Hitler: Nemesis (1936-1945) [2]
 9789752734487

Citation preview

lan Kershaw

Sheffield Üniversitesi'nde modem tarih profesörü olan lan Kershaw, Hitler konusun­ da dünyanın önde gelen otoritelerindendir. Nazis: A Warningfrom Histoıy ve War of the Century adlı BBC dizilerinin tarih danışmanlığını yapmıştır. "The l·Iitler Myth": lmage and Recılity in the Third Reich, Popular Opinion and Politiccıl Dissent in the Third Reich, Bavaria . 1933-45 ve The Nazi Dictatorship: Problems and Perspectives Interpretation adlı kitapların ya­ zarıdır. Weimar: Why Did German Democracy Fail.? ve Hitler: A Profil in Power adlı kitapla­ rın yanı sıra, Moshe Lewin ile birlikte Stalinism and Nazism: Dictatorships ın Compaıison ad­ lı eserin editörlüğünü yapmıştır. Hitler 1889-19.36: Hubris adlı eseri, 1998 yılında Whitb­ read Biyografi Ödülü'ne ve araştırma dalındaki ilk Samuel johnson Ödülü'ne aday göste­ rilmiştir. Hitlcr 1936-1945: Nemesis adlı eseri 2000 yılında Whitbread Biyografi Ödülü'ne aday gösterilmiş; aynı yıl içinde Avusturya'da Yılın Siyasi Kitabı dalında Bruno Kreisky Ödülü'ne ve Tarih dalında Wolfson Edebiyat Ödülü'ne layık görülmüştür.

lan Kershaw Hitler / 1936-1945: Nemesis Özgün Adı: Hitler / 1936-1945: Nemesis

lthaki Yayınları - 654 Tarih Toplum Kuram - 1 13 (Portre-Yorum) ISBN 978-975-273-448-7 1 . Baskı, İstanbul / Kasım 2009 ©

Türkçe Çeviri: Yavuz Alogan, 2008

©

lan Kershaw, 2000

©

lthaki, 2009

Eser ilk olarak Penguin Books Ltd. tarafından lngiltere'de 2000 yılında basılmıştır. Yazarın manevi hakları saklıdır. Bu eserin tüm hakları Onk Telif Hakları Ajansı Aracılığıyla satın alınmıştır. Yayıncının yazılı izni olmaksızın alıntı yapılamaz.

Sanat Yönetmeni: Murat Özgül Redaksiyon: Melih Pekdemir Düzelti: Savaş Kılıç Sayfa Düzeni ve Baskıya Hazırlık: Yeşim Ercan Aydın Kapak, lç Baskı: idil Matbaacılık Davutpaşa Cad. No: 1 23 Kat: 1 Topkapı-lstanbul Tel: (02 1 2) 482 36 Ol . Sertifika No: 1 1 4 1 0 lthaki"' Penguen Kitap-Kaset Bas. Yay. Paz. Tic. Ltd. Şti.'nin yan kuruluşudur. Mühürdar Cad. !iter Ertüzün Sok. Tel:

4/6 34710 Kadıköy lstanbul

(0216) 330 93 08 - 348 36 97 Faks: (0216) 449 98 34

[email protected] - www.ithaki.com.tr - www.ilknokta.com

lan Kershaw

HİTLER 1936-1945: NEMESIS Çeviren

YAVUZ ALOGAN

i ıha ki

-�i-_

, __



İÇİNDEKİLER

Onsöz

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

Teşekkür Haritalar

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

il. YAYILMA DÜRTÜSÜ IV. YANLIŞ HESAP

Vl. BARBARLIK YETKiSi

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

Vlll. BiR "iMHA SAVAŞI" TASARISI

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

X. DOGRULANAN "KEHANET" Xl. SON BÜYÜK KUMAR XII. KUŞATMA ALTINDA XIV. ŞEYTAN ŞANSI

. . . . . . . . . . . . . . . . ........ . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ...

. . . . . . . . . . . . . . . . . . ........... . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . .

. . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

XVI . UÇURUMA DOGRU

XVII. YOK OLUŞ

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

. . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ..

Terimler ve Kısaltmalar

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . ...... . . . . . . . ..... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

Alıntı Yapılan Kaynaklar

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

Fotoğraflar Listesi

. . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ..

1 97

303 353 399 459 493

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

XIII. MUCiZE BEKLENTiSi

Dizin

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ....... . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

1 73

243

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . ... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

VII. iKTiDARIN DORUCU

XV. ÇIKIŞ YOK

1 49

. . . . .. . . . . . ...... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

37 91

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ...... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ...... . . . . . . . . . . . . . . . . . .

V. SONUNA KADAR

IX. HESAPLAŞMA

25

. . . . . . . . . . . . ............ . . . . . ... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

III. BiR SOYKIRIM MANTIGININ iŞARETLERi

Notlar

15

. . . . . . . .. . . . . . .. . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

l. SÜREKLi RADIKALLEŞME.

Sonsöz

11

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

. . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ..... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

Muzaffer Hitler

1 936:

7

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

547 607 647 675 73 1 771 80 1 829

835 1 093 1 1 4l 1 161

Önsöz

B u çalışmanın, Hitler, 1889-1936: Hubıis başlıklı birinci bölümünde, yüksek kültür düzeyine sahip, ekonomik bakımdan ileri, modem bir devletin, bir demagog ve propa­ gandist olarak tartışma götürmez hünerlerinin ötesinde, eğer varsa pek az yeteneği olan dışlanmış bir siyasetçiyi nasıl iktidara getirebildiğini ve kendi kaderini ona nasıl teslim edebildiğini göstermeye çalıştık. Reich Cumhurbaşkanı von Hindenburg'a yakın nüfuzlu kişilerin entrikalarıyla Şan­ sölye olmasının tasarlandığı bir sırada Hitler serbest seçimlere katılarak Alman seçmen­ lerinin üçte birinin oylarını toplamayı başarmıştı. Solda yer alan öteki üçte bir kendi için­ de yaşadığı kargaşaya rağmen düşmanca bir tutumla onun karşısında yer alıyordu. Geri kalanlar genellikle kuşkular içinde bir şeylerin olmasını bekleyen, değişken ve kararsız bir kesim oluşturuyordu. Birinci kitabın sonunda, Hitler'in iktidarının neredeyse mutlak denebilecek bir noktaya ulaşana kadar pekiştirilmesini izlemiştik. lç muhalefet ezilmiş­ ti. Kuşkulu olanlar, kaybolan ulusal gururun yeniden kazanılmasını ve Birinci Dünya Sa­ vaşı'nın ardında bıraktığı utanç duygusunun ortadan kalkmasını sağlayan yeniden inşa ve dışarıya karşı güçlenme sayesinde genellikle kazanılmışlardı. Otoriterlik çoğunluk ta­ rafından bir nimet olarak görüldü; siyasal gidişata ayak uyduramayanların, sevilmeyen etnik azınlıkların ya da toplum içinde uygunsuz görülenlerin ezilmesi, ulusun yeniden doğuşu olarak görülen bu gelişmelerin yanında küçük bir bedel olarak kabul edildi. Kit­ lelerin Hitler'e olan düşkünlüğü daha da güçlenmiş, muhalefet ezilmiş ve tamamen önemsiz hale getirilmişken, ordu, toprak sahibi aristokrasi ve sanayi içindeki büyük güç­ ler ve yüksek kademelerdeki devlet memurları bütün ağırlıklarıyla rejimi desteklemişler­ di. Olumsuz yanları ne olursa olsun , bu rejimin onlara kendi çıkarlarını kollamaları için gerekenleri fazlasıyla sunduğu görülüyordu. Birinci cilt, l 936'da Rhineland'ın· yeniden silahlandırılmasıyla sona ermiş, o sırada Bitler Alman halkının büyük bir kesiminin, hatta Şansölye olmadan önce ona oy verme­ miş olanların bile desteğini kazanmıştı. Derin bir ulusal değersizlik duygusundan sıyrı­ lan pek çok Alman yeniden doğan ulusal gururu paylaşmaktan hoşnuttu. Almanya'nın *

Rhineland: Almanya'nın, batısında Ren Nehri'nin her iki kıyısında yer alan Alman topraklan. -çn

8

Avrupa içinde başat güç haline gelmekte olduğu duygusu yaygındı . Hitler'in Viyana yıl­ larında bizzat yaşadıgı o derin aşagılık duygusunun yerini de siyasal bir misyona sahip olma duygusu almıştı. Bu siyasal misyon, Almanya'nın kaostan kurtarılması ve ulusun varlıgına meydan okuyan karanlık ve tehditkar güçlere karşı savunulmasıydı. 1 936'da Hitler'in narsist kendini yüceltme duygusu, taraftarlarının onu neredeyse bir tanrı gibi görmeleriyle ölçüsüz bir biçimde şişmişti. O sırada Hitler yenilmez oldugunu düşünü­ yordu; kendi imgesi düpedüz hubıis· [kibir] evresine ulaşmıştı. Alman halkı liderin bu kişisel hubıis'ini biçimlendirmişti. Onun tam anlamıyla dışa vurulmasına, ulusun tarihindeki en büyük kumara, yani Avrupa kıtası üzerinde tam bir hakimiyet kurulması girişimine yol vermek üzereydiler. Bunun sonuçlarına katlanmak zorunda kalacaklardı. Bizatihi kumarın büyüklügü, örtülü biçimde, özyıkıınla flört etme, ileri görüşlü az sayıda insan tarafından bu ölçekte bir hubıis'i izlemesi muhtemel görü­ len bir nemesis'i davet etme istegini gösteriyordu. Yunan mitolojisinde Nemesis cezalandıran tanrıçadır; tanrıların aşırı kibir ya da hub­ ıis'e yol açan insan budalalıgını cezalandırmalarını saglar. lngilizlerin "gurur hezimetten önce gelir" sözü pek çok kez dogrulanmıştır. "Nemesis" ahlaki olmaktan çok genellikle siyasal yargı olarak görülse de, tarihte yüksek ve kudretli kişiler arasında örnekleri eksik degildir. Hükümdarların, siyasetçilerin ya da despotça hükmeden saray gözdelerinin hız­ lı yükselişlerinin ardından genellikle aynı hızla gözden düşmeye yol açan küstahça bir iktidar kibirliligi gelmiştir. Genellikle bu durum, yükselen bir yıldız gibi parlayarak gö­ ze çarpan, ama daha sonra ardında eskisi gibi bir gökkubbe bırakarak, hızla önemsizle­ şerek sönümlenen bireye acı verir. Tarihte zaman zaman bireyin hubris'i toplumun içindeki daha derin güçleri yansıtır ve uzun erimli etkiler yaratan cezalandırmayı davet eder. Devrimci altüst oluşların orta ye­ rinde mütevazı bir kökenden gelen, Fransız devletinin başına geçerek imparatorluk tacı­ nı kendi başına yerleştiren, Avrupa'nın büyük kısmını fetheden ve sonunda yenilgiye ug­ rayan, imparatorlugunu kaybederek sürgüne gönderilen, aşagılara itilen, itibarını kaybe­ den Napoleon, bu konuda çarpıcı bir örnek oluştunır. Ancak Napoleon , Fransa'yı tahrip

etmedi. Bıraktıgı mirasın önemli unsurları da oldugu gibi kaldı. Ulusal yönetim yapısı, egitim ve hukuk sistemi Napoleon döneminden gelen üç önemli kalıntıyı oluşturur. Na­ poleon, bugünün modem Fransızları tarafından gurur ve hayranlıkla hatırlanabilir ve ge­ nellikle de böyle hatırlanır. Hitler'in mirası tamamen farklı türdendi. Bu miras modem zamanlarda görülmemiş biçimde tamamen yok edildi. Uzak geçmişte kalan Hun imparatoru Attila ve Cengiz Han'la belki zayıf bir benzerlik kurulabilir. Hitler'in Reich'ından gelecek kuşaklara ne mi­ mari yapılar, ne sanatsal yaratıcılık, ne siyasal kurumlar ne de iktisadi modeller kaldı. En * Hubris ve Nemesis terimleri için bkz. bu kitabın 1. cildi , Çevirenin Notu,

s.v.

-çn

9

az kalan şey de ahlaki itibardı. Motorizasyon, havacılık ve genel olarak teknolojide, sava­ şın zorlamasıyla, elbette ilerlemeler kaydedildi. Ancak bunlar bütün kapitalist ülkelerde, en belirgin biçimde ABD'de de oluyordu ve hiç kuşkusuz Hitler olmasaydı da Almanya'da gerçekleşecekti. En önemlisi Hitler, Napoleon'un aksine, ardında muazzam bir ahlaki travma bıraktı. Öyle ki, ölümünün üzerinden on yıllar geçtikten sonra bile, kıyıda köşe­ de kalmış bir destek kmntısından başka, geriye dönüp Alman diktatörüne ve rejimine, as­ lında tiksinti ve kınamadan başka herhangi bir tutumla, onaylayarak ya da hayranlıkla bakmak imkansız hale gelmiştir. Lenin, Stalin, Mao, Mussolini ya da Franco örneklerinde bile kınamanın düzeyi böy­ lesine eksiksiz bir ittifakla ya da ahlaki bakımdan böylesine ürkütücü biçimde gerçekleş­ memiştir. Hitler, savaşın kesinlikle kaybedildiğini anladığı sıralarda, tarih içindeki yeri­ ni Germanik kahramanlar panteonunun en tepesinde görüyordu. Oysa günümüzde, yir­ minci yüzyılın tam da nefret edilen bir siması olarak benzersiz bir yerde durmaktadır. Tarih içindeki yeri hiç beklemediği bir tarzda, modem siyasal kötülüğün cisimleşmiş ha­ li olarak kesinleştirilmiştir. Ne var ki kötülük, tarihsel olmaktan çok teolojik ya da felse­ fi bir kavramdır. Hitler'in kötü olduğunu söylemek pekala hem doğru hem de ahlaki ba­ kımdan tatmin edici olabilir. Ancak hiçbir şeyi açıklamaz. Hatta kınamada görülen oy­ birliği anlamanın ve açıklamanın önünde potansiyel bir engel oluşturur. lzleyen bölüm­ lerden anlaşılacağını umduğum gibi, kişisel olarak Hitler'i nefret uyandıran bir kişi ola­ rak görüyorum ve rejiminin simgelediği her şeyden nefret ediyorum. Ancak bu kınama, genellikle sıradan insanlardan oluşan, içlerinde pek kötülük taşımayan, dünyanın her yerindeki sıradan insanlar gibi kendi refahlarıyla, kendilerinin ve ailelerinin günlük ge­ çim dertleriyle uğraşan, büyüleyici propagandayla asla tamamen beyni yıkanmayan ve hipnotize edilmeyen ya da amansız bir baskıya boyun eğecek kadar dehşete kapılmayan milyonlarca Alman yurttaşının Hitler'de nasıl bir cazibe bulmuş olabildiklerini ya da dünyanın en kudretli uluslarından oluşan güçlü bir koalisyona karşı dehşet verici bir sa­ vaşta acı bir sona ulaşmak üzere savaşmaya nasıl hazır olabildiklerini anlamama pek yar­ dımcı olmuyor. Bu çalışmanın birinci bölümünde olduğu gibi bu ciltte de görevim tarih­ sel bir kişiliğin içindeki kötülük sorunu üzerine ahlaki nutuklara girişmek değil, verdiği destek karşılığında sonunda çok ağır bir bedel ödeyen toplum üzerinde Hitler'in yarattı­ ğı etkiyi açıklamaya çalışmaktır. Çünkü, sonunda Hitler'in görülmemiş bir hubıis'in cezası olan kendi nemesis'i, sade­ ce kişisel bir cezalandırma değil, onu yaratan Almanya'nın nemesis'i olarak ortaya çıka­ caktı. Kendi ülkesi Avrupa'nın büyük bir bölümüyle birlikte harabeye dönecek ve bölü­ necekti. Eskiden Orta Almanya olarak anılan bölge (Mitteldeutscland) kırk yıl boyunca galip Sovyetler'in dayattığı değerleri yaşarken, batıda kalan bölgeler "pax americana" ha­ kimiyetinde yeniden canlanacak ve büyük bir gelişme kaydedecekti. Hitler yönetiminde

10

kendi Anchluss'unu yaşayan yeni bir Avusturya bağımsızlığına yeniden kavuşurken, Al­ manya'nın bir parçası olma özlemlerini ilk ve son kez kaybettiğini gösterecekti. Reich'ın doğu eyaletleri ebediyen ve doğunun fethine ilişkin bütün düşlerle birlikte kaybedilecek­ ti. Alman etnik azınlıkların bu eyaletlerden kovulması savaş arası yıllarda çilesi çekilen irredentizm'i,°" tahmin edileceği gibi ağır bir bedel karşılığında olsa da ortadan kaldıra­ caktı. Bu eyaletlerde junker aristokrasisinin temelini oluşturan toprağa dayalı büyük mülkler yok edilecekti. Alman askeri kudretinin son temsilcisi olan Wehrmacht... itiba­ rını kaybedecek ve dağıtılacaktı. Bismarck döneminden beri Reich'ın iktisadi ve siyasal gücünün siperini oluşturan Prusya devleti de onunla birlikte gidecekti. Doğrudur, bü­ yük sanayi yeni bir güç ve azimle baştan inşa edilmek üzere fazla müdahaleyle karşılaş­ maksızın yaşamaya devam edecek, ama bu kez batı Avrupalı ve Amerikanlaşmış iktisadi yapılarla gittikçe daha fazla bütünleştirilecekti. Bütün bunlar, bu çalışmanın ikinci bölümünün kavramaya çalıştığı durumun bir so­ nucu olacaktı: Hitler, ele geçirmesine izin verilen mutlak iktidarı nasıl kullanabildi; na­ sıl oldu da yeryüzünün en kudretli ülkesi, aşırı derecede kişiselleştirilmiş ve modem bir devlette istisnai olan bir yönetim biçimine, kendi halkını şaşmaz biçimde yıkıma sürük­ lemekte olan, milyonların alkışladığı bir adamın iradesinden kendisini kurtaramayacak kadar nasıl bağlandı; ve bu modem devletin yurttaşları insanlığın o güne kadar bilmedi­ ği nitelikte, daha önce asla tanık olunmayan ölçüde devlet destekli bir kitlesel cinayetle, kıta çapında bir tahribatla ve kendi ülkelerinin de nihai olarak yakılıp yıkılmasıyla so­ nuçlanan bir soykırım savaşının suç ortağı haline nasıl geldiler? Bireysel olmanın yanı sıra ulusal özyıkımın, bir halkın ve onun temsilcilerinin, Avru­ pa uygarlığının korkunç yıkımının bir parçası olarak nasıl kendi felaketlerinin mühen­ disliğini yaptığının dehşet verici öyküsüdür bu. Sonuç bilinse de, bu sonucun nasıl ger­ çekleştiği sorunu bir kez daha ilgiyi hak ediyor. Bu kitap anlayışın derinleşmesine küçük bir katkıda bulunursa , ne mutlu bana. lan Kershaw Manchester/Sheffield, Nisan 2000

* Siyasal birlik. Nazi rejiminin l 938'de Avusturya'yı Büyük Almanya'nın sınırlarına katması. -çn * * Yabancı ülkelerdeki soydaşlar gerekçe gösterilerek izlenen yayılma siyaseti. -çn * * * Sözcük anlamıyla "savunma gücü". Kara, hava ve deniz kuvvetlerinden oluşan Alman silahlı kuvvetlerine verilen isim. -çn

Teşekkür

Bu fırsatı çalışmanın birinci cildini sonuçlandırırken kullandıgım teşekkür ifadeleri­ ne ekleme yaparak degerlendirmek benim için büyük bir zevk. lki yıl öncesine ait bütün kurumsal, entelektüel ve kişisel minnet borçları şimdi de eşit hatta daha büyük ölçüde geçerli. Orada adı geçenlerin kendilerini ismen anmasam da bir kez daha en içten teşek­ kürlerimi kabul edeceklerini umuyorum. Ne var ki bazı durumlarda minnettarlıgım da­ ha da arttı. Ve bazı örneklerde de yeniden borçlandım. Bu ciltle özgül olarak ilgili arşiv malzemesi yardımları için şu kurumların yöneticile­ rine, arşivcilerine ve görevlilerine minnettarım: Bayerisches Hauptstaatsarchiv; Berlin Doküman Merkezi; Bibliothek für Zeitgeschichte (Stuttgart); Birmingham Üniversite Kü­ tüphanesi, Bortjwick lnstitute (York); Bundesarchiv, Berlin (daha önce Koblenz); Bunde­ sarchiv/Militararchiv, Potsdam (daha önce Freiburg i.B.); Gumberg Kütüphanesi, Duqu­ esne Üniversitesi, Pittsburgh; eski lnstitut für Marxismus-Leninismus, Zentrales Parte­ iarchiv, Dogu Berlin (DAC); Kongre Kütüphanesi, Washington DC; Ulusal Arşivler, Was­ hington DC; Princeton Üniversite Kütüphanesi; Public Record O ffice, Londra; Franklin D. Roosevelt Kütüphanesi; Hyde Park, New York; "Özel Arşiv", Moskova; Wiener Kütüp­ hanesi, Londra; eski Zentrales Staatsarchiv, Potsdam (DAC); ve 1945'te sıgınakta yaşanan olayların bazı önemli tanıklarının savaş sonrası ifadelerine ulaşmama görev duygusunun ötesinde bir yaklaşımla izin veren, Amtsgericht Laufen'in Müdürü Bayan Ragnauer. Özellikle, önceki ciltte oldugu gibi, Münih'teki seçkin lnstitut für Zeitgeschichte'den çok gerekli bir uzmanlık yardımı saglayabildim. Kurumun yöneticisi Prof. Dr. Horst Möller'e, Enstitü'deki bütün meslektaş ve dostlara, özellikle de sık tekrarlanan kapsamlı ricalarımı geri çevirmeyen kütüphane ve arşiv yöneticilerine en içten teşekkürlerimi bir kez daha dile getirmek isterim. Kişileri ayırmak uygun düşmez, ama gene de, birinci cilt­ te oldugu gibi, Hermann Weiss'in zamanını ve arşiv uzmanlıgını çok cömertçe sundugu­ nu belirtmem gerekir. Goebbels'in günlükleri hakkında rakipsiz bilgiye sahip Elke Fröh­ lich'in, Goebbels'in korkunç el yazısının önemli ama zor çeviriyazım meselesiyle ilgili so­ rularla sınırlı kalmayan büyük yardımları oldu. Sayısız dost ve meslektaş çeşitli zamanlarda beni degerli arşiv malzemesiyle destekledi

12

ve yazmış olduklan, şimdiye kadar yayımlanmamış çalışmalannı göm1eme izin vererek, bulgular, bilimsel yazın ve yorum meseleleriyle ilgili görüşlerini benimle paylaştı. Bu ko­ nuda gösterdikleri nezaket ve yardımdan ötürü şu kişilere minnettarım: David Bankier, Omer Bartov, Yehuda Bauer, Richard Bessel, john Breuilly, Christopher Browning, Micha­ el Burleigh, Chris Clarke, François Delpha, Richard Evans, Kent Fedorowich, !ring Fetsc­ her, Canan Fischer, Gerald Fleming, Norbert Frei, Marty Fulbrook, Dick Geary, Hermann Gram!, Otta Gritschneder, lothar Gruchmann, Ulrich Herbert, Edouard Husson, Anton joachimsthaler, Michael Kater, Otta Dav Kulka, Moshe lewin, Peter longerich, Dan Michmann, Stig Homsh0-M0ller, Martin Mali, Bob Moore, Stanislaw Nawrocki, Richard Overy, Alastair Parker, Karo[ Marian Pospieszalski, Fritz Redlich, Steven Sage, Stephen Salter, Kari Schleunes, Robert Service, Peter Stachura, Paul Stauffer, jill Stephenson, Bemd Wegner, David Welch, Michael Wildt, Peter Witte, Hans Woller ve jonathan Wright. Kendi araştırmalarıyla ortaya çıkardıgı arşiv malzemelerine ulaşmamı saglayarak tek­ rar tekrar gösterdigi cömertlikten ötürü Meir Michelis'e özel bir teşekkür borçluyum. Gene, Gitta Sereny bana dostane bir destek saglamakla kalmadı, Albert Speer üzerine yaptıgı mükemmel çalışma sırasında ortaya çıkardıgı çok degerli belgelere ulaşmamı da sagladı. Nazizm'le ilgili iki televizyon dizisinin yapımında kendisiyle birlikte çalışma zev­ kine ve ayrıcalıgına sahip oldugum olaganüstü yetenekli BBC yapımcısı, iyi dost, lauren­ ce Rees ve gene bu programlar için oluşturulan araştırma ekiplerinin yetenekli ve bilgili başkanları, Detlef Siebert ve Tilman Remme sorgulayıcı araştırmaları ve yapımına yar­ dımcı oldukları filmlerden saglanan malzemeyle bana çok büyük bir yardımda bulundu­ lar. Hitler yorumlan birbirine taban tabana zıt olan, Üçüncü Reich üzerinde uzmanlaş­ mış iki önemli Alman tarihçi bu çalışma açısından büyük önem taşımaktadır. Eberhard jackel çalışma boyunca bir uzman olarak tavsiyelerde bulundu ve bana büyük destek verdi. Yılların dostu Hans Mommsen ise yardımlarını, cömertligini ve teşviklerini esirge­ memiştir. Her ikisi de yayımlanmamış çalışmalarına ulaşmamı sagladı. En çok da ta­ mamlanmış metni okuduklan ve yorumladıkları için, iki lngiliz Nazi Almanyası uzma­ nına, Ted Harrison ve jeremy Noakes'e müteşekkirim (kuşkusuz gözden kaçan hatalar bana aittir). jeremy'nin çalışmasından nasıl esinlendigimi birinci ciltte anlattım. Bu vesi­ leyle ona olan borcumu bir kez daha vurgulamak isterim. York'taki Borthwick Enstitüsü'nün Müdürü David Smith'e farklı bir tarzda teşekkürle­ rimi ifade etmek isterim. (York'ta lord Halifax'ın Hitler'le yaptıgı toplantıya ilişkin belgele­ rin ortaçag Yorkshire'ından kalma arşiv emanetleriyle yan yana durması, o dönemin manas­ tır sisteminin tarihiyle hala amatörce ilgilenen bir Nazi Almanyası tarihçisi olarak yaşadıgım entelektüel şizofreniye uygun düşüyor.) Onun zamanını ve uzmanlıgını cömertçe sunması sayesinde, bu kitabı tamamlamak için gerekli çalışmayı aksatmaksızın Baltan Manastın'nın on üçüncü ve on dördüncü yüzyıllardan kalma hesap defterlerini basılı olarak görmenin

13

mümkün oldugu anlaşıldı. David'in yardımı ve katkısı olmasaydı bu gerçekleşemezdi. Bu kitabı yazarken Sheffield Üniversitesi'ndeki normal görevlerimi de _sürdürmem ge­ rektigi dikkate alındıgında, gerek Penguin'deki gerekse dışarıdaki editörlerimin gösterdik­ leri sabnn da ne kadar gerekli oldugu anlaşılır. En büyük şansım Penguin'de Simon Win­ der'in bana editörlük yapmış olmasıdır. Kendisi güçlü sezgileri olan bir okur ve eleştir­ men olmanın yanı sıra, daima güler yüzlü bir cesaret.ve iyimserlik kaynağı olmuştur. Si­ mon'a aynı zamanda kitapta yer alacak fotograflara ve haritalara ilişkin tavsiyelerinden ötürü, Cecilia Mackay'e de fotografları araştırdığı ve bir araya getirdigi için minnettarım. Bu arada, BBCden joanne King'e ve Stuttgart'taki Bibliothek für Zeitgeschichte'nin sagla­ dığı önemli yardımlardan ötürü kurumun yöneticisi Dr. Gerhard Hirschfeld'e (mükem­ mel bir bilim insanı ve eski bir dost) ve kurumun kapsamlı fotoğraf koleksiyonunu göze­ tip denetleyen !rina Renz'e de teşekkür etmek isterim. Fazlasıyla uzun olan metnin yazı­ cılar için hazırlanmasında, birinci ciltte oldugu gibi, uzman düzeltmen Annie Lee'ye, üs­ tün dizin oluşturma becerilerinden ötürü Diana LeCore'ye ve büyük yardım ve destekle­ rinden ötürü Penguin'deki mükemmel yayın ekibine büyük bir minnet borçluyum. lngiltere'nin dışında, ABD Norton'da editörüm olan Don Lamm'a çok şey borçluyum. Geniş bilgisi, sahip oldugu derin içgörü ve bıkıp usanmadan sürdürdügü sorgulamalarıy­ la hep istim üzerinde kalmamı sagladı. Deutsche Verlags-Anstalt'dan Ulrich Volz ve Mic­ hael Neher'e, hala çeviri gerektiren uzun metinlerin teslimi geciktiginde panige kapılma­ yan ya da yaşadıkları panigi benden gizleyen, Flammarion, Spektrum ve Ediciones Pe­ ninsula'daki editörlerime, gösterdikleri sabır ve hoşgörüden ötürü minnettarlıklarımı su­ narım. Ve kitabın Almanca, Fransızca, Hollandaca ve lspanyolca baskılarının eşzamanlı olarak ortaya çıkması için mucizeler yaratan çevirmenlere, yeteneklerine duydugum bü­ yük hayranlıkla birlikte, gösterdikleri gayret için en sıcak duygularla teşekkür ederim. Önceki ciltte oldugu gibi, notlarda yer alan kapsamlı referansları denetleme işinin büyük bir bölümünü Münih'teki Institut für Zeitgeschichte'de gayet kısıtlı bir süre için­ de yapmak gerekti. Bu kez, Penguin ve DVA sayesinde, Wenge Meteling'in (Tübingen Üniversitesi'nde sürdürdügü parlak tarih araştırmalarına ara verdi); yegenim Charlotte Woodford'un (Oxford Üniversitesi'nde erken-modem Alman edebiyatı üzerine yapmak­ ta oldugu doktora çalışmasına ara verdi ve bana gerekli olan pek çok gizli kalmış çalış­ manın saptanmasında ve çok kapsamlı ve ayrıntılı Alıntı Yapılan Eserler Listesi'nin der­ lenmesinde çok yardımı oldu) ve iki yıl önce oldugu gibi, hava yollarındaki işinden bir haftalık tatil izni alarak Münih'e gelip benim için referansları denetleyecek kadar cömert davranan ve bu tavrıyla meslektaşlarını biraz şaşırtan büyük oglum David'in çok deger­ li yardımlarından yararlanabildim. Her üçüne de derinden müteşekkirim. Onlar olma­ saydı bu çalışmayı zamanında tamamlayamazdım. Birinci cildin hazırlanmasında oldugu gibi, Bonn-Bad Godesberg'deki eşsiz Alexan-

14

der von Humboldt-Stiftung, referanslar denetlenirken Münih'te bir ay kalabilmem için gerekli desteği sağladı. Bu destek için ve l 970'lerin ortasında Alexander von Humboldt­ Stiftung'a, ilk kez üyesi olduğum zamandan bu yana yararlanma ayrıcalığına eriştiğim her türlü cömertliği için en içten teşekkürlerimi ifade etmek isterim. Eski dostum Traude Spat'a da bütün kalbimle teşekkür etmek isterim. Bir dil öğret­ meni olarak sahip olduğu büyük yetenekler ülkesinin tarihindeki en karanlık bölümü araştırmak için yıllar öncesine gidebilmemi sağladı. Münih'te bulunduğum sırada onun evinde kaldım ve misafirperverliğinin yanı sıra bana hep çalışma cesareti verdi. Sheffield Üniversitesi'nin gelişmekte olan Tarih Bölümü'ndeki meslektaşlarımın hoş­ görüsüne, yanı sıra hizmetlerine ve öğrencilerimin sabrına zaman zaman isteyebilece­ ğimden çok daha fazla güvenmek zorunda kaldım. Bana verdikleri içten destek, teşvik ve hoşgörüden ötürü hepsine ve zaman zaman çok zahmetli olan Bölüm görevlerini ye­ rine getirmemi ve etkin biçimde sürdürmemi özellikle kolaylaştıran bazı meslektaşlara en içten teşekkürlerimi sunarım. On yıl süren çalışma sırasında sekreterim ve özel yardımcım olarak, diğer pek çok basın görevine rağmen, bana sağladığı etkin yardımın ve teşvikin bu kitabın tamamlana­ bilmesi için ölçülemeyecek kadar değerli olduğu Beverley Eaton'a özellikle teşekkür et­ mem gerekiyor. Hitler biyografisi yazma işini, kendi bürokrasisinin ağırlığı altında nefe­ si kesilen lngiliz sistemiyle yönetilen bir üniversitede sürdürdüğüm profesörlük faaliye­ tiyle birleştirmeye çalıştım. Beverley Eaton, kitabın, bu durumdan kaynaklanan yükünü herkesten daha fazla çekmiş ve bunu çok meşgul bir Bölüm'ün günlük yönetimini sür­ dürürken, kapsamlı ve sürekli artan yazışmaların üstesinden gelirken ve diğer pek çok görevle uğraşırken yapmıştır. Beverley Eaton, aynı zamanda, bu çalışmanın biıtün yazım dönemi boyunca benim için sürekli bir destek kaynağı olmuştur. Nihayet, Manchester'daki çalışma ortamında üyesi olmakla en çok gurur duyduğum kulüp, Convenor and Fellows of SOFPIK, Hitler üzerine bu iki cildi yazma süresini aşa­ cak ölçüde dostluk ve destek göstermiştir. Aradan yıllar geçmiş olsa da, Hitler'in savaşı­ nı yaşayan annemin ve merhum babamın bana ve kız kardeşim Anne'a üniversite öğre­ nimi görmemiz için paha biçilemeyecek bir fırsat sağlamış olmalarını asla unutamam. Bu arada, sadece Betty, David ve Stephen değil, akıp giden zaman içinde Katie, Becky ve he­ nüz farkında olmasa da Sophie çok uzun süre Hitler biyografisinin gölgesinde yaşadılar. Bu gölgeden bir an önce kurtulup tekrar gün ışığına çıkabileceğimizi umuyorum. Ancak bu çalışmanın gerçekleşmesine farklı biçimlerde katkıda bulundukları için hepsine söz­ cüklerle ifade edilemeyecek kadar çok teşekkür etmek isterim. I.K.

Nisan 2000

� �

. .

.

ı. Bınncı

,

Du··nya Savaşı n dan Sonra Avrupa

!

\_ Palonya'ya Silezya'ya

:

2. Nazi işgali altında Polonya

Bruss

elll,.�-Iİİİlı..,l..ıı•

···--....:..:

3.

Batı Cephesi, 1 940: Sichelschnitt Saldırısı

4. Alman Reich'ı, 1 94 2 : Nazi Partisi'nin yönettiği bölgeler

r-

,�/'. "----.)

i

ti.

Si'

z

Si'

o:

'O Si'

g

!-"

w:ıt!ij

.� J

y:�ôRvEç /l /,/�. ·< > .:(· �;-;: ..:. . '(:! l�I

::ı



§::L

::ı

§:



�­ "'f>

Q

vı vı

f

?'

Leni

o

. ·� J

;J • o .�

·�ı

f

j .

'

.....



-t&



7 . Batı ve Doğu Cepheleri, 1 944- 1 945

.

�i��,.,

"

i

1

o

! 8.

Berlin'e Sovyet taarruzu

ô

Q

f:\A \:::.,1

� 1..::::)

� Orduları e

1936: Muzaffer Hitler

"Hitler'in bu yeni girişiminin yok oluşun cehennem çukuruna giden yolda yeni bir kilometre taşı olduğunu fark eden kimse yok gibi. "

"Almanya Raporu" , Sopade·, Nisan 1 936

1 "Üç yılın ardından, Almanya'nın eşit haklar için verdiği mücadele, inanıyorum ki, bugün itibariyle kapanmış görülebilir." O gün 7 Mart 1 936 idi. Bu sözler, Alman birlik­ leri batı demokrasilerini hiçe sayarak silahtan anndırılmış Rhineland'a girerlerken Reich­ tag'a hitap eden Hitler'e aitti. "Bu üç yıl içinde Tann'nın Anavatanımız için ulaşmama izin verdiği başarılar büyüktür," diye devam etti Hitler. "Ulusal, siyasal ve iktisadi haya­ tımızın bütün alanlannda ilerleme kaydedilmiştir. . . Bu üç yıl içinde Almanya onurunu yeniden kazanmış, inancına yeniden kavuşmuş, en büyük iktisadi zorlukların üstesinden gelmiş ve nihayet yeni bir kültürel yükselişi başlatmıştır." Kendi "başarılar"ına ilişkin bu coşku dolu övgü sırasında Hitler, açıkça "Avrupa'dan hiçbir toprak talebimiz yoktur" de­ di ve coşkuyla alkışlandı. Konuşmasının sonunda 29 Mart'ta yapılacak yeni seçimlerde desteklenmesini (tek parti olarak sadece Nazi Partisi katılacak olsa da) istedi . ' Bu seçim­ lerde Hitler'e % 98. 9 oranında oy verildi. Ancak ardındaki propaganda ve baskının ağır­ lığı ne olursa olsun bu oranın verdiği "mesaj" Mart 1 936'da Alman halkının ezici bir kit­ lesinin Hitler'in Rhineland'da Alman egemenliğini yeniden kurmasını, Versailles boyun­ duruklarını çıkarıp atmak için attığı daha önceki adımlardaki gibi alkışladığını kuşkuya yer bırakmayacak şekilde ortaya koyuyordu. Hitler

için bu h e m ülke dışında hem de

içinde kazanılmış büyük bir zaferdi. Hitler'in zaferi Birinci Dünya Savaşı'ndan beri Avrupa'nın başat güçleri olan Fransa ve lngiltere'nin zayıflığını da en açık biçimde kanıtladı. Hitler, savaş sonrası banş orta­ mının başlıca dayanakları olan Versailles ve Locama antlaşmalarını hiçbir yaptırıma uğ* Sopade (ya da SoPaDe): Alman Sosyal Demokrat Partisi'nin l 933'ten l 945'e kadar s ürgünde aliyet gösteren örgütü. --çn

fa­

lan Kershaw

26

ramadan ihlal etmiş ve uluslararası meselelerde Almanya'nın ağırlığını hissettirmeye baş­ ladığını ve yeniden önem kazandığını göstermişti. O sırada Hitler'in Almanya içindeki iktidan mutlaktı. Orta Avrupa'daki en büyük, en modem ve kendisini en fazla kabul ettirmiş ulus-devlet, ayaklarının altına serilmiş, "ulu­ sal selamet"in "karizmatik" siyasetlerine bağlanmıştı. Diktatör olarak edindiği konum tartışmasızdı. Hiçbir ciddi muhalefet tehdidiyle karşı karşıya değildi. Rhineland gösterisinin kamçıladığı ulusal coşku halinin kısa sürdüğü doğrudur. Bir süre sonra gündelik hayata ilişkin kaygılar ve şikayetler yeniden başladı. lşçilerin düşük ücretler ve kötü çalışma koşullan nedeniyle duydukları hoşnutsuzluk, çiftçilerin gıda maddesi üretiminde uygulanan "baskı ekonomisi"ne duydukları öfke, küçük tüccarların ekonomik zorluklardan şikayetleri ve tüketicilerin fiyatlar konusundaki tatminsizlikleri azalmadı. Parti görevlilerinin davranışları ve yolsuzluktan da her zamanki gibi bir şika­ yet konusuydu . "Kilise mücadelesi"nin şiddetlendiği Katolik bölgelerinde Parti'nin Kili­ se uygulamalarına, kurumlarına ve mezhep okullarına yönelik saldırılan, ruhbanları ta­ ciz etmeleri (dini tarikat üyelerinin sözde döviz kaçakçılığı ve cinsel uygunsuzluk nede­ niyle halka açık duruşmalarda yargılanmalan) çok tatsız bir ortam yarattı. Ancak bu hoş­ nutsuzluğa fazla anlam yüklememek gerekir. Bunlann hiçbiri rejim için ciddi bir sorun oluşturması muhtemel bir siyasal muhalefete dönüşmedi . Sol'daki muhalefet güçleri, Komünistler ve Sosyalistler ezildiler, sindirildiler ve çare­ siz kaldılar; Hitler savaş sonrası uluslararası düzeni tersine çevirmeyi sürdürdükçe batı demokrasilerinin durumu kabullenmeleri karşısında dehşete kapıldılar. Propaganda fa­ aliyetlerinin yarattığı olağanüstü cesur bir devlet adamı, bir siyasal dahi imgesi, batılı güçlerin gerçeği milyonların gözüyle göremeyecek kadar zayıf olmalarının bir sonucu olarak görülüyordu. Tehlikeli illegal gizli direniş faaliyetleri, ihbar tehdidi altında devam etmiş, hatta l 935'in sonunda ve l 936'nın başında, gıda maddesi yetersizliğinin sanayi bölgelerinde huzursuzluğa yol açtığı kısa bir dönem için yeniden canlanmış ve asla ta­ mamen sona ermemişti. Fakat Gestapo'nun kısa süreli Komünist canlanmanın, illegal ör­ gütlerin aşagıdan gelen direniş tehdidinin bütün belirtilerini yok etmek için gerçekleştir­

diği devasa saldırıyla bu faaliyet etkin biçimde bertaraf edildi.2 Direniş hücreleri, özellik­ le Komünistlerin kurduklan hücreler sürekli olarak Gestapo muhbirlerine av oluyordu. Hücrelere sızılıyor, hücre üyeleri tutuklanarak cezaevlerine ya da toplama kamplarına kapatılıyorlardı. 1 932'de sayıları 300 000 olan Komünist Partisi üyelerinin yaklaşık ya­ nsının Üçüncü Reich döneminde bir aşamada hapsedildikleri tahmin edilmektedir. Bu acımasız denecek ölçüde yıldırıcı bir baskının istatistiğidir.' Buna rağmen her yerde ye­ ni hücreler kuruluyordu. Özgürlüğü, hatta hayatı tehlikeye atan bu faaliyet büyük cesa­ ret gerektiriyordu . Ancak bu hücrelerin ne gücü ne de etkinliği vardı. Yüksek makam­ larla hiçbir bağlantıları yoktu ve sonuç olarak rejimi devirme fırsatından yoksundular. O

Hitler 1936- 1 945

27

sırada Hitler'e karşı gerçek bir tehdit oluşturamadılar. l 939'da görüleceği gibi dışarıdan yapılan beklenmedik eylemleri bir yana bırakırsak diktatörlüğünü tehlikeye atacak mu­ halefet pratikte ancak rejimin kendi içinden çıkabilirdi.• Bu arada rejimin temel dayanakları, silahlı kuvvetler, Parti, sanayi ve devlet kurum­ ları sadakatle destek vermeyi sürdürdüler. 1 933'te Hitler'i denetleyebilecekleri ve yönlendirebilecekleri düşüncesiyle iktidara gelmesine yardımcı olan ulusal-muhafazakar seçkinler farklı görüşlerini genellikle açığa vurmamışlardı. Bu çevrelere hakim olan endişeler, özellikle 1934 bahar ve yaz aylarında yaşanan ve 30 Haziran 1 934'te "Uzun Bıçaklar Gecesi"nde fırtına birlikleri önderliğinin katledilmesi ve sahici ya da tahmini çok sayıda muhalifin tasfiyesiyle sonuçlanan iç kriz­ ler sırasında dikkati çekecek ölçüde artış göstermişti. Ancak Parti içindeki anti-kapitalist eğilimlere, Parti şeflerinin yukarıdan tavırlarına, Hıristiyan Kiliseleri'ne yapılan saldırıla­ ra, Parti organlarının hukuk tanımazlığına ve rejimin diğer endişe verici yönlerine ilişkin süregiden kuşkuları her ne olursa olsun, muhafazakar seçkinler, 1 936'nın başlarında kendilerini Hitler'den ciddi biçimde ayırmamışlardı. Subay sınıfı artık ülkeyi yönetmekte olan vulgar türedilere genellikle burun kıvırsa da, silahlı kuvvetlerin hoşnutsuz olması için pek sebep yoktu. Rejimin ilk aylarında as­ keri liderlerle uğraşan SA'nm yol açtığı gerilimler artık sona ermişti. lki generalin, eski Reich Şansölyesi Kurt von Schleicher ile Tümgeneral Ferdinand von Bredow'un "Uzun Bıçaklar Gecesi"nde siyaseten katledilmeleri, SA lideri Emst Röhm ve ortaklarının şid­ detle cezalandırılmalarının küçük bir bedeli olarak görülmüştü. Bu arada, askeri liderler 1 920'lerin karanlık günlerinde bile üstüne titredikleri güçlü bir Wehrmacht'ı yeniden kurma hedefinin tam olarak desteklendiğini görmüşlerdi. ' Ordu, Versailles Antlaşma­ sı'yla yasaklanmış olmasına rağmen, genel askerlik hizmeti uygulamasının Mart 1 935'te, barış zamanında ordunun büyük ölçüde genişletilmiş otuz altı tümenden oluşturulması ilkesine göre yeniden başlatılmasından memnundu. Hitler'in Şubat 1 933'teki "Önümüz­ deki 4-5 yıl için ana ilke şu olmalıdır: her şey silahlı kuvvetler için"0 vaadine uygun bi­ çimde yeniden silahlanma faaliyetleri büyük hız kazandı. Luftwaffe'nin (Hava Kuvvetle­ ri) varlığı, Versailles Antlaşması'nın bir başka ihlali olarak, Mart 1 935'te ilan edilmiş ve hiçbir şikayete yol açmamıştı. Ve lngiltere, Haziran 1935'te Reich'la, Almanya'nın İngi­ liz donanmasının sahip olduğu gücün % 35'ine ulaşmasına izin veren bir Deniz Kuvvet­ leri Antlaşması yaparak Versailles'ın zayıflatılmasında dikkat çekici biçimde, bilerek ve isteyerek suç ortaklığı yapmıştı. Hitler, Rhineland'ı yeniden silahlandırarak uzun süredir bu hamlenin yapılması gerektiğini düşünen askeri komuta kademesinin büyük özlemi­ ni gerçekleştirmişti. Hitler silahlı kuvvetlerin istedikleri her şeyi fazlasıyla yapıyordu. As­ keri liderlerin şikayet edebilecekleri pek bir şey yoktu. Büyük şirketlerin liderleri, mevcut zorluklara ve ekonominin gelecekte karşılaşabile-

lan Kershaw

28

ceği sorunlara ilişkin özel kaygılar taşısalar da, solcu partileri ve sendikaları yok elliği için Hitler'e minnellardılar. Çalıştırdıkları işçilerle ilişkilerinde tekrar "aile reisi" olmuş­ lardı. Ve muazzam karlara ve hisselere giden yol sonuna kadar açıktı. Parti müdahalesi­ nin eleştirildiği, ihracatla ya da hammadde eksikliğiyle ilgili sorunlar çıktığında ya da ekonominin yönetimine ilişkin kaygılar dile getirildiğinde bile, Weimar Cumhuriyeti'nin o "kötü" eski demokratik günlerine dönülmesini özel ortamlarda bile savunan tek bir sa­ nayici yoktu . Ulusal muhafazakar seçkin gruplarının içinde yer alan, esas olarak ordu komutanlı­ ğı ve devlet bürokrasisinin üst kademelerindeki bazı bireyler, Nazi rejimine temelde mu­ halif bir yola girmekte olduklarını, ancak iki yıl sonra, evreler halinde ve duraksayarak hissetmeye başlayacaklardı. Fakat o sırada Hitler'in kişiliğinde cisimleşmiş, görünüşte başarılı ulusal özgüven ve yeniden inşa siyasetlerinin, kendi çıkarlarına ve ulusal çıkar olarak gördükleri şeye hizmet etmekte olduğunu düşünüyorlardı. Sadece şiddetli " Kilise Mücadelesi" ruhban ve kiliseye gidenler ile parti eylemcileri arasında gitgide sürtüşmeye neden oldu. Sürtüşme en çok ruhbanın nüfuzunun kırıla­ madığı Katolik kırsal bölgelerde görülüyordu. Bu durum, aksi halde kısmen baskı ve propaganda karışımıyla imal edilen kapsamlı bir mutabakata varacak olan ilişkilere ha­ tırı sayılır bir gölge düşürdü. Ancak her iki Hıristiyan mezhebin tutumu da tam bir ka­ rarsızlığı yansıtıyordu. Kiliseye giden nüfus üzerinde hala önemli bir etkisi olsa da ruh­ ban, özellikle doğrudan dini meselelerle ilgili olmayan konularda yapılan resmi açıkla­ malara ihtiyatlı bir tutumla uymak zorunda olduğunu hissediyordu . Bazı konularda, hal­ ka yol gösterecek ya da bunun için çalışacak yerde, halkın peşinden gidiyordu. Hitler'in ulusal "başarılar"ının, en önemlisi Rhineland'ı yeniden silahlandırarak kazandığı zaferin, Nazilerin Kiliselere saldırısını sert biçimde eleştiren kendi sıradan üyeleri arasında bile muazzam bir destek gördüğü gerçeğini hesaba katmak zorundaydı. "Kilise Mücadelesi"nin yol açtığı huzursuzluk çok yaygındı. Fakat bu genellikle ken­ di içinde bölünmüş bir huzursuzluktu . Rejimin toptan reddedilmesi ya da doğrudan muhalefet boyutlarına nadiren vardı. Nazi hilesine karşı geleneksel adetlerin, görenekle­ rin ve uygulamaların ateşli savunusu, Hitler'i kişisel olarak desteklemekle, onun sola kar­ şı giriştiği saldırıyı onaylamakla, ulusal "zaferler"ini alkışlamakla, Yahudilere karşı uygu­ lanan ayrımcı önlemleri kabul etmeye hazır olmakla, yani aslında Kilise işleriyle doğru­ dan ilgili olmayan önlemlerin çoğuyla bağdaşabiliyordu. Katolik piskoposlar Hitler'in şansölyeliğinin ilk haftalarında kendi görevlilerini yeni rejime itaate teşvik ettiler.7 Ve "Kilise Mücadelesi"nin en yüksek noktasında bile "ateist" Bolşevizm'e karşı tutumlarını açıkça savundular ve Hitler'e olan sadakatlerini teyit ettiler." Toplama kamplarının vah­ şeti, SA liderlerinin 1934'te katledilmeleri ve Yahudilere karşı gittikçe tırmanan ayrımcı­ lık, resmi hiçbir protesto ya da muhalefete yol açmamıştı. Aynı şekilde kendi içinde bö-

Hitler 1 936-1945

29

lünmüş olan Protestan Kilisesi'nde, Nazilerin Kilise'ye yönelik yukarıdan tavırları ve onun iç işlerine, uygulamalarına, yapılarına ve doktrinine müdahaleleri karşısında duyu­ lan rahatsızlık, eleştiri ya da muhalefet, birkaç istisnai bireyin sergilediği örnekler bir ya­ na bırakılırsa, resmi sakat beyanları ve Hitler'in yaptıklarına verilen sahici bir onayla bir­ likte var oldu. 1 936 baharında Hitler'in meydan okunamayan otoritesinin temeli kitlelerin ona duy­ dukları hayranlıktı. Nüfusun büyük kısmı onu tanrılaştırmıştı. Muhalifleri bile bunu gö­ rüyorlardı. "Ne adam şu Hitler. Her konuda risk alacak kadar cesur." Bu sözlerin yansıt­ tığı duygular o sırada yeraltındaki sosyalist muhalefet tarafından bile sık sık dile getirili­ yordu. "Bütün Almanlar Versailles ruhundan nefret ederler. Hitler o lanet antlaşmayı parçalayıp Fransızların suratına çarptı."9 Bu yaklaşım o zamana kadar Hitler'e fazla coş­ kuyla yaklaşmayan kişilerin bile onu neden desteklediklerini gösteriyordu. 1 936'da Al­ man halkı, en azından bu halkın büyük çoğunluğu, taşkın ve sürekli bir propagandanın orta yerinde neredeyse tek başına görülen Hitler'in ülkeyi restore etmesinin verdiği gu­ rurla coşmuştu . Muazzam bir kitle hareketinin desteği, onun plebisiter desteğinin başlıca dayanağı, övgü akışının asla kesilmemesinin güvencesiydi. Ancak Hitler'e verilen destek yeterince sahici ve boyutları bakımından da muazzamdı. Çogu Alman, şikayetleri ne olursa olsun 1936 yazında en azından bazı konularda Hitler taraftarıydı. Dış siyasette kazanılan zafer­ ler nüfusun ezici çoğunluğunu tartışmasız biçimde liderin arkasında birleştirmişti. Füh­ rer'e duyulan hayranlık yaygındı. Aslında can sıkıcı gündelik hayat düzeyinde bile pek çok kişi Almanya'da kendilerine biraz mucize gibi gelen bir değişimi yarattığı için Hitler'e güvenmeye hazırdı. Cezalandırılan bir azınlığa mensup olmayan, baskı altına alınan Sos­ yal Demokratların ya da Komünistlerin sağlam taraftarı olmaya devam eden ya da Kilise­ lere yapılan saldırılar yüzünden tam bir yabancılaşma yaşayanların çoğuna her şey Hit­ ler'in yönetimi devraldığı dönemle kıyaslanamayacak kadar iyi görünüyordu. lşsizlik, kö­ tümserlerin kehanetindeki gibi yeniden artacak yerde, tamamen ortadan kalkmıştı. Hayat standartlarında mütevazı ancak kayda değer bir iyileşme görülüyordu. Daha fazla tüketim malı bulunabiliyordu. "Halk radyosu" (Volksempfanger) gittikçe daha fazla hane halkına ulaşıyordu.'0 Boş zaman uğraşıları, eğlence ve küçük çaplı turizm yayılıyordu. Sinemalar ve dans salonları doluydu. Alman lşçi Cephesi'nin boş zamanları değerlendirme örgütü "Eğlenerek Dinçleşme"nin yönettiği gezi gemileriyle Madeira ya da Norveç'e "romantik" geziler yapmak ayrıcalıklı olanların tekelinde ve sınıfsal farkları yansıtıyor olsa da, daha çok insan kırlarda vakit geçirebiliyor ya da tiyatro ve konser salonlarına gidebiliyordu." Savaştan uzun süre sonra geçmişe bakan pek çok kişi için bunlar "güzel günler" idi.

12

Sadece üç yıl içinde Hitler'in Almanya'yı Weimar demokrasisinin sefil ve bölünmüş halinden kurtardığı, Alman halkı için görkemli bir geleceğin yolunu döşediği görülüyor-

lan Kershaw

30

du. Demagog ve siyasal kışkırtıcı , görünüşe bakılırsa, bir devlet adamına, Bismarck'ınki­ ne denk prestij sahibi bir ulusal lidere dönüşmüştü. Ulusal canlanmaya katı otoriterliğin, yurttaş haklarının kaybedilmesinin, Sol'un vahşi biçimde ezilmesinin, Yahudilere ve "ulusal topluluk" içinde yer alması uygun görülmeyen diğerlerine karşı ayrımcılıkta ar­ tışın eşlik etmesi, çoğu kişi tarafından en azından ödenmeye değer bir bedel olarak gö­ rülüyor, pek çok kişi bütün bunları olumlu buluyordu. Almanya'nın 1 936 baharında edindiği yeni uluslararası konumun sınırsız bir geniş­ lemenin, ölçülemeyecek derecede katliama yol açan bir dünya savaşının, görülmemiş bir soykırımın ve nihayet bizatihi Reich'ın yıkımının habercisi olacağını, bu aşamada hayal edebilecek kadar öngörü sahibi pek az kişi vardı. Sürgündeki Sosyal Demokrat hareke­ tin sezgili raporunda, "Hitler'in bu yeni girişiminin yok oluşun cehennem çukuruna gi­ den yolda yeni bir kilometre taşı olduğunu fark eden kimse yok gibi ," deniyordu n

il Çoğu diktatör için devlet üzerinde rakipsiz iktidara sahip olmak yeterliydi. Hitler için bu, başlı başına bir amaç değildi. Onun düşüncesine göre, iktidar bir çift ideolojik amaca hizmet ediyordu : Yahudileri yok etmek ve ardından gelen dünya hakimiyeti için bir plat­ form edinmek. Hitler için Yahudiler Almanya'nın ölümcül düşmanıydılar ve onların yok edilmesi bütün Avrupa kıtası üzerinde hakimiyet kurulmasını sağlayacaktı. Irksal müca­ deleyi ve uyum kabiliyeti en yüksek olanın hayatta kalmasını insanlık tarihinin en önem­ li belirleyicileri olarak gören bir "dünya görüşü" temelinde, iç içe geçen bu iki hedef, 1920'lerden beri Hitler'in düşüncesinin merkezini oluşturmuştu . Ne var ki hedefe giden bilinmeyen yolda bu temel fikirler bir kez oluştuktan sonra onu asla terk etmedi. Hitler'in bu sabit fikirlere saplantılı ve kararlı bağlılığı, onun Almanya'yı, Avrupa'yı ve bütün dünyayı felakete sürüklerken oynadığı benzersiz rolün bir parçasıydı. Ne var ki iktidar yolunda Nazizm'e bağlanan milyonların içinde, meseleleri Hitler gibi gören ya da fanatik bağlılık nedeniyle onun başlıca itici gücünü oluşturan kişisel "dünya görü­ şü"nün sabit noktalarını benimseyen görece pek az kişi vardı. H Hitler'in Weimar demok­ rasisine bir alternatif olarak artan cazibesi çok daha büyük ölçüde onun uzlaşmaz dira­ yetine, yüksek mevkilerde zayıflayan ve kitle desteğini giderek kaybeden görünüşte ba­ şarısız bir siyasal sisteme karşı cepheden giriştiği saldırıya dayanıyordu . iktidara yükse­ lişi sırasında Hitler'in esas ideolojik ögretileri, Weimar sistemine karşı nefret dolu tirat­ ların genel ve her şeyi kucaklayan cephaneligine, yenilgiye yol açan ve devrimi kışkırtan "suçlular" felaketli sonuçlarıyla birlikte bir kez yok edildiklerinde ulusal yeniden dogu­ şun gerçekleşeceğine ilişkin kotardıgı cazip karşı-imgeye iliştirilmişti . Hitler'in demagog olarak başarısı, hayatından memnun olmayan kitlelerin işitmek istedikleri şeyi söyleme ve onların diliyle konuşma, umutsuzluk psikolojisini yakalama ve sömürme, onu ulusun

Hitler 1936-1945

31

lkarus gibi yeniden doguşuna ilişkin yeni bir umuda dönüştürme yeteneginde yatar. Kit­ lelerin kinlerini, öfkelerini, umutlarını ve beklentilerini onun gibi dile getiren kimse yok­ tu. Benzer bir ideolojik mesajı olan herhangi bir başka kişiden daha sen, daha öfkeli, da­ ha anlamlı ve daha cazip bir üslupla konuşuyordu. Hitler herkesi etkileyen belirleyici bir ulusal kriz anında ulusalcı kitlelerin sözcüsü oldu. Hitler ulusalcı kitleleri hiç kimsenin yapamayacagı ölçüde harekete geçirebildigini gösterirken, kendisini güçlü ve nüfuzlu kişiler için cazibesi giderek artan bir alternatif haline getirdi. Bu kişiler onu ve hızla büyüyen Hareket'ini, muhafazakar seçkinlerin za­ yıflatmak için mümkün olan her şeyi yaptıkları "Marksizm"e karşı savaşta vazgeçilmez bir silah olarak görüyorlardı. "Marksizm"e karşı savaş, sadece Komünistlere degil, Sosyal Demokratlara, sendikalara ve bizatihi demokratik sisteme yönelik saldırıların şifresiydi. Weimar Cumhuriyeti'nin son çöküş evresinde, onların yardımıyla, uzun süredir elde et­ mek için ugraşugı şey nihayet Hitler'e verildi: Alman devleti üzerinde denetim. Seçkin­ lerin ölümcül hatası, Hitler'i denetleyebileceklerini sanmış olmalarıydı. Onu feci bir şe­ kilde küçümsediklerini keşfettiklerinde artık çok geçti. lktidara çıkarıldıgı sırada Hitler'in övdüğü, özünde 1 9 1 8 yenilgi ve devriminin üste­ sinden gelmekten ibaret olan kurtarıcı siyasetler, 1 3 milyondan fazla Alman'ın desteğini kazanmıştı. Bunların arasında Nazi Hareketi'nin çeşitli kollarına mensup bir milyondan fazla üyeden oluşan eylemci bir taban vardı . Hitler bu kitlelerin ulusal kurtuluş beklen­ tilerini temsil ediyordu. Popüler dindarlığın hala güçlü olduğu bir devirde Hitler'in ken­ di çevresinde oluşturduğu neredeyse dinsel hava, onu seküler bir "kurtarıcı" olarak gös­ terebilmişti. Kaybedilmiş bir savaş, ulusal utanç, derin bir iktisadi ve toplumsal sefalet, demokratik kurumlara ve siyasetçilere duyulan inancın kaybolması, büyük bir devlet krizi içinde hüküm süren görünüşte aşılmaz akut darboğazları zorla aşabilecek bir "güç­ lü adam" arayışı; bütün bunlar, kitlelerin geniş kesimlerinin ayartıcı ulusal kurtuluş slo­ ganlarına kapılmasına katkıda bulunmuştu. Fakat bu cazibe sadece siyasal toyluktan kaynaklanmıyordu. Yeni muhafazakar ve entelektüel çevrelerde yaygın olan derin kültürel kötümserlik de, Hitler ve taraftarlarının vulgarlıgı küçümseniyor olsa da, "ulusal yeniden doğuş" fikrinin cazip bulunmasını sag­ layabiliyordu. Birinci Dünya Savaşı'ndan önce de var olan ve genellikle sözde ırksal saf­ lığın geri dönülmez biçimde kaybedildiğine dair giderek moda olan görüşlerle birlikte gelişen durdurulamaz kültürel zayıflama duygusu hız kazanıyordu. 1 5 Savaş sonrasında kültürel umutsuzluk hali muhafazakar entelektüelleri daha sıkı biçimde kavradı. Oswald Spengler'in Decline of the West'(, durdurulamaz bir kültürel yozlaşmaya ilişkin melanko­ lik teşhisiyle birlikte büyük bir etki yarattı. '• Soyut sanat ve modem tiyatro, Alman de­ ğil "Yahudi" olarak görülüp küçümsenebiliyordu. Zenci müziği olarak görülen senkoplu *

Oswald Spengler, Batı'nın Çöhüşü, Dergah Yayınlan, çev. Giovanni Scognamillo , Nuray Sengelli, lstanbul 1997 (2. bs.). -çn

lan Kershaw

32

hot ]azz, Bach ve Beethoven'in ülkesinde , sadece müzikte degil hayatın her alanında ka­ çınılmaz bir Amerikanlaşmanın belirtisi olarak görülüyordu. 1 7 Almanya'nın kültürel çöküşü siyaset alanına da yansıyordu. Sadece on yıllar önce Bismarck'ın bir dev olarak siyaset sahnesine yerleşmiş olduğu yerde, ülkenin temsilcile­ ri artık birbiriyle dalaşan cüceler gibi görünüyorlardı; iflah olmaz biçimde bölünen Re­ ichtag iflah olmaz biçimde bölünmüş bir Almanya'yı yansıtıyordu . iflah olmazlık, yeni­ den birligi saglayacak (gerekirse zorla) bir ulusal kahraman ortaya çıkana kadar geçerliy­ di. Umutlar sadece böyle bir kahraman vizyonuna bağlanıyordu. Bir savaşçı, devlet ada­ mı ve yüksek bir rahip olabilecek bu kahraman, ulusal utancın ve savaş sonrası sefaletin küllerinden dogarak ulusal gururu ve yüceliği yeniden saglayacaktı.'" Hitler'e ve onun Hareket'ine daha sonra verilen entelektüel destegin tohumları, her ne kadar gerçekligin idealden uzak oldugu daha sonra kanıtlandıysa da, bu bereketli toprakta büyüdü. Nazilerin o kulak tırmalayıcı anti-semitizmi böyle bir desteğe engel olmuyordu. Nü­ fusun yüzde birinden daha azını oluşturan, büyük çoğunlugu iyi ve yurtsever birer Al­ man olma kaygısı taşıyan Yahudilerin pek az dostu vardı. Açık Nazi şiddetini eleştirebi­ lenler ve Yahudi cemaatine Weimar Cumhuriyeti'nde çektirilen acıları çogu kez kınayan­ lar bile genellikle onlara karşı bir tür ö fke, haset ya da kuşku duyuyorlardı. Yahudilere karşı şiddet uygulamasına (Weimar Almanyası'nda da görülüyordu) görece az sayıda ki­

şi katılsa da, örtülü ya da pasif bir anti-semitizm yaygındı. 19 Sürekli Nazi ajitasyonu , sa­ vaşın kaybedilmesi, devrim, artan siyasal kriz ve derin toplumsal sefalet için günah ke­ çileri arayışıyla şiddetlenen husumet katmanlarını destekledikçe, önyargılar şiddetlendi. Yahudilerin orantısız biçimde zengin, ekonomiye zararlı biçimde hakim olduklarına ve kültür alanında saglıksız bir etki yarattıklarına dair iddialar hızla çogaldı. Başka deyişle, Yahudilerin farklı (her ne kadar kendileri aksini kanıtlamaya çalışsalar da) ve Alman­ ya'nın hastalıklarından sorumlu oldukları iddiası, Hitler iktidara gelmeden önce bile hız­ la artıyordu. Hitler iktidara geldiginde Nazizm'in Yahudi karşıtı öncülleri bu türden olumsuz duy­ gular üzerinde inşa edilerek bütün rejime nüfuz edebildi ve sürekli bir propagandayla büyütülerek toplumun bütün katmanlarına ulaştı . Irksal "saflaştırma"yla ulusal yeniden canlanmanın bir temeli olarak Yahudileri Almanya'dan "çıkarma" niyeti, rejimin her kö­ şesinden bu yönde gösterilen inisiyatiflerin güvencesi haline geldi. Ve yeni devletin için­ de anti-semitizmin vahşeti karşısında rahatsız olan ya da endişeye kapılan pek çok kişi­ nin Yahudilere yönelik örtülü tepkisi ve ayrımcılıga karşı ahlaki kayıtsızlıgı, cezalandır­ ma uygulamalarının karşısındaki bütün engelleri ortadan kaldırdı. 1 936 Olimpiyat Oyunları sırasında Yahudilere yönelik açık saldırganlıgın dizginlen­ mesi, eylemciler tarafından sadece geçici bir yöntem, yüzeyin altında pişirilmekte olan daha ileri düzeyde ayrımcı uygulamalar için yapılan baskının zaptedilmesi olarak görül-

Hitler 1 936- 1 945

33

dü. Toplumsal öfke , kötü niyet ve hırs, düpedüz nefretin ve ideolojik doğrulugun yanı sıra, cezalandırma çılgınlığını da keskinleştirdi. 1937'nin sonunda ekonominin "aryen­ leştirilmesi" uygulaması hızla gelişmeye başlıyordu. l 938'de Yahudi cemaatine yönelik açık saldırılar tekrar yaygınlaştı. Kendi gündemi olan, ideolojik olarak yönlendirilmiş polis gücünün yeni ırksal hedef grupları gözetim altında tutma konusunda sahip oldu­ gu iç dinamikler, "Yahudi sorununu çözmek" için yeni imkanlar arayışının yanı sıra, "ırksal düşman"a karşı savaşta radikalizmin, 1936 ve 1 93 7'nin "sakin yıllar"ında azal­ maktan çok tırmandığını gösteriyordu. O halde, 1 9 1 9 gibi erken bir tarihte Hitler'in ulusal bir hükümetin zorunlu hedefi olarak onaya attığı "Yahudilerin uzaklaştırılması" evreler halinde gerçekleştirilebilir bir hedef olarak görülmeye başladı.20 Hitler'in kendi ideolojik saplantılarıyla yakından bağlantılı olan öteki alanda, Alman­ ya'nın sınırlarının genişletilmesi meselesinde de, radikalleşen güçler faaliyet halindeydi­ ler. Hitler, Alman yayılmacı dürtüsünün başlıca, en tek yanlı ve en pervasız savunucusu olsa da, Avrupa'ya hakim olma düşü sadece onun düşü olmaktan uzaktı. Alman emper­ yalist ideolojisinin bazı özelliklerinde kökleşmiş olan bu anlayış2 1 l 920'lerin ortalarında Hitler'in düşüncesine önemli bir bileşen olarak eklenmişti. Bizzat Nazi hareketi hızlan­ dığında ve 1930'ların başında kitlesellik kazandığında bu yaklaşım da hız kazanmış ol­ du ve Hitler'in ütopyacı şanlı Alman geleceği "vizyonu"nda ifadesini bulan büyük "ulu­ sal kurtuluş misyonu"nun bir parçasını oluşturdu. Doğu Avrupa'da Sovyetler Birliği pa­ hasına "kılıçla" bir "hayat alanı" elde etmek (Hitler'in l 920'lerin sonunda tekrar tekrar belirttiği gibi) l 930'ların başında Alman devletinin görülmemiş yoksulluk ve zayıflık ko­ şullarında gerçekdışı görülebiliyordu ; ancak belirsiz biçimde ifade edilen Hitlerci Avru­ pa'ya hakim olma "vizyonu", Alman hakimiyetinin yeniden canlandırılması konusunda ordu komutanlığı içinde, Dışişleri Bakanlığı'nın üst kademelerinde, bazı önemli iş çevre­ lerinde ve pek çok entelektüel arasında yer alan güçlü grupların içinden geçen duygula­ ra yakın anlayışları kapsayabilmek gibi (onlarla özdeşleşmese de) büyük bir avantaja sa­ hipti. Hitler diktatörlüğünün ilk yıllarında özgüven geri geldikçe, ekonomi düzeldikçe, silahlanma hız kazanmaya başladıkça ve rejim bir diplomatik zaferden diğerine koştuk­ ça, Alman yayılmasına ve hakimiyetine ilişkin değişik fikirler evreler halinde sabitleşme­ ye ve giderek gerçekçi görünmeye başladı.

Ayrıca yayılma, Hitler'in savundugu ulusun yeniden doğuşunun gerçekleşmesi, "ulu­ sal kurtuluş"un en son noktasına ulaşılması gibi sadece ideolojik olarak değil, giderek ik­ tisadi ve askeri gerekçelerle de arzulanabilir oldu, hatta zorunlu bulunmaya başlandı. Hitler'in "hayat alanı" fikri iş adamlarının benimsedikleri "daha büyük bir iktisadi alan" (Grossraumwirtschajt) nosyonuyla kolayca harmanlandı. Hatta onlar güneydogu Avrupa'da Rusya'nın bu bölgeyi vahşi biçimde sömürgeleştirmesini seyretmektense, ora-

lan Kershaw

34

da geleneksel Alman hakimiyetini yeniden kurmak için yayılmaktan yanaydılar. iktisadi yenileşme düşünceleri iktisadi hakimiyet düşüncelerine dönüştükçe ve giderek silahlan­ maya yönelen bir ekonominin baskıları, artan işgücü ve hammadde yetersizligini açıkça ortaya koydukça, yayılmanın cazibesi giderek daha belirgin hale geldi. Hem tüketim hem de silahlanma harcaması talepleri arasında iktisadi bir denge kurma sorununun aci­ len çözülmesi gerekiyordu. Sonunda önceliklerin silahlanma ekonomisinden yana belir­ lenmesi yayılma hedeflerini belirledi . Aslında ekonominin silah üretimine katılan kesim­ leri için rejimin yayılmacı programını hararetle desteklemek karları hızla artırmanın en emin yoluydu . Almanya Versailles Antlaşması'nın şartları ve Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra ülkeye dayatılan (ve l 932'de kesin olarak silinen) tazminatlar nedeniyle engellendigi sürece fır­ sat kollamak zorunda kalan askeriye, uzun süredir, kaybedilen bölgeleri yeniden ele ge­ çirmek ve orta Avrupa'da hakimiyet kurmak için orduyu eski haline getirmeyi amaçlı­ yordu.22 1 933'ten sonra silahlı kuvvetlerin yeniden inşasının hızlanması ve batılı demok­ rasilerin bunu engelleme konusunda sergiledikleri belirgin duraksama ve yeteneksizlik sürecin hızlanmasına yol açtı. Sadece Hitler için degil, bazı askeri liderler için de, Alman­ ya'nın yeniden silahlanmasına karşılık vermek için İngiltere ve Fransa bir kez silahlan­ ma yarışına girdiklerinde hızla daha az elverişli hale gelebilecek koşullardan yararlanma­ nın tam zamanıydı. Versailles sonrası düzenin bozulmasını izleyen uluslararası istikrar­ sızlık, batı demokrasilerinin zayıflıgı ve henüz başlamakta olan silahlanma yarışı; bütün bunlar, Almanya'nın Avrupa kıtası üzerindeki hakim rolünü yeniden kurmak için döne­ min her zamankinden daha uygun oldugunu gösteriyordu. Hitler'in generallerine hitap ederken etkin biçimde kullandıgı tez buydu. Polonya ve Çekoslovakya' da potansiyel ola­ rak düşman komşuların cografi yakınlıgı, gelecekte Fransa ve lngiltere'yle çatışma ihti­ mali ve en önemlisi, ne kadar zayıf olursa olsun dogudaki Bolşevizm'den duyulan kor­ kular, yayılmacılıgın cazibesine eklendi ve bu arada askeriyenin Hitler'e ve Avrupa'ya ha­ kim olma düşlerine baglanmasına yardımcı oldu. Böylelikl e , Hitler'in ideoloj isindeki sabit noktalar ("Yahudilerin uzaklaştırılması" ve

"hayat alanı"nı ele geçirmek için gelecekte verilecek devasa bir mücadelenin hazırlıkları) Nazi rejiminin hayati dayanak noktalarını oluşturan faillerin farklı çıkarlarını da kolayca kapsayabilecek şekilde, geniş, zorlayıcı ve uzun vadeli hedefler haline geldi. Sonuç ola­ rak Avrupa'nın orta yerindeki gayet modem bir devletin, bürokrasi, ekonomi ve ayrıca ordu gibi araçları, Hitler'in "karizmatik" otoritesine, ulusal kurtuluş siyasetlerine ve tek bir adamın kişiselleşmiş "vizyon"unda ve iktidarında cisimleşmiş Avrupa hakimiyeti dü­ şüne baglandılar. Hitler'in temel, degişmez ve uzak hedefleri, bütün yönetim sistemine nüfuz eden olaganüstü enerji ve dinamizmin çerçevesini oluşturarak bütün Nazi rejimi­ nin amansız itici gücü haline gelmişti. Hakimiyette hiçbir uç nokta, iktidar şehvetinin

Hitler 1 936- 1945

35

doyurulabildiği hiçbir an tanımayan, sınırsız saldırganlığın ancak baskıcı otoriterlikle gerçekleşebileceği bir dinamizmdi bu. Hitler'in diktatörlüğünün ilk üç yılının Almanya'ya görünüşte yaşamğı "iyi zaman­ lar", ekonominin yeniden canlanması, düzenin sağlanması, refah beklentileri, ulusal gu­ rurun yeniden canlanması sonsuza kadar süremezdi. Bütün bunlar kum üzerine inşa edilmişti; istikrara ve "normal" bir hayata ulaşılabileceği yanılsamasına dayanıyordu. As­ lında Üçüncü Reich "normal" bir hayat sağlayamazdı. Bu sadece Hitler'in küçümsenme­ mesi gereken kişiliği ve ideolojik dürtüsüyle ilgili bir mesele de değildi. Onun mizacı, tü­ kenmeyen enerjisi, inisiyatifi elde tutmak için risk almasını sağlayan kumarbaz içgüdü­ sü, 1 9 3 5 ve l 936'da elde ettiği zaferlerin kazandırdığı güven duygusuyla iyice güçlendi. Onun gittikçe büyüyen idealizmi, kitlelerin hayranlığından ve bu topluluk içinde yer alan neredeyse herkesin dalkavukluğundan oluşan bir uyuşturucu maddeyle besleniyor­ du. lçinden atamadığı zamanın aleyhine çalıştığı duygusu ve bir an önce eyleme geçme sabırsızlığı, çok uzun süre hayatta kalamayacağına dair artan inancı yüzünden daha da büyüdü . Ancak Hitler'in bu kişisel özelliklerinin ötesinde, kişisel olmayan güçler, Hit­ ler'in temsil ettiği öğreti niteliğindeki hedeflerin harekete geçirdiği ya da yönlendirdiği baskılar da faaliyet halindeydi. Hem kişisel hem de kişi dışı itici güçlerin oluşturduğu bi­ leşim, Rhineland'a yürüyüş ile Avusturya'ya yürüyüş arasında geçen "sessiz" iki yıl için­ de, rejimin ideolojik dinamizminin azalmasını değil, daha da artmasını, radikalleşme döngüsünün yükselmeye devam etmesini sağladı. Hitler'in özgüvenini devasa boyutlara çıkaran 1936 zaferinin bu yolda bir son değil başlangıç olduğu görüldü. Çoğu diktatör böylesine büyük bir zaferin verdiği hazla yeti­ nir ve çizgiyi çekerdi. Oysa Hitler için Rhineland'ın yeniden silahlandırılması sadece Av­ rupa'ya hakimiyet arayışında önemli bir basamaktan ibaretti. izleyen aylarda rejimin bü­ tün yönlerinde, 1 93 7 yılının sonundan itibaren belirgin hale gelen keskin bir radikalleş­ menin yolu açıldı. Bu yol, iki yıl sonra Almanya'yı ve Avrupa'yı felaket niteliğinde ikin­ ci bir büyük yangına sürükleyecekti.

'(�F ·

�· r � ·. . J� k . '

�.

ı ..

!

1

SÜREKLİ RADİKALLEŞME

"Bolşevizm ile hesaplaşma anı yaklaşıyor. O halde hazırlanmamız gerekiyor. Ordu artık tamamen elimizde. Führer, dokunulmaz . . . Avrupa'da hakimiyet bizim için neredeyse kesin. Fırsatı kaçırmayalım. Dolayısıyla yeniden silahla­ nalım." "Yahudiler Almanya'dan, evet bütün Avrupa'dan kovulmalıdırlar. Bu biraz za­ man alacak. Fakat olacak ve olmalı. Führer bu konuda kesinlikle kararlı."

Goebbels'in 1 5 Kasım 1 936 ve 30 Kasım 1 93 7 günlerinde, Hitler'in görüşlerini yarısıtarak günlüğüne yazdığı sözler.

1 Rhineland zaferinin ardından Hitler Tann'nın gösterdiği yolda ilerlerken talihin ken­ disinden yana olduğuna her zamankinden daha fazla inanıyordu. 29 Mart 1 936'da yapı­ lan plebisit gerek yurt içinde gerekse Almanya'nın dışında Hitler'in artan gücünün bir kanıtıydı. Gelecek üç yıl içinde belirginleşecek olan uluslararası saflaşma yaz aylarında biçimlenmeye başladı. Avrupa'daki güçler dengesi hiçbir yanlış anlamaya yer bırakma­ yacak şekilde değişmişti. 1 "Seçim" başarısının ardından Hitler'in attığı ilk adım, karakteristik biçimde, müttefik olarak gözüne kestirdiği lngilizlere kendi açısından gayet cömert bir "barış planı" sun­ mak oldu. Hitler'in Londra'daki özel elçisi ve dışişlerinde en güvendiği danışmanı olan eski şampanya satıcısı , joachim von Ribbentrop, 1 Nisan günü, Hitler'in bir gün önce ha­ zırladığı teklifi lngiliz hükümetine sundu . Teklif, sivil hedeflerin bombalanmasını, zehir­ li gaz, kimyasal ya da yakıcı bombaların üretimini sınırlayan yirmi beş yıllık bir barış paktını amaçlayan uluslararası müzakerelere katılma arzusunun ifadesiyle birlikte, Rhi­ neland'a askeri birlik takviyeleri konusunda dört aylık bir moratoryumu kapsıyordu .' Görünüşte makul olan "teklif' Almanya'nın Rhineland'a yürüyüşünü izleyen ciddi dip­ lomatik karışıklıktan kaynaklanmıştı. O sırada Almanya'ya karşı harekete geçilmesi için Fransa'nın yaptığı gecikmiş baskı, lngilizleri Rhine bölgesindeki asker sayısını artırması­ nı ve bölgeyi tahkim etmesini önlemek için Hitler'den bir taahhüt almaya yöneltmişti. 3 Doğal olarak Hitler bu somut noktalarda hiçbir taviz vermemişti. lngiltere Dışişleri Ba­ kanı Anthony Eden'in 6 Mayıs 1 936 günü gelen yanıtı artık geçerli olmayan 1 9 25 tarih­ li Locamo anlaşmasının yerine geçecek yeni uluslararası antlaşmalarla ilişkilerin düzel­ tilmesi

için kapıyı açık bırakıyordu. Ancak diplomatik diline rağmen, yanıt özünde

olumsuzdu . Eden, Alman Dışişleri bakanı Konstantin Freiherr von Neurath'a şu yanıtı verdi: "Majestelerinin Hükümeti, her iki tarafın da amaçladığı kapsamlı müzakerelere bir tür temel hazırlık olarak güvenin yeniden sağlanmasına yönelik daha tatmin edici bir katkıda bulunamadığı için üzgündür. "4 Böylece lngiliz hükümetinin Hitler'e olan güven­ sizliği açığa çıktı. lngiltere'nin bir kez daha savaşa girmesini ne pahas.ına olursa olsun en-

lan Kershaw

40

gelleme kararlılığı dikkate alındığında, bu daha da rahatsız edici bir durumdu. ' lngilte­ re Başbakanı Stanley Baldwin'in Nisan sonunda belirttiği gibi: "Mussolini ve Hitler gibi iki kaçık varken herhangi bir şeyden asla emin olamazsınız. Fakat ben ülkeyi savaşın dı­ şında tutmaya kararlıyım."6 Hitler, lngiltere'yle arzuladıgı ittifakı kurma konusunda gitgide zorluklarla karşılaş­ mış olsa da, Rhineland zaferi bir başka yerde yeni fırsatlar sağladı. Geçen sonbahardan beri, Mussolini için artık gecikmiş bir zafere doğru ilerleyen Habeşistan işgalinin yankı­ larıyla uğraşan ltalya, batılı güçlerin dikkatlerini Rhineland'ın yeniden silahlandırılması­ na çevirdiklerini görmekten hoşnuttu. Dahası da vardı: Habeşistan'ın işgal edilmesinin yol açtığı diplomatik anlaşmazlık, ltalya ile Almanya arasındaki ilişkileri daha da sağlam­ laştırmıştı. Mussolini'nin o yılın başlarında işaretini verdiği gibi, ltalya'nın Avusturya'yı Alman baskısından koruma konusunda gösterdiği ilgi, Almanya'nın Habeşistan çatışma­ sında verdiği destek karşılığında hızla azaldı. Yıl sonuna doğru Berlin-Roma "mihve­ ri"nin nihayet oluşması için gerekli koşullar oluşmaya başladı. Bu arada ltalya'nın koru­ mayı kaldırmasının kaçınılmaz sonucu , Avusturya'nın artık Almanya'nın yörüngesine girmiş olduğunu, Temmuz'da yapılan tek yanlı bir antlaşmanın da göstereceği gibi, ka­ bul etmek zorunda kalmasıydı. Avusturya antlaşmasını izleyen iki hafta içinde Avrupa'daki diplomatik fay hatları Hit­ ler'in, bütün Avrupa'yı içine çekecek felaketin uğursuz habercisi olarak hızla oluşmakta olan lspanyol iç Savaşı'na müdahale kararı üzerine daha da genişleyecekti. Akılllı gözlem­ ciler için şu nokta giderek açıklık kazanıyordu: Hitler'in Rhineland darbesi Avrupa'daki güçler dengesinde büyük bir değişimin katalizörü olmuştu; Almanya'nın üstünlügü ulus­ lararası düzende önceden görülemeyen ve gayet istikrarsızlaştırıcı bir unsurdu; öngörüle­ bilir gelecekte yeni bir Avrupa savaşını önleme ihtimali önemli ölçüde azalmıştı. Hitler, Alman kamuoyuna kendisini gene bir barış adamı olarak gösterirken, savaşın toplanmakta olan fırtına bulutlarından kimin sorumlu olduğunu usta bir manevrayla ima etti. Bir zamanlar emekçilerin uluslararası bayramıyken, şimdi "Ulusal Emek Günü" olarak kutlanan 1 Mayıs günü Berlin'in merkezindeki devasa Lustgarten meydanında ge­ niş bir dinleyici kitlesine seslenirken, şu abartılı soruyu ortaya attı: "Kendi kendime so­ ruyorum," dedi, "huzur, barış ve anlaşma istemeyen bu unsurlar kimlerdir; sürekli aji­ tasyon yapanlar, güvensizlik tohumları ekenler kimlerdir?" Kimlerin ima edildiğini anla­ yan kalabalık hep bir ağızdan uludu: "Yahudiler." Hitler söze tekrar başladı: "Biliyo­ rum . . . . " Dakikalarca süren büyük bir tezahüratla sözü kesildi. Nihayet devam edebildi­ ğinde, istediği etkiyi yaratmış olarak cümlesini tamamen farklı bir yönde tamamladı: "Bi­ liyorum, bu ajitatörlerin niyetlerini gerçekleştirmeleri halinde silaha sarılmak zorunda kalacak olan milyonlar değil. Onlar değil. . . "' Ne var ki 1 936 yazı, Hitler'in de gayet iyi bildiği gibi, yeni bir anti-semitik kampan-

Hitler 1936- 1945

41

ya başlatmak için uygun bir zaman degildi. Agustos ayında Berlin'de Olimpiyat Oyunla­ rı yapılacaktı. Spor, daha önce görülmemiş ölçüde milliyetçi bir siyaset ve propaganda aracına dönüştürülecekti. Nazilerin güç estetigi asla daha geniş bir izleyici kitlesi bula­ mazdı. Bütün dünyanın gözü Berlin'e çevrilmişken, yerkürenin her yerinden yüz binler­ ce ziyaretçinin karşısında yeni Almanya'nın en iyi yüzünü göstermek, kaçırılmayacak bir fırsattı. Bu amaçla hiçbir masraftan ve çabadan kaçınılmadı. Olumlu imge, rejimin "ka­ ranlık" yanı gözler önüne serilerek tehlikeye atılamazdı. Geçen yaz işaretleri verilen açık Yahudi karşıtı şiddete izin verilemezdi. Bazı zorluklara ragmen anti-semitizmin üstü ör­ tüldü. Şehirlerin ve köylerin girişinde yol kenarlarına konulan ve yabancılar için hoş ol­ mayacagı düşünülen, "Yahudiler giremez" ya da buna benzer Yahudi karşıtı saldırgan ifa­ deler içeren uyanlar, geçen Şubat ayında Bavyera Alpleri'ndeki dinlenme yeri Garmisch­ Partenkirchen'de düzenlenen Kış Olimpiyatları başlamadan önce Uluslararası Olimpiyat Komitesi'nin Belçikalı başkanı Kont Hemi Baillet-1..atour'un ısrarı üzerine, Hitler'in em­ riyle kaldırılmıştı." Parti içindeki fanatik Yahudi karşıtları geçici olarak dizginlendiler. Öteki hedefler şimdilik daha önemliydi. Hitler, Yahudilerle ilgilenmek için uygun zama­ nı kollayabilirdi. Telaşlı inşa faaliyeti, her yerin boyanması, yenilenmesi ve güzelleştirilmesi Olimpiyat kenti Berlin'i olabilecek en cazip haliyle göstermeyi amaçlıyordu ." Merkez noktası yeni olimpiyat stadyumu idi. Hitler, mimar Wemer March'ın özgün planlarını "modem bir cam kutu" diyerek öfkeyle kınamış ve her zamanki çocuksu mizacıyla tepinip bagırarak Olimpiyatları iptal etme tehdidinde bulunmuştu. Muhtemelen bunu kendi istedigini yaptırmak için bir yöntem olarak kullanıyordu. Çevresindeki insanlar şımarık bir çocu­ gu rahatlatmak ister gibi onun hayal kınklıgına ugramaması için ugraşıyorlardı. Speer'in alelacele tasarladıgı daha klasik bir dizayn sonunda begenisini kazandı. ' 0 Ancak Hitler gene yatışmadı. Büyük bir coşkuyla, inşaata başlanmış olsa da dünyanın en büyük stad­ yumunun inşa edilmesini istedi. Bu stadyum büyüklük bakımından 1 932 Olimpiyatları için Los Angeles'ta inşa edilen dünyanın en büyük stadyumunu bile aşmalıydı. Hitler her şeyin çok küçük oldugundan şikayet ediyordu. 1 1 XI. Modem Olimpiyatlar'ın (Hitler'in Olimpiyatları) 1 Agustos günü yapılan gösteriş­ li açılış töreni sırasında Olimpiyat meşalesi getirilirken bütün Berlin , üzerinde gamalı haç olan Nazi bayraklarıyla donatılmıştı. Yukarılarda heybetli hava gemisi Hindenburg Olim­ piyat bayragını dalgalandırıyordu. Stadyumda 1 10 000 kişilik bir kalabalık büyük bek­ lentilerle bir araya gelmişti. Sayılarının bir milyonu aştıgı tahmin edilen ve bilet alama­ yan bir kalabalık da Liderlerini görmek için Berlin caddelerine sıralanmıştı. Hitler, için­ de önemli şahsiyetlerin ve şeref konuklarının bulundugu bir limuzin konvoyuyla . önle­ rinden geçip yeni yapılmış yüksek spor tapınagına dogru ilerledi. ögleden sonra Hitler büyük arenaya girdiginde tören boruları müthiş bir şamatayla çalmaya başladı. Ardın-

42

lan Kershaw

dan, beyazlar giymiş ünlü kompozitör Richard Strauss, ulusal marşı, "Deutschland, De­ utschland über Alles"i ve Nazi Partisi'nin marşı "Horst-Wessel-Lied"i söyleyen 3000 ki­ şilik bir koroyu yönetmeye başladı. Marşların ardından Strauss özel olarak bu gösteri için besteledigi yeni "Olimpiyat llahisi"ni seslendirdi. Müzik yavaş yavaş sönümlenirken, at­ letlerin geçit törenini haber veren dev Olimpiyat çanı çalmaya başladı. Ulusal spor grup­ ları Hitler'in platformunun önünden geçerlerken Nazi selamı verdiler. İngilizler ve Ame­ 2 rikalıların aynı şekilde selam vermemek için kendilerini tutmaya çalıştıkları görüldü. 1 Kameralar han! han! çalışıyordu. 1 934'te yapılan Parti Yürüyüşü'nü filme ç � kerek büyük

başarı kazanan ve bu sayede Olimpiyatlar'ın filmini yapmakla görevlendirilen Leni Ri­ efenstahl'ın kamera ekipleri heyecanlı olayları kaydetmek için gerekli malzemelerle bir­ likte stadyumun çeşitli stratejik noktalarına yerleştirilmişlerdi. "

Törenler nihayet sona erdi ve oyunlar başladı. Sonraki iki hafta sportif yeteneklerin sergilenmesiyle geçti. Müsabakalarda kazanılan büyük başarıların hiçbiri dört altın ma­ dalya kazanan Amerikalı siyah atlet jesse Owens'in yüksek performansıyla kıyaslanamaz­ dı. Hitler, bilindiği gibi, Owens'in elini sıkmadı. Owens'ı ya da kazanan diğer sporcula­ rı bizzat kutlaması aslında planlanmış değildi. Ancak organizasyonu yapanlar tarafından görünüşe bakılırsa öngörülmeyen bir şey olmuş ve Hitler ilk gün madalya kazanan Fin­ li ve Alman sporcuların ellerini sıkmıştı. Yüksek atlama dalında yanşan son Alman spor­ cular o akşam elendiklerinde Hitler normal süresini aşan müsabakaların tamamlanması­ nı beklemeden, akşama doğru stadyumdan ayrılmıştı. Kasıtlı bir küçümseme davranışı olsa da olmasa da, bu hareket Hitler'in yüksek atlama dalında birinci ve ikinci olan iki siyah Amerikalının, Comelius johnson ve David Albritton'un ellerini sıkıp sıkmamaya karar vermesini önledi. Ancak ]esse Owens o günkü finalde yarışmıyordu. Ve Owens madalyalarını kazanmadan önce Kont Baillet-Latour onur konuğu ve orada bulunan en önemli kişi olarak kazananları kutlamak üzere protokol sırasında yer almasına gerek ol­ madığını Hitler'e nazik bir dille bildirdi. Bunun üzerine Hitler kazananların hiçbirini biz­ 14 zat kutlamadı. Böylece Owens ertesi gün yapılan 1 00 metre yarışında altın madalyala­ rının ilkini kazandığı zaman Hitler atleti gücendirecek bir konumda değildi. Gene de

Owens'ı aşağılamaya hazır olduğu Hitler Gençliği'nin lideri Baldur von Schirach'a söyle­ diği sözlerden çıkarılabilir: Amerikalılar zencilerin madalya kazanmalarına izin verdikle­ ri için utanmalıydılar ve bu zencilerin ellerini asla sıkmayacaktı. Schirach'ın ]esse Owens'la birlikte fotoğraf çektirme önerisi karşısında Hitler öfkeyle bunu büyük bir ha­ karet olarak gördüğünü söyledi. " Gösteriler boyunca Nazi önderliği aşırı bir misafirperverlik göstererek önemli kişile­ ri etkileme konusunda hiçbir fırsatı kaçırmadı. Hitler'in yakın zamanda Londra Büyükel­ çiliği'ne atadığı joachim von Ribbentrop, Dahlem'deki zarif villasında masraftan kaçın­ mayarak yüzlerce önemli yabancı misafiri ağırladı. Reich Propaganda Bakanı joseph Go-

Hitler 1 936-1945

43

ebbels, Havel Irmağı'nın Berlin'in batısında oluşturduğu ve bu davet vesilesiyle dubala­ nn üzerine oturtulmuş bir köprüyle karaya bağlanan geniş göletin ortasındaki sevimli Pfaueninsel'de (Tavuskuşu Adası) yandan fazlası yabancılardan oluşan bini aşkın önem­ li misafire görülmemiş havai fişek gösterileriyle ltalyan usulü görkemli bir resepsiyon verdi. Luftwaffe'nin başkanı ve ikinci adam olarak kabul edilen Hermann Göring düzen­ lediği pahalı şenlikle diğerlerini geride bıraktı. lngiliz Parlamentosu'nun Muhafazakar üyelerinden, o sırada otuzlu yaşlannın sonunda olan para babası ve aşırı duyarlı Sir Henry "Chips" Channon unutulmaz bir partiye katıldı: "Bu göz kamaştırıcı kalabalık top­ lantıyı nasıl anlatacağımı bilemiyorum," diye yazdı günlüğüne. "Ministerium'a (Berlin'de, Göring'in sarayı andıran kendi konutunun da bulunduğu Havacılık Bakanlığı) götürül­ dük ve binanın ışıklarla aydınlatılmış geniş bahçesinde ihtişamdan gözleri kamaşmış 700 ya da 800 misafirin bulunduğunu gördük. Goering, yanında eşi olduğu halde, yüzünde tebessüm, bizi neşelendirmek için elinden geleni yapıyordu . . . Akşam yemeğinin sonuna doğru bir bale grubu ay ışığında dans etti: hayal edilemeyecek kadar güzel bir gösteriy­ di. Misafirler arasında yeni bir sürpriz fısıltıları yayıldı . . . Bahçenin ucu karanlıktı. Bu bö­ lüm ansızın, hiçbir uyan yapılmaksızın aydınlandı ve nereden çıktıkları belli olmayan beyaz atlar, eşekler ve köylüler göründü. Kendimizi bir anda özel olarak hazırlanmış bir Luna Park'ın içinde bulduk. Fantastik bira ve şampanya cafe'leri , dans eden ve "schuhp­ lattling" (halk dansı) yapan, çörek (bretzel) ve bira taşıyan kadınlar, bir gemi, bir bira­ hane, neşe içinde gülen insanlardan oluşan bir kalabalık ve çeşitli hayvanlar bir anda or­ talığı kapladı. Müzik yükseldi ve şaşkına dönmüş misafirler de onlara katıldılar. 'Louis Quatorze· döneminden beri böylesi görülmedi,' dedi birisi. 'Neron döneminden beri gö­ rülmedi,' diye l2°6 Hitler, "Tayfun Harekatı"nın başlangıcında Doğu Cephesi'ndeki askerlere yaptığı du­ yuruda Bolşevizm'i yoksulluk üretmek bakımından en kötü kapitalizm türüyle özünde benzer olarak betimledi ve "bu sistemin taşıyıcıları her iki örnekte de aynıdır: Yahudiler, sadece Yahudiler! " diye vurguladı. 20' Bu kez kış gelmeden düşmana "öldürücü darbe" in­ dirilecekti. 20" Benzer duygular ulusa hitabına da hakim olacaktı. Ertesi gün saat 1 3 .00 civarında Hitler'in treni Berlin'e girdi. Goebbels acilen Reich Şansölyeliği'ne çağırıldı . Hitler'i gayet iyi ve iyimser bir ruh hali içinde buldu. Hitler'in özel odasında kendisine cephedeki durum hakkında bilgi verildi. llerleme beklendiğin­ den daha iyi gidiyordu. Büyük başarılar kazanılıyordu. Goebbels şu yorumda bulundu: "Führer, hava koşulları uygun olmaya devam ettirdiği takdirde, Sovyet ordusunun esas olarak on dört gün içinde ezileceğini düşünüyor. ,,ı09 Yapılan duyuru sayesinde her asker neyin söz konusu olduğunu biliyordu: Kış gel­ meden Bolşevik ordunun imhası; ya da yarı yolda kalmak ve kesin sonucun gelecek yı­ la ertelenmesi. Hitler, saldırının başarılı olması halinde savaşın en zor bölümünün ta­ mamlanacağı görüşündeydi: "Çünkü yeni silahlar ve önümüzde uzanıp giden sanayi böl-

Hitler 1 936-1 945

435

gelerinden iktisadi potansiyel kazanacağız! O kadar çok petrol kaynağını ele geçirmiş olacağız ki, Sovyetler Birliği'nin daha önceki iktisadi antlaşmalar temelinde bize vaat et­ " miş olduğu petrol bu kez bize kendi üretimimiz sayesinde akacak. 210 ABD savaşın gidi­ şatını etkileyebilecek konumda değildi. Almanya belirli Rus tarımsal ve sanayi bölgeleri­ ne sahip olduğunda, "tamamen bağımstz olacağız ve bu durumda U-Botlar'ımız ve Luft­ waffe sayesinde İngiltere'den yapılan ithalatı kesebiliriz."2 1 1 Hiller uzlaşma havasında de­ ğildi. İngiltere konusunda kesin bir karar almak gerektiğini düşünüyordu , aksi halde, "birkaç yıl içinde tekrar kanlı bir hesaplaşma gerekecekti ." Tamamen ihtimal dışı görme­ se de, Stalin'in teslim olacağını düşünmüyordu.2 1 2 Bu arada "Londra plütokrasisi"nin sağ­ lam bir direnişi sürdüreceği görüşündeydi. Fakat ona göre "yaşanan her şey tamamen ka­ derin sonucudur." Geçmişe bakıldığında, 1939'dan beri Polonya , Fransa ve İngiltere için yapılan barış yoklamalarının hiçbir sonuç vermediği görülüyordu. "En önemli sorunlar hala çözülmemiş durumda ve bunların er geç savaşa yol açacağı kuşkusuz. Avrupa'da bi­ zimkinin dışında bir askeri güç asla var olmamalıdır. "2 13 Öğleden sonra Hitler Sportpalast'a giderken Parti'nin harekete geçirmekte asla zor­ lanmadığı kalabalıklar caddelere dizilip tezahüratla bulundular. Devasa salonda onu coş­ kulu bir kalabalık bekliyordu. "' Goebbels bunu iktidara yükseliş sırasında yapılan bü­ yük mitinglere benzetti m Hitler, konuşmasının ilk bölümünde savaş suçunu , uluslara­ rası Yahudiliğin desteğindeki savaş çığırtkanı İngiliz kliğine yükledi.216 Sovyetler Birli­ ği'ne yönelik savaşı önleyici diye haklı çıkararak konuşmasına devam etti. Alman basire­ tinin tek konuda yetersiz kaldığını söyledi: "Bu düşmanın Almanya'ya ve Avrupa'ya kar­ şı ne kadar büyük hazırlıklar içinde olduğuna ve tehlikenin ne kadar muazzam olduğu­ na, sadece Almanya'nın değil bütün Avrupa'nın imhasından kılpayıyla nasıl kurtulduğu­ muza dair hiçbir fikrimiz yoktu." Tehdidi, "yeni bir Cengiz Han'ın ikinci bir Moğol akı­ nı" olarak betimledi. Kendisini dinleyenlerin endişeyle bekledikleri sözleri nihayet dile getirer� k şu iddiada bulundu: "Bugün şunu söyleyebilirim ki, bu düşman artık bozguna uğramıştır ve bir daha belini doğrultamayacaktır."2 1 7 Dinleyicileri memnun etmek için, İngiliz propagandasını aşağılayarak ve hem Wehr­ macht'ı hem de iç cephedeki gayretleri överek sözlerine devam etti. Konuşmasının sonu­ na doğru neredeyse her cümlesi muazzam alkışlarla kesileli. Hitler, uzun kesintilere rağ­ men, dokunaklı tarzını kaybetmedi. Sportpalast'ı dolduranlar konuşmanın sonunda kendilerinden geçerek ayağa fırladılar.2 1 8 Hitler bu tezahürat karşısında heyecanlanmıştı. Kendi sözleriyle, o anki ruh hali, tam da 1 933 öncesindeki "mücadele zamanları"ndaki gibiydi. Ve sokaklara dökülen sıradan Berlinlilerin tezahüratı "uzun süredir böylesine büyük ve sahici" olmamıştı.219 Ancak hemen ayrılması gerekiyordu. Doğruca istasyona gitti. Saat 1 9 . 00'da, gelişinden sadece altı saat sonra, Doğu Prusya'daki karargahına dön­ mek üzere yola çıktı.220

436

lan Kershaw Cepheden en son haberler geldiğinde Goebbels, istasyon yolunda Hitler'le beraberdi.

ilerleme umulduğundan daha iyi gidiyordu. ııı Führer'in bütün etkenleri değerlendirmiş olduğu, yorumunda bulundu Goebbels. Bütün koşullar gerçekçi biçimde değerlendiril­ diğinde, "zafer artık bizden alınamaz" sonucuna varmıştı.222 Tek sorun hava koşullarıy­ dı. "Eğer hava koşulları şimdiki gibi sürerse," diye yazdı Propaganda Bakanı, "arzuları­ mızın gerçekleşeceğini umabiliriz."223 Ne var ki Rusya'nın hava koşulları öngörülebilirdi. Bütün göstergeler havanın yağış­ lı olacağını ortaya koyuyordu. Yağmurlar birkaç hafta içinde kutup iklimine boyun eğe­ cekti. Hitler ne kadar iyimser olursa olsun, komutanları zamana karşı yarıştıklarını bili­ yorlardı . m Bununla birlikte, ilerlemenin ilk aşamaları biraz daha iyi geçebilirdi. Harekat başla­ dıktan hemen sonra Halder, Tayfun Harekatı'nın "memnuniyet verici bir gelişme" kay­ dettiğini ve "kesinlikle klasik bir gidişat" gösterdiğini söyleyerek kendi kendine mırılda­ nıyordu. 22� Alman ordusunun yaklaşık 2 milyon asker ve 2000 tanktan oluşan, Luftwaf­ fe'nin büyük bir bölümünün desteklediği 78 tümeni, Mareşal Timoşenko'nun güçlerine karşı harekete geçirmişti.22" Bir kez daha Wehrmacht'ın yenilmez olduğu görülüyordu. Almanlar bir kez daha, bu defa Ekim ayının ilk yarısında Brjansk ve Viazma çifte savaşı­ nın büyük kuşatmaları sırasında 673 000 kadar tutsak almışlar, muazzam miktarda ga­ nimet toplamışlardı.221 Führer Karargahı'na ve komutanlara neşeli bir ruh halinin hakim olması şaşırtıcı değildir. jodl, Viazma'da kazanılan zaferi , Rus savaşının, Königgratz'la kı­ yaslanabilecek en belirleyici anı olarak görüyordu m Levazımcı Eduard Wagner Sovyet­ ler Birliği'nin çöküşün eşiğinde olduğunu düşünüyordu. 5 Ekim günü karısına yazdığı bir mektupta şöyle diyordu: "Şu anda Moskova harekatı devam ediyor. Son büyük çö­ küşün yakın olduğu izlenimine sahibiz . . . Harekatın tüyler ürpertici hedefleri belirlendi. Moskova'nın doğusuna! Daha sonra, öyle tahmin ediyorum ki, savaş genellikle sona er­ _ miş ve belki o zaman sistem de tamamen çökmüş olacak. Bu da bize lngiltere'ye karşı sa­ vaşta uygun bir esneklik kazandıracak. Führer'in askeri yargıları beni bir kez daha şaşırt­ tı. Harekatın gidişatına bu kez, denebilir ki kesinlikle müdahale ediyor ve şu ana kadar

hep haklı çıkn."229 8 Ekim akşamı Hitler, son üç gün içinde askeri durumda belirleyici bir değişiklik ol­

duğundan söz etti. Rosenberg'in Führer Karargahı'ndaki irtibat subayı Wemer Koeppen patronuna raporunda, "Rus ordusu esas olarak imha edilmiş sayılabilir," diyordu ."0 Hit­ ler'in kısa süre sonra ani bir değişim geçirecek görüşlerine bakılırsa, Bolşevizm tank sa­ vunmasından yoksun olduğu için felakete gidiyordu m "Rusya'nın hızlı çöküşü lngiltere üzerinde feci bir etki yaratacak," dedi. Churchill bütün umudunu Rus savaş makinesine bağlamıştı . "Artık çok geç."232 4 Ekim akşamı Hitler, Brauchitsch'in allmışıncı yaş gününü kutlamak için ziyaret et-

Hitler 1 936- 1945

437

ligi Ordu Yüksek Komutanlıgı Karargahı'ndan döndükten sonra, olaganüstü neşeli bir ruh hali içinde yemek masasına oturdu. Gelecegin "Alman Dogu"sunu bir kez daha göz­ lerinin önünde canlandırdı. Gelecek yanın yüzyıl içinde kıtayı askeri güçle baskı altında tutacak eski askerlerden beş 1:1ilyon çiftçinin buralara yerleşmesini öngörüyordu. Sömür­ gelere hiç deger vermedigini, bu konuda lngiltere'yle hemen anlaşabilecegini söyledi. Al­ manya'nın sadece kahve ve çay plantasyonları için küçük bir sömürge topragına ihtiyacı yoktu. Kıta üzerinde bunlardan başka her şey üretilebilirdi. Kamerun ile Fransız Ekvator Afrikası'nın ya da Belçika Kongo'sunun bir bölümü Almanya'nın ihtiyaçlannı karşılama­ ya yeterdi. "Bizim Mississipi'miz Nijer degil Volga olmalıdır," sonucuna vardı .233 Ertesi akşam Hitler yemek masasının çevresinde toplananlara Kiev izlenimlerini ve kentin yoksul nüfusunun % 80-90'ının nasıl "ekarte" edilebilecegini anlattıktan sonra, Alman diyalektleri meselesini açtı. Sakson aksanından hoşlanmadıgını belirterek başladı ve bütün Alman diyalektlerini reddederek konuyu genişletti. Bunlar yabancılann Alman­ ca ögrenmelerini daha da zorlaştırıyordu. Anık Almanca'nın Avrupa'da genel iletişim di­ li haline getirilmesi gerekiyordu.n. Reich Ekonomi Bakanı Walther Funk 1 3 Ekim günü kendisini ziyaret eniginde Hit­ ler hala engin bir zihinsel durum içindeydi. Dogu bölgeleri Avrupa'da işsizligin sona er­ mesini sağlayacaktı. Karadeniz ile Tuna arasında Don ve Dinyeper'den, Almanya'ya pet­ rol ve tahıl saglayacak ırmak hatları tasarlıyordu. "Avrupa (Amerika degil) sınırsız im­ kanlar diyan olacak. "235 Dört gün sonra, Fritz Todt'un varlıgı Hitler'i fethedilen bölgeleri kateden yeni kara yollarına ilişkin daha da muhteşem bir vizyon geliştirmeye yöneltti. Geniş kara yollan ar­ tık sadece Kırım'a degil, Kafkaslar'a, hatta daha da kuzeydeki bölgelere uzanacaktı. Ir­ mak kavşaklarında idari merkezler olarak Alman kentleri kurulacaktı. Üç milyon savaş tutsagı gelecek yirmi yıl için işgücü sağlayacaktı. Yollar boyunca Alman çiftlikleri sırala­ nacaktı. "Step benzeri tekdüze Asyatik bölgeler kısa süre içinde tamamen farklı bir gö­ rünüme bürünecekti." Buralarda kök salan, İskandinavya, Hollanda, Flanders, hatta Amerika'dan gelecek 10 milyon Alman'dan söz ediyordu. Slav nüfus, "büyük yollardan uzaktaki kendi mezbeleliklerinde ot gibi yaşamak zorunda" kalacaklardı . Yol levhalannı okuyacak kadar egitim görmeleri yeterliydi. Bugün Alman ekmegi yiyenler, diyordu, on ikinci yüzyılda Doğu Elbe tahıl ambarlarını kılıçla yeniden kazanmaya çalışmadılar. "Bu­ rada, doguda Amerika'nın fethindeki gibi bir süreç bir kez daha kendini tekrarlayacak . " Hitler, olacaklan görmek için o n beş yaş daha genç olmayı isterdi.236 Fakat bu kez tek başına hava koşulları bile, Hitler'in vizyonunu gerçekleştirme şan­ sının hızla azalması anlamına geliyordu. Hava hala kötüydü. Ekim ayı ortalarında cephe bölgelerine yagan şiddetli yağmurlar askeri harekatlan durdurmuştu. Birlikler mahsur kaldılar. Merkez Ordu Grubu'nun araçları geçit vermeyen yollarda saplanıp kaldı. Tıka-

lan Kershaw

438

nan yollardan uzaklaşmak için hiçbir hareket yapılamı yordu. "Ruslar yagmur ve çamur­ dan biraz fazla bizi tehdit ediyorlar," diyerek durumu yorumladı Fe ldmareşal Bock rn Her yerde "çamurla mücadele" ediliyordu .238 Bütün bunların üstünde , ciddi bir akarya­ kıt ve mühimmat eksikliği vardı.239 Gene o sırada, kış koşullarında birliklere erzak temini konusunda kaygılar oluştu. Hit­ ler 26 Ekim tarihinde Führer Karargahı'nı ziyaret eden Levazım Generali Wagner'e dog­ rudan bu konuyu açtı. Wagner, Kuzey ve Güney Ordu Grupları'nın o ayın sonunda ge­ rekli erzakın yarısına sahip olacakları vaadinde bulundu, fakat üç grubun en büyügü olan Merkez Ordu Grubu sadece ihtiyacının üçte birine sahip olacaktı. Güneye ikmal saglamak özellikle zordu , çünkü Sovyetler Azak Denizi boyunca uzanan demiryolu hatlarını kısmen tahrip etmişlerdi.240 Birkaç gün sonra, 1 Kasım günü Hiller, Wagner'in hazırladıgı kışlık giysi sergisini görmek için Ordu Yüksek Komutanlıgı karargahını ziyaret etti. Levazım Ge­ nerali bir kez daha Hitler'e birliklerin yeterli giysiyle donatılacagı konusunda güvence ver­ di. Hitler bu güvenceyi kabul etti m Wagner, Goebbels'le konuşurken, Propaganda Baka­ nı'na "her şeyin düşünüldüğü ve hiçbir şeyin unutulmadıgı" izlenimi verdi.242 Aslında Halder, kışlık giysi ve ekipmanın dogu cephesine nakli sorununun ancak Kı­ zıl Ordu en kötü hava koşulları bastırmadan önce yenilgiye uğratılırsa çözülebileceğini Agustos gibi erken bir tarihte fark etmişken, Wagner'in bu hayati meseleyle ancak Ekim ayının ortasında, hava koşullarının hızla kötüleştiği sırada ciddi biçimde ilgilendiği gö­ rülür. 243 Brauchitsch, 1 Kasım günü Goebbels'le yapugı uzun görüşme sırasında hala kar yagışı başlamadan Stalingrad'a yürümenin mümkün oldugunu ve birlikler kışlık ordu­ gahlarını oluşturduklarında Moskova'nın bütün bağlantılarının kesilmiş olacağını iddia ediyordu.244 O sırada bu çok aşırı bir iyimserlikti. Brauchitsch, hava koşullarıyla ilgili mevcut sorunları, geçilmez yolları , ulaşım zorluklarını ve birliklere kışlık donatım sağla­

makla ilgili kaygıları kabul etmek zorunda kalacaktı.245 Aslında, Ordu ve Weh;macht Yüksek Komutanlığı'nın kışın bastırmasından önce kendi görüşlerinin gerçekleşebilece­

ğine ilişkin gerçekdışı tutumlarına rağmen, Ekim ayının son iki haftasında cephe komu­ tanları "Tayfun Harekatı"nın başarısına ilişkin başlangıçta abartılmış umutlar konusun­ da çok endişeliydiler.246 O ayın sonunda Merkez Ordu Grubu'nun bitkin birliklerinin saldırısı geçici olarak durduruldu.247 Ne var ki Hitler'in 1 923 Darbe'sinin yıldönümü olan 8 Kasım günü akşama doğru Münih'teki Löwenbraukeller'de toplanan Parti'nin eski muhafızlarına yaptığı geleneksel konuşma sırasında verdiği izlenim tamamen farklıydı.H8 Konuşma esas olarak iç tüketi­ me yönelikti m Moralleri yükseltmeyi ve zorluklarla geçen yaz ve sonbahar aylarının ar­ dından Hitler'in maiyetinde bulunmuş en eski ve en sadık üyelerin çevresinde bir can­ lanma sağlamayı amaçlıyordu. Hitler kendisini dinleyenlerin önünde bir kez daha önce­ ki seferlerde kazanılan zaferleri sayıp döktü ve kendisini neden Sovyetler Birliği'ne saldır-

Hitler 1 936- 1945

439

mak zorunda hissettiğini açıkladı. Sovyet kayıplarının boyutlarını anlatarak devam etti. "Parti Yoldaşlarım" diye hitap etti onlara, "Rus ordusu ela dahil olmak üzere dünyada hiç­ bir ordu bu durumdan çıkamaz. "2'0 "Daha önce asla," diye devam etti, "devasa bir impa­ ratorluk Sovyetler Birliği'nden daha kısa bir süre içinde ezilmemiş ve devrilmemiştir. "2'1 Düşmanın savaş 1 942'ye sarkacak iddialarına değineli. "lstedikleri kadar sürebilir,'' dedi sert bir ifadeyle. "Bu sahrada kalan son tabur bir Alman taburu olacaktır. "252 Zafer hava­ larına rağmen, savaşın sona em1ekten uzak olması en güçlü imayı oluşturuyordu. Ertesi gün, Münih'teki Königsplatz'daki Darbe "kahramanları"nın "Onur Tapınakla­ rı"nda düzenlenen geleneksel törenin ardından Bitler, bu kez Reichsleiter ve Gauleiter'le­ re hitap etti. Aslında bu konuşma Hitler'in en sağlam destek çekirdeğini oluşturan, Par­ ti'nin omurgasına kayıtsız şartsız sadakat gösterilmesi için yapılmış bir çağrıydı. Bunu her zamanki gibi örtülü bir tehdidin yanı sıra duygulara hitap ederek yaptı . Çizginin dı­ şına çıkanlar, zaaf gösterenler ve ona fesatlık yapanlar amansızca ezileceklerdi. Bu mesa­ jın ilk bölümünü oluşturuyordu. Geçen yıl josef Wagner'in Güney Westphalia ve Silez­ ya Gauleiter'liğinden azledilmesine değindi. Wagner'in (ve karısının) Katolik sempatiza­ nı olmaSlnın Gauleiter makamıyla bağdaşmadığı ilan edilmişti. Aslında Wagner Parti içi entrikaların kurbanı olmuştu. Fakat Hitler için bardağı taşıran son damla, Bayan Wag­ ner'in (görüldüğü kadarıyla kocasının desteğiyle), kızının Hıristiyan olmayan bir SS'le evlenmesine razı olmadığını dile getirdiği mektup olmuştu . Hitler karanlık bir ifadeyle Wagner'in ve o sırada bir toplama kampında bulunan eski SA şefi Yüzbaşı Franz Pfeffer von Salomon'un komplocu davranışlarından söz etli. 253 Her ikisinin de Rudolf Hess'le çok yakın ilişkiler içinde olduğu söyleniyordu. Bitler, Hess olayının kendisi için bir dar­ be olduğunu ve İngiliz propagandası Führer Yardımcısı'nı kendisine bağlı bir barış elçi­ si olarak gösterme fırsatını kaçırdığı için şükrettiğini vurguladı. Bu durumda Almanya mütte fiklerini kaybedecekti. Bu ihtimal insanın kanını donduruyordu. Daha sonra duygulara hitap etti. Savaş zaferle sonuçlanana kadar devam edecekti. Kendisiyle çeliştiğini umursamadan, "Anavatan'da ciddi bir krizin çıkması halinde, son tümenle birlikte görüleceği"ni söyledi. 25' Halkın moralini yükseltmek için Parti'ye ve Re­ ichsleiter ile Gauleiter'lere güveninin tam olduğunu belirtti. Onlar "çevresinde yeminli, yekvücut olmalı"ydılar (jestverschworcnes Korps).255 Sovyetler Birliği'nin yenilgiye uğramış olduğunu görüyordu, ancak direnişinin ne kadar süreceğini tahmin etmek imkansızdı. Birkaç hafta içinde, kış gelmeden hedefe ulaşılacağını umuyordu . O zaman birlikler kış ordugahlarını oluşturabilirlerdi. Avrupa'nın geleceğini biçimlendırme mücadelesine katılma fırsatına sevinme ve gü­ ven duyma çağrısıyla konuşmasını bitireli . Almanya ABD'nin en büyük çabalarını bile karşılayacak konumdaydı. Sovyetlcr Birliği'nin yıkılmasının ne anlama geldiği hala tam olarak kavranamıyordu. Bu olay Alman ülkesine sınırsız 11fuklar açacaktı. "Alman evlat-

lan Kershaw

440

!arının kanıyla fethettiğimiz bu ülke asla teslim edilmeyecektir. Bir süre sonra milyonlar­ ca Alman köylü ailesi Reich'm doğuya doğru genişlemesini sağlamak için buraya yerleş­ tirilecektir."2 56 Bu konuşmadan kısa süre sonra Hitler gene Doğu Prusya yolundaydı. Ertesi gün ak­ şam saatlerinde Kurt lni'ne vardı. 25 7 Doğuda bu kez kar yağıyordu. Şiddetli yağmur bu­ za dönüşmüş, ısı sıfırın altına düşmüştü. Buz kaplı tepelerle tanklar bile başa çıkamıyor­ du . Askerlerin durumu her geçen gün biraz daha kötüleşiyordu. Sıcak tutacak giysi ko­ nusunda hala büyük bir sıkıntı vardı. Ağır donma vakalan yaygınlaşmaya başladı. Piya­ denin savaşma azmi hızla zayıfladı. 258 O sıralarda sadece Merkez Ordu Grubu yaklaşık 300 000 adam kaybetti ve bunların ancak yarısından biraz fazlası yenilenebildi. 259 Bu noktada, 1 3 Kasım günü Merkez Ordu Grubu'nun üst düzey komutanlar toplan­ tısında, yenilenen taarruz emirlerinin bir parçası olarak, Guderian'ın panzer ordusuna, eksi 22 derecede, Sovyet başkentinin 250 mil doğusunda bulunan Gorki'yi alarak Mos­ kova'nın kendi doğusuyla olan iletişimini kesme görevi verildi.2 60 Ordu emirlerinin ger­ çeklikten böylesine şaşırtıcı biçimde uzak oluşu saplantılı bir inattan kaynaklanıyordu. Genelkurmay Kızıl Ordu'nun çökme noktasında olduğu, bu ordunun savaş gücü ve li­ derlik bakımından Wehrmacht'ın çok gerisinde kaldığı iddiasını sürdürüyordu. Tam ak­ sini gösteren her türlü bulguya rağmen, Halder'le birlikte yayılan ve muhtıranın temeli­ ni oluşturan bu türden görüşler, 7 Kasım günü ikinci taarruz için hazırlanan Genelkur­ may muhtırasında yer aldı. Aslında Halder'in görüşleri Merkez Ordu Grubu'nun Kurmay Başkanı Bock tarafından da genellikle paylaşılıyordu.2 6 1 Aşırı derecede iyimser hedeflerin belirlenmesi, Kafkasya'nın ana petrol kaynağı Maykop'un , Stalingrad ve Gorki'nin işgal listesine alınması, Halder ve kurmay heyetinin işiydi. Hitler, Halder'e hiçbir baskı yap­ madı. Aslında tam tersi geçerliydi: Halder kendi harekat hedeflerinin kabul edilmesi için baskı yapıyordu . Bunlar, Hitler'in sadece bir yıl içinde ulaşılabileceğini düşündüğü he­ deflerle de az çok uyum içindeydi m Bu aşamada Hitler, Halder'in önerilerini redtlede­ cek ölçüde kendini hissettirmiş olsaydı, sonraki haftalarda yaşanan felaketlerden kaçını­ labilirdi. O noktada Hitler'in sergilediği kararsızlık, duraksama ve belirsizlik Ordu Yük­ sek Komutanlığı'nın feci muhakeme hataları yapmasına yol açtı. 2"' Halder'in planlarının 1 3 Kasım toplantısında karşılaştığı muhalefet, o sırada doğru­ dan Moskova'ya taarruz hedeflerinin kısıtlanmasıyla sonuçlandı. Bu sonucu dayatan, hiçbir güvenli ikmal imkanı olmaksızın neredeyse kutup koşullarında bir ilerlemenin ya­ ratabileceği çözümsüz lojistik sorunların ve muazzam tehlikelerin tam olarak anlaşılmış olmasıydı. Moskova civarındaki ileri mevziler tamamen korumasızdı. Ancak bizatihi kentin ele geçirilmesi ve böylece, sanıldığı gibi, Sovyet rejiminin çöküşünün ve teslimi­ yetinin ve savaşın bitmesinin sağlanması, bu riskin göze alınmasını haklı çıkarabilirdi. 264 Ancak kara birliklerinin ulaşmasından önce kenti teslimiyeti kabul ettirecek ölçüde

Hitler 1 936- 1 945

441

bombalayacak hava gücünün yetersiz kalması halinde Moskova'ya girmek sokak sokak savaşmak anlamına geliyordu. Eldeki güçlerle ve mevcut koşullarda Alman ordusunun zafer kazanabileceğini düşünmek zordu. Moskova'ya hareket her şeye ragmen yeniden başladı. Hitler yeni saldırı konusunda belirgin biçimde huzursuzdu. Ordu yaveri Binbaşı Gerhard Engel'in anılarına göre, 2 5 Kasım akşamı, "Rus kışı ve hava koşullan nedeniyle çok kaygılı" olduğunu ifade etti. Her zaman savunduğu stratejiye bir kez daha dönerek, "Bir ay geç başladık," dedi. "Lening­ rad'ın düşmesi, güney alanının zaptedilmesi ve daha sonra, cepheden taarruzla birlikte Moskova'ya aynı anda güneyden ve kuzeyden bir kıskaç taarruzu ideal çözüm olacaktı. Daha sonra askeri üslerle bir dogu duvan ihtimali dogacaktı. " Hitler, tipik bir tavırla, o dönemin kendisi için "en büyük kabus" olduğunu söyleyerek sözlerine son verdi.265 Birkaç gün önce Hitler Goebbels'le yaptığı uzun görüşme sırasında daha iyimser gö­ rünmüştü. Propaganda Bakanı Hitler'in ne kadar iyi göründüğünü fark etti ve savaşın baskısından neredeyse kurtulmuş , diye düşündü. Önce Kuzey Afrika'daki durumu tar­ tıştılar. Hitler bu cepheye yeterli asker ve malzeme sevk edilememesi dikkate alındığın­ da, mevzi tutma konusunda Yüksek Ordu Komutanlığı'ndan daha kötümserdi. Burada­ ki zorluldarı değerlendirdi ve Goebbels'e askeri başarı beklentilerini yükseltmemesini tavsiye etti. Fakat kafası doğuyla öylesine meşgul ki, diye kaydetti Goebbels, Kuzey Af­ rika'daki olayları sadece "periferal" olarak görüyor ve kıtadaki olayları etkileyemeyeceği­ ni düşünüyor.266 Daha sonra Hitler doğu seferini ele aldı. Bir kez daha Leningrad ve Mos­ kova'yı yok etmeyi düşündüğünü tekrarladı. "Hava koşullarının uygun olması halinde, hala Moskova'yı kuşatma ve böylece onu açlığa ve yıkıma terk etme girişiminde bulun­ mak istiyor."267 Kafkaslar'a ilerlemenin başarılı olup olmayacağı hava koşullarına baglıydı. Fakat ha­ va ve çamurun yerini donmuş yüzeylerin aldığı yol koşullarındaki iyileşme en azından motori"ze birliklerin tekrar harekat yapmalarını sağlamıştı. lkmal sorunları ağırdı. Ancak Hitler birliklerin duruma hakim olacaklarına güvenmeye devam ediyordu. Goebbels ona zafere hala inanıp inanmadığını sordu. Tipik yanıtını verdi Hitler: " 1 9 1 8'de Pomeranya askeri hastanesinde yarı kör bir onbaşı olarak çaresizlik içinde yatarken bile zafere inan­ dığına göre, dünyanın en güçlü silahlı kuvvetlerine komuta ettiği ve neredeyse bütün Av­ rupa'nın ayaklarının altına serildiği bir sırada zaferimize inanmaması için ne sebep ola­ bilirdi?" Zorluktan önemsemiyordu; bunlar her savaşta olurdu. "Dünya tarihini hava ko­ şullan yazmadı," diye ekledi.268 Üç gün sonra Goebbels, Führer Karargahı'ndan telefonla arandı ve kendisine kışlık askeri giysi sergisi hakkında propaganda yaparken ihtiyatlı olması söylendi. Teçhizatın cepheye naklinin pek mümkün olmadığı görülüyordu. Bu koşullarda, ülke içinde böyle bir serginin açılması "kırgınlık" yaratabilirdi.269 Bu uyarının doğru olduğu anlaşıldı. Haf-

lan Kershaw

442

talarca Almanya içinden acilen kışlık giysi toplama faaliyetinin başlaması, yeterli teçhi­ zatın birliklere ulaştırıldığına dair propagandanın yanıltıcı olduğuna dair en bariz işaret olacaktı. Bu durum planlamada hata yapıldığını şaşmaz biçimde gösteıiyordu -"0 29 Kasım günü, Hitler gene kısa süre için Berlin'deyken Goebbels onunla uzun bir görüşme yapma fırsatı buldu. Hitler iyimserlik ve güven içindeydi, enerji saçıyordu ve sağlığı mükemmeldi.211 General Ewald von Kleist'ın panzer ordusunun kenti ele geçir­ dikten bir gün sonra çekilmek zorunda kaldığı Rostov'da yaşanan tersliğe rağmen duru­ mu olumlu gördüğünü söyledi.272 Hitler şimdi kentten yeterince uzağa çekilmeyi ve mu­ azzam hava akınlarıyla onu "kanlı bir örnek" olarak unutmayı düşünüyordu. Führer as­ la büyük Sovyet kentlerinden herhangi birini işgal etmekten yana olmamıştı, diye yazdı Goebbels. Bunun hiçbir pratik yararı yoktu ve sadece kadınlan ve çocukları beslemek gi­ bi bir soruna yol açacaktı. Düşmanın büyük mühimmat merkezlerinin çoğunu kaybet­ miş olduğu kuşku götürmez, diye devam etti Hitler. Bunun savaşın hedefi olduğunu ve bu hedefe genel olarak ulaşıldığını iddia etti. Moskova'ya doğru biraz daha ilerlemeyi umuyordu. Fakat şimdiki halde büyük bir kuşatmanın imkansız olduğunu biliyordu. Hava koşullarındaki belirsizlik, güvenli ikmal imkanları olmaksızın doğuya doğru 200 km. ilerleme girişiminin çılgınlık olacağını gösteriyordu. Cephe hattındaki birliklerin bağlantıları kesilecek ve şu anda üstesinden gelinemeyecek büyük bir prestij kaybına uğ­ rayarak geri çekilmek zorunda kalacaklardı. Dolayısıyla saldırıyı daha küçük ölçekte ger­ çekleştirmek gerekiyordu.273 Hitler hala Moskova'nın düşeceğini umuyordu . Bu gerçek­ leştiğinde, geriye harabelerden başka bir şey kalmayacaktı. Gelecek yıl içinde Sovyet pet­ rol kaynaklarına sahip olmak, en azından Bolşeviklerin petrol ikmalini kesmek için taar­ ruz Kafkaslar'a doğru genişletilecekti. Kının tamamen etnik tarzda devasa bir Alman yer­ leşim bölgesine dönüştürülecek ve bir Gau olarak Reich bölgesiyle bütünleştirilerek, en ' Gmsu"

eski Alman geleneklerini ve Almanlığın kökenini hatırlatan bir isimle , "Ostrog



(Ostrogotengau) olarak anılacaktı.274 O sırada Hitler'in kendisini rahat hissettiği açıktı. Kurt lni'nde kendi çevresine pek çok kez anlattığı gibi, Goebbels'e de doğunun sömürgeleştirilmesi sayesinde sağlanacak Alman refahı hayalini anlattı . Daha sonra, her zamanki gibi Batı' dan gelen tehdidi ele al­ dı. Bu Londra'nın "plütokrasilerin umutsuz durumu"nu ne zaman kabul edeceğiyle ilgi­ li bir meseleydi.275 Daha birkaç gün önce yaptığı bazı yorumların aksine, birliklerin kış ekipmanıyla donatılacaklanna güvendiğini ifade etti. Bu gerçekleştiğinde , ne kadar iler­ leme sağlanacağını hava koşullan belirleyecekti . "Şu anda kazanılamayan şey, gelecek yaz kazanılacak." Hitler'in duygulan, Goebbels'in notlarına göre böyleydi. "Her durum­ da Bolşevikler Asya'ya geri sürüleceklerdi. Avrupa Rusyası Avrupa'ya kazandırılmalı. " Hitler 1942'yi zor bir yıl olarak görüyordu, fakat 1 943'te durum çok daha iyi olacaktı. Gıda maddesi ve hammadde Sovyetler Birliği'nin işgal altındaki Avrupa bölgelerinden

443

Hitler 1 936-1 945

sağlanabiliyordu. Bölgenin sömürülmesi tam olarak örgütlendiğinde, "zaferimiz anık tehlikede olamaz. "276 Hitler'in sergilediği iyimserlik Goebbels'i ya da kendisini aldatmaya yönelikti. Propa­ ganda Bakanı'yla bu konuşmayı yapllğı gün, tank üretiminden sorumlu ve cepheden he­ nüz dönmüş olan Walter Rohland; Keitel , jodl, Brauchitsch , Leeb ve diğer komutanların hazır bulunduğu bir toplantıda kendisine Sovyet panzer üreti minin üstünlüğünden söz etti. Rohland, l 930'da ABD'ye yaptığı bir seyahatin sağladığı deneyim ışığında, Ameri­ ka'nın savaşa girmesi halinde Almanya'nın karşısına çıkabilecek muazzam silahlanma potansiyeli konusunda uyarıda ela bulundu. Bu durumda Almanya savaşı kaybeclecek­ ti . 277 Hitler'in en güvendiği ve en yetenekli bakanlarından biri olan Fritz Toclt, bizzat dü­ zenlediği silah üretimiyle ilgili bir toplantıda, Alman silah üretiminin durumu konusun­ da Rohland'ın yaptığı yorumları tamamladı. Ya bu toplanll sırasında ya da özel ortamda Todt şöyle dedi: "Bu savaş askeri olarak artık kazanılamaz." Hitler onu sözünü kesme­ den dinledikten sonra sordu: "O halele bu savaşı nasıl sona erdirmeliyim7" Todt savaşın ancak siyasal olarak sona erdirilebileceği karşılığını verdi. Bunun üzerine Hitler çıkıştı: "Siyasal olarak sonuca ulaşma yolunu gene ele göremiyorum.

"21"

Hitler 29 Kasım akşamı Doğu Prusya·ya dönerken, cepheden gelen haberler iyi cleğil­ di.279 Sonraki günlerde durum bariz biçimde kötüye gidecekti. Hitler, Kurt lni'ne döner dönmez Kleist'in Rostov'dan püskürtülen panzer ordusu­ nun konumu hakkında "aşırı bir heyecan"a kapıldı. Kleist, Nahmut nehrinin ağzında gü­ venli bir savunma mevziine çekilmek istiyordu. Hitler bunu yasakladı ve çekilişin biraz doğuda durdurulmasını istedi. Brauchitsch , Führer Karargahı'na çağınldı ve şiddetle azarlandı. Hasta ve bunalımlı Başkomutan Browbeaten, emri , Güney Ordu Grubu Ko­ mutanı Feldmareşal von Rundstedt'e aktardı. Rundstedt bu emre itaat edemeyeceği ya­ nıtın·! verdi. Anlaşılan emrin bizzat Hitler'den geldiğini fark edememişti. Ya emir geri

alınmalıydı ya ela kendisi görevden alınmalıyclı.2"0 Bu yanıt doğrudan I-litler'e aktarıldı.

Ertesi sabahın erken saatlerinde, I-litler'in en önele giden ve sadık generallerinden Runcls­ tedt, Rostov çekilişinin günah keçisi olarak kovuldu ve komııta Feldmareşal Walter von Reichenau'a verildi. 281 Aynı günün geç saatlerinde Reichenau, Hitler'in emrettiği hattın düşman tarafından yarıldığını bildirmek ve Rundsteclt'in istediği hatta çekilmesine izin 8 verilmesi için telefon etti. Hitler razı oldu. 2 2 2 Aralık günü Hitler Kleist'in konumunu bizzat görmek için güneye uçtu. Rostov ta­ arruzundan önce Ordu Grubu'nclan gelen ve hiç görmediği raporlara ilişkin tam bir fi­ kir sahibi oldu . Ortaya çıkan sonuç kesin olarak öngörülmüştü. Ordu Grubu'nu ve pan­ zer ordusunu akladı. Fakat Runclstedt'i görevine iade etmedi.283 Bu, kendi hatasını ale­ nen kabul ettiği anlamına gelecekti. Aynı tarihte,

2 Aralık gün ü , Alman birlikleri çok kötü hava koşullarına ragnıen Mosko-

lan Kershaw

444

va yakınlarına kadar ilerlemişlerdi. Keşif birlikleri kent merkezine yaklaşık 1 9 km. mesa­ fedeki bir noktaya ulaştılar.28• Ancak taarruzu sürdü� ek imkansızdı. M oskova dışında sı­

caklık -35 dereceydi ve yeterli destek yoktu. Bu koşullarda Guderian, 5 Aralık akşamı, bir­ liklerini daha güvenli savunma mevzilerine çekmeye karar verdi. O sırada Kremlin'in yak­ laşık 32 km. kuzeyinde olan Hoepner'in 4. ve Reinhardt'ın 3. Panzer Orduları da aynı şe­ kilde hareket etmek zorunda kaldılar.285 Alman taarruzunun çaresiz biçimde bozulduğu 5 Aralık günü Sovyet karşı taarruzu başladı. Ertesi gün, 32 1 km. uzunluğunda bir cephe bo­ yunca 100 tümen Merkez Ordu Grubu'nun tükenmiş askerlerine karşı saldırıya geçti.286

VI Doğu'daki gelişmeler karşısında Führer Karargahı'ndaki kasvetli ortam derinleşirken Hitler o sırada isteyebileceği en iyi haberleri aldı. 7 Aralık Pazar günü akşamı gelen ra­ porlar, Japonların Havai' deki Pearl Harbor limanına demirlemiş Amerikan donanmasına saldırdığını bildiriyordu.287 ilk değerlendirmeler, iki savaş gemisi ile bir uçak gemisinin batırıldığını, dört uçak gemisi ile dört kruvazörün ağır hasar gördüğünü gösteriyordu .288 Ertesi sabah Başkan Roosevelt, ABD Kongresi'nin desteğiyle Japonya'ya savaş ilan etti.289 Winston Churchill, Roosevelt'in sözleriyle Amerikalılarla anık "aynı tekne"de oldukları için sevinç içindeydi ve lngiltere'nin derhal savaş ilan etmesi için Savaş Kabinesi'nden yetki almakta hiç zorluk çekmedi m Hitler de sevinmesi için bir sebep olduğunu düşündü. "Bu savaşı asla kaybedemeyiz," diye bağırdı heyecanla. "Anık 3000 yıldır hiç fethedilmemiş bir müttefikimiz var."291 Bu aceleci varsayım, Hitler'in uzun süredir savunduğu görüşü doğruluyordu: Japon­ ya'nın müdahalesi hem ABD'yi Pasifik savaş alanına bağlayacak, hem de lngiltere'yi Uzak Doğu'daki mülklerinin saldırıya uğraması yüzünden ciddi biçimde zayı!latacaktı.292 Goeb­

bels beklentileri yansıttı: 'Japonya ile ABD arasında savaşın patlak vermesiyle birlikı,.t: , ge­ nel dünya durumunda tam bir değişim meydana gelmiştir. ABD, Sovyetler Birliği şöyle dursun, lngiltere'ye bile değerli malzeme nakledebilecek bir konumda olmayacaktır."293 Japonya ile ABD arasındaki ilişkiler sonbahar ayları boyunca giderek kötüleşmişti. Ja­ ponya'yı zor duruma sokan ekonomik yaptırımların gevşetilmesi konusunda bir

uzlaşma

ihtimalinin ortadan kalkması üzerine Prens Konoye hükümeti istifa etmiş ve yerini Ge­ neral Tojo başkanlığında yeni bir yönetime bırakmıştı.29' O zamandan beri askeriye için­ deki sertlik yanlıları ve savaş çığırtkanları giderek üstünlük kazanıyorlardı. Kasım ayının başlarında Amerikalılarla bir anlaşma takvimi belirlemişler, hiçbir sonuca varılamazsa sa­ vaşacaklarını belinmişlerdi.295 Ayrıntılar karanlıkta kalmış olsa ela, Tokyo'claki Alman Büyükelçisi General Eugen Ott , Japonya ile ABD ve İngiltere arasında bir savaşın muh­ temel olduğuna dair izlenimlerini Kasım ayı başlarında Berlin'e aktarmıştı. Ott, Japon­ ya'nın ABD'yle savaşa girmesi halinde Almanya'nın Japonya'ya yardımda bulunması için

Hitler 1 936- 1 945

445

Japon yönetiminin güvence istemek üzere oldugunu da ögrenmişti.'"" O ayın ortalarında Goebbels'e, Japonya'nın "öngörülebilir gelecekte fiilen savaşa girecegi"ni söylerken Hit­ ler'in sergiledigi iyimserligin arkasında kuşkusuz bu türden bilgiler vardı.m Aslında Japon liderligi 12 Kasım'da, ABD'yle savaşın kaçınılmaz olması halinde Ame­ rika'ya karşı savaşa girmesi ve ayrı bir barış yapmayacagına dair taahhütte bulunması için Almanya'yla antlaşma yapma girişiminde bulunma kararı almıştı. Almanya'nın, Sovyetler Birligi'ne karşı savaşa girmesi için Japonya'ya yaptıgı her baskı Japonya'nın şimdilik böy­ le bir müdahalede bulunmayı düşünmediği yanıtıyla karşılanacaktı. Almanya'nın ABD'ye karşı savaşa girmeyi ertelemesi halinde , bu konuyu tekrar degerlendirmek gerekecekti.'"" 2 1 Kasım günü Ribbentrop, Reich'ın siyasetini Ott'a bildirmişti: Berlin, Almanya'nın ya da Japonya'nın ABD'yle savaşa girmesi halinde öteki ülkenin ayrı bir barış antlaşması imzalamayacagını açıkça belirtiyordu.'99 lki gün sonra . J apon Genelkurmayının dış ordu­ larla ilgili şubesinin başkanı General Okamoto bir adım daha attı. Büyükelçi Ott'a, Ja­ ponya'nın ABD'ye savaş açması halinde Almanya'nın kendisini ABD'yle savaş halinde gö­ rüp görmeyecegini sordu.300 Ribbentrop'un Ott'un 24 Kasım günü yerine ulaşan telgrafına verdigi yanıtın kaydı yoktur> Ancak 28 Kasım akşamı Berlin'de Büyükelçi Oşima'yla karşılaştıgında Ribbent­ rop, Almanya'nın, ABD'yle savaşa girmesi halinde Japonya'ya yardım edecegi konusun­ da güvence verdi. Almanya ile ABD arasında ayrı bir barış ihtimali hiçbir koşulda söz ko­ nusu degildi. Führer bu konuda kararlıydı. 301 Japonlar açısından Almanya'yla anlaşma fazla belirleyici degildi. Ribbentrop'un Oşi­ ma'yla görüşmesinden sadece iki gün önce, Japon hava ve deniz kuvvetleri Havai'ye dog­ ru yola çıkmış ve 1 Aralık günü ayın Tsi için saldırı emri verilmişti.'0' Ribbentrop'un verdigi güvenceler, Matsuoka'nın baharda Berlin'i ziyareti sırasında '

Hitler'irl söyledikleriyle tam bir uyum içindeydi. Almanya, Japonya'nın ABD'yle hemen çatışmaya girecegi sonucunu çıkaracaktı. '0' Ancak bu noktada, Japonlarla resmi bir ant­ laşma yapmadan önce Ribbentrop'un Hitler'e danışmayı gerekli gördüğü açıktı. 1 Aralık akşamı Dışişleri bakanı Oşima'ya bunu söyledi. 10• Ertesi gün Hitler, gördügümüz gibi, Rostow sorunu yüzünden Güney Ordu Grubu'nu ziyaret etmek için uçtu. Kötü hava ko­ şullan yüzünden dönüş yolunda geceyi Poltava'da geçirmek zorunda kaldı. Burada bu­ lunduğu sırada iletişim imkanlarının kesildiği anlaşılmaktadır. Karargah'ına ancak 4 Ara­ lık günü dönebildi.'0' Ribbentrop ona ulaştı ve kendisinin Ciano'yla alelacele kararlaştır­ dığı yeni bir üçlü pakta varacak gelişmeler için onay aldı. Buna göre, antlaşma ortakla­ rından biri ile ABD arasında bir savaş durumunda, diğer iki devlet de Amerika'yla savaş halinde olduklarını kabul edeceklerdi. '00 Dolayısıyla, daha Pearl Harbor'dan önce Al­ manya, Japonya'nın ABD'yle o sırada kaçınılmaz görülen bir savaşa girmesi halinde onu izleyeceği konusunda kendisini saglam biçimde bağlamıştı.

lan Kershaw

446

Karşılıklı vaatlere dayanan ve henüz tek yanlı bir taahhüt oluşturmayan antlaşma Ja­ ponya Pearl Harbor'a saldırdığı sırada hala imzalanmamıştı. Herhangi bir kışkırtmanın sonucu olmayan bu Japon saldırganlığı l-litler'in Alınanya'nın herhangi bir eylemi için kendisini tek taraflı olarak bağlamadan istediği şeye ulaşmasını sağladı. Ne var ki Hitler propaganda nedenleriyle gözden geçirilmiş bir antlaşma istiyordu . Öğleden sonra Re­ ichstag'da yapacağı büyük konuşmaya bu konuyu da katmak niyetindeydi. Gözden ge­ çirilmiş antlaşma 1 1 Aralık'ta tamamlandı. Bu kez karşılıklı rıza olmaksızın ABD'yle bir ateşkes ya ela barış antlaşması yapmama yükümlülüğü getiriliyordu. 307 Aralık ayının ortalarında, Reichstag'da 1 9 4 1 savaş yılının değerlendirileceği bir ko­ nuşma yapma fikri haftalardır Hitler'in zihnindeydi. Bu konuyu 2 1 Kasım gibi erken bir tarihte Goebbels'le konuşmuştu .30" Pearl Harbor'un hemen ardından, uzun süredir plan­ ladığı konuşmasının doruk noktasında ABD'ye savaş ilan etmeye karar verdi. Japon sal­ dırısını haber alır almaz, Goebbels'e telefon ederek memnuniyetini bildirmiş ve "Alman tutumunu açıklığa kavuşturmak" için 10 Aralık Çarşamba günü Reichstag'ın toplanma­ sını emretmişti . Goebbels şu yorumda bulundu: "Üçlü Pakt çerçevesinde ABD'ye savaş ilan etmekten muhtemelen kaçınmayacağız. Şu sırada çok kötü olmaz. Cenahlarda bir ölçüde korunuyoruz. ABD artık lngiltere'ye alelacele uçak, silah ve ulaşım alanı sağlaya­ mayacak, çünkü bütün bunlar Japonya'yla yapacağı savaşta kendisine lazım olacak. "309 Propaganda açısından, Japonların Pearl Harbor'a saldırısı Hitler için en uygun za­ manda gerçekleşmişti. Doğu cephesindeki kriz dikkate alındığında, Alman halkına suna­ cağı ilerleme raporuna katabileceği pek az olumlu unsur vardı. Haftalar önce beklentile­ ri bizzat yükselttiği için Reichstag'da konuşma yapmasının aslında pek anlamı yoktu. Bü­ tün vaatlerinin aksine, zorluklardan ve uzayan bir savaştan başka değerlendirebileceği hiçbir şey olmadığı için neredeyse kesinlikle komışma yapmaktan kaçınmayı isteyecek­ ti. Ancak Japon saldırısı ona olumlu bir açı kazandırdı. 8 Aralık günü Ribbentrop, Bü­ yükelçi Oşima'ya, psikolojik bakış açısından Führer'in ABD'ye savaş ilan etmek için en iyi yöntemi düşünmekte olduğunu söyledi .310 Böylesine önemli bir konuşmayı dikkatle hazırlaması için Hitler'in zamana ihtiyacı vardı. Bu yüzden Japonların daha erken bir ta­ rih için yaptıkları baskıya rağmen, önce 10 Aralık olarak belirlediği Reichstag toplantısı­ nı bir gün sonraya aldı . rn Goebbels, öğleden sonra saat 1 5 .00 olarak belirlenen toplantı zamanının Alman kamuoyu için pek uygun olmadığını, ancak Japonların ve Amerikalı­ ların anında işitmelerini sağlayacağını belirtti. 3 1 2 9 Aralık sabahı Hitler'in treni Berlin'deki Anhalter Bahnhofa çekildi.313 Hitler, öğle

saatlerinde görüştüğü Goebbels'e Pearl Harbor saldırısına çok şaşırdığını, ilk anda inana­ madığını söyledi. Bir dünya gücü olduğu iddiasından vazgeçmek istemiyorsa Japon­ ya'nın çok önce harekete geçmek zorunda kalacağını düşünmüştü hep. 31' "Führer yine çevresine iyimserlik ve zafere güven duygulan saçıyor," diye not düştü Goebbels. "Gün-

Hitler 1 936- 1 945

447

!erce hoş olmayan haberleri hazmettikten sonra onunla tekrar doğrudan temas kurmak çok güzel. "315 Hitler konuşmasını hazırlamak durumundaydı. Goebbels'e, söylemek iste­ diklerinin ana hatlaıını anlattı.31 6 Fakat Goebbels 1 0 Aralık günü öğleden sonra onu tek­ rar gördüğünde Hitler konuşma üzerinde çalışmaya başlayacak vakti henüz bulamadığı­ nı söyledi.3 1 7 Almanya'nm ABD'ye savaş ilan edecek olması, gördüğümüz gibi, olağan bir durum­ du. Japonlarla yapılan hiçbir antlaşma bunu gerektirmiyordu.31" Ancak Hitler duraksa­ madı. Resmi bir savaş ilam Reichstag toplanana kadar bekleyebilirdi . Ancak ilk fırsatta, 8-9 Aralık gecesi , U-Botlar'a Amerikan gemilerini batırma emri vermiş bulunuyordu.3 1 9 Resmi bir savaş ilam Japonya'nın , 1 1 Aralık antlaşmasma uygun olarak mümkün oldu­ ğu kadar savaşta kalmasını sağlamak için zorunluydu . 320 Hitler'in bakış açısından inisi­ yatifi elde tutmak, ABD'ye geçmesine izin vermemek de önemliydi. Roosevelt'in Avru­ pa'daki çatışmaya müdahale etme fırsatı aradığını aylar önce fark ettiği için, savaş ilanı­ nın kaçınılmaz olduğunu ve aslında mevcut durumun resmileştirilmesini sağlayacağını düşünüyordu. Gene de olaylan hala denetim altında tuttuğunu kanıtlaması Alman ka­ muoyu için önemliydi. Amerika'nın savaş ilan etmesini beklemek, Hitler'in bakış açısın­ dan bir zaaf göstergesiydi .321 Her zamanki gibi, prestij ve propaganda , Hitler'in kaygıla­ rının merkezinden asla uzak değildi. "Büyük bir güç kendisine savaş ilan edilmesine izin vermez , bizzat savaş ilan eder." Ribbentrop'un muhtemelen Hitler'in duygularım yansı­ tarak Weizsacker'e dediği buydu .322 Hitler'in 1 1 Aralık Perşembe günü yaptığı konuşma bir buçuk saat sürdü.323 En iyi konuşmalarından biri değildi. Konuşmanın ilk yarısı Hitler'in Pearl Harbor'dan çok ön­ ce vermeye niyetlendiği, uzun ve zafer haberleriyle dolu bir rapordan ibaretti. Hitler'in Alman ölü sayısını 1 60 000 olarak vermesi biraz şaşkınlık yarattı. Çok daha büyük bir sayı bekleniyordu.3H (Hitler, yaralıları ve 35 OOO'i aşkın kayıptan da kapsayan toplam Al'

'

man zayiatının 750 OOO'i aşmış olduğunu belirtmediyse de, verdiği sayı ordu komutanlığının verileriyle uyuşuyordu .)325 Konuşmanın geri kalan bölümü genellikle tepeden ba­ kan ifadelerle Roosevelt'e yönelik saldırılardan oluşuyordu. Hitler, Yahudilerin "olanca şeytani sinsiliği"ni arkasına alan, savaş ve Almanya'nın yok olmasını isteyen bir Başkan imajı oluşturdu n• Nihayet konuşmanın zirvesine ulaştı : o ana kadar karşılık verilmeyen provokasyonlar Almanya ve ltalya'yı sonunda harekete geçmek zorunda bırakmıştı. O gün öğleden sonra Amerikan Maslahatgüzarı'na verilmek üzere hazırlanmış olan bildiri­ yi okudu. Bu, ABD'ye resmi bir savaş ilanıydı. Daha sonra, Almanya, İ talya ve japon­ ya'nın İngiltere ve ABD ile tek taraflı bir ateşkes ya da barış yapmayı reddetme taahhü­ dünde bulundukları , tam da o gün imzalanan yeni antlaşmayı okudu. 327 Goebbels'e bakılırsa, Hitler'in konuşması Alman halkı üzerinde "fantastik" bir etki yaratmıştı. Savaş ilanı halk için ne bir şaşkınlık ne de bir şok oldu. 328 Aslında konuşma,

448

lan Kershaw

savaşın süresiz uzadıgı ve bu kez çok daha güçlü bir düşmana karşı saldırı başlatıldıgı dikkate alınırsa, savaşın başlamasından beri en alt noktaya düşmüş olan moralleri fazla yükseltememişti. m Aslında Goebbels moral bozuklugunun farkındaydı. '30 Hitler ise her zamanki gibi çevresindeki insanları durumun göründügü kadar kötü olmadıgına ikna edebilecek ye­ tenege sahipti. japonya'nın savaşa girmesini sadece bir dönüm noktası olarak görmüyor­ du. Moral bozucu duruma ragmen dogu cephesi için de moral aşılamaya devam etti. "Führer dogudaki savaş alanında yaşanan olayları fazla trajik görmüyor," diye kaydetti Goebbels, 9 Aralık günü Hitler'le konuştuktan sonra."' Hava koşulları ve ikmal sorun­ ları , Sovyetler Birligi'ne karşı bahar saldırısı için (Nisan sonunda güneyde ve Mayıs orta­ sında merkezde) güç toplamak ve kaynak oluşturmak amacıyla mola verme ihtiyacını dayatmıştı. Bu saldırı hızla zafere götürecek şekilde, dikkatle hazırlanacaktı. Baharda or­ du bütünüyle hazır olacak ve son yedekleri kullanmak zorunda kalmayacaktı. Hitler'in büyük bir başarısızlık karşısında olumlu yorum yapma yetenegi, sonbahar aylarında dogudaki kötü hava koşullarının başlamasını bir avantaj olarak görmesini bile sagladı. O sırada yagmurlar başlamamış olsaydı, diyordu, Alman birlikleri o kadar hızlı ilerleyeceklerdi ki, ikmal sorunları çözümlenemeyecekti. Bu durum, "ne kadar talihli ol­ dugumuzu ve talihin müdahale ederek aksi halde kesinlikle yapacagıınız hatalardan bi­ zi nasıl kurtardıgı"nı gösteriyordu .332 Saldırıyı ertelemenin tükenmiş birlikleri yenilemek için zaman kazanmayı sagladıgını da düşünüyordu. Ve şimdiki halde agır Rus panzerle­ riyle başa çıkacak yeterli silah olmadıgını kabul ediyordu. Bunları nerede ürettikleri bir sırdı, fakat bu panzerler "şu anda cephenin en büyük kaygısı"nı oluşturuyorlardı. "Bol­ şevikler," diye devam etti, "genellikle hayvanlarla kıyaslanabilir; fakat hayvanlar bile za­ man zaman boyun egmezler

(standhajt) ve kendi halkı için hiçbir kaygı duyması gerek­

medigi için Sovyetler Birligi bu bakımdan kesinlikle bizden üstündür."333 Fakat Hitler son başarısızlıkların geçici oldugu sonucuna varıyordu ve özellikle Japonların savaşa gir­ melerinden sonra Almanya'nın konumu öyle elverişliydi ki, "bu büyük kıtasal mücade­ lenin sonucu kuşkuya yer bırakmıyordu . .. m Ertesi gün Hitler hiç olmazsa biraz daha gerçekçiydi. Dogudaki durumun "şu anda pek iyi olmadıgı"nı itiraf etti ve Goebbels'in propaganda aracılıgıyla halkın savaşın zor­ luklarına ve bunun gerektirdigi fedakarlıklara alıştırılarak kaçınılmaz başarısızlıklara ha­ zırlanması istegini kabul etti. Hitler ve Goebbels kışlık giysi saglanamamasının yol açtı­ gı felaketli durumu ve bunun moraller üzerinde yarattıgı etkiyi elbette tartışmışlardı ."' Goebbels, sayısız askerin sevdiklerine yazdıkları mektuplarda ikmal krizlerinin hem cep­ hede hem de ülke içinde moralleri nasıl bozduguna dair acı eleştirilerinin gayet iyi far­ kındaydı."" Ancak Hitler bütün dikkatini 1 942'de yapılacak büyük bahar taarruzu üze­ rinde toplamıştı.337 Ve her zamanki gibi, zorluklarla karşılaşıldıgında "iktidar mücadele-

Hitler 1 936- 1 945

449

si"ne ve o sırada zorlukların üstesinden nasıl geldiğine işaret ediyordu. 33" Moralleri yükseltmek ve bunu öncelikle ülke içinde morali yüksek tutmaktan sorumlu kişiler için yapmak, hiç kuşkusuz, Hitler'in 1 2 Aralık günü öğleden sonra Gauleiter'lerine, _ bir aydan daha kısa bir süre içinde ikinci kez yaptıgı konuşmanın amacını oluşturuyordu. Pearl Harbor'un sonuçlarını değerlendirerek başladı. Japonya savaşa girmemiş olsay­ dı, bir noktada ABD'ye savaş ilan etmek zorunda kalacaktı. "Şimdi Doğu Asya çatışması kucağımıza düşen bir hediye gibi," dediğini kaydetti, Goebbels. Bunun psikolojik önemi azımsanmamalıydı. Japonya ile ABD arasında çatışma olmaksızın, Amerikalılara savaş ilan etmek Alman halkı tarafından kolayca kabul edilemezdi. Aslında bu doğaldı. Çatış­ manın genişlemesi Atlantik bölgesindeki U-Botlar için de olumlu sonuçlar yaratmıştı. Kı­ sıtlamalar kalkınca batırılan gemi tonajlarının muazzam artış göstereceğini düşünüyor­ du. Savaşın kazanılmasında bu gelişmenin belirleyici olması muhtemeldi. Japonlarla it­ tifakın "Doğu Asya'da beyaz adamın çıkarlan"na ters düştüğünü fark eden Hitler, açık sözlü, doğrudan ve pragmatikti: "Beyaz ırkın çıkarları yerini Alman halkının çıkarlarına bırakmalıdır. Biz kendi hayatımız için savaşıyoruz. Hayatın temeli (Lebensboden) kaybe­ dilirse mükemmel bir teori ne işe yarar? . . Ölüm kalım mücadelesinde bütün araçları kul­ lanmak bir halkın hakkıdır. Anglo-Sakson konumunu zayıflatabilirsek, her türlü ittifakı kurabiliriz. "319 Tekrar doğudaki savaşı ele aldı. Söylediklerinin gerek havası gerekse içeriği Goeb­ bels'le özel görüşmesi sırasında söylediklerini andırıyordu. Birliklerin şimdilik bir savun­ ma hattına çekilmek zorunda kaldıklarını kabul etti, fakat ikmal sorunları dikkate alın­ dığında, bunun 300 kilometre daha doğuda durmaktan çok daha iyi oldu�unu düşünü­

yordu. Birlikler bahar ve yaz taarruzu için emniyete alınmış oluyorlardı . Almanya içinde hazırlanmakta olan yeni bir panzer ordusu zamanında hazırlanmış olacaktı. Rus tankla­ rına karşı savunma zorluklarına üstü kapalı biçimde değindi, fakat yeni bir anti-tank si­ lahın hazırlanmakta olduğuna da işaret etti. Genel durumun gayet elverişli olduğunu dü­ şünüyordu . Yanıltıcı bir bilgi vererek, Kuzey Afrika seferinin gayet iyi gittiğini söyledi. Kıta'ya bir Müttefik çıkarması ise şimdilik söz konusu değildi. O sırada karşılaşılan zor­ luklar doğa şartları (naturbedingt) tarafından belirleniyordu. 340 Gelecek yıl Sovyetler Birliği'nin işini en azından Urallar'a kadar bitirmek (erledingen) niyetinde

o

l duğu nu bildirdi . "Belki

o

z aman bir tür yan-barış sağlayarak Avrupa'da bir

istikrar noktasına ulaşmak mümkün olur," dedi. Bu sözlerle , savaşan güçleri diğer savaş alanlarında bırakarak Avrupa'nın ağır biçimde silahlandırılmış kendine yeterli bir tahki­ mat olarak var olacağını anlatmak istiyordu. Avrupa Kıtası'nı hedef alacak bir saldırı im­ kanının şimdiki duruma kıyasla daha da azalacağım iddia etti. Ve Alman uçaksavar si­ lahlarının imalatında kaydedilen ilerleme dikkate alındığında, daha da sını'rlı hale gele­ ceğini düşündüğü lngiliz hava akınlarının etkisi hakkında "olağanüstü şüpheci" idi. Bu

lan Kershaw

450

akınların engellenmesi halinde lngiltere'nin ne yapacağını bilemeyeceğini iddia etti.14 1 Gelecek vizyonunu ortaya koydu. Bir Nasyonal Sosyalist olarak kanaatlerinin savaş sırasında daha da güçlendiğini söyledi. Savaştan sonra esas olan, işçileri ve çiftçileri ku­ caklayan devasa bir sosyal programı gerçekleştirmek olacaktı . Alman halkı bunu hak et­ mişti . Ve bu "devlet sistemimizin en güvenli temeli"ni (unseres staatlichen Gefüges) o luş­ turacaktı. Bu sözlerle Hitler, her zamanki gibi, maddi iyileşme hedefinin ardındaki siya­ sal mantığı da ortaya koymuş oluyordu. Muazzam bir konut programını yürürlüğe koy­ mayı düşünüyordu. Bu programın ucuz işgücü, baskılanmış ücretler aracılığıyla müm­ kün olacağını açıkça ifade etti. Bu çalışma, yenilgiye uğratılmış halkların zorunlu eme­ ğiyle gerçekleştirilecekti. Savaş tutsaklarının bütünüyle savaş ekonomisi için istihdam edilmekte olduğuna işaret etti. Bunun, tam da olması gerektiği gibi, köle emeği sayesin­ de antik çağda da görüldüğünü belirtti. Alman savaş borçları kuşkusuz 200-300 milyar Mark olacaktı. Bunların "esas olarak savaşı kaybeden halklar"ın çalıştırılmasıyla karşılan­ ması gerekiyordu ." Ucuz emekle konut inşa edilecek ve bunlar yüksek karla satılacak, bu da 1 0- 1 5 yıl içinde savaş borçlarının ödenmesini sağlayacaktı.142 Hitler bir kez daha doğunun Almanya'nın "gelecekteki Hindistan''ı olacağını belirtti. Bu bölge üç ya da dört kuşak sonra "kesinlikle Alman" olacaktı.m Bu ütopyada Hıristiyan Kiliseleri'ne yer olmayacağını açıklığa kavuşturdu. Yaz aylarında yaşanan kargaşanın ar­ dından hem Parti içindeki öfkeli tipleri yatıştıran, hem de onların içgüdülerini sınırlayan bir çizgi çekmek zorundaydı. "Kilise Sorunu"nun şimdilik ağırdan alınmasını emretti. Kendisini en saldırgan Kilise karşıtı radikaller arasında gören Goebbels, "Fakat açıktır ki," diye kaydetti, "savaştan sonra genel bir çözüm bulmak zorunludur . . . Yani, Hıristiyanlık ile kahramanlığı esas alan Germanik dünya görüşü arasında aşılmaz bir zıtlık var."1" Berlin'deki işleri, özellikle ertesi gün Büyükelçi Oşima'ya Alman Kartalı Taşıyan Bü­ yük Altın Haç nişanı verilmesi için düzenlenen törende hazır bulunma zorunluluğu , Hit­ ler'in önceden tasarladığı gibi o akşam Kurt lni'ne dönmesini engelledi m Nihayet 1 6 Aralık sabahı tekrar karargahına ulaştığında, Gauleiter'lere sunduğu pembe görüntüden çarpıcı biçimde farklı olan gerçeklikle bir kez daha yüz yüze geldi H• Potansiyel olarak feci bir askeri kriz gelişim halindeydi.

VII Hitler daha Berlin'den ayrılmadan önce, Feldmareşal von Bock kendi Ordu Gru­ bu'nun yoğunlaştırılmış bir saldırı karşısındaki zayıflığını ortaya koymuş ve yedekler gönderilmediği takdirde ağır bir yenilgi tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu bildirmişti.m Daha sonra, Hitler Reich başkentindeyken, Sovyet karşı saldırısının 2. ve 4. Ordular ara­ sında tehlikeli bir gedik açarak Alman hatlarını yarması üzerine Guderian, birliklerinin umutsuz bir durumda olduğunu ve sahra komutanları arasında vahim bir "güven krizi"

45 1

Hitler 1 936-1945

yaşandığını bildirdi."" Schmundt , durumu yüz yüze tartışması için 1 4 Aralık günü Mer­ kez Ordu Grubu'na gönderildikten sonra, Hitler ne Schmundt'a eşlik eden Brauc­ hitsch'in raporunu ne de Halder'in müdahalesini beklemeden tepki gösterdi H9 Yedek Ordu Komutanı Generaloberst Friedrich Fromm çağırıldı ve kendisinden derhal doğu cephesine gönderilebilecek tümenler hakkında rapor vermesi istendi. Göring ile Wehr­ macht ulaştırma şefi Korgeneral Rudolf Gercke'ye ulaşımı sağlamaları söylendi ."0 Büyük bir hızla Almanya'nın her yerinden toplanarak bir araya getirilen yedeklerden oluşturu­ lan dört buçuk tümen apar topar kanayan cepheye sevk edildi. Dokuz tümen de batı cephesinden ve Balkanlar'dan çekilerek bir araya getirildi."' 1 5 Aralık günü jodl, Hit­ ler'in emrini Halder'e ileui. Cephenin tutulabileceği yerde geri çekilme olmamalıydı. Fa­ kat mevzinin savunulama2: olduğu yerde ve düzenli geri çekiliş için gerekli hazırlıklar ya­ pıldıktan sonra, daha savunulabilir bir hatta çekilmeye izin veriliyordu. 352 Bu emir, Bock'un ve Merkez Ordu Grubu Komutanı olarak onun yerine geçen ve o sırada hala 4 . Ordu'ya komuta etmekte olan Feldmareşal Günıher von Kluge'nin tavsiyelerine uygun­ du. 353 O akşam, büyük bir moral bozukluğu içinde olan Brauchitsch, Halder'e ordunun bu durumdan nasıl çıkacağını bilemediğini söyledi.m Hitler umutsuz Ordu Başkomuta­ nı'nı artık dinlemiyor, doğrudan ona bağlı Ordu Grup Komutanları'yla ilişki kuruyordu . Halder'in sözleriyle Brauchitsch, o sırada "bir postacıdan başka bir şey değildi

(kaum

mehr Brieftrager)".355 Aslında Bock 1 3 Aralık günü Brauchitsch'e, Merkez Ordu Grubu'nun bulunduğu noktada tutunarak savaşması mı yoksa geri çekilmesi mi gerektiği konusunda Hitler'in bir karar vermek durumunda olduğunu söylemişti. Bock her iki durumda da Ordu Gru­ bu'nun "harap " olarak

(in Trümmer)

çökme tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu açıkça

belirtmişti. Bock hiçbir tavsiyede bulunmadı. Sadece geri çekilmenin dezavantajlarını or­ taya koydu: Birliklerin disiplini bozulabilirdi ve yeni hattan geri çekilmeme emrine itaat edilmeyebilirdi.356 Sonuç açıktı. Geri çekilme bir bozguna dönüşebilirdi. Bock'un durum değerlendirmesinin Hitler'e zamanında ulaştırılmaması dikkat çekicidir. Değerlendirme Hitler'e ancak 1 6 Aralık'ta, Bock'un Schmundt'a üç gün önce Brauchitsch'e gönderdiği raporun içeriğini anlatması üzerine ulaştı.35 7 lki gün önce Brauchitsch'le Roslavl'da buluşmak ve geri çekilme konusundaki görüş­ lerini bildirmek için yirmi iki saat boyunca bir kar fırtınasıyla mücadele eden Guderian ,

o gece Hitler'le cızırtılı bir hat üzerinden telefon konuşması yaptı: Geri çekilme olmaya­ caktı; cephe hattı muhafaza edilecekti; yedekler gönderilecekti.358 Aynı gün, 16 Aralık'ta. Kuzey Ordu Grubu'na cepheyi son adamına kadar savunmak zonında olduğu söylendi. Güney Ordu Grubu da cepheyi tutmak zorundaydı ve Sivastopol'un kısa süre içinde beklenen düşüşünün ardından Kırım'dan buraya takviye gönderilecekti. Merkez Ordu Grubu'na kapsamlı bir geri çekilmenin uygun görülemeyeceği, çünkü bunun ağır silah-

452

lan Kershaw

lann toptan kaybına yol açacağı bildirildi. Komutan'ın, alt komutanların ve subayların kararlı tutumu sayesinde birlikler, düşmanın cenahlardan ya da geriden cepheyi yarma­ sına aldırmaksızın, kendi mevzilerinde var güçleriyle direnmeye zorlanacaklardı. "359 Hitler'in, 1 6- 1 7 Aralık gecesi Brauchitsch ve Halder'e aktarılan geri çekilmeme kara­ rı tamamen kendisine aitti. Fakat Bock'un değerlendirmesinin, hiçbir şekilde geri çekil­ memenin taşıdığı yüksek riskin doğrulanması olarak anlaşıldığı görülmektedir. Emirde şöyle deniyordu: "Geri çekilme gibi bir sorun olamaz. Ancak bazı yerlerde düşmanın cephenin derinlerine ulaşacak taarruzları olmuştur. Geri mevziler oluşturmak hayaldir. Cephenin sadece bir tek sorunu vardır: Düşmanın daha çok askeri var. Daha fazla top­ çusu yok. Bu da bizden çok daha kötü durumda olduğunu gösterir.''360 1 3 Aralık günü Feldmareşal von Bock, Brauchitsch'e komutayı devretmek istediğini bildirmişti. l ddiasına göre geçirdiği hastalığın etkilerini üstünden atamamıştı. 361 Beş gün sonra Hitler, Brauchitsch'e, Bock'un ayrılma isteğinin kabul edildiğini bildirdi. Kluge Merkez Ordu Grubu'nun komutasını devraldı.362 1 9 Aralık günü ayrılma sırası, bu kez gecikmiş olarak Ordu Başkomutanı Feldmareşal Walther von Brauchitsch'e geldi. Brauchitsch'in kovulması bir süre kadar kağıt üzerinde kalmıştı. Hitler'in askeri ya­ verleri Kasım ortalarından beri onun yerine başkasının geçirileceğini konuşuyorlardı. 363 Birkaç haftadır sağlık durumu kötüleşmiş, Kasım ayı ortalarında ağır bir kalp krizi geçir­ mişti.'04 Aralık ayı başlarında, Halder'in kaydettiğine göre, sağlık durumu, sürekli bir ge­ rilimin baskısı altında "gene endişe verici" bir hale geldi.365 Hitler daha Kasım ayında on­ dan "tamamen hasta bir adam, ne yapacağını bilemez halde," diye söz ediyordu.'66 Hit­ ler ile Halder arasındaki çatışmanın içinde sıkışıp kalan Brauchitsch'in konumu pek iç açıcı değildi. Ancak onun zayıflığı da içinde bulunduğu duruma önemli bir katkıda bu­ lunmuştu. Kendi Ordu Grup Komutanları'ndan ve Halder'den Hitler'i yatıştırması için gelen sürekli baskı altında, zayıflığı ve itaatkarlığı, başından beri onun liderliğine güven duymayan ve taktik konumlara müdahale etmeye kararlı bir Lider'in etkilerine kriz dö­ nemlerinde daha açık hale gelmesine yol açtı. Hitler'in Brauchitsch'e nasıl davrandığını görenler, onun görevini artık sürdüremeyeceğini anlamışlardı. 367 Brauchitsch de istifa et­

mek istiyordu ve Aralık ayının ilk haftasında Sovyet karşı saldırısı başladıktan hemen sonra ayrılmaya çalıştı. Kluge ya da Manstein'ın kendi yerine geçeceğini düşünüyordu.'68 Hitler, o sırada iki yüzlü bir tutumla Schmundt'a onun yerine kimin geçeceğini he­ nüz bilmediğini söyledi. lki gün sonra Luftwaffe yaveri Nicolaus von Below'a da benzer şeyler söyledi. Schmundt bir süre kadar Hitler'in güveni yeniden sağlamak için ordunun başına bizzat geçmesinden yana tavır aldı ve bunu kendisine de bildirdi. Hitler bu konu­ yu düşüneceğini söyledi.369 Below'a göre, 1 6- 1 7 Aralık gecesi Hitler nihayet ordunun

yüksek komutanlığını bizzat üstlenmeye karar verdi. "Mevzileri koruma" emriyle iyice tırmanan krizin en yüksek noktasında Brauchitsch, Hitler'in kendisini tamamen gözden

Hitler 1 936-1 945

453

çıkarabileceğini anlamıştı. 370 Manstein ve Kesselring isimleri bir süre kadar ortalıkta do­ laştı. Fakat Hitler, parlak bir komutan olmasına rağmen Manstein'dan hoşlanmıyordu. Sert ve yetenekli bir örgütçü olarak bilinen Feldmareşal Albert Kesselring'e Akdeniz'de Luftwaffe komutanlığı verilmişti ve belki de bu yüzden Göring'in fazla etkisi altında ol­ dugu düşünülüyordu.371 Her durumda Hitler ordudan sorumlu olmanın "herhangi biri­ nin yapabileceği . . . küçük bir harekat komutanlığı meselesi"nden başka bir şey olmadığı­ na ikna olmuştu.372 Tahmin edilebileceği gibi, bu nöbet değişiminden en çok zarar göre­ cek kişi olan Halder'in aslında durumdan memnun oldugu görülür. Karar alma sürecin­ de kendisini Hitler'le bir araya getiren bu hamle sayesinde bütün Wehrmacht'ı ilgilendi­ ren meselelerde etkisini arttırabileceğini düşünerek bir süre kadar kendisini aldattığı an­ laşılmaktadır. Keitel, önceki gibi Halder'in sorumluluklarının katı biçimde ordu mesele­ leriyle sınırlı kalmasını ve kendisinin daha önce OKH'ye ait olan bütün harekat dışı gö­ revleri devralmasını sağlayacak türden hak iddialarından çoktan vazgeçmişti.373 Hitler'in ordunun yüksek komutanlığını devraldığı, 1 9 Aralık günü resmen ilan edil­ di. m Brauchitsch derinleşen kriz sırasında giderek devredışı bırakıldığı için değişim bir bakıma göründüğü kadar köklü değildi. Fakat gene de bu Hitler'in büyük stratejinin ya­ nı sıra taktiklerden de sorumlu olması anlamına geliyordu. Askeri meselelerin ayrıntıla­ rına bu kadar karışan başka bir savaşçı devlet başkanı yoktu. Stalin bile ilk bozgundan beri ordunun taktiklerine doğrudan müdahale etmekten biraz geri duruyordu. Hitler kendisini anlamsız biçimde aşın sorumlulukla yüklemişti. Ve doğrudan ordu komutan­ lığını devralması Alman kamuoyunun gözünde onu geleceğin askeri felaketlerinde gü­ nah keçisi bulma imkanından yoksun bıraktı. 375 Brauchitsch'in istifası duyurulduktan hemen sonra dogudaki kriz belirtileri daha açık hale geldi. 20 Aralık günü Hitler Alman halkına dogudaki brrliklere kışlık giysi gönder­ mesi için bir duyuru yayımladı.376 Goebbels aynı akşam yaptığı uzun bir radyo konuşma­ sında gönderilecek giysilerin listesini verdi. m Şoka uğrayan halk öfkeyle tepki gösterdi. Liderliğin cephede savaşan sevdiklerinin en temel ihtiyaçlarını karşılamamaları ve onları amansız kutup kışına maruz bırakmaları karşısında şaşkınlık ve ızdırap içindeydiler.378 Brauchitsch'in azledilmesinin ertesi günü Hitler Merkez Ordu Grubu'na çok sert bir talimat göndererek, dört gün önce verdiği mevzi tutma ve son adama kadar savaşma em­ rini tekrarladı. "Birliklerin tutundukları zemini kararlı bir

tutu

m la savunma iradesi," de­

niyordu talimatta, "birliklere mümkün olan bütün araçlarla, hatta en sert araçlarla aşılan­ malıdır. . . Bu iradenin tam olarak mevcut olmadığı yerde cephe, donatılmış bir mevzide yeniden sabitlenme beklentisine yer bırakmaksızın parçalanmaya başlayacaktır (ins Wan­

ken geraten). Dolayısıyla her subay ve er, birliklerin çekilmesinin, ne kadar yetersiz dona­ tılmış olurlarsa olsunlar bulundukları mevziye kıyasla Rus kışının tehlikelerine daha faz­ la maruz kalınmasına yol açacağını bilmek durumundadır. Bu durum, çekilme sırasında

lan Kershaw

454

önemli ve kaçınılmaz malzeme kayıplarından tamamen ayrıdır. Napoleon'un geri çekil­ mesinden söz etmek gerçeklik haline dönüşebilecek bir tehdittir. Dolayısıyla ancak daha geride hazırlanmış bir mevzi varsa geri çekilme olmalıdır . . . Ancak birlikler bir mevziyi ona eşit bir başka mevzi sağlanmaksızın bırakmak zorunda kalırlarsa, komuta kademesi içinde meydana gelecek bir güven krizi, her geri çekilmeyi izleyen gelişmeleri tehdit eder." Sistematik bir çekilmenin gerçekleştirileceği yerde Hitler en sert yönetimin uygu­ lanmasını emretti. "Düşmana bırakılması zorunlu olan her toprak parçası mümkün oldu­ ğu ölçüde kullanılamaz hale getirilmelidir. Oturulabilecek her yer yakılıp yıkılmalı ve oradaki nüfus dikkate alınmadan tahrip edilmeli, düşman her türlü bannma imkanından yoksun bırakılmalıdır." Talimat, kaybedilmemesi gereken irade gücüne ve üstünlük duy­ gusuna bir çağrıyla sona eriyordu. "Birliklerin şu ana kadar sürekli kanıtlanan düşman karşısındaki üstünlük duygusunu kaybetmeleri için hiçbir sebep" olmadığını ilan ediyor­ du Hitler. 'Tam aksine, yeterli takviye gelene ve cephe tam clarak güvence altına alınana kadar bu düşmanla ve hava koşullarının yol açtığı zorluklarla başa çıkma iradesi her yer­ de bu haklı özgüvenin güçlenmesine ve iradeye sahip olunmasına bağlı olacaktır . " 3 79 Hitler'in "Durma Emri"ni kabul etme konusunda diğerlerinden çok daha isteksiz olan bir komutan, panzer kahramanı Guderian idi. Guderian, Schmundt aracılığıyla Hit­ ler'le doğrudan bağlantı halindeydi.1"0 Bu bağlantıyı Führer r.:arargahı'nda çekilme fikri­ ni Hitler'e açıkça bildirebileceği özel bir toplantı düzenlemek için kullandı. Guderian'ın kabul edilemez bulduğu askeri emirlerin üstesinden gelmek için uyguladığı yöntemler vardı . Bock'un göz yummasıyla, her zamanki gibi önce yapıp sonra bildirerek, ilk emir­ leri üstü kapalı biçimde gözardı etmiş ya da uygulamamıştı. Bock'un yerine Kluge'nin geçmesiyle bu durum değişti. Guderian ile Kluge'nin aralan iyi değildi. Hitler, Guderi­ an'ın "Ortodoks olmayan" tutumu konusunda düzenli biçimde bilgilendiriliyordu . Bu durumda tank komutanını 20 Aralık günü beş saat dinlemeyi kabul etmesi ve görüşleri­ ni uzun uzadıya açıklamasına izin vermesi şaşırtıcı görülebilir.'"' Hitler'in bütün askeri çevresi toplantıya katıldı. Guderian ona 2. Panzer Ordusu'nun ve 2 . Ordu'nun durumu hakkında bilgi verdi ve çekilme niyetinde olduğunu açıkladı. Hitler geri çekilmeyi açık bir dille yasakladı .

Fakat

Guderian hikayenin tamamını anlat­

mamıştı. Altı gün önce Brauchitsch'ten yetki aldığını varsaydığı için geri çekilme başla­ mıştı . Hitler geri adım atmıyordu. Birliklerin bulundukları yerde siper kazmaları ve top­ rağın her santimini elde tutmaları gerektiğini söyledi . Guderian toprağın 1 , 5 metre derin­ liğe kadar donmuş olduğunu söyledi. Hitler, bu durumda, Birinci Dünya Savaşı sırasın­ da Flanders'te yapıldığı gibi toprakta kraterler açmak için havan toplarının kullanılması gerektiğini söyleyerek karşılık verdi. Guderian sakin bir tavırla, kış ortasında flanders ile Rusya'daki zemin koşullarının kıyaslanamayacağına işaret etti . Hitler emrinde ısrar etti. Guderian, can kaybının muazzam olacağını söyleyerek itiraz etti. H.itler, Büyük Frede-

Hitler 1 936-1945

455

rick'in askerlerinin "fedakarlığı"na işaret etti. "Büyük Fredeıick'in humbaracılarının öl­ mek için can attıklarını mı sanıyorsun?" diye çıkıştı Bitler. "Onlar da yaşamak istiyorlar­ dı , fakat kral onlardan kendilerini feda etmelerini isterken haklıydı. Ben de bir Alman as­ kerinden hayatını ortaya koymasını isteme hakkına sahip olduğuma inanıyorum." Gude­ rian'ın birliklerinin acılarına fazla yakın olduğunu ve onlara fazla acıdığını söyledi. "Biraz geride durmalısın," dedi. "Bana inan, uzaktan bakıldığında durum daha net görünür."382 Guderian cepheye eli boş döndü. Birkaç gün sonra Kluge tank komutanının geri alın­ masını istedi ve 26 Aralık günü Guderian'a azledildiği bildirildi.'"1 Guderian kış krizi sı­ rasında gözden düşen son üst düzey general değildi. Üç hafta içinde, Generaller, Hel­ muth Förster, Hans Graf von Sponeck, Erich Hoepner ve Adolf Strauss kovuldu, Feld­ mareşal von Leeb Kuzey Ordu Grubu komutanlığından alındı ve Feldmareşal von Reic­ henau kalp krizinden öldü. Sponeck, birliklerini Kırım cephesindeki Kerch yarımadasın­ dan çektiği için idama mahkum edildiyse de daha sonra cezası indirildi. H oepner de ge­ ri çekilmek istediği için her türlü emeklilik hakkından yoksun bırakılarak ordudan ih­ raç edildi m Baharda krizin üstesinden gelindiğinde, çok sayıda alt rütbeli subay onların yerlerini almıştı. '"' Kriz Ocak ayında da sürdü. Yılbaşı günü, yeni alınan borulu bir gramafonda Richard Strauss'un Lieder'i ve elbette Wagner çalınırken ve Führer Karargahı'nın sakinleri çakır­ keyif ve neşe içindeyken, Hitler cephenin tutulması için telefon başında saatlerce Klu­ ge'yle konuştu."'" Konuşması geceyarısı nihayet bittiğinde, sekreterlerini birlikte çay iç­ meye çağırdı. lyimser ruh hali bir anda kayboldu. Hitler'in oturduğu yerde uyuklaması havayı birden değiştirmişti. Eğlenme çabalarından vazgeçildi. Hitler'in yeni yılını kutla­ mak için gelen yakın çevre insanlarının tebessümleri kayboldu ve yüzlerine ciddi bir ifa­ de yerleşti. Bu öylesine korkunç bir durumdu ki, Christa Schroeder odasına kapanıp gözyaşlarına boğuldu. Sonunda çareyi , kalabalığın içine dönerek, asker şarkıları eşliğin­ de kafayı çeken birkaç genç subaya katılmakta buldu.387 Kluge'nin istemekte olduğu taktik çekilmeye Hitler razı olduğunda Ocak ayının orta­ larına gelinmişti.'"" O ayın sonunda en kötüsünün üstesinden gelinmişti. Doğu cephesi, muazzam bir bedel karşılığında istikrarlı hale gelmişti. Bitler bu gelişmeden kendine bü­ yük bir pay çıkardı. Onun gözünde bu "iradenin zaferi" idi. Birkaç ay sonra geriye bak­ llğında, kış krizinden bütünüyle ordu komutanlığının başarısızlığını sonımlu tuttu. Bir

generalin geri çekilme taleb�yle kendisine geldiğini söyledi. Generale elli kilometre geri­ de havanın daha az soğuk olduğunu düşünüp düşünmediğini sormuştu. Geri çekilişin Reich sınırlarında durup durmayacağını da sormuştu. Bu kadar uzağa çekilmenin gerçek­ len gerekli olabileceğini işittiğinde, generale derhal Almanya'ya dönmesini söylemişti. Ordu komutasını bizzat ele alacak ve ordu bulunduğu yerde kalacaktı. Geri çekilmenin "Napoleon'un kaderi" anlamına geleceği kendisi için gayet açıktı. Her türlü geri çekilme-

lan Kershaw

456

yi engellemişti. "Ve başardım! " diyordu Hitler. "Bu kışın üstesinden gelmemiz ve bugün yeniden muzaffer biçimde ilerleyecek konumda olmamız . . . ancak cephedeki askerlerin cesaretine ve benim ne pahasına olursa olsun cepheyi elde tutma irademe atfedilebilir."389 Führer'in dehası sayesinde gerçekleşen kurtuluş, elbette Goebbels ve diğer Nazi li­ derler tarafından da benimsenen çizgiydi ve buna inanıyorlardı.'"" Onlann kamuoyuna yönelik bildirileri saf inanç ile saf olmayan propagandanın bir bileşimiydi . Ancak Halder savaştan sonra Hitler'in "Olduğun Yerde Kal Emri"ni açıkça kınamış olsa da, bütün as­ keri uzmanlar bu emri felaketli bir hata olarak yorumlamadılar. Örnek vermek gerekir­ se, Kluge'nin Kurmay Başkanı General Guenther Blumentritt, geri çekilmeme konusun­ da sergilenen kararlılığın fiilen gerçekleşmiş olandan çok daha büyük bir felaketten ka­ çınmak bakımından, hem doğru hem de belirleyici olduğunu kabul etmeye hazırdı m Hitler'in cephenin bütünüyle çökme tehlikesini erken kavraması ve geri çekilme ta­ lebine amansız bir tutumla karşı çıkması, Napoleon'un başına gelen ö lçekte bir felaket­ ten kaçınılmasında muhtemelen etkili oldu. 392 Ancak daha esnek olsaydı ve sahra komu­ tanlannın tavsiyelerine biraz daha kulak verseydi, muhtemelen aynı sonuç daha az can kaybıyla sağlanabilirdi. Üstelik istikrar ancak Hitler'in "Olduğun Yerde Kal Emri"ni gev­ şetmesinden ve yeni bir cephe hattı oluşturmak üzere taktik geri çekilmeyi kabul etme­ sinden sonra nihai olarak sağlandı. 393 Kış krizinin gerilimleri Hitler üzerinde iz bıraktı. Artık apaçık fiziksel tükenmişlik be­ lirtileri gösteriyordu. Goebbels Mart ayı içinde onu gördüğünde dehşete kapıldı. Hit­ ler'in benzi solmuş ve çok yaşlanmıştı. Propaganda Bakanı'na kendisini kötü hissetliğini ve sık sık bayıldığını söyledi. Kış mevsiminin kendisini psikolojik olarak da etkilediğini anlauı. 19• Ancak en kötüsüne dayanacak gibi görünüyordu . Dış görünüşe bakılırsa güven duygusunda bir azalma olmamıştı. Sonbaharda savaşın sonucuna ilişkin dile getirilen kuşkular artık işitilmiyordu. 395 Führer Karargahı'ndaki çevresine japonya'nın savaşa gir­ mesinin tarihte bir dönüm noktası olduğunu ve "bütün bir kıtanın kaybı"yla sonuçlana­ cağını söyledi. Aslında bu üzücüydü, çünkü bu "beyaz ırk"ın kaybı olacaktı.'96 İngilizler Singapur'u kaybettikten sonra japonya'nın üstesinden ge lem e zl erdi . 397 O zaman Ingilte­

re'nin Hindistan'ı elde tutup tutamayacağı belirleyici olacaktı. Avrupa, Almanya'ya bıra­ kılırken, Hindistan'ı elde tutma şansı verilmesi ve böylece Avrupa'nın bütünüyle parça­ lanmasının engellenmesi neredeyse bütün Britanya halkının işine gelecekti.'98 Kış krizinin en derin noktasında neredeyse aşılmaz görünen engellere rağmen Al­ manya bahar aylarında doğuda yeni bir saldırı başlatmaya hazırdı. Savaşın sonu hala gö­ rülmüyordu. 399 Bu ortamda güçler dengesi asla tek yanlı değildi. Ve olayların gidişatı, Al­ manya'nın yenilgisi kaçınılmaz görünene kadar, pek çok iniş çıkışla gelişecekti. Fakat bununla birlikte 1 94 1 - 1 94 2 kışı geriye doğru bakıldığında sadece bir dönüm noktası olarak değil, sonun başlangıcı olarak da görülebilir ....

Hitler 1 936-1 945

457

Hitler'in 1 940 yazından beri askeri stratejilerinin destegiyle belirlediği hedef, Sovyet­ ler Birliği'ni hızlı ve kapsamlı bir yenilgiye uğratarak lngiltere'yi anlaşmaya zorlamak ve Amerika'yı savaşın dışında tutmak olmuştu. 1 94 1 yılının sonunda Almanya Sovyetler Birliği'ni yenilgiye uğratmayı başaramamıştı ve şimdi doğuda uzun, muazzam acılara ve kayıplara yol açacak bir savaşa giriyordu . . lngiltere anlaşmaya yanaşmamakla kalmamış­ tı, ABD'yle birlikte savaşa 9irmek üzereydi ve 1 2 Temmuz 1 94 l'de Moskova'da yapılan karşılıklı yardımlaşma antlaşmasıyla, süregiden anlaşmazlıklara rağmen Sovyetler Birli­ ği'yle ittifak kurmuş durumdaydı. '°1 Üstelik Almanya bu kez Amerika'yla da savaş halin­ deydi. Hitler, ABD'yi küçümsemesine rağmen, onu yenilgiye uğratamayacağını biliyor­ du.'°2 Sovyetler Birliği'ne karşı nihai zafer hızla kazanılamazsa, Amerika'nın büyük kay­ naklan dengeyi kısa süre içinde değiştirecekti. Hitler bu kez umutlarını Japonlara bağla­ mak zorundaydı . Japonlar, lngiltere'yi önemli ölçüde zayıflatabilir ve ABD'yi Pasifik ça­ tışmasına kilitleyebilirlerdi. Fakat artık tek başına Alman silahlarının gücüne güvene­ mezdi. lnisiyatif artık Almanya'mn elinde değildi. Zamanın kendi üstünlüğünü kurarak daima Almanya'ya karşı işlediğini hep söylemişti. Başkalarının değil kendi eylemleri bu sözün doğruluğunu kanıtlamış bulunuyordu. Birkaç ay içinde tam olarak açığa çıkma­ yacak olsa da, Hitler'in ulusun geleceğini masaya sürerek oynadığı kumar feci biçimde kaybedilmişti.

. ·�

x

"KEHANET"İN GERÇEKLEŞMESİ

"Alelacele yapılmış kehanetlerden kaçınmama rağmen, 1 Eylül 1 939 günü Al­ man Reichstag'ında, bu savaşın, Yahudilerin hayal ettikleri gibi Avrupalı-Ar­ yen halkların imhasıyla sonuçlanmayacağını, bu savaşın sonucunun Yahudili­ ğin imhası olacağını söyledim. O eski Yahudi yasası ilk kez uygulanacaktır: gö­ ze göz, dişe diş . . . "

Hitler, 30 Ocak 1 942'de Berlin, Sportpalast'ta yaptıgı konuşma

"Yahudilere barbarca fakat tamamen hak edilmiş bir hüküm uygulanmaktadır. Führer'in yeni bir dünya savaşı sırasında onların başlarına geleceklere ilişkin kehaneti en dehşet verici tarzda gerçekleşmeye başlıyor. .. Burada da Führer radikal bir çözümün şaşmaz öncüsü ve sözcüsüdür."

Goebbels, günlük notlan, 27 Mart 1 942

Doğudaki savaşın soykırıma varması rastlantı değildi. "Yahudi-Bolşevizm"in ortadan kaldırılmasına ilişkin ideolojik hedef, kasten bir "imha savaşı" olarak tasarlanan uygula­ manın çevresinde değil merkezinde yer alıyordu. Askeri seferle ayrılmaz biçimde bağlıy­ dı. Wehrmacht tarafından desteklenen Einsatzgruppen'in işgalin ilk günlerinde hareke­ te geçmesiyle birlikte çatışmanın soykırım niteliği ortaya çıktı. Bu uygulama hızla, dün­ yanın asla görmediği tam bir soykırım programına dönüşecekti. Hitler 1 9 4 1 yılının yaz ve sonbahar aylarında yakın çevresine Sovyetler Birliği'nin ezilmesiyle amaçlanan ideolojik hedeflerden düşünülebilecek en vahşi kelimelerle söz et­ ti. O aylarda Führer Karargahı'nda sürdürdüğü monologlarında pek çok kez vahşi genel­ lemelerle Yahudilerden de söz etti. Bunlar, Yahudi karşıtı siyasetin çelişkilerinden ve be­ lirsizliğinden ayrı olarak Nazi işgalindeki Avrupa'da yaşayan bütün Yahudilerin öldürül­ mesine ilişkin programın somut biçim kazanmaya başladığı aylardı. Taktik ayrıntılarla sürekli meşgul olduğunu ve ordu profesyonellerinden hoşlanma­ dığını ortaya koyan sürekli müdahalelerde bulunduğu askeri meselelerin aksine , Hit­ ler'in ideolojik meselelere karışması daha seyrek ve oldukça dolaylıydı. Hitler, Mart 1 94 1 'de izlenecek yolu göstermişti. Fazla bir şey yapmasına gerek yoktu. lçten içe yanan o ateş tutuştuğunda soykırım alevleri "Yahudi-Bolşevizm"i yok etme savaşının yarattığı

vahşetin orta yerinde muazzam bir yangına dönüşecekti. Askeri meselelerin aksine, sıra ideolojik hedeflere gelince Hitler'in "profesyoneller"in kendisini hayal kırıklığına uğrat­ malarından endişelenmesine gerek yoktu. Özellikle Himmler ve Heydrich'in ideolojik düşmanı nihai olarak tasfiye etmek için her çareye başvuracakları konusunda rahat ola­ bilirdi. Ve doğudaki yeni lmperium'un efendileri arasında, ister Parti'ye, polise , ister sivil bürokrasiye mensup olsunlar, her düzeyde hevesli yardımcılar bulacaklarından da aynı ölçüde emin olabilirdi. 1 939'dan Ağustos 1 94 l 'in "Olduğun Yerde Kal Emri"ne kadar, başlaması için yetki verdikten sonra "ötenazi eylemi"ne karışmaya gerek görmemesi gibi, şimdi de pis bir iş olan soykırımın gündelik işlerine katılmak için hiçbir sebep görmeyecekti. Bu onun tar­ zı değildi; bu yönde bir eğilimi de yoktu . ' Örgütleme , planlama ve icra rahatlıkla başka-

lan Kershaw

462

!arına bırakılabilirdi. "Führer'imiz için pratik faaliyette bulunma"ya hevesli kişiler eksik değildi .2 Önemli adımların atılması için yetki vermesi yeterliydi; ve "Yahudi Sorunu" ko­ nusunda 1 9 39'da yaptığı "kehanet"in doğrulanmakta olduğundan emin olabilirdi.

I "Barbarossa"nın hemen öncesinde Hitler, Hans Frank'a Yahudilerin "öngörülebilir bir gelecek"te Genel Hükümet'ten "alınmış" olacağı konusunda güvence vermişti . Frank'ın eyaleti bu durumda sadece bir "geçici kamp" (Durchgangslager) olarak görülebilirdi . ' Frank, Yahudileri Genel Hükümet'ten büyük bir zevkle "def edebileceği"ni kaydetti ve Polonya'daki Yahudiliğin "evreler halinde yok edilmekte" olduğunu belirtti. "Aslında Führer Yahudilerin geleceğini görmüştü," yorumunda bulundu Goebbels.' Daha önce belirttiğimiz gibi, o yılın başından itibaren, Sovyetler Birliği'ne karşı sonbaharda bekle­ nen zaferin ardından Frank'ın bölgesindeki Yahudilerin doğuya sürülmeleri kararlaştınl­ mıştı .' Polonyalı, daha sonra Avrupa'nın geri kalan kısmında yaşayan Yahudiler, birkaç yıl içinde açlıktan ve kutup ikliminin hakim olduğu buzlu bataklıklarda ölümüne çalış­ tınlarak yok edileceklerdi. Çalışamayacak durumda olanları bekleyen kaderi, açıkça di­ le getirilmese de, hayal etmek zor değildi. SSCB'deki 5-6 milyon Yahudi doğu Avrupa'nın ırksal bakımdan yeniden düzenlenme­ si için hazırlanan toptan yerleştirme planının, "Doğu lçin Genel Plan"ın, kapsamına alın­ dı. Himmler. "Barbarossa"nın başlamasından iki gün sonra yerleşim plancılarını hazırlık­ lar için yetkilendirmişti. Plan, gelecek otuz yıl içinde, esas olarak Slavlardan oluşan 3 1 milyon kişinin Urallar'ın ötesine ve batı Sibirya'ya sürülmelerini öngörüyordu.• Bölgesel çözüm kapsamında yok edilecek ilk etnik grubun Yahudiler olacağı kesindi. Bu çözüm onlar için bir ölüm belgesiyle eşanlamlıydı. Amaçlanan uygulama kendi içinde alenen soy­ kınmdı. "Bölgesel çözüm" bu nedenle bilinçli bir "nihai çözüm" olarak görülebilirdi. An­ cak bu aşamada bütün Avrupalı Yahudilerin kuşuna dizilerek ya da gaz verilerek öldürül­ mesi henüz düşünülmüyordu. Sonraki aylarda uygulanacak bütünüyle endüstrileşmiş öl­



dürme programı, farklı içimde tanımlanmış bir "nihai çözüm" olacaktı . Reinhard Heydrich, Mart ayında, Wehrmacht'ın "yıkıcı unsurlar''ı ortadan kaldırarak fethedilmiş bölgelerde "asayişi sağlama"sının hemen ardından, Einsatzgruppen'i Sovyet­ ler Birliği'nin içlerine göndermek için Hitler'den yeşil ışık bekliyordu. Hitler o ay içinde "Bolşevik-Yahudi entelijansiyanın yok edilmesi gerektiği"ni söylemişti.7 Heydrich , sefe­ rin başlamasından önceki haftalarda Pretzsch ve Berlin'deki Einsatzgruppen'e verdiği brifinglerde bu emri en geniş biçimde yorumlamaya hazır olduğunu ortaya koymuştu. Heydrich'in yeni atanan dört Yüksek SS ve Polis Lideri'ne Sovyetler Birliği'nin fethe­ dilmiş bölgeleri için 2 Temmuz tarihinde gönderdiği bir mektuba göre, Einsatzgruppen'e Komünist görevlilerin ve bir dizi "aşırı unsur"un yanı sıra "Parti ve devlet hizmetindeki

Hitler 1 936-1 945

463

bütün Yahudiler"i tasfiye etmesi emredilmişti." Hcydrich yaptığı konuşmalarda bu tip bir talimatın en geniş biçimde yorumlanacağını açıkça ifade etmiş olmalı.

Başından itibaren öldürme olayları Komünist Partisi ya da devlet görevlisi olan Yahu­ dilerle sınırlı olmaktan uzaktı. Örnek vermek gerekirse, daha 3 Temmuz günü doğu Po­ lonya'daki Luzk'ta bulunan Einsatzkommando şefi yaklaşık 1 1 60 Yahudi erkeği kurşuna dizmişti. Şehre damgasını vurmak istediğini söylüyordu.9 Litvanya'daki Kaunas'ta (Kow­ no) 2 5 14 Yahudi 6 Temmuz günü kurşuna dizildi. 1° Kurşuna dizme uygulaması bu böl­ gede üslenen Einsatzkommando tarafından Temmuz ayında ve yirmi gün içinde gerçek­ leştirildi. Çok özenli bir tutumla hazırlanan listeye göre, toplam 4400 olan "infazlar"ın bü­ 2 yük çoğunluğu Yahudilerdi. 11 Ancak brifinglerin hiçbir kuşkuya yer bırakmadığı açıktı. 1 Bunlar farklı biçimlerde yorumlanabilirdi. Baltık bölgesindeki Einsatzgruppe A neredey­ se hiçbir kısıtlama olmaksızın öldürürken, Beyaz Rusya'daki Einsatzgruppe B başlangıçta öncelikle Yahudi "entelijansiya"yı hedef aldı. Bu arada Einsatzgruppe C, kullanılabilir ha­ le getirilen Pripet Bataklıkları'nda Yahudileri ölene kadar çalıştırmak istiyordu . " Bazı Ein­ satzkommando birlikleri Yahudileri genellikle ayrım gözetmeksizin katlederken, Dinyes­ ter üzerindeki Şotin'de tek bir infaz müfrezesi Temmuz başlarında işlediği cinayetleri, doktorlar hariç Komünist ve Yahudi "entelektüeller"le sınırladı. " Einsatzgruppe A'nın Baltık'taki kasabı özellikle vahşi bir tutum sergiledi. l \ k Yahudi katliamı, Barbarossa'nın başlamasından sadece iki gün sonra, 24 Haziran günü, sınır bo­ yundaki küçük Litvanya kasabası Gargzday'da gerçekleştirildi. Güvenlik Polisi'nin adam­ ları ve Memel'den gelen bir polis birimi o gün öğleden sonra 2 0 1 Yahudi'yi kurşuna diz­ di. 1 8 Temmuz'da ölüm müfrezeleri 3300 can aldı; Ağustos'ta öldürülenlerin sayısı 1 0 000 ile 1 2 000 arasındaydı. Bunların çoğu, Komünistlerin yanı sıra Yahudi erkeklerden oluşuyordu. " Yahudilere karşı vahşi pogromlara yönlendirilen Litvanyalı milliyetçiler b u ilk aşama­ larda infaz birliklerine yardımcı oldu. 1• Kowno'da Yahudiler yöredeki bir hevesli tarafın­ dan teker teker sopayla dövülürken, onları seyreden ve aralarında kucaklarında çocukla­ rıyla gösteriyi seyretmeye gelmiş kadınların da bulunduğu kalabalık alkışlıyor ve tezahü­ rat yapıyordu. Bir görgü tanığı , yaklaşık 45-50 Yahudi'nin kırk beş dakika içinde bu şe­ kilde öldürüldüğünü anlattı. Kasap, katliamı bitirdikten sonra, cesetlerden oluşan yığının üzerine tırmandı ve akordeonla Litvanya milli marşını çaldı. Alman askerleri öylece sey­ rettiler. Bazıları fotoğraf çekti. 1 7 Bölgedeki Wehrmacht Komutanı Generaloberst Ernst Busch, vahşet haberlerini aldıktan sonra, bunun Litvanyalıların iç anlaşmazlıklarıyla ilgili bir mesele olduğunu ve kendisinin müdahale etmek için gerekli yetkiye sahip olmadığını öne sürdü. Bütünüyle güvenlik polisini ilgilendiren bir mesele olarak görüldü. 1 8 Hitler, Sovyetler Birliği'ndeki öldürme operasyonlarına ilişkin yeni gelişmeleri öğren­ mek istiyordu. 1 Ağustos günü Gestapo şefi SS-Brigadeführer Heinrich Müller dört Ein-

lan Kershaw

464

satzgruppen komutanına şifreli bir mesaj göndermişti: "Doğudaki Einsatzgruppen'in

fa­

aliyeti üzerine buradan Führer'e sürekli olarak rapor sunulmaktadır. " 1 9 Goebbels, Ağustos ayı ortalarında ayrıntılı bir raporda Baltık bölgesindeki "büyükşe­ hirlerde intikam duygusu Yahudilere zarar vermektedir" ve "sokaklarda özsavunma ör­ gütleri tarafından katledilmektedirler" bilgisini aldığında duyduğu memnuniyeti kaydet­ ti. Öldürme olaylarıyla Hitler'in Ocak 1 939 "kehaneti" arasında doğrudan bağlantı kur­ du. "Führer'in, Yahudilik yeni bir savaşı kışkırtmayı başarırsa, varlığını kaybedecektir kehaneti şimdi gerçekleşmektedir," diye yazdı.20 Üç hafta sonra Goebbels, Vilna'yı ziya­ ret ettiğinde yerel halkın Yahudilere karşı "korkunç

(,grauenhaft) intikam" eylemlerinden

söz etti. "Binlercesi kurşunlanmış"tı ve yüzlercesi hala "infaz" ediliyordu . Diğerleri getto­ lara kapatılmışlardı ve yerel ekonomi için çalıştırılıyorlardı. Getto sakinlerini "iğrenç fi­ gürler"

(scheuflliche Gestalteen) olarak yorumladı. Yahudileri "uygar insanlığın biti" ola­ rak tanımladı. "Yok edilmeleri (ausrotten)" gerekiyordu. Aksi halde tekrar işkence (peini­ gende) etmeye ve sıkıntı vermeye devam edeceklerdi. "Onlarla başa çıkmanın tek yolu hak ettikleri vahşetle muamele etmektir. Onları esir­ gerseniz, daha sonra onların kurbanı olursunuz. "2 1 Genellikle üstü biraz kapalı bir soykırım biçimini alan bu türden aşırı ve patolojik duygu ifadeleri doğu bölgelerinin yeni efendileri arasında iyice yayılmıştı ve tutucu Na­ zilerle sınırlı olmaktan uzaktı. Polonya işgalinin ardından Wehrmacht ile SS arasında yaşanan anlaşmazlıkların ak­ sine, "Barbarossa"nın geliştirilmesinde Heydrich ile ordu liderliği arasında oluşan yakın işbirliği, doğu seferi sırasında Einsatzgruppen barbarlığının hiçbir engelle karşılaşmaksı­ zın, genellikle tam bir uyum içinde sürmesini sağladı n Wehrmacht liderliği başından beri ideolojik "Yahudi-Bolşevizm"le savaşma hedefini benimsedi. SD ve Güvenlik Poli­ si'yle işbirliği yaygın ve gönüllüydı;i. Bu destek olmasaydı Einsatzgruppen işlevini yerine getiremezdi n "Wehrmacht'la artık önceki gibi tamamen sorunsuz olaı:ak (ohne jede Trü­ bung) süren ilişki" Ağustos ayı ortalarında verilen bir Einsatzgruppe raporuna yansıdı. "Wehrmacht çevrelerinde özellikle güvenlik polisinin görevleri ve faaliyetlerine ilişkin artan bir ilgi ve anlayış görülebilir. Bu özellikle infazlarda gözlemlenebiliyor."24 1 2 Eylül 1 94 1 'de OKW şefi Feldmareşal Wilhelm Keitel'in bir emrinde şöyle deni­

yordu: "Bolşevizm'e karşı mücadele her şeyden önce Bolşevizm'in başlıca taşıyıcıları olan Yahudilere karşı amansız ve enerjik, sert eylem

(Durchgreifen) gerektirir. "2' Ordu komu­

tanlarından başka teşvikler de geliyordu. Bir ay sonra, kararll"'bir Nazi yanlısı olan 6. Or­ du Başkomutanı Feldmareşal Walter von Reichenau askerlerine şöyle diyordu: "Doğu cephesindeki asker savaş sanatının kurallarına göre sadece bir savaşçı değil, aynı zaman­ da acımasız bir ırksal (völkisch) ideolojinin taşıyıcısı, Alman ve ilgili etnik ulusa (Volks­ tum) uygulanmış olan her türlü vahşetin intikamcısıdır. Bu nedenle askerin Yahudi alt-

Hitler 1 936-1945

465

insanlara ağır fakat haklı bir kefaret ödetilmesi gerektiğini tam olarak anlaması gerekir

(am jüdischen Untermenschentum)." Şu sonuca varıyordu : "Ancak bu şekilde Alman hal­ kını Asyatik Yahudi tehdidinden kesin olarak kurtarmayı gerektiren tarihsel görevimizi yerine getiririz. "26 1 7 . Ordu Başkomutanı Generaloberst Hermann Hoth, Reichenau'dan daha da ileri gitti. 1 7 Kasım tarihli bir emirde, "Doğu'daki Alman Askerlerinin Davranışı" konusunda "içsel olarak bağdaştırılması mümkün olmayan iki felsefe"nin mücadelesinden söz etti. Bunlar, "Esas olarak az sayıda Yahudi entelektüel tarafından ortaya atılan asyatik düşün­ ce ve ilkel içgüdülere karşı Alman şeref ve ırk duygusu, geçmişi yüzyıllar öncesine daya­ nan Alman askerlik geleneği (Soldatentum)" idi. Hennann Hoth'un adamları, "kendi ırk ve kazanımlarının üstünlüğü temelinde, Avrupa liderliğinin Alman halkına geçerek za­ man içinde bir değişime uğradığına olan inanç"la hareket etmeliydiler. Bu "Avrupa kül­ türünü asyatik barbarlığın ilerlemesinden kurtarma misyonu" idi. Kızıl Ordu'nun Alman askerlerini "hayvanca katletme"sine işaret etti. Yerli halka sempatiyle yaklaşmak tama­ men yersizdi. Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra Almanya'nın içine düştüğü durumdan Ya­ hudilerin sorumlu olduğunu vurguladı. "Bolşevizm'in manevi desteği"nin ve "partizanla­ ra verilen yardım"ın yok edilmesini "bir nefsi müdafaa kuralı" olarak görüyordu -" Kasım ayının sonuna doğru , 1 1 . Ordu Başkomutanı Erich von Manstein kendi birlik­ lerine gönderdiği gizli bir emirde, aynı ölçüde uzlaşmaz bir tavır sergiledi. 22 Hazi­ ran'dan beri Alman halkının geleneksel Avrupa savaş kurallarına göre savaşmayan Bolşe­ vik sisteme karşı bir ölüm kalım mücadelesi vermekte olduğunu belirtti. Anlaşıldığı ka­ darıyla bunun sorumlusu Yahudilerin hakim oldukları Sovyet rejimiydi. Manstein cephe hatlarının gerisindeki Sovyet partizan savaşına değindi. "Siyasal liderlik ve yönetimin, ti­ caretin ve zanaatın bütün kilit noktaları"nı elinde tutan Yahudiliğin "gerideki düşman ile Kızıl Ordu ve Kızıl Liderliğin hala savaşmakta olan kalıntısı arasında aracı" olduğunu id­ dia etti. Bu noktadan hareketle sonuca varıyordu. "Yahudi Bolşevik sistem bir an önce yok edilmelidir (Ausgerottet) ," diye yazdı. "O asla Avrupa hayat alanımıza girmemelidir. O halde Alman askerinin görevi sadece bu sistemin askeri güç araçlarını ezmek değildir. Alman askeri aynı zamanda, ırksal (völkisch) fikrin taşıyıcısı, ona ve Alman halkına karşı işlenen her türlü vahşetin intikamcısıdır. . . Asker, Bolşevik terörün manevi taşıyıcısı olan Yahudiliğin ödemesi gereken zorlu kefaretin gerekliliği fikrini benimsemelidir . . . . '""

Öteki ordu komutanları partizan savaşının yaygınlaşmasını giderek Yahudilere karşı hiçbir kısıtlama olmadan davranmanın gerekçesi olarak kullandılar. "Barbarossa"nın da­ ha ilk haftalarında Yahudiler bazı komutanlar tarafından partizanlarla özdeş ya da onla­ rın başlıca destek kaynağı olarak görüldü. 29 Ancak "partizan mücadelesi"nin ciddi biçim­ de başlaması sonbaharı buldu.30 Eylül 1 94 l 'de Merkez Ordu Grubu'nun geri bölgelerin­ de, seçilmiş subaylar ile SS sözcüleri arasında "partizan savaşı" konusunda fikir ve dene-

lan Kershaw

466

yim alışverişi sağlayan bir "seminer" örgütlendi. Rusya-Merkez'in Yüksek SS ve Polis Li­ deri, SS-Gruppenführer Erich von dem Bach-Zelewski, "Komiserlerin ve Partizanların Ele Geçirilmesi" konusunda; Einsatzgruppe B'nin şefi (Minsk bölgesinden) SS-Gruppen­ führer Arthur Nebe ise "Partizanlarla Savaşta Ordu ve SD işbirliği" ve Yahudiler ile par­ tizan hareketi arasındaki bağlantı konusunda konuşma yaptılar. Katılımcılar, gördükleri "yönlendirme kursu"ndan, gelecekteki "yıldırma" siyasetine ilişkin kesin bir yol gösteri­ ci mesaj aldılar: "Nerede bir partizan varsa orada bir Yahudi ve nerede bir Yahudi varsa orada bir partizan vardır. "3 1 Bu türden sözler etkili oldu. Ancak başka sözler de vardı.32 Bazı komutanlar, Wehr­ macht'ın Güvenlik Polisi uygulamalarından kesinlikle ayrı tutulması gerektiğini ısrarla belirttiler. Bunlardan biri, General Kari von Roques, Temmuz ayının sonunda kendi adamlarının pogromlara katılmasını, bu eylemlerin "askerce olmadığı" ve Wehrmacht'ın konumuna büyük bir zarar vereceği gerekçesiyle yasaklayan bir emir çıkardı. 13 Ne var ki bu emir etkisiz kaldı. Aynı olaylar devam etti: "Askerler ve aynı zamanda subaylar ba­ ğımsız olarak Yahudileri kurşuna dizmişler ya da kurşuna dizme olaylarına katılmışlar" idi. Eylül ayında General Kari von Roques bir emir daha çıkarmak zorunda kaldı. Bu emirde, özellikle Yahudilere karşı "idari önlemler"in sadece Yüksek SS ve Polis Lideri'nin yetkisi dahilinde olduğunu ve münferit askerlerin yetkisiz kurşuna dizme eylemlerinin ya da SS ve polisin "idari önlemler"ine katılmalarının itaatsizlik olarak görüleceğini ve di­ siplin kurallarının uygulanacağını bir kez daha tekrarladı.34 Cepheden eve gelen mektuplar, pek çok sıradan Alman askerinin Yahudilere karşı uy­ gulanan acımasız katliamın haklılığı konusunda ikna edilmelerinin pek gerekmediğini or­ taya koyuyordu. Okullarda ve Hitler Gençliği'nde yıllarca Yahudiler hakkında kesintisiz telkine maruz kalan ve "Barbarossa"nın başlangıcından itibaren, Rusya'nın içlerine doğru ilerlerken, "Yahudi-Bolşevizm"in dehşetine ilişkin propagandaya boğulan askerler sık sık kendi önyargılarını meşrulaştırmaya çalıştılar.15 Temmuz ayında yazan bir asker "Yahudi Bolşevik vahşete ilişkin bulgular" karşısında şok geçirdiğini, "buna benzer bir şeyin müm­ kün olabileceğine inanmadığı"nı ifade ediyor, kendisi ve yol daşları için inıikam vaadinde

bulunuyordu.36 Temmuz ayında yazılan bir mektupta da şöyle deniyordu: "Herkes, kuş­ ku duyan en son kişi bile, bugün Yahudiler tarafından cinnete sürüklenen bu alt-insanla­ ra karşı savaşın sadece zorunlu değil, tam sırası olduğunu biliyor. Führer'imiz Avrupa'yı tam bir kaostan kurtarmıştır."37 Bu zihniyet dikkate alındığında "pek çok Wehrmacht bir­ liğinin 'Barbarossa'nın en başından itibaren Yahudileri kurşuna dizme eylemlerine ve di­ ğer vahşet uygulamalarına bizzat katılması şaşırtıcı değildi."3" "Barbarossa"nın ilk haftalarında, Einsatzgruppen ve alt birlikleri tarafından gerçekleş­ tirilen "eylemler" esas olarak erkek Yahudileri hedef aldı. Dehşet verici olmakla birlikte öldürme olaylan Ağustos'tan itibaren ulaşılan ölçekte değildi. Örnek vermek gerekirse,

Hitler 1 936- 1 945

467

Litvanya'da özellikle cani bir Einsatzkommando, Temmuz ayına kıyasla Ağustos'ta dokuz kat ve Eylül'de on dört kat daha fazla Yahudi öldürdü.'9 llk haftalarda büyük ölçekli "ey­ lem" olarak görülen uygulama sırasında, genellikle yüzlerce, nadir durumlarda l OOO'den fazla Yahudi kurşuna dizildi. Ancak Ekim ayı başında Ukrayna'daki Einsatzgruppe Cye bağlı olan Einsatzkommando 2a, gayet soğukkanlı bir açıksözlülükle şöyle bir rapor ve­ rebildi: "Kiev'de yapılan kundakçılığa misilleme olarak, bütün Yahudiler tutuklandı; 2 9 v e 30 Eylül günlerinde toplam 33 7 7 1 Yahudi infaz edildi. "+0 B u , Kiev dışında gerçekleş­ tirilen malum Babi-Yar katliamıydı. Çoğu kadın, çocuk ve yaşlılardan oluşan Yahudiler, Kiev'in Wehrmacht'ın eline geçmesinden hemen önce , yani birkaç gün önce kentte mey­ dana gelen ve birkaç yüz Alman askerinin ölümüne yol açan bir dizi patlamaya misille­ me olarak toplandı. Küçük gruplar halinde kentin eteklerine götürüldüler. Elbiseleri zor­ la çıkarıldı ve Babi-Yar dere çukurunun yukarısındaki bir tümseğin üzerine dikildiler. infaz müfrezeleri sürekli ateş ederken, kurbanların cansız bedenleri tümsekten aşağı yu­ varlanarak üst üste yığıldı .+' Gelecekte intikam almaları olası görülen kadınlar ve çocuklar Himmler'in telefonla ilettiği, daha sonra, Ağustos