en soylulanyla onu ilişkilendirecek bir soykütügü saglandı. Osmanlı Devleti bu aşiretin bir devamı olarak belirdi. Tüm bunlar bir kurguysa, bu kurgunun gelenege dahil oluşu son derece önemli bir tarihsel olgudur - o, sayısız diger ayırt edici ni­

teliklerle dışa vurulmuş ve kalıcı sonuçlan olan ilk "ulusal" harekete aittir. 1 1 2

Kullandığım mit-simge yorumunun bağlamında, Osmanlılar vaktinde ye­ ni bir soykütüksel miti öne sürdüler. Mit, Osmanlı Sultanı Fatih Sultan Meh­ med'i ( 1 45 1 -148 1 ) , Oğuzların mirasçısı olarak hanedanının dünyayı yönet­ meye yazgılı olduğuna inanmaya teşvik etmiş gibi görünür. Ondan sonra, Stamm'da olduğu gibi, sadece padişahın soykütüğü hesaba katıldı. 1 13 Bununla beraber, birçok başarılı Avrasya fetih yığınının aksine Osmanlı­ lar, soykütüksel mitlerini fetihlerin başında değil, oldukça ileri bir aşama­ da geliştirdi. Müslüman-Hıristiyan sınınnın nevi şahsına münhasır dogasınl l O Özellikle bkz. Cahen, Pre-Ottoman Turkey. (*) Nuh'un en küçük oglu Uaphet] - ç.n. l l l Sa'd Al-Din, s. 5. 112 Paul Wittek, "Le Role des Tribus Turques dans l'Empire Ottoman", Mtlanges Georges Smets içinde, s. 673. Aynca bkz. Woods, s. 357. 1 13 Lybyer, s. 88; lorga, 1: 149; Wittek, The Rise of the Ottoman Empire, s. 50. 119

dan ve Osmanlılann kendilerine sunulan fırsatlan sömürmekteki olaganüs­ tü başanlanndan dolayı, normdan sapma, bana göre, olanaklıydı. 13. yüz­ yıl Mogol kesintisini izleyerek, Türkmenlerin yeni bir kitlesi, İznik [Nica­ ea] çevresindeki, geride kalan Bizans alanlan üzerine zenginleşmiş Müslü­ man saldınlanna insan gücü saglayarak Anadolu'ya yerleşti. Orta Asya'dan bu yeni gelenlerin, tran'ın bazı kesimlerini işgal edenlerle karşılaştınldıgın­ da, oranı tartışmalıdır. Oldukça parçalanmış gruplar, "aşiret" teriminin ge­ nellikle uygulandıgı geniş yıgınlardan çok küçük savaş çetelerini ya da ka­ bilelerini andırsa bile, yeni gelenlerin "vahşi aşiretliler" olarak betimleme­ leri abartılı görünür. 1 14 Dahası gelen Türkler, kendilerini, birçok göçebenin yaptıgı gibi, göçebe çobanlık yerine büyük ölçüde yagmacılıkla ayakta tu­ tuyormuş gibi görünür. Son olarak ve daha önemlisi sınır Türkmenlerinin daha geniş örgütlenme biçimleri sufi dervişlerinden, özellikle Bektaşi ya da "akbaşlıklı" 1 1 5 tarikatından, türetilmişti. Her ne kadar sonraki esas olarak as­ keri yapılar saglamasa da, derviş vaizler Türki unsurlan birleşmeye, Hıristi­ yan rejimlerine karşı görece disiplinli savaşmaya, yani, gazi savaş tarzı örgüt­ lenmesine esinlendirdi. 1 1 6 Bektaşiler, oldukça yakın geçmişe ait bozkır gelenekleriyle Türk köken­ liydi. Bu nedenle, ne benzer geçmişiere sahip insanlara sufi hareketinin po­ pülist karakteriyle aynı çizgideki özel çagnlan şaşırtıcıydı, ne de Bektaşiletin teşvik ettigi ortodoks lshim'dan sapmalann, gazi durumunda, sujf vaizlerin popüler çevreler için genellikle yaptıgı lslam uyarlarnatanndan daha büyük olması hayret vericiydi. Ortodoks ya da Yüksek lslam kültürünün daha son­ ralan mücadele ettigi birincil doktrinsel sapma, zorla din degiştirmeydi. Bu uygulama, Müslüman olmayaniann erken lslam rejimlerinin dayauıgı "aşa­ gılama durumu"nun ötesine geçen sınırlandınlmamış sömürüsüyle ilişkiliy­ di. 1 5 . yüzyılda, Danişmend gazileri içinden vücuda gelen bir sınır romansı beyan edildi: "Biz kurtlarız, onlar [Hıristiyanlar] koyun. ( . . . ) Bir kurt koyu­ nun tadını çıkartmaktan kaçınır mı? '' 1 1 7 Temel olarak bu tür bir acımasızlık Orta Asya bozkır (Türk kurt toteminin önemini göz önünde bulundurun) geleneklerinden türetiidi ve yakın örnekleri Cengiz ve Timurlenk'ti. İslam'ın popülist yorumunun din degiştirme ya da ölüm üzerindeki ısran zorunlu bir meşrulaştırma sagladı. Bir derviş liderinin yorumu, takipçilerinin acımasızlı­ gını zımni bir biçimde kabul eder: "Bu [bir bahçe duvannın] inşa için Rum1 14 Wittek, The Rise of the Ottoman Empire, s. 21 ve devamı; karş. Wittek, "Deux Chapitres ... Tur­ es de Roum", s. 294. Giese, (s. 248, 249, 253) yeni göçmenlerin Müslüman karakterini vurgu­ larken, E. Werner (s. 47) hayatta kalan şamaniann alum çizer. 1 15 Orijinal metinde, "white cap" order. 1 16 Birge, s. 16 ve devamı. 1 1 7 E. Werner, s. 89. 1 20

lan işe koşman gerekir, çünkü dünyanın yapısı onların eseridir . . . Aynı dün­ yanın topyekün yıkımı ise Türklere bahşedilmiştir. " 1 1 8 Bu bakış açısından, 14. ve 1 5 . yüzyıllardaki Osmanlı bakış açısında, aka­ demisyenlerin algıladığı "karşıtlıklar" , değişen koşullardan ve hem gazi hem de bozkır geleneklerine farklı yollardan bağlanan kişiliklerden çıkar­ sanan görece önemsiz farklılıklar gibi görünür. Werner 14. yüzyıl Osman­ lı hanedam üyelerinin, Bektaşiler tarafından örgütlenen Türki unsurların as­ keri lideri haline gelerek, adları Müslüman olduklannı akla getirmese bile, Türk atalarını onurlandırdığına işaret ederken şüphesiz haklıydı. II. Murad ( 142 1-145 1 ) aşiret sistemine geri dönüş olarak nitelendirilirdi çünkü okur­ yazar değildi ve mağlup düşmanlannın kafatasianndan piramitler dikmişti; ama 1 583'e dek Osmanlı ordulan Safevi Hanedam'yla savaşırken zaman za­ man bu uygulamaya geri döndü. Murad, Türk kahramanların mezarlan üze­ rinde gerçekten de insan kurban ettiyse, o elbette temel islami değerleri ih­ lal etti. 1 19 Ama bir halının yeterli mobilya olduğu ya da yerleşik kentliler için bile, "asker" unvanına sahip olmanın onları Rumlar gibi aşağılık unsurlar­ dan ayırt ettiği inancı gibi bozkır geleneğinin diğer unsurları, yerleşik Müs­ lümanlar arasındaki nostaljinin genel özellikleridir. 1 20 Gazi meşrulaştırması olmaksızın Osmanlı hanedanı, parçalanmış Tür­ ki unsurları, Osmanlı coğrafi konumunun lehine olduğu Bizans üzerine yo­ ğunlaştırılmış bir saldırı için saflarına katamazdı. Osmanlılar, 14. yüzyı­ lın sonunda Balkanlar'a doğru hareket dahil Hıristiyan topraklanna saldır­ ma üzerine takıntılı bir şekilde yoğunlaşmasaydı, gazi dayanışmasını sürdü­ remezdi. En erken vakayinameleri bu miti vurgular: "Neden gaziler en son belirdi? (. . . ) Çünkü en iyisi daima sonunda gelir. Son Peygamber Muham­ med'in diğerlerinden sonra gelmesi gibi, Kur'an'ın Tevrat'tan, Zebur'dan ve İncil'den sonra gökten inmesi gibi, Gaziler de sonunda [ Osmanlı yönetimin­ de] dünya üzerinde belirdi."121 Osmanlı yönetiminin belli başlı törensel sim­ gelerinden biri, bir sultanın tahta çıkışı, göçebe süvarilerin simgesi olan kılı­ cın, sözde uzun zamandır yürürlükten kalkmış Osmanlı süzereni, Selçuklu sultanının temsilciliğini yapan, ama esas olarak gazi ve göçebe meşrulaştıncı mitini birleştiren, bir derviş pir'inin halifesi tarafından sunulmasını içerir. 122 Gerçi bu tören Osmanlı siyasi kurumu için hayati olan üç miti birleştirir: Yüksek lslam ortodoksisi ile süreklilik, derviş gazi ruhu ve bozkır askeri ce­ sareti. Hiçbiri, imparatorluğun tarihi boyunca tamamen ortadan kalkmadı. 1 18 A.g.e., s. 63.

1 19 Grenard, s. 52; E. Werner, s. 220; Kortepeter, s. 74.

120 Ranke, s. 35.

121 Wittek, The Rise of the Ottoman Empire, s. 14. 1 22 Giese, s. 253 ve devamı. 1 21

Tatarlada özel ilişki ve yukanda özedenen düzenli askeri örgütlerin uygula­ malan daima bir bozkır ba�lantısını korudu. Gazi derviş ruhu, o zamandan itibaren güçlü devlet adamlannın ve savaşçılann birço�nu tedarik eden Ar­ navutlann ço�unlu�nun 1 7 . yüzyılda din de�iştirmesiyle yeniden canlan­ dınldı.123 Bu yorum kabul edilirse, Yüksek lslami meşrulaştırmanın Osmanlı çeşit­ lemesi, mit olarak, gazi ve bozkır mitsel çeşitlemeleriyle, bunlann birbiriy­ le olan karşıtlı�ından daha fazla karşıtlık içinde de�ildir. 1 24 Peter Sugar, po­ pülist hakimiyet peşindeki gazi hizbi ve Balkan ticaret rotalanna istikrar ka­ zandırmak için daha sistematik fetihleri cesaretlendiren ticari çıkarlar ara­ sında daha keskin bir çatışma görür. 1 25 Bununla beraber Sugar, gazi ruhu­ nun Yüksek lslam kültürüne ba�lı taeider için de�erli bir araç oldu�unu da kabul eder. Macaristan'ı ele alırken belirtildi�i gibi, darü'l-Islam'ın koruyu­ cusu olarak padişahın rolü, bu mitik çeşitlernelerin herhangi birinin altında reddedilemez. lmparatorlu�un pekiştirilmesinin erken bir aşamasında vur­ gudaki kaymalar muhtemelen belirleyiciydi. Yüksek lslam (Şeriat) ahlakının benimsenmesi, gazinin koşulsuz din de�iştirme talebinin neden olabilece�i mutlak kesinti olmaksızın, lznik [Nicaea] çevresindeki yerleşik Bizans nü­ fusunun Osmanlılar için fetbini olanaklı kıldı. Profesyonel paralı asker or­ dusunun eski lslami kurumunun benimsenmesi, Osmanlı yöneticilerine, is­ ter göçebelerden isterse de dervişlerden kaynaklansın hoşnutsuzluklara son vermek için sadık bir aygıt sa�ladı. Bu tür bir gücü oluşturmanın ilk adımı Hıristiyan tutsaklan ve asker kaçaklannı küçük, geçici "Yeniçeri" muhafızı olarak safiara katmaktı. Dikkate de�er bir biçimde Yeniçenlere (önemli dö­ nüşümlerden sonra) bir koruyucu derviş aziz atandı. 1 26 Daha sonra Avru­ pa'daki düzenli piyadenin en geniş birli� olarak onlar, Osmanlı ordusunu, bozkır fatihlerinin ço�u zaman yapamadı�ı, ele geçirilen topraklar üzerinde­ ki nüfuzlannı pekiştirerek geniş fetihler yapmaya muktedir kıldı. johann Zinkeisen bu gelene�in, 1840'ta artmakta olan siyasa oluşturma­ nın yorumlanınasındaki vaktinden önce gelişmiş bir paradigmasını gösteren bir pasajda belirtti: Osmanlann Avrupa'daki ilk seferinin, tek başına ele alındıgında, nadiren plansız, kafası karışmış bir serbest yagmalama ve yıkım seferi olarak görün­ dügü gerçekten de dogrudur. Onlar sadece kaybetmek için vilayetler kazandı. (. .. ) Ama tüm bakış açısı akılda tutulursa, Osmanlı lmparatorlugu'nun büyü1 23 McNeill, s. 132. 1 24 Gazi ve Yüksek Islami mitlerin uyumu üzerine özellikle bkz. Hodgson, 3: 106- 107. 125 Sugar, s. 27.

1 26 Giese, s. 253 ve devamı; Wittek, "Deux Chapitres . . . Turcs de Roum", s. 309. 1 22

mesinin neredeyse düzenli olarak genişleyen halkalar halinde ilerledigi ger­ çegi gözden kaçamaz. O her yıl, sonuç olarak gücünü yitirmeksizin büyüyen bir bitkiyi andınr. Aksine, her ikisi de karşılıklı destekleyen ilişkileri aracılı­ gıyla çok yakından baglantılıdır. Ahlaki ve maddi birlik, Osmanlı lmparator­ lugu için ilk dönemden itibaren yaşamsal bir ilkedir. Bu onun gücünün, özel­ likle Anadolu'daki beylikler karşısındaki üstünlügünün temelidir. Başlangıç­ tan itibaren daha önceki, güvenli bir temele yaslanan, güçlü bir tahkimat ol­ maksızın, hiçbir kalıcı fetih yapılmadı. Çanakkale Bogazı, Anadolu'daki yö­ netimleri saglam bir biçimde tahkim edilmeksizin, Osmanlılar tarafından ge­ 1 27 çilmedi.

Kazanımiann yerleşim alanlannda bu türden adım adım pekiştirilmesi, Osmanlı lmparatorlugu'na, hızla tükenmeyen, yüksek derecede askeri istik­ rar ve iktisadi bir temel sagladı. Devşinne-Yeniçeri bloku (Altıncı Bölüm'de tartışıldıgı gibi) lslam için sıradışı olan kalıcı bir başkent üzerine temelle­ nen, bir dereceye dek idari merkezileşme de sagladı. Sadece, sınır fırsatıanna Osmanlı'nın nevi şahsına münhasır uyarianmasının ürettigi istikrar ve mer­ kezileşme, nüfus hareketlerinin ve halihazırda var olan mitlerin manipülas­ yonunun dogrudan ve dolaylı etkileriyle, Güneydogu Avrupa etnik kimlik­ liginin evrimini dönüştürebilirdi. Diger yandan, sadece, Yüksek lslam meş­ rulaştırma mitinin benimsenmesiyle, güneybatı Asya'nın nüfuslannın, dört yüz yıllık Osmanlı yönetimini kabulleurnesi saglandı.

Özet ve sonuç Ortaçag'ın başlanna dogru Akdeniz dünyasına hakim olmak için yola çıkmış olan iki büyük evrensel dinden her biri, ayrı bir uygarlık için meşrulaştıncı bir mit üretti. tkinci Bölüm'de ele alındıgı üzere, bu uygarlıklann oluşumuy­ la ilgili ama onlann ögretilerine içkin olmayan koşullar, iki uygarlıga, eşit bi­ çimde ayırt edici iki yaşam biçimiyle eşlik etti: göçebe lslam, yerleşik Hıris­ tiyanlık. Meşrulaştıncı mitler geliştikçe, iki yaşam biçiminden çıkarsanan, keskin biçimde farklılaşan kimlik bileşenleri, yogun bir biçimde karşıt kim­ likleri üretmek için, lslam ve Hıristiyanlık arasındaki ögretisel uçurumla et­ kileşimde bulundu. Sık sık meydana geldigi gibi, farklı inançlar, çıkarlannda ve tutumlannda keskin bir biçimde düşman olan toplumlar için meşrulaştı­ ncılar haline geldiginde, paylaşılan ögretiler asgarileşirken, ögretisel yank­ lar insanın bilincinde fark edilebilir hale gelir. Gerçekten de ortak kökenie­ rinin yanı sıra cografi yakınlıklan da, lslam ve Hıristiyan uygarlıklannı bir­ birleri için belli başlı olumsuz referans noktası haline getirdi. Bu açıdan bü127 Zinkeisen, s. 857. 1 23

yük bir ölçekte iki uygarlık, kendilerini yaygın bir biçimde diğer gruba refe­ ransla tanımlayan etnik gruplan andırdı. Tüm Müslümanlar kendilerini bir­ leşmiş olarak, en azından komşu Hıristiyanlara karşıt olarak kavradı. Genel­ likle savunmada olan Hıristiyanlar sık sık benzer bir asgari kimlik kriteri be­ nimsedi. Bu yoldan, birbirlerinin kimliğini sürdürmek ve yeniden tanımla­ mak için yüzyıllar boyunca etkileşirnde bulunan iki dini uygarlık, "etnik-üs­ tü" olarak karakterize edilebilir. Tipik etnik etkileşirnde olduğu gibi, İslam ve Hıristiyanlığın dışlayıcı iliş­ kisi tutumlada sınırlı kalmadı. Şiddetli çatışmalar, siyasi kurumlarda örgüt­ lenen iki uygarlığın birbirleriyle fiziksel olarak karşılaştığı yerlerde yaygın­ dı. Bu çatışmanın seyri kannaşıksa da yoğunlaşan uzlaşmazlık bir sarmala doğru eğilim gösterdi. Sannal hareket, Avrasya bozkır göçebelerinin -Sel­ çuk Türkleri, Moğollar, Çağatay Türkleri- iki uygarlığının doğu bölgeleri­ ne saldırmasıyla büyük ölçüde hızlandı. Büyük sayılan ve daha sık istilalan bir yana, Avrasya göçebelerinin değer sistemleri yerleşik nüfuslara karşı, öz­ gün Müslüman fetihterindeki Araplara göre, daha sert bir tutumu dışavur­ du. Avrasya bozkır tutumu, yerleşik Müslümanlara karşı yönelmiş muazzam bir yıkımı beraberinde getirdi. Yine de, İslam'ın, köylü örüntüleriyle karşıt­ lık oluşturan nostalji biçimleriyle ispatlanan, göçebe yaşam biçimine temel yakınlığı, fetihlerinden birkaç kuşak sonra birçok bozkır göçebesinin Müs­ lüman haline gelmesini sağladı. Esas olarak Türk olan din değiştirenler, soy­ kütüksel mitler üzerine temellenen kimliklerini ve acımasızlığın bozkır ge­ leneğinin çoğunu korudu ama yıkıcılıklannı, tamamen değilse bile öncelik­ li olarak, Hıristiyanlara yöneltti. Din değiştirenler erken İslam uygarlıklan­ nın, onlann sünnekte olan yıkıcılıklannı etkileyen, gösterişçi tüketimin bir biçimi olarak köle bulundurma dahil, özel değerlerini benimsedi. Köle bas­ kınlan Hıristiyanlarla yükselen çatışmanın belli başlı bir motifi haline geldi. Uzlaşmazlık sarmalı Hıristiyan intikamlanyla da hızlandı. Sonuç İslam uy­ garlığıyla Hıristiyanlık arasında, güvensizliğin geniş sınır bölgesinin oluştu­ rulmasıydı. Dahası bu sının savunma kavramı, her iki taraftan da belli baş­ lı siyasi kurumlar için, yoğun bir meşrulaştıncı mit sağladı. Kastilyalılar ve Osmanlılar için kendi dinlerinin sınır savunuculuğu, kurucu mitlerinin esas bileşeni haline geldi. Kutsal Roma İmparatorluğu'nun Habsburg çeşitleme­ si için, Bizans, Polonya, Macaristan, Rusya, Aragon, Safevi Persleri, Mem­ lük İmparatorluğu ve daha küçük siyasi kurumlar için sınır savunması, my­ thomoteur'un belli başlı bir unsuru haline geldi. İslami sınır miti üzerine te­ mellenen siyasi kurum için geleneksel terim gazi'dir; Hıristiyanlık siyasi ku­ rumu için ise muadili Antemurale'dir. Bozkır fetih değerlerinin zerk edilme­ si gazi mitinin daha sonraki çeşitlenmelerinde yoğunlaştı; ama mitin çeşit­ leurnesinden birini benimsemek, hem kitleler hem de seçkinler için siyasi 1 24

kurumla ve hakim nüfus unsurlanyla yoğun bir özdeşleşmeyi üretme eği­ limindeydi. Sımnn her iki yakasında da gruplar, düşman olarak kalırken, birbirlerinin değerlerini ve davranış örüntülerini taklit etme eğilimindeydi. Özellikle, Kastilya conquistadore'lan birçok Müslüman ve göçebe örüntüsü­ nü benimsedi. Sınır bölgesinde yaşayanlar kendilerini "seçilmiş" ya da ken­ di inançlanna bağlı diğer nüfuslara göre üstün hissetme eğilimindeydi. So­ nuç olarak sınır gruplan, daha geniş dini kimlik içinde, ileri bir ulusal kim­ lik geliştirdi. Aynı zamanda sınır çatışması bölgesi, dünya savaşlan arasında Doğu Avrupa'ya özgün bir biçimde uygulanan kavramı ödünç alacak olur­ sak, "parçalanmış bir bölge" haline geldi. Farklı dini ve kültürel geçişlere sa­ hip nüfuslar, uzatılmış düşmanlıklar boyunca siyasi olarak taşındı ya da ye­ niden hizaya sokuldu. Bu özellikle Habsburg-Osmanlı sınınndaki Katolik ve Ortodoks nüfuslann ve lslamla Rusya'nın sının boyunca çeşitli Müslüman ve Hıristiyan gruplann durumuydu. Bu sınırlann bir tarafındaki halklar ara­ sında dini farklılıklar bulunmadığında bile, tehlikeli sınır deneyiminin ken­ disi, Ukraynalılar arasında olduğu gibi, zaman zaman önemli bir kimlik bi­ linci üretti. Farklı, karşılıklı olarak iç içe geçmiş bu tür unsurlann, mitini ta­ mamen paylaşmadıklan bir imparatorlukta bir araya gelmesi, sırası geldiğin­ de, Doğu Avrupa ve Ortadoğu'nun belli başlı siyasi kurumlannın içinde kar­ şılıklı etnik gerilimlerin süregiden bir mirasım üretti. lberya'mn, Tuna Hav­ zası'mn, Balkanlar'ın, Anadolu'nun, Kafkasya'nın ve Karadeniz bozkırlan­ nın dahil olduğu geniş bir alan boyunca, bu nedenle, lslam ve Hıristiyanlı­ ğın çatışması özel türden bir etnik kimliğin ortaya çıkışının belli başlı unsu­ runu oluşturdu.

1 25

DÖRD Ü N C Ü BÖLÜM

POLIS VE PA TRIA

Medeni kimlik ve Kent uygarlığı "Bu [ Ortaçag] kentleri Batı'nın ilk 'anavatan'lanydı. Ve kesinlikle onlann va­ tanseverligi, uzun bir süre için, ilk devletlerde ortaya çıkması zaman alan te­ ritoryal vatanseverlige göre çok daha tutarlı ve bilinçliydi," diye yazar Fer­ nand Braudel. 1 Yurttaşlık, sözcügün türetilmesinden de anlaşılabilecegi gi­ bi, küçük siyasi kendilikte, kişisel katılım deneyimiyle başladı. Bu katılımın besledigi güçlü kimlik, birçok degişikliklerden sonra, daha geniş degilse bi­ le çok sayıdaki kimliklerin temeli haline geldi. Gerçekten de, Emile Benve­ niste'in de savundugu gibi, teritoryal habitatın ve kentin temel kavranılan, Hint-Avrupalılar için, tarihsel evrimlerinin oldukça erken bir aşamasında, aynlmaz bir biçimde iç içe geçmişti: Hakikaten çeşitlilik gösteren boyutlann teritoryal ve toplumsal bölünmesinin derecesini kapsayan terimler, yani bir dizi terim bulunur. Kökenierinden iti­ baren bu tür teritoryal örgütler oldukça karmaşık görünür; her halk onlann ayırt edici çeşitliligine sahiptir. Yine de Hint-Avrupa dünyasının batı kısmında epeyce büyük bir alan için bir terim tanımlanabilir. İtalya'da -Latinceden ayrı olarak- bu terim, "urbs" ya da "ciuitas", "kent" ya da "kent-devleti" anlamına gelen, Umbriya dilindeki tota sözcügüyle tenısil edilir. . . Onlar, bir ve aynı kav­ ram olan kent ve toplum arasında ayrım gözetmiyordu. Örgütlü gruplann ha­ bitatının sınırlan, toplumun kendisinin sınırlannı gösteriyordu. 2 Braudel, Capitalism, s. 399. 2

Benveniste, 1: 364. 1 27

Bu nedenle kent, asıl (baba) vatan'dı [patria] ve vatanseverlik, her ne ka­ dar "milliyetçilik"ten sadece biraz daha eskiden türetilmiş sözcükse de, me­ deni kimliğin eski kavramının, mantıksal ve muhtemelen psikolojik uzantı­ sını oluşturur. O halde, bu, İsla.m dünyasını nerede terk eder? Çünkü Avrupalılar -ya da Hint-Avrupalılar- arasında kent, teritoryal kimliği pekiştirdi ya da hatta ona kaynaklık etti; fazlasıyla gelişmiş toplumsal bir kurum olarak kent, İs­ lami kimlikle ilişkisiz midir? İslam uygarlığı söz konusu olduğunda kesin­ likle değildir. Braudel büyük kentlerin "her uygarlığın sera" sı olduğuna işa­ ret eder. "Dahası onlar bir düzen yaratır" .3 Henüz Batı Avrupa oluşturmaz­ ken, İslam yüzyıllar (7. yüzyıldan 16. yüzyıla kadar) boyunca birçok geniş kent merkezleri oluşturduğundan kentin, olduğu haliyle İslami kimlik için önemsiz olduğunu ileri sürmek normal değildir. Aslında inancın kendisi tas­ tamam ifade edilebilmek için bir kent ortamına ihtiyaç duyar. Her ne kadar Muhammed, kervan tacirlerinin soyundan gelse de, birbiri ardına iki Arap kentini kendi operasyon üssü kıldı. Haçlı seferlerinden önce kent tacirleri, Bedevilerin konuşkan suk'a ("pazar" , Farsça bazaar) karşı antipatHerine ve aristokratik Perstilerin ticareti küçümsemelerine rağmen, tüm Müslüman din alimlerine hakimdi.4 Temel fark Müslümaniann bu şekilde kent kültürüne bağlılıklanyla Av­ rupalılann özgül kentlere hususi sadakati arasındadır. İslami normlara göre, bir inanan, ait olmayı seçtiği herhangi bir Müslüman siyasi kurumun eksik­ siz "yurttaşı"dır ve bu nedenle ilke olarak, darü'l-lslclm'ın herhangi bir ken­ tinde evindedir. Kent, sadece aşamalı olarak 9. yüzyılda, Orta Asya'nın boz­ kır paralı askerleri ve akıncılan taeir-alim hakimiyetinin altını oydukça, İs­ lam'daki hakim konumunu yitirdi. Bu süreçteki bir dönüm noktası, 1422'de Arap ticari girişiminin geç olsa da güçlü bir dışavurumu olan, Karimi (ba­ harat taciri) etkinliğinin yerini, Memlük devlet tekelinin almasıydı. 5 Birçok otorite karamsar bir biçimde kentli tacir kültürünün geriteyişinin bir bütün olarak İslam uygarlığındaki durgunlukla çakıştığına işaret eder. Gerilerken bile, kent kültürü İslami kültür için hayati olmaya devam et­ ti. Başka bir yerde kimliğin odağı olarak kentin sürekliliği, iktisadi işlevleri­ nin altının oyulmasından sonra bile, kayda değerdi. Ortaçağ'da hukuki sta­ tü balışedilen İtalya'daki küçük yerlerin sakinleri, olumsuz anlamlara sahip contadino'dan (köylü) kaçınmak için, kıskanç bir biçimde cittadino unvanı­ na sanldı. Lyon Körfezi'nin kıyı şeridinde, Güney İspanya'da, Tunus'ta kent ağlan, Roma İmparatorluğu'ndaki iktisadi işlevlerini yilirdikten sonra bi3 4 5 1 28

Braudel, The Mediterranean, 1: 351. Goitein, "The Rise of the Near-Eastem Bourgeoisie" , s. 596.

W. Fischel, "Über . . . Karimi-Kaufleute" , s. 82.

le varlığını sürdürdü.6 Kentleşmenin kayda değer inatçılığı, bir bin yıl son­ ra ve binlerce kilometre ötede, Brezilya'nın dağlık bölgelerindeki küçük ama yoğun bir biçimde kentleşmiş merkezde ispatlandı. Bu kent üzerine çalışan Amerikalı Antropolog şu sonuca vanr: Bir toplum, çok sayıda insanın yiyecek üretimi etkinliklerinden beri olmasıy­ la ve geniş bir ölçekte mesleki uzmaniaşmanın olanaklı hale gelmesiyle, tek­ noloji ve toplumsal örgütlenme düzeyine eriştiginde, daha homojen düzen­ lemelere geri dönmesinin olasılıgı düşüktür. (. .. ) Uzmanlaşmış bir ekonomi, belirli uzmanlıkianna yönelik tehdide yeni uzmanlıklar geliştirerek, açıkça yanıt verme egilimindedir. Bu anlamda kentleşme tek-yönlü bir yoldur, bir kez yola çıktıgınızda, geri dönüş yoktur. (. .. ) Onlar kırsal kesimde oldukla­ nnı kabul etmeyi redderler ve o andan itibaren kır onlan kuşatır. Onlar köy­ lünün işini aşagılar ve onda uygarlıgın yaratıcısından çok yıkıcısını görür ?

Anlamlı bir biçimde, yukanda alıntılanan sosyolojik çözümleme Akdeniz kültürünün transadantik bir sürgünü üzerine gözlemlerde temellenir. Sade­ ce Akdeniz kentleşmesi ve Müslüman çeşitlernesi arasındaki farklılıklar gö­ rünür olmakla kalmaz, aynı zamanda önemli benzerlikler de bulunur. Kuzey Avrupa ve Akdeniz kültürlerinin kentleşmeye karşı farklı tutumlan önem­ li olmakla birlikte, kuzeydeki kent imgesinin inatçılığı da dikkate değerdir.8 Bu nedenle bir anlamda kent, göçebelik ya da yerleşik yaşam kadar siline­ mez ve nüfuz edici olan üçüncü bir yaşam biçimi oluşturur. Yukanda belir­ tildiği gibi, kentin etkisi, farklı kültürlerde psikolojik olarak farklılaştı; kent örüntüsünün toplam etkisi de görüngünün katıksız ağırlığından ve dağılı­ mından etkilendi. Kent sakinlerinin toplam nüfusa oranından çıkarsanan genel bir kentleşme göstergesine modem anlamda bir başvuru , sadece öy­ künün bir kısmını anlatır. Kent merkezlerinin dağılımı da eşit derece önem­ lidir. Tablo l'in de gösterdiği gibi, Islam'ın büyük kentler yaratmasına rağ­ men, toplam rakamın Islami uygarlığın bütünleştiği geniş alanlara oranı kü­ çüktü. Iran Islam'ın gelişinden önce büyük ölçüde kentleşmişti, kentlerin yoğunluğu sadece Roma Imparatorluğu'nun ya da Ortaçağ ya da erken mo­ dem Almanya'nın üçte biri ila yansı kadar yüksekti. lran'a göre bozkır ve çö­ lün çok daha fazla öne çıktığı Müslüman ülkelerde, yoğunluk buna karşılık olarak düşük olmalıdır. Hakikatte kervan ticaret blokuna eşlik eden hem her bir kentin boyutu hem de herhangi bir türden kentin sayıca azlığı, Islami uy­ garlığın iktisadi temeliydi. Her vaha, modem zamanlara kadar Avrupa'da na6

Hannand, s. 293.

7

Harris, s. 283-288. Aynca bkz. Leitsch, "Rernarques Cornparatives sur le Developpernent des Villes en Russie et dans !es Balkans" , Structure Sociale içinde, s. 132.

8

R. Williams, s. 1 . 1 29

diren elde edilen bir ölçekte zanaatkarlığı ve ticari etkinlikleri ayakta tutma­ ya yetecek kadar zenginlik sağlayan bir ticaret ağının boğum noktası olan tek bir kente sahip olma eğilimindeydi. TABLO 1 Kent A�ının Y�unlu�u

Bölge

Dönem

Kent sayısı

Kent başına düşen yaklaşık alan kilometrekare

I ran I ran Roma lmparatorlu!)u ltalya Almanya Almanya Avrupa Rusyası Rus lmparatorlu!)u

20. yüzyıl 20. yüzyıl öncesi 6. yüzyıl takriben 1 200 1 5. yüzyıl takriben 1 800 takriben 1 700 1 787

1 00 400 900-1 .200 200-300 3.000 4.000 200-250 500

6.000 1 .500 700 400 1 00 70 8.000 4.000

Kaynaklar: Rorig, s.

Walker, s. 32; Iran için tahminler Bemant'un eserinden alındı, s. 32; aynca bkz. Dagron, Na· s. 60; Claude, s. 1 2; Waley, s. 7 ve devamı; Hamm, s. 1 3; Miliukov, s. 1 34; Rozman, s. 97.

75;

issance d'une Capitale,

Örneğin 1500 yılında Mısır'ın birkaç kentte yoğunlaşmış kent nüfusu, ül­ kenin toplam nüfusunun yaklaşık dörtte biri kadarken, aynı dönemde üç bin Germen "kent"i (ortalama nüfus dört yüzdü) ülkenin toplam nüfusunun sa­ dece yüzde onunu banndınyordu. 1 740'a doğru ortalama Germen kenti sa­ dece iki bin nüfusa sahipti.9 Dönemin İtalyan kentleri çok daha genişti.10 Diğer yandan erken modem Rusya'da kentlerin düşük yoğunluğu, kısmen bozkır göçebelerinin yıkımının sonucu olan tanmsal anlamda az gelişmenin bir fonksiyonuydu. Ama kentlerin sayıca azlığı, İslam'da olduğu gibi, sıra­ dışı genişlikteki ticaret merkezleriyle dengelenmiyordu ve Rusya'nın kent­ sel nüfusu görünüşe göre toplam nüfusun sadece % 3'üne erişmişti. Alman bir akademisyenin dikkat çektiği gibi, Avrupa kentlerinin sık olan ağı, zen­ ginleşmiş yerel ticaretin temelini sağlayan tanmsal nüfusun yoğunluğunun artmasıyla adım adım gelişti. 1 1 Rusya ve Ortadoğu'da kent merkezleri, hızlı büyüme sağlayan ama tabiaten kınlgan olan uzun mesafeli ticarete dayandı.

Mimarlık simgesi olarak kent Kentin iktisadi rolünün önemi, kentsel merkezlerin dağılımının temel fark­ lılıkianna kısa bir bakışı gerektirse de, bu rol kimlik sorunu için sadece do9

Braudel, Capitalism, s. 376; Rörig, Die europaische Stadt, s. 75.

10

Waley, s. 7 ve devamı.

ll 1 30

Brunner, "Europaisches und russisches Burgertum" , s . 16.

laylı olarak önemlidir. Daha da fark edilebilir olan kent mekanının rolüdür. Mekiinsal görünümler arasında merkezi olan görsel etki, yani mimari nite­ liktir. Claude Levi-Strauss öznenin önemini ileri sürer: "Mekiinsal düzen­ leme toplumsal örgütlenmenin ayna imgesidir (. . . ) sayısız halklar arasında herhangi bir ilişkiyi keşfetmek aşın derecede zordur, (sonuç olarak ortak bir şeylerinin olması gereken) diğerlerinin arasında, bir ilişkinin varlığı muğ­ lak olsa da görünürdür ve üçüncü bir grupta mekansal düzenleme, neredey­ se, toplumsal yapının koruyucu bir temsili olarak görünür. " 1 2 Sanat ve hatta mimari, tek başına göz önünde bulundurulduğunda, tanmsal kırsal kesime, pastoral tepelere ya da göçebelerin ıssızlıklanna gönderme yapabilir ama on­ lar doğal manzarayı önemli ölçüde dönüştüremez. Toskana'da olduğu gibi, insan yapımı "manzara" kırsal kesimin biraz içine doğru genişleyebilir; mo­ dem öncesi dönemlerde, topyekün görsel ortam anlamında gerçek mimari alan, kaçınılmaz bir biçimde, fazlasıyla yoğunlaşmış yerleşim alanlanyla sı­ nırlıydı. Bu tür bir yerleşim, hakikaten kentsel değilse bile bir kentin sim­ gesel rolünü üstlendi. Sonuç olarak, İsliim öncesi Cava kraliyet şatosu gibi, mutlakıyetçi saray bloku, CHfford Geertz'in betimlediği üzre tamamen sim­ gesel "semavi kentler"dir. 13 Emperyal yönetim için, semavi kentlerin dünyevi tasanınının önemi da­ ha sonra görünür hale gelecektir. Bu simgenin, mimari alanın kendisi gibi, görünüşe göre Mezopotamya'dan kaynaklandığını belirtmek önemlidir. Bu­ nunla beraber Yunanistan'da mimari düzenin dışavurumu, fıziksel tasanın­ lan ve insanın onlan tasavvurunu çok daha büyük ölçüde etkiledi. 14 Hele­ nistik gerçeklik kırsal kesime tamamen genişletemediği, düzenlenmiş, sınır­ landınlmış mekan idealini kentsel kamusal alanın mimari uyumunda ifade etti. Karakteristik bir biçimde -karanlıkta uçan sadece Minerva'nın bayku­ şu değildir- klasik Helenizm, coğrafi olarak daha geniş, maddi olarak daha zengin Helenistik uygarlığa yol verdikçe, model kentler çoğaldı. Büyük İs­ kender kentleri tüm insanlığın ortak evi olarak gördü. Onun adının verildi­ ği en büyük kentin bu temayı mimari niteliklerinde ifade etmesi, İskender'in tam olarak niyeti bu değilse de, uygundu. İskenderiye'nin temel unsurlan, diğer Helenistik kentler gibi, sarayın ve tapınağın önündeki geniş meydan­ lara yöneiten revaklı sokaklardı. Aynı şekilde revaklı, iki büyük eksenel iş­ lek cadde, bir kent kapısından diğerine ve kale duvanndan limana yönlendi­ riyordu. 1 5 Tüm bu rneklinlar medeni sadakatin kamusal dışavurumunu ko­ laylaşurdı. 12

Levi-Strauss, Structural Anthropology,

13

Geertz, s. 222.

14 15

s.

292.

Vernant, s. 594-595.

Bernand, s. 58.

1 31

Devamındaki Roma dahil Helenistik dünyanın başından sonuna dek, öz­ sel mimari nitelikler, tekil mimari gerçekleştirimleri zorunlu olarak boyut ve nitelikte çeşitlilik gösterse de, korundu . Etki ve görünüşe göre, kasıt, yurt­ taşiann evin dışındaki etkinliklere katılıma çekildiği, kendisini uyumlu bir bütünün bir birimi olarak düşüneceği, görsel bir mekan yaratmaktı. Mekan etkileyici ama ezici olmamak, zenginleştinci ama anlaşılmaz olmamak için tasarlanmıştı. Roma'nın yönetimindeki yüzyıllar yerel yönetime katılımın önemini yıprattı ve en etkin yurttaşiann üzerine taşınmaz yükler yerleştirdi. Yine de polis'in mimari başanmlannın kalıcılığı, (Dietrich Claude'un nüfuz edici çözümlemesinin çıkarsadığı gibi) yurttaşlannın üzerinde, kentlerinin fiziksel bileşenlerinin "barbar"lar tarafından yıkılmasının ürettiği, derin bir biçimde moral bozucu psikolojik etkide sergilendi. 1 6 Bazı sanat tarihçileri bu şokun yankılan, gerileyen polis için bir nostalji, 6. yüzyıl İtalyan kiliseleri­ nin iki boyutlu ama anıtsal mozaik bezemelerinde, özellikle Roma'nın Santi Cosmas i Damiano'daki azizierin kurtancıya yaklaşmasında ve Aziz Apoili­ nare Bazilikası'nda Classe ve Ravenna kentlerinin portrelerinde, algıladı. Ot­ to von Simson'un yazdığı gibi: Siyasi ve teolojik kavramıann bu karşılıklı ilişkisi hakkında, Aziz Apollina­ re Bazilikası, San Vitale'den daha az ilginç olmayan bir örnek sunar. Kadim kent-devlet, her ne kadar tuhaf görünse de, en mükemmel ömegini, bu 6. yüzyıl bazilikasında aldı. Orta sahanlık, göksel olanlann görüsünü aktarmak için, klasik kentlerin anısını canlandırmakla kalmaz, bakirelerin ve şehitlerin yürüyüşü kadim yurttaşlıgın kamaval gösterilerini hatırlatınakla kalmaz; bu törenin dini ibadetin dışavurumu olarak seçilmesi en ifşa edici olanıdır, çün­ kü o gösteri, kadim kentin yöneticiye sadece boyun egmesini degil, aynı za­ 17 manda özerkliginden de söz eder.

Claude, bu derin bir biçimde sarsan görsel birliğin aşamalı kararlılığını, şiddetli ayaklanmalann Batı'ya göre daha az yaygın olduğu Bizans'ın mer­ kezi alanında bile çözümledi. I. Jüstinyen'in hükümranlığı döneminde bile, Müslüman fetihlerinden sadece iki kuşak önce, süreç tamamlanmış olmak­ tan hala uzaku. Müslüman akınlan çok az doğrudan yıkıma neden oldu arha bu gerileme sürecini hızlandırdı. Bu sürecin izi, dikkatli bir biçimde, sahada, uzman olmayan bir ziyaretçinin bile parçalanmanın birincil unsurlannı ko­ layca ayırt edebileceği Şam gibi kentlerde sürüldü. Kent ekonomisi ve nüfu­ su gerilerken ve yerel yönetimlere katılım daha az anlamlıymış gibi görünür­ ken, büyük törensel alanlar işlevsiz hale geldi. Yeni inşaatlar, sadece kolon­ Iann altında paralel kaldınınlar bırakarak, revaktan revaka duvar çekerek iş16

Claude, s. 103.

17

Simson,

1 32

s.

1 19. Aynca bkz. Galassi , 1: 161.

lek caddeleri engelledi. Geometrik forum, düzensiz, çevrelenmiş pazar alan­ Ianna yol verdi. Helenistik Çag'da tamamen anıtsal olan, "Düz" olarak ad­ landınlan caddenin, izi hala sürülebilir, ama o ne düzdür ne de anıtsaldır. 1 8 Şam karşılaştırmalı çözümleme için yaygın bir başlangıç noktasıdır; çün­ kü herhangi bir kentten daha uzun bir süre önemli bir kent merkezi olmuş olmasına ragmen onun tasarımı normalin dışında görülebilecek bir dönü­ müşüme tabi olmuştu. Bu dönüşümün toplumsal tabanı bu bölümün sonun­ da incelenecek. Buradaki esas hedef, mimari degişimin göreceli olarak kap­ samını ve onun kimlik için potansiyel rezonanslannı oluşturmaktır. Akade­ mik görüş özgün İslami kent tasanınının ortaya çıkışının nedenleri üzerinde keskin bir biçimde bölündü ama İslam'ın Helenistik dünyadan miras aldıgı kentlerin görünümündeki kapsamlı degişimi kimse sorgulamadı. Müslüman ve Helenistik kent arasındaki birincil farklılık mimari niteligin, yani kamusal alanın görsel birliginin kaybıdır. Müslüman kentinin merkezi bir meydanı yoktur; onun dar, dolambaçlı caddeleri niteliksiz duvarlada ya da geçici oturma yerleriyle sınırlanmıştır; çoğu zaman karmaşık bir biçimde bezenmiş etkileyici kapılar, törensel meydanlara degil, kervan kamp alanla­ rına açılır. Bu kapıların, kent duvarlannın ve sayısız minarenin bir görünüp bir kaybolması dışında, oradan geçen kişiler bir bütün olarak kentin görsel yönelimine sahip değildir. Ana caddeden yola çıkılırsa, neredeyse algılamak­ sızın duvarlada kapatılmış bir yerleşim bölgesinden, ardından da dar, kapa­ lı kapılar hariç tamamen boş duvarlada kapatılmış çıkmaz sokaklı, bükülen dar sokakların Iabirenünden geçer. Kamusaldan çok bireysel haklara olan il­ gisiyle İslam hukuku, kamusal dış alanların aşamalı olarak ortadan kaldı­ rılmasını engellerneyi başaramadı. Her ne kadar kişinin kendi evine bir gi­ riş yapması için tüm komşu mülk sahiplerinin rızası gerekse de, çıkmaz so­ kaklarda, sokagın üzerine uzanan balkoniara ve sokaga diger alan hakkı te­ cavüzlerine Maliki okul tarafından izin verildi.19 Hem çıkmaz sokaklar hem de caddeler, yasal yetkilendirme olmaksızın güçlü mülk sahipleri tarafın­ dan engellendi ya da daraltıldı. Önde gelenler müsrif evlere sahipti ama ya­ kın konuklar dışında hiç kimseye bir şey sergilenmedi; boş duvarlar, güzel mahrem avlulan, çıkmaz sokaklardan geçmekte olan kişiler için bile gizledi. Diger yandan özel alan istisnai bir biçimde iyi düzenlenmişti. Suk'ta [pazar yerinde] her türden tacirin özgül bir sokakta ya da güvenli bir kaisariya'da dükkAnı vardı; evler iş bölgesinden aynlmıştı. Hepsinden önemlisi esas ca­ mi ve onun büyük avlusu, kentten fiziksel olarak tamamen yalıtılmış olsa da, bireyler için bir buluşma yeri ve kamuya yapılan açıklamalar için bir mev18

Claude, s. 41 ve devamı; Sauvaget, "Equisse . . . Damas", s. 454; Sauvaget, Alep, s. 52, 63-68; Wulzinger ve Watzinger, s. 30 ve devamı.

19

Brunschvig, "Urbanisme Medieval", s. 131 ve devamı; Hodgson, 2: 1 16. 1 33

TÜM PlANLAR IÇIN:



Duvar

.,.o aıt Kapı

�--+-��4--+--�-4

-----.... Sokak

1. Helenistik Kent, yaklaşık 200 f Forum

A-=A Revaklı cadde H

P

Hipodrom Yoksul, eski mahalleler

ll. Batı Avrupa Kenti, yaklaşık ı 000

!!)

Katedral

li) Kilise

M Pazar

lll. Islam Kenti, yaklaşık ı 000

m 051 S

K

pt

E

Şekil ı : Tipik bir Helenistik kentin hipotetik dönüşümü.

Cuma Camii Cami Suk (pazar) Kapalı Çarşı Saray (Dönemin yöneticisinin mahallesi) Önceki yöneticisinin mahallesi

kinin yanı sıra, cuma namazlan için de elzem bir yer oluşturdu. Sadece si­ yasi kurumun belirli ortodoksisini benimseyen Müslümanlar için erişilebilir olan caminin bu işlevlerinin dışında, kentsel alanın dogasının çok az bir kıs­ mı, kentsel bütünün bir parçası olarak kent sakinlerini tanımladı. Müslüman yetkililer, kentlerinin düzensiz görünümünü kesinlikle tasarlamadı. Görü­ nüşe göre, Araplann Kutsal Kentlerinin sokaklan ne çıkmaz sokaklara ne de boş ev duvarlanna sahipti. Ömegin, Kahire ve Irak'taki Saınarra, özgün ha­ liyle, Helenistik kentler gibi geometrik olarak tasarlanmıştı. Bununla bera­ ber, Kahire yakınlanndaki Fustat'tan elde edilen arkeolajik kanıtlar kentin kurulmasından birkaç on yıl sonra düzenliligin yi tirilmeye başladıgını kanıt­ lar. Benzer bir biçimde Bizans Konstantinopolis'i, kuruluşundan Osmanlılar tarafından ele geçitilişine kadarki on bir asır boyunca düzenliliginin ve anıt­ sal mekanlannın bir kısmını yitirse de, sonraki dört yüz yılda gelişen sık sık çıkmazlada son bulan dolambaçlı, düzensiz sokak örüntüsünün, kentin er­ ken dönemlerinde öncülü yoktu.20 Bazı açılardan lslami kent düzenlemesi, Helenistik ya da hatta Helenis­ tik dönemin öncesindeki Akdeniz örüntüsüne geri dönmüş gibi görünür. Strabo, Güney tspanya'daki Punic temellerin karınaşık görünümünün Grek komşulannın düzenliligiyle karşıtlık oluşturdugunu ileri sürdü.21 Helenis­ tik kentlerin daha yoksul mahallelerinin görünüşte düzenli oldugu hiç­ bir şekilde kesin degildir; Mısırlılann nome'u kesinlikle degildi. Kadim Mı­ sır'ın kentsel ilişkileri üzerine güvenilir bir çalışma şunu söylüyor: "Genel­ likle tannlann kutaklannın yakınlannda olan, çogu zaman tapınaklann ve bir meydanın girişinde son bulan dromoi'ler olan bir ya da iki geniş cadde ha­ riç, digerleri, sakaklann (odoi) , geçitierin (mmai) ve kavisli çıkmaz sakakla­ nn (laurai) karmaşık bir yıgınıydı. (, . . ) Yine de yerli [Mısır] kentler ile met­ ropolislerin ya da kent-devletlerinin yoksul mahalleleri arasındaki karşıtlık abartılmamalıdır. "22 lslami kent örüntülerinin kaynaklan ne olursa olsun, onunla ve tspanya gibi sınır bölgesindeki Ortaçag Hıristiyan kenti arasındaki farklılık öylesine çarpı­ cıdır ki iki uygarlık arasındaki anlayışa, hakiki bir görüngüsel engel oluşturur. Yeniden fethedilmelerinden sonra Malaga ve Granada'nın İspanyol ziyaretçile­ ri, evlerin etkileyici dış cephelerinden yoksun, dar, kasvetli sokaklar karşısın­ da şaşkına döndü. Diger taraftan, Avila ve Segovia'nın 12. yüzyıldaki Müslü­ man bir ziyaretçisi, bu kentlerin, her hanenin kendi merası oldugu için, sadece 20

Gautier, Moeurs et Coutumes, s. 83; Gabriel, Religionsgeographie, s. 1 19; Hans Hogg, "Istanbul: Stadtorganismus und Stadterneuerung" , Bachteler içinde, s. 282; Gonol Tankut, "The Spatial Distribution of Urban Activities in the Ottornan City", Structure Sociale içinde, s. 258; Clerget, 1: 282; Busch-Zantner, s. 3, 8, l l .

21

Antonio Garcia y Bellido, " La Edad Antigua" , Garcia y Bellido içinde, s . 30.

22

jouguet, s. 204-205. 1 35

yan yana konmuş köylerden oluşması gerektigini düşündü.23 Kuzey Kastilyalı kentler, 12. yüzyıl Avrupa'sı için tamamen tipik degildi. Geniş açık mekanlar yan kırsal ekonomi için uygundu ve köylerin yakın geçmişte tek bir koruyucu duvar içinde birleştirilmderi birkaç çıkmaz sokakla neticelendi. Yine de İtal­ yan modellerinden türetilen merkezi plaza neredeyse hiç yoktu. Fireneler'in ve Alpler'in kuzeyinde kentler daha kalabalıktı. Birkaç aka­ demisyen Kuzey Avrupa kentlerinin Helenistik idealden bu açık sapması­ nın İslami gelişimle karşılaştınlabilecegini düşündü.24 Bununla beraber bu tür görüşler, temel Müslüman düzensizliklerinin hatalı kavramsallaştınlma­ sından çıkarsanmış görünür. Şüphesiz Avrupalı sokaklar, Müslüman kentle­ rininkinden sadece biraz daha genişti ve çogu zaman da onlar kadar dolam­ baçlıydı. Ama Avrupa kentlerinin çok az çıkmaz sokagı vardı; belirli Yahudi "sokaklan" hariç, mahalleler hiçbir zaman duvarla çevrelenmedi. Gentry'nin zengince bezenmiş evleri merkezi meydam çevreliyordu. Katedralin önün­ deki kamusal alan, büyük caminin önündeki alandan biraz daha genişse de pazar yerleri daha yoksul ve daha az düzenliydi; katedralin orta "sahm" [ na­ ve) ve diger kilisderin üzerinde yükselen kuleleri, tüm yurttaşlar için kutsal ve kamusal buluşma yeri olarak katedral binasının önemini pekiştirerek bir­ ligin görsel bir simgesini oluşturdu. Görsel düzenlilik örüntüsü olarak Avrupa kentleşmesi ilk olarak İtalya'da yeniden canlandı. Mimari nitelik için ilginin büyümesi, İslami kentsel geniş­ lemeye eşlik eden görsel birligin gerilemesinin aksine, kent nüfusunun ik­ tisadi ve sayısal büyümesiyle çakıştı. Erken Ortaçag kentleri -Genoa'mn li­ man mahallesi bu tür nitelikleri elinde bulundurmaya devam ediyor- Ku+ey Avrupa muadilieri gibi iç içe geçmiş ve dolambaçlıydı. Artan zenginlik gelişi­ mi olanaklı kılar kılmaz, mimari düzenlilik belli başlı kentsel hedeflerden bi­ ri haline geldi: Sienese, "yöneticilerin ve memurlann güzel ve onurlandıncı binalarda kalması" diye ilan etti, -bu aşamada dini yapılada bile rekabet ede­ cek kadar- "her kent için bir onur meselesidir" .25 Daha yaygın olarak, signo­ ria [yönetici otoritenin) sarayının ve katedralin görsel olarak uyumlu olması için hassasiyet gösterildi: "kentin dışsal görünümü bir birlik olarak ele alın­ dı ve insanlar onu bir bütün olarak teşvik için işe koşuldu" .26 Sokak düzen­ lemeleri "kamusal sokaklan ya da halkın herhangi bir hakkım ihlal edecek şekilde inşa edenleri engellemek için" tasarlandı.27 23 24 25 26 27 1 36

Leopold Torres Balbas, "La Edad Medici", Garcia y Bellido içinde, s. 99; Hillgarth, s. 67.

Heers, s. 173; Sjoberg, s. 100. Yukanda belirtilen yazariara ek olarak, bana daha şüpheli görünen karşıt görüş için bkz. Mols, s. 153. Alıntılandıgı. yer Waley, s. 148.

A.g.e. , s. 159.

Alıntılandıgı yer A.g.e. , s. 99, Sienese düzenlemesi.

İtalyan kentlerinin seçkinleri, mimari birliğin minyatür kentleriyle güçlü özdeşleşmeyi büyütmenin öneminin fazlasıyla farkındaydı. "Oldukça büyük ölçekli görsel propaganda, hakikaten, sanatçılara emanet edildi ve pazarlama­ nın bu biçimi oldukça ciddiye alındı. ( . . . ) Sanatın büyük bir kısmının 'resmi' sanat olması önemlidir ve bu, bu dönem boyunca zevkin görece yavaş gelişi­ mini açıklamaya yardım edebilir."28 Her kent, iç çatışmasının hararetli olma­ sıyla kötü bir üne sahip olmuştu. Her büyük ev, savunma için orantısız bir biçimde yüksek kulesiyle bir kaleydi. Bununla beraber, duvarla çevretenmiş mahalleler yoktu. Kenti kuşatan duvartarla ilgili ortak kaygı simgesel olduğu kadar pratik tezahürlerde de yoğundu. Floransa'da Paskalya hava! fişek gös­ terileri ya da lsa'nın göğe yükseldiği Perşembe, Deniz ve Venedik'in simgesel evliliği gibi büyük dini-medeni kutlamalar için, Roma forumu yeniden can­ landınldı ya da yeni bir merkezi piazza [meydan, pazar yeri] oluşturuldu. Ay­ n mahallelerde yalıtılmışlık yerine kentsel işlerle ilgili gösterilerde rekabet, İtalyan kent-devletlerinin "klan"a dayalı bölünmesinin alametifarikasıydı.

Devlet olarak kent İtalyan kent-devletleri görsel birliğinde olduğu gibi oluşumunda da polis'in en hak eden mirasçısıydı. Her ikisi de esas olarak küçük ve kendine yeten si­ yasi kurumlardı. Her ikisi de -yoğun hizipsel tartışmalara rağmen- büyük si­ yasi kururolann nadiren denk olduğu, medeni özdeşleşme ve katılım derece­ si elde etti. Bu görüngüyü, "vatanseverlik" olarak adlandırmak ve bu neden­ le de, polis'in kadim dünyanın ilk kimlik odağı olması gibi, kenti Batı'nın ilk vatanı [patria] olarak görmek makuldür. Akdeniz salıillerindeki sayısız polis için, M.Ö. 338'le yaklaşık M.S. 200 arasındaki dönem, maddi olarak genişle­ me ama gerçek bağımsızlığın ve kent bilincinin yavaş yavaş gerilemesi döne­ miydi. İtalyan kenti için M.S. yaklaşık 1000 ila 1500 arasındaki dönem, mu­ azzam bir iktisadi büyüme, medeni farkındalık ve egemen statüsünün elde edilme dönemiydi. Yanın bin yılda İtalyan kenti, Grek po!is'inin doğum hakkı olarak sahip olduğunu elde etti: toprağını küçük ama hayati derecede önem­ li kırsal alana doğru genişletmek Katı bir biçimde kentsel ve kırsal birimlerin bu birleşimi Helenistik bir idealdL Kent-kır birliği altta yatan, sınırlı, düzen­ li alanın önemini oluşturdu. Gerçekten de kimliğin küçük ve kendine yeten bir dünya üzerinde sıkı bir biçimde güçlenmesi, İngilizce "kent-devleti" [city­ state] terimini, polis, civitas ya da cite'nin çevirisi için fazlasıyla yetersiz kılar. Alman akademisyen Ernst Kirsten'e göre polis, tacirler ve zanaatkarlann tanmsal nüfusun savunma amaçlı kalesinin [polis] yanına bir "aşağı kent" inşa etmesiyle doğar. 28

A.g.e. , s. 163. 1 37

Dahası kent ve kırsal kesim sorunu, tüm Avrupa alanındaki Ortaçag ve modem dönemlerin dogası ve gelişimini belirlemesi açısından temel sorunlanndan bi­ ridir ve sonuç olarak, kadim yerleşimierin sorunlu kentsel karakterine karar vermek için ek göstergeler saglayabilir. Konuyu kısaca ortaya koymak için, şu soruya yanıt saglayabilir: polis "kent" olarak tercüme edilebilir mi, "kent-devle­ 29 ti" kavramı hangi dönem için ve nasıl Grek antikitesine uygıılanabilir?

Kirsten kendi sorusunu, kalenin, aşağı kentin ve polis'in esas besinini sağ­ layan ve onu çevreleyen ekim alanlannın polis'in bir parçası ve bu üç 'ala­ nın sakinlerinin onun yurttaşlan [politai] olduğuna işaret ederek yanıtlar. Benveniste karşı varsayımdan yola çıkarak -civitas yurttaşiann [ciuis] yaşa­ dığı yerdir-, Romahiann kentsel alan ve çevreleyen kırsal kesimin aynı bir­ liğine ulaştığına dikkat çeker.30 Grekler için vazgeçilmez birliğin sınanma­ sı, tamamen yeni, kolonyal bir kentin kurulacak olmasıyla geldi: ticari ve stratejik açık avantajianna rağmen bir polis onu yeterince destekleyecek ta­ nm alanına sahip olmadığı sürece seyrek olarak kuruldu. Sömürgeciler ta­ cirlerden ziyade köylülerdi. Diğer yandan, genellikle Grek kolonileri, Kara­ deniz sahillerinin büyük bir kısmındaki sık ormanlanndan ve bozkırlardan ya da Adriyatik'in aşın derecede dar, verimsiz sahillerinden kaçınarak, ken­ di çiftçilik yöntemlerine uygun Akdeniz bitki örtüsünün alanlanyla sınırlıy­ dı. 31 Gerçekten de İskender'in kendisinin, verimsiz bir kum şeridi üzerin­ de, Mısır "sayesinde" İskenderiye haline gelecek olan şeyin kurulması nos­ yonundan çekindiği belirtilir: "Tarlalan olmayan ve bu tarlalann ürünleri­ ni duvarlan içinde toplamayan bir kent gelişemez; ne bol ürün arzı olmak­ sızın kalabalık bir nüfusa sahip olabilir ne de kaynaklar olmaksızın sakin­ lerini koruyabilir."32 Yine de Helenistik krallıklar, tam yurttaşlığı Helen ol­ mayan köylülere tanımayarak, kent ve kırsal kesimi ayırma sürecine başla­ dı. Romalılar da kolonileri için ortam seçerken daha az talepkardı. Aşama­ lı olarak kırsal kesim, zengin kentli toprak sahiplerine bağımlı hale geldi. İs­ tilalar döneminde sonrakiler, ön-feodal lordlar olarak, kentlerden bağımsız tahkim edilmiş kırsal malikanelerine çekildi. Bununla beraber özerk bir böl­ ge olarak kent geleneği devam etti. Poleis, geç dönem Roma düsturunu izle­ yerek, 6. yüzyıl gibi geç bir tarihte, sayıca artıyor ve Anadolu'nun topraklan­ nı bölüyordu: Tenitorium est universitas agrorum intrafines cuiusque civitatis (bir ülkenin topraklan verili bir kent-devletinin sınırlan içindeki tüm tarla­ lan kapsar) . Kirsten, tüm topraklann özgül kentlere atfedilmesinin, toprak29

Kirsten, s. 64.

30

Benveniste, 1: 367.

31

Kirsten, s. 67.

32

Vetruvius, alıntılandıgı yer Bernand, s. 58.

1 38

lan Slavlar ve Selçuklu Türkleri tarafından işgal edilineeye kadar Bizans İm­ paratorlugu'nda esas olarak etkili olduguna inanır.33 Ortaça�fın yeni kent-devletlerinin en dinamik bir biçimde geliştigi Ku­ zey İtalya bölgeleri, Grek-Roma geleneklerine karşı çok az görünür farkın­ dalıgı korumak durumundaydı. Akdeniz kültürü hala, kent ve kırsal kesi­ min bir yetki (temsil) birligi oluşturması gerektigi görüşüyle doludur. Gü­ ney Fransa'daki ve Katalonya-Aragon'daki kentler İtalyan kent-devletlerinin niteliklerinin birçogunu paylaşır. Temel bir düşünce yurttaşlıgı, kişisel tanı­ şıklıga izin verecek kadar az sayıdaki etkin, yetişkin erkeklerle -yaklaşık beş bin- sınırlandınnaktır. Atina gibi Grek ticaret kentleri, köleler ve yabancı­ larca büyük ölçüde şişirilmiş toplam nüfusa sahipti. halyan kentleri, bu tür az sayıdaki bagımlılar dahil, ideal olarak toplam elli bin nüfusu geçemezdi.34 halyan kentlerini çevreleyen kırsal kesimdeki köylülerin durumu belirsiz­ di. Erken kent komünleri, önemli bir gentry ve "daglı kabileler" dahil, top­ rak sahipleri tarafından yönetilen kırsal bölgelere çogu zaman sahipti. Şaşır­ tıcı olmayan bir biçimde bu tür unsurlar kırsal kesimdeki serfligin kent ko­ münleri tarafından desteklenmesinde ısrar etti. Kentin nüfusu kendi kırsal birimlerinden gelenleri gitgide artan bir biçimde kendisine katar hale geldi; tam yurttaşlıgı elde eden emekçiler ve zanaatkarlar köy çiftliklerini ellerinde tuttu. Eninde sonunda kanıünler kendi bölgelerindeki tüm serfleri azat etti, böylece kent ve kırsal kesim için birleşik hukuki yargı alanı oluşturdu; ama kentte yaşıyor olmak, ister sabık kırsal üst tabakadan olsun isterse de siyasi olarak önemli bir loncada zanaatkar olsun, kent yönetimine katılım için ola­ gan önşart olarak kaldı. 35 Kentte oldugu kadar kırsal kesimde de gayrimen­ kul sahipligi dahil zenginlikten edinilen tabakalaşma, zengin ticari unsurla­ nn gentry yaşam tarzına uyum sagladıgı ölçüde önemliydi. Bu yaşam tarzı, kent memurluklan için ogullann donatılmasına yönelik pahalı hukuki egiti­ mi gitgide artan bir biçimde içine aldı. Bir bütün olarak komünün esas endi­ şesi gerekli besini güvence altına almaya yeterli topraklan elde etmekti çün­ kü kendine yeterlilik olmaksızın, önceden kentler üzerinde süzerenlik uy­ gulamış, daha büyük feodal soylulardan ve dini derebeylerinden biçimsel ba­ gımsızlık kısa ömürlü olabilirdi. 36 Şaşırtıcı olmayan bir biçimde Akdeniz kent-devleti, kadim polis'teki vasi tannlar kültünü hatırlatan sayısız kutsal simgeyi sürdürdü. Koruyucu azizle33

Friedrich Vittinghoff, "Die Stroktur der spatantiken Stadt", jankuhn, Schlesinger ve Steuer içinde, s. 94; Kirsten, s. 64; Claude, s. 12.

34

Waley, s. 7; Chiapelli, 6: 18 ve devamı.

35

Waley, s. 35 ve devamı; Rorig, Die europdische Stadt, s. 34; Ennen, Fruhgeschichte, s. 262; Heers, s. 43.

36

Chaunu, L'Espagne, 1: 270; Waley, s. 7, 2 1 , 35 ve devamı, 7 1 , 222. 1 39

re adanan bayram günleri kent birliğini ifade etmek için öncelikli fırsatlardı. Dini motifli flamalar lonca ya da kabile düşmanlıklanna simgeler sağlamak­ la kalmadı, aynı zamanda, özellikle askeri hizmeti için genel erkek yüküm­ lülüğünü yerine getirirken kent vatanseverliğinin harekete geçineisi olarak da hizmet etti. Ortaçağ Hıristiyan kent-devletleri yan kutsal karakterini vur­ gulamak için özel bir nedene sahipti. Batı Avrupa'da sadece kraliyet otorite­ si tamamen meşruydu. Bununla beraber, "Aziz Peter'ın mirası" olarak Ro­ ma miti, cumhuriyetçi komünler için alternatif bir meşrulaştıncı model sağ­ ladı. Örneğin Venedik, dükalık (papanın modelini izleyerek) basitçe azizin dünyevi temsilcisiyle, resmi olarak "Aziz Mark'ın mirası" haline geldi. Aziz Mark'ın bedenini İskenderiye'den kapıp getirmek dahil kararlı çabalar, mi­ tin simgesel tahkimine adandı.37 Beşinci Bölüm'de ortaya çıkacağı gibi, bu tür mitler, belirli bir amaç için Hıristiyan vekillik olarak monarşik yönetimin meşrulaştıncı mitleriyle özünde benzerdi. Sonuç olarak kent-devletlerinin meşrulaştıncı mitleri uzun bir süre için bağımsızlıklannı sürdürmeye sık sık yardım etse de, bu tür mitler birçok durumda daha geniş siyasi kurumlann mitlerinin uyarlanması için bir hazırlık olarak rol oynadı. Ortaçağ Müslüman kentleriyle karşıtlık bu noktada geniş bir aynntılandır­ ma gerektirmez. Hıristiyan Akdeniz kenti, genellikle kendi yetki alanı içinde­ ki, kendisini çevreleyen küçük bir bölgeden nüfusunu devşirdi. Yerel atalar­ da ve seyrek olan kentler arası göçte ise güçlü bir gurur söz konusuydu.38 Bir yurttaş için, Dante'nin sözleriyle, "sürgünün acı ekmeğini yemek" en kötü cezalandırmaydı. Müslüman kentiiierin tutumu tamamen karşıttı. O her fır­ satta kendisi darü'l-lslam'ın diğer ucundaki bir kente bağlayan bir soykütüğü ileri sürdü.39 Örneğin, muhtemelen gerçekten de lslam öncesi lberyalı soy­ dan bir Endülüslü, Semerkant'taki varsaydığı atalanyla böbürlenebilirdi. lbn­ i Haldun gibi bireylerin, doğrudan atalannın tanınmış kişiler olduğu yerler­ den uzaktaki kent merkezlerine yeniden yerleşmesine sıklıkla rastlanıyordu. Medeni kökler karşısındaki bu kayıtsızlığın birkaç istisnası vardı - özellik­ le Fes'in gururlu, doğuştan tacir tabakası. Fes'in örneği, Fasi fıziksel ve top­ lumsal düzenini istisnai bir biçimde korumasından dolayı, takdire şayandır. Kent kurumsallaşmış bir Roma belediyesinin kalıntılan tarafından kuruldu. Onun sağlam su kaynaklan dış otoritelere bağımlılığı en aza indirdi.40 Bunun­ la beraber ardışık Fas hanedanlan, Fes'e kasbah'lar ya da saray-kaleler ekledi. Kentsel gelişimin erken bir aşamasında Yunanistan'da ve Batı Avrupa'da orta­ dan kaldınlan, kalenin kent sakinlerinden bu tür bir yalıtılmışlığı, lslam ken37 38 39 40 1 40

Schrarnrn, Herrschaftszeichaı, 3: 861 ; Kantorowicz, Waley, s. 104.

Weulersse, s. 87.

Bourrilly, s. 200; Le Toumeau, Fez ... Merinides,

s.

s.

62, 81.

27 ve devamı.

tinin anahtar bir niteliği olarak kaldı. Ark (Pers) , dar (Endülüs-Tunus) , ya da makhzen (Fas) kraliyet ya da vali yetkilisinin kentten fiziksel olarak aynlmış ve kentliterin katılımına siyasi olarak uzak makamlanydı. Fes gibi dini ola­ rak homojen bir kentte farklı mahalleleri temsil eden önde gelenler arasında işbirliği yapılabilirdi. Müslüman kentinde normalde her mahalle, daha yük­ sekteki yetkililerin günlük müdahaleleri olmaksızın kendi polis koruması­ nı, refahını, okulunu, kamusal işlevlerini (özellikle banyolar) yerine getirir. Daha heterojen kentlerde bile, Cuma namazında ya da pazarda hclkim hiz­ bin erkekleri arasındaki söylentiler, yetkililerin acil dikkatini hak eder. Örne­ ğin Herat sakinleri, Timurlenk yaklaşırken, kent duvarlanna adam sağlanıa­ lan için pazarda yapılan duyuroya itaat etmeyi reddetti. Bununla beraber ne­ redeyse değişmez bir biçimde protestolar -saptanması, en az kent yönetimi­ ne dair birliğin görsel simgelerininki kadar güç olan- özgün medeni dayanış­ manın dışavurumundan çok din adına yapddı.41 Georges Marçais'in yorum­ ladığı gibi, özgül Müslüman azizler kültüne duygusal bağlılık kentlere eşlik eder ama "Kayravan, Tilimsan ya da Fes gibi eski başkentler bile orada yaşa­ yan insanlar için, gururlanabilecekleri 'muzaffer' bir geçmişi temsil etmez" .42 Belirli açılardan Müslüman kentin, çevreleyen kırsal kesimle ilişkisi -ge­ nellikle az ya da çok bir vahadır- Helenistik kenti andınr. İktisadi olarak Müslüman köyleri daha da eksiksiz bir biçimde en yakındaki kente bağımlı­ dır. Kentin önde gelenleri (ulema'nın [dini alimleri birbiriyle evlenmiş aile­ leri, ticari ve asimile edilmiş yönetici unsurlar) esas besin kaynaklannı sağ­ layan toprağa sahipti. Bununla beraber temel farklılıklar vardı. Toprak sahibi olmak toplumsal olarak değerli bir nitdikti ama İslam toplumunda statüyü belirlemiyordu. Komşu kırsal kesimle irsi köklere sahip olmayan kent nü­ fusu köyle esas olarak hiçbir etkili bağa sahip değildi. Özellikle toprak, dini kururolann (vakıf) elinde olduğunda, yöneticiler köyün iktisadi koşullannı iyileştirmek için çok az şey yaptı. Genellikle köyler, göçebe akınlara karşı az da olsa güvenlik sağlayacak duvarlardan bile yoksun bırakıldı. Kentli Müslü­ maniann köylülerle baş etmekteki yetersizlikleri, tanının çok önemli olduğu Mısır'da öylesine kötü bir ün salınıştı ki, yöneticiler aracı olarak, Kıptiler gi­ bi Müslüman olmayan azınlıklara dayandı.43 Genellikle, toprak sahipleri köylüleri sadece dini eğitim ve uygulama için yetersiz, toplumsal bir ast olarak görmekle kalmadı, aynı zamanda evlilik 41

Margais, "La Canception des Villes", s. 524, 533; Eugen Wirth, "Die soziale Stellung und Glie­ derung der Stadt im Osmanisehen Reich", Untersuchungen ... der mittelalterlichen Stadte içinde, s. 408 ve devamı; ). Aubin, "Comment Tamerlan" , s. 95; Le Tourneau, Fes avant le Protectorat, s. 230 ve devamı; Weulersse, s. 83. Ortaçag Suriye'sinde kentsel bagınısızlıga bogmaya yönelik hareketler için bkz. Ashtor, s. 226 ve devamı.

42

Marçais, "La Canception des Villes", s. 533.

43

Labib, s. 494; Miquel, L'Islam et Sa Civilisation, s. 203. 141

partneri olarak da dikkate almaya degmez saydı. Diğer yandan köye dair yü­ kümlülüklerin ağından kurtulmayı başaran (toprağa tamamen bağımlılık 13. yüzyıldaki Moğol Ilhanlanna kadar gelmemişti) ve kalıcı olarak kent sa­ kini haline gelen bir köylü, alçakgönüllü fırsatlarda bile, tam katılımın eşiği­ ni geçmişti. Alçakgönüllü mülkiyet birikimi ve iyi dini eğitim, onun çocuk­ larını birçok Müslüman kentinin gentry'sine tamamen kabul edilebilir kıla­ bilirdi. Kentli olduğu kadar kırsal kesimden de üyeleri olan hayır kurumlan ve sufi tarikatlan zaman zaman geçişi kolaylaştırdı. Bununla beraber bu tür örgütler toplamda, uzak kentleri birbirine bağlamaktan çok, verili bir ken­ ti, onu çevreleyen kırsal kesimle bağlamayı sağladı. Stalin döneminde yazan Sovyet bir akademisyen llhanlı İran'ındaki aile ilişkilerinin dikkatli bir ni­ eel çözümlemesini gerçekleştirdi. Onun vardığı sonuç, Leninist imalan var­ sa da, genel Ortadoğu durumunun veciz bir kavrayışı olarak görünür: "Kent­ te ve bağımlı kırsal yönetim biriminde feodal sınıfın aynı güçlü toplumsal gruplan -kent-kır memurlan ve önde gelen ruhbanlar- iktisadi, hukuki ya da ideolojik araçlar sayesinde, kentsel ve kırsal aşağı tabakanın geniş kitlele­ ri üzerinde iktidan elinde bulundurur. "44 Kuzey Avrupa kentlerinin kadim modellere bağlı Hıristiyan Akdeniz'in­ den farklılığı, neredeyse Müslüman alternatifi kadar çarpıcıydı. Erken Orta­ çağ kent yaşamının gerilemesi Akdeniz bölgesinde daha da tehlikeliydi. Sa­ dece piskoposluklar, ister Roma merkezlerinin yeniden canlandınlması, is­ terse de yeni kuruluşlar olsun, kentleşmenin alarnetini sürdürdü. Piskopos­ luklar genellikle iletişim boğumlanna konumlanmıştı; piskoposluk bölge­ sinde bulunan piskopos ve başpiskoposluk eyalet kilise meclisleri düzen­ li ilişkiler sürdürdü. Piskoposun sarayı memurları ve ruhhan olmayan şö­ valyeleri bir araya getirdi, bunlar da sırası geldiğinde, bir yerde yerleşmele­ rini haklı çıkaran yeterli ticaret gelişir gelişmez taeider kolonisini cezbetti. Piskoposluklar, özellikle 9. ve 10. yüzyıl Macar ve Viking istilalan sırasında, çoğu zaman tahkim edilmiş manastırlardan daha fazlası değildi. Daha kuv­ vetli güçler, toprak sahibi soylular, Galyalı oppida ya da Germen Burgen' den miras kalan şatolarda yaşamayı tercih ederek bu tür yoksul merkezlerde ya­ şamak için özel bir nedene sahip değildi.45 Aksine Gennenik nüfus kalaba­ lık kent koşullarını küçümseme eğilimindeydi. Yönetici tabakalan kıra bağ44

Petrushevsky, "Gosudarskaya Znat", s. 109; Ashtor, s. 258, 322; Lapidus, s. 69; Claude Cahen, "Mouvements et Organisations Populaires dans !es Villes de l'Asie Musulman au Moyen Ages", Recueils ... Bodin içinde, s. 275 ve devamı; Crone, Slaves, s. 86.

45

Planitz, Die deutsche Stadt, s. 55 ve devamı, 99 ve devamı, 1 13, 190 ve devamı; Rorig, Die europ­ dische Stadt s. 8 ve devamı, 24 ve devamı; Marguerite Boulet-Sautel, "La Formation de la Ville Medievale dans !es Regions du Centre de la France" , Recucils ... Bodin içinde, s. 357-370; Hek­ tor Ammann, "Von Stadtewesen Spaniens und Westfrankreichs" , Constance, Institut . . . Bodense­ egebietes içinde, s. 109 ve devamı, 123 ve devamı; Ewig, s. 588-594. •.

1 42

lı olarak kaldı; sonuç olarak, Germenik kültürü, Akdeniz bölgesi kültürleri­ nin aksine köye özgü bir tadı korudu.46 Kuzey Avrupa'da ortaya çıkan ·bu tür kentler, Akdeniz ve lslam dünyala­ nndakinin aksine, genellikle başat seküler güçlerden ayn ve çoğu zaman on­ lara karşı olarak gelişti. Çukur Ülkeler' e, lskandinavya'ya, Almanya'ya ve di­ ğer Slav alanlara uygulanabilir ama Kuzey Galya'ya o kadar da kolayca uy­ gulanamaz olan geleneksel yorum, kentlerin yeminlerle birbirine bağlanmış güçlü gruplarla gezinen taeirierin (Gotça hansa, "takım/bölük" ; Slavca Gos­ podi, "anlaşma ile birbirine bağlı olan insanlar") iletişim boğumlannda yer­ leşmeyi anlamlı kılacak yeterli ticaretin olduğunu bulmasıyla doğduğudur. Taeirierin kayıtlan tutmaya yetecek kadar okuryazarlık elde etmesi de kişi­ sel geziler yerine ajanlann gönderilmesini kolaylaştırdı. Hansa'yı model alan yeni kent loncalannda, yerel dükkan sahiplerinden, daha güçlü ve daha iyi örgütlenmiş olan daha yeni yerleşmiş tacirler yerel yönetim yetkisini pisko­ posun memurlanndan aldı. Çoğu zaman kentin yeni efendileri, en azından, otoritesi tek tek kentlere girerneyen ama ticari etkinlikler aracılığıyla kay­ naklann harekete geçirilmesinde güçlü bir çıkan olan uzaktaki bir manarkın sözlü desteğine sahipti.47 Bununla beraber Edith Ennen, genellikle dini olan unvansal süzerenliklere karşı topluluk örgütlenmesinin yalın anlayışlan, ka­ musal toplantılar, eylem hariç "tacir loncasının, kent komününün gelişimi üzerindeki etkisinin uzun ömürlü izini bırakmadığını" belirtir. O, tüm etkin örgütlenmenin, çok farklı zanaat lancalan ya da popüler bir yargısal ve yö­ netimsel meclis olan Schöffenkolleg tarafından gerçekleştirildiğine inanır.48 Daha geniş bir akademik uzlaşma diğer anlamlı sorunlar üzerinde belirir. Kuzey Avrupa kent duvarlan kent kimliğini simgelernede istisnai ölçüde kri­ tik bir rol oynadı. Simgesel olduğu kadar fiziksel bir hudut mekanizması ola­ rak duvar, sınır bölgesini andınr. Helenistik polis'ler, şehir'ler (oppida) ola­ rak başlangıç aşamasında duvarlada çevrelenmişti. Sparta duvarsız yapabi­ lecek kadar kendini güvende hissetse de, bazılan Roma dönemine kadar du­ varlannı korudu. 3. yüzyıl boyunca, çoğu zaman daha kısıtlayıcı sınırlada yeni duvarlann inşası, yerel yönetimsel güvenliğin gerilemekte olduğunun bir işaretiydi. Bununla beraber antikite boyunca, kamu binalan ve revaklı caddeler, kent yaşamının duvarlardan daha önemli simgeleri olarak kaldı.49 Duvarlann yurttaşlann bilinci üzerindeki etkisi, muhtemelen ltalyan kent46

Ennen, Fruhgeschichte,

s.

41 ve devamı. Aynca bkz. Ennen, The Medieval Town, s. 46.

47

Bkz. Philippe Dollinger, "Les Villes Allemandes au Moyen Age", Recucils . Bodin içinde, s. 371401 ve 45. dipnotta belirtilen tüm dipnotlar.

48

Ennen, The Medieval Town, s. 99. Karş. Heers, s. 19 ve devamı; Gerard Dilcher, "Rechtshistoris­ che Aspekte des Stadtbegriffs " , jahnkuhn, Schlesinger ve Steuer içinde, s. 29.

49

..

Kirsten, s. 63.

1 43

devletlerinde ve göçebelere karşı güvenligin yaşamsal oldugu İslam kentin­ de muhtemelen daha yüksekti. Bununla beraber İslam söz konusu oldugıtn­ da, duvarlar güçlü, örgütlü rejimin istilasına karşı, olagan durumlarda etki­ sizdi. Küçük ama açgözlü toprak sahibi soylulada karşı karşıya olan Kuzey Avrupa kentleri için duvar özgürlügün kalıcı bir simgesiydi. Stadtluft macht Jret (kent havası insanı özgürleştirir) l l . yüzyıl boyunca yan-Germen Meu­ se Vadisi'nden kaynaklanan deyim, bir kentin duvarlan içinde ihtilafsız bir yıl ikamet eden bir kişinin sedlikten kurtulmasını garantileyen hukuki bir ilke haline geldi. İtalyan kentlerinin aksine kuzey kentleri soyluların kentin duvarlan içinde tahkim edilmiş ikametgahlar edinmesini yasakladı. Genel­ likle dini süzeren tahkim edilmiş manastırlara ya da yakındaki diger ikamet­ gahiara çekildi. 50 Yukarıda alıntılanan deyimin karşıtı da yaygın bir biçimde uygulandı: Dorjluft macht eigen (köy havası insanı mülk sahibi kılar) . Kenti çevreleyen kırsal kesime sahip olan ve yöneten İtalyan ve Helen yurttaşlarla keskin bir karşıtlık içinde, duvarların dışında kentliler, feodal lordların fiili mülkiye­ tinde degilse bile, yargı yetkisine tabiydi. Kuzey kentlerinin yargı yetkisinin kırsal kesimden dışlanması, tamamen kentin savunmaya yönelik kökenie­ rinin bir sonucu degildi. Geç Ortaçag'da, Kuzey Denizi'nden İsviçre'ye uza­ nan, ilke olarak zengin ama birleşmemiş alandaki oldukça çok sayıdaki kent, komşu teritoryal prensiere karşı direnebilecek kadar iktisadi ve demografik olarak güçlenrnek için yeterli topragı elde etmeye çalıştı. Ömegin Nümberg, Hohenzollemlerin Frenk koluna karşı mücadele etmek için, 1 5 . yüzyıl bo­ yunca kırsal alanlan elde etti. 1500'e dogru Türingiya'da bulunan Erfurt sek­ sen üç köye sahipti. Yine de bu alanın boyutları -dört yüz kilometrekare­ geniş İtalyan kent-devletleriyle karşılaştırıldıgında önemsizdi. Birçok Ger­ men kenti Erfurt'tan çok daha az başanlıydı. 51 16. yüzyılın ortalanna dogru Strasbourg gibi daha güçlü kentler bile tabi olmanın eşigindeydi; Strasbourg, Birleşik Hollanda'ya kadar, (kırsal oldugu kadar kentsel olan kantonlan içe­ ren) tek kalıcı birlik ömegi olan İsviçre Konfederasyonu'na katılmanın yol­ larını umutsuzca aradı. Kuzey Avrupa kentinin, İsviçre'de bile, boyut açısından bu denli sınırlan­ dırılmasının bir nedeni, kırsal alandaki tabiyetindekileri yurttaşlıktan yok­ sun bırakmasıydı. Benzer bir biçimde kent loncalan kırsal tacirleri kıskanç bir biçimde dışladı. Elbette zengin kentliler, tamamen özel bir biçimde kırsal 50

Heers, s. 154; Rorig, Die europdische Stadt, s. 3 1 .

51

Rorig, Die europdische Stadt, s . 1 13. Bu istisnai bir biçimde geniş olan topraklar, imparatorlu­ �n gerileme saflıasındaki küçük bir Roma polis inin 260 kilometrekarelik alanıyla karşılaşun­ labilir. Bkz. Claude, s. 12. Tablo l'de de belirtildigi gibi ortalama bir polis'in alanı yaklaşık ola­ rak 1 .810 kilometrekareydi. Avrupa'daki son polis olarak Amsterdam için bkz. Braudel, Civili­ sation Materielle, 2: 437. '

144

mülkiere yatınm yaptı, Fuggerler gibi Augsburg ve Ulm gibi önemli kentle­ rin soylu aileleri bile, toprak mülkiyetinin istikrarlı bir statü güvencesi sağ­ ladığını fark etmedi. 52 Hem polis hem de ltalyan kent-devleti için, yerel nüfusun safiara katıl­ ması, kentsel istikrann belli başlı kaynaklanndan biriydi. Aksine önemli bir Germen kenti olan Lübeck, gezgin taeirierin bir yerleşiminden kaynaklan­ mamasına rağmen, ilk başlardaki nüfusunu uzak bölgelerden devşirdi. 1 1 58 ila 1 259 arasındaki, Lübeck'in yerleşimcilerinin % 3 l 'i Ren bölgesi-Vestfal­ ya'dan, % l 7'si diğer uzak bölgelerden ve % 29'u yüzlerce kilometre ötedeki Aşağı Saksonya'dan gelmişti; geride kalan % 22 ise komşu Holstein, Lauen­ berg ve Mecklenburg'dandı. Baltık Denizi'nin çevresindeki daha yeni Hansa Birliği kentleri nüfuslannın büyük bir kısmını Lübeck'ten aldı. Gerçekten de aile kökenieri ve süregiden bağlan, 19. yüzyıl gibi geç bir tarihe kadar, Bal­ tık Alman burjuvazisinin gurur kaynağıydı.53 Müslümanlar arasında oldu­ ğu gibi, bu tür uzak aile bağlan şüphesiz birçok açıdan harekete geçiriciy­ dL Bununla beraber, Hansa Birliği'nin hakimiyetinin kısa döneminden son­ ra, kentler arası bağlara bu tür bir Baltık vurgusu, kişinin, bir kimlik kayna­ ğı olarak, yerel kentinin etkisini kemirme eğilimindeydL Uzak kuzeydeki Lübeck gibi kentler, önemli bir başka yoldan yeni kim­ lik türlerine katkıda bulunmaya başladı. Askeri ve iktisadi gücünün ötesinde her Kuzey Avrupa kenti, köylüler için sığınma hakkı gibi, kanunla güvence altına alınmış ayncalıklara bağımlıydı. Kent kimliğini kınnkinden ayırt eden hudut mekanizmalan gibi bu tür hukuki ayncalıklar fiziksel duvarlar kadar önemliydi. Ayncalık, Stamm hukukunun genel olarak Almanya'ya hakim ol­ duğu lO. ve l L yüzyıllarda, Kutsal Roma lmparatorlannın teritoryal yargı yetkilerinden ödün vermesiyle başladı. 1 5 . yüzyıla doğru teritoryal prens­ ler tarafından Roma hukuku yargı yetkisinin standartlaşması, kent özerkli­ ğinin altını oyan belli başlı araçlardan birini oluşturdu. Bu dönemler arasın­ da, en kuzeydeki Germen kentleri (güneydeki paralel çabalar görece önem­ sizdi) birçok kenti kapsayan sistemleştiritmiş hukuki yargı alanlan kurmak için ilginç bir girişim gerçekleştirdi. tki büyük sistem gelişti; her ikisi de te­ mel olarak Frenk Salyan yasasından türetilmişti ama kentlerin örf ve adet hukuku olarak aynntılandınldı. Sachsenspiegel'de ( 1224) birleştirilen Magdeburg sistemi çok daha kapsam­ lıydı ama özerk kimliğin oluşturulmasında görece önenısizdL Gerçekten de 52

Bader, Der deutsche Sadwesten, s. 134.

53

Ahasver von Brandt, "Die gesellschaftliche Struktur des spatmittelalterlichen Lübeck", Unter­ suchungen der mittelalterlicben Stadte içinde, s. 217; Ebel, s. 9. Lübeck'in hukuki kuruluşu­ nun tarihi olarak Schubart-Fikentscher eserindeki (s. 383) tarihi kullandım; bazı kaynaklar da­ ha erken bir tarihi veriyor. ,,

1 45

Magdeburg hukuku Germen dogu sınır bölgesindeki önemsiz kentleri dene­ tim alunda tutan teritoryal lordlar tarafından kolayca benimsendi çünkü hu­ kuki sistem, lordlann nihai denetimini ortadan kaldırmıyordu. Lehistan Mag­ deburg hukukunu kabul etti çünkü küçük kentler üzerindeki lordlann yargı yetkisiyle uyumsuz olsa da, sistem genel olarak tacın çıkannın lehineydi. Ben­ zer nedenlerle Magdeburg hukuku Lehistan'dan ele geçirilen bazı Rus kentle­ rinde bile sürdürüldü. 54 Aşagı Almanca ve Latince kullanışlı yazılı çeşitleme­ lerinin yanı sıra daha sonraki Lehçe çevirisi Magdeburg hukukunun kullanış­ lılığını arttırdı. Magdeburg Kenti'nin sulh hAkimleri (Schofjen.) istek üzerine "görüşler"ini (bunlar hükümlerden biraz daha fazlasıydı) kolayca yayımladı. Bununla beraber bunlar bağlayıcı değildi ve Magdeburg hukukunu izleyen bir kent aynı ya da farklı bir davada, Magdeburg sistemindeki bir başka Schoffens­ tuhl'dan (kent sulh hAkimi) görüş sorabilirdi. Bu yeterlilikte, Halle, Leipzig, Breslau ve Kulm, Magdeburg'un kendisi kadar önemliydi. 1356'da Leh kralı, Magdeburg hukuku kentlerinin, herhangi bir Germen "ana kente" başvurma­ sını yasakladı ve Leh kentlerinin temsilcilerinden oluşan alternatif bir sulh hA­ kimlerinin panelini oluşturdu. 1 3 1 5 gibi erken bir tarihte Brandenburg Prensi [Margrave] benzer bir zorunlulugu kurumsallaştırdı.55 Germen göçmen yerle­ şimlerinde bile Magdeburg hukukunun benimsenmesinin sömürgecilerin kö­ keniyle çok az ilişkisi vardı. Benimsenme genellikle, teritoryal derebeylerinin özellikle Töton Şövalyeleri'nin, yerleşimcilerin beraberinde getirdiği çeşitli ve günü geçmiş geleneksel hukukun yerini alacak birörnek, kolayca yönetilebilir bir hukuku ortaya koyma çabalannı yansıttı. Dogu Avrupa'nın Germen olma­ yan krallıkianna Magdeburg hukukunu ithal etmenin önemli bir etkisi, onun, kaynaklandıgı Germen kentlerinin geleneklerine uygun olarak, kentler ve kır­ sal kesim arasına çizdiği keskin resmi çizgidir. Hukuk zaman zaman, teritor­ yal lordlann kentleri için güvenilir bir yiyecek kaynagı ve insan gücü sağla­ mak için, istikrar kazandırmayı umdugu Germen yerleşirnci köylerine doğru genişletildi. Ama birçok Slav ve Macar köylü, onlan komşu kentlerden keskin bir biçimde ayıran farklı yerli geleneksel hukuka bağlı kaldı. Daha sonralan bu köylülerin bazılanna Magdeburg hukuku bahşedildi, sistem lordlann feo­ dal haklannı pekiştirdiğinden güç bela bir ayncalık oluşturdu. 56 54

Halban, s. 45 ve devamı; Bachtold, s. 5 1 , 106; Schubart-Fikentscher, s. 31 ve devamı.

55

Bachtold, s. 5 1 ; Harold Steinacker, "Die geschichtlichen Voraussetzung des österreichischen Nationalitaten problenıs", Hugelmann, Das Nationaliıaıenrechı içinde, s. l l ve devamı; Künss­ berg, "Rechtssprachgeographie" , s. 46.

56

Manfred Hellmann, "Probleme fru'her stadtischer Sozialstruktur Osteuropas" , Untersuchungen ... der mittelalterlichen Stadte içinde, s. 395 ve devamı; Heinreich Appelt, "Die mittelalterliche deutsche Siedlung in Schlesien" , Deutsche Ostsiedlung içinde, s. 15-18; Hans Thieme, "Die Mag­ deburger und Kulmer Stadtrechte," a.g.e. içinde, s. 15 1-57; H. Aubin, Grundlagen ... Kulturra­ umforschung, s. 579; Koebner, s. 328, 341 ; Lynnychenko, s. 30; Schmalfuss, s. 1, 3, 8.

1 46

tkinci büyük Kuzey Germen sistemi Lübeck hukukunun etkisi olduk­ ça farklıydı. O da, nadiren kırsal yönetim birimlerine genişletildiyse bile, keskin bir biçimde sımrlandınlmış kent hukukuydu. Lübeck hukuku , l l . yüzyılın başında Köln-Soest bölgesinin Salyan Frenk yasasından türetildi; özel ya da cezai meselelerde Magdeburg hukukundan temel farklılıgı cü­ ziydi. Ama Lübeck hukuku teritoryal lordun ona baglı yüz kent üzerindeki hak gasplanna karşı ayn güvenceler sagladı. tık adımda Lübeck kent konse­ yi kıskanç bir biçimde görüş bildirme hakkım kendine sakladı. Tüm "yav­ ru kentler"in başka yerlerden görüş araması yasaklandı. Bunun tek istisnası ( 1400'den sonra) Reval sulh mahkemesinin, Lübeck ve Dogu Baltık kentleri arasındaki büyük mesafeden dolayı başvuru mercii olarak kabul edilmesiy­ di.57 1 586'ya dek -Sachsen-Spiegel'den iki yüz elli yıl sonra- Lübeck huku­ kunun tamamen yazılı bir çeşitlernesi yoktu. O zaman bile hakim sözlü gele­ negin savunmacı, muhafazakar bir çeşitlernesi basılı olarak ortaya çıktı. So­ nuç olarak Lübeck hukuku, Roma hukukunun teritoryal lordlann yargı yet­ kisinin lehine olmaya egilimli unsurlannın istilasına direnmede daha başan­ lıydı. Baltık kentlerinin ve onlann denizcilik konumlannın aile baglan hak gasplanna karşı onlan güçlendirdi. Dogu Prnsya'daki Elbing gibi kentler Lü­ beck baglanm koruyarak Magdeburg hukukunun bir çeşitiernesini yürüdü­ ge sokmak isteyen Töton Şövalyeleri'nin feodal lordlannın haskılanna karşı uzun süre direndi.58 Dogu Baltık alanlannda, bununla beraber, Lübeck sis­ temini benimseyenler, dil ve geleneklerde oldugu kadar hukukta da yaban­ cı olan, kentleri çevreleyen kırsal kesimle uyumdan [rapport) tamamen yok­ sun oldugu için zayıfladı. Paul Koschaker gibi Germen hukuku tarihçileri, Kuzey Germen kent ka­ nununun, (nihai olarak o da Frenk Salyan yasasından türetilen) İngiliz örf ve adet hukuku gibi, uygun bir modem hukuki çerçeve olarak gelişebilecegine dair ikna edici kanıtlar gösterir.59 Birçok otorite bunun meydana gelmedigi­ nin temel nedeni olarak, hukuk mahkemeleri ve Paris'teki coutumes [ örf ve adet hukuku) ve Londra'daki örf ve adet hukuku gibi büyüyen profesyonel bir baroyla donanmış Almanya'da güçlü bir merkezi otoritenin olmamasında anlaşırmış gibi görünür. Kilise yargı çevrelerinde Roma Kilise Hukuku'nun erken kullanımı ve üniversite egitimi almış hukukçulann Roma hukuku ku­ ramına başvurması da önemli etmenlerdir. Daima Aşagı Almanca olarak bildirilen görüşleriyle, özellikle Lübeck hu­ kuku için, detaylandınlmış, yüksek statü kanunu olarak dilsel örüntünün 57

Ebel, s. 9, l l ; Thieme, Deutsche Ostsiedlung içinde, s. 155; Schubart-Fikentscher, s. 33.

58

Schubart-Fikentscher, s. 33; Ebel, s. 9, l l ; Samsonowicz, s. lO ve devamı; Braudel, Civilisation Mattrielle, 2: 424.

59

Koschaker, s. 241 ve devamı. 1 47

çöküşü ciddiydi. Kentlilik onuru, Thomas Mann'ın Buddenbroohlar'da sergi­ ledigi gibi, Lübeck'in kendisinde de 19. yüzyıl boyunca yogun olarak varligı­ nı korudu. Ama o zamana kadar, yalıtılmış kent-devletlerinin ürettigi güçlü kentlilik bilincinin daha geniş modem ulusal kimliklere aktanldıgı açıktır. Alman akademisyenler, yerel yönetim özerkligi miraslannın daha geniş si­ yasi kururolann gelişimi için ilgili hale gelmesinin mekanizmalanyla özellik­ le ilgilendi. Georg von Below birkaç kuşak önce, katı biçimde kurumsal kav­ ramlarla devredilenin mütevazı oldugunu gösterdi. 1 5 . yüzyılda ortaya çı­ kan Germen teritoryal devletleri, birçok Batı Avrupa devletinin oldugu gibi, Fransa'yı model alan yönetimlere sahipti. Yerel yönetim memurlannın çogu teritoryal prensierin hizmetine aktanlmadı. Örgütlenme modeli olarak ken­ tin çok sonralan gelen en önemli etkisi, erken teritoryal devletler tarafın­ dan ihmal ettigi, 19. yüzyılda vazgeçilmez hale gelen refah etkinlikleriydi.60 Diger yerlerde belirmekte olan mutlakıyetçi devletlerin yönetimi altında (Burgonya, Fransa, daha az ölçüde tspanya ve Avusturya) burjuvazinin mo­ narklarla ittifakı, monarklann kaynaklan harekete geçirmesinde ve soyluta­ nn özerkligini yenmesini saglamada muhtemelen belirleyici oldu. Bunun­ la beraber, Fransız noblesse de robe gibi, bu tür bir burjuvazi, hızlı bir biçim­ de sadakatlerini belirli bir kentten, daha sonralan medeni kimligin bir oda­ gı olarak yeniden biçimlendirdikleri siyasi bir kurum olan kraliyete aktardı. Süreç içinde kentler, iktisadi etkinlikleri bir yana, yerel yönetim merkezle­ ri düzeyine indirgendi. Almanya'da (özellikle Kutsal Roma lmparatorlugu'nun İtalyan olmayan kısmında) 1 500'e dogru sadece seksen imparatorluk kenti vardı, bunlann yansı küçük güneybatı bölgesi Suabiya'daydı.61 Geriye kalan 2.900 kent za­ ten teritoryal prensiere tabiydi. Sonuç olarak bu kentlerin maddi kaynakla­ n daha küçük siyasi kururolann güçlendirilmesine ve dolayısıyla daha geniş bir Germen birliginin ertelenmesine katkıda bulundu. Görünüşe göre Avus­ turya ve Prnsya gibi güçlü, (sınır) siyasi kurumlanndaki kentlerden prens­ Iikiere çok az etki aktanldı. Bu tür siyasi kurumlar, öncelikli olarak, Fran­ sız noblesse de robe'un birlik duygusundan [esprit de corps] yoksun burjuva memurlannı aşamalı olarak aşılayıp disiplinli toprak sahibi soylulugun etkin destegine dayanıyordu. Stein Rokkan, Kuzey İtalya'dan Ren Vadisi'ne, ora­ dan da Çukur Ülkeler'e iktisadi etkinligin gücünün bizatihi kendisinin ve yogun kentsel gelişim alanlanndaki kentlilik bilincinin güçlü teritoryal dev­ letlerin ortaya çıkışını engellerligini ileri sürdü.62 Birleşik Hollanda, İsviçre ve İngiltere'deki önemli gelişmeler bir yana, kentli dayanışması mitleri ve si60

Below, "Die stadtische Verwaltung", s. 438 ve devamı, 462.

61

Berges, "Das Hauptstadtproblem" içinde, s. 22; Bader, Der deutsche Sudwestm, s. 154.

62

Stein Rokkan, "Dimensions of State-Formation and Nation-Building" , Tilly içinde, s. 576.

1 48

yasete sıradan yurttaşiann katılımının simgeleri, kent kültürünün kayda de­ ger iktisadi büyümeye uyarianmasının kentlileri siyasi kurumun öne çıkan bileşenleri kıldıgı modem milliyetçilik dönemini beklemek zorundaydı. Kuzey Avrupa bilincindeki kentler ve kırsal kesim arasındaki ikilik, yi­ ne de, önemli bir ikincil kimlik bileşeni olarak varlıgını sürdürdü. Edith En­ nen'in eserinin belli başlı temalanndan biri, kırsal makamlara erken Germen aristokrat baglılıgın, kırsal degerierin simgesel yükselişiyle sürdürülme bi­ çimidir. Aksine, Akdeniz soylulugu çok erken bir aşamada kentlere taşın­ dı: "Güney Avrupa kentlerinin toplumsal-tarihsel nevi şahsına münhasır­ lıgı, bunlann anayasal nevi şahsına münhasırlıgının kentli ve kent yönetim birimi üzerine temellenmesi gibi, soylulugun makamıydı" .63 Kent soylula­ n sadece !talyan kırsal kesimini yönetmekle kalmadı, aynı zamanda Toska­ na'nın ve Lombardiya'nın bazı kesimlerinin görünüşünü kentsel mimari dü­ zenliligini andıran bir şeylere hakikaten dönüştürdü.64 Belirli bir sınıf (bur­ juvazi) yerine tüm etkin unsurlan içeren, oldugu haliyle kent, oldukça farklı bir biçimde kadim dünya ve Islam için biricik odagı oluşturan polis gibi, Gü­ ney Avrupa kimliginin odagı olarak kaldı. Bu bakış açısından, Antonio Gar­ cia y Bellido'nun ima ettigi ve meslektaşı Femando C. Goitia'nın açıkladıgı gibi, "nevi şahsına münhasır" olan kuzey kentidir: "Bizim için, Grek ve Ak­ deniz geleneginin dogrudan mirasçısı olan kent, bu nedenle, ömegin Ingiliz Uygarlıgı'nda sahip olmadıgı, başat bir karaktere sahiptir. "65 Etkili bir Ingiliz inceleme neredeyse aynı kanıya vanr: Çünkü bu dönüştürücü deneyimler içinde ve onlar aracılıgıyla, kırsala ve kırsal yaşamla ilgili fikirlere yönelik Ingiliz tutumunun sıradışı bir güçle var­ lıgını koruması, toplum hakim bir biçimde kentleştikten sonra bile, edebiya­ tının bir kuşak boyunca hala hakim bir biçimde kırsal olması; ve 20. yüzyıl­ da bile, kentleşmiş bir sanayi ülkesinde, eski Cikirierin ve deneyimlerin biçim­ lerinin hala kayda deger ölçüde varlıgını sürdürmesi, ciddi bir durumdur.66

Parçalanmış bölgede kentleşme Dogu Avrupa Slav nüfusunun yerleşik hayata yönelik güçlü egilimleri, lkin­ ci Bölüm'de ileri sürüldügü gibi, Batı Avrupa tutumlanndan temelde farklı degildi. Stamm ya da "kabile" karakteristikleri Ortaçag boyunca dagıldı, bu nedenle geniş kırsal alanlara, yaşam biçimleri, dilsel örüntüleri ve (Batı Av63

Ennen, Fruhgeschichte, s. 267. İsviçre'nin birtakım farklı koşullan için bkz. Sablonier, s. 74 ve devamı.

64

Ennen, Fruhgeschichte,

s.

147.

65

Goitia, Garcia y Bellido içinde, s. vi.

66

R. Williams, s. 2, 266. 149

rupa'nın birçok yerinde oldugu gibi) bu tür geçici yöneticilerin yönetsel nü­ fuzlan başlangıç düzeyinde olsa bile, farklı hanedanlara simgesel baglılıklan oldukça benzer olan gruplar tarafından yerleşildi. Her ne kadar o zamanlar tanımlayıcı (kimliklendirici) güçler kadar büyük ölçüde gizli olsa da, bu et­ menler büyük ölçekli etnik birimler için potansiyel temeller oluşturdu. Leh­ lerin, Ruslann ve nihai olarak yerleşik hayata geçmiş Macarlann asıl unsur­ lan arasındaki farklılaşma, benzer Batı gruplan arasındakinden çogu zaman daha azdır. İslam-Hıristiyan sınır bölgesinin travmatik bir etki dayattıgı dog­ rudur. Bununla beraber, bu nüfuzun dramatik etkileri, Dogu Avrupa'nın et­ nik olarak parçalanmış bir bölge olarak ortaya çıkmasını kolaylaştıran ko­ şullandıncı durumlar olmasaydı, bunlar Dogu Avrupa'nın çevresel alanlany­ la sınırlı olabilirdi. Bu önkoşullann en öne çıkanı yabancı bir kültürel unsur olarak kentin nevi şahsına münhasır gelişimiydi. Şüphesiz çeşitli etnik unsurlann Ortaçag Dogu Avrupa'sını istila etmesinin temel nedeni, iktisadi ve teknolojik gereksinimleriydi. Bazı tarihçiler, yükse­ len siyasi ve dinsel güç olmalanna ragmen bilinçli olmalan anlamında Ger­ ınenierin Drang nach Osten'ini vurguladı. Altıncı ve Sekizinci Bölüm'lerde işa­ ret edildigi gibi, Germen genişlemesi için bilinçli planlar zaman zaman orta­ ya çıktı. Yine de belli başlı Dogu Avrupa seçkinleri -Macarlar, Lehler, Çekler, Hırvatlar- erken Fransız modeli üzerine temellenen güçlü hanedan yönetim­ leri geliştirebildi ve papalık mahkemesini destekledi. Bu tür hanedanlann, ik­ tisadi kaynaklan harekete geçinneye ve komşu Genneniere karşı konumlan­ nı güvenceye almak için ileri teknoloji saglamaya gereksinimi oldugtına şüp­ he yoktur; ama onlar bu tür ilerlemelere, bozkır istilalanna ve esas olarak, birbirlerine karşı korunmak için de gereksindi. Onlann koşullan güçlü, 20. yüzyıl Üçüncü Dünya rejimlerininkini andırdı. Zaman zaman sonrakiler, Ba­ tı teknolojilerini almayı Batı emperyalizmine karşı bir savunma olarak kavra­ mış olabilir ama gerçekte ileri teknolojiler, destek veren seçkinler için mad­ di ödüller saglamak ya da diğer Üçüncü Dünya rejimleriyle rekabet etmek için elde edilmeye çalışıldı. Oldukça benzer bir biçimde Leh krallan, Macar Krallığı'nın yerleşimcilerinin çöreklenmesini dengelemek amacıyla, Karpat­ lar bölgesi için Germen sömürgeciler aradı. Macaristan'ın Aziz Stephen'inin "misafirleri ve yabancı halklan" ogtıllanna ve soyundan gelenlere tavsiye et­ tiği söylenir çünkü "onlar çok faydalıdır, onlar, beraberlerinde, hepsi Krali­ yet Sarayı'nı süsler ve onu görkemli kılarken kibirli yabancılan korku tan, çe­ şitli değerler ve gelenekler, silahlar ve bilgiler getirir. Çünkü zayıf ve savun­ masız olan bir ülke tek bir dili ve birörnek gelenekleri olan ülkedir" . 67 Bu ne­ denle başlangıçlanndan itibaren Dogu Avrupa hanedanlık mitleri, hanedanın gücünü çoğaltmak çok-etnili siyasi kurumlan dikkatli bir biçimde hazır etti. 67 1 50

Alınulandıgı yer Hoınan, 1: 187. Karş. W. Kuhn, "Die Erschliessung", s. 416, 472.

Dogu Avrupa hanedanları yapabildikleri durumlarda ileri teknolojileri, tercihan (incelikli Üçüncü Dünya rejimleri gibi) en az tehlikeli oldukları­ na inandıkları, en uzaktaki Batı kaynaklanndan elde etti. Fransız ve papa­ lık baglan sadece meşrulaştıncı ideolojiler için degil, aynı zamanda dini ör­ gütler ve kültürel gelişim için modeller olarak da degerliydi. Rus siyasi ku­ rumları Bizans'ı kullandı, Adriyatik Slavlan İtalyan teknolojilerini benimse­ di ve İskandinav etkileri Baltık boyunca önemliydi. Kutsal Roma lmparator­ lugu yerleşimcilerinin büyük bir kısmı aslında Germenlerden ziyade Reichs­ romanen'di (imparatorlugun batı çeperioden Latince kökenli bir dili konu­ şanlardı) . Yine de Dogu Avrupa siyasi kurumlannın belli başlı maddi gerek­ sinimlerinin yanı sıra birçok kültürel ilerleme de Germenlerden elde edil­ di. Bu hizmetlerin görece küçük bir kısmı köylü yerleşimleri biçimindeydi. Bunlar Silezya'nın, Bohemya'nın çeperinin, Dogu Prnsya'nın ve Elbe-Oder bölgesinin etnik kimligini dönüştürmede nihai olarak belirleyiciydi. 12. yüz­ yılın sonunda Haçlılar tarafından ele geçirilen sonuncusu hariç bunların tü­ mü, Germen göçlerini teşvik eden Hıristiyan-Slav prenslerdi. Bu hanedanlar tarımsal yerleşimcilere ihtiyaç duydu ve Germenler, daglık ve bataklık alan­ Iann kurtarılmasında ileri teknikleriyle ün salmıştı.68 O zamanlar bu tür tek­ nolojiler, ileri Germen köy ve ev biçimlerinden faydalanılması gibi, yerle­ şimcileri kabul etmeden de ödünç alınabiliyordu. Gerçekten de Macaristan ve Lehistan gibi, güçlü, görece iyi bütünleşmiş kraliıkiara taşınan tarımsal anlamda sömürgeci olan birçok Germen birkaç yüzyıl sonra asimile edildi. Dogu Avrupa siyasi kurumlannın ikinci gereksinimi madencilikti; bu da Germenterin daglık bölgeleri tarıma elverişli hale getirmesiyle öylesine ya­ kından ilişkiliydi ki iki terim eşanlamlı hale geldi. Madenciler genellikle kentlere yerleşti. Sonuç olarak, mineral kaynaklannın sömürülmesi, iktisa­ di kalkınmanın birincil gereksinimiyle -kentleşme- birleşti. Hızlı ve etki­ li bir biçimde kentleşrnek için, Dogu Avrupa siyasi kurumlan Germenlere ihtiyaç duydu; ama bu kısa erimli gereksinimin tatmini çok ötelere uzanan toplumsal içerimiere sahipti. tki kuşak boyunca tarihçiler, bir yanda Alman­ lar diger yanda Lehler, Çekler ve Macarlar, Germert yerleşimcilerin varma­ sından önce Dogu Orta Avrupa'da "gerçek" kentlerin olup olmadıgı sorusu­ nu tartıştı. Rus tarihçiler konuyla daha az ilgiliydi çünkü onların siyasi ku­ rum oluşumunda lsveçli Vareg Muhafız Gücü'nün rolü üzerine paralel tar­ tışması, kentleşmeye odaklanmaz. Şüphesiz Rus durumu daha az tartışma­ lı oldugundan, oradaki kentlerin ortaya çıkışı Dogu Orta Avrupa'daki geliş­ meleri aydınlatabilir. Her iki bölgede de ilk örgütlenmiş, yogunlaşmış yerle­ şim, sıgınılacak bir yer olarak hisardan oluşuyordu. Bunlar, Almanca Burg'a karşılık gelen Slavca gorod ya da hrad terimleriyle biliniyordu. Bir piskopo68

Appelt, Deutsche Ostsiedlung içinde,

s.

2 ve devamı. 1 51

sun ya da denginin nadiren buralarda ikamet ettigi gerçegi bir yana, bu tür (Latince "yansız" terimi kullanacak olursak) oppida, bir yüzyıl önce rüşeym halindeki Batılı kentlere çok berızer bir biçimde, yerleşik taeirierin dış ma­ hallelerinden gelişti. l l . yüzyılda en önemli Dogu Orta Avrupa oppida'lan­ nın dış mahalleleri, Batılı yerleşimcilerin, esas olarak Germenterin akınıyla dönüştü. Alman tarihçiler temel bir degişimin, kalabalık, örgütlenmemiş bir düzenlemeden merkezi pazar yerinin çevresinde geometrik, planlı yerleşime dogru oldugunu ileri sürdü. Dogu yerleşimlerinin, "kendiliginden" gelişen Ren kentlerine göre planlamada çok daha düzenli olduguna şüphe yoktur. Bu tür görece düşük sayıda nüfusu banndıran planlanmış kentsel alanın Slav dış mahallelerden dogru gelişemeyecegi önermesinin aksini kanıtlamak güç­ tür.69 Alman tarihyazımı tartışmasının bir başka hattı daha az kesin görün­ mekle birlikte anlamlıdır. Tarihin tam da bu ugragında, Çekler, Lehler, Uk­ raynalılar, Slovenler ve Hırvatlar, oppidum anlamına gelen eski ad biçimle­ rini, "yer" den -mesto, miasto, misto-- türetilen yeni biçimlerle degiştirdi. Es­ ki terimler gibi köklerinde Slav olsalar da bu degişiklikler, kısa bir süre ön­ ce Almancadaki Burg'dan Stadt'a geçişle kesinlikle paraleldi?0 Sonuç olarak kentsel gelişme alanındaki yogun kültürel etkiyi yansıtan dilsel bir ödünçle alıntının [calque] içerimleri güçlüdür. Ödünçleme alıntı sürecinin sadece Ba­ tı Hıristiyanlıgı tarafından yönetilen Slav bölgelerinde meydana geldigini be­ lirtmek önemlidir. Dini kültürlerini Bizans'tan elde eden bölgeler eski terim­ leri korudu. Dahası "kent" için yeni terimierin ortaya çıkışı, Magdeburg'un aynı bölgeye, (yaklaşık 1 200 dolaylannda) ilk olarak tacir dış mahallelerine, ardından da bir bütün olarak kentlere yayılmasıyla çakışır. Magdeburg hu­ kukunun ayncalıklannın, yerleşimcilerin yerel Slav soylulardan özerkligi­ ni güvence altına almak için o zaman için zorunlu oldugu oldukça açıktır?1 Hem Lehistan'da hem de Macaristan'da Germenterin büyük ölçekli kent­ ler kurması 13. yüzyılın ortasındaki Mogol istilasından önce meydana gel­ di ama kargaşadan sonra özellikle dinamikti. Germenler Kuzey-Orta Lehis­ tan'da 13. yüzyıl boyunca otuz sekiz, 14. yüzyılda ise elli üç kent kurdu. Bir yazar o zamanlar krallıgın nüfusunun % 20 ila 25'inin Germen oldugunu id­ dia eder, Germenterin kentiiierin büyük bir çogunlugunu oluşturması da faz­ lasıyla olasıdır. Bir başka araştırma, tanımlanabilir kendi bireylerin adlannın % SO'inin ya da daha fazlasının Germen oldugunu saptar.72 Macar kentlerin69 70

W. Kuhn, "Die deutschrechdichen Stadte", s. 279 ve devamı, 3 19, 334.

Herben Ludat, "Zum Stadtbegriff im osteuropaischen Bereich" , jahnkuhn, Schlesinger ve Steu­ rer içinde s. 78 ve devamı (harita dahil); Herbert Ludat, "Fruhformen des Stadtewesens in Os­ teuropa", Constancc, Institut ... Bodensccgcbictes içinde, s. 538 ve devamı.

71

W. Kuhn, "Die deutschrechdichen Stadte", s. 285.

72

A.g.e., s. 7 1 1 ; Schubart-Fikentscher, s. 227 ve devamı, 267.

1 52

deki Germen hakimiyeti muhtemelen daha da büyüktü. 1438'de Macar nü­ fusunun öncelikli kenti, Ofen (Almanca "Etzelburg" , günümüzde Budapeş­ te'nin bir parçası) , Germen tahakkümüne karşı isyan etti ve kent konseyinde tam eşitlik edindi. O andan kısa bir süre sonra Gennenierin kentlerdeki ro­ lü, kısmen asimilasyon (kaydedilmiş Germen adlanmn gerilemesinin de gös­ terdigi gibi) aracılıgıyla ama daha büyük ölçüde, görünen o ki, kentleri çevre­ leyen kırsal kesimden Macarlann ve Slovaklann akını nedeniyle, küçüldü.73 Orta Macaristan'da kentlerin gerilemesinin birincil nedeni ya da daha uy­ gun bir ifadeyle Germen burgher'lerin [ kendilerini yerini Osmanlı Türkleri­ nin ve onlann Ortodoks Grek ve Sırp tebaasımn almasının nedeni Osman­ lı fetihleriydi. Müslümaniann 1 7 . yüzyılın sonunda kovulmasının ardından nüfusu azalan kentler yeni bir Germen akınına ihtiyaç duydu. Bu yerleşim­ ciler de Macar adlanm benimseyecek ölçüde asimile olmaya başladı. Yeni­ den özdeşleşmenin bu simgesi, görünüşe göre, Macar seçkinlerini, 19. yüz­ yıla dek tatmin etti; onlann kendisi Macarcayı kullanmadı. 19. yüzyıla dek kent kayıtlan genellikle Latince tutuldu ama kent işlerinde ortak dil Alman­ caydı.74 Germen kentlilerinin Lehleşmesi daha erken ve daha güçlüydü. Szlach­ ta'nın (gentry'nin) saygınlıgı, kentteki soylu Germen ailelerinin, her ne ka­ dar ayrı hukuki statülerini korusalar da, 14. ve 15. yüzyıllarda toplumsal ola­ rak kültürel anlamda asimile olmalanna neden oldu. 16. yüzyılın ilk yansı boyunca Germen kentli aileler, adlanm Leh biçimlere göre degiştirerek bir başka simgesel hudut mekanizmasım ortadan kaldırdı. Onlar görünüşe göre Lehçeyi de benimsedi. O andan sonra sadece Protestan Germen göçmenler keskin bir biçimde farklı bir kimligi elinde bulundurdu. 75 Hem Lehistan'daki hem de Macaristan'daki genel egilim (ikincisinde vu­ ku bulan Türklerden kaynaklı aksamaya ragmen) l l . yüzyılda, güçlü hane­ dan mitlerinin çevresinde biçimlenen hakim aristokratik seçkinlerin kimli­ ginin tüm Katalik sakiniere dogru genişlemesi yönündeydi. Bazı açılardan kent Batı Avrupa'dakinden daha zayıf bir kurumdu, çünkü hanedamn dave­ tiyle kurulmuştu ve soylulann çöreklenmesine karşı yöneticilerin daha çok destegine ihtiyaç duyuyordu. Ömegin kent duvarlannın (kraliyet yardımıy­ la) bozkır akıncılanm acilen defetmesi gerekirdi ama onlann yerel baskıla­ ra karşı etkili bir engel oluşturduguna dair çok az kanıt vardır. Kentin ikti­ sadi kaynaklan, kraliyetin birleştirici çabalanm, beklenebilecegi üzere, Ba­ tı'da oldugu gibi, kent nüfusunun yerleşik soyluluk ve köylülükle tek bir 73

Valjavec, Geschichte . . . Sudosteuropa, 1: 73 , 80; 2: 26; Schüneınann, Die Entstehung des Sta­ dtwesens, s. 79 ve devamı; Hoınan, 1: 417; 2: 154 .

74

Valjavec, Geschichte ... Sudosteuropa, 3: 103; Sugar, s. 88; Schwartner, s. 89, 92, 94.

75

Schubart-Fikentscher, s. 237 ve devamı; Jaffe, s. 329 ve devamı; Martel, s. 198. 1 53

ulusal kimlik oluşturmak için birleşmesini, zenginleştirrnek için çok önem­ liydi. Batı'da burjuvazi, kente yönelik yoğun sadakatini daha büyük bir müs­ takil varlığa, ilk olarak Mutlakıyetçi devlete, ardından da ulus-devlete aktar­ dı. Leh-Germen kentlilerin oldukça sorunsuz asimilasyonu, bu tür bir geliş­ menin Doğu Orta Avrupa'da olanaksız olmadığını akla getirir. Ama bozkır akıncılannın neden olduğu yoğun kargaşa, yerel seçkinlerin dilsel kodlara il­ gisinin görece yokluğu ve yeni Germen göçmenlerin tekrarlanan akını Ma­ caristan'da asimilasyonu daha başlangıcında sorunlu kıldı. Her iki ülkede de burjuvazinin eksiksiz asimilasyonu, birleşmiş bir etnik kimliğin içinde orta sınıfın çekirdeğini sağlayabilirdi. Bu tür bir asimilasyonun neden meydana gelmediğini anlamak, Doğu Orta Avrupa'daki kentlerin, başlangıcından iti­ baren, "yabancı" unsurlarca oluşturulduğu gibi bir genel iddiadan daha kar­ maşık açıklamalan gerektirir. Anlaşılması zor ama ciddi bir etmen, kraliyet iktidarının aristokratik özerkliği tabi kılmaktaki başansızlığıydı. Yukarıda da işaret edildiği gibi, gentry tarzlannın ve otoritesinin çekimi, Germen burjuvazisinin erken asi­ milasyonuyla (Macaristan'da yan asimilasyonuyla) ilişkiliydi. Diğer yandan gentry'nin otoritesi, Batı siyasi kurumlarıyla karşılaştırıldığında, birleştiri­ ci bir güç olarak monarşilerin rolünü sınırladı. Gentry'nin, neden Doğu Or­ ta Avrupa'da daha güçlü olduğunun eksiksiz bir açıklaması, çalışmarnın sı­ nırlarını aşabilir. Bununla beraber, özerkliğin, burjuvazinin Batı'daki genel ulusal kimliğe nihai asimilasyonunun önünde, fazlasıyla özerk Lübeck kent­ lilerinin örneğinin sergilediği gibi, genellikle aşılmaz bir engel oluşturmadı­ ğı belirtilmelidir. Daha belirleyici olan, yaşam tarzlannın, kentinkinden ya da ona eşlik eden herhangi bir mesleğinkinden daha "saf' ve daha "üstün" olduğunu iddia eden gentry mitlerinin gelişmesiydi. 18. yüzyıldan 19. yüz­ yıla Macar gentry'sinin "dördüncü miti" (bu kitaptaki tkinci Bölüm'e bakın) bu örüntüye uyar. Bir yüzyıl sonra Leh gentry'si, sakin, bonkör, şövalye ruh­ lu, "Lehistan'a özgü" yaşam tarzının benzer bir mitini geliştirdi. 19. yüzyıl­ da Avusturyalı bir akademisyen şöyle söylüyordu: "Soylular, açlıktan ölen­ ler bile, kent halkının en zenginlerine ve en saygınlanna sınırsız bir aşağı­ lamayla davrandı; sonrakiler kentli olmayı rahatsız edici bir kötülük olarak gördü ve bedeli ne olursa olsun soyluluk heratı alarak bu statüden kurtul­ manın yollarını aradı. "76 Bu yabancı düşmanı ve kent karşıtı mit, Doğu Or­ ta Avrupa'nın bir başından diğerine daha düşük soyluluğa çekici geldi. Ak­ sine, dönemin Alman, Fransız ve İngiliz küçük soylulan burjuva değerleri­ ne uymaya yöneldi. Lehistan ve Macaristan'ın gentry'sinin gerçek gücü ve onların etkili mitle­ ri bu ülkelerin süregiden iktisadi ve teknolojik az gelişmişlikleriyle ilişkiliy76 1 54

Brawer, s. 40; Angyal, s. 210; Wolowski, s. 45, 57.

di. Bu az gelişmişligin ciddi etkisi yeni, görece modemleşmiş kentsel unsur­ lara, (benzer bir biçimde kral, yüksek ruhhan sınıfı ve büyük soylular tara­ fından kabul edilen) gereksinimi daimi kılmasıydı. Macaristan'da 18. yüzyıl sonlan boyunca bu gereksinim, etnik homojenleşmeyi geciktiren ve karma­ şıklaştıran Germen kentlilerin yeni bir akınına yol açtı. Lehistan'da gereksi­ nim muhtemelen daha az yogundu ama daha erken gelişti. Germen soylula­ nnın asimile oldugu bir sırada, Leh krallan, çok sayıda Orta Avrupa Yahu­ di'sini kabul etti. 1500'de Lehistan-Litvanya Birligi'nde Yahudilerin toplam sayısı sadece 30.000'di. 1 7 . yüzyılın ortalanna dogru yaklaşık 400.000 Ya­ hudi vardı ve toplam nüfusun yaklaşık % 5'ini oluşturuyorlardı; 1 764'te Ya­ hudiler 750.000'e ulaştı ve bu toplam nüfusun yaklaşık % 7'siydi.77 Zama­ mn hakim dini -Yahudilerin oldugu kadar Hıristiyanlann (bu kitabın Ye­ dinci Bölüm'üne göz atabilirsiniz)- kanılan göz önünde bulunduruldugun­ da, Yahudiler tamamen asimile edilemezdi. Büyük bir kısmı, pazar-merkez­ li ianaatkarlann ve dükkan sahiplerinin çekirdegini oluşturdu. Büyük ma­ likanelerdeki yönetici meslekler diger birçoklanm istihdam etti. 17. yüzyı­ la dogru Yahudiler büyük kentlerin nüfusunun önemli bir kısmını da mey­ dana getirmişti. Sonraki yüzyıllarda bu bölgelerdeki Yahudi nüfusunu kuşatan devasa tra­ jedilerden dolayı, onlann Lehistan-Litvanya Birligi'ndeki konumunu ben­ zersiz olarak görmek kolaydır. Yine de Ermenilerin konumunun kısa bir in­ celemesinin akla getirdigi gibi, (daha kapsamlı bir biçimde bu kitabın Yedin­ ci Bölüm'ünde ele alınacak olan) diaspora görüngüsü hiçbir şekilde tama­ men Yahudilere ait degildir. 1375 gibi erken bir tarihte, İran'la ve Osmanlı lmparatorlugu'yla aile baglan aracılıgıyla gerçekleştirdikleri uzun mesafe ti­ careti için özellikle degerli hale geldikleri Güney Leh kentlerindeki Ermeni­ ler, öne çıkmıştı. Dikkate deger sayıdaki Ermeni, Katolik oldu ama birçokla­ n asimile edilmeden Gregoryen "sapkın"lar olarak kaldı. 1589'da Lviv'in se­ kiz Katolik (Leh ve asimile olmuş Germenler) ve altı Ruten Ortodoks ya da Uniat Kiliseleriyle karşılaştınldıgında, yirmi iki "zengin" taeiri Ermeni'ydi. "Yoksul" taeiriere karşılık gelen sayılar sırasıyla, on dokuz, iki ve üçtü.78 Ya­ hudiler bu büyük kentlerde henüz öne çıkmamıştı. 14. yüzyıl gibi erken bir tarihte, Ermenilere, yaşlılar konseyi tarafından yönetilen 1 184 tarihli Da­ tastangirk yasasım kullanarak, ayn bir topluluk hukuk mahkemesi sistemi bahşedildi. Kraliyet emriyle, mevzuat 1 5 1 9'dan kısa bir süre sonra Latince­ ye çevrildi ama o, Gregoryen piskoposunun başkanlık ettigi ayırt edici dini örgütlenmeyle yakından ilişkili bir hudut mekanizması oluşturmaya devam etti. 18. yüzyıla dogru, Lviv Ermenilerinin, atalannın dilini sadece ibadetler77 78

Kopchak, s. 65; Brawer, s. 28 ve devamı; Baron, A Social and Religious History, s. 4, 209.

Bachtold, s. 55; Lynnychenko, s. 226.

1 55

de kullandıgını; ticaret ve görünüşe göre aile içinde Lehçeye başvurduklan­ nı belirtmek oldukça önemlidir.79 Yahudiler de dini örgütlenmelerine baglı ayn bir hukuk sistemini elin­ de bulundurdu ve kutsal olmayan bir dili (Yiddiş) günlük işlerinde kullan­ dı. Rutenler, birçogu 16. yüzyılın sonunda Lviv bölgesinde Roma'yla birleş­ miş (Uniate) hale gelen Ortodoks Dogu Slavlan, Pravda Russkaya ( 1 1 . yüz­ yıl Kiev'inden esinlenen örf ve adet hukuku derlemesi) üzerine temellenen ayırt edici bir mahkeme yargı yetkisinin yanı sıra, Ortodoks bir metropoli­ tl ve Katolik Kilise Slav dilinde töreni yöneten Uniat Kilisesi metropoliti da­ hil ayn dini örgütlenmeleri korudu.8° Kentlere bu yeni gelenler arasında ata­ lannın dilini korumak, bir şekilde Yahudilerin ve Ermenilerin arasında ol­ dugundan daha güçlüydü ama gentry hızla Lehleşti. Sonuç olarak, kentlerin asimile edilemezliginin belli başlı etmenlerinden biri olarak dili, bir iletişim engeli olarak görmek tamamen hatalıdır. Din hayatiydi ama ayn hukuk sis­ temleriyle güçlü bir biçimde pekiştirildi. Lvov gibi kentlerde Magdeburg hu­ kuku, onun biçimleri ve ilkeleri diger hukuk sistemlerini güçlü bir biçimde etkilese de, esas olarak Katolik unsurlada sınırlı kaldı.81 Belirli hukuki baglı­ lıgın reddi sadece din değiştirme anlamında degil, birçok vakada kurumsal­ laşmış kent mesleklerinden dışlanma anlamına geldi. Alman bir akademis­ yen sorunun karmaşıklıgını vurguladı: Bu alanda ulusal ve dini sorunlar karşılıklı olarak birbirine baglıydı. Kentler­ de zanaatkarlık, dini ve ulusal hatlar boyunca ya tam eşitlik ilkesinin kabul edilmesiyle ya da dini ve ulusal hatlar boyunca toncalann aynlmasıyla bö­ lünmüştü . Dini açıdan Katolikler, Grek-Uniat Kiliseleri ve Grek-Dogulular (Uniat olmayanlar) en önemlileriydi, ulusal açıdan Lehler, Rutenler ve Er­ meniler. Yahudiler, kent hukukunun genellikle alanının dışında, nevi şahsı­ na münhasır bir konuına sahipti; Yahudilik üzerine temellenen toncalada na­ diren karşılaşınz . 82

Bu nedenle, Dogu Orta Avrupa kentleri (çünkü Lviv'in fazlasıyla istisnai olmadıgına inanıyorum) farklı gruplar arasındaki hudutlan karşılıklı olarak pekiştiren çok güçlü mekanizmalann bir kümesini içinde banndırdı. Kent halkı için ayrı bir (Magdeburg) hukuku başiatmasıyla Germen yerleşimi­ nin tarihi kendi başına belirleyici degildi; ama o, her ayırt edici unsura özel 79

Lviv Ermenilerinin Roma'yla birligini güvence aluna almak için fasılalı çabalan hakkında bkz.

Auerbach, s. 260; Peırowicz, s. 323 ve devamı; Wojciechowski, L'Etat Polonais, chard,

s.

80

Brawer,

81

Baron, A Social and Religious History,

82

Halban,

1 56

s. 237. Karş. Ri­

267.

s. s.

91; Bachtold, s. 54. 43.

s.

182 ve devamı; Brawer, s. 40 ve devamı.

bir mahkeme teslim etmek için, hem krallık hem de daha sonraki çeşitli yer­ leşirnciler tarafından kolayca benimsenen etkili bir emsal oluşturdu. Kato­ lik Germen yerleşimcilerle karşılaştınldığında, dini olarak asimile edilemez olan yeni unsurlara kadar, emsal kentin bölümlere aynimasının pekiştiril­ mesine neden oldu. Fransız bir akademisyenin yazdıgı gibi, bu anlamda -ve, daha önce belirttigim gibi, kökenierinde degil- "kentler, böylece, kanunlan­ nın büyük bir kısmının onlara uygulanmadıgı bir ülkenin kalbinde, yaban­ cı adalan oluşturdu" .83 Kentin "ada" dogası Germen yerleşimin daha dogrudan bir ürünüydü. Bu bölümde daha önceden belirtildigi gibi, Magdeburg hukuku, Germen burju­ vazisinin özerklik için mücadelesinin bir parçası olarak gelişti; kent ve kırsal kesimi keskin bir biçimde ayırdı. Szlachta geleneklerinden uyarlanmış genel olarak Leh hukuku soylular ve köylüler için hakim olmaya devam etti. So­ nuç olarak kent ve kırsal unsurlar için ayn yargı yetkileri nosyonu, aynı din­ den (ve gitgide artan bir biçimde Lehçe konuşan her ikisinin) olduklann­ da bile, daha erken bir tarihte kurumsallaştı. Kentler asimile edilemez dini gruplar tarafından dolduruldugunda, bu bölünmeyi sürdürmek neredeyse otomatige baglanmıştı ama bu oldukça keskin bir kimlik uçurumunu bera­ berinde getirdi. Sonuç olarak tek bir yüksek kültür ve birleşmiş bir kimlik, iletişim için bütünüyle dilsel engeller aşılamaz olsa da, hemen hemen elde edilemez hale geldi. Macar Krallıgı'ndaki gelişmeler, öncelikle kent çogun­ luklannın Almanca konuşan olarak kalması ve dini bölünmelerin birbirini kesme egilimi nedeniyle, bir şekilde farklıydı. Bununla beraber kentin kırsal kesimden aynimasının daha erken öncülleri, orada da Slovak ve Rumen kent göçmenlerinin, Macarlaştınlmaya direnmesine katkıda bulunmuş görünür. 19. yüzyılda, hakim kentsel etnik bileşen olarak, büyük ölçüde Germenle­ rin yerini alan geniş Yahudi akınının etkisi, karmaşıktı. Germenler, ad degi­ şiklikleriyle temsil edilen Macarlaşmanın simgelerini kabul ederken anadil­ lerini korudu; Yahudiler ise her iki açıdan da kolayca asimile edildi. Bunun­ la beraber, 19. yüzyıla dogru, kent mesleklerine karşı çıkan Macar gentry mi­ ti, gentry'Ie, Yahudilerin -Hıristiyan degerierini benimsemiş azınlıgın bile­ temsil ettigi, güçlü bir biçimde kentsel olan yaşam tarzı arasındaki kınlgan bir ittifaktan daha fazlasını engelledi. Sonuç olarak, çok karmaşık bir yoldan olsa da, Macar kentlerinin "ada" karakteri, Leh görüngüsünde belirgin oldu­ gu gibi, varlıgım sürdürdü. Ortodoks Dogu Slav bölgelerinin gelişimine kısa bir bakış, hem iktisa­ di olarak az gelişmiş Dogu Avrupa'nın dört bir yanında var olan heterojen kent nüfuslanna yönelik güçlü egilimleri hem de birleşmiş, güçlü bir siya­ si kurumun bu tür egilimlerin üstesinden gelme yolunu bize gösterecektir. 83

Martel, s. 195; Bachtold, s. 54; Wolowski, s. 99. 1 57

Oppida gibi, Rus ve diğer Doğu Avrupa kentlerinin benzer kökenieri belir­ tildi. Her ne kadar yerli Rus taeider (Kiev'de) gorod'un içinde ikamet etmiş olabilirse de, taeider için posad, prensin kalesinin (gorod) yanı başında ge­ lişti.84 Doğuya doğru büyük ırmak rotalannın çekiciliği taeirierin köken ola­ rak oldukça kanşık olduğu anlamına gelir. Ermeniler l 1 . yüzyıl gibi erken bir tarihte belirdi. tlk Yahudilerin de o zamanlar Almanya'dan geldiği söy­ lenir. Onlar Zhiddy -daha sonralan "Yahudiler" için kullanılan Ukrayna­ ca terim, ama Rusçada hakarettir- adında bir dış mahalle oluşturdu. Türk Hazar Krallığı'ndan Yahudi taeider Kazar adı verilen ayn bir dış mahalle­ ye sahipti. Germenler, Tatarlar ve Rumlar da bulunuyordu.85 Bununla bera­ ber Rus kent kümeleri, Leh ve Macar kentlerinden iki temel eksende farklı­ laştı. Her topluluk, görünüşe göre, kendi iç işlerini yönetti ama çoğu zaman güçlü druzhina'yla (comitatus) birlikte kalede ikamet eden prens, tüm kent­ liler üzerinde sıkı bir denetim sürdürdü. Toplantılar ve topluluklann karar­ lan uygulama etkinlikleri, öncelikli olarak onun emirlerini yerine getirmek içindi. Druzhina'dan meydana gelen bazı soylular, kent ve kırsal kesim ara­ sındaki aynmı bulandırmaya meylederek, startsy gradskiye olarak kentte ya­ şadı. Pravda Russkaya'nın ilkeleri l 200'e doğru kırsal kesimde de hakim ol­ du.86 Kentteki Ortodoks olmayan dini gruplar kendi hukuk sistemlerini ko­ rudu.87 Her ne kadar uygulamanın Bizans hukuk sisteminden türetildiğine dair çok az ya da hiç kanıt yoksa da, Ruslar, bir birleşmiş kent ve onu çevre­ leyen kırsal kesim olarak polis anlayışını sürdürdü ama ondan bölümlendir­ me açısından aynldı. Pskov ve Novgorod gibi kuzeydeki kentlerin prenslerden yoksun olma­ sı, topluluk otoritesine daha geniş bir alan tanıdı. Yerleşmiş, mülkiyet sahibi Rus yurttaşlar, her kenti bir halk meclisi aracılığıyla yönetti. Daha yoksul za­ naatkarlann ve emekçilerin daha büyük bölümü -diğer yerlerdeki posad'lar­ da olduğu gibi ya da gerçekten de polis'teki gibi- dışlandı, bununla beraber, etkili yabancılar ("Gotlar" , yani lsveçliler ve Germenler) özerk yargı yetkisi olan ayn malıalldere sahipti. Novgorod'un otoritesi, çok az sayıda köylüsü olsa da, uzak kuzeydeki uçsuz bucaksız topraklara uzandı. Doğu Slav kentleri Moğol istilalanndan ıstıraplı bir biçimde kurtulurken, kent ve kırsal kesim arasındaki ilişki bir şekilde dönüştürüldü. Litvanya ta­ rafından ele geçirilen topraklarda, bazı kentler teritoryal yargı yetkisi iddi­ asını sürdürmeye çalıştıysa da, kent yargı yetkisi (Magdeburg hukukundan 84

Hellmann, Untersuchungrn . .. der mittelalterlichrn Stadte içinde, s. 384. Karş. Hittie, s. 26.

85

Lombard, Espaces et Reseaux, s. 84.

86

Ludat, Constance, Institut ... Bodenseegebietes içinde, s. 532-37; Tikhomirov, 168, 240 ve devamı.

87

Eck,

1 58

s.

14; Hellmann, "Stadt und Recht" ,

s.

52 ve devamı.

s.

55 ve devamı,

etkilenerek) duvarlann içindeki alanla sınırlandı. Diğer yandan kraliyet mü­ fettişi (starosta) ya da küçük kentlerde toprak sahibi lord, vergiler ve askeıi yükümlülükler aracılığıyla öylesine çok yük dayattı ki kent sakinleri nere­ deyse serfleştirildi. 88 Savunma üzerine benzer bir vurgu, özellikle güvensiz sınırlann yakınlannda, askeıi valiye eski Rusya ve diğer Rus prensliklerinde benzer yetkiler verdi. III. lvan, Novgorod'un aristokratik taeir cumhuriyetini otokratik yönetimiyle uyumsuz olduğu için bastırdı.89 Eski Rusya'daki ta­ eirler genellikle kırsal kesimdeki serllerden ayn, sıkı bir biçimde düzenlen­ miş bir statüyü ellerinde bulunduruyordu ama bu tür kentlerin ayn bir hu­ kuki statüsü yoktu. Askeıi valinin otoritesi, kentin ayn bir müfettişi olsa bi­ le, eski Rus uygulamasıyla uyumlu olarak, genellikle tüm yönetim birimine doğru genişletilmişti. 90 Birkaç yüzyıl boyunca Rus kentleri heterojen bir etnik bileşimi korudu. Yahudiler neredeyse her zaman dışlandı ve Hıristiyan Osmanlı tebaasının (Ermeniler ve Rumlar) 16. yüzyıla doğru kente girişi yasaklandı. Belli baş­ lı tek istisnası, özellikle Doğu'ya giden rota üzerindeki ticari ve askeıi bir sı­ nır noktası olan Astrahan'dı. Orada 1 625'te, vali Ermeni, lranlı ve Buhara­ lı taeider için ayn bir mahallenin inşa edilmesini emretti; sayısız Hintli taeir zaten kendi mahallesine sahipti.91 Kazan gibi fethedilmiş kentlerde Tatarlar, gönüllü olarak kentin çeperindeki alanlara çekilmezlerse, buna zorlanıyor­ du. Sonuç olarak Leh kentlerinin aksine, 16. yüzyıla doğru Rus kentleri çok az Hıristiyan olmayan nüfus banndınyordu. Geniş, hayli önemli yabancı un­ sur, paralı askerler, taeider ve zanaatkarlar dahil, hıtkim bir biçimde Batı Av­ rupalılan kapsıyordu. Çoğu zaman Moskova'da olduğu gibi, onlar bir "Ger­ men dış mahallesi"ne yığılmıştı. Büyük bir çoğunluk, 17. ve 18. yüzyıllar bo­ yunca (Moskova'da ve diğer iç kentlerde) yavaş yavaş asimile olan Protestan­ larmış gibi görünür. Sonuç olarak, en azından Rusya'nın kendisinde, homo­ jen kentlerin gelişimi için güçlü ihtimal vardı. I. Petro'nun, kasten kozmopo­ lit bir başkent olarak St. Petersburg'u kurmasının yanı sıra Baltık eyaletlerin­ deki sıkı bir biçimde örgütlenmiş, ne yaptığını bilen Germen kentli ve aris­ tokratik unsuru -eşzamanlı olarak ama kısmen beklenmedik bir şekilde- ka­ zanması bu eğilimi kesin bir biçimde tersine çevirdi. 92 Germen göçmenlere ve Baltık etnik topluluğa balışedilen ayncalıklann yanı sıra Petro'nun hare­ keti, az gelişmiş bir ülkedeki yabancılara duyulan süregiden gereksinimi ta88

Halban, s. 19, 3 1 ; Lynnychenko, s. 19 ve devamı.

89

Miliukov, s. 131 ve devamı.

90

Eck, s. 328; Hittle, s. 30 ve devamı.

91

Baron, A Social and Rdigious History, s. 242; Tushin, s. 62 ve devamı.

92

john A. Annstrong, "Mobilized Diaspora in Tsarist Russia: The Case of the Baltic Gennans", Azrael içinde, s. 63-104 ve orada alınolanan eserler. 1 59

nımasıydı. Rakip bir mit ve yardımcı bir toplumsaHaşma süreci, Baltık Ger­ men kurumlan arasında belirdi. Bu kurumlar hakim Rus toplumsaHaşma örüntülerinin teşvik etmediği, modemleştinci becerllerin arzını sağladı. Bu­ nunla beraber sonuç olarak, modem çağın eşiğinde, "tamamen Rus" hale ge­ len ve "diğer yaşam biçimleriyle neredeyse hiç yüzleşme"93 deneyimierneyen Rus kenti, milliyetçilik çağına keskin bir biçimde bölünmüş bir nüfusla gir­ di. Yaklaşık l800'de, heterojen Leh kentlerinden ve Gürcistan-Ermenistan gibi bölgelerden kentlerin elde edilmesi, imparatorluğun kentsel etnik bile­ şenini muazzam ölçüde karmaşıklaştırdı.

Norm olarak çok-etnili kent Batı Avrupa kentlerinde homojenliğe doğru evrim ne pürüzlüydü ne de bir bedeli vardı. Erken Frenk Galya'sındaki kentler, hala kişisel hukuk aynca­ lıklannı sürdüren özel Germenik gruplar için, tkinci Bölüm'de belirtildiği gi­ bi, mahallelere sahipti. Daha önemli olanı, tacirler olarak Roma'nın Batı'sına sızan sayısız Suriyeliler ve Yahudilerdi. Bu iki grubun birbirinden farklı ol­ duğuna dair çok az şüphe varmış gibi görünür. Yerli Romalı nüfus Suriyeli­ lerden, istilalardan sonra geride kalan ticareti üstlendikleri için özellikle nef­ ret ederdi. Ama tümü -Romalı, Frenk ve Suriyeliler- aynı Katolik kilise ör­ gütüne dahildL 800'e doğru, güneydeki Müslüman fetihleriyle bağlantılı bir biçimde önemli ticari bağlar sağlayan Yahudiler ayn olarak kalsa da, Suriye­ tilerin bu aynksılığı sona erdi.94 Yahudi mahalleleri, genellikle Yahudi ibade­ ti ve topluluk dayanışması için ayncalıklar olarak görüldü, Haçlı Seferleri'ne kadar, tüm belli başlı Batı Avrupa kentlerinde var oldu. Ardından Yahudile­ re fanatik güruhlar saldırdı ve birkaç yüzyıllık süreç içinde neredeyse tama­ mı kovuldu. Hayatta kalaniann birçoğu Lehistan-Litvanya Birliği'ne göç etti. Yahudi topluluklan birkaç büyük İtalyan merkezinde, örneğin, kendi kilise­ leri olan ama tam yurttaşlıktan yoksun Ermeni ve Rum Ortodoks topluluk­ lanna da sahip olan Venedik'te kaldı.95 Her ne kadar dönemin Bizans'ının durumu, Venedik ve Roma gibi koz­ mopolit Batı merkezlerininkine benzemiyor olsa da. Batı Avrupa kentlerinde etnik azınlıklann ortadan kaybolması sıradışı bir hadiseydi. Ne Batı Avrupa ne de Bizans, tamamen dini haskılann sonucu olarak açıklanabilecek kentsel homojenlik ömekleriydi. Gelişmeler ayırt edici kişisel hukuki yakınlıklann s.

93

Leitsch, Structure Sociale içinde,

94

Ewig, s. 591; Musset, s. 203-205; Dannenbauer, 2: 88; Demougeot, s. 534. Slouschz, s. 187 ve devamı, 302 gibi kaynaklar Suriyeiiierin Yahudi haline geldigini ileri sürer; bu teori bana fazla­ sıyla zorlama görünüyor.

95

Geanakoplos, s. 177; Lane, s. 300 ve devamı; jacoby, Societt et Dtmographie, s. 186; Schaube, s. 236, 246.

1 60

132.

ortadan kaldınlmasıyla yakından ilişkiliydi. Doğu Roma İmparatorluğu'nda­ ki Hıristiyan Kilisesi, "arena" hizbine bile hoşnutsuzluğunu ifade etti çünkü kilise, hizbin hayatta kalan sapkınlar ve paganlar için sığınak haline gelebile­ ceğinden korktu. Geride kalan Batı kentlerindeki piskoposlann sıradışı gücü birleşme için kullanılmış olsa gerek. Şüphesiz Germenik ve Kutsal Roma un­ surlann Frenk bileşiminin ayırt edici kentsel etnik ilişki için alan bırakma­ masının bir nedeni, Frenklerin dışında geride kalan Germen unsurlar, ya da yakın geçmişli hafızanın Aryan olmasıydı. Daha sonralan, küçük buıjuvazi tabakasının, kırsal kesimin güçlü aristokratik güçlerine karşı eksiksiz daya­ nışması, özerk bir birim olarak kentin hayatta kalmasının neredeyse önko­ şuluydu. Tarihsel evrim, tüm bunlar ve diğer olası nedenlerden dolayı, her biri kendi statü piramidine sahip olan etnik gruplar tarafından dikey olarak dilimlenme yerine, sınıf tarafından -buıjuvazinin en öne çıktığı- yatay ola­ rak dilimiere aynlmış bir Batı toplumu ortaya çıkardı. Tek istisna, bir sınır toplumu olarak, karmaşık Doğu Avrupa kentsel etnik gruplaşmasını anım­ satan lberya'ydı. Doğu Avrupa'nın ticari ve teknolojik becerilere sahip Ger­ ınenierin akınına ihtiyaç duyması gibi, az gelişmiş lberya da 17. yüzyıla dek Fransızlan, Flamanlan ve Cenovalılan kabul etti. Ama Lehistan -Antemura­ le miti olan bir başka Katolik ülke- Yahudileri kendisine çekti, birleşmiş İs­ panyol krallıklan ise onlara işkence etti ve onlan kovdu. Her iki olguda da taç ve büyük seküler ve dini lordlar Yahudi girişimine ihtiyaç duyacaklannı fark ettiler. tspanya'da gentry'nin yoğun etnik merkezciliği bu tür elit güçle­ rin üstesinden gelirken Lehistan'daki gentry, kentsel meslekleri genel olarak küçümsese de, aktif bir biçimde Yahudi göçüne karşı çıkmadı. Her iki ülke­ de de köylüler, Yahudilere karşı öfkeli görünüyordu (Uniat köylerinin aksi­ ne, Leh Katolik köylerinde kalamadıklan söylenir) ama kentsel nüfusun olu­ şumuna neredeyse dolaylı etkide bulundular.96 1490'a dek, İspanyol kent örüntüsü, Batı Avrupa kentlerinden çok Müs­ lüman kentini andırdı. Müslümanlar ve Yahudiler tspanya'da kaldıklan süre boyunca, düzenlemeler daima uygulanmasa da, hukuken ayn mahallelerle sınırlandı. Ama "Frenkler" gibi Hıristiyan unsurlar için ayn mahalleler hızla kayboldu. Oradaki ciddi hudut mekanizması, diğer yerlerde olduğu gibi, ay­ n hukuki statülerden oluştu. Hem Yahudi hem de Müslüman azınlıklar ken­ di topluluk hukuk mahkemelerini bağırlanna bastı.97 Daha önce de belir­ tildiği gibi, lberya'nın yöneticileri, ilk başlarda bu tür ayncalıklan onayladı çünkü çok-dinli bir nüfusu yönetmekten gurur duydular. Bu tür çoğulcu örüntüler, her ne kadar kesinlikle kural değilse de, İslam'ın 96

Brawer, s. 28, 43.

97

Vicens Vives, 2: 13 (harita); Bums, Islam under the Crusaders, s. 149 ve devamı; Ammann, Constance, Institut ... Bodenseegebietes içinde, s. 109 ve devamı. 1 61

ortaya çıkışına kadar Dogu Akdeniz'de bulunuyordu. Grekler, Yahudiler ve Mısırlılar İskenderiye'de ve diger Mısır kentlerinde farklı kanuniann yöne­ timi altında ve kısmen ayn mahallelerde yaşadı. Sasani İmparatorlugu'nun başkenti kentlerin toplamından oluşuyordu: Tispon, bazı Yahudilerin yanı sıra Zerdüşt Perslerle birlikte, birincil unsurdu; daha büyük bir Yahudi gru­ bu ve hoşgörü gösterilen Hıristiyan kiliselerinin !iderleri, Helen bir kurum olan Seleucia'da yaşadı; imparatorluk saray kenti Aspanbar, Zerdüşt saray çevreleri hariç herkese tamamen kapalıydı.98 Bölümlenmiş kenti standart türden bir kente dönüştürmek İsliim'a kaldı. Birçok gözlemci, bu gelişimi hizipsel çatışma egilimi dahil, İslam öncesi gö­ çebe egilimlerin bir yansıması olarak gördü.99 İşgalci Arap birlikleri fetbedi­ len kentlerin özel yönetim birimlerine ya da ayn gamizon kentlerine yerleş­ ti. 100 Hem en ünlü Abbasi halifesi Harun Reşid'in, hem de Mısır'ın önde ge­ len ilk Müslüman yöneticisi, İbni Tulun'un, yeni başkentlerini hizip fırtına­ lanndan kaçmak için inşa ettirdikleri söylenir. Dahası Müslüman yönetici­ ler, yıkıcı çatışmalan asgariye indirmek için eski kentlerde hiziplere ayn ma­ halleler oluşturmak zorunda olduklannı hissettiler. Olay, Araplada sınırlı degildi; özel mahalleler Türk soykütügüne ya da sözde-soykütügüne sahip olanlar için de kuruldu. 101 Bununla beraber, genellikle aynı hizbe ya da ta­ rikata sadık Müslümanlar arası soykütüksel yakınlıklar, ikamet aynmlanna neden olmadı. Bu nedenle Berberiler ve Araplar birçok Kuzey Afrika kentin­ de, Berberilerin kolayca asimile edilmesiyle, iç içe geçti. Daha önce de belir­ tildigi gibi saf Arap Maliki kenti Fes' te, farklı mahallelerin temsilcileri arasın­ daki işbirligi çok az sorun çıkardı. Başka açıklamalar da ileri sürüldü. Yakın geçmişteki yaratıcı bir yorum dar, dalarnhaçlı Müslüman sokak tasanınını tekerlekli araçlann yoklugu­ na atfetti. Bu taşımacılık etmeni nedensel olarak belirleyiciyse eger, çıkmaz sakaklann ve ayn mahalleterin nasıl ortaya çıktıgını açıklayacak kadar ile­ ri gidebilir. Richard Bulliet, Müslümaniann hakim oldugu her yerde teker­ lekli trafigin ortadan kayboldugunu gösterdi ve yük hayvanlannın iktisa­ di olarak çölde ve bozkırda avantajlı oldugu önermesi için güçlü kanıtlar gösterdi. Sonuç olarak Bulliet, kervan rekabeti, bozkır-çöl alanianna biti­ şik geniş bölgelerde vagonlan ve iki tekerlekli arabalan kovdu, diye devam eder. 1 02 Anlaşılan o ki, devenin simgesel anlamı (her ne kadar kent içinde98

Christensen, L'lran, s. 379; Beli, Egypt,

99

Miquel, L'Islam et Sa Civilisation, s. 3 1 .

s.

43, 52; Bemand, s. 24 1.

100 Hodgson, 1 : 208. 101 Wittek, Mtlanges Georges Smets içinde, s. 673; Marçais, "La Canception des Villes", devamı; Hautecoeur ve Wiet, 1: 20; Golvin, s. 70.

102 Bulliet, The Camel, s. 172 ve devamı, 224 ve devamı. 1 62

s.

526 ve

ki birincil yük hayvanı eşek olsa da) Araplar ve yayılımla tüm Müslüman­ lar için önemliydi. Bununla beraber bana kalırsa burada, zorunlu ama yeter­ li olmayan bir koşulu açıga çıkaran bir yorum için açık bir örnek bulunur. 19. yüzyılın başında Kahire'de ortaya çıktıgı gibi, tekerlekli trafik için yete­ rince geniş sokaklara yönelik güçlü bir iktisadi ihtiyaç, bir sokaklar labiren­ tini hoş görülemez kılabilir; yine de mahallelerle katı ayrım, olanaksız de­ gilse bile güç olabilir. Bununla beraber, Helenistik ve Ortaçag Avrupa kent­ lerinin sergiledigi gibi, çıkmaz sokaklan en aza indirerek Müslümanlann­ kinden daha az büklüme sahip, makul genişlikteki sokaklar, tekerlekli tra­ fige çok az uygundur. Alternatif açıklamalar gölge ihtiyacını, soguk rüzgiirlara karşı korunma­ yı ve benzerlerini vurguladı; bunlar, kentsel bölünme gibi yaygın bir görün­ güyü açıklamak için çok uygun degildir. Darü'l-lslilm'ın herhangi bir yerin­ de kentli olarak evinde olan Müslüman üzerindeki vurgu, kamusal caddeler için hukuki ilginin gevşekligi ve diger toplumsal etmenler daha önemli ko­ şullandıncı unsurlar olarak görünür. Sonraki unsurlann tümü İsliimi yaşam tarzıyla dolaylı olarak ilişkili toplumsal egilimlerdir. Bu yaşam tarzı lsliim'da hiikim olan özel bir aile türünün bütünlügüne, özellikle haremin mahremi­ yetine baglıdır. Araplann onur kavramına kök salmış olan kadının bütünlü­ güne yönelik tkinci Bölüm'de belirtilen, kaygı, Müslüman ülkelere geniş öl­ çüde yayıldı. Haremin ihlal edileceginden duyulan korku, rejimierin yaygın istikrarsızlıgı ve bozkırdan ya da çölden istila tehdidi göz önünde bulundu­ ruldugundan gerçekçiydi. 1936 gibi yakın bir geçmişte bir Fransız gözlem­ ci, "korku duygusu Şam'ın iç topografyasına hükmeder; güvenligi öncelik­ li kaygı kılan bir korku hissi. Bu kısmen, bilinçli bir tasanmla sonuçlanmış gibi görünmeyen bir kentleşmeyi açıklar"103 diyordu. Beklenmedik saldın­ lara karşı güvenlik, kabile, hizip ya da lonca kardeşligi baglanyla ilişkili bir­ çok aile, tek çıkışı bir kapıyla engellenmiş dallara ayrılan sokaklann labiren­ tinde yaşadıgında, büyük ölçüde arttı. Bu tür bir mahalleyle beslenen yogun toplunısal yaşam Avrupa'nın aile birligi anlayışından büyük ölçüde farklıla­ şır; bu, teraslı çatılar boyunca kadınlann birbirini sık sık ziyaretini ve mahal­ lenin hamamında kadınlar gününü ihtiva eder. Erkekler için hamamda, kah­ vede, yerel pazarda [suk] ve sokakta karşılaşmak yaygındır. Yaşam tarzının bütünlüğüne yönelik kaygının biikirniyeti yorumuna des­ tek, Osmanlı Türk kentlerinde oldukça farklı ev örüntüleri göz önünde bu­ lundurarak saglanır. Ezici askeri üstünlük dış tehditlerden kaynaklanan gü­ vensizligi kovdu, bu nedenle kentler duvarsızdı. Evler, çogu zaman sokaga bakan pencereleriyle, ahşaptan inşa edildi. Ama pencereler mahremiyeti sag­ lamak için sıkı bir biçimde kapatılmıştı; engellerle kapatılmış çıkmaz sokak103 Thoumin, s. 250. 1 63

lar ayn mahalleler oluşturdu ve hakikaten, birçok yönetim birimi, birörnek yaşam biçimleriyle Sünni Müslüman sakinleriyle sınırlanmıştı. 104 Açıkça Müslüman mahalle sistemi keskin bir biçimde farklılaşmış etnik­ dinsel unsurların varlıgına sıradışı bir biçimde uyum sagladı. Başlangıcından itibaren İslam, yeni gelen olarak birçok Müslüman olmayan grupla yüz yü­ ze geldi. Genelinde, bu tür gruplar kırsal kesime göre kentlerde daha diren­ gendi. Kıptiler ve Maruniler gibi büyük ölçüde kırsal olan grupların kent­ sel kesimleri bir yana, birçok önemli grup (Yahudiler, Rumlar ve daha ya­ kın zamanda Ermeniler) için kentteki kısım etnik toplulugun kalbini oluş­ turdu. Sünni olmayan Müslümanlar için ayn mahalleler Abbasi Halifeligi dö­ neminde gelişti, Dominique ve janine Sourdel'in vurguladıgı gibi: "Aşın bi­ çimde katı çerçevesinden, belli başlı siyasi devrimler aracılıgıyla olanlar ha­ riç, gelişmeye (modem çaga dek) muktedir olmayan, kompartımanlaştınl­ mış ve sıkış tıkış kenti üretmek için ikrar edilen aynınlara toplumsal engeller eklendi. " 1 05 Yüzyıllar sonra farklı dinler için ayn lancalann kurulması bölü­ cü etkiyi artırdı. Yine de ayn mahallelerinin, dini azınlıklara nadiren hukuki olarak salık verildigi belirtilmelidir. Memlük Kahire'sindeki birçok Yahudi hakikaten birkaç mahallede yaşadı ama ilke olarak her yerde yaşayabilirler­ di. Osmanlı Konstantinopolis'inin iç kısmında, birçok Yahudi Aksaray [Has­ keray ) Mahallesi'nde yaşadı ama onların başka yerlere yerleşmesini engelle­ yen bir kural yoktu. Rumlar aşamalı olarak Haliç'teki Fener [Phanar] llçe­ si'ne taşındı. Ermeniler, her ne kadar hukuki olarak o alanla sınırlandınlma­ mış olsalar da, çogunlukla güneybatıdaki Yedikule'nin yakınlannda yaşadı. Bununla beraber bir 19. yüzyıl gözlemcisinin dikkat çektigi gibi, Müslü­ man Türkler, Yahudiler ya da Hıristiyanlar bir sokaga taşındıgında o soka­ gı terk etme egilimindeydi; onların varlıgı Türk kadınlar ve çocuklar için (şüphesiz rol model olarak) "uygunsuz"du.106 Türklerin statü ve iktidarda­ ki hakimiyeti göz önünde bulunduruldugunda, onların dışlayıcı tutumunun Müslüman olmayanların ikamet seçimi üzerinde güçlü bir etki dayattıgından şüphe etmek güçtür. Her halükarda Müslüman kentlerinin kalabalık mahal­ leleri, genel olarak kolayca etnisiteyle özdeşleştirilebilir. 18. yüzyıl Osmanlı Belgrad'ının otuz sekiz alt bölümü arasında üç Grek, üç Slav ve üç Çingene mahallesi bulunuyordu. Aynı dönemin Kahire'sinin elli üç bölümü arasında Kıpti, Yahudi, Rum Ortodoks ve "Frenk" mahalleleri vardı. Valencia, Hıris­ tiyan fatihlerin devraldıgı yirmi dört yönetim birimi arasından, özgün Müs­ lüman ve Yahudi mahallelerini korudu. Bununla beraber, mellah'lar hariç ta104 Goodwin, s. 446; Odile Daniel, "Le Proces d'Islamisation", Structure Sociale içinde, s. 242; Tan­ kut, a.g.e. içinde, s. 252 ve devamı. 105 D. ve ]. Sourdel, La Civilisation de I1slam, s. 43 1 . 106 Clarke, s. 267; Franco, s. 1 74; Mantran, s. 5 3 ve devamı, 45 1 ve devamı. 1 64

mamen Müslüman olan Fes gibi bir kent, 20. yüzyılın başında on sekiz ma­ halleyle, neredeyse tamamen altbölümlere ayrılmıştı. Genel etkisi, tamdık Avrupa deneyiminden daha az istikrarlı ve insanlan bölümlendirmenin da­ ha az etkili yolu olmasa da, derin bir biçimde farklıydı. 1 07

Özet ve sonuçlar Önceki iki bölüm etnik kimligin içkin bir biçimde karşıt görünümlerini çö­ zümledi: yerleşik ve göçebe, Müslüman ve Hıristiyan. Kentin etnik kimlik üzerindeki rolünün çözümlenmesi bir şekilde daha ayrıntılı bir sunumu hak eder. Bu nedenle çıkarırnlarımı biçimsel bir tipoloji olarak sunacagım. Kent­ leşmenin her yerde (inceledigim dönemlerde ve bölgelerde) uygarlık için te­ mel oldugunu lütfen yeniden vurgulamama izin verin. Okuyucu, tipoloji­ min, bu muazzam kent görüngüsünü, sadece etnisiteyle ilişkili olarak ele al­ dıgımn farkında olmalıdır. Bu sınırlı baglam içinde bile, bazı kentsel etki­ ler (özellikle Altıncı Bölüm'de tartışılan başkent) bu tipolojinin içine dahil edilmedi. Kentsel deneyimin daha geniş görünümlerini kapsayan Max We­ ber'inki gibi sımflandırmalardan, tipolojimin ayrıldıgı noktalar bu nedenle, şaşırtıcı olmasa gerek. Farklı kent tiplerinin etnisite üzerindeki etkisini sınıflandınrken, öne çı­ kan üç kriter tanımlanabilir: (a) mimari birligin simgeselliginin yanında da­ ha dogrudan toplumsal katılırola dışavurulan, güçlü kentlilik bilinci; (b) kentin hukuki yargı yetkisinin, seçkinterin ikameti aracılıgıyla, kenti çevre­ leyen kırsal yönetim birimine dogru teritoryal genişlemesi ve (c) sık sık yer­ leşimin ayrılmasıyla ayırt edilen ama daima, ayrı kanunarneler gibi, diger hu­ dut mekanizmalarıyla özdeşleşen, keskin bir biçimde ayrılmış etnik-dinsel unsurlar. Bu üç kriterden herhangi biri karşıt degişken olarak alınırsa, on­ ların terkibi, mantıksal olarak sekiz ayrı kent tipini üretir. Bununla beraber aşagıda da belirtildigi gibi, tarihsel tipierin ikisi zayıf ve geçicidir; ve diger iki tür için tarihsel kanıtlar belirsizdir. A.

B.

Güçlü kentlilik bilinci, teritoryal genişleme ve bölümlenmenin yok­ lugıt ( +a, +b, -c) en azından Bizans kentinin erken aşaması ve İtalyan kent-devleti dahil polis'i karakterize eder. Kent-devleti tarafından üre­ tilen güçlü kimlik daha geniş bir etnik özdeşleşmeye dogrudan akta­ nlamaz ama bu tür kimlikler için yolu hazırlayabilir. Güçlü kentlilik bilinci, teritoryal genişlemenin yoklugu ve bölümlen­ menin yoklugu (+a, -b, -c) Kuzey Batı Avrupa kentlerini karakterize eder. Güçlü kentli kimligi, belli başlı kaynak bileşenlerinden biri ola-

107 l.apidus, s. 185-186. 1 65

rak, modem milliyetçiliğe aktanldı ve tek bir etnik kimlik içinde güç­ lü sınıf bölünmelerine neden oldu. C. Güçlü kentlilik bilinci, teritoryal genişlemenin yokluğu ve etnik din­ sel bölümlenme ( +a, -b, +c) geç Ortaçağ'ın lberya kentlerini karakte­ rize eder. Bu terkip istikrarsız olduğunu kanıtiadı ve Hıristiyan olma­ yan kentsel unsurlar ortadan kaldınldığında yerini B Tip'i aldı. D. Zayıf kentlilik bilinci, teritoryal genişleme ve etnik bölümlenme (-a, +h, +c) lslam kentini ve bazı Ortadoğulu atalannı karakterize eder. Genel olarak kent uygarlığıyla özdeşleşmek yoğunsa da, belirli bir kentle özdeşleşmek zayıftı, sonuç olarak daha geniş bir etnik kimliğe aktanm olmadı. E. Zayıf kentlilik bilinci, teritoryal genişleme ve bölümlenmenin yokluğu (-a, +h, -c) geç Ortaçağ ve erken modem dönem Rus kentini karakte­ rize eder. Tip tekrarlanan bölümlenme eğilimi ve kent yargı yetkisinin ve kırsal kesim üzerinde seçkinlerinin denetiminin istikrarsız bir bi­ çimde genişlemesinden dolayı, zayıftır. Bu nedenle Rus tipi F Tip'ine (gerçi kırsal seçkinler, hiçbir zaman kente karşı güçlü bir düşmanlık miti geliştirmedi) ya da varsayımsal olarak, Avrupa ya da Ortadoğu kentlerinde genellikle bulunmayan ama muhtemelen Mısır name'si ya da Uzakdoğu kentleri tarafından ömeklenen,1 08 G Tip'ine (-a, -b, -c) , benzer hale gelme eğilimindedir. Kent toplumunun genel etnik kim­ lik üzerindeki etkisi azalarak önemini yitirmiştir. F. Zayıf kentlilik bilinci, teritoryal genişlemenin yokluğu ve etnik bö­ lümlenme (-a, -b, +c) Leh ve Macar kentlerini karakterize eder. Kent­ lilik bilincinin yokluğuna ek olarak bölümlenme, bu tipin geçici mo­ delinin, Batı Avrupa kentinin, ulusal kimlik üzerine dayattığı etki­ yi dışlar. Sonuç olarak toplumun sınıfsal olarak bölünmesi Batı Av­ rupa'nınkinden farklıdır ve içsel etnik bölünmeler daha güçlü olarak varlığını korur. Bu tipolojinin içerimleri, her ne kadar özgül etnik kimliklerin kökenie­ ri için, onlann belirmekte olan siyasi kurumlarla ilişkisine göre daha az olsa da, kapsayıcıdır. Bazı açılardan, kentle doğrudan ilişkili kimliklerin birçoğu, kentlerin özgül tipleri gelişmeden önce de vardı. Bu, diaspora kentsel unsur­ lann, özellikle Yahudilerin ve Ermenilerin durumuydu; bu belirli kent kü­ melerinde azınlık olan Rumlar, Doğu Slavlar ve Germenler gibi gruplar için de doğruydu. Kentleşmenin biçimleri, kayda değer ölçüde, bu azıniıkiann "sindirilmeden" kalacağını ya da asimile edileceğini tayin etti. Kentleşmenin 108 Bir diger hipotetik tipin (+a, +h, +c) pratikte ortaya çıkma ihtimali epey azdır çünkü güçlü kendilik bilinci ve teritoryal genişleme güç bela etnik bölümlenme ile birlikte var olabilir. 1 66

özgül biçimlerinin (ya da onlara eşlik eden mitlerin ve geleneklerin, özellik­ le hukuki uygulamanın) sürdürülmesi kentiiierin güçlü bir siyasi kurumun gelişmesine yardım etmeye muktedir bir homojen tabaka oluşturup oluştu­ ramayacagını belirlemeye dogru uzun bir yol katetti. Sırası geldiginde de bu tür bir siyasi kurum, güçlü meşrulaştıncı mitlerin çevresinde, modem Avru­ pa'yı karakterize eden güçlü bir etnik özdeşleşme üretti.

1 67

BEŞINCI BÖLÜM

I M PARATORLU K SIYAS I KURU M LARI: MYTHOMOTEUR

Birleşik siyasi kurumda mit aşkıniiğı Ulus-devlet üzerindeki modem odak, çogu zaman onun "dogal" oldugunu, yönettigi halkın içkin niteliklerini yansıuıgını varsayar. Bu bakış açısından devlet, "içsel" ulusal karakterlerin bagımsız degişkenler oluşturdugu yerde bagımlı degişkendir ya da öyle olmalıdır. Daha incelikli bir yorum, ilişkiyi tersine çevirir: aksine, modem uluslar çogu zaman devletlerin yaratısıdır. Bu ikinci yorumun daha uygun oldugunu düşünüyorum çünkü devletin ya da siyasi kurumun öncelikli varoluşu , ciddi bir bagımsız degişken olarak siya­ seti vurgular. Bununla beraber, dikkatli bir biçimde izlenmedigi sürece, dev­ let gibi özgül bir kurumun ürünü olarak etnisitenin yorumu yanlış yönlen­ dinci olabilir. Tehlike iki yönden dogar. Ilk olarak devlet üzerine yapılacak vurgu, miyop bir perspektif üretmeye egilimlidir. Araştırmacı bu tür kurum­ lara eleştirel nedensel roller atfetmek yerine, kurumlan yüzeysel olarak ken­ di zamanına benzer, daha erken dönemlere yerleştirmeye yatkındır. Gerçek­ ten de halihazırdaki egemen devletlerden tüm yüzeysel açılardan çok fark­ lı olan siyasi kurumlar, siyasi degişkenlerin geçmiş çaglarda güçlü kimlikler ürettigi kurumsal çerçeveyi oluşturdu. İkincisi, daha erken siyasi kurumlar oldukça tekdüze [uniform] bir ömekse ve "devlet" olarak tanınabilirse bi­ le, belirli siyasi kurumlann, diger kimlikler hızla ortadan kaybolurken, güç­ lü, istikrarlı kimlikleri nasıl ve neden ürettigi sorusuyla yüzleşilmelidir. Ku­ şaklar boyu akademisyenlerin kafasını kanştıran bu tür sorulara kesin ya­ nıtlar elde etmek güçtür. Bununla beraber, siyasi kurumlan tanımlayan ya­ pılara, onlann meşrulaştıncı mitlerine ve iletişim aglanyla yayılan karmaşık 1 69

simgelerine olan ilgi, etnik evrimin özgül sürecine dair, genelde devlet in­ şasının araştıniması çabalannın çogundan daha fazla kavrayış saglayacagını umut ediyorum. . Etnik kimliklerin araştınlmasının aksine, bir siyasi kurum gibi bir kuru­ mun kökenini ve sürekliligini açıklama çabaları, dönemin iktisadi ve tekno­ lojik kapasitelerinin dayattıgı sınırlılıkların dogrudan göz önünde bulundu­ rolmasını içerir. Siyasi kurumun maddi kaynaklan harekete geçirme bece­ risi ve bir yönetimin elde edebilecegi müdahil olabilme derecesi gibi soru­ lar degerlendirmem için önemlidir ama bunların tamamen hesaba katılması bu çalışmanın sınırlarını epeyce aşabilir. Siyasi kurumlar üzerine olan araş­ tırmam, bu nedenle, kentleri ele alışım gibi, son yıllarda, bütüncül bir süreç olarak devlet inşasını inceleyen başarılı eserlerle karşılaştınldıgında, sınırlı hedeflere sahiptir. "Devlet"in taşıdıgı agır hukuki yük nedeniyle, genel bir terim olarak "si­ yasi kurum"u tercih ediyorum; devlet terimini Batı'daki son dört ya da beş yüzyıl için ayırdım. Elbette siyasi kurumların birçok türü vardır. Diger bir­ çoklannda oldugu gibi bu açıdan da Shmuel N. Eisenstadt'ın tipolojisi ya­ rarlı bir rehberdir. "llkel siyasi sistemler" ve "modem toplumlar" , ilgi ala­ mm açısından ikincildir. Onun geriye kalan beş tipinden ikisini "imparator­ luklar" oluşturur. 1 Bu ikisinden birini -kent-devleti- inededim ve "feodal sistem"le çok kısaca bu bölümde ilgilenecegim. Bölümün odagı üç "impa­ ratorluk" üzerinde olacaktır: "patrimonyal imparatorluk" , Eisenstadt'ın il­ gisi açısından ikinciidi ama benimki için çok önemlidir; "göçebe ya da fetih imparatorluklan" tkinci Bölüm'de kısaca ele alındı ve bu sayfalarda yeniden deginecegiz; "merkezileşmiş tarihi bürokratik imparatorluklar" bu bölüm ün temel konusu ve Altıncı Bölüm'ün birincil odagı olacaktır. Bu son vurguda, esas kaygısı, karmaşık merkezileşmiş sistemler olarak imparatorlukların iş­ leyişi olan Eisenstadt'a katılıyorum; ama ilgim, siyasi kurumların merkezi­ leşmiş bürokrasileri desteklemek için yeterince gelişmemiş oldugu ya da bu tür karmaşık kurumların gerileme aşamasında oldugu dönemlere uzanıyor. Resmi olmayan toplumsal kurumların, özellikle mit-simge karmaşasının et­ kilerinin izini, merkezileşmiş kurumların nadiren işlevini yerine getirdigi dönemlere dek, sürmeliyim. Ne Eisenstadt ne de ben "imparatorluk" kavramını, "devletler" e ya da "si­ yasi kurumlar"a eşdeger olarak görüyoruz. "lmparatorluk" en azından, "ge­ niş devlet"i ya da "geniş siyasi kurum"u ima eder.2 jeopolitik duruş nokta­ sından çeşitli siyasi kurum türleri bir süreklilik oluşturur. Atina ve Yene­ dik çok başarılı imparatorluklar haline gelen kent-devletleridir ve Lübeck'in ı 2 1 70

Eisenstadt, s. ı O.

A.g.e. , s. ı 1 .

bir Hansa İmparatorluğu'nun efendisi haline nasıl geleceğini öngörmek ko­ laydır. Sayısız bozkır kümesi ortaya çıktı, az ya da çok, geniş çaplı fetihlere girişti ve ardından da yok oldu. Sadece birkaçı -Atilla'mn Hunlan ve Cen­ giz Han'ın Moğollan- Eisenstadt'ın uygun bir biçimde adlandırdığı "fetih imparatorluklan"m kurdu. Bununla beraber endişelerimi gidermek için, im­ paratorluk siyasi kurumunu bir sürekliliğin parçası olarak düşünmenin öte­ sine geçmeli ve onun özdeşleşme mitinin nevi şahsına münhasırlıklarıyla baş etmeliyim. İmparatorluk mitlerinin çeşitlerini inceledikten sonra, (iler­ leyen bölümde) etnik kimlik üzerine güçlü bir etki dayatan imparatorluk si­ yasi kurumlannın özel kurumsal görünümlerine, daha açık bir ifadeyle, baş­ kentin simgesel ve iletişimsel rolüne, kimlik mitinin yaratıcı ve propaganda­ cısı olarak merkezileşmiş bürokratik yönetime yönelebilirim. Sonuç olarak bir imparatorluğu çeşitli halklan kapsayan bir siyasi kurum Qlarak ele alan bir tammla tatmin olarnam çünkü bu tür bir yaklaşım siyasi kurumun kim­ lik üzerindeki etkisinin incelenmesinde muhakemenin döngüselliğine ne­ den olabilir. Yine de çağlar boyunca, bu Alıarneniş İmparatorluğu'ndan Hai­ le Selassie'nin Etiyopya'sına kadar, şerefli "krallar kralı"3 unvamyla ifade edi­ len geleneksel nosyona içkin kavrayış, görmezden gelinmemelidir. Gelenek­ sel bilgelik bir imparatorluk siyasi kurumunun daha küçük ama istikrarlı si­ yasi kurumların varoluşunu gerektirdiğini ima eder. Konuyu bir başka şe­ kilde ortaya koyacak olursak, terimin herhangi bir anlamlı kavrayışında, bir "imparatorluk" sadece geniş bir siyasi kurum değil, daha küçüklerini birleş­ tiren karmaşık bir siyasi kurumdur. Bu tür bir asgari tanım bile, mit-simge karmaşasıyla tanımlanan bir impa­ ratorluğun, muğlak hudutlannın araştırılması için, olası önemli etkilere sa­ hiptir. Çünkü bu hudutlar ayrı kimlik mitlerine sahip gruplan içerir, impa­ ratorluk siyasi kurumu -istikrarlı olacaksa- bunları ortadan kaldırmalı ya da aşmalıdır. Dil gibi karakteristikler üzerine temellenen kimlik mitlerinin has­ tınldığı yerlerde bile, daha önceki bir siyasi kurumun anılanna eşlik eden bu tür alternatif bir mitin imparatorluk içindeki varlığı, imparatorluk seçkinleri için ciddi sorunlar oluşturur. Daha güçlü, aşkın bir mitin yerine geçmesi ara­ cılığıyla olanlan hariç, anılan silmek, neredeyse olanaksızdır. Kent devleti gibi küçük bir siyasi kurum, bir dereceye kadar, bir Atina'nın ya da bir Kar­ taca'nın tek önemli referans grubunun sınırlı alanında, sakinlerinin (gerçek­ te seçkinlerinin) oluşturduğu mitin desteklenmesinde görsel yakınlığa ve ki­ şisel tamşıklığa dayanabilir. Bir şekilde, bu tür bir kent devletinin etnik-mer­ kezci özgüveninin ölçüsü, "ilkel kabile"nin, sadece onun üyelerinin "gerçek insan" olduğu yargısından çok uzak değildir. Bu tür yargılar, Firavunların 3

Grekçe "Basileus Basileon" olarak karşılanan "Krallann Kralı"nın Alıarneniş kökeni üzerine bkz. Benveniste, 2: 19. 171

Mısır'ı gibi, geniş, gelişmiş ama oldukça homojen ve yalıtılmış bir siyasi ku­ rumda bile geçerli olabilir. KabHelerin ve polis'lerin yıgınına hükmeden im­ paratorluk seçkinleri daha güçlü inançlar üretmelidir. Bu nedenle, impara­ torluk siyasi kurumunun ürettigi mit, onun varoluş için kaçışı olmayan bir çerçeve oluşturdugunu; onun, fiziksel ya da zihinsel, hudutlannın anlamlı bir kimligin sınırlannı oluşturdugunu iddia etmişti.

Eski imparatorluk evrenselciliği Önceden var olan kent devletlerini özümseyen, Mezopotamya'daki ilk tarih­ sel siyasi kurumlar, bu sorunla karşı karşıya kaldı. Giorgio Buccellati, " [bü­ tünü oluşturan her kentin] birligin, siyasi yapının bir öncülü ve hatta daha da azı, varoluşunun bir nedeni olmaktan çok, aynı topraklarda birlikte ya­ şamanın ve ortak bir yönetici tarafından yönetilmenin bir sonucu" oldugu­ na işaret etti. Kentin birligi -kurgusal bir soykütügü tarafından birleştiril­ miş göçebelerin aksine- temsilcisinin kral oldugu kent-tannlannın bir miti­ ne odaklandı.4 Bir kentin mitsel özdeşleşmesinin daha geniş bir siyasi kuru­ ma aktanlması, kent-tannlannı, dünyevi yansıması olan imparatorluga para­ lel ve onu denetim altında tutan, dogaüstü bir evrenin tabi üyelerine dönüş­ türen güçlü bir mide halledildL Bu süreç Thorkild jacobsen'in parlak bir bi­ çimde yeniden inşa anlayışından izlenebilir. Tek hakiki egemen devlet, tan­ nlar meclisi tarafından yönetilen evrendi. Bu siyasi kurum ve tannlara hiz­ met etmek için yaratılmış insan nüfusu, Mezopotamya'yı, öncelikli olarak ik­ tisadi amaçlara hizmet eden ikincil iktidar yapısıyla (kent-devletiyle) , yani, bazı büyük tannlann mülkü olarak, ritüeldeki her Tann'nın kendi dışavu­ rumuyla kucaklar. "Ulusal devlet" (imparatorluk) evrensel semavi devletin polis gücünün siyasi işlevine sahiptir. Sonuç olarak evrensel semavi devle­ tin yönetici organı, her kent-tannsının insan vekilharcını onaylamak zorun­ da olan Enlil'in yönetimi altındaki tannlar meclisiydi. "Ulusal devlet" ya da imparatorluk, tannlar meclisinin dünya üzerindeki yönetim kuruluydu. Çe­ şitli astrolojik simgeler, özellikle güneş ve ay, bu miti taşıdı. Daha sonralan bu simgeler, bunlann kökenierini çogu zaman bilmeyen, evrensellik iddia­ sındaki seküler ve dini yöneticilerin madeni paralan ve hanedanlık arınalan üzerinde devam ettirildi. lmparatorluk mitinin sıkı bir ögrencisi olan Franz Kampers, "tüm imparatorluk amblemlerinin, eninde sonunda, Babil kozmik simgelerinin ardıllan olarak açıkça teşhis edilebilecegini" bile ileri sürdü.5 Mason Hammond aktanm sürecinin dışsal yönünü kısaca özetler: Kentle­ rin "bagımsız merkezlerden, aşın derecede yararlı bir yönetsel araç olmakla 4

Buccellati, s. 63.

5

Kampers, s. 30; Thorkild Jacobsen, "Mesopotamia" , Frankfort içinde, s. 200.

1 72

birlikte artık yöneticilerin ya da onun tabiiyetindekilerin zihniyetinde mer­ kezi olmayan teritoryal imparatorluk kuruculanna" geçişini Akadlar başlat­ tı ve Asurlular (9. yüzyılda) tamamladı. "Kent merkezi, yöneticilerin ya da onun tabiiyetindekilerin bilincinde merkezi konumunu korudu ya da sonra­ ki istilacılann durumunda merkezi hale geldi. Bunun kanıtı, Babil, Asur ve Babil sonrası uygarlıklannın, halkın hafızasında ve edebi kaynaklarda güçlü bir kentsel rayihayla korunmasıdır. "6 Kadim Ortadogu'nun zirvesi, -her ne kadar erken Mezopotomya'nın kent­ sel vurgusundan belirli bir uzaklaşmayı teyit e�e de- sakinleri tarafından bi­ linen tüm uygar bölgelerin hiikimiyetini elde etmeye önceki herhangi bir imparatorluktan daha fazla yaklaşan Alıarneniş Pers hnparatorlugu'ydu. Ol­ dukça dikkate deger bir ölçüye dek sonraki fatihler, başanlannı Ahamenişle­ rin başanlanyla ilişkili olarak tanımlanmak zorundaydı. Özgüvenini Alıarne­ niş saldınlanna sırtını dönerek elde eden Helen dünyaya dek, imparatorluk­ lar, imparatorluk yönetimi için üstün referans noktası olarak kaldı. Sonuç­ ta Makedonya hanedanının kent-devleti düzenini aşması, Pers lmparatorlu­ gu'nun fethine mitsel ve fiziksel olarak dayanmak zorundaydı. Siyasi bir yapı olarak Makedonyalı İskender'in imparatorlugu, başaniann en kısa ömürlü olanlanndan biriydi ama onun miti en dayanıklılan arasın­ daydı. Bu mitin özü, İskender'in bilinçli tasanmı aracılıgıyla, neredeyse tüm uygar insanlıgın tek bir siyasi kurumda birleştirilmesiydi. Mitin iddiasına göre, (muhtemelen hatalı bir biçimde) İskender'in özümsemek istedigi, ek­ siksiz insan potansiyelinden yararlanan tüm gruplann ve bireylerin, Karta­ ca gibi Dünya Okyanuslan'nın kıyısındaki birkaç siyasi kurum hariç, evren­ sel imparatorlugun birer parçası olması fikriydi. İskender'in zamanından bu yana Helenistik tarzda her imparatorluk kurucusu, tüm insanlıgı birleştirme misyonunu sürdürme niyetini öne sürdü. Kesinlikle daha az tutkulu yöne­ ticiler de vardı. İskender'in ardıllanndan biri, özellikle Ptolemaios Krallıgı, evrensel imparatorluga teşebbüs etmedi. Ptolemaioslann üssünün, eküme­ nin en yeterli kısmı olmasına ragmen kent-devletlerinden tamamen yoksun olan Mısır'da olması anlamlıdır. Bu nedenle Mısır bileşenlerinin kısmi mit­ lerini tabi kılacak, güçlü bir mite gereksinim duymadı. Kendilerini sınırlan­ dırma siyasalanyla Ptolemaioslar, bir güç dengesi aracılıgıyla karşılıklı ola­ rak ilişkili bir siyasi kurumlar sisteminin temelini attı; bu tür bir sistem, ev­ rensel imparatorluk modeline süregiden bir alternatif oluşturdu. 7 tkinci bir alternatif Sasanilerin yönetimi altında Pers lmparatorlugu'nun yeniden canlandınlması biçiminde belirdi. Onlann basileus ya da krallann kralı miti, esas olarak, İskender'in Roma-Helenist ardıHanna meydan oku6

Hammond, s. 53-54. Karş. Benveniste, 2: 19-20.

7

Kaerst, Studien .. Altertum, .

s.

56; Altheim, Alexander,

s.

l l5-l l 7. 1 73

mak için Akamenidlerin evrensel mitin en erken örneğini yeniden canlan­ dırması üzerine temellenen karşı-meşrulaştırmadır. Görünüşe göre Sasani krallan kendi sınırlılıklannı gerçekçi bir biçimde değerlendirdi; Roma İmpa­ ratorluğu'nun tamamen yerini almak hiçbir zaman hesaplarına dahil değil­ di.8 Sonuç olarak, onların miti, Roma ve Pers'in imparatorluk misyonunu paylaştığı ikili bir evren öngörmeye eğilimliydi.9 Roma, Sasanileri sadece bi­ rincil rakibi olarak değil, aynı zamanda "uluslar ailesi"nde bir onur maka­ mına layık olarak da gördü. Diocletianus'un (M.S. yaklaşık 300) zamanı gi­ bi erken bir tarihte, Roma Sarayı'nın törensel ve sanatsal temsilleri, Pers kos­ tümleri içinde kralların yürüyüşü gibi Sasani modellerini kopyaladı. Bunun­ la beraber ne Roma ne de Bizans seçkinleri, paylaşılan evrensel misyonu ger­ çekte kabul etti. En temel anlamıyla Roma ideolojisi siyasi kurumların hak­ larını tanımadı. Sonraki imparatorlukların aksine, iktidarlannın doruğunda­ ki Roma yöneticileri hükümdarlık alanlannın dışından rüşvet almadı. Ro­ ma-Bizans imparatorları, Sasani saldınlarını yenilgiye uğrattıklan 7. yüzyılın başında, imparatorluk için benzersiz iddialannın bir simgesi olarak basileus unvanını sonunda üstlendi. 1 0 Ama altı yüz yıl önce Ovidius, "diğer halklar için toprak sabit bir sınırla verilmişti; Roma kentinin ve dünyanın boyutla­ n aynıdır" 1 1 diye yazmıştı. lmparatorluk zaferlerinin doruklarında olan Romalıların imparatorluk id­ diaları, erken Mezopotamya modelinin ötesine geçmedi. Yani, Roma kent­ tanrısı, imparatorluğun tüm kent devletlerinin tanrılarının panteonunda yükselmiş bir konumu üstlendi. Ptolemaios tarafından geliştirilen Mısır mo­ delini, özellikle "Yardımcı" , "Sağaltıcı" ve "Koruyucu" gibi simgeleri kul­ lanan Augustus'tan itibaren imparatorun tanrılaştırılması başladı. 12 tsken­ der'in yapmış olduğu gibi, Augustus da kutsal simgelerin dışavurumu ola­ rak kentler "yarattı" . Hukuki olarak imparatorluk, imparatorun mülkü ola­ rak kabul ediliyordu; bu nedenle o ardılını seçebilirdi. Sonraki imparatorlar Augustus'u taklit ettiler ve zaman zaman, doğal yoldan ya da evlat edinme yoluyla onun ya da Sezar'ın soyundan geldiklerini öne sürdüler. Geblutsrecht kavramı -yüce yönetimi tek bir kraliyet hanedanıyla sınırlama- Roma dü­ şüncesine tamamen yabancıydı. Sonraki yüzyıllarda sık sık "barakalar"ın ya 8

Kaerst, Die antike Idee, s. 23 ve devamı; Dannenbauer, 1: 183; Stein, 1: 7. Sasanilerin dünya hakimiyeti ("lranlılann ve lranlı olmayaniann Krallannın Kralı") tasavvurundan Romahiann maglubiyetine ugradıktan sonra vazgeçtigini düşünen şu eserle (Altheim, Niedergang deralten Welt, 1: 52 ve devamı) karşılaştınn.

9

Garsoian, "Le Röle de l'Hierarchie Chretienne" , s. 1 19; Dolger, Byzanz, s. 5 1 , 60; Gage, Les Classes Societies, s. 2 1 1 ; Gage, "L'Empereur Remain" , s. 260.

10

Vasiliev, History of the Byzantine Empire, 1: 199.

12

Hunger, s. 106.

ll

1 74

Ovid, Fasti, 2 : 683-684; alıntılandıgı yer Hammond, s . 278.

da "Praetoryen" * imparatorlann "seçilmesi" bu tür zıpçıktılann, soydan zi­ yade talihin Tann'nın inayetinin bir işareti olduğunu ileri sürmesini zorunlu kıldı. Daha resmi anlamda, tahtta hak iddia eden kişinin Roma'ya yerleşme­ si ve Roma sakinlerinin alkışını ve Senato'nun onayını alması (her ne kadar sonuncusu baskı altında faaliyette bulunuyarsa da) ve Adventus Augusti töre­ ni, bunlann tümü meşruluk iddiasını oluşturdu. 1 3 Semavi hiyerarşinin bir yansıması olarak dünyevi yönetim anlayışı sürdü­ rüldü ama kavram, artan şüphecilik çagında, kadim Ortadoğu siyasi kurum­ lan üzerine dayattığı psikolojik güçten muhtemelen yoksundu. Diğer tü­ münden ölçülemez bir biçimde daha üstün bir kent olan Roma üzerindeki vurgu, görünüşe göre daha çok yargı taşıdı çünkü 4. yüzyıla dek Roma'nın benzeri görülmemiş başansı ve onun göz kamaştıncı mimari ve törensel be­ zemeleri görünürdü. François Paschoud bu tür ternalann izini, Roma ede­ biyatında 4. yüzyılda, gerileme döneminde bile, sürmüştü. lddialann anak­ ronikliginin aksine Roma dünyanın hala dünyanın en büyük kentiydi. Her şey bir yana Roma evrenseldi, tüm diğer kentlerin anasıydı. Roma yurttaşı, nerede olursa olsun atayurdundaydı. Güvensizlik arttıkça, evrensellik iddi­ ası zorunlu bir seküler nitelikle doldu. Roma, mitin yurttaşlan temin ettiği üzere, güç ve hukuk arasındaki mükemmel dengeyi temsil etti, bu nedenle de banşın yaratıcısı ve garantörüydü. Kesinlikle, neredeyse tamamen pagan olan edebiyatçılar, barışın, hala, kent-tannlanyla gizli bir ittifaka dayandıgı­ nı ileri sürdüler; Romalılar pazarlıkta kendi üzerlerine düşeni yaptıklan sü­ rece, banş, kentin kendisi kadar ölümsüz olacaktı.14 Bununla beraber Hein­ rich Dannenbauer, o zamanlar Roma'nın evrensellik iddiasının öncelikli ola­ rak eski kutsal mitlerin en güçlü yankılara sahip olduğu kitlelerden çok Stoa felsefesini bilen seçkinlere hitap ettigini ileri sürdü: lmparatorlugun birligi ve çözülmezligi kavramı, gerçekten de, en tepede­ ki on bin yüksek memur ve subayın yanı sıra aristokrasiyi ve kenti yöneten zengin-egitimli yurttaşlan cezbetti. Geçmişten duyulan gurur onlara hakim­ di ve Roma'nın artık dünyanın merkezi ve sevgilisi olmayacagı düşüncesi on­ lar için kavranabilir bir şey degildi. Anıtlann ve madeni paralann "Rome Ae­ tema" ve "Aetemitas Imperii" yazıdan onlar için boş formüller degildi . Bu, anavatanın düşüşünü kavrayamayacak ve kavramayacak olan, bununla be­ raber gerçeklige sırtını dönecek olan vatanseverlikten daha fazlasıydı; bu bir inanç, bir dindi . 1 5 (*)

Roma lmparatorlugu'nun imparatorluk muhafızlan ve onlann arasından, onlann destegiyle imparator olan kişiler - ç.n.

13

Gage, Les Classes Sociales, s. 260; Hussey, s. 106.

14

Paschoud, s. 20, 31, 153.

15

Dannenbauer, 1 : 14. 1 75

Seçkinterin inancı sadece, aristokratik çevrelerde doğal bir görev olarak görülmeye devam edilen, makam sahibi olmanın gelenek ve onuru tarafm­ dan ayakta tutulmuyordu. Seçkinterin bir bütün olarak imparatorlukta öz­ deşleşmesi, onun topraklanna dağılmış mülkler üzerindeki maddi çıkarlada ve sürekli, resmi ve özel iş gezilerinden doğan kişisel bağlanmalada güçlü bir biçimde pekiştirildi. Seçkilerin belirli eyaletlerdeki mülklerine çekilmesine, imparatorluğa olan sadakatlerinin gerilemesi eşlik etti. Görünüşe göre bu ge­ rileme, eyaletlerin hukuki özerkliğinin ve nihai olarak 5. yüzyıl Galya'smda­ ki Romalı senatör aristokratlann istikrar beklentisini karşılayacak paralı as­ ker gücünün maliyetini karşılamaya istekli olmasının kaynağıydı. Benzer bir biçimde, çağdaş ve müteakip araşurmacılar, Roma lmparatorlu­ ğu'nun, tabiiyetindekilerin büyük çoğunluğu için kendisine dahil ettiği kent devletlerinin kente dair yoğun özdeşleşmesiyle karşılaştınldığında, banş ve zenginliğin elde edilmesine sahip çıkmasının boyutlanndan etkilendi. "Va­ tanseverlik" Emilienne Demougeot'un incelediği geç dönem Romalı retorik­ çiler tarafından tanımlandığı üzere, "her ne kadar kendisi ulusal yaşamın içe­ riğinin bir sonucu olsa da, bir toprak ya da bir kolektivitenin bağımsızlığın­ dan ziyade diğerlerinden üstün olduğu düşünülen bir kültürün ve bir yaşam tarzının savunulmasını ve onun için bir aşk biçimini nihai olarak varsayar" . 1 6 Üstün bir yaşam tarzı iddiasma dayanan bir kimlik mitinin kınlganlığı, simgeeiliğin nostalji olarak ifade edilen bu tarz bir derin etkisine sabitlen­ mediyse, daha önce tartışıldı. Bu mit, Roma'nın gitgide daha çok yaptığı gi­ bi, sadece o yaşamın imparatorluk siyasi kurumunun kalkanı altmda daha iyi olduğunu ileri sürerse, bir dizi yenilgi, sadakatin altını tamamen oyabilir. Diğer yandan Roma'nınki kadar istikrarlı bir banşm ve refahm elde edilme­ si kendi başına bir nostalji yaratır. Birçok açıdan, Roma'nın evrensel emper­ yalizmini yenilemenin ya da yeniden yaratmanın inatçı arzusu, hala var olan bir endişe olduğu zamanda, imparatorluk siyasi kurumunu savunma istekli­ liğinden daha güçlüydü. 1 7

Islam: Inanç ve imparatorluk kimliği Roma emperyalizminden, Roma'nın Bizans'taki doğal varisieri ya da Hıris­ tiyan Batı'daki sözde mirasçılan yerine, Islam'ın savunduğu özel usule yö­ nelmek tuhaf görünebilir. Bununla beraber burada en az benzeyen olgulann karşılaştınlması tekniği kendini gösterir. Fethedici gücünde, teritoryal bo­ yutlannda ve özgüveninde Islami imparatorluk siyasi kurumlan, en çok Ro16 17 1 76

Dernougeot, s. xiü. Aynca bkz. l.atouche, s. 3 1 ; Steinacker, s. 276; Harnrnond, s. 302, 315; Sto­ roni Mazzolani, s. 190.

Seel, s. 79.

malılan andınr. Diğer yandan Roma'nınki kadar uzak olan mitsel temel, Or­ tadoğu-Helenist gelenekten türeyen uygarlıklar arasında bulunabilir. Tann­ ların düzenini yansıtan dünyevi hiyerarşinin Ortadoğu miti üzerine inşa edi­ len, Roma'nın takip ettiği Helenislik monarşiler, aşamalı olarak seküler bir temelde mitlerini yeniden inşa etti. Islam evrenselciliği, Roma sekülerizmiy­ le Hıristiyan imparatorlukların yakın ilişkisinden doğan müphemliklerin ba­ sitçe kabul etmediği ölçüde, kutsal bir misyon olarak vurguladı. Bu neden­ le Islami imparatorluk, en çıplak karşıtlık içinde, gerilemekte olan bir pagan inancın işlevsiz ayncalıklanyla bezenmiş, maddi başanların seküler dininin geç Roma yorumu yerine, imparatorluk tahakkümü biçimine sokulmuş ev­ rensel bir din imgesini sundu. Islami imparatorluk anlayışı içinde derin muğlaklıklar kesinlikle bulu­ nur ama bunlar Hıristiyan siyasi kurumlannın başına bela olan muğlaklık­ lardan çok farklı bir tarzda doğar. Sıcakkanlı bir yazann yakınlarda belirttiği gibi, Islam, seküler siyasi kurum için hiçbir hazırlık yapmaz: "Islam'da siya­ set ne bir iktidar kavramıdır ne de kendinde iktidardır, ne de (siyasi bir be­ den olarak kavranan) toplum için bir örgütleyici ilke arayışıdır; daha ziyade o ilkel dönemler için saf bir nostaljiye ek olarak savunma adına harekete ge­ çirici bir güçtür. " 1 8 Diğer yandan, bir Müslüman için din, üzerinde düşünülmeye değer tek devindinci güçse de, Ortodoks Sünni Islam'da, terimin sıradan anlamıyla bir teokrasiyi yönlendirmeye muktedir hiçbir yapı yoktur. Bu nedenle Islami ideal, dini yönetim de tahayyül etmemiştir. Muhammed'in halefieri ve inan­ cın başı olarak halifeler, ilk iki yüzyıl, kanun koyucuydu. Birçok temel et­ men, ilk halifelerin bile hakiki teokratlar olarak harekete geçmelerini engel­ ledi. Muhammed'in olduğundan çok daha büyük ölçüde, halifeler çöl fetih gruplarının lideriydi. Onların harekete geçirdiği büyük razzia'lar, beklen­ medik biçimde, uçsuz bucaksız ülkeleri fethetti. Güçlü fetihler sadece Islami öğretiyle uyumlu olduğu için değil, aynı zamanda itaatsiz gayrimüslim siya­ si kurumlarla karşılaşan Müslümanların işine de geldiğinden, yeni rol, yü­ ce dini liderlerle içkin olarak uyumsuz değildi. Ama askeri liderlik, ruhani bir yönetici için biraz da olsa dikkat dağıtıcıydı. Rakipierin iktidarını ele ge­ çirmeye kaçınılmaz olarak dahil olmak, Arap askerler içerisindeki rakip hi­ zipler arasında manevra yapmak ve diğer gruplar üzerinde Arap tahakkümü­ nü sürdürmek erken Islam öğretisiyle uyumlu olsa da, bu uyum şüphelidir. Gerçekten de bu tür etkinlikler imparatorluk yönetiminin çok eski uygula­ malarım çok yakından andınyordu. Halifelerin rol kümesindeki bu tür uyumsuzluklar, Emevi ailesinin Mu­ hammed'in soyundan gelenlerle, kızı Fatma, Ali ve onun oğlu Hüseyin'le ça18

Djalt, s. 129. Karş. Crone, Slaves,

s.

83. 1 77

tışmasında keskin bir biçimde ortaya çıktı. Sırası geldiginde her iki taraf da siyasi amaçlan için kullanma amacıyla yüce otorite iddiasında bulundu. llk Emevi halifesi Muaviye, Suriye Arap hizbinin destegini bu destegi, tipik bir siyasi ödemeyle, Suriye'ye Arabistan'dan göçü durdurup onlann hakimiye­ tinin ömrünü uzatarak edindi. 1 9 Muaviye, öncelikli olarak dini yöntemler­ den ziyade Bizans'a karşı savaşla -bir imparatorluk misyonuyla- yönetimi­ ni meşrulaştınnaya çalıştı. H. A. R. Gibb'in de yazdıgı gibi: "Bununla bera­ ber imparatorluga yönelik tutumunda Emevi Halifeligi, yerel bir halef dev­ letten çok daha fazlasıydı. Siyasasımn iki yüzü, askeri saldınlar ve [madeni para basımı gibi konularda] yönetsel uyum, ilk yüzyıl halifelerinin, Konstan­ tinopolis'te bir imparatorluk hanedanını kurmaktan daha az olmayan gerçek ihtiraslanna açıkça işaret eder."20 Muhammed'in öngördügü iddia edilen "Konstantiniye"yi fethetmek simgeseldi; bunu yaparak evrensel imparator­ luk pelerininde hak iddia etmek lslami misyonun dorugu olacaktı. Bu amaç aşikardı ve simgeler üzerinde rekabet bunun için bir hazırlık oluşturdu: llk halifelerden Suriye valisinin, halifeye "Biz sımrdayız," dedikten sonra şöyle devam ettigi söylenir: "ve Islam'ın saygınlıgına şahit olarak, askeri bir göste­ ride düşmanla boy ölçüşmek istiyorum. "21 Konstantinopolis'teki yenilgilerinin ardından, son Emevi halifeleri yö­ nelimlerini zaten doguya çevinnişti. Onlan tahtan indiren Abbasi haneda­ m, Suriye Arap tahakkümüne son vererek ve genel olarak Arap hakimiye­ tini azaltarak, makamlanm Bagdat'ta kurdu. En önemlisi Abbasilerin Sasa­ ni yönetim modeline yönelmesiydi. Abbasilerin, lslam'a geçmiş ama Sasa­ ni memur ailelerinden gelen Pers damşmanlara ve propagandistlere dayan­ ması çok önemliydi. Persler, lslam'a, "Rum"lann dünya hegemonyasına kar­ şı Sasani mücadelesinin halefi rolünü biçerek, kendi geleneklerinin saygın­ lıgım yükseltecek bir ideoloji inşa etmeye çalıştı. 22 Onlann geliştirdigi yeni mitte, eski Pers geleneklerine uygun olarak, Konstantinopolis'ten çok Mezo­ potamya dünyanın merkezi haline geldi. 23 Roma mitinin kentin ihtişamı sa­ yesinde inandıncılık kazanmasında oldugu gibi, lslam mitinin Mezopotam­ ya versiyonu da Bagdat'ın zenginliginden, nüfusundan ve mimari bezemele­ rinden beslendi. 19

Bilhassa bkz. Shaban, Islamic History, s. 72.

20

Gibb, "Arab-Byzantine Relations", s. 232.

21

Wiet, "L'Empire Neo-Byzantine", s. 66.

22

Shaban, Islamic History, s. 19, 72 ve devamı; Sertold Spuler, "Iran", içinde Von Grunebaum, Unity and Variety, s. 172-179; Hodgson, 1: 282, 348-350; Haussig, s. 203.

23

Von Grunebaum, Medieval Islam, s. 33; Miquel, La Gtographie Humaine, s. 99. Elbette Arabis­ tan'ın Kutsal Kentlerinin merkezi rolü vurgulanmaya devam etti. Dahasıjacob Lassner'in (s. 170 ve devamı) vurguladıgı gibi dogrudan Sasani etkileri çogıı zaman abartıldı. Ama Lassner merkezi yönetimin bir simgesi olarak Bagdat'ın önemine tamamen kaulır (a.g.e., s. 244 ve devamı) .

1 78

Yeni mit, Ahamenişler tarafından asimile edilen ve Sasanilere aktarılan Helenistik dönem öncesi Ortadoğu biçimlerine doğru temel bir dönüşü ce­ saretlendirdi. Bu tür bir modelin yönetim, din ve dil üzerindeki etkisi, son­ raki bölümlerde ortaya konacağı gibi, lslll.mi etnik düzenleme için fazlasıyla önemliydi. Burada yönetim tarzlarının üzerinde olduğu kadar mitin kendisi üzerindeki etkisini de vurgulamak önemlidir. Askeri lider ya da kabile lideri olarak kalmak yerine halife (sık sık "Yüce lslllmi" diye adlandınlabilecek bir biçimde) uzakta bir despot haline geldi. Kılık değiştirerek Bağdat sokakla­ rında gezinen iyi Halife Harun Reşid'in efsanesi, mitin her şeyi bilen hayırse­ ver unsurunu gözler önüne serer. Çoğu zaman ise yönetici, kadim Mezopo­ tamya'nın debdebesinin teçhizatlanyla çevretenmiş olarak, sarayının mahre­ miyetinde iktidarını uygular. Kısa bir süre sonra iktidarlarını bir ölçüde yeniden kazansalar da 195 yıl­ lık yönetimlerinden sonra, Abbasi halifelerinin yerini, de facto Şii Buyi hane­ danı aldı. 10. ve l l . yüzyıllarda halife unvanında hak iddia edenler, özellikle Mısır'daki güçlü Şii Flltımi hanedanı, Afrika'da ortaya çıktı. Halifenin Mekke bölgesinin Kureyş Aşireti'nden gelmesi gerekliliğine duyulan kalıcı saygının yanı sıra eski görkemierinin anısı Abbasilerin resmi yönetimini altı yüzyıl daha uzattı. Herkes halifenin lslllm'ı koruma görevinin olduğunu ve gerek­ tiğinde yüce yargıç olarak edirnde bulunduğunu kabul etti. Alimler (ulema) yöneticilerin bile yasalan yaratamayacağını ya da feshedemeyeceğini savun­ sa da, zorunluluğun çağrısı halifeleri ve diğer Müslüman yöneticileri mutlak otoritelerini korumak için sert, keyfi cezalara hükmetıneye yöneltti.24 Mars­ hall Hodgson'un yazdığı gibi, Abbasi halifeleri, kuramsal olarak Allah'ın ve­ killiği makamını reddetseler de, Sasani Mezopotamya'sının "Tanrı'nın yeryü­ zündeki gölgesi" rolünü gerçekten de üstlendiler.25 Abbasi hanedanının daha sonraki tarihi, öncelikle lslllm'da evrensel meş­ ruiyet için nostaljinin bir göstergesi olarak ilginçtir. lki buçuk yüzyıl bo­ yunca Abbasilerin soyundan gelen meşru farz edilenler Kahire'deki Mem­ lük yöneticilerinin gemi asianı olarak ve ardından, kısa bir süre için, Osman­ lı koruması altında hayatta kaldı. Daha sonra unvan, Osmanlı sultanlannın "padişah"a "halife" unvanını ekledikleri, görünüşe göre son Abbasi'nin hali­ feliği onlara miras bıraktığı efsanesini icat ettikleri 19. yüzyılın sonuna dek sürüncemede kaldı. Bu ayrıntılar esas olarak, lslllmi fetihlerin uzağa fırlattığı kadar geniş bir 24

Schacht, "Zur soziologischen Betrachtung", s. 227 ve devamı; Gardet, s. 165 ve devamı; D. ve ]. Sourdel, La Civilisation de I'Islam, s. 370 ve devamı; D. Sourdel, Le Vizirat, 2: 647 ve devamı.

25

Hodgson, 1: 347. Aynca bkz. Miquel, La Geographie Humaine, s. 261 , 269, 309; Miquel, L'lslam et Sa Civilisation, s. 9; Marçais, Manuel de I'Art Musulman, 2: 469; Becker, "Bartholds Studien", s. 351 ve devamı, 358, 363; Wiet, L'Egypte, s. 437; Eickhoff, s. 291 ; Anwar G. Chejne, "Islami­ cization and Arabicization in Al-Andalus" , Vryonis, Islam and Cultural Change içinde, s. 72. 1 79

alandaki olayların, dinin evrensellik iddiasına denk olabilecek tamamen se­ küler bir otoriteyi sürdürmeye izin vermemesini göstermek için ilginçtir. tık Emevi halifeleri bile, Arap fetih ordulannın tek iktidar kaynagını temsil et­ tigi bir zamanda, İberya gibi çeperdeki alanlarda geçici sadakatten daha faz­ lasını elde edemediler. Tamamen karasal rotalara dayanılarak, -tek bir İslam donanması, hiçbir zaman, hem Dogu hem de Batı Akdeniz'e hükmetmedi­ İslami imparatorluk, Roma İmparatorlugu'yla karşılaştınldıgında bile, ola­ naksız bir denetim görevine sahipti. Burada, aşikardır ki, teknolojik ve ik­ tisadi kısıtlılıklann, imparatorluk yönetiminin ufkuna sınırlamalar koydu­ gu bir durum bulunur. Evrenseki mitin muglaklıklan da sorun çıkanr. Or­ todoks İslami ögreti bile, ısrarcı dinamik çatışmaların çözümü için, hiçbir tanımlayıcı düzenleme yapmadı. Halife siyasi otoritenin oldugu kadar dini otoritenin de meşru kaynagıydı ama hiçbir zaman tek kaynak olarak görül­ medi. Sorun, halife dışındaki de facto bir yöneticinin, meşru olarak ne kadar iktidar uygulayabilecegini yetkin bir biçimde tanımlamaktı. Halifelik unvanının hak iddialarının ya da onun tarafından yapılan res­ mi atamaların dışında, Müslüman yöneticiler birçok meşrulaştırıcı araca başvurdu. Üçüncü Bölüm'de tartışılan gazi rolü öncelikli altematifti çün­ kü güçlü bir yönetici, kafirlerle savaşmak için bir zorunluluktu ama aynı zamanda dinamik savaşçıları da kendine çekti. Dini diriliş (mehdilik iddia­ sı) , benzer nedenlerden dolayı İslami tarih boyunca önemliydi. Sünni ku­ ramlanyla uyumsuz olan Şii iddiası, binyılcı dini diriliş temelinde (Yedin­ ci Bölüm'de tartışıldıgı üzere) meşruluk için daha aşırı bir taleptir. F1itımi­ ler ve Memlükler tarafından benzer bir biçimde öne sürülen özel hak iddi­ ası, Arap Kutsal Kentlerinin savunucusu rolü üzerine temelleniyordu. Tu­ nus'ta, Hafsiler gibi, bazı hanedanlar şerifleri (Muhammed'in soyundan ge­ lenleri) Mekke'nin emin (yöneticisi) olarak atama yoluna gitti.26 Diger ha­ nedanlar, özellikle Fas'takiler, şerif olabilmek için soykütüksel iddialar öne sürdü. Cengizi meşruluk iddiaları, ister Sünni ister Şii olsun, Müslüman or­ todoksisiyle uyumsuz olsa da, 14. ve 1 5 . yüzyıllar boyunca Asya'da gerçek bir güçtü. Meşru otorite için kesişen iddiaların çoklugu, Bagdat halifeliginin çökü­ şünden sonra, bunları düzenieyecek herhangi bir merkezi otoritenin güç­ süzlügüyle birleştirildiginde, Müslüman rejimleri, 'Tanrı'nın İnayeti" ku­ ramının aşın bir versiyonuna başvurmaya yöneltti. l l . yüzyıla dogru Müs­ lüman alimler sadece bir halifenin emirlerinin yerine geçsin diye degil, aynı zamanda genel olarak de facto bir otoriteyi meşrulaştırmak için de "zorun­ luluk kanunu"nu kabul etti. Halifenin iktidan gerilerken, kökeninde askeri güç kullanarak iktidara gelen gaspçılar, çogu zaman "tanrı tarafından kut26 1 80

Wiet, L'Egypte, s. 437.

sanmış" olarak görüldü.27 "Tann tarafından kutsanmış" ifadesi, Avrupa'da­ ki Dei gratia'nın (Tann'nın lnayeti) dengiydi; ifadenin kökenleri, kişisel aşa­ ğılanma ve adanma ifade ettiği M.Ö. 5. binyıl Ortadoğusu'na kadar geriye gider.28 Aşamalı olarak Tann'nın lnayeti kavramı, yöneticinin Şeriat'a uy­ gun olarak düzeni sürdürmeyi, dine yardım etmeyi ve cihad'ı desteklerneyi gerektirecek şekilde aynntılandınldı. Bunlan yaparsa, Dar ül-lslam'ın sade­ ce bir kısmını yönetse dahi, tüm iyi Müslümaniann itaat etmeye mecbur ol­ duğu meşru bir otorite olarak sayılır. Sonuç olarak, Abbasi halifeleri tarafın­ dan benimsenen, tannsal düzene paralel dünyevi düzenin Mezopotamya mi­ ti, herhangi bir güçlü, istikrarlı yöneticiye uygulandı - "kendi topraklannda halife" bir Osmanlı vezir'inin (bakan) 16. yüzyılda dile getirdiği gibi: "Pey­ gamber 'Sultan, tüm günahkarlann ona sığındığı Allah'ın yer}rüzündeki göl­ gesidir,' dedi. Aynca (. . . ) 'sizi yönetmesi için bir Habeş köleyi tayin etse bile Sultan'a itaat edin,' de dedi. "29 Tann'nın lnayeti kuramma başvurmak, makul ölçülerde lslam hukuku­ na göre yönetilen bir bölgenin sakinlerinin itaat etme sorununu çözdü. Da­ ha geniş bir bakış açısından ise "çözüm" üç ek sorun ortaya çıkardı. Birinci­ si, dini ve seküler otoritenin aynlamazlığı üzerindeki ısrar, Müslüman olma­ yan siyasi kurumlarla sınır ilişkilerini karmaşıklaştırdı. Bu hususta en ünlü tarihi uğrak Küçük Kaynarca Andaşması'dır ( 1 774) . Rus delegeciler, Kınm Hanlığı'nın sultana tabiiyetini sürdürmek konusundaki ısrannı keşfedinceye kadar, Osmanlı'nın Kınm Hanlığı üzerindeki egemenliğini reddettiğini var­ saydı. "Allah'a şükürler olsun hepimiz, Müslümaniann Hükümdan ve Yüce Halifesi, Osmanlı Kapısının Imparatoru'yla aynı dinden ve Müslüman huku­ kundan Tatarız. Dinimiz ve hukukumuz gereğince bu özgürlükten [antlaş­ mada garanti altına alınan Osmanlılardan] feragat etmemiz uygun olur. "30 Sonuç olarak, Üçüncü Bölüm'de dikkat çekildiği üzere, Kınm, öfkeli Ruslar basitçe onu ilhak ettiğinden dolayı, lslam için tamamen yitirildi. Tann'nın lnayeti kuramının hakim olduğu her yerde var olan ikinci bir sorun, bir asinin tahtı gasp etme hakkını elde edip etmediğinin nasıl belir­ leneceği ve otoritesinin hangi noktada dini itaati emretmeye yetecek kadar kurumsallaşmış olduğudur. Üçüncü sorun, Hıristiyanlığa göre İslam'da da­ ha şiddetlidir: Tann'nın lnayeti kurarncılan bile bu tarz ayn siyasi kurumla­ nn, meşruiyetten yararlandığını kabul eder. Diğer yandan, Dar ül-lslam için­ de bölünme için hiçbir meşru temel yoktur; herhangi bir Müslüman hüküm­ dar hakimiyetini herhangi bir Müslüman siyasi kurum ya da tüm diğer Müs27

Gardet, s. 179.

28

"Tann'nın lnayeti" ifadesi üzerine bkz. Kem, Gottesgnadentum und Widerstandsrecht, s. 257.

29

Alıntılandıgı yer Gibb, "Lutfi Paşa", s. 290. Karş. Hodgson, 2: 453.

30

Nolde, 2: 1 17. 181

lüman siyasi kurumlar üzerinde genişletmenin yollarını arayabilir.31 Şura­ sı kesindir ki, ulema sık sık bu tür kardeş kavgalanndan kaçınmanın yolla­ rını aradı. Bununla beraber Osmanlı uleması, hükümdarlannı, kötücül ikti­ dar gaspçısı Timurlenk'e karşı savaşmaya kışkırttı. Bir yüzyıl sonra tran'daki lsfahan Kenti'nden bir Sünni molla, "Halife'nin Tahtının Kralı" olarak sulta­ nı, Sünni Memlük rejimi yerine Şiilere karşı savaşa devam etmeye teşvik et­ ti. Diğer yandan, 18. yüzyılda, bazı Osmanlı kadı'ları (yargıç) Şii dinsizler ta­ rafından yönetiise bile tran'ın eyaletlerinin ele geçirilmesini kınadı. 32 Yüzyıl­ lar boyunca, bu tür çelişen ahlaki tavsiyelerle karşı karşıya kalan iktidar yö­ nelimli, acımasız bir hanedandan beklenebileceği üzere, Osmanlılar, yapa­ bildikleri kadar bu türden Müslüman siyasi kurumlan ele geçirmeye devam ettiler. Onlar Memlük İmparatorluğu'nu yuttuktan sonra, tran topraklarını çiğnemeye geri döndü. Orta Asya bozkır göçebelerinin Müslüman dünyasını istilası, imparator­ luk kurumunun İslami anlayışına içsel olan karşıtlıklan daha da kötüleştir­ di. tkinci Bölüm'de tartışıldığı üzere, Türki gruplar hakim olduklan her yer­ de, yönetme hakkına olan güçlü geleneksel inançlarını sürdürdüler. Arap si­ yasi kurumlarının kurumsallaştırılmasında Türki paralı askerlerin bir fail olarak erken başarıları, bu özgüveni büyük ölçüde arttırdı. Yine de l l . yüz­ yılın en önde gelen Türki fatihleri, Selçuklular, standart İslami meşrulaştı­ ncı mitleri kabul etti. Şaşırtıcı olmayan bir biçimde, bu bağı kolaylaştıra­ cak bir hadis keşfedildi: "Benim [Allah'ın sözcüsü olarak, Muhammed be­ yan etti] Türk olarak adlandırdığım Doğu'da bir ordum var, gazabıını ateş­ Ieyecek tüm halklara karşı onları görevlendirdim." Türklerin 19. yüzyıldaki düşmanlannın ağzından, onlara "küçük gözlü, kırmızı yüzlü ve düz burun­ lu Türklerin yüzleri* birbirinin üzerine kirişlerle tutturolmuş gibi kalkanlar gibidir" şeklinde gönderme yapan karşıt bir hadis'in ortaya çıkması eşit de­ recede şaşırtıcı değildir.33 13. yüzyıla dek, İslami imparatorluk miti üzerinde birincil Türki etki, Tanrı'nın lnayeti anlayışı altında bekleyen faydacılığın ve acımasızlığın belirli bir şekilde zenginleşmesi ve cihad oranının artması gibi görünür. Ama dönemin Mağrip'indeki fanatik Müslüman rejimler (özellik­ le Muvahhidler) arasında, birbirinden bağımsız olarak her iki eğilimin de or­ taya çıkmış olması nedeniyle, İslami meşrulaştıncı mite eşlik eden sorunla­ rın her yerdeki iç çatışmalan yükseltıneye eğilimli olduğu sonucuna vanla31

Von Grunebaum, Modem Islam, s. 206.

32

Wittek, The Rise of the Ottoman Empire, s. 48; Becker, "Bartholds Studien", s. 390; Shay, s. 92 ve devamı.

( *)

33 1 82

"Onlann yüzleri (yuvarlak ve) enli, gözleri (çekik ve) küçük, çehreleri sanki üzeri deriyle kap­ lanmış kalkanlar gibidirler" - ç.n. Von Grunebaum, Medieval Islam, s. 1 13; Turan, "The Ideal", s. 83.

bilir. Gerçekten de bu sarmal, Müslüman-Hıristiyan sınır çatışmalannı art­ tıran sarmalı andınr ve her iki sarmal da İslam'ın göçebe geçmişinden nihai olarak türemiş gibi görünür. lstikrarsızlıgın ve acımasızlıgın Mogol istilalannı izleyen artışı, Kuzey Af­ rika gibi alanlarda ardışık göçebe rejimlerden daganlar için, farklı ölçeklerde sorunlar ortaya koydu. Cengiz Han'ın olaganüstü askeri ve siyasi becerileri, bozkır kabilelerinin muazzam fetih gruplanna katılmaya hazır oldugu tari­ hin bir ugragını kavramasına izin verdi. Bu gruplarla doldurdugu yogun öz­ güven, Attila'dan bu yana bozkır liderlerinin başanlannı andırdı. Modem bir Türk tarihçi, Orta Asyalılar arasındaki evrensel hakimiyet kavramının, Tan­ n'nın Türk'ü, mavi gök ve kara toprak arasındaki her şeyi devralması için ya­ rattıgı Şamanist inançtan türedigini ileri sürer.34 Diger akademisyenler tran ve Roma'nın evrensel hakimiyet nosyonunu saglamış olabilecegine inanır. Nesturi Hıristiyan Uygur yüce mahkeme kitabeleri esasında Cengiz Han'ın ideolojisini, eger icat etmedilerse, formüle etmiştir ve bu dikkate degerdir. Kadim Ortadogu Krallıklannın Suriye-Arap göçebe-çobanlanndan devşir­ digi formül olan "Dünyanın Dört Kısmının Yönetimi" , Orta Asya fatihleri­ nin iddia ettigi Dünyanın Dört Yönü'ne çarpıcı bir biçimde benzemektedir.35 Yine de, sonraki formül, en azından ilk bakışta, Çin'den elde edilmiş gi­ bi görünür. Neredeyse tüm akademik otoriteler, Mogol mitini kesin bir bi­ çimde biçimlendirmenin muazzam saygınlıgının yakınlardaki Çin yerleşik uygarlıgına ait oldugu konusunda hemfikirdir. Bertold Spuler'e göre, Cen­ giz'in "ilk arzusu, başarisının onun kişiliginde cisimleştirdigi iktidara, yasal bir zemin vermek"ti. O uygun formülü şu sloganda buldu: "gökte tek güneş, dünya üzerinde tek efendi. "36 Marea Po lo, Cengiz'in haleflerinin, "yüce Tan­ n'nın gücü ve imparatorlugumuza verdigi yüce inayeti aracılıgıyla, hanın adı kutsansın ve ona itaat etmeyen herkes ölsün ya da ortadan kaybolsun"37 şek­ linde ilan ettiklerini belirtti. Bu formüllerin, Müslüman ve Hıristiyan Tan­ n'nın lnayeti kuramlanyla akrabalıgı aşikardır. Bununla beraber lslam'a ge­ çen Mogol yöneticiler için bile Çin, hanedanın en büyük başarısı olarak kal­ dı. Çin'in yöneticisi Yüce Han, otokratik evrensel imparatorlugun kurucu­ su olarak Cengiz kültünü geliştirdi. Kubilay Han, Cengiz'i anmak için pasto­ ral bir döngüyle ilişkili sabit bir gün belirledi, bu uygulama Müslüman tak­ vimiyle uyumsuzdu ama Çin'in tanm döngüsüne uydu. 38 Cengiz'in çadınna 34

Turan, "The Ideal", s. 78.

35

Kirsten, s. 35.

36

Spuler, The Muslim World, 2: 4, 5.

37

Alınulandıgı yer Commeaux, s. 126.

38

N. E Shastina, "Obraz Chingiskhana v Srednevekhovoi Literature Mongolov" , Tikhvinsky için­ de, s. 477. Çagataylar ve tlhanlar tarafından Çin tarz ve unvanlannın sürdürülmesi üzerine karş. Franke, s. 104. 1 83

ve onun altın bir piramirlin içindeki kalıntılanna tapmak Çinli hanın hima­ yesinde kurumsallaştı. 15. yüzyılda, Çin'deki Mogol yönetimi bir sona yak­ laşırken, Budist rahipler Cengiz kültünün koruyucusu haline geldi.39 Yöne­ ticinin çadınnın önüne yerleştirilen mızraklar ve flamalar simgeciligini kul­ lanarak Budist Kalmuk Mogollan Cengiz mitini Volga'ya dek taşıdı.40 Budist meşrulaştırma hem Çin'deki 1 7 . yüzyıl Mançu Hanedam'nın evreni yönet­ me misyonunu gerçekleştirecegine inanan Mogollar, hem de rakip bir im­ paratorluk kurmaya çalışan Çungar Mogollan için aşın derecede önemliydi. Şüphesiz, Cengiz'in Çin evrensel mitini uyarlaması, kendi hanedanının iddialannı meşrulaştırmak için tasarlanmıştı. Bu iddialar Geblütsrecht üze­ rine özel bir biçimde, bozkır gruplan arasında olagan olan bir tarzda belirli bir soyun ("Altın Kabile"nin) takdis edilmesi üzerine temellendi. Cengiz'in, Mogol geleneksel hukuku üzerine temellenen "Yüce Yasası" , Altın Kabile içindeki mutlak iktidar tekelini kutsamak için tasarlandı. Tüm Moğol fetih­ leri onun mülkiyeti, ya da yurt'u olarak görüldü. Onun varisieri imparator­ luğun dört bir tarafına ayn ayn atansa da, Yasa, birligi sürdürmelerini, Altın Kabile üyelerini öldürmekten kaçınmalannı ve göçebe gelenekleri, özellikle onlara askeri üstünlük sağlayan okçulukta yaşam boyu pratiği korumalannı öğütledi. O günün yüce yöneticisi, Altın Kabile erkeklerinin arasından, da­ ha az güçlü kabile üyelerinin, hatta yerleşik müttefiklerin büyük meclisince belirlenecekti. Uygulamada, kabilenin Çin kolu saf bir sözde hakimiyet elde ederken, imparatorluğun çeşitli kısımlan bağımsız krallıklarca yönetildi.41 Altın Kabile'nin dogrudan soyundan gelenler tarihsel olarak önemlidir. tran'daki llhanlılar (ya da Hülagüler) , muhtemelen feodal serfliğin bir tak­ lidinden ziyade göçebe kabile üyelerinin askeri birimlerine zorunlu bağlılı­ gının bir sonucu olarak, lslam dünyasında köylülerin topraga resmi olarak bagtanmasının fitilini ateşledi. Pers bakanlannın tavsiyelerini izleyerek 11hanlı yöneticileri, padişah unvanı ve Sasani ve Abbasi mirası üzerinde hak iddia etti. Karadeniz-Orta Asya bozkırlannın Altınordu Hanlıgı da lslam'ı ve onun bazı meşrulaştırma tarzlannı benimsedi. Cengiz'in halefierinin en çar­ pıcı iddiası çok dogrudan değildi. Timurlenk, Cengiz'inkinden daha az yay­ gın fetih kariyerine, Cengiz'in ölümünden bir yüzyıl sonra başladı. Timur­ lenk'in, Cengiz'in soyundan olma iddiası aşın derece zayıftı ama o kısmen, özgün Mogol fetih grubunun bir parçası olan, pagan Çağatay Türk kabHelere güveniyordu. Aşın biçimde dehşet saçması, yerleşik nüfusu yerinden etmesi ve aynı soydan Müslüman prensiere saldırması, muhtemelen, onun Cengizi modele sadakati gibi, izleyicilerinin modele eğilimiyle ilişkiliydi. Yeni kabi39 40 41 1 84

Courant, s. 126; Vladimirtsov, Le Regime Social, Palmov, s. 35, 42.

s.

242.

Ayalon, s. 177; Gurliand, s. 14, 40 ve devamı; Woods, s. 17.

lelerin hiyerarşi içinde yükselme arzusu, göçebelerin fetih için olagan açlıgı­ na eklendiginde, kesintisiz savaşı sürdürmek için tüm Cengizi bozkır yöne­ ticilerine güçlü bir dürtü sagladı.42 Timurlenk hem Tann'nın Inayeti kura­ mını hem de püriten mehdi temasını -beyan ettigi diger rejimler, Islam'a kar­ şı ilgisizdi- meşrulaştıncı olarak kullandı.43 Diger yandan Mısır Memlüklerinin Cengizi mite ilgisi, bunun etkisinin ne kadar ikircikli olabilecegini gösterir. Osmanlı Yeniçerilerinden önce, Islam dünyasında yaygın olan köle ordulannın içinde en öne çıkanlar Memlükler­ den oluşuyordu. Onlann en büyük yöneticisi Sultan Baybars, Memlüklerin özel yasası olarak Yüce Yasa'yı yürürlüge koydu. Memlük imparatorluk miti­ nin esas unsurlan, 14. yüzyılın sonunda, askere alma alanındaki şiddetli bir degişimden dolayı hayatta kaldı. O zamandan sonra, sözde köleler (çogu za­ man taHlılerinin peşinden gitmeleri için aileleri tarafından gönderilen genç erkekler) , Kafkas daglılannın arasından askere alındı. "Çerkez" Memlükler, Türk dilini gizli dil olarak tuttu, yerleşik hayatianna ragmen göçebe savaş­ çı kökenierinin simgesi olarak çadır camiyi kullandı ve kımız (mayalanmış kısrak sütü) içmek gibi göçebe geleneklerini seçti.44 Yine de mitlerinin esas meşrulaştıncı unsuru, Mısır, Suriye ve Kutsal Kentleri, Mogollara ve Haçlıla­ ra karşı korunıaktı. Sultan Baybars'ın Suriye'deki Mogol ordulan üzerindeki zaferinden sonra Islam şairleri, Memlükleri Islam'ın birincil koruyucusu ola­ rak andı.45 Bununla beraber Memlükler, Cengizi Altın Ordu'yla, Ortadogu ik­ tidar dengesinin bir parçası olarak, baglannı sürdürdü. 13. yüzyıl sonu ve 14. yüzyıl başı boyunca yöneticilerinin onayı, Memlüklerin Kıpçaklan orduya al­ masında önemliydi. Karşılıgtnda Altın Ordu, Memlüklerden, halifenin koru­ yuculan olarak, cihad'ın yüce simgesini, Abbasilerin Siyah Sancagtnı istedi.46 Memlük imparatorluk miti kadar ilginç ve istikrarlı olan, onun tabi du­ rumda Mısırlılann etnik kimligi üzerinde pek az uzun ömürlü etki bırakma­ sıydı. Aynı yargı, neredeyse tüm Müslüman imparatorluk siyasi kurumlan için geçerlidir. Onlar ya daha geniş Arap ya da Türk kimliginin bir parçasıdır ya da bu siyasi kurumlar (Altın Ordu ve Endülüs Imparatorluklan gibi) kısa ömürlüdür. En fazla ileri sürülebilecek olan iyi tanımlanmış cografi alandaki Memlükler ve daha sonra Fas'taki rejimler gibi siyasi kurumlann, gelecekte­ ki bölgesel kimlik için bazı temeller oluşturmuş olabilecegidir. Mısır'ın cog42

I. S. Petrushevsky, "Pokhod Mongolskikh Voisk v Srednyuyu Aziyu", Tikhvinsky içinde, s. 1 18- 1 2 1 , 131-132; E. Werner, s. 1 70.

43

Grousset, s. 513; ). Aubin, "Comment Tamerlan Prenait les Villes" , s. 86.

44

Grousset, s. 437; Abu-Lughod, s. 3 1 ; Ayalon, s. 128-138; Poliak, "Le Caractere Colonial" , s. 232 ve devamı.

45

Sivan, s. 1 77.

46

Ayalon, s. 138; Poliak, "Le Caractere Colonial", s. 233. Siyah Sancak'ın mitik kökleri için bkz. Lassner, s. 28. 1 85

rafi aynlık ve birlik kavramlan, lslam öncesinde de güçlü (yani, bu tür kav­ ramlar, Arapçılığın merkezi olarak Mısır fikriyle iç içe geçmeden önce) ve Fas siyasi kurumu hala kınlgan olmasına rağmen, bu tür dolaylı etkiler so­ runludur. Perstilerin imparatorluk geçmişleriyle özel ilişkisi, Osmanlı Türk­ leri üzerindeki -yabancı hudut belirleme unsuru olarak- etkileriyle birlikte, Yedinci Bölüm'de daha aynntılı olarak incelenmeyi gerektirecek. Üçüncü Bölüm'de ileri sürüldüğü gibi, Osmanlı'nın meşrulaştıncı miti çok karmaşıktı. Gazi ve göçebe unsurlannın dışında, Osmanlılar, ulema tarafın­ dan vurgulanan yüce lslami mite asgari bir uyum göstermekte dikkatliydi. Bu nedenle Arnold Toynbee gibi akademisyenlerin, Osmanlı lmparatorlu­ gu'nun, "Bizans uluslar ailesinin" "evrensel devleti" oldugu görüşünü onay­ lamak güçtür. Çaresiz bir biçimde fatihleriyle bir uzlaşmaya varmaya çalış­ makta olan Grekler, elbette, bu tür bir vargıyı teşvik etmek isteyecektir. Ön­ de gelen bir Bizans uzmanı, Fatih Sultan Mehmed'i, Konstantinopolis'in tah­ tına tann tarafından çağnlan "Romalılann hakiki Imparatoru" olarak nite­ lendirdi.47 19. yüzyılın sonuna dek Müslüman yazarlar bu duygulara karşı­ lık verdi. Örneğin Halil Ganem, "hakikaten yüce bir karaktere ve yüksek ah­ laka sahip oldugu inkar edilemeyecek olan lslam dini, Dogu ve Batı arasın­ da keskin bir aynm hattı, Süleyman'ın [ 16. yüzyıl sultanı] Macaristan'ın taç giymiş kralı olarak ve (. . . ) Avrupa güçleriyle sıkı bir ittifakla (. . . ) yıkmaya ça­ lıştığı, ama ulema'nın yönettiği fanatik hizip tarafından, kısa sürede, yeniden dikilen, bir tür Çin Seddi oluşturdu"48 diye yazdı. Diğer yandan daha yakın geçmişin Türk tarihçileri, bir Alman sanat tarihçisinin dikkat çektiği gibi, Bizans lmparatorlugu'nun mimari mirasının etkilerini bile küçümsedi; ama imparatorlugun görsel bir simgesi olarak Osmanlı camileri Ayasofya tarzının tek gerçek devamını oluşturdu.49 Edebi düzeyde, Osmanlılar, elbette Bizans başkentini elde tutup özgül mitsel saray formüllerini reddetti.

Hıristiyanlık ve imparatorluk siyasi kurumu: Doğu uzlaşması Bizans'ın, Müslüman imparatorluk anlayışıyla ilişkisi, Doğu Hıristiyanla­ nnın imparatorluk mitiyle uzlaşması üzerine değerlendirmelere geri dön­ menin bir nedenini akla getirir. Kendine özgü Batılı, Hıristiyan imparator47

Vacalopoulos, s. 257.

48

Ganem, 1 : 201 .

49

Hanson, Bachteler içinde, s . 262. Aynı konuya Charles (s. 321-344) da degindi. Hanson'ın eleş­ tirdigi çalışmalann bir örnegi için bkz. Aga-Oglu, s. 183 ve devamı. Onlann ilişkisinin nasıl tar­ tışılabilecegini görmek Ayasofya ve Osmanlı imparatorluk camilerinde epey bir zaman geçiren ve onlann planlannı irdelemek ve onlan fotograflamak için daha da fazla zaman harcayan be­ nim gibi ehil olmayan biri için bu güçtür.

1 86

luk anlayışını çözümlemeden önce bu ilişkiyi incelemenin daha da cezbedici bir nedeni vardır. Bizans Roma'ydı. O sadece Roma seküler evrensekiliginin bir mirasçısı degildi; birçok akademisyenin kabul ettigi üzere, Hıristiyanlı­ gm başlangıcı, Roma'dan Akdeniz dünyasını yöneten imparatorlukta onun Konstantinopolis'teki devamı arasındaki belli başlı tek aynmdı. Başkentin ve yönetsel aygıtın degişimi bu nedenle, Altıncı Bölüm'de ortaya konulaca­ gı üzere, önemlidir. Mitsel uyarlama sadece onun Roma üzerindeki etkisin­ den dolayı degil, aynı zamanda imparatorlukta diger Hıristiyan uzlaşmalan­ nın başlangıç noktası olarak hayati önemi haizdir. Hıristiyan dini evrensel oldugu iddiasında bulundugundan, Roma lmpa­ ratorlugu'nun evrenseki görünümüyle uzlaşmak en kolay olandı. Hıristi­ yanlık muzaffer olmadan önce bile, Roma lmparatorlugu'nun evrensekiligi, Hıristiyanlık ögretisinin yayılması için yazgısal bir düzenleme olarak görül­ dü. Konstantinopolis'ten sonra, tarih için tannsal tasannın temel bir parçası ve nihai Hıristiyan ekümenikligin müjdecisi olarak imparatorluk, Tann'nın seçilmiş banş hükümdarlıgı haline geldi. 50 Evrensel misyon için bu tür bir mutlak ısrar, Bizans'ın Helenizasyonu ve Batı Kilisesi'yle ilişkisi için bir so­ run teşkil etti. Misyon algısı da agır, olasılıkla da hayati jeopolitik bir sorun oluşturdu . Evrensellik iddiasını sürdürmek için Bizans Roma'yı ve Batı'yı (772'ye dek yaptıgı gibi, en azından hukuki olarak)51 yönetmek zorundaydı. Bu görev, imparatorluk Hıristiyan olduktan sonra, onun gücünü aştı, çün­ kü Germen istilalan telafisi olanaksız bir biçimde batı eyaletlerini parçaladı. I. Jüstinyen, bu nedenle, tüm yitirilmiş topraklan "her iki Okyanus'un sınır­ Ianna dek" yeniden kazanmayı amaçladı.52 Sözde, Güney lberya'daki bir At­ lantik kıyı şeridini yeniden fethederek başanlı oldu ama imparatorluk kay­ naklannı adeta tüketti. Bununla beraber, jüstinyen'in, Bizans'ın bir felaketin eşiginde oldugu 1 155'e dek, halefleri, İtalya'yı ve muhtemelen Batı'daki daha uzak topraklan yeniden ele geçirmeye çalışmakta ısrar etti. 53 Bizans evrensekilik miti, samimi Hıristiyanlar için belirli bir sorun teşkil etmedi. 5. yüzyıl boyunca, Aziz Augustinus ve jerome tarafından ikna edici bir biçimde dile getirilen en derin ruhani şüpheler, burada ele alınamaz. Et­ nisiteyle ilgili kalıcı bir sorun Hıristiyanlık ve özgül bir seküler düzenle olan özdeşleşmeydi. lmparatorlugun sadece evrensel bir misyonu yoktur; impa­ ratorlugun içinde ya da belirli bir imparatorluktan olmak Hıristiyan ve uygar­ Iaşmış olmakla denkleştirildi. lmparatordan ayrılmak affedilemez bir günah­ tı. Sonuç olarak mit, özellikle Germen gruplanna karşı nefretiyle Bizans nü50

Dolger, Byzanz. s. 80. Aynca bkz. Lechner, s. 303; Schenk von Stauffenberg, s. 113.

51

Heldınann, s. 189.

52

Stroheker, s. 207 ve devamı.

53

Ahrweiler, s. 10, 23 1 ve devamı, 252; Ostrogorsky, s. 342. 1 87

fusuna güçlü bir yabancı düşmanlığı sağladı. Bu nefret gruplar arası evlilik­ lere ölüm cezası ve nihai olarak da Konstantinopolis'te, 400'de, Germen des­ tek güçlerinin şok edici katliamını beraberinde getirdi. Bir Alman yazar Kont Alexander Schenk von Stauffenberg, bu aşın Tötonizm karşıtlığını, Konstan­ tin'in Hıristiyan evrenselciliğini tersine çevirmeye çalışan gizli bir pagan ide­ olojisi olarak yorumlar. En azından görünüşte Hıristiyan olan yazarlar, Ger­ men halkını paganlardan daha kötü hayvanlar olarak betimledi. 54 Bu tür bir hoşnutsuzluğu Aryan sapkınlığı karşısındaki Ortodoks Hıristiyan dehşetin­ den ayırmak güçtür. Batı Kilisesi'nin Romalı ve Germen unsurlan uzlaştır­ ma siyasasının habercisi olan Galyalı bir piskopos, Germenlerin, Romalılar tarafından kabul edilmelerinden önce Ortodoks olmalan gerektiğinde ısrar etti.55 Yine de Doğu'daki, haydut lsaurlalar sadık imparatorluk hizmetkarla­ n ve nihai olarak da imparatorlar olarak kabul edildi çünkü onlar imparator­ luğun içine yerleşmişti. Aksine Hıristiyan yazarlar, tüm Germenik unsurla­ nn Tuna'nın ötesine doğru kovuşturulmasını istedi. Bu tür olgulan eküme­ niklikle bağdaştırmak güçtü. 56 Imparatorluğun sınırlan dışında yaşayan Ortodoks Hıristiyanlann, Tan­ n'nın evrensel hükümdarlığı olarak imparatorlukta ilişkisi, özellikle Ermeni­ ler arasında sapkınlık eğilimlerini kışkırtarak, karmaşık durumlara yol açtı. Bizans'ın gücü gerilerken kısmi bir çözüm, diğer Hıristiyan siyasi kururola­ nn biçimsel otoriteyi (auctoritas) imparatora devretınesini şart koşarak, on­ lar üzerindeki hakiki iktidar (potestas) için imparatorluk talebini gevşetmek­ ti. 57 Franz Dolger esnek taktiği şöyle betimler: "Ihtiyaç zamanlannda Bizans daima (. . . ) geçici bir süre için, pratik nedenlerden dolayı, güçlü olduğu za­ manlarda ağır toplanyla saldırmaktan geri durmayacağı önlemleri görmez­ den gelme eğilimindeydi. Onlar bu uygulamaya, Hıristiyan kurtuluş teoloji­ sinden ödünç aldıklan 'oikhonomia' ifadesiyle göndermede bulundu. ''58 Au­ ctoritas'ı korumak için, kadim Ortadoğu'nun dünyevi iktidariann bir hiye­ rarşisi kavramına karşılık gelen semavi hiyerarşiye -yüzyıl önce Roma tara­ fından uygulandığı gibi- Hıristiyan elbisesi giydirildL Hepsi, onlara sunma­ ya hazır olduğu nezaket hareketlerine karşılık gelen "oğul" , "kardeş" ve ben­ zeri payelerle imparatorla ilişkili bir krallar ailesi, protokol amaçlan için, ay­ nnulandınldı. Sasani yöneticiler gibi paganlar bile kabul edildi; ama Orto­ doks Hıristiyan "akrabalar" , kiliselerindeki dualannda Bizans Imparatoru'nu anmak zorundaydılar. Son çaresiz yüzyıllarda, ödünler, Trabzon'daki rakip s.

19 ve devamı; Piganiol, s. 193; Paschoud, s. 2 1 1 ve devamı, 229, 269.

54

Stroheker,

55

Helbling, s. 9.

56

Schenk von Stauffenberg, s. 96 ve devamı.

57

Folz, The Concept ofEmpire, s. 6.

58

Dolger, Byzanz,

1 88

s.

3 10.

Grek siyasi kurumu için "Kolhis lmparator"u gibi unvanlann icat edilmesi­ ne ve yöneticisinin piskopos atama yetkisinin tanınmasına dek ileri gitti. 59 tınparatorun anılması, Bizans'ın evrenseki miti için egemenin hayati rolü­ nü akla getirir. Gerçekten de bazı yazarlar, Roma mitinin son kutsal bileşeni olan, pagan imparatorun tannsallık kültünü sürdürme gereksiniminin Hıris­ tiyanlan idam etmenin birincil motifi olduğunu düşündü.60 Yöneticinin kut­ sal rolünü elde tutmaksızın, evrensel imparatorluk mitinin dönüşümü ilk Hı­ ristiyanlar için düşünülemezdi. Batı'da aşamalı olarak benimsenen alternatif -bir dini şahsiyeti lsa'nın vekili olarak görmek- düşünülmedi. Roma'da Pet­ rus'un psikoposluk vekilliğinin halefi olarak papanın onursal önemi, Bizans tarafından en azından 10. yüzyıla dek kabul edildi. Bununla beraber esas Bi­ zans uzlaşması, seküler yöneticinin lsa'nın vekili olarak onaylanmasıydı.61 Hıristiyan imparatorun kendi mitsel rolünü, paralel semavi ve dünyevi hi­ yerarşilerin kadim kavramının bir uyarlamasından çıkardığı tezine güçlü bir destek, Bizans mimarisi tarafından sağlanır. Sanat tarihçisi Andre Grabar'ın yazdığı gibi, Hıristiyanlık gibi yeni bir hareket eski külderden temalar uyar­ lamak zorundadır, bununla beraber onun ilkelerini reddedebilir. Mezopo­ tamya'nın ikili hiyerarşisini yansıtan Oryantal motifler, Roma resmi sanatı­ na Konstantin'den yüzyıllar önce, Franz Altheim'ın "Doğu'nun sanatsal koi­ ne'sinin [ortak dağarcık) " bir parçası olarak girdi.62 Bu temalar, imparatorun Tann'nın vekili olduğu mesajını aktarmak için tasarlanan, l. jüstinyen'in Ra­ venna ve Konstantinopolis'teki temelleri gibi Hıristiyan anıtlanna sızdı. De­ no Geanakoplos'un belirttiği üzere, "o halde, genel olarak, imparatorun dini yapılar inşa etmesi, sadece kilise üzerindeki imparatorluk denetimini ileri ta­ şıyan değil, aynı zamanda, yapı siyasasının yansıttığı gibi dini birlik üzerin­ deki imparatorluk ısran aracılığıyla, imparatorluğun kendisinin birliği şek­ lindeki nihai amacı teşvik etmek için bir araç sağladı" .63 8. ve 9. yüzyıllardaki putlan yıkan zaman aralığını izleyen dönemde, mer­ kezi-tasanın kilise inşası başat hale geldiğinde, onun dekoratif düzenleme­ leri güçlü bir biçimde Mezopotamya semavi hiyerarşisini andırdı. Her şe­ yin yöneticisi olarak lsa (Pantokrator) daima merkezi kubbedeki mozaik ve fresklerde göründü. Yaşamındaki önemli olaylar, annesi ve havaTilerin yanı sıra, resimlerin bir alt sırasında belirdi. Daha aşağıda daha az önemli azizler geldi. Dahası, en aynntılı sanat tarihçiliği çözümlemesi, bu kesin bir biçim59

Uspensky, s. 64 ve devamı; aynca bkz. Obolensky, The Byzantine Commonwealth; Deer, s. 1 13.

60

Peters, s. 580.

61

Bilhassa bkz. Hunger, s. 61 ve devamı. Karş. Folz, The Concept of Empire, s. 7; Anton Michel, "Die Kaisennacht in der Ostkirche", Saria içinde, s. 128; Schenk von Stauffenberg, s. 1 12- 1 13.

62

Altheim, Niedergang der alten Welt, 2: 200; A. Grabar, s. 153.

63

Geanakoplos, s. 132. Karş. Siınson, s. 2 ve devamı. 1 89

de düzenlenmiş portrelerin daha eski Hıristiyan simgeciliginin dorugu oldu­ gunu ama aynı zamanda yeni bir vurguyu cisimleştirdigini ileri sürer.64 Ma­ gia motifleri aracılıgıyla kadim Ortadogu'dan türetilen Pantokrator imgesi,65 başrahip ve rahip-kral olarak (açıkça Eski Ahit modelleri üzerine temellenen roller) ayin sırasında kilisenin merkezi kısmına, ruhhan olmayanlar arasın­ dan girebilen tek kişi olan imparatorun semavi muadiliydi. Bir şekilde ben­ zer bir tarzda, bir yönetici karşısında secde eden Dogulu [proskynesis] gele­ nek, Ayasofya'nın orta sahanlıgının ana girişinin üzerinde, dünyevi yönetici­ nin lsa'ya mutlak tabiiyetinin yüce jesti olarak betimlenir. Ama imparator da tabiiyetindekilerden aynı eksiksiz saygıyı görmeye hak sahibidir. Daha so­ mut bir biçimde ifade edecek olursak, dünyevi kurtancı olarak imparatorun evrensel misyonunun, Hıristiyanlann güvenligi söz konusuysa, Hıristiyan ya da Hıristiyan olmayan herhangi bir siyasi kuruma müdahalesinin meşruiye­ tini oluşturdugu düşünüldü.66 tınparatorun rolünün lsa'nın vekiline yükselmesi onun üzerindeki tüm insani sınırlamalan ortadan kaldırmadı. Roma hukuku gelenegi tüm insa­ ni otoriteyi sınırlandıran bir dogal hukuk unsurunu içerdi.67 Bu tür sınır­ landırmalann arkasındaki mantık lslami Şeriat'tan çok farklıydı ama kalı­ cı etkisi tamamen benzemez degildi. Bazı yazarlar, hakiki "Sezaropapizm"in -siyasi kurumun ve kilisenin imparator tarafından yönetilmesi- var olmadı­ gı sonucuna bile vardı. Bizans'ın sonraki yüzyıllannda imparator Konstanti­ nopolis patriklerini nadiren azlederken, bir patrik, bir imparatoru aforoz et­ ti. 68 Diger yandan hiçbir dini otorite, ne Konstantinopolis patrigi, ne de dört Dogu patrigi birlikte, ne de bir kilise meclisi [synod] , bir Bizans tmparato­ runu azietmeye çalıştı. Bu nedenle Hıristiyanlar Müslümanlannkiyle bir şe­ kilde benzer bir ikilemle yüzleşti. lmparator geçici olarak oybirligi ile seçil­ di. Taç giymesi ve patrik tarafından kutsanması, zaten almış oldugu Tanrısal lnayetin simgesel dışavurumuydu.69 Tahta çıktıgında dünyevi hiçbir otorite­ nin imparatoru tahtan indirmeye resmi olarak hakkı yoktu; asiler hain ve gü­ nahkar olarak lanetlendi. Diger yandan başanlı bir isyan, lslami bir rejimde­ ki gasp gibi, Tann'nın iradesinin sonucu olarak kavrandı. Kilise bu tanrısal yaptınını taç giyme törenini gerçekleştirerek tanıdı.70 Bununla beraber, Tan64 65 66 67 68 69 70 1 90

Diez ve Demus, s. 42. Karş. Siınson, s. 1 12 ve devamı; Cutler, s. 106 ve devamı. Geanakoplos, s. 132. Karş. Vossier, Medieval Culture, 2: 97. Kantorowicz, s. 62-81; Haussig, s. 121; Schenk von Stauffenberg, s. 1 13; Kaerst, Studien . . Al­ tutum, s. 49. .

Michel, Saria içinde, s. 137. Baynes ve Moss, "giriş", s. xxviii; ve Wilhelm Ensslen, "The Emperor and the Imperial Admi­ nistration" , a.g.e. içinde, s. 274. Haussig, s. 186 ve devamı, 201 ; Previtd-Orton, 1: 268. Michel, Saria içinde, s. 135.

n'mn lnayeti kuramıyla ilişkili lslami güçlüklere karşıt olarak, Bizans impa­ ratoru, diger siyasi kurumlar üzerindeki hak iddialannın boyutlanyla sorun yaşamadı çünkü bu, evrensel yönetici olarak imparator, herhangi bir siyasi kuruma müdahale etmeye yetkili oldugundan, hiçbir zaman gasp degildi. Bi­ zans hiçbir zaman, İslam'ın karşı karşıya kaldıgı Cengizi istilanın beraberin­ de getirdigi yabancı yönetici sorunuyla yüzleşmedi çünkü halihazırda Bizans tabiiyeünde olmayan hiç kimse imparator olamazdı.71 Bizans Hıristiyanlıgımn evrensel imparatorluk mitiyle uzlaşmasının içe­ rimleri, başkentin ve bürokrasinin dayattıgı etkilerin, gelecek bölümde ele alınmasından sonra, daha açık hale gelecektir. Bununla beraber, bu uzlaşma­ mn bir ön kavrayışı olmaksızın, Rusya'da ve Batı Avrupa'da elde edilen özel uzlaşmalan incelemek için ilerleme kaydedilemez. Bizans imparatorluk mi­ tinin Rusya üzerindeki dogrudan etkisi abartılagelmiştir. Rus imparatorluk mitinin en az beş bileşeni vardı. Ömegin Macar mitinin ardışık dogasına kar­ şıt olarak, 19. yüzyıla dek beş Rus unsuru karşılıklı olarak pekiştiriciydi. En azından belli başlı bir tema olarak ortaya çıkışına göre ilk bileşen, "Rus top­ raklannın bir araya toplanması"ydı. 1 5 . ve 16. yüzyıllarda, Rus propaganda­ cılar "tsarstvo"nun [ "çarlık" ] kullanımı üzerinde birçok kanşıklık meydana getirdi. Terimin, "Sezar" dan bir Roma imparatorluk unvanından aşikar olan üretimi, kullanırnın evrenseki bir hak iddiası anlamına geldigini akla geti­ rir. Gerçekten de Michael Chemiavsky'nin de gösterdigi gibi, 1 246'dan itiba­ ren Ruslar birçok bagımsız yöneticiyi, özellikle Mogol hanlanm "çar" olarak adlandırdı. Bu nedenle unvanın üstlenilmesi, III. lvan'ın, Cengizilerden ba­ gımsızlıgı resmen ilan etmesinin sonucuydu.72 Muhtemelen Rus saray çev­ relerinin zihninde daha önemli olan, unvanın, Moskova Knezligi'nin, jagiet­ to harredanına karşı, Mogol-öncesi Rus mirası üzerindeki hak iddiasını tem­ sil etmesiydi. 1 456'ya dogru Moskova Prenslerinin soykütügünün izi, Ki­ ev'in "çar"ı ya da "Rus topraklanm vaftiz eden Yeni Konstantin"i, I. Vladi­ mir'e ve onun aracılıgıyla da Rurik'e, harredanın kurucusuna kadar sürüldü. Bunu, bu tür bir "Rus zemlya" -halkı oldugu kadar topraklan da kapsayan ama zorunlu olarak merkezi yönetimi ima etmeyen muglak bir terim- Mos­ kova Prenslerinin "miras"ı oldugu iddiası izledi. Onlann "tsarstvo"yu kulla­ nışlan zemlya üzerinde daha güçlü bir denetim uygulama niyetini açık etti. Bu, Geblutsrecht'u ya da bundan sonra Rus'un gaspçılan olarak görülen ja­ giettolara karşı Rurik ailesinin hanedanlık haklannı yansıtan bir iddiaydı.73 71

Yani, hiçbir yabancı fiilt olarak Bizanslılar tarafından yöneticileri olarak tanınmadı. Ger­ men liderler Batı'da Roma tahtı üzerinde hak iddia etti ve 1204'te Batı Avrupalı Haçlılar, "imparator"lannı Konstantinopolis'te tahta çıkardı.

72

Michael Cherniavsky, "Khan or Basileus", Cherniavsky, The Structure of Russian History içinde,

s. 67. 73

Pelenski, "The Origins of the Official Muscovite Claims", s. 40; Stökl, "Die Begriffe Reich", s. 104. 1 91

Özellikle Slavlar ve İskandinavlar arasında, hanedanın atasının azizligi Hı­ ristiyan öncesi hanedan dayanışmasına güçlü bir pekiştirme sagladı. Bu ne­ denle, Aziz Vladimir'in mirası, "Rus topraklan"nın Ortodoks Hıristiyan ol­ ması gerçegiyle çözülmez bir biçimde baglantılıydı. 1 5 . yüzyıla dogru (Ye­ dinci Bölüm'de tartışıldıgı üzere) Dogu Ortodoks ve Batı Roma Katolik kili­ seleri arasındaki bölünme en uç noktasındaydı. Sonuç olarak Ortodoksluk üzerine vurgu Rus mitinin belli başlı ikinci temasını oluşturdu. Aziz Vladi­ mir'in mirası üzerinde hak iddiası zaman zaman Moskova'nın "ikinci Kiev" oldugu ilanma katıldı, jagiettolara karşı meydan okumayı güçlendirdi.74 Gö­ rünüşe göre, IV. lvan, kafir Kazan'a karşı savaşmaktansa onlara karşı savaş­ mayı tercih etti. Kazan'ın fethinden sonra, lvan, yeni unvanını, (zemlya'dan daha çok halk üzerinde yönetimi vurgulayan) yurt'un "çar"ını, Litvanyalılann Mogol yö­ netiminden devraldıgı Slavlara kadar, iddialannı desteklemek için kullan­ dı. Rum imparatorluk mitinin üçüncü ayırt edici unsuru, Rus ulusallıgının etnik topraklannın ötesinde, Islam-Hıristiyan sınınnın dinamigi içinde, Ka­ zan'ın Rusya'ya katılması ilk tarihsel adım olarak önemliydi. jaroslaw Pe­ lenski'nin işaret ettigi gibi, "Rus tarihinin sonraki süreci için hayati önem­ deki bu fetih, Moskova Knezligi'nin merkezileşmiş ulusal bir devletten çok­ uluslu bir imparatorluga dönüşümünün işaretiydi" .75 Simgesel olarak Aziz Basil'in fantastik mimarisinde yansıtıldı.76 Tüm Kuzey Avrasya hanedanlan gibi Rurikler ve Cengiziler, benzer bir biçimde Geblutsrecht'a inandı. Hıristi­ yan Imparatorluk mitlerine yakın bir şey Ruslar için de esastı. Bu nedenle kozmik imparatorluk nosyonundan dördüncü mitik tema­ ya, Bizans mirasına geri dönülmelidir. Kesinlikle Aziz Vladimir ve Kiev'de onun soyundan gelenler, pagan atalan Bizans'ın haraç ödemesini ya da Av­ rupa'dan çekilmesini naifçe talep etmiş olsa da, Bizans'ın evrensel impara­ torlugunu gasp etmeye hiçbir zaman çalışmadı. 77 Kiev prensleri hiçbir za­ man basileus unvanı üzerinde hak iddia etmedi. Onlar Ortodoks Rus dev­ letinin parçalanmasından kaçınmanın önemli oldugunu düşünen kilisele­ rinin Grek yöneticisinin önemli destegiyle, de facto bir egemenligi uygu­ lamaktan memnundu. 13. yüzyıldan 1 5 . yüzyıla kadar, Rus kilisesi Mogol "çarlar" a itaat etmenin tadını çıkanrken, kilise dini törende, yönetici yüce makamını Bizans Imparatoru için ayırdı.78 Moskova Knezligi için daha bü74

75 76 77

Pelenski, Russia and Kazan, s. 1 1 5 ve devamı, 178. A.g.e. , s. 8. Michael Chemiavsky, "Russia", Ranum içinde, s. 1 27, 133. Obolensky, The Byzantine Commonwealth, s. 129, 223; Soloviev, s. 460. O tarihte (972) Ruslar, aşagıda da belirtildigi gibi, aralıklı olarak Bizans'a saldırmaya devam eden Hıristiyan Bulgaria­ nn müttefikiydi.

78 1 92

Chemiavsky, Chemiavsky, The Structure ofRussian History içinde, s. 67.

yük bir rolü müjdeleyen kehanetlerin 1 5 . yüzyıl boyunca yayılması iki ge­ lişmeyle ilişkilidir. En aşikar olanı, Bizans'ın neredeyse tek bir tedirgin ken­ te indirgendiği bir zamanda, güçlü bir Ortodoks siyasi kurum için duyulan gereksinimdi. Böylece Prens Il. Vasili ( 1 44 1 ) , ekümenik patriğe, Moskova Knezliği'ni Ortodoksluğun kalesi olarak sunan ve daima onun kutsaması­ m arayacağına söz veren bir mektup (mektup Konstantinopolis'teki koşul­ lar nedeniyle hiçbir zaman gönderilmedi) yazdı.79 Moskova Knezliği iddi­ alanm güçlendirmeye yöneiten diğer etmen, Osmanlı iledeyişinden kaçan mülteciler olarak 1 5 . yüzyıl Rusya'sına ulaşan, çoğunlukla Bulgar keşişle­ rinden oluşan Güney Slav göçünün "ikinci dalga"sıydı. Bulgar siyasi kuru­ munun Bizans'a yakınlığı tamamen de facto temelde bağımsızlığını sürdür­ mesinin güç olduğu anlamına geldi. 80 Bu nedenle Bulgar miti, evrensel im­ paratorluğun reddedilmesini değil, onun yerini alma nosyonunu içerme­ ye devam etti. Böylece Bulgarlar, ikinci Bulgar İmparatorluğu'nun ( 1 1861 330) başkenti olan Trnovo'yu , Konstantinopolis'in gerilemesinden son­ ra, " Çargrad" olarak adlandırdı ve onun "Üçüncü Roma" , yani "sığınmanın imparatorluk tabyası" olacağı efsanesini geliştirdiler. Göçmen Bulgar ruh­ bamn, Moskova Knezliği'ne aktarmaya kalkıştığı bu mitti. Ama IV. lvan bi­ le, zaferinin doruğunda, "tüm evrenin hükümdarlığı" üzerinde hiçbir iddi­ asının olmadığını ilan etti. 81 Muhtemelen, Dmitri Obolensky'nin "Bizans cumhuriyeti" üzerine etkile­ yici incelemesinde ima ediyor göründüğü gibi, Bizans lmparatoru'nun or­ tadan kaybolmasının bir Rus lmparatoru'na, evrensel bir misyonun miras­ çısından çok ulusal bir yönetici olarak yolu açtığı sonucuna varmak güven­ lidir. Osmanlı fetihlerinden sadece iki kuşak önce, Konstantinopolis patri­ ği, Rus prensine "Hıristiyanlann bir Kiliseye sahip olup bir lmparatora sa­ hip olmamasının olanaksız olduğuna" dair garanti verdi.82 Mantıksal içe­ rim, son Bizans lmparatorunun ölümünden hayatta kalan herhangi bir dü­ şünülebilir Ortodoks siyasi kurumun, Bizans'ın yerini alacak bir başkasım bulmak zorunda olduğudur. Bu IV. lvan'ın yönetiminde, Rus siyasi kuru­ munun yaptığı şeydir. Sırası geldiğinde, dört Doğu patriği, onun hareketi­ ni, Moskova'daki beşinci bir patriğin ( 1 589) takdis edilmesini onaylayarak, destekledi.83 Dahası Rus propogandistler lvan'ın tahta çıkışı için, Bizans'ın günahlanndan dolayı düştüğünü iddia ederek, bir tür Tann'mn lnayeti ku­ ramına başvurdu. 79 80 81 82

83

s.

67 ve devamı. The Byzantine Commonwealth, s. 108, 1 13. A.g.e. , s. 1 15, 242 v e devamı, 366; Medlin, s. 75 v e devamı. Michel, Saria içinde, s. 136-137. Medlin, s. 1 16 ve devamı; O!Sr, s. 373. Medlin,

Obolensky,

1 93

Tek geriye kalan Ortodoks imparatorun, evrensel egemenligi reddeden bir yönetici olarak ortaya çıkışı, bir başından digerine Hıristiyanlıktaki impara­ torluk kavramının dönüşümünde önemli bir adımdı. Bundan sonra impara­ torlugun kutsal misyonu, din, tarih ve kültür aracılıgıyla birleşmiş halklann pekiştirilmesiydi. Bu gelişme, gözlemcilerin Rusya'nın "vaktinden önce ge­ lişmiş milliyetçiligi" olarak betimledigi şeyi açıklar. Dönüştürülen kavram, Rus yöneticilerinin günü geçmiş "Bizans Devleti"nden uzaklaşıp Avrupa'da ortaya çıkan "egemen devletler" toplumuna tedbirli katılımına yönelmesini olanaklı kıldı. Bu birleşmede, Rusya'nın elde ettigi öncü rol, aslında, impara­ torlugu üç yüzyıl boyunca ayakta tutan beşinci mitsel unsurun temeliydi. IV. lvan, Osmanlılara karşı, Katolik güçlerin Haçlı Seferi'ne katılmayı reddetti çünkü o Rurik'in mirasını elde etmeyi, Balkan Ortodoks Slavlannın üzerin­ de hegemonya kurmak için tasarlanmış bir maceraya tercih etti.84 Rus un­ vanı, Imperator Vserussky, Kutsal Roma Imparatoru tarafından 1 742'de ka­ bul edildiginde,85 bu adım imparatorluklann çoklugu kavramının tanınma­ sı anlamına geldi. Sadece iki kuşak sonra Habsburglar kendi işlevsiz evren­ sellik iddialanndan feragat etmeye karar verdi. 19. yüzyılın ortasında I. Ni­ kolay gibi güçlü bir Rus otokrat, bir Rus Hıristiyan imparatorlugunda ben­ zeri görülmemiş ve emsalsiz bir şeyler olduguna dair Slavsever öneriden ra­ hatsız oldu. O kendisini, evrensel misyon düşüncesinin yeniden canlandınl­ masından çok, bir yöneticiler ailesinin üyesi, Avrupalı bir imparator olarak düşünmeyi tercih etti. 86 Rus yöneticiler için, imparatorluk unvanının, Üçüncü Roma anlayışının ve Moskova patriginin birincil faydasının 16. yüzyılda otokratik merkeziyet­ çiligin pekiştirilmesi olması oldukça olasıdır. 87 Bizans imparatorunu sınır­ layan tarzda bir Roma hukuk geleneginin yoklugu, Mogol bozkır mirasının pekiştirdigi Geblutsrecht kavramının yaptıgı gibi, Rus yöneticilerinin Bizans imparatorlanndan daha eksiksiz o tokratlar olmasına izin verdi. Zayıf bir ça­ nn bile, bir patrigi 1667'de azietmesinin gösterdigi gibi, çann kilise üzerinde dramatik bir biçimde artan iktidan, otokrasinin önemli bir bileşenini oluş­ turdu. I. Petro'nun patrikligi ilga etmesi (dikkate deger bir biçimde, Bizans öncüllerine başvurmak yerine, Lutherci tarihsel üstünlük kuramını uygula­ dı), Bizans mitinin sadece sezdirdigi türden bir Sezaropapizmin elde edilme­ sine işaret etti. 88 s.

373.

84

O�r.

85

Duchhardt,

86

Walicki,

87

Medlin,

88

Chayev, s. 23. I. Petro da Rusya'nın Hıristiyanlıgın Antemurale savunucusu rolünü açıkça geliş­

s.

s.

s.

226 ve devamı.

tirdi. Winter,

1 94

128.

147. Karş. Armstrong, Azrael içinde.

Russland und das Papsttum, 2: 33.

Batı Avrupa'da imparatorluk miti Hıristiyanlıkla evrensel imparatorlugu uzlaştırmanın Bizansçı yöntemi, Ba­ tı'da oldugu kadar Rusya'da da gelişmelerin başlangıcıydı. Bununla beraber, iki yol neredeyse tamamen farklı yönlere götürdü. Bizans'ta imparatorluk mitinin evrenseki görünümü, ilk başta Hıristiyan ögretilerince daha güçlü kılındı, aşamalı olarak diger Ortodoks siyasi kurumlann gerçek bagımsızlı­ gının kabul edilmesinin oikhonomia'sıyla ve ardından da vaktinden önce ge­ lişmiş bir Grek milliyetçiliginin Bizans çerçevesi içinde gelişmesiyle geriledi. Ancak tek bir yüce dünyevi yönetici miti, Bizans'ta varlıgını sürdürdü. Rus­ ya'da yöneticinin iktidan içeride yeni doruklara ulaştı ama hakiki evrensel hak iddialan geniş ama sınırlı bir genişleme alanı için reddedildi. Batı için ideal çözüm, evrensel bir ruhani nüfuz alanının vesayeti altında, onu koru­ yan evrensel dünyevi imparatorluktu. Uygulamada seküler ve dini güçler, hem kiliseden hem de imparatorluktan ayn bir Batılı siyasi kurumun ortaya çıkmasına izin verdi, bunu Avrupa devlet sistemi haline gelecek rakip siyasi kurumlann eksiksiz bir dizisi izledi. Bununla beraber Batı'da, büyük bir ka­ rizmayla donatılmış olmadıgı sürece bir imparator, diger imparatorluk siyasi kurumlannda nadiren karşılaşılan boyutlarda, maddi sınırlamalarla, hukuki geleneklerle ve dini güçlerle sınırlandınlmıştı. Ana hatlanyla bu karmaşık karşılıklı oyunun Batı'da nasıl geliştigini an­ lamak için, 8. yüzyıl Roma'sındaki durumun tasavvur edilmesi gerekir. Ka­ tolik Merovenj Krallıgı, 6. yüzyılın kanşıklıklannın ortasındaki papalar için hoş karşıtanan bir gelişmeydi; ama 8. yüzyıla dek Bizans güçleri orta İtal­ ya'da zaman zaman bulundu. Papalık ve Bizans imparatoru arasında putkı­ ncılıgın neden oldugu gerilim artıyordu ama o yüzyılın ortalanna dek papa­ lar, imparatorun Roma'daki geçici otoritesini sorgulamadı. Ancak 7. yüzyılın sonuna dogru, Frenk Krallıgı'nın de facto Karolenj yöneticisi Charles Mar­ tel, Papalıga yardım sagladı. tık resmi olarak tahta çıkan Karolenj , Pepin, bir meşruiyet kaynagına gereksinim duyarken; 754'te papa, açgözlü Lombard soylutanna karşı Frenk yardımına acilen gereksinim duydugunda ittifak res­ mileştirildi.89 Germenik Geblütsrecht'in kolay kolay yok olmayan gücü, ha­ nedanın yetersizligine ragmen, bir Merovenj haleften yanaydı. En eski pagan tannlannın mitinin yerini alan, Merovenjlerin (aslında genel olarak Frenk­ lerin) Truvalılann soyundan geldigini atfeden Merovenj hanedanlık miti, bir yetkinlik ölçütü banndırdı. Sonuç olarak, Pepin, papanın onayını kendi gas­ pı için degerli bir meşrulaştırma olarak gördü. Papa Paul, tüm diger kraliann önünde Pepin'in tann tarafından seçildigi­ ni ilan ederek ona Roma Patrigi ve diger unvanlan bahşetti. Paul, Frenk Hü89

Mohr, s. 17; Kem, Gottesgnadentum und Widerstandsrecht,

s.

10, 13, 25. 1 95

kümdarlıgı'nı, Davud'un yeni krallıgı olarak adlandırdı. Frenk halkına, de­ di, kiliseye yardımlanndan dolayı, cennette, İsrail halkının sahip oldugu gi­ bi, özel bir yer ithaf edilmiştir.90 Bu tür bir onay, Germenik meşrulaştırma mitinin yerini aldı ama ne Frenkler için evrensel bir misyon ne de papa için, her ne kadar formüller Hıristiyan Bizans lmparatoru'ndan de facto bagımsız­ lıgını kesinlikle ifade etse de, resmi egemenlik ima etmedi. Roma dini tören­ leri, 772'ye dek, uzaktaki imparatoru tamamen dışlamaksızın, gerçek koru­ yucusu olarak Frenk Kralı'nı dualanna dahil etti. Papa III. Leo'nun, 800 yılında Noel günü, imparator olarak Sarlman'a taç giydirmesi, papalık ve seküler imparatorluk arasında yeni bir ilişkiyi kurum­ sallaştırdı.91 Törene katılaniann ritmik şarkısındaki açıkça canlandınlan al­ kış, bir Roma lmparatoru'nun tahta çıkışı için tek resmi ihtiyacı tatmin et­ ti - bu tannsal yetkilendirme halkın sesi aracılıgıyla dışa vuruldu.92 Görü­ nüşe göre, yüzyıllardır papalar Bizans lmparatorlannın taç giymesinde daha somut bir rol üstleurneye çalıştı. Açıkça papalıgın armaganı olan Sarlman'ın tacı, degerli bir örnek olarak hizmet edebilirdi. Kutsamak birkaç yüzyıl önce kurumsallaşmıştı. Bu kutsal ritüel kilisenin imparatorun seçimindeki rolü­ nü güçlendirdi. O andan itibaren, dikkatle formüle edilmiş talimatlar, dindı­ şı saldınlara karşı korunan bir egemenin "Tann'nın kutsadıgını" tahtına çı­ karan her ciddi tören aynlmaz bir biçimde yüksek ruhbam (her zaman papa­ yı degil) içerdi. Ama Dogu Hıristiyanlıgının ya da lsla.m'ın durumuyla karşıt­ lık içinde, üstün bir dini güç, yöneticinin uygun olmadıgını ilan etme ve ta­ biiyetindekileri itaat etme kutsal görevinden bagışiama gücünü saklı tuttu.93 Görünüşe göre, Sarlman'ın kendisi, yöneticilerin halkının vasisi olması gibi, kilisenin de yöneticilerin vasisi olması fikrini kabul etti.94 Sarlman'ın Filistin'deki Kutsal Yerlerin koruyucusu olarak önceki rolü , ona özel bir aura verdi,95 kişisel ahlakı (yani, piçleri) onun azizleştirilmesi­ ne yönelik Germen çabalannı önlediyse de. Sarlman'ın verdigi bazı teritor­ yal ödünlerden sonra, yeni Bizans lmparatoru I. Michael, onu Imperator Au­ gustus olarak tanıdıysa da unvanın Grekçe çeşitiernesini (Basileus toi Romai­ on) dikkatli bir biçimde kendisine sakladı.96 Kendisini (en azından bazı aka­ demik görüşlere göre) zaten belirli bir teritoryal birimin yöneticisi olarak gö­ ren Sarlman için, bu aynm muhtemelen kabul edilebilirdi. Ona "regnum Eu90 91 92

Mohr, s. 17, 28.

Heldınann, s. 68 ve devamı, 234 ve devamı; Kantorowicz, s. 62, 129.

Heldınann, s. 268 ve devamı.

93

Ullınann, The Carolingian Renaissance, s. 83, 85, 9 1 ; Kern, Gottesgnadentum und Widerstandsrecht, s. 45, 84.

94

Ullınann, The Carolingian Renaissance,

95

Heldınann, s. 107.

96

Vasiliev, History of the Byzantine Empire, 1: 268.

1 96

s.

178.

ropae'yi [Avrupa Krallıgı'nı) yönetmesi için tann tarafından işe koşulmuş bi­ ri olarak seslenildi" ; Avrupa'nın hudutlan Roma Hıristiyanligının boyutla­ nyla tanımıandı çünkü Walter Ullınann'a göre, "Şarlınan, Bizans imparato­ ru'nun onu adlandırdıgı gibi, Romahiann yöneticisi degildi ama bir teritor­ yal birimin, Roma Hıristiyan inancının, hayati unsur ve yapıştıncı bag oldu­ gu Roma imparatorlugu'nun yöneticisiydi. Bu şimdiye dek güç bela takdir edilen bir aynmdır" . 97 Sonraki olaylann gösterdigi gibi Bizanslılar, jestin Sarlınan için kişisel bir ödün olmasını amaçladı. Gerçekten de ne papanın ne de Sarlman'ın impa­ ratorluk unvanının, hanedanında kalması bir yana, Batı'da kalıcı olmasını amaçladıgı kesin degildir. Geblütsrecht'in özgül bir Germenik versiyonu üze­ rine temellenen, ogullan arasında topraklannı bölüştüren 806 yılındaki dü­ zenlemeleri, olasılıgı görmezden gelirmiş gibi görünür.98 Yaklaşık yirmi yıl boyunca imparatorluk unvanı mirasçılan tarafından paylaşıldı ama eninde sonunda Dogu Frenk Krallıgı yöneticisinin imparatorluk tahtı üzerinde hak sahibi oldugu kabul edildi. Karolenjlerin dogu kolunun 9 l l'de (yönetici ha­ ne olarak, bir kuşak yerinden edilmişti) yok olmasından sonra, 10. yüzyılın sonundaki Otto haneelanına dek, unvan sürüncemede kaldı ama dogu kral­ ligının bazı geride kalan hak iddialan devam etti. Annesi bir Bizans Prensesi olan III. Otto hakiki bir evrensel hakimiyet amaç­ lamış olabilir. Kesinlikle o ve (unvan geç Ortaçag'a kadar genel olarak kullanıl­ madıysa da elverişliligi nedeniyle Kutsal Roma imparatorlan olarak adlandıra­ cagtm) diger imparatorlar etkilerini, doguya dogru, Batı (Katolik) Hıristiyanli­ gını kabul eden tüm prensiikiere genişletmeyi aınaçladı. Diger yandan, Kutsal Roma imparatorlan, Romahiann imparatoru (Imperator Romanorum) oldukla­ nnı iddia etseler de, Bizans imparatoru'nun eşitligini Imperator Grecorum ola­ rak tanımaya daima hazırdı. Sonuç olarak en geniş anlamıyla Batı kavramı, iki meşru Hıristiyan imparatordan biri olma iddiasıyla sınırlıydı. 99

Fransız istisnası Pratik bir sınırlama olarak daha ciddi olanı, 9. yüzyılın sonlanndaki Karo­ lenj bölünme hattının batısındaki topraklar üzerinde -tamamen biçimsel üs­ tünlükle ilgili olanlar hariç- herhangi bir evrensel imparatorluk iddiasının reddedilmemesiydi. Kısa sürede "Fransa" olarak bilinmeye başlanan, Batı Frenk Krallıgı "Francia", biçimsel olarak bir imparatorluk degildi ama tüm 97

Ullmann, The Carolingian Renaissance,

98

Mohr, s.

99

Schlierer, s. 49 ve devamı, 9 1 .

s.

136, 139.

7; Kem, Gottesgnadentwn und Widerstandsrecht, s. 13; Tellenbach, "Die Unteilbarkeit des Reiches", s. 25. 1 97

pratik açılardan Kutsal Roma lmparatorlugu'na eşitti. Birçok etmen, Avru­ pa'nın gelecekteki gelişimi için çok önemli olan bu durumun ortaya çıkması için bir araya geldi. Galya'nın büyük bir kısmını içeren Francia, Avrupa'nın en zengin bölgesiydi. Bununla beraber Otto Hanedam'nın ve onun Germen halefierinin askeri başarılan ve Francia'nın parçalanması göz önünde bulun­ duruldugunda, sadece bir hanedanlık kazası Francia'nın eksiksiz bagımsızlı­ gını -Francia Karolenjlerinin dogudaki akrabalannın tükenmesinden sonra bile hayatta kalmasını- güvence altına aldı. 100 9 1 1 yılında son Dogu Karolenj üyesi öldügünde, Francialı Charles, kendisini rex Francorum, yani Frenkle­ rin Kralı olarak adlandırdı. Francia Karolenjlerinin yerini 987'de alan Ca­ pet Hanedanı, tüm Francia hükümranlıgı için bu ima edilen iddiayı terk et­ ti. Bununla beraber, Frenklerin mirasının anlamı üzerine yogun kafa kanşık­ lıgı tüm Ortaçag boyunca devam etti. Adları ve özgün mekiinlan batıdaydı ancak Sarlman'ın eski başkenti Aachen ve onun imparatorluk unvanı dogu­ ya gitmişti. 101 Gerçek mirasçı konumu için rekabet sırasında Fransız ve Ger­ men taraflannca sayısız simgesel araç kullanıldı. lmparator I. Frederik, Aac­ hen'de, Sarlman'ın kemiklerini keşfetti ve kenti kutsal başkent olarak yeni­ den canlandırdı. Fransız kraliyet mezarlıgıyla, Sarlman'ın mitsel rehberi Aziz Dionysius ilişkilendirildi. 1 02 Fransız destanlan, Frenklerin Germenler oldu­ gu olgusunu görmezden gelerek, çeşitli Fransız yönetsel birimlerinin grupla­ rını, geriye dönük olarak, Sarlman'ın ordusundaki önemli rollere atadı. Ger­ men Romanesk mimarisinin uzun süre 12. yüzyıl Fransız Gotigine direnme­ sine benzer şekilde, Germen manastır uygulamalan da Fransız yeniliklerine direndi. Dil bilinci geliştikçe, kötü bir şaka Fransa'da ortaya çıku: "empire" [imparatorluk] en pire, yani "en kötüsü" anlamına geldi.103 Komşularıyla rekabetindeki inişlerden ve çıkışlardan bagımsız olarak Fransa'nın bagımsızlıgını mühürleyen kritik gelişme, piskoposluk ve kalıt­ sal monarşi arasındaki ortakyaşamdı. Bu benzersiz işbirligi, ilk Karolenjlerle papalann düzenlemesini andırdı ama bu daha ulusal ya da en azından proto­ ulusaldı. Francialılann başlangıçtaki avantajı, son Karolenjlerin yönetimin­ deki, yüksek egitimli ve kavrayışlı bau piskoposlannın niteliginden kaynak­ landı. Piskoposlar, Sarlman'ın imparatorluk tahtına çıkışı modeli üzerinden, dini kutsama aracılıgıyla taç giyme töreninde aktanlan Tanrı'nın lnayetiyle, kraliyet iktidan ideolojisini geliştirdi. 1 04 Piskoposlann etkisi, özellikle güçlü 100 Mohr, s. 176. 101 K. Werner, "Die Entstehung des Reditus", s. 25; Kern, Die Anfange ... Ausdehnungspolitik, ve devamı; Folz, The Concept ofEmpire, s. 19; Zeller, s. 275. 102 Folz, Le Souvenir ... de Charlemagne, s. 191 ve devamı; Heer, s. 85 ve devamı. 103 Strayer, Medieval Statecraft, s. 3 1 1 . 104 Ullmann, Th e Carolingian Renaissance, s . 125. 1 98

s.

16

krallan seçme ve onlann kabulünü güvence altına alma becerileri, Norman istilalannın ortaya koyduğu tehditle birlikte arttı. Fransa'da kalıcı bir başpis­ kopos olmadığından, piskoposlar bir oligarşi oluşturdu. Bununla beraber 10. yüzyılın sonunda, Reims Başpiskoposu, gerilemekte olan Karolenjlerin ha­ lefi olarak Hugh Capet'i destekleyerek katedralini kalıcı taç giyme töreni ye­ ri olarak kurumsallaştırdı. 1 05 Daha da önemlisi, 13. yüzyılın sonunda, pis­ koposlann, biçimsel olarak bir seçim bile olmaksızın, ilk doğan erkek evlat üzerinden [male primogeniture] , tam veraseti kabul etmesiydi. Fransız tahtı­ nın kesintisiz silsilesini güvence altına almak için en büyük oğula, babası ha­ yattayken taç giydirildi. Capetler, femme ne succtdt pas a la couronne de Fran­ ce [ Kadın(lar) Fransa tahtına varis olamaz] kuralı gereği Fransız tahtında hak iddia edebilecek prensleri özenle dışlayarak anne tarafından Sarlman'ın soyundan geldiklerini iddia etti.106 Bu nedenle krallık, Geblütsrecht'in, çatı­ şan hak iddialan ve dış müdahale potansiyellerini ortadan kaldırarak büyü­ lü aurasnın bir kısmını koruyan bir temelde kuruldu. Fransız gelişmesinin önemi, Kutsal Roma lmparatorlannın karşılaştığı eş­ zamanlı sorunlarla aydınlandı. Kesintisiz silsileyi güvence altına alma gü­ cünden yoksun doğu piskoposlan ve imparator adaylan, tekrar tekrar Ro­ ma'ya başvurdu ve böylece vesayet anlayışını daimi kıldı.1 07 lmparatorlann konumu seçimli olarak kaldı; her ne kadar güçlü hanedanlarda ilk doğan er­ kek evlat ilkesi belirdiyse de hiçbiri uzun ömürlü olmadı. Papalar genellikle seçimli monarşileri tercih etti çünkü kiliseye düşman bir monarşiyi reddet­ me olasılığını göz önünde bulundurdular. 108 Diğer yandan, Germen impara­ torlan, en kötü üne sahip güçlü Hohenstaufenler, kendi imparatorluk mis­ yonlannın ufku üzerinden papalıkla tekrar tekrar çatıştı. Aksine Fransız krallan, sıkı veraset ve daha güçlü bağımsızlık iddialanna rağınen, genellikle papalık kuruluyla [Curia] topyekün çatışmalardan kaçın­ dı. Şüphesiz bunun belli başlı nedenlerinden biri, terimin en basit anlamıy­ la iktidar siyasetiydi. Fransız monarklan Roma'dan görece uzaktı ve 13. yüz­ yıla dek Germenlerden daha güçsüzdü. Sonuçta papalar denge unsuru olarak Fransızlara hoşgörü gösterebiliyordu. Bir başka önemli etmen, kraliyet ege­ menliğinin Fransız mitiyle, tüm Hıristiyan prensler üzerinde feodal hüküm­ darlık iddia eden papalık miti arasındaki doğrudan çatışma potansiyelinin 105

s.

28, 170; Schramm, Der König von Franhreich, 1 : 71, 84, l l2, 266. Başlangıçtaki papa­ s. 179-180. 106 Schramm, Der König von Franhreich, 1: 232; Previte-Onon, 1: 469; Ullmann, The Carolingi­ an Renaissance, s. 109. Soyun kadın üzerinden devam ettirilmesi üzerine karş. K. Werner, "Die Entstehung des Reditus", s. 37. 107 Ullmann, The Carolingian Renaissance, s. 108, 126 ve devamı; Mohr, s. 1 16. Fransız ve iınpara­ torlukla ilgili gelişmeler için bkz. Reuling, s. 70 ve devamı, 102-104, 200-206. 108 Kern, Gottesgnadentum und Widerstandsrecht, s. 60. Mohr,

lık iddialan hakkında bkz. Schneidmüller,

1 99

yokluğuydu. Fransız politika yazarlan, iddialannı, en azından biçimsel ola­ rak, bir istisna oluşturacak biçimde ifade etmek konusunda dikkatliydi. Öy­ le ki, hiçbir dışsal denetime tabi olmayan egemen otorite iddiasında bulun­ mak için kullanılan sözde Roma hukuku deyimi, rex est imperator in regno suo (kral kendi krallığında imparatordur) , o zamanlar Avrupa halklanndan sade­ ce Fransızlann, Roma İmparatorluğu'nun sınırlannın dışına yerleşen Truvalı­ lardan geldiği iddiası -en azından 5. yüzyılda Frenkler tarafından geliştirilen bir mit- üzerine temellendi. Bu nedenle önerme, Fransa'nın "Konstantin'in [Papalara] Bağışı"nın bir parçası olarak değerlendirilemeyeceğini ima eder.109 13. yüzyıla doğru, III. lnnocentius bile, kral ve imparator için, farklı bir yöne­ tici takdis kavramından memnun olmak zorunda kaldı. Papa, Fransız kralının tannyla doğrudan ilişkili olduğunu kabul etti ama papanın imparator için hala aracı olduğunu iddia etti. 1 10 Bologna Üniversitesi'ndeki imparatorluk hukuk­ çulan, bir yüzyıl sonra, Fransız Krallığı'nın, imparatorlukta doruğa ulaşan Ro­ ma hukuku yetki alanı piramirlinin "istisna"sı olduğunu kabul etti. 1 1 1 Fransız kralının nevi şahsına münhasır konumu , Percy Schramm'ın da açıkladığı gibi, Fransız halkının, ardından da, aşamalı olarak ortaya çıktığı gibi, terimin modem anlamıyla Fransız Devleti'nin özel rolünü doğrudan et­ kiledi: Devlet kavramı, (. .. ) Fransız ulusu kavramı haline de geldi. Monarşi ulusu oluşturdu ve ulus monarşiyi oluşturdu - karşılıklı çıkarlar doğrultusunda öylesine yakın bir alışveriş ki, artık onu tamamen çözmek olanaklı değildir. Ama sonuçlan görünürdür: bir Ortaçağ yazannın onu adlandırdığı üzere "re­ ligion royale" , Ortaçağ'ın Fransız Krallanna atfettiği benzersiz "statü" mut­ lakıyetçilik altında hala hüküm sürdü. "Fransa" Renan'ın sık sık alınulanan çarpıcı bir cümlesinde ifade ettiği gibi, "sadece Reims'te gerçekleştirilen seki­ 112

zinci bir dini ayin, kraliyet ayinini yarattı" .

joseph R . Strayer şu ifadeyle sürecin bir tarafını özetler: " Capetler yönet­ me iddiasında olduklan Fransa'yı yaratmak zorundaydı." "Fransız," diye de­ vam eder Strayer, "herhangi bir kıta krallığından daha önce 'mozaik' dev­ let sorununu , yani, güçlü bir biçimde özerk, kültürel, hukuki ve kurum­ sal gelenekleri olan eyaletlerin bir araya getirilmesiyle oluşan devlet sorunu­ nu çözdü" . 1 13 Bu bölümün başında kullanılan terimlerle süreci betimleyecek 109 l lO lll 112 l l3 200

290 ve devamı. 143. Zeller, s. 299. Schramm, Der König von Frankreich, 1: 4. joseph R. Strayer, "France: The Holy Land, the Chosen People, Rabb ve Seigel içinde, s. 5, 16. Zeller, s.

Wieruszowski, s.

and the Most Christian King" ,

olursak, Frenklerin hükümranlığının parçalanmış batı kısmından ortaya çı­ kan, vaktinden önce gelişmiş başanlı bileşik siyasi kurumdur. Etmenlerden biri, kesinlikle Sarlman'ın valileri kadar onun kraliyet mi­ rasçılannın geride kalan meşruiyetiydi. Yakın geçmişte yapılmış bir çalışma, Sarlman'ın hükümranlığının 9. yüzyıldaki parçalanmasının gasplardan de­ ğil, kralın naipleri olarak meşru bir biçimde atanan soylulann hakikaten ba­ ğımsız hale gelmesinden kaynaklandığını ileri sürdü.1 14 Olguyu göz önün­ de bulundurursak, bu tür atamalar, dış fetihler son bulduktan sonra, sadaka­ ti elde tutmak için verilen toprak ödülleriyle kaçınılmaz önlemler olarak sık sık yapıldı; pratik ayrım çok büyük değildir. Yan-bağımsız prensliklerin, de­ neme yanılma süreciyle ya da en uygun olanın hayatta kalmasıyla, 10. yüzyı­ lın iktisadi ve teknolojik koşullannın izin verdiği ölçüde geniş boyutlara ev­ rildiği konusunda güçlü bir kanıt ortaya kondu.1 1 5 l l . yüzyılın özerk ülke oluşumunun "ikinci dalgası"nda, parçalanma daha da ilerledi. Bu nedenle, en önemli gelişmelerin bile mitsel etkilerle açıklanabileceği izlenimini aktar­ mak istemem. Ortaçağ'ın sonunda, Fransa'nın birleşik bir siyasi kurum ola­ rak ortaya çıkışını mümkün kılan en güçlü etmen, uluslararası ortamın ikin­ ci bir şans için güçlerin yeniden gruplaşmasına izin verecek kadar merha­ metli olduğu l l . yüzyılda doruğuna ulaşan parçalanma olabilirdi. Diğer yandan Karolenj meşruiyet mitinin kalıntılan dikkate değer bir bi­ çimde etki etmiş gibi görünür. Genel valilerin meşruiyeti üzerine bir fikir akışı saptayan aynı akademisyen, bu aynı 9 . yüzyıl önemli kişilerinin, ilk başta seçtikleri bölgelerin (regna) sınırlannın ötesine nadiren genişledikle­ rini tespit etti. 1 1 6 Daha önemlisi Pepin'in v e Sarlman'ın hükümdarlıklann­ da, Frenklerin (yani, Fransızlann) seçilmiş halk olduğu, çünkü monarklan­ nın, Fransa'nın andırdığı, sadece göklerde var olan Frenk ("özgür") Krallı­ ğı'nı yöneten lsa'nın kendisinin dünyevi türü alınası gibi, onlann krallığının Cennetin Krallığı'nın dünyevi bir paraleli olduğu temasının sürekli olarak pekiştirilmesi olarak görülür. 13. yüzyılın sonunda, Papa VIII. Bonifacius, bu kavramı, "İsrail halkı gibi ( . . . ) Fransa Krallığı, göklerin emirlerini yerine getirmek için tann tarafından seçilmiş kendine özgü bir halk" olduğunu ilan ederek onayladı. 1 1 7 Bizans Hıristiyanlığı zirvesindeyken, kadim Mezopotam1 14 K. Werner, Reuter içinde, s. 247 ve devamı.

l l S Dhondt, Etudes ... des Principautes Territoriales, s. 256; K. Werner tarafından eleştirisi Reuter

içinde, s. 247 ve devamı. 1 16 K. Werner, Reuter içinde, s. 247 ve devamı. 1 1 7 Strayer, Medieval Statecraft, s. 31 1-313. Mezopotamya anlayışı ve Ortaçag Fransız görüşü ara­

sında dogrudan bir baglann kurulabilecegini ima etmeye niyetim yok. Bununla beraber örne­ gin, yedi mitsel Zerdüştt naiple Kutsal Roma lmparatorlugu'nun yedi elektörü arasındaki gibi, simgelerin bu tür uzak ilişkileri daha önce belirtildi. Bkz. Hammer (Purgstall), Geschichte des osmanisehen Reiches, 2: 3. Diger yandan, dünyevi tefekkur geleneginin Abbasi uygulamasına ya­ pılan yersiz atfın aynnnlı eleştirisi için bkz. l.assner, s. 270. 201

ya mitini daha sadık bir biçimde yansıtmamıştı. Muazzam önemdeki son nokta bu kutsal krallık ve özel topraklar ara­ sındaki erken bagdı. Toprak ilkesine dayanan kavramların, Batı Avrupa'da, özellikle yogun bir biçimde yerleşiimiş Kuzey Fransa'da, hem köylüler hem de soylular arasında ortaya çıkışının temel nedeni, tkinci Bölüm'de ele alın­ dı. Fransa'da kraliyet otoritesi, belirlenmiş sınırlan güvence altına almak ve bu tür fiziksel sınırlılıklar içinde çagın koşullannın izin verdigi en ge­ niş yargı yetkisini elde etmek için erkenden uygulandı. Son Karolenj bölün­ mesinden sonraki temel sınır altı yüzyıl boyunca "dört ırmak hattı" , Schel­ de, Maas, Saône ve Rhône olarak kaldı. Bu sınırlar klasik Galya anlayışından ya da günümüzdeki Vauban, Colbert ve XIV. Louis tarafından elde edilen, "altıgen"den uzaktı. 1 1 8 Ama ırmak hatları, belirli bir devlet sınırlan düşün­ cesini, insanın zihninde düzgün bir biçimde sabitleyecek kadar uzun bir sü­ re varlıgını sürdürdü. Bu çalışmanın amaçlan için, Fransız kral-devlet-ulus blokunun güçlen­ mesinin, geç Ortaçag ve erken modem dönemlerde, özellikle de din savaş­ lan sırasında, izini sürmek gereksizdir. Dışsal yıkıcı güçlere ragmen bu sü­ recin, Germen imparatorluk idealinin talihinin aşın iniş çıkışlannın aksine, neredeyse kesintisiz oldugunu vurgulamak önemlidir. Amaçlanın için daha önemli bir tema, Fransız modelinin diger dogmakta olan Avrupa siyasi ku­ rumları üzerindeki etkisidir. Frenk soylulugu, Avrupa aristokrasisinin bü­ yük bir kısmının atadan kalma stogunun en azından bir kısmını tedarik et­ ti ve bu nedenle, mitleri ve gelenekleri geniş bir biçimde yayıldı. Sonuç ola­ rak Fransız taç giyme töreninin anahatları, Avrupa monark ailelerinin ortak mülkiyeti haline geldi. 1 19 Bu mitin, Geblütsrecht üzerine inşa edilen ama onu aşan simgesel aynntılannda, daima erkeklerle sınırlı olmayan, ilk dogan ev­ lat ilkesi belirdi. Fransız kültürünün üstünlügü, Gotik mimari ve saygın dil, aşın önemli desteklerdi. Geç Ortaçag'da Fransız sarayının saygınlıgı ve Fran­ sız yönetiminin bununla baglantısı, saglam bir biçimde kurumsallaştı; Ba­ tı Hıristiyanlıgının birçok siyasi kurunıu için temel modelleri saglayan kül­ tür ve krallık arasındaki sıkı ilişki konusunda gerçek bir şüphe yoktu. Sonuç olarak, bir uluslar Avrupa'sı, öncelikle, Fransa'yı oluşturan koşulların nevi şahsına münhasır bileşimi olmaksızın kavranılamaz.

Imparatorluk idealinin yeniden canlandırılması Siyasi ya da dış koşulların neden oldugu sayısız darbelere ragmen, Fransız bilinci sürekli olarak, daha güçlü, daha kesin bir biçimde baglanmış bir kim1 18 Kem, Die Anfange ... Ausdehnungspolitik, s. 16. Karş. Kienast, Deutschland, 1: 6. 1 19 Ullmann, The Carolingian Renaissance, s. 165; Deer, s. 23, 33. 202

liğe doğru evrildi. Diğer yandan Batı'daki imparatorluk anlayışı, döngüsel bir görünüme sahipmiş gibi görünür. Avrupa, diye yazar Walter Ullmann, "coğrafi bir ifade değildir ama bir yandan Karolenj yönetimi altındaki sakin­ lerinin genel görünümünün, heterojen değilse, çoklu biçimi, diğer yandan da Bizans, Hıristiyanlığa karşıt olarak Roma-Latin, Batılı birleştirici çimen­ tosu ve yapıştıncı bağı tarafından karakterize edilen mükemmel bir biçimde iyi anlaşılmış kavramsal bir yapıdır" . 1 20 Bu, imparatorluk çerçevesinin öne­ minin 9. yüzyıldaki doruğundan, Osmanlı'dan, Hohenstaufen'den ve Lutzel­ bmg'dan ve Kutsal Roma imparatorluk gücünün ve mitinin yeniden canlan­ dınlmalanndan geçen yol, burada anahatlanyla ele almak için bile çok kar­ maşıktır. Ancak, 16. yüzyılın başındaki kayda değer bir biçimde imparator­ luk fikrinin yeniden canlanması, daha sıkı bir inceleme olmaksızın öylece bırakılamaz. l 5 1 9'da, yeni bir Charles, Kutsal Roma imparatoru olarak taçlandınldı; nazırı Mercurino Gattinara, çelişkiye düşmekten korkmaksızın, V. Char­ les'ın, Hıristiyanlığın o zamana dek bildiği neredeyse en evrensel monarşi­ nin başı olduğunu iddia etti.121 Onun gibi bir başkası yoktu. Gerçekten de Charles'ın seçilmesi, beşeriyet araştırmalarında Sarlman'ın yeniden doğu­ şunun bir ölçüye dek yeniden canlandırdığı Germen ulusal duygulanna bir şeyler borçluydu. Yine de bu aynı hümanistler, imparatorluk seçiminin bir gölge üzerinde yönetme unvanını aktardığını fark ettiler. 1 22 Diğer yandan . hümanistler kehaneti sürdürdüler: V. Charles Galya'nın yöneticisi olacak­ tı, Türkleri hezimete uğratacaktı, Kutsal Mezar'ı kurtaracaktı. Evrensel mi­ tin canlandınldığı her yerde, bazılan için bir tehdit, bazılan için de güvenlik vaadiydi. Protestanlar arasında bile, diye yazar Heinz Duchhardt, "impara­ torluk sadece seküler bir yapı değildi, ruhani bir işleve de sahipti. Öyle ki te­ oloji tarihinde imparatorluk, Peygamber Danyal'ın dört evrensel monarşisi­ nin, Gökleri ve yeryüzünü kapsayan Tannsal lmparatorluğun dünyevi dışa­ vurumunun teokratik ve kutsal nitelikleriyle güçlerden birini oluşturdu" . 1 23 imparatorluk talihinin bu olağanüstü yükselişi ufukta nasıl belirdi ve neden Charles ve oğlu II. Philip döneminde hayatta kalmadı? Atalan oldukça kanşık olan Charles, kendini Burgonyalı bir Fransız hisse­ diyordu. Onun atalannın kenti Dijon'a olan özleminden daha güçlü bir nos­ talji örneği kaydedilmemişti: "Söylenen ölüm saatimizde Burgonya Dükü­ müz bize itaat etmelidir; bedenimiz, Burgonya Dükalığının, Dijon Kentimiz1 20 Ullmann, The Carolingian Rrnaissance, s. 1 . 1 2 1 Koenigsberger, The Practice of Empire, s . l l . 1 22 Folz, The Concept of Empire, s . 167. imparatorluk otoritesinin uygulamadaki sımrlan üzerine bkz. Kienast, Deutschland, 2: 417, 465; Sommerfeldt, s. 194; Reimann, s. 362; 374. 1 23 Duchhardt, s. 4; Danvila y Collado, 2: 245; Kantorowicz, s. 139 ve devamı. 203

deki Şartrö tarikatının geleneksel kilisesinde, vefat etmiş atalanmızla birlikte ve onlann yanına mezara konmalıdır. " 1 24 Duygusal vasiyet, Charles'ın siya­ sasının merkezi amacının neden Fransa'yı yenilgiye ugratmak oldugunu gös­ terir. Bu onun en güçlü olumlu duygusuna, hanedansal hürmetine de işaret eder. Diger büyük soylu hanelerin yaptıgı gibi, Avusturya Hanesi de (Habs­ burg-Burgonya Hanedanı) kendilerine bahşedilmiş kilise bahçesindeki gö­ mülme yerini, kimliklerinin birincil kaynagı olarak gördü. Charles'ın nostaljisini oluşturan Burgonya, her şeyden önce bir aile, bir gelenek, ardından da bir yerdi; tümü, Charles'ın kendi evrensel imparator­ lugu kadar kısa ömürlü parlak bir tarih döneminde birleşti. 14. yüzyılın so­ nuna dogru, şansın, tedbirli evliliklerin ve askeri becerllerin olagan bileşi­ mi aracılıgıyla, Burgonya Dükü, özellikle modem Çukureller, Kuzey Fran­ sa'yı ve Dogu-Orta Fransa'nın büyük bir kısmını kapsayan görece küçük ama zengin ve stratejik fiefler grubunu bir araya getirdi. Bu, güçlü kentlerin ve tercih edilen ticari rotalann 9. yüzyıldan itibaren birleşmenin önüne geç­ tigi ara bölgeydi. Bölgedeki Frenk yönetiminden önce gelen Burgonya Kral­ lıgı'nın anısı önemsizdi. Hukuki olarak, yeni Burgonya'nın mülkleri, Fran­ sa ve Kutsal Roma lmparatorlugu arasındaki sınınn her iki tarafında da ol­ manın kayda deger avantajına sahipti. lmparatorluk zayıf oldugundan, Bur­ gonyalılar ve İngilizler, l477'deki I. Charles'ın [metinde Kel Charles) vahim ölümüne dek, Fransa'yı zayıflatmak için kullanılabilirdi. Ömegin, lmpara­ tor III. Frederik, I. Charles'ı, her ne kadar Charles'ın talep ettigi 9. yüzyıl­ daki Karolenj bölünmesinden sonra canlanan Lotharingia'nın degil, sadece Brabant imparatorluk fıefinin kralı yapmayı önerdi. Hala tek bir monark al­ tında üç krallıgın -Frizya, Flandre ve Burgonya- birligi umudu varlıgını sür­ dürdü. 1 25 Sorunlar agırdı: özerk soylular ve kentler, güvenli iletişimin yoklu­ gu ve hepsinden önemlisi, Fransız monarşisinin ezici gücü ve çekimi. Sigis­ mund tehlikeyi algıladı ve Burgonya Hanedam'nı kabul etme noktasındaki Brabant Düklügü'nü kısaca uyardı: "O halde Fransız olmak istiyorsunuz. " 1 26 I. Charles'ın düşüncesizliginin Fransa'daki Burgonya varlıgını bir gölge­ ye indirgernesinden önce, Burgonya Hanedanı, Avrupa'nın gelecegini kalı­ cı bir biçimde etkileyen kendine özgü kurumlarda cisimleşen bir mit yarat­ tı. En çarpıcı kurum, Eski Ahit'ten (Gideon) ve klasik antikileden Qason) şövalyece cesaretin simgelerini bir araya getiren Altın Pösteki [ Golden Flee­ ce) Tarikatı'ydı. Tarikat, devlet bakanlan dahil, yüksek soylular için bir top­ lumsaliaştırma mekanizması olarak hizmet etti. Kurumun Avrupa soylulu1 24 Alınulandıgı yer Hauser ve Renaudet, s. 405. 1 25 Heinrich Sproemberg, "Das Erwachen des Staatsgefiihl in den Niederlanden", L'Organisation Corporative içinde, s. 87; Lhotsky, s. 3 1 . 1 26 Alınulandıgı yer Calmette, s . 173. 204

ğu arasındaki saygınlığı, bir ölçüye dek, Fransa'nın muazzam, soyut çekimi­ ni dengelerneye de hizmet etti. Alman bir tarihçinin adlandırdığı üzere, "ha­ nımlann şövalyevari kültünün son çiçeği" olan tarikat, Haçlı Seferi biçimiyle -I. Charles'ın kendisi yeni bir haçlı seferini yönetmeyi tasarlamıştı- ilk ku­ ruluşundan itibaren arkaikleştinci bir mekanizmaydı. Fransızca yerine La­ tincenin tercih edilmesi, vakur, muhteşem saray etiketinin kullanılması, Fla­ man kentlerine egemenlerin girme törenleri Uoyeuses Entries) - tüm bunlar öyle ya da böyle Burgonya Hanedam'nın geçmişten etkilendiğini gösterir. 1 27 Biçim, melankoliye, zaman zaman, Pierre Chaunu'ya göre, Büyük Veba Sal­ gını'nın yoğun psikolojik etkisini yansıtan ölümle ilgili görünümlere sahip­ ti. Bu duygu durumlan, Burgonya temalannı, daha sonralan nüfusu Ameri­ ka'ya akıp giden tspanya için çekici kıldı. 1 28 Ne arkaikleştinci unsur ne de kutsal önsezi, şüphelenilebileceği gibi, Hıristiyan imparatorluğunu yeniden canlandırmak için elverişli biçimleri oluşturdu. Burgonya'nın V. Charles'a aktardığı mit arkaikleştiriciydi; tamamen mo­ dası geçmemişti. Hıristiyan düzeninin karşı karşıya kaldığı, kısa bir süre ön­ ce Bizans'ı özünıseyen Osmanlılardan kaynaklanan tehlike inkar edilemezdi. Osmanlı güçleri baba tarafından büyükbabası tınparatar I. Maximilian'dan miras aldığı mülkiere girmişti ve donanma filolan, anne tarafından büyük­ babası Aragonlu Ferdinand'dan gelen Doğu lberya ve Güney ltalya sahille­ rini tehdit ediyordu. Haçlı Seferleri düzenleyen şövalyelerin son çiçeği miti bu tehlikeyi tersine çevirebilirse -bir anlamda yaptı da- şövalyelik, bu sefer, kaybedilmiş bir dava için seferber edilmemiş olacaktı. Burgonya mirası, Charles'ın misyonunu diğer açılardan da muazzam ölçü­ de karmaşıklaştırdı. Daha sonra ortaya çıkacağı gibi, tabiiyetindekilerin kül­ türel çeşitliliği, işlerin uyumlu yönetimini çok güçleştirdi. Tamamen jeopo­ litik olan sorunlar şaşırtıcıydı. Gerçekten de Charles, ]ura Dağlan ile Kuzey Denizi arasındaki dar bölgedeki Burgonya hanedanının düşmanı olan Av­ rupa ölçeğinde kaynaklann dağılımı ve iletişimin kınlganlığıyla karşı karşı­ ya kaldı. Femand Braudel'in bu iletişim sorunlannın çok aynntılı açıklama­ sının ulaşılabilirliği göz önünde bulundurulduğunda, onlan burada aynntı­ lanyla ele almak mantıksız olacaktır. Charles'ın baş ettiği özel sorun, ope­ rasyonlann kendi kişisel merkeziydi. Kalbi Burgonya'daydı ama hem birin­ cil askeri kaynaklann hem de en tehdit altındaki iki sınırdan birinin lber­ ya'da olduğunun farkına vardı. Sonuçta, hükümdarlığının sadece bir kısmın­ da orada yaşadığı halde, aşamalı olarak yanınadanın bakış açısını benimsedi. Muhtemelen en büyük sorunlar Charles'ın Fransa'yı küçültme kararlılı­ ğından kaynaklandı. Günümüzde Braudel gibi Fransız tarihçiler, Fransız 127 Brandi, s. 260-261 ; Wiesflecker, 1: 238; Walther, s. 60; Huizinga, "Burgund" , s. 25. 1 28 Chaunu, L'Espagne, 1 : 60-73. 205

krallığında yoğunlaşan gücün, Charles'ın geniş biçimde dağılmış mülklerin­ den gelen tüm kaynakların onu dengelernesi gerektirecek kadar büyük ol­ duğunu kabul edecek kadar cömerttir. Fransa'nın Osmanlı tehdidine kar­ şı ikircikli tutumu, onun Fransız gücünü sınırlama arzularını daha anlaşı­ lır kılar. Charles'ın hükümdarlığının başlangıcında, bu ikircikli tutum en azından, uzlaşmaz değilmiş gibi görünür çünkü Chievres'in ( Guillaume de Croy) başını çektiği Flaman danışmanlan, ( Charles'ın kendisi gibi) Franko­ fon olduklan gibi, genel olarak Fransız yanlısı tutumlara sahiplerdi. Ama ye­ niden birleşmiş Burgonya mitine ek olarak Fransa'nın bumunun sürtülmesi için bazı danışmanlannın baskılan galip geldi.129 Piyemonteli olsa da Fran­ sızca konuşan, "Burgonya İmparatorluğu"na hizmet eden Gattinara, Chiev­ res'in siyasasını, Batı imparatorluğunun daha önce deneyimiediğinden daha kapsayıcı bir evrenseki mit üzerine temellenen saldırgan bir ideolojiyle de­ ğiştirdi. Dünyevi düzende, "Bir Sürü ve Bir Çoban" , Charles, olmalıydı. İm­ parator, "bağımsız" devletler üzerinde sadece kutsal, ahlaki ve hukuki otori­ te uygulamalıydı, imparatorun dünya düzeninde, gerekirse zorla birleştirile­ cek olan, Fransa için bir istisna yapmamalıydı. 1 30 Charles'ın imparatorluk misyonu, Kuzey Avrupalı "sapkınlar"la mücade­ le etme zorunluluğuyla hükümdarlığının büyük bir kısmı geçmeden önce, daha da karmaşıklaştı. O ve Gattinara, Hıristiyan bir imparatorun zorunlu­ luğu olarak gördükleri bu görevden kaçınmaya çalışmadılar. Aynı zamanda her ikisi de adanmış olsa da papalık yanlısı değildi. Charles bir papayı hap­ seden birkaç Avrupalı manarktan biriydi. Gattinara, Dante'nin papalık kar­ şıtı De Monarchia'sını diriltti ve Roma'daki papa için ikincil bir rol ima ede­ rek, Hıristiyan imparatorluğu için Jüstinyen'in Bizans'ı yeniden canlandır­ masını model aldı.131 Jüstinyen'in zamanından Isauria Hanedam'na dek, Bi­ zans İmparatorluğu gibi yeni evrensel imparatorluk anlayışı, her ne kadar üç önemli eylem alanı Kuzey Avrupa'da olsa da, Akdeniz üzerine vurgu yapma­ ya yöneltti. Türklere karşı savunma ve Akdeniz ve Atlantik boyunca iletişi­ min sağlanması bir deniz rejimine [thalassocracy) ihtiyaç duydu . Charles, denizin yönetimini güvence altına almakta, Jüstinyen'den daha az başarıby­ dı ve oğlu II. Philip ölümcül yenilgilerden acı duydu. Seçkinleri etkileme becerisi imparatorluk miti için bir tumusol kağıdıdır. Yeni imparatorluk miti bireysel karakterler üzerinde derin izler bıraktı ama yeterince geniş bir yüzeye hükmetmekte başarısız oldu. Gattinara, yeni dün­ ya düzeni, kültürü ve zenginlikleri Charles'ın diğer ülkelerini aşan İtalya'da toplamayı doğal olarak tercih edebilirdi. İtalya, Almanya'ya olduğu kadar 129 M. Philippson, s. 7; Habler, s. 34. 130 Walser, s. 171 ve devamı. 131 Brandi, s. 263. 206

Akdeniz'e de yakın olmanın paha biçilmez avantajına da sahipti. Avusturya hanesinin [ Casa de Austria] unvanlannın Charles'ın oğlu Il. Philip ve lmpa­ rator Ferdinand arasında bölünmesi bu seçeneği ortadan kaldırdı. Böylesine geniş bir alana yayılmış bir imparatorluğu tek bir yöneticinin denetlemesi­ nin zorluğu, bu bölünmenin aşikar gerekçesini oluşturdu. Dahası Habsburg­ lar, bazı diğer büyük Germen aileleri gibi, hala, ilk doğan evlat ilkesinden ay­ nlmayı kabul edilebilir kılacak kadar, Geblütsrecht, hanedana özgü kolektif veraset geleneğini korumuştu. Bununla beraber tspanya Orta Avrupa üzerin­ de muazzam bir etkide bulunmaya devam etti. Otuz Yıl Savaşlan'nın ilk aşa­ ması ( 1 620'ler) boyunca, "İspanyol" askerler (İspanyol modeline göre eğitil­ miş ve İspanyollar tarafından komuta edilen Valonlar ve İtalyanlar dahil) Bo­ hemya'daki imparatorluk ordusunun çoğunluğunu oluşturdu. Hatta subay­ lar İspanyol monarkından "kralımız" diye söz etti. 132 II. Philip, yetiştirilme ve karakter açısından, belgelerine Rex Hispaniorum ve Rot des Espagnes Catholiques unvanlannı katacak kadar İspanyol'du. N azı­ n, Antoine de Granvelle, İspanyol yargılanna güvenmeyen bir Franc-Com­ tois'ti. O "İspanyol (. .. ) her şeye müdahale etmek istiyor; ama onlann birço­ ğu ne eyaleti (Hollanda'yı) ne de oranın sakinlerinin tutumunu ne de genel olarak işleri biliyor. (. . . ) İspanyol ve İtalyan subaylarla bir yere vanlamaz" di­ ye yazdı. Bir başka durumda, "Kastilyalılar her şeyi istiyor. Sonunda her şe­ yi kaybetmelerinden korkanm" yorumunu yapu. 1 33 Ama adanmış sınır zih­ niyetiyle Kastilyalılar, kendilerini Philip'in tek sadık uyruklan olarak gördü; sonuç olarak onlar tüm önde gelen makamlarda hak sahibi olduklannı dü­ şündü. Hollanda bir yana bırakılırsa, en büyük hasann, yönetirnde beceri sa­ hibi Sicilyalı ve Napolili soylulann, Kastilya'yla bir hükümdar altında birle­ şerek özerkliği sürdürmek istediği İtalya'da meydana geldiği görünür. Temel bir güçlük, II. Philip'in lspanya'sının, Kutsal Roma İmparatorlu­ ğu'ndan resmi olarak boşandıktan sonra, geniş bir alana yayılmış fiili impa­ ratorluğu sürdürmek için bir meşrulaştırma sunmadaki başansızlığıydı. tın­ paratorluk teriminin kendisi, tspanya için, tek meşru Katolik imparatorluğu­ nu zaten yöneten Avusturya hanesinin hizmetkarlan tarafından, resmi olarak kullanılınadı ve kullanılamazdı. Sonuç olarak bilge İtalyanlar, Gattinara'nın olduğundan daha muhteşem olan Thomas Campanella'nın tasanınma ya da "lütufkar imparatorluk" olağan savunmasına, bir hükümdar altında birleşme­ nin erdemlerine ve yönetimsel gerekliliğe başvurmak zorundaydı. 1 34 Bu bö132 Polisensky, s. 84 ve devamı. Gennen Geblutsrecht ilkesinin Avusturya hukuku üzerinde 1521'e dek süregiden gücü üzerine bkz. Winkler, Studirn ubu Gesamtstaatsidee, s. 4 1 . 133 Alınulandıgı. yer M. Philippson, s . 27, 23 1 ; Helmut Koenigsberger, "Spain", Ranum içinde, s . 163. 134 Koenigsberger, The Practice ofEmpire, s. 56 ve devamı; M. Philippson, s. 571; Meinecke, Machi­ avellism, s. 105-106. Erken modem dönem boyunca imparatorluk düşüncesinin önemi hakkın­ da ek kanıtlar için bkz. Folz, The Concept of Empire, s. 15, 41, 54 ve devamı; Schramm, Hemc207

lümün başlangıcında ileri sürüldüğü gibi, barış ve refah vaatleri, saygıdeğer Roma İmparatorluğu'nun uynıklannın moralini ağır darbelerle karşılaşuktan sonra ayakta tutmak için yetersizse, yoğun gerilimle karşı karşıya kalan ye­ ni İspanyol İmparatorluğu'nun bu zayıf temalada seçkin güçleri seferber ede­ memesi kolayca anlaşılabilir. tki yüzyıl boyunca Aragon tarafından sabırla bir araya getirilen İspanyol İmparatorluğu'nun Akdeniz alanına dinamik ama ka­ ba Kastilya sınır miti tarafından neredeyse kaçınılmaz bir biçimde hükmedil­ di, daha sonra da yabancılaştınldı. Kutsal Roma lmparatorluk unvanı, 1804'te resmi olarak reddedilmesine kadar, neredeyse üç yüzyıl boyunca Habsburg Hanedam'nın Avusturya ko­ lunda kaldı. Unvanın bu uzun süren sahipliği, İspanyol kolunun sınır mi­ tinin Kastilya versiyonunu benimsernesiyle aynı sırada, Avusturya kolunu, Hıristiyanlığın savunucuları olan Antemurale rolüne yükselten koşulların bir araya gelmesinin bir sonucuydu. 1 5 . yüzyıl boyunca, Habsburg haneda­ nı üyeleri, Bohemya ve Macaristan taçlarını, Osmanlı ilerlemeleriyle tehdit edilen Hıristiyanlığın doğu sınınndaki kendi görece küçük mülkleriyle bir­ leştirmeye çalıştı. 135 Zeki diplomasi, hanedanın İspanyol ve Burgonya kay­ naklannın Türklere direnmek için sağlayabileceği aşikar fayda, nihai olarak ( 1 5 26- 1 527) Bohemya, Macaristan ve Hırvatistan mülklerinin (sonuncusu geçici olarak Macaristan Krallığına tabiydi) krallan olarak Ferdinand'ı ka­ bul etti.136 Bu olayın Ferdinand'ın Kutsal Roma lmparatoru olarak V. Char­ les'ın yerini almasından on yıllar önce meydana gelmiş olduğunu belirtmek önemlidir. Bu nedenle sırası geldiğinde, büyük bir alana ve simgesel öneme sahip yeni bir özerk Habsburg hükümranlığı Burgonya imparatorluk mitiy­ le yan yana ortaya çıktı. Ferdinand'ın kendisi bir İspanyol olarak yetiştirilmişti ve Doğu Orta Avru­ pa sahalarını sağlamlaşurmanın bir aracı olarak yararlı olan ilk doğan evlat ilkesi gibi, İspanyol geleneklerini benimsemişti. 1 37 Başlangıcından itibaren Avusturya Habsburglarının birincil kaygısı, çeşitli ve genişleyen mülkleri­ ni, güçlü bir merkezileşmiş monarşide birleştirmekti. Osmanlılara direnecek güç ihtiyacı Habsburglann birincil meşrulaştırma aracıydı. Bununla beraber 16. yüzyıl boyunca, merkezileşme üzerine vurgu, Lutherciliğe eğilimli yerel soyluların ayrıcalıklarını azaltmaya kaydı. Güçlü Habsburg Katolik sadaka­ ti, juan Mariano gibi İspanyol Cizvit danışmanların yanı sıra İspanyol askerhaftszeichen, 2: 481 ve devamı; 3: 1055; Duchhardt, s. 69, 120 ve devamı, 128, 153, 171; Huffer, 441 ve devamı. Bau Avrupa'da imparatorluk düşüncesinin nihai ölümü hakkında bkz. Duch­ hardt, s. 3 1 1 ve devamı; Srbik, s. 10 ve devamı, 19; Mitrofanov, 1: 256 ve Redlich, 1: 2. 135 Tezner, s. 369; Srbik, s. 31 ve devamı, 50. 136 Redlich, 1: 2, 7; Bidermann, Geschichte ... Gesammt-SUıats-Idee, 1: 1, 3; Walter, Osterreichische ... Verwaltungsgeschichte, s. 25 ve devamı. 137 Winkler, Studien uber Gesamtstaatsidee, s. 22 ve devamı, 37 ve devamı; Lhotsky, s. 1 17. s.

208

leriyle pekiştirildi. 1 38 Aristokratik homojenleşmenin ilerletilmesi, bu alan­ lar arasındaki resmi yazışmalann ve temaslann yasaklanmasının arkasında­ ki motifti. Sonraki yüzyıl boyunca Avusturya kraliyet mülkleri ve zaman za­ man Bohemya, savunma önlemlerini uyumlu kılmak için bir konfederasyo­ nun üyeleri gibi hareket etti. Bu adımlar yararlı olduğu kadar, 1 7 . yüzyılın ortalanna dek Viyana'daki yetkililerin merkezi karar alma süreçlerinde ısrar­ lı olmalan hususunda kendilerini güçlü hissetmelerini de sağladı. 1 39

Özet ve sonuçlar Özdeşleşmenin ufak kurucu birimlerden birleşmeye ya da imparatorluk si­ yasi kurumuna transferi esnasında, mitler ve simgeler güçlü bir etkiye sa­ hip olur. Siyasi kurumlar yüksek düzeyde eklemlenmiş ve görece istikrar­ lı türden resmi örgütlenmeler olduğundan, mimaride, unvanlarda ve işaret­ lerdeki bu türden mitler ve simgeler bilhassa önemlidir. Dahası bu tür gös­ tergeler, zaman içinde sıradışı bir kalıcılık ve mekanda yayılınayla karakte­ rize olur. Ortaçağ ve erken modem dönemlerin imparatorluk siyasi kurumlan, ken­ di varlıklannı sürdürmek için hayati önem taşıyan kimlik aktanmını teşvik etmekte her ne kadar bilinçsiz olsa da, Mezopotamya'da uygarlığın şafağın­ da kurumsallaştınlmış bir modeli takip etti. Tannsal düzenin dünyevi yan­ sıması olduklannı iddia ederek, imparatorluğa evrensel kutsal nitelikler at­ feden aşkın mitler, çoğu kent-devletleri olan küçük siyasi kurumlar toplu­ luğunu, geniş, birleşik siyasi kurumlara dönüştürmek için güçlü araçlardır. Eski Ortadoğu ve Helenistik dönemdeki geniş imparatorluk siyasi kurumla­ n, bu meşrulaşuncı mythomoteur'ü, yan dünyevi temelde sistematikleştirdi. Roma İmparatorluğu, düzen ve zenginliğin yüce değerlerine başvurarak kut­ sallık mitinin seyreltilmesinin doruğunu meydana getirdi. Eski Roma İmparatorluğu'nun kalınulan üzerine ya da ona komşu bölgeler­ de inşa edilen hiçbir imparatorluk Roma mitinin geride kalan aura'sını kop­ yalamaktan kaçınamadı. Bununla beraber, büyük evrensel dinlerin (Hıristi­ yanlık ve lslam) her ikisi için de onu kabul etmek, hayati bir adaptasyona ih­ tiyaç duydu. Bu tür bir adaptasyon, Roma emperyalizminin doğrudan mirasçı­ sı olan Bizans için bile zoruruuydu çünkü Bizans siyasi kurumu, Hıristiyan de­ ğerleri tarafından temelden dönüştürülmüştü. Çözüm, imparatorun kutsallı­ ğının reddedilmesi ancak sadece imparatora, semavi bir krallığa paralel evren­ sel bir dünyevi siyasi kurumu yöneten lsa'nın vekili rolünü atfetmekti. 138 Redlich, 1: l l ve devamı; Stunnberger, s. 20 ve devamı; Bidennann, Geschichte ... Gesammt-Sta­ ats-Idee, 1: 50, 92n, 93n. 139 Bidemıann, Geschichte ... Gesammt-Staats-Idee, 1: 24 ve devamı; Redlich, 1: 7 ve devamı. 209

lslami imparatorluk miti oldukça farklı bir biçimde gelişti. Bir din olarak lslam bu haliyle siyasi kurumlann varlığıyla ilgili değildi. Aksine, islam'ın evrensel .dini misyonu, bir din olarak Hıristiyanlığa göre, daha doğrudan si­ yasi ve askeri eylem gerektirecek bir tarzda kavrandı. Sonuçta, kabul edile­ bilir bir lslami siyasi kurumun ilk zorunluluğu, islam'ın hükümranlığının genişletilmesi dahil, bu misyonu uygulamasıydı. Bu ihtiyacın geniş sınırla­ n içinde, meşruluk için çeşitli iddialar ortaya atıldı - soykütüksel, Tann'nın inayetinin tezahürü, Kutsal Kentlerin korunması gibi. Temel olarak belir­ li bir yöneticinin ya da rejimin bu tür meşruiyet iddialan yöneticinin, Hı­ ristiyanlıktaki verili bir siyasi kurum üzerindeki hakimiyet iddialannda çok farklılaşmaz. Öncelikli farklılık, Dar ül-lslam içindeki bu türden tüm siyasi kurumlar olumsal olarak görülür. Tüm Müslümanlar, kuranısal olarak, için­ de yaşama şansına sahip olduklan herhangi bir lslami siyasi kurumun yurt­ taşlandır. Bir Müslüman yönetici, yönetmeye başladığı siyasi kurumda ikti­ dan ele geçirmek zorunda olduğu kadar, diğer lslami siyasi kurumlar üze­ rindeki iktidannı genişletme hakkına sahiptir. Aksine, Hıristiyan pratiği, herhangi bir istikrarlı, özerk siyasi kurumun meşruiyeti için, değişen güçlerde bir hüküm oluşturdu. Bizans için bu hü­ küm, vekil-imparatorun önceliği hiçbir zaman resmi olarak reddedilmese de, gitgide artan bir biçimde uygulamadaki yönetim haline geldi. Rus Ortodoks siyasi kurumu için, bozkır yöneticilerinden olduğu kadar Bizans ve Slav ge­ leneklerinden türetilen kapsamlı iddialara rağmen, siyasi kurumlar toplulu­ ğu içinde sınırlı imparatorluk statüsünün kabulü, daima evrenselliğin impa­ ratorluk miti için belli başlı bir değişiklik inşa etti. 8. yüzyılın sonunda Bizans hegemonyasından resmi olarak kopuşundaki kökenierinden itibaren Batı Av­ rupa imparatorluk miti, siyasi kurumlann birlikte varoluşu için geniş ödün­ ler verdi. Aslına bakılırsa, Karolenj İmparatorluğu ve onun halefi olan Kutsal Roma imparatorluğu, diğer egemen yöneticiler üzerinde üstünlük iddia ettik­ lerinden daha fazla imparatorluk mirası üzerinde hak iddia etmedi. lsa'nın vekili olarak imparator yerine papanın konumu Batı imparatorlu­ ğunu vesayet altına soktu. Papalar sürekli olarak ve bir ölçüde başanyla, im­ paratoru yetkilendirme, görevleri konusunda talimat verme ve aşın durum­ larda da azietme hakkını öne sürdü. Bu sınırlamalar ve daha maddi doğa­ ya sahip diğer birçoklan, Batı Avrupa'da imparatorluk mitini, güç açısından döngüsel kılmaya eğilimliydi. lki doruk noktası, 8. ve 9. yüzyıldaki Karo­ lenj imparatorluğu ve 16. yüzyıl Burgonya canlanmasıydı. Bununla beraber, sonraki iki yüzyıl boyunca Avusturya Habsburg'un hak iddialan için impa­ ratorluk miti önemli bir unsurdu. Diğer yandan Kutsal Roma tacından aynl­ dığında, geniş de facto tspanya İmparatorluğu, diğer sözde Hıristiyan impa­ ratorluk siyasi kurumlannın genellikle yararlandığı meşruluktan yoksundu. 21 0

lmparatorluk iddialanndaki gerilemesindeki ve bununla ilişkili Batı Avru­ pa devlet sisteminin ortaya çıkışındaki önemli bir etmen, papalığın dengele­ yici siyasasıydı. lsa'nın vekilinin koruyuculan olarak papalann erken dönem Karolenjlere balışettiği yoğun, kutsal meşruiyet, emperyal halefiere bölün­ meksizin aktanlmasına izin verilmedi. Bunun yerine papalar, çoğu zaman Kutsal Roma imparatorlanna karşı yöneticilerini vekilliğin koruyuculan au­ ra'sıyla donatarak, batı Frenklerinin daha uzak ama daha güçlü koluna yö­ neldi, bu da, Fransa Krallığı olacak olandı. Çoğu zaman papalık kurulundan bağımsız olarak işleyen Fransız hiyerarşisinin bilgeliği ve saygınlığı, Fransız krallannın istisnai rolünü pekiştirdi. Tarihsel koşulların karmaşık bir dizisi, özellikle Frenklerin batıdaki ve doğudaki meşru mirasçıları arasındaki denk­ lik anlayışı, bu yetki bölümünü kolaylaştırdı. Ortaçağ boyunca, Fransız Krallığı herhangi bir seküler otoriteden, özellik­ le imparatordan resmi bağımsızlığını ve papalıktan gerçek anlamda bağım­ sızlığını ileri sürdü. Bu başarı Batı ve Doğu Orta Avrupa seküler yöneticile­ rini, kendi bağımsızlık iddialan için Fransızlannkini model almaya yöneltti. Fransız kültürünün erişilmez saygınlığı ve papalığın bağımsız siyasi kurum­ lan cesaretlendirmesi genellikle bu tür bir taklidin lehineydi. Aynı zaman­ da diğer seküler yöneticiler meşruiyetlerini diğer mit bileşenleriyle, özellik­ le Üçüncü Bölüm'de ele alınan Antemurale mythomoteur'le güçlendirdi. Ama tekerrür eden Kutsal Roma imparatorluk yapılan, Habsburglann büyük ama geçici başansında olduğu gibi, bu savunma mitini lshim'a karşı kullandı. Birbiriyle rekabet halinde olan mitsel yapıların istikrarlı bir siyasi kurumu teşvik etmede ne kadar başarılı olacağı, mitlerin, birleşik siyasi kurum için­ deki farklı unsurlara ait mitleri hükürnsüz kılma kapasitesine bağlıdır. My­ thomoteur'lerin tutunuroundan ayrı olarak, bu tür kapasiteler büyük ölçü­ de üç etmene bağlıdır: Dördüncü Bölüm'de ana hatlarıyla verilen üst sınıf­ la kentliler arasındaki ilişki; Yedinci Bölüm'de ele alınan nüfuz edici dini ör­ gütler tarafından sunulan destek ya da direniş ve aşağıdaki sayfalarda tartışı­ lacak olan merkezileşmenin dinamikleri.

21 1

Al Tl N C I BÖ LÜM

I M PARATORLU K SIYASI KURU M LARI : M ERKEZI LEŞ M E ZORU N LULUCU

Simgeler ve yönetsel merkezler olarak başkentler 1 7 . yüzyıldaki merkezileşme eğilimi, Mutlakıyetçiliğe doğru giden genel Avrupa hareketinin bir parçasıydı. Olduğu haliyle merkezileşme, ulusüstü otorite hiyerarşisi olarak evrensel imparatorluktan kolayca fark edilmeyen ama temel nitelikteki bir uzaklaşmayı temsil etti. Bu kavram 9 . yüzyıldan itibaren Batı Hıristiyanlığını karakterize etti. Son bölümün sonlanna doğ­ ru belirtilen Habsburg önlemleri, Mutlakıyetçiliğin kendisi gibi, ulus-dev­ letlerin merkezileşmiş egemenliği için bir girişti. Batı Avrupa'da merkezileş­ me için bu zorunluluk, en azından yoğunluğu açısından yeni olsa da, Ak­ deniz dünyasının bürokratik imparatorluklannın yanı sıra uzaklardaki siya­ si kurumlarda da uzun bir geçmişe sahiptir. Sonuç olarak, hanedanın ulu­ süstü anlayışı korumaya yönelik samimi isteğine rağmen Habsburg İmpa­ ratorluğu'nu uluslaştıncı bir güç olmaya iten etmenleri daha aynntılı/ola­ rak tartışmaya ilerlemeden önce, daha erken deneyimleri gözden geçirmek önemlidir. lmparatorluk mitinin evriminin uzun tartışması, siyasi kurumlan meş­ rulaştıran evrensel misyonlar ile onlann özgül bir toprakla sınırlı, istikrarlı kendilikler haline gelmelerini sağlayan mit dönüşümü arasındaki karmaşık ilişkinin incelenmesiyle başladı. Bu sürecin dinamiği, bilhassa değişen kim­ lik mitinin yönetici seçkinlere aktanlmasını içinde banndınr. Bürokratik ka­ riyerler için sistematik toplumsaHaşma süreci, yönetimin içindeki deneyim­ le pekiştirildi; bu da, bu bölümün öncelikli konusudur. Bununla beraber, 21 3

ilk olarak, imparatorluk miti ve imparatorluk yönetimi arasında bir bağlantı oluşturan başkentin rolüne kısa bir bakış gerekiyor. 1 Kimlik merkezi olarak kentin erkenden ortaya çıkışı, daha geniş bir siya­ si kurum mitinin odağı olarak onu cezbedici kıldı. Kent-devletinin kutsal çağnşımlan bir siyasi kurum içindeki birçok kent arasından tek bir öncelik­ li kente aktanlabilseydi, sadakaderin yeniden yönlendirilmesi işi yan yan­ ya çözülmüş olacaktı. Kente yönelik sadakatler için törensel bir ortam sağ­ lamak amacıyla kentsel alanı örgütleme geleneği o zamana dek gelişmişse, bir başkent için daha büyük mimari niteliklerin düzenlenmesi doğal bir ile­ ri adım haline geldi. Bir grubun kentleşmeyle bağlılığı ne kadar zayıf olur­ sa olsun, kutsal nesneler için kalıcı bir konum seçmek kentin simgesel çağ­ rışımlanndan bazılarını kabul etmeyi gerektirir. Örneğin, (bkz. Üçüncü Bö­ lüm) Davut'un Kudüs'ü kullanmasının, komşu Sami kent-devletlerinin tar­ zından kaçınma çabalarına (o daima "Kudüs Kralı" yerine bir halkın, "lsra­ iloğullannın Kralı" unvanını kullandı) rağmen, Yahudilerin kimliğinde te­ mel bir değişimi içerdiği ileri sürüldü. Seyahatleri sırasında onlara eşlik eden en değerli mülkleriyle, Ahit Sandığı, yan göçebe bir halk olmak yerine Ya­ hudiler, sonraki bölümde tartışılacağı üzere, kimliklerinin odağı haline gele­ cek kutsal bir yer elde etti.2 Benzer bir biçimde Moğollar gibi grands noma­ de'lar bile, büyük liderlerinin kalıntılarının saklandığı Karakurum gibi mer­ kezi bir yere doğru kaçınılmaz olarak çekildiklerini hissetti. Çin'de Kubilay Han (Şam'daki Emeviler gibi) bozkınn kenannda devasa bir avianma arazi­ sini kendine ayırdı ama o da, Azerbaycan bozkırlarında birkaç kuşak çadır kamplannda yaşadıktan sonra kuzenleri llhanlılar gibi, sabit bir başkentin çekimine kapıldı. 3 Bir kent-devletleri konfederasyonunun lideri olarak kadim Roma, yerleşik bir imparatorluğun simgesi olduğu kadar merkezi haline de geldi. Bu büyük başkentin çevresinde dönen erken Roma lmparatorluğu'ndan, KonStantino­ polis'i merkez alan geç Roma lmparatorluğu'na, düz bir gelişim çizgisi ta­ hayyül etmek cezbedicidir. Bununla beraber simgesel terimierin aksine, geli­ şim doğrusal değildi. 3. yüzyıla doğru imparatorlar, hakiki bir savunmanın, uzaktaki sınırlara daha yakın başkentler arasında imparatorların düzenli ola­ rak gidip gelmelerini gerektirdiğine ikna olmuştu. lmparatorluk otoritesinin mevkisinin değişimi iki etmen tarafından kolaylaştınldı. Birincisi, Roma'nın cumhuriyetçi gelenekleri, yöneticilerin, kişilik külderinin artan önemine

2 3 214

Bkz. "Das Hauptstadtproblem"; Peyer, s. 1-2 1 . Başkentlerin tarihsel rolüne adanmış bu eserle­ re ek olarak şu eser de anlamlıdır: Hammond ve Elias, Ueberdrn Prozess der Zivilisation, s. 131 ve devamı. Flight, s. 202; Nystrom, s. 83 ve devamı; Buccellati, s. 94. Petrushevsky, Tikhvinsky içinde, s. 237.

ragmen, kent üzerindeki eksiksiz bir fiziksel tahakkümünün önüne geçti. Senato için Capitol ve halk için Forum alternatif otorite simgelerini oluştu­ rurken, (Palatine Tepesi'ndeki) imparatorluk "saraylan" Augustus'un özel ikametg�hından dogru gelişti. Ancak yüzyıllar süren otokrasiden sonra im­ paratorlar, Dogulu "kraliyet evi"ni taklit etmeyi göze aldı. Ikincisi merkezi yönetim aygıtı iskeletvariydi. Beşinci Bölüm'de anılan en tepedeki on bin memur ve aristokrattan sadece küçük bir kısmı Roma'da ikamet etti. Çogun­ lugu askeri ya da yönetsel görevler için eyaletlerde konumlandınlmıştı ya da birleşik polis'lere devredilen temel, alt düzey yönetimlerde yer aldı.4 2. yüz­ yıla dek yöneticilerin hareket halindeki başkentleri beninısemesinin hemen öncesinde, uyruklan imparatorlann çok etkin olmasını beklemiyordu. Mo­ dem terimlerle Roma beklentileri, kayda deger ölçüde bir yönetsel nüfuzu gerektirmiyordu. Sonuç olarak küçük yönetsel aygıt, yıkıcı sorunlar olmak­ sızın, imparatora Trier'den Milan'a, Sirmium'dan Split'e, Antioch'ya [Antak­ ya] ya da 4. yüzyıl yöneticilerini gitgide artan bir biçimde kendine çeken Is­ tanbul Bogazı yakınlanndaki Nikomedia'ya eşlik edebildi. Diger yandan bu­ nun bir bedeli vardı; konunun iyi bir uzmanının ifade euigi gibi, "saray [ha­ reket halinde olsa da, gamizon niteliklerine sahipti] , dogası geregi monarşi­ nin kusursuz olmadıgını ve egemenligi elde edemedigini açıga vurdu".5 Ortaçağ Avrupa siyasi kurumlan da birbirine benzeyen tehlikelerin ben­ zer sorunlannın ve ilkel bir ekonominin bir yöneticiyi, onun sarayını ve as­ keri mahiyetini beslemenin ortaya koydugu ek sorunlara maruz kaldı. Sonuç olarak neredeyse tüm Avrupa prensleri, 13. yüzyıla dek gezgin olarak kaldı. O andan sonra iktisadi kalkınmışlık düzeyi ile sabit bir başkent kurmak ara­ sında herhangi bir bag görünmez. Her ne kadar daha sonra Kraköw'a ve ar­ dından da Varşova'ya taşındıysa da, iktisadi olarak az gelişmiş Lehistan Kral­ lıgı, 1 3 . yüzyıla dogru Gniezno'da bir başkente sahipken Fransız monarşi­ si, aynı yüzyılın sonuna dek kalıcı olarak Paris'ten yönetilmedi. Muhteme­ len Fransa gibi geniş ve iyi gelişmiş bir ülkeyi teknik olarak ilkel yöntem­ lerle denetim altında tutmaya çalışmak bu bagın yokluguyla ilişkili olsa ge­ rek. Fransız yöneticilerin, İle-de-France ve Touraine'nin zengin, merkezi yö­ netim birimlerinde uygun bir daire içinde gezinme becerisi de sabit bir baş­ kenti ertelemiş olabilir.6 Kral Paris'e yerleştigi zaman, kent öylesine yaygın bir biçimde bir simge ve bir kültür merkezi olarak tanındı ki, hızla ulus-ön­ cesi kimligin odagı haline geldi. 13. yüzyılın başlanna dek, Paris'in ünlü te­ oloji ve hukuk okullan, Alexander von Roes'in terimlerini kullanacak olur4 5 6

Hammond, s. 3 1 1 , 326; Millar, s. 15 ve devamı; Gage, Les Classes Sociales, s. 190 ve devamı. Demougeot, s. 7. Bkz. Luttwak, s. 56. Peyer, s. 4, lS; Juliusz Bardach, "L'Etat Polonais", Polish Acadt:my ofSciences içinde, s. 292, 301 ; Guenee, s. 746-749; Graus, "Die Entstehung der mittelalterlichen Staaten", s . 53. 21 5

sak, Fransa'ya Hıristiyanlığın studium'u olarak saygınlık kazandırdı.7 "Ro­ land Destanı" , Sarlman'ın gerçek merkezi Aachen'ın yerine, Paris'i başken­ ti yaptı. St. Denis'teki kraliyet mezarlığına yakınlığı bir ölçüde kutsal bir hii­ le sağladı. Başkent Paris'te kurumsallaştıktan sonra Pariement (yüksek hu­ kuk mahkemesi) , İtalya'dan alınan Roma hukukuna bir alternatif olarak cou­ tumes'i kanunlaşurarak ve yargı yetkisi sınırlan davalanna bakarak birincil seküler meşrulaştıncı kurum haline geldi. Bir yüzyıl sonra bile Paris seçkin­ leri, Fransa Kralı ve Burgonyalı İngiliz rakibi arasında tereddüt etti ama 15. yüzyılın sonuna doğru, Paris burjuvazisi kraliyet merkezileşmesine en güçlü desteği sağladı. Burjuvazi, 16. ve 1 7 . yüzyıl kargaşalan süresince, Galya sos­ lu Katolikliğiyle bu konumunu sürdürdü.8 Diğer tüm Batılı imparatorluk siyasi kurumlanndaki başkent gelişimle­ rine karşı Fransızların oluşturduğu tezat çarpıcıdır. Ortaçağ'ın Kutsal Ro­ ma Imparatorluğu'nun neden sabit bir başkent geliştirmediğini anlamak kolaydır. 9. yüzyılda merkezkaç sınır bölgelerinin talepleri ve saray aygıtı­ nı destekleyecek kadar zengin bir tarımsal alanın yokluğu, sarayın Regens­ burg bölgesinden Mainz-Frankfurt-Worms üçgenine, oradan da Trier'e yıl­ lık göçünü gerektirmişti. lkametgiihlan olmaksızın imparatorlar, Bamberg, Wurzberg ve Speyer'e ek olarak, bu kentlerdeki piskoposluk saraylarını ve yiyecek tedariki için de imparatorluk malikiinelerini kullanmak zorunday­ dı.9 Güçlü imparatorların bile neden sabit bir başkent kurmaya çalışmadı­ ğını anlamak güçtür. Aachen, Hohenstaufenler tarafından Karolenj mirası­ nın bir simgesi düzeyine yükseltilmiştİ ama II. Frederik ve sarayı, ltalyan yarımadasında bir kentten diğerine taşınarak yerleşik olmayan bir yaşam sürdürdü. 10 Onun kesin tercihi Palermo'ydu ama eksiksiz bir başkent ha­ line gelmek için epeyce çeperde konumlanmıştı. Imparatorların görünüş­ teki kararsızlığının bir nedeni, Kutsal Roma Imparatorluğu için, Alman­ ya'daki ya da İtalya'daki kalıcı bir başkentin, iktidannın temelini, onun tek bir unsuroyla sıkı bir biçimde özdeşleştirecek olmasıyken, Fransa gibi ge­ niş bir ülke tek bir merkeze hoşgörü gösterecek kadar birleşmiş haldeydi. Diğer bir deyişle, bir başkent, bütünleşme için etkili bir güç olabilir ama bu, kurumsallaşmış hale gelmeden önce bütünleşmenin alt sınırını sağla­ mayı gerektirir. Ortaçağ'ın sonraki dönemleri boyunca -kısmen güçlü bir yönetici mer­ kezin olmaması nedeniyle ortaya çıkan- güçlü özerk kuvvetler Kutsal Ro7 8 9 10 216

Grundmann ve Heiınpel, s. 49. Yardeni, s. 209; Prinz, s. 59; Gustaff Roloff, "Hauptstadt und Staat in Frankreich" , "Das Haupts­ tadtproblem" içinde, s. 234, 249, 257 ve devamı. Berges, "Das Hauptstadtproblem" , içinde, s. 1 ve devamı; Heer, s. 33 ve devamı. Vossler, Medieval Culture, 2: 69; Sproemberg, "Residenz und Territorium", s. 1 19.

ma lmparatorluk otoritesinin tek bir noktada yoğunlaşmasının önündeki engelleri arttırdı. Hakikaten, sonraki Germen hükümetleri, bu mirası hesap etmek zorundaydı. 16. yüzyıl imparatorluk yüksek mahkemesi, Reichs kam­ mergericht, örneğin, Habsburg otoritelerinin merkezlerinden uzakta, Ma­ inz başpiskoposu tarafından yönetilen imparatorluk temyiz mahkemesinden çok da uzak olmayan ama Protestaniann mahkemenin olduğu yerde kalma­ sı için baskı yapmasına neden olacak kadar Kalvinist Palatinlik'e yakın Spe­ yer'de konumlanmıştı. 1 1 Ludwig Schmitt'in işaret ettiği gibi, başkentin yok­ luğu, onu, geniş, istikrarlı profesyonel kadrolardan ya da düzenli arşivlerden ve sistematik bir yönetsel gelenekten yoksun bırakarak merkezi otorite üze­ rinde hesap edilemez etkilerde bulundu. 1 2 lmparatorluk döngüsünün sade­ ce bir yeri sabitti: imparatorun Speyer'deki gömülme yeri. Burgonya düklerinin bir başkent kuramamalan daha şaşırtıcıdır. Birbirine benzemez topraklan birbirine bağlamak için, yönetici ve simgesel bir mer­ keze, onlar kadar hiç kimse gereksinim duymadı. Dijon, hanedanın gömül­ me yeri, daha zengin Flandre bölgesi üzerinde denetim uygulamak için çok uzaktı. Dijon'dan çok uzak olmayan, imparatorluk kenti Besançon'daki üni­ versitenin ayrıcalıkianna içerleyen dükler, memurlannı eğitmek için Franc­ he-Comte'deki Dole Kenti'nde bir başka üniversite kurarak, orada bir başka çekim merkezi yaratmaya girişti. Çukureller'de dükler küçük Malines Ken­ ti'ni [ Mechelen'i] tercih etti ama özellikle I. Charles, sürekli olarak dolaşıp durdu. Süreklilik algısını sürdürmek için, Altın Pösteki'nin kahramanlannın efsanevi yiğitliklerini betimleyen bir gobleni yanında taşıyarak, mimari sim­ geeiliğin dokunaklı vekiline başvurdu. 1 3 V. Charles, Burgonyalı atalannın merkezkaç ilişkilerini miras aldı. tspan­ yol ve halyan mülkleri sadece ek başkentlere değil, kendi gezgin gelenekle­ rine de ihtiyaç duydu. İşin tuhafı, bir binyıl önce Vizigotlar, Toledo'da mer­ kezi bir lberya başkenti kurmanın önemini kavramıştı. l l . yüzyıl boyunca, Kastilyalı monarklar, Hispanik sürekliliğinin bu simgesini yeniden kazan­ maya enerjilerini hasretti ama iki yüzyıl içinde birincil yerleşimlerini Sevil­ la'ya taşıdılar. Charles sadece bu iki başkenti miras almadı; Dijon'un elveriş­ siz olması durumunda gömülmek istediği Granada'da görkemli bir saray in­ şa etti. Diğer yandan tspanya'da geçirdiği on altı yılın çoğu Valladolid, Za­ ragoza ve Bareelona gibi kuzey başkentleri arasında gezinerek tükendi. Phi­ lip sarayını, 1561'de, yanınadanın coğrafi merkezine çok da uzak olmayan Madrid'de kurdu. Her ne kadar Madrid neredeyse sıfırdan inşa edilmesi ge­ reken yoksul, küçük bir kentse de, bir Habsburg.için karakteristik bir biçimll

Press, s. 153.

12

Schmitt, s. l lS.

13

Calmette, s. 325 ve devamı; Walther, s. l l ,

4 1 ; Brandi, s. 261; Wiesflecker, 1: 240. 217

de, Philip, seçilmiş gömülme yerinin, Escarial'in yakınında karargahını kur­ ınakla ilgiliydi.14 Luis Cervera Vera sonuçlann anahatlannı verir: Avusturya hanedanının ilk döneminde, gezinen saray bir ordugahı andınyor­ du . Iktidar tetikte olmayı gerektirdi. Bunun bedeli ulusun kişisel gözetimiy­ di. Ama yıllann geçmesiyle arşivler, yazışmalar ve memurlar bu tür bir yer­ den digerine taşınmak için çok kalabalık hale geldi. Merkezi iktidar ve bü­ rokratik aygıt için bir başkentin zorunlulugu belirdi. Sonuç olarak ulusal ya­ şam, bütünleşmiş bir tarzda yönetiidi ve kraliyet gücü, dönemin kentleşme­ sinde yansıtılan lspanyollann geleneklerini, duygulannı ve gereksinimlerini bütünleştirecek bir biçimde merkezileşti. 1 5

Bununla beraber bunlann tümünün başanldıgı zamana dek diger etmen­ ler, tspanya'yı imparatorluk için ciddi bir yarışmacı olarak gözden çıkardı. Habsburg Hanedam'nın imgesi Belle Epoque Viyana'sı için nostaljiyle öy­ lesine özdeşleşti ki, Avusturya Habsburglannın kalıcı bir başkente, tspan­ yol akrabalanndan iki kuşak sonra yerleştigini hatırlamak zordur. Viyana, l 282'den bu yana hanedanla birlikte anılıyorrlu ama Viyana'nın yöneticileri, saraylanyla birlikte, olagan bir şekilde bir yerden bir yere taşınma gelenek­ lerini sürdürdü. Habsburg imparatorlan 1 5 . yüzyılda büyük imparatorluk kenti olan Prag'da yaşadı.16 I. MaximiHan çeşitli Germen kentlerini tercih etti. Macar tacını elde ettikten sonra I. Ferdinand'ın başkentini Avusturya'da tutmaya kararlı oldugu söylendi; ama II. Rudolf sarayını ve yönetsel anlam­ daki birincil bakanlıklannı Prag'a taşıdı. tmparatorluk ikametgahı 1 6 l 2'de yeniden Viyana'ya taşındı ama memurlar 1 6 16'ya dek geri dönmedi. Sonra­ ki yıllarda bile imparatorlar, Prag'dan gelen, daha kısa süreler için orada ika­ met etmeleri taleplerine boyun egdi. 1 630'lar ya da bazı açılardan, son Osmanlı kuşatmasını izleyen 1 680'ler bile, Viyana'yı süslemek için ilk yogun imparatorluk çabalannı temsil etti. 1 7 1 8 . yüzyılın ilk o n yılının sonuna dogru, kent, Paris'i geçerek, bir Mutlakı­ yetçi Saray merkezi olarak ünlendi. 18 Ardından XIV. Louis'nin Versay'ı ya­ ratması, halefierinin saray kurumunu tüm Avrupa'nın modeli kıldı. Norbert Elias Mutlakıyetçi bahçe-saray başkenti ile geleneksel kentleşme arasında­ ki nevi şahsına münhasır ilişkinin en iyi çözümlemesini kaleme almıştı. Sa14

Luis Cervera Vera, "La Epoca de los Austrias" , Garcia y Bellido içinde, s.

176; Elliott, Impeıial

Spain, s. 132; Hillgarth, s. 10.

15 16

Cervera Vera, Garcia y Bellido içinde, s.

176, 206.

Prag'ı Kutsal Roma lmparatorlugu'nun gerçek merkezi kılmak için Habsburg öncesi çabalar

130. 31; Fellner, 1: 79-82; Lhotsky, s. 83; Toman, s. 7; Otto Brunner, en", Untfl'Suchungen içinde, s. 288 . Kruedener, s. 75. için bkz. S�acek, s.

17 18 218

Adler, s.

"Hamburg und Wi­

ray, yönetim ve etkinligin birincil odagıydı; bir bütün olarak ülke ise ikin­ cil odaktı. Saray soylutann yaşamlan üzerinde bazı etkileri olan kentte yaşa­ dı ama ek olarak kırsal kesimde yerleşimleri oldugundan, kent mesleklerine sahip yurttaşlar kadar ona baglı degillerdi. "Bu kendine özgü durum, gerçek vatanlan olan [aristokratik] topluınıanna sıkı bir baglılıgın yanı sıra görece geçici yerel baglılık, onlann karakterini ve ev tarzlannı benzer bir biçimde belirleyen etmenlerin en önemsizi degildi. " Sonuç olarak saray aristokratla­ n, gerçek burjuvazinin aksine -kırsal kesim için duyduklan nostalji nede­ niyle- modem toplumsal yaşamın yabancılaşmasının öncüleri haline geldi.19 Bu kent patrta'sının Mutlakıyetçi merkezileşmeye uyarianmasının kendi­ ne has sonuçlan, Müslüman dünyasında belirli analojilere sahipti. Daha ön­ ce de belirtildigi gibi yerel kargaşadan duyulan hoşnutsuzluk, Abbasi Hali­ felerini başkentlerini geçici olarak Bagdat'tan Samarra'ya taşımaya ikna et­ ti. Muhtemelen Irak'ın (Mezopotamya'nın) dünyanın merkezi olduguna da­ ir eski Pers inancına süregiden saygı, o bölgedeki herhangi bir başkentin ro­ lünü görece önemsiz kıldı. Yeni bir başkent inşa etmek için daha olagan ne­ den görkemdi - yeni bir hanedanın gücünü görsel bir biçimde simgelerne ar­ zusuydu. Her ne kadar bazı hanedanlar kısa dönemler için bu tür biçimlere kalkıştıysa da, Müslüman simgeleri, kural olarak, kent düzenlemesiyle mi­ mari bir uyum içinde degildi. Genellikle saray alanındaki duvarlann gücü ve saray boyutlan hanedanın başansının simgelerini tedarik etti. Müslüman hanedanlar nadiren birkaç kuşaktan daha uzun sürdü ve başkentleri çogal­ dı ama Haldun'un, eski başkentlerin genellikle harabeye dönüştügü iddiası bir şekilde abartılıdır.20 Çogu zaman var olan bir kentin yanına yeni bir sa­ ray alanının inşası hanedan görkeminin gereksinimlerini karşıladı çünkü sa­ ray alanının duvarlan, hem yöneticiyi potansiyel asi kent sakinlerinden ya­ lıtmaya hem de gücünü simgelerneye hizmet etti. Ömegin Fes, birbirini izle­ yen hanedanlann kabile gamizonlannı hanndırmak için tüm bir "Yeni Fes" kentinin yanı sıra çeşitli kasbah'lan ona ekledi. Kahire daha büyük ölçekte aynı süreci sergiler. Delta suyollannın güneyin­ de, Nil'in ilk kullanışlı geçidinde bir denizden uzak bir başkent kurmak is­ teyen Arap fatihler, Roma kenti Babil'in yakınlanna yerleşti . . Gamizon kent­ leri Fustat'a, 9. yüzyılda, caminin çevresinde, de facto yöneticinin adını (lbni Tulun) taşıyan, yeni bir başkent eklendi. Bugün var olan eski Kahire bir Fa­ tımi kuruluşudur. Yeni bir Sünni hanedanı, daha doguda devasa bir kale blo­ gu başlattı; Memlükler onu ineelikle işledi. Fes, her biri yeni bir hanedan ta­ rafından inşa edilen alternatif Fas başkentlerinden biri olarak kalırken, Kahi­ re bin üç yüz yıl boyunca bütünleşmiş bir kentsel yıgın olarak, birbirini izle19 20

Elias, Die hofische Gesellschaft, s. 73 ve devamı; aynca bkz. s. 322. F. Rosenthal, 2: 288 ve devamı. 219

yen İslami rejimierin sabit bir başkent konumunu sürdürebilecegini gösterir. Gerçekten de hem toplam Mısır nüfusuna göre boyutlannda hem de zenginli­ itin ve askeıi gücün yogunlaşmasında Kahire, Londra ve Paris'in 18. yüzyılda­ ki genişlemesine kadar Avrupa'nın bilmedigi, tek başına hakim olan bir ken­ tin öne çıkan bir örnegidir. Kesinlikle Kahire'nin kesintisiz dayatıcı konumu, İslam altında, ayrı bir Mısır kimliginin birinci!, kalıcı simgesini oluşturdu. Tek başına hakim olan İslami başkentin diger öne çıkan örnegi, Osmanb­ lann ele geçirmesinden önce bin yüz yıl boyunca büyük bir kent olan Kons­ tantinopolis'tir. Bununla beraber fethettikleri kent demografik olarak yerel bir taşra kentine indirgenmişti. Bir kuşak içinde sultanlar Konstantinopolis'i, kalan Grek sakinierin (büyük ölçüde köle olarak) kabaca yerinden edilme­ siyle ve bunu hızlı bir biçimde izleyen Greklerin, Ermenilerin, Sefarad Ya­ hudilerinin yanı sıra Müslümaniann yerleştirilmesiyle, nüfusu yanm milyo­ na, yaklaşık olarak Bizans'ın azami nüfusuna yükseltti. Bu tür kentsel nüfu­ sun toptan, zorunlu transferi, uygularnayı Sasanilerden ödünç alan İslami si­ yasi kurumlannın karakteristigiydi. Ama Konstantinopolis'in, Osmanlı ya da Türk kimligi üzerinde bir etki olarak önemini degerlendirmek daha zordur. Saray ve onun kapılan (Bab-ı Ali) Osmanlı iktidannın kusursuz örnekleri haline geldi. Hakikaten entrikalar ve hizip çatışmalan Konstantinopolis'in o mahallesi çevresinde döndü.21 Bununla beraber, Osrnanlılann Konstantinopolis'e karşı soguk tutumu, Bi­ zanslılann kentle olan yogun özdeşleşmeleriyle çarpıcı bir karşıtlık oluştu­ rur. Konstantinopolis Dördüncü Haçlı Seferi ile ele geçirildiginde sürgünde­ ki imparator nostaljik bir biçimde, "ilk ve kadim konagımız, Cennet, Çanak­ kale Bagazı'na konumlanmış Kadir-i Mutlak'ın kenti, tannmızın kenti, dün­ yanın mücevheri, dünya üzerindeki tüm halklar tarafından arzulanan ve dün­ yaca ünlü" [Konstantinopolis'i) yeniden ele geçirmeye söz verdi.22 Onun ha­ leflerinden biri, VIII. Mihail, sonunda başkenti yeniden kurtardı, o, "Yeni Zion"u yeniden ele geçiren "Yeni Davud" , "Yeni Konstantin" olarak selam­ landı.23 Abartma payı bırakıldıgtnda dahi, bu duygular, Hıristiyan kutsallaş­ tınlrnamış, geçici, dünyevi kent kavramıyla çatışırmış gibi görünür. Konstan­ tin'in kendisi, gerçek Kudüs'ün yanı sıra, bazı çagdaşlannın onun kaprisi ola­ rak gördügü, kendi yeni başkentini alıartmak konusunda dikkatliydi. Diger yandan ardı ardına gelen imparatorlar erken Hıristiyanlıgtn (Hakiki Haç gi­ bi [ True Cross) ) kalıntılannı orada yogunlaştırdı ve onlan hanndırmak için muhteşem kiliseler inşa etti. Ayasofya, birçokianna göre hala Hıristiyan mi­ rnarisinin yüce başarısıdır; inşa edildikten kısa bir süre sonra mistik bir ha21

22 23 220

157 ; McNeill, s. 41; Sugar, s. 191; Iorga, 2: 205; Goodwin, s. 446. s. 303. Dolger, Byzanz, s. 71. Krebs,

s.

Alınulandıgı yer Ahrweiler,

le elde etmiştir. Imparatorluk sarayının önemi, eski Roma'daki alçakgönüllü konumuyla karşılaştınldıgında, büyük ölçüde arttı. Forum ve Hipodrom, kı­ sıtlı ölçekteki halk katılımını koruyan simgesel kamusal alanlar oluşturdu. Her şey bir yana, büyük duvarlan, Akdeniz dünyasının en önemli kara­ sal ve deniz rotalannın kesişim noktasındaki nüfuz edilemez bir kent ola­ rak Konstantinopolis'in benzersiz konumunu simgeler. Bu fethedilemezligin Roma Imparatorlugu'nun ömrünü bir bin yıl daha uzatıp uzatmadıgı ya da tüm dikkati tek bir kent üzerinde odaklayarak onun parça parça yitirilmesi­ ne neden olup olmadıgı üzerine sonsuz bir tartışma devam ediyor.24 Saf stra­ tejik anlamda, konumun avantajlan öylesine büyüktür ki tartışma anlamsız görünür; aynca birkaç imparator, zaman zaman çok başanlı, kimi zaman da felaketvan sonuçlan olan yüzlerce kilometrelik seferler düzenledi. Kentin mitinin üzerinde duygusal kaynaklann yogunlaşması, degeriendirmesi da­ ha güç olan bir başka konudur. Konstantinopolis'in Roma mitinin olaganüs­ tü hızlı aktanmı, 4. yüzyılda gerçekleşmemiş olsaydı, herhangi bir impara­ torluk iktidannın hayatta kalıp kalamayacağı şüpheliydi. Kurulmasından bir yüzyıl sonra Konstantinopolis, alçakgönüllü bir biçimde "Yeni Roma" ola­ rak adlandınldı. 4S l'den sonra (Kalkedon Konsili) yeni başkent, çürümek­ te olan eski Roma'nın imparator halesinin nihai aktanmını ima eder biçim­ de, sık sık "Ikinci Roma" olarak anıldı.25 Konstantinopolis mitinin bu görü­ nümünün kilise konseyiyle başlaması önemlidir. Konstantinopolis'in yeni patrigi dört Dogu patriginin en saygını olarak hızla ortaya çıktı. O, üstünlü­ ğü Batı patrigine, papaya ( 1 1 . yüzyıla dek) bıraksa da, nihai olarak "eküme­ nik" nitelemesini üstlendi. Bir kehanete göre Ikinci Roma'nın dünyanın so­ nuna dek ayakta kalacağını savundu; bazılan, Kıyamet Günü'nde bir Hıristi­ yan'ın varlıgının, onun imparatorluga sadakatine bağlı oldugunu da ekledi. Osmanlılann sadece sınırlandınlmış bir anlamda kabul edebilecegi, kim­ liğin odagı olarak kent fikri Dogu Avrupa'nın her yerine yayıldı. Bağımsız bir "imparatorluk"un merkezi olarak yaklaşık olarak üç yüz yıllık varlıgıyla, Karadeniz'in diger ucundaki Trabzon, Büyük Kent modelinin etkisini sergi­ lemek için yeterli zamana sahipti. Trabzon'un yöneticileri Komnenoslar, ilk başta, hanedanlan için Konstantinopolis'i yeniden ele geçirmek amacıyla bir üs olarak krallıklannı kurdular. Kısa süre içinde, güçlü kuşatan duvarlany­ la, büyük kilisesiyle, Altın Kubbe'nin Hanımı ile,26 medeni ve askeri memur24 25 26

Dagron, Naissance d'une Capiıale, s. 27, 48, 318 ve devamı, 541; Hunger, s. 41 ve devamı; Hus­ sey, s. 357; A. Philippson, s. 445 ve devamı. Hunger, s. 50; Dagron, Naissance d'une Capitate, s. 389. Metinde "Our l.ady of the Golden Dome". Bununla beraber bu adda bir kilise kaynaklarda bu­ lunmamaktadır. Bu ada en yakın kilise, Trabzon Merkez'de yer alan ve günümüzde Fatih ya da Orta Hisar Camii olarak kullanılan, Panaghia Chrysokephaios Virgin (Alun Başlı Meryem) Ki­ lisesi'dir - ç.n. 221

lan yoğunlaştımıasıyla, hükümranlıklannın gerçekten önemli tek kısmı ola­ rak kenti kurdular.27 Benzer bir biçimde, Bulgar çarlan da, Konstantinopo­ lis'le "Üçüncü Roma" olarak rekabet etmek için başkentlerini güzelleştirme­ ye çalıştı. Her ne kadar Üçüncü Roma olarak Moskova miti büyük ölçüde abartıl­ dıysa da büyük Kremlin kompkelsi, seküler ve dini anıtlann yoğunlaşmasın­ da Konstantinopolis'i geçti.28 Büyük Kent mitinin etkisinin tuhaf bir örne­ ği, Rus yazariann iki önceki Romalada benzerlikleri tamamlamak için, erken modem Moskova'nın düz topraklan üzerinde "yedi tepe"yi bulma çabalan­ dır. Petro yeni başkentini, hanedan ile Moskova çevresinde gelişen "modası geçmiş" mitler bütünü arasına bir mesafe koymak için kurdu. Ortodoks dua­ lar Saint Petersburg'a "Çann kenti" olarak gönderme yaptı, bununla beraber, Moskova için kullanılan terim, "Üçüncü Roma"ya doğru bir eğilimi bir kez daha akla getirdi. O zamandan beri alternatif başkentler arasındaki zamana dayanıklı gerilim, Rus siyasi kurumunu, belirli açılardan, tek kent geleneğin­ den, kadim Doğu'yu ve lslam'ı karakterize eden yönetici güçlerle keyfi ilişki­ lere doğru çekti. 16. yüzyıldan itibaren Rus yazarlan, Üçüncü Roma'yı, özel­ likle kent olarak Moskova'yla değil ama bir kendilik olarak Rusya'yla özdeş­ leştirmeye yöneldi: "güneşe sannmış bir kadın [Vahiy 12] (. . . ) Yeni Büyük Rusya olan Üçüncü Roma'ya kaçtı. "29

Imparatorluk yönetiminden erken gelişmiş milliyetçiliğe Konstantinopolis örneğinin dağılmasının nihai etkileri ne olursa olsun, mer­ kezileşmiş örgütlenmesinde, hiyerarşik düzeninde, düzenli toplumsallaş­ masında ve kültürel niteliğinde benzeri görülmemiş bir yönetsel makine­ nin kent içinde esaslı yoğunlaşmasının sonraki imparatorluk yapılan üze­ rinde muazzam bir etki dayattığı kesindir. Bir kent olarak Konstantinopo­ lis'in ve Roma'nın mirasından ayırt edilebilen bir imparatorluk geleneği ola­ rak Bizans'ın bu kadar hızlı bir biçimde gelişim göstermesinin temel nedeni­ nin, yetersiz, gezgin bir merkezi yönetimden devasa, tam olarak eklemlen­ miş bir bürokrasiye kesinlikle bu geçiş olduğunu ileri süreceğim. Konstan­ tinopolis'in yükselişi daha da çarpıcıdır çünkü onun öncülü olan polisin, Bi­ zans, yerel gelenekleri önemsizdi. Dahası 4. yüzyıl Konstantinopolis'inin sa­ kinleri, Roma İmparatorluğu'nun dört bir yanından devşirilmişti. Kentin ko­ numu ne kadar onun lehine olursa olsun ve imparatorluk hamileri ne kadar 27 28 29 222

Uspensky, s. 4, 14. Pelenski, Russia and Kazan, s. 178 ve devamı. Keşiş Philotheos, alınulandıgı yer Schaeder, Moskau das dıitte Rom, s. 55. Karş. a.g.e. , s. 100; Za­ belin, s. 52.

kararlı olursa olsun, sonucun heterojen Dogtılu temellerine benzemesi bek­ lenebilir. Aksine Konstantinopolis tarihteki en yogun yerel vatanseverlikler­ den birini hızla geliştirdi. Konstantinopolis, heterojen bir kümekent olarak çarpıcı bir örnege sahip­ ti. Konstantinopolis'in yükselişinden önce, kültürde oldugu kadar ticaret­ te de Akdeniz dünyasının gerçek lideri Roma degil, lskenderiye'ydi. Günü­ müzde bile tamamen yeniden inşa edilmiş kent, şair C. V. Kavafis'in "Kent" şiirine gönderme yaparak, eski İskenderiye'nin halesinin birazını elinde bu­ lundurur. Eski "Mısır'daki İskenderiye" Greklerden, Yahudilerden ve Mısır­ lılardan oluşan bir nüfusa sahipti ama Konstantinopolis'in, çeşitli unsurla­ nnı güçlü bir bilince sahip kentli nüfusa kaynaştırmasının aksine, lskende­ riyeliler etnik temelde bölünmüş olarak kaldı. Bununla beraber Ptolemaios hanedamndan sonra kent, büyük imparatorluk bürokrasisinin kaynaştıncı etkisinden yoksundu. Paradoksal bir biçimde Mısır'ın kendisi, neredeyse tamamen kentleşme­ miş Nil Nehri, Roma lmparatorlugu'nun en erken ve en safiaşmış bürokrasi­ sinin merkeziydi. Augustus ve onun halefleri, Fransız bir akademisyenin in­ celikli bir biçimde çözümledigi gibi, Mısır'ı kendi denetimlerine tabi kıldılar: "Mısır tebaası için imparator, ülkenin tüm kaynaklan üzerinde egemen ta­ sarruf hakkını uygulayan mutlak bir monarktı. Daha sonralan tüm impara­ torluga yayılacak olan bu anlayış, sadece Mısır üzerinde uygulandı. Bu önce­ ki hanedanlann mirasıydı ama Roma Imparatoru, çıkarianna çok iyi hizmet ettiginden dolayı, onu degiştirmek için hiçbir neden göstermiyordu. "30 Yük­ sek dereceli memurlar ve valiler ve onlann İskenderiye'deki memurlan ha­ riç, kırsal kesimdeki Mısır bürokrasisinin temel özellikleri şunlardı: ( 1 ) katı hiyerarşik örgütlenme; (2) imparatorluk başkentlerini desteklemek için ge­ rekli türden vergilerin alınması üzerinde sıkı bir biçimde egilme; (3) kadas­ tro (topragın haritalandınlması) gibi görevleri denetlernek için ücretli, egitil­ miş katipierin kullanılması; (4) Fiili vergi toplama konusunda (Roma döne­ mi boyunca) kalıtsal olarak "ayin"lere baglı, yerel, küçük mülk sahiplerine dayanmak. Ne gamizona komuta eden ve belirli küçük yönetsel işlerle gö­ revli valilerin, ne de yerel önde gelenlerin imparatorlugun birincil kaynagını oluşturan bu tahıl toplama işini etkilemesine izin verildi. 31 Mısır bürokrasisi, tüm Helenistik dünya için, uzun bir süre model ol­ du. lmparator Diocletianus 3. yüzyılın sonunda, erken Roma lmparatorlu­ gtı'ndan miras alınan daha gevşek sistemde yaşanan agır sorunlardan sonra, Roma yönetiminde reform yapmaya karar verdiginde, Mısır'a yönelmesi do30 31

V. Martin, s. 7. A.g.e. , s. 17; Bell, "The Byzantine Servile State", s. 87-9 l ; Jones, The Greek City, s. 18 ve deva­ mı, 273; johnson, s. 494. 223

ğaldı.32 Onun birincil yeniliği, Roma dünyasının dört bir yanındaki yerel me­ murlan ayinsel [liturgical] hizmete bağlamak ve tüm köylüleri, Mısır'da oldu­ ğu gibi, yerel köylerinin toprağına atamaktı. Hala en büyük ticari büyük şehir olan Iskenderiye, Roma'nın genişletilmiş belediye ve polis hizmetleri için bir model sağlamıştı.33 Her iki türden yenilik de heterojen kaynaklardan, profes­ yonel yöneticilerin geniş bir bölümünün işe alınmasını gerektirdi. Eski Ro­ ma senatörlük aristokrasisinin aksine, yeni aygıtın üst düzey, soylulaştınlmış kesimleri, genel olarak sahip olduklan topraklardan dolayı zengin olsalar da, düzenli bir bürokratik karlyer sürdürdü. Bu tür erkekler, Roma'nın yerel tan­ nlar kültüne çok az bağlılığa sahipti ve imparatorluktan bağıınsızlığın sena­ tocu ruhundan yoksundu. Konstantin ve onun Hıristiyan halefleri, Roma'nın saygınlığına kısa sürede rakip olan yeni bir senato oluşturup bu yeni toplu­ luğa Konstantinopolis'te aşıladı. Hıristiyanlığın acımasız zorbasının, Diocle­ tianus'un oluşturduğu yeni seçkinlerin Hıristiyanlığın resmi kurumlannın olanaklı kılınmasında önemli bir rol oynaması, tarihin bir başka ironisidir.34 Diocletianus'un zamanından imparatorluğun bin yüz yıl sonraki sonu­ na kadar, yönetsel örgütlerdeki ve uygulamadaki değişim artış yönündeydi; ama zaman içinde artış temel bir dönüşüme neden oldu. Zaman içinde un­ vanlar değişse de makamlar, daima sıkı bir biçimde rütbeye göre düzenlen­ di ve resmi rütbeler genellikle toplumsal statüyü belirledi. Imparatorluğun son döneminde, memurlann oğullan babalannın mesleğini izlemek zorun­ da kaldı ama diğer yeni işe alınanlar tacirlerden, serbest meslek sahiplerin­ den ve yöneticilerin küçük oğullanndan seçildi. Görünüşe göre bu tabakalar için memurluk kariyeri, toplumsal hareketlilik için önemli bir yol sağladı.35 Modem bir Yunan tarihçi, 1 l. yüzyıl gibi geç bir tarihte mütevazı kökenie­ re sahip erkeklerin üniversite eğitimini güvenceteyerek karlyerlerine başla­ dığını saptadı. 36 Bürokrasinin toplumsal tabakalaşması, artan etnik özdeşleşmeyi inceler­ ken, onu aydınlattığı ölçüde benim konum için önemlidir. Buradaki hayati soru şudur: ne tür bir topluınsallaşma, miras yoluyla geçen işe alımlara eşlik etti? I. Jüstinyen'in hükümdarlığı boyunca, ister Konstantinopolis'in hukuk okulunda isterse de Berytus'unkinde edinilmiş olsun, hukuk eğitimi standart­ tL Sonuncusu, özellikle, hukukun dil ve öz olarak Romalı olduğu, Suriye'deki 32

Altheim, Alexander, s. 1 1 5.

33

Hirschfeld, s. 469.

34

A.

H.

M. Jones, "The Social Background of the Struggle between Paganism and Christianity",

Momigliano içinde, s. 35.

Naissance d'une Capitale, s. 146. "La Recrutement des Fonctionnaires", Mtlanges ... Comeli içinde, s.

35

Piganiol, s. 395. Karş. A.g. e. , s. 383, 387; Dagron,

36

Andre Andreades,

27. Ay­

nca bkz. Ensslen, Baynes ve Moss içinde, s. 282; Ostrogorsky, s. 243; Kazhdan, s. 136 ve deva­ mı; D. Miller, s. 97.

224

bir Latin bölgesiydi. Gerçekten de adalet ve askeri yönetim Latince kullanımı­ nın mevzisi oldu. lmparatorlar için Latincenin kullanılmaya devam edilme­ si, daha erken Roma lmparatorlanyla saygın bir bağlantının sürdürülmesi ol­ duğu için önemliydi.37 Dahası, Tiberius'a (698-705) dek, imparatorlar arasın­ da anadili Grekçe olan yoktu; Komnenoslar (1081-1 185) tam anlamıyla Grek olan ilk yöneticilerdi. Jüstinyen geri kalmış ama parlak bir Latin bölgesinden, bir lliryalıydı. Latince onun kişisel dilsel tercihi olmasının yanı sıra Roma İm­ paratorluğu'nun yenileyicisi olarak rolünün simgesiydi.38 Ama Grekçe resmi kullanıma bir yüzyıl önce sızmışU ve sadece en tepedeki yöneticiler Latince­ ye hakimdi. 39 Sonuç olarak, Jüstinyen bile yasalannın Grekçe bir versiyonu­ nu yayımlamayı zorunlu buldu. 7. yüzyıla doğru, Asya'dan Greklerin akışı ve Slav istilacılann Latin Balkanianna baskını, imparatorluğun geride kalan nü­ fusunun dengesini şiddetli bir biçimde değiştirdi. Kısa bir süre sonra, tören­ sel formüller Latince olsa da, Grekçe devletin dili haline geldi; aşamalı olarak Helenleştirilmiş alfabe ve gramatik inşa alıkondu.40 Latince bilgisinin kaybı, yönetsel makamlar için hukuk bilgisine sahip ol­ ma gerekliliğinin ortadan kalkmasına, ardından da hukuk okullannın ka­ panmasına sürükleyen etmenlerden en azından biri olarak görünüyor. En yüksek makamlar özgül eğitim gerektirmeye son verirken, geride kalan ge­ nel eğitimsel ihtiyaçlar başat bir biçimde ebedi hale geldi. Bürokratik kari­ yer için eğitinısel hazırlığın bir kısmı patriklik okulundan elde edildi. Sonra­ ki bölümde ele alınacağı üzere, Bizans Kilisesi Grekçenin teşvik edilmesin­ de en önde gelen kurum olduğundan, bu değişim seçkinlerin toplumsallaş­ masını etkiledi. Diğer memur adaylan, öğrencilerin Helenislik miraslann­ dan derin bir gurur duymasını öğreten seküler klasikler üzerine eğitim al­ dı.41 Kısmi hukuk eğitimi görünüşe göre, dekanının Latince bilmesi zorunlu olan yeni bir hukuk okulunun açıldığı ve yaklaşık l060'a dek varlığını sür­ dürdüğü lO. yüzyıla dek devam etti. Bununla beraber, Latincenin bu küçük canlanışı, Makedonya hanedanının yönetimi altında Grekçe klasik eğitimi­ nin daha genel canlanışıyla çakıştı. Canlanma Grek kültürünün saygınlığı­ nı yükseltirken, hukuk, her ne kadar özü itibanyla temelde hala Romalı ol­ sa da, yüzyıllar önce öylesine dogmatik hale geldi ki entelektüel olarak teş­ vik edici değildi. 42 37 38 39 40 41 42

Dagron, "Aux Origines de la Civllisation Byzantine", s. 25, 40 ve devamı. Zilliacus, s. 3 7. Dagron, "Aux Origines de la Civilisation Byzantine", s. 40; Kunkel, s. 168. Zilliacus, s. 37, 67, 86, 100; Dagron, "Aux Origines de la Civilisation Byzantine", s. 40. Hunger, s. 349 ve devamı; Weitzmann, s. 45, 57 ve devamı; Fuchs, s. 22 ve devamı; Ensslen, Baynes ve Moss içinde, s. 294. Wieacker, s. 174; Andreades, Mtlanges . . . Comeli içinde, s. 30-31 . 225

Uğursuz 1 204 yılına doğru , Bizanslılar, başkentlerinin "Latin" Haçlı­ lar tarafından ele geçirilmesiyle öfkeden deliye döndüğünde, seçkinleri ye­ ni ulusal modele yöneltecek muazzam tepki için ortam hazırlanmıştı. Yo­ ğun bir biçimde Grek olan ve dini alanda pagan "Helen" terimine karşı çı­ kan ruhbanın dışında, bu tepki Roma İmparatorluğu'nu önceleyen, bağım­ sız "Yunanistan"a ruhani bir geri dönüş anlamına geldi. En erken Roma lm­ paratorlan Latincenin resmi iletişimde kullanılmasını katı bir biçimde talep etti. Örneğin, Claudius, Latince bir soruyu anlamadığı için Likyalı bir dilek­ çe sahibini Roma yurttaşlığından yoksun bıraktı.43 İmparatorluğun zirvede olduğu zamanlarda bile (yaklaşık olarak M.S. 1 50) Grek yazarlar, her ne ka­ dar imparatorluğa imperium nostrum olarak atıfta bulunsalar da, onun evren­ sel misyonuna yoğunlaşarak imparatorluğun özgül Latin niteliklerini önem­ sizleştirme eğilimindeydiler.44 Bizans dönemi boyunca ebedi imgeler zaman içinde tüm Latin göndermelerini yitirdi. Klasik lakaplan model alan yabancı düşmanı etnik stereotipler, Bizanslılann Haçlılada çatışmasından bile önce ortaya çıktı: "yuvarlak yüzlü Slavlar" , "kel Ermeniler" , "küstah Frenkler" .45 Haçlıların Konstantinopolis'i fethinden sonra Nicaea'da [ lznik'te ] alimler sürgündeki imparatorun kendisine "Helenlerin Kralı" unvanını vermesi­ ni talep etti. tki yüzyıl sonra son imparatorun ardından "Helen Konstantin" olarak yas tutuldu.46 Osmanlı Bizans'ı tamamen tabi kıldıktan sonra , "Roma" dan yapılan "Rum" ve benzeri türetmeler "köle adlan" haline geldi; o andan sonra gu­ rurlu alternatif özdeşleşme "Helen"e başvurmak neredeyse zorunluydu . Birçok yazar, 1 3 . yüzyıl gibi erken bir tarihte, doğrudan 19. yüzyıldaki He­ len Krallığı'na öncülük eden, erken gelişmiş bir Grek milliyetçiliğinin or­ taya çıktığını ileri sürdü.47 Bu yorum hattının kesinlikle geçerliliği vardır. Bununla beraber, fethedilen toplurolann tümü , özellikle Ortaçağ'da, milli­ yetçilik geliştirmedi. Bunun, Bizanslılar arasında, hangi süreçlerle meyda­ na geldiği merak edilebilir. Dahası Latin bir kent-devleti tarafından kuru­ lan bir imparatorluğun, bin beş yüz yıl içinde yoğun bir biçimde Helen, La­ tin karşıtı bir yapıya dönüşme süreci kendi başına şaşırtıcıdır. Amaçlanın için, bir örnek olarak, güçlü imparatorluk kurumlannın, özellikle ruhban, sivil ve askeri bürokrasilerin, özgül bir etnik kimliğe doğru güçlü bir uğrak üretme becerisi önemlidir. Bizans yönetiminin ayırdında olduğu ihtiyaçlar, resmi eğitim ve genel olarak toplumsaHaşma süreçleri üzerinde muazzam 43 44 45 46 47 226

Millar, s. 346. Palm, s. 7, 130 ve devamı. Hussey, s. 81. Vacalopoulos, s. 173 ve devamı. A.g.e. , s. 30; Moles, s. 107. Karşıt bir görüş için bkz. Thiriet, s. l l O ve devamı.

bir geribildirim etkisine, kesinlikle sahipti. lmparatorluk idealinin taşıyıcı­ ları olarak Romalı aristokrat memurlar, Batı'da imparatorluğun son karar­ lı destekçileri oldular. 13. yüzyıl Bizans'ında yönetici sınıf, -daha sonraları Grek kültürünün hizmete dair soyluluğu- varlık nedenini hem karlyer gü­ venliğinde hem de simgesel terimlerle koruyan bir imparatorluğu korumak konusunda eşit derecede endişeliydi. Memurlar, Helenizme geri dönüş ta­ raftarlarının birçoğuna imkan vermedilerse, eğitimli, kentli erkekler ola­ rak bunun değerini en iyi bilenlere ve etkili dinleyicilere bunu sağlamış ol­ malılar. lmparatorluk yönetiminin kültürel taraf değiştirmesinin dinamiği amaç­ lanmış bir şey değildi. Her küçük adım artırıcı etkiye sahipti. Konstantin'in Doğu'ya bir Latin başkenti koyarak orayı Latinleştirmek isteyip istemedi­ ği açık değildir ama Latince konuşan memurların akışının doğrudan etkisi o yöndeydi. Diğer yandan, Helenizmin güçlü kültürel etkisi, köksüz Kons­ tantinopolisli seçkinler arasında çok hızlı bir biçimde hissedildi. Küstah, ya­ rı-pagan Romalı aristokrasiyle sürtüşme ve onunla ittifak kuran "barbar" ge­ nerallerin hoşnutsuzluğu 400'e doğru yoğundu. Yedinci Bölüm'de tartışıldı­ ğı gibi, dini sürtüşme daha yavaş gelişti ama nihai olarak daha kitlesel hale geldi. Barbar istilacılar karşısında llirya'nın bir kısmının yitirilmesi gibi "ta­ rihsel kazalar" ın bir rol oynadığı sık sık söylendi; ama Bizans devlet adamla­ rının Gotlan batıya doğru sürmesi böylece de Orta Tuna Havzası'nda parça­ lanmalar zinciri başlatması gerçekten bir kaza mıydı? Bu olaylardan dolayı nüfus kayıpları, Latince konuşan memurların muhtemel arzını azalttı. Kim­ se Latincenin terk edilmesini savunmadı ama memur alımı ihtiyaçları, di­ lin sürdürülmesini güçleştirdi. Fazlasıyla merkezileşmiş, hiyerarşik bürok­ rasi, birörnek rol beklentilerine dayandı. lletişim kolaylığı ve her şeyden ön­ ce, yönetim içinde davranışların öngörülebilirliği yoğun, biçimselleştirilmiş bir toplumsallaşmayı gerektirdi. Kalıtsal, aristokratik bir hizmet soyluluğu, tekniğe ve stile ilişkin kaygılarla dolu hale gelmeye eğilimliydi. Kanun ko­ layca kavranamazsa, baskın Helenistik mesajlar aktaran ebedi klasikler, Kili­ se Babaları'nın yazıları dışındaki erişilebilir tek alternatif müfredattı. Gilbert Dagron, Latincenin Bizans'ın bürokratikleşmesinin başlangıcında gerçek bir alternatif oluşturduğuna inanır. 4. yüzyılın ortalannda bir seçimin yapılabi­ leceği uğrak çabuk geçti.48 tık seçim Grekçenin kullanımı için, gitgide üste­ sinden gelinmesi güçleşen bir ivme oluşturdu. Helenist müfredat tam olarak yerleşmiş hale geldiğinde, o da, sırası geldiğinde, etnik kimliği yavaş yavaş yoğunlaşan bir imparatorluk seçkini yarattı.

48

Dagron, "Aux Origines de la Civiiisation Byzantine" , s. 40. 227

Bölümlenmiş imparatorluk yönetimleri Büyük Doğu imparatorluklanndan hiçbiri ne katı hiyerarşik birliğinde ne de üyelerinin homojen belirlenmesinde ve toplumsallaştınlmasında Bizans bü­ rokratik modelini izledi. Sonuç olarak imparatorluk yönetiminin bu impa­ ratorluklardaki etnik bilinç üzerindeki etkisi çok farklıydı. Daha önce belir­ tildiği gibi, Rus İmparatorluğu, Bizans mirasının tümü üzerinde hak iddia­ sına katkıda bulunan bir mite sahip tek geniş, istikrarlı siyasi kurumdu. Bi­ zans'ınkinden daha aşın bir otokrasinin geliştirilmesi, bununla beraber, kar­ şılaştınlabilir bir beceriye sahip ve bütünleşmiş bir bürokrasi üretmedi. Rus imparatorluk yönetiminin nevi şahsına münhasır evrimini uzun uzadıya başka yerlerde ele aldım; yine de etnik kimlik açısından Bizans'tan farklılığı­ nı kısaca özetleyeceğim.49 I. Petro'ya dek Rus yönetiminin, her ne kadar hi­ yerarşik olsa da, teknik anlamdaki gelişimi zayıftı. Hukuki ve teknik beceri­ ler bir yana, genel eğitim, çoğunlukla Rus olan halihazırdaki memur adaylan arasında kıttı. 18. yüzyıl boyunca, bu açık, Rus seçkin kuşaklannın, kozmo­ polit başkent St. Petersburg'a eşlik eden Batılılaşmış kurumlarda eğitilmesiy­ le, bir ölçüye kadar kapatıldı. Bununla beraber, Dördüncü Bölüm'de işaret ettiğim gibi, az gelişmiş ekonomi, Rus nüfusunun sağlayabileceğinden daha fazla, profesyonel, yönetsel ve girişimcilik etkinlikleri için toplumsallaşmay­ la donanmış kentsel adaylara ihtiyaç, Baltık eyaletlerinin ele geçirilmesi, o zamana dek Rusya'da yaşayan ya da Almanya'dan göç etmiş Germen aileler­ den, sıradışı bir biçimde becerikli Germen adaylara kaynaklık etti. Leh Bö­ lünmesi bir şekilde daha az önemli Leh adayların akışını sağladı. Daha son­ raları, acımasız sınırlarnalara rağmen, Yahudi girişimciler ve profesyonel­ ler imparatorluğun kaynaklarını sağladı. Bu Rus-olmayan yeni üyelerin tü­ mü için, aile geçmişi ve biçimsel olmayan eğitim ve çoğu zaman da özel dini okulların üzerine temellenen erken toplumsallaşma, Rus toplumunda hala nadir olan nitelikler üretti. Sonuç olarak, Rus imparatorluk yönetiminin ve zemstvo refah etkinlikleri gibi, yan-devlet hizmetlerinin etnik birleşimi, imparatorluğun kurulmasın­ dan iki ya da üç yüzyıl sonra etnik olarak heterojen hale geldi. Seçkinterin etnik homojenliğinin karşılaştınlabilir bir dönemde (6. yüzyıldan 7. yüzyı­ la) ortaya çıktığı Bizans'la karşıtlığı güçlüdür. Rusya'da yönetimin etnik he­ terojenliği, Sovyet yönetiminin kurulmasından bir kuşak sonrasına, yani 20. yüzyılın ortasına dek devam etti. Bu heterojenlik Rus imparatorluk siyasi kurumlarını meşrulaştıran ardışık mitlerin geliştirilmesi sürecini kayda de­ ğer ölçüde karmaşıklaştırdı. 49 228

Annstrong, Azrael içinde; Annstrong, The European Administrative Elite, 253-262; Annstrong, "Administrative Elites", s. 1 15-119.

s.

134- 135, 224-227,

Yönetsel modellerini (asgari düzeyde, imparatorluk mitlerini de) Bi­ zans'tan türetmiş olan Müslüman siyasi kurumlar, Ruslannkinden farklı ne­ denlerle, heterojen yönetsel seçkinler geliştirdi. Isliimi imparatorluk yöneti­ mi, genelde sadece heterojen değil, aynı zamanda kasıtlı olarak bölümlen­ mişti. Her ne kadar onlar, Bizans modeli tarafından değişik yollardan cezbe­ dilmiş olsalar da Emeviler ağırlıkla Sasani yönetim deneyiminden etkilendi. Bu nedenle Sasani modellerin Abbasi uyarlaması, 9. yüzyıl Mısır'ındaki tb­ ni Tulun'unki gibi, tran'dan uzak rejimler için bile, hakim yönetsel öğretile­ rin kaynağı haline geldi. Mısır'ın Müslüman yöneticileri, (İslam tarihinin bu aşamasında bir istisna olan) toprağa bağlı köylülerden vergi alabilmek için firavunluk ve Helenislik dönemlerinin toprak kadastrosunu korudu ama verginin fiili olarak toplanması, Irak'ta Müslümaniann sahip olduğu toprak­ lann vergilendirilebilmesi için halifenin Pers memurlannın geliştirdiği haraç sistemini andırdı. 50 Bürokratik deneyim, gerçekten de, Ahamenişler her iki­ sini birden yönettiği zamandan bu yana, Pers ve Mısır arasında daima kar­ şılıklı olarak değişti. Romalı ve Sasani yöneticiler de birbirlerinden özgürce kopya çekti. Dahası islam öncesi Pers yönetici seçkinler, muhtemelen Bizans kadar etnik olarak homojendi. Bu nedenle Müslümaniann Sasani yönetimine benzerneye çalışması, kendi başına, İslami yönetimi Bizans geleneğinden keskin bir biçimde farklılaştır­ madı. Daha önemli olarak görünen -akademik kanıtlar aynntıdan yoksun­ dur- başka yerlerde tamamen araçsal addedilen rollerin varlığı, kabul edi­ len Sasani sisteminin mitleri, tarzlan ve terminolojisidir. Sasani saray hiye­ rarşisi, Zerdüşti terimlerle betimlense de, bu sayfalarda daha önce karşılaşı­ lan semavi imparatorluğa paralel dünyevi düzenin Mezopotamya anlayışın­ dan türetildL Göklerdeki Hürmüz'ün imparatorluğunun beş gezegeni, dün­ yevi monarkın tahtının çevresindeki beş bakana karşılık geldi. Bu bakanlık­ lardan, hakimler, monarkın dillerini; rahipler, kulaklannı; savaşçılar, elle­ rini; içişlerinden sorumlu memurlar, gözlerini (casuslar) ; ve mali memur­ lar bumunu (bir zağar olarak! ) simgeledi.51 Bu tür imgelerin Müslümanlar tarafından takdir edilmesi Sasani sarayının adabı muaşeretine, onun· tören­ sel unvanıanna ve hatta Kral Kronos'un "son iyi kral" görüşüne dek uzandı. Sistemin taklit edilmesi, yönetim işinin bölümtenmiş olarak canlandınlma­ sı eğilimini besledi. Bölümlenme için daha doğrudan ikinci bir güç, Islam'daki müstakbel des50

51

Gaudefroy-Demombynes, La Syrie, s. xix; Bjorkmann, s. 2 ve devamı; Wiet, L'Egypte, s. 159; I..a­ ne-Poole, A History of Egypt, s. 35 ve devamı; Spuler, Von Grunebaum, Unity and Variety için­ de, s. 169 ve devamı; D. ve ]. Sourdel, Le Vizirat, 2: 580; D. ve ]. Sourdel, La Civilisation dt: !'Is­ lam, s. 370-372; Christensen, L1ran, s. 315, 508. Hammer (Purgstall), Geschichte des osmanisehen Retches, 2: 3. Ayrıca bkz. Frye, s. 17 ve deva­ mı; Christensen, L1ran, s. 128, 396. 229

potlann özgür Müslüman memurlann işe alınmasmda karşılaştıklan büyük güçlüktü . Araplann, hanedanla ilişkili prensler arasmda özellikle belirgin olan kibirli hizipçiliği, onlan işlevsiz kıldı. Yöneticiler, örneğin Mısır'da mo­ dem zamanlara dek devam eden Müslüman olmayaniann kullanımına baş­ vurdu. Bu yeni memurlar, zorunlu olarak itaatkardı ve çoğu zaman yönetim hizmetlerinin Islam öncesi geleneğine sahip ailelerden geliyordu. Bağdat'ta belli başlı makamlara bu tür memurlann atanması, hatta bazı memurlann (özellikle Zerdüştlerin) Islam'a geçmesinden sonra bile, Müslümaniann kay­ da değer öfkesini doğurdu. Abbasi yönetiminin ilk yüzyıllannda en tepede, veziriazam makamının geliştirilmesi önemlidir. Makam köken açısından, hiçbir zaman tamamen Persli değildi, zorunlu olarak Pers geleneğinden ge­ lenlerin elinde de değildi; Abbasi vezirlerinin en büyük "hanedanı" , Berme­ kiler, Orta Asya'daki Budist rahiplerden hasıl oldu. Bununla beraber bir hali­ fenin hiddetle ifade ettiği gibi: "Persler bin yıl hüküm sürdü ve bize (Arapla­ ra) bir gün bile gereksinim duymadı; biz bir ya da iki yüzyıldır yönetiyoruz ve onlarsız bir saat bile yapamıyoruz. "52 Abbasi Halifeliğinin başlangıcında, bu nedenle, Islam yönetiminde etnik­ dini bir bölünme ortaya çıktı. Bir tarafta Arap askeri komutanlar ve Sünni Is­ lam hukuk ve inanç aynmmı kabul etmediğinden yönetsel aygıtın bir par­ çası olan "hukuk adamlan" (ulema, dini !iderler) vardı. Diğer tarafta, Pers­ lileşmiş memurlar, Nasturiler, Zerdüşder ya da bazılan fethedilmiş Bizans topraklanndan Ortodoks Hıristiyanlarsa da çoğunlukla din değiştirenler yer aldı. Yüksek mahkeme tarzlan, Islam kanunlannın biçimlerini (her ne ka­ dar içeriğe genellikle saygı gösteriise de) korumak için çok az kaygı duyarak Pers retorik geleneğinden edinildi. Açıktır ki bu tür bir ikili yönetim, tek bir toplumsaHaşma örüntüsü üzerine temellenen birleştirici bir mit aktaramaz­ dı. Çok hızlı bir biçimde -en azından 9. yüzyılda- öfkeli Arap askerler ve on­ lann komutanlan, Türki paralı askerlerle, zaman zaman da kölelerden dev­ şirilenlerle değiştirildi. Sonuç olarak üçlü bir bölünme ortaya çıktı. Subay­ lar genellikle eyalet valileri olduğundan, zeki halifeler, onlan, merkezi yöne­ timin bakanianna ve vezirlerine karşı denge unsurlan olarak kullandı. Za­ yıf yöneticilerse bu satraplann bağımsızlığını fiilen tanıdı. Benzer bir süreç, Mağrip'te meydana geldi; her ne kadar ı ı . yüzyıldan sonra söz konusu olan, çoğunlukla Arapça konuşan Müslümanlar olsalar da, çok farklı arka planlara ve toplumsanaşmaya sahip, Murabıt, Muvahhid ve diğer askeri seçkinlerden keskin bir biçimde aynlan Endülüslü Müslüman memurlardı. Bir Türki rejim olan Selçuklular, Bereketli Hilal'de en yüksek iktidan fi­ ilen üstlendiğinde, yeni bir ikili yanlmayla sonuçlanan reformlar başlattı. 52 230

Alınulandıgı yer Spuler, The Muslim World, vamı; Crone, Slaves, s. 70 ve devamı.

1 : 52.

Aynca bkz. Sourdel, Le Vizirat, 1: 127 ve de­

Müslüman olmayan egitimli unsurlann süratli bir biçimde din degiştirme­ mesi, nihai olarak tüm lsl1i.mi siyasi kurumlara yayılacak medrese ya da egi­ tim okullannın başiatılmasıyla takviye edildi. Her ne kadar bu kurumlar öncelikli olarak yöneticilerin egitilmesi geliştiriidiyse de, bunlar, gelecek­ teki memurlara uygun, yeterli yazınsal ve "uygulamaya dönük" konular­ la desteklenen lsl1i.m hukuku üzerine temellenen bir müfredat ögreten ule­ ma egitimciler kullandı. Medreseleri icat eden (ya da en azından dönüştü­ ren) Veziriazam Nizarn ül-Mülk, aldıgı egitim açısından Persli bir bürokrat­ tı; bu nedenle, yeni kurum Pers tarzının ilerletilmesini temsil etti. Gelece­ gin "hukuk erbabı"nın kendisi de medresdere devam ettiginden, (Şeriatın kapsamının dışındaki yöneticinin keyfi istisnalan hariç) adaletin yönetimi ile "kalemiye"nin yönetimi arasındaki uçurum üzerine köprü kuruldu . Di­ ger yandan bu gruplar ve Türki olanlar arasındaki uçurum genişledi. Örne­ gin, 1 5 . yüzyılda hüküm süren "Akkoyunlar" rejimi gibi görece istikrarsız bir siyasi kurumda, kentli, Farsça konuşan hiçbir öndegelen, bir askeri ma­ kama sahip olmadı; ama hiçbir Türki askeri şef de "hukuk erbabı" olmadı.53 Bununla beraber rol dagılımı, bir siyasi kurum istikrar kazandıgında, istik­ rarlı ilişkilere izin verdi. Tek bir başkent üzerine temellenen ve görece istikrarlı sınırlar içindeki zengin topraklan yöneten Memlük rejimi, ardından gelen siyasi kurumlan, özellikle Osmanlı lmparatorlugu'nu etkileyen lsl1i.mi yönetim uygulaması­ nın bir birikimini oluşturdu. Daha önce de belirtildigi gibi, "kılıç erbabı" ro­ lünü tekellerine alan ve zaman zaman veziriazamın yanı sıra sultan rollerini de üstlenen Memlükler, halktan keskin bir biçimde kendilerini daima ayırdı. Onlann kölelerden devşirilmişlikleri sadece güçlü bir ayırt edici özellik de­ gildi, onlann Türki miti hem kendi üyeleri tarafından hem de tabi nüfus ta­ rafından kau bir biçimde saygı gördü. Bazı vezir rolleri ve elbette düzenlen­ miş hukuk yönetiminin tümü, dört lsl1i.mi mezhebin her biri için Kahire'de­ ki birer baş kadının yönetimindeki "hukuk erbabı" kadılar tarafından dol­ duruldu. Gündelik yönetim ve önemli mali işler, Osmanlı süzerenligi döne­ minde Suriyeli Maruniler devreye sokulduysa da, esas olarak Kıpti ya da Ya­ hudi memurlara devredildi. Bu üçlü bölünme bile pratik yönetimin bölüm­ lenmesinin tamamını kurutamadı. Baharat taeiri (Karimi) Müslüman Arap­ lar, bir dönem, 14. yüzyıl ve 1 5 . yüzyılın başı boyunca, mali yönetim ve dip­ lomasi üzerinde güçlü bir dolaylı etki dayatu.54 Osmanlı bu bölümlenmiş yönetim gelenegini daha da karmaşıklaştırdı. 53 54

Woods, s. 14; Spuler, The Muslim World, 1: 82; D. vej. Sourdel, La Civilisation de l'lslam, s. 372; B. Miller, s. 13. Gaudefroy-Demombynes, La Syıie, s. Ixivvd; Ashtor, s. 282; Ziadeh, s. 107; W. Fischel, "Ueber die Gruppe der Kariıni" , s. 78-82. 231

Onların aygıtı, bir Müslüman rejim tarafından geliştirilen en azamedi ola­ nıydı ama onun toplumsallaştırması ve yeni üye alımı biçimsel ve biçim­ sel olmayan bir biçimde bölümlenmiş olarak kaldı. Güvenilir bir askeri gü­ cü, Üçüncü Bölüm'de ele alınan Türki gazilerden ve kabile askerlerinden so­ yutlama çabası onları eninde sonunda devşinneye, Hıristiyan ailelerden (esas olarak Balkan Slavlarından) "oğlan vergisi" olarak askere almaya yönelt­ ti.55 Her üç ya da dört yılda bir, on iki bin erkek çocuk, zorunlu olarak ai­ lelerinden ayrıldı. Her ne kadar tahminler bir şekilde farklılaşsa da, akla uy­ gun güçlü bir akademik mutabakat, sultanın hizmetine Tatarlar, Kafkas dağ­ lılan ve barbar korsanlar tarafından satılan erkek çocukların sayısına denk olan yıllık askere alınalann iki ila dört bin gibi bir rakam arasına yerleştirir. Yetişkin erkek tutsaklar sadece askerler olarak kullanılamadığından, devşir­ me sistemine alınan oğlanlar, yeniden toplumsallaştırmayı ve çeşitli beceri­ ler konusunda eğitilmeyi tamamlayacak kadar gençti. Eğitimdekilerin sayısı yüksekti -bir tahmin bunu, herhangi bir zamanda elli bine yerleştirir- çünkü "zayiat" fazlaydı. Süreç yaklaşık on dört yıl sürü­ yordu ve yükselrnek için en becerikli ve uyum sağlayabilir olanlan gözlem­ lerneyi kolaylaştıran bir okullar piramidini banndınyordu. Genç adamların birçoğu, Osmanlı ordusunun belkemiği, düzenli piyade gücünü oluşturan yeniçeri oldu. Yaklaşık yüz bin "sultanın kölesi" , topyekün olarak her daim hizmetteydi. 18. yüzyılın sonunda, onlar ve onların soyundan gelenler, mer­ kezi ve Batı Anadolu ve Güney Balkan yanmadasının önemli bölgelerindeki Osmanlı Müslüman nüfusunun dikkate değer bir oranını oluşturuyorlardı; bir milyonu aşmış olmalıydılar. 56 Yeniçeri askeri komutanlan önemli bir elit oluşturdu. "Kalemiye" olarak eninde sonunda yönetim kademelerine erişen daha az sayıdaki oğlan, Os­ manlı mitinin sürdürülmesi için çok daha önemliydi. 1 7. yüzyılda önem­ li hazine odalannın neredeyse tümü köleler tarafından yönetildL Hazine sa­ dece kaynaklann harekete geçirilmesini denetlernek için değil, aynı zaman­ da hazinenin üç defterdan çoğu zaman, daha sonra valilik makamı elde etti­ ğinden ve başarılı olurlarsa da, Bab-ı Ali'ye veziriazam olarak döndüklerin­ den dolayı önemliydi. Bu doruktaki makam inanılmaz ölçüde tehlikeliydi. 1376 ila 1829 arasında bu makamdan, iki yüz kişi, makama geldiklerinden bir ya da iki yıl sonra gerçek ya da uydurolmuş bazı hatalar nedeniyle idam­ la karşı karşıya kalarak geçti. Dervişlerin bir şeyhi, statüsünün ona balışetti­ ği küstahlıkla, bir vezirin, insaniann en aptalının kim olduğu sorusuna ver­ diği söylenen yanıtta "Sensin, güçlü vezir. Makamını elde etmek için elin­ den gelen her şeyi yaptın; selefierinin kanlı kafalannın üzerinde at koştursan 55 56 232

B. Miller, s. 20. Gladden, s. 188-189; B. Miller, s. 127; Lybyer, s. 5 1 .

da, makamın, selefinin hala yattığı yerdedir," dedi.57 Yine de meslekten ye­ tişme Osmanlı memurunun, bir defterdann, 1 703 tarihli anılanna bakılacak olursa, yükümlülüklerinin yüksek bilincine sahipti. Veziriazama, diye yazdı defterdar, görevi boyunca sınırsız güç verilmelidir ama o da ulemaya ve Di­ van'daki vezirlere, özellikle "kalemiye"nin en önemli işiyle meşgul olan im­ paratorluk hazinesi defterdanna, saygıyla muamele etmelidir.58 Ne yazık ki, imparatorluğun geleceği için, bu tür öğütlerle kendini göste­ ren göreve hakiki anlamda adanmışlık, yeterliliğe tercüme edilmedi. O za­ mana dek ( 1 700) , devşinne sistemi kayda değer olmaktan çıktı. 59 Gelenek­ sel olarak aile kurmalarına izin verilen ama ilk başlarda oğullarım hizme­ te sokmaları yasaklanan sistemin mezunlarının aşamalı olarak bu ayrıcalı­ ğa sahip olmalarına izin verildi. Diğer özgür Müslümanlar da -sultamn güç­ lü "köle"lerinin soyundan gelenlerin tümü özgürdü- Bab-ı Ali okuHanna gi­ den yola yaltaklanarak erişti; böylece, bu kurumlarla, "hukuk erbabı"mn eğitildiği sıradan medresderin arasındaki farkı azalttılar. Gerçekten de (sul­ tam eğiten hoca'nın başını çektiği) ulema, askeriyeden ayrı olarak, daima Bab-ı Ali'nin öğretisine kılavuzluk etti. Görünürde müfredat etkileyiciydi. lslam hukukuna ve büyük dillere (Arapça, Farsça ve Türkçenin özgün Os­ manlı biçimine) ek olarak, genç erkekler, diplomasi, savaş ve hatta Osman­ lı Hanedam'nın göçebe gelenekleri hakkında bir şeyler öğrendi.60 1 7 . yüz­ yılın ortalanna dek, altmış vezirden kırk sekizi ve buna karşılık gelen oran­ da diğer yüksek memurlar Bab-ı Ali'nin okullarında eğitildi.61 Görünüşe gö­ re, özgür Müslümanların üşüşmesinden önce ve sonra, toplumsaHaşma sü­ reci kasta ve Osmanlı yönetimi kavramına sadakat üretmek için etkiliydi; yi­ ne de bu tür bir sadakat, ayrıcalıkları korumak için kalkışılan isyanlan her zaman önleyemedi. Bab-ı Ali'nin "köle"leri, dünyanın geniş bilgisine sahip insanlar üretmek için fazlasıyla yalıtılmıştı. Sıcakkanlı bir gözlemci, dış ilişkilerden sorumlu memurların önemli yabancı ülkelerin konumlarını bile, zaman zaman bil­ mediğini kabul eder. Özgür Müslümanlar lslami yaşam tarzlanna öylesine bağlıydı ki onlar, Hıristiyan ülkelerdeki diplomatik makamlara dil öğrene­ cek kadar yeterli zamanı harcamaya teşvik edilemedi.62 Saray tarafından kar57

Alınulandıgı. yer Babinger, s. 461 . Aynca bkz. Mouradja d'Ohsson, s. 153 ve devamı.

58 59 60

Wright, s. 65, 94. Itkowitz, s. 77 ve devamı, 85; Sugar, s. 56. Mouradja d'Ohsson, s. 77 ve devamı. Karş. Lybyer, s. 232; B. Miller, s. 31 ve devamı; Lhotsky, s. 60.

61

B. Miller, s. 6 ve devamı. Çok kısa bir süre önce Findley (özellikle bkz. s. 46 ve devamı) Osman­ lı yönetimsel sisteminin karmaşık aşamalannı aynnulanyla tartışu. Onun degeriendirmesi be­ nim acımdan yalnızca gecerken deginebilecegim kronolojik farklılıklar icin hayatidir.

62

Mouradja d'Ohsson, s. 165 ve devamı; 500. Karş. lorga, 2: 438 ve devamı. 211

şılanan lüks yaşam tarzının masraflan, özellikle Konstantinopolis'e dönme­ yi uman taşra makamlanndaki orta yaşlı paşalar için, memurlann yozlaşma­ sına sürekli olarak bir teşvik sagladı. 26 vali paşanın ve 163 vilayet valisi­ nin ortalama görev süresi sadece bir ya da iki yıl oldugundan ve mülkiyetleri ölümlerinden sonra müsadere edilebileceginden, güvensizlik, yozlaşma yo­ luyla hızlı kazanç saglamamn cezbediciligini artırdı.63 Bu nedenle, diplomasinin ve kaynaklann harekete geçirilmesinin iki has­ sas alanında Osmanlı sistemi, Avrupa'nın modemleşen siyasi kurumlannın rekabetine maruz kalan bir imparatorlugun ihtiyaçlanm karşılamaya gitgi­ de daha çok hazırlıklı olmayan memurlar üretti. Sonuç olarak imparatorluk sistemi 16. yüzyıldan itibaren güçlüklerle karşı karşıyaydı ve 18. yüzyıl bo­ yunca tamamen yetersiz oldugunu gösterdi. Dogrudan alınan önlem sulta­ nın Müslüman olmayan tebaasına başvurmaktı. Yüksek Osmanlı şahsiyetle­ ri, ihtiyacın yeterince baskılayıcı oldugunu düşündüklerinde, gayrimüslim uzmanlara başvurmakta hiçbir zaman tereddüt etmedi. Yahudi ve Hıristiyan doktorlar, sultan sadece kendi saglıgı için endişelendigi için degil, gösteriş­ çi tüketiminin haremin dikkatli bir gözetimini gerektirmesinden dolayı da, daima sultana yakındı. Bir 16. yüzyıl anekclotu bu saygınlık endişesini sergi­ ler: "Bir gün kırda, igdiş edilmiş bir aygınn bir kısrakla çiftleşmeye çalıştıgım gören IL Süleyman'ın zamanından bu yana, haremagalanmn bel düzeyinin altındaki her şeyi kesilir. II. Süleyman, kanlanm koruyan haremagalanmn onlann arzulanm tatmin edebilecegi kanısındaydı; bunun üzerine, ne var ne yok her şeyin kesilmesi gibi bir önlem aldı ve halefieri aynı kuralı izledi. "64 Konstantinopolis'in fethinden yanın yüzyıl sonra, sultanlar önemli ma­ kamlardaki Grek yöneticileri bile korudu. Kısa bir süre sonra yöneticiler, Bab-ı Ali'de egitilmiş memurlann kapasitesinin ötesindeki görevlerin yerine getirilmesi için, gayrimüslimler tarafından işletilen biçimsel olmayan yöne­ timler dizisine yöneldi. 65 Bu önlem, daha eski Islami siyasi kuruıniann ola­ gan yönetimlerinde gayrimüslim memurlann işe başlatılınasım andırdı ama acımasız cezalandırmalann ve aşagılayıcı sınırlandırmalarm eşlik etmesi ne­ deniyle bu daha tüketiciydi. Diplomaside, adı geregi çevirmen olan, gerçek­ te ise dışişleri bakanlannın erkini kullanan büyük Grek tercümanlara dayan­ mak, Fener seçkinlerinin Batı Hıristiyan güçlerine düşmanlıkla özdeşleşme­ si açısından anlamlıydı. Muhtemelen Fenerliler, sözde Osmanlı lmparator­ lugu'nun çerçevesi içinde iktidan elde etmenin ve ardından da bunu , yeni Helen Bizans lmparatorlugu'na -"Büyük ldeal"- aktarmanın muglak umu63 64 65 234

Mouradja d'Ohsson, s. 203, 287; Wright, s. 52; Tavemier, s. 156 ve devamı. Tavemier, s. 27. Osmanlı'nın durumunun bu veçhelerini "Mobilized and Proletarian Diasporas" ve "Adminis­ trative Elites" adlı makalelerimde ele aldım; burada sadece özetleyecegim..

dunu daima korudu. Zaman zaman Bizans yönetsel eğitimine hakim olmuş olan patriklik okulunun dönüştürülmüş çeşitlernesi dahil, dini okullardaki yoğun toplumsallaşma, Fenerliler arasında bir dayanışma duygusunu aşıla­ dı. Ama Osmanlı standardanna göre önemli ölçüde üstün olan bu tür bir eği­ tim, Grek "milleti"ni (dini azınlığını) Osmanlı meşrulaştıncı mitlerine gitgi­ de artan bir biçimde sugeçirmez kıldı. Rus Ortodoks imparatorluk siyasi ku­ rumunun 18. yüzyılın sonunda Karadeniz'de ortaya çıkışı, Fenerli seçkinte­ rin daha sabırsız üyelerine Helen imparatorluğu yeniden canlandırma hede­ fini gerçekleştirmek için doğrudan bir fırsat sunuyormuş gibi göründü. Fe­ nerli Aleksandros İpsilantis'in Rus topraklanndan gerçekleştirdiği saldın, Konstantinopolis'teki önde gelen Greklerin, Osmanlılar tarafından katiedil­ mesine neden oldu. Küçük bir Grek Krallığı, daha sonra Batı'nın yardımıyla kuruldu. Hoşnutsuzluğun bu tür bir çekirdeğinin varlığı sultanlan, Fenerh­ Ierin Osmanlı diplomasisinin denetimini yeniden kazanmasına izin verıne­ meye kararlı kıldı. Yine de Müslüman öğrencileri, Galatasaray Lisesi gibi Batı modeli okullara çekme girişimleri 19. yüzyıl boyunca başansız oldu. Sonuç olarak Osmanlı İmparatorluğu acil diplomatik görevler için, tamamen nite­ likli yeni memur havuzuna sahip değildi. 1 7. yüzyıl sonunda Greklerin kefaletnamelerinin ve sözde vergi toplamak­ la görevli paşalara yönetsel becerilerinin sağlanmasında Sefarad Yahudile­ rinin yerini alması gibi, Ermeni bankerler 19. yüzyılın başında öne çıktı. 66 Bununla beraber, 1870'lere doğru, Osmanlılann (Ermeni milliyetçilerinin Rusya'nın çekimine kapılmasıyla alevlenen) güvensizliği, bu bankerierin ko­ numunun altını oydu. Müslümanların merkezileşmiş imparatorluk yönetimleriyle ilgili dene­ yimlerinin gözden geçirilmesi, İslami siyasi kurum tarafından üretilen hiçbir tasannın, etnik kimliğin tek bir mitini, devreye sokmak bir yana, aynntılan­ dırmak ve yaymak için yeterince birleşmiş bir örgütlenme sağlamadığını ak­ la getirir. Türkiye'deki birçok Kemalist milliyetçi, eninde sonunda, Osmanlı yönetiminin ilk aşamasında bile önemsiz bir bileşen olan Türk soykütüksel mite başvurdu. Şüphesiz Osmanlı'nın geçmişteki azametinin anısı Türk mil­ liyetçiliğinin dikkate değer bir gizli bileşeni olageldi. Devşirme ve imparator­ luk cami mimarisi gibi unsurlan inkar ya da dönüştürme zorunluluğu, çağ­ daş Türk milliyetçilerinin Osmanlı temasını kullanmasını tuhaf kılar. Diğer 20. yüzyıl Müslüman rejimleri için, Şii-Sünni yanlması gibi dini farklılıklar ya da Maliki minareleri gibi daha az önemli külderin simgeleri bile, impara­ torluk siyasi kurumlannın anılanndan ziyade mit inşası için daha kolay bir biçimde erişilebilir görünüyor. Birçok alanda, göçebe ilişkileriyle soykütük­ sel mitler, kimliğin en önemli merkezi olarak kaldı. 66

Ashtor, s. 282. 235

Imparatorluk yönetiminin Batı'daki yansımaları Kişisel çıkar ve dini parçalanmışlık, yöneticileri, bölümlenmiş seçkinler in­ şa etmeye sevk ettiğinden, lslam dünyası imparatorluk yönetimlerini kim­ lik inşa etmek için kullanmakta başansız olurken, Batı imparatorluk siyasi kurumlannın ulusüstü seçkinler inşa etme arayışı tekrar tekrar başansız ol­ du. Günümüzdeki tek-etnili yönetsel seçkinler üretme eğiliminde, Batı, Bi­ zans'tan çok lslam'ı ve Rusya'yı andınr. Ama Batılı evrensel imparatorlukla­ nn ulusal ya da ulus-öncesi kurumlara dönüşme süreci Bizans'ınkinden çok daha dolaylıdır. Patrimonyal imparatorluklann çözümlenmesi (kısaca S. N. Eisenstadt'ın temel kategorilerine dönersek) bu noktada asgariye düşürüle­ bilir; bu türün mitler için öneminin aksine, kurumsal bir güç olarak yöne­ tim, onlann arasında zayıftı. Sarlman zamanının gerileyen iktisadi koşulla­ nnda istikrarlı bir merkezi yönetim geliştiremedi. Erken Frenk yöneticileri­ nin koşullan göz önünde bulundurulduğunda, missi dominici kurumu tak­ dire değerdir. Aslında missi, imparatorluğun belli başlı bölgelerinden birine, bir yıllığına atanan (yansı piskopos olan) hareket halindeki tam yetkili mü­ fettişlerdi. Bu bölgelerde, comitatus'un soyundan gelenler ve çoğu zaman ha­ nedanla kan ya da evlilikle ilişkili olan mahiyet soylulan, kondar ya da naip­ ler olarak atandılar. Monarşi bu yönetici memurlan zaman zaman tayin etti, onlann geniş bir biçimde dağılmış mülkler edinmelerini, dışandan evlenme­ lerini ve böylece de Frenk hükümranlığının tüm kısımlannda çıkariara sa­ hip olmalannı teşvik etti. Var olan az eğitimli memurlar piskoposlann yöne­ timindeki ruhhan tarafından karşılandı. 9. yüzyılın sonunun kaotik koşul­ lannda Karolenj sistemi, özgün kraliyet atamalanndan bir ölçüye dek meş­ ruiyet elde eden patrimonyal bölgesel yönetimlere dek daraldı. Kutsal Roma lmparatorluk yönetimi, 12. yüzyıla dek diğer siyasi kurumlann yönetimle­ ri gibi, Karolenjlerin eriştiği olgunluk -daha doğrusu olgun ama yaran az­ düzeyini muhtemelen elde edemedi.67 Daha etkili Ortaçağ Batılı yönetimle­ ri (Norman lngiltere'si, Narman ve Hohenstaufen Sicilya'sı, Roma Curia'sı) teritoryal ya da diğer yönlerden sınırlıydı. Fransız gelişiminin ufku daha ge­ nişti ama 1 7 . yüzyıla dek, Bizans'ın dorukta olduğu zamankiyle karşılaştın­ labilir bir bürokratik sistem oluşturamadı.68 V. Charles tspanya'ya taşındığında, neredeyse tamamen daha eski Fransız modellerinden türetilen ama bazı açılardan daha gelişmiş olan Burgonya yö­ netimi, onun rejiminin çekirdeğini sağladı. Onun konseyi 1 5 1 7- 1 520 yıllan 67 68 236

Güçlü, merkezileşmiş yönetimlerin imparatorlar (IV. Charles gibi muktedir olanlar tarafından bile) tarafından küçürnsenmesi üzerine bkz. Spevacek, s. 156. Hintze, s. 54 ve devamı. Shneidınan, 1: 125; Walther, s. 41. Yönetimler için papalık modelleri hakkında bkz. jordan, s. 99 ve devamı.

arasında, beş Flaman'ı, üç Burgonyalıyı ve sadece beş Kastilyalıyı içerdi. Be­ şinci Bölüm'de belirtildigi gibi, konsey Fleming Chievres tarafından yönetil­ di ama Piyemonteli büyük şansölye olarak gitgide daha çok önem kazandı. Görünüşe göre Gattinara, Kastilya katılımını arttırmaya istekli degildi; ama konsey, l520'de, Consejo de Estado olarak biçimsel olarak yeniden oluşturul­ dugunda, sayılan, Burgonya grubunun aleyhine olacak şekilde altıya yük­ seldi. 69 Habsburglann bir başka alandan seçilen memurlada diger alanlann­ dan herhangi birini (Svabya'da Avusturyalılan) yönetme uygulaması, kıs­ men Aragonlularca da paylaşılan sınır mitinden çıkarsanan, yogun bir mil­ liyetçilik öncesi Kastilya kimligiyle karşılaştı. Her ne kadar yönetecek kadar sadık tek insanlar olduklannda ısrar etseler de, Kastilyalılar ve Aragonlular, en azından edilgen olarak, isyan etti. Il. Philip'in döneminde bir memur ola­ rak Alba Dükü, ilgili naip hakkında, Alba tarafından deger verilen Aragon'un "özgürlükleri" açısından, "sonuçlanndan ıstırap çekmedigi sürece despotiz­ me yardım etmek onun aristokratik içgüdüsüydü" diye yazdı.70 Ispanyol yöneticilerin, Charles ve Chievres'in Ispanya'ya getirdigi hetero­ jen memurlar karşısındaki gücü, sadece birliklerinden degil, hukuk, şansöl­ yelik uygulamalan ve askeıi yönetim üzerine kapsamlı Ispanyolca egitimle­ rinden de kaynaklandı. Corregidore'ler, adalet ve yönetim için kraliyet yöne­ tim birimi sulh yargıçlan, gerektiginde hukuk alında egitim görmüş vekil­ ierine dayanan, çogu zaman asker olan, pratik adamlardı. Diger genel me­ murlar (capa y espada) hukuk bilgisine sahip olmak zorunlulugunu taşıma­ salar da, l..atincede okuryazar olmak zorundaydılar. Capa media hukukçula­ n, Fransisken Kardinal Jimenez Cisneros'un, Thomist* Salamanca Üniver­ sitesi'nin hukukçular üzerindeki tekelini kırmak için başlattıgı, Aleala Üni­ versite'nde egitim görmüş Yahudilikten din degiştirmiş birçoklannı içeriyor­ du . Ispanyol yönetimi, Fransa, Ingiltere, Burgonya ya da Almanya'nınkin­ den daha güçlü, özellikle hukuk alanındaki yaygın yüksek egitim gelenegini kullanıma soktu. 1 600 gibi erken bir tarihte, Iberya Yanmadası'nda genç er­ keklerin önemli bir oranını (yaklaşık % 5) kaydeden otuz bir üniversite bu­ lunuyordu. 71 Burgonya ve Fransız deneyimleri, hukuki olarak egitim görmüş yöneti­ cilerin, yüksek soylulann özerk egitimlerini yontmak için hayati oldugu­ nu gösterdi. Yönetsel gelişmenin bu aşamasını araştıran ünlü bir Alman, hu­ kuk alanında egitilmiş memurlann " ( [Burgonya'da] V. Charles'ın yönetimi­ nin başlangıcında) 'bir yargıcı kölesi kılan onuroyla yaşayamaz' sloganını 69 70 (*) 71

Walser, s. 30, 196 ve devamı, 246. Alınulandıgı yer Ranke, s. 161. Aquinasçı ögt"eti ve çalışmalara referans veriliyor - e. n. Walser, s. 194 ve devamı; Kagan, s. 43 ve devamı, 63, 65, 71, 132. Ayrıca bkz. 7. Bölüm, n. l. 237

kullanan feodal gericiliğe karşı, (. . . ) hukuk ve düzenin, resmi görev ve mer­ kezileşmenin incilini neredeyse dini bir hararetle taşıdığını" yazdı. Ama ta­ mamen hukukçulardan oluşan bir yönetimin, gündelik mali yönetim için uygun olmadığı neredeyse kesinleşti: "Uzun cübbeli damşmanlar yöneti­ cinin ülkesiyle ve maliyeyle ilgili işleri öğrenmek için hiçbir zaman fırsat bulamadı. ''72 Ispanya'da Charles, kariyederine çoğu zaman akrabalan olan önceki sekreterlerden öğrenerek katip olarak başlayan, ardından da daha yüksek makamlara çıkan, hukuki ya da hatta üniversite eğitimi bile olmayan şansölyelik sekreterlerinin önemli kategorisine sahip olacak kadar şanslıy­ dı. Bir başka Alman tarihçinin gözlemlediği üzere, "bu sekreterlik hanedan­ lan, özellikle modem yazışmalarda cisimleşen, siyasi gelenekleri ve teknik­ leri geliştirmek ve sürdürmek için, en adanmış ve bilinçli çabayı dayattı" .73 Az önce betimlenen memur türleri, din değiştiren [converso) -gentry hattı bo­ yunca bölünmüş olsalar da, neredeyse tamamı ortalama kökenierden gelen bir grup olarak alındığında, Bizans'ta olduğu gibi fazlasıyla direngen bir et­ nik kimliğin özünü oluşturdu. Burgonya'da Charles ve onun selefleri, (o erken aşamadaki Fransa'nın ak­ sine) öncelikli mevkilere hakim olmaya devam eden ve haklan gereği Con­ seil d'Etat'da yer alan yüksek soylulukla birlikte yaşamayı öğrendi. Char­ les'ın Ispanya'ya hareketinden kısa bir süre önce, yüksek aristokrasinin gü­ cü çağdışı Conseil d'Etat'yı devre dışı bırakmak için başlatılan özel bir kon­ seyle hafifçe yontuldu ama bakaniann başı üst düzey bir soylu olarak kaldı. 74 Ispanya'da Charles ve Chievres, Aragonlu Ferdinand'ın bakanı Pedro Ruiz de la Mota gibi daha mütevazı kökenierden memurlan kullanarak ekabirle­ re gem vurmak konusunda çok az güçlükle karşılaştı.75 Ekabir etkisinin çar­ pıcı bir paralel daralması, yüksek soyluluğun, sınır miliyle aşılanmış inatçı gentry'ye karşı din değiştireniere yönelik hoşgörü siyasasım savunamamasıy­ la eşzamanlı olarak Ispanya'nın içişlerinde meydana geldi. Pek çok conver­ so* (çoğu zaman Engizisyon'un öncüsü olan) memur sınıfının "saf kan" gen­ try hizbinin yanında başanyla yer alabildi ama ulusüstü İspanyol monarşisi­ nin eski mitinin son kalınıılan da ortadan kaldınldı. Sonuç olarak V. Char­ les'ın feodal likeleilikle baş etmek için Burgonya'da benimsediği siyasalar, uzun vadede güçlü esprit de corps'a** sahip İspanyol memurlann tabi kılın72 73 74 75 (*)

Walther, s. 27, 38. Walser, s. 198-199. Walther, s. 8. Walser, s. 38, 127. 14. ve 15. yüzyıllarda Ispanya ve Portekiz'de, Yahudilik'ten, Katoliklige dönen insanlan nitele­ rnek için kullanılır - e. n. (**) Grup içi birlik ve dayanışma - ç.n.

238

ması için tamamen uygunsuz olduğunu gösterdi. Hukuk ve şansölyelik ma­ nipülasyonu konusundaki kendi becerileri ve İspanyol makamianna atama­ larda vakitli ödünleri aracılığıyla Gattinara, dış siyasa üzerindeki denetimi­ ni sürdürebildi. Bununla beraber bakanlan tarafından ileri sürülen belirli öz­ gül siyasalann benimsenmesini güveneelemek için Charles, ikametgahını İs­ panya'dan İtalya'ya taşıma tehdidi gibi sıradışı önlemlere başvurmak zorun­ da kaldı. Oğlu ll. Philip tahta geçer geçmez, Consejo de Estado'nun tüm ter­ kibinin lberya'nınki haline geldiğini, hakiki bir bürokratik devrim meydana geldtl6 Beşinci Bölüm'de vurgulanan Flandre ve İtalya'daki yankılan, Kastil­ ya'nın evrensel yönetim mitinin, nihai olarak altını oydu. Yönetimin kendisini ulusüstü yönetimin bir aygıtı olarak hareket ederneye­ cek kadar aciz hale getiren güçlü bir prota-milliyetçi kimlik geliştirmesi ko­ nusundaki çok güçlü bir eğilim, eninde sonunda Avusturya Habsburglan yö­ netimi altında ortaya çıktı. Avusturya hakimiyetinin, aşamalı da olsa, gelişimi çarpıcıdır çünkü ll. Philip'in Kastilya kimliğini gönüllü olarak kabul etmesi­ nin aksine, orada hanedan sürekli olarak ulusüstü bir meşruiyet mitini teşvik etmişti. Habsburg monarşisinin anayasa tarihçisi Hermann j. Bidermann şöy­ le yazar: "I. Ferdinand, Germenlere öncelik tanıyarak, bir Germen prensi gibi hareket etseydi, yönetimini bu temelde ( Germen olmayanlan gölgede bıraka­ rak, yapay bir biçimde Alınaneayı teşvik ederek, vb.) örgütleseydi, günümüz­ deki birleşik Avusturya devleti [Gesammtstaat] katışıksız bir fantezi anlayı­ şı olarak kalırdı. "77 Bunun yerine 16. yüzyıldan 18. yüzyılın sonuna dek ına­ narklar kasıtlı olarak, tabiiyetindekilerin büyük bir kısmının konuşmadığı bir saray dili seçti. Hanedan, Germen arka planlan yerine, Frenk-Burgonya kö­ kenlerini vurguladı. Sarayda, gerçek lspanyollara yaranmak için değil, Avus­ turya'da hükümranlığında yaşayan herhangi bir etnik gruba (Volksstamm) öncelik vermekten kaçınmak için, İspanyol tarzlan tercih edildi. 78 Gerçekten de, Bidermann'ın işaret ettiği gibi, I. Ferdinand'ın kendisi ls­ panya'da eğitim gördü; İspanyol hazinedar Gabriel de Salamanca'yı atama­ sından ve tspanya'da Aşağı Germenleri (Felemenkler) kullanmasından ötürü ağabeyi V. Charles'ın karşılaştığı gibi, Germen tebaasından aynı türden bir isyanla neredeyse yüzleşecekti. "Welsch" Salamanca feda edildi ama Avus­ turya'nın kozmopolit bir yönetimi sürdürmek konusundaki çabalan, tspan­ yol Habsburg deneyiminden geçici olarak daha başanlı oldu. 79 Ferdinand'ın ilk görevi, eyaletlerdeki mülklerine kök salmış ve gitgide artan bir biçimde 76 77 78 79

M. Philippson, s. 7 ve devamı; Walser, s. 1, 161 ve devamı, 179, 254. Biderrnann, "Die staatsrechtlichen Wirkungen", s. 346. A.g.e. , s. 345. Lhoısky, s. 140, 149; Biderrnann, Geschichte ... Gesammt-Staats-ldee, 1: 15, 18 ve devamı; Mak­ kai, s. 12 ve devamı. 239

Protestanlıktan etkilenen özerk soylulara karşı, birleşik yönetimi uygulamak için memurların bir organını bir araya getirmekti. Ferdinand -daha sonrala­ n Mutlak monarklann birincil silahı haline gelecek olan- soyluları, simge­ sel ödüllerle ve mali yardımlada saraya davet etme dönemini başlattı. Bir sü­ re sonra onların saraydaki karmaşık işleri, soyluları, direnişlerinin yerel te­ melinden yoksun bıraktı. Yönetsel düzeyde Almanca ı6. yüzyıl Habsburg şansölyeliğinde hakimdi ama Fransızca (Latince değil) da yaygın bir biçimde kullanıldı. İtalyan üni­ versitelerinin hukuk fakültelerinden mezun olan bazı Burgonyalı memurlar getirtildi. Germen memurlar, görünüşe göre asimile edilebilir Slav ve Macar yeni üyelere açık olsalar da, tüm "Welsch" yöneticilerden -muhtemelen Ro­ malılar daha muktedir bir rakipti- nefret ediyordu.80 Avusturya topraklan­ nın sağlayabileceğinden daha fazla sayıda hukuki eğitim görmüş memurla­ ra gereksinim duyulduğundan, soydan gelen imparatorluk şansölyesi, Mainz Başpiskoposu, sayısız güney ve merkezi Germen üniversitelerini kullanıma sokarak, işe alım vekili gibi hareket etti. Ama Habsburgların kendi toprakla­ nndan yeni üyeler arz eden burjuvazinin neredeyse tamamı Almanca konu­ şanlardı. Habsburglann neredeyse beş yüzyıl boyunca tek bir imparatorluk hanedam oluşturması gerçeği de, yüksek memurların homojen bir grubu­ nu safiara katma eğilimini muhtemelen güçlendirdi. Eski Roma İmparator­ luğu'nda tahta çıkmanın belirsiz doğası, her yeni hanedanın, kendi üs top­ raklarından, örneğin İberya'dan ya da llirya'dan, yüksek memurlardan bir zümre getirmesine neden oldu.81 Benzer eğilimler Kutsal Roma İmparator­ luğu'nda ve gerçekten de, modem Sovyet ve Amerikan siyasi kurumların­ da hükümetin başı de Jacto değiştiğinde ortaya çıktı. Diğer taraftan, Avus­ turya'daki erken modem Habsburg İmparatorluğu'ndaki her bir yönetici, -kendisinin İspanyol kolunun aksine- selefinin sağ kollarını değiştirmekte çok istekli değildi. Avusturya taşra soylulannın bastırılmasından başlayarak ve Otuz Yıl Sa­ vaşları boyunca Bohemya ve Moravya'nın ağırlıklı olarak Protestan soylula­ rının temizlenmesiyle devam eden erken ı 7. yüzyıl olayları, Habsburg ba­ kış açısından, evrensel değilse bile ulusüstü bir imparatorluğa giden adımla­ rı oluşturdu. Kısa bir süre önce, önceden var olan soyluluğun yıpranmasının net oranı olarak görülen bu temizliğin, ı6. yüzyıl boyunca, Bohemya soylu­ luğunun deneyimiediği kayda değer zayiattan (her on yılda yaklaşık yetmiş aile) önemli ölçüde farklı olmadığı ileri sürüldü. Ama ı62ı ve ı 656 yılları arasında o soyluluğa katılan, neredeyse yarısı Germen olan, esas olarak Alp­ li ve çoğu zaman da burjuva kökeniere sahip 4 ı 7 yeni aileden 43'ü İtalyan, 80 81 240

Lhotsky, s. 94, 137. Fellner, 5: 43; Redlich, 1: 28. Roma uygulamalan üzerine bkz. Stroheker, s. 55.

20'si Fransız ve ıS'i İspanya ya da İspanya Hollanda'sındandı.82 Ezici Kato­ lik grup -az ya da çok paralı askerleri olan birçoklan dahil- Avrupa'nın dört bir yanından geldi. Bu tür bir heterojen gövde, yerel bağlanndan kopmuş bir imparatorluk eliti için, açıktır ki, iyi bir malzeme sağladı. lzleyen yüzyılın bir başından diğerine, monarşi, dikkate değer bir başarıyla, soyluluğu Avustur­ ya sisteminin bir tahkimatma dönüştürmeye gayretli bir biçimde çaba gös­ terdi. Yeni soyluluğun varlık nedeni Katolikliği savunmak olduğundan, (II. joseph'in zamanında kovulmalarına dek) Cizvitler ve diğer dini tarikatlar onların eğitimine yön verdi. Burgonya geleneğiyle aynı çizgide, Avusturya Habsburglan arkaikleştinci mekanizmalara başvurdu. Yetişkinlerin toplum­ sanaşması Fransızcanın moda dil olduğu Viyana sarayında merkeze oturdu. Bununla beraber uygulamada, batıdaki bölgelerdeki çeşitli soylular, ı 7. yüz­ yılın ortalanna doğru, kendi aralarında Almanca iletişim kurdu; sadece Ma­ car soyluluğu "mutfak l.atincesi"ne tutundu. Arkaizmleri vurgulayan bir toplumsallaşmamn sonucundan beklenen be­ del, Burgonya'da, bir yüzyıl önce tspanya'daki gentry'nin hakimiyetinin aksi­ ne, yüksek mevkilerde, soylu hakimiyetinin sürdürülmesiydi. Habsburg ku­ rumlarının ilk öğrencilerinden, Wilhelm Roscher şuna inanır: Avusturya devletinin soylulara, özellikle yüksek soylulara daima atfettiği ka­ rarlı önem, büyük ölçüde bir bütün olarak Avusturya ulusu kurulamazken, genel bir Avusturya soyluluğunun oluşturnlabileceği görüşünün bir sonu­ cuydu. Sonuç olarak soylulann (genel gelişmenin bir temeli olarak) yetiştiril­ mesi, çoğu Egemen Haneyle bağlantılı, Theresa Şövalyeler Akademisi, Soylu Muhafızlar, ruhhan şövalyelik tarikatlan vb. kururolann bir grubu tarafından 83 ilerletilmesini gerektirdi.

Orta sınıf kökenli memurlar, batı topraklarım birleştirmek için teritoryal bir çerçeve olan, Gubernien içinde gitgide başat hale geldi. Yine de mütevazı kökenierden gelen Avusturya yöneticilerinin ı9. yüzyıl anılan soylu ayrıca­ lıklara karşı öfkeyi ifade etmişti. 84 Yönetimdeki sınıf uçurumu etnik sadakati genellikle etkilemedi çünkü burjuva yeni memurlar, dilde, soylulardan daha fazla Germendi. Güneyba­ tı Almanya'dan Kutsal Roına İmparatorluğu şövalyeleri olarak yeni seçilen­ ler azalırken, okuryazar asısubaylar Kuzey Almanya'dan tedarik edilmek zo­ rundaydı. Ordu esas merkezileştinci mekanizma olmaya devam etti, bu ne­ denle, bunun anlamı Germenleşme için ek baskıydı. Transilvanya'da Türk­ lere karşı olan ı 7. yüzyıl komutanı Prens Savoylu Eugene'nin, subaylannın 82 83 84

Polisensky, s. 210 ve devamı. Daha eski görüş için bkz. Denis, 1: 50 ve devamı, 123; Redhch, 1: 10. Roscher, s. 31; Bidermann, Geschichte ... Gesammt-Staats-Idee, 1: 15. Kübeck von Kübau, s. 37 ve devamı; Beidtel, 1: 79, 2: 47; Komis, s. 55 ve devamı. 241

% 75 ila 80'inin Germen olmasında ısrar ettiği söylenir. l 790'da Macaris­ tan Krallığı'nın ordusu bile komuta dili olarak Alınaneayı genel askert kuru­ ma dahil etti. 85 Soylu-burjuva uçurumunu yansıtması açısından, daha kay­ da değer olanı meşrulaştıncı ideolojiydi. Soylular arkaikleştinci tarzlan ko­ layca kabul ederken, burjuva kökenli memurlar 1 7. yüzyılın sonu boyunca, genel iyinin, güçlü, "ilerici" bir devlet aracılığıyla ilerletilebileceği "Makya­ velci-Roma hukuku" anlayışının geliştirilmesinde dikkate değer bir rol oy­ nadı. Eğitilenterin birçoğunun tikelciliğe karşı monarşinin haklarını vurgu­ ladığı Germen üniversiteleri tarafından Roma hukuk öğretileri öğretiidi ve kameralistik "bilim" , merkezileşmiş iktisadi kalkınma için erken bir kurarn sağladı. Rahipler, aristokratik öğrenciler için hukuk ve iktisat eğitimi sağla­ mak zorunda olmalarına rağmen, Maria Theresa Şövalyeler Akademisi'ni yö­ neten Cizvitlerin ve Savoy Şövalyeler Akademisi'ni denetim altında tutan Pi­ arist Tarikatı'nın bu disipliniere güvenmemesi önemlidir.86 II. Joseph'in yönetimi altında burjuva "modemleştirici" eğilimi muzaffer oldu. Alt ve orta düzey yöneticiler zenginleştirilmiş bir merkezileşmede ön­ cülüğü üstlendi. C. A. Macartney, bu tür modemleştinci eğilimlerin kaçınıl­ maz bir şekilde, "merkezi olarak denedenebilmesi için, olanaklı olan her şe­ yin yazılması gerektiği konusundaki bürokratların yeni ve yaygaracı ısrarı­ m tatmin etmek için" , yönetimin her alanında iç iletişim için tek bir modem dilin seçimini ima ettiğini ikna edici bir biçimde belirtti. Macar bir tarihçi bu çözümlemeye, Aydınlanma'nın eğitim idealinin benzer bir biçimde bir dilin seçimini gerektirdiğine işaret ederek katkıda bulunur.87 Ama merkezileşme­ nin kendisi de, ruhhan karşıtlığı dahil, Aydınlanma'nın fikirlerinin bilinçli bir şekilde uygulanması üzerine temellenir. joseph, hukuk mahkemelerinde İtalyanca hariç çeşitli yerel dilleri Alınaneayla değiştirmeye kalkıştı ve haki­ katen de Bohemya soylulannın meclislerinde Çekçenin kalıntılarını yürür­ lükten kaldırarak başarılı oldu.88 Görünüşe göre, o ve onun yüksek memur­ lan, Germen kültürünün lehine, selefierinden daha önyargılı değildi. l 783'te joseph " [ memurlan atarken ve değerlendirirken] milliyetin ve dinin fark ya­ ratmaması. (. . . ) Monarşide herkesin kardeşler olarak görev yapması ve her­ kesin yararlı olması gerektiğini" vurgulayan bir talimat yayımladı.89 Yine de, siyasa oluşturucuları, Almancanın kullanımının modernleşme için önemli gruplar -memurlar, avukatlar, burjuvazi- arasında iletişimi teş85

86 87 88 89 242

H. Aubin, Grundlagen ... Kulturraumforschung, s. 594; Bader, Der deutsche Sfidwesten, s. 161; Bidennann, Geschichte ... Gesammt-Staats-ldee, 1 : 39 ve devamı, 278; Beidtel, 1: 65, 79, 182; Wiesflecker, 3: 249; Eisenmann, s. 6. Redlich, 1: 17, 20, 49; Haussherr, s. 80; A. Martin, s. 155 ve devamı. Macartney, The Habsburg Empire, s. 89; Komis, s. 25 ve devamı. A. Fischel, s. xxiii ve devamı; Beidtel, 1: 79, 203. Alıntılandıgı yer Winter, Deıjosephinivnus, s. 187.

vik ederek etkili merkezileşmenin eldeki tek yöntemi olduğunu düşünmüş­ tü. Maria Theresa döneminde sarayda hakim olan Fransızca, zaten gerile­ mekteydi. joseph'in memurlan için Almanca rahiplerin Latincesi için de ar­ zu edilebilir bir ikameydi. Özellikle Macar soylulannın muhalefeti, joseph'e geri adım attırdı. Fransız Devrimi tarafından tedirgin edilen halefieri ba­ zı modemleştirici eğilimleri, yüksek makamların soylu kökenierini yeniden vurgulayarak tersine çevirmeye çalıştı. Nikolaus von Preradovich, l804'te tepedeki yönetici subaylardan, eski Avusturya soylularının beşine karşılık olarak, sadece birinin burjuva olduğunu tespit etti. Diğerlerinin çoğu, diğer soylu geçmişten geliyordu. TABL0 2 Avusturya Imparatorluğu'nda Üniversite Öğrencileri, 1 851 Hukuk bilim

Toplam say1

Toplamdaki yüzde

Dine göre Romalı Katolik, Latin ayin Protestan Yahudi Diğer (çoğunlukla Uniat Katolik)

8 .421 202 463 460

88 2 5 5

4.303 87 116 1 31

93 2 3 3

Dile göre Germen ve Yiddiş 51av Macar Diğer (çoğunlukla ltalyan)

2.589 2,995 585 3.377

27 31 6 35

1 .331 1 .402 250 1 .654

29 30 5 36

Say1

Yüzde

Kaynak: Hain'in eserinde (2: 682) yer alan verilerden elde edildi. Hukuk bilimi, on üniversitenin hukuk fakültelerine ek olarak, beş hukuk akademisindeki ö�rencileri içerir. Fakültelerden ikisi, Avusturya'nın o zamanlar elinde bulundur· du�u ltalyan eyaletlerinde konumlanmıştı.

l 829'a doğru memurların dörtte biri burjuvaydı. Bununla beraber, 184 7'ye doğru, daha sonraki Fransız devrimci dönemi boyunca göreve başlatılanlan yansıtacak şekilde, eski Avusturya soyluluğunun onda biri ve diğer Germen soyluluklarının % 35'ten az olmayan oranıyla karşılaştırıldığında, burjuvazi bu memurlukların sadece beşte birini doldurdu. Preradovich'in verileri nere­ deyse tüm burjuvazinin aslında Germenlerden olduğunu, bu nedenle de on­ ların oransal artışının, o geç zamanların Germen soylulannın şaşırtıcı dere­ cede yüksek akışına eklendiğinde, sanayileşme dönemine dek, yüksek Avus­ turya yönetiminin arka planda ezici bir biçimde Germen olduğunu akla geti­ rir. Gerçekten de yönetim, ordu generallerinin grubundan -her ne kadar da­ ha az aristokratik olsa da- daha Germen'di.90 90

Preradovich, Die Fuhrungsschichten, 29 1 ; Beidtel, 1: 203.

s.

8, 26 ve devamı, 43; Preradovich, "Su'dslawen" , s. 285, 243

Birçok alt düzey memur, ruhhan karşıtlıgı dahil, "iyi" Aydınlanma ilke­ lerine, zımnen, sadık olmaya devam etti. 91 Tüm Habsburg topraklan için tek bir büyük mühür tasadama çabalan olarak, bu tür küçük ama simgesel adımlar, Il. joseph'ten bile önce, merkezileştinci yönetim tarafından uzun zamandır ileriye dogru itildi. l804'te, yürürlükten kalkmış Kutsal Roma lm­ paratorlugu'na karşıt olarak bir Avusturya'nın oluşturulması, hanedanın Al­ mancaya baglılıgını sözde azaltsa da, fiilen Viyana yönetimi tarafından, kaçı­ nılmaz olarak Germen kültürünü teşvik edecek bir tarzda, belirli ayncalıkla­ n daha da geriletmek için kullanıldı. l 85 l'e dogru, Avusturya yüksek egiti­ mi monarşinin yönetsel yeni üyelerinin büyük bir çogunlugunu saglayacak kadar gelişmişti. Tablo 2, Gennenierin ve Katoliklerin (iki kategorinin topla­ mı, eldeki derlenmiş verilerden kesin olarak hesaplanamaz) sistemin omur­ gasında ne ölçüde kaldıgını akla getirir. Hukuk egitimi yönetime katılmak için olagan niteligi oluşturdu; sonuç olarak Gennenierin ve Katoliklerin hu­ kuk bölümlerine kayda deger bir biçimde daha çok yazılması, diger dini et­ nik unsurlann görece güçlü konumlanyla karşılaştınldıgında önemli olarak görünür. 1 867 Avusturya-Macaristan Antlaşması, Habsburg topraklannın yansını etkili bir biçimde Gennenleştirici etkiden uzaklaştırdı. Diger yandan tamamen kültürel olarak asimile edilmeye hazırlanmış yeni üyelere açıklıgı­ na ragmen, Avusturya yönetimi güçlü Gennenleştirici kuvvet olarak kaldı. Avusturya'da tek bir etnik kimlik çevresinde birleşmiş bir yönetici seçkin­ lere dogru yavaş ama durdurolamaz sürüklenme, İspanyol yöneticilerin, Ha­ bsburglann ulusüstü bir seçkinler sınıfı inşa etme çabalanna karşı keskin ve kınlgan tepkilerine yüzeysel olarak karşıtlık oluşturur. Son tahlilde, Habs­ burglann her iki kolu da, tamamen samimi, mantıklı, genel olarak tutarlı ve zaman zaman yaratıcı olarak degeriendirilmesi gereken çabalara ragmen, ho­ mojen etnik kimliklere dogru egilimi yakalamakta başansız oldu. Her iki va­ kada da uzun vadeli gelişmeler, hanedamn öngördügü daha geniş imparator­ luk siyasi kurumlannın altını oydu. İspanya'da son Habsburglar güçlü, böl­ gesel etnik kimliklerce bölünmüş, tükenmiş bir krallıgı yönetti. Çok sonra­ lan hanedamn dogu kolunun çöküşü sadece bir am olarak Avusturya cum­ huriyetinin kalıntılanm geride bırakan, eksiksiz bir imparatorluk felaketiyle çakıştı. Kısa vadede, dönemlerine göre görece etkili olan geniş imparatorluk aygıtlan, etnik kimliklerin teşvik edilmesinde ve bir ölçüye dek de modem­ leştirilmesinde oldukça başanlı oldu ama maliyeti mutlak bir başansızlıktı. Bu çalışmanın çerçevesi içinde tamamen ele alınamayacak olan ciddi bir soru geride kalıyor. Avusturya ve İspanya yönetsel deneyimleri, birleşmiş ulusal kimliklerin elde edilmesinde yönetimlerin asli güçler olarak edim­ de bulundugu Fransa'nınkinden ya da İngiltere'ninkinden esas olarak farklı 91 244

Valjavec, Dajosephinismus,

s.

19.

mıydı? Sonrakilerin, daha erken bir tarihsel dönemde etkinlik gösterdikleri için başanlı olduğu varsayımı, İspanyol kimliğinin eşit derecede vaktinden önce gelişmiş yönetsel seçkinler tarafından teşvik edilmesine rağmen, daha az dayanıklı olarak kaldığı gerçeğiyle yüzleşmesi gerekir. 16. yüzyıl İspanyol seçkinlerinin ezici imparatorluk arzulannın, Katalonya ve Bask bölgeleri gibi alaniann birleşmesi aracılığıyla azaldığına dair bir karşı argüman ileri sürü­ lebilir. Zamanlama, Avusturya örneğinde kesinlikle daha önemlidir. Yine de Habsburg topraklan için birleşmiş bir etnik kimliğin oluşturulmasına Macar direnişinin tohumlan, 16. yüzyıl Türk istilasından, yani, Müslüman-Hıristi­ yan sınır deneyiminden sonra atılmadı. Batı uygarlığında, muhtemelen dini ve seküler evrenselcilikler arasındaki gerilimle ilişkili, ulusüstü kimliğin ge­ liştirilmesi çabalannın altını oyan daha eski ve daha temel bir şeylerin olup olmadığını merak etmeye devam ediyorum. Bununla beraber, Batı'da merke­ zileşmiş bürokrasilerin evriminin, İslam'ın aksine, kimlik sorunlannı öne çı­ karması tartışma dışıdır. Yeni üyelerin alımında, toplumsallaşmada ve esprit de co rps ta [bir grup içindeki birlik ruhunda] birleşmiş hiçbir yönetsel seç­ kin, etnik sorunlar karşısında, uzun süre, özellikle modernleşmenin baskıla­ n artarken, tarafsız kalamaz. Etkili bir toplumsaHaşma için, yönetsel seçkin­ ler tek bir dilsel aracın eşlik ettiği tek bir miti kafasına yerleştirmek ve savun­ mak zorundadır ve bu mit etnik kimliğin gücüne ihtiyaç duyar. '

Özet ve sonuçlar Tamamen bir anlayış olarak görüldüğünde, cennetin düzenini yansıtan ev­ rensel dünyevi imparatorluk, imparatorun daha küçük siyasi kurumlann yö­ neticileri üzerinde basitçe riyaset ettiği bir saygı hiyerarşisiyle uyumludur. Bununla beraber, bu tür sınırlı bir imparatorluk ne siyasetin olağan eğilimiy­ le ne de birleşik siyasi kurumlann tarihsel kökenleriyle bağdaşır. imparator­ luk ilahi uyumu yansıtacaksa, dünyevi düzen, merkezi otoritenin üstünlü­ ğünü güvence altına alacak karmaşık kurumlara ihtiyaç duyar. Uygulamada imparatorlar, eksiksiz otorite için taleplerini sadece diğer yöneticilere tabi kılmak üzere, açıkça onlan iktidarlanndan yoksun bırakan (Bizans'ın gerile­ mesinde olduğu gibi) durumlarda ya da (Batı Avrupa'da olduğu gibi) evren­ sel mitin dini muhafızlan, seküler yöneticiler arasında bir denge sağlamak için manevra yaptığında gevşetti. Sabit bir başkentin kurulması, merkezi iktidan güçlendirmek için kay­ da değer bir kurumsal mekanizma olageldi. Birleşik imparatorluk siyasi ku­ rumlannın selefieri olan kent-devletlerinin anılan, tek bir üst [superordina­ te] kente duygulann simgesel aktanmını da gerektirir. Bazı durumlarda, özel­ likle Kutsal Roma lmparatorluğu'nda, tspanya'da ve birçok Müslüman siya245

si kurumda, pratik düşünceler ve geleneğin ataleti bu seçeneği engeller. Yeni bir hanedanın görkemini simgelemenin kendini tekrarlayan ihtiyacı, Müslü­ man yöneticileri hükümet yerlerini değiştirmeye ya da en azından, aynı baş­ kent içinde yeni bir saray makamı inşa etmeye yöneltti. Ortaçağ Kuzey Avru­ pa'sında geniş bir kraliyet mahiyetini destekleyecek iktisadi yetersizlik, gezi­ nen hükümet için işleyen belirli çıkarlan tahkim edecek kadar uzun süre de­ vam etti. Ne yüce yöneticiler ne de seçkinler rasyonel faillerdi. Genellikle on­ lar, geleneğin tanıdık kıldığı düzenlemeleri, ister özgün koşullar Bizans'taki gibi tek bir başkenti isterse de Burgonya ve tspanya'da verimli olmayan gezin­ meyi üretsin, sürdürdü. IV. Charles'ın, Kutsal Roma imparatorluk hükümeti­ ni Prag'a oturtma çabası gibi ani hareketler, nadiren kalıcı oldu. Yine de uzun vadede başkentin sabitlenmesi ya da gezinmenin İle-de­ France gibi küçük bir yönetim birimi gelir nedeniyle sınırlanması yönetsel yeni memur alımı ve toplumsallaştırmanın kurumsallaşmasını kolaylaştırdı. Bu tür merkezileşmiş örüntüler hanedanın, Habsburglann Güney Germen Ka toliklerini memur olarak alması gibi, nüfusun belirli unsurlan üzerine da­ yanmasıyla güçlendi. Başkentin gelişmesine eşlik eden kurumsal örüntüler, metropolit tarzlan üzerine merkezlenen esprit de corps, yönetsel etkililik ve hanedanın mythomoteur'ünün kabulü dahil, kendi ataletini yarattı. Tam ola­ rak etkili olabilmesi için toplumsaliaşma iyi gelişmiş kültürel geleneğe ihti­ yaç duyuyordu. Seçkin yeni üyelerin hizmete girişinden önceki toplumsal­ laşmasıyla (özellikle kimlik mitleriyle) uyum içinde olan bir kültürel gele­ nek en etkili olanıydı. Örneğin, erken dönem Bizans'ta Grek dilinin ve kül­ türünün saygınlığı, Latinceye eski, biçimsel bağlılığı yerinden edecek kadar güçlüydü; nice yüzyıl boyunca, Helen kimlik miti de Roma mitinin yerini al­ dı. Gentry ve kentli mitleri ve kültürleri arasındaki keskin farklılıklann de­ vam ettiği Lehistan ve Macaristan gibi Avrupa siyasi kurumlannda ya da im­ paratorluk siyasi kurumunun umulmadık sonucu olarak yeniden canlandığı (Rusya'da olduğu gibi) yerlerde, birörnek yönetici seçkinlerin oluşumu ta­ mamlanmamış olarak kaldı. Seçkinlerin bölünmesi, güçlü bir biçimde mer­ kezileşmiş siyasi kururolann gelişimini, Rusya örneğinde, istisnai bir biçim­ de güçlü bir mythomoteur bu engeli aşsa da, engelledi. Müslüman siyasi kurumlannda eliderin etnik kimlik mitlerince bölüm­ lenınesi -Arap, Pers, Türk- kuraldı. Bu tür bir bölümlenmenin doruğuna, istikrarlı lslami başkentlerin birincil örnekleri olan Memlük Kahire'sinde ve Osmanlı Konstantinopolis'inde ulaşması şaşırtıcıdır. Bu başkentler üzeri­ ne temellenen imparatorluklann uzun ömürlü olması, istikrarlı birleşik si­ yasi kurumlann, maliyeti yüksek olsa da çok-etnili yönetimlerle uyumlu ol­ duğunu akla getirir. Bununla beraber lslami değerlerin ortak özünün bu bö­ lümlenmiş seçkinleri birleştirdiği hatırlanmalıdır. Dahası tüm lslami siyasi 246

kurumlar, çeşitli derecelerde, yönetsel ya da yan-yönetsel görevler için gay­ rimüslimlere yaslandı. Bu da hükümetin tesirini eninde sonunda azaltan bir uygulamaydı. Aksine Avrupa merkezileşmiş yönetimlerinde, yönetici seçkinler tarafın­ dan benimsenen mit, birleşik siyasi kurumun nüfusunun daha geniş unsurla­ nna aşamalı olarak aşılandı. Fransa'da olduğu gibi, mythomoteur'ün popüler­ leştiğinde ve standartlaştınlmış dilsel örüntülerin milliyetçilik çağından ön­ ce nüfusun büyük bir kısmına nüfuz ettiğinde, bir "ulus-devlet" doğdu. Diğer yandan belli başlı seçkinlerin ya da potansiyel seçkin unsurlann diğer mitle­ re ve dilsel örüntülere bağlanmış olarak kaldığı yerlerde, merkezileşmiş yöne­ timin seçkinleriyle çatışma gerilimin esas kaynağı haline geldi. Imparatorluk siyasi kurum gelişimindeki karmaşık farklılıklan tipolajik biçimde ifade et­ mek güç olsa da, aşağıdaki (Dördüncü Bölüm'ün sonunda sunulanlardan da­ ha az biçimsel olarak bütünleşmiş) önermeler yararlı bir özet sağlar. A. Üç temel mit türünün etnik özdeşleşme üzerindeki etkisi aşağıdakiler tarafından değiştirildi: l . Başkentin tipi, iletişim merkezi olarak onun rolü , onun dayattığı simgesel çekim. 2. Imparatorluk bürokratik yönetiminin tipi, bu tür merkezileşmiş bürokrasilerin nerede geliştiği. B. Islami siyasi kurumlan şunlar karakterize eder: l . Sık sık değiştirilen başkentler. Tek bir kent uzun bir süre boyunca başkent olarak kaldığında bile, onun bölümlenmiş doğası ve sık sık eklenen saray ya da gamizon bölgeleri, kimliğin iletişimsel simgele­ ri için onun potansiyelini azalttı. 2. Işlevlerden her birini tek bir etnik-dini grubun üstlendiği, işlevsel olarak bölümlenmiş yönetimler; sonuç olarak, bürokrasi tek bir bir­ leşmiş kimlik mitini geliştirmez ve yaygınlaştırmaz. 3 . Listdenen iki etmen, özgül imparatorluk siyasi kurumlan için Is­ lami mitin düşük ilgisiyle (özellikle halifelik son bulduktan sonra) birleştiğinde, Islami siyasi kurumlann, etnik kimlik geliştirmek ko­ nusundaki eğiliminin azalmasına neden oldu. Diğer yandan Islami siyasi kurumlar, bu tür kimliklerin ortaya çıkışını engelleyecek ka­ dar güçlü mitleri çoğu zaman geliştiremedi. C. Bizans'ı ve Rusya'yı (iki Ortodoks imparatorluk siyasi kurumu) şunlar karakterize eder: l . Tüm yerel mitleri aşan simgeeiliğin yoğun etkisini, ki bu etki 17. yüzyıldan itibaren Rusya'da zayıflamış olsa da, ileten, tek bir baş­ kent, daha görkemli kent-devleti. 247

2. Bizans'ta imparatorluk kimlik mitini güçlü bir biçimde yaygınlaş­ tıran tek bir birleşmiş yönetim; Rusya'da etnik bölümlenmeye eği­ limli, (iktisadi olarak, görece gelişmemiş olduğundan) daha zayıf bir yönetim. 3 . Yukanda sıralanan etmenler, güçlü imparatorluk mitiyle birlikte, iki siyasi kurumda bir şekilde farklı sonuçlar üretti. a. Evrensel yönetim olasılığı geriledikçe, yoğun yeni-Helen kimliği üreten bir Bizans siyasi kurumu. b. Görece erken bir aşamada, yoğun Rus ulusal kimliğini, bölüm­ lenmiş seçkinlerle üreten bir Rus siyasi kurumu. D. Batı Hıristiyanlığı keskin bir biçimde farklılaşan üç siyasi kurum tipiy­ le karakterize olageldi: 1 . Aşağıdakilerle karakterize olan zayıflayan yan-evrenselci iddialara sahip imparatorluk siyasi kurumlan (Karolenj ve Kutsal Roma im­ paratorluklan) . a. Yerel mitleri aşan simgeleri iletemeyen başkentlerin geç, güven­ cesiz olarak ortaya çıkışı. b. Özgün siyasi kurum mitlerinin evrenseki görünümü yerine, tek bir etnik unsurun hakim olmaya eğilimli olduğu birleşik bürok­ rasiler. c. Evrensel yönetim olasılığının zayıflamasıyla tutarlı olarak impa­ ratorluk siyasi kurumunun parçalanma ya da gerileme eğilimi. 2. Fransa gibi, yerel mitleri aşmaya muktedir, her biri özgül, sınırlı ama lsa'nın dini vekilinin korunması gibi, yan-kutsal bir misyona atfedilmiş mitlerle geniş siyasi kurumlar. Bu siyasi kurumlar şun­ larla karakterize oldu. a. Güçlü etki simgelerini aşamalı olarak ileten başkentlerin yavaş ama kesin bir biçimde ortaya çıkışı. b. Özgül bir etnik renklendirmeyi aşamalı olarak üstlenen birleşik bürokrasi. c. Fransa'yı bir protatip ve model olarak almakla uyumlu bir "ulu­ sal devlet" üretme eğilimi. 3. Öncelikli olarak güçlü bir Antemurale meşrulaştıncı mitiyle karak­ terize olan ama hemen yukandaki 2 numaralı maddede yer alan ka­ rakteristiklerden birinden yoksun olan siyasi kurumlar yani ya a. Güçlü etki simgeleri ileten bir başkent (İspanya) ya da b. Birleşik bir bürokrasi (Lehistan, Macaristan) .

248

YEDI NCI BÖLÜM

D I N i ÖRG ÜTLER V E I LETI Ş I M

Dini ve etnodinsel kimlikler Dinin etnik kimlik üzerindeki etkisine öylesine çok enerji hasredilmiştir ki bu ilişkinin herhangi bir görünümünün gözden kaçıp kaçmadığı sorusu so­ rulabilir. Bununla beraber bu bölümün birleştirici teması, dinlerin önceki ele alınışlanndan oldukça farklıdır, yani, dini örgütlerin nüfuz edici gücü­ dür. Önceki bölümlerde tartışıldığı gibi, dini yapılar ve imparatorluk mitle­ ri birbirleriyle yakından ilişkilidir. Modem öncesi dönemin geniş siyasi ku­ rumlan, kendi kaynaklanyla baş başa bırakıldığında, meşrulaştıncı mitleri­ ni kitlelere iletmekte çoğu zaman düşük kapasiteye sahip oldular. Bu sınır­ lılık, doğrudan görsel etkilere ve yüz yüze iletişime dayanabilecek kent-dev­ letlerini, en azından yurttaşlığa kabul edilen kentli nüfus söz konusu oldu­ ğunda, çok fazla etkilemedi. lmparatorluk siyasi kurumlan için, mitlerin ve simgelerin yayılması sorunu farklı bir ölçek düzeni sorunuydu. Önceki bö­ lümlerde dikkat, aristokratlar ve idari/yönetsel memurlar gibi, seçkinler üze­ rine yoğunlaştınldı, çünkü bu unsurlar mitlerin muhafızlanydı ve bu neden­ le de, doğası gereği, mitler onlara sızmıştı. Siyasi kurum işlerinin büyük bir kısmının tek bir büyük kentte yoğunlaştığı Bizans örneğinde, memurlann oluşturduğu oldukça büyük bir seçkinler grubu toplam nüfusun dikkate de­ ğer bir kısmına meşrulaştıncı miti iletebilirdi. Bununla beraber Bizans'ta bi­ le miti iletenterin kitlelere oranı şaşırtıcıydı. Warren T. Treadgold, herhangi bir zamanda tamamen eğitilmiş üç bin kişinin profesyonel olarak etkin oldu­ ğunu tahmin eder. Kültürlü küçük memurlann ve profesyoneller grubunun, mitin (özellikle Bizans'ta önemli olan) edebi evrimini izieyebilecek toplam 249

aygıttan otuz kat daha geniş olduğu (Treadgold bu düzeyde sayısal bir tah­ minde bulunmaz) varsayılırsa, bu da yetişkin erkek nüfusun sadece % 2'siy­ di. Tamamen okuryazar Kastilyalı erkeklerin oranı çok da geniş değildi: 16. yüzyılın sonunda üniversiteye kabul edilenlerin on sekiz yaşındakilere ora­ nı % 5 ,4'tü; 1 750'ye doğru bu oran % 2,2'ye düştü, her iki dönemde de pek çoğu kiliseye girdi. 1 Dahası, ruhhan olmayan memurlar ve profesyonellerin oluşturduğu seçkinlerin, zanaatkar, dükkan sahibi ve köylü kitlesiyle doğru­ dan teması, bir kimlik mesajının propagandasını yapmak için çok da uygun değildi. Askeri etkinlikleri yönetmenin dışında, bürokratları kitlelerle doğ­ rudan temasa sokan resmi rol, genellikle, vergi toplamaktı. Bununla beraber okuryazar Bizanslılann çoğunluğu ve yine okuryazar ls­ panyollann büyük bir kısmı, muhtemelen ruhbandı. Pek çok Hıristiyan Ki­ lisesi'nin özel bir niteliği, tüm toplumsal tabakalara ve siyasi kurumun en uzak köşelerine, dini mesajı aktarmak için ruhhanların hazır olmasıdır. Gö­ rece güçlü eğitim sistemiyle Bizans Kilisesi bu girişimin ilk lideriydi. Bu tür­ den bir hedefe ulaşmak, özellikle kırsal Batı'da, kesinlikle uzun zaman alı­ yordu. Ama en yoğun yerleşime sahip Batı Avrupa bölgelerinde, amaca, 9. yüzyıl boyunca, birbiriyle bağlantılı kilise çevrelerinin ağının kurulmasıyla, tamamen niceliksel anlamda erişildi. Kentlerin kilise çevreleri görece daha önemli olsa da, benzer bir ağ, Trakya ve Anadolu'nun merkezi Bizans top­ raklarını, daha erken bir tarihten itibaren muhtemelen kaplıyordu. Patriklik ağının, Hıristiyanlığın her iki bölümünün çeperine yayılması daha uzun za­ man aldı. Dahası kilise çevrelerinin salt varlığı birömek, algılanabilir mesaj­ ların iletilmesini kesinlikle garantilemiyordu. Manastır tarikatlannın merke­ zileşmiş disiplin ve ruhani dinamizm kurmak için tekrarlanan çabalan ye­ tersizliklere tanıklık eder. Açıktır ki, Hıristiyan din ağı, modem öncesi ge­ niş siyasi kurumların yönetimlerinden çok daha etkili nüfuz edici örgütler oluşturdu. Patriklik ağlarını yöneten, merkezileşmiş, hiyerarşileri olmayan belirli dinlerin nüfuz edici kapasiteleri daha az etkili değildi. Birörnek iletişim ve iletmedeki sehat, ortak toplumsaHaşma ve topluluk baskılannın yanı sıra ba­ zı otoriter hukuk mahkemeleri ortaya çıksa da, açık otoriteyle sağlanabilir­ di. Hem lslam hem de Yahudilik, en geleneksel Hıristiyan kiliselerinde ve Zerdüştlükte var olan kutsal rabiplikten yoksundu ama dini hukuk alanında çok emek vererek hazırlanan erkeklere gösterilen saygı, otoriter görüşlerin kayda değer ölçüde birömekliğini temin eder. F. E. Peters'in yakın zaman­ da açıkladığı gibi, Müslüman ve Yahudi "hukuk adamları" arasındaki ilişki rastlantısal değildir. Hiyerarşik, resmi olarak atanmış dini otorite yerine, dini 1 250

Treadgold, s. 1250; Kagan, s. 199, 225 ve devamı. Capet Fransız kilisesinin nüfuz edici meka­ nizmalan hakkında bkz. Prinz, s. 62-63.

hukuk okuHanna yaslanma geleneği, Babil tutsaklığıyla başladı ve Romalıla­ rın M.S. 70'te Kudüs'ü yıkmasından bile önce yeniden canlandınlmıştı: Johanan ben Zakai Kudüs'ü terk etti ve sahildeki jabneh'te bir okul (beth ha­

midrash) kurdu. Bu okul türü Akdeniz'de tamamen yeniydi. (. .. ) johanan'ın kurumunda yeni olan, egitim ve dini geleneklerin bir birleşimiydi ve adı ne olursa olsun -teolojik okul, soru cevap usulünü benimsemiş okul ya da med­

rese- etkileyici bir tarihe sahip olacaktı. (. . . ) Beth ha-midrash, Yahudi toplu­ Ingunun dış ilişkilerini düzenleyen beth ha-din'in, yani "Hukuk Evi'nin" ayrı­ calıklannın üzerinde de hak iddia etti. 2 Her ne kadar lslam genellikle hiyerarşik olmayan bir din olarak görül­ se de, Kahire'deki (her mezhep için bir büyük kadı) ve Konstantinopolis'te­ ki (şeyhülislam) merkezi lslami otoritelerin varlığı daha önce belirtildi. Da­ ha önceki yüzyılların daha az kişiselleştirilmiş yapılan da muhtemelen bi­ römekliğin teşvik edilmesinde etkiliydi. Benzer bir biçimde Abbasilerin yö­ netimi altında, Yahudiler, daha önceden Romalıların yönetimi altında ol­ duğu gibi, sözde bir başkana, Babil exilarch'ına* sahipti ama onun otorite­ si birkaç yüzyıl sonra geriledi. Yahudi diasporasımn geniş altbölümleri, Mı­ sır'ın gaon'u gibi, kendi ayrı başkanlarına sahipti. Her topluluk Bağdat'taki üç yeshiva'dan birine, yerel mahkemeden başvurular için müracaat etti. Bu yüksek dini hukuk otoriteleri Germen kent kanunlarının "ana-kent"leriyle kayda değer bir benzerlik taşır. Dahası, Lübeck sisteminde olduğu gibi ka­ nunun uygulanmasıyla ilgili bir sorunla karşılaşan topluluğun iki otoriteye (yeshiva'lara) eşzamanlı olarak yaklaşması yasaktı.3 Kısa bir süre sonra görü­ nür hale geleceği gibi, Hıristiyan kiliseleri, ruhhan olmayan üyelere düzenli ve birömek, kayda değer sayıda mesajı iletme gücünü kaybetmeksizin, dü­ zenli hiyerarşik iletişimin uygulanamaz olduğu koşullara uyarlanabiliyordu. Dini örgütlerin nüfuz edici gücü, etnik kimliğin oluşumu için önemli içe­ rimiere sahiptir. Dini yapılar (Bizans, Ortaçağ Fransa'sı ve Abbasi Halifeli­ ği'nde olduğu gibi) büyük siyasi kurumlarla yakından ilişkili olduğunda, et­ kinlikleri tamamlayıcı hale geldi; gerçekten de neredeyse ayrılmaz bir biçim­ de iç içe geçti. Siyasi kurumun seçkinleri tarafından beslenen kimlik, yerel dini örgütlerin ağıyla, ya da Islam'da ve zaman zaman Hıristiyanlıkta olduğu gibi, gezgin vaizlerle, ölçülemez bir biçimde güçlendi. Kiliselerde, sinagog­ larda ya da camilerde, merkezi camilerdeki cuma namazı ya da katedraller­ deki özel ayin kutlamalan gibi tekrar eden toplanmalar, simgesel olduğu ka2 Peters, s. 532-533. Karş. Baron, Modern Nationalism, s. 215-216. (*) Sürgün edilmiş Yahudilerin lideri manasındaki bir ifade. Arap literatüründe, Res'ul Calut diye geçiyor - e. n. Goitein, A Mediterranean Society, 2: 9. 3 251

dar açık mesajlar aktarmak için etkili forumlar sağladı. Soru ve cevap üzeri­ ne temellenen talimatlar, Ortaçağ'ın büyük bir kısmı boyunca kullanışsız ol­ sa da, (alıcının yanıt vermek zorunda olması nedeniyle) görmezden geline­ mez mesajlar yaydı. Örneğin, Roma hukukunun alımlanması üzerine önde gelen bir otoritenin işaret ettiği gibi, yıllık itiraf için 1 . 215 gereklilik, din hu­ kuku üzerine temellenen başlangıç düzeyinde elkitaptarının yayımlanması­ na neden oldu. Bu elkitaplan üzerine temellenen talimatlar, eninde sonun­ da, ortalama Germen zihnini Roma hukukunun ilkeleriyle öylesine derin­ den aşıladı ki, daha sonra, kişi Roma özel hukukunu kabul etmeye hazır ha­ le geldi.4 Bu örneklerin de akla getirdiği gibi, dini iletişimierin etkileri çoğu zaman beklenmeyen etkilerdi. Bu türden olanlar, özellikle, dilsel kullanım üzerin­ deki dini yönetsel aynınların etnik kimlik üzerindeki dolaylı ama oldukça güçlü olan etkileriydi. ldari memurlar, [hizmet] alıcıların [ın] dilsel örün­ tüleri üzerinde güçlü bir etki dayatmaksızın işlerini yaparken, ayin, vaaz ve hukuki işlemlerdeki kullanım nadiren yansızdı. Özel kutsal yazı düzenleri­ nin kullanımından kaynaklanan simgesel ilişkiler, çoğu zaman araçsal ileti­ şim kadar etkiliydi. Bu tür ilişkiler öylesine güçlüydü ki, yazı düzeninin ya da alfabenin değiştirilmesi din değiştirmenin olağan bir sonucuydu. Bu ne­ denle 7. yüzyılda Pehlevi alfabesinin Arap alfabesiyle değiştirilmesi, İran'ın Zerdüştlük'ten lslam'a geçişini tasdik etti. Batı Hıristiyanlığında, dokuz yüz yıl sonra, Lutherciler, Katoliklerin ve Kalvinistlerin kullandığı "bitişik elya­ zısı" yerine "Gotik" elyazısını benimsedi.5 Diğer yandan, fazlasıyla ayırt edi­ ci kutsal yazı düzeni, yalıtılmış bir etnodinsel grup için, hududu ayakta tu­ tan öncelikli bir simgedir. Bu tür dağılmaları ele almak için ilerlemeden önce, Hıristiyanlıktaki ilk bölünmeterin önemi üzerine birkaç şey söylemek yararlı olacaktır çünkü bunlar çeşitli Hıristiyan kimlikleri üzerinde kalıcı etkiler bırakınakla kalma­ dı, aynı zamanda, İslam'ın yönetimi altında onların varlıklarını sürdürmesi, iki büyük evrensel din arasındaki etkileşimi de etkiledi. Erken Hıristiyanlık dönemi üzerine çalışan akademisyenler bu sekter bölünmelerin etnik içe­ rimlerine dikkate değer bir ilgi gösterdi. Benim de paylaştığım, Ortaçağ insa­ nı için lslam'a ya da Hıristiyanlığa bağlılığın ağır basan bir özdeşleşme oluş­ turduğu konusundaki genel fikir birliğinin aksine, ilk Hıristiyanlar arasında dini ya da "ulusal" özdeşleşmenin önceliği hararetle tartışılageldi. Tartışma ve mutabakattaki bu tür bir dönüşümün varlığı bile, etnik tarihyazımı gö­ rüngüsünün -Birinci Bölüm'de tereddüt ederek gözlemlediğim gibi- döngü­ sel olan bir görüngüyle karşı karşıya olduğunu akla getirir. 4 5 252

Trusen, s. 135 ve devamı. Dhalla, s. 278; Mieses, s. 7.

Eski tarihçi A. H. M. Jones, kışkırtıcı bir denemesinde, şöyle sorar: "Es­ ki sapkınlıklar, tebdilen ulusal ya da toplumsal hareketler miydi? " Jones'un sorusunun teolojik içerimlerine girmeksizin, onun, Hıristiyanlığın ilk beş ya da altı yüzyılındaki ana akım Hıristiyanlığın dışındaki hiziplere atıfta bulun­ mak için "sapkınlıklar" kullammını aklımda tutacağım. Jones, sapkınlıklann "ulusal" olarak yorumlanmasının günümüzdeki milliyetçiliğin geçmişe dö­ nük projeksiyonu olduğu sonucuna vararak kendi sorusunu yanıtlar. Açıkça o, E. L. Woodward'ın Christianity and Nationalism [Hıristiyanlık ve Milliyet­ çilik] adlı eserindeki gibi aşın basitleştirmelerini çürütmekle ilgilenir.6 Ama Jones, belirli bir şüpheyi, daha önceki bir çağın ikircikliklerini göz önünde bulundurarak tezini destekiernekte başansız olamayacak bir tarzda ortaya koyar: "Ortalama bir Kıpti kendi kendine, 'ben bir Mısırlıyım ve bundan gu­ rur duyuyorum. (. . . ) lsa'nın bir ya da iki doğasının olup olmadığını bilmiyo­ rum ya da umursamıyorum, ama Romalılar sonraki görüş üzerinde ısrar etti­ ği için ben de öncekini savunuyorum' dedi mi?" ya da bu Kıpti '"Romalılann önereceği herhangi bir ödünü kesinlikle reddedeceğim ve görüşümüzü ka­ bul etseler bile onlarla uzlaşmayacağım,' diye düşündü mü?"7 Önceki bölümlerdeki mitin kimlikle ilişkisi üzerine tartışmalar, umut ede­ rim ki, okuyucuyu bu tür ikirciksiz rasyonel yamtlann, güçlü duygulan içe­ ren din ve etnisite gibi konulan günümüzde bile aydınlatmasının güç olduğu yanıtma hazırlamıştır. Endre ıvanka'nın genetik yaklaşımı, sapkınlıklann et­ nik kimlikle sadece yüzeysel olarak ilişkili olduğunu göstermenin daha umut vaat eden bir yoludur. "Hıristiyan öğretilerinin ilan ve biçiminin içinde ortaya çıktığı çoğul bükülmeler, Hıristiyanlığın ortaya çıkışından önce ve onunla ça­ tışma içinde geliştiğinden, eski Helenistik entelektüel yaşamın temel eğilim­ lerini yansıtır.''8 Daha belirgin olarak Konstantinopolis'teki Hıristiyan toplu­ luğu göz önünde bulunduran Gilbert Dagron, buna katılır: "Aryan krizinden sonra Hıristiyanlık insaniann muhalefetini,itaatini, iyi ve kötü siyasi espri ve hayallerini ifade ettikleri dil haline geldi. 9 "Sapkınlıklar hakkındaki tartışma­ lar, daha önceki çoktanncı düşmanlıklann yerini aldı,'' diye devam eder. lvanka, Monofızit sapkınlık ve Nasturi sapkınlık arasındaki düşmanlığın, örneğin, Mısır ve Suriye hakkındaki görüşlerin kadim karşıtlığı yansıttığı te­ orisini keskin bir biçimde reddeder; tartışmanın, esasen, Hıristiyanlık öncesi İskenderiye ve Antakya Grek felsefe okullannın arasındaki farklılığı yansıttı­ ğını sergiler. Herhangi bir dini ya da etnik farklılık bu felsefi karşıtlığı renk­ lendirdiği ölçüde, bunlar Helenleştirmenin iki kentte meydana geldiği ko6 7 8 9

jones, "Were Ancient Heresies National?", s. 290; Woodward. jones, "Were Ancient Heresies National?", s. 280-281. Ivanka, s. 7. Dagron, Naissance d'une Capitate, s. 3 78. 253

şullardan doğdu . İskenderiye'de Helen kültür öylesine güçlüydü ki yerel Ya­ hudi topluluğu cezbetti. Bununla beraber, yeni-Platoncu, insanbiçimci [an­ thropomorphism] Hıristiyanlığa karşı muhalefet, Helenleştirilmemiş Kıpti ra­ hipler arasından derlenmek zorundayken, Antakya saf bir biçimde Grek'ti. Diğer yandan ıvanka, farklı sapkınlıklann, "her kentteki Greklerin özel en­ telektüel tutumlanyla, her kentteki Helen düşünüş ve felsefenin, Helenistik din ve dünya görüşünün aldığı özel yön ve renkle, son kertede, Helen düşü­ nüş tarzlannın bir kutuplaşmasıyla" açıklanabileceğinde ısrar eder. 10 Bu nedenle Macar akademisyen, jones'un birincil tezini, farklı bir yoldan ortaya koymuş gibi görünebilir. Ama ıvanka'nın çıkanınlan etnik sorunlar söz konusu olduğunda tamamen kanıtlayıcı mıdır? Öyle olduklannı varsay­ mak, bana kalırsa, bir kez daha kimliğin doğasını yüzeysel olarak değerlen­ dirmek anlamına gelir. Etnik mitlerin en karakteristik özelliği, zaman zaman belirtildiği üzere, merkezi kimliğinin bir parçası olarak, nihayetinde kabul eden grup tarafından icat edilmekten ziyade çeşitli merkezlerden yayıldığı­ dır. Anahtar etmen ısrardır. ıvanka'nın kendisinin de belirttiği gibi, Monofi­ zitizm, nereden kaynaklanusa kaynaklansın, neredeyse dışlayıcı bir biçimde Kıptiler arasında varlığını sürdürdü. 1 1 Gerçekten de lsa'nın doğasının Mo­ nofizit yorumu, sadece (Arapça lehine, gündelik kullanım için kadim dilleri­ ni terk eden) sayısı azalan Mısırlı Hıristiyanlann değil, aynı zamanda Arnha­ ra (Etiyopyalı) ulusunun da merkezi özdeşleşme unsurunu oluşturdu. Am­ haralar, kısmen Monofizit edebiyatında korunduğu için, farklı bir dili koru­ du. Bana kalırsa, Dagron, sapkınlıklann tesadüfen yerelleşmesi üzerine yo­ rumunda, din ve etnik düşüncelerin gerçek anlamda iç içe geçmesini daha uygun bir biçimde ortaya koyar: Ortodokslugun Grek dilinin genişlemesinin lehine oldugu ve o ya da bu sap­ kınlıgın bunu frenledigi söylenemez. Ama herhangi bir doktrinin sapkın kar­ şıtlıgının, sapkınlık üzerinde yerelleştinci etkisi oldugu, onu başkentin dışı­ na ittigi ve böylece de yerel kiliselerio gitgide daha az Grekçe konuşan haline getirecek kadar onlan Heleniikten anndırdıgı kabul edilmelidir. Ortodokslu­ gun birligi, tek imparatorluk ve birleştirici Grekçe arasında bir ilgileşim var­ dı; aksine, sapkınlıklann (tam da bunun tanımını oluşturan) çoklugu, siya­ si tikelcilik ve Atina ve İskenderiye okullannın Grekçesi dahil, ulusal dillerin 12 çeşitliligi arasında da bir ilinti vardı.

Etnisite ve din kanştığında, geniş bir düzensizlik unsuroyla daima karşı­ laşılabilir. Bu nedenle etnisite ve din arasındaki uyumluluğun varlığını tar10 ll

12

·

254

lvanka, s. 71-72. A.g.e. , s. 69. Dagron, "Aux Origines de la Civilisation Byzantine", s. 54.

tışmak yerine, öyle görünüyor ki, dogrudan ilişkinin dogasını çözümleme­ ye ilerleyecek kadar aşikar oldugu tarihsel görüngüye dönmek daha caziptir. Bu daha düzgün örneklerde, sorunlann bazılan tanımlandıktan sonra, Orta­ çag ve modem koşullar altında, din ve etnisitenin daha tipik belirli karşılık­ lı baglantılan, muhtemelen çözülebilir.

Arketipsel diasporalar Modem milliyetçiligin 19. yüzyıl filolojik miderindeki tezahürlerini açıkla­ maya çalışan birçok araştırma, diaspora uluslannı yorumlamayı güç bulur. Dilsel ayırt edicilik üzerine görünüşte temellenen Yahudi ve Ermeni milli­ yetçilikleri kesinlikle vardır. Bu versiyonlar bile, kadim mitleri, günümüzde hakim olan ulusun teritoryal olması gerektigi varsayımına uyarlamakla daha çok ilgilidir. Bu tür moda seküler mitlere başvurmayı eleştirmeye kalkışma­ yacagım; belirli koşullar altında, bu, ötekilerin yabancı düşmanlıgına karşı vazgeçilmez bir savunma mekanizması oluşturur. Yine aynı şekilde, yüz yıl­ lardır ya da bin yıldır keskin bir kimligi sürdüren bir topluluk ile milliyetçi ideolojinin yayılmasının ürünü olan bir başkası arasındaki esas farklılık hak­ kında açık olmak son derece önemlidir. Özgün dinlerin üzerine temellenen ama daima onlarla çakışmayan daha eski kutsal mitlerden üretilen kimligin kuvveti, modem seküler mitler tarafından hiçbir zaman aşılmadı. Başka yerde bu tür direngen kutsal mitleri sürdüren diaspora etnik toplu­ luklannı, "arketipsel diasporalar" olarak terimleştirdim. Ayakta kalan (aslen Hindistan'da olan ama kutsal merkezlerini tran'da tutan Parsilerin kalınıılan dahil) arketipsel diasporalar, kökenierinin kutsal merkezine işaret eden mit­ lerinin oldukça somut bileşenin yanı sıra ayırt edici alfaheleriyle de varlık­ lan sürdürür. 1 3 Davut'un, o zamana dek göçebe olan bir halk için kutsal bir başkent olarak Kudüs'ü kurmasının ikircikli şartlan bu kitabın Ikinci ve Al­ tıncı Bölüm'lerinde belirtildi. Yahudilerin bir kent merkezini benimsernesiy­ le ilgili gerilimler, Kudüs'ün Romalılar tarafından yıkılmasından sonraki Ku­ düs'e nostaljik baglılıgı muhtemelen daha güçlü kıldı. O andan sonra dagılan Yahudiler, Kudüs'ü kentsel bir yaşam tarzı olarak degil, tamamen bir simge olarak algıladı. Kudüs'le özdeşleşmenin yogunlugunun bir küçük gösterge­ si yeterli olacaktır. Geç Ortaçag Batılı aristokratlar gibi, Çinliler de bir aileyi atalannın mezarlıgının konumuyla özdeşleştirir. Yüzyıllar boyunca Kudüs'te dinlenmeyi umarak Yahudiler, gömülme yerleri konusunda endişelendi. Ço13

Ortaçag boyunca bir başka önemli diaspora, bir 15. yüzyıl gezgininin Yahudilerin Batı'da ol­ dugu kadar "Hindistan"da da önemli oldugunu düşündügü, Nasturi Hıristiyan toplulugudur. Nau, s. 210. Ayrıca bkz. Richard, s. 9 ve devamı; joseph, s. 10 ve devamı, 42 ve devamı; Dauvil­ lier, s. 70; Commeaux, s. 294, 307. 255

ğu zaman olduğu gibi bu uygulanamaz olduğu anlaşıldığında, onlar herhan­ gi bir diğer yeri, mezar taşlannda belirtmekten kaçındı ve bunun yerine tüm Yahudilerle dayanışmayı vurgulamayı tercih etti. 14 Ermeniler de, günümüzde Sovyet Ermenistan'ında olan Erivan'ın yakınla­ nndaki küçük bir kent olan Eçmiyazin'de yoğun bağlılığın benzer bir mer­ kezini yarattı. Onlar özgün kiliselerinin başının, Katolikos'un, (özgün adı Vagharshapat olan) Eçmiyazin'i 4. yüzyıldan beri kutsadığını ileri sürdü. Bi­ zans, Osmanlı ve daha yakın zamanda Sovyet karşıtı Ermeniler tarafında, tekrar tekrar, rakip kutsal merkezler oluşturma çabalan hiçbir zaman başa­ nh olamadı. Dini: tarihin diğer teolojik çehrelerinde olduğu gibi, Ermenilerin inancı ola­ rak bilinen Gregoryen Kilisesi'nin öğretisel temellerini araştırmak, bu çalış­ manın sınırlannı aşar. Bununla beraber konu üzerine genel bilginin kıtlığı göz önünde bulundurulduğunda, Gregoryenleri daha büyük Hıristiyan ör­ gütlerinden ayıran sorunlar hakkında bazı atıflar vazgeçilmezdir. Komşu Bi­ zans'ın Hıristiyan Kilisesi'nden esas aynlma nedeni lsa'nın kutsal ve insa­ ni doğalan arasındaki ilişkiyle ilgili nevi şahsına münhasır formüldür. Bazı gözlemciler bu formülü "Monofizit" olarak terimleştirdi. Tarihsel olarak Er­ menilerin, Monofizit inancına yakın simgeleri tercih ettiği doğrudur. Örne­ ğin Eçmiyazin yakınlanndaki Azize Hripsime Kilisesi gibi 6. yüzyıl Gregor­ yen kiliseleri, özgün biçiminde tek bir yanın kubbe [apse] penceresine sa­ hipti; 7. yüzyıl boyunca Bizans işgal güçleri, Kutsal Üçlü'nün [Baba, Oğul ve Kutsal Ruh] Ortodoks öğretisinin zaferini simgelemek için üç pencereyi tak­ dim etti. Daha sonralan kilisenin birleşmesinin yollannı arayan papalar Gre­ goryenlere, lsa'nın iki doğasını simgelemesin diye takdis şarabını suyla ka­ nştırmalannı tavsiye etti. 1 5 Ermeni teoloji alimleri, Kıptilerin aksine, Gre­ goryenlerin lsa'nın bedeninin gerçek ölümlülüğünü değil, onun gerçek in­ san doğasını kabul ettiklerine işaret ederek, Monofızit etiketini reddetti. Gre­ goryenlerin Kalkedon Konsili'ni (45 1 ) reddetmesi, Ermeni alimierin iddi­ asına göre, konseyin iki doğayı birbirine kanştırması nedeniyle meydana geldi. Ne olursa olsun, Gregoryenler ve Ortodoks Bizans Kilisesi arasında­ ki hizipleşme, bu doktrin aynlığından on yıllarca önce, Gregoryenlerin ken­ di dini: liderlerini takdis etmekte ısrar etmesiyle ortaya çıktı. Gregoryenler -Fransızlann "Konstantin'in Bağışı"nı reddetmesinde paralellik vardır- Er­ menistan'ın hiçbir zaman Roma İmparatorluğu'na ait olmadığından, Konstan­ tinopolis'in dini: yargı yetkisini tanımak zorunda olmadıklannı ileri sürdü. 16 14 juster, 1 : 418. 15 Yeremian, s. 264; Richard, s. 201 . 1 6 Der Nersessian, s . 25-37; Ter-Minassiantz, s . 91 ve devamı; Ter-Mikelian, s . 1 4 , 40 , 75; Weber, s. 354 ve devamı; l.aurent, L'Armenie, s. 133 ve devamı. 256

Ermeni etnik dini mitinin kökeninde, kurumsallaşmış Yahudi kimliğinin bileşenlerini nasıl asimile etmeye kalkıştığını gözlemlemek çarpıcıdır. Erme­ nistan'da Arsak Hanedam'nın hayatta kalan kolu kadim Yahudi kökenieri üze­ rinde hak iddia etti. Aydıntatıcı Grigor, görünüşe göre, bu aileden gelmişti. Yaklaşık M.S. 300'de, Roma Hıristiyanlan hala idam edilirken, o, Orta Avrupa deneyimini tanıyan bir tarzda, Hıristiyanlığı yukandan dayatmak için, ruhhan olmayan akrabalanyla işbirliği yaptı. Neredeyse tamamen soydan gelen kili­ se liderliği ilk başlarda, İbranice "yüksek rahip"ten türetilen kahanaiapet un­ vanıyla belirtildi. Bagratuniler gibi, birçok Ermeni soylusu, M.Ö. l . yüzyılda, Suriye'ye kısa süreli bir sefer düzenleyen Ermeni pagan kral Dikran tarafından Ermenistan'a getirilen Yahudilerin soyundan geldiğini iddia etti. Aziz Grigor da, Tann'nın Seçilmiş Halkı olarak rollerini paylaşsınlar diye Ermenilerin tari­ hini Yahudilerinkiyle ilişkilendirmeye çalıştı. Eski Ahit'in inanç, umut ve dav­ ranış modelleri vaazlara sık sık konu oldu. Judas Maccabeus gibi bir savaşçı azize yüksek bir konum verildi ve Ermeni zaferi için ayinsel dualann öne çıkı­ şı dikkate değerdir. Muhtemelen Gregoryenler, Hıristiyan kiliseleri arasında, Sovyet Ermenistan'ının uzak dağlık yönetim birimindeki Geğard Manastın gi­ bi merkezlerde kuzulann ritüel kurban edilişi geleneğini sürdüren tek kilise­ dir. 1 7 Yahudilerin ve Ermenilerin tarihi -bilinebildiği ölçüde- birlikte incelen­ diğinde, atalann ilişkileri kurgusal olsa da ilginç paralellikler tespit edilir. Ya­ hudiler yan göçebeydi; Ermeniler görünüşe göre en erken dönemlerinden iti­ baren yerleşikti. Bununla beraber onlann yerleşim alanlan, Akdeniz'den Uzak Asya'ya büyük ticaret yollannın iki ucunda yer aldı. Konumlan, her iki halk için de, aynı zamanda hem bir lanet hem de fırsat anlamına geldi. Pers İmpa­ ratorluğu ve Helen siyasi kurumlar arasındaki savunulması güç konumlara yerleşmiş olduğundan her ikisi de tekrarlanan yıkımlara açıktı. Yahudilerin nihai olarak tabi kılınışı Helen Roma tarafından, Ermeniler için ise Perslerin, Müslüman Türk halefierinden geldi. Hem Yahudiler hem de Ermeniler yaban­ cı güçler onlan tamamen dağılmaya zorlamasından çok önce geniş diaspora unsurlan geliştirdi. Bazı anlatımlar Mısır'daki Yahudilerin sayısını bir milyon (toplam nüfusun % l4'ü) olarak verir. Roma tarafından birleştirilmeden önce Akdeniz dünyasının dört bir yanında geniş kolonileri bulunuyordu. Ermeni­ ler, ülkeleri Bizans İmparatorluğu ve Müslümanlar arasında ezilmeden önce, kalabalık gruplar halinde Bizans'a yerleşmişti. Tarihlerinin başlangıcında her iki etnik grubun savaşçı olarak bilinmesi önemlidir. Yahudi paralı askerler er­ ken Ortadoğu'da bu ünden yararlandı; Ermeniler M.S. 7. yüzyılda Bizans'ın en 17

(L'Anntnie, s . 133 v e devamı) v e yakın geçmişteki kişi­ 46 ve devamı; Weber, s. 13, 230; H. Gelzer, "Die Anfange der armenischen Kirc­

Törensel kurban konusunda, l.aurent'e

sel gözlemlerime dayanıyorum. Diger noktalar için bkz. Sarkisyanz, s.

229 ve devamı; Christensen, L'Iran, s. 130- 132.

he" , s.

257

iyi asker havuzunu oluşturdu. Yakın zamanda yapılmış bir Sovyet çalışması, lO. ve l l . yüzyıl Bizans'ının en tepedeki üç yüz aristokrat aile arasından otuz. sekiz Ermeni aileyi tespit etti. Daha sonradan birçok ailenin Bizans kent yöne­ timine geçmesine rağmen, neredeyse tüm Ermeni seçkinleri göreve askeri ko­ mutan ve bölgesel vali olarak başladı. 18 Anavatanlannın nihai olarak fethedilmesinden sonra, ne Yahudiler ne de Ermeniler kayda değer bir askeri karlyer için fırsata sahip oldu - gerçekten de onlar uç noktada askeri olmayan halklar olarak öylesine bilinir hale geldi ki Osmanlılar her ikisini de devşinne'den hariç tuttu. Her iki grup da 20. yüz­ yıldaki soykınmlardan sonra, askeri geleneklerine, dikkate değer farklılıklar olmakla birlikte, geri döndü. Araya giren uzun dönem boyunca, Ermeniler ve Yahudiler benzer şekilde ticari mesleklere, yani, yönetici ve askeri komu­ ta konurolanna erişimleri reddedilen gruplar için rollere yöneldi. Modem­ leşen siyasi kururolann gereksindiği becerilerin ve yeteneklerin, yüzyıllar boyunca sıradışı birikimi bu tür gruplan "harekete geçirilmiş diasporalar" olarak kategorize etmeme imkan sundu. 1 9 Hem Yahudiler hem de Ermeni­ ler ticari beceriler kazanmada, diğer mesleklerin hala onlara açık olduğu ni­ hai olarak yayılmalanndan önceki zamanlarda iyi bir avantaj elde etti. Roma İmparatorluğu'nun büyük ticari şehri İskenderiye'deki Yahudilerin birçoğu -yaklaşık yüz bin- şüphesiz, ticaret ve serbest mesleklerdeydi. Pers tınpa­ ratoru Şah Abbas'ın 6. yüzyılda Ermenileri başkentine taşımasından ön­ ce, Culfa Ermenileri, Transkafkasya'daki anavatanlannda, yüzyıllar boyun­ ca Lviv'den Hindistan'a uzanan Ermeni ticaret kolonilerinin odak noktası­ m oluşturdu. Bununla beraber dağılmalar, her iki grubun da "aracı azınlık­ lar" haline geldiği süreci hızlandırdı. Ermeniler için küçük, yoğun bir biçim­ de yerleşiimiş bir toprağa, l 9 1 5'ten bu yana bu alan sadece Rus siyasi kuru­ munun sınırlan içinde var olsa da, sahip olmaya son verme anlamında nihai dağılma kesinlikle, hiçbir zaman gerçekleşmedi. Geriye dönük olarak, Erme­ ni anavatanının zerrelerine indirgenmesinin başlangıç adımı, 1830- 1840 yıl­ lan arasında Osmanlı'nın yerleşik Ermeni köylülerinin arasına yan göçebe Kürt dağlılanm sokması olabilir. Sonrakiler, tamamen savunmasız bırakılan Ermenilerin aksine, Müslümanlar olarak silah taşımaya yetkiliydi.20 Bu ne­ denle Ermeni Soykınmı'mn kaynaklan, göçebe ve yerleşik yaşam tarzlannın asırlık uyuınsuzluğuyla ve İslami rejimierin tekrar tekrar göçebe destekleri­ ne başvurmasıyla yakından ilişkiliydi. 18 19 20

258

Kazhdan, s. 146-150. Diasporalar ve hakim seçkinler arasındaki alışveriş ilişkisinin çözümlemesi ve daha fazla bibli­ yografık referanslan için bkz. Armstrong, "Mobilized ... Diasporas". Planhol, "Geographic Politique et Nomadisme", s. 552. Karş. Nalbandian, s. 26. Kürtler 13. yüzyıldan bu yana Ermeni alanianna sızmıştı. Cahen, "Le Probleme Ethnique en Anatolie", s. 352 ve devamı.

Dördüncü Bölüm'de Yahudilerin ve Ermenilerin, Lehistan-Litvanya Bir­ liği ve Osmanlı İmparatorluğu gibi modernleşmede geri kalmış çok-etni­ li siyasi kurumlar için sunduğu sıradışı yararların bazı anlatımları sunul­ muştu . Bu yarann büyük bir kısmı, diasporalann, tıptan lüks malların za­ naatkarlığına ve gemi yapımına dek uzanan çeşitli alanlardaki teknik bil­ gisinden geldi. Tartışılmaz bir biçimde en büyük yararlan uzak mesafe ti­ caretiydi. Hem Yahudiler hem de Ermeniler İslami-Hıristiyan sınırları aş­ ma becerilerinden kayda değer bir avantaj elde etti. Yaygın olarak hoşgö­ rü gördükleri sürece Yahudiler, bilginin yanı sıra iki uygarlık arasında fi­ kirlerin değiş tokuşu hizmetini de yerine getirdi. Daha sonra Ermeniler de benzer bir tehlikeli hoşgörüden yararlandı çünkü "sapkın" konumları, on­ ları Ortodoks ve Katoliklerle özdeşleştirilmekten korudu .21 Görünüşe göre hem Yahudiler hem de Ermeniler Müslüman ve Hıristiyan seçkinler tara­ fından aracılar olarak oldukça takdir edildiler. Örneğin Kırım'daki Ermeni topluluğu, Osmanlılar için, Karadeniz ticaretini halyan taeiderden ele ge­ çirmek için araçsaldıY Diasporalar olarak özel arka planlan tarafından üretilen etmenler, Erme­ nilerin ve Yahudilerin çeşitli, çoğu zaman da düşmanca ortamlarda ticaret yapmalarını sağlaması açısından da önemliydi. Koruyucu aile ilişkilerinin bir ağı, ticaret rotalan boyunca bağlantılar ve barınaklar sağladı. Bu tür bağ­ lantılar tarafından sağlanan dayanışma, diaspora üyeleri arasındaki iş pazar­ lıklarını öngörülebilir kılmak için genellikle yeterliydi. 23 Bununla beraber, gerekirse her topluluk, dürüstlüğü güçlendirmek için (genellikle daha geniş siyasi kurumun otoriteleri tarafından diasporaya içsel olan davalar için tanı­ nan) kendi dini mahkemesine sahipti. Osmanlı millet sistemi, bu tür yargı, refah ve vergilendirme otoritesini, Ermeni ve Yahudi topluluklarına doğru öylesine genişletti ki, onların arasında dar bir seçkin denetimi ortaya çıktı. Örneğin 19. yüzyılın ilk yarısında Osmanlı siyasi kurumu, Konstantinopo­ lis'te yaşayan Ermeni millefinin % 7'sinin, etnik grubun belli başlı tüm ku­ rumlarına hükmetınesini sağladı. 24 Bununla beraber, kilise hiyerarşisiyle etkili iletişimin uygulanamaz oldu­ ğu zaman bile Gregoryen Hıristiyan hiyerarşisi, neredeyse tamamen toplu­ luk mahkemeleri ve biçimsel olmayan baskılar aracılığıyla, birörnektiği sür­ dürmeye muktedirmiş gibi görünür. Biçimsel olarak daha az merkezileşmiş alt sistemler, arketipsel diasporalann, yoğun iletişim şebekeleri aracılığıy21 22 23 24

Vyronis, The Decline of ... Hellenism, s. 199. Inalcik, s. 129; Nolde, 2: 141. W. Fischel, Jews ... Islam, s. 30; Baron, A Social and Religious History, s. 41; Deverdun, s. 277; Sharf, s. 98-99; Brawer, s. 82-9 1 . Atamian, s . 44 ; Grigorian, s . 2 ve devamı; Nalbandian, s . 4 3 ve devamı, 71 ve devamı. 259

la, ahlaki beklentilerde yüksek derece tutarlılığı sürdürmesini sağladı. Bu tür bir tutarlılık, sırası geldiğinde, kimliği sürdürmek için etkili bir güçtü.25 Hem Yahudilerin hem de Ermenilerin çok-dillilik kapasitesini elde etme dereceleri, geniş siyasi kurumlar için yararlılıklannda son derece önemli bir etmendi. Dilsel becerilerinin bir kısmı uluslararası bağlantılanndan kaynak­ landı; bu, erken bir yaşta, yaygın olarak konuşulmayan zor bir kutsal yazılı dile uyarlanma gereksiniminden de beslendi. Dilsel beceriler öylesine önem­ liydi ki, örneğin, Fransa ve Osmanlı sultanı arasındaki 1569 tarihli antlaşma her iki tarafın çevirmenleri tarafından İbranice olarak biçimlendirildi. Habs­ burglar ve Osmanlılar arasındaki 16. yüzyıldaki çatışma benzeri koşullarda, Habsburglardan anlaşılabilir nedenlerle nefret eden Yasef Nassi gibi bir Ya­ hudi, Avrupa saraylanna bağlanmış Yahudi casuslar ağını kullanarak diplo­ matik danışman olarak sultan için vazgeçilmez hale gelebildL 26 Etnik-dini kimlik mesleki rollerden kesinlikle daha önce geliyordu ve da­ ha önemliydi. Diğer yandan bu tür roller, kimlikle öylesine iç içe geçmişti ki etkinliğin bütün bir dizisi dışlanırken, diğer etkinlik diaspora topluluklan tarafından kaçınılmaz olarak kabul edildi. Ermenilerin ve Yahudilerin sahip olduğu özel mesleki roller her iki grubun seçkinlerinin hakim siyasi kuru­ mun seçkinleriyle sürdürdüğü mübadele ilişkileri için hayati öneme sahip­ ti. Bununla beraber, bu bölümün bakış açısından, farklı mesleki konumla­ nn, diaspora kimliklerinin kendileri üzerindeki etkileri esas sorundur. İsla­ mi ve Hıristiyan ortamlann koşullan diasporalan farklı biçimlerde etkilemiş görünür. Özellikle kentlerdeki İslami toplum aşın derecede bölümlenmiş olmakla kalmadı; bu bölümlenme şeylerin doğal düzeni olarak kabul edildi. S. D. Goitein'in işaret ettiği gibi, daha özgül olarak, İslami mezheplerin yar­ gı alanlannın tam bir teritoryallikten yoksun olması, teritoryal olmayan Ya­ hudi mezheplerinin doğal görünmesini sağladı. Aksine Suriye ticaret koloni­ lerinin ortadan kalkmasından sonra Karolenj Batı Avrupa'sında bile "Yahu­ diler" ve "tacirler" , 18. yüzyıl İngiltere'sinde "Yahudiler" ve "tefeciler" keli­ melerinin eşanlamlı olması gibi, eşanlamlı terimler haline geldi. 27 Sonuç ola­ rak Batı'da Yahudiler ve Lehistan'da hem Yahudiler hem de Ermeniler acıma­ sız stereotiplerin nesnesi oldu. Müslüman ülkelerde her iki diaspora da öz­ gül rollerde öne çıktı ama diğer etnik gruplar da mesleki spektrumda belir­ lenmiş yerlere sahipti. İslam'daki bazı diaspora rolleri -örneğin, Yahudilerin idam edilmiş kişilerin bedenlerini tanzim etme gerekliliği- diğer azınlıkla­ nu aşağılamasına maruz kaldı. Osmanlılann Yahudileri, 182 1 Fener Katlia25 26 27 260

Nevi şahsına rnünhasır etnik baglarnlara diasporalann uyum saglarnası arasındaki farklılıklar için bkz. Turczynski, s. 71; McCagg, s. 53. Braudel, Civilisation Materielle, 2: 100, 127; 3: 415. Roth, s. 19, 67; Gerlach, s. 155. Kisch, The]ews in Medieval Gennany, s. 318; Goitein, A Mediterranean Society, 1: 66.

mı sırasında ekümenik patriğin bedenini Haliç'e atmaya zorlaması, örneğin, Greklerin Yahudilere karşı şiddetli öç alma eylemlerine neden oldu.28 Bu­ nunla beraber genel olarak Müslüman toplumlannda ne rol nedeniyle aşa­ ğılanma ne de rol rekabeti, (Lehistan-Litvanya Birliği'nde olduğu gibi) farklı grupların birçok mesleki konumlara sahip olduğu Avrupa Hıristiyan ortam­ lanndaki kadar yoğun görünmez. Görünüşte sanayileşmeden önce gelen -modernleşen pek çok toplum­ da gerilimi arttıran- önemli bir etmen, Hıristiyan ülkelerdeki hem soylula­ rın hem de köylülerin tarımsal ethos'uydu. Bu ethos kendileri, özellikle inanç ve görünüş olarak farklı olanları, parazider olarak stereotipleştirme eğili­ mindeydi. Gennenierin bu tür stereotipleri, Yahudiler oralarda öne çıkma­ dan önce Lehistan ve Macaristan'da görünürdü ve tspanya'da Cenevizlilere yönelmişti. Elbette Müslüman göçebeler de korkak, bencil, geveze kentliler hakkında kendi stereotiplerine sahipti. Ama İslam dini ve kültürünün ezici kentsel modeli, tüm kentiiierin benzer bir biçimde ıstırap çektiği göçebe is­ tilalan dönemleri hariç, bu tür duyguların hakim eğilimler olarak ortaya çık­ masını engelledi. 29 Dini inanç diaspora kimliğinin kalbinde yer almaya devam etti. Aile içi ev­ lilik gibi sorunlarda hudut mekanizmaianna eksiksiz bir sadakat, ticari kav­ galan karara bağlayan topluluk mahkemelerinin aynı sistemi tarafından güç­ lü bir biçimde yerine getirildi. Hıristiyanlığın kabul edilmesinden bir yüzyıl sonra ayrı bir Ermeni alfabesinin geliştirilmesi, Ermenilerin Pehlevi metinle­ rini kullanan Zerdüşderin ve Süryani alfabesini kullanan Nasturi sapkınların propagandasından yalıtıldığı anlamına gelir. Kalkedon'a kadar kesintisiz ol­ masına rağmen Bizans'la teolojik iletişim daha zor hale getirildi. 30 Sonraki dönemlerde diasporalann özgün dilleri, çoğu zaman dini kimli­ ğin simgelerine indirgendi çünkü topluluğun üyeleri iletişim kurarken ge­ nellikle yabancı dilleri benimsedi. Filistin'in 1 . yüzyıldaki dağılmasının ön­ cesinde Aramice, İbranicenin yerini aldı. Arap fethinden sonra, Yahudiler ls­ lam dünyasının dört bir yanında Arapçaya geçerken Kuzey Akdeniz bölge­ sindekiler Latin dil ailesinin versiyontarım benimsedi. Sonrakilerin birço­ ğu, kuzeye ilerleyerek, Eski yüksek Almancadan Yidiş'i geliştirirken, lberya Yahudileri reconquista'nın belirli bir noktasında İspanyol lehçelerinin fark­ lı versiyonlanna geçti. Standart Kastilya dilinden bir şekilde farklı olan, bu 28 29

30

Argenti, s. 172; Franco, s. 132, 160 ve devamı. Wilber, The Architecture, s. 13; W. Fischel,jews . . . Islam, s. 1 10; Brunschvig, La Berberie Orien­ tale, 1 : 397; Mendelssohn, s. 10, 8 1 ; Schlumberger, 2: 444 . Üçüncü Bölüm'de ele alındıgı gibi, Kastilyalılar kent yaşamına yönelik normal Akdenizli egitimlerine ragınen kent karşın bir ideo­ loji benimsedi. Diger yandan ltalyanlann güçlü kent tercihi onlann Yahudilere karşı hoşgörü­ sünü etkiledi. Laurent, L'Armenie, s. 133; Weber, s. 405. 261

dilin bir biçimi (Ladin) yüzyıllar boyunca Osmanlı lmparatorlugu'ndaki Ya­ hudi mülteciterin konuşma dili olarak kaldı. Ermeniler, kentsel etnik alan­ lanndan uzakta olduklannda, Lehçe gibi dilleri benimsedi. Dilsel degişme­ nin bu süreci boyunca, kutsal kitaplar ve ayinler özgün kutsal dillerinde kal­ dı. Bununla beraber güçlü hudut muhafaza mekanizmalan, ne kadar uygun ya da saygın olursa olsunlar, düşman bir inanç lehine bir sapma akla geti­ ren yabancı dilsel unsurlann kullanılmasına karşı, elde tutuldu. Yidiş'teki bu tür bir hudut muhafazasının bir ömegi, Birinci Bölüm'de belirtilmişti. Dilsel hudut muhafaza mekanizmaianna daha az kesin oldugu epey muhtemel bir başvuru , dönemin Hıristiyan hekimleri arasında yaygın Latince tıp terimleri yerine, Lehistan'daki Yahudi hekimler arasında (görece hoşgörülü bir inan­ cın aracı olarak görülen) Arapçanın ve Grekçenin sürdürülmesinde görül­ dü. 31 Latince hakim seçkinlerle iletişimin kapılannı açmış olabilir ama Il. jo­ seph'in "Yahudileri eksiksiz yurttaşlar yapma" (yani, Yidiş "jargon"lannı or­ tadan kaldırarak onlan Germenleştirme) çabalannın gösterdigi gibi, onlann kimligi bu tür bir karşılıklı ilişkiyle tehlikeye girebilirdi. Gerçekten de Ha­ bsburg yönetimleri altındaki Yahudiler, genel okullara ya da üniversitelere girmek istediklerinde Yahudi toplulugunun güçlü bir muhalefetiyle karşılaş­ tı.32 Ermeniler aynı şekilde tepki verdi; çocuklann "Latin" kilisesiyle özdeş­ leştirilen Latince ögrenmesi yasaklandı. "Latin inancıyla cennete girmekten­ se, Ermeni inancıyla cehenneme gitmek daha iyidir. "33 joseph Laurent'in genel olarak olumlu yaklaştıgı Gregoryen kilisesine yö­ nelttigi eleştirinin kayda deger erdemleri bulunur: Üyeleri, üyelerinin adanmışlığı, inancı ve eğilimleri açısından dışlayıcı bir bi­ çimde Ermeni haline geldiğinden, kilise, onlann itaatsizliklerine karşı, ulu­ sallık kavramının üzerinde genel bir Hıristiyan örgütünün otoritesini yüksel­ temediğinden, ulusal gelenekiere mücadele edecek güçten yoksundu. Hiye­ rarşisinin her düzeyinde Ermeni kilisesi, yönetmek ya da mücadele etmek zo­ 34 runda olduklannın tutsağıydı, kilise sadece onlar içindi ve onlanndı.

Şüphesiz, Ermeni dini örgütü bin beş yüz yıl boyunca tek bir etnik grup­ la özdeşleşti. Her ne kadar kilise, Yahudilik, lslam ve daha geniş Hıristiyan tarikatlan gibi, büyük ölçekli dini yaygınlaştırma çalışmalanna girişemese de, ilahi tasandaki dünya ölçegindeki misyon kavramıyla bunu sürdürdü. Gregoryenler için bu misyon uygulamada, büyük ölçüde Kafkas bölgesiyle, "lberya"yla (Gürcistan) ve "Amavutluk"la (günümüzdeki Dagıstan) sınır31 32 33 34 262

Valjavec, Deıjosephinismus, s . 32; Brawer, s. 104 ve devamı. Beidtel, 2: 170; Mitrofanov, 1 : 267; Kisch, Die Prager Universitat, Wallach, s. 49. Laurent, L'Armenie, s. 145.

s.

53.

lı kaldı. 35 Daha geniş dint organıann evrensel misyonlanndan zaman zaman saptınlmalan -sapkın olmalan zorunlu değildir çünkü ulusal kimlikler ara­ cılığıyla elde edilen insani değerlerin dengesi henüz belirlenmemiştir- göz önünde bulundurulduğunda, diasporalann elde ettiği din ve etnisitenin nevi şahsına münhasır birleşimlerini reddetmek ihtiyatsızlık olabilir.

Doğu ve Batı kiliseleri arasında yarılma Doğu ( "Ortodoks") ve Batı ("Katolik") kiliselerinin birbirinden uzaklaş­ masının, çözümü zor teolojik nedenlerini analiz etmek, Gregoryenler gi­ bi "sapkın"lann öğretisel farklılıklannı ele almaktan daha fazla tasanınımı aşabilir. Ortodoks-Katolik farklılaşmasını incelememin tek amacı, daha ön­ ce ana hatlan çizilen imparatorluk siyasi kurumunun etmenleri üzerine tar­ tışmaya katkıda bulunmak ve bu yanlmanın Doğu Avrupa'nın dilsel ve dint kompozisyonunu nasıl etkilediğini açıklamaktır. Benimkinden daha geniş amaçlan olan sayısız akademisyenin de vurguladığı gibi, Avrupa'daki en te­ mel bölünme, Bizans ve onun mirasçılan ile Roma ve onun seküler evlatlan arasında olageldi. Kültürel ve öğretisel farklılıklar, çözülemez hudutlan kur­ mak için etkileşirnde bulundu. Temel bir etmen, Grekçenin, onu konuşanlar tarafından ne ölçüde mükemmel olarak görüldüğüydü. Muhtemelen Fransız kültürü hariç hiçbir modem kültür, dilsel kullanırnın tarzına ve kesinliğine, ya da tutarlı bir biçimde, onun doğru kullanımını etnik kimliğin öncelikli öl­ çütü kılmaya bu kadar enerji harcamamıştır. Yeni bir yazann ortaya koydu­ ğu üzere, "Bizans Greklerinin birçoğu şüphesiz bir karışımın ürünüydü ama bir kanşımın ürünü olsun ya da olmasın, o yine de Grek'ti" .36 Grekçe üzerine vurgu Bizans'tan çok önce başladı. Sezar, Brütüs ve Çiçe­ ro, özgün kullanımında retorik öğrenmek için Rodos gibi Grek merkezleri­ ne gitti. Marcus Aurelius dahil imparatorlar Grekçe konuşabilme becerile­ riyle gururlandı ancak Grekçenin biçimleri öylesine talepkardı ki kamunun önünde genellikle önceden hazırlanmış metinlerden konuştular.37 Konstan­ tinopolis'te merkezlenmiş bir Hıristiyan Kilisesi'nin bu dilsel üstünlük yar­ gısını miras almaktan kaçınması güçtü. Gerçekten de Helen kültürü orada kendisini yeniden ileri sürdüğünde, iki etmen pagan retorikçilerden daha çok dil konusunda Hıristiyanlan endişelendirme eğilimindeydi. Helenistik zamaniann kültürü esas olarak sözlüydü. Bu sözlü gelenek, Bizans'ta, özel­ likle ruhhan olmayanlar arasında hayatta kaldı; ama Yeni Ahit'te özgün ya35 36 37

Weber, s. 515; ama Türk gruplann Hıristiyanlaştınlması için Greogoryen çabalar için bkz. Ric­ hard, s. 92. Charanis, Studies ... Demography, s. 19. Millar, s. 206, 208; Peters, s. 380; W. Schmid, s. 9. 263

zılı biçimiyle Söz'e sahip olmak, Grekçenin sadece üstün değil, aynı zaman­ da kutsal -muhtemelen kutsal tek dil- olduğunu düşünmek için güçlü bir itki oluşturdu. Hıristiyan teoloji tartışmalan, Hıristiyanlık öncesi felsefi ay­ nşmalan yansıttığı ölçüde, felsefenin dilinde kesin formülasyon Ortodoks inanç ve dini birlik için hayatiydi. Elbette, Hıristiyanlığı pagan kültürel mi­ rasla bağdaştırma görevi, Beşinci Bölüm'de tartışıldığı üzere, seküler impara­ torluk mitinin ve Hıristiyan evrensekiliğinin bağdaştınldığı sürecin kendi­ si kadar karmaşıktı. Temel sorun rahipler tarafından erkek çocuklar için ta­ sarlanan klasik retorik eğitimin Hıristiyanlarca kabul edilmesiydi. Hıristiyan liderler, "dinden dönmüş" lmparator julianus ve onun takipçilerinin, Hıris­ tiyanlann kadim dini reddederek Homeros'un eserleri gibi klasikleri araştır­ maya uygun olmadıklan fikrini öfkeyle reddetti.38 Hıristiyanlann klasikler konusunda eğitilme süreci, onlan öğretinin yüz­ yıllar boyunca devam ettiği düşüncesine hazırladı. Pagan mitleri, Hıristi­ yan hakikatierin ya da lncil'e dayanan şahsiyetlerin alegorileri olarak yeni­ den yorumlandı. Bizans zamanında süreç esas olarak edebiydi ama onun en çarpıcı hali görsel tezahürlerindeydi. Üç örnek yeterli olacaktır: tahtı ya da lsa'nın amblemini destekleyen melekler için Grek Nike'ler (Zaferler) model alındı; Euripides'in "Telephus"undan, İbrahim'den kaçan İshak'ı betimle­ mek için yararlanıldı; Diriliş'te, lsa'nın Araftan [Limbo] Adem'i çekip çıkar­ masında (Hosios Lukas ve Dafni manastırlannın mozaiklerinde olduğu gi­ bi) Herkül'ün Hades'ten Kerberos'u sürükleyerek çıkarması model alındı. 39 Bu kadar aynntılı simgesel dağarcıkla silahlanmış Bizans Kilisesi tüm Hıris­ tiyan öğretisini Helenik biçimlerle ifade etmeye çalıştı. Hamsin Yortusu'nun "dillerle konuşma"sının geleneksel yorumu, Bizans Hıristiyanlannın tüm in­ sanlara lncil'i öğretmek için, öncelikle onlar onlara Grekçe öğreterek ellerin­ den gelen her şeyi yapmalan gerektiğiydi.40 Bir tarihçinin de ileri sürdüğü gi­ bi, Mısırlılann, lranlılann ve Sarnilerin -ve gerçekten de lsa'nın Ararnice kul­ lanması- kadim geleneklerinin göz önünde bulundurulması, Bizans Kilise­ si'nin, bu halklann Grekçe öğrenmesi talebini sınırlaması olasıdır. Yine de, yukanda da tartışıldığı üzere, Grek kökenli özgül sapkınlıklann bu gruplar arasında varlığını sürdürmesinin aşamalı olarak farklı dillerle özdeşleşir hale gelmesi, Grek dilsel hoşgörüsüzlüğünün kadim Ortadoğu'da bile bir etmen olduğunu akla getirir. Bu tür haskılara karşı koymak için, erken dönem Hı­ ristiyan yazarlanndan biri, eski Mısır dilinin ve Süryanicenin, hakim Hıris­ tiyan geleneği tarafından kutsal diller olarak temel ilke haline getirilen di38 39 40 264

Hunger, s. 346; Piganiol, s. 434; F. Fuchs, s. 35 ve devamı; Dagron, "Aux Origines de la Civili­ sation Byzantine" , s. 47. Weitzmann, s. 57, 63; A. Grabar, s. 1 72 ve devamı. Dagron, "Aux Origines de la Civilisation Byzantine", s. 48.

ğer üçünün (Grekçe, İbranice ve Latince) yannda kutsal diller olarak kabul edilmesini talep etti. 7. yüzyılda, Grekçe dilsel taleplerinden hoşnutsuzluk, lslam'a karşı direnişte alt düzey bir rol oynadı; örneğin Filistin'de, yalnızca Grekçe konuşan polis'ler uzun bir süre karşı koydu.41 Doğu Kilisesi'nin Batı'nınkinin aksine kolayca farklı ayin dillerini benim­ sediği yönündeki yaygın görüş, bu nedenle, abartılıdır. Karl Hall'un özeti da­ ha geniş bir biçimde ele alınmayı hak eder: Erken çagların resmi Hıristiyan Kilisesi her yerde kültürlü diller üzerine te­ mellendi ve popüler dilleri bir kenara itti ya da hem Dogu'da hem de Batı'da onların üzerine çöreklendi. İncil'in sayısız Dogu dillerine çevrilmiş olma­ sı yanlış yönlendirmemelidir. Kesinlikle Süryanice, Kıpti, Gotik, Ermenice, lber dilinde [yani, Gürcüce] çeviriler bulunmaktadır, hatta bir Nuhice çevi­ ri de vardır. Ama hepsi bir arada degerlendirildiginde, Hıristiyan Kilisesi'nin Grekçe konuşan yarısının, Latince kısmına göre, ulusal diller karşısında daha az muhalif oldugu anlamına gelmez. Bu çeviriterin hiçbiri günümüzde mis­ yonederimizin yaptıgı gibi ortaya çıkmadı. Hiçbir Grek, lncil'i bir başka halk için çevirmek amacıyla, lsa aşkına yabancı bir lehçe ögrenmedi. Erken Hıris­ tiyanlar Paulus'un sözlerini (ne Grek vardır ne Yahudi, ne Barbar vardır ne de lskit) hiçbir zaman, bu yolla anlamadı. Şüphesiz bir halkın üyeleri kendileri için lncil'i çevirdiklerinde ve böylece de ulusal dillerini yazılı kültürel bir di­ le yükselttiklerinde, kilise onu kabul etti - bundan daha fazlasım degil. Hiç­ bir yerde kilise gelişmeyi ya da popüler bir dilin varlıgım daha ileriye götür­ medi. Kilisenin büyük esnekligi degil, halkların güçlü özbilinci, lncil çeviri­ 42

lerinin zengin çelengini Dogu Kilisesi'ne sagladı.

Ortadoğu dillerine ödünler sadece az sayıda ve isteksiz olmakla kalmadı; 7. ve 8. yüzyılda, Slavlann işgal ettiği imparatorluğun Balkan bölgelerinin yeniden fethi, sadece zorunlu Hıristiyanlığı değil ama olabildiğince, eksiksiz bir kültütel Helenleştirmeyi de ilerletti.43 Diğer taraftan, Doğu ve Batı dini uygulamalann dilsel alanlar arasında­ ki farklılıklann nüanslan, iki kilise uygarlığı arasındaki nihai bölünmede önemli bir rol oynadı. Genel olarak en kabul gören akademik konum, 8. yüz­ yıla kadar Latinceyi Batı'nın biricik ayinsel dili olarak düşünmek için hiç­ bir öğretisel ya da hatta eğitimsel zeminin ortaya çıkmış gibi görünmediği­ dir. Bir akademisyene göre, 370 gibi geç bir tarihte, Roma Kilisesi Grekçe­ yi kullandı. Daha sonralan Grek ruhhanlan Helen kültürüyle bir uzlaşmaya 41 42 43

Franz Cumont, "Pourquoi le Latin Put la Seule Langue Liturgique en Occident" , Mtlanges Pa­ ul Frtdtricq, s. 63 ve devamı; Previte-Orton, 1 : 231-232. Holl, s. 249-250. Karş. Obolensky, The Byzantine Commonwealth, s. 151. Haussig, s. 208 ve devamı. 265

iten çok benzer nedenlerden dolayı, Roma Kilisesi Latin klasiklerini Hıristi­ yan bir tarzda yeniden yorumlamanın yollannı aradı. Piskoposlann ve onla­ nn kadrolannın eğitimli insaniann kayda değer bütününü oluşturması ne­ deniyle, onlar Latincenin kullanımında doğal olarak Roma yönetsel uygula­ malannı izledi. Yerli Hıristiyan nüfusun büyük bir kitlesi, Aşağı Latincenin lehçelerinden Latin dil ailesinin versiyonlanna doğru yavaşça ilerledi. Öğre­ tisel birliği sürdürmek için tek bir dini dilin değeri, Doğu'da olduğu gibi or­ tadaydı. Ama Şarlman'a kadar Latince ayinin dışlayıcı bir biçimde kullanı­ mı, bir kilise disiplini sorunu, öğreti haline gelmedi. 10. yüzyıla doğru pa­ palık taraftarlan, Latinceyi, dünyanın kuzey ve doğu bölgelerinde kullanıl­ ması için tasarlanmış üç kutsal dilden biri olarak adlandırdı.44 Bu tür terim­ lerle sunulduğunda, Latince için hak iddialan çok az muhalefetle karşılaş­ tı çünkü Latin dil ailesinin dilini konuşanlar, hala kendi lehçelerini, en iyi durumda, yüksek edebi Latincenin gündelik biçimleri olarak görüyordu ve Germenik gruplar, kendi dillerini ayinsel kullanım için bir rakip olarak ço­ ğu zaman düşünmedi. Daha temel bir sorun, Grekçenin Latinceyi akranı olarak kabul etmekte­ ki isteksizliğinden doğdu. Latincenin imparatorluk saygınlığına rağmen, çok az Grek, Diocletianus'un hükümdarlığına, yani Hıristiyanlığın zaferinden kı­ sa bir süre öncesine kadar onu öğrendi.45 Bu noktada, Latince öğrenmek için birincil itki, hukuk ve askeri komutanlık öğrenmek ve hepsinden önemli­ si ebedi Roma imparatorluk mitini sürdürme arzusuydu. Dagron, siyasi ku­ rumla ilişkili belirli konulann Latince öğretildiğinde ısrar eder. llke olarak, ideal Roma yurttaşı, ayn "dilsel kodlar"la, iki dillidir (bundan sonraki bölü­ me bakın) : İktidar için Latince, kültür için Grekçe . Grek retorikçiler bağdaş­ tırmayı tahayyül etmeyi sevdiğinden Atina'nın medenileştinci eserleri koru­ ma karşılığında Roma'ya ahlaki güç sağladı.46 Açıktır ki, bu tür bir aynşma, entelektüel konulan, örneğin felsefeyi ve teolojiyi, kesin bir biçimde Helen alana yerleştirir. Bizanslı teologlar, Latincenin teolojik kavramlan kesin ola­ rak ifade edecek kavramlardan yoksun olduğunu iddia edip onu çoğu zaman yetersiz olarak görmezden geldi.47 Erken Batı Hıristiyan düşünüderi bu yar­ gıyı kabul etmeye eğilimliydi. Orta sınıf olarak, onlann çoğu, köle öğretmen­ Ierin zaman zaman pagan senato aristokrasisine öğrettiği Grekçenin cilasın­ dan yoksundu. Batılı teologlar, daha özgür bir tarzda yanlış çeviri yapmak­ tan korkarak Grekçe terimierin ödünçtemelerini [calques] çok sık bir biçim44 45 46 47 266

Cumont, Mtlanges Paul Frtdtricq içinde, s. 63-67; Vogt, The Decline of Rome, s. 230; Wallach, 14. Marrow, s. 257. Dagron, "Aux Origines de la Civiiisation Byzantine" , s. 23, 25. Anton Michel, "Sprache und Schisma", Festschrift Kardinal Paulhaber içinde, s. 46. s.

de kullandı. Daha sonralan aynı uygulama, teolojik kavramlan Latinceden Batı dillerine aktanrken izlendi.48 449'a dek kilise meclislerinde Roma tem­ silcileri tarafından konuşulan Grekçe öylesine uygunsuzdu ki, onlar tören­ leri takip edemedi. Roma Kilisesi'nin hak iddialarını etkili bir biçimde sun­ ma konusundaki acil arzusu, 678 ila 752 yıllan arasında seçilen on üç papa arasından on bir Sicilya kökenli Grek ve Grekçe konuşan mültecinin seçil­ mesinin, görünüşe göre, esaslı bir nedeniydi.49 Diğer taraftan dilsel bilgideki uçurum, Batı'da ve Doğu'da felsefi ve teolojik düşünüşün bağımsız gelişimi­ ne neden olarak, genişlemeye devam etti.50 Bu farklılaşmalar, yakın geçmiş­ te Katolik bir yorumcunun ileri sürdüğü gibi, 9. yüzyıla doğru neredeyse ba­ şa çıkılamaz görüngübilimsel bir engelle sonuçlandı. Öğretisel sorun, Nica­ ea Öğretisi'nin Latince versiyonunun Jilioque bölümü çevresinde dönüp dur­ du. Batı Kilisesi, formülü , Kutsal Ruh'un Baba ve Oğul'dan meydana geldi­ ğini ima edecek şekilde anlarken, Grekler Latince ex'i (''-den, -dan") Grekçe ehh'nin daha güçlü ilişkisini aktarmak için seçti. 51 Semantik yanlış anlama, ekümenik patrik Fotios tarafından manipüle edilmiş olabilir; Grekçe for­ müllerin paralel yanlış anlaşılınaları Latin rabipleri yabancılaştırdı. Bizans sözcüleri, papaları Yeni Abit'in ve Kilise Babalan'nın birçoğunun dilini anla­ marnakla suçladı, papalar da Bizans'ı Roma'nın dilini bilmeden Roma İmpa­ ratorluğu olma iddiasında olmakla eleştirdi. Elbette, 1054 yılındaki biçimsel karşılıklı dışlamalara sürükleyen bölün­ me [schism] , sadece görüngübilimsel engellere atfedilemez. Bizans otorite­ sinin Orta İtalya'da hala güçlü olduğu zamanda en görünür olan, fazlasıyla gerçek çıkar çatışmalan vardı. Sanat tarihçisi Otto von Simson, geç 6. yüz­ yıl Ravenna'sında papa ve Bizans imparatorluk simgeleri arasında üstü ör­ tük bir çatışmayı saptadı.52 7. yüzyıl boyunca bir noktada, Bizans'ın Raven­ na valiliğinin kısmen Latin olan ordusu , bir papayı, imparatorun temsilci­ leri tarafından tutuklanmaktan kurtardı. 53 Papaların Frenklere güvenme­ ye ve nihayetinde de ayrı bir Batı imparatoruna taç giydirmeye yönehen Bi­ zans'ın hataları daha önce anlatıldı. Şüphesiz, papalığın konumu üzerinde­ ki temel farklılıkların kendisi, birliği sürdürmek önünde bir engel teşkil et­ ti; diğer öğretisel farklılıklar da sözlü yanlış anlarnalann tamamen bir sonu­ cuydu . Diğer yandan Batı ve Doğu uygarlıklan arasındaki en keskin çatış48 Eggers, 1: 96; Marrow, s. 2S7 ve devamı. 49 Jules Gay, "Quelques Remarques sur !es Papes Grecs et Syriens", Mtlanges ... Schlumberger içinde, s. 40 ve devamı; Leib, s. 6S. SO Michel, Festschrift Kardinal Paulhaber içinde, s. 6S. s ı A.g.e. , s. 66, 68. S2 Sirnson, s. 12 ve devamı. S3 Guillou, s. 1 72. 267

----

- - --

--

---- -----

- - ---- -

-

- -

-

-

---·---- - - - ----

..---------------- -� ••' " ' ''' Latin-Grek dil hududu.



r

Prag

Doll u ve BatıRoma Imparatorluklan arasındaki idari sınır, 297

-ı Makedonya (Selanik) piskoposluk bölgesi idari sının.

1> 1> " ... ... "

le

A

A A

A A

"

A

6

Aquileia A

6

1> A

..

6 A A A

66

A A 6 A A AA A ll A A A 6 A A A ll> A A A a. A A A A A

6

A

A

A

A

A A ,ı. A & A A A 6 A A A

Harita 3: Doğu ve Batı Hıristiyanlıfjı arasındaki sınırlar.

malann, Hıristiyanlar ve Müslümanlar arasında olduğu gibi süregiden bir savaşın sınır bölgesinde değil, gitgide aşınlaşan uzun mesafeli mübadeleler­ de meydana gelmesi belirtmeye değerdir. l l . yüzyılın ortalanna, papalann (esas olarak Kutsal Roma imparatorlanyla çatışmalan nedeniyle) saldırgan Sicilyalı Norman Krallığı'yla ittifaka girineeye dek, bu tartışmalar esaslı bir silahlı çatışmayla sonuçlanmadı. Şiddetli anlaşmazlık Haçlılann Konstan­ tinopolis'i 1 204 yılında fethetmesiyle sonuçlandı. Arada sadece müzakere yoluyla uzlaştırma girişimleri değil, aynı zamanda, örneğin Suriye ve Filis­ tin'deki ortak hizmetler gibi, Hıristiyan dayanışmasının kendiliğinden dışa­ vurnınlan da bulunuyordu. 268

Hıristiyanlar arası sınır çatışmasının gelişmemesinin temel nedeni hiçbir şekilde jeopolitik değildi. Roma İmparatorluğu'nun son döneminde Latin­ ce ve Grekçe dil alanlan arasında oldukça iyi tanımlanmış olan dilsel hudut, Güney Balkanlar'ın kesintisiz olarak yerleşik tannısal alanlannda yer aldı. Bu hudut o dönemin insanlan tarafından, pars occidentalis ile pars orientalis, Ba­ tı ile Doğu arasındaki aynma denk olarak algılandı. 54 Latince, Tuna'nın gü­ neyinde, Koca Balkan Dağlan'ndan aşağıya Morava-Vardar Vadisi'nden Ege Denizi'ne dek hakim oldu. l . ve 2. yüzyılın imparatorlan Latincenin alanını, kentlere eski askerleri yerleştirerek denize doğru, güneye genişletmeye çalış­ tı. Grekçe konuşan köylülerin ortasına kentsel kolonHer olarak konumlan­ dınlmış olanlar, Batı'dan gelen göç azalırken, Selanik ve çevresini Grekçeye terk edip aşamalı olarak ortadan kalktılar.55 Her ne kadar çağdaşlan tarafından kabul edilse de, dilsel hudutlar, onu sı­ kı bir biçimde izleyen imparatorluk ve dini sınırlara göre pratik olarak da­ ha az önemliydi. Ama bu yönetsel bölünmeler (imparatorluk kullanımında "piskoposluk bölgesi" , daha sonra bu unvanın verildiği piskoposluk yargı alanından daha geniş bir birim olsa da, olağan olarak çakışırdı) birkaç önem­ li noktada dilsel hudutlardan saptı. Hıristiyan bölünmelere hiç ve dilsel ola­ na ise çok az önem veren Diocletianus, 297'de, Latince konuşan iki eyaleti (kabaca günümüzdeki Karadağ ve Kuzey Sırbistan'a denk düşen Yukan Mo­ esia ve Praevalitana) İtalya bölgesinden Grekçe konuşan llirya bölgesine ak­ tardı. Batı İmparatorluğu sadece bu eyaletler üzerinde değil, llirya bölgesinin tamamı üzerinde hak iddia etmeye devam ederken, Batı'nın otoritesi geriler­ ken, Doğu Roma İmparatorluğu, İtalya bölgesine bağlı, daha kuzeydeki ay­ n bir bölge olan llirya Piskoposluğu üzerinde hak iddiasında bulundu. 56 Il. Theodosius, 42 l'de, tüm Hıristiyan Kilisesi'nin başı olma iddiasıyla talep et­ tiği iktidan kullanarak, tartışmalı bölgeleri, (Batı patriği olarak) papanın et­ ki alanından Konstantinopolis patriğine aktardı. Theodosius Selanik başpis­ koposluk eyaletini, kuzeye doğru, Germen istilacılar tarafından kısmen işgal edilmiş olan Panunya'ya dek genişletti. 57 Aşağı Balkanlar, özellikle Selanik üzerindeki yargı yetkisi tartışmalan yüz­ yıllarca devam etti. 6. ve 7. yüzyılın yıkıcı Slav istilalan, Balkanlar'daki La­ tin ve muhtemelen Grek nüfusunu çok azalttı ve dini örgütleri geride kalan birkaç kente sürdü. Bizans'ın yeniden kolonileştirmesi, llirya bölgesinin, ya54 55 56 57

Harmand, s. l l -12. Dagron, "Aux Origines de la Civilisation Byzantine", s. 34; Balduin Saria, "Die antiken Grund­ lagen", Saria içinde, s. l l ; Günter Reichenkron, "Das Ostroınanische," a.g.e. içinde, s. 154-157. Dagron, "Aux Origines de la Civilisation Byzantine", s. 34; Goubert, Byzance avant I'Islam, 2: 24 (harita); Saria, Saria içinde, s. 3 ve devamı, 1 4; Van der Meer ve Mohrmann, harita 19. Tafrali, Thessalonique: Des Origines, s. 251 ve devamı; Demougeot, s. 337. 269

ni Yunanistan'ın güney kısmındaki piskoposlann etkin işbirliğine yardım et­ ti. 9. yüzyıl boyunca Slavlann din değiştirmesine, yaklaşık olarak günümüz­ deki Yunanistan'ın kuzey sınırına dek, kültürel ve dilsel Helenleştirme eş­ lik etti. 58 Bu süreç boyunca Selanik başpiskoposlan ve onların yardımcıla­ rı, duygularda ve sanatsal tarzlarda Roma patrikliğine süregiden bazı bağ­ lar aşikar olsa da, Konstantinopolis patrikliğinin bütüncül bir parçası hali­ ne gelmiş görünür. Bizans güçleriyle ittifakın pratik gereksinimleri bir ya­ na, Roma'yla iletişimin muazzam güçlükleri, (öğretisel bir sıçrama ima et­ meyen) yargı yetkisinin bu aktanmını neredeyse kaçınılmaz kıldı. Grekçe ve Latince arasındaki dilsel bir hudut ya da kesin bir dini sınır yerine, hala pa­ gan olan Slav ve Türk grupların muazzam bir kıskısı [ wedgel , Kuzey ve Or­ ta Balkan yarımadasını kapladı. Sonuç olarak 9. yüzyılın sonuna dek, Batı ve Doğu arasında, düzensiz küçük çatışmalar hariç, tartışmalı bir sınır yok­ tu. Bu tür bir sınır bölgesinin daha önceki koşullan bile ortadan kalktı; ama bunlar, geride, gelecekte kayda değer bir etki yapacak olan duygular ve hu­ kuki sorunlar bıraktı. Devamını incelemeden önce, Güney İtalya'da, Doğu ve Batı imparatorluk­ ları arasında ve Doğu ve Batı kiliseleri arasında bir başka kabul edilen sınırın bulunduğunu belirtmek önemlidir. Sözde üçüncü bir sınır -Libya'daki çöl sınırı- bulunmaktaydı ama bu hiçbir zaman önemli hale gelmedi ve 7. yüz­ yılda İslam tarafından çiğnendi. Hıristiyanlığın ortaya çıkışından sonra Gü­ ney İtalya sınırının hiçbir zaman gerçek bir dilsel hududa karşılık gelmeme­ sinin, bilimsel ağırlığı ortadadır. Sicilya ve Güney İtalya'daki Grek kolonile­ ri daha öncesinde de önemli olsa da, M.S. 4. yüzyılda kırsal nüfus ağırlık­ lı olarak Latince konuşuyordu.59 Sonuç olarak düşmanlıklar kentler, kilise­ ler, manastırlardaki Grek kültürel etki çevresinde döndü ve Bizans impara­ torluk ve dini hak iddialarıyla da öne çıktı. Daha önce de ileri sürüldüğü gi­ bi tartışmanın bu iki temeli daima çakışmıyordu çünkü Grekçe konuşan pek çok ruhhan Roma'ya sıkı sıkıya bağlıydı. Ama Bizans imparatorlarının arzu­ su, evrensel hükümdarlık iddialarının onları yönlendirmesinin bir parçası olarak, İtalya'daki mülklerini ellerinde tutmaktı; özellikle putkırıcı III. Leon, yönetsel olarak Güney İtalya bölgelerini Konstantinopolis patrikliğiyle bü­ tünleştirmek istiyordu. Leon, Bizans ayininin, llirya ve ltalya'da, ikincisin­ de görünüşe göre çok etkili olmasa da, başlatılınasını emretti. SOO'den sonra imparatorlar İtalya'daki papalık mülklerini de kamulaştırdı. 9. yüzyılın son­ larına doğru, Sicilya ve Calabria kiliselerinde Grekçe ayinin başlatılması, esa­ sen putkırıcı imparatorlardan kaçan Grek keşişlerinin yardımıyla gerçekten de uygulandı. Basiliyalı keşişler Bizans yargı yetkisinin ötesindeki Napoli gi58 59 270

Tafrali, Thessalonique au Quatorzieme Siecle, s. 86, 9 1 . Sestan, s. 650; Gay, s. 8.

bi kentlerde Grekçe ayin uygulamasını canlı tuttu. Diğer yandan bazı Pugli­ alı piskoposluk bölgeleri Konstantinopolis piskoposlanmn atanmasım etki­ lese de, Latince olarak kaldı.60 l l . yüzyıla dek, Güney İtalya'da Müslümanla­ ra karşı Bizans'ın askeri başanlan Grek kültürünün yayılmasını hızlandırdı. Marc Bloch'un fark ettiği gibi, bu erken dönemdeki dilsel bölünme, yar­ gı yetkisi hak iddialanyla tamamen ilgisiz değildi. lO. yüzyılda bir Lombard piskoposu, Güney İtalya'daki tüm Latin dil ailesini konuşan alanlann, Bizans yerine (Kutsal Roma İmparatorluğu yönetimindeki) ltalya Krallığı'na ait ol­ ması gerektiğini ileri sürdü.61 Bununla beraber, Bizans'ın yeniden fetihleri­ nin zirveye ulaşmasından çok kısa bir süre sonra, N orman kuvvetleri Bizans­ blara olduğu kadar Müslümanlara karşı da ilerledi. Aşın derecede karmaşık bir durum ortaya çıktı. Bizans alanlan fethedildikçe, o alaniann Grek (ya da Grekçeyi kullanan) piskoposlan, Doğu'nun, her yeni gelen seküler otoriteye boyun eğme geleneğine uygun olarak N orman yönetimini kabul etti. Bunun­ la birlikte ilk başkentlerinde (Calabria'daki Milet) , güvensiz hisseden Nor­ manlar �tin bir piskopos arzu etti. Grek piskoposlann kabul etmekte istek­ siz olduğu papalar, herhangi bir yeni Batılı yönetici için kabul edilebilir pis­ koposlar atama ile ilgili olan papalık geleneği uyannca, N orman müttefikle­ rinin yeni piskoposlar isteğini kabul etmeye hazırdı. Kilise tartışmalan üze­ rine eğilen bir tarihçi, "bir Latin piskoposun üstünlüğü, Normanlar, daima milliyetçiliğinden şüphe edilecek bu tür bir yabancının etkisine güvenme­ yeceği için, Grek hiyerarşisinin etkisinin dağılacağı bu resmi ve yönetsel or­ tamda, zorunluydu" diye yazar.62 Normanlar terk edilmiş manastıdan La­ tin benediklerine devretti ve kalan Grek keşişleri onlara tabi kıldı. Tüm bu önlemler, hızlı bir askeri fetih tarafından yutulan bir siyasi kurumun geçiş­ sel etkisiyle karşılaştınldığında, kilise örgütünün nüfuz edici gücüne ilişkin açık bir farkındalığı akla getirir. N orman fetihleri Sicilya'da -Müslümanlara karşı- ilerlerken, yeni yöneti­ ciler yeni Latin piskoposlar atadı. Bununla beraber zaman zaman Norman­ lar, bir süre için, kentsel nüfusun Grek ruhhanianna yönelik taleplerini, on­ lar Roma patriklik yargı yetkisini tamdıklan sürece kabul etti. Gerçekten de, Normanlar, krallıklan güvenli hale gelince, Norman krallannın yönetimle­ rinde Grek, Latin ve hatta Müslüman unsurlan dengeleme uygulamalanyla uyum içinde, Roma yargı yetkisi altında Grek seküler ruhhanım ve Bizans tören keşişlerini tercih edermiş gibi göründü. Bununla beraber inancın ge­ reği olarak bekarlığı kabul etmeyen Grek kilise çevresi ruhbanlan, krallığın seküler düzeninden çok papalığınki için bir sorun ortaya çıkardı. Kutsal ta60 61 62

Gay, s. 8, 12, 188 ve devamı, 243, 350 ve devamı. Block, Feudal Society, 2: 435. Leib, s. 129. 271

rikatlara katılmayan rahiplerin oğulları, feodal kırsal kesimde bir aykırılık olarak özgür kaldılar.63 Puglia'da birincil Latin piskoposluk bölgeleri, Ot­ ranto'nun yeni Latin başpiskoposunun yönetimine verildi; ama kilise çev­ resi düzeyinde Grek rahipler ve Bizans ayinine bir süre için dokunulmadı. Topadayacak olursak, Güney İtalya'daki Doğu ve Batı Hıristiyan kiliseleri arasında, hiçbir zaman gerçek bir sınır bölgesi olmadı. Genellikle diğer Hı­ ristiyanlardan çok Müslümanlada girişilen çatışmalar aracılığıyla, otoritenin el değiştirmesi hızla ortaya çıktı. Hem Bizanslılar hem de Normanlar, -bu bölümde, daha önce açıklandığı üzere- nüfusun kitleleri üzerinde güçlü bir etki olarak, doğru bir biçimde algıladıkları kilise otoritesinin mutlak sadaka­ tini sürdürmek konusunda kaygılıydı. Bu sadakat güvence altına alındığı sü­ rece, dil ve ayinsel tören çok az doğrudan öneme sahipti. Öğretisel sorunlar nadiren ortaya çıktı. Batı'nın patriği olarak papanın yargı yetkisi üzerindeki tartışma, evrensel kilise içindeki papalık otoritesine ilişkin daha geniş soru­ nu doğrudan etkilemedi. Yine de Bemard Leib'in yazdığı gibi, Bizans'ın pa­ palık yargı yetkisinden bölgeleri ayırma çabalan ve papalığın saldırgan Nor­ maniada ittifakı çok eski yanlmayı daha beter hale getirdi: "Bizanslılann gö­ zünde bu mülksüzleştirme, Normanların onların ayinleri karşısındaki gü­ vensizliklerine ve dahası, Latince ayinin üstünlüğüne işaret etti. Güney ltal­ ya'da, her biri kendi kültürüyle gurur duyan çok farklı uygarlıkların halkla­ n, birbirleriyle karşı karşıya geldi. "64

Doğu Orta Avrupa'da üç taraflı dini rekabet Ne Güney Balkanlar'da ne de Güney Avrupa' da, Doğu ve Batı kiliseleri ara­ sındaki sürtüşme gerçek bir sınır çatışma bölgesiyle sonuçlandı. Sonuç ola­ rak var olduklan haliyle bu tür sürtüşmeler, etnik kimlikler üzerinde kalı­ cı bir etki bırakmadı. Aksine, Adriyatik'ten Baltık'a dek uzanan geniş bölge­ de Hıristiyanlığın bu kollan arasındaki temas, özellikle Slav gruplar arasında nihai etnik sınırların belirlenmesinde en güçlü biçimlendirici etkiyi oluştur­ du. Yine de bu süreç ne basit ne de kesintisiz olarak görülmeli. Üçüncü Bö­ lüm' de, 16. yüzyılda Avusturya'nın lslamla askeri sınınnın ortaya çıkışının, Ortodoks Sırplada Katolik Hırvatlar arasındaki görece açık sınırı nasıl mu­ azzam ölçüde karmaşıklaştırdığını belirtmiştim. Doğu Orta Avrupa'nın di­ ğer yerlerinde, karmaşıklaştıncı etkiler, daha önce görünür olsalar da, daha az yoğun değildi. Birincil karmaşıktaşma sadece, bir bütün olarak Doğu (Or­ todoks) ve Batı (Katolik) kiliseleri arasındaki yoğunlaşan düşmanlığın varlı­ ğı değildi, aynı zamanda papalann, 9. yüzyıldan itibaren, Germen Kutsal Ro63 64 272

A.g.e. , s. 105, 122, 135; Gay, s. 350 ve devamı; Haussig, s. 247 ve devamı; Delvoye, s. 259. 64. Leib, s. 141.

ma imparatorlannın ve onlann özel kilise örgütlenmelerinin, papalık otori­ tesine, Bizans imparatorluk-kilise birieşimine kadar güçlü bir meydan oku­ ma sunabileceğinin artan farkındalığıydı. Bu üç taraflı çatışmanın ilk belli başlı tezahürü Konstantin (Kiril) ve Met­ hodius'un Tuna ve Moravya Slavlanna karşı görevlerinin meşhur kesitinde belirdi. Tarih öylesine geniş bir ölçüde tartışıldı ki topadamaya çalışmaktan tereddüt ediyorum. Yine de, çağdaş kanıtıann zenginliği tam da çatışan yo­ rumlar üretmesinden dolayı, olay, işbaşındaki temel hudut belirleme meka­ nizmasını anlamak için istisnai bir biçimde yararlıdır. Misyon etkinliği etnik kimlik için özellikle önemlidir çünkü bu kaçınıl­ maz bir biçimde kendi dinine kazandırmak için hangi dilin kullamlacağı so­ rusunu gündeme getirir. 9. yüzyılın ortalanna doğru hem Batı hem de Doğu Kilisesi, yukanda belirtildiği üzere, üç kutsal dili -ya da her kiliseye çekici gelen birini- sürdürmeyi güçlü bir biçimde tercih etti. Batı Kilisesi'nin çar­ pıcı bir özelliği, Frenk yöneticilerin ve onlara eşlik eden dini örgütün tama­ mının, Latinceyi dışlayıcı ayinsel dil ve iç dini iletişimin aracı olarak onay­ lama konusundaki istekliliğiydi. Her ne kadar Germen keşişler, menkıbele­ ri ve diğer yazınlan korurken anadillerini zaman zaman işledilerse de, Aleu­ in ve Şarlman, bu tür pagan hatıralar konusunda, en azından, ikircikliydi. A. P. Vlasto'mn yakın geçmişteki konuyu ele alması, "Sarlman'ın Latin kültürü karşısındaki kişisel hevesinin ve Frenk kilisesi üzerine Latince birliği birör­ nekliğini dayatmasımn, kilisenin daha fazla Germenleşmesinin önüne geçti­ ğine dair görüş yönünde birçok kanıt bulunduğu" gibi bir yargıyla sonuçla­ myordu; "Almancanın hiçbir lehçesi ayin dili olarak kabul edilmedi" .65 So­ nuç olarak, nerede bir Germen misyonu ortaya çıksa, anadillerinde vaaz ver­ seler ve öğretseler de, Latince hakimdi. Bu durum geleneklere, kadrolara ve yaşam tarzına Germen nüfuz edişini hiçbir şekilde engellemerli ama özellik­ le dini düzeyde, diğer kimlik etmenlerinden dilin keskin bir biçimde ayrıl­ masını ima etti. Sapkınlık ya da paganlığın nüksetmesi korkusu, Grekçenin teolojiye ger­ çekten uyan tek dil olduğuna dair tutarlı yargı bir rol oynadıysa da, Bizans Kilisesi'nin Slav ayine karşı çıkışını etkiledi. 860'lara dek, Ege bölgesinin ye­ niden fethedilmesinde olduğu gibi, kilise işlerinde Slav dillerin herhangi bir kullanımı, nihai olarak (Germenlerin Latincede ilerlemesinin aksine) yaşa­ mın tüm alanlannda Grekçenin kullamlması anlamına gelen Helenleştirme­ ye geçişin bir önlemi olarak kabul edildi.66 Bununla beraber 9. yüzyılın orta­ lanna doğru, Bizans Kilisesi ve siyasi kurumu, Ege Denizi'nin hemen kuze­ yinde geniş bir Slav nüfusu yöneten Türki Bulgar hanlannda zorlu bir düş65 66

Vlasto, s. 46; Hauck, 2: 191. Vlasto, s. 12. 273

manla karşı karşıya geldi. "Çar"lan Boris, vaftizi kabul etse de, Patrik Foti­ os'un kilise hiyerarşisini tanımayı geciktirmesinden dolayı sabırsızdı. Sonuç olarak Boris, Papa I. Nicholas'tan bir başpiskoposluk kenti vaadini güvence altına aldı. Bu jest, öyle görünüyor ki, Bizanslılan kendine getirdi ve Boris onlann dini himayesine geri dönmekten hoşnuttu.67 Olaylann bu sırasının, uzaklarda, Orta Tuna Havzası'nda sonuçlan oldu. Moravya'da geniş bir Slav grubunun prensi olan Rostislav, özerk bir kilise oluşturmanın yollannı an­ yordu. Şarlman, Tuna Slavlannın senyörü olan Türk Avadan 796'da yenilgi­ ye uğrattıktan sonra bile, Bavyera'dan (Salzburg ve Passau) misyonerler böl­ geye olduğu kadar daha güneydeki Sloven yerleşim alanianna nüfuz etti. Bu­ nunla beraber 855'te Rostislav, muhtemelen, her ne kadar o da Frenk süze­ renliğinde olsa da, Aquileia patrikliğinden halyanlar olan misyonerleri elin­ de tutarak, Bavyeralı rabipleri sürdü. Daha sonra Aquileia patrikliği, bir dizi Germen memur tarafından yönetiidi ama en azından, 9. yüzyıl boyunca hem Slovenler hem de Tuna Slavlan Aquileialı misyonerleri kendi etnik kimlikle­ rine karşı daha hoşgörülü olarak gördü.68 Bulgarlar gibi Rostislav da, küstah komşularından bağımsız bir dini ya­ pı elde edebilmek için I. Nicholas'a (86 1-862) yöneldi. 863'te, görünüşe gö­ re Nicholas Selanik piskopos vekilliğinden iki misyoner gönderdi: Konstan­ tin ve M ethodius; ama daha sonra Rostislav yenilgiye uğratıldı ve Germen misyonerleri yeniden kabul etmeye zorlandı.69 Bundan sonra Konstantin ve Methodius, güneye, Panonya'daki bir Slav prense yöneldi. Orada, onlann ça­ balan bölgenin karmaşık hukuki konumuyla iç içe geçti. Yukanda da belir­ tildiği üzere, bölge kesintisiz olarak, Batı Roma İmparatorluğu'nun ve Batı patrikliğinin bir parçası olagelmişti. Bununla beraber Diocletianus'un akta­ nmlan, Doğu imparatorluk yargı yetkisini Panonya'daki piskoposluk bölge­ lerinin başkenti Sirmium'un oldukça yakınlanna getirmişti. Leon, papalıkla tartışması sırasında, tüm Panonya'yı Konstantinopolis patriğine vermişti. So­ run, Sarlman'ın Panonya'yı Avarlardan kurtarmasına dek pratik olarak tar­ tışmalıydı. Görünüşe göre yerle bir olmuş Sirmium'u ve çevresindeki bölgeyi Bizans'a ya da papalığa geri vermek yerine o bölgeye Germen dini yargı yet­ kisi atadı.70 Bu nedenle Doğu Orta Avrupa'da, çatışma yüzyıllannın girizga­ hı haline gelecek misyonerlik etkinliğinin üçlü mücadelesi için sahne kurul­ muş oldu. O an için yeni papa (II. Hadrianus) , Konstantin ve Methodius ta67 68 69

70 274

Novy, s. 173 ve devamı; l.apötre, s. 46 ve devamı, 64, 95, l l O. Valjavec, Geschichte ... Sudosteuropas, 1: 10-13; Kuhar, s. 1 27. Konstantin ve Methodius'un Bizans'la ve papalıkla karmaşık ilişkisi hakkında bkz. Dvomik, s. 164, 200; H. von Schubert, s. 12 ve devamı; Vavfinek, s. 34-45; Hynek Bulm, "Aux Origines des Forrnations Etatiques des Slaves", Polish Academy içinde, s. 183-190. Vavfinek, s. 43, 45.

rafından sunulan fırsatı, yeniden canlandınlmış Sirmium'u papalık yargı yet­ kisi altına almak amacıyla, Methodius'u başpiskopos yapmak için kullandı. Karmaşık durum ayinsel dil sorunuyla daha da kızıştınldı. Sonradan bilinir olduklan adlanyla "Slavlann iki havarisi" , Slav (Kiril) alfabeyi ve Selanik'te­ ki üslerinin yakınındaki Slav gruplann konuştuğu lehçe üzerine temellenen ayini geliştirdi. Daha sonra, bu lehçeler Bulgarca olarak bilinir oldu. Bundan dolayı "Eski Bulgarca" , "Kilise Slavcası" olarak da bilinen, bu ayinsel dil için zaman zaman kullanıldı. Her iki misyoner de biçimsel olarak tamamen Orto­ doks'tu ve ayinsel buluşlanndan memnundu . Görünüşe göre Bizans impara­ toru, görece zayıf Bizans misyonunun, Orta Avrupa'daki rekabet çabalan için yegane şansı sunan anadilde ayini sonunda yasakladı. Konstantin'in kendisi Aziz Pavlus'un sözleri temelinde bunu güçlü bir biçimde savundu: "Kuşku­ suz dünyada çeşit çeşit diller vardır, hiçbiri de anlamsız değildir. Ne var ki, konuşulan dili anlamazsam, ben konuşana yabancı olurum, konuşan da ba­ na yabancı olur" (I. Korintliler 14: lO- l l ) ?1 Onun önde gelen eleştirmenle­ ri ya da ona acımasızca saldıranlar, Methodius'un hapsettiği Germen pisko­ poslanydı. Yeni papa VIII. loannes, onlan serbest bırakmasını sağlamak için papalık elçisi gönderdi. Methodius onu karşılamak için Moravya'ya hareket etti. loannes, açıktan açığa Methodius'a tutuculuğu konusunda ölçülü olma­ sı talimatını verirken, İncil latince okunduğu sürece Slavca ayine izin veren bir mektup gönderdiği, günümüzde oldukça kesin görünmektedir. Dönemin Katolik bir tarihçisinin duyarlı bir biçimde yorumladığı gibi "Papa'nın tasan­ sı, Methodius'un başını dertten kurtanp kendi başına dert açarak, Romalılan bilgilendirmeden Moravyalılan aydınlatmaktı" . 72 Papalık bildirisinin bir nüs­ hası "Industriae tuae" , Konstantin'in anadilde ayin önermesini onaylar gibi görünür. Bununla birlikte bildiri, uygulanmasından önce görünüşe göre ya­ lanlandı. loannes'in halefi olan V. Stephanus, bildirinin gördüğü nüshasına, Slav misyonuna son verilmesi gerektiğine ikna oldu ve 885'te onlann ayinini yasakladı. Zaman içinde, ayn bir ayin için projenin tamamının uzun zaman önce gömülmesinden dört yüzyıl sonra, hakiki bir versiyonu yeniden ortaya çıktı. 73 Bu arada yeni Moravyalı yönetici papalıkla olduğu kadar Germenlerle ve muhtemelen Bizanslılarla da uzlaşmanın yollannı aradı. Bu nedenle Met­ hodius'un müttefiklerinin hiçbiri Orta Avrupa'da bir "üçüncü gücü" onayla­ ma taktiğini izlemedi. Taktik durum yeniden değişmeden önce Macar istila­ sı, hem Bizans'ı hem de Kutsal Roma İmparatorluğu'nu aşın güçlüklerle kar­ şı karşıya getirerek Moravya'yı ve Panunya'yı sardı. 71 72 73

Obolensky, The Byzantine Commonwealth, s. 139 ve devamı. l.apôtre, s. 155 ve devamı. A.g.e. , s. 160-169; Novy, s. 184. Vavfınek Papa john'un iki farklı karar aldıgını düşünür: ilki Slav ayine karşı ikincisi, 880'de onun lehine (s. 49) . 275

Bir kez daha bir pagan is tilası düşman kiliseleri kesin bir biçimde birbirin­ den ayırdı. Aşamalı olarak Roma Kilisesi Adriyatik kıyılan boyıınca hakim bir konum elde etti.74 Bizanslılar, daha sonralan Aşağı Tuna'ya askeri sefer­ ler düzenleme kabiliyederi edindikten ve hatta Latin Hıristiyanlığına geçtik­ ten sonra, kısa bir süre için bile olsa Macaristan'ı istila etmelerine rağmen, 9. yüzyıldan sonra, Orta Avrupa'ya misyonerlik etkinlikleriyle nüfuz edemedi. Sonuç olarak iki kilise arasında ya da daha doğrusu, Doğu ve Batı Hıristiyan uygarlıklan arasında oldukça istikrarlı bir sınır gelişti. Bu sınır, Bosna'da bir bölgede birkaç yüzyıl boyıınca Bogomil "sapkınlar"ın ikamet etme durumu haricinde, Osmanlı istilasına dek varlığını sürdürdü. Bu nedenle, Macarlann din değiştirmesi aracılığıyla Doğu Orta Avrupa'ya yönelik belli başlı son pagan tehdidin ortadan kaldınlması, 9. yüzyıl boyıın­ ca hüküm sürmüş olan gibi, anlamlı bir üç taraflı rekabeti geri getirmedi. Bu­ nun yerine -biraz aşın basitleştirerek- düşmanlığın iki ayn alanı gelişti. Bi­ zans-Batı düşmanlığı, papalığın, Germen Kilisesi ve diğer Latin Hıristiyan örgütleriyle genelde ittifak içinde olduğu Rus sınır bölgesine kaydı. Diğer yandan Kutsal Roma İmparatorluğu'nun sınırlan içindeki Tuna Havzası'nda ve diğer bölgelerde, belli başlı Bizans müdahalelerinin pratikte dışlanması, yerini papalık ve Germen örgütleri arasında sessiz bir mücadeleye bıraktı. Bu mücadele nadiren açık sözlü bir suçlama düzeyine ulaştı; bunun yerine genellikle, Doğu Orta Avrupa yöneticileriyle ilişki içindeki simgesel edimler­ le yürütüldü. Mücadelenin nüanslan burada izlenemez ama ana hatlan ol­ dukça açık gibidir. Walter Ullmann'ın iddiası şudur: "Kutsal Roma İmpara­ toru, papalık tarafından yetkilendirildiğinden, Roma Kilisesi'ni karakterize eden evrenselliğin bir yansımasıydı. "75 Bununla beraber imparator, evren­ sellik iddialannı sürdürmek için, misyonerlik etkinlikleriyle askeri yayılma­ yı birleştirmeye zorlandı. Germen krallannın Macarlar üzerindeki 10. yüz­ yıl zaferleri -birçoklan imparatorluk unvanı üzerinde hak talebinde bile bu­ lunmadı- saygınlıklannı muazzam ölçüde arttırdı ve Batı İmparatorluğu'nun yeniden canlandınlmasının yolunu açtı. I. Otto'nun hükümdarlığında ( "Bü­ yük Otto", 962-973) Hıristiyanlığın Doğu'yla ilişkileri dramatik bir biçimde değişti. Kesinlikle, eski Roma sloganının Otto'cu yankısı, "ordu imparato­ ru yaratır" , papadan bağımsızlığı vurgulamak için tasarlandı, Doğu'daki za­ ferin halesi hariç, elde ettiği sınırlı başannın tadını bile çıkaramadı.76 İskan­ dinavya'dan, Elbe-Oder bölgesinin Sorblanna, oradan da Tuna'nın Macarla­ nna dek uzanan saldırgan pagan yanın dairesi yerine, Batı Hıristiyanlığı, ge74 75 76 276

Obolensky, The Byzantine Commonwealth, s. 99; Stökl, "Die Begriffe Reich", s. 107; Brehier, Yie et Mort de Byzance, 1: l l l ; Vlasto, s. 188 ve devamı, 2 1 1 ; Sisid, s. 108 ve devamı, 229 ve devamı. Ullrnann, The Carolingian Renaissance, s. 1 70. Schrarnrn, Kaiser, 1: 79-80.

ride kalan Sorblar hariç, daha yüksek bir uygarlığı elde etmeye istekli sözde siyasi kurumlarla karşı karşıya kaldı. Herbert Ludat'ın da yazdığı gibi "Hıris­ tiyanlık, devletlerini modemleştirdikleri sırada prensin iç ve dış konumunu kesin bir biçimde güçlendirdiğinden, Hıristiyanlığın Kabul Edilmesi, birçok prens için siyasi dirayetin bir gerekliliği haline geldi. Bu, siyasi özgürlükleri­ nin tek güvencesiydi" .77 Germen misyonerler tarafından din değiştirmesi sağlanan ve Germen yer­ leşimcilere dayanmaya devam eden Bohemya'daki Premyslid hanedanının önemli istisnasıyla, bu açık sınır bölgesi boyundaki kurumsallaşmış Hıristi­ yan güçler Germen'di. I. Otto geniş bir imparatorluk siyasi kurumu oluştur­ maya kararlıydı; denetimlerini genişletmeye istekli, güçlü Germen dini yet­ kilileri de bulunuyordu. Diğer yandan, papalık, Orta Avrupa'da topyekün bir Germen dini hakimiyetinden kaçınmak için tereddütlü 9. yüzyıl çabala­ nndan daha geniş ve daha tutarlı bir siyasa geliştiriyordu. Sonuç olarak, pa­ palık, Germen başpiskoposlannın Kutsal Roma İmparatorluğu'nun sınırlan­ nın ötesinde belirmekte olan siyasi kurumların piskoposlannı tabi kılma ça­ balarına karşı çıktı. Belli başlı ilk girişim, I. Otto'nun yaşadığı yerde beslediği yeni bir olu­ şum olan Magdeburg başpiskoposununkiydi. 960'lann çok karışık koşul­ ları altında Otto ve onun yüksek rütbeli rahipleri görünüşe göre Paznan ya da Gniezno yakınlannda bir Leh kilise merkezinin kurulmasına yardım et­ ti; Leh Kralı I. Mieszko'nun ve onun kilisesinin imparatorluk hamilerine tabi olduğuna dair imalar bulunuyordu. Yaklaşık 1000 yılında, tüm Leh kurum­ lannın bağımsızlığını güvenceye almak için müdahale etti. Bunun yerine Le­ histan, Gniezno'daki kendi başpiskoposuyla, papalığın kendisinin sözde fie­ fı haline geldi. 78 Diğer yandan dönemin imparatoru III. Otto'yla açık bir ko­ puş vuku bulmadı. Bizans maddi mirasından etkilenen Otto, en tepede ken­ disinin yer aldığı bir "krallar ailesi"ni hedefi olarak tasarladı. O, Hıristiyanlı­ ğı yeniden birleştirmeyi hayal ederek kendisine "On üçüncü Havari" unvanı­ nı verdi ve gerçekten de Rusya'ya bir elçi gönderdi.79 O an için Kilise Meclisi [ Curia] , papalığın, Roma'nın otoritesini doğuya doğru genişletme çabalany­ la çakışan, bu tür görkemli ama muğlak düzenlemelerle uyumlu olabilirdi. Aynı zamanda Kilise Meclisi, Doğu Orta Avrupa kiliseleri üzerindeki doğru77 78

79

Ludat, s. 13. Vlasto, s. 1 19; Ebert, s. 71 ve devamı; Brackmann, s. 13, 18; Schubart-Fikentscher, s. 58; Lanc­ kororiska, s. 36 ve devamı, 147, 1 55; Schramm, Herrschaftzeichen, 3: 940; Wojciechowski, L'Etat Polonais, s. 40, 54; Wojciechowski, "La Condition des Nobles", s. 54 ve devamı; Beu­ mann, "Das Kaisertum Ottos", s. 566-572; Helmut Beumann, "Das papsdiche Schisma", Deuts­ che Ostsiedlung içinde s. 20 ve devamı; juliusz Bardach, "L'Etat Polonais", Polish Academy için­ de, s. 301-304; Herbert Ludat, "Piasten und Ottonen", A.g.e. içinde, s. 330,ve devamı. Schramm, Kaiser, 1: 138; Folz, The Concept of Empire, s. 45 ve devamı. 277

dan gözetimini güçlendirdi. 1000 yılında Macaristan'ın Aziz Stephen'ı, Kluni danışmanlarına dayanarak ama III. Otto'nun sözde süzerenliğini kabul eden Lehistan kralı gibi, ülkesinin din değiştirmesinin yolunu açtı. Leh krallannın ülke içindeki pagan tepkilerle, Sorb saldınlanyla ve Rus prenslerinin olası saldınlanyla yüzleşrnek zorunda olması gibi, Stephen ve onun halefierinin de, iç gerilimlerden ve Bizans saldınlarından kaynakla­ nan daha acil sorunlan vardı. Bu nedenle Germenlere karşı sabit bir papalık­ Leh-Macar birliğinin olduğunu ileri sürmek, papalarla imparatorların arala­ nnın açık olduğu dönemlerde bile yanıltıcı olabilir. Bir kuşak sonra papalık, Hamburg-Bremen Başpiskoposu Adalbert'in, İskandinavya'yı kapsayan "Ku­ zey patrikliği" önerisini onaylamayı reddettiğinde, o zarif bir biçimde öneri­ yi geri çekti. Aynı dönemde Leh Kralı Boleslaw Chrobry imparatorun süze­ renliğinden açıkça feragat etti. Diğer yandan 1 133'te, IL lnnocentius'un, ge­ çici siyasi sebeplerle Magdeburg'a tüm Lehistan üzerinde yargı yetkisi balı­ şettiği saptanabilir. 80 Bazı açılardan simgesel hareketler, yargı yetkisinin buyruklarına göre da­ ha tutarlı görünebilir. Macar Stephen sadece aziz ilan edilmekle kalmadı; 1254'te Lehlere, saygı gösterilen bedeni Çekler tarafından çalınan daha ön­ ceki azizin (Adalbert) yerini alması için, ikinci bir hami aziz (Stanislaus) bahşedildi. Stanislaus efsanesi aracılığıyla Leh halkı, daha önce Fransızla­ rın elde ettiği kutsal statüye yükseltildi. Bir şekilde, kilisenin lsa'nın Mistik Bedeni olduğu öğretisini hatırlatan tarzda, Lehistan Stanislaus'un bedeniyle özdeşleştirildi; 13. yüzyıldan itibaren Lehistan'ın parçalara ayrılması azizin parçalanmasına denk olarak görüldü.81 Hanedanlar ve ardından da halklar için birleştirici simgeler olarak aşın derecede önemli olan benzer kültler, ls­ kandinavya'da, Bohemya'da ve İngiltere'de tanındı. Pagan düşmanların Ger­ menlerle bir zamanlar karşı karşıya geldiği yerde, kutsal cazibenin elle tutul­ maz hilali onları doğu ve kuzey sınırlarda durdurdu. Diğer yandan, Otto Ha­ nedanı Şarlman'ı bir aziz olarak onurlandırdıysa da, Kuzey ve Doğu Avru­ pa kahramanlannın aksine, Şarlman, Hohenstaufen'in ( 1 1 65) onu azizleştir­ rnek için biçimsel çabalan sırasında ya da daha sonra, hiçbir zaman papalık tarafından bu şekilde tanınmadı.82 Aşamalı olarak, Kilise Meclisi ve Fransız manastır tarikatlan tarafından desteklenen kutsal bir monarşi olarak Fran­ sız bağınısızlığı örneği, Orta Avrupa monarklan için bir model haline geldi. Yukanda kısaca betimlenen dönemler boyunca, yaklaşık 1000 dolayların80 81 82 278

Dedr, s. 33 ve devamı; Bloch, Feudal Society, 1: 34; Beumann, Deutsche Ostsiedlung içinde, s. 20, 28, 41-43. Schaeder, Geschichte der Plane zur Teilung, s. 23 ve devamı. Schramm, Kaiser, 1: 138 ve devamı; Folz, Le Souvenir ... Charlemagne, 191 ve devamı; Graus, "Die Entstehung der mittelalterlichen Staaten" , s. 57.

da, Karadeniz ırmak vadilerindeki geniş Ortodoks siyasi kurumlarla papalı­ ğın desteklediği krallıklar arasındaki ortaya çıkan sürtüşme önemsizdi çün­ kü onlann yerleşimlerini büyük ormanlar ayınyordu. Moğol istilalanna ka­ dar, Baltık Denizi yakınlanndaki, görece zayıf Rus ticari siyasi kurumlan bi­ le, İskandinav ve Töton Tarikatı'nın sahil boyunca genişlemesine karşı ken­ di kendilerini savunabildi. Moğol parçalanması, Kiev'deki ana Rus Ortodoks merkezini yerle bir etti ve hayatta kalan Rus prensliklerini farklı yönlere it­ ti. Kuzeybatıda kurumsallaşmış olanlar, başlangıçta pagan Litvanya'nın de­ netimine girdi. Belirmekte olan bu siyasi kurum tarafından özümsenen Do­ ğu Slavlannın sayısı öylesine çoktu ve onlann kültürel düzeyi görece öylesi­ ne ileriydi ki, 14. yüzyılın başında Litvanya seçkinlerinin, yeni bir Ortodoks siyasi kurumda özümsenmesi olası göründü. Bununla beraber Macarlar gibi yerli Litvanyalılar da dilbilim öncesi nevi şahsına münhasır bir mit tarafın­ dan desteklenmişti. Onlar Baltık lehçelerinin, Neman Nehri boyundaki Ro­ malı sömürgeciler aracılığıyla Latinceden uyarlandığına inanıyordu. Sonuç olarak Litvanyalılar -her ne kadar Roma kökenieri üzerinde hak iddiasında bulunan Litvanya destanı, soylulann elindeki tek yazılı dil olan Kilise Slav­ casıyla korunmuşsa da- hem Lehçeyi hem de Doğu Slav dillerini küçümsedi. 1 5 . yüzyıl boyunca Litvanyalılann yaklaşık yansı Ortodoksluğa geçti ve Slav nüfus içinde özümsendi.83 Bununla beraber ülkenin batı kısmı, jagietto Hanedam gibi, Katolik oldu. Iki siyasi kurumun 1386'da bir hükümdar altın­ da birleşmesinden sonra Leh soylulannın artan etkisinin yanı sıra bu din de­ ğiştirme belirleyiciydi. Birlik öncelikli olarak hanedan ile ilgili nedenlerle mo­ tive edilse de (Lehler, Brandenburg ve Macaristan'ın bölünme düzenlemeleri­ ni geri çevirmek için yakın zamanda vaftiz edilmiş II. Wladyslaw JagieUo gi­ bi güçlü bir lidere ihtiyaç duyuyordu) , Kilise Meclisi'nin doğuya doğru geniş­ leme çabalannın bir birikimini de temsil etti. 84 Son Piast Kralı III. Kazimierz ( 1 333- 1370) , hala pagan olan Litvanyalılara, kafir Tatariara ve özellikle Im­ pios Ruthenorum'a -başanlı, yerel Ortodoks Doğu Slav elçilerine- karşı Kilise Meclisi'nin mali desteğini memnuniyetle karşıladı. O ana dek Moskova ciddi bir biçimde düşünmekten çok uzaktı. Kazimierz, esasen Halich'in güneyba­ tı prensliğini ele geçirdi; daha sonra Rutenlerin neredeyse tamamını, yani Or­ todoks Doğu Slavlanm ele geçirdi. Kazimierz onlann soylutanna karşı uzlaş­ tıncıydı; birkaç on yıl sonra Katolik bir hiyerarşi devreye sokulduysa da Leh krallan Ortodoks hiyerarşisine hoşgörü göstermeye devam etti.85 Onun ölü­ münden dört yıl sonra bu piskoposlar grubu, daha sonra Moskova'ya yerleşe­ cek olan Kiev "ve Tüm Rusya"nın metropolitine bağlandı. 83 84 85

Martel, s. 5 1 , 161 ve devamı, 1 7 1 . Schaeder, Geschichte der Plane zur Teilung, s. 41 ve devamı. Rhode, s. 64; Bachtold, s. 14 ve devamı, 25. 279

Gerçekten de Kiev metropolitliğinin konumu , Ortodoks-Katalik düşman­ lığının en hassas göstergelerinden biriydi. Kiev Rusya'sı döneminden hayat­ ta kalan tek merkezi kurum olarak metropolitlik, Doğu Slavlannın görkem­ li dönemlerinin nostaljisi için güçlü bir çağn dayattı. Alexandre Eck, duru­ mu şu şekilde özetler: Ortaçag Rus toplumunda Prensler, savunma unsurlarının çevresinde kris­ talleştigi teritoryal örgütlenme merkezlerini temsil etti. Onların yanı sıra iş­ lev gören bir başka örgütleyici güç, kilise, ayrım gözetmeksizin etkinlikleri­ ni, aynı anda tüm prensiikiere genişletti. O zamanlar dini örgütlenme, tüm Rusya'da yaygın olan tek merkezileşmiş kurumdu. Kilise parçalanmış topra­ gm ayrılmış kısımlarını ve seyrek bir biçimde yayılan nüfusu birbirine bagla­ 86 yan tek çimento olarak hareket etti.

Moğol felaketini izleyen yanın yüzyıl boyunca ( 1 240- 1 299) , metropolit Karpatlar'ın eteklerindeki Halich prensliğinde ikamet etti. Yaklaşık olarak yirmi sekiz yıldan fazla bir süre boyunca ( 1 299- 1327) zamanın kuzeydo­ ğu ormanlannın en güçlü prensliği olan Vladimir'de yaşadı. 137l'den sonra metropolitlik (16. yüzyılın sonunda yerini patrikliğe bıraktı) Moskova'day­ dı. Metropolitlerin orada kurumsallaşması prensliğin, Ortodoks Rusya'nın liderliği savı için önemli bir adım oluşturdu. Bununla beraber 1354-1381 ve 1416-1419 yıllan boyunca Litvanyalılar, Ortodoks uyruklan için, en yüksek dini otorite olarak, doğrudan Konstantinopolis patfiğinin yönetimi altında olan ayrı bir metropolit üzerinde ısrar etti. Buna rağmen, Moskova, 14581 596 yıllan arasında papayla ilişkileri sürdüren Kiev'deki bir Litvanya met­ ropolit kurumunu tanımayı reddetti.87 Üçüncü bir Ortodoks metropolitlik bir süre için, 1302'den sonra, Halich ve yeniden 1539'dan sonra Leh hima­ yesi altında var oldu. Konstantinopolis'le birlik içinde olan Ortodoks piskoposlar, Leh sekü­ ler otoritesini genellikle tanımaya ve (bir sonraki bölüme bakın) Leh di­ linin saygınlığı arttıkça, ayinle ilgili amaçlar hariç her alanda onu kullan­ maya hazırdı. Reformasyon-karşıtı hareketten kaynaklanan baskılar, Orto­ doks ruhbanın (çoğunluğu Halich'te ya da daha bilinir olduğu haliyle Galiç­ ya'da) önemli bir azınlığının Ruten (Uniat) ayinlerini elde tutarak Roma'ya bağlanmaya yöneltti. Bu rahiplerin evlenmesine izin verildi; hem onlar hem de onların piskoposlan, Kilise Slavcasının kullanıldığı ayini kullanmaya de­ vam etti. Eğitimsizlikleri Uniat ruhbanın saygınlığının düşük kalmasına ne­ den oldu ve kutsal tarikatiara katılmayan rahiplerin oğullarına, feodal top­ lumda bir yer bulma sorunu, onları seiflere indirgeyerek çözüldü. Leh Ciz86 87 280

Eck, s. 122. . A.g.e. , Seton-Watson, s. 490, 2n; Bachtold, s. 59; Martel, s. 15.

vitleri, kendi okullannda Ortodoksiann egitimini vurgulamaya devam ede­ rek, Galiçya Dogu Slavlannı tamamen özümserneye istekliydi. Ortodoks Ru­ tenler kültürel olarak Lehleşmeyi din degiştirmeye tercih ederek Uniat Kili­ selerin Latince ayinlere taraftar kazanmaya çalışanlardan daha kötü oldugu­ nu düşündü.88 Leh bölünmesinden sonra, Galiçya'daki Avusturya hükümeti, Leh hegemonyasına ve Rusya'nın çekimine karşı önemli bir engel olarak gör­ dügü Uniat Kiliselerinin ruhbamnın eğitim standartlannı önemli ölçüde iyi­ leştirdi.89 Macaristan Krallıgı'ndaki Uniat Kilisderin geniş gruplan (bazılan Ruten ya da Ukraynalı, 19. yüzyılda bilinir olduklan haliyle çogu Rumen) , Habsburg lmparatorlugu'nun Katolik çogunlugunun ihmal edilmiş bir kesi­ mi olarak kaldı.90 19. yüzyıla dogru Uniat Ukraynalılar ulusal bilinçte önem­ li bir rol oynamaya başladı. Bununla beraber Ukrayna hareketi birincil miti­ ni, eski Lehistan'daki Katolik-Ortodoks sınınndan çok, İslam-Hıristiyan sı­ nınndaki Kazak deneyiminden türetti.

Reformasyon ve etnisite Protestan Reformasyonu'nun ve Katolik Reformasyon karşıtlıgının etnisite üzerindeki etkisinin aynntılı bir açıklaması cilder gerektirir. Her dini bölün­ me karmaşık etkiler üretse de 16. ve 1 7. yüzyıllann dini çatışmalannın ni­ hai sonuçlan, neredeyse çözümlerneyi aşacak kadar çelişkilidir. Kimlik üze­ rindeki, görünüşe göre kaprisli etkilerinin, nevi şahsına münhasır örnekle­ ri, az önce ele alınan Dogu Orta Avrupa alanında ortaya çıkar. Ömegin Le­ histan'da Katolik misyonerler Ortodoks Rutenyalı soylulann, nadiren din degiştirmesini saglayabildi. Bununla beraber Reformasyon'un ilk dalgasın­ da görece çok sayıdaki soylu Lutherci oldu; bu deneyimden sonra din degiş­ tirenterin birçogu, Ortodoksluga geri dönmek yerine Katoliklige katılmaya çok da zorlanmadan ikna edildi. Transilvanya'da birebir bir etki gözlemlene­ bilir. Rumenler ancak geçmişte, bir süre Katolik kaldıktan sonra Protestanlı­ ga döndürülebildi. 91 Her iki durumda da açıklama, ilerideki degişimi kolay­ laştıran, kimlikteki sürekliligin yitirilmesi, Greko-Slav gelenekten eksiksiz bir kopuş olarak görünür.92 Hermann Aubin ve arkadaşlan Orta Almanya'da Lutherci ve Katolik etkilerin birbirini yatay kesen sonuçlannı vurguladı.93 88 89 90 91 92 93

Martel, s. 241 ve devamı, 289; Brawer, s. 103. Valjavec, Derjosephinismus, s. 152 ve devamı. Turczynski, s. 145 ve devamı, 167 ve devamı. Martel, s. 217; Valjavec, Geschichte ... Sudosteuropas, 2: 33. Martel, s. 217. Aubin, Frings ve Müller, s. 91. Reformasyonla Ingiliz ulusunun pekiştirilmesi arasındaki ilişki tartışıldı. Yakın zamanda Femand Braudel (Civilisation Materielle, 3: 3 1 2) l453'e dek ingilte­ re'nin "Anglo-Fransız mekıinı"nın bir eyaleti gibi hareket ettigi sonucuna vardı. izleyen yüzyıl281

Yüzyıllar boyunca haklı nedenlerle Germen tarihçiler, 16. yüzyılda taraflar­ dan birinin ya da diğerinin kesin bir zafer kazandığı Ingiltere, Fransa ve Is­ panya gibi siyasi kurumlarla karşılaştınldığında, Reformasyon'un ülkelerini bölmesinin onun birliğini geciktirdiğinden yakındı. Bununla beraber Refor­ masyon'dan hemen önce Kutsal Roma Imparatorluğu'nun aşın zayıflığı göz önünde bulundurulduğunda, dini çekişmenin neden mi yoksa sonuç mu ol­ duğu merak uyandınr. Almanya'daki din savaşlan ve cuius regio eius religio (yöneten kimse, dini de o belirler) ilkesi, şüphesiz özerk eğilimleri besledi. Diğer yandan Habsburglar dini birlik bayrağı altında geçici olarak özerkliğin üstesinden geldi. Yine, Katolik dini meşrulaştırma ve İspanyol ordusunun somut yardımı olmaksızın, onlarınkinden daha güçlü bir Alman devletinin, o dönemde ortaya çıkıp çıkamayacağı merak edilebilir. Reformasyon dönemi olayları, görünüşe göre güçlü etnik mitler geliş­ tiren bazı siyasi kurumlan kesinlikle ortadan kaldırdı. Ingilizce konuşan okuyucu, hemen lskoçya bağımsız krallığını ve Irianda'nın yerli yöneti­ mini hemen düşünecektir. Bohemya örneği şu ana dek birçok kez belirtil­ di. Reformasyon öncesi Hussit* hareketinin, etnik içerimlerinde fazlasıyla muğlak olduğunu hatırlamak önemlidir. Dil sorununu öne çıkardığı ölçü­ de Hussit hareketi, muhtemelen Bohemya'daki dilsel aynınların nevi şahsı­ na münhasır yoğunluğu nedeniyle, şüphesiz erken gelişmiş "modern" bir hareket oluşturdu. Bohemya'daki dini örgütlenme, daha saldırgan Germen Hamburg, Magdeburg ya da Salzburg otoritelerinden çok Mainz psikopos­ luk idaresinden türetilmiş tL Dahası misyonerler, yerli Pi'emyslid haneda­ nının koruması altında geldi. Hanedan öylesine çok sayıda Germen kolon­ yalist ve kentli getirtmişti ki 14. yüzyıla doğru krallıklan, yaşayanların kö­ kenleri itibanyla tamamen kanşık hale gelmişti. Bundan sonra Bohemya, esas olarak Germen olan birçok hanedan tarafından miras alındı. En azın­ dan l 294'e doğru , Prag Üniversitesi'nin kuruluşunu geciktirmeye yetecek kadar, "yabancılar"a karşı yerel aristokrat tepki bulunuyordu. Ister Çek is­ terse de Germen olsun ilk Bohemyalı rahipler bile, rakipler olarak dışlan­ mışlann akınına içerlemişti. 94 Heın Germen hem de Çek tarihçiler, john Hus ve onun takipçiterinin 1409'da Germenlere, ne ölçüde Germen olduklanndan mı yoksa sadece yada, kısmen Reformasyon'un ama esas olarak Kıta'dan askeri olarak dışlanmasının sonucu ola­ rak Ingiltere "bir ada haline geldi". ( * ) john Oan) Hus (1373-1415): Constantine Konsil'i tarafından sapkın olmakla suçlanan ve ya­ kılarak öldürülen reform lideri. Onun ölümü yönettigi harekete ilham verdi ve onu güçlendir­ di - ç.n. 94 Graus, "Die Entstehung der mittelalterlichen Staaten" , s. 61. Hus'tan bir kuşak önce Lüksem­ burg Hanedam'nın Çek geleneklerini, dilini ve ruhhan örgütlenmesini teşviki hakkında özellik­ le bkz. Spevacek, s. 67, 1 16 ve devamı, 186, 191. 282

bancı olduklan için karşı çıktığı konusunda anlaşamaz. Onun, iyi Germen­ leri kötü Bohemyalılara tercih ettiği ve her iki etnik unsuru da içeren bir ulus arzuladığı söylenir. Ama Hus, birkaç yıllık iktidan boyunca görünü­ şe göre "sapkınlar" olarak sadece Germenleri yaktığından, Roma'yı kesin­ likle yabancılada özdeşleştirdi. Üniversite öğrencilerinin ve profesörleri­ nin birçoğunun, birçok Germen burjuvasıyla birlikte Prag'ı terk etmesi şa­ şırtıcı değildir. Buna rağmen bir ölçüye dek Hus'a karşı muhalefet, nüfusun eğitimli ve zengin yansıyla, ibadet ederken sadece kendi dillerini kullan­ mayı talep eden Çek zanaatkarlar arasındaki bir sınıf çatışmasıydı, ama ka­ bul görmüş Germenler, uzun zaman önce Bohemya'ya yerleşmiş ve Çekçe­ yi özümsemişti. 95 Her ne kadar 1 7 . yüzyıldaki mücadelenin trajik şiddeti, tarihin bir komedi olarak tekerrür ettiğine dair Karl Marx'ın özdeyişini uygunsuz kılsa da, Bo­ hemya'daki dini çatışmanın neredeyse iki yüzyıl sonra tekrar etmesinde kay­ da değer bir ironi bulunur. Onlar Husitlerin mitini kendilerinin merkezi ide­ olojisi yapsa da Protestan soylular ve burjuvazi, bir Çek köylü ayaklanma­ sını başlatır korkusuyla, acı sona direnmeye isteksizdi. Dahası bu sefer Pro­ testaniann var olan tek müttefiki Germenler olsa da, Habsburg karşıtı Çek hizbi, en az Husitler kadar Germen göçünü ve kültürel etkisini tersine çe­ virmeye kararlıydı. Anlayışlı bir tarihçiye göre, onlann dilsel vurgusunun bu ideolojik görünümüne, Protestan Bohemyalı soylu ailelerin birçoğunun ku­ şaklar boyunca Çekçe konuşmadığı gerçeğiyle işaret edildi. Bununla bera­ ber daha önceki çatışmada olduğu gibi Katolik karşıtı hizip, l609'da herke­ sin Çekçe öğrenmesini talep ederek harekete geçti. l 6 1 5'te Bohemya Mec­ lisi, mirasın, daha yaşlı kardeşleri Çekçe öğrenmediyse, Çekçe öğrenen da­ ha genç çocuklara geçmesi gerektiğine karar verdi; aynca bir göçmen aileye, üç kuşak boyunca ikamet ve Çekçeye hakimiyet elde etmeksizin memuriyet sahibi olmasına izin verilmedi.96 Altıncı Bölüm'de de belirtildiği gibi, Habs­ burglar ve onlann ithal edilmiş soyluluğu, Otuz Yıl Savaşlan'nda mutlak za­ feri elde ettikten sonra bu tür düzenlemeleri tersine çevirdi. Sonuç olarak Bohemya, Reformasyon'un ve Karşı Reformasyon'un, uzun zaman önce ku­ rumsallaşmış bir siyasi kurumun ve onun simgeleriyle özdeşleşmiş bir "ta­ rihsel ulus"un yüzyıllar boyunca batınasına neden olmasının, oldukça açık bir örneğini sağlar. Doğmakta olan bir Flaman ulusuna, Birleşik Hollanda ve İspanyol Hollanda'sı arasındaki Reformasyon bölünmesiyle son verildiği de ileri sürülebilir. Elbette bu durumda, yoğun bir seçkin Kalvinist dini özdeş­ leşme üzerine temellenen yeni bir Hollanda ulusu, bir anlamda doğmakta 95 96

Radl, s. 45 ve devamı; Koppelmann, s. 217 ve devamı; Czuczka, s. 78 ve devamı; Hofler, s. 131, 280 ve devamı, 323 ve devamı. Denis, 1: 148; A. Fischel, s. xvıı ve devamı; Radl, s. 73. 283

olan bir Flaman kimliginin suya gömülmesini dengeledi. Gelişme Almanca konuşan alanın nihai bölünmesi için son derece önemli sonuçlara sahip ol­ dugundan Sekizinci Bölüm'de daha etraflıca ele alınacak. Daha genel olarak, Reformasyon'un ve Karşı Reformasyon'un etnisite üze­ rindeki en güçlü etkisinin, onun dilsel bileşeni üzerindeki farkmdalıgm yük­ selmesi oldugu sonucuna vanlabilir. 16. yüzyıl, incelikli/özenli bir dil ola­ rak Latincenin ortak kullanımı üzerine temellenen önceki Ortaçag birligi ve Mutlakıyetçi yönetim altmda Fransız tarzlannın ve dilinin nihai hakimiye­ ti ile karşılaştınldıgmda etnik bilinç döngüsünün yüksek bir noktası olarak görülebilir. Ama bu aşama kolayca üstesinden gelinebilir degildi. Sonuçlar bir baştan digerine uzanıyordu; anadiller için endişenin en güçlü tezahürle­ ri oldugu haliyle Protestanlıgm ya da Katolikligin özel niteliklerinden degil ama iki dini hareket arasındaki mücadelenin yapaylıgı olarak ortaya çıktı. Son kertede, dini rekabetin yogun oldugu zamanlarda, eski sapkmlıklar dö­ neminde ve yeniden 9. yüzyıldaki Dogu Orta Avrupa'da oldugu gibi, dil gibi kitlesel bir niteligin öne çıkacagmı kabul etmek gerekir. Bunun böyle olma­ sı rahatsız edici olabilir; ama görüngüyü tanımak, örtük kitlesel karakteris­ tikleri kaçınılmaz bir biçimde harekete geçiren dini örgütlerin yüksek nüfuz edici gücünü kabul etmektir.

Islam'da örgütsel yarılmalar Bu noktaya kadar, lslam'm, örgütlü dinlerde bölünmenin bir ömegi olarak fiili manada görmezden gelinişi, Müslüman ve Hıristiyan egilimleri karşılaş­ tırma konusundaki kaygıma karşıtmış gibi görünebilir. Ama lslam'm, özgül siyasi kururolann önemini asgariye indirgernesiyle ilgili olarak önceki bö­ lümlerde ortaya çıkan şey burada da geçerlidir. Dinin hakim egilimi, inan­ cm temel gereksinimleri güvence altına alındıgı sürece siyasi yapılan önem­ siz olarak görmektir. Sonuçta, dini yapılann, ortak lslam kimligi içindeki da­ ha smırlandınlmış türden kimlikler üzerinde, ya dogrudan ya da belirli siya­ si kuruıniann mitlerini etkileyerek güçlü bir etki dayatması beklenmeyebi­ lir. Diger yandan simgeler ve mitler, görünüşte simgesel iletişimin önemini reddeden bir sistemde dahi, kendilerine ait yaşamlar geliştirme egiliminde­ dir. 16. yüzyılın ilkçeyregi, tam da Batı Hıristiyanlıgının en bölücü dini kav­ gaya tanıklık etmeye başladıgı dönemde, lslam içinde en aşın ve kalıcı hizip­ leşmeyi de gördü. Protestan Reformasyonu ve Şiiligin oluşmasının zamanlamasındaki ça­ kışma büyük bir olasılıkla rastlantısaldı. Hem Protestanlıga hem de Şiilige, cuius regio eius religio -ne Şiiler ne de onlann Sünni düşmanlan bu deyimi bilmese de- ilkesi üzerine temellenen seküler yöneticilerin aşın eziyeti ne284

den oldu. Ama nihai sonuçlar keskin bir biçimde farklılaştı. Batı'da belir­ mekte olan belirli uluslar sulara gömülür ve diğerleri dini çatışmadan do­ ğarken, etnik kimliğin gücünü hızla üstlenen tek bir yanlma, Persleri Müs­ lüman dünyanın geri kalanından kopardı. Bu aynimaya hangi etmenler sü­ rükledi, neden daha önce ortaya çıkmadı ve neden 16. yüzyılın özel koşul­ ları bunu olanaklı kıldı gibi sorular, zengin akademik yazının incelenmesi­ ni gerektirir. Otoriter iç ilişkilere sahip, sabit bir yapıdan yoksun olan İslam öğretisinin otoriteleri, alanlarını diğer öğretilerin aleyhine genişletmek için, Hıristiyan hiyerarşilerinin sahip olduğundan muhtemelen daha az dürtüye sahipti ve bu tür bir genişleme için gerekli örgütsel kapasiteden kesinlikle yoksundu. İslam öğretisinin otoritesinin genel ilkeleri basitti. Her Sünni Müslüman -Şii sistemi bu açıdan bir şekilde daha az biçiınselleştirilmişti- tek bir "hukuk" okuluna, yani, dini normlara sadık kalmak zorundadır. Kabul edilmiş dört mezhep 9. yüzyılın ortalanna dek geriye gider, diğer üçü 1300 dolaylarında yavaş yavaş ortadan kayboldu. Ortodoks Sünni Müslümanların, "şeriatın ka­ pılarının" , günümüzde izin verilenden daha geniş yoruma açık olduğunu ka­ bul ettiği bir zamanda, onları kuran alimierin adlarıyla anılan okullar, Hane­ filik, Malikilik, Hanbelilik ve Şafiiliktir. Aşağıda ileri sürüleceği üzere, Müs­ lüman dünyanın birçok bölgesinde tek bir mezhep hükmeder. Bu durumda, yaşamı boyunca o bölgede yaşayan bir erkeğin (bir kadın nadiren bir tercih dile getirebilecek konumdadır) gerçek bir seçeneği yoktur. Benzer bir biçim­ de verili bir bölgede uzun süre yerleşmiş olan bir Müslüman oradaki hakim mezhebe bağlanır çünkü bir yargı gerektiren herhangi bir sorun erişilebilir olan kadı'ya götürülmek zorundadır. Bu tür sorunlar tamamen vicdan so­ runları olabilir; yakın aile tartışmalarını içerebilir; ya da bir Batı toplumun­ da sulh hukuk mahkemelerinin karara bağlayabileceği türden komşuluk ya da iş ilişkisiyle ilgili olabilir.97 Bununla beraber tek bir mezhebin bölgesel hakimiyetine önemli bir istis­ na varolageldi. Abbasi Bağdat'ı birçok mezhebe sahipti ve İsfahan, 16. yüz­ yıldaki daha derin Şii-Sünni bölünmesine dek uzanan Hanefiler ve Şafiiler arasındaki güçlü hizbi düşmanlıklada bölünmüş olmaya devam etti. Mem­ lük Mısır'ı ve Suriye'si mezheplere yaklaşımlannda en Katalik olanlardı. Her biri, doruğunda Kahire'deki bir büyük kadı olan hclkimlerin dört pirarnidi­ ne hoşgörü gösterildi. Dini hakim düzeyinde bağlılık, genellikle kadı'nın eği­ tim gördüğü yer tarafından belirleniyordu. Birçok medrese dört mezhebin tü­ münden eğitimcilere sahipti. Sonuç olarak öğrenciler iç içe geçmişti; ortaya 97

Schacht, "Zur soziologischen Betrachtung", s. 229-236; Schacht, An Introduction to Islamic Law, s. 65 ve devamı; Fattal, s. x; Hodgson, 1 : 335-345. Bulliet (Conversion, s. 61) aile geleneginden uzaklaşmanın ve hukuk okuluna baglanmanın seyrek olduguna işaret eder. 285

çıkan tartışmalar şeriata sadakatten ziyade, farklı bölgelerden erkeklerin ya­ şadıktan ayn mahalleler üzerine temellenirmiş gibi göründü. 98 Osmanlılar, siyasi yöneticilerin ihtiyaçlanna uyum saglamada daha es­ nek olan Hanefi mezhebini tercih etti. Sonuçta, Hanefilik, Irak'ta kadı'lann bu mezhebe az ya da çok zorunlu geçişinin yanı sıra Mısır'da diger mezhep­ lere (daha önceki biçimsel eşitlik olmaksızın) süregiden hoşgörüyle, impa­ ratorluklannın dört bir yanında "kurumsallaştı" . Sadece Maliki Kuzey Afri­ ka'da (Tunus ve Cezayir; Osmanlılar Fas üzerinde süzerenlik elde etmedi) Hanefi mezhebinin kurumsallaşması etnik yanlmaya yaklaşan bir şeye ne­ den oldu . Türk yöneticiler ve askerler, Türk kubbeleri ya da en azından se­ kiz köşeli minarelerle donanmış yeni camilerle tamamlanan kendi mezhep­ lerini ihraç etmekte ısrar ederken, yerli Müslümanlar kare Muvahhid mina­ releriyle Maliki mezhebine sıkı sıkı tutundu. Birçok akademisyen, I l . yüz­ yıla dogru, Maliki mezhebinin Magrip'in bir ucundan digerine zaferini, esas olarak Hanefiligi tercih eden Araplada karşılaştınldıgında, Berberilerin püri­ tenizmine atfetti. Bu püriten dürtünün Müslüman Dogu'nun dünyevi kültü­ rüne karşı güvensizligi ögreten Muvahhidlerin yönetimi boyunca, Kuzey Af­ rikalılann içine işlemiş olması daha olası görünür. Ne olursa olsun Osman­ blann geldigi zamana dek hem Berberiler hem de Araplar Maliki mezhebine sadakatte birleşmişti. Gerçekten de bu baglılık öylesine güçlüdür ki, aşagıla­ nan Arap göçebelerinin, ayırt edici Magrip geleneginin savunuculan olarak "rehabilitasyonu"yla sonuçlanmıştı. 99 Türklerinkine karşıt olarak hakiki bir Magrip kimliginin olup olmadıgı ya da Magrip ayırt ediciliginin sürdürülmesinin öncelikli olarak onun aşın ya­ lıtılmışlıgının (çünkü Müslüman halklar denize çok fazla egilimli degildir) bir sonucu olup olmadıgı kesin degildir. Müslüman dünyada I lOO'den son­ ra öne çıkan sufi hareketler, aşagıda tartışılan tek bir Safevi istisnasıyla, kim­ lik üreticileri olarak daha da şüpheli bir role sahipti. Genel olarak bu popü­ ler dini hareketler (sufi "kaba bir yünlü giysi" anlamına gelir) , zaman zaman üç yaşam tarzını birleştirdiyse de, kentlilerden ya da köylülerden çok göçebe gruplara yöneldi. 100 Memurlara bir tepki olarak kırsal lslam, sufi'ler, Arap­ ça ve biçimsel edebi tarzlar yerine, halk geleneklerini ve dillerini vurgula­ dı. Anadolu'da, oldukça yaygın sufi (derviş) tarikatlan, sadece Arapçadan ve Farsçadan degil, nevi şahsına münhasır Osmanlı Türk Saray dil kodundan da farklı olan, halk Türkçesinin sürdürülmesine katkıda bulundu. 101 Hodgson, 3: 30; Hautecoeur ve Wiet, 1: 101; Darraj , s. 340; Miquel, L'lslam et Sa Civilisation, s. 193. 99 l.aroui, 1: 109-1 10; Hodgson, 2: 27l ; Julien, s. 279, 292; Miquel, L'Islam et Sa Civilisation, s. 184. 100 Julien, s. 197; Hodgson, 2: 206 ve devamı. 101 Birge, s. 16.

98

286

Gerçek bir etnik kimlik üreten tek suft tari�atı bunu oldukça dolaylı yol­ lardan yaptı. Safiyüddin bir sujf tarikatının liderligini 1 300 dolaylarında Azerbaycan'da üstlendi. Onun halefieri ona, Şii Yedinci Imam'la ilişkili olan, yirmi birinci göbekten bir Güney Arabistanlıya dek geriye giden bir soykü­ tügü atfetti. Yedinci Imam Muhammed'in torunu Ali'nin soyundan geliyor­ du . Yaradılış'ın "vücuda getirdiklerini" (rastlantısal olmayan bir biçimde) andıran bu karmaşık tarih, bir akademisyenin, Safiyüddin'in hakikaten kom­ şu Kürtlerin soyundan gelen biri olup olmadıgı konusunda şüpheleurnesi­ ni engellemedi. Diger Azerbaycanlı dervişler gibi o Türkçe ve Farsça konuş­ tu. 102 Erdebil'de küçük bir teokrasi kurmuş olan Safevi sujf liderler, görü­ nüşe göre llhanlardan ve Timurlenk'ten özel muamele görüyordu. Bunun­ la beraber, onların siyasete esas girişi, Azerbaycan'daki "Akkoyunlular" Tür­ ki rejiminin prensiyle karmaşık bir evlilik ve vesayet ilişkisi aracılıgıyla, 1 5 . yüzyılın sonunda meydana geldi. 1499'da hem sujf tarikatının hem d e Türki yöneticinin halefi ve mirasçısı olan İsmail, topraklarım genişletmeye başla­ dı. Onun meşrulaştıncı miti, (Hıristiyan Kafkaslar'a yöneltilmiş) gazi tema­ sının, (kentli Osmanlılan hedef alan) mehdi püritenizminin ve Türk göçebe cazibesinin tipik bir alaşımıydı. Hakikaten mit bloku Osmanlıların bir ya da iki yüzyıl önce kendilerinin kullandıgı mitlerden çok farklı degildi. Bunun­ la beraber 1499'a dogru, tsrnail ve onun sujf tarikatı, Azerbaycan'daki ve Do­ gu Anadolu'daki birçok Türki unsurun yanı sıra Şiileşti. 1 03 Kavme adını ve­ ren ata ve onun dogrudan soyundan gelenler neredeyse kesin bir biçimde Sünni olsa da, 1 5 . yüzyılın sonundan itibaren Safevi Hanedam, bu neden­ le Şiilikle özdeşleştirildi ve Islam içindeki Sünni hakimiyetine acı bir biçim­ de muhalif oldu. Görünüşe göre İsmail, Anadolu'daki Osmanlı iktidarını yıkınanın yanı sı­ ra Iran'daki daha küçük rejimleri yenilgiye ugratmayı umdu. Dogu Anado­ lu'daki Şii gücü, Dogu Iran'dakinden muhtemelen daha büyüktü. Bunun­ la beraber, Michel M. Mazzaoui'nin de işaret ettigi gibi, "Iran ve Anadolu arasındaki sınırlar bu dönem boyunca kesin bir biçimde çizilemedi. (. . . ) Bu [ "özgür hareketin ve etkileşimin açık toplumu" ) (. . . ) dini fikirlerin yayılma­ sına yardım eden muhtemelen en önemli unsurdu" . Şii hizbi genel olarak kentsel alanlarda zayıftı - kısmen Türk olan, Azerbaycan'daki Tebriz Ken­ ti'nde tahmin edilen oran üçte birdi.104 Yine de bazı tarihçiler Iran'ın Şiilige karşı derin egilimlerinin olduguna inandı. Bu yorumun büyük bir unsuru, 8. yüzyılda Abbasi Hanedam'nın iktidan ele geçirmesinde, Perslilerin oldugu 102 Hinz, s. 12 ve devamı, 49 ve devamı; Mazzaoui, s. 45 ve devamı; Mole, s. 63; Efendiyev, s. 60. 103 Mazzaoui, s. 14 ve devamı, 62 ve devamı, 72; Hinz, s. 26, 73. 104 Mazzaoui, s. 14; Grenard, s. 137; Savory, "The Consolidation of Safawid Power", s. 84 ve deva­ mı; Spuler, Die Mongolaı ve harita. 287

kadar Şiilerin de rollerini abartan daha erken dönem tarihyazımı üzerine te­ melleniyormuş gibi görünür. Bu dönemin kültürel ve dilsel içerimlerinin da­ ha ayrıntılı ele alınışı Sekizinci Bölüm'de yer alacak. Burada sadece, ilk Ab­ basiler, Emevi halifelerine karşı, geçici olarak Şii muhalefetini nasıl kullan­ mış olurlarsa olsunlar, Abbasilerin Horasan'da ve Irak'ta yararlandığı hizbin takipçilerinin esas olarak Araplar olduğuna işaret etmek gereklidir. 105 Sünni rejimiere karşı uzlaşmazlık, genellikle sonraki Şii liderlerini karak­ terize etti, bunlardan bazılan Moğol istilacılannı son Sünni halifeden Bağ­ dat'ı ele geçirmeye teşvik etti. Birkaç yüzyıl önce belirli Htımi: halifeleri eşit derecede uzlaşmazdı. Bununla beraber Kuzey Irak'taki Şii Buyi siyasi kuru­ mu 932 ila 1055 arasında Abbasi halifeleri üzerinde hoşgörülü bir vesayet uyguladı. Htımi: rejimini atlatan, lsmaili: Şii hizbi ("Haşhaşiler") Moğolla­ ra ve Haçlılara karşı fanatik düşmanlıklanyla dikkat çekti ve Memlükler gi­ bi Sünni rejimiere hizmet etmeye hazırdı. 106 lsmaili: kalesi Erdebil'den uzak değildi. Bazı akademisyenler, Safiyüddin'e, 1499'dan bu yana tran'da saygı gösterilen Onikinci İmam'dan ziyade, hem tsrnailllerin hem de Htımi:lerin mitsel Gayb lmamı, Yedinci tınarn'ın soyundan olma atfını önemli görür. O zamanlar tsrnail'in danışmanlan, Onikinci İmam öğretisinin yazılı kanıtını bulmak için uzun bir arayış sürdürdü. tsrnail'in Gayb lmam olduğu iddiası kesin değildir; ne olursa olsun sufi: takipçileri tsrnail'in "kendisinin Allah'la birlikte durduğunu ama şimdi bu dünyada ortaya çıktığını" ileri sürdü. 107 Sonuç olarak Şii ruhhan sınıfı hiçbir zaman Safevi siyasi kurumunu tarihle­ rinin bir parçası olarak görmedi. Daha önceki fatihler gibi, Şah tsrnail ve onun doğrudan takipçileri kendi­ lerini, tamamı Şii olmayan Pers danışmanlada ve Arap Şii mollalarla kuşat­ tı. Şahın öğretisel meşruiyet kaygısı, kentsel geleneklerle eğitilmiş bu tür bir personeli muhtemelen zorunlu kıldı. Şah tsrnail'in önceden görülmemiş adı­ mı Pers kentlerindeki geniş Sünni unsurlara kitlesel olarak eziyet edilmesini içinde banndınyordu. Birçoğu Osmanlı İmparatorluğu'na kaçtı. Zaman za­ man Fatımı halifeleri gayrimüslimlere acımasızca eziyet etse de, genel olarak Htımi:ler, çoğunluğu Sünni olan tebaalannın üzerinde aşın baskı uygulama­ nın olanaksızlığını kabul etti. 17. yüzyıla doğru, Kürtler ve Türkmenler gibi azınlıklann dışında tran, Şii rejimierin daha önce hiçbir zaman elde edemediği derece homojen bir biçim­ de Şii'ydi. Gerçekten de bu tür bir öğretisel dayanışma, Sünni siyasi kurum­ lannda nadiren bulundu. Bununla beraber Şah tsrnail'in fanatizmine Osman105 Shaban, Islamic History, s. 163. Biraz farklı bir yorum için bkz. Corbin, s. 99 ve devamı. 106 Hodgson, 1: 495; Spuler, Die Mongolen;s. 236. 107 Mazzaoui, s. 85; Woods, s. 337-338; Sohrweide, "Der Siegder Safeviden" , s. 97-109, 123-24, 141, 197; Savory, Iran, s. 23. 288

lı'nın yanıtı Sünni ortodoksiyi güçlendirmek oldu. On binlerce Anadotulu Şii idam edildi ve daha da fazlası lran'a kaçtı. Safevi hak iddialanna karşı daha az duyarlı olan kentli Şiiler genellikle hoşgörüise de teşvik edilmezken; eziye­ tin yükü, tsrnail'in orada iktidan ele geçirmek için kullanmayı umduğu Kızıl­ baş Şii dervişlere yöneltildi. 108 Bir yüzyıl içinde birbirleriyle karşı karşıya ge­ len iki homojen bir biçimde sekter Islami siyasi kurumun ortaya çıkışı, Ba­ tı ulusal kimliğini andıran herhangi bir şeyle doğrudan sonuçlanmadı. Aza­ mi olarak, Ingiliz edebiyat tarihçisi Edward G. Browne'nin ortaya koyduğu gibi, Safeviler "ulusal duygunun temeli olan homojenliği üretti" .109 16. yüz­ yıldaki Germen bir gezgin, Osmanlılann, lranlılan Hıristiyanlardan daha az inançlı gördüklerini belirtti. 1 1° Konstantinopolis'i ziyaret eden lranlı tacirle­ rin, camilere girmelerine izin verilmeden önce Şiiliği inkar etmeleri gerekti­ ği doğrudur. Bununla beraber Osmanlı yöneticileri kavgalannın olduklan ha­ liyle lranlılarla olduğunu düşündü. 1 1 1 I . Sultan Selim, kendisini, Firdevsi'nin Turancı (Türk) Efrasiyab'ıyla (lsmail) savaşan mitsel iran kralıyla karşılaştır­ dı. Gerçekten de sultanlar ve onun maiyetleri, Osmanlı Türkçesi kadar Farsça konuştu ve Azerbaycan Türkçesi, 1 7 . yüzyıla dek Safevi saray dili olarak kal­ dı. 1 1 2 Dahası, Osmanlılann uzlaşmaz çelişkisinde, tuhaf bir biçimde Bizans'ın Sasanilere karşı tutumunu andıran, Safeviiere yönelik öfke dolu bir saygı un­ suru bulunuyordu. Örneğin Pers rejimi, Osmanlı sultanlannın gerçek anlam­ da büyükelçiler gönderip kabul ettiği tek rejimdi. Safevilerle kuzeydoğuda­ ki Sünni Özbekler arasındaki uzlaşmaz çelişki daha acımasızdı; tsrnail onla­ nn yöneticisine "inançsızlığın Cengizi ağacının bir dalı" olarak hitap etti. 1 1 3 Aşamalı olarak Safeviler, Yeniçerilerle yüzleşmekte yetersiz olan, gürültü­ cü yan göçebe tebaalanna yaslanmaya son verdi. Düzenli birlikler, sivil da­ nışmanlar gibi, Türkçe yerine Farsça kullanma eğilimindeydi. Yine de Pers kültürü, özellikle şiir göç ve heterodoksiye karşı Şii şüpheciliğinin bir sonu­ cu olarak Safevi rejiminde geriledi. 1 14

Özet ve sonuçlar Dini örgütler etnik kimlikler için önemlidir çünkü modem öncesi koşullar­ da bu tür örgütler bir nüfusun kitlelerine, geniş siyasi kururolann pek az yö108 109 ll O lll 112 l l3 l l4

E. Werner, s. 47; Hasluck, 1: 139, 1 72. Browne, A Literary History, 4: 15. Gerlach, s. 191. Sohrweide, "Dichter und Gelehrte", s. 295 ve devamı. Browne, A Literary History, 4: 13, 25; Efendiyev, s. 9. Woods, s. 233. Browne, A Literary History, 4: 25. Karş. Minorsky, s. 125. 289

netiminin elde edebileceği ölçüde nüfuz etti. Nüfuz edici güç iki durumda en görünür halini alır: ( l ) iki büyük evrensel dinin karakteristiği olan mis­ yonerlik etkinliği; ve (2) kendi içlerinde sekter tartışmalan. Hem lslam hem de Hıristiyanlık insanlan kendi dinlerine kazanma görevini üstlendiğinden hem misyonerlik etkinlikleri hem de sekterliğin savunuculuğu kitlelere eri­ şebilen iletişim biçimlerini gerektirir. Birçok Hıristiyan Kilisesi ağırlıklı ola­ rak (lslam'm açıkça işe koştuğu) sözlü olmayan simgeciliğe dayansa da, söz­ cüklerle iletişim, her iki dinin de daima birincil aracı olageldi; bu da onlann esas hakikatinin kutsal kitaplarda içeTildiğini vurguladı. Birçok teolojik tar­ tışma sadece seçkinlerin erişimincieki dilsel kodlada yapılan eleştirel yorum­ lara başvururken, vaaz ve yazılı çağnlar zorunlu olarak popüler dillerde ola­ geldi. Bu nedenle dini etkinlik, imparatorluğun yönetsel çalışanlan tarafm­ dan kullanılan, geleneksel seçkin dillerinde cisimleşen yüksek kültürel de­ ğerler üzerine aşın vurguyla karşıtlık oluşturur. Bu unsurlann bir sonucu olarak dini örgütler sadece imparatorluk yöne­ timlerinden daha nüfüz edici değildi; özellikle yoğun sekter tartışma dönem­ leri boyunca, dini örgütler popüler dillerin kullanımını ve yazılı tedvinini teşvik etti. Bu görüngü, Avrupa tarihinin iki dönemi boyunca özellikle fark edilebilirdir: Hıristiyanlar arasındaki, Ermeni, Nasturi, Süryani ve Kıpti gi­ bi dilleri merkezine alan etno-dinsel kimlikler üreten erken dönem öğretisel tartışmalar; ve birçok modem dili yazılı kültürel araçlara dönüştürmüş olan Reformasyon ve Karşı Reformasyon. Ermeniler, ayırt edici Gregoryen Hıristiyan kiliselerinin 5. yüzyılda orta­ ya çıkışından bu yana ve Yahudiler o zamanın iki katı boyunca, Ortadoğu ve Avrupa'nın geniş alanianna dağıimalanna rağmen fazlasıyla ayırt edici etno­ dinsel kimlikleri sürdürdü. Bu diasporalann ve daha az öne çıkan diğerleri­ nin gözlemlenmesi, aynştınlamaz bir kimlik bloku içinde dini farklılığın ve etnik kimliğin ne kadar direngen hale gelme eğiliminde olduğunu anlamak için bir anahtar sağlar. Arketipsel diasporalar, dilin etnisite ile yaşamsal ama ikircikli ilişkisini de örnekler. Onlann teritoryal yerleşimlerinin ilk dönem­ lerinden beri korurluklan fazlasıyla ayırt edici dilsel kodlar, Yahudi ve Gre­ goryen kutsal mitleri için araçlar oluşturmaya devam etti; dillerin gündelik kullanımı kimliklerin korunması için hayati değildi. Köken mitinin kendi­ si, özgül bir coğrafi kutsal merkeze odaklanarak, hakiki mythomoteur olarak işlev gördü. Tarihlerinin büyük bir kısmı boyunca, kısaca Dördüncü Bölüm'de ele alındığı üzere, kökeninde dini olan ve yaşamın en mahrem alanlannı düzen­ leyen farklı kanunnameler, Yahudi ve Ermeni kimliklerini koruyan önemli kurumsal mekanizmalar olageldi. Ermeni kanunlan (çoğu zaman etkisiz bir biçimde) bir hiyerarşi tarafından desteklenirken Yahudi kanunlan belirli se290

çimsel başvuru aşamalannı içeren bir sulh hukuk mahkemesi sistemi için­ de kurumsallaşmış topluluk baskısına dayandı. En öne çıkan iki arketipsel diaspora arasındaki bu kurumsal ayrım, belli başlı evrensel dinlerin kurum­ saHaştırdığı hukuki denetim mekanizmalannın iki türüne paraleldir. Tari­ hi boyunca lslam ve pek çok daha küçük Hıristiyan hizipleri, halk baskısıy­ la desteklenen sulh hukuk mahkemelerine dayanırken, en geleneksel Hıris­ tiyan kiliseleri biçimsel hiyerarşilere dayandı. Her iki mekanizma da ileti­ şim, toplumsal denetim ve öğretisel düzenliliğin sürdürülmesi için etkiliydi. Bu nedenle her ikisi de dini örgütlerin güçlü nüfuz edici potansiyeline kat­ kıda bulundu. Tanımı gereği hiyerarşik örgütler neredeyse tamamen, özerk topluluk ör­ gütlerine göre yargı yetkisiyle ilişkili tartışmalara daha eğilimlidir. Bu tür tartışmalar, erken Hıristiyan deneyimini "sapkınlıklar"la karakterize etmek­ le kalmadı, Doğu ve Batı Hıristiyan kiliselerinin arasındaki yanlmanın baş­ langıcı, en önemli olduklan zamandı. Son tartışma 4. yüzyıldan sonra, Roma İmparatorluğu'nun Grekçe kısmıyla Latin Batı arasında büyüyen bir kültü­ rel bölünmeye paralel olarak yer aldı ve onu güçlendirdi. Germenik istilalan Doğu-Batı iletişimini doğrudan engelledi ve dolaylı olarak, eğitim sistemini kesintiye uğratarak Batı'nın Greklerle iletişim becerisinin altını oydu. Önem­ li bir görüngüsel engel, yargı yetkisiyle ilgili yanlmayı güçlendirecek şekilde belirdi. Ne Doğulu ne de Batılı başpiskoposlar diğerinin öğretisel formülas­ yonunu, sadece katı semantik farklılıklar nedeniyle değil, aynı zamanda dü­ şünce tarzlan da farklılaştığı için, tam olarak kavrayabildi. Sonuç olarak yar­ gı yetkisine ilişkin çatışmanın ataleti ve onun çevresinde gelişen siyasi çıkar­ lar öğretisel yanlmayla daha da kötüleşti. Doğu Orta Avrupa'da siyasi olduğu kadar dini çıkarlan da içine alan mis­ yonerlik rekabeti, çatışmanın kültürel ve dilsel görünümlerini karmaşıklaş­ tırdı. l 204'te Haçlılann Konstantinopolis'i ele geçirmesinden sonra, Doğu­ Batı (ya da Ortodoks-Katolik) farklılaşması bir etnik çatışmanın birçok gö­ rünümünü üstlendi. Bu, Bizans'ın "Helen"le yeniden özdeşleşmesini güçlü bir biçimde etkiledi ve birçok Doğu ve Güney Slavlannı Katolik Slavlardan ayırdı. Birçok açıdan Ortodoksluk ve Latin Katoliklik üzerine temellenen uygarlık, lslam ve Hıristiyanlık kadar farklı hale geldi. Bununla beraber son­ raki uygarlıklann arasındaki yanlmanın aksine, iki Hıristiyan uygarlık ara­ sında, kesintisiz çatışmanın coğrafi sının gelişmedi. Nedenleri kısmen tesa­ düfidir: Batı ve Ortodoks merkezler (Konstantinopolis, Kiev, Moskova) ara­ sındaki büyük mesafe ve iki uygarlık arasındaki bozkır göçebeleri gibi dışsal güçlerin müdahalesi. Ama, Üçüncü Bölüm'de tartışılan lslami ve bozkır gö­ çebe değerlerinin nevi şahsına münhasır bileşiminin yokluğu, Hıristiyanlı­ ğın iki kolu arasında bu tür bir istikrarsız sının önledi. 291

19. yüzyıla degin tran ve Sünni Müslüman siyasi kurumlar arasındaki sını­ rın istikrarsızlıgı, bir ölçüde göçebe degerierinden kaynaklandı. Özgün tran kimliginin temeli, lslam uygarlıgı içindeki en önemli, direngen ögretisel ya­ rılmaydı. Sünniligin türleri ve Şia arasındaki yarılmanın, 16. yüzyıla dek farklı etnik kültürlerle özdeşleşmemesi olgusu, ögretinin etnisite ile nihai ilişkisinin tarihsel bir kaza olabilecegini akla getirir. Erken Safevi ve Osman­ lı yönetici seçkinleri kültürel olarak ayrılmaınıştı - ya da bu tür farklılıklar, belirmekte olan siyasi kurum oluşumunu boydan boya kesen hatlar boyun­ ca var oldu. Teritoryal olarak birleşmiş siyasi kurum temelleri üretmek için yogun siyasi çabalar, Anadolu ve tran'ın merkezi alanlan arasında belirli giz­ li kültürel ve dilsel farklılıklada birleşti; bununla birlikte, zaman içinde Şii ayırt ediciligi, lslam içindeki en istikrarlı etnik kimlige dönüştü. Dini örgütlerin nüfuz edici gücüyle muazzam bir biçimde zenginleşen di­ nin dönüştürücü gücü, ögretisel farklılıklan etnisite için çok önemli kıldı. Bu önem, yüksek derecede nüfuz edici siyasi mekanizmaların geç modem gelişimden önce görece daha büyüktü. Yine de, etno-dinsel kimliklerin etki­ si, yaygın, çagdaş etno-dilsel kimliklere rakip olmaya devam eder.

292

SEKIZINCI BÖLÜM

D I L: K O D VE I LETI Ş I M

Bölümlenmiş siyasi kurumlarda dilsel kodlar Dil, etnik kimliği etkileyen etmenlerin en önemsizi olduğu için değil, yanlış anlaşılması en olası olanı olduğu için sona bırakıldı. Hem milliyetçiler hem de milliyetçiliği araştıran akademisyenler tarafından etnisitenin dilsel görü­ nümü üzerine yerleştirilen aşın vurgu, bu çalışmanın başında tartışıldı. llk olarak diğer etmenleri göz önünde bulundurarak ve aşamalı olarak dilsel so­ runlara dikkati artırarak, bu tür bir aşın vurgudan kaçınmaya ama aynı za­ manda etnik kimliğin karmaşık örüntüsünde önemli bir unsur olarak dili görmezden gelmemeye de çalıştım. Bölgesel bağlılığın, göçebelerin ve soy­ kütüksel gruplandırmalann tkinci Bölüm'de ele alınışı, erken dönem etnik gruplaşmalann, dilsel ilişkilere çok dikkat etmeksizin ortaya çıkabileceğini vurgulamak için dilden mümkün olduğunca farklı düşünüldü. Bir bağımsız değişken olarak siyasete sonraki bölümlerdeki vurgu dilin çoğu zaman, siya­ si kurum oluşumunun nedeninden çok ürünü olduğunu ileri sürdü; ama ne­ den ve sonuç nadiren tek yönlüydü. Dini örgütlerin nüfuz edici kapasitesi, örgütlerin etkinliklerinde dilsel etmenleri daha önemli kıldı ama temel dini yanlmalar çoğu zaman öncelikli olarak dilsel değildi. Dilbilimin sosyal bilimler arasındaki özel konumu, diğer etmeniere açıklık kazandınlıncaya kadar dili göz önünde bulundurmayı ertelemenin iyi bir ne­ deni olarak da göründü. Levi-Strauss'un yazdığı gibi dilbilim "basitçe diğerleri gibi yalnızca bir sosyal bilim değildir, daha ziyade en büyük ilerlemenin kay­ dedildiği alandır" .1 Bununla beraber antropologlann dışında az sayıda sosyal Levi-Strauss, Structural Anthropology, s. 3 1 . 293

bilimci, dilbilim kuramını kendi disiplinleriyle bağlantıtandırma gibi bir te­ mel görevi üstlendi.2 Olabildiğince kesin bir biçimde dilbilimin etnik kimlik­ le ilişkili veçhelerini sınırlandırmakta, Fredrik Barth, bir kez daha, paha biçil­ mez bir rehberdir: 'Tek başına toplumsal olarak ilgili etmenler, diğer etmen­ ler tarafından yaratılan görünür, 'nesnel' farklılıklann değil, üyelik için belir­ ti hale geldi. O, benzemez üyelerin görünür davranışlannda nasıl olabilecek­ lerinde aynm gözetmez - Onlar, bir başka benzer kategori B'nin aksine, A ol­ duklannı söylerlerse, onlar B'ler olarak değil, A'lar olarak muamele görmek is­ temektedir; bir başka deyişle, onlar A'lann paylaşılan kültürüne sadakatlerini ilan eder."3 Etnik mensubiyetle ilgili bu aynm, Barth'ın hudut mekanizmala­ n üzerine vurgusuyla birlikte;profesyonel dilbilimcilerin haklı olarak vurgu­ ladıklan dilin diğer sayısız veçhesi üzerinde değil, "hudut muhafızlan" olarak hizmet eden dilbilimsel unsurlar üzerinde yoğunlaşmayı gerektirir. Dilbilim kurarnlan arasında ikidilliliğin ve dilsel kodlann araştırmasından çıkarsananlar benim için çok öğretici oldu. Bir kod olarak dil üzerinde dilbi­ limciler tarafından gerçekleştirilen somut araştırmalar, büyük ölçüde, konu­ şaniann doğrudan gözlemlenebileceği çağdaş durumlarla sınırlandı. Bu tür gözlemlerden çıkarsanan genelleştirmeleri uzak dönemlere yayınakta daima bir risk unsuru bulunur. Bu çarpıcı benzeşim, dilbilimcilerin belirli önerme­ leri ve filologlann bulgulan arasında ortaya çıkar, öyle ki, dil kodlan kura­ mını, önemli tarihsel dilsel ilişkileri açıklığa kavuşturmak için kullanmak uygun görünür. Dilsel kodlar kavramı mit-simge blokuyla da yakından ilişkilidir. Karl Deutsch'unki gibi etnisite üzerine olan en verimli çalışmalann bazılan, dilin araçsal iletişimlerinin veçhelerini vurgular.4 Yol şebekelerinin yoğunluğu, mesajlann sıklığı, kent ortamında bireylerin yakınlığı, ticari alışverişlerin parasal değeri bile, etnik kimlikleri üreten ya da dönüştüren iletişim yoğun­ luklannın göstergeleri olarak kullanıldı. Toplumsal modemleşmeyi inceler­ ken, Deutsch gibi araştırmacılar için öne çıkan bir süreç, bu görece aynntılı göstergeler uygun olabilir. Bununla beraber, Deutsch'un Ortaçağ örüntüleri üzerine daha erken çözümlemeleri, farklı tarihsel koşullarda daha az somut göstergelerin gerektiğini akla getirir. Otto jespersen'in işaret ettiği gibi, "dil, bir iletişim aracı olarak tam anlamıyla aniaşılamaz çünkü onun 'özgün' işle­ vi 'yoğun duygulann anlaşılabilir ifadesinden [ziyade) onlara bir çıkış ola­ rak' hizmet etmekti" . 5 Sorunu biraz farklı bir biçimde ortaya koyacak olur2 3 4 5 294

Ben kuramsal bir giriş için şu eserleri yararlı buluyorum: Schmidt-Rohr; Fishman, "A Systematization ... Whorfıan Hypothesis"; ve Wartburg, Problans ... in Linguistics. Barth, Ethnic Groups, s. 15. Deutsch, Nationalism, s. 44-45, 49 ve devamı, 1 23 ve devamı. Jesperson, s. 5; Deutsch, "Medieval Unity" , s. 23 ve devamı.

sak, dilin oldukça etkili potansiyeli, onun mitlerde ve simgelerde kullanımı­ na en büyük dikkati yöneitmeyi gerektirir. tkidillilik üzerine birçok çalışma diglossia'ya , yani, "yüksek" kültürel amaçlar için kullanılan ayrıntılı bir kodun, yüksek duygutanım içeriğini kapsayan, yakın ilişkilerde kullanılan kısıtlı bir kodla ilişkisine odaklanmış­ tl. Bu ayrım etnik kimlikler için fazlasıyla önemli olabilir ama birçok ayrıntı­ lı kodun birlikte varoluşunu da göz önünde bulundurmak önemlidir. Joshua Fishman, ikidilli ya da çokdilli toplumsal ortamlara bakmanın daha genel bir yolunun, her dilin "alanlar"ına atıfta bulunmak olduğunu ileri sürer. Dille­ rin tahakkümü ya da hiyerarşisi, öncelikli olarak her bireyin ait olduğu gru­ bun statü konumundan çok bu tür bir ortamda onlan kullanması sorunu­ dur.6 Fishman'ın önerilerini izleyerek, birçok ayrı dilin alanının, her ne ka­ dar ayrı olsa da, birçok açıdan eşit olarak kavrandığı bir toplumsal ortamı ta­ hayyül etmenin olanaklı olduğunu düşünüyorum. Gerçi her dil eşit derece­ de ayrıntılı bir kod oluşturur ama onlann işe koşulduğu toplumsal bağlam­ lar sadece nadiren üst üste biner. Bireyler herhangi bir 'dilin akıcı ve doğru kullanımından saygınlık elde eder. Bazı roller için tek bir koda eksiksiz ha­ kimiyet yeterlidir; diğer roller için tam bir ikidillilik hatta çok-dillilik yüksek bir statü elde etmek için zorunludur. Bu tür koşullar, birbirine yakın bir bi­ çimde var olan tüm kodlann kayda değer sayıda konuşanını gerektirir. Çok­ dilli toplumsal ortamlarla temas halinde olan belirli coğrafi bölgeler, muh­ temelen aynı siyasi kurum içinde bile, ayrıntılı kodlan söz konusu olduğu ölçüde tek-dilli olabilir. Dahası, çok-dilli ortamdaki yalıtılmış gruplar ya da daha düşük statü unsurlan, sadece kısıtlı kodlan kullanıyor olabilir. Bu tür bir toplumsal ortamda ya da siyasi kurumda var olan kodlann tümünün ara­ sındaki ilişki dinamiktir; sonuç olarak onlann görece statüleri ya da kullanı­ mının kapsamı kayda değer ölçüde değişebilir. Az önce ayrıntılandırdığım modelin Altıncı Bölüm'de gözden geçirilen bö­ lümlenmiş lslami siyasi kurumlara dikkate değer bir biçimde uygulanabilir olduğuna inanıyorum. Herberiler ve Nubiler gibi çeperdeki gruplar çoğu za­ man sadece kısıtlı dilsel kodlar kullandı. Bununla beraber egemen seçkinler, üçten az olmayan ayrıntılı kodlan sık sık işe koştu: Arapça, Farsça ve Türk­ çe. Birkaç on yıl için Arapça Müslümanlar için yüksek-statülü tek kocldu ve Türkçe yaklaşık 1000 yılına dek bu tür bir kod haline gelmedi. Ne Türkçe ne de Farsça, lslam dünyasının, Fas gibi kısımlannda yaygın hale geldi ve Orta Asya Cengizi siyasi kurumlannda Arapçanın kullanımı nadirdi. Bununla be­ raber, birçok nedenden dolayı ve lslam tarihinin büyük bir kısmı için, üç ay­ nntılı kod bir arada var oldu. Arapçanın kısa hakimiyetinden sonra, tek bir 6

Fishman, Sociolinguistics, s. 78; W. P. Robinson, "Restricted Codes", Whiteley içinde, s. 90 ve devamı; Fishman, "Language Maintenance" , s. 41; Bernstein, s. 57 ve devamı. 295

dilin bir yüksek-statü aracı olarak benzersiz bir konumu elde edememesinin temel nedeni, birkaç Müslüman siyasi kurumun bu tür bir hakimiyeti teş­ vik edecek kadar istikrarlı olmamasıydı. Bunu yapabilecek olan Memlükler ve Osmanlılar gibi siyasi kurumlar, Altıncı Bölüm'de ileri sürülen nedenler­ den dolayı, bölümlenmiş seçkinleri sürdürmeyi tercih etti. Sonuç olarak, er­ ken bir aşamada Iran, eli kalem tutan erkeklerin "alanı" haline geldi. Bazı si­ yasi kurumlarda bu mesleki seçkinler neredeyse dışlayıcı bir biçimde Arapça kullanmış olsa da, Farsça kavramlar ve terminoloji tüm Islami yönetimlerde kullanıldı. Türkçe, eli kılıç tutan, güçlü ama kültürlenmemiş adamlann dil­ sel alanıydı; daha sonra onun aynntılı versiyonlan, Memlük ve Osmanlı si­ yasi kurumlannda yönetimin hakiki gizemi haline geldi. Arapça, Memlük­ lerin yönetimi altında yüksek dini bir memur olan Heratlı bir Perslinin onu konuşamadığı söylense de, hukuk erbabının esas dili olarak kaldı. Pek çok Şii Molla, Kur'an'ı uygun bir Farşça kılavuz kullanıp ezberden okur. Yine de 20. yüzyıla dek, Şii teoloji bile genellikle Arapça yazıldı.7 Diğer her şey sabit kabul edildiğinde, kalem erbabı diğer iki dili bilmeye en çok ihtiyaç duyanlardı. Onlann, medreselerdeki ve diğer yerlerdeki hu­ kuk erbabıyla dpstluklan, her meslek grubu içinde, çift-dilliliği (Arapça ve Farsça) üretmeye eğilimliydi. Kılıç erbabı genellikle kullandıklan Türkçe­ ye ek olarak dilsel bir alana hükmetmekle gururlanırdı. Sonuç olarak etkile­ şim, daha geniş çağdaş ulusal devletlerin az sayıda yurttaşının kavrayabile­ ceği ölçüde çok-dilliydi. Çok-dilliliğin başansı sözcüksel karşılıklı nüfuz et­ melerle kolaylaştınldı; Farsça kültür ve yönetim sözcük dağarcığı, görece sı­ nırlı sayıda Türkçe kavram gibi, Arapçaya aktanldı. Farsça Türkçeden az sa­ yıda kavram ödünç alırken, hem Türkçe hem de Farsça, Arapçadan dini ter­ minolojinin muazzam bir bölümünü kendine kattı. Osmanlı saray dili öyle­ sine sentetik hale geldi ki 16. yüzyıldaki bir Germen gözlemci şunlan yaza­ bildi: "Konstantinopolis'teki sarayda, onlar, Almancanın Latinceyle kanşma­ sı gibi, Türkçeyle kanşmış Arapça ve Farsça sözcüklerin bir birieşimine sa­ hip. Ama dağlarda yaşayan Asyalı Türkler saf bir Türkçe konuşuyor ve diğer dillerle onu kanştırmıyor, öyle ki Konstantinopolis'e geldiklerinde onlar da dili iyi anlayamıyor. "8 Belki de dillerin karşılıklı oyununun en kayda değer karakteristiği, üç dil­ den her birinin ayn bir dil grubunu temsil etmesidir: Arapça Sami, Farsça Hint-Avrupa ve Türkçe yaygın Altay grubuna dahildir. Dahası, (göçebelerin dilleri olarak) Arapça ve Türkçenin görece hafif iç lehçe farklılaşması, onla­ nn birbirlerine ve Farsçaya karşı karşıtlıklannı daha keskin kılar. Her dilin 7 8 296

Lane-Poole, A History of Egypt, History, 4: 359. Gerlach, s. 301 .

s.

327; Gabriel, Religionsgeographie,

s.

9 1 ; Browne, A Literary

dilbilgisi yapısı ve temel sözcük dağarcığı ona hakim olmak için büyük ça­ baları gerektirir; yine de eğitimli tabakanın büyük bir kısmı, onların iki ya da daha fazlasını elde etti. Bunun nasıl meydana geldiğini biraz olsun kavra­ mak için, her dilin geçmişine kısaca bakılabilir. Muhtemelen Grekler hariç hiçbir eski halk Araplar kadar dile önem at­ fetmedi. Bununla beraber Grekçenin aksine Arapça, yüzyıllar süren ede­ bi olgunlaşmadan sonra değil ama Homeros ya da Heseidos'tan önce, Grek "kahramanlık" çağını andıran bir aşamada, yan-evrensel tahakküme savrul­ du. Marshall Hodgson'un ortaya koyduğu şekliyle soru, "bir kültürel çerçe­ ve olarak, Arapça ve onunla beraber Arap tarihinin büyük bir kısmı, onla­ rın büyük ölçüde dezavantajlı olduklan bir toplumda nasıl ortaya çıkmayı başardı? "9 Yanıtlardan biri Arapçanın, uzun mesafe tacirlerinin ve göçebele­ rin bir dili olarak, Grekçeden daha yüksek düzeyde birleşmiş olduğudur. 6. yüzyıla doğru Arapça o ana dek kendi koine'sine sahipti ve fetih koşulları, geride kalan lehçelerini birleştirdi. Arapçanın çok çabuk bir biçimde benim­ senmesi, yakından ilişkili Sami bir koine'nin, Aramcanın, zaten hakim oldu­ ğu Suriye-Mezopotamya bölgesindeydi. Arap unsurların bu bölgeye uzun za­ mandır nüfuz ettiği göz önünde bulundurulduğunda, geçiş görece kolay ol­ muş olmalıdır. 10 Daha da önemli olan Emevi Hanedam'nın ve dikkate değer bir ölçüde ilk yüzyıllannda Abbasilerin modern milliyetçi fatihlere çarpıcı ölçüde ben­ zer bir biçimde davranması olgusuydu. Fethedilenlerin yüksek kültürel di­ lini kabul etmenin kadim ve Ortaçağ geleneğini izlemek yerine onlar, Arap­ çayı yönetim dili olarak kurumsallaştırmakta, iki kuşak içinde, Suriye'de et­ kili bir biçimde, Mısır'da ve Mezopotamya'da geçici olarak, ısrar etti. Kuze­ ye doğru Arapçanın genel kullanımı, tüm Sami dil grubunun, Grekçe ve di­ ğer Anadolu dillerinin hududuna dek uzanan, Doğu'nun Roma lmparator­ luk psikoposluk bölgesinin kuzey sınırlarını sıkı bir biçimde andıran, daha önceki menziliyle çakıştı. "Nebatiler" olarak damgalanmayı aşmak istiyor­ larsa, köylülerin dilsel asimilasyonu, lslam'a geçişten güç bela daha olanak­ lıydı. Arapça bilgisi, ilk iki yüzyılda neredeyse tamamen soykütüksel iddialar üzerine kurulan bir toplumsal düzende, kişinin kendisine saygın Bedevi so­ yağacı atfetmesinin hızla birincil gerekliliği haline geldi. Diğer birçok dil gibi Arapça, insanın ilk dili olduğu düşünüldü. Tanrı'nın, Adem'in cennetten ko­ vulmasından sonra, Arapça konuşmasını yasakladığı ve bağışlanıncaya ka­ dar Süryaniceyi kullanmasını zorunlu kıldığına dair mit, Arapça konuşania­ nn üstünlük karmaşasını ifade eder. Sadece Arapça, "onların tümünün Al­ lah'ın adının tadına bakacağı ve tek bir iradeyle ona hizmet edeceği, seçilmiş 9 10

Hodgson, 1 : 43. Miquel, L'lslam et Sa Civilisation, s. 39; Dussaud, s. 21; Poliak, "L'Arabisation", s. 45 ve devamı. 297

dil" olarak erişilebilir olan, Allah'ın en yüce vahyi Kur'an'a sahip olmak, şüp­ hesiz hayati öneme sahipti. 1 1 Bu, Arap fatihlere, görece az gelişmiş dillerini digerlerine dayatmak için gereksindikleri güveni verdi. İslam'a karşı, Kıpti köy kilisesi üzerine temellenen Mısır'ın direnişi, Abbasiler bir vergi ayaklan­ masından sonra kırsal örgütlenmeleri dagıtıncaya dek yenilgiye ugratılama­ dı. Bundan sonra geride kalan Kıpti Hıristiyanlar aşamalı olarak Arapçayı be­ nimsedi. Gerçi Arapçaya direnmek, İslam'a direnmek demekti. Hanefiler hariç tüm mezheplerin Kur'an'ın çevirisinin hukuk mekteple­ rinde okunmasını yasaklamaya sürükleyen saflıgı konusundaki endişeler, Arap seçkinlerinin dilsel saflık konusundaki ısrannın temelinde yatmakta­ dır. İbn Haldun, halife Ömer'in Arapçanın saflıgını Arapça olmayan lehçele­ rin kullanılmasını yasaklayarak korumaya çalıştıgını yazdı. 12 Fetihleri izle­ yen Arapçanın hızla gelen başarısı, dili, sadece araçsal iletişim için kullanıla­ bilir kısıtlı bir koda, karma dile dönüştürmekle tehdit etti. Yahudiler, fetbin açmış oldugu engin bir biçimde genişlemiş Akdeniz ticareti için, kısa süre­ de Ararncanın yerine Arapçayı kullanmayı ögrendi. 8. yüzyıl boyunca Arap­ çayı benimseyen Hıristiyanlar ve Yahudiler, ticari amaçlar için daha uygun kılmak için, onun dilbilgisi kurallarinı sadeleştirdi. Bununla beraber, bu tür bir sadeleştirmenin aforoz edilme nedeni oldugu Abbasi sarayında bile, saf Arapça, İslami seçkinlerin kimligini sürdürmek için temel bir hudut meka­ nizması oluşturdu. Saray şiiri Bedevi yaşamının nostaljisine tutundu; "bir Bedevi gibi" Arapça konuşmak bir statü simgesiydi. 1 3 Şairler bir konuşma şeklinin kabul edilebilirligi üzerinde uzlaşmazlıga düştügünde, tartışmayı karara baglaması için bir Bedevi'ye sordu. Bu yöntemin zorlugu Bedevi Arap­ çasının kentsel düşünüşe ve imparatorluk sarayının ve zengin taeirierin be­ nimsedigi davranışlara uyarlanamazlıgıydı. Bu sırada Bedevi lehçeleri ve şi­ ir Kur'an'ın tarzından uzaklaşıyordu. Sonuç olarak 10. yüzyıla dogru, yaşa­ yan bir dil için. saflıgı koruma çabalan umutsuzdu. 14 Bununla beraber daha ileri bir degişiklik, modem standart Arapçanın üzerinde temellendigi Bedevi agızlannın kendisinin de degiştigi hakikatiyle engellendi. Bu lehçelerin ya­ şayan etkisinden yoksun olarak dil, o andan itibaren tüm Müslümanlar ara­ sında ölü bir dil olarak standartlaştınlabilirdi. Az önce özetlenen johann Fück'ün çözümlemesi, Erneviierin yerini Abba­ silerin almasından çok daha derin bir gücün, İslam'ın biricik, aynntılı kodu olarak Arapçayı aşamalı olarak tahtından indirdigi konusundaki yeni akadell 12 13 14 298

Alınulandıgı yer Von Grunebaum, Medieval Islam, s. 37. Karş. A. g.e. , s. 38; Honigmann, s . 39; Crone ve Cook, Hagaıism, s. 89, 1 12; Wiet, L'Egypte, s. 47. F. Rosenthal, 2: 300 ve devamı. Fück, s. 2, 46. Karş. Frye, s. 124. Fück, s. 39. Aynca bkz. a.g.e. , s. 1 3 1 .

mik fikir birligini destekler. Yedinci Bölüm'de kısaca işaret edildigi gibi, Ab­ basiler Şii muhalifleri kullandı ama kısa süre sonra onlardan kurtuldu. Son akademik görüş, önemli bir etnik unsurun dinamik degişime dahil oldugun­ dan şüphe eder. Tahtan indirilmelerine dek Emevi sarayı ve önde gelen me­ murlar Arap olarak kalsa da, hanedanın son yöneticileri, doguştan Arapla­ nu üstün statüsünü eşitlikçi yönde degiştirmek için hareket etti. Isyanın baş­ ladıgı Horasan'daki Pers aristokratlar, görünüşe göre, Islami imparatorlu­ gu Orta Asya'ya dogru genişletmeye ikna edilebilecek Erneviierden ve onla­ nn Arap gamizonlanndan yanaydı. Diger yandan Horasan'daki daha yoksul Iranlılar ve uzun zamandır yerleşik durumda bulunan Arap sömürgeciler, Emevi Hanedam'nın dayatmalanndan ıstırap duyuyordu. Isyanın öne çıkan liderleri Horasan Araplanydı, bu nedenle Arap karşıtı bir hareket söz konusu degildi. 1 5 Emevi Hanedam'nın tahtan indirilmesi Islam'ın, özellikle Dogu'da hızla yayılmasını kolaylaştırdı. 16 Din degiştirenterin bir Arap "aşireti"ne bag­ lanması konusundaki can sıkıcı zorunluguna son verildi ama din degiştiren­ terin üçüncü kuşagına kadar tam eşitlik kabul edilmedi. Araplann, pantolon giyrnek gibi Pers geleneklerine ve zaman zaman da Farsçaya asimile olma sü­ reci Iran'da başladı ve 9. yüzyıla dogru Irak'ta da yaygındı. 1 7 Perslilerin çok daha gelişmiş kültürü Abbasi sarayına sızdı ama neredeyse daima Arapça olarak yazıldı. Sarayın adab edebiyatı, tarih, din ve ahlak alanlannda oldugu gibi, temel olarak Farsçadan esinleniyordu. Yönetsel belgeler de Pers vergi düzenlemeleri üzerine kuruluydu ama standart Arapça olarak hazırlandı. 18 Arap harflerini kullansa ve Arapça sözcük dagarcıgı tarafından agır bir biçimde nüfuz edilmiş olsa da bir dil olarak Farsçanın rönesansı, Farsça­ yı 9. yüzyılda resmi dili yapan Orta Asya Samani siyasi kurumunda başladı. Onun en büyük anıtı, Firdevsi'nin Şahname'si ("Krallar Kitabı" ) , Islam ön­ cesi Pers geçmişini yüceltti. Araplann göçebe geleneklerini karalayan Pers­ liler, o zamanlar az ya da çok açık bir biçimde eski Iran sıgır çobanı kahra­ manlan Rüstem lehine nostaljik Bedevi idealini reddetti. Ticari ve kentsel te­ malar, krallıga ve aristokrasiye dair motiflere tabi kılındı. Persli dervişlerin Mısır'a dek Batı'da hakim oldugu popülist sufi hareketler bile agırlıklı ola­ rak Farsçaydı. 19 Ama aynşma hiçbir şekilde daima geçmiş tarafından belir­ lenmedi. 9. yüzyıla dogru birçok Arap çift-dilliydi. Aksine Firdevsi'nin çag15

16 17 18 19

Shaban, The 'Abbasid Revolution, s. xiv, 35 ve devamı, 53 ve devamı, 57 ve devamı. Neredeyse aynı konumu benimseyen daha erken bir çalışma: Noldeke, s. 70 ve devamı. Karşıt görüş için bkz. Wellhausen, s. 247, 307 ve devamı, 33 1 , 347; Van Vloten, s. l l ve devamı, 70 ve devamı. Shaban, The 'Abbasid Revolution, s. 168. Hodgson, 1: 273-276; Von Grunebaum, Medieval Islam, s. 201 ; Fück, s. 7 1 . Miquel, La Geographie Humaine, s. 340 ve devamı; D. Sourdel, Le Vizirat, 1: 177 ve devamı; Gar­ det, s. 346. Watt, s. 1 1 7 ve devamı; Hodgson, 2: 156; Wellhausen, s. 307. 299

daşı olan bir lranlı alim, " [llim için yeterince açık olmayan] Farsça övgü­ dense Arapça eleştiriyi tercih ederim. ( . . . ) Farsçanın amacı geçmişin kralla­ rını ele alan tarihsel destanlan yaşatmak ve akşam toplantılan için hikayeler üretmektir"20 diye yazdı. Arapların arasında da Farsçaya karşı bu türden daha güçlü bir kızgınlık şüphesiz bulunuyordu; ama statü degişimlerini anlatmak için buldukları hadis öfkeyi yansıttı: "Alimlik göklerin en üstünde asılı olsa, Persler onu al­ manın bir yolunu bulur. ''21 Araplar, Perslere Türklerin çok üzerinde deger vermeye devam etti. lbn Haldun Türk göçebelerin, lslam Uygarlıgı'nın yoz­ laşmasında önemli bir sorumluluk atfettigi Arap Bedevilerden daha da kö­ tü oldugunu düşündü. Persliler ve hatta kültürlü Osmanlı kendileri, "Türk" göçebelere ve köylülere aşagılayıcı bir tarzda atıfta bulundu. Bu nedenle ik­ tidardaki son Abbasi halifesi Mogol Hülagü'yü düşüncesizce "Türk iti" ola­ rak adlandırdı. 22 Diger yandan Latin kökenli tarzlan hırslı bir biçimde taklit ederken "Welsch"leri küçümseyen Germenlerle, Farsça konuşan, barışse­ ver, yerleşik "Tacikler"e karşı Türkçeyi küçümsemeleri arasında ironik bir paralellik bulunur. Yine de Farsçanın en saygın kültür dili olarak yerleşme­ si sürecini tamamlayanlar Türki rejimler, özellikle de Selçuklulardı. Med­ rese egitiminde, Arap hukuk metinlerinin taşlaştınlması da, dilin kültürel amaçlarla kullanımının geriteyişini hızlandırdı. Bununla beraber bu okul­ lar yöneticilerin yanı sıra ulema için de Arapça bilgisi üzerinde ısrar etti. Al­ tıncı Bölüm'de de belirtildigi gibi Arapça Osmanlı Bab-ı Ali okullarında da ögretiliyordu. Memlük lmparatorlugu her ne kadar Türkler tarafından yö­ netildi ve Perslerden fazlasıyla etkilendiyse de, fiilen, Magrip, Irak ve Arap Yanmadası'nın güney kısmı hariç tüm Arapça konuşan bölgeyi kucaklaya­ rak Araplar için bir "evrensel devlet" oluşturdu. Arap kültürel etkisi Hint Okyanusu aracılıgıyla Kanton'a dek erişirken, Pers tarzlan Orta Asya'yı bir baştan digerine aşan kuzey, kara ratası boyunca hakim oldu. Arap rönesan­ sının 14. ve 1 5 . yüzyıl boyunca Memlük Mısır'ında meydana gelmesi şaşır­ tıcı olmasa gerek. 23 Memlük rejiminin kendisinin dilsel konumu alışılmışın dışındaydı. Erken Memlükler anadili olarak Kıpçak Türkçesine sahipti ve Mısırlı katiplerinin onu bilmesini zorunlu kıldı. Anadilleri Türkçeden tamamen farklı olan Çer­ kezler dahil, sonraki Memlükler, bunu bir sır olarak sakladı. Memlük sultan20 21 22 23 300

Alexander Bausani, "Muhamınad or Darius", Vryonis, Islam içinde, s. 56; Duchesne-Guillemin, s. 237; Fück, s. 7 1 ; Frye, s. 16, 122-123. Khaldun, F. Rosenthal içinde, 3: 313. Hodgson, 3: 29; A. Galstyan, "Zavoyevaniye Armenii", Tikhvinsky içinde, s. 176. Charles Pelliot, "Les Etapes de la Decadence Culturelle" , Brunschvig ve Von Grunebaum için­ de, s. 88-89; P. Pelliot, s. 185.

lan, "Memlük adlannı tercih ederek, peygamberlerin ve Muhammed'in arka­ daşlannın adlannı taşıyanlan aşagılamakla" suçlandı. 24 Diger yandan Arap yazarlar, Memlüklerin gayrimüslimler üzerindeki zaferlerini, Türklerin ce­ saretlerini açıkça kabul ederek yüceltti: "Suriye'nin Tatarlannın kökünü ka­ zıyan ve onlan kovan Mısır'ın acımasız Türkleriydi. (. .. ) Frenkler sefere çık­ tıgından bu yana, Türkler onlara toprak verınemeye yemin etti." Bir başka deyişle "Türk aslanlar" , İslam'ın kalem ve hukuk erbabı tarafından, İslam'ın kılıcı olarak tanındı.25 Selçuklu öncesi Horasan'daki Karahanlılardan, Hin­ distan'daki 13. yüzyıl Müslüman prensiikierine dek birbirinden uzak Türki rejimler, Firdevsi'nin Efrasiyab'ıyla özdeşleşerek kılıç erbabı rolünü hoşnut­ lukla kabul etti.26 Selçuk Anadolu'sunda Türkler, Haçlı Seferleri'ne karşı ci­ hada katılmak konusundaki Perslilerin isteksizligini, "kim Farsça ögrenirse inancının yansından olur," diyerek açıkladı.27 Diger taraftan, gizli Türk dilleri Farsçadan etkilenmiş olan Memlükler ve Anadolu'daki küçük Karamanlı beyligi dışında, tüm Türki rejimler, saray di­ li olarak Farsçayı kullandı. Bununla beraber Timurlenk Türkçe bir temyiz mahkemesini devam ettirdi. Osmanlı İmparatorlugu'nun diplomatik yazış­ malannda bu yüksek kültür geleneginden kopuşu, diger Müslüman saray­ lar üzerindeki etkisini yitirmesine mal oldu. İster Safevilerden kaçsın isterse de Osmanlı görkeminin çekimine kapılsın, Kostantinopolis'te imparatorluk himayesine gereksinim duyan Sünni Pers şairler, iletişimin birincil dili olan, Saray Osmanlıcasının "gizemlerini ve inceliklerini" ögrendi. Bununla bera­ ber ikinci kuşakta bile, çogu zaman onlar, kendilerini Perslilerle özdeşleştir­ di. Yedinci Bölüm'de belirtildigi gibi, I. Selim gibi sultanlar da Farsçayı kul­ landı ve Türk unsurlann üstünlügünü kanıtlamaya çalışmadı. 28 Yine de Os­ manlılar, diger Türkler gibi, savaştan galip olarak çıktıklan sürece, Gustave Von Grunebaum'un gözlemledigi gibi kaderlerini bir bütün olarak İslam'dan soyutlayarak "hepimiz prensierin ogullanyız" demeye devam etti. Şüphesiz muazzam, muzaffer bir grubun parçası olmaya dair Türk bilinci bu kader al­ gısını şüphesiz yükseltti.29 Olagan olarak, İslami seçkinlerin arasındaki üç dil gruplannın tümü, dini kimliklerini dilsel anlayışlannın çok üzerine yerleştirdi. Dil farklılıkianna ragmen dinin birligi, dillerin üçünü de yazmak için tek bir kutsal alfabenin, 24 25 26 27 28 29

Poliak, "Le Caractere Colonial" , s. 235. Sivan, s. 177. Sarkisyanz, s. 1 73, 3 14; Annemane Schimmel, "Turk and Hindu", Vryonis, Islam içinde, s. 1 1 3 v e devamı. E. Werner, s. 47. Sohrweide, "Dichter und Gelehrte", s. 293-296. Aynca bkz. Findley, s. 34, 87, 9 1 . Roux, Les Traditions des Nomades, s. 357; Von Grunebaum, Modem Islam, s. 70. 301

Arap alfabesinin kullanılmasıyla simgelendi. Daha kişisel düzeyde soykü­ tüksel sıralanınalar da dilden daha önemliydi. Tam da soykütükleriyle yo­ ğun bir biçimde ilgilendiklerinden dolayı, Türkler, Persler ve Araplar, kendi kültürel geçmişlerini takdir etti. Safeviler gibi bir aile, peygamberin soyun­ dan geldiklerini iddia ettiğinde bu, onlann gerçekten de Araplaştıklan anla­ mına gelmiyordu. Bununla beraber (Berberilerin Arap soyundan olma iddia­ lan gibi) kabHelerin daha az yüceltilmiş şahsiyetlerinin soyundan gelme id­ diası, genellikle Arapçayı benimseme eğilimini ima etti. Sonuç olarak Pers ve Türk seçkinlerinin üyeleri sık sık Arap soyundan geldiklerini iddia etseler de, onlar bu iddiayı, Arap olmayan miraslannı vurgulamak için Sasani ata­ lar gibi diğer iddialarla birleştirdi. Örneğin bir Sovyet akademisyen, 13. yüz­ yıl Horasan'ında önde gelen kırk bir aileden, rastgele on iki Iranlı aile köke­ niyle karşılaştınldığında, yirmi dördünün Arap atalara sahip olduğunu iddia ettiğini tespit etti. Bununla beraber "Araplar"ın birçoğunun, soykütüğü için güçlü bir dini motivasyonu akla getiren, Şiiliğin atası Ali'nin soyundan gel­ diği söylendi. 30 Yukanda birçok noktada belirtildiği gibi, daha gelişmiş Türkçe kodlan el­ de etmeye yönelik boyun eğmiş bir kararlılığın yanı sıra, Arapça ve Farsça öğrenmeye yönelik genel bir istek olduğu aşikardı. Ama seçkin bir grubun üyesinin kimliği mesleki kodlanna olduğu kadar aile geçmişine de bağlıydı. Sonuçta, o, bir diaspora üyesinin dini kimliği ve mesleki rolü için vazgeçil­ mez olan topluluk mahkemelerine sanlması gibi, kimliğinin bu iki unsuru­ na eşlik eden dili bağnna bastı. Üç Islami aynntılı kod arasındaki dilbilgisine dayalı ve sözcüksel farklılık­ lar öylesine fazladır ki çok-dilli konuşanlar, onlan akıcı ve doğru bir biçim­ de işe koşabilmek için, bilinçli ve sürümcemeli çabalara gereksinim duydu. Özellikle sonraki yüzyıllarda anadili Arapçanın bir lehçesi olan konuşanlar bile standartlaştınlmış Arapçayı düzgün bir biçimde kullanmak için kayda değer bir eğitime ihtiyaç duydu . Benzer ihtiyaçlar edebi Farsça ve Osman­ lı Türkçesi için de geçerliydi. Genç erkeklerin zamanının çok büyük bir kıs­ mının dil becerilerini elde etmeye adandığı açıktır. Hodgson'un belirttiği gi­ bi, edebi becerilere bu tür bir ağır yatınm tanm toplumlan için yaygın olma­ yan bir "lüks" değildi. Yatınmın, Islam topraklannın bir ucundan diğerine seyahat edebilen, onlann becerilerine ihtiyaç duyan neredeyse tüm siyasi ku­ rumlarda akıcı ve toplumsal olarak kabul edilebilir iletişim gerektiren yük­ sek mevkileri üstlenen seçkinler üreterek, yüksek bir getirisi vardı. Onlann arzu ve statü simgeleri olarak etkilerine karşıt bir biçimde, iletişim engelleri 30

302

Petrushevsky, s. 88. Onun (a.g.e. , s. 91) merkezi Iran kentinin soylulannın arasındaki biraz benzer bir durum hakkındaki raporu ile karşılaşttnn. O zamanın Horasan'ında Şiilerin hakimi­ yeti hakkında aynca bkz. Spuler, Die Mongolen ve harita.

olarak dilsel farklılıklar, Müslüman seçkin gruplann üyeleri için önemli de­ ğildi. Daha az eğitimli Müslümanlar için iletişim engelleri, neredeyse yakın­ daki suk ya da pazar kadar sık ya da yerel dini ya da sivil otoritelerle iletişim­ lerinde oldugu kadar darü'l-1slam'ın uzak bölgelerine yolculuk ederken or­ taya çıktı. İşin tuhafı, kendi aynntılı kodlannı elde etmek için muazzam bir çabayı adamaya istekli Müslüman seçkinler, önceki bölümlerde de belirtildi­ ği gibi, Avrupa dillerini filli olarak öğrenmeye muktedir değildi. Sonuç ola­ rak onlar, iç yaşamıanna İbranice, Ladince ve Ermenice gibi dillerde hiç eği­ tim görmemiş olan Müslüman seçkinterin hiçbir zaman nüfuz edemeyeceği, seferber edilmiş diasporalara bağımlıydı. Aksine çeşitli diller, Müslüman ol­ mayan azınlıklar arasında, zorunluluk gereği, egemendi. Örneğin Hıristiyan Endülüslüler kilise işleri için Latinceyi, yazılı edebiyat için Arapçayı ve sözlü iletişim için Latin dil ailesini kullandı.31 İslami bölümtenmiş siyasi kurumun genel sonucu çok-dilliliğin çok yaygın olarak teşvik edilmesiydi.

Avrupa'nın dilsel engelleri: Germen-Latin dil ailesi örneği Avrupa'daki aynntılı dil kodlan, İslam'dakilerden çok farklı bir yönde geliş­ ti. Grek edebiyatçılan, Roma İmparatorluğu'nda Grekçenin kültür dili, La­ tincenin yönetim dili haline gelmesini zaman zaman tavsiye etti. Temel He­ lenistik kendine-yeterlik, imparatorluk ihtişamının hüküm sürdüğü yüzyıl­ larda bile, iki-diliilikle ilgili bu tür önerllerin meyve verir hale gelmesini en­ gelledi. Bizans İmparatorluğu'nun sonraki yüzyıllannda Grekçe üzerine vur­ gu, alanı diğer herhangi bir dilsel koda kapatırken, Batı'da Grekçe bilmemek, ayn bir siyasi kurumun gelişiminde önemli bir etmendi. Her ne kadar her iki dil de Hint-Avrupa dil ailesindense de, Grekçe ve Latince, diğer dili öğren­ mek için büyük çabalar harcayaniann dışında kalaniann iletişimine izin ver­ mek için birbirinden çok uzaktı. Dil engelleri, siyasi düşmanlıklan ve dini kınlmalan sürekli olarak güçlendirdi. Güçlü dilsel engellerin, anadillerini ayrıntıtandırmak için karşılık gelen çabalar olmaksızın benzer bir kabulü, Macarlar (lkinci Bölüm'e bakınız), Litvanyalılar (Yedinci Bölüm'e bakınız) ve diğer Baltık dillerini konuşanlar, Keltler, Basklar ve Kuzey Fin unsurlan arasında egemen oldu. Bununla bera­ ber Ortaçağ Avrupa'sının büyük dil hudutlan, belli başlı üç Hint-Avrupa dil ailesinin -Latince kökenli, Germen ve Slav- arasından geçti. Latince köken­ li-Slav karşılaşmasının alanı çok küçük olduğundan, konu Latince kökenli­ Romen ve Germen-Slav hudutlanyla sınırlandınlabilir. 31

Hodgson, 3: 289; Lambert, s . 80. Cohen'e göre (Pour une Sociologie, s. 533) Mançu hanedanı­ nın yönetimi alundaki Mogolistan üç aynnulı koda sahipti: edebi amaçlar için klasik Mogolca, resmi kullanım için Mançu ve din için Tibetçe. 303

1 ,.. Keskin bir biçimde farklılafi�n !, dil aileleri arasındaki hudut :� i 3:88 '

1� i



çizgileri

keskin bir biçimde farklıla�n dil ailelerini aynıbran birbiri içine geçmit veya birbiriyle kanşmış alanlar Bir dil ailesi içerisinde geçiş alanlan

Harita 4: Avrupa dil aileleri (20. yüzyılın başı).

Bu hudutlann en çarpıcı özelliği Germen ve latince kökenli diller arasında­ ki, Boulogne'dan doğuya, Uege'ye ve ardından da neredeyse Ren Nehri'ne dek yaklaşık seksen kilometrelik, keskin, fiilen sarsılmaz dilsel bölünmedir. O dil hududu üzerinde, (son bin yıl boyunca) dilsel ilişkilerde bir köyden daha fazla bir değişim istisnaidir. Daha bauda Flandre Kıyı Bölgesi'nde Fransızca keskin bir biçimde galip çıku ve daha güneydoğuda, İsviçre vadilerinde, Alınanca iler­ ledi. Bununla beraber sonraki bölgede bile, değişim alanı, kentlerdeki birkaç kanna alan hariç, açıkça sınırlandınlmışur.32 Bu tür bir sıradışı hudut için zo­ runlu bir koşul yoğun yerleşimdir; İsviçre dil hududunun ortalaınanın üzerin­ de yer değiştirmesinin bir nedeni görece dağınık yerleşimdir. Daha önce belir­ tildiği gibi, bitişik köy yerleşimi, Loire ve Schelde arasındaki alanda, Germen­ latince kökenli diller hududunun keskin kısmının büyük bir bölümünü kap­ sayacak şekilde, l l . yüzyılda elde edildi. Diğer yandan boş alaniann var olına32

304

Musset, s. 136. Dilsel hudutla ilgili genelleştirmeyi destekleyen pek çok akademisyenden ör­ nekler için bkz. Steinbach, Studirn ... Volksgescbichte, s. 1 78; Geyl, s. 25; ve Kurth, La Frontiere Linguistique; Southem, s. 16'daki harita.

ya devam ettiği yerlerde, farklı dil gruplannın hareketi, onlan bölen bölgede, kayda değer değişimlere, kaçınılmaz bir biçimde neden oldu. Germen-Latince kökenli diller hududunun ikinci bir çarpıcı görünümü, var olduğu süre boyunca belli başlı herhangi bir parçasının, siyasi bir sınır­ la hiçbir zaman çakışmamasıdır. Günümüzdeki Fransız sının küçük Fla­ man bölgeleri içerirken, Belçika çok geniş bir Latince kökenli dilleri konu­ şan (Valonca) nüfusa sahiptir. Bir baştan diğerine neredeyse tüm uzunlu­ ğu boyunca Fransa-Almanya sının dil hududunun doğusunda yatar. İsviç­ re çok-dilli olmakla kalmaz; dil hududu onun birçok kantonunu baştan ba­ şa keser. Daha doğuda, dil hududu İtalya-Avusturya sınınnın iyice güneyin­ den geçer. Siyasi sınırlar daha erken dönemlerde çok farklı yerlerdeydi. Yine de Fransa'nın fazlasıyla istikrarlı dört ırmak sının, önemli Reichsromanen'i Kutsal Roma İmparatorluğu'na bırakarak dil hududunun oldukça batısında yatıyordu. Bu nedenle, dil hudutlannın istikrannın belirli bir bilincine, Batı Avrupa'da çok önemli olan kesin siyasi sınırlar kavramını etkileyen köy sı­ nırlannın sabitliğinin eşlik ettiğini ileri sürmek olanaklıdır. Bununla beraber sabit sınırlann iki türü çakışmadığından ilişki gösterilebilir türden değildir. Keskin bir dil hududu için zorunlu bir koşul, bölgede yerleşim yoğunlu­ ğuydu. Bir başkası, genellikle, keskin bir biçimde farklılaşan konuşma örün­ tülerine sahip gruplann yerleşim dalgalannın bir araya gelmesiydi. Yaklaşık olarak M.Ö. 2000'de, Hint-Avrupalılar Sen Nehri'ne dek Avrupa'ya nüfuz et­ tiğinde, onlar, görünüşe göre, aynı dilin lehçelerini konuşuyordu. Bu tür bir dil ailesinin çözülmesinden kaynaklanan olağan gelişmeler lehçeler arasında geçiş bölgeleridir. Çizgisel hudutlar tam anlamıyla yoktu. Reinhard Wens­ kus, bu tür geniş geçiş bölgesinin bir zamanlar Hint-Avrupa dil ailesinin Germen ve Kelt lehçeleri arasında var olduğuna ama geçişsel lehçelerin biri­ ne ya da diğerine asimile olduğuna inanır.33 Bunun yerine, iki Hint-Avrupa grubu bu tür bir geçiş bölgesiyle aynimak yerine, yüzyıllar boyunca birbir­ lerinden yüzlerce kilometre ötede fiilen yaşamış olsa, onlann lehçeleri kar­ şılıklı olarak anlaşılmaz hale gelebilir. Bu Maurits Gysseling'in tercih ettiği varsayımdır: "İtalya'nın İtalik grubunu oluşturan lehçelerin göçüydü, bunu, keskin dil hudutlanna neden olan kendi özgün topraklannın [kabaca Canc­ he ve Weser nehirlerinin arası] bir kısmının Germenleştirilmesi ve diğer kıs­ mının Keltleştirilmesi izledi. "34 Her iki varsayım da güçlü bir biçimde aynştınlmış iki dil grubunun ne­ den komşu hale geldiğini açıklayabilir ama hiçbiri neden hududun hareket­ siz olduğu kadar keskin hale geldiğini açıklayamaz. Güneyden gelen Keltler, Roma tarafından fethedildi, Latinceyi benimsedi ve sonunda da Germen dil33 34

Wenskus, Stammesbildung, s. 161, 210, 219. Gysseling, s. 7. Meillet (s. 133) 1928 gibi erken bir tarihte bu hipotezi desteklermiş gibi görünür. 305

lerle bölünmenin Kelt tarafını, görünüşe göre yaşatan Latince kökenli lehçe­ lerio geliştirilmesiydi.35 Roma zamanında, Ren ve Schelde arasında bir Ger­ men ilerleyişi, genel olarak akademisyenlerce kabul görür. Esas olarak Al­ man araştırmacılar tarafından geliştirilen bir görüş, Sen'e ya da hatta Loi­ re'a dek uzanan geniş bir iki-dilli alanın, Karolenj dönemine dek var oldu­ ğunu savunur.36 Yakın geçmişte Fransız ve Belçikalı akademisyenler, ( tanm­ sal yerleşirnciler olarak) Germenlerin halihazırdaki dil hududunun bu ka­ dar güneyine nüfuz ettiğine dair çok az kanıt bularak bu konumu reddetti. 37 Kısmen bu tür anlaşmazlıklann sonucu olarak, birçok birbiriyle bağdaşmaz kurarn bu hududun yerini açıklamak için ileri sürüldü. Jean Stengers gibi bir uzman ile uzman olmayan biri uzlaşacak düzeye geldi; neredeyse tüm açık­ lamalar olanaklıdır ve tutarlı genellemeler sağlamaya çalışmak yerine erken gelişmeler hakkındaki cehaletimizin boyutlanm kabul etmek daha iyi olabi­ lir.38 Bununla beraber, halihazırdaki hududun, en azından yaklaşık 1000 yı­ lından bu yana, var olduğuna dair geniş bir uzlaşma bulunur. Doğuya doğru, Kelt yerleşimi Latince kökenli dil ailesine döndü, görünüşe göre Tuna üzerindeki Roma lime'lerine dek genişledi. O bölgede Germenlerin, 5. ve 6. yüzyıllarda yaklaşık olarak Alpler'e dek iledediğine dair çok az şüphe varmış gibi görünür. Bununla Latince kökenli dilleri konuşan büyük bir nü­ fus, İsviçre'nin kuzeyinde ve Almanya'nın güneyinde, özellikle ticaret yollan­ mn üzerindeki kent merkezlerinde kalarak, birkaç yüzyıl daha varlığını sür­ dürdü. Görünüşe göre, birincil kültürel şahsiyetler olan Frenk kilisesinin pis­ koposlanna sadakat, ayinsel Latincenin yanı sıra Germen dilinin kullammı­ m teşvik etme eğilimindeydi. Dini bölünmelerin etkisi, İsviçre Alp vadileri­ ne Germen nüfuzunda kayda değer bir öneme sahipti. Germen sığır sürüleri­ nin hareketliliği gibi, iktisadi etmenler de önemliydi. Daha doğuda, yalıtılmış Rhaeto-Romanşça, güneydeki konışu İtalyanlara göre Galya Romanşma daha yakın olan bir grup, Germenler tarafından daha kolayca asimile edildi. Rhae­ to-Romanşça Ortaçağ'ın sonlanna dek Germenlerle İtalyanlar arasında yer al­ dığından, Germenler ve İtalyanlar arasında dilsel temas hududu var olmadı.39 Az önce ele alınan hudutlann yanı sıra, yerel halk, onlarla birkaç kilo35 36

37

38 39 306

Morf, s. 33. Wartburg, "Umfang . . . der germanischen Siedlung", s. 33 ve devamı; Steinbach, Studien ... Volk­ sgeschichte, s. 155 ve devamı, 176 ve devamı; Kienast, Deutscbland, 1: 2 ve devamı; Kienast, Stu­ dien ... Volkstamme, s. 13 ve devamı; Petri, s. 56 ve devamı, 95. H. Aubin, Frings ve Miiller (s. 18 ve devamı, 34 ve devamı) az önce alınulanan ve daha sonra­ lan "Bonn Okulu" tarafından ele alınan soroyla dogrtıdan yüzleşmese de, Germen etkinin hali­ hazırdaki dilsel hududun güneyine nüfuz ettigini ileri sürermiş gibi görünür. Aynca bkz. Folz, De I'Antiquitt, s. 94; Verlinden, Les Origines de la Frontiere Linguistique, s. 95; Dhondt, "Essai ... Frontiere Linguistique" , s. 275; Kurth, La Frontiere Linguistique, s. 398, 417. Stengers, s. 5. Hauck, 1 : 308; Dopsch, s. 121 ve devamı; Weiss, s. 100 ve devamı.

metre ötede yer alan köyler arasında, keskin bir dilsel bölünmenin var ol­ duğunun daima farkındaydı. Bazı entelektüel seyyahlar da hudutlan geçer­ ken farklılığı belirtti. Birçok eğitimli kişi dahil, pek çok seyyah, geçtikleri bir köyde konuşulan diller üzerine gözlernde bulunmak için çok az fırsata sa­ hipti, bununla beraber, onlar diğer eğitimli kişilerle iletişim kurmak için tek bir aynntılı kod, yani Latince, kullanmaya alışkındı. 12. yüzyıla dek, tek bir aynntılı kodun bu hakimiyeti, Batı Hıristiyanlığını, İslam'ın çok sayıdaki ay­ nntılı kodundan uzaklaştırdı. Batı'nın durumu Bizans'la belirli bir benzer­ lik taşır ama farklılıklar önemlidir. Bizans'ın merkezindeki (Anadolu, Trak­ ya ve Grek Yanmadası) eğitimsiz halk eğitimli Konstantinopolisliler için an­ laşılmaz olan Grekçenin lehçelerini konuştu. Dahası birçok ruhhan olmayan dahil Grekçe okuryazariann oranı, erken Ortaçağ'da Batı'da Latince okurya­ zarlannkinden çok daha büyüktü. Grek koine sözdizimi ve sözcük dağarcığı açısından işlenmiş olarak kaldı ama Latince yozlaştı. Batı Avrupa'nın savaş­ çı yönetici tabakası, kural olarak, Ortaçağ boyunca Latince konuşamadı; ta­ baka okuryazar hale geldiğinde, bu anadilindeydi. Karolenj dönemi boyunca Alman elyazmalannın (eski şiirler, yeni dini dörtlükler) kısa bir süre boyun­ ca serpilmesi gözlendi ama ardından, yaklaşık l lOO'e dek Almanca yazılmış herhangi bir şey nadiren varlığını sürdürdü. Birçok akademisyen Latincenin geriteyişini 2. yüzyıl gibi erken bir tarihte saptadı.40 Ferdinand Lot'un dokunaklı bir biçimde ifade ettiği gibi, 600'den sonra Fransa'da ve daha sonra diğer Avrupa ülkelerinde, insanlar, gelenek­ sel olarak konuştuklan gibi yazmaya 10. yüzyıla dek yeniden cesaret edeme­ di. Dahası, Lot, yazabilen erkeklerin, diğer eğitimli erkelerle, Latince konuş­ mak için, dini toplantılar nadir olduğundan, çok az fırsatının olduğuna işa­ ret etti.41 Yine de Latince ayin, Sarlman'dan sonra Fireneler'in kuzeyinde zo­ runluydu ve birörnek kayıt-tutma ve iletişimin kendini dayatan gerekliliği, Latince eğitiminin sürdürülmesini talep etti. Ruhhaniann kendi anadillerin­ de düşündüğünün, ardından da kabaca yazılı dile çevirdiğinin kanıtlan güç­ lüdür. Zaman zaman Latincenin iki türü ayırt edildi: görece doğru kilise tar­ zı (Latin obscurum) ve Latincenin anadillerle kanşmış kaba bir biçimi olan noterlik tatineesi (Latin circa romanicum) .42 Ama eğitimli ruhbanın küçük memur olanlan, dini yönetim için olduğu kadar seküler siyasi kurumlann da kayıt-tutma aygıtının bütününü sağladı. tık ruhhan olmayan katip, Fran­ sa kraliyet yüksek mahkemesinde 1 298 gibi geç bir tarihte ve daha sonralan diğer birçok yüksek mahkemede görüldü. 40 41 42

Mohnnann, Le Latin Coınınun", s. 9; Mohnnann, "Unguistic Problerns", s. 16 ve devamı; Blo­ ch, Feudal Society, 1: 76; Lot, "A Quelle Epoque ... Latin?", s. 146; Terracini, s. 80; Haussig, s. 30. Lot, "A Quelle Epoque ... Latin?", s. 103, 143. Riche, s. 130 ve devamı; Vossier, Aus der romanisehen Welt, s. 33 1 . "

307

Tek bir aynntılı kod kaçınılmaz bir biçimde sınıfsal bölünmeyle çakıştı. Bu tür sınıfsal bölünmeler, Batı dünyasını, İslam'da ve bazı Dogu Avrupa ülkele­ rinde hakim olan etno-dinsel bölünmeden uzaklaştırdı. Bununla beraber er­ ken bir aşamada, ruhbanın Latincesiyle hakim Germen aristokrasinin dilleri arasında bir uzlaşma elde edilmek zorundaydı. Bazı açılardan Latin ruhban­ larla Germen savaşçılar arasındaki ilişki, Pers ya da Arap "hukuk erbabı"nın egitimsiz Türk savaşçılarla birlikte varoluşunu andırdı. Bununla beraber ol­ dukça hızlı bir biçimde, rahipler ve aristokratlar, sadece birincisi aynntılı ya­ zılı bir koda sahip olsa da, ortak bir dilde karşılıklı konuştu. Latince köken­ li dilleri konuşan soylulann büyük bir bileşeni ve Frenkler arasındaki karma kökenden soylular, Vizigotlar, Burgonyalılar ve Lombardlarla karşılaştınldı­ gında, muhtemelen anadilde iletişimin bu şekilde büyümesini kolaylaştır­ dı. Buna ragmen Fransa'da bile Karolenj krallar Almanca konuştu; Hugh Ca­ pet (987) sadece Latince kökenli dilleri konuşan ilk monarktı. Frenk, İtalyan, Provence ve "Got" Kastilyalı soylular arasında Germen kökenierinin güçlü anılan varlıgını sürdürdü; ama yaklaşık 1000'e dogru Germen dillerin tüm kullanımı, günümüzde Latin dil ailesi Avrupa'sı olan yerde kesilmiş görünür. tki kuşak sonra -Germenik kökenieri canlı bir biçimde yeniden hatırlatan bir grup tarafından gerçekleştirilen- N orman fetihleri, iki yüzyıl için İngiliz soy­ lulugunu Latince kökenli dilleri konuşan dünyaya dahil etti.43 Yaklaşık olarak 1000 yılından sonra, Latin dil ailesi ve Germen alanlar ara­ sındaki temas, bölgesel olarak ayn iki grubun etkileşiminden oluştu. İngiltere dışında, devam ettigi şekliyle bu tür temaslar, günlük temaslar yerine ziyaretler niteligindeydi. Daha küçük Avrupa alanlanndan her birindeki soylular, kent­ liler ve köylüler, karşılıklı anlaşılabilirligin kaba bir aracını saglayan aynı leh­ çeleri konuşmaya egilimliydi. Ruhbanın büyük bir kısmı, seyahatleri (özellik­ le keşişler için) daha geniş kapsamlı olsa da, lehçeyi günlük konuşma için yay­ gın bir biçimde kullandı. Latin dil ailesi konuşulan ülkelerde Latincenin genel­ likle Germen ülkelere nazaran daha tanıdık gelip gelmedigi, dinsel kullanım ve uzun mesafe iletişimi açısından daha az özel bir kod olması sebebiyle, tartış­ malıdır. 813'te, Latin dil ailesinin Frenk sarayının tek dili olmasından neredey­ se iki yüzyıl önce, Karolenj kilisesi, Latince kökenli dillerde oldugu kadar Ger­ men dilinde de (Theoticaın) vaazlan zorunlu kıldı. Her iki dilde de birkaç ya­ zılı belge ortaya çıktı, anadilde dini egitim 1000 yılına dogru zorunlu kılındı.44 43

44 308

R. Anderson (s. 84) iki aristokratik evlilik agının bulundugıı sonucuna vanr; birincisi Latin dil ailesini konuşanlar arasında, digeri Germen dilini konuşan soylularla Dogıı Orta Avrupa'daki diger Katolikler arasında. Karş. Southem, s. 20 ve devamı, 76. Diger yandan, Schramm (Herrs­ chaftszcichen, 3: 1084) 13. yüzyıl soylulugıınun çok uzak evlilikler yapma konusundaki gönül­ lülüklerine atıfta bulunur. Cohen, Histoire d'une Langue, s. 69; Wartburg, Problems ... in Linguistics, s. 216; Vossler, Medi­ eval Culture, 2: 5.

Yüksek Ortaçag boyunca İtalya, ticaret, hac ve imparatorluk ziyaretleriyle epey bir Germen etkisine maruz kaldı. Sadece sonuncusu, hizbi mücadele­ lerden çok etnik algılar üzerindeki imparatorluk etkisiyle ilişkili olarak, yay­ gın ilgi uyandırdı. Zaman zaman bir halyan kenti, tarafsız biri olarak Ger­ men bir podestifyı (geçici yönetici) kabul etti. Germen "barbarlıgı" karşısın­ da İtalyan hayalkınklıgı, I. Frederik'in Milan'ı l l62'de bastırmasıyla ortaya çıktı.45 Bununla beraber 14. yüzyıla dogru Dante gibi yazarlar Germen yö­ neticileri övdü ve Germen soyundan geldiklerini iddia etti. Petrarca da (Ro­ ma lideri Cola di Rienzo gibi) Germen soyundan geldigini iddia ederek Ju­ ror theutonicum'a atıfta bulundu. İtalya'nın aksine, Fransa'da ya da İberya'da, yüksek Ortaçag boyunca Germen siyasi ya da askeri varlıgı fiilen bulunmu­ yordu. Daha önce belirtildigi gibi, Fransızlar ve Germenler arasında Frenk mirası ve bu nedenle de Avrupa'da hakimiyet üzerinde kayda deger bir düş­ manlık söz konusuydu. Bunun bir kısmı dilsel ve kültürel öfke baglamında ifade edildi. Başlıca saygın Fransız epik ve romantik edebiyatı, cesaretleri ne­ deniyle takdir etmekten tutun da sarhoşluklan nedeniyle aşagılamaya varan stereotipler içerisinde Germenler olarak tanımladıklan insanlan ele alırken basitçe Germen temalannı "dogallaştırmıştı".46 Bununla beraber Alman bir akademisyenin yetmiş yıl* önce uyardıgı üzere, bu tür stereotiplerin etnik önemi abartılmamalıdır: "O zamanlar, inançlan güçlü troubadour'lar,47 taraf­ lan milliyelinden çok dinine göre ayırt ediyordu. Çünkü troubadour'lara gö­ re düşmanlar öncelikli olarak Germenler, Slavlar, Araplar degildi; onlar Hı­ ristiyan dininin düşmanlanydı. "48 Germen tepkiler, artan kültürel olarak aşagı olmaya ilişkin duygular nede­ niyle daha keskindi.49 Saray toplumunda Fransız etkisi 15. yüzyıla dek arttı. Germen kentlerinin kentli kültürü daha direngendi.5° Friedrich Heer'in işa­ ret ettigi gibi, Minnesinger'lar Provensal troubadour tarzlanna modellik etti ve I. Frederik gibi, imparatorluk iddialannın en güçlü savunuculan, Fransız kültürünü büyük ölçüde devreye soktu. 51 Fiili hudut üzerinde ilişkiler, feodal beylerin sayısız yerel tartışmasıyla karşılaştınldıgında, kötüleşmiş gibi görünmez. Bloch, 12. yüzyıla dogru Kut­ sal Roma İmparatorlugu'ndan Fransızca konuşan haçlı şövalyelerinin, impa45 Heer, s. 131; Costa, s. 17 ve devamı, 48; E. jordan, s. 65. 46 Remppis, s. 1 15, 146 ve devamı; Zimmermann, s. 300 ve devamı. (*) Kitabın ilk baskısı 1982'de yapıldı. Yazar 1910'lardan söz ediyor - ç.n. 47 l l . ve 14. yüzyıllar arasında Fransa'nın güneyinde sürekli gezinip kültür taşıyan, müzik çalıp türküler söyleyen ozanlara verilen ad - e. n. 48 Zimmermann, s. 257. 49 Özellikle bkz. Grundmann ve Heimpel, s. 5 ve devamı, 95. 50 Rosenqvist, s. 21 ve devamı. 5 1 Heer, s. 121, 272, 275. 309

ratorluğun Germen şövalyelerinden ziyade Fransa Krallığı'nınkilere yaklaş­ tığı sonucuna vanr. Diğer yandan Germenler Loren'e "Germen olmayan Al­ manya" olarak atıfta bulunmaya başladı.52 Modem dönemin eşiğinde, dilsel farklılığın farkındalığı burada bir araş­ tırınayı uygulanamaz kılacak kadar arttı. Bununla beraber, Germen alanı­ nın iç işleriyle ilgili belirleyici olduğu ortaya çıkan bir gelişme dikkat ge­ rektirir. Beşinci Bölüm'de belirtildiği gibi, Fransa Krallığı'nın Fransız kül­ türü, 1 5 . yüzyıl Burgonya siyasi kurumu üzerinde güçlü bir çekime sahip­ ti. Onun tüm kurumlan, seçkinterin tek dili olan Fransızca üzerine temel­ lenmişti. I. Charles, annesinden dolayı kendisini "Portekizli" olarak adlan­ dırdı ve sık sık İngilizce konuştu ama hanedanın temel kimliği de Fransız'dı. lmparatorluk sınınnın her iki tarafındaki Burgonya köylüleri ve kendileri, Burgonya Güney Hollanda'sının önemli bir kısmının olduğu gibi, tam ola­ rak Fransız'dı. Burgonya siyasi kurumunun ticari olarak en önemli parça­ sı olan Flandre, Brabant ve Kuzey Hollanda'nın daha büyük bir kısmı, Fran­ sızca konuşan soylular ve Aşağı Almanca (Flamanca) konuşan köylüler ba­ nndınyordu. Bu alanlar, 15. yüzyıla doğru soylulann ve köylülerin anadille­ rinin genellikle özdeş olduğu Batı Avrupa'da, istisnaiydi.53 Flandre'daki kri­ tik denge burjuvaziye bağlıydı. 1 300'e doğru Bruges asilzadeleri (hala geçici olarak Fransa Krallığı'nın içindeydi) Fransızcayı kullanıyorken, Antwerp ve Leuven, muhtemelen Köln başpiskoposluk eyaletinin yönetiminin etkisiyle, Hamaneayı elde tutmaya eğilimliydi. Brüksel, orada konurolanmış Burgon­ ya Büyük Adalet Sarayı'nın etkisi altında daha Fransız hale geldi. 14. ve 15. yüzyıllarda, Hamancanın kullanımı hem Burgonya hem de Fransa Krallığı sarayına karşı direnişin simgesi haline geldi. Dahası, en parlak biçimde şair Maerlant tarafından temsil edilen bir edebiyat, 13. yüzyıl boyunca, bölgenin farklı Aşağı Almanca lehçelerini birleştirdi, bunu yaygın olarak desteklenen 14. yüzyılın anadilini kullanma hareketi izledi. 54 1 6 . yüzyıla doğru , Burgonya yönetimi altındaki Aşağı Almanca konu­ şan alan iki yönden birine gidebilirdi. Az önce özedenen eğilimlerin sürdü­ rülmesi, Boulogne'dan neredeyse günümüzdeki Hollanda'nın kuzey sının­ na dek hakim olan Flamanca ayrıntılı kodunun çevresinde bir birlik ürete­ bilirdi. Dinamikler ve tarihsel kazalar bu bölgeyi, katışıksız bir Germen yö­ netici hanesiyle birleştirmiş olsaydı ve ardından da Lutheryen hale gelseydi, bu "Hollanda", daha doğudaki Aşağı Almanca Hansa kentleri gibi, nihai ola­ rak Yüksek Alınaneayı kabul edebilirdi. Bu meydana gelseydi, modem Ger52 53 54 310

Bloch, Feudal Society, 2: 436; E. Schubert, s. 230 ve devamı. Kem, Die Anfdnge ... Ausdehnungspolitik, s. 16; Kurth, La Frontiere Linguistique, s. 40 ve devamı. H. Aubin, Frings ve Müller, s. 45, 192; Geyl, s. 25, 29, 43, 75; Kunh, La Frontiere Linguistique, s. 40 ve devamı.

men bölgenin tümü (İngiltere ve istila döneminden önce dillerin Almanca­ dan keskin bir biçimde farklılaştığı İskandinavya hariç) aynı edebi dile bağlı olabilirdi. Bunun yerine Reformasyon'un etkisi, Birleşik Hollanda Cumhuri­ yeti'nde ayırt edici bir Hollanda kültürü üretme yönünde oldu. Birçok otorite günümüzdeki Hollanda ve Flaman Bölgesi arasındaki ger­ çek bölünmenin neredeyse tamamen askeri operasyonlann ürünü olduğuna katılır. Hem Protestanlık hem de İspanyol karşıtı duygular Reformasyon'un başlangıcında, Güney Flaman bölgesi ve Brabant'ta, en az kuzey eyaletlerin­ deki kadar güçlüydü. Dahası Frizya ve Gelderiand üst tabakası, kuzey eyalet­ lerinde doğu Aşağı Germenleriyle, Güney Flaman bölgesiyle aynı edebi di­ le sahip olan Birleşik Eyaletlerin liman bölgelerine göre, daha yakından bağ­ lantılıydı. Güneyde İspanyollara karşı direnilemezken; doğal su engellerine ve kendi denizcilik becerilerine dayanarak Kalvinistler, Amsterdam'ı ve di­ ğer kuzey sahil kentlerini, Katolik bir burjuvazi çoğunluğunun muhalefeti­ ne rağmen, denetim altında tutabildL Sonraki bütünleşme, Safeviierin ve Osmanlılann aynı dönemde ürettikleri etnik olarak birleşmiş siyasi kurumlan tuhaf bir biçimde andırdı. Kalvinist­ ler, denetim altında tuttuklan kuzey kentlerine kaçtı; oradaki kültürel ve si­ yasi liderliğin büyük bir kısmını sağlayarak yerel Katolikleri acımasızca bas­ tırdı. Sessiz William, resmi dil olarak Flamancayı (Dutch) belirledi; Latince, akademik kullanım için elde tutuldu ve Fransız-Kalvinist Cenevre ile bağ­ lantılar güçlüydü. Kalvinist İncil çevirisi Flamancayı Yüksek Almancadan ayırt etme eğilimindeyken Luther'ın İncil'i sonrakini Doğu Aşağı Alınaneayla birleştirdi.55 İspanyollar, güçlerini Fransızca konuşan Artois ve Valon Bölge­ si'nde konumlandırdı. Onlar, yüksek mahkeme sekreterlerinin hangi dili en iyi bilmesine bağlı olarak, Fransızcayı ya da İspanyolcayı resmi iletişimlerde kullandı. Güney Hollanda'da ne İspanyol ne de Avusturya Habsburg yöne­ ticileri, Flamancanın köylerde kullanımına aktif olarak muhalefet etti. 56 Bu­ nunla beraber kültürel kurumlann tüm ağırlığı ve saygınlık Fransızca lehi­ neydi. Güney Flamanca, alt sınıfıann bir kısıtlı kodu, ayrıntılı bir koda dö­ nüştürme çabalannın bir ifadesi olarak, 19. yüzyıla dek yeniden canlanmadı. Modem döneme dek Latin dil ailesi ve Germen dilleri arasındaki dilsel farklılıklar, daima gizli olsa da, nadiren keskin kınlmalar üretti. Hollanda'da olduğu gibi, bu tür bir kınlma ortaya çıktığında bile, temelde dilsel yanlmay­ la ilişkisiz olan koşuHarca çözüldü. Kınlma Batı'da asgari düzeydeydi çünkü çok erken bir dönemde, Germen ve Latin dil ailesini konuşaniann öncelikli gövdeleri bölgesel olarak ayrıydı. Bundan dolayı kötücül, dinamik düşmanSS S6

Geyl, s. ı 6 ve devamı, 29, 62, ı os, n ı , ı 7 1 ; Huizinga, Dutch Civilization, s. ı o, 26, 3S; Huizin­ ga, Patriotisme en Nationalisme, s. 4S, 60. Geyl, s. ı 78, 2S8; Kurth, La Frontitre Linguistique, s. SO ve devamı. 31 1

lıklar yerine, dil ve sınıf yanımalannın çakıştığı Flaman bölgesi gibi birkaç alan hariç, farklı kültürel ve dilsel çıkariann bilinç düzeyi düşüktü .

Avrupa'nın dil hudutları: Germen-Siav örneği Doğu Orta Avrupa'da, dilsel ve sınıfsal hatlar boyunca yanlmalan güçlendir­ mek, istisna olmaktan çok kuraldı. Slav-Germen temasın birçok görünümü önceki bölümlerde ele alındı, öyle ki dilsel unsur burada özet olarak sunula­ bilir. Germen köylüler, Germen dil hududunun yakınlanna kalabalık grup­ lar halinde yerleştiğinde, Batı Avrupa'nın kalıcı hudutlannı andıran istikrar­ lı bir bölünme, birçok yüzyıl için ortaya çıkmış göründü. Bu özellikle, ı ı . yüzyıldan ı4 . yüzyıla dek, doğu hariç tüm yönlerden dağlan aşarak ilerleyen Germen yerleşirnci akışının, merkezi ırmak vadilerinden dışa doğru hareket eden Çekçe konuşan köylülerle karşılaştığı, Bohemya platosu için doğruy­ du. 57 Germenlerin Çek Pfemyslid krallannın daveti üzerine yerleştiği alan­ Iann birçoğuna, her ne kadar bazı Çek yerleşirnciler Germenleşmiş olsa da, Çekler tarafından hemen hemen hiç dokunulmamıştı. Bundan dolayı köyle­ rin üst üste binmesi söz konusu değildi. ı9. yüzyılın sonunda Germen köy­ lerinin sadece % ı ,3'ü Çek'ti; 7.063 Bohemya köyünden sadece 88'i karışık etnik geçmişe sahipti ve bu 88'den sadece yansı dilsel hudut üzerindeydi. Görünüşe göre bu keskin bölünme, Belçika'daki Germen-Latin dil ailesi hu­ duduyla karşılaştınlabilir bir hudut hattı oluşturarak, yüzyıllar boyunca var oldu. 58 Düz olmaktan uzak olsa da hudut açık ve kesintisizdi ve diğer dil hu­ dutlan gibi, modem iktisadi ihtiyaçlan görmezden geldi. Ama Bohemya'daki Germen-Slav temas diğer birçok etmen tarafından çetrefil hale getirildi. Ön­ celikle, Çekler bazı koşullann gereği olarak Almanca öğrenmiş olsa da, Çek dilsel farklılıklann farkındalığı yoğundu. Muhtemelen farkındalık, Germen yerleşimcilerin, kolay iletişim için kendilerininkinden çok farklı olan Ger­ men lehçeleri konuşan diğerleriyle hiçbir temaslannın olmadığı yerde, Çek­ çe konuşaniann diğer Slav konuşanlada neredeyse hiçbir hududunun olma­ ması nedeniyle yoğunlaştı. Bu nedenle iletişim engelleri üzerine bilinç tama­ men Germen-Çek farklılığı üzerine odaklandı. Dahası köyler ayn olsa da, iki dil grubu, Çek kırsal kesiminin derinliklerinde konuınıanmış Prag'da ve di­ ğer büyük kentlerde büyük ölçüde iç içe geçmişti. ı 620'den sonra Germen kent çoğunluğu, burjuvazinin ve gentry'nin tamamını içeriyordu; bu nedenle sınıfsal yanlma, dilsel farkındalığa eklendi. Bohemya Krallığı, olağandışı bir biçimde istikrarlı siyasi sınırlannın uzun tarihiyle, coğrafi ve stratejik "do­ ğal" birim oluşturdu. Sonuç olarak hem Germen hem de Çek sakinleri ( ı s . 57 58 312

Uhlemann, s . 545. Haussen, "Die vier deutschen Volkstamme", s. 183; Auerbach, s. 148 ve devamı.

yüzyıldan 20. yüzyılın ortalanna dek değişmeyen, yaklaşık bire iki oranıyla) Bohemya'yı korunması gereken bir birlik olarak gördü. 59 Şiddetli kavgaların uzun tarihi -Hussit isyanı, 17. yüzyılın başındaki Ger­ men karşıtı önlemler, birkaç yıl sonra Bohemya soyluluğunun kapsamlı bir biçimde bastınlması, Çekçe üzerinde devam eden baskılar- nefrete katkı­ da bulundu. 19. yüzyıl Çek hareketi, eşit derecede istikrarlı dil hududu bo­ yunca Flaman milliyetçiliği gibi, sınıf duygularıyla motive olmuştu , çün­ kü Germenler tüm soyluları, zengin burjuvaziyi ve yüksek memurlan kap­ sıyordu. Doruk noktasını, yani Adolf Hitler'in tüm ülkeyi 1939'da ele geçir­ mesini, altı yıl sonra Alman nüfusun tamamen kovulması izledi. Slovenle­ rin tarihsel konumu, her ne kadar daha zayıf ve şiddetli tersine döndürme­ lere, Çekiere göre, daha az tabi tutulmuş olsalar da benzerdi. Dilsel hudutla­ rın keskinliği ve etnik çatışmaların nihai yoğunluğu arasında doğrudan iliş­ kinin yokluğu, 1945'te Alınanların, diğer tüm Orta Doğu Avrupa devletleri tarafından kovulması gerçeğiyle akla getirilir. Kovulanlar Doğu Prusya ve Si­ lezya'daki, Brandenburg, Batı Prusya ve Poznan'ın sınırlanndaki geniş Ger­ men köylü nüfuslanndan oluşuyordu. Bu bölgelerden bazılan Germen yö­ netimiyle öylesine uzun süre ve yakından bağlantılıydı ki ve buralara öyle­ sine kendisini Germen olarak gören gruplar tarafından sağlam bir biçimde yerleşilmişti ki, onların, etnik kınlma nedeniyle, sekiz yüzyıl sonra Poton­ ya'ya "geri gönderilmesi"ni tartışmak anlamsızdır. Diğer yandan, Silezya ve Doğu Prusya bir şekilde Bohemya'yı andıran Germen ve Slav sömürgeleştir­ mesinin, dolambaçlı olsa da, oldukça kesintisiz bir hat boyunca karşılaştığı tarihsel eyaletleri temsil etti. Doğu Prusya'da, kendisini Lutherci olarak gö­ ren, kayda değer Slav nüfus, Lehlerden çok Germenlere yakındı. Diğer ta­ raftan Silezya'da Lehler, (siyasi sınırlar istikrarsız olsa da) yüzyıllar boyunca Germen yönetimi altında olan bir eyalette bir azınlıktı. Bununla beraber, bir bütün olarak ele alındığında, bu topraklar tarafından ortaya atılan sorunlar, Batı'da el değiştirmiş topraklarınkinden farklı değildi. Almanya'ya komşu olan bu yoğun yerleşimierin ötesinde, Almanca konuşan köylüler, Dördüncü Bölüm'de tartışıldığı gibi, Polonya'da sayısız küçük adalar oluşturdu. Macar Krallığı'nın nüfusunun büyük bir kısmı Slav olduğundan, bir şekilde benzer bir durumun orada da hakim olduğuna işaret etmekte bir ınahzur yoktur. Dahası, her iki krallığın kentsel nüfuslannın çoğunluğu, Or­ taçağ boyunca Germen'di. Kırsal kesimdeki Germenler, birçok örnekte oldu­ ğu gibi, Ortaçağ'ın sonlarına doğru asimile oldu ama Temeşvar'ın Banat'ındaki yeni köylü yerleşimleri, Transilvanya'daki "Sakson" kolonisi ve Polonya'daki Kutsal Roına İmparatorluğu'nun sının yakınındaki bir dizi küçük "adalar" gibi ayrı olarak kaldı. Bu istisnalar Polonya ve Macaristan'ın yönetici gruplan ara59

Koppelınann,

s.

2 1 7 ve devamı; A. Fischel,

s.

ix. 313

sında ve diğer farklı gruplar gibi, özerk "ayncalıklar"ına sanlan yerleşimcilerin kendisi arasında zaman zaman rahatsızlıklara neden oldu. Kentlerdeki Ger­ men-dil adalan Polonya için nadiren daha doğrudan öneme sahipti; Almanca­ yı sürdüren Macaristan'dakiler bile, Dördüncü Bölüm'de tartışıldığı üzere, bir şekilde asimile oldu. Ama coğrafi olarak aynlmış Germen ve Latin dil ailesi­ ni konuşan nüfuslar arasında beliren bu diasporalar ve onlan kuşatan nüfuslar arasındaki kınlmanın daha fazla göstergesi bulunuyordu. Diaspora konumlan açısından Germenterin kaygılan, kültürel ve iktisadi üstünlük bilinciyle birleş­ ti ve 1 798 tarihli Macar araştınnalannda mevcut olan şu yoruma yol açtı: "ls­ ter eski isterse de yeni dünyada olsun hiçbir ulus, kıtalar ve iklimler üzerinde Germenler kadar dağılmamıştır ve hiçbiri, bu tür bir durumda, daha kozmo­ polit bir biçimde düşünmez ve hareket etmez. "60 Elbette zorluğun bir kısmı, tüm Germen azınlığın, "kozmopolit bir biçim­ de düşünmemesi"dir. Ayncalıklan üzerinde uzlaşmaz ısrarlan (Lübeck-hu­ kuk kenti gibi dost Germenlere karşı, Ka tolik Lehlere karşı olduğu kadar pa­ gan Eski Prusyalılara, Litvanyalılara, Estonyalılara ve Letonlara karşı) Haç­ lı şövalyelerinin çeşitli Germen tarikatlannı karakterize etti. l 237'de Leh lordlar, curus Theutonicus olarak bilinen Hospitaller Şövalyeleri'ne Leh top­ raklanna yerleşme hakkı verirken, bir buçuk yüzyıl sonra Lehistan-Litvan­ ya Birliği'nin ardındaki belli başlı etmenlerden biri Töton Şövalyeleri'ne kar­ şı paylaştıklan uzlaşmaz çelişkiydi. Yeni kral jagiello'nun tek hareketi, "na­ tio Teutonica"yı birleşmiş hükümranlığından kovmaktı. Aynı dönem bo­ yunca, Lehistan (çok sonralan "Leh koridoru" olarak bilinen) Pomeranya'yı, Töton Şövalyeleri'nden bölgenin Lehçe konuştuğu gerekçesiyle, boş yere is­ tedi.61 En ünlü çatışmada, l410'daki Tannenberg Muharebesi'nde, kraliyet Leh güçleri Töton Şövalyeleri'ni yenilgiye uğrattı. Bununla beraber, Parça­ lanmalara [Partitions] dek, Leh seçkinler ve Germenler arasında, bu tür aşın uzlaşmaz çelişki nadirdi. Paralel bir durum, Macaristan'da, bazı açılardan 16. yüzyıl gibi erken bir tarihte başlayan Habsburg'un merkezileştinci önlemle­ rine kadar ortaya çıkmadı. Olağan bir biçimde, kır kökenli Leh ve Macar seçkinler, "yararlı" kentli Germenlerle ortakyaşamı tehlikeye atılamayacak kadar değerli buldu. Kom­ şu Germen bölgesel siyasi kurumlarla kınlma, Ortodoks ya da pagan Slav­ lar, pagan Litvanyalılar, Müslümanlar ya da pagan Türkler tarafından yöne­ tilen siyasi kurumlarla kınimalardan daha az dikkat çekmişti. Papalık politi­ kası tarafından desteklenen Leh ve Macar krallıklannın güçlü kimlikleri, ge­ nişleme için üst düzey Germen tasanlan için bir engel oluşturdu. Ama Do­ ğu Orta Avrupa siyasi kurumlannın kutsal mitleri ve simgeleri, Germenlerle 60 61 314

Schwartner, s. 94. Vigener, s. 95; Daube, s. 28; Maschke, s . 38.

paylaşılan Katoliklik üzerine temellenmişti, bu da kültürel ve dilsel bir grup olarak onlara karşı düşmanlığı kısan bir etmendi. Tüm koşullar göz önünde bulundurulduğunda, Germenler ve Slavlar arasındaki uzlaşmaz çelişki için, dil, Germen ve Latin dil ailesini konuşan halklar arasındakinden daha güç­ lü bir kuvvet değildi. tki tür temas arasındaki temel farklılık, modem dilsel milliyetçilik ortaya çıktığında, yatıştınlamaz uzlaşmaz çelişki için bir temel, dilsel olarak ayrıştınlabilir Batı topraklannın aksine, çözülemez bir biçimde iç içe geçmiş Doğu Orta Avrupa nüfuslan için hazırdı.

Geçişken dilsel farklılaşma: Latin dil ailesi örneği Avrupa'daki dilsel farklılaŞmanın gizli önemini anlamak için önemli bir en­ gel, çok farklı dillerin coğrafi olarak yan yana bulunmasının yarattığı açık engelleri birbirinden ayırmadaki başansızlıktan ve aynı dil ailesinin geçiş­ ken lehçeleri arasında algılanabilir bölme hatlannın yokluğundan doğdu. llk örnekte, verili bir dil alanından çok farklı olan bir başkasına hareketin kaçı­ nılmaz algısı, kimlik için sadece gizli bir etmen oluşturabilir. Bununla bera­ ber gizlilik dönemlerinde bile, komşularda farklılıklann bilinci, bir dil ailesi­ nin iç bölgelerindense huduttaki yönetim birimlerinde daha şiddetlidir. Ve­ rili bir dil grubunu konuşanlar için bu farklılıklar öne çıktığında, ortaya çı­ kan etnik hareketin liderleri orantısız bir biçimde huduttaki bu tür yönetim birimlerinden geldi. 62 Dahası keskin bir biçimde farklılaşan dil ailelerini ko­ nuşanlar arasındaki gizli dilsel farklılıklar, (Bohemya'da olduğu gibi) siyasi düşmanlıklar, dini yanlmalar ya da sınıfsal farklılaşmalar gibi etmenler uy­ gun koşullan üretirse, seferberlik için daima hazırdır. Ama bu tür seferber edici koşullar, siyasi ya da dini örgütlerin, çoğu kez amaçlanmamış, neredey­ se daima doğrudan sonuçlandır. Diğer yandan, üç dil ailesinin her birinin içindeki köylü lehçeleri arasın­ daki algılanamaz geçişlerden aşamalı olarak ortaya çıkan Germen, Latin aile­ si dilleri ve Slav diller, kimlik seferberliği için erişilebilir olan gizli etmenleri zorunlu olarak oluşturmaz; özgül belirli tarihsel koşullar belirli lehçeleri bu tür bir manipülasyon için erişilebilir kılabilir. Ortaçağ'ı araştıranlar, bir taraf­ ta keskin bir biçimde farklılaşan dil aileleri ile diğer taraftan tek bir dil aile­ si içinde karşılıklı olarak anlaşılabilir lehçe bölünmeleri arasındaki temel ay­ nmın, zaman zaman, farkındaydı. Anlamlı bir biçimde, bu farkındalığın ifa­ deleri, bir gözlemci, paralel olarak algıladığı, çok yabancı bir durumla karşı karşıya geldiğinde meydana geldi. Örneğin papalığın Moğollara gönderdiği bir elçi, C. de Bridia, onlann iç dilsel farklılaşmalan, Avrupa'da bildiği lehçe bölünmelerine benzeterek kavradı: "Tek bir dili oluşturan dört [lehçe] , ya62

Graus, "Die Entstehung der mittelalterlichen Staaten" , s. 60. 31 5

ni, Moal, Zumoal, Merkit ve Mecrit, bulunuyor ama bunlar birbirlerinden, Bohemyalılar, Lehler ve Ruthenyalılar [yani, Slavlar] ; ya da Romalılar, Lom­ bardlar ve Friuliyanlar [yani, İtalyanlar] gibi; ya da Dogtı Frenkler, Ttringi­ yalılar ve Vestfalyalılar [yani, Orta Germenler] ; ya da Saksonlar, Flamanlar ve Vestfalyalılar [yani, Aşağı Germenler] gibi aynı tarzda farklılaşmış. "63 De Bridia, günümüzde dilbilimciler tarafından kabul edilenlere benzer bir bi­ çimde, Avrupa dil ailelerindeki belli başlı süreksizlikleri itirazsız kabul et­ ti. Yalnız görünüşe göre De Bridia, Orta ve Aşağı Almanca arasındaki farklı­ lıklan, Germenik aileyi, Slav olandan ve Latin dil ailesinden ayıran engellere denk olarak düşündü. Bu çalışmanın amaçlan için, Germenik grup içindeki farklılaşmalann daha ilerisine gitmek zorunlu değildir. Bununla beraber, sı­ radışı paralellikler sunan Latin dil ve Slav aileleri içindeki lehçe farklılaşma­ sının yakından incelenmesi fazlasıyla öğreticidir. Kökensel olarak, Latin dil ailesi lehçeleri arasındaki farklılaşma, sıradışı bir örüntüyü, yani, ayrınuh bir kod tarafından önceden standartlaştınlmış bir di­ lin çözülmesini, Latinceyi izledi. Roma cumhuriyet döneminde, Latinceye kat­ kıda bulunan ltalik lehçeler, hem yazıda hem de, hakim bir biçimde sözlü kül­ tür için stilize edilmiş, retorikte birleşmişti. Bu tür dokunaklı ifade biçimleri, Germenler ve Ingilizler için bile "düşünüş kalıplannı" biçimlendirmeye de­ vam ettiği için üretildi.64 Bununla beraber bu fazlasıyla ayrınuh kod mükem­ melliğe erişirken, (Roma hukuk sistemi ve Roma ekonomisi gibi) belirli etki­ lere boyun eğmeye başladı. Her ne kadar tersini kanıtlamak zorsa da, birçok akademisyen Latincenin yerel biçimlerinin (Roma hukukunun belirli biçimle­ rinden daha fazla) gelişiminin, Roma öncesi nüfuslardan kaynaklanan etkile­ rin "altta yatan tabaka"sı tarafından önemli ölçüde etkilendiğine dair eski gö­ rüşü reddeder. Akademisyenler -kayda değer istisnalarla- Germen etkilerin Latince kökenli dillerin farklılaşmasını güçlü bir biçimde etkilediği nosyonu­ nu da reddeder. Örneğin Walther von Wartburg, Fransızca üzerinde sıradışı bir biçimde güçlü Germenik etkiler saptar; ama sözcük dağarcığının ayrıntı­ lı bir incelenmesi, bu oluşum döneminde Fransızcanın, Latinceden doğrudan ödünç alınanlar bir yana, tek bir ilgili Latince kökenli dilden, Oksitanca'dan, Almanca ve Keltçerıin toplamı kadar çok sözcük (dört yüz) aldığını gösterir.65 Ne olursa olsun, Wartburg ve diğer akademisyenler, Latince kökenli dil­ lerin farklılaşmasının birincil kaynağını, Roma Avrupa'nın muazzam alan­ lannı Latinleştirmeden önce, Romalılar arasında yaygın olan gündelik di­ lin erken versiyonlannda ya da azami düzeyde, Latincenin !talyan konuşma­ cılannda buldu. Benzer bir biçimde ltalyan bir akademisyen şu sonuca va63 64 65 316

Alınnlandıgı yer Bezzola: Latince metin, s. 214; Almanca metin, s. 129-130. Harmand, s. 448. Wanburg, Die Ausgliederung, s. SO; Cohen, Histoire d'une Langue, s. 128.

nr: "İtalyan tarihinin bütünü ve yanılmıyorsam, İspanyol ve Fransız tarih­ lerinin uzun dönemleri, bir karşıtlıgm başlangıcından itibaren kültürel ve vulgar dil arasındaki karşıtlıgm, gördügümüz gibi, Latincenin tarihine iç­ sel olan bir koşulun modem çaga uzatılınasının çözümünün tarihi altmda toplanabilir. "66 Temel ayıncı çizgi, öncelikli olarak yerel okul sistemi aracılı­ gıyla yaygınlaştınlan "patrisyen" etkileriyle Latinleştirilen alanlarla Latince­ yi egitilmemiş gamizonlardan alan alanlar arasındaydı. Sonraki, Balkanlar'ın büyük bir kısmının yanı sıra Apeninler'in güneyindeki tüm İtalya'yı kapsar. Çagdaş dillerden, sadece Rumence ve İtalyanca bu dogu gamizon tesirinden türedi. Batı "patrisyen" etkisi kuzeybatı Afrika'ya, İberya'ya, Galya'ya, Bri­ tanya'ya ve Alpler-Tuna alanına ve Po Vadisi'ne hakimdi. Günümüzde Ba­ tı Latincesi, Fransızca, İspanyolca ve Portekizce tarafından temsil edilir ama grup, o zamandan beri gerileyen çok önemli Ortaçag dillerini de içerir. Batı Latincesi alanı içinde, okullar tarafından standartlaştınlma ve seçkin­ terin ve askeri birimlerin sürekli hareketi, kentlerde aynntılı kodu sürdür­ dü. Bununla beraber, Latincenin lehçeleri için bazı egilimler, Latincenin ya­ yılmış oldugu farklı noktalardan (Trier, Lyon ve digerleri) dogmuş olabilir. Kentsel yaşam geriledikçe okullar kapandı ve her bir küçük kırsal kesim ya­ lıtıldı; onlar kendi patois'lannı geliştirdi. Ferdinand Brunot gibi akademis­ yenler bu tür patois'lar arası geçişleri, sözcük kullanımı ve telaffuzdaki kü­ çük çeşitlernelere duyarlı egitilmiş dilbilimciler tarafından ayırt edilebilir ge­ çişler olarak gördü. Uzun bir mesafe boyunca bu tür farklılıklar birikir; ama bu görüşe göre, bir lehçe grubunu digerinden ayıran bir hattı seçmek özünde keyfidir.67 Diger akademisyenler, belirli bir lehçe içindeki patois'lar arasm­ daki çeşitlerneleri kabul etseler bile, bunu kabul edenler az sayıdadır; bun­ lar lehçeler arasmda belirlenebilir alaniann -kesinlikle hudut hatlan degil­ daima var olduguna inanır. Bu konumun önde gelen bir düşünürü Mareel Cohen, temelde Brunot'a katılır; bununla beraber, kesin hudutlann yoklu­ gu konusunda şöyle der: Her şey göz önünde bulunduruldugunda, görece yakın geçmişte aynı kökene sahip ve komşu olan konuşulan diller arasında keskin hudutlar yoktur. Ha­ kiki bir dilsel sınır,

az

ya da çok uzak noktalardan başlayan ve yag damlala­

n gibi yayılan diller nihai olarak buluştugıtnda oluşur. ( . . . ) Bu nedenle "res­ mi" Fransızca, I talyanca ve Ispanyolca sınırlanndan söz edilebilir; bu [resmi] dillere [geçici olarak] baglı olanlarca, patois olarak konuşulan dillerin, birçok noktada, hissedilemez geçişlerinin olmasını engellemez. 68 66 67

68

Terracini, s. 202; Wartburg, Problems ... in Linguistics, s. 26; Wartburg, Die Ausgliederung, s. 20. Brunot, s. 297. Cohen, Histoire d'une Langue, s. 82. 317

Muhtemelen Latin dil ailesi alanı içinde, hem tamamen geçişken lehçeler hem de daha belirli sınırlada damgalanmış lehçeler var oldu. Sonuncusunun ortaya çıktığı örneklerde, daha önceki Roma yönetsel sınırlarının, Romalı­ lardan önce gelen yerli "kabileye" has aynınların ve genel olarak Roma sı­ nırlarıyla çakışan dini bölünmelerin etkisi konusunda kayda değer bir uzlaş­ ma vardır. Mareel Cohen'in ileri sürdüğü gibi, bir patois bölgesi oluşturmak için birincil mekanizma, yönetim-pazar merkezinde iletişimdi ve bu merkez­ ler Roma öncesi gruplar, Romalılar ve kilise için aynı kalma eğilimindeydi.69 En önemli lehçe hududu -Doğu ve Batı Latinceyi ayıran Apeninler'in dı­ şında- Frenkçe ve Oksitanca arasındaki bölgesel hudutmuş gibi görünür. Cohen'in işaret ettiği gibi, bu hudut Frenk ve Vizigot Krallıkları atasında­ ki huduttan daha eski ve daha dayanıklıdır. Andre Piganiol hududun izi­ ni M.S. 298'deki Diocletianus'un, bir tarafta Akuitan-Gallia Narbonensis ve diğer tarafta Lugudunensis arasındaki bölünmeye dek sürdü.70 Bu hat­ tın güneyi Apeninler'e ve lberya'nın doğusuna dek, Batı Avrupa'nın her­ hangi bir bölgesinden daha fazla köylü dilsel örüntüleri altında birleşmiş­ tL Oksitan ya da Provensal olarak adlandırılan bu lehçeler -terimler nere­ deyse birbirinin yerine kullanılabilirdir- l l . yüzyılın sonunda edebi bir dil elde etti. Ama bu geniş bölgede yaşayan sıradan insanların birbirleriyle, sa­ dece ılımlı zorluklarla iletişim kuralıilcliğine dair, en azından yüksek Orta­ çağ'da, güçlü kanıtlar bulunmaktadır. 14. yüzyıl gezgin Katalan vaizi Aziz Vincent Ferrer'in yaşamı bu birliği sergiler. Aşağıdaki anlatım, onun efsa­ nevi "dillerin armağanı" için, takdire şayan bir dilbilimsel açıklama sağla­ ma çabasıdır: Katalan-Valencia, Provensal gibi bir Oksitanca'dır. Zamanımızda bir Katalan kendisini bir Auvergnat'a ya da Piemonteliye anlaşılabilir kılabilir. Ortaçag'ın ortalannda, günümüze göre Latince temellerinden daha az uzak olan oc'un çeşitli lehçeleri, kendi aralannda daha az farklılaşmıştı. Limogelilerin konuş­ ması Balear Adalan'ndan olanlannkine ve Valencialılannkine öylesine yakın­ dı ki onlar sonuncusunu "Lemosin" olarak adlandırdı. Ortaçag Valencia dili troubadour'lann dilinden ne daha az ne de daha çoktu. O, Loire ve Sen bölge­ lerinin Eski Fransızcasına öylesine yakındı ki, kişinin kendini sakınması ge­ reken kaba bir mantıga sahip olan Efendi Vincent'ın Katalanca vaazlan, ya­ bancı bir dilde yazıldıgı fark edilmeksizin okunabilirdi. Bu Valencia dili sayı­ sız Kastilya terimini içerdi ve vaiz için Kastilyaca ögrenmek ve kendisini an­ laşılır kılmak kolaydı. Bu nedenle hacılanmızın, aşılamaz engellerle karşılaş­ madıgı Kastilya hariç, Oksitanca'nın Latin dil ailesinin, hafifçe farklılaşsa da, 69 70 318

A.g.e. , s. 78-79. A.g.e. , s. 80; Piganiol, s. 72.

hakim oldugu tspanya'daki Murcia'dan Loire'a dek uzanan alanda geniş bir 71 "Fransa" bulduklan iddia edilebilir.

Çagdaş Avrupa'nın haritasına kısa bir bakış, karşılıklı iletişimin bu kayda deger bölgesinin siyasi düzeyde herhangi bir birlige günümüzde -ve birçok yüzyıldır- karşılık gelmedigini sergileyecektir. Kesinlikle siyasi gelişmeler, iletişim olarak dilin, kimligin oluşturulmasında nihai olarak belirleyici ol­ madıgının kanıtlandır. Ortak bir dilsel iletişim aracının birleştirici bir kim­ lik simgeleri kümesi haline gelmediginin nedeni karmaşıktır ama onlar dil ve kimlige dair topyekün sorunun açıklanmasına büyük katkıda bulunur. 1 258'e dek, Katalonya ve Oksitanya-Provence birçok yoldan birleşmişti: evlilik aglan, mimari tarzlar, daha geniş bir siyasi kurum için dinamik arzu­ lar; bunlann tümü Pireneler'in iki yakasındaki bölgeleri bir araya getirmeye yönelmişti. Daglann iki yakasındaki kilise bile Narbonne'dan yönetiliyordu. Ama her iki yakayı birbirine baglayan simgesel aglar Müslümanlardan kur­ taran olarak Şarlman mitiyle ilişkiliydi. Yani, bu mit, bölgesinin Oksitan-Ka­ talan kimligini yalıırnak yerine, daha büyük bir kimlik içinde, Frenk lmpa­ ratorlugu ya da daha açık bir biçimde Fransa içinde, bölgeyi birleştirdi. Kim­ lik mitinin karmaşık simgeleri örgütleme gücünün, bu çözümleyici kavram­ lan açıkça kullanmasa da J . Lee Shneidman'ın aşagıdaki pasajından daha iyi bir betimlemesi yazılmadı: Aragon'un yakınlıgına ragmen Katalanlar, Aragonludan ziyade Fransız gibi davrandı. Onlann idealleri Karolenj ya da Capet'ti ı Capetian) . Frenk devleti re erans

f

oldugu sürece tüm Katalan eylemleri ona atıfta bulundu. (. .. ) O hal­

de, tüm pratik amaçlar için, March ve Frenk devleti arasında, o günden sonra

ı 1 088), hiçbir fiziksel baglantı olmamasına ragmen, iki yüzyıl boyunca Kata­ lanlar hala Fransa'nın bir parçasıymışlar gibi hareket ettiler. Bu dış siyasala­ nnda, -dış siyasanın özgül bir biçimi olan- evlilik ittifaklannda ve belgeleri tarihlendirme yöntemlerinde görünürdü. Bu etmenleri inceleyerek Katalan­ 72 Iann ulusal kimlik algısı hakkında bir fikre sahip olacagız.

l l . yüzyılın sonunda Katalonya, Narbonne başpiskoposluk eyaletinden aynldı. Papalık bir süre için Katalan başpiskoposluk bölgelerini Toledo baş­ piskoposluguna baglamak istedi ama 13. yüzyılın ortalannda, onlan, sahil­ deki yönetim birimi Aragon'unkinden oldukça farklı bir lehçeye sahip ol­ sa da, Tarragona'daki yenilenmiş başpiskoposluk eyaletinde, Aragon'la bir71

72

Zananiri, s. 170, alınulayan M. M. Gorch, "Saint Vincent Ferrier" (doktora tezi, University of Clennont-Ferrand, 1923). Karş. Burns, Islam, s. 19 ve devamı. Müslümanlardan yeniden alın­ dıktan sonra Valencia'daki Katalan ve Oksitan yerleşimcilerin hAkimiyeti hakkında ve Oksitan­ ca, Provence ve Katalan dillerinin benzerlikleri hakkında bkz. Shneidman, 2: 298. Shneidman, 2: 288, 291. Karş. Kienast, Studirn . Volkstamme, s. 90 ve devamı. . .

319

leştirmeye ikna oldu. O zamana dek, Toulouse bölgesinde yerleşik bulunan O ksitan toplumunun Albililere karşı Kuzey Fransız haçlılan tarafından yıkı­ mı, Katalaniann yeniden yönlendirilmesini tamamladı. Shneidman "temelde Katalan dış bağlılıklan Katalaniann psikolojik kimliğine bağlıydı. (. . . ) Kata­ lan soyluluğu, kendisini saf Katalanlıkla yeniden özdeşleştirdiğinde, taeider onlan kendi davalanna katabildi ve eyaletin tüm gücü iktisadi emperyalizm için harekete geçirildi" diye yazdı.73 Bu değişim tamamen dinamik siyasetin sonucu değildi. Bu, Akdeniz'de, yan-egemen Katalan Şirketi'nin, kısa bir süre için, Ege'nin büyük kısımla­ nna hakim olmasına izin veren türden fırsatıann açılmasıyla çakıştı. Tacir gruplan vakayinamelerinde Aragon lehçesini kullandı ve "Aragon" onlann savaş çığlığıydı.74 Katalan kimliğindeki kayma, Müslümanlara karşı Batı Ak­ deniz'de Aragon kraliyet fetihlerine katılma anlamına da geliyordu. Bu ma­ ceralardan, zihinsel olarak bir conquistador (terim Aragon olduğu kadar Kas­ tilya lehçesinindir) gelişti. Bir başka deyişle Kastilya kimliğini biçimlendiren Hıristiyan sınır. mitinin bir çeşitlemesi, Katalan kimliğini de, büyük Fran­ sa'dan ve Oksitanya'dan küçük Fransa'sından uzaklaşurarak yeniden yön­ lendirdi. Bununla beraber 13. yüzyıla doğru , Kastilya ve Katalan mitleri birbirine yaklaştığında iki lberya grubu çok farklıydı. Müslüman tarzlanndan devşiri­ len görsel simgelerin farklılıklan üzerine bazı kayıtlar Üçüncü Bölüm'de tu­ tuldu. Çok daha önceleri Kastilya Müdeccen mimarisini tekrarlarken Kata­ lonya, Oksitanya'yla paylaşılan Romanesk'in çok erken biçimlerini korudu. Yanınadayı istila eden, (daha önce Katalonya'daki) Gotik biçimleri de çok farklıydı; Katalonya Sistersiyenler'i, Kastilya Kluni Tarikatı'nı kullandı. Bar­ eelona Katedrali ile Sevilla Katedrali arasında çok az benzerlikler bulunmak­ tadır. En güçlü hudut mekanizmalan dil alanında ortaya çıktı. Birçok açıdan Ba­ tı Avrupa'dan askeri ve coğrafi koşullan nedeniyle yalıtılmış olan Kastilya di­ li, Latince kökenli dillerin en kendine has olamdır. Tam da bu yalıtılmışlık nedeniyle, Kastilya dili, krallann onu 13. yüzyıl gibi erken bir tarihten itiba­ ren yönetim için aynntılı bir kod olarak kullanmaya çalışmalanyla, parlak bir biçimde gelişti. Onlann çok sayıdaki eğitimli Yahudi ve Müslüman uyru­ ğunun, Latincenin aksine Latince kökenli dil ailesini konuşmak istemeleri­ nin, kralın çabalanyla ilişkili olması anlaşılabilirdir. Belirgin olarak, Kastilya­ lı seçkinler Granada'da Mağribilerin nihai yenilgisi ve eşzamanlı olarak Ame­ rika'nın keşfıyle doğrulanan kutsal misyonlanyla dillerinin kullammını bağ­ daştırdı. Bir Kastilya dilbilgisi de -modem bir Avrupa dili için ilk sistematik 73 Shneidman, 2: 286-287. 74 jacoby, Sociay . . a Byzance, s. 85-88. .

320

çalışma- l492'de tamamlandı. Onu övmek için Avila Piskoposu, Kraliçe Isa­ bel'e, "Majesteleri, dil imparatorlugun mükemmel aracıdır," dedi. Diger Kas­ tilyalılar dillerinin, krallannın ve kendi dünya misyonlannın kahramanca ça­ lışmalannı ifade etmek için, İspanyol barbariann atalannın Latinceyi ögren­ mesi gibi Isabel'e boyun egen barbariann Kastilya dilini ögrenmesiyle, üç kut­ sal dilin halefi olacagını iddia etti?5 Bu tür haşmetli beklentilere ragmen, Kas­ tilya dili hiçbir zaman tamamen "lspanyol" hale gelemedi. Katalaniann neden ayn bir kimligi muhafaza ettiginin birçok nedeni bulunur ama şüphesiz, taç­ lann birleşmesinden önce, çok farklı iki Latin dil ailesi dili olarak Kastilyaca ve Katatoncanın ortaya çıkışı hayati öneme sahipti. 1556'da V. Charles'ın fe­ ragat kararnamesi, Latincenin kullanıldıgı, -Macaristan'da oldugu gibi orada da Habsburg bahanesinin son sıgınagı- Aragon ve ona baglı olan yerler ha­ riç, tüm lspanya'da, Kastilya dilinde yayımlandı. Izleyen yüzyıl boyunca, Ka­ talonya'ya yayılan Kastilyaca letrado'lanndan (avukat) , muhtemelen statüleri Kastilya dilindeki dilsel manipülasyonlara baglı oldugundan, özellikle nefret edildi, çünkü 1620'den sonra Latincenin kullanılması toplumsal hareketlilik için bir degerden ziyade bir engel haline geldi. Aynı zamanda Katalanlar im­ paratorluk atamalanndan ve saygın askeri rütbelerden, fiili olarak dışlandı.76 Katalan kimliginin neden daha geniş Oksitanya alanından koptugunun çö­ zümlenmesi, Latince kökenli dillerin farklılaşmasının anlatımını Ortaçag'ın ötesi taşıdı; ama Ortaçag dönemindeki gelişmeler bu farklılaşmayı anlamanın anahtannı sagladı. 10. yüzyılda başlayan ve 14. yüzyıla dek hızlanan çok sayı­ daki Bau Avrupalı Kıta'yı gezdi. Haçlılar, ruhbanlar, tacirler, Santiago de Com­ postella gibi kutsal yerlere giden hacılar - bunlann tümü, yukanda belirtilen çok küçük dilsel birimleri birleştirmeye katkıda bulundu. Bununla beraber anadillerinin profesyonel idarecileri en önemlisiydi. Çünkü Aziz Vincent Fer­ rer gibi sıradışı vaizler hariç, ruhban, evinden uzakta oldugunda Latinceyi kul­ lanarak iletişim gereksinimlerini tatmin edebiliyordu, bu yeni iletişim uzman­ lan, saray troubadour'lanndan ve daha popüler halk ozanlanndan oluştu. Her ikisi de, Karl Vossier'in parlak bir biçimde sorunu ortaya koydugu gibi, yüz ki­ lometre civan mesafe kat ettikten sonra karşılaştıklan Latin dil ailesi lehçeleri­ deki farklılıklannın üstesinden gelmenin yollannı bulmak zorundaydı. Genel olarak ne halk ozanlan ne de troubadour'Iar, ne ruhhan ögretmenler ve ögrencileri ne de hümanistler yerleşikti. Tüm Ortaçag ve Rönesans boyun­ ca şarkı söyleme ve hitap sanatlan, "seyahat eden" insanlar tarafından, en iyi şekilde temsil edildi. (. . . ) Şairler iki yoldan ilerleyebilirdi. Komşu alanlarda­ ki dinleyicilerin kulaklanna göre, kalıtsal konuşma seslerini ve aksanlannı 75 76

Elliott, Imperial Spain, s. 1 17; Bevan, s. 71, 88; Meier, s . 10, 16 ve devamı. Kagan, s. 58-60; Elliott, Revolt of the Catalans, s. 73. 321

uyariayarak ve bir pazar yerinden digerine ve bir saraydan digerine gezine­ rek, onlar, hiçbir yerde tamamen evinde olmayan uyarlanmış, kanşmış tür­ den bir konuşmayı oluşturabilirlerdi. Ya da Latince dilbilgisininki gibi yaz­ mak ve sanat için ideal olan daha yüksek kurallar dizisini arayabilirlerdi. 77

Bir başka deyişle troubadour'lar, saray aristokrasisi için, Latincenin potan­ siyel rakipleri olan ayrıntılı kodlar geliştirdi. Bu türden bir "araçsal dil"in, Mareel Cohen'in kavramsallaştırdıgı gibi, troubadour'ların ayrıntılı kodu­ nun içerigi muhtemelen her biri birbirlerinin öykülerini kendi sözcükleriy­ le (kültür hala hakim bir biçimde sözlü oldugundan) yeniden anlatan, geniş bir alandan insanların etkileşimi aracılıgıyla gelişti. Bu şekilde onlar aşamalı olarak ortak bir söz dagarcıgı üretti. 78 Bu hatlar boyunca belli başlı en erken gelişmeler, Oksitanya'da yaklaşık l l OO'deydi. Troubadour tarzı fiilen Oksitanca ile özdeşleştirildi ve trouba­ dour hitabı, onunla yakından ilişkili lehçeleriyle, saray dili olarak Piyemon­ te'ye dek benimsendi. Hohenstaufenlerin Sicilya'yı yitirmesinden sonra, Pro­ vence'in Angevin Hanedam Provence dilini Sicilya Sarayı'na tanıttı. Bu sıra­ da, Il. Fredetik'in sarayıyla seyahat eden Sicilyalı şairler, Provence dilinin ve Fransızcanın bazı özelliklerini birleştiren ama Dogu Latincesinden türetilen Taskana lehçesi üzerine temellenen bir saray dili (vulgare aulicum) üretti.79 Bu dil, Dante, Petrarca ve Boccaccio'nun muazzam saygınlıgımn Taskana­ ca'yı bir Avrupa edebi dili olarak ileriye fırlattıgı l300'den sonraya dek, sık sık yazıya geçirilmedi. Bu sıralarda, lO. yüzyıldan 12. yüzyıla dek, Eski Fransızca, Fransa Kral­ lıgı'mn kalbini -aslında pratik nedenler için, tüm bedenini- oluşturan Lo­ ire ve Aisne nehirleri arasındaki yogun bir biçimde yerleşiimiş bölgede ko­ nuşulan lehçelerde gelişti. Paris, Latince okullarının erken dönem kalesi, 1 2 . yüzyıla dek bu gelişmede önemli bir rol oynamadı. Kraliyet sarayının önayak olucu rolüne ilişkin olarak kayda deger bir belirsizlik bulunmak­ tadır çünkü orada 987'ye dek Almanca konuşuldu. Fransızca epik şiirinin başyapıtı "Roland Destanı" l080'de ortaya çıktı; bu nedenle sarayınkinden başka etkiler biçimlendirici olmuş olmalı. Sonraki iki kuşak boyunca (trou­ badour'ların yükselişine dek) Eski Fransızca, haçlı seferleri aracılıgıyla ya­ yıldı; Latin dil ailesi soylulugunun tercih ettigi ayrıntılı kod haline geldi. 80 l l . yüzyılın sonlarına dogru, yakından ilişkili lehçelerin Orleans'tan Laon'a dek uzanan bölgesinde gezinen saray, dilin Champagne'in kraliyet alanına 77 78 79 80 322

Vossler, Aus der romanisehen Wdt, s. 328. Cohen, Histoire d'une I..angue, s. 84 ve devamı. Vossler, Medieval Culture, 2: 71. Wartburg, Problems ... in Linguistics, s. 219.

1 300'de katılmasından sonra, o alana hızla yayılmasının da gösterdiği gi­ bi, yeni dilsel biçimin standartlaştırılmasında ve popülerleştirilmesinde çok güçlü bir rol oynadı.81 Saray Fransızcası hala, İngiltere'nin kayda değer yeniden yerleşimiyle so­ nuçlanan Fransız kralının birçok İngiliz vasalını kendi süzerenliği ile İngi­ liz kralınınki arasında seçim yapmaya zorlamasından sonra İngiltere'de ha­ kim olan Norman Fransızcasıyla rekabet etmek zorundaydı. Özdeşleşme­ nin en önemli simgesinde, tercih ettikleri gömülme yerinde, birçok Angio­ Norman aristokratlan ı 4. yüzyıla dek Fransa'ya sadık kaldı. N orman Fran­ sızcası, 1 362'ye dek İngiltere'deki hukuk mahkemelerinde ve bir ölçüde de ısOO'e dek İngiliz sarayında hüküm sürdü .82 Fransızcanın standartlaştırıl­ masının önündeki daha ciddi bir engel, Belgae'nin eski Galya bölünmesine karşılık gelen Latin dil ailesi lehçe alanı üzerinde temellenmiş olabilecek Pi­ card'dı; ya da, Latincesini Lyon aracılığıyla almış olan merkezi Fransa'dan zi­ yade bir başka Latinleştirme merkezinden (Trier) türemiş olabilir. Picardie ve Artois'nin zengin kentleri, aristokratik küçümserneye rağmen, dini kome­ di tiyatrolan aracılığıyla, yerel lehçeyi besledi. ı 7. yüzyıl gibi geç bir tarihte yerel köylüler standart Fransızcayı konuşamıyordu.83 Fransızcanın Fransa Krallığı'nda resmi amaçlar için Latincenin yerini al­ masından önce uzun zaman geçecekti: 1 250'de kraliyet yüksek mahkeme­ sinde, ı s39'da hukuk mahkemelerinde. Din savaşlan, Katolik Birlik'in İs­ panyol müttefikleriyle paylaştıklan dil olarak Latinceyi, bir süre için, vurgu­ lama çabalanna rağmen, uygarlık dili olarak Fransızcaya dönüşü hızlandır­ dı: "Onlar, aynı törenleri ve aynı dili kullandıklan kilisede, bizim için yaban­ cı değil. "84 Bununla beraber, sarayda ve büyük soylular tarafından Fransızca­ nın kullanılmasının saygınlığı, ona, ister nazım isterse de nesir olsun, esin­ lendinci seküler ternalann yazılması gerektiği dil olarak Avrupa çapında ün kazandırdı. En ünlü örneği Marco Polo'nun Merveilles du Monde'dir [Dünya­ nın Harikalani ( 1 298) . Fransızcanın Avrupa anadillerinin doruğuna yüksel­ mesi, yüksek Ortaçağ'ın gezgin şairleriyle vakanüvislerin, her yeni dili, öz­ gül edebi türlere uyan yan aynntılı kod olarak ele aldığı bir gelişmenin sade­ ce bir parçasıydı. Yerel iletişim dillerinin yanı sıra bir ya da daha fazla edebi tür kodu, belli başlı kültürel merkezlerin her birinde kullanıldı.85 Bu diller samimi nazım için Kastilya dilini, lirik şiirler için Galiçya-Portekizceyi, lirik 81 82 83 84 85

Cohen, Histoire d'une Langue, s. 84. Karş. Cohen, Pour une Sociologie, s. 141-42; Prinz, s. 54. Cohen, Histoire d'une Langue, s. 139; Dauzat, Histoire de la Langue Franqaise, s. 542 ve devamı; Brunot, s. 367; Curtius, s. 35. Dauzat, Le Village, s. 1 79; Morf, s. 24 ve devamı, 33. Alıntılandıgı yer Yardeni, s. 56; Brunot, s. 326 ve devamı; Cohen, Histoire d'une Langue, s. 88. Vossier, Aus der romanisehen Welt, s. 33 1 ; Terracini, s. 57. 323

öyküler için Provence dilini, hiciv için Picard'ı ve didaktik eserler için Nor­ man dilini içeriyordu. Hem Fransızcanın hem de Kastilya dilinin kraliyet düzeyinde pekiştiril­ mesi ve halyancanın aniden moda olması Batı Avrupa'da ruhhan olmayan okuryazarlar arasında ayrıntılı kodların doğmakta olan gelişiminin altını oymuş görünür. Siyasi örgütlenme düzeyi 12. ve 13. yüzyıllardaki gibi dü­ şük olarak kalsaydı, kozmopolit yazarlar, özgül dilleri üretmek için lehçele­ rin alaşımını elde ettikleri aynı süreçle, genel bir Latince kökenli dil ürete­ ceklerdi. Genelde Romanice ya da volgare olarak adlandırılan diller için ay­ rı terimierin (Fransızca, Provence dili, ltalyanca, Katalonca, Kastilya dili, Is­ panyolca ve diğerleri) sadece Ortaçağ'ın sonunda ortaya çıkması muhteme­ len önemlidir.86 Ama belirmekte olan siyasi kurumların ve İtalyan burjuva­ zisinin etkisi zorunlu olarak yavaş olan gelişimi bekleyemeyecek kadar güç­ lüydü. ltalyanca, (elbette tamamen "ciddi" uluslararası ilmi hala elinde tu­ tan Latince dışında) ı 4. yüzyıldan ı6. yüzyılın başına dek hümanizmin bi­ rinci! aracı olarak kaldı. Sonraki dönemde, papalık elçileri bile Kilise Mecli­ si'yle yazışmalannda ltalyancayı kullandı. Daha sonraları, lberya monarşisi­ nin gücü ve saygınlığıyla Kastilya dili, neredeyse İtalyancanın önceden sergi­ lediği enerji patlaması kadar ani bir biçimde, hakimiyeti üstlendi.87 tki yüz­ yıl boyunca, Fransızca bu tür bir yüksek düzey saygınlığı sürdürdü, öyle ki onun aşıldığından söz etmek bile tartışmalıdır. Otuz yıl Savaşlan'nın izleyen Ispanyolcanın gerileyişinin ardından, Fransızca, Mutlakıyetçilik yüzyılı bo­ yunca tartışmasız üstünlüğünü yeniden kazandı. Yenildiklerinde bile Fran­ sızlar, dillerinin uluslararası diplomatik bir araç olarak Latincenin yerini al­ dığını, ı 714'te Rastatt Andaşması'nda gördü.88 Bu nedenle Avrupa'nın tanık­ lık ettiği, birleşmiş bir ayrıntılı koddan ziyade parlak Latince kökenli dil ba­ şarılarının bir elden diğerine nakledilmesiydi. ı6. yüzyılda bile, her üç dil de (tek başına, 13. yüzyıl edebi tür kodlann­ dan bağımsız bir siyasi temeli güvence altına alan Portekizceyle birlikte) hala düzensiz dilbilgilerinin onları Latinceden daha aşağı kıldığı hümanist eleş­ tirilerinden ıstırap çekiyordu. Yerel duygular ve prensierin gururu anadille­ rini safiaştırma çabalarına neden oldu. Floransa'da Accademia della Crusca, Roma'da Accademia dei Lincei, ı6. yüzyıl boyunca filoloji ve sözlükler üze­ rinde çalıştı. Academic Franchise ( 1 635) ve Real Academia Espalıola ( ı 713) birleşmiş siyasi kurumlannın simgeleri olarak dillerini geliştirmek için bu İtalyan modellerini kullandı. Sonuç olarak ilk Latin dil ailesine mensup siya86 87 88 324

Vossler, Aus der romanisehen Welt, s. 108. Karş. Curtius, s. 32. Curtius, s. 587 ve devamı. Karş. Kilise Meclisi'nin ltalyancayı kullanmasının örnekleri için Du­ chhardt'ın eserindeki bol miktarda dipnota bakınız. Meillet, s. 161. Karş. Brunot, s. 300-301 .

TABL0 3 Aynntılı Latin Dil Allesi Kodlannın Yükselişi

Ilk yazılı metin

Dil Provence dili

Özel belgelerde anadiline geçiş 1 1 02

Yönetirnde esas kullanımı

En erken edebi saygm/ık

Hdkim olduğu dönem

yaklaşık 1 1 50

yaklaşık l l 00

1 1 50-ı 250

Fransızca

842

1 204

1 250

1 080

ı 050-1 1 50

Kastilya dili

1 1 45

1 1 73

yaklaşık 1 250

yaklaşık 1 250

ı 258-1 300

ltalyanca

964

ı ı 93

yaklaşık ı 300

1 300

1 650-ı 762

Standart­ Iaştırma için akademi 1 635

Portekizce

1 1 92

yaklaşık 1 450

1 5 30-ı 650

ı 71 3

Rumence

ı 5 . yy. sonu

yaklaşık 1 850

1 300-ı 530

ı 582

Kaynaklar: Sütun 1, Cohen, Histoire d'une Langue, s. S 1 (Provence dili hariç). Sütun 2, Schmitt, s. xxix; Wartburg, Problems . . . in Linguistics, s. 222 (Provence dili). Sütun 3, Cohen, Histoire d'une Langue, s. 88 (Provence dili, Fransız Kraliyet Yüksek Mahkemesi); Hillgarth, s. 1 3 (Kastilya dili). Sütun 4, metne bakınız; Rumencedeki d�işiklikler üzerine bkz.Turczynski, s. 223 ve devamı. Sütun 5, Curtius, s. 383 ve devamı. Sütun 6, Yardeni, s. 48; Gilbert, Ranum için­ de, s. 38; Vossler, Aus der romanisehen Welt, s. 283.

si kurumlar, milliyetçilik çağına tamamen aynntılı dilsel kodlada girdi. Tüm bunlar büyük merkezi Oksitan alanının dışında başladığından ve seçkinleri­ ni bu alanın dışındaki başkentlerde (Paris, Madrid, Floransa, Roma, Napo­ li) konumlandırmaya devam ettiğinden, farklılık Latin dil ailesi lehçelerinin özgün karşılıklı anlaşılabilirliğini gözlemleyen birinin tahmin edebileceğin­ den çok daha büyüktü. Edebi diller 18. yüzyılın sonunda ve 19. yüzyılda, zo­ runlu askere alma, yaygın eğitim ve kitle medyası aracılığıyla yayılırken, al­ gılanamaz geçişken biçimlerin, dağiann iki yakasındaki halklan birleştirdi­ ği Alpler'de ve Pireneler'de (az sayıdaki sınır köylü nüfusu hariç tüm konu­ şanlar için) keskin dil hudutlan üretti. Bu gelişme Avrupa devletlerinin böl­ gesel bölünmesini mühürlemekte önemli bir rol oynadı. 16. yüzyıla doğru, en azından Fransa' da, herhangi biri her seferinde bir olayın sadece o ülkenin halkını ve sadece onlan ilgilendirdiğini vurgulamak istediğinde, o kişi dil öl­ çütüne gönderme yaparak işe başladı.89 Bölgesel ve dilsel ilkelerin bu kesişimi boyunca iç sınıfsal bölünmelerin vurgulanması ilerledi. Dördüncü Bölüm'de belirtildiği gibi, bölgesel kimliğin yanı sıra sınıfsal bölünmeler de, erken Ortaçağ'dan itibaren Batı Avrupa'yı dünyanın diğer birçok bölgesinden ayırdı. Standartlaştınlmış ulusal dilin ge­ lişimi, Fransız dilbilimci Antoine Meillet'e göre, sınıf engellerini vurguladı: Günümüzde Fransa demokratik bir siyasi örgütlenmeye sahiptir ve tüm yurt­ taşlar belirli ölçülerde, ortaögretimden geçen birçoklan için bile çogu zaman 89

Yardeni, s. 48; Gilbert, Ranum içinde, s. 38; Vossier, Aus der romanisehen Welt, s. 283. 325

vasat düzeyde, kültüre erişime sahiptir. Ama Fransa, toplumun sadece kü­ çük bir sınıfının akıcı ve doğru bir biçimde kavrayabildiği, aristokrasİ için ya­ pılmış bir dili, saflaştırdı. ( . . . ) Rönesans döneminde kati hale gelen tüm or­ tak diller, çeşitli derecelerde, bu açıdan benzerdir. Fransızca gibi, zaman za­ man neredeyse Fransızca kadar Ingilizce, Italyanca, Ispanyolca, Portekizce, Almanca ve Lehçe de, kişinin sadece zorlu bir çıraklık pahasına ve bir yük­ sek kültürün parçası olarak kolayca kullanabileceği ve yazabileceği, seçkinler için seçkinler tarafından yaratılmış geleneksel dillerdir. 90

Geçişken dilsel farklılaşma: Slav örneği Latincenin Latince kökenli dillerinin çoğulluğuna dönüşmesinin izi, Or­ taçağ'ın muğlaklıklarına rağmen, açıkça sürülebiliyorken , " ortak Slav dili"nden ayrı çağdaş dillere değişim çok az yazılı kayıt bıraktı. Bu açıdan, Slav farklılaşma Hint-Avrupa dillerinin tarih öncesi farklılaşmasını ya da İs­ kandinav dillerini "Batı Germen dili"nden ayıran erken Germen farklılaşma­ sını andınr. Bu tür benzerlikler görünürdür çünkü Slav dilindeki evrim, La­ tin dil ailesi farklılaşması örneğinde olduğu gibi, ayrıntılı kodun çözülme­ sinden çok "ilkel" bir dil temelinin belirli bir ayrıntılandırmasını temsil etti. Ama Slav süreç öylesine geç meydana geldi ki -görünüşe göre 7. yüzyıldan 8. yüzyıla dek süren Avar hakimiyeti döneminde ya da kısa bir süre sonra­ o sırada oldukça eğitimli gözlemciler bulunuyordu. Dahası filolojik yöntem­ leri kullanarak, böylesine kısa bir zaman aralığı boyunca, ortak kaynaklara dek, özelliklerin birçoğunun izini sürmek olanaklıdır. Sonuç olarak, kurum­ sal ve siyasi etmenlerin etkisine ilişkin bazı çıkanınlara izin verecek ayrıntı­ lada, Slav farklılaşması Latinceninkiyle karşılaştınlabilir. Bazı akademisyenlerin Dinyeper Nehri'nin ortalarına, diğerlerinin daha batıya konumlandırdığı ortak ?lav dili, anlaşılan Avar dönemindeki kitlesel göçlerin etkisiyle bir şekilde farklılaşmış hale geldi. O sırada Doğu Slav leh­ çeleri, görünüşe göre sadece asgari boyutta olsa da, daha batıdakilerden ve güneydekilerden farklılaşmış hale geldi. Dahası yeni bir koine, Dinyeper ala­ nında kentlileşmiş Kievli Slavlar arasında gelişti. En kuzeybatıda (Novgorod ve Pskov) Doğu Slavlannın lehçesi, Kiev'inkinden fark edilebilir bir biçim­ de farklıydı ve muhtemelen en güneybatıdaki (Halich) ve uzak kuzeydoğu (Vladimir-Suzdal) arasında bazı farklılaşmalar bulunuyordu.91 Din değiştirmeleri boyunca bu Kievli Rus Slavlan, Bulgarca üzerine temel­ lenen Konstantin'in Kilise Slav dilinin bir çeşitlernesi olan, gelişmiş bir ede90 91 326

Meillet, s. 175. Haussig, s. 257; Shakhmatov, s. 18 ve devamı; Hensel, s. 17, 49, 70; Trautmann, s. 139.

bi dil edindi. Yeni dil Bulgar kilisesinde 893'ten beri kullanıldıgından, çok çeşitli dini tercümeler halihazırda erişilebilirdi. Bu çevirilerin birçogu , He­ lenistik klasiklerden korkan, katı Bizans manastır çevrelerinin etkisi altın­ da yazılmıştı. Sonuçta başlangıcından itibaren Ruslar (Dogu Slavları) , ögret­ menleri, Bulgar ve Grek ruhbanları, kurtuluş için gerekli her şeyi kucakla­ mak için mücadele veren hazır bir edebiyada donandı. Başlangıçtaki bu du­ rum, kadim Grek ve seküler Bizans eserlerinin, özellikle Makedonya Hane­ dam'nın yönetimi altındaki yeniden canlanma döneminde üretilenlerin, yay­ gın çevirisinin cesaretini kıran bir ugrak geliştirdi.92 Dogu Slavları, Slav dilinin, özgül bir biçimde Bulgar dini çeşitlernesinin bir aziz tarafından yaratıldıgı için tanrı tarafından tercih edildigine de ik­ na oldu . 9. yüzyılda bile Slavlar, kendilerini tanrıyla "aynı dili konuşan" ve onunla tanrıyı öven "yeni bir halk" olarak tahayyül etmeye başlamıştı.93 Grekçe egitim aracılıgıyla klasikierin tanıtilması çabaları, çeşitli Dogu Slav anadillerinin yanı sıra Güney Slavlarının Eski Bulgar Kilise Slav dilinden uzaklaşmasıyla, gitgide artan bir biçimde bir başka engelle karşılaştı. Sonun­ cusunu ögrenmek, Latin dil ailesini konuşan gençler tarafından Latincenin ögrenilmesi için gerekenle karşılaştınldıgında, çok büyük çabalar gerektir­ di. Konstantinopolis patrigi, 16. yüzyıl Kiev'inde ruhhan olmayan Ortodoks­ lar tarafından kurulan okullarda Grekçeyi teşvik etmek için güçlü bir çaba sarf ettiginde, iki zor ölü dili ögTenme göreviyle karşı karşıya kalan ögTenci­ lerin direnişinin aşılamaz oldugunu gösterdi.94 Kilise Slav dilinin kutsal nite­ ligi, seçim yapmak kaçınılmazsa, tek ayrıntılı kod olarak kalmayı gerektirdi. Kiev Rusya'sında ayin ve edebiyat için ayrıntılı kod olarak Kilise Slav di­ linin uyarlanması, bu nedenle, Germen ve daha da az olarak Latin dil ailesi­ ni konuşan halkların Latin kültürü baglarıyla karşılaştınlabilir olan Bizans'la kültürel bir ortakyaşamı beraberinde getirdi. Bunun yerine Kilise Slav dili tüm Ortodoks Slav dünyasının ayrıntılı kodu haline geldi. Bohemya ve Gü­ ney Lehistan'da bazı kısmi Kiril eğitimlerinin aksine, bu kod, ister batı ko­ lu (Lehler, Çekler, Slovaklar ve Sorbların Lusatiyan Sorb kalıntıları) olsun isterse de Güney Slavlarının en kuzeydeki üyeleri (Slovenler, Hırvatlar) ol­ sun Katolik Slavlara yayılmadı. Bu Katolik Slavların, birbirleriyle ya da Or­ todoks Slavlarla gündelik iletişimlerinde -egitimliler, elbette, Latince kul­ landı- ne derece güçlük çektigini tahmin etmek zor degildir. Şüphesiz onlar dilsel benzerlikterin farkındalığına sahipti. 14. yüzyıla dek Dogu Orta Avru­ pa'da yerleşim örüntüleri öylesine seyrekti ki birçok grubu geniş ormanlar ayırıyordu. Ömegin Orta Dinyeper'in dogusundaki Çemigiv-Seversk bölge92 93 94

Vlasto, s. 295. Obolensky, The Byzantine Commonwealth, s. 323, 335; Haase, s. 5. Martel, s . 153, 269. 327

sinin Severyanlanmn diğer Doğu Slavlan tarafından "Liaki" (Lehler) olarak görüldüğü ama Doğu Hıristiyanlığına geçtikten sonra, Liakilerin hızla asimi­ le edildiği söylenir. Daha sonraki bir dönemde, yerleşirnci akışıyla karşılaştı­ ğında, Leh ve Doğu Slav köyleri, Lublin, Sanok ve Podlakya yönetim birim­ lerini içeren geniş bir kuşak içinde bir ölçüde iç içe geçti.95 Moğol istilasının neden olduğu Rus halklannın siyasi bölünmesinin ana hatlan Yedinci Bölüm'de ele alındı. Dilbilimsel duruş noktasından bu fela­ ketin sonuçlan, Latince konuşan halklar için Roma İmparatorluğu'nun çö­ küşünü bir şekilde andınr. Batı Ortaçağı'ndaki büyük "Romanya" gibi, or­ tak dilsel kökenin ve bir ölçüye dek karşılıklı anlaşılabilirliğin varsayılabile­ ceği büyük "Rutenya" bulunuyordu. Elbette Latince, edebi başanlan, onun­ la okuryazar olan kayda değer insan sayısı ve onu bir araç olarak kullanmış olan imparatorluğun süregiden saygınlığı açısından, Kilise Slav dilinden da­ ha güçlüydü . Dahası Roma İmparatorluğu'nun batı kısmındaki eğitimsiz yurttaşlar, tümü tek bir Latince dilinden gelen ve çeşitlilik gösteren kısıt­ lı kodlan kullandı. Diğer yandan çeşitli Doğu Slav lehçeleri, şüphesiz bir za­ manlar onlann atalan ve Bulgarlannkiler çok sıkı bir biçimde ilişkili diller konuşmuş olsalar da, Kilise Slav dilinin türetildiği Eski Bulgarcanın hiçbir zaman bir parçası olmadı. Tüm bu nedenlerden dolayı, hem Kilise Slav dili­ nin uygun bir aynntılı kod olarak korunmasının hem de onu bir model ola­ rak kullanan yerel anlamda aynntılı kodlann geliştirilmesinin daha güç ola­ cağı beklenebilir. Bununla beraber Kilise Slav dili, ayinsel kullanımlar için onu korumaya kararlı ve seküler amaçlar için bile olsa herhangi bir ikame­ den şüphelenen birleşmiş kilise örgütünün avantajlanndan yararlandı. Daha önce de belirtildiği gibi, Moğol istilası nedeniyle birçok Slav enin­ de sonunda Litvanyalılar tarafından yönetildi. Litvanyalılann l386'da Kato­ likliğe geçmelerinden itibaren, Ortodoks Kilisesi'nden ziyade Kilise Slav di­ line müdahale etmek için çok fazla nedeni yoktu. Ortodoksiann din değiş­ tirmesini sağlamak konusunda bazı çıkarlar ortaya çıktıktan sonra bile, jagi­ etto Hanedam, doğudaki uyruklanmn geleneksel haklan olarak Kilise Slav dilinin kullanımına saygı gösterdi. "Hatta l 390'da jagietto, hala Slav dilin­ de ayini kullanan benediktin keşişlerinin özel bir grubunu, doğu topraklan­ m Katolikliğe katmak için işe koştu.96 Diğer yandan Lehistan-Litvanya Bir­ liği siyasi kurumu, ne Kilise Slav dilini ne de Doğu Slav lehçelerini geliştir­ mek ve standardaştırmak için kendisini ortaya koydu. Kralın cesaretlendir­ diği kentler de yerel dillere yardım etmedi, çünkü onlann sakinleri Orto­ doks kırsal kesimine yabancı unsurlardı. Bu nedenle, kırsal iktisadi kalkın­ manın, taşımacılığın ve sınırdaş yerleşimin görece düşük düzeyi göz önünde 95 96 328

Bachtold, s. 96, 187; Martel, s. 18. l.anckoronska, s. 144.

bulundurulduğunda, Lehistan-Litvanya Birliği'ndeki Doğu Slav dili, yaklaşık lOOO'deki Latin dil ailesi lehçelerini andıran ölçüde parçalanmış hale geldi. İster kilise için isterse de hükümet için olsun yazınanlar (Paris-Milan ara­ sı kadar uzak olan) Vilnius'tan Lviv'e dek birbirlerinin yazılannı aniayabili­ yordu çünkü onlar yerel telaffuzlann çeşitliliğini dikkate almayan gelenek­ sel bir yazım kullandı. Litvanya Büyük Dukalığı'nın yüksek mahkemesi, yaz­ manlar tarafından özel okullarda öğrenilen Kilise Slav dilinin söz dağarcığı yetersiz kaldığında yerel lehçelerden ve Leh dilinden türetilmiş terimler içe­ ren bu "Rus dili"ni (russky yazyk) kullandı.97 Bir başka deyişle, yüksek mah­ keme yazmanlan, erken Ortaçağ noterlerinin kullandığı Latin circa romani­ cum'u muhtemelen andıran, pratik ama yozlaşmış bir kod kullandı. Noterler de, mahkeme yazmanlan gibi, sözlü bir iletişim aracına ihtiyaç duymayı de­ neyimleyecek kadar uzağa seyahat etmek için öyle çok fırsata sahip değildi. Ama daha yüksek sınıflar, ister ( 1 6. yüzyıla dek büyük ölçüde tahsilsiz olan) soylu olsun isterse de ruhban, seyahat etti; onlar, uzak yönetim birimlerin­ den geldiklerinde, birbirleriyle kolayca iletişim kuramadı. Dahası, klasik ede­ biyatın ya da yetkin metinlerin yokluğu, yazılı yüksek mahkeme dilini öyle­ sine standartlaştınlınamış kıldı ki, teoloji ve ayininin sabit formüllerinin ala­ nının ötesinde hassas anlamlann iletimi muğlaktı. tık Kilise Slav dili dilbilgisi 1 586'da Vilma'da ortaya çıktı, onu beş yıl sonra Lviv'de Grek-Slav karşılaştır­ malı dilbilgisi izledi.98 Kıta Avrupa siyasi kurumlannın aynntılı yerel kodla­ ra uzun süren geçiş sırasında, hukuk mahkemelerinde Latinceyi elde bulun­ durarak kaçındıklan kritik sorun, hukuk iCadelerindeki hassaslıktı. Çağdaş bir antropoloğun ortaya koyduğu gibi, "yazmak hukuk içindir, hukuk yaz­ maktan ileri gelir; ikincisiyle tanışmak, bir daha asla ilkini bilmemektir" .99 İster soylu isterse de köylü olsun, kırsal kesimdeki Doğu Slavlar için kimlik için asli temel, Leh hukuku ya da Magdeburg kent hukukunun aksine, Prav­ da Russkaya üzerine temellenen atalannın hukuk sistemini elde tutınaktı. Bu­ nunla beraber Doğu Slav hukukunun bir tercüınanının, Leh Kralı Stefan Ba­ tory'ye ( 1 5 1 6) söylediği gibi: "Ya Litvanyalılar kanunlannı Latince yazmaby­ dı ya da kanunlann yazılı oldugu dili yazmak ve konuşmak için kesin kurallar ve kanunlar yapmalı. Gerçekten de bu [Slav) dil, kesin normlara indirgenme­ diği sürece, herhangi birinin, Latince konuşanlara ve yazanlara dilbilgisi uz­ ınanlannın sayısız kuralının yasakladığı, onun lafzını istediği gibi yorumla­ ınası ve onun anlamından sapması meşru olacaktır" . 1 00 Martel, s. 39, 42-45. A.g.e. , s. 80, 153. Geç Ortaçag Alınanya'sında standartlaşunlmış Latince hukuki formüllerin gerekliligi hakkında bkz. Clastre, s. 152. Karş. Schrnitt, s. 137 ve devamı. 100 Alınulandıgı yer Manel, s. 45.

97 98 99

329

Bununla beraber çevirmenin tavsiye ettiği çözümün günü çoktan geçmiş­ ti çünkü Büyük Dükalığın devlet düzeyindeki komşulan, Katolikliğe eşlik eden l..atinceyi yönetsel amaçlar için bir süredir terk ediyordu. En uygun ör­ nek Galiçya'ydı. Daha önce belirtildiği gibi, 1 340'larda Halich'in eski Doğu Slav prensliği Litvanya yerine doğrudan Lehistan'a düştü. 1434- 1435 yılla­ nnda (yargılamalann Latince görüldüğü) Lehistan hukuku Galiçya soylula­ n için başlatıldı, her ne kadar köylüler ve (Magdeburg Hukuku'na tabi olan­ lar hariç) diğer uyruklar Pravda Russ kaya'ya tabi olmaya devam etse de. Leh Krallan, özellikle yönetsel işlemlerde, ı 435'ten sonra tek resmi dil olarak l..a­ tincenin kullamlması anlamına gelen birörneklik için, istekliydi. 101 Ama ı 4. yüzyıla dek Kiril alfabesiyle yazılmış yüksek mahkeme belgeleri bulunmu­ yordu ve o zamandan sonra bile onlar, Almanca yazılmış kağıtlardan sade­ ce biraz daha fazlaydı. Bununla beraber ı6. yüzyılda ve ı 7. yüzyılın başın­ da, geride kalan Ortodoks soyluluk ve nihayet Ortodoks ruhbamn büyük bir kısmı dahil Galiçya'daki tüm eğitimli insanlar, tüm iletişim ihtiyaçlanna uyarlanabilen ve yüksek statü değeri de olan, yaşayan bir dil olarak Lehçeyi benimsedi. ı633'te, Przemysl Ortodoks piskoposluğuna aday gösteren 208 imzadan Sı'i Lehçeydi ve imzalayanlann %70'i ruhhan olmayan soylulardı, yalnızca birkaç ruhhan vardı . . 102 Simgesel olarak kişinin adını latin harfleriyle imzalaması, muhtemelen söz­ lü iletişim için Lehçe kullanmaktan daha büyük bir kaymayı temsil etti çün­ kü kutsal alfabe Ortodoksiann değerli bir mülküydü. Litvanya topraklannda, resmi belgelerin simgesel açılış pasajlan olarak Kiril alfabesiyle yazılmış Slo­ vence formüller, metnin geri kalanı Lehçe olsa bile, hiçbir zaman terk edilme­ di. Diğer yandan Lehçenin cazibesi de orada çok güçlüydü. 103 Leh uygarlığı­ mn "ağırlığı" , Fransızlann tekrar tekrar deneyimiediği ve ltalyanlann ve ls­ panyollann alun çağlannda tadını çıkardıklan gibi bir yoğun kültürel çiçek­ lenmeden türetilmişti. Lehçe için altın yüzyıl, baskı teknolojisiyle ve Germen kültürünün deneyimiediği travmadan kaçınmak için yeterince hızlı bir biçim­ de son verilen Refonnasyon ve Karşı Reformasyon'un mayalanmasıyla başladı. tık Lehçe dilbilgisi ı568'de belirdi; bundan sonra, soyluluk Latince kullanma­ ya devam etse de, şiir ve anılann etkileyici fışkınnası, Lehçeyi ileri Avrupa ana­ dilleri düzeyine yükseltti. Olduğu haliyle Bizans'ın ve Güney Slavlanmn yenil­ gisinden bir yüzyıl sonra gelen Leh edebi ihtişamı, birçok Slav'ın onu dünya­ mn lideri olarak görmesine neden olan Lehistan-Litvanya Birliği siyasi kuru­ munun kayda değer askeıi başansıyla birleşti. Bohemya Slavlannın ı620'deki yenilgisi, Avrupa'daki tek Slav güç olarak Lehistan'ın konumunu daha da tas101 Bachtold, s. 25, 32, 105; Martel, s. 36. 102 Martel, s. 59. 103 Andre Mazon, adı geçen eserin "giriş" kısmında, s. 9. 330

dik etti. Diger Slavlar için onun cazibesi, Haçlı seferleri dönemindeki Fransız kültürünün Latince dil ailesini konuşan halklan arasındaki aurasıyla neredey­ se karşılaşunlabilirdi. Lehistan'ın cografi olarak çeperdeki konumuna ragmen, bu dil etkileşimlerinin en duyarlı tarihçisi Antoine Martel, dilin, Orta Dinye­ per'in edebi dili haline gelmek için gerçek bir şansa sahip olacak kadar saygın ve Dogu Slav lehçelerine yakın oldugunu düşündü.104 Martel'in Latin dil aile­ sinin tezahürlerinin degerlendinnesinde oldugu gibi, varsayım, tek bir aynn­ tılı kodun diller ailesinin her biri üzerinde eninde sonunda hakim olacagıdır. 1 7 . yüzyılın sonuna dogru Litvanya'daki Ortodoks ruhhan bile, dinleri­ ni ellerinde tutmalanna izin verilirse, ayin hariç her şeyi Lehçe ifade etme­ ye hazırdı. 1670'e dogru Kiev Ortodoks kardeşlikleri, 1585'te kurulmuş, esas olarak Lehçe ders kitaplannı kullanan Grek-Slav okullannı yönetti. 1 05 Ha­ kikaten Slav dilinde İncil'in elyazması kopyalanna o kadar çok hata sızmış­ tl ki Ortodoks ruhhan elyazmalannı anlamak için paralel metinleri kullan­ mak zorundaydı. Bir Cizvit Leh onlara Grekçeyi kullanmalannı önerdi. Bu­ nunla beraber ruhban, (önceki bölümlerde atıfta bulunulan Ermenileri ve Yahudileri yankılar biçimde) Tann'nın Slav dilini tercih ettigini -ama şeyta­ nın Latinceyi sevdigini- iddia etmeye devam etti. Sonuç olarak Lehçe, hem lncil incelemeleri hem de savunmaya dönük polemikler için, en az saldırgan olan yardımcı olarak görüldü. 16. ve 1 7 . yüzyıllar boyunca, Ortodoks ruh­ han olmayanlar Lehçeyi ya da Latinceyi benimsediginden bu dillerden fiilen çevrilen birkaç parça dışında, Dogu Slav lehçelerinde çok az ruhhan olma­ yan edebiyat ortaya çıktı.1 06 Leh gentry'sinin "Lehistan'a özgü" yaşam tarzı­ nın güçlü cazibesi -tek bir muazzam aile içinde sık sık birbirini ziyaret eden "binici" bir toplum- Lehçenin benimsenmesi lehine bir etmendi. Daha önce de belirtildigi gibi, bu dışlanmışlara güvenmeyen bir "aile"ydi; dinini degilse bile, onun dilini benimseyerek Ortodoks küçük soylulugu, rahat bir yaşam tarzına bazı erişimler elde edebilecekti. 107 Ortodoks Dogu Slav seçkinleri, il­ ke olarak, Leh'e alternatif olan bir yaşam tarzına, yani, bir aynntılı kod dü­ zeyine yükseltilmiş tek bir Dogu Slav anadiline sadakate sahipti. Sorun on­ lann kendi lehçelerinin sürüklenip uzaklaşmasıydı. Kiev, yeniden doguşun simgesi, 1 7 . yüzyılın birincil kültür merkezi haline geldi ama Büyük Düka­ lık'ın başkenti olan Vilna'nın yerini alamadı. Litvanya'nın güney bölgeleri­ nin (özellikle Volhinya'nın) Ortodoks soylulugu, Litvanya ve Lehistan ara­ sındaki 1386 tarihli gevşek birligin yerini alan 1569 tarihli Lublin Birligi'ne 104 A.g.e. , s. 176. Karş. Balazs, "Der Einlluss des polnischen Hurnanisrnus" , La Renaissance et la Refonnation içinde s. 290-296. 105 Martel, s. 252 ve devamı. 106 A.g.e. , s. 71, 146; Trautrnann, s. 155. 107 Angyal, s. 210. 331

güçlü bir biçimde direnmişti. Ama 16. yüzyılın ortalannda Tatar ve Mosko­ va Knezligi saldınlannın tehlikesi, Volhinyalılan Leh nüfuzu kabul etmeye zorlamıştı. Dahası, önceki yüzyıl boyunca bile, bu güney bölgeleri, Vilna'da merkezlenen kuzey bölgelerine göre, Lehistan'la daha yakın ilişkilere sahip olmuştu . 1 08 Bu yönetsel ilişkilerin Dogu Slav farklılaşması üzerindeki ke­ sin etkileri bilinmese de, farklı yönetim merkezlerinin etkisinin ihmal edile­ bilir olmadıgı neredeyse kesin gibi görünür. Bununla beraber Vilna'dan Ki­ ev'e dek uzanan tüm bölgenin, komşulanndan ciddi derecede önemsiz yol­ larla aynlan, sadece uzmanlann onlan verili bir lehçeye ya da onun komşu­ suna (muhtemelen, Brunot'un ileri sürdügü gibi, sadece geçici olarak) ata­ yabilecegi patois tarafından işgal edildigini hatırlamak önemlidir. Uzmanlar Belarus ve Ukrayna arasındaki Pripet bölgesinde geniş bir geçişken dil alanı­ nın oldugunu kabul eder. 17. yüzyılda, her durumda, "Ukraynaca" ve "Bela­ rusça" terimleri nadiren kullanıldı. Lehistan-Litvanya devletinin Dogu Slav halklan kendilerini kolektif olarak "russky" "rossky," ya da "rossiisky" ola­ rak adlandırmaya devam etti. Sonuncu terim bu batı bölgelerinde gelişti, da­ ha sonralan "tüm Ruslar"a işaret etmek için Rus lmparatorlugu tarafından benimsendi. 109 Bununla beraber Dogu Slav gerçekligi dilsel parçalanma ve karşılıklı iletişim kapasitesinde bir gerilemeydi. Bu arada, kuzeydogu Dogu Slav prenslikleri arasında oldukça farklı geliş­ meler meydana gelmekteydi. l386'da, Moskova, Litvanya-Lehistan'dan bir­ çok küçük prensliklerle aynlmış, çok uzakta görünüyordu. Moskova on­ lan özümsese de, Litvanya sının, Smolensk yönetim biriminin denetimin­ deki belirli el degiştirmeler dışında, neredeyse üç yüzyıl boyunca istikrar­ lı olarak kaldı. Smolensk bölgesi, her ne kadar yetkin bir dilbilim araştırma­ sı Smolensk lehçesinin Rusçadan çok Belarusçaya yakın oldugunu düşünse de, Latin dil ailesi arasındakine benzer, geçişken lehçelerin bir alanını oluş­ turdu. 1 10 Bununla beraber Rus alanının batı sının ve dilsel hududu esas ola­ rak degişmemiş olarak kalsa da, Moskova (Beşinci Bölüm'e bakınız) kendi imparatorluk misyonunu Ortodoksiyle özdeşleştirerek ve bir zamanlar Ki­ ev Rurik Hanedam tarafından yönetilmiş topraklann "bir araya getirilmesi" için çagnda bulunarak yogun biçimde güçlü bir mythomoteur geliştirdi. Kut­ sal Slav dili bu iddianın birincil simgesiydi. Bazı akademisyenler kuzeydogu prensliklerinin ruhbanının, her ne kadar oradaki anadil Kiev bölgesininki­ ne göre Kilise Slav dilininkinden daha uzak olsa da, Mogol süzerenligi altın­ da edebi amaçlar için dini dile geri döndügünü ileri sürdü. 1 1 1 Digerleri Mos108 Martel, s. 22-25. 109 A.g.e. , s. 15 ve devamı. Karş. Bachtold, s. 7. ı ıo Martel, s . 18; Trauımann, s. 141. l l l Trautmann, s. 170; Haase, s. 65 ve devamı. 332

kova Knezliği'ndekilerin, yüksek mahkeme ve kilise işlerinde kullandıklan Eski Rusçanın Kilise Slav diliyle bilfiil neredeyse özdeş olduğunu ileri sür­ düğüne işaret etti. Aslında Eski Rusça, Litvanya'nın Slavon yüksek mahke­ me yazısına göre ayinsel dilinden daha uzaktı (ve Moskova yerel diline da­ ha yakındı) . Hakiki Kilise Slav dili, son görüşe göre, 14. ve 15. yüzyıl Mos­ kova'sında, neredeyse sadece, çok sayıdaki Güney Slav mülteciler arasında kullanıldı. 1 1 2 Sorun, Moskova'nın Litvanya'nın Doğu Slavlanna çağrısı söz konusu olduğunda öne çıkmaz. Ne 1 654'ün Kazak katılımı ne de 19. yüz­ yılın sonunda Lehistan'ın bölünmesi, araçsal doğaya sahip dilsel tartışmaya herhangi bir algılanabilir düzeyde dayanırken, Slav kardeşliğine, ortak Or­ todoksluğa ve kutsal Kiril alfabesine sahip olmaya yapılan çağnlar Rus ka­ zanımlarını meşrulaştırdı. Rusya tarafından yapılan bu tür çağnlar, gerçek­ ten de, öylesine güçlüydü ki 1 721'den sonra Güney Slavlannı teolojik eğitim için Kiev'e çekti. Bu öğrenciler aracılığıyla, Kilise Slav dilinin Eski Bulgarca­ dan fazlasıyla uzaktaşmış Güney Slav dillerini renktendirmesi süreci yeni­ den başlatıldı. 1 1 3 Kilise Slav dilinin Moskova yüksek mahkemesinin Eski Rusçasıyla ilişki­ sinin önemi, başka nedenlerden dolayı 18. yüzyıl boyunca önemli hale geldi. Hiçbiri çağdaş dile tam olarak uyarlanmamış ya da tatmin edici bir biçimde hassas olmayan iki ayrıntılı kodu kullanmak öylesine tuhaftı ki birçok Rus, diğer Doğu Slavları gibi, yedek olarak Latinceye ya da Lehçeye başvurdu. Bununla beraber 18. yüzyılın ortalarında, Rus edebiyat dili -Dante'nin ltal­ yancayı dönüştürmesiyle ya da Fransızcanın Academie Française tarafından standartlaştınlmasıyla karşılaştınlabilir bir biçimde- yeniden biçimlendiril­ di. Şair-filolog Mihail Lomonosov'la ilişkilendirilen Rusçanın süreci, Eski Rusçadan çok Kilise Slav diline yakın bir dil üretti. Örneğin Aleksey Shakh­ matov'a göre, "onun anavatanı Bulgaristan'dı" . 1 1 4 Görünüşe göre bu gelişme, Aleksandr Soljenitsin gibi güçlü, popüler Rusçanın çağdaş yazarlarının, ne­ den sık sık, birçok günlük terimi zerk ettiğini ve onlardan, Kilise Slav dilin­ den uyarlanmış Rusça türetmenin biçimsel kurallarıyla uyumsuz yollardan yeni sözcükler türettiğini açıklar. Diğer yandan Rus İmparatorluğu 18. yüz­ yılın sonunda, neredeyse tüm Ortodoks Doğu Slav bölgelerini içerecek kadar genişledi; Yeni Rusça, tümü için, hakim ayrıntılı kod haline geldi. Slav gelişmelerin Batı Avrupa'nın dilsel evrimiyle herhangi bir karşılaştır­ ması bir şekilde yanlış yönlendiricidir; ama muhtemelen bu, Doğu Latince1 1 2 Unbegaun, "Le Russe Litteraire", s. 21 ve devamı. 1 13 Turczynski, s. 16 ve devamı; Trautınann, s. 45; Haase, s. 5. 1 14 Shakhmatov, s. 80; Unbegaun, "Le Russe Litteraire", s. 22 ve devamı. Yeni Ruslann, dini işler­ le ilişkili sözler hariç, Kilise Slav dilinin etkisinin pek azını sunduklanna dair karşıt göniş için karş. Trautmann, s. 172. Unbegaun'un daha yeni ve fazlasıyla aynntılı savı bana ikna edici gö­ rünür. 333

sinden, Toskanaca gibi, türetilen bir lehçenin İtalya'da (gerçekten de oldugu gibi) galip gelmesi, ardından da tüm Latince kökenli diller dünyası için ha­ kim seçkin kodu haline gelmek için ilerlemesi gibi olmalıdır. Bu benzeşimi izleyerek, geçişken lehçeterin büyük Avrupa alanının her ikisinde de, güç­ lü, geleneksel olmayan bir biçimde konurolanmış siyasi kurumlann galibiye­ ti üzerine temellenmiş lehçeler için bir eğilim olduğu genellemesi yapılabi­ lir. Direniş -batıda Katalanca konuşaniann ve doguda (edebi temsilcilerinin onun Rusçadan uzaklığını vurgulamak için kasıtlı olarak Lehçeden calque'le­ re başvurduğu) Ukraynalılann direnişi- hiçbir zaman kesilmedi. 1 1 5

Özet ve sonuç Modemleşmiş siyasi kurumlarda, yaygın eğitim ve kitle iletişimi, dil kulla­ nımını, en öne çıkmış kimlik kriteri kılma eğilimindedir; ama Ortadoğu ve Avrupa'nın modem öncesi siyasi kurumlardaki ilişkiler çok farklıydı. Zaman zaman dil kimlik için simgesel olarak önemli hale geldi ama nadiren birin­ cil kimlik kriteri haline geldi. Altıncı Bölüm'de tartışılan önemli dilsel ihti­ yaçlar seçkinleri etkiledi. Kendi dinine kazanma çabalan, kitlesel dil kullanı­ mı sorununu öne çıkardı ama dini özdeşleşme kriterini öne çıkaran bir bağ­ lamda. Modem öncesi siyasi kurumda, uzun mesafeler üzerinden, kitle dü­ zeyinde iletişim genellikle, dil sorununu ortalama bir kişi için yaşamsal kıl­ mak için çok zayıftı. Baştan başa lslam Uygarlığı'nda dinle özdeşleşme egemendi. Diğer yan­ dan bir dizi etmen, özellikle soykütüğü konusundaki yoğun ilgi, belli baş­ lı üç dilsel ve kültürel unsurlar -Arapça, Farsça ve Türkçe- arasındaki fark­ lılığın genel bir farkındalığını üretti. Her ne kadar dil, etnik hudutlan belir­ leyen bu farklılık bilincinin önemli bir simgesel bileşeniyse de tarihsel fark­ lılıklar üzerine temellenen kimlik mitleri daha önemliydi. Eski Avrupa'nın ve Ortaçağ Avrupa'sının halklanna özgül kişilik özellikleri atfeden stereotip­ lerden pek de farklı olmayan karakteristik stereotipler, İslam'da yaygındı. Bu karakterleştirmeler sık sık belli başlı üç etnik grup arasındaki sürtüşmenin ifadesi olarak edirnde bulundu. Yine de Müslüman siyasi kurumlannda iki ya da üç aynntılı dilsel kod, kitle düzeyinde olduğu kadar yönetici seçkin­ ler arasında birlikte var oldu. Bu seçkin birlikte varoluş, üç kültürel kimlik türünün ya da daha ziyade üç kültürel-dilsel geleneğin, yönetimin özgül iş­ levsel alanianna özellikle uyduğuna dair, erken dönem uygulamalardan çı­ karsanan ama kendi kendini sürdüren bir varsayım üzerine temellendi: dini hukuk için Arapça, merkezi yönetim için Farsça, askeri komuta için Türkçe. Sonuç olarak yönetici elit bölümlere aynldı. Bu bölümlenme, Müslüman ol1 15 Bkz. Unbegaun, "Le Caique dans les Langues Slaves", s. 45. 334

mayan güçlerle diplomatik temaslar gibi işlevler için, farklı etnik ve kültürel unsurlann kullamlması egilimiyle daha da zenginleşti. Her bölümü denetim altında tutan seçkinler ayırt edici bir kimlige sahipti; ama nadiren, o kimligin bir siyasi kurumun dışlayıcı denetimiyle ifade edilmesi gerekligini düşündü. Çok sık olarak çok-etnili bölümlenmiş yönetimdeki memurlar, diger öne çı­ kan bölümlerdeki dillerin birine ya da tümüne hakimdi. Bu uygulama top­ lumsal seçkinler üzerine kayda deger egitim maliyetleri yükledi ama yöneti­ ci daireler içinde iletişimi uygun bir biçimde güvence altına aldı. Dogu Hıristiyan imparatorluk siyasi kurumlan, öncelikle Bizans ve Rusya, tek bir ayrıntılı dili benzersiz bir güçlü kimlik mitiyle ilişkilendirdi. Bizans'ın Grekçeyi, Ortodoks Kilisesi'yle ve kutsal düzenin dünyevi yansıması olarak imparatorluk mitiyle ilişkilendirmesi yogundu; birçok etmen, Rusya'daki et­ menlerin bu ilişkisini zayıftatma egilimindeydi. Kutsal bir dil olarak Slav di­ line baglılık mythomoteur'ün önemli bir parçasım oluşturdu; ama standart­ laştınlmış edebiyat dili, Rusya'nın merkezi bölgelerinde bile, ortaya çıkmak­ ta direndi. Dördüncü Bölüm'de tartışıldıgı gibi, erken dönem Rus siyasi ku­ rumu birçok işlev için, çeşitli dillere ve kimlik mitlerine baglı kentsel unsur­ lara dayandı. Seçkin etkinlikler için Baltık Germenlerinin ve Lehlerin agır­ lıklı olarak işe koşulması, 18. yüzyılda bu dayanınayı yeniledi. Batı Avrupa siyasi kurumlannda, (Habsburglar arasında oldugu gibi) im­ paratorluk mythomoteur'ünün belirli kültürlere dayanınayı reddettigi du­ rumlarda bile, merkezileşmenin önemi, tek bir seçkin yönetim dilini üret­ me egilimindeydi. Bu tek ayrıntılı kodun başkentten yayılması, imparatorluk merkezileşme buyrugunun önemli bir yan ürününü oluşturdu. Kitlesel dü­ zeyde, Avrupa'nın dil farklılaşmasının çok farklı iki türünü birbirinden ayır­ mak önemlidir. Belli başlı dil ailelerinin arasındaki iletişim engelleri öylesi­ ne yüksekti ki dilsel farklılıklann farkındalıgı insaniann bilinçlerinde zorun­ lu olarak öne çıkmasa da daima mevcuttu. Erken dönemde sıkı bir biçimde topraga yerleşimin bir sonucu olarak, Latin dil ailesiyle Germen ailesi ara­ sındaki hudut, erken Ortaçag'dan itibaren sabit bir cografi hat olageldi. Hat­ tın her iki tarafındaki nüfuslar iletişim için sıradışı engelin farkındaysa da, dil hududu nadiren siyasi kurum sınırlanyla çakıştı. Sadece iki dil ailesinin konuşanlan aynı toprak üzerine iç içe geçtiginde ve bir ailenin konuşanlan daha yüksek toplumsal statüyü işgal ettiginde, dil farklılıklannın algısı siya­ si bir yanlmaya neden oldu. Kıta Avrupa'sında, bu tür iç içe geçme istisnaiy­ di; en önemli örnek Flandre'ydi. Orta Avrupa'da Germen-Slav hudut boyun­ ca bu tür örnekler daha sıktı. Dilsel sınırlar sık sık (Bohemya'da oldugu gibi) çizgisel bölümleri kapsadıysa de belirli kırsal hudutlar iç içe geçmiş alanlan içinde banndırdı. Daha da önemli olan Bohemya, Macaristan ve Lehistan'da­ ki kentliler arasındaki Germenterin hakimiyetiydi; kent ve kırsal kesim ara335

sında ortaya çıkan dilsel farklılıklar sınıfsal bölünmelerle ilişkili olma eğili­ mindeydi. Bununla beraber, Doğu Orta Avrupa'da bile, -çoğu zaman, zaman içinde ortadan kalkan- belli başlı dil bölünmeleri modem döneme dek etnik kimliğin öne çıkan veçhesini oluşturmadı. Farklı türden bir gelişme, üç büyük Avrupa dil ailesinin işgal ettiği bölgele­ rin içini karakterize etti. Ortaçağ'ın sonuna dek, açık iç dilsel bölünmeler or­ taya çıkmadı. Bunun yerine, yerel patois birbirlerini dönüştürdü. Sonuç ola­ rak, ortalama seyyah dilsel değişmeleri örüntüler arası keskin kınlmalar ola­ rak değil, hiçbiri tek başına canalıcı olmayan, küçük çeşitlernelerin birikimi olarak deneyimledi. Ne hukuki kesinlik ne de edebi zarafet talep edilmediği sürece, geniş bölgeler boyunca bireylerin birbirleriyle iletişim kurma becerisi kayda değerdi. Bu tür karşılıklı iletişim, özellikle Latince kökenli dillerin de­ vasa merkezi bölgelerini ve Slav dil ailelerini karakterize etti - ilki için Piye­ monte, Provence, Oksitanya ve Katalonya, ikincisi için Dinyeper nehri ve ona komşu bölgeler. Latin dil ailesi bölgesinin dört bir tarafında, hukuki ve teolo­ jik işlerdeki kesinlik gereksinimi, eğitimiiierin tek ayrıntılı kodu olarak Latin­ cenin sürdürülmesiyle karşılandı. Belirmekte olan her Latin dil ailesi ayrıntı­ lı kodu edebi bir tarzın özel aracı haline gelme eğilimindeydi. Standartlaştınl­ mamış olduğu için Kilise Slav dili uygun bir kesin kod sağlayamadı; yine de onun dini saygınlığı daha popüler dilsel araçlann geliştifilmesini engelledi. Hem Latin dil ailesi hem Slav bölgelerdeki karmaşık siyasi ve dinsel koşul­ lar, nihai olarak çeperde konumlanmış başkentlerden yayılmış ayrıntılı kod­ lann hakimiyetini güvence altına aldı. Dinyeper Slavlan için bu kodlar, sıra­ sıyla Lehçe ve Rusçaydı; Latin dil ailesi için, eşzamanlı olarak geçerli kodlar, Fransız oil dili, Toskana ltalyancası ve Kastilya diliydi. Siyasi ve dini güçle­ rin diğer kombinasyonu hakim olsaydı, farklı modem dilsel bölünmeler, ya da belki de, tek bir Latin dil ailesi ayrıntılı kodu ve kuzey Slavlan için tek bir kod ortaya çıkabilirdi. Bu nedenle terimin geniş anlamıyla siyaset, erken bir aşamada mevcut olan olası dilsel araçlar arasından, özgül, ayrıntılı dilsel kodlann gelişimini hızlandırdı. Bir başka deyişle, uzun vadede siyaset ve dil, Avrupa dil ailele­ rinin her birinde bağımsız değişkenler olageldi. Bir şekilde farklı nedenler­ le ve kayda değer bir biçimde farklı etkilerle, siyaset ve din, Islam içinde de birincil biçimlendirici değişkenleri oluşturdu. Şüphesiz bu genelleştirmeler, karmaşık nedensel etkileşimierin varlığını engellemez, ayrıca bu genelleştir­ meler dilsel aileler arasında güçlü iletişim engellerinin hakim olduğu Avrupa koşullannda tam olarak geçerli değildir. Bununla beraber, genel olarak, mo­ dem öncesi deneyimler, etnik kimlikler için dilin öneminin fazlasıyla olum­ sal olduğunu ortaya koyar. 336

DOKUZU NCU BÖLÜM

ZAMAN I N PERSPEKTI F I N DE U LU S LAR

Longue Duree boyunca karşılaştırma lnsan deneyiminin belli başlı diger herhangi bir unsurunda oldugu gibi, et­ nik özdeşleşme toplumun diger bileşenleriyle öylesine yakından ilişkilidir ki, tikelin çözümlemesi zorunlu olarak tümelin yorumlanmasını içerir. Bu kitap kasıtlı olarak genellikle tarih felsefesinin oluşturdugu düşünülen soro­ lann birçogunu bir kenara bıraktı. Etnik kimligin bir tutum oldugunu vur­ gularken onun cografya, teknoloji ya da üretim ilişkilerinden etkilenmedi­ gini söylemek istemedim. En azından bu tür etmenler insan etkinligi üzeri­ ne agır sınırlamalar dayatır. tkinci Bölüm'de keskin bir biçimde farklılaşan yaşam biçimlerini tartışırken ve araziyle teknigin, lslam ve Hıristiyanlık ara­ sındaki ilişki üzerindeki etkilerini incelerken, bu sınırlamalar öne çıktı. İkti­ sadi ya da statü dogasına sahip grup çıkarlan ya da birçok noktada, özellik­ le tacir kentliler, yönetimsel seçkinler ve göçebe-tacir ortakyaşarlıgıyla iliş­ kili olarak, daha kısa bir biçimde sunuldu. Ama çok etmenli bir yoruma say­ gı, tarihsel kayıtlann, insan psikesinin, iyiye ya da kötüye dogru, kendi ka­ derini biçimlendirdigi yollan yeniden dogruladıgına dair yargıını degiştir­ mez. Etnik kimligi oluşturan mitlerin, simgelerin, iletişim örüntülerinin ni­ hai kaynaklan ne olursa olsun, onlann sürekliligi etkileyicidir. Modem tek­ nolojinin mitleri yeniden şekillendirdigi yollar bu çalışmanın sınırlannı aşar ama mitlerin gücünün sönüp gittigini düşünmüyorum. Tarih felsefesi spekturumunun diger ucunda, birçok mitin aşkın önemi kaçınılmazdır. Birçok noktada belirtildigi gibi "mit" teriminin kullanımı ta­ rihsel anlamda yanlışlıgı ima etmez, bu teolojik anlamda daha az böyledir. 337

Ele alınan Mythomoteur'lerin ya da kurucu mitlerin çoğunluğu değilse bile birçoğu önemli dini bileşenlere sahiptir. Aynı zamanda sekülarizm çağı da olan milliyetçilik çağından önce insanlan harekete geçiren fikirlerin başka türlü olması da zordur. Dini örgütler, etnik mit propagandasının nüfuz edici görünümüne hakim olmakla kalmadı; birçok örnekte dini ve seküler inanç­ ların kompartmanlaştınlması anlayışı kavranılamazdı. Açıktır ki bu mitlerin tarihte kutsal bir tasarıyı yansıtıp yansıtmadığına dair daha geniş soru çalış­ marnın sınırlarını fazlasıyla aşıyor. Her şey bir yana, bu kitap insanın kutsal için bitmek tükenmez endişesini hatırlattığı ölçüde, çalışma -kutsal amacın yorumu ne kadar dar, hatta çarpık olursa olsun- tarihsel gelişmelerin arka­ sındaki güçlerin daha dengeli bir algısını onarmaya hizmet edebilir. Inceleme, o zamana dek uzmanlaşmış ikincil değerlendirmelere dağılmış evrensel dinlerin değerleri üzerine temellenen uygarlıklar arasındaki temas­ lar üzerine kanıtlan bir araya getirir. Protestan-Katolik karşılaşması üzerine düşünceler sınırlıdır çünkü ulusal bilinç üzerindeki etkisi, birkaç örnekte ol­ duğu gibi önemliyse de, en önemli Batı uluslannın mythomoteur'lerini temel­ den dönüştürmemiştir. Bin yıl önce biçimlenen Doğu ve Batı Hıristiyan uy­ garlıklan arasındaki ilişkiler, öğretideki daha küçük farklılıklara rağmen, et­ nik kimlikleri daha derinden e tkiledi. lletişim için görüngüsel engeller, alt­ ta yatan teolojik tartışmamalara göre başlangıçta daha önemliyse de, Orto­ doks alanındaki lsa'nın vekili olarak imparatorla, papa ve seküler yöneticiler arasındaki nevi şahsına münhasır Batılı ilişki arasındaki temel aynm, can alı­ cı bir aynm haline geldi. Germenik ve onu izleyen istilaların ürettiği iki Hı­ ristiyan dini alan arasındaki coğrafi aynm gibi "kazalar" kadar dini yetkililer ve yöneticiler tarafından farklılıkların bilinçli olarak manipülasyonu da, ya­ bancılaşma sürecini hızlandırdı. Geniş perspektifte en kayda değer olanı, or­ tak bir sınır boyunca sürekli düşmanlık yerine iki alan arasındaki aynşma­ nın vurgulanmasıdır. Başlangıcından itibaren bu tür bir düşmanlık Islam-Hıristiyan temasının çarpıcı bir veçhesiydi. Şüphesiz düşmanca ilişkiler çatışan öğretisel farklılık­ ların varlığını akla getirir. Bazı gözlemciler, Batı ve "OryantaVDoğu" uygar­ lıklar arasındaki, yeni bir görünüm altında yeniden ortaya çıkan altta yatan çatışmayı ileri sürdü. Zaman zaman bu tür "Doğu'nun intikamı" tezi hem savunmadaki Hıristiyanlan hem de Müslüman yayılınacıları cezbetti. Iki di­ ne sadık olanların heterojenliği, Doğu Akdeniz Hıristiyanlığının sözcüleri arasında Islam karşıtı eğilimlerin öne çıkışı ve düşmanlığın yoğunluğunda­ ki dalgalanmalar göz önünde bulundurulduğunda, tezi ikna edici bulmuyo­ rum. Yine de bu tez, Islam'ın geç gelen bir din olarak kökenierinin onu ku­ rumsallaşmış Hıristiyan siyasi kurumlarla ilişkilerinde militanlığa ittiği ha­ kikatinin bir kavrayışını da gizliyor olabilir. "Oryantal" Sasani rejiminin ak338

sine, bu siyasi kurumlar (Bizans, Frenk ve daha da az olarak lberya ve Kaf­ kas krallıklan) ilk dalgada çökmediğinde, düşmanlık sarmalından kaçınmak güçtü. Bununla beraber lslam ve göçebelik arasındaki başlangıçtaki ve sü­ regiden ortakyaşam, lslam ve Hıristiyanlık arasındaki bir fiziki sınır bölgesi boyunca, kesintisiz düşmanlığı üretmek için, çok daha fazla şey yapmış gö­ rünür. İslam'ın belirli göçebe değerlerini, özellikle cinsel gösterişçi tüketi­ mi meşnılaştırması (doktrinel duruş noktasından neredeyse kazara) ortak­ yaşamın önemli bir kısmını oluşturdu. Ama istikrarsız bir sınır bölgesi bo­ yunca köle akınlannı sürdüren çıkar bloku, tali olarak önemli olan lslami değerlerle bile sadece kısmen aynı çizgideydi. Islami yönetici aileler için ge­ nişletilmiş akrabalığın güvenilmez doğası gibi, daha belirgin göçebe kültü­ rel örüntüler, askeri ve yönetimsel hizmetler için erkek kölelerin sürekli ar­ zını önemli kıldı. Bu tür çıkar bloklannın ağır basan önemi, daha acımasız, Avrasya bozkır göçebe değerlerinin l l . yüzyılda başlayan hankulade kanşı­ mıyla görünür hale geldi. Bu açıklayıcı çalışmada, geniş tarihsel sonılardan kaçınılamaz. Bu, Islam­ Hıristiyan çatışmasında olduğu gibi, görünüşe göre dini sadakat üzerine te­ mellenen bir tür üst-etnisite [supraethnicity] ortaya çıktığı zaman, özellikle doğrudur. tki evrensel dinin her birine sadık olanlann, karşı uygarlığa atıf­ ta bulunarak kendi kolektif kimliğini tanımlama biçimi, daha küçük etnik grup sınırlannın, ötekilerin dışlanması süreciyle belirlenmesi biçimini andı­ nr. Bu tür sonılan ele alırken longue duree perspektifi, öncelikle altta yatan belirli değerlerin direngenliğini ve bu değerlerin yeni unsurlann zerk edil­ mesiyle zaman zaman güçlendirilmesini ya da dönüştürülmesini gösterme­ si açısından yararlıdır. Sık sık olduğu gibi, karşılaştırmak için, açık bir bütünün parçalan yeri­ ne benzer olan tarihsel örnekleri bir araya getirdim. Bu özellikle Lehistan ve Macaristan gibi çok-etnili siyasi kunımlann sürekliliğini yonımlamaktı. Bu siyasi kunımlann çok-etnili doğası yalıtılmış bir biçimde göz önünde bulun­ dunılduğunda, Doğu Orta Avrupa kentinin "ada" niteliğiyle ilişkiliymiş gi­ bi görünür. Daha uzun bir perspektif (Dördüncü Bölüm) kent ve kırsal kesi­ min etnik aynmının, farklı kentli yerleşimcilerin ya da belirli hukuki kodla­ nn erken koşuHanna kanşmasının kaçınılmaz sonucudur. Çeşitli kökenier­ den Katolik yerleşirnciler eninde sonunda asimile edilmiş hale gelebilir. Ama başlangıçtaki etnik çeşitlilik boyunca ortaya çıkan, gentry'nin üstünlüğü mi­ ti, varlığını korudu. Kent nüfusu, Ka toliklik'in asimile ederneyeceği göç eden unsurlarca dönüştürüldüğünde, bu mitler hukuki tikelciliğin öncülleriy­ le birleştiğinde kırsal-kentsel bütünleşmeyle uyumsuz olduğu ortaya çıktı. Bu sonuca Doğu Orta Avrupa bölgesinin artzamanlı bir karşılaştırmasıy­ la erişilebilir. Bununla beraber, asimile edilmemiş kırsal unsurlann (gentry 339

ve köylüler) , çok-etnili kentlerin bütünleşme merkezleri olarak edirnde bu­ lunmadaki yetersizliklerinin nasıl dolaylı sonucu olduğunu açığa çıkarmak için, Doğu Avrupa ve Rus Ortodoks deneyimleriyle kültürlerarası karşılaş­ tırma gereklidir. Batı Avrupa'da, burjuvazi ve kırsal kesimdekiler arasındaki zayıf ama fark edilebilir dilsel iletişim engelleri, modem zamanlara dek var­ lığını sürdürdü; yine de dilsel farklılıkların üstesinden güçlü birleştirici mit­ ler geldi. Bu kimlik mitlerinin erken dönem ruhhan propagandacılan sık sık kentlerde, özellikle Saint-Denis, Reims ve Paris gibi doğmak üzere olan baş­ kentlerde, üstlendi. lletişim becerileri, özellikle hukuk alanında eğitilen ruh­ han olmayan kentliler, önemli hale geldi, mit propagandasının bütünleştiri­ ci görevini üstlendi. Doğu Orta Avrupa'da, gentry'nin kent karşıtı mitleriyle güçlendirilen kent ve kır arasında süregiden etnik bölünme, oradaki kentli­ ler için bu tür bir bütünleştinci rolü engelledi. Doğu Orta Avrupa'nın incelenmesine bir örnrün yarısım adadığımdan, et­ nik olarak parçalanmış bölgenin anlaşılması için karşılaştırmalı perspektifin önemini öne sürerken ılımlı bir güven hissediyorum. Herhangi bir alan uz­ manının bileceği gibi, hiçbir akademisyen kendi bölgesinin sınırlı bir görü­ nümünden daha fazlasına tamamen hakim olamaz. Uzmanlara bağımlılık, muazzam genişlikteki zaman ve mekanı incelerken açıkça daha büyüktür. Burası, kavrayışlan monografik araştırmalarım aşan Pierre Guichard, Mars­ hall Hodgson ve joseph Strayer gibi uzmanlara minnettarlığımı vurgulamak için iyi bir noktadır. Örneğin Guichard, İslami kültürel örüntülerin genişle­ me üzerindeki etkileri konusundaki kavrayışını, görünüşe göre Akdeniz böl­ gesindeki geniş karşılaştırmalardan çıkanr. Hala Rusya'daki bozkır göçebe­ lerinin ve İslam kültürlerinin etkisini kucaklayan daha geniş bir karşılaştır­ manın bu kavrayışi birazcık daha derinleştireceğini umuyorum. Kültürlerarası ve artzamanlı karşılaştırmalar, yayılma ve benzetmeyi ele almak için özellikle alakalıdır. İmparatorluk merkezileşmesi bu etmenler ta­ rafından etkilenen bir konudur. İmparatorluk yapıları, birleşik siyasi ku­ rumların ilahi hiyerarşinin dünyevi yansıması olduğu aşkın bir mitin evri­ minin Mezopotamya deneyimini ele alarak aydınlatılır. Bu erken mitsel çe­ şitlemenin uzun zinciri ve Ortaçağ İslam'ındaki ve erken modem Avrupa'da­ ki benzer tezahürler tamamen kurumsallaşmamıştır. Bununla beraber dün­ yevi yansıma mitinin belirli görünümleri, sanat tarihçileri, din tarihçileri ve Ortaçağ uzmanlan tarafından çarpıcı bir biçimde belgelenmiştir. Antropo­ loji kuramının ışığından ele alındığında, bu kanıt, Mezopotamya'nın ilkör­ nek niteliğindeki bu mitinin kayda değer bir potansiyel elde ettiği varsayımı­ m ileri sürmeyi haklılaştınr. Karşılaştırmalı çözümlemenin farklı bir düze­ yinde, yönetsel örgütsel özelliklerin yayılımı, tüm ayrıntılarıyla belgelenme­ diyse, merkezileşme buyruğunu sürdürme eğiliminde tartışmasızdır. Dioc340

letianus ve ötesine dek izi sürülebilen yönetsel biçimlerin taklidi tekrarlan­ masaydı, etnik olarak homojen Avrupa imparatorluk seçkinlerini üretmeye eğilimli memuriyete alma, toplumsaliaştırma ve biçimsel örgütlenme yapıla­ n, hakim olamayabilirdi. Yayılma ve yaratıcılığın alternatif yorumlar sağladığı az önce belirtilenlere benzer sorunlar, Avrupa-Ortadoğu gruplanyla aynı kökenden olaniann dı­ şındaki uygarlıklan içeren karşılaştırmalı bir perspektiften en açıklayıcı bir biçimde incelenebilir. Diğerleri umut ediyorum ki, karşılaştırmalı yaklaşı­ mı, Uzakdoğu'ya, Hindistan'a ve kimliğin Kolomb öncesi deneyimlere ge­ nişletebilsin. Milliyetçilik çağından önce Avrupa ve Ortadoğu'daki tüm etnik deneyim­ leri, sayısal ya da diğer biçimlerde, özedemenin daha ileri karşılaştırmala­ n kolaylaştırmak için en gerekli olan şey olduğunu düşünmüyorum. Bunun yerine uluslann genel olarak belirmesi sırasında öne çıkan deneyimlere yo­ ğunlaştım. tki ölçüt bu seçime rehberlik etti. Bir yandan, uzun zaman aralık­ lan boyunca gelişmeleri doğrudan etkileyen Türk, Rus ve Yahudi gibi kim­ lik örüntülerini anlamaya çalıştım. Günümüzün uluslararası sahnesinin hiç­ bir gözlemcisi bu kimliklerin öneminden şüphe edemez; yeterince bilgili bir gözlemcinin yanm bin yıl önce onlann önemi karşısında etkileneceğine ina­ nıyorum. Dahası Fransız, İspanyol ve Pers gibi uluslann günümüzde var ol­ masının nedeni -birçok okuyucu için bu kitabın en önemli görünümü- ken­ di başına önemlidir. Nasıl oluyor da diğer uluslann değil de bunlann Avru­ pa ve Ortadoğu'nun haritasını paylaşan siyasi kurumlan biçimlendirdiği de çekici bir konudur. Tüm bu süreci açıklamaya kalkışmayacağım. Devlet olu­ şumunun incelediğim yüzü, genişletilmiş incelemeler için uzun süredir bek­ liyordu. Birincisinden sadece kısmen ayırt edilebilen ikinci ölçü tüm, bir mo­ del olarak belirli bir etnik deneyimin önemidir. Bu noktada eski ve erken modem kent-devletleri, Bizans'ın bin yıllık saygınlığı ve birçok Avrupa si­ yasi kurumu için meşrulaştıncı model olarak Fransa'nın konumu akla gelir. Bu kitap boyunca amaç, ulusal anlamda ortaya çıkış için öne çıkan dene­ yimleri sunmak olageldi. Her etnik örneği ayrı olarak ele alan bir açıklama yöntemi arzu edilebilir görünmedi. Bunun yerine, göçebe-yerleşik etkileşi­ mi, merkezileşen imparatorluk siyasi kurumlannın etkisi ve dil örüntüleri gibi etmen kümelerini inceledim. Bu etmenlerin etnik kimlik üzerindeki de­ ğişken etkisi incelendi, özgül kimlikler, tipler olarak ortaya çıktı. Dördün­ cü ve Altıncı Bölüm'ün sonuç kısımlannda, belirli bir etmen blokuyla ilişki­ li kimlik tipleri sunuldu. Dördüncü Bölüm kent kimliğinin biçimsel bir tipo­ lojisini, Altıncı Bölüm ise karmaşık siyasi kurumlarda merkezileşmenin da­ ha az kesin olan tipolojisini oluşturdu. Bu sınırlı tipolojilerin diğer araştır­ macılar için özellikle yararlı olmasını umut ederim. 341

Ortaya çıkmakta olan ulusların bir tipolojisine doğru Bu aşamada, belli başlı etmenlerle özgül kimlik tipleri arasındaki karşılık­ lı ilişkiye şematik bir bakış saglayan daha genel bir tipoloji hazırdır. Sundu­ gum tipler ne tüketici kategoriler ne de istatistiksel merkezi egilimlerdir; ta­ rihsel kayıtlardan yapılmış soyutlamalardır. Bu nedenle izleyen sunumda o kayıtlara yakın durmak arzu edilebilir. Sonuçta tipierin her biri sadece so­ yut kategoriler olarak degil, aynı zamanda tipierin çıkarsandıgı tarihsel ör­ nege ya da örneklere açık atıflada tasarlandı. Bu tür atıflar şematik görünü­ mü bir miktar karmaşıklaştınr ama onların şemanın anlaşılabilirligini arttır­ dıgına inanıyorum. Şemada sunulan tipler, "Ulusal Kimligin Belirişi" , somut tarihsel görün­ gülerle yakından ilişkilidir; onların karakteristiklerinin birbirinden yalıtıl­ mış olarak var oldugunu ima etmek yanıltıcı olabilir. Her yerde hazır ve na­ zır olan nedensel etkileşim önceki bölümlerde belirtildi ve burada güçlü bir ilgiyi gerektiriyor. Yatay dizilim altta yatan geniş etmenlerle başlasa ve özgül etnik kimlik tipleriyle devam etse de, tek yönlü etkileri ileri sürermiş gibi görülmemeli­ dir. Beşinci ana yatay kategoriye atfedilen "Karşılıklı Etkiler" etiketi, basit­ çe, o düzeydeki bu tür etkilerin özel önemini vurgular. Kentsel ve dilsel et­ menler, örnegin, birbirlerinden oldugu kadar mitlerden ve örgütsel yapılar­ dan yogun bir biçimde etkilenir. Dahası, bu tür etmenler, neredeyse Mytho­ moteur'ler ve "Dini Örgütler" kadar güçlü bir biçimde etkileşirnde bulunur. "Altta Yatan Baglar" etnik kimligin ifadesini sık sık biçimlendiren ama kendi başlarına bu tür kimlikleri oluşturmayan etmenlerdir. En önemli bag­ lar arasında göçebe ve yerleşik nostaljisinin koşullandıncı bagları yer alır. Nostalji çeşitli kanallara yönehilebilir ya da uzun dönemler boyunca bastı­ nlabilir. Nostaljinin özgül bir türü, tarihin uzun dönemleri boyunca işleyen dini ve siyasi yapıların etkisi aracılıgıyla, karşılık gelen yaşam biçimini de­ neyimleyen halklar arasında üretilebilir. Örnegin, Islam'ın himayesi altında yüzyıllar boyunca gerçekleştirilen Araplaştırmadan sonra, hiçbir zaman gö­ çebe atalara sahip olmayan Bereketli Hilal'in bazı köylüleri, çöller için nos­ talji dile getirir. Atalan göçebe olan Macarlar ayinsel kutlarnalann Hıristiyan döngüsüne eşlik eden yerleşik imgelere sadıktır. Ama bu tür örnekler istis­ naidir. Genellikle altta yatan yaşam biçimleri üzerine temellenen baglar ne­ redeyse tamamen bagıınsız degişkenler olarak rol oynar. Temel kimlik çerçeveleri, soykütüksel ve teritoryal, her ne kadar olduk­ ça direngense de, uygarlıklardaki ve inanç sistemlerindeki şiddetli kargaşa­ lar tarafından biraz daha sık bir biçimde dönüştürülür. Persler Müslüman olarak, soykütük degeriere yönelerek, teritoryal baglannın birçogunu terk 342

etti. Diger yandan göçebelik ve soykütügü örüntüleri aracılıgıyla hazır ha­ le getirilen Berberiler gibi gruplar için, genellikle kökeninde Arap olan, yeni soykütüklerini benimseyerek temel kimlik degişikliklerini yapmak çok da­ ha kolay oldu. Yerleşik bir geçmişe sahip Germenik gruplar, Hıristiyan et­ hos'unun etkisi altında, meşruiyetlerini, özgün Geblutsrecht meşrulaştırıcı miti yerine, ailelerin sabit teritoryal konumlara baglarını vurgulamaya dö­ nüştürme egilimindeydi. Süreç yaklaşık yedi yüzyıl gerektirdi - genişletilmiş zaman perspektifinin vazgeçilmezligi için bir başka ugrak. Oldukça farklı dil ailelerince ortaya konan iletişim engellerinin gizli etkisi, bu tür örüntüleri yaşam tarzlarıyla kıyaslanabilir altta yatan etmenler olarak degerlendirmeyi garantilerneye yetecek kadar süreklidir. Ama en temel dil yakınlıklan bile tamamen degiştirilebilir. Kuzey Afrika'nın Latince konuşan nüfusu , Eski Mısır'ın Berberice ve Kıpti konuşanlannın büyük bir kısmı gibi, Arap haline geldi. Anadolu'da kalan Grekçe konuşan nüfus, Ceyhun ve Sey­ hun nehirlerinin vadilerindeki Farsça konuşan nüfusun büyük bir kısmının yaptıgı gibi, tamamen yabancı Türk dilini benimsedi. Benzer bir biçimde Ba­ tı Avrupa'nın Keltçe konuşanlannın büyük bir kısmı dilde Germen ya da La­ tince kökenli dilleri konuşanlar haline geldi. Bu tür şiddetli degişiklikterin ta­ rihsel kanıtlan bir iletişim engeli ya da simgesel bagların direngen bir küme­ si olarak dile bagımsız bir etki atfederken büyük bir tedbiri akla getirmelidir. Etnik görüngüye yaklaşımım, bazı araştırmacıların peşine düştügü etnik kimligin "özü" yerine, onun hudut mekanizmalarını vurguladı. Benim yak­ laşımımda kimlik, yogun bir etki görüngüsünü, bu nedenle de genel degerie­ rin geniş kümesinin bir tanımlayıcısından çok kendinde bir deger oluşturur. Gerçekten de birçok defa -özellikle Fransız kimlik modelinin Avrupa'nın di­ ger kısımlanna yayılmasıyla ilişkili olarak- belirtildigi gibi, etnik degerler ve etnik mitlerin biçimleri, çogu zaman, şaşırtıcı derecede az çeşitlilik gösterir. Sadece içeridekilerin ve dışarıdakilerin mitsel içerik olarak formüle edilen grup farklılıklan algısı, birçok etnik gruplaşmayı ayırır. Benzer genel deger­ Iere sahip grupların, en şiddetli çatışmalara girmesi yaygındır. Diger yandan Islami ve Hıristiyan gruplar arasında oldugu gibi, farklı kültürleri üreten alt­ ta yatan deger farklılıkları, keskin çatışmalar üretebilir. Dinler, özellikle büyük evrensel dinler, geniş deger farlılıklarını üreten belli başlı güçler olagelmiştir. Diger yandan çok güçlü dini ilişkiler, etnik ya da ulusal kimligi elde tutmanın bedeli olarak zaman zaman terk edildi. So­ nuç olarak, şernarnda belli başlı ikinci kategoriyi oluşturan "Temel Meşru­ laştırıcı Mitler"in, nostaljiyi ya da temel kimlik çerçevesini koşullandıran ba­ gımsız degişkenler olarak kalması, dillerden bile daha az olasıdır. Günümüz­ de milliyetçilik için dini kurban etme görüngüsü yaygın degildir. Bu, mis­ yonların büyük başanlar kazandıgı Çin ya da Hindistan gibi ülkelerde bile, 343

ŞEMA Ulusal Kimli!jin Ortaya Çıkı�ı ALTIA YATAN BA� LAR (ll) ı . Gizli: Dil (VIII) 2. Koşullandırıcı:

3. Çerçeveler:

Göçebe Nostaljisi Soykütüksel Çerçeve

TEMEL M EŞ R U LAŞTl R l C I M ITLER ı . Polis (IV.A): 2. Evrensel Din:

Yerleşik+teritoryal+ birleşmiş seçkin+ tek dil

lslôm

Yerleşik nostaljisi Teritoryal Çerçeve

lslôm Gergin I lişki: Soykütüksel Kimlik Sınır Güvensiz/i�; (lll)

Meşrulaştırıcı Ilişki: Göçebe Nostaljisi (ll)

Arketipik diasporalar

DINT ÖRGÜTLER: (lll, VII)

Teokrasi altında topluluk mahkemeleri a!jı (VII)

Siyasi kurum olmaksızın topluluk mahkemeleri a!jı (Hiyerarşili: Ermeniler; Hiyerarşisiz: Yahudiler) (VII)

I mparatorluk Vekaleti altında Hiyerarşi (VII)

M YTHOMOTEUR' LER:

Evrensel Teokrasi Sınır Gazi (lll) Bozkır Fetih Yı!jınları (lll)

Kutsal Merkez (Eçmiyazin, Kudüs) Simgesel Dil (Ermenice, lbranice)

Genişletilmiş Polis olarak Siyasi kurumun dünyevi yansıması (Bizans) (IV.A.V) Vekillik (V) Antemurale (lll)

Vekilli!ji Temsilen Siyasi kurumun dünyevi yansıması (Bizans) (V) Antemurale (lll) Bozkırın Halefi (lll)

Düşük Istikrar (VI. B, VII) Birleşim ya da De!ji�en Başkent (örn, Ba!jdat) (VI . B.I) Bölümtenmiş Seçkinler (örn, Memlükler) (Vl.B,2)

-yok-

Yüksek Istikrar Tek Başkent (Konstantinopolis) (VI.C.I) Birleşmiş Seçkinler (VI.C.2)

llımlı Istikrar Tek Başkent (Moskova'nın yerini alan St. Petersburg) (VI.C.I) Bölümlenmeye e!jilimli Seçkinler ((VI.C.2)

KARŞill KLI ETKILER: Bölümtenmiş Kent Kırla birleşmiş (IV.D) Farklı Dilbilimsel Ailelerden birden çok Ayrıntılı Kod (VIII)

Kentli Mesleksel mevkilere E!jilim (IV, D, IV, F, VII) Farklı Dilbilimsel Ailelerden Ardışık Seküler Ayrıntılı Kodlar (VII)

Kırla birleşmi� Kent (IV.A) Tek Ayrıntılı Kod (VIII)

Kırla birle�meye E!jilimli Bölümtenmiş Kent Seçkinleri (IV.E) Farklı Dilbilimsel Ailelerden birden çok Ayrıntılı Kod (VIII)

Çok Güçlü, Yüksek Nüfuz (VII)

Çok Güçlü, Yüksek Nüfuz (VI .C.3.a)

Çok Güçlü, Yüksek Nüfuz (VI.C.3.b)

SIYASI K U R U M YAPI LA R I :

N I HAT ETN I K KIMLIK: (Zayıf (Pers Istisna) (v, VII) Düşük Nüfuz

, Anahtar: Parantez içindeki Roma rakamlan bölümlere atıfta bulunmaktadır; büyük hartler ise bölüm sonundaki : kategorilere atıfta bulunmaktadır.

344

Hıristiyanlık Meşrulaştırıcı I lişki: Yerleşik Nostalji {ll)

Gergin I lişki: Cennetin Dünyevi Yansıması Teritoryai-Sınıf Bölünmesi M

Hıristiyanlık

Bir Vekiilik oluşturan Ayrı Hiyerarşi {VII)

Siyasi kurumun dünyevi yansıması (Bizans) Antemurale

Antemurale (lehistan, Macaristan)

Antemurale (Ispanya)

Papanın KoruyucusuVekili (Fransa)

llımlı I stikrar Değişen Başkent (VI .D.I.a) (örn. Prag'dan Viyana'ya) Birleşmeye eğilimli Seçkinler {VI.D.I.b)

llımlı I stikrar Tek Başkent (Krak6w; Ofen-Pest) {VI .C.I) Bölümlerımiş Seçkinler {VI.D.3.b)

Yüksek I stikrar Değişen Başkent (Toledo'dan Sevilla'ya ve oradan da Madrid'e) {VI.D.3.a) Birleşmeye eğilimli Seçkinler {VI.D.2.b)

Yüksek I stikrar Tek Başkent (Paris) {VI.D.2.a) Birleşmiş Seçkinler (VI.D.2.b)

Kırsaldan ayrılmış Birleşmiş Kent {IV. B) Tek Ayrıntılı Kodun yerini alma e{iiliminde olduğu Dil Engelleri {VIII)

Kırsaldan ayrılmış Bölümlerımiş Kent Seçkinleri (IV.F) Kısmen Geçişken Dil ailesinden türetilmiş Çok Sayıda Ayrıntılı Kod (VIII)

Kırsaldan ayrılmış Gerilemekte olan Bölümlerımiş Kent Seçkinleri {IV. C) Geçişken Dil ailesinden türetilmiş Tek Ayrıntılı Kod (VIII)

Kırsaldan ayrılmış Birleşmiş Kent Seçkinleri (IV. B) Geçişken Dil ailesinden türetilmiş Tek Ayrıntılı Kod (VIII)

Güçlü, Çok Düşük Nüfuz (VI .D.I .c)

Çok Güçlü, Yüksek Nüfuz {VI.C. 3.b)

Çok Güçlü, Yüksek Nüfuz {VI.C. 3.a)

Çok Güçlü, Düşük Nüfuz {VI.D.2.c)

345

Üçüncü Dünya milliyetçileri ya da Marksistler tarafından misyonerlik çaba­ lannın reddedilmesinde ortaya çıkar. Etnik kimlikleri korumak için dinden görünüşte feragat etme, 1930'lar boyunca Sovyet Kuzey Kafkaslannın Müs­ lümanlan arasında kanıtlanabilir bir biçimde meydana geldi ve Leninist re­ jimin yönetiminde muhtemelen yaygındı. Şüphesiz, dinin genellikle kimlik bilincindeki merkezi etmeni oluşturduğu modem öncesi zamanlarda görün­ gü çok daha nadirdi. Diğer yandan, Sasani atalanndan yoğun bir biçimde gu­ rur duyan Perslilerin İslam'a geçişi ya da Katolik olarak 14. yüzyıl İspanya'sı­ mn siyasetinde önemli konumlar üstlenebileceklerine inanan Yahudi conver­ sos gibi örnekler var oldu. Meşrulaştıncı mitler ("mit"i, doğruluğunu ya da yanlışlığını ima etmeksi­ zin, sadece tutarlı, güçlü bir biçimde elde tutulan kimlik inancına işaret et­ mek için işe koştuğumu tekrarlıyorum) arasındaki ilişkilerin iki türü evrensel dinlerden ve yukanda belirtilen bağlardan edinildi. Nostalji İslam'ın ya da Hı­ ristiyanlığın merkezi veçhesi olmasa da, bu dinler, sırasıyla göçebe ve yerle­ şik nostaljiye bir tür meşruiyet sağlar. Ama aşkın inançlar olarak evrensel din­ ler ile bu dinlerin her birinin, daha özgül kimlik mitleri için sağladığı destek arasında içsel bir gerilim bulunur. Hıristiyan kiliseleri, belirli siyasi kurumla­ nn, bu teritoryal mekanda ilahi düzeni yansıttıklan iddialanm sık sık onay­ ladı; ama bu kadim Mezopotamya mitinin, Hıristiyan evrensekiliğine uyum sağlaması güçtü. Yerleşik kimliklerden kaynaklanan teritoryal düzenlemele­ re ve sınıf bölünmelerine daha doğrudan Hıristiyan onayının, evrenselcilik­ le uyumlu olması hala daha da güçtür. Bir şekilde benzer bir tarzda, lslam ci­ had'ı onaylar; bununla beraber, Orta Asya fetih yığınlan tarafından vurgula­ nan sınır savaşının fiili koşullan, Müslüman inancıyla rahatsız bir biçimde bir arada var olur. İslam'ın hakim olduğu neredeyse her yerde başat olan te­ mel soykütüksel kimlik ilkesi, Müslüman eşitlikçi inançlada çatışır. Birçok Hıristiyan siyasi kurumun Antemurale miti, savunma amaçlanyla dikkatli bir biçimde sımrlandınldığında, Hıristiyan ahlakının hakim yorumuyla uyumlu hale geldi; ama bu tür militan mitler birçok Haçlı Seferi'ne eşlik eden Hıris­ tiyan-olmayan aşınlıklara dönüştürüldü. Bu nedenle, karşılıklı etkisinin yanı sıra gerilimin kabul edilmesi, mitlerin aynntılandınlmasımn içerdiği birincil örgütsel yapılann altında yatan değerlerin kavranması için esastır. Temel bir özdeşleşme mitinin üreticisi olarak polis kendi başına değerlen­ dirilmeyi hak eder, çünkü polis hem Hıristiyan hem de İslami kimliği fark­ lı yollardan etkiledi. Olduğu haliyle kentleşme, ideal Müslüman kimliği için esasken, özgül kentlere bağlılık, olduysa bile nadiren İslam'daki medeni bi­ lince temel sağlayacak kadar öne çıktı. Diğer yandan Hıristiyan toplumlann­ da, polis'in yoğun deneyimi daha geniş etnik kimliklere aktanlma potansiye­ lini hiçbir zaman yitirmedi. 346

Olduğu haliyle dini örgütler de kısaca ele alınabilir. Müslüman toplulu­ ğunun mahkeme ağı teokratik siyasi kurum tarafından koordine edilir. Bu tür siyasi kurumlara sahip olmayan diasporalar, büyük ölçüde kendi kendini koordine eden ama yine de etnik hudut mekanizması olarak etkili olan mah­ kemeler ağına dayandı. Hiyerarşik Bizans ve Rus kiliselerinin başını Isa'nın vekili rolünü üstlenen yöneticiler çekti. Katolik kilise örgütleri daima, sekü­ ler otoritenin alanının tamamen dışındaki papanın başını çektiği dini bir pi­ ramide sahip oldu. Bu farklılıklann önemi, Doğu ve Batı Hıristiyanlıklannı karakterize eden mythomoteur'ler göz önünde bulundurulduğunda, aşikar hale gelir. Abadal i de Vinyals'ün isabetli bir biçimde kullandığı terimin işaret ettiği gibi mythomoteur'ler, bir siyasi kurumu ayakta tutan ve onun, zorla dayatı­ labilen ya da banş ve zenginlikle satın alınabilen bir kim:lik yaratmasını sağ­ layan şeylerdir. Semanın bu düzeyinde, özgül siyasi kururolann kimlikleri­ ne odaklanmak için altta yatan bağlan ve daha muğlak mit bileşenlerini su­ nuyorum. Konunun işlenişi, iskelet halindeyse de, buna karşılık gelecek şe­ kilde karmaşıktır. Şüphesiz belirmekte olan uluslarda mitsel etmenin öne­ mi konusundaki farkındalık yeni değildir. Ama belli başlı biçimlendirici et­ menlerden biri olarak mit hakkındaki ilgi, çoğu zaman en uygun olabilece­ ği yerdeki çözümlemelerde, örneğin, bu bölümde daha önce belirtilen yo­ rumlarda, yoktur. Bununla beraber mitlerin kritik rolü üzerindeki vurgu tek etmenli bir yorumlamaya işaret etmez. Fransa Krallığı'nda güçlü bir kim­ lik üreten karmaşık etmenlerin (Beşinci Bölüm'de ve sonrasında) tartışılma­ sı maddi koşullann yanı sıra meşrulaştıncı mitleri göz önünde bulundurma­ nın önemini açığa çıkarmayı amaçlar. Islami mythomoteur'ün bileşenleri doğrudan, temel Islami meşrulaştıncı mitlerden çıkarsanabilir: evrensel teokrasi (her siyasi kurum olumsal bir ya­ pıdır) ; kafidere karşı gazi mücadelesi; tahrik edici bozkır fetih değerleri. Bir siyasi kurumdan yoksun olan arketipik diasporanın mythomoteur'ü tama­ men din üzerine odaklanmak zorundadır. Kutsal merkez, geride kalan bir kent ve simgesel dil, çoğu zaman nadiren kutsal bir alfabe ve onunla yazıl­ mış kutsal metinler vazgeçilmez simgelerdir. Tüm Hıristiyan imparatorluk türlerinin mythomoteur'leri için, ilahi dü­ zenin bir yansıması olarak siyasi kurum temeldir. "Daha Büyük Ölçekli Polis"te (Bizans ve bir ölçüye dek Trabzon) Isa'nın evrensel vekili olarak yö­ netici merkezidir. Bununla beraber başkentin etkileri üzerine yoğunlaşma imparatorluğu genişletilmiş kent-devleti kılar. Öncelikli olarak Islam'a kar­ şı süregiden savunma ihtiyacından kaynaklanan Antemurale mit bileşenle­ ri ikincildir. Isa'nın vekili olarak "Vekilliğin Ikamesi" türünden (Rusya, Bul­ gar Çarlığı) imparatorlar merkezi olarak kalır ama evrensel hak iddialann347

dan yoksundur. Diğer yandan Antemurale bileşeni güçlüdür çünkü siyasi ku­ rumun başlangıcından itibaren mevcuttu. Vekilliğin ikamesi miti imparato­ ru aynı inançtan "halklan bir araya getiren" olarak meşrulaştınr. Hem Rusya hem de özgün Türki Bulgar hanlan bozguna uğramış bozkır fetih yığınlan­ nın halefi olduğunu iddia etti; böylelikle de zenginleştirilmiş otokrasiyi meş­ rulaştırma eğiliminde olan bir mit bileşenini devreye soktu. Batılı imparatorlar nevi şahsına münhasır bir konuma sahiptir. Onlar lsa'nın vekili olamaz çünkü papa o rolü işgal eder. Gerçekten de imparator papanın koruyucusudur ve onun vesayeti altındadır. Ama oldukça hızlı bir biçimde Batılı imparatorlar -Frenk, Kutsal Roma ve Habsburg- ilk başta put­ perestiere karşı ardından da lslam'a karşı, Antemurale Hıristiyanlığın savu­ nuculan olarak, güçlü , ikincil bir meşrulaştıncı mit elde etti. Ama impara­ torluk siyasi kurumlannın coğrafi boyutlan, onlann zayıflıklan ve papalann dengeleyici siyasetleriyle birleşince imparatorlann biricik Antemurale savu­ nucular haline gelmesini engelledi. Bunun yerine Batı Hıristiyanlığı, İslam'da olduğu gibi inancın savunuculuğu rolü geniş bir biçimde yayıldı. Hıristiyan ve lslam uygarlıklan arasındaki belli başlı farklılıklardan biri, her gazi savu­ nucunun potansiyel olarak tüm İslam'ın meşru yöneticisiyken, ilkesel olarak dinsizlere karşı hiçbir zaferin bir Hıristiyan monarkın Kutsal Roma impara­ torluk tacını gasp etmesine yetkilendirmemesidir. Diğer yandan Batılı meş­ rulaştıncı ilkeler Hıristiyan imparatorluğun ve Kastilya, Aragon, Lehistan ve Macaristan gibi Antemurale miti üzerine temellenen güçlü siyasi kururolann bir arada var olmasını garanti altına aldı. Meşrulaştırıcı mitin oldukça farklı bir türü, coğrafi konumundan dola­ yı Antemurale savunmasında görece önemsiz olan Fransa Krallığı'nı ayak­ ta tuttu. Bunun yerine akıllıca kraliyet siyasalan ve papalık onayıyla Fransa, lsa'nın vekilinin koruyucusu olarak Frenk yönetiminin özel bir görünümü­ nü miras almayı başardı. Bu özel mit, savunmanın kaçınılmaz gereksinimle­ rini kısmen yansıtan Antemurale temalanndan daha fazla, Avrupa'nın çoğul siyasi kurum sisteminin meşrulaştıncı temeli haline geldi. Yapısal etkiler merkezileşmenin zorunluluklanyla ilişkilidir. Elbette bir rejimin temel karakteristiklerini tek bir örgütsel etmene atfederken ihtiyat­ lı olunmalıdır ama önemli bağlar belirtilmeye değerdir. Kısa vadede merke­ zileşme istikran teşvik eder. Ama merkezileşme aynı zamanda yoğun etnik kimlik üretme eğilimindedir. Belirli kayda değer istisnalarla, her hanedan­ la birlikte başkentlerde ya da en azından saray mahallelerindeki değişikliğin merkezileşmiş siyasi kururolann istikrannı düşürdüğü lslami siyasi kurum­ larda bu etki asgari düzeydedir. lslami seçkinterin bölünmüş doğası, siyasi kurumun merkezileşmesinin etkisini asgariye indirir. Aksine birleşmiş seç­ kinlerle birlikte, yaşamın tek bir başkentte yoğunlaşması Bizans'ta yüksek _

348

bir istikran kolaylaştınrken, bölünmüş seçkinlere sahip daha az sürekli baş­ kentle Dogu Hıristiyanlığının Rus dalı, daha az istikrarlıdır. Sık sık değiştiri­ len başkente ek olarak birleşmiş seçkinler, Batı imparatorluk sisteminde kar­ şılaştınlabilir, ılınılı düzeyde bir istikran kolaylaştırdı. Lehistan'da ve Maca­ ristan'da başkentlerin sık olarak değiştirilmemesinin yanı sıra bölümlenmiş seçkinler de ılınılı bir istikrara eşlik etti. Diğer yandan İspanya'da birleşmiş seçkinler değişen başkentlere rağmen yüksek istikrarla birlikte var oldu ama iç zayıflama ve sömürgelerin yitirilmesi pahasına. Son olarak Fransa 1 5 . yüz­ yılda, sabit bir başkentin rejimin simgesi ve birleşmiş seçkinlerin üssü olma­ sından hemen sonra, yüksek bir istikrar elde etti. Özgül karşılıklı etkiler kısaca özetlenebilir. lslam için kırsal kesimi dene­ tim altına tutan bölümlenmiş kentler, dilde bölümlenmiş seçkinlerle eşleşti. Diasporalar için, kısmen, topluluk mahkeme disiplininin uzun mesafeli ti­ careti kolaylaştırmasından ve kısmen de ardışık ayrıntılı kodlann ileri düzey okuryazarlık ve çok-dilli deneyim üretmesinden dolayı, kentlerde mesleki mevkilerin işgal edilmesi yararlıydı. Neredeyse tam olarak tersi bir durum Bizans'ta egemendi. Tek bir ayrıntılı kodu kullanarak, birleşmiş bir kent­ li nüfus denetimini (her ne kadar etkililiği azalmakla birlikte) kırsal kesime doğru genişletti. Tüm etmenler, özellikle güçlü kilise örgütü, imparatorlu­ ğun birçok kısmına nüfuz eden güçlü bir kimliği pekiştirme eğilimindeydi. Erken gelişmiş bir Grek milliyetçiliği Grek Yanmadası'nın, Trakya'nın ve Ba­ tı Anadolu'nun nüfusunun kimliğini biçimlendirdi. Diğer yandan Helenleş­ tirilmemiş bölgeler üzerindeki yönetimi, çoğunlukla Orta Balkanlar'daki, Er­ menistan'daki ve İtalya'daki kırsal alanlar, istikrarsız ve geçiciydi. Bizans'ın varisi olarak Rusya, kayda değer benzeriikierin yanı sıra belirli ilginç karşıtlıklar sergiledi. 16. yüzyılın sonundan sonra Rus siyasi kurumu yönetimini aşamalı olarak, farklı dinlerinden dolayı Rus imparatorluk miti­ nin nüfuz ederneyeceği kayda değer nüfuslara genişletti. Rus dili eninde so­ nunda Doğu Slavlannın ortak ayrıntılı kodu haline geldi, ama imparatorlu­ gun (kentli nüfusun büyük bir kısmını içeren) batı kesimindeki kentler mit ve dil açısından yabancı olarak kaldı. Sonuçta çok güçlü bir Rus kimliğinin nüvesi imparatorluk nüfusunun büyük bir kısmının üzerinde düşük nüfuz­ la birlikte var oldu. Benzer ama daha vahim bir yanlma Batı imparatorluklannı karakterize et­ ti. Tek bir ayrıntılı dilsel kod kullanan egemen seçkinler için güçlü bir kim­ lik üreten etnik olarak birleşmiş kentler, en azından merkezi bölgelerde ha­ kimdi. Bu tür seçkinler Frenk soylulugunun Germen-Latin dil ailesi karışı­ mında, Burgonya hükümranlığının Fransızca konuşan soylulugunda ve Tu­ na havzasındaki daha sonraki Habsburg lmparatorlugu'nun Germen kentle­ rinde mevcuttu. Tüm bu örneklerde -ve daha çok Ortaçağ Kutsal Roma tm349

paratorluğu'nda- Batı imparatorluklan birleşmiş ama oldukça farklı etnik görünüme, İtalyan, Reichsroman, Katalan, sahip kentleri de yönetti. Bunun­ la beraber Batı imparatorluk sisteminin birliğini temelden çürüten, bu çeper­ deki kentlerin yabancı doğası değil, etnik olarak farklı kırsal kesimdi. Kırsal­ daki gentry'nin ve köylülüğün, belli başlı etnik unsurlann dillerini ve mitle­ rini dayatan kentlerdeki idari bürokrasiden yabancılaşması, gitgide artan bir biçimde, tüm bu Batı imparatorluk siyasi kurumlannda yıkıcı güçleri oluş­ turdu. Diğer yandan Fransa, bu güçlüklerin büyük bir kısmının üstesinden gelmeyi, daha erken bir aşamada başardı. Onun, genel olarak Albi Haçlı Se­ feri'nden sonra etnik olarak birleşmiş kentleri, aşıladığı kente yönelik sada­ kati kolayca krallığa aktardı. Fransız aynntılı dilsel kodun, 19. yüzyıla dek köylüler arasındaki düşük nüfuz edici gücüne rağmen, standart dilin kır­ sal soyluluk tarafından hızla benimsenmesi lehçelerin uzun süre direnme­ sini zorlaştırdı. Fransız örneğini göz önünde bulundurmak güçlü etnik kimlik için çalı­ şan neden bu kadar çok etmenin çakıştığı sorusunu gündeme getirir. Eksik­ siz bir yanıt bu çalışmanın kapsamı içinde olanaksızdır. Şüphesiz erkenden gelişen bitişik yerleşim, görece yönetilebilir yönetsel merkezler için kaynak­ lar sağladı ama gerçekte sabit bir başkentin gelişimi yavaştı. Bu bitişik yerle­ şimden kaynaklanan teritoryal kimlik algısı, sırası geldiğinde siyasi istikra­ ra katkıda bulunan sabit dil hudutlan ve siyasi sınırlar için kaygılan besledi. Fransa'nın lO. yüzyıl piskoposlannın üstün kapasitesinin ve daha sonralan, kraliyetin, ilk erkek çocuğun tahta geçme hakkı [primogeniturel üzerindeki ısrannın erkenden gelişen teritoryallik algısı üzerindeki etkisinin izi, muhte­ melen dolaylı olarak ileri sürülebilir ama kanıtlar çok sağlam değildir. Erken bir tarihte, Fransa Krallığı, merkezileşmiş bir siyasi kurum için güçlü simge­ sel destek sağlayan, saygın dilsel, mimari ve aristokratik tarzlar üretti. Fran­ sız kültürel hakimiyetinin oluştuğu l l . ve 12. yüzyıllarda, desteklenecek si­ yasi kurum bakımından pek az şey mevcuttu. Kimliğin gelişimini destek­ leyen diğer etmenle karşılıklı ilişkiyi sergilemek de güçtür. Şüphesiz saray eninde sonunda Fransız dilini Provence'in yerini alması için teşvik etti ama belirleyici olay Albi Haçlı Seferi'ydi. Haçlı seferinin ardındaki arzulardan bi­ ri Kuzey Fransız soylulannın çıkarlanydı ama harekete geçiren kişi Papa III. lnnocentius'tu. Uzun süren eziyet iyice ilerledikten sonra Fransız monarşi­ si müdahale etti ve faydalann birçoğunu topladı. Anahtar etmen, Fransız si­ yasi kurumunu dolaylı olarak güçlendiren diğer adımlarda olduğu gibi, pa­ palık çıkarlanyla ittifak içindeki Fransız seçkinlerinin her zaman değil ama genellikle monarşiyi de içermesiydi. Fransız seçkinleri, papanın düşmanlan­ na boyun eğdirecek kadar güçlü ve ortodoks olmanın ama papalığın bağım­ sızlığına yönelik tehditleri, çoğu zaman, önleyecek kadar uzak olmanın ben350

zersiz avantajına sahipti. Pepin'den XI. Louis'ye dek, bu ortakyaşar ilişki gö­ rünüşe göre Fransız kimliğini güçlendiren diğer etmenlerden bağımsız ola­ rak işleyen Fransız mythomoteur'ünün özünü oluşturdu; ama Fransızlar, iç­ sel olarak güçlü bir konumdan yararlanıyor olmasalardı, çekici bir müttefik olamazlardı. 1 Papalığın Fransa'yla ittifakı Fransız Krallığı'nın en güçlü kimliği kurum­ saliaştırmasını sağlamakla kalmadı; papalık da, Avrupa seçkinlerinin çoğun­ luğunu, ayrı etnik kimlikler geliştirme sürecine çeken bir mythomoteur'ü ça­ lıştırdı. Papalığın etkisi, Macaristan'ı, Lehistan'ı ve kuzey siyasi kurumlannı, bağımsız tutumlar üstlenmeye doğrudan cesaretlendirerek ve Fransız dene­ yimini izlemeye dolaylı olarak cesaretlendirerek işledi. Gerçekten de, Fran­ sız mythomoteur'ünün -on yıllardan ziyade yüzyıllar içinde- gelişmeyi teşvik etmede, çağdaş ulusal iktisadi "motor"lan andırdığını ileri sürmek çok tu­ haf değildir. Batı Almanya'nın l948'den sonra Avrupa iktisadi kalkınmasının motoru gibi çalışmasında olduğu gibi, Fransız mythomoteur'ü, benzer güçleri Lehistan, Macaristan, tspanya ve diğer çeperdeki Avrupa siyasi kurumlann­ da harekete geçirdi. Her iki örnekte de, ilk girişimin açığa çıkardığı fırsatıa­ nn bilinçsiz, artan oranda kullanımının; "motor"un özgül özelliklerinin bi­ linçli taklidi; ve hepsinden önemli olan, ilk başannın ortaya çıkardığı bu ge­ lişmenin meşru ve uygulanabilir olduğuna dair güvenin kanıtlan vardı. Bu nedenle, hem Fransız mythomoteur'ünün ürettiği örüntüyü hem de bu gö­ rüngünün etkilerini tanımlamak olanaklı görünür. Bununla beraber, örüntü çok karmaşık olduğundan, diğer zamanlarda ve diğer yerlerde nasıl kopya­ landığını göstermek olanaksızdır. Muhtemelen bu tarihsel deneyimden çıka­ niabilecek tek genelleme, çok güçlü bir mythomoteur'le donanmış bir siyasi kurum bir kültürel bölgede ortaya çıkarsa, bölgenin tümünün kimliğini dö­ nüştürecek kadar dinamik bir teşvik edici etki üretebileceğidir. Diğer bir de­ yişle meşru bağıınsız bir siyasi kurumun ortaya çıkışı, Fransa'nınki gibi say­ gın bir kültürü temsil ediyorsa, ulusal bilinçle karakterize olan bir siyasi ku­ rumlar sisteminin ortaya çıkışını cesaretlendirmeye eğilimlidir. Şüphesiz Avrupa'nın çok taraflı devlet sisteminin, jeopolitik koşullar ne kadar lehine olursa olsun, Batı Hıristiyanlığının kabul edilmiş sınırlan için­ de bağıınsız siyasi kurumlan destekleyecek kadar güçlü mitler olmaksızın, gelişmesi güçtü. İsliimi mythomoteur neredeyse aksi yöndeki gelişmeleri et­ kilermiş gibi görünür. lsliim sıradışı bir gücün uygarlığını ve kültürel birli­ ğini yarattı. lsliim kültürel düzeyde, sıradışı bir biçimde çeşitli ve kalıcı olan etnik kimliklere, cesaretlendirmediyse bile, hoşgörü gösterdi. Bu, sadece ls1

Kralı papalıkla ilişkilendiren kutsal ideoloji üzerine ve ideolojinin yayılması için iletişim kanal­ lan saglayan dini tercihler üzerindeki kraliyet denetimi hakkında bilhassa bkz. Prinz, s. 62-63, 67-68. 351

lami siyasi kurumlan yöneten üç büyük kimlik için değil, Kıpti, Hıristiyan, Süryani, Ermeni ve Yahudiler dahil, bir dizi kalıcı gayrimüslim kimlikler için de doğrudur. Bir teritoryal temel olmaksızın etnik kimliğin varlığını sürdür­ me becerisini göstermek için İslami siyasi kurumlar içindeki bu tür grupla­ nn deneyimleri, günümüz dünyasına paha biçilmez dersler aktanr. Ama İs­ lami başanlara, ne evrensel teokrasinin ne de siyasi kuruıniann çoğulluğu­ nun meşrulaştınlmasının gerçek bir kuramı eşlik etti. Neredeyse üç yüzyıl boyunca ayakta kalan o siyasi kurum, kültürel ve ticari rönesansa liderlik et­ ti. Onun nevi şahsına münhasır seçkinleri, Orta Asya bozkırlanndan gelen­ ler kadar Batı Avrupa'nın düzensiz Haçlı Seferleri maceralannın şiddetli sai­ dınianna karşı İslam'ın koruyucusu olarak ünlendi. Memlük rejimi fazla­ sıyla ortodokstu ve genellikle diğer Müslüman siyasi kurumlarla ilişkilerin­ de kısıtlanmıştı.2 Bununla beraber, Osmanlı İmparatorluğu onu yok etmek için hazır olduğunda, sadece dağınık, güçsüz dini tepkiler belirdi. Bir kez tamamlandığında da bu eylem, Sünni İslam içinde Osmanlı hakimiyetinin meşruiyetinin bir başka kanıtı olarak kabul edildi. Bu tarihin ahlaki sonuç­ lannı değerlendirmeksizin, iyice kurumsallaşmış, dini olarak Ortodoks Ba­ tı siyasi kurumlannın çerçevesi içinde Lehistan'ın parçalanmasına dek ben­ zerinin olmadığına işaret etmenin adil olduğunu düşünüyorum - ve herkes, geride kalan Batı Hıristiyanlığı içinde belirmiş olan parçalanmanın neden ol­ duğu "kötü vicdan"ın, etkisizse bile ne kadar kalıcı olduğunun farkındadır. Doğu Hıristiyan dünyasında uluslararası ilişkiler daha doğrudandı. Tek bir imparatorluğun Hıristiyan halklan "bir araya getirme" hedefi, her ne ka­ dar oikhonomia ilkesi sık sık, Jiilt bir uluslararası denge yaratsa da, meşru bir çokuluslu devletler sistemini etkili bir biçimde engelledi. Tarihsel imgelem, jüstinyen'in Atlantik'e dek uzanan deniz rejimi [thalassocracy] için şerna­ sından ya da 12. yüzyıldaki, Bizans'ın Hıristiyanlığı İtalyan ve Karadeniz kı­ yı şeridinde yeniden birleştirmek için inatçı çabalanndan etkilenmekten ka­ çınamaz. Kasıtlı olarak daha sınırlanmış hedefleriyle Rus Ortodoks monarşi­ si, kısa süre öncesinde aşın yıkımiara tabi olmuş devasa bir bölgede, Hıristi­ yan bir ulusüstü imparatorluk kurmaya muktedir olduğunu kanıtladı. Hem Bizans hem de Rus İmparatorluklan, hiçbir zaman tamama erdirilmese de halklan bir araya getirme sürecinde, farklı etnik kimliklere ya da bağımsız siyasi kurumlara çok az yer bırakan kültürel homojenleştirmeye eğilimliydi. Batı Avrupa'da papa ve imparator arasındaki gerilim bu tür bir halklan bir araya getirmeyi engelledi. Batılı imparatorluk yöneticileri üstünlüklerini or­ taya koymak için tekrarladıklan çabalanna rağmen, bağımsız seküler siyasi kuruıniann meşruiyetini reddedemedi. Her ne kadar yüzyıllar boyunca, ye­ rel baronluklardan kent-devletlerine dek çeşitlilik gösteren Ortaçağ siyasi 2 352

Darraj, s. 389 ve devamı.

kurumlannın akışkan, çok-biçimli doğası, meşru bir uluslararası çokuluslu düzenin varlığının meşruiyetini gizlediyse de bu düzen en azından 10. yüz­ yıldan itibaren Batı'da mevcuttu. Mutlakıyetçilik çağı boyunca, bu uluslara­ rası çoğul düzene, onu oluşturan siyasi kururolann birçoğunda gitgide artan otoriter merkezileşme eşlik etti. Otoriter miras, sık sık meydana gelen, meş­ rulaştınlan savaş mirasıyla birlikte, ulusal devletlerin modem sistemi için ağır bir yük oluşturdu. Hesap defterinin diğer tarafında, çoğul bir uluslarani­ sı düzen, Batı'nın dört bir tarafında tek bir imparatorluğun tiranlığını engel­ leyerek, kısa aralıklar hariç, gücün dağılımını daimi kıldı. Bu ortam, bildiği­ miz uluslann ortaya çıkışını ve tüketilemez çeşitliliği içinde varlığını sürdür­ mesini olanaklı kıldı.

353

TERIMLER SOZLÜGÜ

Abbasiler (Abbasids) : Başlangıçta Bagdat'ta üstlenen, daha sonralan kukla halifeler olarak Kahire'de devam eden, ikinci büyük Islam hanedam (kesintilerle birlik­ te 750- 1 258) . adob: Abbasi Saray Kültürü, Dil, Farsça esinli, Arapça. Ahamenişler: Pers hanedanı, yaklaşık MÖ 500-334. aile içi evlilik: Sınırlı bir grup içinde evlilik. Altın Kabile: Bkz. Cengiziler. Altın Pösteki: Burgonya şövalye tarikatı. Altınordu: Karadeniz'in kuzeyindeki bozkırlardaki ve Kafkas Daglan'ndaki Mogol­ lann ardılı olan devlet. Amhar/Amharca: Etiyopya'nın merkezi etnik unsuru ve onun dili. ana kent: Bir başka kentin geleneksel hukukunu aldıgı ve onu istinaf makamı olarak kullandıgı Kuzey Germen kenti. ana soy: anasoya ait.

Ancien regime: Fransa'daki devrim öncesi rejim; geniş anlamda diger ülkelerdeki es­ ki rejimler.

Antemurale (Antemurale Christianitatis) : Bir siyasi kuruma atfedilen Hıristiyanlıgın cephe hattı savunması rolünü saglayan mitle ilgili.

arabiya: Klasik Arap dili. ark: Pers saray mahalleleri. arketipik diaspora: Kutsal miti sürekli olarak sürdüren dagılmış bir etnik grup. arkitektonik: Bir kent düzenlemesinde oldugu gibi, tekil binalan aşan mimari nitelikler. Arpadlar: Ilk Macar hanedanı, yaklaşık 899- 130 1 . 355

Arsaklar: Part ve Ermenistan'da bir hanedan, MÖ 2. yüzyıl - MS 7. yüzyıl.

asabiye (asibiyat): (lbn-i Haldun'da oldugu gibi) kan ilişkileri üzerine temellenen da­ yanışmanın belirleyici oldugu inancı.

auctoritas: Gerçek iktidann eşlik etmesinin zorunlu olmadıgı resmi otorite. (Latin­ ce) . ayrıntılı kod: "Yüksek kültürel" amaçlar için yeterince geliştirilmiş dil. Bagratuniler: (884-1045 ve daha evvel Müslümaniann vassalı olarak) ; daha sonrala­ n Gürcistan'da öne çıkan Ermeni hanedanı.

banner: Mançu-Çin göçebelerinin örgütsel altbölümü. basileus: Kral (Grekçe) , genellikle basileus basileon'da oldugu gibi "krallann kralı"nı ya da imparatoru ima eder. Bedevi: sıcak çöl göçebesi (Arapça) . Bektaşi: Yeniçerilerle baglantılı, Anadolu'nun belli başlı sufı tarikatlanndan biri. Bereketli Hilal: Arabistan Çölü'nün Mezopotamya'daki, Suriye'deki ve Filistin'deki kuzey ucu. bir araya getirme siyasası [ingathering policy]: Moskova Knezligi'nin tüm Ortodoks Dogu Slavlannı yönetme siyasası ya da iddiası.

bourg: Çok küçük bir kasaba (Fransızca) . boyar: Dogu Avrupa'daki toprak soylulan (Rusça) . Burg (çogul. Burgen): Kale ya da kale duvarlanyla çevrelenmiş kent (Almanca; karş. oppidum). Buyiler: Kuzey Irak'taki Şii hanedanı, 932- 1 055.

büyük göçebeler: Genellikle develeri kullanarak adet oldugu üzere çok uzun göçler gerçekleştiren göçebeler; karş. küçük göçebeler, göçebe-çobanlar. Büyük İdeal [Megdli Idea]: Fenerlilerin, Osmanlı İmparatorlugu'nu ele geçirerek Bizans İmparatorlugu'nu yeniden canlandırma umudu. Büyük Yasa: Bkz. Yasa.

capa media: Hukuki alanda egitilmiş İspanyol memurlar. capa y espada: İspanyol yönetici memurlar. Capetler: Karolenjlerin yerini alan Fransız hanedam (987- 1328) .

Casa de Austria: Bakınız Habsburglar. castellum: Şato ya da kale duvarlanyla çevrelenmiş küçük kent (Latince) . Cengiziler: Cengiz Han'ın soyundan gelen Mogol. Onun 1 227'deki ölümünden sonra birçok yönetici Cengizi adı üzerinde hak iddia etti.

cihad: İslami kutsal savaş. ciuis (civis): Yurttaş (Latince) . civitas: Kent-devleti (Latince) . Cluny (Cluniac) : ll. yüzyıl reformlannın merkezi olan öndegelen benedikten ma­ nastın.

comitatus: Avrasya fetih yıgınlannın yöneticilerinin savaşçı ınaiyeti (Latince) . 356

Comnenes: Bizans hanedam ( 108 1 - 1 185) , daha sonralan ( 1 204- 146 1 ) Trabzon'un yöneticileri.

Conquistador: Kastilyalı ya da Aragonlu "fatih"ler; kavram, özellikle Araplara dek genişletildiginde güçlü bir fetih zihniyeti aşılanmış herhangi bir grup.

Conse jo de Estado: (Ispanya ve diger Habsburg topraklanndaki) devlet konseyi. Conseil d'Etat: Fransa ve Burgonya'nın devlet konseyi. converso: lber Yanmadası'nda Katoliklige geçen Yahudiler. corregidor: İspanyol adalet ve yönetim kraliyet yargıcı. corregimento: corregidor'un makamı. coutumes: Fransız, özellikle Paris, bölgesinin örf ve adet hukuku. dar: Saray mahallesi (Tunus) . Darü'I-Islam: lslami siyasi kurumlar tarafından yönetilen ya da (yakın zamanlarda) bu siyasi kururolann denetiminde ya da lslami topluluklar tarafından korunan yogun yerleşimler için kolektif terim.

Defterdar: Osmanlı lmparatorlu�'nda maliye nazın Dei gratia: Tannnın izniyle (Latince) . Demir Kapı: Gog ve Magog'un ı,nitsel rotası, Kafkas Daglan'ndaki çeşitli geçitlerle özdeşleştirilir. derviş: Bir sufi tarikatına baglı olan (Farsça; Arapça dengi fahir)

.

devşirme: "Oglan vergisi" ya da Osmanlılann, askeri ve idari hizmetleri için Hıristiyan tebaadan genç erkeklerin zorunlu olarak askere alınması. dış evlilik: Sınırlı bir grubun dışından evlilik. diaspora: Yerleşim alanlannın birço�nda bir azınlık oluşturan, dagılmış etnik unsur. (dil) alanı: Bir konuşmacının ya da konuşmacılann verili bir dili kullandıgı toplumsal ortam. Dört ırmak hattı lfour-rivers line) : Fransa Krallıgı'nın Ortaçag hudutlan. druzhina: comitatus için kullanılan Slavca terim. Efrasiyab: Şair Firdevs'in kurgusal "Turani" kahramanı. ekümenik patrik: Konstantinopolis patrigi. Emeviler: tık lslam hanedanı, 661-750.

emir: Askeri komutan (Arapça) . Estates: Bir eyaletin ya da krallıgın toplumsal tabakaya göre geleneksel meclisi. ethnarch: Etnik-dini grubun lideri. etnikmerkezcilik Digerlerini dışiayacak şekilde kendi kimlik grubuna yo�nlaşmak. Faumtler: Kuzey Afrika ve Mısır'da Şii hanedam (909- 1 1 7 1 ) . Fenerliler: Osmanlı Konstantinapolisi'nin (Istanbul) Fener Mahallesinin seçkin Rum sakinleri.

filioque: Katolikler ve Ortodokslar tarafından farklı şekilde yorumlanan, Kutsal Ruh'un yaralllmasına ilişkin lznik Konsili karan. fıravunluk: Firavunlarla ilişkili olan, Mısır'ın Helenislik öncesi yöneticileri. 357

Flachenstaat: Teritoryal devlet (Almanca) . Franc-Comtois: Kutsal Roma lmparatorlugu'nun Burgonya topragı; Franche-Comte yerlisi. Francia: Karolenj lmparatorlugu'nun son dönemlerinde yönetimi altında bulunan kuzey Fransa. Fuggerler: 16. yüzyıl güney Germen maliyecileri. Gayb lmam: Ali ve Muhammed'in soyundan gelen, Şiilere göre, kurtancı olarak geri dönecek olan.

gazi: Kutsal savaşta yer alan lslami savaşçı. Geblütsrecht: Kanlannın mistik gücü nedeniyle bir ailenin üyelerinin yönetme hakkı. Gefolgschaft: comitatus (Almanca) . Geschlecht: Aile ya da soy (Almanca) . glasi: Tahkim edilmiş alan ya da sınır önündeki koruyucu bölge. gorod: Tahkim edilmiş kentler ya da oppidum için kullanılan Slavca terim; daha son­ ralan, (Rusya gibi Slav ülkelerde) genel olarak kentleri kapsayacak şekilde anla­ mı genişletildi.

Gospodi: "Anlaşma ile birbirine baglı olan insanlar" , yani bir yeminle birbirine bag­ lanmış (tacirlerin) bir grup için kullanılan Slavca terim. göçebe-çoban: Sürüleri için su ve otlak elde etme gereksinimiyle bozkınn ya da çölün kıyısında küçük göçlerle sınırlı çobanlık. göçebe: Bkz. büyük göçebeler, göçebe-çobanlar, küçük göçebeler. grandee: Yüksek Kastilyalı soylu. Gregoryen: Ermeni Hıristiyan Kilisesi.

Gubernium (çogul. Gubernieri): Habsburg yönetimindeki "hükümet" ya da eyalet; aynı terim küçük harfle (guberniya, çogul. Gubernii) , Rus lmparatorlugu'nun bir eyaletini belirtir. Habsburglar: 13. yüzyıl güney Germen hanedanı, Kutsal Roma lmparatorlan 1 2731322 arasında kesintili olarak ve (Maria Theresa'nın kocası hariç, 1 745- 1 765), 1438- 1806 arasında sürekli olarak; ayrıca Burgonya, tspanya (15 16-1 700) ve Tu­ na boyundaki "Avustuya" topraklannın yöneticisi (1 526- 1918).

hadis: Muhammed'e atfedilen sözler. Hafsi: Halife unvanı üzerinde hak iddia eden Tunus hanedam ( 1 229- 1 554) . Halife: lslam dininin ve onun evrensel imparatorlugunun simgesel başı.

halife: Müslüman bir azizin soyundan gelen. han: Türk ya da Mogol yönetici. Hanbeli: Arap Yalıabi hareketine hakim olan lslami hukuk okulu. Hanefı: Osmanlılann yönetiminde hakim olan lslami hukuk okulu.

hansa: Gezgin Germen taeirierin arasında oldugu gibi, topluluk, taraftar; büyük harf­ le, Kuzey Germen ticaret kentlerinin Ortaçag birligi.

haraj: Müslümaniann sahip oldugu topraklardan alınan istisnai vergi ya da gayri­ müslimlerin sahip oldugu toprak üzerinden alınan düzenli vergi sistemi. 358

Harem: Konstantinopolis'teki Osmanlı saray mahallesi. Helen: Yunanistan'a ya da Greklere özgü. Helenistik: Makedonyalı İskender ve onun Romalı takipçilerinden sonraki Grek uygarlıgına özgü. Hint-Avrupa: Avrupalılan, Hintlileri, Perslileri, Ermenileri içeren dil ailesine özgü olan.

hoca: Osmanlı sultanlannın dini baş öitfetmenleri. Hohenstaufenler: Alman krallannın ve Kutsal Roma imparatorlannın Germen hane­ dam, 1 1 52- 1 197, 1 2 1 2- 1 254.

hrad: "Kent" için Slavca terim. hudut mekanizmalan (hudut sürdürme mekanizmalan) : Etnik farklılıklan sürdürmek için simgesel ya da kurumsal biçim. hudut muhafızı: Etnik ayrımlan sürdüren dilsel simgeler. hudut: Etnik gruplar arasında elle tutulur ya da tutulamaz biçimsel olmayan sınırlar. hukuk (ya da din) erbabı: lshimi ilahiyat alimleri ve hakimleri. Hülagüler: Bkz. _tıhanlar. ideal tip: Max Weber'in tarihsel görüngüleri çözümlernek için kullandıgı kavram. ikidillilik Aynı konuşmacı tarafından bir ayrıntılı kodun ve bir sınırlı kodun ya da iki ayrıntılı kodun (biri daha yakın ilişkilerde, etkileme kaygısıyla) kullanılması.

llhanlar: Mogol halefi, lran'ı yöneten hanedan, 1 256- 1335. Imparatorluk Galyası: Kutsal Roma lmparatorlugu içindeki kadim Galya topraklan.

Indigenat: Bir soylunun hükümdannın topraklannın içindeki herhangi bir yerde topraklara sahip olma ve unvanını sürdürme hakkı (Almanca) .

irredenta: Modern milliyetçi hareketler tarafından topraklannın bir parçası ama "kurtanlmamış" olarak görülen bölgesi.

Ismaelite: Hıristiyanlar tarafından kullanılır. Müslümanlar ya da Müslümanlar ve Ya­ hudiler birlikte. lsmaililer: Fatınıileri ve "Haşhaşi"leri de içeren Yedinci lmam Şiiligi. İstanbul: Osmanlılann yönetimi altında Konstantinopolis'in günlük konuşmadaki Türkçe adı (Grekçe "kentte" sözcügünden türetilmiştir) ; Türkiye Cumhuriye­ ti'nde kentin resmi adı. jagiellolar: Litvanya-Polonya hanedam, 1 386- 1 572.

]oyeuse Entrte: Burgonya yöneticilerinin kentlerinden birine girme töreni. "kabile" : Ortak bir atası oldugu düşünülen istikrarlı bir grup için yaygın ama yanlış yönlendinci bir isim; bu çalışmada "kabile" , genellikle "fetih yıgınlan"na denktir. kadastro: Vergilendirmek için toprak araştınna. kadı (cadi): Islami dint yargıç.

kaisariya: degerli mallar için kapalı pazar (Arapça). kalem erbabı: Islami siyasi kurumun yöneticileri. kameralistik: 18. yüzyıl devlet ekonomi yönetiminin disiplini.

Karimi: Memlük Mısır'ında baharat tacirleri. 359

Karolenjler: tkinci Frenk hanedanı, Ortaçag Batı Avrupa imparatorlugunun kuru­ culan; Dogu Frenk topraklannda 75 1 -9 1 1 yıllan arasında ve Francia'da 75 1 -987 yıllan arasında hüküm sürdü.

kasbah: Tahkim edilmiş saray ya da kale mahallesi (Arapça) . Kaylar: Araplar arasındaki Kuzey Arabistan hizbi. Kazaklar: tık başlarda Dogu Slav-lshimi sınırlardaki yan haydutlar, daha sonralan Moskova Knezligi ya da Polonya tarafından milis olarak askere alınanlar. Kemalist: Mustafa Kemal'in Osmanlılan tahtan indinnesine eşlik eden Türk hareketi. kılıç erbabı: Ordu (çogu zaman bir lslami siyasi kurumdaki yöneticiler) . Kıpti: Mısırlı Monofizit Hıristiyan. kısıtlı kod: Yüksek kültürel kullanırnın geliştirilmesi için yetersiz olan yakın ve duy­ gusal ilişkilerde kullanılan dil. Kızılbaş: Şii dervişler. Kilise Babalan: 2. yüzyıldan 4. yüzyıla kadar önde gelen Grek ve Latin Hıristiyan te­ ologlan. kişisel hukuk: Toprak ilkesinden ziyade bireylerin kökenine dayanan hukuki yet­ ki alanı.

koine: (çeşitli kadim Grekçe lehçeleri için, Attik Grekçenin oldugu gibi) bir ayrıntı­ lı kodlar ailesinin yerini alan tek bir ayrıntılı kod; daha geniş anlamda, yakından ilişkili bir dizi tarzın yerini alan, sanat gibi, herhangi bir kültürel biçim. Konstantin'in Bagışı: Batı Roma lmparatorlugu üzerindeki egemenligini papaya devrettigine dair sahte belge. Konstantiniye: Konstantinopolis'in Arapça ve Osmanlıca adı. Kureyş: Meşru bir halifenin soyundan geldigi varsayılan Mekke bölgesinin kabileler. Kutsal Kentler: Mekke ve Medine (lslam) . Kutsal Roma lmparatorlugu: Çagdaşlan tarafından öncelikli olarak, Ortaçag'ın so­ nunda ve modern dönemin başında Batı Hıristiyan imparatorlugu için kullanıl­ dı ama bu çalışmada Karolenj hanedanının sonundan (lO. yüzyıl) Avusturya Ha­ bsburglan tarafından 1806'da Roma imparatoru unvanının resmi olarak yeniden birleştirilmesine dek olan tüm dönem için kullanıldı. Kutsal Roma lmparatorlugu: MS 1 . yüzyıldan 3. yüzyıla dek Roma imparatorlan. Kutsal Yerler: Filistin'deki Hıristiyan kutsal mabetler.

küçük göçebeler: Bkz. göçebe-çoban. Ladin: Osmanlı lmparatorlugu'nda Yahudilerin kullandıgı Kastilya dilinin bir çeşitlemesi.

Landnahme: Bir bölgeyi işgal ya da iskan etme (Almanca) . lesostep: Bozkınn koruluk kenarlan (Rusça) . letrado: Özgün olarak egitimli herhangi biri; 16. yüzyıla dek, özellikle avukat (Kas­ tilya dilinde) .

limes: Barbariara karşı Roma sının; geniş anlamıyla, göçebelere, barbadara ya da asi komşulara karşı tahkim edilmiş herhangi bir sınır. 360

limpieza de sangre: Kanın ya da soyun saflıgı (Kastilya dilinde) . lingua franca: Karşılıklı iletişimde yaygın olarak kullanılan ama zorunlu olarak koine gibi tamamen ayrıntılı bir kod olmayan bir dil.

literati: Roma ya da Bizans bilginleri; geniş anlamıyla ilgilerini edebiyata ya da dilsel izleklere adayan kişilerden meydana gelen topluluk. Terimin yerini, "entelijansi­ ya" kullanımı büyük ölçüde almıştır.

longue duree: Uzun süreli bir tarihsel süreç, sosyal bilimler alanındaki çözümlemeler­ de genişletilmiş zaman perspektifi saglayan anlayış. Lotharingia: 9. yüzyıl Frank paylaşımında ara krallık. Lützelburg (Luxemburg) : Kutsal Roma imparatorlan hanedanıyla ilgili, 1308- 1 3 1 3 , 1347- 1400, 1410- 1437. Macar: Macar Krallıgı'nın Fin-Ugor kuruculanyla ilgili. Magrip: Müslüman "Batı"sı, yani, Kuzey Afrika. Makedonyalılar: Makedonyalı Philip'i ve oglu Büyük İskender'i (MÖ 359-323) için­ de banndıran kadim hanedan; çogu zaman köken olarak Ermeni oldugu düşü­ nülen bir Bizans imparatorlan hanedam (867- 1056) .

makhzen: Fas saray mahallesi, geniş anlamıyla kraliyet otoritesi. Maliki: Kuzey Afrika'da hakim olan, Islami hukuk okulu.

Mark: Sınınn teritoryal altbölümü (Almanca) . marrano: Ispanya'da Katoliklige geçmiş Yahudiler için kullanılan pejoratif terim. Maruni: Son yüzyıllarda Roma'yla birleşen Lübnanlı Hıristiyan mezhebe özgü olan.

medrese (madrasah): Islami hukuk ve yönetim için okul. mehdi: Islamın "saflaştıncısı" . mellah: Yahudi mahallesi (Arapça) . Memlükler: Mısır'daki Türki ( 1 250- 1 382) ve Kafkasyalı ( 1 382- 1 5 1 7) rejimler; 18. yüzyıla dek Osmanlılann yönetimi altında devam etti. Merovenjler: tık Frank hanedanı, 457-75 1 . Mesta: Kastilya'da göçebe koyun yetiştiren kurum.

mesto (miasto, misto): Kentler için kullanılan (Almanca Stadt'a denk olan) yeni Slav­ ca terimler. metropolit: Batılı başpiskoposa karşılık gelen Dogu Kilisesi unvanı.

millet (millatyn, çogul. Arapça) : Din, özellikle Müslüman yönetimi altındaki dini azınlıklar için kullanılan Arapça terimin Türkçeye uyarlanmış hali.

missi dominici: Gezgin Karolenj teftiş memuru. mit: Güçlü ve yaygın toplumsal etki doguran (dogru ya da yanlış) tutarlı inanç.

molla: Özellikle lran'da, din ögTetmeni. Monofizit: lsa'nın kutsal dogasının onun tek hakiki dogası olduguna dair Hıristi­ yan inancı. Mozarap: Islami yönetim altında yaşamış ve Müslüman kültürü edinmiş lber Yan­ nıadası'ndaki Hıristiyanlara özgü olan. 361

Murabıtlar: Kuzey Afrika ve lber Yanmadası'ndaki göçebe Berberi Hanedanı, 10561 147. Mutlakıyetçilik: 17. yüzyıldan 18. yüzyıla kadar, görece sınırlandınlmamış monarşi­ nin Avrupa doktrini ve uygulaması. Muvahhidler: Kuzey Afrika ve lber Yanmadası'ndaki Berberi, daglı püriten haneda­ nı, 1 130- 1 269. mübadele ilişkisi: lki seçkin grubu arasında pazarlık durumunun bilinçli olarak sür­ dürülmesi. Müdeccen: lber Yanmadası'nda Hıristiyan yönetimi altındaki Müslümanlara özgü olan. mütercim tercüman: Osmanlı mütercim; üstat mütercim tercüman genellikle fiili olarak dışişleri bakanıydı.

mythomoteur: Bir siyasi kurumun kurucu miti. Nasturi: Asya'da öne çıkan Hıristiyan "tanntanımaz" tarikat.

natio (çogulu Nationes) : Oldukça keyfi bir biçimde kullanılan, ulus ya da etnik grup (Latince) . Nebatiler: lshlm öncesi Süryani köylüler.

noblesse de robe: Fransız cübbeli soyluluk. nostalji: Yogun duygulanını aktaran kolektif hafıza simgeleri.

oikhonomia: Pratik nedenlerden dolayı doktrinlerden ya da haklardan geçici olarak feragat edilmesi ya da onlann terk edilmesinin Bizans ya da Ortodoks ilkesi. oil dili (langue d'oil) : Kuzey Galya'nın Latin kökenli lehçeleri. Oksitanca (langue d'oc): Güney Galya'nın Latin kökenli lehçesi.

oppidum (çogulu Oppida) : Tahkim edilmiş bir merkez, genellikle kent öncesi yerle­ şimler (Latince) .

orda: Mogol kabile yıgını ya da "horda". Osmanlılar: Balkanlarda, Macaristan'da ve eski lslam ülkelerinde en önemli lslam imparatorlugunu kuran Türki hanedan (yaklaşık 1 290- 1922) , ("Osmanogulla­ n" olarak da bilinir) . Otto Hanedanı: Alman krallannın ve Kutsal Roma imparatorlannın hanedam (9361002, 1024- 1 1 25) . öyküntü: Bir başka dilin bileşen parçalannın dogrudan, sözcügü sözcügüne çevrilmesiyle yeni kavramiann oluşturulması. padişah: Yüce kral (Farsça) ; Osmanlı yöneticilerinin tercih ettigi sıfat.

pagus: Roma lmparatorlugu'nda civitas'ın altında, küçük altbölüm. Pantokrator: Her şeyin (Evren) yöneticisi olarak lsa. Parlement: Fransa'da, özellikle Paris'te, yüksek hukuk mahkemesi.

paşa: Osmanlı ileri geleni, özellikle vali. patois: Komşu patois ile geçişsel bölgeleri olan küçük dilsel bir birim. patria: (Baba) vatan (Latince) . 362

patrik: Aynı zamanda Batı'nın patrigi olan, papalık hariç, en yüksek kilise payesi.

patriotisme de clocher: Bir kilisenin sorumlu bulundugu bölgeye (mahalli) sadakat (Fransızca) . Paylaşımlar: 18. yüzyılın sonunda Polonya'mn komşulan tarafından bölünmesi.

pays: Pagus'un dengi (Fransızca) . Pehlevi: MÖ 3. yüzyıldan 8. yüzyıla Farsça koine ve yazı; isim Iranlı hanedan tarafından üstlenildi, 1926- 1979. Piastlar: Polonya'mn ilk önemli hanedam [Piast Hanedaml , yaklaşık olarak 992- 1370.

pir: sufi vaiz. podesta: Geçici kent diktatörü (ltalyanca) . polis (çogulu Poleis): Grek kent-devleti. politai: Polis'in yurttaşlan. posad: Erken dönem Dogu Slav kentlerindeki taeirierin yaşadıgı dış mahalleler. potestas: Iktidar ya da etkili otorite (latince) . Pravda Russkaya: Erken dönem Dogu Slav örf ve adet hukuku. proskynesis: Bir hükümdar ya da Tann önünde yere kapanma. Ptolemaioslar: Mısır'daki Helenistik hanedan MÖ 306-33 1 .

reaya: "Sürü hayvanlan," Osmanlılann Müslüman olmayan tebaası. reconquista: Iber Yanmadası'nın Hıristiyanlar tarafından yeniden ele geçirilişi. regnum (çogul. regna): Krallık ya da genel valilik topraklan (latince) . Reichsapfel: Kutsal Roma Imparatorlugu'nda semavi hakimiyetin dünyevi yansıması­ mn simgesi; daha sonralan dünyanın yönetimi. Reichskammergericht: 15. yüzyıldan 16. yüzyıla kadar, Kutsal Roma Imparatorlugu yüksek mahkemesi.

Reichsromanen: Kutsal Roma Imparatorlugu'nun latince kökenli dillerini konuşan ba­ tı bölgeleri.

ribat: Tahkim edilmiş Müslüman gazi savaşçılanmn üssü. rossiisky: Sonralan "tüm Ruslar" için kullamlacak olan, Dogu Slavlar için kullamlan genel kavram. Rum: Müslümaniann "Roma" için kullandıgı kavram, mesela Bizans için. Rurikler: Rus ve Moskova Knezligi hanedam, (kesintilerle birlikte) yaklaşık 850- 1598.

Russkaya Pravda: Bkz. Pravda Russkaya. Sachsenspiegel: Magdeburg'dan uyarlanan Kuzey Alman kent mevzuatı. Safaviler: Iran'da Şii Islilmı kurumsallaştıran hanedan (1 499-1 736) .

Sahil: Suriye Körfezi (Arapça) . Salyan yasası: Frenk hanedan hukuku, daha sonralan Batı Avrupa örf ve ildet huku­ kunun büyük bölümünün temelini oluşturdu. saray: Bir yöneticinin ya da dini hiyerarşinin kurumu ya da maiyeti. Sasaniler: Helenistik gücün mirasçısı olarak gördükleri Roma'ya karşı husumeti ye­ niden aleviendiren Pers hanedam (224-65 1 ) . 363

savaş zırhı: Agır zırhlı atlı savaşçı.

Schöffen: Alınanca kent yargıcı. Schöffenkolleg: Erken dönem Alman kentlerinde yargısal ve yönetimsel lonca meclisi, daha sonralan kent konseyi/meclisi.

Schöffenstuhl: Kent sulh hakimlerinin yargısal rolü. Sefarad Yahudileri: lber Yanmadası kökenli Yahudiler. Selçuklular: Önemli ilk Müslüman Türki hanedan, 1077- 1302. senato: Roma ve Bizans'ın törensel ve danışına organı. Sezaropapizm: Siyasi kurumun yöneticisi tarafından kilisenin yönetilmesi. sınır: Siyasi ya da dini otorite tarafından kurumsallaştınlan, gruplar arası ("hat" ya da "bölge") cografi bölünme. simge: Karmaşık anlamlan kısaca ileten, kültürel olarak koşullandınlmış sözcükler, jestler, sanat eserleri ve benzerleri. soydaş: Baba soylu.

Stadt: Slav dillerinde degişiklikleri de etkileyen, 1 1 . yüzyılda kent için kullanılan isim olarak Burg'un yerini alan Almanca terim.

Stamm (çogul. Stamme) : Germen fetih yıgını, zaman zaman "aşiret" olarak çevrilir; daha sonralan teritoryal bölünmeler Stamm1ara atfedildi.

starosta: Dogu Slav lider ya da yaşlı; bir kent memuriyeti gibi bürokraside kurum­ sallaştı.

startsy gradskiye: llk Dogu Slav kentlerinde yaşayan soylular. sufi: Popülist Müslüman mistik hareketleri ya da tarikatlan (Arapça, sözcük anlamı "kaba yünden giysi"); derviş'le karşılaştınnız. suk: alışveriş yeri (Arapça) ; pazar'ın dengi (Farsça) . Sünniler: Erken lslam toplulugunun otoritesi ve ögretisini kabul eden Müslümaniann çogunlugu.

szlachta: Polonya üst sınıfı. Safi: Arap bölgelerinde ve daha önce tran'da, önemi haiz Islami hukuk okulu. Şaınanist: Kuzey Avrasya animistik inançlan.

Şeriat: Islami hukuk. şerif Muhammed'in soyundan gelen. şeyh: Müslüman önde gelenler ya da lider (Arapça) . şeyhülislam: Osmanlı'nın en yüksek dini otoritesi. Şii: Muhammed'in hakiki mirasçısı olarak Ali'nin hatırasına sadık Islami mezhep. Şiilik: Şii mezhebiyle ilgili olan. Tacik: Iran ve Orta Asya'da genellikle Farsça konuşan yerleşik halklar. Tatar: Özgün olarak, görünüşe bakılırsa, Mogollann bir kolu; terim genel olarak Ka­ radeniz'in kuzeyindeki ve batı Orta Asya'daki bozkırlann Türki dillerini konu­ şan, Cengizi rejimiere ve onlann halkıanna işaret eder.

theme: Bizans lmparatorlugu'nun askert-teritoryal altbölümü. 364

Tolunogullan: Mısır'daki Müslüman Türki hanedan; güya Abbasilere tabiydi, 868905.

tsarstvo: Ortaçag'ın sonlannda Ruslar tarafından herhangi bagımsız bir siyasi yöne­ tim için kullanıldı. Turan: lranlılann mitsel düşmanlan, ilk olarak güneydogudaki gruplarla özdeşleşti­ rildi, daha sonralan kuzeydogu sınınndaki Türki unsurlara atfedildi. Ukrayna: Ortaçag'ın sonlannda Dogu Slavlannın güneybatı sınır bölgesi; italikle ya­ zılan baş harfi küçük (ukrayna ya da okrayna), Dogu Slavlannın herhangi bir sı­ nır bölgesi.

ulema: Islami alimler ya da alimler toplulugu. Uniate: Roma'yla birleşmiş Dogu Hristiyanlanyla ilgili.

ümmet: Tüm Müslümaniann toplulugu. vagina gentium: Uluslann rahmi, jordanes gibi geç klasik Hıristiyan yazarlar tarafın­ dan "barbar istilacılar"ın kaynagı olarak muhtemelen İskandinavya'yla özdeşleş­ tirildi.

vakıf Islami amaçlarla ya da hayırseverlik amacıyla emanette tutulan mülkiyet. vezir: Islami yönetimlerde bakan. vicus: Köy (Latince) . vulgare aulicum: Sarayda kullanılan I talyanca konuşma dili. Welsch (walsch, vb.): Germenik terim; güneybatı komşulan, yani Keltler ve Latin kökenli halklar için kullanılan Germenik terim. Wend: Germen gruplann dogu komşulan; özellikle Slavlar için kullanılan Germe­ nik terim. Yasa ("Büyük Yasa"): CengizHer ve Memlükler tarafından hanedanlık hukuku olarak kullanılan Mogol geleneksel hukuku; aşiretlerin her bir grubu geleneklerde ben­ zer bir temeli olan bir "Küçük Yasa"ya sahipti.

yayla: Akarsular ve bereketli otlaklar (Türki dillerde) . Yemenliler: Araplann arasındaki güney Arabistan hizbi. Yeniçeriler: Osmanlılann kölelerden devşirdigi piyade sınıfı.

yeshiva: Yahudi din okulu ve istinaf mahkemesi. yurt: Bir aşiret ya da hanedanın (Mogol ve Türki) otlaklan ya da toprak mülkiyeti. Yüksek Islam: Abbasi halifelerinin dönemi ve onlannın kültürünün sonraki rejimler tarafından sürdürülmesi. Yüksek kültür: Genellikle seçkinler tarafından geliştirilen karmaşık topluıniann kül­ türü.

zemlya (zemlja): Toprak ya da ülke; bölgede yaşan halkın yanı sıra topraga da işa­ ret eder (Slavca) .

Zımmi [dhimmi] : Bir Islami yönetirnde koruma altında olan gayrimüslim tebaa.

365

KAYNAKÇA

Abadal i de Vinyals, Ramon d'., "A Propos du Legs Visigothique en Espagne", Settimane di Studio 4el Centro Italiano di Studi sull'Alt. Medioevo 2 ( 1958): 541-85. Abu-Lughod, janet L., Cairo: 1 001 Years of the City Victorious, Princeton: Princeton University Press, 1971. Adarns, Robert M., Land behind Baghdad: A History of Settlement on the Diyala Plains, Chicago: Uni­ versity of Chicago Press, 1965. Adler, Sigmund, Die Organisation der Centralverwaltung unter Kaiser Maximilian I, Leipzig: Dunc­ ker &: Humblot, 1886. Adontz, Nicolas, Armeniya v Epokhu Yustiniana: Politicheskoye Sostoyaniye na Osnove Nakharskago S troy a, St. Petersburg: Tipografiya Imperatorskoi Akademii Nauk, 1908. -, Etudes Armeno-Byzantines, Lisbon: Bertrand, 1965. Aga-Oglu, Mehmet, "The Fatih Mosque at Constantinople", Art Bulletin 12 (1930): 1 79-195. Ahrweiler, Helene, Byzance et la Mer: La Marine de Guerre, La Politique, et les Institutions Mantimes de Byzance aux VHe-XVe Siecles, Paris: Presses Universitaires, 1966. Alderson, A. D., The Structure of the Ottoman Dynasty, Oxford: Clarendon, 1956. Alexander, Paul ]., "The Strength of Empire and Capital as Seen through Byzantine Eyes", Speculum 37 (1962): 339-357. Ali-Zade, Abdul Kerim, Sotsialno-Eknomicheskaya i Politicheskaya Istoriya Azerbaidzhana XIII-XN W, Baku: Akademiya Nauk Azerbaidzhanskoi SSSR, 1956. Alien, William E. D., Problems of Turkish Power in the Sixteenth Century, Londra: Central Asian Re­ search Centre, 1963. -, Alteuropa und die moderne Gesellschaft: Festschrift .fur Otto Brunner, Gottingen: Vandenhoeck &: Ruprecht, 1963. Altheim, Franz, Alexander und Asien: Geschichte eines geistigen Erbes, Tubingen: Niemeyer, 1953. -, Niedergang der alien Welt: Eine Untersuchung der Ursachen, 2 cilt, Frankfurt/M. : Klosterrnann, 1952. - (ed. ve yaz.), Geschichte der Hunnen, 2. cilt, Berlin: De Gruyter, 1960. Amedroz, Henry F. ve Margoliouth, David S. (ed. ve çev.), The Eclipse of the 'Abassid Caliphate: Ori­ ginal Chronicles of the Fourth Islamic Century, cilt S, Oxford: Blackwell, 1921. 367

Amelineau, Emile, "La Conquf.te de l'Egypte par les Arabes", Revue des Questions Historiques 1 19 (1914): 273-3 14; 120 (1915): 1-25. Anderson, Perry, Lineages of the Absolulist State, Londra: NLB, 1974. Anderson, Robert T., Traditional Europe: A Study in Anthropology and History, Belmont, Calif. : Wadsworth, 1971. Andreotti, Roberto, "Die Weltmonarchie Alexanders des Grossen in Ueberlieferung und geschicht­ licher Wirklichkeit" , Saeculum 8 (1957): 120-166. Angyal, Andreas, Die slawische Barockwelt, Leipzig: Seemann, 1961. Arensberg, Conrad M., "The Old World Peoples: The Place of European Cultures in World Ethnography ", Anthropological Quarterly 36 (1965) : 75-99. Argenti, Philip P., The Religious Minorities of Chios, Cambridge: Cambridge University Press, 1970. Arie, Rachel, L'Espagne Musulmane au Temps des Nasrides (1232-1 492), Paris: Boccard, 1973. Armstrong, John A., "Administrative Elites in Multiethnic Polities", International Political Science Review 1 (1980) : 107-28. -, The European Administrative Elite, Princeton: Princeton University Press, 1973. -, "Mobilized and Proletarian Diasporas" , American Political Science Review 70 (1976) : 393-408. Ashtor, E., A Social and Economic History of the Near East in the Middle Ages, Berkeley: University of California Press, 1978. Atamian, Sarkis, The Armenian Community, New York: Philosophical Library, 1955. Atiya, Aziz Suryal, The C rusade in the Later Middle Ages, Londra: Methuen, 1938. Aubin, Hermann, Grundlagen und Perspektiven Geschichılicher Kulturraumforschung und Kulturmorp­ hologie, Bonn: Rohrscheid, 1965. -, Frings, Theodor ve Miiller, Josef, Kulıurstromungen und Kulturprovinzen in den Rheinlanden, 1926. Reprint. Bonn: Rohrscheid, 1966. Aubin, Jean, "Comment Tamerlan Prenait les Villes", Sıudia Islamica 19 (1953) : 83-122. -, "Etudes Safavides 1: Salı lsma'il et les Notables de l'Iraq Persan" , journal of the Economic and Social History of the Orient 2 (1959):37-8 1 . Auerbach, Bertrand, Les Races e t les Nationality en Austriche-Hongrie, 2. baskı, Paris: Alcan, 1917. Aulard, A., Le Patriotisme Français de la Renaissance a la Revolution, Paris: Chiron, 192 1 . Ayalon, David, "The Great Yasa o f Chingis Khan", Studia Islamica 3 4 (1971): 151-180; 35 ( 1972): 1 13-158; 38 ( 1973) : 107-156. Azrael, jeremy R (ed.), Soviet Nationality Policies and Practices, New York: Praeger, 1978. Babinger, Franz, Mehmedthe Conqueror and His Times, çev. Ralph Manheim, Princeton: Princeton University Press, 1978. Bachteler, Kurt (ed.) , Istanbul: Geschichte und Entwicklung derStadt, Festschrift zum 60. Geburtstagvon Dr. Kurt Albrecht, Ludwigsburg: Karawane, 1967. Bachtold, Rudolf, Sudwestrussland im Spdtmiıtelalter, Basel: Helbing ve Lichtenhahn, 195 1 . Bacon, Elizabeth E., "Types o f Pastoral Nomadism i n Central and Southwest Asia", Southwestern journal of Anthropology lO (1954): 44-65. Baddeley, john F ., Russia, Mongolia, China: Being Some Record of the Relations between Them from the Beginning of the XVIIth Century to the Death ofTsarAiı:xei Michailovich, A.D. 1 602-1 676, 2 cilt, New York: Franklin, n.d. Bader, Karl S., Der deutsche Sitdwesten in seinı:r Territorialstaaılichen Entwicklung, Stuttgart: Koeh­ ler, 1950. -, "Territorialbildung und Landeshoheit" , Blaıtafiir Deutsche I..andesgeschichte 40(1953): 109-131. Baer, Yitzhak, A History of the jews in Christian Spain, 2 cilt, Philadelphia: jewish Publication Soci­ ety of America, 1966. Bagalei, D. 1., Ochı:rki iz Istorii Kolonizatsii Stı:pnoi Okrainy Moskovskago Gosudarstva, Moskova: Uni­ versitetskaya Tipografii M. Katkov, 1887. 368

Balard, Michel, La Romanie Ge'noise: Xlle-D6but du XVe Siecle, 2 cilt, Genoa: Societa Ligure di Sto­ ria Patria, ı978. Bakzs, Etienne, Chinese Civilization and Bureaucracy, New Haven: Yale University Press, ı964. Banniza von Bazan, Heinrich ve Miiller, Richard, Deutsche Geschichte in Ahnentafeln, ı, 2. ciltler, Ber­ lin: Metzner, ı943, ı942. Barany, George, Stephen Szichenyi and the Awakening of Hungarian Nationalism, 1 791-1841, Prince­ ton: Princeton University Press, ı968. Barkan, O. Lüfti, "L'Organisation du Travail dans le Chantier d'une Grande Mosquee a Istanbul au XVP Siecle", Annales 17 (1962) : 1093-1 106. Baron, Salo W., Modern Nationalism and Religion, New York: Harper, ı947. A Social and Religious History of the ]ews, 2. baskı, cilt ı6, New York: Columbia University Press, ı976. Barth, Fredrik, "On the Study of Social Change", American Anthropologist 69 ( ı967) : 66ı-669. - (ed.) , Ethnic Groups and Boundaries, Bergen: Universitetsforlaget, ı969. Bartha, Antal, Hungarian Society in the 9th and 1 0th Centuries, Budapest: Akademiai Kiado, ı975. - , "Hungarian Society in the Tenth Century and the Social Division of Labor", Budapest: Akademiai Kiado, Acta Historica 9 (1963) : 333-369. Barthold, Vasily, Turkestan down to the Mongol Invasions, çev. H. A. R. Gibb, Londra: Luzac, ı928. Basil, Anne, Armenian Settlements in India: From the Earliest Times to the Present Day, Calcutta: Ar­ menian College, n.d. Baudet, Henri, Paradise on Earth: Some Thoughts on European Images of Non-European Man, çev. Eli­ zabeth Wentholt, New Haven: Yale University Press, ı965. Bauer, Clemens, "Die Epochen der Papstfinanz", Historische Zeitschrift 128 ( ı928) : 457-503. Baynes, Norman H. ve Moss, H. St. L B., eds, Byzantium: An Introduction to East Roman Civilization, Oxford: Clarendon, ı948. Becker, Cari H., "Bartholds Studien liber Kalif und Sultan", Der Islam 6 (19ı6): 350-412. -, Islamstudien: Vom Werden und Wesen der islamisehen Welt, cilt ı , Leipzig: Quelle &: Meyer, ı924. Beidtel, Ignaz, Geschichte der osterreichischen Staatsverwaltung, 1 740-1848, 2 cilt, Innsbruck: Wagner, ı896, ı898. Belenitsky, A. M., "K Voprosu o Sotsialnykh Otnosheniyakh v Irane v Khulaguidskuyu Epokhu", So­ vetskoye Vostokovedeniye 5 ( 1948): ı ı ı- 1 28. Beli, H. Idris, "The Byzantine Servile State in Egypt",]ournal ofEgyptian Archaeology4 (19ı7): 86-106. -, Egypt from Alexander the Great to the Arab Conquest: A Study in the Diffusion and Decay of Helle­ nism, Oxford: Clarendon, ı948. Beloch,julius, "Die Bevdlkerung Europas im Mittelalter" , Zeitschrift Jur Sozial Wissenschaft 3 ( ı900) : 405-423, 765-86.

Below, Georg von, "Die stadtische Verwaltung des Mittelalters als Vorbild der spateren Territorialverwaltung", Historische Zeitschrift 75 ( ı895): 396-463. -, Territorium und Staat, Osnabruck: Teller, ı965. -, Die Ursachen der Rezeption des Rb'mischen Rechts in Deutschland, Munich: Oldenbourg, ı905. Bemont, Fredy, !.es Villes d'lran: Des Cites d'Autrefois a I'Urbanisme Contemporain, Paris: n.p., ı969. Ben-Ami, Aharon, Social Change in a Hostile Environment: The Crusader's Kingdom of]erusalem, Princeton: Princeton University Press , ı969. Benko, Lorand ve Imre, Samu, (ed.), The Hungarian Language, The Hague: Mouton, for Akademi­ ai Kiadd, ı972. Benveniste, Emile, Le Vocabulaire des Institutions Indo-Europeennes, 2 cilt, Paris: Editions de Minu­ it, ı969. Bergengrun, Alexander, "Adel und Grundherrschaft im Merowingerreich", Vierteljahrschrift Jur So­ zial- und Wirtschaftsgeschichte, Beiheft 4ı (1958) . 369

Bernand, Andre, Alexandrie la Grande, Paris: Artaud, 1966. Bernard, Augustin ve Lacroix, N., L'Evolution du Nomadisme en Algerie, Algiers: Jourdan, 1906. Bemstein, Basil, "Elaborated and Restricted Codes", American Anthropologist 66 (1964) , no. 6, pt. 2, s. 55-69. Besrovny, L G (ed.), Drevnerusskiye Knyazhestva X-XIII vv, Moscow: "Nauka", 1975. Bettelheim, Bruno ve Janowitz, Morris, Dynamics ofPrejudice, New York: Harper, 1950. Beumann, Helmut, "Das Kaisertum Ottos des Grossen", Historische Zeitschrift 194 (1962) : 529-573. -, Das Kaisertum Ottos des Grossen: Zwei Vortrage, Constance: Konstanzer Arbeitskreis fur Mittelalterliche Geschichte, n.d. [ 1962 ) . -, "Kreuzzugsgedanke und üstpolitik i m hohen Mittelalter" , Historisches ]ahrbuch 72 ( 1 953) : 1 1 2-132.

Bevan, Bernard, History of Spanish Architecture, Londra: Batsford, 1938. Bezzola, Gian Andri, Die Mongolen in Abendlandischer Sicht (1 220-1270): Ein Beitrag zur Frage der Volkerbegegnungen. Bem: Francke, 1974. Bidermann, Hermann ]., Geschichte der osterreichischen Gesammt-Staats-ldee, 1526-1 804, 2 cilt, In­ nsbruck: VVagner, 1867, 1889. -, "Die staatsrechtlichen VVirkungen der osterreichischen Gesammtsstaatsidee", Zeitschrift fur das Privaı- und Offentliche Recht 21 (1894) : 339-429. Birge, John Kingsley, The Bektashi Order of Dervishes, 1937, Yeniden baskı, Londra: Luzac, 1965. Birot, Pierre ve Dresch, Jean, La Mediterranee et le Moyen-Orient, 2 cilt, Paris: Presses Universitai­ res, 1953, 1956. Bischoff, Ferdinand, "Das alte Recht der Armenier in Lemberg" , Sitzungsberichte derPhilosophisch­ Historischen Classe, Viyana: Akademie der VVissenschaft 40 (1862) : 255-302. BisingerJ. C., General-Statistik des osterreichischen Kaiserthumes: Bin Versucb, 2 cilt, Viyana: Geis­ tinger, 1807, 1808. Bjorkmann, VValther, Beitrage zur Gesckichte der Staatskanzlei im islamisehen Aegypten, Hamburg: Friedrichsen, De Gruyter, 1928. Block, Marc. Feudal Society, çev. L. A. Manyon, 2 cilt, Chicago: University of Chicago Press, 196 1 . -, Melanges Historiques, cilt 1 , Paris: S.E.V.P.E.N., 1963. Blum, Jerome, Noble Landowners and Agriculture in Austria, 1 815-1848: A Study in the Origins of the Peasanı Emancipation of 1848, Baltimore: Johns Hopkins Press, 1948. Boba, Imre, Nomads, Northmen and Slavs. The Hague: Mouton, 1967. Bock, Friedrich, Reichsidee undNationalstaaten: Vom Untergang des alten Reiches bis zurKundigungde­ sdeutsch-englischen Bundnisses imjahre 1341, Munich: Callwey, 1943. Boehm, laetitia, "Gedanken zum Frankreich-Bewusstsein im fruhen 12. Jahrhundert" , Historisches ]abrbuch 74 (1955): 681-687. Bohm,Jaroskv vd. , La Grande Moravie: Iradition Milltnaire de I'Etat et de la Civilisation, Prague: Ces­ koslovenske Akademie Ved, 1963. Bosch-Gimpera, Pedro, Les Indo-Europtens: Problemes Archtologiques, çev. R. Lander, Paris: Payot, 196 1 .

Bosl, Karl, Die Gesellschaft in der Geschichte des Mittelalters, Gottingen: Vandenhoeck ve Ruprecht, 1966.

-, "Das grossmahrische Reich in der politischen VVelt des 9. Jahrhunderts". Bayerische Akademie der VVissenschaften, Philosophisch-Historische K\asse, Sitzungberichte, 1966, Heft 7. Boswell, John, The Royal Treasure: Muslim Communities under the Crown of Aragon in the Fourteenth Century, New Haven: Yale University Press, 1977. Bourrilly, Joseph, Elements d'Ethnographie Marocaine, Paris: Larose, 1932. 370

Bousquet, G. H., "Nature et Causes de la Conquete Arabe" , Studia Islamica 6 (19S6) : 37-S2. Brackmann, Albert, Magdeburg als Uauptstadt des deutsehen Ostens, Leipzig: Schmidt &:. Gunther, 1937. Brandenburg, Dietrich, Islamisehe Baukunst in Aegypten, Berlin: Hessling, 1966. -, Samarkand: Studien zur islamisehen Baukunst in Uzbekistan (Zentralasien), Berlin: Heisling, 1972. Brandi, Karl, "Der Weltreichgedanke Karls V" , Ibero-Amerikanisekes Arehiv 13 (19B) : 2S9-269. Bratianu, G. 1 . , Etudes Byzantines d'Histoire Eeonomique et Sociale. Paris: Geuthner, 1938. Braudel, Femand, Capitalism and Material Life, 1 400-1 800, çev. Miriam Kochan, Londra: Weidenfeld &:. Nicolson, 1973.

-, Civilisation Materielle, Eeonomic et Capitale, XV-XVHie Siecle, 2. ve 3. cilt, Paris: Colin, 1979-, Eerits sur I'Histoire, Paris: Flamrnarion, 1969. -, The Mediterranean and the Mediterranean World in the Age of Philip II, çev. Sian Reynolds, 2 cilt, New York: Harper, 1972, 1973. Drawer, Abraham jakob, Galizien wie es an Oesterreich ham: Eine historiseh-statistiche Studie uberdie inneren Verhdltnisse des Landes imjahre 1 772, Leipzig: Freytag, 1910. Bn!hier, Louis, "Les Colonies des Orientaux en Occident au Commencement du Moyen-Age; Ve­ YUP Siecle" , Byzantinisehe Zeitsehrift 12 ( 1903): 1-39. "L'Origine des Titres Imperiaux a Byzan­ ce" , Byzantinisehe Zeitsehrift ıs ( ı906): ı 6 ı - ı 78.

-, Vie et Mort de Byzanee, 2 cilt, Paris: Albin, 1946, ı949. Briggs, Lloyd C., Tribes of the Sahara, Cambridge: Harvard University Press, 1960. Briggs, Martin S., Muhammadan Arehiteeture in Egypt and Palestine, Oxford: Clarendon, ı924. Brown, L. Cari (ed.) , From Madina to Metropolis, Princeton: Darwin, ı973. Browne, Edward G., "Account of a Rare Manuscript History of Isfahan Presented to the Royal Asiatic Society on May 19, ı827 by Sir john Malcolm" , journal of the Royal Asiatic Society, Londra, july ı9o ı , s. 41 1-446; Ekim ı9o ı , s. 66ı-689.

-, A Literary History of Persia, ı, 4. cilt, Cambridge: Cambridge University Press, 1908, ı928. Bruhl, Adrien, "Souvenir d'Alexandre le Grand et les Remains", Melanges d'Arebeologie et d'Histoi­ re 47 (ı930) : 202-221. Brunner, Otto, "Europaisehes und russisches Biirgertum" , VierteUahrsehrift fur Sozial- und Wirtse­ haftsgesehichte 40 (1953): ı-27.

-, Neue Wege der Veıfassungs- und Sozialgesehichte, Gottingen: Vandenhoeck &:. Ruprecht, ı968. Brunnhofer, Herrnann, Iran und Turan: Historiseh-geographisehe und ethnologisehe Untersuehungen uber den altesten Sehauplaız der indisehen Urgesehichte, Leipzig: Friedrich, ı889. Biunot, Ferdinand, Histoire de la Langue Pranqaise des Origines d 1900, cilt ı, Paris: Colin, ı90S. Brunschvig, Robert, La Berbtrie Orientale sous les Hafsides: Des Origines d la Pin du XVe Siecle, 2 cilt, Paris: Adrien-Maisonneuve, ı940, ı947. -, "Urbanisme Medieval et Droit Musulrnan", Revue des Etudes Islamiques ı s (ı947) : 127-ıss. -, ve Von Grunebaum, George E. , eds, Classicisme et Declin Culturel dans I'Histoire de I'Islam: Aetes du Symposium International d'Histoire de la Civilisation Musulmane, Bordeaux, 25-29 ]uin 1 956, Pa­ ris: Besson-Chantemerle, ı9S7. Brutails, j . A., "La Geographic Monumentale de la France" , Moyen Age 34 (2. seri, 3S) ( ı923) : ı-3 1 . Buccellati, Giorgio, Cities and Nations of Ancient Syria: An Essay on Politieal Institutions with Speei­ al Referenee to the Israelite Kingdoms, Rome: University of Rome, lnstituto di Studi de Vicino Ori­ ente, ı967. Budinszky, Alexander, Die Ausbreitung der lateinisehen Sprache iiber Italien und die Provinzen des Ro­ misehen Reiehes, Berlin: Hertz, ıSB ı . Bulliet, Richard W . , Th e Camel and the Wheel, Cambridge: Harvard University Press, ı97S. -, Canversion to Islam in the Medieval Period, Cambridge: Harvard University Press, ı979. 371

Bums, Robert 1., The Cruscıder Kingdom of Valencia: Reconstruction of a Thirteenth-Century Frontier, Cambridge: Harvard University Press, 1967.

-, Islam urtder the Cruscıders: Colonial Survival in the Thirteenth-Century Kingdom of Valencia, Prin­ ceton: Princeton University Press, 1973. Bury, ]. B., The Imperial Administrative System in the Ninth Century: With a Revised Text of the Kleto­ rologion of Philotheos, Londra: Henry Frowde, Oxford University Press, 191 1 . Busch-Zantner, Richard, "Zur Kenntnis der osmanisehen Stadt", Geographische Zeitschrift 3 8 ( 1932) : . 1-13. Butler, Alfred ] . , The Arab Conquest of Egypt and the Last Thirty Years of the Roman Dominion, Ox­ ford: Clarendon, 1902. Cahen, Claude, "L'Evolution Sociale du Monde Musulrnane jusqu'au XIP Siecle face a Celle du Mon­ de Chretien", Cahiers du Civilisation Meditvale 2 (1959) : 451-463. -, "Mouvements Populaires et Autonomisme Urbain dans l'Asie Musulrnane du Moyen Age", Arabica 5 ( 1958) : 225-250; 6 (1959) : 25-56, 233-265.

-, Pre-Ottoman Turkey, çev. ]. Jones-Williarns, Londra: Sidjwick & jackson, 1968. -, "Le Probleme Ethnique en Anatolie" , Cahiers d'Histoire Mondiale 2, no. 2 (1954) : 347-362. -, "Le Regime de la Terre et l'Occupation Turque en Anatolie", Cahiers d'Histoire Mondiale 2 (1955): 566-580. Calasso, Francesco, "ll Problerna Storico del Diriıto Comune e i Suoi Riflessi Metodologici nella Storiografıa Guiridica Europea", Archives de I'Histoire du Droit Oriental 2 ( 1953) : 441-463. Calmette, joseph, Les Grands Dues de Bourgogne. Paris: Michel, 1949. Cameron, George G . , History of Early Iran. Chicago: University of Chicago Press, 1969. Campbell, Edward F., jr. , "Moses and the Foundations of lsrael", Interpretation 29 (1975) : 141-154.

Canard, Marius, "Les Relations Politiques et Sociales entre Byzance et !es Arabes" , Dumbarton Oaks Papers 18 (1954) : 33-56. Carande, Ramon, "Der Wanderhirt und die uberseeische Ausbreitung Spaniens", Saeculum 3 (1952) : 373-387. Cardona, George (ed.) , Indo-European and Indo-Europeans, Philadelphia: University of Pennsylva­ nia Press, 1970. Camey, T. F., Bureaucracy in Traditional Society: Romano-Byzantine Bureaucracy Viewedfrom Within, Lawrence, Kan.: Coronado, 1971. Cassirer, Emst, Language and Myth, çev. Suzanne K. Langer, New York: Harper, 1945. -, The Myth of the State, New Haven: Yale University Press, 1946. Castro, Americo, The Spaniards: An Introduction to Their History, çev. Willard F. King ve Selrna Margaretten, Berkeley: University of Califomia Press, 197 1 . Charanis, Peter, "The Armenians in the Byzantine Empire" , Byzantinoslavica 2 2 (196 1 ) : 196-240.

- , Studies on the Demography of the Byzantine Empire, Londra: Variorum Reprints, 1972. Charles, Martin A. , "Hagia Sophia and the Great Imperial Mosques", Art Bulletin 12( 1930) : 321-344.

Chaume, Maurice, "Le Sentiment National Bourguignon de Goudebaud a Charles le Temeraire: Essai de Synthese sur l'Histoire de la Bourgogne, Royaumes, Duches, Comtes, Me'moires de I'Aca­ de'mie des Sciences, Arts et Bdles-Lettres de Dijon, Se Serie, 4 (1922) : 195-308.

Chaunu, Pierre, L'Espagne de Charles Quint, 1, 2. cilt, Paris: Societe d'Edition d'Enseignement Supe­ rieur, 1973. -, "Minorites et Conjuncture: L'Expulsion des Moresques", Revue Historique 225 (196 1 ) : 81-98. Chavannes, Edouard (ed.) , Documents sur les Tou-Kiue (Turcs) Occidentaux, St. Petersburg: Impera­ torskaya Akademiya Nauk, 1903. Chayev, N . S., "Moskva-Trety Rim v Politicheskoi Praktike Moskovskogo Pravitelstva XVl Veka", Is­ toricheskiye Zapiski 17 (1945) : 3-23.

372

Chejne, Anwar G., Muslim Spain. Minneapolis: University of Minnesota Press, 1974. Chenon, Emile, Histoire G6n6rale du Droit Franc"ais Public et Prive des Origines a 1 815, 2 cilt, Pa­ ris: Sirey, 1926, 1929. Chemiavsky, Michael (ed.) , The Structure of Russian History: Interpretive Essays, New York: Ran­ dom House, 1970. Chiappelli, Luigi, "Formazione Storica de Comune Cittadino in Italia", Archivo Storico Italiano, 7th ser., 6 ( 1926): 3-59; 10 ( 1928) : 3-89; 13 (1930) : 3-59. Chimitdorzhiyev, Sh. B., Vsaimootnosheniya Mongolii i Rossii v XVII-XVI II vv, Moscow: "Nauka", 1978. Chtebowczyk, Josef, Procesy Narodotworcze we wschodniej Europie Srodkowej w Dobie Kapitalizmu, Warsaw: Wydawnictwo Naukowe, 1975. -, "Die Madjarisierungs- und die Gerrnanisierungspolitik im 18.-19. jahrhundert und um diejahr­ hundertwende: Versuch einer Konfrontation", Acta Poloniae Historica 3 (1974) : 163-186. Christensen, Arthur, LTran sous les Sassanides, Copenhagen: Munksgaard, 1936. Ciccoti, Ettore, "Motivi Demografki e Biologici nella Rovina della Civilta Antica", Nouva Rivista S to­ rica 14 (1930) : 29-62. Cipolla, Carlo, "Delia Supposta Fusione degli Italian! coi Gerrnani nei Primi Secoli del Medioevo", Reale Accademia dei Lincei, Classe di Scienze, Morale, Storiche e Filologiche, 5th ser, 9 Rendieon­ tl ( 1 900) : 329-369, 1369- 1422. Clarke, Hyde, "On the Supposed Extinction of the Turks", ]ournal of the Statistical Society 28 ( 1865) : 261-282. Clastre, Pierre, La Societe contre I'Etat: Recherches d'Anthropologie Politique, Paris: Editions de Mi­ nuit, 1974. Claude, Dietrich, "Die byzantinische Stadt im 6. jahrhundert", Byzantinisches Arehiv 13 ( 1 969) : 1-257. Clerget, Marcel, Le Caire: Etude de Geographic Urbaine et d'Histoire Economique, 2 cilt, Cairo: Sc­ hendler, 1934. Cohen, Marcel, Histoire d'une Langue: Le Fran"ais, des Lointaines Origines a Nos ]ours, Paris: Editions Hier et Aujourd'hui, 1947.

-, Pour une Sociologie du Langage, Paris: Michel, 1956. Coing, Helmut, "Romisches Recht in Deutschland" , lus Romanum Medii Aevi 5, pt. 6 (1964) : 3-212. Commeaux, Charles, La Vie Quotidienne chez les Mongols de la Conquete (XIIle Siecle), Paris: Hachette, 1972. Confino, Michael, "A propos de la Noblesse Russe au XVIIP Siecle", Annales 22 (1967) : 1 163-1205. Congres International des Sciences Historiques, 7 ( 1933), La Pologne, cilt 3, Warsaw: Societe Polo­ naise d'Histoire, 1933. Constance, lnstitut fur Geschichtliche l..andforschung des Bodenseegebietes, Studien gen des europaisehen Stadtewesens, Undau: Thorbecke, 1956.

zu

den Anfan­

Corbin, Henry, Terre Celeste et Corps de Resurrection: De I1ran Mazdeen d I1ran Shi'ite, Paris: Buc­ het-Chastel, 1960. Cosıa, Gusıavo, Le Antichita Germaniche nella Cultura Italiana da Machiavetti a Vico, Naples: Bibli­ opolis, 1977. Coulton, G. G., "Nationalism in the Middle Ages" , Cambridge Histoncal Review 5 (1935) : 1 5-40. Courant, Maurice, "L'Asie Centrale aux XVIP et XVIIP Siecles: Empire Kalmouk ou Empire Mantc­ hou?" , Annales de I'Universite de Lyon, Nouvelle Serie 2, Droit, Lettres 26 (1912). Courcelle, Pierre, Histoire LitUraire des Grandes Invasions Germaniques, 3. baskı, Paris: Etudes Au­ gustiniennes, 1964. Creswell, K. A. C. (ed.) , Early Muslim Architecture: Umayyads, A.D. 622-750, Oxford: Clarendon, 1969. 373

Crone, Patricia, Slaves on Horses: The Evolution of the Islamic Polity, Cambridge: Cambridge Univer­ sity Press, 1980. -, ve Cook, Michael, Hagarism: The Making of the Islamic World, Cambridge: Cambridge Univer­ sity Press, 1977. Curtius, Ernst R., European Literaturt and the Latin Middle Ages, çev. Willard R. Trask, Londra: Rout­ ledge & Kegan Paul, 1953. Cutler, Anthony, Transfigurations: Studies in the Dynamics ofByzantine Iconography, University Park: Pennsylvania State University Press, 1975. Czuczka, Ernst, Die kulturgemeinschaftlichen Beziehungen der Orutsehen und Tschechen, Weinbohla bei Dresden: "Aurora" , 1923. Dagron, Gilbert, "Aux Origines de la Civilisation Byzantine: Langue de Culture et Langue d'Etat" , Revue Historique 241 (1969) : 23-56.

-, Naissance d'une Capitate: Constantinople et Ses Institutions de 330 a 45I , Paris: Presses Universitaires, 1974. Daniel, Norman, Islam and the West: The Making of an Image, Edinburgh: The University Press, 1960. Dannenbauer, Heinrich, Die Entstehung Europas, 2 cilt, Stuttgart: Kohlhammer, 1959. Danvila y Collado, Manuel, EIPoder Civil en Espana, 2 cilt, Madrid: Tello, 1885. Dardel, Eric, "The Mythic: According to the Ethnological Works of Maurice LeenhardtfD/ogem" , 1954, sayı. 7, s. 33-5 1 . Darko, Eugene, "Le Role des Peuples N omades Cavaliers dans la Transformatian de l'Empire Roma­ in au Premiers Siecles du Moyan Age", Byzantion 18 (1948) : 85-97. Darraj , Ahmad, L'Egyptesous le RegnedeBarsbay, 825-841 1 1 422-1 438, Darnascus: Institute Franga­ is de Darnas, 196 1 . Daube, Anna, Der Aufstieg der Muttersprache im deutschen Denhen des 15. und 1 6. ]ahrhunderte, Frankfurt a!M.: Diesterweg, 1940. Dauvillier, Jean, "Byzantins d'Asie Centrale et d'Extreme-Orient au Moyen Age", Revue des Etudes Byzantines l l ( 1953): 62-87. Dauzat, Albert, "Le Deplacement des Frontieres Linguistiques du Frangais de 1806 a Nos jours", La Nature 55, sayı. 2775, 15 Aralık 1927, s. 329-35. -, Histoire de la Langue Franqaise, Paris: Payot, 1930.

-, Le Viiiage et le Paysan de France, Paris: Gallimard, 194 1 . Dawn, C. Ernest, From Ottomanism to Arabism: Essays on the Origins of Arab Nationalism, Urbana: University of Illinois Press, 1973. Dawson, Christopher, The Making of Modem Europe: An Introduction to the History of European Unity, Cleveland: Meredian, 1966. Dee"r, Josef, Heidnisches und Christliches in der altungarischen Monarchie, 1934, Reprint with postsc­ ript. Darrnstadt: Wissenschaftliche Buchgesellschaft, 1969. Defourneaux, Marcelin, Les Français en Espagne aux XIe et XHe Siecles, Paris: Presses Universitai­ res, 1949. Delvoye, Charles, L'Art Byzantin, Paris: Arthaud, 1967. Demougeot, Emilienne, De I'Unite a la Division de l 'Empire Romain, 395-410, Paris: Maisonneuve, 195 1 . Dempf, Alois, Sacrum Imperium: Geschichts- und Staatsphilosophie des Mittelalters und der politischen Renaissance, Munich: Oldenbourg, 1929. Demus, Otto, Byzantine Mosaic Decoration: Aspects of Monumental Art in Byzantium, Londra: Kegan Paul, l947. Denifle, Heinrich, Die Entstehung der Universitaten des Mittelalters bis I 400, Berlin: Weidrnann, 1885. Denis, Ernest, La Boheme depuis la Montagne Blanche, 2 cilt, Paris: Leroux, 1903. 374

Der Nersessian, Serarpie, Annmia and the Byzantine Empire, Cambridge: Harvard University Press, ı945. Deutsch, Karl W., "Medieval Unity and I ts Economic Conditions" , Canadianjoumal ofEconomic and Political Scimce ı o (1944): ı8-35.

-, Nationalism and Social Communication: An Inquiry into the Foundations of Nationality, Cambrid­ ge: M.I.T. Press, ı953. -, Deutsche Ostsiedlung in Mittelalter undNeuzeit, Viyana: Böhlau, ı971 . Deverdun, Gaston, Marrakech: Des Origines a 1 91 2, cilt ı , Rahat: Editions Techniques Nord-Africa­ ines, ı959. DeVries, jan, Keltm und Germanm, Bem: Francke, 1960. Dhalla, Maneckji N . , Zoroastrian Civilization: Prom the Earliest Times to the Downfall of the Last Zo­ roastrian Empire, 651 AD., Londra: Oxford University Press, ı922. Dhondt, Jan, "Essai sur l'Origine de la Frontiere Linguistique" , Antiquite Classique ı6 ( ı947): 263-286. -

, Etudes sur la Naissance des Principautes Territanal m France: IXe-XeSiecle, Bruges: "De Tempel", ı948.

Dickinson, Robert E., City and Region, Londra: Routledge &: Kegan Paul, ı964. The West European City, Londra: Routledge &: Kegan Paul, ı95 1 . Dietrich, Karl, "Romer, Romaer, Rornanen" , Neue]ahrbiicherfı.ır das Klassische Altertum, Geschichte und Deutsche Literatur 9 (1907) :482-499. Diez, Ernst ve Demus, Otto, Byzantine Mosaics in Greece: Hosios Lucas and Daphni, Cambridge: Harvard University Press, ı93 1 . Dimaros, C. T., La Grece au Temps des Lumieres, Geneva: Droz, ı969. Dion, Roger, Les Frontieres de la France, Paris: Hachette, ı947. Djait, Hichem, L'Europe et l'lslam, Paris: Editions du Seuil, ı978. Dolger, Franz, Beitrage zur Geschichte der byzantinischm Finanzverwaltung besanders des 1 0. und ll]ahrhunderts, Leipzig: Teubner, ı927. Byzanz und die europdische Staatmwelt, Speyer: Ettal, ı953. Dopsch, Alfons, Wirtschaftliche und soziale Grundlagm der europdischm Kulturmtwicklung aus der Zeit von Cdsar bis aufKarl dm Grossm, cilt ı , Viyana: Seidel, ı9ı8. Dubler, C. E., "Ueber Berbersiedlungen auf der iberischen Halbinsel" , Romania Helvetica 20 (1943) : ı82- ı97. Dubois, Charles, "L'Influence des Chauss"es Rornaines sur la Frontiere Linguistique de l'Est", Revue Beige de Philologie et d'Histoire 9 (1930) : 455-494. Duchesne-Guillemin, jacques, Religion of Ancimt Iran, çev. K. M. jamasp Asa, Bombay: Tata, ı973.

Duchhardt, Heinz, Protestanlisehes Kaisertum undaltes Reich: Die Diskussion iiberder Konfession des Kaisers in Politik, Publizistik und Staatsrecht, Wiesbaden: Steiner, ı977. Duda, Herbert W. , "Zur Lage der christlichen Untertanen der Pforte", Wimer Zeitschrift fur die Kun­ de des Morgmlandes 5 ( 1948): 56-63. Dufourcq, Charles E., "Berberie et Iberie MedieVale: Un Probleme de Rupture", Revue Historique 240 ( 1968) :293-328.

-, L'Espagne Catalane et le Maghreb, Paris: Presses Universitaires, ı966. Dumezil, Georges, Les Dieuxlndo-Europeens, Paris: Presses Universitaires, ı952. LTdeologie Tripartite des Indo-Europeens, cilt ı, Brussels: Latomus, Revue d'Etudes Latines, ı939. Dunbar, Helen Flanders, Symbolism in Medieval Thought and Its Cansummation in the Divine Comedy, New Haven: Yale University Press, ı929. Dunlop, D. M., The History of the]ewish Khazars, Princeton: Princeton University Press, ı954. Dupront, Alphonse, "Problemes et Methodes d'une Histoire de la Psychologic Collective" , Annales ı6 (ı96 ı ) : 3- ı ı . Dussaud, Rene, Les Arabes m Syrie avant flslam, Paris: Leroux, ı907. 375

Dvornik, Francis, Les Slaves, Byzance et Rome au I Xe Siecle, Paris: Champion, ı926. Dwight, Henry 0., Constantinople and Its Problems, New York: Revell, ı90 l . Ebel, Wilhelm, Forsehungen zu r Gesehichte des lu'bisehen Reehts, cilt ı , Liibeck: Schmidt-Romhild, n. d. Ebert, Wolfgang vd. , Kulturrdume und Kulturstromungen in mitteldeutsehen Osten, Halle: Niemeyer, ı936. Eck, Alexandre, Le Moyen Age Russe, ı933, 2. baskı, The Hague: Mouton, ı968. Efendiyev, O. A., Obra.zovaniye Azerbaidzhanshogo Gosudarstva Sefavidov v Naehale XVI Veka, Baku: Izdatelstvo Akademii Nauk Azerbaidzhanskoi SSR, lnstitut Istorii, ı96 1 . Eggers, Hans, Deutsehe Spraehgesehichte, 3 cilt, Munich: Rowohlt, ı970. Eickhoff, Ekkehard, Seelırieg und Seepolitik zwisehen Islam und Abendland, Berlin: De Gruyter, ı966. Eisenbach, Arthur ve Grochulska, Barbara, "La Population de la Pologne au Confins du XVliP et du XIXe Siecle", Annales de Demographie Historique, ı965: ıo5- 125. Eisenmann, Louis, Le Compromis Austro-Hongrois de 1 867: Etude sur le Dualisme, Paris: Societe Nouvelle de Librairie et d'Edition, ı904. Eisenstadt, Shmuel N . , The Politieal System of Empires, Glencoe: Free Press, ı963. Elias, Norbert, Die hb:fisehe Gesellsehaft, Neuwied: Luchterhand, ı969.

-, Ueber den Prozess der Zivilisation: Soziogenetisehe und Psyehogenetisehe Untersuehungen, cilt ı, Ba­ sel: Haus zum Falken, ı939. Elliott, john H., Imperial Spain, 1 469- 1 7 I 6, Londra: Penguin, ı970. Revolt of the Catalans: A Study in the Veeline of Spain, 1598-1 640, Cambridge: Cambridge University Press, ı963. Elvin, Mark, The Pattern of the Chinese Past, Stanford: Stanford University Press, ı973.

Encyclopedia of the Social Scienees, cilt ı4, New York: Macmillan, ı934. Ennen, Edith, Eru'hgesehichte der europaisehen Stadt, Bonn: Rohrscheid, ı953.

-, The Medieval Town, çev. Natalie Fryde, Arnsterdam: North Holland Publishing Co., ı979. Erdmann, Cari, Die Entstehung des Kreuzzugsgedanhens, Stuttgart: Kohlhammer, ı955. Ernst, Nikolaus, "Die ersten Einfalle der Krymtataren in Siidrussland", Zcitsehrift fur Dsıeuropaise­ he Gesehichte 3 (ı913): ı-59.

-, L'Espagne Catalane et le Maghreb, Paris: Presses Universitaires, ı966. Dumezil, Georges, Les Dieuxlndo-Europeens, Paris: Presses Universitaires, ı952. LTdeologie Tripartite des Indo-Europeens, cilt ı, Brüksel: Latomus, Revue d'Etudes Latines, ı939. Dunbar, Helen Flanders, Symbolism in Medieval Thought and Its Consummation in the Divine Comedy, New Haven: Yale University Press, ı929. Dunlop, D. M., The History of the]ewish Khazars, Princeton: Princeton University Press, ı954. Dupront, Alphonse, "Problemes et Methodes d'une Histoire de la Psychologic Collective" , Annales ı6 (ı961):3- ı l . Dussaud, Rene, Les Arabes en Syrie avant flslam, Paris: Leroux, ı907. Dvornik, Francis, Les Slaves, Byzanee et Rome au I Xe Siecle, Paris: Champion, ı926.

Dwight, Henry 0., Constantinople and Its Problems, New York: Revell, ı90 l .

Ebel, Wilhelm, Forsehungen zu r Gesehichte des lu'bisehen Rechts, cilt ı , Liibeck: Schmidt-Romhild, n. d. Ebert, Wolfgang vd. , Kulturrdume und Kulturstromungen in mitteldeutsehen Osten, Halle: Niemeyer, 1936. Eck, Alexandre, Le Moyen Age Russe, 1933, 2. baskı, The Hague: Mouton, ı968. Efendiyev, O. A., Obra.zovaniye Azerbaidzhanshogo Gosudarstva Sefavidov v Nachale XVI Veka, Baku: lzdatelstvo Akademii Nauk Azerbaidzhanskoi SSR, lnstitut Istorii, 196 1 . Eggers, Hans, Deutsehe Sprachgesehiehte, 3 cilt, Munich: Rowohlt, 1 970.

376

Eickhoff, Ekkehard, Seehrieg und Seepolitik zwischen Islam und Abendland, Berlin: De Gruyter, 1966. Eisenbach, Arthur ve Grochulska, Barbara, "La Population de la Pologne au Confins du XVIIP et du XIXe Siecle", Annales de Demographie Historique, 1965: 105-125. Eisenmann, Louis, Le Compromis Austro-Hongrois de 1867: Etude sur le Dualisme, Paris: Societe Nouvelle de Ubrairie et d'Edition, 1904. Eisenstadt, Shmuel N., The Political System ofEmpires, Glencoe: Free Press, 1963. Elias, Norbert, Die hbJische Gesellschaft, Neuwied: Luchterhand, 1969.

-, Ueber den Prozess der Zivilisation: Soziogenetische und Psychogenetische Untersuchungen, cilt 1, Ba­ sel: Haus zum Falken, 1939. Elliott, john H., Imperial Spain, 1 469-1 71 6, Londra: Penguin, 1970. Revalt of the Catalans: A Study in the Veeline of Spain, 1598-1 640, Cambridge: Cambridge University Press, 1963. Elvin, Mark, The Pattern of the Chinese Pası, Stanford: Stanford University Press, 1973. -, Encyclopedia of the Social Sciences, cilt 14. New York: Macmiilan, 1934. Ennen, Edith, Eru'hgeschichte der europaisehen Stadt, Bonn: Rohrscheid, 1953. -, The Medieval Town, çev. Natalie Fryde, Amsterdam: North Holland Publishing Co., 1979. Erdmann, Cari, Die Entstehung des Kreuzzugsgedanhens, Stuttgart: Kohlhammer, 1955. Ernst, Nikolaus, "Die ersten Einfalle der Krymtataren in Siidrussland" , Zeitschrift fur Dsıeuropaise­ he Geschichte 3 (1913): 1-59. Flamand, Pierre, Un Mellah en Pays Berbere: Demnate, Paris: Librairie Ge'ne'rale du Droit, 1952. Flight, john W., "The Nomadic Idea and Ideal in the Old Testament", journal of Biblical Literaturt

42 ( 1 923): 158-226. Fodor, Istvan, The Rate of Linguistic Change: Limits of the Application of Mathematical Methods in Lin­ guistics, The Hague: Mouton, 1965. Folz, Roben, The Concept of Empire in Westem Europe, çev. Sheila A. Ogilvie, Londra: Amold, 1969.

-, Le Souvenir et la Legende de Charlemagne dans I'Empire Germanique Medieval, Paris: "Les Belles Lettres" , 1950.

-. , vd. , De I'Antiquitt au Monde Medieval, Paris: Presses Universitaires, 1972. Franco, Moise, Essai sur I'Histoire des Israelites de I'Empire Ottoman, 1897. Reprint. Hildesheim: Olms, 1973. Frank, Tenney, "Race Mixture in the Roman Empire", American Histarical Review 21 ( 1 9 16): 689708. Franke, Herbert, "Westostliche Beziehungen im Zeitalter der Mongolen" , Saeculum 19 (1968): 91106. Frankfort, Henry vd. , Bejare Philosophy: The Intellectual Adventure of Ancient Man, Londra: Pengu­ in, 1963. Fritsch, Erdmann, Islam und Christentum im Mittelalter: Beitrdge zur Geschichte der muslimisehen Polemih gegen das Christentum in abrabischer Sprache, Breslau: Miiller & Seiffert, 1930. Fry, Richard N., The Golden Age ofPersia: The Arabs in the East, New York: Bames & Noble, 1975. Fuchs, Frederich, Die hoheren Schulen von Konstantinopel im Mittelalter, Leipzig: Teubner, 1 926. Fuchs, Harold, Das geistige Widerstand gegen Rom in der antihen Welt, Berlin: De Gruyter, 1 938. Fuck, johann, 'Arablya: Recherches sur I'Histoire de la Langue et du Style Arabe, çev. Claude Denizeau, Paris: Didier, 1955. Gabriel, Alfons, Die religioese Welt des Iran: Entstehung und Schichsal von Glaubensformen auf per­ sischem Boden, Viyana: Böhlau, 1974. Religionsgeographie von Persien, Viyana: Hollenek, 1971. Gadlo, A. B., Etnicheshaya Istoriya Severnogo Kavhaza, IV-X vv , Leningrad: Izdatelstvo Leningrads­ kogo Universiteta, 1979. Gage, jean, Les Classes Sociahs dans I'Empire Romain, Paris: Payot, 1964. -, "L'Empdreur Romain et !es Rois: Politique et Protocole" , Revue Historique 221 ( 1959) : 1 5-60. 377

Gaillard, Henri, Fes: Une Ville d'Islam, Paris: Andrei, 1905. Galassi, Giuseppe, Roma o Bizanzio: I Musaici di Ravenna e le Origini deii'Arte Italiana, 2 cilt, 1929. Yeni baskı, Rome: Ubreria dello Stato, 1953. Ganem, Halil, Les Sultans Ottomans, 2 cilt, Paris: Chevalier-Marescq, 190 1 , 1902. Ganshof, Francois L., "A Propos de Dues et Duches au Haut Moyen Age", journal des Savants 1972: 13-24. -, "Stlmme als 'Trager des Reiches? " , Zeitschnft derSavigny Stiftungfur Rechtsgeschichte, Germanis­ tische Abteilung 89 ( 1972) : 147- 160. Garcia y Bellido, Antonio, vd. , Resumen Histonco del Urbanismo en Espana, 2. baskı, Madrid: Institu­ te de Estudios de Administracion Local, 1968. Garcia Gallo, Alfonso, "Nacionalidad y Territorialidad del Derecho en la Epoca Visigoda", Annuano de Histona del Derecho Espanol 13 (1936-4 1 ) : 168-254. Gardet, Louis, La Cits Musulmane, Paris: Ubrairie Philosophique, 1954. Garnsey, P. D. A. ve Whittaker, C. R., (ed.) , Imperialism in the Ancient World, Cambridge: Cambrid­ ge University Press, 1978. Garsoi'an, Nina G., "Armenia in the Fourth Century" , Revue des Etudes Armtniennes, yeni seri 8 (1971): 341-352. -, "Politique ou Orthodoxie? L'Armenie au Quatrieme Siecle", Revue des Etudes Armtniennes, new series 4 ( 1967): 297-320. -, "Le ROle de l'Hierarchie Chretienne dans les Rapports Diplomatiques entre Byzance et les Sassa­ nides", Revue des Etudes Armtniennes, yeni seri 10 ( 1973-74) : 1 1 9-138. Gaudefroy-Demombynes, Maurice, La Syrie a I'Epoque des Mamelouks d'apres les Auteurs Arabes:

DeseTiption Geographique, Economique et Administrative Precedes d'une Introduction sur I'Organisa­ tion Gouvemmentale, Paris: Geuthner, 1923. -, ve Platonov, S. F., Le Monde Musulman et Byzantinjusqu'aux Croisades, Paris: Boccard, 1 93 1 . Gautier, Emile F . , Moeurs et Coutumes des Musulmans, Paris: Payot, 193 1 . I.es Siecles Obscurs d u Ma­ ghreb, Paris: Payot, 1927. Gay,Jules, L 'ltalie Meridionals et I'Empire Byzantin: Depuis I'Avenement de Basils lerjusqu'a la Prise de Bari par lı:s Normands, 867-1071, Paris: Fontemoing, 1 904. Geanakoplos, Deno ] . , Interaction of the "Sibling" Byzantine and Westem Cultures in the Middle Ages and Italian Renaissance (330-1 600), New Haven: Yale University Press, 1976. Geertz, Clifford, The Interpretation of Cultures: Selected Essays, New York: Basic Books, 1973. Gellner, Ernest ve Micaud, Charles, Arabs and Berbers: From Tribe to Nation in North Africa, Lexing­ ton, Mass . : I.exington Books, Heath, 1972.

Gelzer, Heinrich, "Die Anfange der armenischen Kirche" , Koniglich-Sachische Gesellschaft der Wis­ senschaft zu Leipzig. Philologisch-Historische Klasse. Berichte fiber die Verhandlungen 65 ( 1895) : 109-74.

-. Geistliches und Weltliches aus dem turkisch-griechischen Orient, Leipzig: Teubner, 1 900. Gelzer, Mathias, Studien zur byzantinischen Verwaltung Aegyptens, Leipzig: Quelle & Meyer, 1909. Genicot, Leopold, "La Noblesse au Moyen Age dans l'Ancienne 'Francie'" , Annalı:s 17 ( 1962) : 1-22. Gerhardt, Mia Irene, "Essai d'Analyse Utteraire de la Pastarale dans les Utteratures Italienne, Espagnole et Franchise" , Doctoral dissertation, Leiden University, n.d. Gerlach, Stephan, Tags-Buck. Samuel Gerlach (ed.), Frankfurt a/M: Zunners, 1674. Geyl, Pieter, The Revolt of the Netherlands, 1555-1 609, Londra: Williams & Norgate, 1932. Giamatti, A. Bartlett, The Earthly Paradise and the Renaissance Epic, Princeton: Princeton University Press , 1966. Gibb, Harnilton A. R., "Arab-Byzantine Relations under the Umayyad Caliphate", Dumbarton Oaks Papers 12 (1958) : 219-233.

-, The Arab Conquests in Central Asia, 1923. Reprint. New York: AMS Press, 1 970. 378

-, "Lutfi Paşa on the Ottoman Caliphate", Orirns 15 ( 1962) : 287-95 ve Bowen, Harold, Islamic So­ ciety and the West, cilt 1, pt. 2, Londra: Oxford University Press, 1957. Giese, Friedrich, "Das Problem der Entstehung des osmanisehen Reiches", Zcitschrift fur Semitistih undVerwandte Gebiete 2 ( 1924): 246-27 1 . Girard d'Albissin, Nelly, Genese de l a Frontiere Franco-Bcige: Les Variations des Limites Septentriona­ les de la France de 1 659 a 1 789, Paris: Picard, 1970. Gladden, E. N., "Administration of the Ottoman Empire under Suleiman" , Public Administration 16 (1937): 187-193. Glück, Heinrich, "Das kunstgeographische Bild Europas am Ende des Mittelakers und die Grund­ lagen der Renaissance", MonatsheftefurKunstwissenschaft 15, Bd. 2 (Nov. 1921-22) : 161- 180. Godechot, Jacques, "Nation, Patrie, Nationalisme et Patriotisme en France au XVIIe Siecle", Annales Historiques de la Revolution Franqaise 63 (1971): 480-50 1 . Goerlitz, Theodor, "Das flamische und das frankische Recht in Schlesien und ihr Wirlerstand gegen das sachsische Recht" , Zcitschrift der Savigny-Stiftungfur Rechtsgeschichte Germanistische Abtei­ lung 57 (1957): 138-181. Goetz, Walter, "Das Wiederaufleben des romisehen Rechtes im 12. Jahrhundert", Arehiv fur Kultur­ geschichte 10 ( 1912) : 25-40. Goitein, S. D., "Artisans en Mediterranee Orientale au Haut Moyen Age", Annales 19 ( 1964): 847-868. -, A Mediterranean Society: The]ewish Communities of the Arab World as Portrayed in the Documents of the Cairo Geniza, 2 cilt, Berkeley: University of Califomia Press, 1967, 197 1 . - , "The Rise o f the Near-Eastem Bourgeoisie i n Early Islamic Times", Revue d'Histoire Mondiale 3 ( 1957): 583-604. Goller, Emil, Die Periodisierung der Kirchengeschichte und die epochale Stellung des Mittelalters zwis­ chen dem christlichen Altertum undder Neuzcit ve Karl Heussi, Altertum, Mittelalter und Neuzcit in der Kirchengeschichte: Ein Bcitrag zum Problem der historischen Penodisierung, Darmstadt: Wis­ senschaftliche Buchgesellschaft, 1969. 1919 ve 1921 yılındaki baskılardan yeniden basım. Golvin, Lucien, Essai sur I'Architecture Rdigieuse Musulmane, cilt 3, Paris: Klincksieck, 1974. Goodblatt, Morris S., ]ewish Life in Turhey in the 1 6th Century, New York: Jewish Theological Semi­ nary of America, 1952. Goodwin, Godfrey, A History of Ottoman Architecture, Londra: Thames &: Hudson, 197 1 . Gottschalk, H. L . , "Die Autad Saih As-suyuk" , Zcitschriftfur das Kunde des Morgenlandes 5 3 ( 1956) : 57-87. Goubert, Paul, Byzance avant I'Islam, 2 cilt, Paris: Picard, 195 1 , 1955, 1965. -, "Byzance et l'Espagne Wisigothique, 554-7 1 1 " , Revue des Etudes Byzantines 2 (1944) : 5-78. Grabar, Andre, L'Empereur dans I'Art Byzantin, 1936. Londra: Variorum Reprints, 197 1 . Grabar, Oleg, "Islamic Art and Byzantium" , Dumbarton Oahs Papers 18 (1964) : 67-88. Graham, George, "On the Progress of the Population of Russia" , journal of the Statistical Society 1 (1844) : 243-250. Graus, Frantisek, "Die Entstehung der mittelalterlichen Staaten in Mitteleuropa" , Historica 10 ( 1965): 5-65. .

-, Volh, Herrscher und Hciliger im Rdch der Merowinger: Studien zur Hagiographie der Merowinger­ zcit, Prague: Ceskoslovenske' Akademie Ved, 1 965. Greene, Frederick D., The Armenian Crisis in Turkey: The Massacrı� of 1894, Its Antecedents and Sig­ nificance, New York: Putnam, 1895. Grenard, Fernand, Grandeur et Decadence de I'Asie: L'Avtnement de l'Europe, Paris: Colin, 1939. Grenier, Albert, "La Transhumance des Troupeaux en Italic et Son R6le dans l'Histoire Romaine" , Ecole Franchise (d'Athenes et] d e Rome, Melanges d'Archtologie et d'Histoire 2 5 ( 1905): 293-328. Grew, Raymond (ed.) , Crises ofPolitical Development in Europe and the United States, Princeton: Prin­ ceton University Press, 1978. 379

Grigorian, Mesrop G., Annenians in the Service of the Ottoman Empire, 1860-1 908, Londra: Routledge &: Kegan Paul, ı977. Grosjean, Georges, Le Sentimaıt National dans la Guerre de Cent Am, Paris: Bossard, ı928. Grousset, Rene, L'Empire des Steppes, Paris: Payot, ı939. Grundmann, Herbert, Das deutsche Nationalbewusstsein und Frankreich: Vom Antichristspid bis Alexander von Roes, Düsseldorf: A. Bagel, ı936.

zu

-, ve Heimpel, Hermann (ed. ve çev.) , Die Schriften des Alexander von Roes, Weimar: Bohlau Nach­ folger, ı949. Gudian, Gunter, Die Begrundung in Schoffenspruchen des 1 4. und 15. ]ahrhundert, Darmstadt: Rinck, ı960. Guenee, Bemard, "Espace et Etat dans la France du Bas Moyen Age", Annales 23 (ı968) : 744-758. Guichard, Pierre, Structures Sociales "Oıieııtales" et "Occidentales" dans 1 'Espagne Musulmane, Pa­ ris: Mouton, ı977. Guilland, Rodolphe, Etudes Byzantines, Paris: Presses Universitaires, ı959. Guillou, Andre, "Regionalisme et Independance dans ı'Empire Byzantin au VIP Siecle: L'Example de FExarchate et de la Pentapole d'ltalie" , Studi Storici, Fasc. 75-76 (ı969) : ı-348. Gurliand, Ilya 1., Stepnoi Zakonodatdstvo Drevneishikh Vremen po 1 7-oe Stoletiye, Kazan: Tipo-litog­ rafiya Imperatorskago Universiteta, ı904. Giirtler, Alfred, Die Volkszdhlungen Maria Theresias und]osef II, 1 753-1 790, Innsbruck: Wagner, ı909Guterbock, Cari, Der islam im Lichte der byzantinischen Polemik, Berlin: Guttentag. ı912. Gysseling, Maurits, "La Genese de la Frontiere Linguistique dans le N ord de la Gaule", Revue du Nord 44 ( ı962) : 5-37. Haase, Felix, Die Religiose Psyche des russischen Volkes, Leipzig: Teubner, ı92 1 . Habler, Konrad, Geschichte Spaniens unterden Habsburgem, cilt ı , Gotha: Perthes, ı907. Hahn, Ludwig, Rom und Romanismus im gıiechisch-romischen Orient: Mit besanderer Berucksichtigung der Sprache bis aufdie Zeit Hadrians, Leipzig: Dieterich, ı906. Hain, joseph, Handbuch der Statistik des osterreichischen Kaiserstaates, 2 cilt, Viyana: Tendler, ı852, ı853. Hajnal, Etienne, "Le Role Social de l 'Ecriture et l'Evolution Europeenne" , Universite Libre de Bruxelles, Institut de Sociologie Solvay, Revue de I1nstitut de Sociologie 4 (ı934) : 23-53, 253-282. Halban, Alfred, Zur Geschichte.des deutschen Rechtes in Podolien, Wolhynien und der Ukraine, Berlin: Praeger, ı896. Haller, johannes, "Der Reichsgedanke der staufıschen Zeit" , Die Wdt ah Geschichte S ( 1939) : 399417. Hamdan, G., "The Pattem of Medieval Urbanism in the Arab World", Geography 47 (ı962) : 12ı-134. Hamm, Michael F (ed.), The City in Russian History, Lexington: University Press of Kentucky, ı976. Hammer,joseph von (Purgstall), Geschichte des osmanisehen Reiches, 2. baskı, 4 cilt, Budapest: Hartleben, ı834, ı835, ı836.

-, Des osmanisehen Reichs Staatsveıfassung und Staatsverwaltung, Viyana: Camesina, ı8ıs. Hammond, Mason, The City in the Ancient World, Cambridge: Harvard University Press , ı972. Handelsman, Marcel, "Le R6ıe de la Nationalite dans l'Histoire du Moyen Age", Bulletin of the International Committee of Histoncal Sciences, 2, pt. ı , no. 6 (May ı929) (Sixieme Congres Internati­

onal des Sciences Historiques, Oslo, ı928: Actes du Congres). N.p. (Le Cornite Organisateur du Congres) , s. 235-247.

Hanslik, ETwin, "Kulturgeographie der deutsch-slawischen Sprachgrenze" , Viertdjahrsschrift fur So­ zial- und Wirtschaftsgeschichte 8 (19ıO): ıo3-127. Harmand, Louis, L'Occident Romain: Gaule, Espagne, Bretagne, Afrique du Nord (31 av.].C. a 235 ap.].C.). Paris: Payot, ı960. 380

Harmana, Janos, "The Dissolution of the Hun Empire", Acta Archaeologica 2 ( 1952): 277-304. Harris, Marvin, Town and Country in Brazil, New York: Columbia University Press, 1956. Hasluck, F. W. Christianity and Islam under the Sultans, 2 cilt, Oxford: Clarendon, 1929. Hauck, Albert, Kirchengeschichte Deutschlands, 1 -3 . ciltler, 9. baskı, 1922. Yeniden baskı, Berlin: Akademie Verlag, 1958. Hauptmann, L., "Les Rapports des Byzantins avec !es Slaves et les Avares pendant la Seconde Moitie du Yle Siecle", Byzantion 4 (1927-28) : 137- 1 70. -, "Das Hauptstadtproblem in der Geschichte: Festgabe zum 90. Geburtstag Friedrich Me'meckes", ]ahrbu'cheifur die Geschichte des deutschen Ostens ı ( 1 952): 1-308. Hauser, Henri ve Renaudet, Augustin, Les Dtbuts de I'Age Moderne, Paris: Presses Universitaires, ı956. Haussen, Adolf, "Die vier dentsehen Volkstamme in Bohmen", Verein fur Geschichte der Dentsehen in Bohmen, Mitheilungen 34 (1896): ı8ı-2ı0. -, "Zur Geschichte der dentsehen Universitat in Prag", Verein fur Geschichte der Dentsehen in Prag, Mitheilungen 38 (ı900): l l0-127. Haussherr, Hans, Verwaltungseinheit und Ressorttrennung: Vom Ende des 1 7. bis zum Beginn des 1 9Jahrhundert, Berlin: Akademie Verlag, 1953. Haussig, H. W., A History of Byzantine Civilization, çev. ]. M. Hussey, Londra: Thames &: Hudson, ı97 l . (Almanca baskı, ı966.) Hautecoeur, Louis ve Wiet, Gaston, Les Mosqutes du Caire, ı cilt, Paris: Leroux, 1932. Hayes, Carlton ]. H., Essays on Nationalism, New York: Macmillan, ı933. Heer, Friedrich, Die Tragodie des Heiligen Retches, Zurich: Europa Verlag, 1952. Heers, jacques, Le Clan Familial au Moyen Age: Etude sur les Structures Politiques et Sociales des Mili­ eux Urbains, Paris: Presses Universitaires, ı974. Heidbom, A., Manuel de Droit Public et Administratif de I'Empire Ottoman, cilt 1, Viyana: Stern, ı908. Helbig, Herbert, "Deutsche Siedlungsforschung im Bereich der mittelalterlichen Ostkolonisation", ]ahrbuchfur die Geschichte Mittel und Ostdeutschlands 2 (1953): 283-345. Helbling, Hanno, Goten und Wandalen: Wandlung der historichen Realitat, Zurich: Fretz and Was­ muth, ı954. Heldmann, Karl, Das Kaisertum Karls des Grossen: Thearten und Wirklichkeit, Weimar: Bohlau, ı928. Helfert, joseph A. von, Die osterreichische Volksschule: Geschichte, System, Statistik, 2 cilt, Prague: Tempsky, ı860, ı86 l . Hellbling, Ernst C., Osterreichische Veıfassungs- und Verwaltungsgeschichte, Viyana: Springer, 1956. Hellmann, Manfred, "Stadt und Recht in Altrussland", Saeculum 5 (1954) : 41-64. Hensel, Witold, La Naissance de la Pologne, Wroclaw: Institut d'Histoire de la Culture Materielle, ı966. Herklots, G. A (ed.) , Islam in India or the Qanun-i-lslam: The Customs of the Musalmans of India by Ja1ar Sharif, 1 863. William Crooke'un editörü oldugu yeni baskı, Londra: Oxford University Press, ı92 l . Hess, Andrew C., The Forgotten Frontier: A History of the Sixteenth Century Ibero-African Frontier, Chicago: University of Chicago Press, ı978. Heyd, Uriel, Foundations of Turkish Nationalism: Ziya Go'kalp, Londra: Luzac, 1950. -, "The jewish Communities of istanbul in the ı 7th Century", Oriens 6 (1952): 299-3 ı4. Heyd, Wilhelm, Histoire du Commerce du Levant au Moyen Age, 2 cilt, çev. Furcy Raynaud, 1885-86. Reprint. Amsterdam: Hakkert, ı967. Hillgarth, J. N., The Spanish Kingdoms, 1250-1516, Oxford: Clarendon, ı976. Hintze, Otto, "Die Entstehung der modemen Staatsministerien", Historische Zeitschrift 1 00 (1908) : 53-l l l . 381

Hinz, Walther, Irans Aufstieg zum Nationalstaat irrifunfzehntenjahrhundert, Berlin: De Gruyter, 1936. Hirschberg, H. Z., "The jewish Quarter in Muslim Cities and Berber Areas" , ]udaism 17 (1968) : 40542 1 . Hirschfeld, Otto, Die kaiserlichen Verwaltungsbeamten bis auf Diocletian, 2 . baskı, Berlin: Weidrnann, 1905. Hittle, j . Michael, The Service City: State and Townsman in Russia, 1 600-1800, Cambridge: Harvard University Press, 1979. Hodgson, Marshall G. S., The Venture of Islam, 3 cilt, Chicago: University of Chicago Press, 1974. Hofler, Karl A., Magister ]ohannes Hus und der Abzug der deutschen Professoren und Studenten aus Prag, 1 409, Prague: Ternsky, 1864. Holl, Karl, "Das Fortleben der Volkssprachen in Kleinasien in nachchristlicher Zeit", Hermes 18 (1908) : 240-254. Hollingsworth, T. H. , Histarical Demography, Ithaca: Comeli University Press, 1969. Holt, P. M., Egypt and the Fertile Crescent, 1516-1922: A Political History, Ithaca: Comeli University Press, 1966. Hornan, Balint, Geschichte des ungarischen Mittelalters, 2 cilt, çev. Hildegard von Roosz ve Lothar Saczek, Berlin: De Gruyter, 1940. Honigrnann, Ernst, Die Ostgrenze des byzantinischen Retches: Von 363 bis 1 071 , Brussels: Editions de l'lnstitut de Philologie et d'Histoire Orientale, 1935. Howorth , Henry H., "The Westerly Drifting of Nomades: From the Fifth to the Nineteenth Century"Journal of the Anthropological Institute of Great Britain andireZand 1 ( 1872) : 226-253; 2 ( 1873): 205-227; 3 (1874) : 145- 1 72. Hroch, Miroslav, Die VorkampferderNationalenbewegung bei den kleinen Volkem Europas: Eine verg­ leichende Analyse zur gesellschaftlichen Schichtung der patriotischen Gruppen, Prague: Universi­ ta Karlova, 1968. Huart, Clement, Histoire de Bagdad dans les Temps Modemes, Paris: Leroux, 1901. Hudson, Alfred E., Kazak Social Structure, 1938. Reprint. New Haven: Yale University Publications in Anthropology, No. 20, 1964. Hubinger, Paul E (ed.) , Bedeutung und Rolle des Islam beim Uebergang von Altertum zum Mittelalter, Darrnstadt: Wissenschaftliche Buchgesellschaft, 1968. Kulturbruch oder Kulturkontinuitat im Ue­ bergang von der Antike zum Mittelalter, Darrnstadt: Wissenschaftliche Buchgesellschaft, 1968. Hu'ffer, Herrnann ] . , "Die mittelalterliche spanische Kaiseridee und ihre Pro bleme", Saeculum 3 ( 1952): 425-443. Hugelmann, Karl G., "Die deutsche Nation und der deutsche Nationalstaat im Mittelalter" , Historis­ ches]ahrbuch 51 (193 1 ) : 1-29, 445-484. -, "Studien zum Recht der Nationalitaten im deutschen Mittelalter", Historisches]ahrbuch 47 ( 1927): 275-296. - (ed.) , Das Nationalitdtenrecht des alten Oesterreich, Viyana: Universitats- Verlagsbuchhandlung, 1934. Huizinga, jan H., "Burgund: Eine Krise des rornanisch-gerrnanischen Verhaltnisses", Historische Ze­ itschrift 198 ( 1925): 1-28.

-, Dutch Civilization in the Seventeenth Century and Other Essays, Peter Geyl ve F. W. N. Hugenholtz (ed.) , çev. Amold j. Pomerans, Londra: Collins, 1968.

-, Patriotisms en Nationalisme in de Europeesche Geschiedenis tot bet Einde der 1 9eEeuw, Haarlem: Tjeenk Willenk, 1940. Hunger, Herbert, Reich der neuen Mine: Der christliche Geist der byzantinischen Kultur, Graz: Styria, 1965. Hu'sing, Georg, Iranische Ueberlieferung und das arische System, Leipzig: Henrich, 1909. "Volkersc­ hichten in Iran", Mitteilungen der Anthropologischen Gesellschaft in Wien 46 ( 19 16): 1 99-250. (3. seri, 16). 382

Hussey, J. M (ed.), The Byzantine Empire. Cambridge Medieval History, cilt 4, pt. 2, Cambridge: Cambridge University Press, 1967. Inalcik, Halil, The Ottoman Empire: The Classical Age, 1300-1 600, Londra: Weidenfeld &: Nicolson, 1973. Institute for Balkan Studies, Thessalonica, Symposium "L'Epoque Phanariote", 21 -25 Octobre 1970: A la Memoire de Cleobule Tsourkas. Thessalonica: Institute for Balkan Studies, 1974. · International Congress of Histoncal Sciences, Oslo, 1928. Bulletin of the International Committee of Histoncal Sciences, No. 7 (October 1929) , La Nationalite et l'Histoire. Iorga, Nicolae, Geschichte des osmanisehen Reiches, 3 cilt, Gotha: Perthes, 1908- 1910. Isbert, O. A., "Zur Psychologic der Madjarisierung", Deutsches Grenzland, 1936: 59-7 1 . Itkowitz, N . , "Eighteenth Century Ottoman Realities", Studia Islamica 16 (1962) : 73-94. Ivanka, Endre, Hellenisches und Christliches im friihbyzantinischen Geistesleben, Viyana: Herder, 1948. Jacoby, David, "La Population de Constantinople a l'Epoque Byzantine: Un Probleme de Demograp­ hic Urbaine" , Byzantion 31 (1961): 81- 100.

-, Societe et Demographie a Byzance et en Romanie Latine, Londra: Variorum Reprints, 1975. Jaffe, Moritz, "Wie kam die deutsche Ausbreitung nach Osten zum Stillstand?" , Arehiv fur Sozialwis­ senschaft 59 (1928) : 322-339. Janin, R., Constantinople Byzantine: Dtveloppement Urbaine et Repertoire Topographique, Paris: Insti­ tut Francois d'Etudes Byzantines, 1950. Jankuhn, Herbert, Schlesinger, Walter ve Steuer, Heike (ed.), Vor- und Fruhformen der europdiscben Stadt in Mittelalter: Bericht fiber ein Symposium in Reinhausen bei Gottingen in der Zeit von 18. bis 24. April 1972, Part 1, Gdttingen: Vandenhoeck &: Ruprecht, 1973. Jazdzewski, Konrad, "Das gegenseitige Verhalmis slawischer und germanischer Elemente in Mitte­ leuropa seit dem Hunneneinfall his zur awarischen Landnahme an der mitderen Donau", Archa­ eologia Polona 2 (1958) : 5 1-70. Jeanton, Gabriel (ed.) , "Enqueue sur les Umites des Influences Septentrionales et Meditdrrane'enes en France", Me'moires de la Society pour I'Histoire du Droit et des Institutions des Anciens Pays Bour­ guignons, Comtois et Romands 4 ( 1 937): 168- 184. Jespersen, Otto, Mankind, Nation and lndividual from a Linguistic Point of View, Londra: George Al­ len &: Unwin, n.d. Jettmar, Karl, "The Altai before the Turks", Ostasiatiska Samiingama (Stockholm, The Museum of Far Eastern Antiquities), Bulletin, sayı 23 ( 1 95 1) , s. 135-223. Joachirnsen, Paul, Vom deutschen Vollı zum deutschen Staat: Eine Geschichte des deutschen Nationalbewusstseins, 3. baskı, Gottingen: Vandenhoeck &: Ruprecht, 1956. Johnson, Allan C., Roman Egypt to the Reign of Diocletian, 2. cilt, Baltimore: Johns Hopkins Press, 1936. Jones, A. H. M., The Greelı City from Alaander to ]ustinian, Oxford: Clarendon, 1940. -, "Were Ancient Heresies National or Social Movements in Disguise?" , journal of Theological Stu­ dies 10 ( 1 959) :280-98. Jonquiere, [Vicomte) de la, Histoire de I'Empire Ottoman depuis Son Originesjusqu'a Nos]ours, 2 cilt, [ Paris) : Hachette, 1914. Jordan, Edouard, L'AIIemagne et I1talie aux Xlle et XIIIe Siecles, Paris: Presses Universitaires, 1939. Jordan, Karl, "Die entstehung der rdmischen Kurie", Zeitschrift der Savingny- Stiftungfur Rechtsgesc­ hichte, Kanonistische Abteilung 28 ( 1939) : 97- 152. Joseph, John, The Nestorians and Their Muslim Neighbors: A Study of Western Influrnce on Their Rela­ tions, Princeton: Princeton University Press, 196 1 . Jouguet, Pierre, L a Vie Municipale dans I'Egypte Romaine, Paris: Fontemoing, 1 9 1 1 . Julien, Ch.-Andre, Histoire d e I'Afrique d u Nord: Tunisie, Algtrie, Maroc, d e l a Conquete Arab a 1830, 2. baskı, Paris: Payot, 1969. 383

Juster, Jean, Lesjuifs dans I'Empire Romain: Leur Condition]uridique, Economique et Sociale, 2 cilt, Pa­ ris: Geuthner, 1914. Kaerst, julius, Die antike Idee der Oekumene in ihrer politischen und kulturelim Bedeutung, Leipzig: Teubner, 1903.

-, Studien zur Entwicklung und theoretische Begrundung der Monarchie im Altertum, Munich: Olden­ bourg, 1898. Kagan, Richard L., Students and Society in Early Modern Spain, Baltimore: johns Hopkins Univer­ sity Press, 1974. Kaindl, Raimund F., Geschichte der Deutschen in Ungarn: Ein deutsches Volksbuch, Gotha: Perthes, 1912. Kampers, Franz, Vom Werdegange der abendlandischen Kaisermystik, Leipzig: Teubner, 1924. Kann, Robert, "German-Speaking jewry during Austria-Hungary's Constitutional Era, 1867-1918", ]ewish Social Studies 10 (1948) : 239-256. -, "Hungarian Jewry during Austria-Hungary's Constitutional Period, 1867- 1 9 18", ]ewish Social Studies 1 (1945) : 357-386.

-, The Multinational Empire: Nationalism and National Reform in the Hapsburg Monarchy, 1848-1918, 2 cilt, New York: Columbia University Press, 1 950. Kantorowicz, Emst H., Laudes Regiae: A Study in Liturgical Acclamations and Medieval Ruler Worship, Berkeley: University of Califomia Press, 1958. Karajan, M. Th. von, "Ueber den Leumund der Oesterreicher, Bohmen und Ungem in den heimisc­ hen Quellen des Mittelalters", Viyana, Akademie der Wissenschaften, Philosophisch-Historische Klasse, Sitzungsberichte 42 ( 1863): 447-53 1 . Karayannopulos, johannes, Das Finanzwesen des fruhbyzantinischen Staates, Munich: Oldenbourg, 1958. Karp, Hans-jurgen, Grenzen in Ostmitteleuropa wahrend des Mittelalters: Ein Beitrag zur Entstehungs­ geschichte der Grenzlinie aus dem Grenzsaum, Köln: Bolılau, 1972. Karpat, Kemal, An Inquiry into the Social Foundations of Nationalism in the Ottoman State, Princeton: Princeton University Press, 1973. Kaser, Kurt, Politische und soziale Bewegungen im deutschen Burgertum zu Beginn des I6Jahrhunderts: Mit besonderer Riicksicht auf den Speyeres Aufstand imjahre 1512, Stuttgart: Kohlhammer, 1899. Katz, jacob, Tradition and Crisis: ]ewish Society at the End of the Middle Ages, New York: Free Press, 1961. Kazhdan, A. P., Armyane v Sostave Gospodstvuyushchego Klassa Bizantiiskoi Imperil v XI-XII vv, Yere­ van: Akademiya Nauk Armenskoi SSR, 1975. Kem, Fritz, Die Anfange des franzozischen Ausdehnungspolitik bis zumjahre 1308, Tubingen: Mohr, 1910.

-, Gottesgnadentum und Widerstandsrecht imfruheren Mittelalter: Zur Entwicklungsgeschichte der Mo­ narchic, 3. baskı, Darmstadt: Wissenschaftliche Buchgesellschaft, 1962. Kemer, Robert]., Bohemia in the Eighteenth Century: A Study in Political, Economic, and Social History with Special Reference to the Reign of Leopold II, 1 790-1 792, New York: Macmillan, 1932. Keutgen, F., Der deutsche Staat des Mittelalters, jena: Fischer, 19 18. Kienast, Walther, Deutschland und Frankreich in derKaiserzeit, 900-1270, 2 cilt, Stuttgart: Hierse­ mann, 1914-1915.

-, Studien iiber die frans'6zjschen Volkstdmme des Fruhmittelalters, Stuttgart: Hiersemann, 1968. Kiener, Fritz, Verfassungsgeschichte der Provence sett der Ostgothenherrschaft bis zur Errichtungder­ Konsulate, 510-1200, Leipzig: Dyk, 1900. Kirk, G. S., Myth: Its Meaning and Functions in Ancient and Other Cultures, Cambridge: Cambridge University Press, 1970. Kim, Paul, Aus derFru'hzeit des Nationalgefuhls, Leipzig: Koehler &: Amelang, 1943. 384

Kirsten, Emst, Die griechische Polis ah historisch-geographisches Problem des Mittelmeerraumes, Bonn: Dummler, 1956. Kisch, Guido, Forschungen zur Rechts- und Sozialgeschichte deıjuden in Deutschland wab rend des Mit­ telalters, Zurich: Europa, 1955.

-, The ]ews in Medieval Germany: A Study of Their Legal and Social Status, Chicago: University of Chicago Press, 1949.

-, Die Prager University unddiejuden, 1348-1848: Mit Beitragen zur Geschichte des Medizinstudium, Mahrisch-Ostrau: Kittl, 1935. Klein, julius, The Mesta: A Study in Spanish Economic History, 1273-1836, Cambridge: Harvard Uni­ versity Press, 1920. Koczy, Leon, "The Holy Roman Empire and Poland", Antemurale 2 (1955): 50-65. Koczyriski, Stefan, "Osteuropaischer Handel im XV. jahrhundert" , ]ahrbucher Jur Nationalb'konomi­ eundStatistik 34 ( 1879) : 498-502. Koebner, Richard, "Deutsches Recht und deutsche Kolonisation in den Piastenlandem" , Vierteljah­ rsschriftfur Sozial- und Wirtschaftsgeschichte 25 (1932): 313-352. Koenigsberger, H. G., The Practice of Empire. Ithaca: Comeli University Press, 1969. Kohn, Hans, The Idea of Nationalism: A Study in Its Origins and Background, New York: Macmillan, 1 944. Kopanov, A. 1., "Naseleniye Russkogo Gosudarstva v XVI V" , Istoricheskiye Zapiski 54 (1959) : 233254. Kopchak, S. 1., Naseleniya Ukrayinskoho Prikarpattya, Lvov: "Vyshcha Shkola" , 1974. Koppelmann, H. L. , Nation, Sprache und Nationalisms, Leiden: Sijthoff, 1956. Komis, Gyula, Ungarische Kulturideale, 1 777-1 848, Leipzig: Quelle &: Meyer, 1930. Kortepeter, Cari Max, Ottoman Imperialism during the Reformation: Europe and the Caucasus, New York: New York University Press, 1972. Koschaker, Paul, Europa und das ro'mische Recht, Munich: Biederstein, 1947. Kotzschke, Rudolf, "Salhof und Siedelhof im alteren deutschen Agrarwesen" , Sachische Akademie der Wissenschaften zu Leipzig, Philologisch- Historische Klasse, Berichte fiber die Verhandlun­ gen, Heft 5, 1953. -, ve Ebert, Wolfgang, Geschichte der ostdeutschen Kolonisation, Leipzig: Bibliographisches Insti­ tut, 1937. Kovacevic, Esref, Granice Bosanskog Pasaluka Prema Austriji i Mletackoj Republicipo Odredbama Kar­ lovckg Mira, Sarajevo: Svjetlost, 1973. Krader, Lawrence, "Feudalism and the Tatar Fblity of the Middle Ages", Comparative Studies in So­ ciety and History 1 ( 1958) :76-99.

-, Formatian of the State, Englewood Cliffs: Prentice-Hall, 1968. -, "Principle and Structure in the Organization of the Asiatic Steppe-Pastoralists" , Southwestem journal ofAnthropology l l ( 1955) : 67-92. Kralik, Richard, Oesterreichische Geschichte, Viyana: Holzhausen, 1913.

Kramer, Hans, Die Italiener unter der b'sterreichisch-ungarischen Monarchic, Viyana: Herold, 1954. Kramer, j. H., "La Sociologie de l'lslam", Acta Orientalia 21 ( 1953): 243-253.

Krebs, Norbert, "Die geographische Stroktur des osmanisehen Reiches" , Geographische Zeitschrift 25 ( 1919): 156- 166. Krischen, Fritz, Die griechische Stadt: Wiederherstellungen, Berlin: Mann, 1938.

Kruedener, jiirgen von, Die Rolle des Hofes im Absolutismus, Stuttgart: Fischer, 1973. Krymsky, A. Y., Istoriya Persii, Yeya Literatury i Dervisheskoi Teosofii, K. Freit (yeni baskı) , Mosko­ va: Gattsuk, 1909. Ku'beck von Ku'bau, Cari F., Tagebucher des Cari Friedrich Freiherrn Ku'beck von Ku'bau, Max Frei­ herr von Kiibeck (ed.), 1. cilt, Viyana: Herold, 1909. 385

Kuhar, Aloysius, "The Canversion of the Slovenes and the Gennan-Slav Ethnic Boundary in the Eas­ tem Alps" , Studia Slovenica 2 (ı9S9) . Kuhn, Hans, "Die Grenzen der gennanischen Gefolgschaft" . Zeitschıift der Savigny-StiftungfurRecht­ sgeschichte, Gennanistische Abteilung, 73 ( ı9S6) : ı -83. Kuhn, Walter, "Die deutschrechtlichen Stadte in Schlesien und Polen in der ersten Halfte des 13. jahrhunderts", Zeitschrift fur Ostforschung ıs ( ı 966) : 278-337,4S7-s ıo. 704-743. -, "Die Erschliessung des sudtichen Kleinpolen im 13. und ı4. jahrhundert" . Zeitschriftfur Ostfors­ chung 1 7 (1968) : 40 ı-480. Kulisher, Alexander ve Kulisher, Eugen, Kriegs- und Wanderzuge: Weltgeschichte als Volkerbewegung, Berlin: De Gruyter, ı932. Kunkel, Wolfgang, An Introduction to Roman Legal and Constitutional History, 2. baskı, çev. ]. M. Kel­ ly. Oxford: Clarendon, ı973. Kiinssberg, Eberhard von, Rechtsgeschichte und Volkskunde, Pavlos Tzennias (ed.), Köln: Bohlau, ı96S. -, "Rechtssprachgeographie" , Heidelberger Akademie der Wissenschaften, Philosophisch-Historis­ che Klasse, jahrgang ı926-27, cilt 27. Sitzungsberichte ( 1 . Abhandlung) , s. 3-48. Kupper, Jean R. , Les Namades en Mesopotamie au Temps des Rois de Man, Paris: "Les Belles Lettres", ı9S7. Kurth, Godefroid, "La France et les Francs dans la Langue Politique du Moyen Age", Revue des Qu­ estions Historiques S7 (yeni seri 13) ( 189S) : 337-399.

-, La Frontitre Linguistique en Belgique et dans le Nord de la France, Brussels: Academic Royale des Sciences, des Lettres et des Beaux-Arts de Belgique, ı89S. Labatut, Jean-Pierre, Les Noblesses Europtennes de la Fin du XVe Siede a la Fin du XVIII'Stick, Paris: Presses Universitaires, ı978. Labib, Subhi Y., "Handelsgeschichte Aegypten im Spatmittelalter ( 1 1 7 1 - ı S 1 7)", V'ierteljahrschrift fur Sozial- und Wirtschaftsgeschichte, Beiheft 46 ( 196S).

Lamben, Elie, L'Art Musulman d'Occident des Origines L la Fin du XVe Siede, Paris: Societe d'Edition d'Enseignement Superieur, ı966. Lambton, Ann, Landlord and Peasanı in Persia, Londra: Oxford University Press, ı969. Lammens, Henri, Le Berceau de I'Islam: L'Arabic Occidentale a la Veille de I'Hegire, cilt ı, Rome: Sumptibus Pontificii Instituti Biblici, ı9ı4. Lanckororiska, Karolina, Studies in the Roman-Slavonic Rite in Poland, Rome: Pont. Institutum Ori­ entalium Studiorum, ı96 1 . Landau, Georg, Die Territorien in Bezug auf ihre Bildung und ihre Entwicklung, Hamburg: Perthes, ı8S4. Landau, Richard, Geschichte derjiidischen Aerzte: Ein Beitrag zur Geschichte der Medicin, Berlin: Karger, ı89S. Lane, Frederic C., Venice: A Maritime Republic, Baltimore: johns Hopkins University Press, ı973. Lane-Poole, Stanley, A History ofEgypt in the Middle Ages, 2. baskı, Londra: Methuen, ı9 14. -, Medieval India under Mohammaden Rule, A.D. 712-1 764, Londra: Fisher Unwin, ı903. Lang, C. L., "Les Minorite's Annenienne et juive d'Iran" , Politique Etrangere 26 (ı96ı): 460-472. Langhans-Ratzeburg, Manfred, "Geographische Rechtswissenschaft", Zeitschrift fur Geopolitik

S

( 1 928): 89-98. Lapidus, Ira M., Muslim Cities in the Later Middle Ages, Cambridge: Harvard University Press , ı967. Lapotre, Arthur, L'Europe et le Saint-Siege a I'Epoque Carolingienne, Pan ı, Paris: Picard, ı89S. Laroui, Abdallah, L'Histoire du Maghreb: Un Essai de Synthese, 2 cilt, Paris: Maspero, 197S. Larson, Gerald j., Myth in Indo-European Antiquity, Berkeley: University of Califomia Press, ı974. Lassner, jacob, The Shaping ofAbbas idRule, Princeton: Princeton University Press, 1980. 386

l.asswell, Harold D., Fox, Merritt B., The Signature of Power, New Brunswick: Transaction Books, 1979. l.atouche, Robert, Les Grandes Invasions d la Crise de {'Occident au Ve Siede, Paris: Aubier, 1 946. l.aurent, joseph, L'Annenie entre Byzance et l'Islam depuis la Conquete Arabe jusqu'en 886, Paris: Fon­ temoing, 1919.

-, Byzance et les Turcs Seldjoucides dans I'Asie Occidentale jusqu'en 1 081, Nancy: Berger-Levrault, 1913. l.azarev, V. N., Drevnerusskiye Mozaiki i Freski: XI-XV vv, Moscow: "Iskusstvo", 1973. Lechner, Kilian, "Byzanz und die Barbaren" , Saeculum 6 ( 1955): 291-306. Lederer, E . , La Structure de la Societe Hongroise du Debut du Moyen-Age, Budapest: Akademiai Ki­ add, 1960. LeGoff, jacques, "Culture Clericale et Traditions Folkloriques dans la Civilisation Merovingienne" , Annales 22 ( 1967): 78 1-79 1 . Leib, Bemard, Rome, Kiev et Byzance a la Fin du Xle Siede: Rapports Rtligieux des Latins et des Greco­ Russes sous le Pontificat d'Urbain II (1088-1 099), Paris: Picard, 1924. Lemarignier, jean-François, "Recherches sur l'Hommage en Marche et les Frontieres Feodales", Tra­ vaux et Mtmoires de !'University de Lille, Nouvelle S6rie, Droit et Lettres 24 (1945): 1-91 + vii-xx. Lemberg, Eugen, Geschichte des Nationalisms en Europa, Stuttgart: Schwab, 1950. Lemerle, Paul, "Invasions et Migrations dans les Balkans depuis la Fin de 1'Epoque Romaine jusqu'au VHP Siecle", Revue Historique 2 1 1 ( 1954) : 265-308. LeStrange, Guy, The Lands of the Eastem Caliphate: Mesopotamia, Persia, and Central Asia from the Moslem Conquest to the Time of Timur, Cambridge: Cambridge University Press, 1930. Lestschinsky,jakob (ed.), Schriftenfur Wirtschaft und Statistik, Berlin: Yiddish Scientific Institute, Se­ ction fur Wirtschaft und Statistik, 1928. Le Toumeau, Roger, Fes avant le Protectorat: Etude Economique et Sociale d'une Ville de {'Occident Mu­ sulman, Casablanca: Socidite Marocaine de Librairie et d'Editions, 1949.

-, Fez in the Age of the Merinides, Norman: University of Oklahoma Press, 196 1 . Levine, Donald N . , Greater Ethiopia: The Evolution of a Multiethnic Society, Chicago: University of Chicago Press, 1974. LeVine, Robert A. ve Campbell, Donald T., Ethnocentrism: Theories of Conjlict, Ethnic Attitudes and Group Behavior, New York: Wiley, 1972. Levi-Strauss, Claude, The Savage Mind. Chicago: University of Chicago Press, 1966. -, Structural Anthropology, çev. Claire jacobson ve Brooke G. Schoepf, New York: Basic Books, 1963. Levshin, Aleksei, DeseTiption des Hordes d des Steppes des Kirghiz-Kazaks ou Kirghiz-Kaissaks, Paris: Imprimerie Roy ale, 1860. Lewis, Archibald R. ve McGann, Thomas F (ed.), The New World Looks at Its History, Proceedings of the Second International Congress of Historians of the United States and Mexico, Austin: Uni­ versity of Texas Press, 1963. Lewis, Bemard, The Emergence of Modem Turkey, 2. baskı, Londra: Oxford University Press, 1968.

-, Islam in History, Londra: Alcove Press, 1973. -, "The Islamic Guilds" , Economic History Review 8 ( 1937): 20-37. Lezine, Alexandre, Deux Villes d'lfriqiya: Sousse, Tunis, Etudes d'Archatologie, d'Urbanisme, de D6mog­ raphie, Paris: Geuthner, 197 1 . Lhotsky, Alfhons, Das Zeitalter des Hauses Osterreich: Die erstenjahre der Regierung Ferdinands I in Osterreich (1520-1527), 4. cilt, Viyana: Böhlau, 1971. Lipshits, Elena Emmanuilovna, Ocherki Istorii Vizantiiskogo Obshchestva i Kultury: VJH-Pervaya Po­ lovina IX veka, Moskova: Izdatelstvo Akademii Nauk SSSR, 196 1 . Lomax, Derek W . , The Reconquest ofSpain, Londra: Longman, 1978. 387

Lombard, jacques, Autorites Traditionelles et Pouvoirs Europeens en Afrique Noire, Paris: Colin, 1967. Lombard, Maurice, Espaces et Reseaux du Haut Moyen Age, Paris: Mouton, 1972, L'Islam dans Sa Pre­ miere Grandeur, Paris: Flammarion, 1971. Monnaie et Histoire d'Aiexandre a Mohamet, Paris: Mou­ ton, 197 1 . Loncar, Dragotin, The Slovenes: A Social History from the Earliest Times t o 1910, çev. Anthony j. Klan­ car, Cleveland: American jugoslav Printing and Publishing Co. , 1939. Lopez, R. S. "Byzantine Law in the Sevenılı Century and Its Reception by the Germans and the Ara­ bs" , Byzantion 16 (1942- 1943): 445-46 1 . Lot, Ferdinand, "'A Quelle Epoque A-t-On Cesse' d e Parler Latin? " , Bulletin de Cange 6 (193 1 ) : 97159.

-, Les Invasions Barbares et le Peuplement de fEurope: Introduction E. I'Intelligence des Demiers Trails de Paix, 2 cilt, Paris: Payot, 1937. Letter, Friedrich, Die Konzeption des Wendenkreuzzugs: Ideengeschichtliche, kirchenrechtliche und historisch-politische Voraussetzungen der Missionierung von Elbund Ostseeslawen um die Mitte des 12jahrhunderts, Sigmaringen: Thorbecke, 1977. Lourie, Elena, "A Society Organized for War: Medieval Spain", Pası and Preseni 35 (1966) : 54-76. Ludat, Herben, Der europaische Osten in abendlandischer und sovjetischer Sicht, Köln: Muller, 1 954. Lukasik, Stanisks, Pologne et Roumanie: Aux Confins des Deux Peuples et des Deux Langues, Paris: Ubrairie Polonaise, 1 938. Lukes, j., Militdrische Maria-Theresien-Orden: Ueber Autorisation des Ordens nach authentischen Qu­ ellen verfasst und angeordnet, Viyana: Kaiserliche-Konigliche Hof- und Staatsdruckerei, 1890. Uittich, Rudolf, Ungamzuge in Europa im IO, ]ahrhundert, Berlin: Ebering, 1910. Luttwak, Edward N., The Grand Strategy of the Roman Empire, Baltimore: johns Hopkins Univer­ sity Press, 1976. Lybyer, Albert H., The Govemment of the Ottoman Empire at the Time of Suleiman the Magnificent, Cambridge: Harvard University Press, 1913. Lynnychenko, Ivan, Suspilni Verstvy Halytskoyi Rusy XIV-XV V, Lvov: Naukovo Tovarystvo imeny Shevchenka, l899. Macanney, C. A., "The Eastem Auxiliaries of the Magyars",]oumal of the Royal Asiatic Society of Great Britain and Ireland (1969) : 49-58.

-, The Habsburg Empire, 1 790-1918, Londra: Weidenfeld & Nicolson, 1968. -, The Magyars in the Ninth Century, Cambridge: Cambridge University Press, 1930. Makkai, L., Die Entstehung der gesellschaftlichen Basis des Absolutismus in den Landem der osterreic­ hischen Habsburger, Budapeşte: Akaddmiai Kiadd, 1960. Mai, josip, Uskochke Seobe iSiovenske Pokraijnepovest Naseobina s Kultumo-Istorijskim Prikazom, Ljubljana: jugoslovanska Tiskarna, 1924. Mantran, Roben, Istanbul dans la Seconde Moitit du XVII' Siecle. Paris: Maisonneuve, 1 962. Margais, Georges, La Berbe'rie Musulmane et I'Orient au Moyen Age, Paris: Aubier, n.d. -, "La Conception des Villes dans l'lslam" , Revue d'Aiger 2 ( 1945): 5 1 7-533. Manuel d'Art Musul­ man: L'Architecture, Tunisie, Algtrie, Maroc, Espagne, Sidle, 2 cilt, Paris: Picard, 1926, 1927. Marczali, Henry, Hungary in the Eighteenth Century, Cambridge: Cambridge University Press , 19 10. Marias, julian, Generations: A Histoncal Method, çev. Harold C. Raley, University, Ala.: University of Alabama Press, 1 967. Marquardt, j., Osteuropaische und ostasiatische Streifzuge: Ethnologische und historisch-topographische Studien zur Geschicbte des 9. und IO. ]ahrhunderts, ca. 840-940, Leipzig: Dieterich, 1903. Marrow, Henri 1., A History of Education in Antiquity, çev. George Lamb, Londra: Sheed & Ward, 1956. Martel, Antoine, "La Langue Polonaise dans !es Pays Ruthenes: Ukraine et Russie Blanche, 15691 667" , Travaux et Memoires de IVniversity de Lille, Nouvelle Serie, Droit et Lettres, sayı 20, 1938. 388

Martin, Alfred von, "Zur soziologie des hofıschen Kultur" , Arehiv fur Sozialwissrnschaft 64 (ı930) : ıss-ı65. Martin, Victor, La Fiscalite Romaine rn Egypte aux Trots Premius Sicdes de I'Empire: Ses Principes, Ses Methodes, Ses Resultats, Geneva: Georg, ı926. Maschke, Erich, Das Erwachrn des Nationalbewusstseins im deutsch-slavischrn Grrnzraum, Leipzig: Hinrich, ı933. Mayer, Theodor, "Die Ausbildung der Grundlagen des modemen deutschen Staates im hohen Mit­ telalter", Historische Zeitschrift ıs9 ( 1939) : 457-487. - (ed. ) , Du Vertrag von Verdun, 843: Neun Aufsdtze zur Begrundung der europdischrn V'dlker- und Staatrnwelt, Leipzig: Koehler & Amelang, ı943. Mayer-Homberg, Edwin, Diefrdnkischrn Volksrechte im Mittelaltu: Eine rechtsgeschichtliche Untersu­ chung, cilt ı, Weimar: Bohlau, ı912. Mazzaoui, Michel M., The Origins of the Safa-wids: Si'ism, Sufısm, and the Gulat', Wiesbaden: Stei­ ner, ı972. McCagg, William 0., T. ]ewish Nobles and Grniuses in Modem Hungary, Boulder: East European Qu­ arterly, ı972. McNeill, William Hardy, Europe's Steppe Frontier, 1500-1 800, Chicago: University of Chicago Press, ı964. Mears, Elliot (ed.), Modem Turkey. New York: Macmillan, ı924. Medlin, William K., Moscow and East Rome: A Political Study of the Relations of Church and State in Muscovite Russia, Geneva: Droz, ı952. Meier, Harri, "Spanische Sprachbetrachtung und Geschichtsschreibung am Ende des ıs. }ahrhun­ dert", Romaniscbe Forschungrn 49 (1935) : ı-20. Meillet, Antoine, Les Langues dans I'Europe Nouvelle, Paris: Payot, ı928. Meinecke, Friedrich, Cosmopolitanism and the National State, çev. Robert B. Kimber, Princeton: Prin­ ceton University Press, ı970.

-, Machiavellism: The Doctrine of Raison d'Etat and Its Place in Modem History, çev. Douglas Scott, Londra: Routledge & Kegan Paul, ı957. Meitzen, August, Siedlung und Agrarwesrn der Westgermanrn und Ostgermanrn: Der Kdtrn, Romer, Finnrn und Slawrn, Berlin: Hertz, ı895.

-, Melanges de Droit Romain Dediees a Georges Comell, cilt ı, Ghent: Vanderpoorten, ı926. -, Melanges Georges Smets, Brussels: Ubrairie Encyclopedique, ı952. -, Melanges Offerts a M. Gustave Schlumbugu: A I'Occasion du Quatre-Vingtieme Anniversaire de Sa Naissance, 1 7 Octobu 1924, cilt ı, Paris: Geuthner, ı924. -, Melanges Paul Fridericq: Homage de la Societe pour le Progres des Etudes Philosophiques et Histo­ riques, ı904. Reprint, Geneva: Slatkins Reprints, ı975. Mendelssohn, Sidney, The ]ews of Asia: Especially in the Sixternth and Sevrnternth Crnturies, Londra: Kegan Paul, Trench, Trubner & Co. , ı920. Menendez Pidal, Ramon, The Cid and His Spain, çev. Harold Sunderland, Londra: Cass , ı971.

-, The Spaniards in Their History, çev. Walter Starkie, New York: Norton, ı9SO. Merk, Walther, "Die deutschen Stamme in der Rechtsgeschichte", Zeitschrift der Savigny-Stiftung­ fu'rRechtsgeschichte, Germanistische Abteilung 85 (1938) : ı-4 1 . Meyer, Paul M., Das Heuwesrn du Ptolemdu und Roma in Aegyptrn, Leipzig: Teubner, 1 900.

Meynial, Edouard, "Remarques sur la Reaction Populaire centre l'Invasion du Droit Romain en France aux XIP et XIIP Siecles", Romanische Forschungm 23 ( ı907): 557-584. Mez, Adam, T he Renaissance of Islam, çev. Salahuddin Khuda Buksh, Londra: Luzac, 1937. Mieses, Matthias, Die Gesetze der Schriftgeschichte: Konfession undSchrift im Lebm du Volku, Viya­ na: Braumuller, ı919. 389

Miliukov, Peter, "Die Entwicklung des russischen Stadtewesens" , Vierteljahrschrift furSozial- und Wirtschaftsgeschichte 14 (ı9ı6): 130- ı46. Millar, Fergus, The Emperor in the Roman World, 31 EC-AD 33 7, Ithaca: Comeli University Press, ı977. Miller, Bamette, The Palace School of Muhammad the Conqueror, Cambridge: Harvard University Press, ı94 1 . Miller, Dean A., Imperial Constantinople, New York: Wiley, ı979. Miller, Randali M. ve Marzik, Thomas D., Religion and Immigrants in Rural America, Philadelphia: Temple University Press, ı977. Millet, Gabriel (ed.) , L'Art Byzantin chez les Slavs, 2 cilt, Paris: Geuthner, ı930, ı932. Minorsky, Vladimir, La Perse au XVeSiecle entre la Turquie et la Venise, Paris: Leroux, ı933. Miquel, Andre, La Geographic Humaine du Monde Musulmanjusqu'au Milieu du 1 1 e Siecle, Paris: Mouton, ı967. L'Islam et Sa Civilisation, VIIe-XXe Siedes, Paris: Calin, ı968.

Mitrofanov, Pavel, Joseph II: Seine politische und kulturelle Tcitigkeit, 2 cilt, çev. V. von Demelic, Vi­ yana: Stern, ı9ı0. Mitzka, Walther, "Mundart und Verkehrsgeographie", Zeitschrift für Mundartforschung ll (ı935): ı-5.

Mohr, Walter, Die karolingische Reichsidee, Miinster: Aschendorff, ı962. Mohrmann, Christine, "Le Latin Commun et le Latin des Chretiens" , Vigiliae Christianae ı ( ı947): ı-12. -, "Linguistic Problems in the Early Christian Church", Vigiliae Christianae ll (1957): l l-36. Mole, Marijan, "Les Kubrawija entre Sunnisme et Shiisme aux Huitieme et Neuvieme Siecles de l'He­ gire", Revue des Etudes Islamiques 29 ( 1961 ) : 6ı- 142. Moles, lan N., "Nationalism and Byzantine Greece" , Greek, Roman and Byzantine Studies ı o (ı969) : 95- ı08.

Mols, Roger, Introduction a la Demographic Historique des Vtiles d'Europe du XNe au XVI IP Siedes, cilt 2, Louvain: Duculot, ı955. Momigliano, Arnaldo (ed.) , The Conflict between Paganism and Christianity in the Fourth Century, Ox­ ford: Clarendon, ı963. Montagne, Robert, La Civilisation du Dtsert, Paris: Hachette, ı947. Moret, Alexandre, Histoire de I'Orient, cilt ı, Paris: Presses Universitaires, ı936 ve Davy, Georges, From Tribe to Empire: Social Organization among Primitives and in the Ancient East, Londra: Kegan Paul, Trench, Triibner, ı926. Morf, Heinrich, "Zur sprachlichen Gliederung Frankreichs" , Berlin, Preussische Akademie der Wis­ senschaften, Philosophisch-Historische Klasse, Abhandlungen, ı9ı l . Morgan, Jacques de, The History of the Annenian People: From the Remotest Times to the Present Day, çev. Emest F. Barry, N.p., n.d. (yaklaşık olarak ı9ı8). Mouradja d'Ohsson, Tableau General de I'Empire Ottoman, Paris: Didot, ı824. Miihlmann, W. E., "Ethnologic als soziologische Theorie der interethnischen Systeme", Kb'lnisches Zeitschrift fur Soziologie und Sozialpsychologie 8 ( ı956) : ı86-205. -, "Pseudologische Gleichsetzung mit Fremdgruppen: Bin Teilfrage aus dem Problemkreis der et­ hnischen Assimilation", Ko'lnisches Zeitschrift fur Soziologie und Sozialpsychologie ı ( 1948-49): 4ı0-420. Miiller, johannes, Quellenschriften und Geschichte des deutschsprachlichen Unterrichtes bis zur Mitte des 1 6. ]ahrhunderts, Gotha: Thienemann, ı882. Miilverstedt, G. A. von, "Ueber die Nationalitat der Ritterbriider des deutschen Ordens in Preussen im ı5. jahrhundert" , Correspondenzblatt des Gesamtvereines der deutschen Geschichts- und Altert­ humsvereine ı9 (1871): 1 7-22. Mu'nz, Isak, Veber die ju'dischen Aerzte im Mittelalter, Berlin: Driesner, ı887. 390

Musset, Lucien, Les Invasions. Paris: Presses Universitaires, ı965. Musulin vom Gomiıje, Alexander, Das Haus am Ballplat:z:: Erinnerungen dnes o'sterrdch-ungarischen Diplomaten, Munich: Verlag fur Kulturpolitik, ı924. Nalbandian, Louise, The Annenian Re:volutionary Move:ment, Berkeley: University of Califomia Press, ı963. Nau, Francois, "L'Expansion Nestorienne en Asie", Annales du Muste Guimet, Bibliotheque de Vulga­ risation 40, Paris: Hachette, ı913. Neurnan, Abraham A., The ]ews of Spain, 2 cilt, Philadelphia: jewish Publication Society of Ameri­ ca, ı942. Newman, William M., American Pluralism: A Study of Minority Groups and Social Theory, New York: Harper &: Row, ı973. Nolde, Boris, La Fonnation de I'Empire Russe: Etudes, Notes et Documents, 2 cilt, Paris: Institut d'Etu­ des Slaves, ı952, ı953. Noldeke, Theodor, "Zur Ausbreitung des Schiitismus" , Der Islam 13 (1923): 70-81 . Norberg, Dag, "A Quelle Epoque A-t-On Cesse d e Parler Latin en Gaule?", Annales 21 (ı966) : 346356.

-, Nouvettes Etudes Historique:s: Publics a fOccasion du XIIe: Cangres International des Science:s His­ toriques par la Commission Nationale des Historiens Hongrois, cilt ı, Budapest: Akade'miai Kiadd, ı965. Novak, Viktor, "The Slavonic-Latin Symbiosis in Dalmatia during the Middle Ages", Slavonic and East European Review 32 ( ı953): ı-28. Novy, Rostislav, Die Anfan ge des bb'hmischen Staats, Part ı: Mitteleuropa im 9. ]ahrhundert, Prague: Universitata Karlova, ı968. Nystrom, Samuel, Beduinentum undjahwismus: Eine so:z:iologischreligionsgeschichtliche Untersuchung :z:um Alien Testament, Lund: Gleerup, ı946. Obolensky, Dmitri, The By:z:antine Commonwealth: Eastem Europe 500-1 453, Londra: Weidenfeld &: Nicolson, ı97 1 . - , "Nationalism i n Eastem Europe in the Middle Ages", Transactions of the Royal Histoncal Society, 5. seri 22 ( ı972) : ı-ı6. Oestrich, Gerhard, Gdst und Gestalt des frithmodernen Staate:s, Berlin: Duncker &: Humblot, ı969. Ohrnann, Emi!, Ueberdrn italienischen Einjluss auf die deutsche: Sprache bis :z:um Ausgang des Mittelal­ ters, Helsinki: Sucmalaisen Tiedeakatemian Tvimituksia, ı942. Olschki, Leonardo, Geschichte der neusprachlichen wissenschaftlichen Literatur, cilt ı, Heidelberg: Cari Winter's Universitatsbuchhandlung, ı9ı9; cilt 2, Leipzig: Leo S. Olschki, ı922. Vaduz: Kra­ us yeniden baskı, ı965. Olsr, P. Giuseppe, S. ] . , "Gli ultime Rurikidi e le Basi Ideologiche della Sovranita della Stato Russo", Orientalia Christiana Periodica 12 (1946) : 322-373.

-, L'Organisation Corporative du Moyen Age a la Fin de I'Ancien Regime, Etudes Presentees a la Com­ mission Intemationale pour ı 'Histoire des Assemblies d'Etats, cilt 3, Louvain: Bibliotheque de l'Universite, ı939. Ostrogorsky, George, History of the By:z:antine Statt:, çev. Joan Hussey, Oxford: Blackwell, ı956. Pallas, P. G., Rdse durch verschiedrne Provin:z:en des russischen Rdchs, 3 cilt, St. Pt:tersburg: Imperial Academy of Sciences, ı770, ı77ı, 1 776. Palm, Jonas, Rom, Ro'mertum undlmperium in der griechischen Literatur der Kaiser:z:dt, Lund: Glee­ rup, ı959. Palmov, N . N., Etyudy po Istorii Privol:z:hskikh Kalmykov XVII i XVIII Veka, Chast Pervaya, Astrakhan: Kalmytsky Oblastnoi Ispolitelny Komitet, ı926. Panofsky, Erwin, Renaissance and Rrnascences in Westem Art, 2 cilt, Stockholm: Almqvist &: Wik­ sell, 1960. 391

Paret, Rudi, Der Islam und das griechische Bildungsgut, Tubingen: Mohr, 19SO. Parker, Geoffrey, "Spain, Her Enemies and the Revolt of Netherlands", Pası and Present 49 (1970) : 72-9S. Parkes, james, The ]ew in the Medieval Community: A Study of His Political and Economic Situation, Londra: Soncino, 1938. Parvan, Vasile, Die Nationalitdt derKaufleute im ro'mischen Kaiserreiche, Breslau: Fleischmann, 1909. Paschoud, Francois, Roma Aetema: Etudes sur le Patriotisms dam {'Occident Latin a l'Epoque des Gran­ des Invasions, Geneva: lnstitut Suisse de Rome, 1967. Patai, Raphael, Golden River to Golden Road: Society, Culture, and Change in the Middle East, 3 . baskı, Philadelphia: University of Pennsylvania Press, 1969. -, "Nomadism: Middle Eastem and Central Asia", Southwest]ournal of Anthropology I (19S l ) : 401414.

-, Society, Culture and Change in the Middle East, Philadelphia: University of Pennsylvania Press, 197 1 .

Patlagean, Evelyne, " Le Representation Byzantine d e l a Parent e t s es Origines Occidentales", L'Hom­ me 6, sayı 4 (Kasım-Aralık 1966) : S9-8 1 . Patzelt, Erna, Diefrdnkische Kultur undder Islam: Mit besanderer Berucksichtigung der nordischen En· twicklung, Baden: Rudolph M. Rohrer, 1932. Paul, Ulrich, Studien zur Geschichte des deutschen Nationalbewusstseins im :z:eitalterdes Humanismus und der Reformation, Berlin: Ebering, 1936. Peake, Harold ve Fleure, Herbert, The Steppe and the Sown, New Haven: Yale University Press, 1928. Pelenski, jaroslaw, "The Origins of the Official Muscovite Claims to the 'Kievan Inheritance" , Har­ vard Ukrainian Studies 1 ( 1977) : 29-S2. Russia and Kazan: Conquest and Imperial Ideology (I 4381560s), The Hague: Mouton, 1974. Pelliot, Paul, "Les Plus Anciens Monuments de 1 'Ecriture Arabe en Chine" ,journal Asiatique, l l . se­ ri, 2 (1913): 177- 1 9 1 . Peristiany, j . G (ed.), Honour and Shame: The Values of Mediterranean Society, Chicago: University of Chicago Press, 1966. Pervolf, Yusif, Slavyane, Ikh V:z:aimnyya Otnoshennya i Svya:z:i, cilt 1, Warsaw: Kovalevsky, 1886. Peters, F. E., The Harvest of Hellenism: A History of the Near East from Alexander the Great to the Triumph of Christianity, Londra: Alien &: Unwin, 1972. Petit-Dutaillis, Charles, The Feudal Monarchy in France and Englandfrom the Tenth to the Thirteenth Century, Londra: Kegan Paul, Trench, Tnibner, 1936. Petri, Franz, Zum Stand der Diskussion ilber die frdnkische Landnahme, Darmstadt: Wissenschafdic­ he Buchgemeinschaft, 19S4. Petrowicz, Greg, "L'Organisationjuridique des Armeniens sous les Monarques Polonais", Revue des Etudes Armtniennes, yeni seri, 4 ( 1967) : 321-3S4. Petrushevsky, I. P., "Gosudarskaya Znat v Gosudarstve Khulaguidov: K Istorii Vnutrennogo Stroya Gorodov Irana i Sopredelnykh Stran v Epokhu Mongolskogo Vladychestva" , Sovetskoye Vosto­ kovedeniye S (1948) : 8S- 1 10. Peyer, Hans C., "Das Reiseko'nigtum des Mittelalters" , Vierteljahrschrift fur Sozial und Wirtschafts­ geschichte sı ( 1964): 1-2 1 . Philippson, Alfred, "Das byzantinische Reich als geographische Erschienung" , Geographische Zeits­ chrift 60 (1934): 441-SS.

Philippson, Martin, Em Ministerium unter Philip ll: Kardinal Granvella am spanisehen Hofe, 15791586, Berlin: Cronbach, 189S.

Pierling, Paul, "Un Protagoniste du Panskvisme au XVII Siecle: Mdmoire lnedite du louri Krejanit­ ch", Revue des Questions Historiques 49 (yeni seri lS) (1896): 186-200.

Pierson, Peter, Philip ll of Spain, Londra: Thames &: Hudson, 197S. 392

Piganiol, Amire, L'Empire Chretien, 325-395, Paris: Presses Universitaires, 1972. Pigulevskaya, Nina V., Byzanz auf den Wegen nach Indien: Aus der Geschicbte des byzantinischen Han­ dels mit dem Orient vom 4. bis 6. ]ahrhundert, (Rusçadan çeviri) , Berlin: Akademie Verlag, 1969. Planhol, Xavier de, "Caracteres Gene'raux de la Vie Montagnarde dans le Proche-Orient et dans l'Af­ rique du N ord", Annales de Geographie 7 1 ( 1962) : 1 13-130. -, "Geographic Politique et Nomadisme en Anatolie" , Revue Intemationale des Sciences Sociales l l ( 1959) : 547-553.

-, Le Monde Islamique: Essai de Geographie Rdigieuse, Paris: Presses Universitaires, 1957. Planitz, Hans, Die deutsche Stadt von der Romerzeit bis zu den Zunftkdmpfen, Graz: Bohlau, 1924. -, Germanische Rechtsgeschichte, Berlin: Weidmann, 1936. Plaumann, Gerhard, Ptolemais in Oberagypten: Ein Beitrag zur Geschichte des Hellenismus in Aegyp­ ten, Leipzig: Quelle &: Meyer, 1910. Poliak, Abraham N., "L'Arabisation de !'Orient Semitique" , Revue des Etudes Islamiques 1 2 (1938) : 35-63. -, "Le Caractere Colonial de l'Etat Mamelouk dans Ses Rapports avec la Horde d'Or", Revue des Etu­ des Islamiques 9 (1935) : 231-248.

-, Feudalism in Egypt, Syria, Palestine, and the Lebanon, 1250-1 900, Londra: The Royal Asiatic So­ ciety, 1939. Poliakov, Leon, The Aryan Myth: A History of Racist and Nationalisı Ideas in Europe, çev. Edmund Howard, New York: Basic Books, 1974. -, Delacampagne, Christian ve Girard, Patrick, Le Racisme. Paris: Seghers, 1976. Polisensky, j. V., War and Society in Europe, 1 618-1 648, Cambridge: Cambridge University Press, 1978. Polish Academy of Sciences, L'Europe aux IXe-XIe Siecles: Aux Origines des Etats Nationaux. Warsaw: Panstwowe Wydawnictwo Naukowe, 1968. Polk, William R. ve Chambers, Richard L, eds, Beginnings ofModernization in the Middle East: The Ni­ neteenth Century, Chicago: University of Chicago Press, 1968. Poncet, jean, "L'Evolution des 'Genres de Vie' en Tunisie: Autour d'une Phrase d'Ibn Khaldoun" , Les Cahiers de Tunisie 2 (1954) : 3 15-323. -, "Le Mythe de la 'Catastrophe' Hilalienne" , Annales 22 ( 1967) : 1099-1 1 20. Prawer, joshua, The World of the Crusaders, Londra: Weidenfeld and Nicolson, 1972. Preradovich, Nikolaus von, Die Fuhrungsschichten in Oesterreich und Preussen (1804-1918): Mit einem Ausblick bis zumjahre 1945, Wiesbaden: Steiner, 1955. -, "Sudslawen als Inhaber des osterreichischen Militar-Maria-Theresien Ordens" , Sudost-Forschun­ gen 13 ( 1954) : 285-29 1 . Presnyakov, A. E., The Formatian of the Great Russian State: A Study of Russian History in the Thirteen­ th to Fifteenth Centuries, çev. A. E. Moorhouse, Chicago: Quadrangle Books, 1970. Press, Volker, Calvinismus und Territorialstaat: Regierung und Zentralbehtirden dcr Kurpfalz, 15591619, Stuttgart: Klett, 1970. Previte-Orton, C. W., The Shorter Cambridge Medieval History, 2 cilt, Cambridge: Cambridge Uni­ versity Press, 1975. Prinz, Friedrich, "Zur franzosischen Nationswerdung" , Bohemia 16 ( 1975): 5 1 -69. Quirin, Karl H., Die deutsche Ostsicdlung im Mittelaltcr, Gottingen: Musterschmidt, 1954. Rabb, Theodore K. ve Seigel, Jerrold E. , Action and Conviction in Early Modern Europe: Essays in Me­ mory ofE. H. Harbison, Princeton: Princeton University Press , 1969. Rabinow, Paul, Symbolic Domination: Cultural Form and Histoncal Change in Morocco, Chicago: Uni­ versity of Chicago Press, 1975. Rachfal, Felix, "Die niederlandische Verwaltung des 15./16. jahrhunderts und ihr Einfluss auf die Verwaltungsreforme Maximilian I in Osterreich und Deutschland" , Historischc Zeitschrtft l lO ( 1 9 13): 1-66. 393

-, "Der Ursprung der monarchischen Behordenorganisation Deutschlands in der Neuzeit", ]ahrbu­

cherfur Nationalo'konomie und Statistik 105 Cı9ı5): 433-483. Radi, Emanuel, Der Kampf zwischen Tschechen undDeutschen, Çekçeden çev. Richard Brandeis, Rei­ chenberg (Bohemia) : Stiepel, ı928. Raınsay, William M., "The Intermixture of Races in Asia Minor: Some of I ts Causes and Effects", Pro­

ceedings of the British Academy, ı9ı5-ı6: 359-422. Ranke, Leopold, Histoire des Osmanlis et de la Monarchic Espagnolependant les XVIs et XVIIeSiecles, çev. ]. B. Haiber, Paris: Debecourt, ı839. Ranum, Orest (ed.) , National Consciousness, History, and Political Culture in Early Modem Europe, Baltimore: johns Hopkins University Press, ı975. Rashdall, Hastings, The Universities of Europe in the Middle Ages, F. M. Powicke ve A. B. Emden tara­ fından yapılan yeni baskı, 3 cilt, Londra: Oxford University Press, ı936. Rassow, Peter, "Forschungen zur Reichs-Idee im ı6. und ı 7. jahrhundert" , Arbeitsgemeinschaft fur Forschung des Landes Nordrhein-Westfalen, Geisteswissenschaften, Heft ı6, Köln: Westdeutscher Verlag, 1955.

-, La Reconquista Espanola y la Repoblacion del Pais: Conferencia del Curso Celebrado en]aca en Agos­ to de 1 947, Zaragoza: Cursos del Institute de Estudios Pirenaicos, ı95 1 . - , Recueils de l a Socitttjean Bodin, 6-7. cilt, La Ville, Brussels: Librairie Encyclopedique, ı954-55. Redlich, josep, Das Osterreichische Staats- und Reichproblem: Geschichtliche Darstellung der inneren Politik der habsburgischen Monarchic von 1 848 bis zum Vntergang des Reiches, 2 cilt, Leipzig: Der Neue Geist, ı920, ı926. Rehfeldt, Bernhard, Gren:z:en der vergidehenden Methode in der rechtsgeschichtlichen Forschung, Bonn: Scheur, ı942. Reichard, Hans, Die deutschen Stadtrechte des Mittelalters in ihrer geographischen, politischen und wirtschaftlichen Begru'ndung, Berlin: Heymann, ı930. Reimann, E., "Das Verhalten des Reiches gegen Livland in den jahren ı559-ı56ı", Histoıische Ze­ itschrift 53 (1876): 346-380. Reinhart, W., "Ueber die Territortalitat der westgotischen Gesetzbuches" , Zeitschrift der Savigny Stif­ tungfurRechtsgeschichte, Germanistische Abteilung, 68 (ı951): 348-354. Remppis, Max., "Die Vorstellungen von Deutschland im altfranzdsischen Heldenepas und Roman und ihre Quellen", Zeitschıiftfur Romaniscbe Philologie, Beiheft 34, ı9ı l.

-, La Renaissance et la Reformation en Pologne et en Hongıie, Budapest: Akademiai Kiadd, ı 963. Reuling, Ulrich, Die Kur in Deutschland und Frankreich: Untersuchungen zur Entwicklung des recht­ formlichen Wahlaktes bet der Konigserhebung im l l . und 12. ]ahrhundert, Gottingen: Vandenho­ eck &: Ruprecht, ı979. Reuter, Timothy (ed. ve çev), The Medieval Nobility: Studies on the Ruling Classes of France and Germany from the Sixth to the Twelfth Century, Amsterdam: North Holland Publishing Co., ı978. Rhode, Gotthoid, "Die Ostgrenze Polens im Mittelalter", Zeitschriftfur Ostforschung 2 (1953) : ı5-65. Ricard, Robert, "Destin et Problemes de la Langue Espagnole" , Annales 3 (1948) :40ı-408. Richard, Jean, La Papaut6 et les Missions d'Orient au Moyen Age, XIH-XV Siecle. Rome: Ecole Pranga­ ise de Rome, ı977. Riche, Pierre, Education et Culture dans fOccident Barbare, VIe-VHe Siecles, Paris: Editions du Seu­ il, ı962. Rdrig, Fritz, Die europaische Stadt und die Kultur des Burgertums im Mittelalter, Gottingen: Vanden­ hoeck &: Ruprecht, ı953. -, "Territorialwirtschaft und Stadtwirtschaft", Histoıische Zeitschıift ı50 (1934): 457-484. Roscher, Wilhelm, "Die dsterreichische Nationaldkonomik unter Kaiser Leopold I", ]ahrbucher fur Nationalokonomie und Statistik 2, cilt ı, Heft ı (ı864) : 25-59, ıo5-122. Rosenqvist, Arvid, Derfran:z:b'sische Einjluss auf die mittelhochdeutsche Sprache in der ersten Halfte des XlVJahrhunderts, Helsinki: Philosophische Fakultat, Helsinki University, ı932. 394

Rosenstock, Eugen, Konigshaus und Stilmme in Deutschland zwischen 91 1 und 1250, Leipzig: Mei­ ner, ı9ı4. Rosenthal, Eduard, Die Behordenorganisation Kaiser Ferdinands 1: Das Vorbild der Verwaltungsorgani­

sation in den deutschen Territorien, Ein Beitrag zur Geschichtedes Verwaltungsrechts. Archivfur Oes­ terreichische Geschichte 69 (1887), bölüm 2, s. 53-3 ı6. Rosenthal, Franz (çev. ve ed.), Ibn Khaldtin, the Muqaddemah: An Introduction to History, 3 cilt, Lond­ ra: Roudedge &: Kegan Paul, ı958. Roth, Cecil, The House ojNasi: The Duke of Naxos, Philadelphia: jewish Publication Society of Aıne­ rica, ı948. Rothenberg, Gunther E., The Austrian Military Border in Croatia, 1522-1 747, Urbana: University of Illinois Press, 1960. Rothkirch, Wolfgang Graf von, Architektur und monumental* Darstellung im hohen Mittelalter, 1 1 001250, Leipzig: Seemann, ı938. Rouillard, Germaine, L'Administration Civile de I'Egypte Byzantine, Paris: Presses Universitaires, ı925. Roux, jean-Paul, "Le Chameau en Asie Centrale" , Central Asiatic]ournal 5 (1959) : 35-76. -, Les Traditions des Nomades de la Turquie Meridionak: Contribution a I'Etudes des Representations Religieuses des Societes Turques d'apres les Enquetes Effectuees chez les Yoriik et les Tahtaci, Paris: Maisonneuve, ı970. Rozman, Gilbert, Urban Networks in Russia, 1 750-1 800, and Premodern Periodization, Princeton: Princeton University Press, ı976. Rubin, Berthold, Das Zeitalteıjustinians, cilt ı, Berlin: De Gruyter, 1960. Rudolph, Hans, Stadt und Staat in romisehen Italien, Leipzig: Dieterich, ı935. Runciman, Steven, The Great Church in Captivity, Cambridge: Cambridge University Press, ı968. Russell, josiah C., Medieval Regions and Their Cities, Bristol, ingiltere: David &: Charles, ı972. -, "The Metropolitan City Region of the Middle Ages", journal of Regional Science 2 (ı960): 55-70. Sablonier, Roger, Ade! im Wandel: Eine Untersuchung zur sozjalen Situation des ostschweizerischen Adels um 1300, Gottingen: Vandenhoeck &: Ruprecht, ı979. Sa'd Al-din, lbn Hassanjan, Chronica dell'Origine e Progressi ddia Casa Ottomona, 1. Bölüm, çev. Vin­ cenzo Bratutti, Viyana: Ricio, ı649. Saladin, Henri, Manuel d'Art Musulman, cilt ı, L'Architecture, Paris: Picard, ı907. Salzmann, Philip C., "Political Organization among Nomadic Peoples" , American Philosophical So­ ciety Proceedings 3 (ı967): 1 15-131 . Samsonowicz, Henryk, "Les Liens Culturels entre les Bourgeois du Littoral Baltique dans le Bas Mo­ yen Age", Studia Maritima, ı (1978): 9-28. Sanchez-Albomoz, Claudio, Despoblacion y Repoblacion del Vaile del Duero, Buenos Aires: Institute de Historia de Espana, Universidad de Buenos Aires, ı966. Sanjian, Avedis K., The Armenian Communities in Syria under Ottoman Dominion, Cambridge: Har­ vard University Press, ı965. Sarafian, Vahe A., "Turkish Armenian and Expatriate Population Statistics", Armenian Review 9

( 1956): 1 18-128. Saria, Balduin (ed.) , Volher und Kultur Sudosteuropas: Kulturhistorische Beitrage, Munich: Siidosteu­ ropa-Gesellschaft, ı959. Sarkisyanz, Emanuel, Geschichte der orientalischen Vbiker Russlands bis 1 91 7: Eine Erganzung zur ostslawischen Geschichte Russlands, Munich: Oldenbourg, ı961. Saunders, john ]., "The Nomad as Empire Builder: A Comparison o f the Arab and Mongol Conqu­ ests" , Diogenes, sayı 52 (1965): 79-ı03. Sauvaget, jean, Alep: Essai sur le Dtveloppement d'une Grande Ville Syrienne des Origines au Milieu du XIXe Siecle, Paris: Geuthner, ı941. 395

-, "Esquisse d'une Histoire de la Ville de Damas", Revue des Etudes Islamiques 8(1934): 421-480. -, Introduction to the History of the Muslim East: A Bibliographical Guide, Berkeley: University of Califomia Press, ı965. Savickij, P. N., "Les Problemes de la Geographic Unguistique du Point de Vue du Geographic", Travaux du Cercle Linguistique de Prague ı ( 1929): ı45-ı56. Savory, R. M., "The Consolidation of Safawid Power in Persia", Der Islam 41 (ı965): 71-94. -, Iran under the Safavids, Cambridge: Cambridge University Press, ı980. Sazonova, julia, "The German in Russian Uterature" , Slavic Review 4 (1945): 5ı-79. Schacht, joseph, An Introduction to Islamic Law, Oxford: Clarendon, ı966. "Zur soziologischen Bet­ rachtung des islamisehen Rechts", Der Islam 22 ( 1935) : 206-238. Schaeder, Hildegard, Geschichte der Plane zur Teilung des alten polnischen Staates seit 1386, cilt ı, Le­ ipzig: Hirzel, ı937. -, Moskau das dritte Rom: Studien zur Geschichte der politischen Theorien in der slawischen Welt, Hamburg: Friedrichsen, De Gruyter, ı929. Schaube, Adolf, Handelsgeschichte der romanisehen Volherdes Mittelmeergebiets bis zum Ende der Kreuzzuge, Münih: Oldenbourg, ı906. Scheel, Helmut, "Die Staatsrechtliche Stellung der 6'kumenischen Kirchenfursten in der alten Tur­ kei", Preussische Akademie der Wissenschaften, Philosophisch-Historische Klasse, Abhandlun­ gen, jahrgang 1942, sayı 9. Scheffer-Boichorst, Paul, "Zur Geschichte der Syrer in Abendlande", Mittheilungen des Instituts fur Oesterreichische Geschichtsforschung 5 (1884): 52ı-550. Schemmel, Fritz, Die Hocbschule von Konstantinopel vom V. bis IX. ]ahrhundert. Berlin: Trowtsch, ı912. Schemsi, Kara Safvet Bey, Turcs et Armtniens devant I'Histoire, Geneva: ımprimerie Nationale, ı919. Schenk von Stauffenberg, Alexander, Das Imperium und die Volkerwanderung, Münih: Rinn, n.d. Schier, Bruno, Hauslandschaften und Kulturbewegungen im o'stlichen Mitteleuropa, 2. baskı, Gottingen: Schwartz, ı966. Schlesinger, Walter, "Die deutsche Kirche im Sorbeniand und die Kirchenverfassung auf westslawis­ chem Boden", Zeitschrift fu'r Osiforschung ı (ı952): 345-371. -, "Herrschaft und Gefolgschaft in der germanisch-deutschen Verfassungsgeschichte" , Historische Zeitschrift ı76 ( 1953): 225-275. Schlierer, Richard, Weltherrschaftsgedanke und altdeutsches Kaisertum: Eine Untersuchung u'ber die Bedeutung des Weltherrschaftsgedankens fur die Staatsidee des deutschen Mittelalters vom 1 O. bis 12. ]ahrhundert, Darmstadt: Wissenschaftliche Buchgesellschaft, 1968. Schlipp, Paul A (ed.), The Philosophy ofErnst Cassirer, Evanston: Library of living Philosophers, 1949. Schlumberger, Gustave, L'Epopee Byzantine a la Fin du Dixieme Siecle, 3 cilt, Paris: Hachette, ı896ı905. Schmalfuss, A., "Das deutsche Stadtewesen und sein politischer und socialer Einfluss auf Land und Volk im Bobmen und seinen Nebenlandem", Mittheilungendes Vereines fur GeschichtederDeutsc­ hen in Bohmen 3 ( 1865): ı-12. Schmid, Heinrich F., "Das Recht der Griindung und Ausstattung von Kirchen im Kolanialen Tei­ le der Magdeburger Kirchenprovinz wahrend des Mittelalters", Zeitschrift der Savigny Stiftungfur Rechtsgeschichte, Kanonistische Abteilung, 13 (1924): 3-214. -, "Die sozialgeschichdiche Erforschung der mittelalterlichen deutschrechdichen Siedlung auf pol­ nischem Boden", Vierteljahrschriftfur SozialundWirtschaftsgeschichte 20 ( 1927): 301-355. Schmid, Karl, "Zur Problematik von Familie, Sippe und Geschlecht, Haus und Dytıastie beim mitte­ lalterlichen Adel", Zeitschriftfur Geschichte des Oberrheins, Neue Folge, 66 ( 1957): 1-62. Schmid, Wilhelm, Veber den kulturgeschichtlichen Zusammenhang und die Bedeutung der griechischen Renaissance in der Ro'merzeit, Leipzig: Dieterich, ı898. 396

Schmidt, Berthold, Die spate Vdlkerwanderungszeit im Mitteldeutsehland, Halle: Niemeyer, ı961. Schmidt, Kurt D., Die Bekehrung der Germanen zum Christentum, Gottingen: Vandenhoeck & Rup­ recht, n.d. (takriben ı94ı). Schmidt-Rohr, Georg, Die Sprache ah Bilderin der Volker, Jena: Diederich, ı932. Schmitt, Ludwig E., Untersuchungen zu Entstehung und Struktur der "Neuhoehdeutsehen" Sehriftspra­ ehe, cilt ı, Köln: Bohlau, ı966. Schnee, Heinrich, Die Hoffinanz und der moderns Staat, cilt ı, Berlin: Duncker & Humblot, ı953. Schneider, Fedor, Rom und Romgedanke im Mittelalter: Die geistigen Grundlagen der Renaissanee, Mu­ nich: Drei Masken, ı926. Schneidmuller, Bemd, Karolingisehe Tradition und fruhes franzosisehes Konigtum, Wiesbaden: Stei­ ner, ı979. Schoffler, Herbert, Abendland und Altes Testament: Untersuehung zur Kulturmorphologie Europas, in­ besondere Englands, Bochum-Langendreer: Poppinghaus, ı937. Schramm, Percy E., Herrsehaftszeiehen und Staatssymbolik: Beitrdge zu ihrer Gesehichte vom dritten bis zum seehszehntenjahrhundert, 3 cilt, Stuttgart: Hiersemann, ı954, ı955, ı956. -, Kaiser, Rom und Renovation: Studien und Texts zur Gesehiehte des romisehen Emeuerungsgedan­ kens vom Ende des karolingisehen Reiehes bis zum lnvestiturstreit, 2 cilt, Leipzig: Teubner, ı929. -, Der Konig von Frankreieh: Das Wesen der Monarehie vom 9. zum 16. ]ahrhundert, 2 cilt, Weimar: Bohlau, ı960. Schroder, Richard, "Die Franken und ihr Recht", Zeitsehrift derSavigny Stiftungfur Reehtsgesehiehte, Germanistische Abteilung, 2 ( 1881): ı-82. Schubart, Wilhelm, "Die Griechen in Agypten" , Beihefte zum "Alten Orient" Heft 10 ( 1927) , s. 5-54. Schubart-Fikentscher, Gertrud, Die Verbreitung der deutsehen Stadtreehte in Osteuropa, Weimar: Boh­ lau, ı942. Schubert, Emst, Konig und Reieh: Studien zur spdtmittelalterlichen deutsehen Veıfassungsgesehiehte, Gottingen: Vandenhoeck & Ruprecht, ı979. Schubert, Hans von, "Die sogennanten Slavenapostel" , Heidelberg, Akademie der Wissenschaften, Philosophisch-Historische Klasse, Sitzungberiehte ı (ı9 ı6): 3-32. Schulze, Eduard 0., Die Kolonisierung und Germanisierung der Gebiete zwisehen Saale und Elbe, Leipzig: Hirzel, ı896. Schunemann, Konrad, Die Orutsehen in Ungam bis zum 12. ]ahrhundert, Berlin: De Gruyter, ı923. -, Die Entstehung des Stadtewesens inSudosteuropa, cilt ı, Breslau: Priebatsch, n.d. -, Oesterreiehs BevGlkerungspolitik unter Maria Theresia, cilt ı, Berlin: Deutsche Rundschau, n.d. (takriben ı930). -, "Zur Geschichte des deutschen Landesausbaus im Mittelalter" , Sudostdeutsehe Forsehungen ı (ı936): 30-46. Schwarber, Karl (ed.), Festsehrift Gustav Binz, Basel: Schwabe, ı935. Schwartner, Martin, Statistik des Ko'nigreichs Vngem: Ein Versuch, Pest: Trattner, ı 798. Schwarz, Emst, "Bairische und ostfrankische Ostsiedlung im Mittelalter" , Munich, Deutsehe Akade­ mie zur Wissenschaftlichen Eıforsehung ı (ı935): 66ı-672. Schwarz, Henry F., The lmperial Privy Council in the Seventeenth Century, Cambridge: Harvard University Press, ı943. Schwicker, ]. H., Geschichte des oesterreiehischen Militargrenze, Viyana: Prochaska, ı883. Sebeok, Thomas A. (ed.), Myth: A Symposium, Bloomington: Indiana University Press, ı974. Seel, Otto, Rb'mertum und Latinitat, Stuugart: Kleu, ı964. Seipel, Ignaz, Nation und Staat, Viyana: Braumuller, ı9ı6. Sestan, Emesto, "La Composizione Etnica della Societa in Rapporto allo Svolgimento della Civilta in Italia nel Secolo VII", Settimane di Studio del Centra ltaliano di Studi suii'Alto Medioevo 5, pt. 2 ( ı957): 649-677. 397

Seton-Watson, Hugh, Nations and States, Boulder: Westview Press, ı977. Setton, Kenneth M., A History of the Crusades, 4 cilt, Madison: University of Wisconsin Press, ı969ı977. Shaban, M. A., The 'Abbasid Revolution, Cambridge: Cambridge University Press, ı970. -, Islamic History, A.D. 600-750 (A.H. 132): A New Interpretation, Cambridge: Cambridge Univer­ sity Press, ı97 1 . Shakhmatov, Aleksei, KorothyiNans Istoriyi Ukrayinskoyi Movy, Rusçadan çev. Vasyl Demyanchuk, Kiev: Istorychny-Filologichny Vidil Ukrayinskyi Akademiyi Nauk, ı934. Sharf, Andrew, Byzantine]ewry from]ustinian to the Fourth Crusade, Londra: Routledge &: Kegan Pa­ ul, ı971 . Shay, Mary L . , The Ottoman Empire from I 720 t o 1 734 as Revealed in Despatches of the Venetian Baili, Urbana: University of Illinois Press, ı944. Shneidman, ]. Lee, The Rise of Aragonese-Catalan Empire, 1200-1350, 2 cilt, New York; New York University Press, ı970. Sieger, Robert, Die geographischen Grundlagen der Oesterreichisch-Ungarischen Monarchie und ihrer Aussenpolitik, Leipzig: Teubner, ı9ı5. (Offprint of Geographische Zeitschrift 21.) Sirnson, Otto G. von, Sacred Fortress: Byzantine Art and Statecraft in Ravenna, Chicago: University of Chicago Press, ı948 . Sinor, Denis (ed.), Orientalism and History, Cambridge: Heffer, ı954. -, "The Outlines of Hungartan Prehistory", journal of World History 4 ( ı958): 513-540. Sisic, Perdinand von, Geschichte derKroaten, Zagreb: "Matica Hrvatska", ı9ı7. Sivan, Emmanuel, L'lslam et la Croisade: Idtologie et Propagande dans les Reactions Musulmanes aux Croisades, Paris: Maisonneuve, ı968. Sjoberg, Gideon, The Preindustrial City: Pası and Present, Glencoe: Free Press, ı960. Slouschz, Nahum, Htbraeo-phtniciens et judto-berbtres: introduction d l'histoire des juifs et du judais­ me en Afrique, Paris: Leroux, ı908. Smith, E. Baldwin, The Dome: A Study in the History of Ideas, Princeton: Princeton University Press, ı950. Sohm, Rudolph, "Frankisches Recht und rdmisches Recht", Zeitschrift der Savigny StiftungfurRechts­ geschichte, Germanistische Abteilung ı (1880): ı-84. Sohrweide, Hanna, "Dichter und Gelehrte aus dem Osten im osmanisehen Reich (1453-ı600)", Der Islam 46 ( 1970): 263-302. -, "Der Sieg der Safaviden in Persien und seine Riickwirkungen auf die Shiiten Anatoliens im ı6. jahrhundert" , Der Islam 4ı (ı965): 95-223. Soloviev, Alexander V., "Der Einfluss des byzantinischen Rechts auf die Vo'lker Osteuropas", Ze­ itschrift der Savigny Stiftungfur Rechtsgeschichte, Romanistische Abteilung 76 (1959): 432-479. Sommerfeldt, Gustav, "Die Beratungen iiber eine gegen Russland und die Tu'rkei zu genahrende Re­ ichshilfe, ı560-ı56ı", Historische Vierteljahrschrift 13 (19ıO): ı9ı-200. Somssich, Paul von, Das Legitime Recht Ungarns und seines Konigs, Viyana: Jasper, Hiigel &: Manz, ı850. Sorel, Albert, L'Europe et la Revolution Prancaise, cilt ı, Paris: Plon, n.d. Sourdel, Dominique, Le Vizirat 'Abbaside de 749 a 936 (132 a 324 de I'Hegire), 2 cilt, Damascus: lns­ titut Français de Damas, ı959, 1960. -, ve Sourdel, Janine, La Civilisation de l'Islam Classique, Paris: Arthaud, ı968. Southem, R. W. , The Making of the Middle Ages, ı953. Gözden geçirilmiş baskı, New Haven: Yale University Press, ı965. Spevacek, Jin, Karl N: Sein Leben und seine staatsmdnnische Leistung, Prague: Akademia, Nakladelst­ vi Ceskoslovenske' Akademie Ved, ı978. 398

Sproemberg, Heinrich, "Residenz und Territortum im niederlandischen Raum", Rhcinische Viertd­ jahrsblatter 6 (1936) : 1 13-139. Spuler, Bertold, Die Mongolen in Iran: Politik, Verwaltung undl