Maurice [2 ed.]
 9754704368

Citation preview

E. M. FORSTER



Maurice

E(DWARD) M(ORGAN) FORSTER (1879-1970) yinninci yüzyıl başı lngiliz edebiyatının en önemli yazarlarından biridir. Cambridge'deki King's College'den mezun olduktan sonra, bir süre ltalya'da yaşadı ve Where Angels Fear to Tread (Meleklerin Uğramadığı Yer - Çev: Armağan ilkin) ile Room With a View (Manzaralı Oda) romanlarını yazdı; bu romanlarda Akdeniz kültürünün tenselliği ile tutuk İngiliz roman kahramanları arasındaki ilişkiyi ele alır. 1. Dünya Savaşı sırasında Mısır'da sivil görevli olarak çalıştıktan sonra 1911ve1921 yıllarında Hindistan'a iki yolculuk yaptı. En ünlü romanı A Passage to lndia (Hindistan'a Bir Geçit) bu yolculukların ürünüdür. Bu romanında sömürgeci lngilizlerle Hintliler arasında gerçek, insani bir bağ kurmanın imkansızlığını anlatır. Forster, ayrıca edebiyat eleştirisi, biyografi, edebi ve top­ lumbilinısel denemeler de yazdı. Aspects ofthe Novel (Roman Sanatı - Çev: Ünal Aytür) ile Two Cheers Jor Democracy (Demokrasi İçin iki Kere 'Çok Yaşa!') bunların arasında en önemlileridir. Otobiyografik ögeler taşıyan Maurice ise Forster'in erken dönem romanlarından biri olmakla birlikte ancak ölümünden sonra 1971'de yayınlandı. Forster, BO'li ve 90'lı yıllarda özellikle Merchant-lvory ve David Lean gibi yönet­ menlerin romanlarından yaptıkları uyarlamalarla geniş kitlelerce tanındı.

Maurice ©

1971 The Provost and Scholars of King's College,

Cambridge

Onk Ajans Ltd.

308 Çağdaş Dünya Edebiyatı 64 975-4 70-436-8 © 1994 lletişim Yayıncılık A.Ş. 1. BASKl 1994, İstanbul 2. BASKl 2000, lstanbul (500 adet) iletişim Yayınları



ISBN

KAPAK Ümit Kıvanç DiZGi Remzi Abbas UYGULAMA Filiz Burhan

DÜZELTi Münevver Doğru KAPAK BASK/Si Sena Ofset iÇ BASK/ ve CiLT Şefik Matbaası

tletişim Yayınlan Klodfarer Cad. iletişim Han No. 7 Cağaloğlu Tel:

212.516 22 60-61-62



Fax:

e-mail: [email protected]

34400 lstanbul 212.516 12 58



w eb: www.iletisim.com.tr

E. M. FORSTER

Maurice ÇEVİREN Sadri Ülkü

e

t

'

m

1.

BÖLÜM

1

Her yarıyıl bir kez bütün okul yürüyüşe çı kardı -başka bir deyişle, tüm öğrencilerin yam sıra üç öğretmen de yürüyüşte hazır bulunurdu. Herkesin dört gözle beklediği , eski kır­ gınlıkları unuttuğu ve özgürce davrandığı bu gezi , genel olarak güzel geçerdi. Rahatlık ve gevşeklik disipline zarar vermesin diye tam tatil öncesi yapılan bu yürüyüş, o kul müdürünün karısı Mrs. Abrahams'ın bazı bayan arkadaşlarıyla birlikte , yürüyüş grubunu çay bahçesinde karşılayıp iyi bir ev sahibeliği ve anne yakınlığı göstermesiyle, sanki okulda deği l de, evd e yapılan bir etkinlik havasına bürünürdü . Mr. Abrahams, eski kuşak lise hocalarındandı . Derslere ve spora önem vermez , ancak çocukların iyi beslenmelerine ve terbiyel i yetişmelerine özen gösterirdi. Gerisini anne \'C ba­ balara bırakmıştı ve onların kendisinden neler bekledi ğine pek kafa yormazdı. Karşılıklı iltifatlar arasında öğrenciler, sağl ıklı ama akranlarından geri kalmış olarak , dünyanın sa­ vunmasız bedenlerine indireceği ilk darbeleri karşılamak üzere 7

bu hazırlık okulundan ayrılırlardı . Eğitimdeki bu lakaytlı k için söylenecek çok şey varsa da, Mr. Abrahams'ın öğrenci­ lerinin uzun vadede başarısız oldukları söylenemezdi ve ba­ zıları baba o lunca , kendi çocuklarını da onun o kuluna gön­ derirlerdi. Abrahams'ın yardımcılarından genç olanı , Mr. Read, müdürle aynı kafada ancak ondan daha aptaldı. Kıdemli yardımcı Mr. Ducie ise , uyarıc ı görevini yapan ve kurumun üstüne ölü toprağı serpi lmesini ö nleyen kişiyd i . Sevildiği söylenemezdi ancak gerekli o lduğuna inanılı rd ı . Mr. Ducie yetenekli , kuralcı ancak d ünyayla il işkisini kesmemiş ve so­ runlara her iki taraftan bakabilme özelliği ne sahip bi ri yd i . Ebeveynlere v e kalın kafalı öğrencilere göre değildi, ancak ilk sınıOar için iyiydi ve burs kazanmasını sağladığı öğrencileri o lurdu. Ü steli k iyi bir ö rgütçüyd ü . D izginleri elden bırak­ mamasına ve Mr. Read'i tercih etmesine rağmen, Mr. Abrahams , Mr. Ducie'ye tam bağımsızlık tanımıştı, sonunda da onu işine ortak etti . M r . Ducie'nin aklı daima bir şeylerle meşgul olurdu. Bu kez ele, bir özel okula devam e t mek üzere kendi lerinden ay­ rılacak o lan Hall adındaki öğrenciye takm ıştı . Yü rüyüş s ı ra­ sında Hail ile 'e tra flıca ko n uşmak' istiyordu. Mesle ktaş l a rı , kend ilerine daha çok iş düşeceğini bildiklerinden buna i ti raz etmişler ve Müd ü r de, zaten kend isinin Hal i ile konuştuğunu ve çocuğun son okul yürüyüşünde arkadaşları ile birlikte olmak isteyeceği ni bel irtmiş t i . Müdürü n dedi kl erinde gerçek payı vardı , ama Ducie de doğru bild iğinden asla şaş maz d ı . Gü­ lümsemiş ve susmuştu . Mr. Reacl, bu 'etraflı ca kon uşmak' istenen konunun ne o lduğunu biliyordu , zira tanı şmalarının ilk gü nleri nde mesleki açıdan bell i bir konuya değinmişle rdi. Mr. Read , o zaman da onaylamamıştı. "nazik konu" elemiş t i . Müdür ise konuyu n e bil iyo r n e el e bilmek istiyo rd u . Ö ğ­ rencilerin on dört yaşında okuldan ayrıldı kları nda , a r t ı k e r­ kekliğe adım atmış olduklarını aklına getirmezdi . O nları, Yeni 8

Gine pigmeleri gibi, küçük ama dört başı mamur bir ırk olarak görürd ü ; "benim evlatlarım" . Kaldı ki, onları anlamak , pig­ meleri arrlamaktan daha kolaydı, hiç evlenmedikleri ve nadiren öldükleri için. Bakir ve ölümsüz, sayıları yirmi beşle kırk arası değişen kafileler halinde önünden geçerlerdi . 'Eğitimde ki­ tapların bir yararını göremiyorum . Eğitim daha hayal bile edilmezken çocuklar vardı' derdi. Evrime sırılsıklam inanmış biri olarak, Dr. Ducie gülümserdi. Gelelim öğrencilere. 'Efendim, elinizi tutabilir miyim? . . . . Efendim, ama bana söz verm iştiniz . . . . Mr. Abrahams'ın her iki eli ve Mr. Read'in bütün e l l eri dolu . . . . Efendim , duydunuz mu? Mr. Read'in üç eli var zannediyor. . . . Hayır, öyle demedim, " parmağı " dedim. Kem gözlü ! Kem göz lü ! ' 'Eğer tamamsanız . . ! ' 'Evet efendim ! ' 'Hail ile yal nız yürüyeceğim.' Etrafı hayal kırıklığı nidaları sardı. Diğer öğretmenle r, yapabilecekleri fazla bir şey olmadığını anlayı nca , çocu kları onlardan ayırarak, kayalık boyunca meraya doğru yö n l e n ­ dirdiler. Hail , muzaffer b i r şekilde Ducie'nin yanına koştu ve birden el ele tutuşmak için kendini fazla büyümüş buldu. Fazla di kkat çekmeyen , tombul , güzelce bir çocuktu. Bu açıd a n babasını and ırıyordu . Babası , yirmi beş yıl ö nce bu hazırlık okulundan geçerek b i r özel o kula uçup gitmiş, evlenmiş, biri erkek i kisi kız , üç evlat sahibi olmuş ve bir müdd e t önce zatürreden ö l müştü. Uy uşuk ama iyi bir vatandaştı. Ducie, yü rüyüş öncesi Hali hakkında bilgi toplamış bulunuyordu. 'E , Hall, rozet bekliyor musun bakalım?' 'B ilmem ki efendim - Mr. Abrahams üzerinde "O Kutsal Tarlalar" olandan bir tane verdi . Mrs. Abrahams da kol düğmeleri verdi. Arkadaşlar da iki dolarlık Guatamela takı mı '!

verdiler. Bakın , efend im! Ü ze rinde sütuna tünemiş papağa n olanlardan .' 'Harikulade, harikulad e ! Mr. Abrahams neler söyled i ba­ kayı m ? U marım sana , sen i pis günahkar demiştir.' Oğlan güldü. Mr. Ducie'yi anlamamıştı, ama komik olmaya niyet ettiği belliydi. Okuldaki son gün ü o l duğu için rahattı ve yanlış yapsa bile başımn belaya girmeyeceğini biliyordu . Kaldı ki , Mr. Abrahams onun başarılı olduğunu açı kça söy­ lem işti . 'Onunla i ftihar ediyoruz. Su nnington'da yüz akımız olacaktı r.' Abrahams'ın annesine yazdığı mektup böyle başl ıyo rd u, görmüştü. Diğer çocuklar da onu hediye yağmuruna tutmuşlar ve cesaretini övmüşlerd i . Büyük hata tabii -cesur değildi ki: karanlıktan korkardı. Ama bunu kimse bilmiyordu. 'E, söyle.bakalım, Mr. Abrahams neler söyledi?' diye yineledi Mr. Ducie , kumsala ulaştıklarında. Bunun arkasından uzun bir kon uşma gelecekti , belliydi ve Hali, arkadaşlarıyla b irlikte kayalıklarda o lmayı diledi, ama bil iyordu ki, b i r oğlanl a b i r erkek yan yana geldiğinde dilekler boşunaydı. 'Mr. Abrahams bana, babamın yolunda yürümemi söyled i efendim . ' 'Daha başka?' 'Annemin görmekten utanacağı hareketlerden kaçınma m ı öğütledi. O zaman kimse yanlışlığa düşmezmiş v e gideceğim özel okul buradan oldukça farklı imiş .' 'Nasıl farklıymış? Mr. Abrahams bunu açıkladı mı?' 'Her tür güçlük varmış -bir anlamda dü nyanın kendisi gibi.' 'Sana dünyanın nas ı l bir yer olduğunu söyledi m i ? ' 'Hayır.' 'Pek i , sen sordun mu ?' 'Hayır, efendim .' 'iy i etmemişsin Hali. Meseleler açıkl ığa kavuşturu lmalı . '"

Mr. Abrahams ve ben, sizin sorularınızı cevaplandırmak için buradayız. Sence, dünya -yetişkin insanların dünyası- neye benziyor?' 'Bilemem. Ben daha çocuğum' dedi Hal l , içtenlikle. 'Çok mu hainler, efend im?' Bu , Mr. Ducie'yi çok eğlendirdi ve Hall'a ne tür hainlik örnekleriyle karşılaştığını sordu. Hail da , yetişkinlerin ço­ cuklara kaba davranmadıklarını belirtti, ama sürekli birbirlerini aldatmıyo rlar mıydı? Ö ğrenci havasını yiti rip, çocu k gibi ko nuşmaya başlad ı, giderek hayalperest ve eğlendirici olu­ yordu. Mr. Duc ie, onu dinlemek üzere kumla ra uzandı , pi­ posunu yaktı ve gözlerini gökyüzüne dikti. Oturduklan içmeler çok geride kalmıştı, yürüyüşe katılanlar ise oldukça öndeydiler. Rüzgarsız ve kurşuni bir günd ü , bulutlarla güneş birbirinden ayırt edilemiyord u. 'Annenle oturuyorsun , değil mi?' diye araya girdi Mr. Ducic, çocuğun güveninin yerine geldiğini görünce. 'Evet, e fendi m . ' 'Ağabeyin var mı?' 'Hayır efendim -sadece kız ka rdeşlerim Ada ve Kitty.' 'Amca veya dayı?' 'Hayır.' 'O zaman fazla erkek tanımıyorsun?' 'A nnemin bir araba sürüc üsü ve George adında b i r bahc,:ı­ vanıımz var ama, sanırım siz beyefendileri kastediyorsunuz. Annemin eve bakmaları için tuttuğu üç hizmetçi kad ın var ama öylesine tembeller ki, Ada'nın çoraplarını bile yamamı­ yorlar. Ada , kız kardeşlerimden büyüğü . ' 'Kaç yaşındasın?' 'On dört ve üç çeyrek.' 'Seni, küçük cahil di lenci seni.' Gülüştüler. Kısa bir du­ raklamadan sonra Ducie devam etti. 'Senin yaşındayken babam, sonradan yararını göreceğim ve bana büyük ölçüde yardımcı 11

olan bir şey söylemişti .' Bu, düpedüz yalandı, babası ona hiçbir zaman hiçbir şey söylememişti. Ancak , a nlatacakları na bir girizgah yapması gerekiyo rdu. ' Ö yle mi, efendim?' 'Sana ne ol duğunu söyleyim mi?' 'Lü tfen efendim.' 'Bir süre için seninle sanki babanmışım gibi konuşacağını , Mau rice ! Sana ism inle hitap edeceğim.' Sonra basi t ve n az i k bir üsl upla , cinse l l iğin gizemine dal d ı . Tanrı tarafından yer­ yüzü n ü do ld urmak için yaratılan erkek ve kadı ndan ve bun ların cinselliklerini kazanmaya başladıkları d ö nem den bahsetti. 'Sen, şimd i erkekliğe adım atıyors u n , Maurice: bu nedenle sana bunları anlatıyoru m . Bu , sana annenin anlata­ bileceği bir konu değil ve sen de ne ona ne de başka hanım lara sakın bundan bahsetme ve gideceği n okuldaki arkadaş l arın bahsetmeye kal karlarsa, sustur onları: onlara konuyu bildiği n i söyle . Daha önce sana anlatan o ldu mu? 'Hayır, efendi m . ' 'Bir t e k ke lime b i l e mi?' 'Hayır, efendim.' Hala piposunu içmekte olan Mr. Ducie yerinden ka l k t ı ve d ü z gün bir kum yüzeyi seçerek, üzerine bastonuyla şek i l le r çezd i . 'Bu işimizi kolaylaştıracak' eledi, donu k nazarlarla seyreden çocuğa: seyrettiklerinin ö n ceden b i ld i kl e r iyl e hic; alakası yoktu . Ne var ki, sınıfta tek başınaymış g i bi dikkat kesilmişti ve konunun çok ciddi ve kendi bedeniyle i lgil i old uğunu algılıyord u. Fakat bağlantıları ku ramıyo rd u Mr. Ducie parçaları yerli yerine koyduğu an dağıl ıyord u , tıpkı i mkansız bir toplam gibiydi. Anlamaya çalışıyo rdu , ancak boşuna bir çabaydı . Uyuşuk beyni uyanamıyord u . Erge nliğe adım atmıştı ama, akıl henüz devreye gi rmemişti ve erke k l i k, her zaman olduğu gibi, gizl iden gizliye , bir tra n s halinde va r ı yo r du ona. Bu trans halinin üzerine gitmek boşunaydı '

12

Bunu izah etmek, ne denli bilimsel ve sevecenli kle yapıl ırsa yapılsın, boşunaydı. Çocuk onaylar ve tekrar uyku haline döner ve ancak zamanı ge ldiğinde uyanırd ı . Mr. Ducie, hangi ilmin erbabı olursa o lsun , sevece n d i . Aslı nda, aşırı sevecen davranıyo rdu; Maurice'in gelişmiş b i r i ç alemi olduğunu varsayıyor v e çocuğun y a hiçbir şey anla­ madığını ya da bunaldığını fark edemiyordu . 'Bü tün bun lar sıkıcı' dedi, 'ama üstünden geçmek lazım, muamma haline getirmemek lazım. Sonra, sırada yüce şeyler var - Aşk, Yaşam .' Daha önce çocuklarla konuştuğu için akıcı konuşuyordu ve onları n ne tür so rular soracağını biliyordu . Maurice soru sormuyordu: sadece 'Anlıyoru m , anlıyorum, a nlıyorum' d i ­ yo rdu v e Mr. Ducie, ö n c e anlamadığından endişe e t t i . Hall'u yokladı. Yanıtları tatmin ediciydi . Çocuğun belleği iyiydi ve -insanın kumaşı ne tuhaftır,- erkeğin yol gösterici parlaklığına karşı lık vere n , yüzeyde pırıldayan ti trek bir ışık gib i , sahte bir zeka bile geliştirmişti. Sonunda, Maurice cinsellikle ilgil i bir iki soru so rdu ve bunlar yerinde sorulardı . Mr. Ducie çok hoşnut kaldı . 'Tamam' ded i , 'bundan böyle ne şaşıracak ne ele sıkılacaksı n.' Aşk ve yaşam hala konuşulmamıştı ve Ducie, renksiz deniz boyunca yürürlerken bu konulara değindi. ldeal erkekten söz etti -iffetli ve basit hayatı o lan . Kadının ihtişamını kısaca ta­ n ı m ladı. Evlenmek üzere olduğundan, gitgide daha insancıl oluyordu , kalın gözlüklerinin ardında göz leri parlamaya, yanaklarına kan hücum etmeye başlamıştı. Asil b i r kadını sevmek , onu korumak ve ona hizmet etmek -hayatın doruk noktası işte bu, dedi çocuğa. 'Şimdi belki anlamayabilirsin , ama günü geldiğinde anlayacaksın v e anladığında d a seni doğru yola i ten bu zavallı ihtiyar hocanı hatırlarsın. Her şey birbirine bağlı- her şey. Tanrı cennetinde ve dünyada her şey yolunda. Erkek ve kadın ! Harika ! ' 'Evleneceğimi sanmıyorum' dedi Maurice. 13

'On yıl so nra tam bugün - seni ve karını , benle ve karım l a yemeğe dave t ediyo rum. Kabul mü?' 'Aman , efendim ! ' N eşeyle gülümsedi Maurice. 'O zaman anlaştık ! ' Konuşmayı bitirmek için iyi bir fırsat olmuştu. Maurice'in göğsü kabardı ve evliliği tasarlamaya başladı. Ağır ağır uzaklaşırlarken Mr. Ducie durdu ve bütün dişleri ağrı­ yormuş gibi avurdunu tuttu. Geriye döndü ve arkalarında uzayan geniş kum alanına ba ktı . 'O melun şekilleri ben çizmedim' dedi yavaşça. Kö rfezin ö teki ucunda , deniz kıyısı ndan bazı insan l a r , onların o lduğu tarafa doğru geliyo rdu . Yo lları , t a m Mr. Du­ c ie'nin, cinselliği simgeleyen şekil lerinin o lduğu yerden ge­ çiyo rdu ve gelenlerden biri de kadındı . Korkudan terleyerek geriye doğru koşmaya başlad ı. 'Efendim, merak etmeyin' diye bağırdı Maurice, 'dalga onları silmiştir.' 'Aman yarabbi . . . Oh, ço k şükür . . . Sular yükseliyo r.' V e birdenbire , bir an için, Maurice, adamda n nefret elli. 'Yalancı' diye aklından geçirdi . 'Yalancı , kalleş , bana hiçbi r şey anlatmad ı.' . . . . Sonra tekrar karanlık çöktü , i lkçağlarda n kalma , ama ebedi o lmaya n ve kendi ıstıraplı şafağına teslim olan o karanlık.

2

Maurice'in annesi Lo ndra yakınlarında çamlar iç i n d e geniş bir villada oturuyordu. Kendisi ve kız kardeşleri orada doğmuş, babası her gün oradan işe gidip gelmişti . Kilise yapıldığında az kalsın taşınıyo rlard ı ama sonunda ona alıştıkları gib i , bi r kolaylık olduğunu da gördüler. Bayan Hall'un gitmek zorunda olduğu tek yer kil iseydi -diğer hizmetler ayağına gelird i , is­ tasyo n uzak sayılmazdı; kızlar için uygu n sayılabilecek okul 14

da . Çaba harcamayı gerektirmeyen bir kolayl ıklar ülkesiydi ve orada başarı ile başarısızlığı ayırt etmek güç t ü . Maurice evini sever v e annesini de evin öndegelen de hası olarak görürdü. Annesi olmazsa, yumuşak koltuklar, yemekler ve oyunlar da olmazdı; bütün bunları sağladığı iç in ona minnet duyar ve severdi. Kız kardeşlerini de severd i . Eve geldiğinde sevinç çığl ıklarıyla dışarı koştular, pardösüsünü çıkardılar ve hizmetçiler toplasın diye odanın ortasına attılar. ligi merkezi o l mak ve okulla ilgili olarak hava atmak hoştu . Guatemala pulları çok beğenildi . 'O Kutsal Topraklar' ve Mr. Ducie'niıı armağa nı o lan Holbein fo toğrafı da. Çaydan so nra hava açtı; Bayan Hail galoş ların ı giyd i ve oğluyla arazilerin i gezmeye çıktılar. Ö püşüp koklaşarak ve havadan sudan konuşarak yürüdüler. 'Morrie .. .' 'Anneciğim . . . ' 'Morrie'me artı k hoşça vakit geçirtmeliyim.' 'George nerede?' . .

'Bay Abrahams'tan gelen rapor öylesine harikulade ki. Ona babacığını anımsattığını yazmış . . . Evet, tatilde ne yapalım dersin?' 'Ben e n çok burayı seviyo rum . ' 'Canım benim . . . ' En sevecen haliyle sarıldı oğluna. 'Hep derler ya , ev gibisi yok . Evet, domates-' sebze adlarını sıralamaya bayılırdı. 'Domates, turp , brokkol i , soğan-' 'Domates, brokkoli, soğan, mor patates , beyaz pata tes' d iye bir mırıltı tutturdu küçü k oğlu. 'Şalgam yaprağı-' 'Anne , George nerede? ' 'Geçen hafta ayrıldı . ' 'Neden ayrıldı ? ' ' Ç o k yaşlanmştı . Howell bahçıvanları i k i yılda b i r değişti­ rir. ' 15

'Ha.' 'Şalgam yaprağı' diye sürdürdü 'yine patates, pancar- Morrie, büyükbabanla Ida halan davet ederlerse kısa bir ziyare te ne dersin? Tatilini çok iyi geçirmeni istiyoru m , canım- Çok başarılıydın, gerçi Bay Abrahams'ın da hakkını yememek gerek; biliyorsun baban da onun o kulunda yetişmişti , seni şimdi de yine babanın eski okuluna -Sunnington'a- yollayacağız ki her yönden sevgili baban gibi yetişesin.' Oğlanın hıçkırması kadının lafını yanda kesti . 'Morrie, canım-' Çocuk gözyaşları içindeydi. 'Yavrum , ne oldu?' 'Bilmiyorum . . . Bilmiyorum . . . ' 'Ama , Maurice . . . ' Çocuk başını salladı . Oğlunu , mu tlu edememenin üzün­ tüsüyle anne de ağlamaya başladı. Kızlar bağırarak dışarı fırladılar. 'Anne, Maurice'e ne oldu ? ' 'Lü tfen, yapmayın' diye inled i Maurice , 'Kitty , çekil-' 'Çok yoruldu' dedi Bayan Hali - her olay için gerekçesi buydu. 'Çok yoruldum.' 'Gel odana gidelim, Morrie - Tatlım benim, a h ne fena.' 'İstemem- iyiyim.' D işlerini kenetledi ve y üzeye çıkarak kendisini sarsan ıstırap dinmeye yüz tuttu . Yüreğinin ta de­ rinlerinde bir yere doğru inen acıyı bir süre sonra unuttu. 'Çok iyiyim.' Kızgınlıkla etrafına bakındı ve gözlerini sildi. 'Canım Halma oynamak istiyor.' Taşlar oyun için hazırlandığında eski haline dönmüştü; o çornksu havale geçmişti. Kendisine tapan Ada'y ı , sonra da tapmayan Kitty'yi yendi ve arabacıyla ko­ nuşmak üzere yine bahçeye fırladı. 'Nasıl gidiyor, Howell? Bayan Howell nasıl? N asılsınız Bayan Howell?' Sesinde kibar kişilerle konuştuğu zamankinden farklı, buyurgan bir ton vardı Sonra , lafı değiştirerek sordu . 'Yeni bir bahçıvanımız mı var?' 16

'Eve t, Bay Mau rice . ' ' George çok mu yaşlanmıştı?' 'Hayır, Bay Maurice. Daha iyi bir iş istiyord u . ' 'Yani , kendi ayrı lmak isted i . ' ' Ö yle . ' 'Annem ç o k yaşlandığı nı ve senin ona yol verdiği n i söyledi . ' 'Hayı r, efendim.' 'Odun yığınlarım sevinecek bu işe' dedi Bayan Howell. Ma­ urice'le Geo rge onların iç inde oynama alışkanlığındayd ılar. 'Onlar senin deği l , annemin' eled i Maurice ve içeri gi reli . Howell'ler birbirlerine karşı öyle görünmeyi seç tilerse d e , aslında k ı rıl ma mışlarcl ı . Tüm yaşamları boyunca hizmetkarlık yapm ışlardı ve bir beyefendinin snob olması hoşlarına gide rd i .

'Şi mdiden basbayağı hava l ı bir hali var' d i y e anlattılar aşçıya. ' Gi tgide babas ını andırıyor.'

Yemeğe gelen Ba rry çifti de aynı kanıdaydı . Dr. Barry ailenin es k i bir dostu , daha doğrusu komşusu idi ve a ileyle uzaktan da olsa il gilen irdi. Kimse Hall'larla derinden i lgilene m e z d i . Kitty 'yi severdi do ktor- sağ lam kumaştan dokunmuştu kız­ kız lar yatmışlardı ve eve döndükleri nde kar ısına Maurice'in ele yatakta olması gere k tiğin den söz etmişti. 'Ve bütün yaşamını o rada geçirme l i . Zaten olacağı o . Tıpkı babası gibi . Böyle i n ­ sanlara ne gerek v a r bilmem?' Maurice sonunda yatmaya giderken , gönülsüzd ü. Oda s ı n d a n hep korkardı. Tüm gece b o yu nca yetişkin bir er ke kti , ne var ki annesi iyi geceler dileyip de öptüğünde o eski duygu üzerine çöktü. Bütün sorun ayna daydı. Yüzünü görmek ten ya da tavana vuran keneli gölgesi n den çeki nmezdi de; tavandaki gölgesi n i n aynadaki yansıma s ı nda n ürkerdi. Bunu önlemek için m u m u n y e rin i a ya rla r, sonra gene eski yerine koyma cüretini göst eri r ve

ko rkuda n kıvranırdı. N e olduğunu b il iyord u , bu korkunç

bi r olayın onda bı rakt ı ğı izl enimden kay n aklan m ıy ordu . Gene 17

de korkuyordu. Sonunda mumu söndürür ve yatağına dalard ı . Kopkoyu b i r karanlığı kaldırabilirdi ama, ne yazık k i odan ın bir de sokak lambasının karşısında olmak gibi bir kusuru vardı. •Kimi geceler sokaktaki ışık zararsızdı, kimi geceler ise eşyaların üzerine kuru kafa benzeri şekiller düşürürdü . Tüm savu nma araçları evde elinin altında, kalbi çılgınca çarparak dehşet içinde yatard ı. Şekillerin küçülüp küçülmediği n i görmek i ç i n gözleri ni aç tığında George'u anımsad ı . Kalbi nin erişilmez derinlik­ lerinde bir şeyler kımıldadı. 'George , Geo rge' diye fısıldad ı . Kimdi George? Hiç kimse- sıradan b i r hizmetkar. A n nesi, Ada ve Kitty çok daha önemli kişilerdi. N e var ki b u fikir yürütmeler için çok küçüktü. Daldığı acıya teslim o lduğunda hortlaksı görüntünün üstesinden gelip uykuya daldığını bile anlayamadı.

3

Maurice'in öğreniminde bir so nraki aşama Sunnington'dı . Dikkat çekmeden okul yaşamını katetti. D ersle rinde, gö­ ründüğünden daha iyi olmasına karşın, yine de iyi sayılmazd ı , sporda d a öyle müthiş başarılı değildi. lnsan eğer o n u fark etmişse sevimli bulurdu; arkadaş canlısı aydınlık bir yüzü vardı ve ilgiye karşılık verird i, ne var ki benzeri bir sürü öğrenci bulunuyo rdu - bunlar okulun belkemiği ni oluştururlardı ve doğal olarak her bir omurga tek başına dikkati çekmez. Ol ağan şeyleri yaşadı - izinsiz bırakıldı , bir keresinde değne k yed i , sınıflarını alışılagelmiş biç i mde geçerek altıncı sınıfa kad a r yükseldi, önce yatakhane başkanı, sonra d a o kul ba ş ka ıı ı ve ilk on beşlerin üyesi oldu. Hantallığına karşın güçlü ve fizi ksel açıdan dayanıklıydı: kriket oyu nunda pek iyi deği ldi . Okulda henü z yeniyken diğer öğre nciler tarafından ez i lmesi o n u da ,

IH

m u tsuz ve zayı f anlarında başkalarını ezmeye itmişti; bunun nedeni acımasız biri o l ması değildi: işin raconu buyd u . Tek kelimeyle, vasat bir okulun vasat bir öğrencisiydi ve ardında o l u mlu ve silik bir izlenim bırakarak ayrıldı. 'Ha l i mu? Bir dakika, Hali hangisiydi? Tamam , tamam hatırladım, efendiden bir çoc u k . ' Bunun la birlikte al ttan a l ta şaşkındı. Evreni dönüştüren ve kendince açıklayan ve mucizevi ö nsezi ve güzel likte yanıtlar sunan çocukların erken çağlarında edindikleri o berrakl ığı yitirmişti. 'Çocuktan almalı haberi .. .' Ama on a l tı yaşındaki çocuğu n ağzından deği l . Maur ice ö teden beri cinsiyetsiz ol­ mad ığını u nutmuştu ve ancak o lgun laştığında ilk çocukluk günlerinin duygulanmalarının ne denl i adil ve açık o lduğunu anlayacaktı . Şimdi o duyguların çok altına i n m işti , çün kü 'Yaşam Gölgesinin Vadisi' nde yol alıyord u . Bu vadi , ulu ve güd ü k dağların arasında yer alır ve onun sisl erini içine çek­ meden kimse düzlüğe çıkamaz. Çoğu erkek çocuğa o ranla, o bu vadide uzun bir süre oyaland ı . H e r şeyin ç o k belirsiz v e gerçekleşmemiş olduğu yerde, en gerçeğe benzeyen şey düşlerdir. Maurice o kulda iki düş görmüştü; bunlar onu açıklayacaktır. llk düşünde çok mu tsuzdu . Hiç hazzetmediği belirsiz bir va rlıkla fu tbo l oynuyordu. Bi raz çabaladı ve belirsiz varl ı k , bahç ıva n çocuk Geo rge oldu. Dikkatli o l malıydı yoksa o belirsiz kişi yeniden ortaya çıkabilird i . Geo rge odun yığın ­ ları nın üzerinden atlayarak, ona doğru koştu , çıplaktı. Maurice 'Eğer George gene öbürü o l u rsa çıldırırım' elemeye kal madı, tam birbirileriyle çarpıştı klarında korktuğu oldu ve acı masız bir düş kırıklığıyla uyand ı . Gördüğü bu düşü Mr. Ducie'nin söylevi ile bağdaştıramadığı gibi , gördüğü ikinci düşle el e hiç bağdaştıramadı ama fenalaşacağım hissetti v e sonra ları el a bunu n b i r nevi ceza o labileceğini sandı. İ kincisi anlatılması hayli güç bir düştü. Hiçbir şey o l madı . /C)

Belli belirsiz bir yüz , 'İşte bu senin arkadaşın' diyen belli belirsiz bir ses ve düş bitti , içini güzellikle doldurup ona sevecenliği öğreterek. Böyle bir arkadaş için canını verebilirdi ve o n u n da kendisi i ç i n canını vermesine izin verirdi; birbirleri için her tür özveride bulu nurlardı, dünyayı hiçe sayabili rlerd i, ne ölüm, ne uzaklık ne de kızgınlık onları ayırabilird i çün k ü 'bu benim arkadaşım'dı. Kısa bir süre sonra dine daldı ve bu arkadaşın lsa olması gerektiğine kendisini inandırmaya çalıştı . Ama lsa'nın karmakarışık bir sakalı var. Acaba klasik sözlükleri süsleyen Yunan Tanrılarından biri miydi? daha akla yakı n , ama büyük olasılıkla sadece bir erkekti. Maurice d üşü daha da yorumlamaya çabaladı. Onu olabil diğince canlandı rmaya çalıştı . Bu adamla asla tanışamayacak , ne de o sesi b i r daha işi tebilecekti , yine de onun için hayattaki en gerçek şeyl e r olmuşlardı v e gerçekten'Hall ! Yine uyuyors u n ! Yüz satır ceza ! ' 'Efendim- şey ! En so n , ismin 'e hali' dedirıiz.' 'Gene rüya görüyorsun. Çok geç . " Gerçekten rüyaları onu güpegündüz kendilerine çekiyorlar ve araya bir perde geriyorla rdı. Sonra o yüzü ve dört sözcüğü adeta yeniden içer, içi sevecenlik ve herkese iyilik etme ar­ zusuyla dolard ı , çünkü arkadaşı böyle istiyordu ve y i n e ar­ kadaşı kendisini daha çok sevs in d iye de iyi biri o lmak ge­ rekiyordu. Tüm mutluluğuna bir ıstı rap da karışmı şt ı . Bir arkadaşı olduğu kadar, olmadığı da kesindi ve sonunda kend i ne ağlayacak ıssız bir köşe bulur ve gözyaşlarını yüz satır cezaya yo rardı. Maurice'in gizli yaşantısı artık anlaşılabilir; o da düşleri gib i kısmen vahşi kısmen düşseldi. Bed�ni geliştikçe müstehcen olmaya başladı. Başı n a özel bir bela geldiğine inanır oldu , ama elinde değild i , o kadar k i kilisede ayin sırasında bile aklından pis düşünceler geçiyordu . Okula şu sıralar bi r temizlik havası hakimdi - diğer bir deyişle , 20

onun gelmesine çok yakın korkunç bir skandal kopmuştu . Elebaşılar atılmış, kalanlar da gece gündüz sıkı gözetim altına alınmışlardı. Artık talih mi yoksa talihsizlik midir, okul ar­ kadaşlarıyla tecrübe alışverişi yapmak fırsatı çok azalm ıştı . Yakası açılmadıklıkları şiddetle arzul uyordu ama , pek azı kulağına geliyor, kendi katkısı daha az oluyor, başl ıca ah­ laksızlıklarını ise kendi başına iken yaşıyordu . Kitapları ; okul kitaplığı çok zengind i , ama dedesinin evinde bulduğu san­ sürsüz Martialis'i kulaklarından alev fışkırarak didik didik etmişti . Düşünceler; küçük, kirli bir koleksiyonu vard ı . Ey­ lemler; çekicilikleri kaybolunca onlardan uzaklaşmıştı , artık hazdan çok yorgunluk veriyorlardı. Bütün bunlar bir çırpıda olup bi tmişti. Maurice , Gölgeler Vadisinde her iki türden zirvenin de çok altında bir yerlerd e uyuyakalmıştı ve ne bunun, ne de diğer okul arkadaşh.. r ın ı n el a kendisi gibi uyuduklarının farkındaydı . Yaşantısının diğer yönünün müstehcenlikle uzaktan ya­ kından ilgisi yoktu. Sınıfları geçtikçe bir çocuk seçip o na tapınmaya başladı. Kendinden küçük ya da büyük olsun , bu çocuk yanındayken yüksek sesle gülüyor, saçma sapan ko­ nuşuyor ve çalışamıyordu. Sevecen olamazdı - işin raconuna ters düşerdi dahası hayranl ığını sözcüklere dökemezd i . So­ nunda hayranlık duyduğu kiş i çok geçmeden onu silker atar ve somurtkanlıklara garkederdi. Kendi intikamları da olu rdu. Başka birinin kendisine taptığı n ı sezerse bu sefer o o nu sil ­ keleyip atıyordu. Bir keresinde hayranlık karşılıklıydı, iki taraf da ne olduğunu bilemedikleri bir arzunun peşideydiler, ama sonu yi ne aynı oldu. Birkaç güne kalmadan tartıştılar. Bu karmaşadan üreyen , i l k kez düşünde hissettiği o iki duygu , güzellik ve sevecenlik oldu. Yalnız yaprak açan ve hiç çiçek vermeyen bitkiler gib i bu duygular yıldan yıla boy attı , Sunnington'daki eğitiminin sonuna doğru bu gelişme durdu . Bu karmaşık sürecin üstüne 21

bir durgunluk, bir sessizlik çöktü ve delikanlı, ürkek ürkek etrafına bakınmaya başladı .

4

On do kuz yaşına gelmişti . Okulun ödül töreninde kürsüye çıkmış kendi kompozisyonu o lan Yunanca bir mono log okuyordu. Salon öğrenciler ve velilerle doluydu , ama Maurice sanki Lahey kon fe ra nsında delegelere yöntemlerinin yanlışlığını anlatır havalardayd ı 'Ey , .

Andres Europendici , savaşmayı durdurma ktan söz etmek budalalığı da ne demek oluyor? N e? Ares , Zeus'un oğl u değil mi? Üstelik savaş kasları çalıştararak kişiyi di n çleşti r i r ; d üşmanlarımız gibi hantal olmazsı n . ' Yunancası feciydi. Maurice ödülü sadece ve sadece 'Düşünce'den ötürü kazan­ mıştı. Tez öğretmeni , Maurice'in saygın bir kişi oluş u n u ve okulu bitirip gitmek üzere old uğu nu, üstelik Carnb ridgc'e gideceğini , ödül kazanmış bir öğrencinin varlığının oku l içi n iyi reklam olacağını dikkate alarak ilti mas geç mişt i Büyük tezahürat eşliğinde Grote'un Yunanistan Tarihi ki tab ı ile ödülle ndirildi . Annesinin yanındaki koltuğa dönd üğünde .

yeniden popüler olduğunu fark etti ama asıl bu n un nası l gerçekleştiğini anlayamad ı. Alkış dinmek bilmi yord u , bir sağanak halini aldı ; biraz ötede Ada ve Kitty'nin alkışlamaktan yüzleri kızarmıştı. Kendiyle beraber okulu bitiren kimi ar­ kadaşları 'konuşma isteriz' diye bağırdılar. Bu alışıla gel m e m iş bir istekti ve okul idaresince pek benimsenemczdi , ama Başöğretmenin kendisi kalktı ve bi rkaç kelime etti. Hail , kendilerinden biriydi ve hep öyle kalacaktı. Sözc ükler iyi seçilmişti. Okul alkışlıyordu, çünkü Maurice olağanüstü değil, tersine ortalama biriydi. Kendilerini. onunla özdeş leşti rip coşabilirlerdi . Sonra arkadaşları onu duygusal sözlerle kut22

lad ılar: 'Çok iyiydin , ahbap .' 'Burası sensiz tatsız olacak.' Akrabaları da zaferi paylaşıyordu . Ö nceki gelişl erinde onlara hırçın davranmıştı. 'Bir futbol maç sonrasında onun çamuruna, yengisine ortak o lmak istedi klerinde 'Ö zür dilerim a nne, ama sen ve u faklıklar yalnız yürüyeceksiniz' demişti. Ada ağ lamıştı Şimdi ise ayıi.ı Ada okul Kaptanıyla sohbet ediyor, Kitty'e kekler ikram ediliyor, annesi de, sıcak hava tesisatı ile ilgili dertleri konusunda müdürün karısı nın anlattıklarını dinliyo rd u . .

Herkes v e h e r şey aniden u y u ml u bir h a l almış t ı . D ü n ya bu mu y du? Biraz ileride komşu ları Dr. Barry'yi gö rdü ve göz göze geldiklerinde Do ktor o kendine özgü ses to nuyla bağırd ı . Tebrikler, Maurice. Müthiş bir zafer. B u son derece tats ız çayı' -bir di kişte devird i- 'zaferin şe r e fine i ç i yoru m . ' Maurice güldü , suçlu suçlu onun yanına g i t ti ; vicdanı rahat değildi. Dr. Barry o yıl okula giren yeğe n i i l e ilgilen mesi n i istemişt i o n d a n , ama o hiç oral ı olmamış tı - yanlışlı elbette. Şimdi artık o konuda yapacak bir şeyi kalmadı ğ ını , kend ini erkek hissettiğin den bi raz daha cesur o labilmeyi arzu ladı. 'Söyle bakalım, başarılı okul yaş a m ı nda gelecek aşa ma ne? Cambridge mi?' 'Ö yle diyorlar.' 'Demek öyle diyorlar ha? Pek i sen ne diyorsun ? ' 'B il miyorum dedi gü n ü n kah ram an ı i y i niyetle. 'Cam bridge'den sonra n e res i? Bo rsa m ı ? ' 'Herhalde - babamın eski ortağı he r şey yolunda giderse beni yanma almay ı d üşünd ü ğünü söyle d i . ' 'Babanın eski ortağı s e n i yanın a aldıktan so nra ne? Güzel bir eş mi?' Maurice yine güldü . 'D ünyaya üçü ncü bir Mau rice sunacak bir eş mi? Sonr a y aşlılık, torunlar v e nihayet ölüm. De mek senin yaşamdan beklediğin bu. Ama benim bu de ğ il . ' '

2.l

'Peki, sizinki ne Doktor?' diye seslendi Kitty. 'Güçsüzlere yardım etmek ve yanlışları düzeltmek, canım' diye yanıtladı adam ona bakarak. 'Eminim, hepimizin d üşüncesi aynı' dedi Müdürün karısı ve Bayan Hali da onayladı. 'Hayır, değil. Benim bile sürekli değil, olsaydı şimde burada oyalanacağıma küçük Dickie'me göz kulak o lurdum.' 'Lütfen sevgili Dickie'yi yanıma getirin bana merhaba desin' d edi Mrs . Hali. 'Babası da burada mı?' 'Anne ! ' diye fısıldadı Kitty. 'Evet. Erkek kardeşim geçen sene öldü' dedi Dr. Barry. 'Hatırlayamadınız herhalde. Savaş, Maurice'in sandığı gibi, kaslarını çalıştırarak onu dinç kılmadı. Karnına bir kurşun yed i . ' Yanlarından ayrıldı. 'D r. Barry bence sini kleşebiliyor' dedi Ada. 'Kıskançlı ktan olmalı. ' Haklıydı: Zamanında son derece çapkın olan Dr. Barry genç erkek neslinin süreklil iğini çekemezdi . Zavallı Maurice bir kez daha karşılaş t ı o nunla. Tam o s ı rada, üst sını ftan öğrencilerle çok iyi ilişkiler içinde olan müdürün güzel eşine veda e tmekteydi . İç tenlikle e l sıkıştılar. Geri dö nerken Dr. Barry'nin 'Eh, Mauric e , savaşta o lduğu gi bi aşkta da karşı konulmaz bir d elikanlı' dediğini işitti ve alayl ı bakışını yakaladı . 'Ne demek istediğinizi anlayamadım doktor Barry.' 'Siz gençler yok musunuz ! Burnunuzdan kıl aldırmazsınız. N e demek istediğimi anlamamış beyim ! Güleyim bari . lçten ol be adam, içten ol. Ki mseyi kandıramazsın. lçten kafa , temiz kafadır. Ben bir tıp adamı ve yaşlı biri olarak söylüyoru ıp sana bunu . Eğer insan nesli sürecekse, kadından doğan erkek, yine kad ı nla birlikte olma lıdır.' Mau rice , müdürün karısının ardından bakakald ı ; onu '.·ıddcılc iti c i bularak kıpkırmızı kesildi: Bay Ducie'nin çiz.' ı

d i klerini anımsamıştı. Zihninin derinlikleri nden yüzeye doğru rahatsız edici bir d uygu -hüzün gibi güzel bir duygu deği l- yükseld i , bütün kaba-sabalığıyla belirdi ve yeniden battı. Tam olarak adını koymak istemedi, henüz sırası değildi, ama ima ettiği ü rkütücüydü ve günün kahra manı o lması na karşın , yine küçük bir çocuk o lmak ve günün re ngi belirsiz denizin kıyısında sonsuza dek uyur-uyanır gezinmek isteği ile do ldu içi. Dr. Barry , söylevini sürdürdü ve takındığı dostça görü­ nümü n ardında çok canını acıtan şeyler söyledi.

5

Cambridge'de o kuldaki başl ıca arkadaşı Chapman'la diğer eski Sunnington öğrencilerini n egemen olduğu bir fakülte seçti ve ilk yılında eskiden geçirmediği çok az yeni deneyimle karşılaştı. Eski Mezunlar derneğine üye oldu ; dernek üyeleri birlikte oyun oynarlar, çay içerler, yemek yerler, taşralılıklarını ve argo larını sürdürürler, okulda dirsek dirseğe o turur ve sokaklarda kol kola yürürlerdi. Ara sıra sarhoş olurlar ve kadı nlar hakkında imalı imalı övünürlerd i , gene de ( l iseli yeniyetme) bakış açısını sürdürürlerdi ve kimi bunu yaşam boyu korurdu. Diğer öğrencilerle aralarında uzlaşmaz çelişkiler yoktu , ama çok kendi içlerine kapalı olmaları , göze çarp­ malarını, çok sıradan olmaları da ö nderliklerini engelliyordu ve diğer liselerden gelenlerle tanışmak da umurlarında değildi. Bütün bunlar tam Maurice'e göreydi. Yapı olarak tembel d i . Hiçbir sorunu çözümlenmemişti ama hiç değilse yeni sorunlar eklenmemişti. Suskunluk sürüyordu. Kösnül düşüncelerinden de daha az rahatsız oluyordu. Sanki beden ve ruh acılar içinde böyle bir sona varmak üzere hazırlanmış gibi, karanlıkta yolunu bulmaktansa kımıldamadan durmayı yeğliyordu . 25

lkinci yılında değişime uğradı . Artık fakülteye taşınmış ve fakülte onu öğütmeye başlamıştı . Günleri gerçi eskisi g i b i geçiyordu, ama gece kapılar üstüne kapanınca y e n i bir süreç başlıyordu. Daha ilk sınıftayken, yetişkin erkeklerin , aksi bir neden olmadıkça birbirlerine kibar davrandıklarını keşfetmişt i. Ü çüncü sınıf öğrencilerinden bir grup odasına gelmişti . O nların tabaklarını kıracaklarını ve annesinin fotoğrafına hakaret edeceklerini sanmıştı , öyle yapmadıklarını görünce, başkaların eşyaların ı kırma tasarılarım bir kenara i tti ve böylece zaman kazan mış oldu. Ö ğre tmenlerin davranışı daha da kayda de­ ğerd i . Maurice ele yumuşayabilmek için tam böyle b i r ortanı bekliyo rdu. Kırıcı ve kaba ol maktan hoşlanmıyordu. Doğasına aykırıyd ı . Ne var ki lisede gerekliy d i , yoksa ezilir giderdi ve üniversitenin daha büyük olan savaş alanında daha da gerekli olabileceğini san mıştı . Fakülteye taşınmasıyla birlikte yaptığı keşi fler artt ı . i n ­ sanların canlı varl ıklar olduğunu anladı . Şimdiye değin onları kendisini varsaydığı gibi sanmıştı -Üzerlerine gelene ksel b i ­ çimler yapıştırılmış karton parçaları- n e var ki , geceleri avluda gezinirken pencerelerde ki milerini şarkı söylerken , kimileri n i tartışırken, kimilerini de d ers çalışırken görü nce, kend il i ­ ği nden, onların d a kend isi gibi d uygularla ö rülm üş , yaşayan birer varlık oldukları inancına vardı. M r . Abrahams'ın okulundan beri içinden geldiği gibi ya­ şayamamıştı ve Dr. Barry'nin öğütlerine karşın niyeti de yoktu, ancak başkalarını aldatırken asıl kendinin aldandığını ve onların da kendi kendisini sunmak istediği gibi boş yaratıklar olmadığını görüyordu . Hayır , onların da iç dünyaları vard ı . 'Ama , Allahım, benimki gibi iç dünya değil.' D iğer insanları gerçek varlıklar olarak kabul eder etmez, Maurice alçakgönüll ü oldu ve günah bilincine erişti : tüm evrende kendinden daha sefih ki mse ola mazdı . Bir karton parças ı o larak görünme y i seçmesi boşuna değildi - aslı gibi olduğu bilinse, dü nyadan 26

afaroz edilirdi. Çok yükseklerde bir yerlerde olan Tanrı değild i onu kaygılandıran. Kendisine konabilecek e n büyük sansürün, örneğin alt katta oturan Jocy Fetherstan haugh'un sansü rü o lab ileceğini düşünüyo rdu. Cehennem d e olsa olsa en çok Coventry gibi bir yer olabilirdi . Bu keşfinden kısa bir süre sonra okulun dekanı Bay Cornwall is'e yemeğe gi tti. Ye mekte iki konuk daha vardı, biri Chapman , diğeri de Risley adında, dekanın Trinity Kolejinden mezun bir akrabası. Ris lcy esmer, uzun boyl u ve yapmacıklı biriydi . Tan ıştırıl­ dı klarında abartılı bir jest yaptı , gevezel i ğe varan konuşma­ larında ela güçlü ama erkeksi olmayan vurgulamalar yapıyordu. Chapman, Maurice'in bak ışını yakaladığında, burnu nu büze rek onu bu yeni i nsana karş ı kendi safına çağırd ı . Maurice b ira z beklemeyi yeğliyordu . İnsanlara acı çektirmek eğilimi gi tgide azal ıyordu ve bir de Risley'i tiksinç bulduğundan henüz emin değildi , kuşkusuz bulmalıydı, bulacaktı da . Bun un üzerine Chapman, tek başına işe girişti. Risley'in aşın derecede müzik hayranlığın ı öğrenince, 'Bende üstünlük taslamak yo ktur' gibisinden küçümsemelere başladı . 'Bende vardır.' ' Ö yle mi? O halde özür dil eri m.' 'Hadi Chapman, acı kmışsındır' d iye seslendi Bay Cornwall yemekte eğlence var, diye düşünerek. 'Sanırım benim konuşmalarımdan sonra Mr. Risley'in iştahı kalmamıştır.' Yemeğe otururken Risley kıkırdayarak Maurice'e dönd ü , 'Bu söze hiç bir yanıt aklıma gel miyor' dedi; h e r tümcede b i r sözcüğü şiddetle vurguluyordu. 'N e aşağılayıcı b i r durum . "Hayır" desem olmaz, "Evet" desem olmaz. Ne yapmalı bil mem ki?' 'Bir ş e y demesen o l maz mı?' dedi Dekan . 'Hiç bir şey dememek mi? Korkunç. Deli misin?' 27

'Hep konuşur musunuz, sormamda bir sakınca yoksa?' ded i Chapman. Risley olumlu yanıt verdi. 'Bıkmaz mısınız?' 'Asla:· 'Başkalarını b ıktırdığınız olur mu?' 'Asla . ' 'Tu haf.' 'Sizi bıktırdığımı iddia etmeyeceksiniz u marı m . Bu doğru o lmaz , bakın bakın sırıtıyorsunuz . ' 'Sırıtsam bile, size değil' dedi, si niri burnunda Chapma n . Maurice'le Dekan güldü ler. 'Yeniden durdu m . Söyleşinin ne inanılmaz gü ç l ü k l e r i var. ' 'Çoğumuzdan daha başarılı yürütüyorsun' diye atıldı Ma­ urice. Daha önce ağzını açmamıştı ve alçak ama tok sesi Risley' i ürpertti. 'Elbette. Bu benim en güçlü yanım. önem verdiğim tek şeydir söyleşi.' 'Ciddi misin? ' 'Her söylediğimde ciddiyimdir.' Maurice bir biçimde bunun doğru olduğuna inand ı . Risley'in çok ciddi biri olabileceğin i ilk anda sezmişti. 'Peki , sen ciddi misin?' 'Bilmem. ' 'O halde olana kadar konuş.' 'Saçma' diye homurdandı Dekan. Chapman haykıra haykıra güldü . 'Sence de mi saçma?' diye Maurice'e sordu. Maurice eylemler sözlerden daha önemlidir gibisinden bir yanıt verdi , soruyu kavradığında . 'Ne farkı var? Sözcükler eylemin kendisidir. Co rnwallis'i n odasında geçen ş u beş dakika sana bir şey vermedi mi? Ö rneğin, he nle tanıştığını hiç unu tabilecek misin?' .'.'-\

Chapman ho murdandı 'Ama unutmayacak, siz de öyle. Bir de bana bir şeyler yapmak ge rekir deniyor.' Dekan iki Sunnington'lunun yardımına koştu . Genç ku­ zenine 'hafızan pek sağlam değil,' dedi. ' Ö neml i olanla , et­ kileyici olanı karıştınyorsun. Kuşkusuz Chapman ve Hall senle tanıştıkları nı her zaman anımsayacaklardır-' 'Ve yed ikleri şu bifteği unutacaklar. Haklısın . ' 'Bifteğin onlar için bi r yararı var , seninse h i ç yo k . ' 'Safi safsata ! ' 'K i tap gib i konuşmalar. Ne dersin Hali? ' dedi C hapman. 'Demek istediğim' dedi Risley, 'açıkçası şu ki , biftek bilinçal tı yaşamınızı etkiler, bense bili ncinizi . O nedenle ben , bift eğe göre daha etkileyic i olmanın yam sıra, ondan daha ö neml iyim de. Ortaçağ karanlığında yaşayan ve aynı şeyi siz i n de yap­ manızı isteyen Dekan beyimiz ise , kişinin kend i bilinc i n e yansı mayan yanının , yan i bilinçaltının önemli olduğuna inanmış görünür ve-' 'Kes sesini' dedi Dekan. 'Ama ben ışığın çocuğuyum ve-' 'Öf, sus.' Ve söyleşiyi normal konulara çevirdi. Risley sürekli kendinden söz etmesine karşın bencil değildi. Söyleşi n i n aras ı na girmediği gibi kayıtsız davranmad ı. B i r yunus gibi sıçrayıp hoplayarak, konuyu saptırmadan onlara eşl ik etli. Oynuyordu ama ciddiyd i . D iğerleri konuşmada ileri gi tmeye ne de n li önem veriyorsa, Risley için de onlardan hiç kopmadan ileri gidebilmek önem liyd i . Birkaç ay önce olsaydı , Maurice Chapman'a hak verird i , ancak şimdi Rusley' in bir iç dünyası olduğundan emi n d i ve il eride o nunla görüşüp görüşemeye­ ceğini düşünüyordu. Yemekte n sonra Risley'in onu merd i­ venlerin dibinde beklediğini görünce sevindi . 'An layabildiniz mi? Kuzenim hiç insancıl deği l d i . ' Chapman patladı . 'Bizce çok i y i biri , bunu b i l i r , bu nu 29

söylerim. Son derece sevimli.' 'Haklısın. Hadı m gibi .' Ve gitti . 'Bak şu-' diye haykırd ı Chapman , ama İng i l iz lere özgü özdenetimle tümcesini yarım bırakt ı . Şoke olmuştu. Ilımlı olmak koşuluyla ağzı bozukluğu hoşgörebilirdi, ama bu çok ileri gitmekti, bir centilmene yakışmıyordu, özel okuldan böyle biri çıkamazdı. Maurice katıldı. Kuzenine 'bok herif diyeb i­ l irdin hadi, ama 'hadım' denilecek şey değildi.Yoz üslu p ! Her şeye karşın keyiOenmişti ve ileride ne zaman azarlanmak için Dekanın yanına çağrılacak o lsa Dekan hakkında hınzırca ve uygunsuz düşünceler akl ına gelecekti.

6 O gün ve ertesi gün boyunca Maurice bu garip yaratığı nas ıl

yeniden görebileceğini tasarla d ı durdu. Pek şanslı o l d uğu söylenemezdi. Son sınıftaki birini ziyaret etmek fikri pek çekici olmadığı gibi fakülteleri de ayrıydı. Risley'in okul birl iğinde tanınmış biri olabileceğini düşü nerek , onu dinleyebilmek umuduyla, Sal ı Münazarası'na gitti : kim bilir, toplum önünde onu a nlayabilmek daha kolay olabilird i. Risley' i o nu n la ar­ kadaşlık etme anlamında çekic i bul muyordu , hay ı r. Ama kendisine yardı m edeb ili rmiş gibi geliyord u , ama nasıl , o n u henüz bilmiyordu. Her şey çok belirsizd i , z ira dağla r hala Mau rice'i gölgeliyordu . Dorukta doland ığı belli o lan Rislcy belki ona yard ım eli uzatabilirdi . Okul Birliğinde aradığını bulamayınca , bir tepki oluşturdu. Kimsenin yardımına gereksinimi yoktu; keyfi yerindeydi . Kaldı ki, arkadaşlarından hiçbiri Risley'i kaldıramaz d ı , o nunsa arkadaşlarıyla ol ması gerekiyordu. Ne var ki , bu tepki hemen geçti ve Risley'i görmek arzusu her zamankinden çok egemen oldu. Risley öyle garip olduğuna göre , kendi ele gari p sayılmaz

mıydı acaba ve tüm okul geleneklerini yıkarak onu ziyaret edemez miyd i ? Kişi 'insanca davranmalıydı' ve z iyaret de> insanca b i r davranıştı. Kend ini buna i nandırdıktan sonra, oldukça bohem havalarda, onun üslubunda zekice b ir konuşma yaparak Risley'in odasına girmeye karar verd i . Aklına gelen ilk cümle 'Kazandığından daha çoğu için pazarlık yaptın' oldu. Cümle pek de hoşuna gi tmedi ama. Risley o n u aptal yerine koymamaya özen göstermi şti, onun için aklına daha iyi b i r şey gel mezse b u cümleyi patlatıp gerisini şansa bıra kacaktı . Çünkü artık b u bir serüven o lmuştu . Kişi nin sürekli 'ko­ nuşması, konuşması' gerektiğini söyleyen bu adam, Maurice'iıı i ç i n i anlaşılmaz biçimde karış tırmıştı. Bir gece saat on s u la­ rında Trini ty'ye gizlice gird i ve kapılar üstü ne kapa nıncaya değin Büyük Avlu'da bekled i . Başın ı kaldı rdığında , gece ol ­ duğu nu fark etti. Genelde güzelliğe karşı kayıtsız biri ol masın a karşın 'ne güzel bir yıldız gösteris i ! ' demekten kendini alamadı. Çan sesleri sön meye yüz tu tarken , güzel çeşme şırıltıları eş­ l iğinde Cambridge'in tüm kapı ları tek tek kilitlendi. Trini ty'dc okuyan tüm insanlar çevresi ndeydi- hepsi de m ü thiş kül türlü ve zeki kişilerd i . - Maurice' in tayfası Trini ty'yi her ne kadar matrağa alsalar da, gene de ne onun mağrur ışıl tısını görmezden gelebili r ne de sergilemeye tenezzül e tmediği üstü n l ü kleri n i yaclsıyabilirlerdi. Buraya onların b ilgisi dışında , başı önünde , yardım istemeye gelmişti . Tasarladığı zekice söylev bu a tmosfer içinde yok oldu ; yüreği delicesine çarpıyo rdu . Hem korkuyo r, hem utanıyo rd u . Risley'in odası kısa bir ko ridorun sonundayd ı; koridor, yol üstünde engel olmadığından ışıklandırılmamıştı ve ziyaretçiler kapıya toslayana değin duvara yapışarak yol alırlard ı. Maurice kapıya beklediğinden daha ö nce toslad ı -ko rku nç b i r çarpma sesi ç ıktı- ve tahtalar çarpmayl a t itrerken yüksek sesle 'Al lah kahretsi n' diye bağı rd ı . 'Girin' d e d i b i r s e s . Düş kırıklığına uğramış tı. Ses, kend i 31

fakül tesinde okuyan birinin , Durham'ındı. Risley yoktu . 'Bay Risley'i mi aradınız? Aa, merhaba, Hall ! ' 'Selam ! Risley nerede?' 'Bilmiyorum.' ' Ö ylesine gelmiştim. Ben gideyim.' 'Fakül teye mi dönüyorsun?' diye sordu D urham başını kaldırmada n , yerdeki pianola plağı yığınının üzerine eğil ­ mişti. 'Risley burada o lmadığına göre , sanırım öyle. Zate n belli bir amaçla gelmemişti m.' 'Bir dakika beklersen, ben de gelirim. Pathelique Sen fo n i'yi sı raya diziyoru m . ' Maurice, Risley'nin odasını incelemeye başladı v e burada neler konuşulabileceği ni düşlemeye çalıştı , sonra da masanın üzerine oturarak Durham'a baktı. U fak tefek biriydi -çok ufak tefek- sade tavırları ve Maurice odaya girdiğinde kızaran açık renk bir yüzü vardı Fakültede zekası ve kendi başına kal mayı yeğlemesi ile ün salmıştı. Maurice'in o nunla ilgili duyduğu yegane şey 'çok dışarı çıktığı' idi ve buradaki karşılaşma da bunu kanıtlıyordu . 'Marş bölümünü bulamıyorum' dedi Durham, 'kusura bakma . ' ' Ö nemli değil .' 'Bunları , Fetherstonhaugh'ın piyanolasında çalmak için ödünç alıyorum .' 'Benim altımda o tu ruyor.' 'Sen bizde misin, Hali?' 'Evet, ikinci sınıfa gidiyorum.' 'Ha , evet, tabii , ben üçe gidiyorum. ' Ko nuşmasın d a kibir yoktu ve Mau rice , ü s t s ı n ı f ta k i l e r e göstermesi gereken saygıyı bir an unu tarak ' Ü ç ü n c ü s ın ı f öğrencisinden çok i l k sınıfa giden biri gibi d u ru yorsun' dedi. .32

'Belki hakl ısın, bense kendimi n·eredeyse master tezini yazan biri gibi hissediyo rum.' Maurice pür di kkat süzdü onu. 'Risley , harikulade biri' d iye sürdürdü Durham . Maurice yanıt vermedi . 'Gene d e , azı karar fazlası fazla . " 'Onun eşyalarını ödünç almaktan kaçınmıyo rsun ama.' Du rham yen iden baş ı n ı kald ırd ı . 'Al ma malı mıyım?' d iye sord u . 'Yo k canım, takılıyo ru m' d e d i Maurice, masadan kayıp inerek. 'Aradığını hala bulamadın m ı ? ' 'Hayı r.' 'Gitmem gerekiyor da ondan sordum' ; aslı nda acelesi yoktu, ama hızla atmakta olan yüreği onu bunu söylemeye zorlamış­ tı. 'Ha. Peki . ' Maurice'in niyeti b u değildi aslında. 'Aradığın ned ir?' diye sorarak ona yaklaştı. 'Patetik Senfoninin Marş bölümü.' 'Bana hiçbir şey dem iyor. Demek, sen bu tür müz ikten hoşlanıyorsun .' 'Evet.' 'Ben iyi bir valsi yeğlerim.' 'Ben de' dedi Durham , gözlerini onun gözüne d i kerek. Genelde , Maurice bakışları n ı kaçırırdı , ama bu kez direndi . · sonra Durham 'Bel ki de pencerenin önünde duran yığının arasındadır , bir de oraya bakayım. Fazla gecikmem' ded i . Maurice kararlı bir sesle 'Benim gitmem gerekiyor' ded i . 'Pe kala , ben kalacağım .' Maurice yeni k ve yalnız , dışarı çıktı. Yıldızlar bulanıkt ı , gece yağmuru haberliyordu. Bekçi, dış kapıyı açmak üzereyken, arkasından hızlı adımların geldiğini duyd u . 'Marşını buldun mu?' 33

'Hayır onun yerine seninle geleyim dedim.' Maurice, bir süre sessiz yürüdü , so nra 'Ver, elindekilerin bir kısmı n ı ben taşıyayım' dedi. 'Zahmet etme . ' 'Ver' dedi sertçe v e Durham'ın elinde n plakları ç e k i p ald ı. Başka bir konuşma olmadı aralarında. Kendi binalarına gelince doğru Fetherstonhaugh'ın odasına gittiler; saat on bire kadar müzik din lemek için biraz zamanları vardı. Dur ham , piano­ lanın başına gitti , Maurice de onun yanına çöktü. 'Senin, böyle estetik merakları n o lduğun u bilm iyordu m , Hali' dedi evsahibi. 'Pek yoktur aslında - nasıl çalacaklarını merak ediyorum sadece.' Durham başladı, sonra, vazgeçti , 5/4'lik mezürden çalacağını söyledi . 'Neden?' 'Vals ritm ine daha yakın diye.' 'Boşver. Nasıl istersen öyle çal. Oyalanma yeter k i -zaman yitiriyoruz.' Ama bu kez onu n istediği olmadı. Elini silindirin üzerine koyduğunda Durha m , 'Hey, yırtacaksın, bırak o nu' dedi ve gene 5/4'e ayarladı. Maurice , dikkatle müziği dinledi Hoşlanmıştı. 'Böyle gelsene' dedi, ateşin başında ders çalışan Fethers­ ton h augh. 'Aletten ne denli uzakta duru rsan, o denli iyi .' 'Haklısın - Fetherstonhaugh için bir sakıncası yoksa bir kez daha çalabilir misin aynısı nı?' 'Evet, lütfen Durham . Çok neşeli bir parça. ' Durham reddetti. Maurice onun esnek biri olmadığını anladı. 'Bölüm kendi başına bir parça değildir- yinelenemez' dedi , anlaşılmaz bir gerekçeydi, ama göründüğü kadarıyla geçerliydi de. Largo'yu çaldı, ki neşeli olduğu hiç söylenemezd i , sonr a saat on biri vurdu ve Fetherstonhaugh onlara ç a y yap tı . 34

Durham'la evsah ib i , ikisini ilgilendiren konularda konu­ şurken, Maurice onları dinledi. Heyecanı hala d i n memiş t i . Durham'ın yalnız zeki değil , aynı zamanda dingin ve düze n l i bir düşünce yap ısına el a sahip olduğunu sezd i . N e isted iği n i biliyordu , zaafların ı n farkındaydı v e öğretmenlerin kend i s i ne nereye dek yardımda bulunab ilecekl e rinin bili ncindeyd i . Ö ğretim görevl ileriyle derslere karş ı , o nd a n e M a u r i c e ve tayfasının gösterdi kleri kör bağl ı l ı k , n e de Fethers t o n ha­ ugh'un sergilediği aşağılayıcı tutum vard ı. 'En yeni Alman yazarların okumamış bile o lsa kişinin büyüklerden öğre­ neb i leceği bir şeyle r kesin kes vard ı r . ' Biraz Sofo k l es'i tar­ tıştı lar; D u rhaın , 'biz üniversite ö ğrenci l e rinde' onu yok saymak gibi bir tu tum o lduğunu belirtere k , F e thersto nha­ ugh'a Aj ax'ı yaza rda n çok ya p ı t t a k i tipleri ö n plana a l a rak yeniden okumas ı n ı ö ne rd i ; böylece Yunan d i l i ve yaşamı konusu nda daha çok b i lg i edinebilird i. Maurice bütün bunlardan esef d uydu. Du rham'ı ned en se hep dengesiz biri olarak düşünmek istemişti. Fetherstonhaugh harika b i riyd i , gerek beyin gerekse kas gücü olarak, üstelik hükmedici ve cömert bir edası da vard ı . N e var ki Durham gayet sakin onu dinliyor, yanlışlarını bulup gösteriyor ve kalanı onaylıyo rdu. Bir yanlışlıklar toplamı olan Maurice kendisi için ne umabil irdi ki? lçini bir kızgınlık dağladı geçti. Sıç rayarak yerinden kalktı , iyi geceler diled i ve kendini kapı nı n d ışında bulunca ela aceleciliğinden dolayı pişma nlık duydu. Kapının önünde beklemek saçma geldiğinden, merd ivenlerin d ibinde Durham'ın odasına yakın bir yerde oturup beklemeyi düşündü. Avluya çıkarak Durham' ı n odasının yerin i saptad ı , içeride kimse o lmadığını bile bi le kapıyı çaldı, sonra içeriye gireli ve şömine . a teşinin ış ığında mobilyaları ve resimleri inc e l ed i . Sonra çıktı , avluda köprüye benzer b i r şeyin üzerinde dikild i : N e yazı k ki , gerçek b i r köprü değildi b u , mimarın , yerd e dekoratifliğinden yararlanmak düşüncesiyle açtığı hafif b i r 35

göçüğün iki ucu nu bağlıyordu. Ü stünde durmak, kişiye fotoğraf s tüdyosundaymış duygusu veriyordu, korkuluğu da üzerine yaslanmaya elvermeyecek denli alçaktı. Yine de , ağzında pi­ posuyla , Maurice oldukça doğal görünüyordu ve yağmur yağmasın diye dua edi yo rdu. Fetherstonhaugh'un odası dışında , tüm ışıklar sönmüştü . Saat önce on ikiyi, sonra çeyrek geçeyi vu rdu . Yaklaşık b i r saattir Durham'ı n yolunu bekliyordu . N itekim bir süre so nra merdivende sesler duydu ve üzerinde boyundan bağlı pelerini ve elinde kitaplarıyla Durham'ın ufak tefek ve derli toplu kar� ltısı dışarı fırladı. Bu , Maurice'in bekl ediği andı ama kendini ters yönde giderken buldu . Dur ham , onun arkasında kendi odasına doğru gid iyordu . Fırsat kaçmak üzereyd i . 'İyi geceler' diye bağırdı; gitgide kontro lden çıkan sesi her ikisini de i rki l tti . 'Kim o? İyi geceler, Hall, yatmadan önce b i r gezi nti m i yapıyorsun?' 'Genellikle öyle yaparım. Herhalde çay içmek iste mezsi n artık? ' 'Çay m ı ? Yo , sanmam, b iraz geç oldu.' Yarım ağız ekledi, 'Sen viski ister misi n ? ' 'Var mı?' sorusu yükseldi Maurice'ten. 'Evet, içeri gel. İşte benim odam. Zemin katta .' 'Demek burası ! ' Du rham ışığı açtı. Ateş sönmeye yüz t u t­ muştu. Mauric�'e oturmasını söyled i ve üzerinde bardaklar bulunan masayı getird i . 'Sen yeter el e . ' 'Sağol- ç o k teşekkürler, gerçekten.' 'Soda ister misin, yo ksa sek mi?' diye sordu, Durham es­ neyerek. 'Soda' dedi Maurice. Ne var ki çok oturması ayıp olurdu, adam esn iyordu ve nezaketen çağırdığı belliydi. İçkisini bitirip kalktı, odasına dö ndü, bolca tütün alarak yeniden avluya çıktı. Ilı

Her yer kapkaranlık ve tam bir sessizlik icindeydi. Maurice kendi sessiz, ama yüreği parıl parıl parlayarak çimlerin üzerinde bir aşağı bir yukarı yürüdü. Başta en zayıf organı olan beyni olmak üzere , her organı teker teker uykuya daldı. Bedeni de buna uydu , sonra ayakları onu tan sökümünü görmesin diye odasına sürükledi. N e var ki yüreği bir daha sönmemek üzere tutuşmuştu ve içinde nihayet gerçek olan bir şey vardı. Ertesi sabah daha sakindi. Bir kere üşü tmüştü; yağmu r far kında ol maksız ın iliklerine dek işlemişti, ikincisi kiliseyi ve iki dersi kaçıracak kadar uyumuştu . Yaşamını düzene koyması artı k olanaksızdı. Ö ğle yemeğinden sonra fu tbol oynadı ve çaya kadar uyumak üzere kendini yatağa attı. Ancak aç değildi. Bir çağrıyı geri çevirerek şehre indi ve önüne ç ıkan bir Türk hamamına girdi . Hamam soğuk algınlığına iyi geldiyse de bir ders daha kaçırmasına neden oldu . Okula döndüğünde, her ne kada r henüz aralarından ayrılmamış da olsa, eski Sunnington tayfasını görmek istemedi ve 'Birlik' te yemeğini tek başına yedi. Orada Risley' i gördü ama kayıtsız kaldı. Ye­ niden gece oldu ve zihninin oldukça açık olduğunu hayretle fark ederek üç saatte altı saatlik iş yaptı. Olağan saatte yatağa girdi ve oldukça dinç ve mutlu uyandı. Bilinçaltının derin­ leri nde bir içgüdü, Durham'ı ve ona değin düşünceleri yirmi dört saatliğine bırakmasını söylüyordu . Azar azar birbirleriyle gö rüşmeye başladılar. Durham onu yemeğe çağırdı ; hemen değilse de bir süre sonra Maurice de onu çağırdı. Yapısına çok aykırı bir temkinlilik gelmişti üstüne. Her zaman ö nemsiz sayılabilecek bir temkinliliği olmuştu ; şimdiki daha büyük boyutlardaydı. Sürekli tetikteyd i v e o yarıyıl boyunca her hareketi savaş terimleriyle tanımlanabilirdi. Zorlu topraklara dalmayacaktı. Durham'ın güçlü yönleri kadar güçsüz yönlerini de bulup ç ıkard ı . Hepsinin üzerinde ke ndi kozlarını hazırladı, biledi . 'Bütün bunlar da ne oluyo r ? ' diye kendi kendine sorsa, 37

alacağı yanıt, "Durham da okulda ilgi d uyduğum çocuklardan biri" o lacaktı , ne var ki böyle bir soru sorma dığı gib i , ağzını ve aklını kapalı tu tmayı yeğliyordu Her gü n ü , kend i çelişki­ leriyle dolu olarak boşluğa doğru akıyor ama, Maurice sü rekl i ilerleme kaydettiğini biliyordu. Başka h içbir şeyin önemi yoktu. Eğer iyi çalışıyor ve toplum içinde efendice davranıyorsa , bunlar özel bir çaba harcanmadan o rtaya çıkan yan ürünler o l uyordu . Yükselme k , başka bir ele tutunana deği n doruğa el uzatmak, dünyaya gelişinin başlıca sebeb iydi. l l k gece n i n histerisini v e ondan daha da garip olan yenid en toparla nışını unu tmuş gibiydi. Bunlar tekmeleyip geriye attığı adımlard ı . Şefkat v e duygu lanma gib i şeyleri düşün müyo rdu bil e . Durham'a değin düşünceleri de i l k bıraktığı yerdeydi. Durham ona ilgisiz değildi , b u ndan emind i. Tüm isted iği de buydu . Her şey sırayla. Umut beslemiyordu bile , çünkü umut ilgiyi dağıtır; daha önünde uzun bir yo l vard ı .

7

Ertesi yarıyıl birdenbire yakınlaştılar. 'Ha i l , tatild e , sana nere deyse b i r mektup yazacaktım' dedi Durham, b i rden bir sohbet başlatarak . 'Gerçekten mi?' 'Ama çok sıkıcı bir mektup olacaktı. Çok kötü bir tat i l geçirdim .' Sesinde pek ciddi bir hava yoktu , Maurice sord u , 'Nede n ? Ters giden b i r şey mi o l d u ? Yoksa N oel pastasını mı hazım> demedin ? ' Noel pastası lafının anlamlı olduğu çok geçmeden a nlaşıld ı. Ailede büyük bir kavga kopmuştu . 'Ne diyeceğimi bilemiyorum - eğer seni sıkmayacaksa, seni n bu konuya i lişkin düşünceni öğrenmek isterd i m . ' 18

'Lü tfen anlat' dedi Maurice . ' D i n konusunda b i rb irimize girdik.' Tam bu sırada Chapman içeriye daldı. 'Kusura bakm a , özel konuşuyoruz' dedi Maurice ona. Chapman çekildi . 'Keşke öyle demeseydin , benim sorunumu ne zaman o lsa konuşu rduk' diye karşı çıktı Durham. Daha da içtenlikli anlatmaya başladı. 'Hall , seni inançlarımla, daha doğrusu inançsızlığımla üzmek istemem, ama sorunun tam anlaşılabilmesi için, sana inanç l ı b i r i olmadığımı söylemek zorundayım. Hıristiyan değilim . ' Maurice, dinsizliğin kötü o lduğunu savunurdu ve geçen sene bir okul tartışması sırasında, eğer kişinin bu tür kuşkuları varsa bile, en azından onları kendine saklayacak incelikte olması gerektiğini söylemişti. Durham'a ise sadece bunun geniş kapsamlı ve güç bir sorun olduğunu söylemekle yetind i. 'Bil iyorum -olay o değil. Onu unu t . ' Durham böyle söyle­ yerek bir süre gözlerini ateşe dikti . 'Esas sorun, annemin bunu a lgılayış biçimi. Altı ay önce -geçen yaz- bunu o na söyledim , pek üzerinde durmadı . Huyudur, saçma sapan bir şaka yaptı , o kadar. Sorun geçiştirild i , ben de rahatladım, çünkü , bu yıllardır aklımı kurcalıyo rdu. Beni daha mutlu kılabilecek bir başka şey bulduğum günden beri, -ki daha çocuktum,- inancım yitti ve Risley'le tayfasını tanıd ıktan sonra, bunu dile getirmeyi zorunlu gördüm. N itekim dile de getird i m . Biliyorsun onl a r dile geti rmeyi nas ı l önemserl er. B e n de dile getirdim işte.' "Benim yaşıma geldiğinde daha aklı başında düşü nürsün " ded i ; bu o denli ı l ı m l ı bir karş ı ç ıkıştı k i , i nanamadım ve zevkten kendimden geçtim. Şimdi ise sorun yeniden gündeme geldi . ' 'N eden?' 'Neden mi? Elbette, N oel yüzünden. Ben ayine gitmek is­ temedim. Biliyorsun yılda üç kez gidilir-' 39

'Evet , biliyorum. Komünyon Ayini.' 'Noelde, sırası geldiğinde ben yapmam dedim. Annem hiç ondan görmediğim bir biçimde haşladı b en i ; bu kerelik sırf kendisini hoşnut etmek için yapmamı rica etti -sonra sinirlendi, onunki kadar kendi adımı da lekel eyeceğim i belirtti: biz eş­ raftanız ve çevredekiler de pek uygar değil. Asıl kaldıramadığım son söyledikleriyd i : çok kötü bir insanmışım. Bunu , altı ay önce söylemiş olsaydı onu mutlandırırdım , ama şimdi ! Böyle günahtı, sevaplı gibi kutsal sözcükleri işi n içine so karak inanmadığım bir işi yapmaya zorlamak, olacak iş değil. Benim kendi komü nyonlarım o lduğunu söyledim ona. " Eğer, ben o nlara , senin ve kız kardeşlerimin kendinizinkine yaptıkla­ rınızın aynısını yapsam, benim tanrılarım beni öldürür" dedim . Sanırım , bu biraz ağır oldu onun için . ' T a m anlayamayan Maurice 'Yani gittin mi? ' diye sordu 'N ereye?' 'Kiliseye .' Durham yerinden sıçradı. Yüzünde tiksinmiş bir ifade vard ı. Sonra dudaklarını ısırdı ve yüzüne bir gülümseme yayıldı. 'Hayır, kiliseye gitmedim , Hail. Bunu açıkça belirttiğimi san mıştım .' ' Ö zür dilerim -lütfen otur. Seni kırmak istemedim . Bazen anlamakta güçlük çekiyo rum .' Durham, Maurice'in koltuğunun yanına , halının üstüne çömeld i. Kısa bir aradan sonra 'Chap man' ı uzun süredir mi tanıyorsu n?' diye sordu . 'Buradan ve daha önce de okuldan, beş yıldır.' ' Ö yle mi?' Dalar gibi oldu. 'Bir sigara versene. Ağz ı ma sok. Sağol. Maurice, konuşmanın bittiğini sandığı anda Durham sürdürdü. 'Bak - annen ve iki kız kardeşi n olduğunu söyle­ miştin, tıpkı benim gibi ve bütün tartışma süresince hep benim yerimde sen olsaydın ne yapardın diye merak ettim.' 'Annen, benimkinden o ldukça değişik biri o lmalı . ' "1

'Seninki n asıl?' 'Hiçbir konuda sorun yaratmaz .' 'Herhalde , şimdiye dek, sen, onun onaylamayacağı hiçbir şey yapmadın -ve yapmayacaksın da- ondan.' 'Değil, tartışmaktan hoşlanmaz. ' 'Hiç belli olmaz , Hall, özellikle kadınlarda. Ben artık o ndan usandım. Esas derd im bu ve senin yardımını istiyoru m . ' 'Düzelecektir, inan . ' Tamam, ahbap, ama ben düzelecek miyim? Onu sevdiğimi varsayı yordum . Bu tartışma yalanımı tuzla buz etti . Artık yalanlar uyduramadığıma inanır olmuştum. Kişiliğini aşağılık bu luyo r ve ondan tiksiniyorum. lşte, sana , dünyada hiç ki msenin bilmediği sırlarımı söyledim .' Maurice yumruğunu sıktı ve hafifçe Durham'ın başı na vurd u . 'Allah kolaylık versin' dedi. 'Sen ev yaşamını anlatsana . ' 'Anlatacak p e k b i r şey yok . Geçinip gidiyo ru z . ' 'Şanslı herif seni . ' 'Bilmem k i . Durham, tatilin gerçekten ç o k mu kötüyd ü , yoksa abartıyor musu n?' 'Ce hennemin ta kendisi.' Maurice yumruklarını açarak, bu kez Durham'ın saçından bir tutamı hafi fçe çekti. 'Yapma, acıyo r ! ' diye bağırdı ö teki zevkle. 'Kız kardeşlerin ne dedi bu konuda?' 'Biri zaten b ir din adamı ile evli - Yapma, dedim, acıyor.' 'Cehennem yaşamı , ha? ' 'Hail, sersemin tekiymişsin meğerse-' diyere k Maurice'in elini tuttu , 'diğeri de Archibald La ndon diye bir soylu kişiyle nişanlı- Ah, ah, bırak bak, yoksa gidiyorum.' Maurice'in dizleri arasına yuvarlandı . 'E , madem gidiyorsun , neden hala duruyorsun ? ' 'Çü nkü gidemiyo rum.' 41

Durham'la oynaşma cesareti ni ilk kez gösteriyordu . Din ve akrabalar geri plana atıl d ı ; şöminenin önündeki halıda yuvarlandılar ve Maurice, Du rham'm kafasını çöp sepetin i n içine soktu . Gürültüyü işiten Fetherstonhaugh yukarı çıkarak yardı m etti Durham'a. Bundan sonraki günlerde yalnız şamata vard ı : Durham da Maurice gibi çocuklaşmıştı. Ne zaman buluşsalar, ki bu her yerde olurd u , arkadaşlarına kafa atar, yumruklaşır , dalaşırlard ı . Sonunda Durham yoruldu. Daha güçsüz olduğu için bazen canı yanıyordu , üstelik iskemleleri kırılmıştı . Maurice değişikliği anı n da hissetti. O sıpa hali geçti , ne var ki bu süre içinde çok gösterişçi ol muşlard ı . Artık kol kola ya da birinin kolu ötekinin omuzunda dolaşıyorlard ı . Oturduklarında el a hep aynı biçimi alıyorlard ı - Mauricc sandalyede, Durham onun ayakları dibinde ve ona yaslanmış olarak. Arkadaşla rı arasında b u özel bir d ikkat çekmezd i . Maurice , Durham'ı n saç ı nı o kşardı. Diğer yönlerde de u fukları genişl iyordu . Yarıyıl süresince Maurice , din bilgini olup çıkmıştı. Tümüyle safsata da değildi. İnandığına inanmıştı ve alışageld iklerine karşı çıkıldığında ta içten acı duyuyordu - orta sınıflarda 'İnanç' kılığında gezinen o ac ı . Eylemsiz olduğundan 'İnanç' ela denemezdi buna. Ona destek olmadığı gib i, görüş açısını da gen işletmiyordu. Ka rşı gö rüşte olanlar d eğmediği sürece varolcluğu söylenemezd i, değd ikleri nde ise yararsız bir sinir gibi sızlardı. Evdekilerde bu sinirler vardı ve her ne kadar, ne İ ncil , ne Dua Kitabı ne Ayetler ne ele Hıristiyan Ahlakı ve tinsel herhangi bir şey o n lar için yaşıyo r olmasa bile bunları kutsal görürlerd i . Birtakım değerlere saldırıldığında, 'Aman, nasıl olur?' diye haykırmayı ve savunmaya geçmeyi bilirlerdi. Maurice'in babası öldüğünde, Kilise ve Toplum'un temel direkl erinden biri olmak üzereydi ve diğer yönlerden ele be nzeştikleri için, Maurice'in de o n u n gibi kasılıp kalmak iht imali vardı . Ne var k i , h e r yönelen benzeşmeyeceklerdi işte. Mau rice' in 42

Durham üzerinde olumlu etki bırakmak gibi karş ı konulmaz bir isteği vardı. Arkadaşına kaba kuvvetin ö tesinde birtakım özellikleri olduğunu göstermek istiyordu ve babasının sinsice susmayı yeğleyeceği durumlarda Maurice konuşuyo r, ko­ nuşuyo rdu . 'Düşünmediğimi sanıyorsun, ama inan bana , düşünüyorum.' Çoğu kez Durham yanıt vermezdi ve Maurice, onu yitiriyor olmak endişesiyle dehşete düşerdi. 'Durham onu eğlendirdiğin sürece iyidir, sonra adamı bırakıverir' dendiğ i ni kaç kez duymuştu ve inancını sergileyerek kaçınmaya çalıştığı şeye doğru gidiyor olmaktan korkuyordu. Ama dura mazd ı a r t ı k . llgi çekmek tutkusu gi tgide artıyord u ; bu ned enle d e konuştu d a kon uştu . Durham bir gün sordu 'Neden bütün bu izahatla r, Hal i ? ' 'Din bana çok şey ifade ediyor' diye blöf yaptı Maurice. 'Çok az şey söylediğimden, benim hissetmediğimi sanıyorsun. Oysa ben çok duyguluyumdur.' 'O halde yemekten sonra kahve içmeye gel . ' Yemeğe girmek üzereydi ler. Durham'ın d u a o ku ması ge­ rekiyo rdu ve vurgusunda bir alaycılık sezil iyordu . Yemek süresi nde b irbirlerine baktılar. Ayrı masalarda oturuyorlardı , ne var ki, Maurice, sandalyesini arkadaşı nı görebilecek biçimde çevirmişti . Milletin birbirlerine ekmek pa rçaları yuvarlayıp atması faslı bitmişti . Durham bu akşa m , hırçın gö rünüyordu ve masa arkadaşları ile konuşmuyordu. Maurice onun dü­ şüncel i olduğunu anlad ı ve nedenini merak etti. 'Bunu kendin'istedin, istediğini de yapacağım' diyerek kapıyı açtı Durham. Maurice önce dondu , sonra kıpkırmızı kesilel i . Durham'ın sesini yeniden duyduğunda , onun Kutsal Ü çlü konusundaki fi kirlerine saldırdığını gördü. Bu konuya çok değer verdiğini sanırd ı , ne var ki, ilk anda kapıldığı korkunun alevleri yanında konu önemsiz kalıyo rdu . Eli ayağı boşalm ışt ı , alnı ve elleri ter içerisinde bir koltuğa gömüldü. Durham, kahve hazırlarken 4.l

bir aşağı bir yukarı dolaşıyordu . 'Bundan hoşlanmayacağı n ı biliyordum ama kendin arandın. Kendimi sonsuza dek kapalı tutmamı beklemiyordun herhalde. Arada böyle patlamalıyı m' dedi . 'Devam e t' dedi Maurice , boğazını temizleyerek . 'Konuşmaya niyetim yoktu , çünkü kişilerin düşünce lerine gülmeyecek denli saygılıyımdır onlara , ama senin saygı du­ yulacak herhangi bir düşüncen olduğuna inanmıyorum. Hepsi i ki nci elden, yo k, yok , onuncu elden . ' Yavaş yavaş kendine gelmeye başlayan Maurice, bunun çok ileri gitmek olduğunu söyledi . 'Sürekli olarak "Ben çok duyguluyumdur" diyo rsu n . ' 'Aksini düşünmen için neden var mı?' 'Belki ki mi şeyler konusunda çok duygulusun da, Kutsal Ü çlü;nün bunlardan biri olmadığı besbelli . ' 'N eymiş, peki? ' 'Rugby.' Maurice, bir kriz daha geçirdi. Elleri titredi ve kahveyi koltuğun kenarına döktü. 'Biraz haksızlık ediyorsun' dediğini işitti kendisinin. 'İnsanlara karşı da duygular besled iğim i söylemek nezaketini gösterebilird in hiç değilse. ' Durham şaşırdı , n e var ki ekledi. 'Neyse, Kutsal Üçl ü'ye hiç değer vermiyorsun , bu kesin .' 'Kutsal Ü çlü'nün tan rı belasını versin.' Durham bir kahkaha patlattı. Tamamen , tamamen. Ş imdi ö teki konumuza geçelim . ' 'Ben bunun b i r yararını göremiyorum, üstelik beynim korkunç - yani beynim korkunç ağrıyor demek istedim- bütün - bütün bunlardan bir yarar elde edemeyeceğiz. Kuşkusuz bunu da kanıtlayamayacağım - yani bir tanrının iç inde üç tanrı ve üç tanrının içinde tek bir tanrı olduğu meselesin i . Ne var ki , sen ne dersen de, bu, dünyada milyonlarca insana çok şey ifade ediyor ve bundan vazgeçmeyeceğiz. Çok yürekten inanıyoruz. 44

Tanrı iyidir. Asıl n o kta b u . N eden yan konulara sapmal ı ? ' ' O halde, yan konuda bu duyarlık neden ? ' 'Anlamad ım .' Durham Maurice'in dedikle rini , bir derleyip toparlad ı . 'E h , bütün hepsi birbirine bağlı . ' 'Demek ki, Ku tsal Ü çlü kuramı çuvallarsa olayın tümü geçersiz olacak.' 'Hiç ele deği l. Ben öyle düşünmüyorum.' lşler iyi gitmiyordu , beyni de gerçekten çatlayacak gibiyd i, terini sildikten sonra yeniden ter bastı. 'Kuşkusuz tam açıklayamayacağım, nasılsa rugby'den başka şeyden anlam ıyormuşum.' Durham , gelip koltuğu n kenarı na oturd u , eğleni yord u . 'D ikkat et, kahvenin içine girdi ko l u n . ' 'Allah kahrets in.' Du rham üstünü temizlerken, Maurice ayaklandı ve gid i p avluya baktı . Sanki orayı terk edeli yıllar geçmişti. D urham' la yalnız kalmak istemediğinden, yukarıya gelmeleri için birkaç kişiye seslendi. Alışılagel miş kahve sohbeti edildi , ne var ki onlar giderken, bu kez de Maurice'in canı kalmak isted i . Ku tsal Ü çlü konusunu yeniden a ç t ı . 'Bilinmezliklerle d o l u b i r k o n u ' ded i . 'Benim için hiç değil. Gene de gerçekten inananlara saygım sonsuzdur.' Maurice kendini rahatsız hissederek kalın esmer ellerine baktı. Kutsal Ü çlü gerçekten bilinmezliklerle mi doluydu onun için? Bu kurumla ilgili, kiliseye kabul töreni dışında , beş dakikacık olsun düşünmüş müydü? Ö teki çocukların odaya gelmesi biraz olsun kendini toparlamasını sağlamıştı ve duygusallığı bir kenara bırakarak, aklına bir göz attı. O da elleri gibi geldi kendine hizmete hazır, kuşkusuz, sağlıklı ve gelişmeye açık. Ama incelik yoktu ellerinde , bil inmezliklere ve daha bir sürü başka şeye dokunmamışlardı. Kalın ve esmerdiler. 45

'Benim düşüncem şu' , diye açıkladı neden sonra , 'Kutsal Ü çlü'ye inanmayabilirim, kabul, ama bütün bu konular b i r­ birine bağlı derken yanıldığım da bir gerçek. Bu nedenle Kutsal Ü çlü'ye inanmıyor olmam beni Hıristiyan olmaktan alı koy­ maz. ' 'Sen neye inanıyorsu n?' d iye sordu D u rham , hızını alamadan. 'Aslolanlara- temel şeylere.' ' Ö rneğin?' Alçak bir sesle 'lsa'nın bizi kurtarmak için geld iğine' dedi Maurice. Bu sözleri Kilisenin d ışında hiç konuşmamıştı v e heyecanlanıyordu. Ne var ki, buna da, Kutsal Ü çlü'ye ne denl i i nanıyorsa , o kadar inanıyordu ve Durham' ı n bunu keş fe­ deceğini biliyordu. Elindeki dizide en yüksek kağıt buyd u , a m a bu dizi k o z değildi v e Durham bu kağıdı sefil b i r ikil iyle bile alabilirdi. Durha m , sadece 'Dante , Kutsal Ü çlüye inanıyor' dedi v e kitaplığa giderek Cennet'in son bölümünü buldu. Maurice'e, birbirini kesen üç gökkuşağı çemberini ve bu kesişme nok­ talarında bir insan yüzünün gölgesinin gizli olduğunu okudu . Şi ir, Maurice'i sıkard ı , ama sonu na doğru haykı rdı. 'O yüz kiminmiş ?' 'Tanrının, anlamıyor musun?' 'Ama bu şiir bir düşün anlatımı değil mi?' Hail, kafası karışık bi riydi, Durham bu sorudan bir anlam çıkarmaya kalkmadığı gibi, Maurice'in o kulda gördüğü düşü ve bu düşte 'Bu senin arkadaşın' d iyen sesi düşündüğünü de bilemezdi. 'Dante, buna düş değil, dese dese uyanış derdi . ' 'Sen bu gibi şeyler i n doğru olduğuna inanıyor musun?' 'İnanç her zaman doğrud ur' diye yanıtladı Durham kitabı yerine koyarken, 'Doğrudur, ayrıca da yanılmazdır. Her insanın uğrunda ölebileceği birtakım inançları vardır. Büyüklerin ve 46

velilerin sana bunu defalarca söylemişlerd i r mutl a ka. Eğer gerçekten bir inancın varsa , bunu etinde, ruhunda d u yars ı n . Ç ı k ı p da y o k 'Ku tsal Ü çlü', y o k lsa'nın b izi kurtarmak için gelmesi gibi kl işeleri s a l i p d u r m a . ' 'Ku tsal Ü çlü'den vazgeçtim, ta mam . ' 'Ya lsa'nın bizi kurtarmak için gelmes i ? ' 'Ac ı masızsın' d e d i Maurice, 'aptalı n biri o l d uğumdan h e p haberim vardı, yeni bir haber değil bu. Risley v e şürekası senin için daha uygun , sen onlarla konuşsan daha iyi eders i n . ' Durham şaşaladı. Sonunda yanıt veremeyecek b i r d u ruma d üşmüştü . Maurice ayağını sürüyerek gi tmeye kalkınca karşı çıkmadan izin verdi . Ertesi gün yine b u luştular. Araları n da bir anlaşmazlık olmamış t ı , aniden irtifa ka­ zanmışlard ı , bir kez yükseldikten sonra da çok daha hızla yol aldıla r. Yine d in kon uştular. Maurice, lsa'nın bizi k urtarmaya geli ş i n i savunuyo rdu . Kaybe t t i . lsa'nın varlığı ya da o nu n iyiliği konusunda hiçbir şey b i l mediğini anladı v e böyle biri gerçe kten yaşad ıysa düpedüz pişman olacak hale geldi . Hırist i yanlığa antipatisi gelişti ve sonunda iyice d e rinleşti. On gün içinde kiliseye gitmekten vazgeçti, üç hafta sonunda da asmaya cüret edebil d iği tü m ayinleri asmaya başladı . Durham o nun bu hızı karşısında şaşkınlığa düştü . D oğrusu ikisi de şaşırmıştı ve hem kaybetmiş hem de tüm fikirlerinden vazgeçmiş olan Maurice de; aslında geçen yarıyıl başlattığı o girişimi kazanmakta olduğu ve başarıyla yürüttüğü yolunda garip b i r d uygu vardı içinde . Çünkü Durham artık ondan sıkılmıyordu . Onsuz yapa­ mıyordu ve günün her saatinde odasına çörekleniyor onunla tartışmak için can atıyordu . Onun gibi çekimser ve ille de tartışmacı olmayan biri için çok aykırı bir duru mdu b u . Maurice'in fikirlerine sürekli saldırma gerekçesi olarak da ' O kadar yoz fikirler ki seninkiler Hali; burada herkes daha saygın 47

biçimde inanır inanacağı n a' d iyordu . Acaba tüm gerç e k b u muydu? Yoksa yeni tavrının v e şiddetli putkırıcılığın ın ardında başka şeyler de mi vardı? Maurice'e göre vardı. Dışarıda n geri çekilmiş görü nen Maurice piyon olarak ileri sürd üğü 'dinse l inançlar'ını iyi ki yitirdiğini düşünüyordu ; onları ele geç irmek pahas ına, Durham, bü tün yüreğini açığa vurmuştu . Yarıyıl sonuna cloğru ,daha da nazik bir konuya değind i l e r . Dekanın çeviri derslerine giriyorlardı v e b i r gü n öğrencilerden biri sakin sakin okumayı sürdürürken , Bay Co rnwal li, sıradan , duygusuz bir tonda araya girdi 'Geçiniz: Yunan l ı ları n ağıza alın maz düşkünlüklerine bir gönderme . ' Dersten sonra , Durham , böylesine bir i kiyüzlülü k nedeniyle De kanı n ü n ­ vanının ger i alınması gerektiğini söyled i . Maurice gü ldü . 'Bence , bu düpedüz akademik ahlak gereğidir. Yunan l ı lar, ya da çoğu nluğu , bu tür eğilimler içindeydiler ve bu konuyu yok varsayma k Atina toplumunun temel öğelerinden b ir i n i görmezden gelmektir.' ' Ö yle mi?' "'Şölen " i okud u n mu ? ' Maurice o k u mamıştı v e Martialis' i keşfetmiş olduğu n u söylemek gereğin i d e duymadı. 'Her şey var o kitapta- bebelere gö re deği l k uşkusuz, ama kesinlikle oku malısı n. Bu tatilde o k u . ' O an içi n söylenenler bu kadardı, ama Maurice bir konudan şimdiye dek hiçbir canlıya söz etmediği bir ko nudan daha kurtulmuştu . Buna değinilebileceğini hiç aklına getirmemişti, ne var ki güneş altındaki avlunun ortasında, Durham bu konuyu açtığında , bir özgürlük esintisi dokundu geçti üze­ rinden.

48

8

Eve döndüğü nde , bir arkadaşı olduğu gerçeği aile bireylerinin beynine kazınıncaya değin, Durham'dan söz etti durdu . Ada , acaba filanca Miss Durham'ın erkek kardeşi mi diye merak ederken -yoo, olamazdı, o kız tek çocuktu- annesi de onu adı Cumberland olan bir din adamıyla karıştırıyo rdu . Maurice , derinden yaralanmıştı. Güçlü bir duygu ötekini harekete geçirir ya , evdeki kadın kısmına karşı güçlü bir antipati bes lemeye baş ladı . Şimdiye değin onlarla olan ilişkisi sığ fakat tu tarlı gitmişti , ama onun için dünyadaki her şeyden önemli olan kimsenin adının yanlış söylenmesi de doğrusu bağışlanır gibi değildi. Ev, her şeyi iğdiş ediyordu . Dinsizlik konusunda da durum aynı oldu. Kimse, beklediği kadar derinden etkilenmemişti. Gençliğin verdiği hamlıkla annesini bir kenar çekti ve ona, gerek kendisinin, gerekse kız kardeşlerinin d insel yargı larına her zaman saygılı olacağını, ancak kendi vicdanının artık kiliseye gitmesine izin ve rm e­ diğini açıkladı. Annesi , bunu büyü k bir talihsizli k olarak niteledi. 'Kızmam bekliyordum. Elimde değil, anneciğim. Ben buyum ve tartışmak da bir işe yaramayacak.' 'Zavallı baban . Kiliseye sürekli giderdi .' 'Ben babam değilim.' 'Morrie, Morrie, o ne biçim söz.' 'E, öyle ama' dedi Kitty, o kendine özgü hoppalığıyla 'An ne , lütfen, amaan.' 'Kitty, canım bana baksana sen' diye haykırdı Bayan Hail ; karşı çıkması gerektiğini hissed iyor, ama bir yandan ela oğlu na toz ko ndurmamak istiyordu . 'Biz senin duymaman gere ken konulardan söz ediyoruz, üstelik de yanılıyo rsu n, çünkü Maurice tıpkı babasının modeli-- Dr. Barry söyledi.' 49

'Eh , Dr. Bany de kiliseye gitmez' dedi Maurice, ailesine özgü o konudan konuya atlama alışkanlığı içind e . 'Son derece akıllı b i r adam' diye kestirip attı Bayan Hali . Mrs '

.

Barry de öyle .' Annelerinin dilinin sürçmesi , Ada ve Kitty'yi kahkahalara boğdu . Mrs . Barry'yi de adam sırasına katmasına gülmekten k ırıldılar ve Maurice)n dinsizliği de bu arada unutuldu. Paskalya' da Kutsal Pazar günü kiliseye gitmedi ve Du rham'ı n başına geldiği gibi, kavganın b u olay üzerine patlak vereceğini sandı. Ne var ki kimse oralı olmadı; artık taşra da Hıristiyanl ığın vecibelerini tam olarak yerine getirmiyor. Bu, onu tiksind ird i ve topluma ye ni b i r gözle bakmaya zorlad ı. Ö y les ine ahl a klı ve duyarlı geçinen to plum, acaba hiçbir şeye aldırm ıyo r muydu? Du rham'a sık sık yazdı -duyguların ı i nce ince aç ı k lamaya çalışan özenle yazılmış uzu n mektuplar. Bunlar Du rham'a pek bir şey demedi ve bunu da belirtti. Onun yanı tla rı da ay11 1 ölçüde uzundu. Maurice onları ceb inden hiç eksik etmed i, giysi değiştirdiğinde onları da cepten cebe aktarır, ha t ta ya­ tarken bile pijamasına iğnelerdi. Uyandığı nda onlara dokunur ve sokak lambas ı n ı n yansı malarını seyrederken küçük bi r çocu kken çektiği ac ıları a nımsardı . G ladys Olcott olay ı .

Miss Olco tt s ı k görüşmedikleri aile dostları ndan biriyd i . Bir zamanlar Bayan Hail v e Ada'ya b i r iyiliği dokunmuştu ve şimdi de onların çağrısı üzerine burada bulun uyord u . Se­ vimliydi- en azından kadınlar onu öyle buluyordu ve eve gelen erkekler, evin küçük beyine ne şanslı bir köpoğlusu olduğu nu söylüyorlardı. Gülüşüldü, ilk bakışta kızla hiç ilgilenmeye n Maurice, sonraları ilgilenmeye başladı. Kendisi her ne kadar farkında değilse de, Maurice, ç e k i c i bir delikanlı o l muştu . Sürekl i beden eğitimi, hantal lı ğ ı n ı 50

yumuşatmış tı. Ağır ama atikti , yüzü de bedeni kadar çeki­ c iydi. Bayan Hall , bunu bıyığına bağlardı - 'Maurice'i Maurice yapan bıyığı olacak'- sandığından da yerinde bir saptamaydı bu. Yüzü nü derleyip toparlayan ve güldüğünde dişlerini ortaya çı karan bıyığıydı; giyd iklerini de yakış tırıyo rd u : Du rham'ın önerisi üzerine flanel pantolo ndan şaşmıyo rd u , pazarları bile. Miss Olco tL'a güleryüz gösterdi - e , terbiye bunu gerekti­ riyo rdu. O da karşılık verdi . Kaslarını o nun hizmetine ada­ yarak, onu yolcu taşıyacak yeri olan yeni motosikletiyle gezdirdi. Ayaklarının dibine uzandı. Sigara içtiğini öğrenince yemekten sonra kendisiyle odada kalarak, iki gözünün ara­ sındaki no ktaya bakması için ikna etti. Mavi duman titreşt i , tel tel ayrıldı, çözülüp gidiveren duvarlar çekti a ralarına ; Maurice' in d üşünceleri de içeriye temiz hava girsin, d i ye pencere aç ılana kadar, onunla birlikte yolculuğa çıktı. Kız hoşn uttu ; ailesi, hizmetkarları, herkesi sarmıştı bu iş ; Maurice daha da ileri gitmeye karar verdi . Birden her şey tersine döndü . Kıza illifatlar yağdırıp saçların, şuran buran ne can alıcı gibisinden laflar etti. Kız onu dur­ d urmaya çalıştı. N e var ki Maurice aldırmad ı ve kızı sini r­ lendirdiğini fark edemedi. Kızların, kendilerine iltifat ed e n erkeklere engel olmaya çalışır gö ründüklerin i b i r yerde okumuştu . Bir an yanından ayrıl madı . Son gününde bi rlikte dolaşma önerisini geri çevirince, zorba erkek rolüne büründü. Konuğu sayılırdı, bu nedenle gitmemek o lmazd ı , gi tti de; Mau rice, onu romantik buld uğu bir yere götürdü ve onun küçük elini kendi elinin içinde sıktı . Miss Olcott, el ele tutuşmaktan hoşlanmaz değildi. Başkaları bunu yapmıştı ve nasıl yapılacağını bildiği sürece Mau rice' in de yapmasında bir sakınca yoktu . N e var ki, biliyordu , yan l ı ş olan b i r şeyler vardı. Maurice'in elini tutuşundan tiksiniyordu. Sanki bir cesetin eliydi onun eli. Ayağa fırlayarak, 'Bay Hal i , 51

saçmalamayın diyorum size. Saçmalamayın diyoru m , ve çok ciddiyim. Saçmalamayı sürdüresiniz diye söylemiyorum bunu' dedi. 'Miss Olcott -Gladys- siz i incitmektense ölmeyi yeğlerim' diye kükredi oğlan , zevahiri kurtarmaya çalışarak. 'Trenle dönmek zoru ndayım' dedi kız. 'Buna zorunluyu m , kusura bakmayın.' Eve Maurice'den ö'nce vardı, başağrısı ve gözlerine kaçan toz gibilerinden makul bir bahane uydurdu ama evdekiler ters bir durum o lduğu � m anlamışlardı. Bu serüven dışında tatil i iyi geçti. Ö ğretmeninden çok ar­ kadaşının önerileri doğrultusunda ki taplar okudu ve artık olgunlaştığını birkaç yönden belli etti. Kendi isteği üzerine , annesi Howell'ların işine son verdi ve at arabası nın yerine motorlu taşıt satın ald ı. Herkes , Howell'lar da dahil etkilendi. Babasının eski ortağı ile de ilişki kurdu. Parası ve işe yatkınlığı vardı ve Cambridge'i bitirdiğinde şirkete vasıfsız katip olarak girmesi kararlaştırıldı: Hill ve Hal i , Borsa lşleri. Mauricc , lngiltere'nin ona hazırladığı rahat köşec iğe adımını a tıyor­ du.

9

Bir önceki yarıyılda, ruhen o lağandışı b i r düzeye e rişmişti ama tatil onu yen iden okulluluğa geri çekti . Daha az ilgi liyd i , yine kendinden beklend iğini sand ığı biçimde davramyorc l u . hayal gücünden payın ı almamış biri için zorlu b i r sınav . Tümüyle karışmış o lmasa bile , aklı zaman zaman bulutla n ı­ yordu ve Miss Olcott o layı geçmişte kalmasına karşın , onu kıza i ten içtensizl ik hala yeri ndeydi . B u na nede n ailes iyd i . Onların kendisinden daha güçlü o ldukları v e kend is i n i bir hayli etkiledikleri gerçeğini daha tam kavrayamamıştı. Onları n ,

52

yanında geçen üç hafta Maurice'i her b akımdan düzensiz, dağınık ve muzaffer kılmıştı; ne var ki genelde yenik düşmüştü. Düşünce ve konuşma biçimi bile annesinin ya da Ada'n ınkine b enzeyerek geri dönmüştü . Durham dönene dek kaybet tiklerinin farkında olmad ı . Durham rahatsızlanmıştı, birkaç gün gecikti. Her zamankinden daha solgun olan yüzü kapıda belirdiğinde, Maurice'in içinden bir umutsuzluk sızısı geldi geçti ve geçen yarıyıl nerede kal­ dıkla rını anımsamaya ve kalkıştığı girişimin iplerini topar­ lamaya çalıştı. Kendini laçka ve eylemden ü rker hissetti. En kötü yanı ortaya çıktı ve rahatlığı sevince yeğlemesi için dürttü onu. 'Selam, moruk' dedi beceriksizce. Durham konuşmadan içeri girdi. 'Bi r şey mi var?' 'Hiçbir şey' ; Maurice aralarında bir şeyin koptuğunu fark etti. Geçen yarıyıl olsa, bu sessiz gi rişi anlardı. 'Neyse, çök bir yere . ' Durham o ndan uzakça b i r yere o tu rdu . Ö ğle sonuydu . Mayıs dönemini n , çiçek açmış Cambridge'i n kokuları pancereden içeriye süzülüyo r ve Maurice'e 'Sen bize layık değilsin' diyordu. Çokluk ö l üydü , burada yabancıydı , her­ keslerin arasında sersem gibiydi . Ne burada işi vard ı , ne de böyle bir arkadaşla. 'Bak , ne diyeceğim, Durham-' Du rham yaklaştı. Maurice elini uzattı ve onun başının eline yaslandığını hissetti. Ne diyeceğini unutmuştu . Seslerle ko­ kular fısıldadı; 'Sen bizsin, biz gençliğiz . ' Oldukça yumuşak bir biçimde elini Durham'ın saçının üzerinde dolaştırdı. Sanki onun beynini okşamak istercesine parmaklarını saçlarından geçirdi. 'D inle, Dur ham, tatilde iyi miydin?' 'Sen?' 53

'Hayır.' 'Ama öyle yazmıyordun . ' 'Değildim.' Dile getirdiği gerçek , sesinin titremesine yol açtı . 'Boktan bir tatildi, unutmak istiyorum' derken ne kadar sürede unutabileceğini merak etti. Kuşkusu yoktu o sis yeniden çö kecekti; mutsuz bir iç geçirmeyle Durham'ın başını dizine doğru çekti -sanki temiz bir yaşam için bir tılsımdı bu baş­ şakağından boğazına kadar okşamaya başladı. Sonra her iki elini de çekti , iki yanına bıraktı ve iç çekmeyi sürdürdü. 'Hall.' Maurice baktı. 'Bir sıkıntın mı var? ' Okşadı ve elini yeniden geri çekti. Bir arkadaşı olduğu kadar, bir arkadaşı olmadığı da kesind i . ' O kızla m ı ilgili?' 'Hayır.' 'Onu sevdiğini yazmıştın. ' 'Sevmemiştim- sevmiyorum.' Daha derin iç çekişler koptu. Boğazında düğümlenerek inleme gibi çıkıyordu. Başı geriye düştü , hem Durham'ın dizine yaptığı basıncı, hem de Durham'ın onun yoğun ıstı rab ını izlediğini unuttu. Çarpılmış ağzı ve acılı gözleriyle tavanı seyre daldı ; insanoğlunun , cennetten yardım görmeksizin acı ve yalnızlık çekmek için yaratıldığı dışında başka bir şey düşü­ nemiyordu . Bu kez Durham ona uzanıp, saçlarını okşadı. Birbirlerine sarıldılar. Bir süre göğüs göğüse yattılar, birinin başı ötekinin omuzundaydı , ne var ki yanakları birleştiğinde d ışarıdan birileri 'Hali' diye seslendi , o da yanı t verdi: i nsanlar onu ne zaman çağırsa kesinkes yanıt verirdi. lkisi de yerlerinden fırladılar. Durham şöminenin mermerine koşarak başını koluna dayayıp durdu. Çaya gelmişlerdi. Maurice onlara çayın yerin i 'i -1

gösterd i, sonra kendini onların sohbetinin içinde buldu v e arkadaşının gidişini yarım yamalak fark etti . Kend i kendine, sıradan ama çok duygusal bir konuşma oldu, dedi ve bir sonraki karşı laşmal arı için gönülsüz hissetti kendi ni. Bu karşılaşma kısa sürede gerçekleşti. Yemekten so nra altı yedi kişiyle tiyatroya gitmek üzereyken Durham seslend i . Tatilde 'Şölen'i okuduğunu biliyordum' ded i alçak sesle. Maurice tedirgin oldu. 'O halde anlıyorsun -çok bir şey söylemem gerekmez' 'N e demek istiyo rsun?' Durham daha çok bekleyemedi, çevreleri insan doluyd u , a m a gitgide mavileşen gözlerle adeta fısıldadı. 'Seni seviyo­ run1.' Maurice aptallaştı, dehşet içinde kaldı. Taşralı ruhunun en derinlerine kadar afallamıştı, haykırdı. 'Saçmalama ! ' Sözcükler ve söyleyiş biçimi kendiliğinden çıkmıştı. 'Durham sen bir lngilizsin . Ben de. Saçma sapan konuşma. Alınmadım, çünkü b iliyorum k i istemeyerek söyledin , ne var ki kesinlikle had­ dimiz olmayan tek konu ve işlenebilecek en büyük suç b u ; b i r daha sakın b u konudan s ö z etmemelisin ! Durh a m , aman tanrım ne yoz bir düşünce-' Ama arkadaşı gitmişti , hiçbir şey söylemeden gitmişti , avluyu adeta uçarak geçmişti, kapısını çarparken çıkan gürültü baharın sesleri arasından duyuldu .

10

Maurice'inki gibi ağırkanlı yaradılışlar duyarsız görünür, çünkü hissetmeleri için bile zamana gereksinimleri vardır. İçgüdüleri , , iyilik ya da kötülük yönünde hiçbir şey olmadığını varsaymaya yatkındı r ve istilacılara direnir. Ele geçirilince , içte n likle hissederler ve aşktaki duygu lanmaları özellikle derind i r. S5

Zaman tanınırsa mu tluluk duyup onu paylaşmayı bilirler; zaman tanınırsa, cehennemin dibine dek batabilirler. Böylece ıstırabı önce hafif bir pişmanlık şeklinde başladı; uykusuz geceler ve yalnız günler bunu güçlendird i , Maurice'i iyice tüketen bir cinnete dönüştürdü. Bedenin de ruhun da kaynağı o lan o köke ve gizlemeye alıştığı 'Ben'e ine ne dek içe doğru gelişti ve sonunda somutlaşınca gücü iki katına çıkıp i nsan­ üstülüğe yöneldi. Bu, sevinç de olabilirdi. İçinde yeni dünyalar fışkırdı ve yıkıntılarının uçsuz bucaksızlığından içinde yitirilen nice hazlar ve birleşmeler gö rdü . lki gün boyunca konuşmadılar. Durham'a kalsa bu süreyi uzatırdı, ne var ki çoğu arkadaşları ortaktı ve karşılaşmamaları o lanaksızdı. Böyle olunca , Maurice'e çok soğuk bir not gö n­ dererek, toplum içinde sanki hiçbir şey olmamış gibi dav­ ranmalarının daha doğru o lacağını belirtti. Ardından ekled i. 'Suçluluğa varan marazlı davranışımdan kimseye söz etmezsen minnettar kalacağım. Söylediğim şeyi ilk duyduğunda gös­ terdiğin sağduyuyu , kuşkum yok ki, bunu örtbas etmekte ele göstereceksin. ' Maurice yanı tlamadı notu , tatilde aldığı mektupların arasına koydu ve sonra da hepsini yaktı. Istırabının doruk noktasına geldiğini sandı. Ama her türlü gerçekliğin olduğu gib i acı çekmenin de acemisiydi . Daha karşılaşacaklardı. İkinci gün akşama doğru kendilerini tenisde aynı dörtlünün içinde buldular ve acı katlanılmaz boyutlara ulaştı. Ayakta duracak ve ilerisini görebi lecek durumda değildi , Durham' ın servisini karşıladığında top kolunda nab ız gibi atıyordu . Sonraki oyunda eşleştiler; bir keresinde çar­ pıştılar, Durham gözlerini kırpıştırdı ama eskisi gibi gülmeyi d e başardı. Dahası, Maurice'in motosikletinde okula geri dönmesi'uygun görüldü. Yandaki yolcu ko l tuğuna hiç i tiraz e tmeden bi ndi. lki gecedir uyumamış olan Maurice, arabayı bir yan yola soktu ve son hızla gitmeye başladı. Ö nde , kızlarla dolu bir araç vard ı . 56

Doğru onların üstüne sürdü , ama kızlar çığlık atınca frene basarak büyük bir kazayı önledi. Durham ağzını aç madı . Notunda da belirttiği gibi yalnızca başkalarının yanında iken ko nuşuyordu . Aralarındaki diğer tüm diyalog bitmişti. O akşam Maurice her zamanki gibi yattı. N e var ki başını yastığa koyar koymaz gözyaşları sel gibi akmaya başladı. Dehşete düşmüştü. Ağlayan bir erke k ! Fetherstonhaugh işitebilirdi. Çarşafın içine gömülerek ağladı, sonra boşluğu öperek yerinden fırladı, kaldırdı kafasını duvara vurdu ! tabak çanak kırd ı . Biri merdivenden çıkıyordu . Birden sustu ve adımlar geçene d eğin bekledi. Bir mum yakarak yırtık pija­ malarını ve elinin ayağının titreyişini şaşkınlık içinde seyretti. Ağlamasını sürdürdü , kendini tutamıyordu , ancak özyıkı m anı geçmişti ve yatağın ı yeniden düzelterek uzandı. Gözlerini açtığında , hademeyi hasarı temizlerken buldu. Hademenin de olaya dahil olması Maurice'e garip ge l d i . Adamın bir şey­ lerden kuşkulanıp kuşkulanmadığını merak etti, sonra yeniden uyudu . İkinci uyanışında yerde mektuplar buldu -biri , 'reşi t' olacağı yaşgününde verilecek kabulle ilgili olarak büyükbabası yaşlı Mr. Grace'den geliyordu, bir diğeri Dekanın birinin karısı tarafından gönderil miş öğle yemeği çağrısıydı (Bay Durham da geliyor, sıkılmayacağınızı sanıyo rum) , sonuncusu ise Ada'nın Gladys Olcott'tan söz eden mektubuydu. Bir kere daha uykuya daldı. Çılgınlık herkesin yapabi leceği şey değildir, ne var ki Maurice'in ki, bulutları paramparça eden yıldırımlar gibiydi. Fırtına , sandığı gibi, üç gündür değil, tam altı yıldır patlamayı bekliyordu. Hiçbir gözü n içerisine dalamayacağı bulanık­ lıklarda demlenmiş ve içinde bulunduğu çevre de o nu yo­ ğunlaştırmıştı. Sonunda patlak vermişti, ama kendisi ö l m e­ mişti. Dört bir yanını günışığı sarmıştı, gençliği gölgeleyen dağın üstünde durdu , gördü . Günün büyük bölümünde gözleri açık oturdu; sanki ardında 57

bıraktığı Vadi'ye bakıyordu. Her şey o denli apaçıktı ki şimd i . Yalan söylemişti . Kendisi 'yalan la beslenmek' diyord u , ama delikanlı lığın doğal gıdasıdır yalan lar, o ise oburca yemişti. ilk kararı , gelecekte daha dikkatli davranmak ol d u . Doğru yaşayacaktı. Oyunun raconu açısından , yoksa , kimseye aldırış ettiğinden değil. Kendisini bu den li aldat­ mayacaktı. Kadınlarla ilgiliymiş gibi yapmayacaktı -ası l s ın av da buydu- onu çeken tek cins kendi cinsiydi çünkü. Erkekleri seviyordu ve hep onları sevmişti. Onlara sarılmak ve kend i varlığını onlarla özdeşleştirmek istiyordu . Kendi aşkına yanı ı veren erkeği yitirdiği şu an, bunu itiraf ediyo rdu .

11

Bu krizi atlattığında Maurice erkek olmuştu. Şu ana dek -eğe r insanoğulları böyle ölçüye vurulabilirse- kimsenin şe fkatine mazhar olmamıştı, aksine, en başta kendine ka rşı öyle o lduğu için başkalarına karşı da resm i, sığ ve ikiyüzl üydü. Şimdi ise verecek çok değerli bir armağanı vardı. Delikan lılığı süresince atbaşı giden idealizm ve acımasızlık sonunda b irleşmiş ve aşkla sarmaş dolaş olmuşlard ı. Böyle bir aşkı belki kimse isteme­ yebilird i , ne var ki o bundan utanç duymayacak tı , çünkü bu 'o'yclu, ne ya beden ya ela ruh , ne ele hem beden hem ru h , sal t her ikisinde ele var olan 'o'yclu. Hala acı çekiyo rdu , ancak başka yönlerden bir zafer de kazanmıştı. Ac ı , ona insan yargı larını n gerisinde bir köşecik sunmuştu , ki isted iğinde b u raya çek i ­ lebilirdi. Hala öğreneceği çok şey vardı ve varlığındaki kimi uçu­ rumları keşfetmesi (ki yeterince korkunçtu bunlar) yıllarını alacaktı . Ancak, artık yön temi bulmuştu ve kuma yaz ı l mış yazılardan anlam çıkarma dönemi geride kalmıştı. Mutluluk için belki çok geç bir uyanıştı onun kis i , ama güçlenmek i ç i n 5R

geç değildi, yurtsuz ancak tam donatılmış bir savaşçı gibi haşin bir sevinç duyuyordu . Yarıyıl ilerledikçe Durham'la konuşmaya karar verdi. Çok geç keşfettiği için sözcüklere aşırı değer veriyord u . Sözcükler sorunu çözümleyebilecekse, neden hem kend i acı çeksin hem de arkadaşına acı çektirsindi? 'Seni, senin beni sevdiğin gibi seviyorum' dediğini, Durham'ın da 'Gerçekten mi? O halde seni bağışlıyorum' d iye karşılık verdiğini duyar gibi oldu v e gençliğin verdiği aziml e böyle bir konuşmanın gerçekleş­ mesinin güç olmayacağım düşündü, ne var ki bunun mutluluğa yol açabileceğinden kuşkulu olduğu sonucuna vardı. Bi rkaç kez yaklaşmak istedi, kimi kendi utangaçlığı, kimi d e D u r­ ham'mki yüzünden bu ataklar sonuç vermedi. G ittiğinde, ya kapının önünde insanlar o luyordu ya da içeride. D iğe r in­ san larla birlikte iken, onlar kalkarken Durham da kalkıyord u . Onu yemeğe çağırdı- gelmed i ; tenis alan ına arabasıyla gö­ türmek istedi, geri çevirme gerekçesi hazırdı. Okul avlusunda karşı laştıklarında bile, Durham, sanki bir şeyler unutmuş gibi yapar ve koşarak yanından uzaklaşırd ı . Arkadaşla rının bu değişikliğin farkına varamaması onu şaşırtıyordu, ne var ki o yaştakilerin pek azı iyi gözlemc idir -kendi hesaplaşmala rı nı daha tamaınlayamadıklarından- ve Durham'ın Hali ile olan balayına son verdiği yolunda yorum yapan da öğretmenlerden biri oldu. Maurice, her ikisinin de üyesi oldukları münazara kol u nun bir toplantısı sonrası aradığı fırsatı buldu . Durham tezin in gerektirdiği yoğun çalışmayı öne sürerek istifasını sunmuştu, ancak kendi payına düşen ev sahipliğini yerine getirmek is­ tediğinden kendi odasında toplanmalarını rica etmişti . Bu ona yakışır bir davranıştı, kimseye bo rçlu kalmak istemezd i . Maurice de gitti v e orada yavan bir akşam geçirdi. E v sahib i de içlerinde olmak üzere herkes temiz hava almaya çıktığında o kaldı ve bu odaya ilk geldiği geceyi anımsadı ve geçmişin 59

geri gelip gelemeyeceğini düşündü . Durham odaya döndüğünde odadakinin kim olduğunu önce göremedi. Sonra , o nu yok sayarak , yatmadan önce o rtalığ ı toplamaya girişti. 'Acımasızca katısın' diye patladı Maurice, 'bir insanın ka­ fasının karmakarışık olmasının ne demek olduğunu bilmemen seni çok katı yapıyor.' Durham dinlemek istmediğini belirten b i r b içimde baş ı n ı salladı . O denli sağlıkS\Z görünüyordu ki, Maurice ona sarılmak için delice bir istek duydu . 'Benden kaçacak yerde, bana bir şans tanıyabilirsin- sadece konuşmak istiyorum. ' 'Bütün gece konuştuk ya . ' '" Şölen"den söz etmek istiyorum, eski Yunanlı lardan . ' 'Aman Hall , bu kadar salak olma -senle yalnız kalman ın beni üzdüğünü bilmelisin. Hayır, lütfen yine bu konuyu açma. Bitti. Bitti.' Ö teki odaya geçerek soyunmaya başladı. 'Kabalığımı bağışla , konuşamam işte- şu üç haftadır sinir namına bir şey kalmadı .' 'Bende de' diye haykırdı Maurice. 'Zavallı, zavallı çocuk ! ' 'Durham, cehennemde gibiyim.' 'Korkma , çıkarsın. Seninki tiksinti cehennemi . U tanacak bir şey yapmadın k i , gerçek cehennemin ne o lduğunu bile­ sin.' Maurice , acıyla inledi. Aralarındaki kapıyı kapamak üzere olan Durham 'Pekala, istiyorsan konuşalım. Derdin ne? Bir şey için özür dilemek ister gibisin. N eden? Sanki sana si nir­ lenmişim gibi davranıyorsun. Sen ne yaptın ki? Baştan sona düpedüz dürü s t davrandın' dedi . Maurice boşu boşuna itiraz etmeye çalıştı. 'O denli dürüst ki, senin normal arkadaşlığını yanlış anladım. Bana o denli iyi davrandın ki , özellikle odana geldiğim o öğle

sonrası- başka şeyler var sandım. Anlatamam , çok çok üz­ günüm. Senle tanıştığımda yaptığımın aksine , ki tapların ve müziğin dışına çıkmamalıydım. Sana verebileceğim olsa olsa gerçekten çok içten b i r özür dileme olabilir. Sana hakaret ettiğim için, inan, sonsuz pişmanım.' Sesi güçsüz ama pürüzsüzdü , yüzü de kılıç gibi keskin: Maurice aşk üzerine yararsız kelimeler savurdu. 'Galiba hepsi bu. Bir an önce evlen ve unut.' 'Durham , seni seviyorum.' Acı acı güldü. 'Seviyorum- hep sevdim-' 'lyi geceler, iyi geceler.' 'Sana söylüyorum- bunu söylemeye geldim sana. Senin üslubunda- her zaman Yunanlılar gibiyim , ama farkında değildim.' 'Dediğini biraz daha aç.' Sözcükler Maurice'i birden terk etti. Konuşması istendiğinde hep dili tutulurdu. 'Hall , çirkinleşme.' Elini kaldırıp , Maurice'in attığı çığlığı savuşturdu . 'ben i tesell i etmek istemen senin gibi dürüst bi­ rinden beklenen davranış , ama lütfen tadında bırak, benim de yutmayacağını bazı şeyler var.' 'Çirkinleşmiyorum-' 'Bel ki öyle dememeliydim. Beni rahat bırak. Senin eline düştüğüm için şükrediyorum . Çoğu kişi , beni ya d ekana , ya da polise bildirird i. ' 'Canın cehenneme, sen b una müstahaksın' diye bağırdı Maurice , bahçeye çıktı ve çarpılan d ış kapının gü rül tüsünü bir kez daha duydu. ilk geceyi andıran -çiseleyen yağmur ve belli belirsiz yıldızlar- bir geceyd i ; yine köprünün üstünde durdu. Köpürüyordu. Ne kendisininkine hiç benzemeyen üç haftalık işkenceyi ne ele biri tarafından zerkedilen zehirin başkası üzerindeki değişik etkisini hoşgörebi liyo rd u. Arka61

daşını bıraktığı gibi bulamamak hiddetlendirmişti onu. Saat ani kiyi, biri , ikiyi vurdu ; söylenecek hiçbir şeyin o lmadığın ı ve sözcüklerin tükendiği şu anda, neler söyleyebileceğini tasarlıyordu hala . Sonra, o vahşi, cüretkar, yağmurdan iliklerine değin ıslanmış bir halde, şafağın ilk ışıklarıyla birlikte Durham'ın odasının penceresini gördü , yüreği yeniden canlandı ve içi parçaland ı . 'Seviyor ve seviliyorsun' diyordu. Avluya şöyle bir göz gezdirdi. 'Sen güçlüsün, o ise güçsüz ve yalnız' diyordu. Yapması ge­ rekeni kavramanın dehşeti içinde , pencere tirizlerinden birine yapıştı ve sıçradı. 'Maurice-' Çıktığında düşlerden gelen bir ses ona adıyla seslendi . Yüreğinden tüm şiddet y o k oldu v e onun yerine hayalinde bile göremediği bir saflık gelip yerleşti. Arkadaşı onu çağınnıştı. Bir an için büyülenmiş gibi durdu, so nra bu yeni duygu sözc üklere dönüştü ve ellerini sevecenlikle yastığı n üzerine koyarak 'Clive ! ' diye karşılık verdi o na.

62

il .

BÖLÜM

12

Clive, ilk gençliğinde bocalamaktan ç o k a z nasibini almıştı . Bunun yerine, doğru v e yanlışı ç o k iyi değerlendiren hilesiz akl ı , ona lanetlendiği inancını aşılamıştı. Yürekten dindar ve Tanrıya ulaşmak ve 'o'nu memnun etmek arzusuyla dolu olan Clive, yolunu erken yaşta o ö teki tutkuyla kesişir bulmuştu -besbelli Sodom'dan kaynaklanan o tutku . Bunun ne oldu­ ğundan hiç kuşkusu yoktu: Maurice'inkinden daha yekpare olan duygusu ne zalimce olanla ideal olan d iye öyle ikiye ayrılmıştı , ne de ikisi arasında köprü kurmak için yıllarını harcamıştı. İçinde Sodanı kentini yo k eden o dürtü vardı. Bu hiçbir zaman şehvete dönüşmemeliydi , peki ama neden onca Hı ristiyan arasından kendisi cezalandırılıyordu? Ö nceleri , Tanrının kendisini sınadığına inandı ve karşı gel mezse, Eyüp gibi ödüllendirileceğini düşündü . Bu nedenle başını eğdi, perhize girdi ve meyledebileceğini hissettiği ki­ şilerden uzak durd u . O n altıncı yaşı bi tmez tüken mez bir işkenceydi. Kimseye derdini açamadı, sonunda buhran geçird i 65

ve okuldan ayrılmak zorunda kaldf. Nekahet devresinde, genç ve evli bir erkek olan kuzenine aşık oldu. Durum ümitsizdi, lanetlenmişti. Bu dehşet Maurice'e de musallat olmuştu , ama belli belirsiz: ne var ki Clive için bu kesin, sürekli bir d ehşetti , kilisede ki şarap ve ekmek ayininin dehşeti kadar ısrarcıydı. Kendindek i hayvaniliği dizgin lemesine rağmen, konuda hiç yanılmıyord u. Bedenini d enetleyebilird i ; dualarıyla a lay e d en lekeli ru­ huyd u . Her zaman okuyan , edeb iyatla ilgil i biriydi v e İncil' i n onda uyandırdığı ko rku ları yatıştıran Platon oldu. Onun Phaed­ rus'unu ilk okuyuşunda duyduğu heyecanı asla unutamıyordu. Orada kendi hastalığı dört başı mamur biçimde ve sükünetl e , diğer t ü m tutkular gibi, insanı iyiye y a d a kö tüye yönlendi­ rilebi lecek bir tutku olarak tarif ediliyordu . Eserde , şehvete davetiye çıkarılmıyord u. Ö nceleri talihine inanamadı, bir yan lış anlama o labileceğin i ve kend isi ile Platon'un farkl ı şeyler kastettiğini sandı. Sonra bu ılımlı doğatanrıcının gerçe kten onun derdinden söz ettiğini kavra d ı ve l ncil'e ka rşı gelerek değil de, onun yanından geçerek, hayat i ç i n yeni bir rehber önerdiğini gördü. 'Elimde olanla yapılabileceğ i n e n iyis i n i yapmak.' Onu ezmek, boşu boşuna aslında başka bir şey o l ­ duğunu ummak değil de, gerek Tanrıyı, gerekse İnsanı rahatsız etmeden beslemek onu. N e var ki, H ı ristiyanlığı terk etmek zo rundaydı: Davra­ nışlarına , ne olmaları gerektiğini değil de, ne o ldukların ı d ayanak alanlar, sonuçta dini kesinlikle terk etmek zoru n ­ dadırlar v e dahası, Clive'ın mizacı ile o din arasında dünyayla ilgili bir ihtilaf vard ı . Aklı başında hiçbir kişi bu ikisini bağ­ daştıramazdı. Geçe rli formülle söylemek gerekirse , bu mizaç 'Hıristiyanlar arasında sözü edilemeyecek' bir konuydu ve bir. efsaneye göre bunu paylaşan herkes, Hazreti lsa'nın doğduğu günün sabahı ölmüştü. Clive esef ediyordu. Eşraf ve hukukçu 66

bir aileden geliyordu , hepsi de iyi ve yetenekli insanlardı ve kendi de bu gelenekten sapmak istemiyordu. Hıristiyanlığın, az da olsa, kendisiyle uzlaşmasını diliyo r ve destek bulmak için Kutsal Kitabı karıştırıyo rdu. Davut ve J o nathan vardı; hatta 'lsa'nın aş ı k olduğu havarisi' bile vardı. N e yazık ki , kilisenin yo rumu al eyhindeyd i; ruhunu sakatlamadan sükun bulamayacağını anlad ı ve yıldan yıla Yunan ve Latin edebiyatın a sığın maya başlad ı On sekiz yaşındayken hadd inden fazla .

olgu nl a şmışt ı ve kendini, onu cezbeden b iriyl e rahatça ar­ kadaşlık ku r ab i lecek kadar denetleyebiliyordu . Koyu so fu l uğun yerini uyum almıştı . Cambridge'cle diğer öğren c il e r e karşı sevecen d uygular gel i ş t i rd i ve o güne kadar gri olan yaşamı , tatl ı tonlarla hafiften renklenmeye başladı. Sakı nı mlı ve akıllıca yol almaya koyuld u . Sakınımında e n küçük bir hesapl ılık ela yoktu. Doğru bulduğu takdirde daha da ileri gi tmeye hazırdı İkinci yıl ında 'o biçim' Risley'le tanıştı, Clive kendisine gayet özgürce s u nulan güvene karşılık vermediği gib i , Risley ve taifesi nden de çok hoşlanmadı , ama uyarılmıştı. Kendi tü­ ründen daha başkalarının da olmasından hoşnuttu ve onların açıksözlül üğü Clive'a, annesine agnostik gö rüşlerini an lat­ makta güç verdi; ona ancak bu kadarını anlatabilirdi. Dünyev i bir kadın olan Bayan Durham, fazla tepki göstermed i . Asıl huzursuzluk N oel'de başgösterdi. Yö redeki tek eşraf ailesi olduklarından , Durham ailes i , dini vecibelerini ayrı bir bö­ lümde yerine getirirlerdi; bütün köy halkının bakışları altında , kızları ve kendisinin ortalarında Clive olmaksızın diz çökmeleri " kadını mü thiş utandı rdı ve ö fkelendirdi . Kavga ettiler. An­ nesinin ne olduğunu o rada a nladı- içi kurumuş, anlayışsız , boş- ve bu düş kırıklığı içinde kendini yoğun bir biçimde Hall'u ­

.

düşünür buldu . Hali: oldukça hoşlandığı birkaç erkekten biriydi. Evet, onun da annesi ve iki kız kardeşi vardı, ama aralarındaki bağın yalnız 67

bu olduğunu iddia etmeyecek kadar aklıbaşında biriydi Clive. Sandığından daha çok hoşlanıyor olmalıydı Hall'den- biraz da aşıktı galiba. Karşılaşır karşılaşmaz da, kendisini o na iyice yakınlaştıran bir duygu seline kapıldı. Hall burjuvaydı, tam anlamıyla incelikten yoksun ve aptal ­ dı- sırdaşların en kötüsü . Yine de, onun Chapman'ı kovma­ sından son derece etkilendiğinden, ailevi sorunlarını ona açtı. Hall onu iğnelemeye başlayınca bayıldı buna. Diğerleri , Clive' ı ağırbaşlı bulduklarından, araya bir uzaklık koymuşlardı , o ise güçlü ve yakışıklı birinin o nu itip kakmasından hoşlanmıştı . Saçını okşaması da çok hoştu : odada ikisinin de yüzleri sil i ­ ni rdi : yanağı Hall'un flanel pantalonuna değene kadar geriye yaslanır ve ondan gelen ılıklığı hissederdi Bu durum larda kendini hayale kaptırmazdı. Elde ettiği hazzın ne tür bir şey olduğunu bilerek,onu dürüstçe elde ederdi, bunun her i kisine de bir zarar getirmeyeceği nden emin o larak. Hall yalnız ka­ dınlardan hoşlanan biriydi- bu bir bakışta anlaşılıyo rdu. Yarıyıl sonuna yaklaşırlarken, Hall'un yüzüne garip ve güzel bir ifade gel diğini fark etti . Bu , arada bir oluyord u, ç o k i ç te n içe ve derinlerde bir yerdeydi; ilk kez dinbilim konusunda ağız dalaşı ederlerken fark e tmişti . Bu sevecen, iyicil ve bir o kadar doğal bir ifadeydi , ama bu ifadeye şimdiye d eğin hiçbir e rkekte gö rmediği bir şey karışmıştı, bir tutam- küstahlık mı? E m i n d eğildi ama ·hoşu na gidiyordu. Aniden karşılaştı kları nda ya da uzun süren susmaların ardından tekrarlanıyordu. Aklın ı n arasından onu çağırıyo rdu . Tamam, hepsi iyi hoş , . zekisin bunu da biliyoruz- ama gel ! ' Bu ifade sık sık onu yokluyordu, o nedenle beyni ve dili meşgulken onun yolunu gözlüyord u ve geldiğinde de şu yanıtı verdiğini hissediyord u : 'geleceğini b ilmiyordum. ' 'Şimdi artık çaresi yok. Gelmelisin.' 'Çare bulmak istemiyorum ki.' 'O zaman gel .' Geldi. Bütün engelleri yerle bir etti- bir anda ( t8

değil ama , çünkü bir günde yerle bir edilebilecek bir evde o turmuyordu . Bütün yarıyıl boyunca ve sonrasında da mektuplar aracılığıyla yolu açtı. Hall'un kendisine aşık ol­ duğunu anladığınd a , kendi aşkının da palamarlarını çözd ü . O güne kadar olan cilveleşmeydi , beden v e akıl için geçici bir haz. Şimdi bunu ne kadar aşağılık buluyordu . Aşk uyumdu, uçsuz bucaksızdı. Aşkına varlığının zenginliği kadar onur­ luluğunu da kattı ve gerçekten de o kıvamlı ruh içinde ikisi bir oldu. Clive'da alçakgönüllülük filan yoktu. Kendi değerinin farkındaydı ve yaşamını aşksız geçireceğine kanaat getirdi­ ğinde , kendinden çok koşulları suçlamıştı . Alımlı ve güzel o lmakla birlikte , Hall'un aşkı bi r gönül indirme de değildi . Bir sonraki yarıyı l, eşit koşullarda karşılaşacaklardı. N e var ki, kendisine çok şey ifade eden kitapların başkaları için bocalama sebebi olabileceğini aklına getirmemişti. Bedene güvenmiş olsaydı, felaket yaşanmayacaktı , ama aşklarını geçmişe bağlamakla şimdiki zamana bMlamış ,oluyordu ve arkadaşının zihninde gelenekleri ve yasa korkust;ınu uyandırdı. Bunu anlayamadı. Hall, niyet ettiğini açıkça söyleyen biriydi . Aksi takdirde zaten söylemezdi. Hall ondan iğreniyordu, bunu kendisine söylemişti, 'Ahlaksız'- küfür etseydi bu kadar acıtmazdı ve bu kelime günlerce kulaklarında çınladı durdu. Hall, sağlıklı normal bir lngilizdi ve neler olup bittrği hakkında en ufak bir fikri yoktu . Istırap büyüktü , fazlasıyla küçük düşmüştü ama ardından daha da kötüsü geldi . Clive sevdiğiyle o denli bütünleşmişti ki, kendinden iğrenmeye başladı . Hayat felsefesi tütn ti yl e yıkıldı, yıkıntılardan günah duygusu yeniden d o ğdu ve dehlizler boyunca sürünerek yol aldı. Hall onun bir mücrim o lduğunu söylemişti, demek ki biliyordu . Lanetlenmişti. Bir genç erkekle dostluk kurmaya bir daha asla cüret etmemeliyd i, onu da baştan çıkarabilirdi. Hall'un Hıristiyanlığa olan inancını yitirmesine neden olmamış ve üstelik onun eldeğmemişliğine 69

de kastetmemiş miydi? O üç hafta boyunca C l ive tamame n değişti; Hail- o iyi , hantal yaratık- onu avutmak için odasına gelip, her şeyi denemesine rağmen başarısızlığa uğrayıp da, sonunda hiddetlenip gittiğinde,artık erişilmesi zor biri olmuştu. 'Cehenneme kadar yolun var, zaten sen de ancak buna layıksı n .' Çok doğruydu , ancak sevgiliden duyulduğunda kabul edilmesi daha zordu . Clive'ın yenilgisi büyüdü: hayatı tuzla buz olmuştu ve kendinde onu yen iden toparlayacak ve kötüyü sürüp atacak gücü bulamıyordu. U laştığı sonuç ise 'Maska ra herif! O n u hiçbir zaman sevmedim. Murda r beynimde yara ttığım bir hayaldi ve ondan kurtulmam için Tanrı yardımcım olsun' ol­ du . Ama uykularını yoklayan işte bu hayaldi ve adı ııı fısıldamasına neden oluyo rdu. 'Maurice . . . '

'Clive . . . 'Hail ! ' d iye haykırdı nefes nefese , tamamen uyanıkt ı . Ateş basmıştı yanaklarını. 'Maurice, Maurice, Maurice . O h , Mau ri­ '

.

.

ce-' 'Biliyorum.' 'Maurice, seni seviyorum.' 'Ben de seni.' Fazla arzu etmemelerine rağmen , öpüştüler. So nra Maurice, geldiği gib i , pencereden yok oldu .

13

'Şimdiden iki ders kaçırdım' eledi pijamasıyla kahvaltı etmekte olan Maurice. 'Hepsin i as istersen- sana sadece gözaltı cezası verir. . .' 'Benim motosikletle çıkalım m ı ? ' 'Evet, ama uzağa gidelim' d e d i Clive, b i r sigara yakarak. 'Bu 7()

havada Cambridge'i kaldıramıyorum. iyice buradan uzaklaş ı p yüzebileceğimiz bir yere gidelim. Yolda giderken çalışabilirim de- Allah kahretsin ! Merdivenlerde ayak sesleri duymuştu çünkü . Joey Fetherstonhaugh kapıdan başını sokup ikisinden birinin kendisiyle öğleden sonra tenis oynayıp oynamayacağını '

sordu . Maurice kabul etti. 'Maurice ! Bunu neden yaptın, salak seni?' 'En kestirme yoldan adamdan kurtulduk işte . Cli v e , yirm i dakika so nra garajda bulaşı m, sefil kitapları n ı da al , J o ey'den de motosiklet gözlüklerini ödünç iste. Benim giyin mem lazım. Yiyecek bir şeyler de al . ' 'A tla gi tmeye ne dersin?' 'Çok yavaş olur.' Kararlaştı rdıkları gibi buluştular J oey'nin motosiklet gözlü kleri kon usunda güçlük çekmed iler, çünkü odasında yoktu. N e var ki yolda, Dekan'a yakalandılar. 'Hail, sen i n dersin yok m u ? ' 'Uyumuş kalmışım' diye tepeden bir yanıt verdi Maurice . 'Ha i l , Hali ! Ben konuşurken sus.' Maurice yine de sürdürd ü . 'Tartışmanın anlamı yok' de­ di. 'Haklıs ı n . Hiç yok.' Köprüyü geçerek Ely yoluna girdiler Maurice 'Şimd i doğru cehennemin dibine' dedi . Araç güçlü , Maurice ise doğas ı .

.

i tibariyle gözüpekti. Araç, gökyüzünün tepelerinde aç ıla n kubbesi ne ve çayırlara doğru i l e ri atıldı. Bir toz bulutu , egzos kokusu , motor gürültüsü o l u p karıştılar dünyaya ne var ki ,

içlerine çektikleri hava çok saftı ve du ydukları tek gürül tü rüzgarın derin , şen soluğuydu. Kimse onları ilgilendi rm iyo rd u , insanlığı aşmışlardı ve ölüm, eğer gelirse , önlerinde geril e yen ufku izl emelerinin bir uza n t ı s ı o lacaktı . Aynı gök y üzünü n önünde, geride bıraktıkları kule , kasaba -ki bu E ly idi- san ki sonunda denizi müjdeler c esi n e solup gidiyordu . 'Sağa d ö n', ,

71

yine sağ, sonra 'sol' , 'sağ' derken tüm yön sezilerini yitirdiler. Bir kopma , bir sürtünme sesi duyuldu . Maurice aldırış bile etmedi . Bacaklarının arasında, sanki binlerce çakıl çalkala­ nıyormuş gibi bir gürültü koptu. Bir kaza olmadı, ancak araba koyu , kara tarlalar arasında durdu. Tarla kuşunun şark ı s ı duyuluyordu , arkalarındaki toz dalgası yatış maya başladı. Yalnızdılar. 'Yemek yiyelim' dedi Clive . Çayırlık bir yükseltinin üzerinde yediler. Yukarılarında bir bentin suları belli belirsiz kımıldıyor ve bitmez tükenmez söğü t ağaçlarını yansıtıyo rdu . Tüm bu manzarayı yaratan insanoğlu görünürle rde yo ktu. Yemekten sonra Clive,