Heinrich Von Ofterdingen 6055063158, 9786055063153

Novalis bu unlu eserini "ruhun akustigi" diye betimler ve bu roman mavi bir cicegin tum romantik gizemlerini i

281 51 1MB

Turkish Pages 175 [176] Year 2014

Report DMCA / Copyright

DOWNLOAD FILE

Polecaj historie

Heinrich Von Ofterdingen
 6055063158, 9786055063153

Citation preview

Novalis Heinrich von Ofterdingen

Novalis

Heinrich von Ofterdingen Çeviren: İclal Cankorel

DOGUBATI

Özgün Metin Heinrich von Ofterdingen ©Tüm hakları Doğu Batı Yayınları'na aittir.

Almancadan Çeviren İclal Cankorel

Yayına Hazırlayan Mirze Mehmet Zorbay

Kapak Tasarım Mr.Z&Z

Tasarım Uygulama Aziz Tuna

Baskı Tarcan Matbaacılık Haziran 2014

Doğu Batı Yayınlan Ankara Merkez: Yüksel Cad. 36/4 Kızılay/Ankara Tel: O 312 425 68 64 / 425 68 65

İstanbul Dağıtım: Hobyar Malı. NarlıbahçeSok. No:6 Cağaloğlu/İstanbul Tel: O 212 243 47 11 www.dogubati.com ISBN: 978-605-5063-15-3 /Sertifika No: 15036 Doğu Batı Yayınları-108 Edebiyat-20 Kapak Resmi: "Novalis'in büstü", George Macdonald.

Novalis

(2 Mayıs, 1772-25 Mart, 1801)

Alman romantizminin önemli temsilcilerindendir. Gerçek ismi Georg Philipp Friedrich Freiherr von Hardenberg'dir. Novalis ilk eğitimini özel öğretmenler­ den alır. Eisleben'deki Luther gramer okuluna gider, burada retorik ve antik edebiyata dair bilgi ve yeteneklerini geliştirir. Novalis 1790'dan 1794'e kadar Jena'da hukuk okur. Eğitimi sırasında Sebiller ile tanışır ve Schiller'in dersle­ rine katılır. Schiller'in hastalık döneminde onunla yakından ilgilenir. Ayrıca Goethe, Herder ve Jean Paul ile tanışır, Ludwig Tieck, Friedrich Wilhelm Jo­ seph von Schelling ve Friedrich ve August Wilhelm Schlegel kardeşler ile ar­ kadaş olur. Ekim 1794'te kamu hizmetinde çalışmaya başlayan Novalis bu sıralarda tanıştığı Sophie von Kühn ile 15 Mart 1795'te nişanlanmıştır. Nişan­ lısının ansız ölümü Novalis'i derinden etkiler. 1795-1796 arasındaki dönemde Novalis Johann Gottlieb Fichte'nin düşünceleriyle ilgilenmiştir ki bu dünyaya bakış açısını büyük oranda etkiler. Fichte'nin felsefesindeki çeşitli kavramları­ nı geliştirir. 1798'de ilk fragmanları Atheniium isimli dergide yayımlanır. No­ valis'in ilk yayınının ismi Blüthenstaulidur ki bu aynı zamanda "Novalis" mah­ lasını da ilk kullandığı yerdir. Aralık 1798'te Novalis Julie von Charpentier ile nişanlanır. Ağustos 1800'de tüberküloz hastalığına yakalanır. 25 Mart 180l'de WeiBenfels'de çok kısa yaşamı sona erer.

İclal Cankorel 1950 yılında İstanbul'da doğdu. 1969 yılında İstanbul Alman Lisesi'nden (Abi­ tur); 1973 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi, Alman Dili ve Edebiyatı Bölümü'nden birincilikle mezun oldu. 1976 yılında Kanada, Ottawa­ Carleton Üniversitesi, Alman Dili ve Edebiyatı Bölümünden "Master" dere­ cesini aldı. 1996 yılında Ankara Üniversitesi, Dil-Tarih-Coğrafya Fakültesi, Alman Dili ve Edebiyatı Bölümünden "Doktor" unvanını kazandı. 1997-2000 yılları arasında Marmara Üniversitesi, Alman Dili ve Edebiyatı Bölümü'nde yardımcı doçent olarak görev yaptı. 1998-1999 yılları arasında Bilkent Üniver­ sitesi'nde edebiyat dersleri verdi. 2001-2004 yılları arasında Ukrayna, Kiev Devlet Linguistik Üniversitesi ve 2009-2011 yılları arasında Azerbaycan, Bakü Slavyan Üniversitesi Alman Edebiyatı Bölümü'nde misafir öğretim üyesi ola­ rak ders verdi. 2013 yılından itibaren Marmara Üniversitesi, Alman Dili ve Edebiyatı Bölümünde Yrd. Doç. olarak görev yapmaktadır. Almanca, İngiliz­ ce, Fransızca, Rusça ve İtalyanca bilmektedir. Yurtiçinde ve yurtdışında yayın­ lanmış bir çok makalesi ve çevirisi bulunmaktadır.

İÇİNDEKİLER

Önsöz

..........................................................................................

Heinrich von Ofterdingen

Birinci Kısım: Bekleyiş Birinci Bölüm İkinci Bölüm

..........................................................

..................... ..........................................

............................................................ ...........

.................... ............ .................... .....................

Uçüncü Bölüm

....................................................... ..............

Dördüncü Bölüm Beşinci Bölüm Altıncı Bölüm

...................... . ............ ...............................

.......................................................................

................ ......... ............................................. . .

Yedinci Bölüm

....................................................................

Sekizinci Bölüm

..................................................................

Dokuzuncu Bölüm

............ ...................................... ...........

İkinci Kısım: Gerçekleşme

.......................................................

9

11 21 21 30 40 56 66 92

106 112 118 145

Romanın Devamı Hakkında

Tieck'in Açıklaması

............................ ......................................

163

ÖNSÖZ

Alman edebiyat tarihinde geleneği olan "Bildungsroman" türü ­ nün Romantizm'deki temsilcisi sayılan bu roman, Novalis'in eseridir .

Heinrich von Ofterdingen, Goethe' nin klasik Bil ­ Wi/he/m Ustanın Çıraklık Yı//arl na tepki

dungsroman örneği

olarak Romantizm' in hem hayat hem edebiyat konularında sa­ vunduğu değerlerin bir yansımasıdır.

18. yüzyılın son yıllarında

yazılmıştır ve sürekli oluşuma inancın bir ifadesi olarak bilinçli

bir fragman niteliğindedir . Kurgusu bakımından da romantik roman formunun tipik örneklerinden biridir; Dokusuna, düz anlatımının yanı sıra dizeler, masal, efsane vb . çeşitli edebiyat türlerini katarak bütüncül edebiyat ilkesini gerçekleştirmiştir. Novalis

(1 7 72- 1801), Heinrich von Ofterdingen' in konu ­

sunu Ortaçağ belgelerini okuyarak, yani tarih araştırmaların ­ dan almıştır . Erken ölümünden bir yıl önce

1800 yılında yazdı­

ğı bu romanı arkadaşları Friedrich S chlegel ve Ludwig Tieck,

1802 yılında yayımlarlar . Ortaçağ'ın ozanlar yarışması gelene ­ ğinden ve ozan Heinrich von Ofterdingen'in hayat hikayesin ­

den esinlenen Novalis, Heinrich adlı çocuğun şair olma yolun ­ da aldığı etkileri romantik hayat felsefesi içinde işler. Hein -

10

Önsöz

rich' in annesiyle çıktığı yolculukta karşılaştığı kişiler, onlardan dinledikleri, rüyasında gördüğü güzel kız, hocası olan şair Klingsohr hep birer farklı dünyanın kapılarını açarlar. Hayatın gerçekleri gibi duygu, hayal gücü, fizik ötesi, Heinrich' in yetiş ­ mesinde tamamlayıcı unsurlar olarak sembolik ifadesini bulur. Bu romandaki rüya motifi, rüyadaki mavi çiçek sembolü daha sonra Alman Romantizmi'nin neredeyse tanıtıcı işaretleri ol ­ muş, edebiyat tarihine geçmiştir. Dünya edebiyatında yeri olan, dünya klasikleri arasında sa­ yılan bu romanın Türkçeye kazandırılmasında gecikilmişti. Bu bakımdan olduğu gibi özenli çevirisiyle de Dr. İ clal Cankorel, önemli bir hizmete imza atmıştır . Eserin Alman edebiyatını ori­ jinalinden izleyemeyen edebiyat meraklılarının, bugünün edebi ­ yat akımı Postmodernizm'in atası sayılan Alman Romantizmi' ni tipik bir örneğinden tanımak isteyenlerin bu çeviriden tat alacaklarına inanıyorum . Prof. Dr. Gürsel Aytaç

HEİNRİCH YON ÜFTERDİNGEN

Friedrich von Hardenberg' in (Novalis)

Heinrich von Ofterdin­ gen adlı yapıtı, Romantik Çağ'ın ana hatlarını ve yazarının fel ­

sefesini yansıtması bakımından edebiyat tarihinin önemli bir yapı taşıdır. Fragman niteliğinde olan bu roman, Novalis 'in tüm dünya görüşünü kapsar. Bir masal havasında gelişen olay­ lar, Ortaçağ'ın gezgin ozanı Heinrich von Ofterdingen'den esinlenerek yazılmış olmasına rağmen belgesellik iddiası taşı­ maz . Bir gencin şairlik mertebesine ulaşmak için geçtiği çeşitli evreleri anlatırken aynı zamanda Romantik dünya görüşünün sözcülüğü görevini de üstlenmiştir . Romantik Çağ'ın yazarlarının anlayışlarına göre hayat, sa­ dece bu dünyada yaşananlarla sınırlanamaz . Çünkü ruhun de ­ rinliklerinde sonsuz bir dünya daha vardır . Ö lüm bu hayatın sonu olarak anlaşılmamalıdır. Novalis, hayatın asıl yüksek anla ­ mına ancak dünya romantikleştirilirse erişilebileceğini savunur . "Romantikleştirmek", benliğin yükseltilmesinden başka bir şey değildir. Ö lümle son bulan yeryüzündeki hayata sonsuz bir gö­ rünüm katarak ebediyete ulaşılabilir. Romandaki olaylar dizisi bu bağlamda anlaşılmalıdır. Gerçek olaylar ve rüyalar, girift bir

12

Heinrich von Ofterdingen

biçimde iç içe geçerek geçmiş -şimdiki zaman ve gelecek, No ­ valis'in romantik üçlü ( "romantische Triade") diye tanımladığı biçimde birbirine bağlanır. Alman Romantizmi, okuyucunun eserle aynı paralelde dü ­ şünerek ve hissederek metne yaratıcı olarak katılımını bekler. Novalis, Fragmanlarda gerçek okuyucunun, yazarın devamı olduğunu belirtir. Romantik akım, Fransız İ htilali'ne bir reak­ siyon olarak doğmuştur . Yaşanan tecrübelerden hayal kırıklığı ­ na uğrayan yazarlar ve filozoflar yeni bir değer sistemi yarat ­ mak yoluna gitmişlerdir. Schlegel Kardeşler, Wackenroder, Tieck, Novalis, S chelling gibi genç Romantikler Jena'da bir araya gelerek Aydınlanma Çağı'nın tam karşıtı olan bireyin bilinçlenmesi fikrini oluşturmuşlardır . Bundan böyle bakışlar artık insanın ruhunun derinliklerine çevrilmiştir. Bunun netice ­ sinde sosyal gerçeklikten kopan bir bireysellik ortaya çıkar . O zamana kadar anlaşılmadığını iddia eden romantikler, sanatla yeni bir ilişki içine girerler . Çünkü duygularını ancak sanat aracılığıyla ifade edebileceklerine inanırlar. Materyalist dünya­ dan kopuş ile beraber doğan yeni güç . Aydınlanma Devri'ndeki bilince karşı, ruhu ve bilinçaltının derinliklerini araştırmaya ko ­ yulur. Doğa ve ruh tek bir vücut olarak algılanır . Akıl karşıtı romantik mistisizm fikrinin gelişmesiyle insanlığın en büyük değeri, duygularında ve doğada aranmaya başlanır . Uzaklara, bilinmeyen yabancı diyarlara özlemde kendini ifa­ de eden romantik düşünce tarzı, aynı zamanda Batı dünyasına Doğu sanatının kapılarını da aralar. Yakınında bulamadığı ger ­ çeği uzaklarda arayan romantik yazarlar sayesinde Doğu'ya olan ilgi artar . Doğu ve Batı, tinsel anlamda her zaman bir kar ­ şıtlık olarak görülmüştür. Okzident (Batı) v e Orient (Doğu) kelimelerinin etimolojik çözümlemesinden de yola çıkarak Do­ ğu'nun, ışık ve dolayısıyla yaşam kaynağı olduğu kabul edilin­ ce, Hıristiyan ve Hıristiyanlık dışı efsanelerde ulaşılacak son hedef ve yeniden hayata dönüşün, ancak Doğu'da gerçekleşe ­ bileceği inancı yaygınlaşmıştır . Novalis ' in romanında vermek

Çevirenin Önsözü 13 istediği mesaj , değişik düşünce ve inançlara sahip kişilerin uyumlu bir beraberlik içinde bir bütün olabilecekleri arzusu günümüzde bir ütopyadır. Novalis'den önce G . E . Lessing de

Nathan der Weise (Bilge Nathan) adlı yapıtında üç dinin tem ­ silcilerini hoşgörü içinde bir araya getirmiştir. Goethe de Di­ van' ında Doğu ile Batı'nın ayrılamayacağını söyler. Farklı gö ­ rüşler arasındaki aşılamayacağı düşünülen mesafeleri yok ede­ rek, tüm insanlığı sevgi ile birbirine bağlamak ise şairin gö­ revidir . İ şte Heinrich von Ofterdingen'in ana konusu budur . Romantik Çağ, en isabetli bir şekilde evrensel şiir ("Univer­ salpoesie") ile açıklanabilir. Bu kavram, klasik dünya görüşünü mükemmelleştirerek, insanın bilinmeyen karanlık yönlerini ve tüm evreni kapsayacak biçimde oluşturulur . Rüya, fanteziler, mavi çiçek, hayaller, sihir, doğaya olağanüstü yakınlık, masal ve duygu yeni anahtar sözcükler olarak kullanıma girer. Nova­ lis, düşüncelerini çok sade bir dille ifade eder . Kısa cümleler ve kolay anlaşılır kelimeler sayesinde okuyucunun dikkati, biçim ­ den çok konuya odaklanma olanağını bulur. Anlatım tempo ­ sundaki değişiklikler ve araya serpiştirilen şiirler ile müziksel bir ifadeye ulaşan bu eserini Novalis "ruhun akustiği" diye be ­ timler. Romanın içeriği birkaç cümle ile açıklanabilir : 20 yaşın­ daki delikanlı Heinrich, bir gece rüyasında "mavi çiçeği" görür. Açık mavi renkteki bu çiçek delikanlıya doğru eğilince yaprak­ larının arasında beliren zarif kız yüzünün kendisinde yarattığı olağanüstü hislerle dolan delikanlının, artık en büyük arzusu bu çiçeğe kavuşmak olur . Annesiyle birlikte çıktıkları yolculuk­ ta karşılaştıkları kişiler onun ruhunu aşka ve sevgiye hazırlar . Sanatçının oluşumunu ve gelişmesini destekleyen bu yolculuk sonunda vardıkları büyükbabasının Augsburg'daki evinde deli­ kanlının gördüğü rüyanın derin anlamı açıklığa kavuşur. Hein ­ rich'in iç deneyimleri, aşk ve şiirin yeryüzündeki görüntüsü sayılan sevgilisi Mathilde ile karşılaştıktan sonra gerçeklikle birebir örtüşünce sanatçının oluşumu tamamlanmış olur. Yol­ culuk esnasında karşılaştığı tüccarlar ona şiir sanatı hakkındaki

14

Heinrich von Ofterdingen

duygu ve düşüncelerini aktarır . Haçlı Ş övalyeleri ile karşılaş ­ masından doğan savaş ruhu . Doğulu kız Zulima'yı görünce yu ­ muşayarak yerini hoşgörüye bırakır. Madenci, delikanlıyı doğa­ nın gizemleri konusunda aydınlatırken, münzevi tarihin anla ­ mını açıklar. Büyükbabası Schwaning'in evinde tanıştığı rüya ­ sındaki sevgilisi Mathilde' nin babası ünlü şair Klingsohr, Hein ­ rich'i şiir sanatının incelikleri konusunda eğitir . Romanın bi­ rinci kısmı Klingsohr'un anlattığı masal ile son bulur. Bu ma­ sal, romanın birinci ve ikinci bölümleri arasında aracılık görevi­ ni görür . Klingsohr'un Heinrich'e verdiği teorik dersin bir ta­ mamlayıcısı olması ve romanın ana fikrini pekiştirmesi yönün­ den büyük önem taşır. Edebiyat tarihinde "Klingsohr Masalı" olarak tanınan bu masal, Goethe'nin "Masal" ıyla başlayan ale ­ gorik masal geleneğinin devamıdır. Goethe'nin "Masal" ında birbirinden farklı algılanan iç ve dış dünya, romantik masalda artık birbiriyle özdeşleşerek gerçeğin sıradanlığına karşı masal dünyasının şiirselliğini vurgular. "Bin Yıllık İ mparatorluğun" beklentisi içindeki romantik tarih anlayışının sembolü olan bu masal üç bölümlüdür. Buz denizindeki tarih öncesi kaotik du­ rumu, tarihteki bölünmeler izler ve nihayet gelecekte "Altın Çağ"ın ümidi içinde son bulur. Ö zlemle geçmişi arayan masal, ümitle geleceğe dönerek Romantik dünya görüşünün kendisin­ den beklediği görevi yerine getirir . Masalda mitoloji, astrono ­ mi, simya ve fizik alanından kişileri bir arada tutan ana figür " Fabl"dır . Beklenen cennet benzeri dünyayı gerçekleştirecek olan da odur. Novalis ' e göre masalın hedefi, bir ayna gibi gele ­ cekteki dünyayı yansıtarak kehanette bulunmaktır. Buradaki gerçeklik, şiirselleşmiş, masal mertebesine ulaşmış daha yüce bir gerçekliktir . Kullanılan alegoriler aracılığıyla soyut ve somut dünyayı birleştirmeyi başaran masal, Heinrich' i şairlik merte­ besine götüren en önemli bölüm olarak anlaşılmalıdır. Masalda yer alan kişiler değişik dünyalardan gelmektedir . Bilimsel bir yaklaşımla okuyucuya aktarılan yıldızlar aleminin temsilcileri şunlardır :

Çevirenin Önsözü 15

YAŞLI KAHRAMAN: Aynı anda birkaç kişiyi temsil etmek­ tedir. " Haberci", " Demir", "Perseus" olarak anılmaktadır .

FREYA: Arctur'un güzel kızı . Nordik Mitolojide yer alan aşk ve güzellik tanrıçası . Ayrıca "barış " ve "özlemi" de temsil etmektedir. Maddeye can verme gücüne sahiptir . Vatanı "buz şehir" dir . Buzlar altındaki krallığın yeniden canlandırılması yö­ nündeki ilk adımı da Freya atar . Novalis burada fizik bilgisini ve Galvanizm teorilerini kullanır. Prensesten yayılan ışık ile kimyasal enerji elektrik enerjisine dönüşür.

ARCTUR: Kuzey Krallığının hakimi olan Arctur masalda Freya'nın babasıdır. Novalis, Arctur'u mitolojide zaman tanrısı olan S atürn (Yunan Mitolojisindeki Kronos) ile aynı gözle gö­ rür . Zeus'un kovduğu Tanrı Kronos, İ talya'ya kaçar ve orada tarlaları işleyerek "Birinci Altın Çağ"ı gerçekleştirir.

KUŞ: Mısırlıların Feniks dedikleri kuş, her yüzyılda bir öl­ dükten sonra kendi küllerinden yeniden canlanarak ölümsüzlü ­ ğü temsil eder. S öylediği şarkı ile yaklaşmakta olan "Altın Çağ" ı müjdeler. Ayrıca Demir, Çinko, Altın da masal kişileri arşındadır. "O anda güzel çocuk Eros beşiğinde uyuyordu" cümlesi, mekandaki değişikliğe işaret eder ve bundan böyle masal kişile ­ ri, ya yeryüzündeki insanlar arasından veya alegorik olarak ma sal ve mitolojiden seçilmeye başlanır .

.

EROS: "Baba" ile "Anne"nin oğlu . Freya'yı büyüden kurta ­

ran güzel yabancı alegorik bağlamda aşkı temsil eder. İ lk önce ­ leri bilinçsizce beşiğinde uyuyan bir bebekken, zorlu yolculuk­ lardan sonra tüm dünyayı değiştirecek aşk gücünü elde eder.

CİNNİSTAN: Eros'un ve Fabl'ın sütannesi. Ay'ın kızı. Fabl' ın annesi. Allegorik olarak hayal gücünün temsilcisi. Hayal gü ­ cü hem aşkı (=Eros) , hem de şiiri (=Fabl) besler. Geçmişi re ­ sim olarak hafızasında saklar . Bazı yerlerde hafıza olarak da karşımıza çıkmaktadır .

FABL: Alegorik bağlamda şiir. Masaldaki annesi hayal gücü ( =Cinnistan) , babası anlamdır . Ruhlar aleminin temsilcisi ola -

16

Heinrich von Ofterdingen

rak bütün dünyalar arasında serbestçe dolaşabilmektedir . Hiç büyümez, hep çocuk kalır . Tüm sorunlardan uzaktadır. S adece Anne'nin ölümünde kederlenir. Fabl, aklı temsil eden yazıcının karşıt kişiliğidir . Tüm olayların anahtarı onun kişiliğinde gizlidir.

YAZ!Cl· Fabl'ın düşmanı. Aklın, duygusuzluğun, soğuk mantığın temsilcisi. Romantik anlayışa göre kötünün simgesidir .

BABA: Eros ve Fabl' ın babası. Anne ile evli olmasına rağ ­ men Cinnistan'a da yakınlık duymaktadır . Alegorik bağlamda hafıza ve anlamı temsil eder.

SOPHIE: Asil, tanrıça gibi bir kadın. Rahibe ve büyük sırrın muhafazacısı. Bilgeliğin temsilcisi. Masalda Arctur'un eşi. Fabl' ın vaftiz anası. S embolü: İ çinde açık renkli suyun bulunduğu kase . Bu kasenin görevi, gerçek ile gerçek olmayanı birbirinden ayırt etmektir. Ayrıca kişilerin asıl yanını ortaya çıkartmaktadır . Cinnistan, Eros ve Fabl' da irrasyonel mucizevi yanları, yazıcıda ise rasyonel yönleri gösterir.

ANNE: Alegorik bağlamda kalbi temsil eder . Eros'un annesi ve Fabl'ın analığıdır. " Kalp" de şiiri beslemektedir . YILAN: Kadın ve erkeğin birleşmesinin sembolü olan yılan, beklenen "Altın Çağ"da insanların ebedi yenilenmesinin ve ölümsüzlüğün temsilcisidir. Yıldızlar alemindeki kuş ile aynı konumdadır . Eros, demir yılana dokununca büyümeye başlar. Arctur tarafından karşıt kutupların, insanların anlaşmazlıkları ­ nın sembolü olarak yeryüzüne atılan demiri, Cinnistan (=hayal gücü) bükerek yılan şekline sokar ve böylece kutuplulukları yok eder. Yılan esnek olduğu için dünyaya uyum yayılır . Demi ­ ri elleyince büyüyen Eros, mıknatısın kuzeyi göstermesi ile kendine biçilen görevi algılar ve Kuzey Krallığı'nın sahibi Arc ­ tur'un kızı Freya'ya kavuşmak için büyük bir özlem duyar. Yetişkin Eros , bilgelik kasesindeki suyu içince bilinçlenir ve sevgilisini aramaya koyulur . Görevi, Freya'yı içinde bulunduğu büyüden kurtarmaktır. Klingsohr masalındaki gelişmeleri şu şekilde sıralayabiliriz;

Çevİrenin Önsözü 1 7 a. Arctur'un Buz Krallığı b. Mıknatısın yeryüzüne gönderilmesi c. Eros ve Cinnistan' ın Ay Kralı'nın bahçesinde birleşmesi d. Ö rümceklerin ölümcül dansları e. "Altın Çağ" ın yeniden kurulması Klingsohr Masalı'nın kişileri (Fabl) Ay Masalı'nda da görül­ mektedir. Her iki masalın sonunda da özlenen uyum içindeki dünya kurulur. Romantik anlatım tarzının göstergesi olan ma ­ sal içindeki masalda hedefe ulaşılmıştır. Klingsohr masalındaki öğeler Ay Masalında da görülür. Bu iki masalın roman içindeki görevi, olayların sonunu önceden okuyucuya hissettirerek aşk ve şiirin birleşmesi ile yeryüzünde cennete kavuşabileceğini göstermektir . Romanın ikinci bölümünde Klingsohr Masalı'nı dinlemiş olan Heinrich, masal modelini roman gerçekliğine uyarlaya­ caktır . Fragman olarak kalan romanın sonu aslında, birinci bö ­ lümde anlatılan bu masallarla belirlenmiştir. Romanın ana fikri, "Altın Çağ"ın aşk ve şiirin birleşmesi ile yeniden yaratılması ki bu Heinrich'in şairlik yolundaki ilerlemesine paraleldir, biçim ­ sel olarak da araya serpiştirilen şiirler ve masallarla kuvvetlen ­ dirilmiş tir. Heinrich'in şairlik yolundaki gelişmelerini anlatan roman kurgusunda Novalis'in ve Romantik Çağ'ın tüm felsefesi gizli -dir . "Mevsimlerin Evlenmesi" başlıklı ütopik şiirde dünyadaki tüm zıtlıklar aşılmış . Doğu ile Batı ve mevsimler bir araya gel ­ miştir . Büyük bir hoşgörü timsali olan masal havasında yazıl ­ mış bu roman, günümüzde de güncelliğini ve yol göstericiliğini sürdürmektedir . Dr. İ clal Cankorel

ithaf Uçsuz bucaksız dünyanın ruhunu kavramayı, Bu asil hissi sen uyandırdın içimde; Bana a§ıladığın güven sayesinde Korkusuzca a§tım bütün fırtınaları. Çocuğu sezilerle büyüttün. Onunla masal diyarlarında gezindin, İnce ruhlu kadınların en iyi örneği sendin, Delikanlının ruhuna en yüksek heyecanları ya§attın. Beni dünya dertlerine bağlayan bağ mı var? Kalbim ve hayatım ebediyen senin değil mi? Senin a§kın beni bu dünyada korumuyor mu? Sen benim ilham perim, sevgilimsin. Senin adına kendimi bu asil sanata adıyorum. Çünkü sen §airliğimin sessiz koruyucu meleğisin. Şiirin gizli gücü dünyada bizi Sonsuz deği§imleriyle selamlıyor. Tüm ülkeye sonsuz barı§ getiriyor. Ve hepimizi sarmalıyor gençliği. Gözlerimize ı§ık dolduran o, Her sanatı kavramamıza yardımcı, Mutlu ve yorgunların kalbini Hu§uyla CO§turan gene o. Onun dolu göğsünden hayatı içtim; Sahip olduğum her §eyi ona borçluyum. Ve ne§eyle bakı§larımı göğe diktim. Henüz uyumaktaydı en yüksek varlığım. Onun melek gibi bana geldiğini gördüm. Uyandım ve kollarında uçarak havalandım.

Birinci Kısım

BEKLEYİŞ

Birinci Bölüm

Annesi ve babası çoktan yatını§ uyuyordu . Duvar saatinin mo ­ noton sesleri duyuluyor, çarpan kepenklerin ötesinden uğulda ­ yan rüzgarın sesi geliyordu . Odaya dolan ay ı§ığı etrafı aydınla­ tıyordu . Huzursuz bir §ekilde yatağında yatan delikanlı, yaban ­ cı adamı ve onun anlattıklarını hayal ederken, içimde tarifsiz bir istek uyandıran §ey, yabancının söz ettiği hazineler değil, diye dü§ündü . Her türlü maddi hırs benden çok uzakta . Ama mavi çiçeği görmek için içimde büyük bir özlem var . Aklımda devamlı o var, ba§ka hiçbir §ey yazıp dü§ünemiyorum. Ş imdiye kadar hiç böylesine bir duygu hissetmemi§tim . A:z önce bir rüya gördüm galiba. Belki de ba§ka bir dünyaya kaydım. Benim ya§adığım dünyada çiçeklerle ilgilenen yok ki ! Hele bir çiçeğe kar§ı duyulan böylesine garip bir tutkudan söz edildiğine hiç rastlamadım . Nereden geliyordu acaba o yabancı? Bugüne ka ­ dar hiçbirimiz onun gibi bir adam görmemi§tik. Acaba neden bir tek ben onun sözlerinden bu kadar etkilendim? Diğerleri de

22

Heinrich von Ofterdingen

aynı şeyleri duydular, ama kimse benim duygularıma erişeme ­ di. Ü stelik bu tuhaf durumumu açıklayamıyorum da! İ çim hep çok hoş . S adece çiçeği gözümde canlandıramadığım zaman çok derin, çok içten bir kaygıya kapılıyorum . Bunu hiç kimse anlayamaz . Bu kadar net ve açık görüp düşünmemiş olsaydım aklımı oynattığımı zannederdim . Yabancının anlattıklarını duy­ duğum andan beri her şeyi daha iyi kavrar oldum . Geçmiş de­ virlerden bahsetti. Hayvanların, ağaçların ve dağların insanlarla konuştuğu eski zamanlardan. S anki hepsi her an konuşmaya başlayıverecek gibi geliyor . S anki hepsi bana bir şey söylemek istiyor gibi. Henüz bilmediğim çok kelime olmalı. Daha fazla bilgim olsaydı her şeyi daha iyi anlayabilirdim. Dans etmeyi çok sevmeme rağmen şu anda müzik dinleyerek düşüncelere dal ­ mayı yeğliyorum. Delikanlı kendini bu tür tatlı fantezilere kap ­ tırarak uykuya daldı. Rüyasında, önce erişilmez uzaklıkta bi­ linmeyen yabani diyarlara gitti. Akıl almaz bir kolaylıkla deniz ­ lerde dolaştı. Acayip hayvanlar gördü . Çeşitli insanlar arasında yaşadı. Vahşi sesler içinde savaşlarda, sessiz mağaralarda buldu kendini. Esir düştü ve en büyük zorluklarla karşılaştı. Bütün duyguları bugüne kadar hiç tatmadığı bir yüksekliğe ulaştı. S onsuz renkli bir hayat yaşadı. Ö ldü ve dirildi . Büyük bir tut­ kuyla sevdi ve sonunda sevgilisinden sonsuza dek ayrıldı. Ni ­ hayet sabaha karşı gün ağarmaya başlarken ruhu sakinleşmeye, görüntüler netleşmeye ve kalıcı olmaya başladı . S anki karanlık bir ormanda tek başına yürüyor gibiydi . Ağaçların oluşturduğu yeşil ağların içine ara sıra gün ışığı sızıyordu . Az sonra, dağa tırmanan kayalıkların başındaki uçurumun önüne gelmişti bile. Bir zamanlar sellerin alıp taşıdığı yosun tutmuş taşlara tırman ­ maya başladı. Tepelere çıktıkça ağaçlar seyrekleşiyordu . Niha ­ yet dağın yamacındaki küçük bir yeşillikte buldu kendini . Yeşil ­ liğin arkasındaki yüksek kayalığın başlangıcında dağları delen tünele benzer bir şey gördü . Burada bir süre ağır ağır ilerledi . Uzaklardan parlak bir ışığın gözünü kamaştırdığı büyük bir açıklık alana geldi. İ çeriye girdiğinde bir kaynaktan kayaların

Nova/is 23 tepesine kadar fışkıran ve tepede sayısız kıvılcımlara dönüşen kocaman bir fıskiyeyle karşılaştı. Yere dökülen sular büyük bir havuza doluyordu . Fıskiye alev alev altın gibi parlıyordu . Etraf­ ta en ufak bir ses yoktu . Harika görüntü, kutsal bir sessizliğe bürünmüştü . S onsuz renklerle kabaran ve titreyen havuza yak­ laştı. Mat, mavimsi bir ışığın yansıdığı mağaranın duvarları bu serin sularla kaplıydı. Havuza soktuğu eliyle dudaklarını ıslattı . S anki ruhani bir nefes içini dolduruyordu . Maneviyatının güç ­ lendiğini ve tazelendiğini hissetti. S uya girip yıkanmak için karşı koyamadığı bir arzu duydu . S oyundu ve havuza girdi. S anki gün batımı bulutları onu sarmalıyordu. İ çini ulu bir his kapladı. Kafasındaki sayısız düşünceler içten bir zevkle birbiri ­ ni kucaklıyordu . Yeni, hiç görmediği görüntüler oluşarak iç içe geçiyor ve delikanlının etrafında gözle görülebilen varlıklara dönüşüyordu. Bu hoş suyun her zerresi yumuşak bir sevgiliy­ mişçesine ona sarılıyor, sular delikanlıda vücut bulan alımlı kız ­ lar gibi akıyordu . Zevkten kendinden geçmiş fakat her anın bilincinde, havuz ­ dan kayalara taşan, parıldayan su boyunca ağır ağır yüzdü . Tat ­ lı bir uyku benliğini sardı. Rüyasında tanımlanamayacak olaylar gördü ve yeniden aydınlanarak uyandı. Göğe yükselen ve orada yok olan bir pınarın kenarındaki yumuşak çimenlerdeydi şimdi de. Az. uzakta koyu mavi kayaların renkli damarları gözüküyor­ du . Onu sarmalayan gün ışığı her zamankinden daha yumuşak ve daha aydınlıktı. Hava çok koyu mavi, çok berraktı. Onu bü ­ tün gücüyle çeken şey, önceleri pınarın kıyısında duran ve ge­ niş, parlak yapraklarıyla delikanlıya sarılan uzun, mavi, parlak bir çiçekti. Bu çiçeğin etrafında rengarenk birçok başka çiçek daha vardı . Hava mis gibi kokuyordu . Gözleri mavi çiçekten başka bir şey görmüyordu. Uzun zaman tarif edilemeyecek bir şefkatle onu seyretti . Tam çiçeğe yaklaşırken çiçek aniden ha­ reket etmeye ve şekil değiştirmeye başladı. Yaprakları daha da parlaklaştı ve tekrar sapına dolandı. Çiçek delikanlıya doğru eğildi, yaprakları arasından ince narin bir kız yüzü hayalinin

24

Heinrich von Ofterdingen

belirdiği mavi geniş bir yaka ortaya çıktı . Bu garip değişim ile tatlı şaşkınlığı artarken birdenbire annesinin sesiyle kendine geldi. Altın renkli sabah güneşiyle aydınlanan ebeveyn yatak odasındaydı. Ö ylesine kendinden geçmişti ki, uyandırılmaktan duyduğu memnuniyetsizliği belli edemedi. Aksine annesine gü ­ ler yüzle günaydın diyerek sarıldı . S eni uykucu seni, dedi babası. S aatlerdir burada oturup eğeyle çalışıp duruyorum . S enin yüzünden bir tek çivi bile ça ­ kamadım. Anası, sevgili oğlu uyurken iş yaptırtmadı bana. Da­ ha kahvaltı bile edemedim. Biz uykusuz kalıp çalışırken, sen ilim yapmaya karar vermekle çok akıllılık ettin. Ama iyi bir bi­ lim adamının bilge kişilerin büyük eserlerini incelemek için ge ­ celeri de çalışması gerektiği söylenir. Babacığım, diye cevap verdi Heinrich, bu kadar uzun uyumama alışkın değilsiniz bili­ yorum. Ama kızmayın. Çok geç uykuya daldım ve bir sürü hu ­ zursuz rüya gördüm. S onunda uzun zaman unutamayacağım ve kanımca basit bir rüyadan öte hoş bir rüya gördüm. Hein ­ rich' çiğim, dedi annesi, ya sırt üstü yatmışsındır veya akşam duasında aklından garip şeyler geçmiştir. Hala bir tuhaflık var sende . Haydi, kendine gelmen için biraz ye ve iç . Anne dışarı çıktı. İ şine dönen Baba, bilginler ne derlerse de­ sinler rüyaları ciddiye almana gerek yok, dedi. Bu türlü işe ya ­ ramayan ve zararlı uğraşlarla aklını yormasan iyi edersin . Rü ­ yalarda İ lahi işaretlerin göründüğü devirler gerilerde kaldı. İ ncil'de bahsedilen o seçilmiş kişilerin neler hissettiklerini anla ­ yamayız ve anlayamayacağız . O çağlarda insanlar da, rüyalar da daha değişikmiş herhalde . Bizim yaşadığımız yüzyılda öteki dünyayla doğrudan bir ilişki kurulmuyor artık. Bugün artık doğaüstü konularda bize gerektiği kadar bilgiyi veren tek kaynak, eski hikayeler ve yazı ­ lar. Kutsal ruh bizlerle artık o açık vahiylerin yerine kafalı, iyi kalpli adamların aklı ve namuslu insanların hayat tarzları aracı­ lığıyla konuşuyor . Bugün mucize adını verdikleri şeylere hiç güvenmedim ve din adamlarımızın anlattığı o büyük olaylara da

Novalis 25 inanmadım pek. Am a gene de isteyen inansın. H i ç kimseyi inancından çevirmek istemem. -Ama babacığım, niçin bu ka ­ dar karşısınız rüyalara? Rüyalardaki garip değişimler ve hafif tül dokusu bizim düşünce gücümüzü harekete geçirmez mi? İ stediği kadar karmaşık olsun her rüya garip bir olay değil mi ­ dir? Her ne kadar tanrısal takdirle ilgili olduğu düşünülmese de, rüyalar ruhumuzun derinliklerindeki gizemli perdeyi kaldır­ maya yardımcı olmuyor mu? En bilge kitaplarda sözlerine gü ­ venilen kişilerin sayısız rüya hikayelerini okuyoruz. Geçenlerde saygıdeğer saray rahibinin anlattığı ve sizin de tuhafınıza giden rüyayı düşünün bir kere . Haydi bu hikayeleri bir kenara bıraktık diyelim . S iz de öyle bir rüya görmüş olsaydınız, hayretler içinde kalırdınız ve bizim sıradan bulduğumuz bu olayların mucizevi yönünü inkar et­ mezdiniz ! Bence rüyalar insanı hayatın monotonluğundan ve sıradanlığından korur. Bağımlı hayal gücü yeniden canlanır, hayatın her türlü imajı birbirine karışır ve böylece yetişkin kişi ­ lerin sürekli ciddiyeti neşeli bir çocuk oyunuyla rahat bir soluk alır . Rüyalarımız olmasaydı kesinlikle daha erken yaşlanırdık. Doğrudan doğruya yukardan bahşedildiğini kabul etmesek de, gene de tanrısal bir hediye, kutsal kabre giden hac yolunda se­ vimli bir yoldaştır rüyalarımız . Bu gece gördüğüm rüya etkisiz bir rastlantı olamaz kesinlikle. Çünkü öyle ruhuma işledi ki, güçlü bir çark gibi hayatımı yönlendireceğini hissediyorum. Baba, içten bir gülümsemeyle o anda odaya giren anneye bakarak. Hanım, dedi, Heinrich doğuşuna sebep olan anı ka­ nıtlıyor . Konuşmalarında Roma'dan getirdiğim ve düğün gece ­ mizi tatlandıran ateşli İ talyan şarabının tadını alıyorum . O za­ manlar ben de şimdikinden farklı bir adamdım . Güney'in hava­ sı beni eritmişti. Cesaret ve neşeyle dolup taşıyordum. Sen de ateş gibi nefis bir kızdın. Babanın evinde her şey harikaydı o zaman . Dört bir yandan oyuncular ve şarkıcılar gelmişti ve Augsburg' da uzun zamandan beri böylesine neşeli bir düğün yaşanmamıştı.

26

Heinrich von Ofterdingen Biraz önce rüyalardan bahsediyordunuz, dedi anne. Hatırlar

mısın, o zaman bana Roma' dayken gördüğün bir rüyadan bah ­ setmiştin. Bu rüyadan sonra kalkıp Augsburg' a evimize gelip bana talip olmuştun. Tam zamanında hatırlattın, dedi yaşlı adam; o zamanlar kafamı çok kurcalayan bu garip rüya tama ­ men aklımdan çıkmıştı. İ şte o rüyam da bu konuda söyledikle­ rimi ispat ediyor. Daha net ve aydınlık bir rüya görmek imkan ­ sız. Şu anda bile her anını tamamen hatırlıyorum. Ama, nasıl yorumlayabilirim bu rüyamı? Rüyamda seni görmem ve ondan sonra sana sahip olmak isteğiyle yanıp tutuşmam çok normal ­ di. Çünkü seni tanıyordum zaten. Cana yakın, zarif varlığın be­ ni en baştan beri derinden etkilemişti. S adece uzak diyarlara olan hevesim seni elde etmemi geciktirmişti. Rüyayı gördüğüm zaman merakımı oldukça tatmin etmiştim ve onun için sana olan özlemim daha kolay yüzeye çıkabiliyordu . Şu tuhaf rüyayı bize anlatır mısınız, dedi oğlu . Bir gece, di­ ye başladı babası, etrafta geziniyordum. Hava pırıl pırıldı. Ay, eski sütunları ve duvarları solgun, ürkütücü ışığıyla aydınlatı ­ yordu . Arkadaşlarım kızların peşinden koşuyordu, ama vatan hasreti ve aşk beni açık havaya sürükledi. S onunda öyle susa­ dım ki, karşıma çıkan ilk kulübeye girerek bir yudum şarap veya süt vermelerini istedim. Bana şüpheli bir misafir gözüyle bakan yaşlı bir adam çıktı içeriden. Ne istediğimi söyledim ona. Yabancı ve Alman olduğumu öğrenince beni nazikane içeriye davet etti ve bir şişe şarap ikram etti . Oturmamı söyledi ve işimi sordu. Oda kitap ve eski eşyalarla doluydu . Uzun bir soh ­ bete daldık. Uzun uzun eski zamanlardan, ressamlardan, hey­ keltıraşlardan ve şairlerden söz etti. Bugüne dek bu konularda hiç kimsenin böyle konuştuğunu duymamıştım. Yeni bir dün­ yada karaya ayak basmış gibi hissettim kendimi. Mühürler ve eski el işlerini gösterdi bana. S onra ateşli bir heyecanla harika ş iirler okudu . Ve böylece zaman bir saniye gibi aktı gitti. O ge ­ ce benliğimi dolduran garip düşünce ve duyguların renkli kar ­ maşasını düşündükçe içim hala neşe doluyor . Cehalet devrini

Nova/is 2 7 çok iyi biliyordu ve inanılmaz bir heyecanla b u karanlık çağlara özlem duyuyordu. Nihayet geri dönmem için vakit çok geç ol ­ duğundan bana geceyi geçirebileceğim bir oda gösterdi. He­ men uyumuşum. S anki memleketimdeymişim ve şehir kapısın­ dan yeni çıkıyormuşum gibi gelmişti bana. Bir şey ısmarlamak için bir yere gitmem gerekiyordu . Ama nereye gideceğimi ve ne yapmam gerektiğini bilmiyordum . Acele adımlarla Harz Bölge­ sine 1 gittim. Bir şölende gibi mutlu hissediyordum kendimi . Yollarda hiç oyalanmadan dağ, bayır yürüdüm. Az sonra yük­ sek bir dağa geldim. Tepeye tırmandığımda altın renkli bir düzlük gördüm. Etraftaki dağların hiçbirisi benim görüş alanı ­ mı engellemiyor ve bulunduğum yerden Turingya'yı 2 çok rahat seyredebiliyordum . Karşıda, koyu renkli dağlarıyla Harz uzanı­ yordu . S ayısız şatolar, manastırlar ve beldeler sıralanmıştı . İ çim böylesine hoş hislerle dolunca geceyi yanında geçirdiğim yaşlı adam aklıma geldi ve sanki o zamandan beri yıllar geçmiş gibi bir hisse kapıldım. Az sonra dağın içine giren bir merdiven gör ­ düm ve aşağıya indim. Uzun bir zaman sonra bir mağaraya vardım . Uzun elbiseler içinde çok yaşlı bir adam, demir bir ma­ sanın önünde oturmuş ve mermere kazılmış harika güzel bir kız şekline gözünü dikmişti. S akalı, demir masanın içinden ge­ çiyor; aşağıya ayaklarına kadar uzanıyordu. Ciddi ve cana ya­ kın birisine benziyordu. Dün gece misafir kaldığım evde gör­ düğüm birisini hatırlatıyordu bana. Mağarayı parlak bir ışık sarmıştı. Orada öyle durup yaşlı adamı seyrederken ev sahibim omzuma vurdu, elimden tutarak uzun koridorlardan geçirerek bir yerlere götürdü beni . Az sonra uzaktan sanki gün ağarma ­ sına benzeyen bir aydınlık göründü. Hemen o yöne doğru hız ­ landım ve bir yeşillikte buldum kendimi. Ama her şey Turing­ ya'dan o kadar farklıydı ki! Büyük parlak yapraklı devasa ağaç ­ lar her tarafa gölgesini yayıyordu . Hava çok sıcaktı, ama sıkıntı

1 2

Harz : Kuzey Almanya' da dağlık bir bölge. (ç.n.) Turingya = Thüringen: Almanya' da bir bölge. (ç.n.)

28

Heinrich von Ofterdingen

vermiyordu . Her tarafta pınarlar ve çiçekler vardı. Bütün çiçek­ ler arasından bir tanesini çok beğendim. Diğer çiçekler onun önünde eğiliyor gibiydi .

Ah, canım babacığım, n e renkti b u çiçek söyler misiniz, diye heyecanla atıldı oğlu . Her §eyi hafızama çok iyi kaydetmi§ olmama rağmen çiçe­ ğin rengini hatırlayamıyorum ݧte. Mavi değil miydi? Olabilir, dedi babası, Heinrich' in bu garip heyecanını önem­ semeksizin . Aklımda kalan tek §ey, uzun zaman e§likçimi bile aramayacak kadar anlatılamaz hislerle dolu olduğumdu . Niha ­ yet arkamı dönünce onun beni dikkatle incelediğini ve içten bir ·sevinçle bana gülümsediğini gördüm . Oradan nasıl uzakla§tı ­ ğımı bilmiyorum §İmdi. Tekrar dağın tepesinde buldum kendi­ mi. Yanımda duran yol arkada§ım, dünyanın mucizesini gör ­ dün, diyordu bana. Dünyanın en mutlu yaratığı ve üstelik ünlü bir adam olmak sana kalını§ bir §ey. S ana söylediklerime iyi

kulak ver : Johannis 1 günü, ak§ama doğru tekrar buraya gelir, Tanrı' dan bütün yüreğinle bu rüyayı açıklamasını dilersen, dünyanın en talihli adamı sen olursun. Dikkatli bak, küçük ma ­ vi bir çiçek göreceksin. Onu kopart ve alçakgönüllülükle ken ­ dini kaderine terk et. Ondan sonra rüyamda olağanüstü güzel ­ likte §ekiller ve insanlar arasına girdim. Gözlerimin önünde de­

vamlı deği§ikliklere uğrayan sonsuz çağlar canlanıyordu . Dilim çözülmü§tü . Ağzımdan çıkan kelimeler müzik gibiydi . Ama he ­ men sonra her §ey yeniden karardı, daraldı ve sıradanla§tı. S e ­ vimli mahcup bakı§larıyla anneni gördüm. Kollarında tuttuğu ı§ık saçan bir çocuğu bana uzatıyordu . Çocuk birden gözle gö ­ rülür §ekilde büyüdü, gittikçe daha aydınlık ve parlaklık kazan ­ maya ba§ladı ve sonra göz kama§tırıcı bembeyaz kanatlarla

1 Johannis : Vaftizci Johannes'in doğum günü, 24 Haziran'da kutlanan bir Hıristiyan bayramı. Halkın inancına göre Johannes gecesinde ha­ zineler bulunur. (ç.n.)

Novalis 29 havalandı, bizi de kollarına aldı ve o kadar yükseklere uçurdu ki, yeryüzünü ancak ince işlemeli altın bir çanak gibi görebili ­ yorduk. S onra gene o çiçeğin, dağın ve ihtiyar adamın ortaya çıktığını hatırlıyorum . Kısa bir süre sonra uyandım ve içimin çok kuvvetli bir aşkla tutuştuğunu fark ettim. Onu sık sık ziya­ ret etmemi söyleyen misafirperver ev sahibimle vedalaşarak ayrıldım. Aceleyle Roma' dan ayrılıp Augsburg'a geri dönmemiş olsaydım kesinlikle sözümü tutardım.

İkinci Bölüm

Johannis günü geçmişti. Annenin çoktan Augsburg'a baba evi ­ ne giderek daha hala görmediği sevgili torununu dedesine ta ­ nıştırmış olması gerekirdi . Baba Ofterdingen'in yakın arkadaşı olan birkaç tüccar iş ziyareti için oraya gidiyorlardı . Anne, bu fırsatı değerlendirerek isteğini gerçekleştirmeye karar verdi . Heinrich' in son zamanlarda her zamankinden daha sessiz ve içine dönük olduğunu fark etmesi de bu kararını hızlandırdı. Oğlunun keyifsiz veya hasta olduğunu tahmin ediyordu. Uzun bir yolculuk, yeni insanlar ve yeni memleketler görmenin Hein ­ rich'i gene eskisi gibi hayattan zevk alan ve her şeyle ilgili biri yapacağını umuyordu . Ayrıca, genç ve cazip kızların oğlunu bu melankoliden uzaklaştıracağını da içinden geçirmiyor değildi. Delikanlının babası da annenin düşüncelerine katılıyordu. H e ­ inrich i s e annesinden v e bazı yabancılardan işittikleriyle yeryü ­ zünde bir cennet olarak hayal ettiği ve hep görmeyi arzuladığı bu şehre gidebilmekten son derece memnundu . Heinrich yirmi yaşını henüz doldurmuştu . Yaşadığı şehrin yakın çevresinden başka bir yer tanımıyordu. Dünyayı sadece anlatılan hikayelerden biliyordu . Eline çok sayıda kitap geç ­ memişti henüz. Prensin saray idaresi, o zamanın geleneklerine uygun, sade ve sakindi . S aray yaşantısının şaşaa ve konforu, sonraki devirlerde varlıklı bir adamın kendisine ve yakınlarına kolaylıkla sağlayabileceği olanaklarla boy ölçüşemezdi. Ama buna karşılık, insan hayatına gösterilen anlayış daha derin ve inceydi . Doğanın gizemi ve varlıkların beden bulması, ıstırap çeken ruhları çekiyordu . Romantizmin uzak diyarlara özlemin ­ den kazanılan ve özenle muhafaza edilen eski değerlerin ender, ince bir sanatla işlenmesi gelecek nesillere de aktarılarak haya ­ tın sessiz bir eşlikçisini oluşturuyordu . Bu manevi olgular, özel

Novalis 3 1 bir nimet, kaderin hediyesi olarak algılanıyor, kutsallık merte ­ besine çıkartılıyor; memleketlerin, birçok ailenin kaderi ve mutluluğu onların korunmasıyla devam ediyordu. Hoş bir fa ­ kirlik, ciddi v e masum bir safiyetle b u devri süslüyordu . S adelik içinde dağıtılan kıymetli mücevherler bu loş ışıkta daha anlamlı parıldıyor, güçlü maneviyatları harika beklentilere sürüklüyor ­ du . Işık, renk ve gölgenin ancak uygun bir dağılımıyla maddi dünyanın gizli güzelliklerinin anlaşıldığı ve yeni, ulu bir idrakin doğduğu eğer doğruysa, o dönemlerde de her yerde buna ben ­ zer ölçülü yaşam biçimleri sergileniyordu . Buna karşılık, şim­ diki refah günleri sıradan ve önemsiz bir görüntüden ileriye gitmemektedir. Her devir değiştikçe, ara krallıklardakine ben ­ zeyen daha yüce, manevi bir güç doğmaya çalışıyor gibi sanki. Yeryüzünde yer altı ve yer üstü hazinelerinin en zengin olduğu bölgeler nasıl vahşi, verimsiz kayalıklar ve uçsuz bucaksız be­ reketli ovaların ortasında bulunuyorsa, aynı şekilde barbarlığın yontulmamış günleri ile sanat dolu, çok bilgili ve zengin devir arasında da sade dış görünümünün altında yüce bir biçimi barındıran derin bir romantik çağ vardır. Gece ışıkta ve ışık gecede ulu gölgelere ve renklere dönüşürse alaca karanlıkta dolaşmayı kim istemez ! O zaman biz de heyecanla Heinrich'in yaşadığı ve yeni maceralara doğru yola çıktığı çağlara dalalım. Heinrich, arkadaşlarına ve onun yeteneklerini bilen, delikanlıyı içi burularak sessiz bir duayla uğurlayan yaşlı öğretmeni saray rahibine veda etti. Vaftiz annesi kontesi şatosunda zaten sık sık ziyaret ederdi . Yola çıkarken de kendisine güzel öğütler ile altın bir kolye bağışlayan koruyucusuna gitti ve içten sözlerine teşekkür etti. Heinrich, hüzünlü bir ruh haliyle babasından ve doğduğu şehirden ayrıldı . Ayrılığın ne demek olduğunu ancak şimdi an ­ lıyordu . Bugüne kadar yaşadığı dünyasından koptuğu ve ya­ bancı sahillere sürüklendiği için yolculuğuna, o günlerde içinde bulunduğu fevkalade hislerle başlayamamıştı. Dünyevi değerle ­ rin geçiciliğini ilk yaşayan gencin üzüntüsü sonsuzdur. Gençle-

32

Heinrich von Ofterdingen

rin tecrübesiz ruhları için böyle bir olay gerekli ve kaçınılmaz ­ dır. Bu yeni deneyim kendi benliğiyle o kadar iç içedir ki, ayrı ­ lığı kendi öz varlığından kopma olarak değerlendirir. İ lk ölüm haberi, ilk ayrılık hiç unutulmaz ve yıllarca bir kabus gibi insanı pençeleri altında tuttuktan sonra nihayet zamanla gündelik olaylardan alınan zevki azaltır; kalıcı, güvenli bir dünyaya olan özlemi arttırır ve en sonunda da sevimli bir yol gösterici, teselli eden bir tanışıklığa dönüşür. Annesinin yakınlığı delikanlıya büyük destek oluyordu. Eski dünyasından tamamen kopmadığı gibi onu şimdi daha içtenlikle kucaklıyordu . Yolcular sabahın ilk saatlerinde Eisenach'ın şehir kapısından çıktılar . Ş afak vakti de Heinrich'in hüznüne katkıda bulunuyordu . Hava aydınlan ­ dıkça bu yeni bilmediği yöreleri daha iyi fark edebiliyordu . Bir tepeden geride bıraktığı memleketinin doğmakta olan güneş ışıkları altında parıldamasını gören delikanlının düşünceleriyle içindeki eski nağmeler birbirine karışınca iyice şaşkına döndü . Çevre dağlardan ümitsizce seyrettiği ve gözünde çeşitli renkler ­ de canlandırdığı uzak diyarların eşiğindeydi şimdi artık. Ö zle ­ diği uzakların mavi seline dalmak üzereydi. Mucize çiçek gö ­ zünün önünde canlanıyordu . Geride kalan Turingya'ya garip bir sezgiyle dönüp baktı . Uzun yolculuklar sonrası gittiği yer ­ lerden vatanına dönecekmiş ve sanki şimdiden vatanına gidi­ yormuşçasına bir hisse kapıldı. Ö nceleri aynı sebeplerle sessiz ­ leşen diğer yolcular da, yavaş yavaş kendini toparlayarak çeşitli sohbet ve hikayelerle hoşça vakit geçirmeye başladı. Oğlunu dalıp gittiği hayallerden uyandırması gerektiğini düşünen anne ­ si, ona kendi memleketinden, baba evinden ve S uabya'daki 1

neşeli hayattan bahsetmeye başladı . Tüccarlar da annenin an­ lattıklarına katılarak onun sözlerini doğruladılar . Yaşlı Schwa ­ ning'in misafirperverliğini ve yol arkadaşlarının memleketinde ­ ki kızların güzelliğini öve öve bitiremediler. Oğlunuzu oraya götürmekle çok iyi ediyorsunuz, dediler . S izin memleketinizin

1

Suabya = Schwaben : Almanya'da bir bölge. (ç.n.)

Nova/is 33 gelenekleri daha ho§ ve tatlı. İ nsanlar h o § §eyleri küçümseme ­ den gerekli olanı desteklemeyi bilir. Herkes ihtiyacını topluma uygun ve çekici gelecek bir §ekilde gerçekle§tirmeye çalı§ır. Tüccarlara iyi davranır ve saygı gösterirler. S anat ve el i§lerine verilen önem artıyor, gittikçe asille§iyor. Çalı§kan insanlar, olumlu neticelere götüren i§lerini severek yapıyor. Tekdüze sıkıntılı bir ݧ yapmaktan bile çekinmiyor, çünkü kar§ılığını gördükleri çe§itli uğra§larının renkli meyvelerinin tadına var ­ masını biliyorlar. Para, çalı§ma v e mallar bir diğerini yaratıyor, halka halinde geni§liyor, memleket ve §ehirler ye§eriyor. Gü ­ nünü kazanç ve çalı§ma içinde geçirenlerin ak§amları da özel oluyor. Güzel sanatların ve toplum hayatının çekiciliğiyle dolu ­ yor . İ nsan, ruhunun dinlenmeye ve deği§ikliğe olan bu özlemi ­ ni, keyifli bulu§malar ve en asil gücünün ürettiği, varlığını ge ­ li§tiren derin fikirlerden daha düzgün ve daha çekici bir §ekilde ba§ka nerede bulabilir ki! Ba§ka hiçbir yerde bu kadar latif §arkıcılar, böyle §aheser ressamlar ve dans salonlarında böyle ­ sine zarif ve ho§ görüntüler bulunamaz . İ talya' nın yakınlığı rahat davranı§larda ve cazip konu§malarda kendini gösteriyor. Kadınlar, dedikodu korkusu olmadan bu toplulukları süsleyebi­ liyor ve §İrin davranı§larıyla dikkat çekerek canlı bir rekabet yaratabiliyor. Erkeklerin katı ciddiyeti ve vahşi ta§kınlıkları ye ­ rini ılımlı bir canlılığa ve uysal, alçakgönüllü bir ne§eye bırak­ mı§ . Bu mutlu toplulukları yöneten ruh, çe§itli §ekilleriyle a§k­ tır . A§ırılıklar ve gereksiz prensiplerin burada yeri yoktur. San­ ki kötü ruhlar bu zarafetin yanına yakla§amıyorlar! Bütün Al ­ manya'da, S uabya'dakinden daha kusursuz kız ve daha sadık kadın olmadığı da kesin! Evet, genç dostum! Güney Almanya'nın berrak ılık havasın ­ da ağırba§lılığınızdan, utangaçlığınızdan kurtulacaksınız . Ne§e­ li kızlar sizi gev§etip konu§kan biri yapmayı bilir. Onlara ya ­ bancı gelecek isminiz ve her topluluğun ne§esi ya§lı S chwaning ile yakın akrabalığınız, kızların güzel gözlerini size çevirecektir. Eğer büyükbabanızı dinlerseniz, siz de babanız gibi zarif bir e§

34

Heinrich von Ofterdingen

bularak şehrimizi süslersiniz . Heinrich'in annesi tatlı tatlı kıza ­ rarak baba ocağına yapılan övgülere ve memleketinin kızları hakkında söylenenlere teşekkür etti. Düşünceler içindeki Hein­ rich ise yaklaşmakta oldukları yerler için söylenenleri dikkatle ve içten bir hoşnutlukla dinledi . Babanızın sanatını devam et ­ tirmek yerine duyduğumuza göre bilimle uğraşmayı tercih et­ mişsiniz, diye devam etti tüccarlar. Ama gene de papaz gibi yaşamanıza ve bu hayatın en güzel zevklerinden kendinizi yok­ sun etmenize gerek yok. Zaten ilmin dünya olaylarından bu ka ­ dar kopmuş bir sınıfın elinde kalması ve prenslerin bu kadar deneyimsiz ve toplumla ilgisiz kişilere akıl danışmaları yeteri kadar kötü . Dünya işleriyle bütünleşmeden yaşamlarını sür ­ dürdükleri bu yalnızlıkta, fikir ve düşünceleri yanlış yollara sa­ pıyor ve gerçek olayların farkına varamıyorlar. Suabya'da ruh ­ ban sınıfına ait olmayan gerçekten akıllı ve deneyimli kişilerle karşılaşacaksınız . Ve hangi bilim dalında ilerlemek istediğinizi seçeceksiniz . En iyi öğretmenler ve yol gösterenler çevrenizden eksik olmayacak. Bu konuşmalar esnasında Heinrich, dostu saray rahibini düşünüyordu . Dünya hakkındaki bilgisizliğimin kusuruna bakmazsanız biraz önce dünya işlerini yönetimde ve karar almada din adamlarının yetersizliğinden bahsettiniz, dedi tüccarlara. İ zin verirseniz öğretilerini ve tavsiyelerini asla unu ­ tamayacağım, bilge kişinin en iyi örneği olan bizim mükemmel saray rahibimizi anmak istiyorum burada . Bu mükemmel adama bütün kalbimizle saygı duyuyoruz, diye cevap verdi tüccarlar. Ancak bilgeliği Tanrı'nın da hoşuna gidecek bir yaşam tarzını kapsıyorsa sizin düşüncenize katılırız . Ama onu sadece dini konulardaki deneyimi ve bilgisinden do ­ layı akıllı buluyorsanız, o zaman izninizle size katılamayacağız . Gene de bu kutsal adamdan hak ettiği övgüyü esirgemiyoruz . Anladığımıza göre öteki dünyayla ilgili konulara o kadar dalmış ki, dünyevi konuları anlamaya ve burada itibar görmeye o ka ­ dar önem vermiyor.

Nova/is 3 5 Ama, dedi Heinrich, b u e n yüksek bilgiler insanların sorun ­ larını çözmekte, taraf tutmadan yönetme konusunda da daha becerikli kılmaz mı kişiyi? Dünya olaylarının karmaşık labiren ­ tinden kurtulmak için o çocuksu, hür safiyet daha güvenli bir yol değil midir? Kendi çıkarını gözetmekten yolunu şaşıran ve tutuklaşan, son bulmayan yeni rastlantılar ve karışıklıklardan gözü kör olmuş bir akıldan daha iyi değil midir bu? Bilmiyorum ama bana öyle geliyor ki, insanlık tarihinin ilmine ulaşmak için iki yol vardır . Birincisi zahmetli ve sonu görülmeyen, sayısız engellerle dolu deneyim yoludur . Diğeri, sadece bir adımda eri ­ şilebilecek ruhumuzun içini incelemektir. Birinci yolu seçenler uzun süren hesaplardan sonra hedefine ulaşır, ikinci yolun yol ­ cuları her olayı ve her şeyin doğasını anında görür ve çeşitli iliş ­ kileri canlı olarak izler ve kolaylıkla bir tabeladaki sayılar gibi diğerleriyle karşılaştırır. S öylediklerimi çocukça hayaller olarak görüyorsanız özür dilerim ! Beni böylesine cesur konuşmaya iten sadece size olan güvenim ve aynı zamanda kendi yolu da olan ikinci yolu bana uzaktan gösteren öğretmenimin anısıdır . Düşüncelerinizi takip edemediğimizi açıkça söylemek isti ­ yoruz, dedi iyi niyetli tüccarlar. Bununla beraber o mükemmel hocanızı bu kadar sıcak anmanız ve derslerini iyi kavramış olmanıza sevindik. Bize öyle geliyor ki, şairliğe yeteneğiniz var. Hislerinizi öyle rahat ifade ediyorsunuz ki! Ayrıca konuşmalarınız özenle se­ çilmiş deyimler ve uygun karşılaştırmalarla dolu . Ayrıca şairli ­ ğin esas unsuru olan 'olağanüstü'ne eğiliminiz de belli! Ne olduğumun ben de farkında değilim. Ş airlerden ve şar ­ kıcılardan bahsedildiğini çok duydum. Ama daha hiçbiriyle karşılaşmadım. Hatta, onların bu garip sanatları hakkında tam bir fikrim de yok, ama bütün bunları öğrenmek için büyük bir özlem duyuyorum. O zaman şimdilik içimde sadece karanlık bir sezgi olan şeyi de daha iyi anlayacağımı zannediyorum. Ba­ na şiirlerden çok bahsedildi, ama şimdiye kadar hiç şiir okuma­ dım . Ö ğretmenimin de bu sanatın bilgilerini bana aktarmaya

36

Heinrich von Ofterdingen

olanağı olmadı. Bu konuda bana söylediklerini açıkça anlaya ­ madım. Ama bu asil sanatı bir öğrensem kendimi tamamen ona atlayacağımı söylerdi her zaman . Bu sanatın eski zamanlarda çok daha yaygın olduğunu söylerdi. Herkesin bu konuda biraz bilgisi olurmuş . Ş airlik de, diğer yok olan harika sanatlarla ak­ rabaymış . Tanrı'nın bağışı ile şereflenen şarkıcılar, gözle görül ­ meyen bir ilişki içinde yeryüzünde tanrısal bilgeliği yayarlarmış . Bunun üzerine tüccarlar şöyle cevap verdiler : Ş airleri her zaman zevkle dinlemişizdir, ama onların gizemiyle yakından hiç ilgilenmedik. Bir şairin dünyaya gelmesi için yıldızların özel bir konumda bulunması gerektiği doğru galiba. Çünkü bu sa­ natın kesinlikle olağanüstü bir yanı var. Diğer sanat dalları şairlikten çok farklı . Onları anlamak daha kolay. Ressamların ve müzisyenlerin ne demek istediklerini hemen anlayabilirsiniz . Çalışkanlık ve sabırla ikisini de öğrenebilirsiniz . Melodiler za­ ten müzik aletinin içinde. Biraz beceri ile bir müzik aletini çalıp harika sesler çıkartabilirsiniz. Resimlerde ise en mükemmel öğ­ retmen doğanın kendisidir. Doğa sonsuz güzellikte harika şe­ killer yaratıyor. Renkler, ışık ve gölge de doğadan geliyor . U sta bir el ve doğru bir gözlem ile renkleri hazırlamayı ve karıştır ­ mayı bilen kişi, doğayı en mükemmel bir biçimde taklit edebilir. Onun için bu sanatların etkisini, eserleri zevk alarak anlayabil ­ memiz çok doğaldır. Bülbülün ötüşü, rüzgarın sesi, şaheser ışıklar, renkler ve biçimler içimizi keyifle doldurdukları için ho ­ şumuza gider. Doğa, kendi parçası olan duygularımızı da onu beğenmek üzere ayarladığı için doğanın sanattaki taklidinden zevk alırız. S anatsallığının tadına varmak isteyen doğa, kendi harikalığını seyredebileceği insanlara dönüşür. Maddenin hoş ve sevimli taraflarını ortaya çıkartarak her zaman ve her yerde çeşitli şekillerde tadına varmak ister . Buna karşılık şiir bakmak­ la görülmez. Ş air eserlerini yaratırken bir müzik aleti veya el kullanmaz . Göz ve kulak hiçbir şey algılamaz, çünkü sadece işitmek bu gizli sanatın asıl etkisi değildir. Burada her şey tin­ seldir. Müzisyen ve ressamlar duyularımızın dışını hoş hislerle

Novalis 3 7 doldurur, ama şair ruhumuzun en kutsal derinliklerini yeni, harika ve tatlı düşüncelerle zenginleştirir . Eski ve gelecek çağ ­ lar, sayısız insan, olağanüstü yöreler ve en garip olaylar derin mağaralardan çıkıp gelerek bizi yaşadığımız andan kopartır. Duyduğumuz yabancı kelimelerin ne anlama geldiğini biliriz . Ş airin sözlerinin büyülü bir gücü vardır. S ıradan sözler bile çekici tınılarıyla dinleyenleri coşturur . Merakımı şiddetli bir sabırsızlığa dönüştürüyorsunuz, dedi Heinrich. Lütfen bana tanıdığınız bütün şairleri anlatın ! Bu özel insanlar hakkında söylenenleri duymaya doyamıyorum. Birdenbire sanki en gençliğimde bir yerlerde onlardan bahse ­ dildiğini duymuş gibiyim, ama maalesef hiçbir şey hatırlamıyo­ rum . Anlattıklarınız bana o kadar bildik, tanıdık geliyor ki! Gü ­ zel hikayelerinizle bana inanılmaz zevkli anlar yaşatıyorsunuz . Biz de, diye devam etti tüccarlar, İ talya, Fransa veya Suab ­ ya' da şarkıcılarla birlikte geçirdiğimiz neşeli anları memnuni­ yetle anıyoruz. Konuşmalarımıza bu kadar candan katılmanıza da ayrıca seviniyoruz . Dağlarda yolculuk ederken sohbet daha keyifli oluyor ve zaman çabucak geçiyor. Yolculuklarımızda şa­ irlerle ilgili duyduğumuz hoş hikayeleri dinlemek hoşunuza gi­ der belki . Ş iirlerden çok bahsedemeyeceğiz, çünkü anın sevinci ve sarhoşluğu içinde bellek her şeyi saklayamıyor. Bitmek bil ­ meyen ticari işlerimiz de ne yazık ki bazı anılarımızı sildi gö­ türdü . Eski çağlarda doğa daha canlı ve daha anlamlıymış . Bugün hayvanların bile zorlukla anlayacağı, insanların hissedip zevki­ ne varacağı etkiler, o zamanlar cansız varlıkları bile harekete geçirirmiş . Bugün bize inanılmaz bir masal gibi gelen becerileri varmış yetenekli insanların . Ve gezginlerin halktan duydukları efsanelere göre, bugünkü Yunan İ mparatorluğu'nun bulundu ­ ğu memleketlerde çok çok eski zamanlarda harikulade sazları ­ nın garip tınılarıyla ormanların gizemli yaşamını, ağaçlarda gizlenen ruhları canlandıran, kurak çöllerde bitkileri filizlendi­ ren ve bahçeleri yeşerten, vahşi hayvanları evcilleştiren, çılgın

38

Heinrich von Ofterdingen

insanları düzen ve ahlaka davet ederek barış ve dostluğu sağla ­ yan, deli ırmakları tatlı sulara çeviren ve hatta ölü kayaları bile yerinden oynatan şairler varmış. Bunlar aynı zamanda kahin ve rahip, kanun koyucu ve doktormuş. Göksel varlıklar bile onla ­ rın sihirli sanatlarıyla yeryüzüne iner, geleceğin sırlarını, her şeyin doğal düzenini ve dengesini; sayıların, bitkilerin ve bütün varlıkların derin erdemlerini açıklarmış . Efsaneye göre önceleri vahşi, düzensiz ve düşmanca olan doğaya da ancak o zaman ­ lardan sonra ahenkli nağmeler, acayip birliktelikler ve düzen yerleşmiş . Ne gariptir ki, o hoş insanların varlığının anısı olan bu güzel izler kalmış, fakat onların sanatı ve doğadaki ince du ­ yarlık yok olup gitmiştir. Gene o gürilerde bu tuhaf şair veya şarkıcılardan biri -müzik ve şiir aynı şey sayılır ve ağız kulak gibi birbirine bağlıdır; çünkü ağız, hareket eden ve cevap veren bir kulak sayılır- evet, şarkıcının biri denizaşırı uzak bir mem ­ lekete doğru yola çıkmış. Yanında hayranlarının minnettarlık hediyesi güzel mücevherler ve harikulade objeler varmış. Kıyıda bulduğu bir gemideki adamlar; söz verdiği ücret karşılığı onu istediği yere götürmeye razı olmuş . Hazinelerin şaşaasına ve güzelliğine tamah eden bu kötü adamlar, aralarında anlaşarak onu denize atıp mallarını aralarında paylaştırmayı tasarlıyor ­ muş . Kıyıdan açılınca üstüne çullanarak kendisini öldürüp de ­ nize atacaklarını söylemişler. Yalvararak onlardan hayatını ba­ ğışlamalarını istemiş şair, fidye karşılığı hazineleri onlara bıra ­ kacağını ve eğer canına dokunurlarsa başlarına çok büyük fela ­ ketler geleceğini söylemiş. Ama söylediklerinden hiçbirisi kor ­ sanların fikrini değiştirmemiş, çünkü şairin onları ele verece ­ ğinden korkuyorlarmış . Onların bu kadar kesin kararlı olduğu ­ nu gören şair, son dileği olarak basit tahtadan sazı ile bir şeyler çalmasına izin vermelerini istemiş ve sonra onların gözü önün­ de kendini denize atacağına söz vermiş . Adamlar, onun büyülü müziğini duyunca katı kalplerinin yumuşayacağını ve pişman olacaklarını biliyorlarmış . Nihayet bu son dileğini yerine getir­ mesine razı olmuşlar, ama kararlarından vazgeçmemek için

Novalis 3 9 kulaklarını tıkayarak müziği dinlememeye karar vermişler. Şar­ kıcı harikulade, sonsuz duygulu bir şarkıya başlamış. Bütün ge­ mi çınlıyor, dalgalar tınlıyor, güneş ve yıldızlar gökte aynı anda parlıyormuş . Yeşil suların içinden sürü halinde dans eden ba­ lıklar ve deniz canavarları sıçrıyormuş . S adece gemiciler düş ­ manca kulaklarını tıkamış, sabırsızlıkla şarkının sonunu bekli­ yormuş. A:z sonra şarkı sona ermiş . Ve şarkıcı kaygılanmadan mucizeler yaratan çalgısıyla birlikte karanlık sulara atlamış . Pı­ rıl pırıl dalgalar onu tam kucaklamak üzereyken altında min ­ nettar bir canavarın sırtını fark etmiş . Canavar, hayretler için ­ deki şarkıcıyı sırtına almış ve hızla yüzerek oradan uzaklaşmış . Kısa bir zaman sonra şarkıcının gitmek istediği kıyıya vararak onu yumuşakça sazların arasına bırakmış . Ş arkıcı kurtarıcısına neşeli bir şarkı söylemiş ve minnet içinde oradan uzaklaşmış . Bir zaman sonra şarkıcı deniz kenarında tek başına dolaşmaya ve ahenkli nağmelerle mutlu anlarının anısı ve kendisine duyu ­ lan sevgi ve minnetin işareti, kaybolan kıymetli mücevherleri için sızlanmaya başlamış . O böyle şarkı söyleyip dururken de ­ nizdeki eski arkadaşı çıkagelmiş ve haydutların çaldığı hazine ­ leri ağzından çıkartarak kumlara bırakıvermiş . Meğer gemici­ ler, şarkıcı denize atladıktan sonra hemen onun mirasını bö ­ lüşmeye başlamışlar . Paylaşma esnasında aralarında çıkan ça­ tışma, birçoğunun hayatına mal olan korkunç bir kavgayla so­ nuçlanmış . Geri kalanlar gemiyi yönetemedikleri için kısa za­ manda karaya oturmuş ve batmış . Zorlukla hayatlarını kurtara ­ rak boş eller ve yırtık pırtık elbiselerle karaya çıkmışlar. Ve minnettar deniz hayvanının yardımıyla denizden çıkartılan hazine gene eski sahibini bulmu ş .

Üçüncü Bölüm

S onraki devirlere ait ve tabii bu kadar harikulade olmayan baş ­ ka bir hikaye gene de hoşunuza gidebilir, bu fevkalade sanatın etkileriyle sizi daha yakından tanıştırır, diye devam etti tüccar ­ lar biraz ara verdikten sonra . Yaşlı bir kralın parlak bir saray hayatı varmış . Bu enfes hayatın bir parçası olabilmek için uzak­ tan yakından sel gibi insanlar akarmış oraya. Her gün tertiple­ nen şölenlerde leziz yemekler, müzik, muhteşem dekorlar ve giysiler içinde bin bir çeşit tiyatro oyunu ile eğlenceler, hüner dolu düzenlemeler, akıllı, hoş, bilgili adamların konuşmalarıyla canlanan sohbetler ve şölenlerin asıl ruhu, her iki cinsten de edalı gençler hiç eksik olmazmış . Aslında sert ve ciddi birisi olan kral, iki şeye düşkünlüğünden dolayı böylesine şaşaalı bir hayat sürmekteymiş . Bunlardan bir tanesi, genç yaşta kaybetti ­ ği eşinin anısı ve anlatılamayacak kadar cana yakın çok kıymet ­ li kızına duyduğu şefkatmiş . Kızına cennet gibi bir hayat sağla ­ mak uğruna doğanın bütün hazinelerini ve insan ruhunun bü ­ tün gücünü vermeye hazırmış . Diğeri ise şiire ve bu sanatın us ­ talarına duyduğu gerçek tutkuymuş . Gençliğinden beri şairle ­ rin eserlerini içten bir zevkle okurmu ş . Her dilden şiiri topar ­ lamaya büyük gayret gösterir, bu yolda büyük paralar harcar ve eskiden beri şarkıcılarla birlikte olmayı her şeyden üstün tutar ­ mış . Onları dünyanın dört bucağından sarayına davet eder ve taltif edermiş . Nağmelerini dinlemeye doymaz ve yeni, coşkulu bir şarkı duyunca çoğu zaman önemli işleri, hatta hayatın ge­ reksinimlerini bile unuturmuş . Kızı şarkılar arasında büyümü ş ­ t ü . Bütün ruhu hüzün v e özlemin sade bir ifadesi, duygulu bir şarkıydı. Kralın koruması altında, saygıyla karşılanan şairlerin faydalı etkileri bütün memlekette, özellikle de sarayda kendini gösteriyordu . Bütün insanların benliğini kaplayan tatlı uyum,

Nova/is 4 1 aksi ve kinci tutkuları kovduğu için herkes katıksız, saf bir hu ­ zurla değerli bir şarap gibi yavaş yavaş yudumlayarak hayatın tadını çıkartıyordu. Ruh huzuru ve kendi yarattığı mutlu bir ortamda iç dünyasını izlemek bu harikulade zamanların özelliği olmuştu. İ nsanlığın düşmanı olan çatışmalar sadece şairlerin eski efsanelerinde kalmıştı. Ş iir perileri, koruyucusuna teşek­ kür için en tatlı hayal gücünün yaratabileceği ince duygulu kız tasvirine fazlasıyla uyan kızından daha tatlı bir hediye veremez ­ di ona. Muhteşem şenliklerde cazibeli arkadaşlarının arasında heyecanlı şairlerin yarışmalarını huşu içinde dinlediğini ve kıza ­ rarak, şarkısı ödül kazanan şanslı kişinin saçlarına mis kokulu bir taç taktığını görenler, onu büyülü sözcükleri yaratan o hari ­ ka sanatın gözle görülen ruhu kabul eder ve şairlerin yarattığı haz ve melodilere şaşırmazdı. Bu yeryüzü cennetinde esrarengiz bir alınyazısı vardı sanki . O yörelerde yaşayanların tek kaygısı çiçek gibi açan prensesin evlenmesiydi, çünkü bu mutlu devrin devamı ve bütün memle­ ketin kaderi ona bağlıydı . Kral giderek yaşlanıyordu . Bu konu onu da çok üzüyordu, ama kızına her bakımdan uygun bir evli­ lik ufukta görünmüyordu . Kraliyete duydukları kutsal saygı, hiç ­ bir vatandaşa prensese sahip olma imkanı vermiyordu . Ona do­ ğa üstü bir yaratık gözüyle bakıyorlardı . Başka memleketlerden gelen ve evliliğe talip bütün prensler onun seviyesinden o kadar aşağıdaydı ki, hiç kimse prensesin veya kralın onlardan birine şans tanıyacağını düşünemiyordu . Bu seviye farkı giderek her ­ kesi yıldırdı. Kraliyet ailesinin gereksiz gururu hakkında yayı­ lan dedikodular diğer taliplerin de kendini küçük görmesine yol açtı . Bu dedikodu tamamen yersiz değildi. Bütün yumuşak­ lığına rağmen kral, neredeyse istemeden bir üstünlük hissine kapılmıştı . Kızının aşağı seviyeden ve karanlık geçmişten gelen birisiyle evlenme düşüncesi imkansız ve tahammül edilemezdi . Prensesin yüksek ve eşsiz değeri onun bu hissini pekiştiriyor­ du . Kralın aile ağacı, çok çok eski, doğudan gelen bir soya da-

42

Heinrich von Ofterdingen

yanıyordu . Kraliçe, ünlü kahraman Rüstem'in 1 son nesliydi. S a ­ ray şairleri, kralın eski zamanlardaki insanüstü hükümdarlarla olan akrabalığını sürekli vurguladıkça, diğer insanların geçmişi ile olan farkını ve kendi hanedanının şanını şiir sanatının sihirli aynasında açıkça görüyor ve diğer insanlarla sadece asil şair sı­ nıfı aracılığıyla ilişkisi olabileceğini düşünüyordu . Büyük bir özlemle ümitsizce ikinci Rüstem'i arıyor, gelişmekte olan kızının duygularını, krallığının durumunu ve ilerleyen yaşını düşün­ dükçe prensesin evlenmesini her bakımdan çok arzu ediyordu . Başşehir yakınlarında ücra bir çiftlikte yalnız biricik oğlu ­ nun eğitimiyle uğraşan ve bunun yanında hemşerilerine önemli hastalıklarda öğüt veren yaşlı bir adam yaşıyordu . Ciddi bir genç olan oğlu, çocukluğundan beri babasından aldığı derslerle kendini doğa ilmine adamıştı. Yaşlı adam yıllar önce uzak bel ­ delerden bu sakin ve mamur memlekete gelmiş, kralın etrafa yaydığı barış ortamının sessizce tadını çıkartıyordu . Huzur do­ lu bu ortam, doğanın güçlerini araştırmasına; bu coşku dolu bilgileri, bu konuları çok iyi anlayan ve doğadaki gizleri derin ruhuna kolaylıkla kabul eden oğluna aktarmakta yardımcı olu ­ yordu . Asil yüzünün gizemli şekli ve gözlerinin olağanüstü ber­ raklığına önem verilmediği takdirde genç adam sıradan ve önemsiz birisi sanılabilirdi. Yüzüne baktıkça daha çekici görü ­ nüyordu ; yumuşak, insanın içine işleyen sesini ve hoş konuşma yeteneğini duyan ondan ayrılmak istemiyordu . Gezindiği bah­ çeler yaşlı adamın küçük bir vadide gizlenen çiftliğine komşu olan prenses, günün birinde atına atlayarak tek başına rahatsız edilmeden hayal kurabilmek ve güzel birkaç şarkıyı tekrarlaya­ bilmek için ormana gitmişti. Ormandaki sık ağaçların tazeliği prensesi gittikçe gölgelerinin içine çekti ve sonunda yaşlı ada­ mın oğluyla birlikte yaşadığı çiftlikte buluverdi kendini . İ çinden süt içmek geldi. Atını bir ağaca bağladı ve bir yudum süt iste-

1 Rüstem: Firdevsi'nin Şahname adlı eserinde Alp Er Tunga'ya karşı savaşan kahraman. (ç.n.)

Nova/is 43 mek için içeri girdi. Evin delikanlısı, gençliğin ve güzelliğin tüm çekiciliğine bürünmüş, en zarif, en masum ve asil bir ruhun ta­ rifi imkansız çekiciliğiyle şeffaflaşan, neredeyse tanrısallaşan şahane kızın sihirli görüntüsünden adeta korktu . Prensesin peri sesiyle istediği sütü vermek için koştu . Babası ise alçak gönüllü bir saygıyla evin ortasında mavi bir ateşin sessizce yandığı oca ­ ğın yanına oturmaya davet etti onu. Prenses eve girer girmez, bin bir türlü ender eşyayla döşenen evin düzeni ve temizliği ve acayip kutsallığı dikkatini çekti . S ade giyimli muhterem ihtiyar ve oğlunun alçak gönüllü davranışları bu etkiyi arttırıyordu . Yaşlı adam, pahalı giysileri ve asil davranışlarından onun saraya ait birisi olduğunu hemen anlamıştı. Delikanlı yanlarından ay ­ rıldığında prenses, özellikle dikkatini çeken enteresan bazı eş ­ yalar hakkında sorular sordu . Bu eşyaların arasında oturduğu ocağın yanında acayip birkaç resim de vardı . Ev sahibi mem ­ nuniyetle kibar bir lisanla bilgi verdi. Az sonra delikanlı elinde süt dolu bir testi ile geri geldi ve yapmacıksız ve saygılı bir ta ­ vırla prensese uzattı . Baba- oğulla yaptığı ilgi çekici konuşma­ lardan sonra prenses en zarif haliyle kendisine gösterilen bu içten karşılamaya teşekkür etti ve kızararak, anlattığı harikula­ de şeyleri dinleyebilmek için yaşlı adamdan onları tekrar ziyaret etme izni istedi, ev sahiplerinin kendisini tanımadığını anlayın ­ ca kimliğini açıklamadan atına binerek geri döndü . Araştırma ­ larına dalan baba - oğul, başşehir çok yakın olmasına rağmen insan kalabalığından hep kaçmıştı. Saraydaki eğlencelere ka ­ tılmaktan da asla hoşlanmazdı . Zaten babasını en fazla bir saat ­ liğine yalnız bırakır ve zaman zaman ormanda kelebekleri, bö­ cekleri ve bitkileri inceler ; çeşitli şekillerde kendini gösteren doğanın sessiz ruhunun etkisini, güzelliğini yaşardı. Yaşlı adam, prenses ve delikanlı açısından bugünkü basit olay aynı derece­ de önem taşıyordu . Babası, bu yabancı kızın oğlu üstünde bı ­ raktığı yeni derin etkiyi hemen görmüştü . Her derin etkinin onda ömür boyu süreceğini bilecek kadar iyi tanırdı oğlunu . Gençliğinin ve karakterinin bu tür bir duyguyu kaçınılmaz bir

44

Heinrich von Ofterdingen

eğilime dönüştüreceği açıktı. Yaşlı adam çoktandır böyle bir olayın yaklaşmakta olduğunu bilmekteydi . Prensesin saygın se­ vimliliği karşısında baba da ister istemez oğluna katılıyor ve gü ­ venilir duyguları sayesinde bu tuhaf tesadüfün gelişimi konu ­ sundaki bütün kaygıları siliniyordu . Prenses ise atıyla yavaş ya­ vaş evine doğru ilerlerken bugüne dek hiç yaşamadığı duygu ­ larla doluydu. Yeni bir dünyanın hem aydınlık hem karanlık harikulade hareketli hisleri başka bir şey düşünmesine olanak vermiyordu . Açık bilincinin üstüne sihirli bir tülün geniş kıv­ rımları yayılıyordu. S anki bu tül aralansa doğaüstü bir dünyaya girecek gibi hissediyordu kendini. Ş imdiye kadar tüm ruhunu dolduran şiir sanatı, tuhaf hoş rüyasını geçmiş zamanlarla bir ­ leştiren uzak bir şarkıya dönüşmüştü . Evine döndüğünde sara­ yın şaşaası ve renkli hayatından neredeyse ürktü . Ama onu kar ­ şılayan babasına hayatında ilk kez çekingen bir saygı duymuş olmasından daha da fazla etkilendi. Yaşadığı maceradan bah ­ setmemeyi çaresiz bir gereklilik diye düşündü. Herkes onun hayalperest ciddiyetine, fantezilere ve derin düşüncelere dalan bakışlarına o kadar alışıktı ki, kimse olağanüstü bir durum sez ­ medi. Ama eski neşesi kaybolmuştu. Herkes ona yabancı geli­ yordu . Akşama kadar bütün gün garip bir korku içinde yaşa­ dıktan sonra bir şairin ateşli bir coşkuyla söylediği, ümidi öven ve arzuların gerçekleşmesine yardımcı inancın mucizesinden bahseden neşeli şarkıyı duyunca tatlı bir teselli ve en hoş rüya ­ lar onu sarmaladı. Delikanlı, prenses ayrıldıktan hemen sonra ormana daldı. Yol kenarında çalılıklar boyu bahçenin kapısına kadar onu izledi, sonra aynı yoldan geri döndü . Dalgın dalgın yürürken ayaklarının altında parlayan bir şey gördü. Eğildi ve yerdeki koyu kırmızı renkli taşı aldı. Taşın bir yüzü şaşılacak parlaklıktaydı, diğer yüzüne ise anlaşılmayan harfler kazılmıştı. Taş değerli bir yakuttu ve onu sanki daha önce yabancı kızın boynundaki kolyenin ortasında görmüştü . Kız hata evde onu beklermişçesine kanatlanmış adımlarla koşarak döndü ve taşı babasına verdi. Delikanlının ertesi sabah aynı yola çıkmasına ve

Nova/is 45 eğer taşı arayan olursa orada beklemesine karar verdiler . Yoksa yabancı kızın tekrar gelişine kadar evde saklayacak ve kendine vereceklerdi . Genç adam bütün gece yakutu seyretti ve sabaha karşı taşı sardığı kağıda birkaç kelime yazmak için dayanılmaz bir istek duydu . Yazdığı kelimelerin ne demek olduğunu tam olarak kendisi de bilmiyordu . Taşın canına, kaynayan kanına

Yazılmış esrarengiz bir hatıra

Benzemekte yabancı kızın yüzüne Baktıkça bu yüreğe.

Bin alev sarmış taşı

Narin bir pınar aydınlatmış bu simayı

Taşta aydınlığın ışığı saklı

Bu ışık kalbin sevdasına ulaşacak mı?

Gün doğar doğmaz hemen yola koyuldu ve bahçenin kapısına koştu . Bu arada prenses akşam soyunurken boynundaki kıymetli taşın kaybolduğunu fark etmişti. Bu taş ölen annesinin hatıra­ sıydı, onun özgürlüğünü sağlıyor ve kendisi arzu etmediği süre yabancılar tarafından etkilenmesini engelleyici bir muska görevi görüyordu . Onu korkutan bu kayıp çok garibine gitti. Daha dün atla ge­ zinirken taktığını hatırlıyordu. Yaşlı adamın evinde veya döner ­ ken ormanda düşürmüş olmalıydı. Gittiği yolları unutmamıştı. Sabah erkenden taşı aramaya karar verdi . Bu düşünce onu o kadar neşelendirdi ki, aynı yollardan tekrar gitmesine sebep olan bu kayba sanki memnun olmuş gibiydi. Sabah olunca bahçeden geçerek ormana gitti. Her zamankinden daha telaşlı olduğu için kalbinin hızlı atışlarını ve nefesinin kesilmesini çok doğal buldu . S anki birbirlerini geceki hayallerden uyandırmak ister ­ cesine aralarında hafifçe fısıldaşarak güneşi beraberce selamla ­ mak isteyen yaşlı ağaçların tepesini, gün doğumu altın rengine bürümüştü . Uzaktan gelen bir sesle prenses, delikanlının ona doğru koştuğunu gördü . Aynı anda delikanlı da onu fark etti.

46

Heinrich von Ofterdingen Delikanlı bir saniye donmuş gibi kıpırdamadan kalakaldı ve

gözlerini kırpmadan prensese bakmaya başladı . Bu görüntünün gerçek, hayalinin onu yanıltmadığından emin olmak istiyordu . Çekinerek sevinçle selamlaştılar. S anki uzun zamandır tanışı­ yor ve birbirlerini seviyormuş gibiydiler . Prensesin henüz bu erken gezintisinin sebebini açıklamasına fırsat bile kalmadan genç adam kalp çarpıntıları içinde kızararak içinde şiir yazılı taşı uzattı. S anki kağıtta yazılanları anlamış gibiydi genç kız . Hiç konuşmadan elleri titreyerek taşı aldı ve boynundaki altın zinciri delikanlıya takarak onu ödüllendirdi. Delikanlı utanarak diz çöktü ve genç kız babasının hatırını sorduğunda bir süre ne cevap vereceğini bilemedi. Alçak bir sesle, gözlerini yere dike ­ rek, yakında tekrar ormana gelmek istediğini ve yaşlı adamın ona evlerindeki tuhaf objeleri tanıtma teklifini büyük bir mem ­ nuniyetle kabul edeceğini söyledi. Delikanlıya bir kez daha alışılmamış bir içtenlikle teşekkür etti ve sonra arkasına bakmadan yavaşça oradan ayrıldı. Genç adam hiçbir şey söyleyemedi. S aygıyla eğildi ve genç kız ağaç ­ ların arkasında kaybolana dek arkasından baktı. Çok geçmeden prenses tekrar ormandaki eve gitti ve ziyaretlerini giderek sık­ laştırmaya başladı. Delikanlı ona bu gezintilerinde eşlik ediyor­ du . Belirli saatlerde prensesi bahçesinden alıyor ve sonra geri götürüyordu . O kadar yakınlaşmışlardı ki, prenses yüce ruhun­ daki hiçbir düşünceyi gizlemiyor ama kimliğini ısrarla saklıyor­ du. Sanki asil soyundan gizlice çekiniyordu. Delikanlı da bütün ruhuyla ona aitti artık. Baba ve oğlu, genç kızın saraya mensup kibar bir kız olduğunu tahmin ediyorlardı . Prenses yaşlı adama kendi kızıymış gibi şefkatle bağlanmıştı. Ona gösterdiği yakın­ lık, delikanlıya olan sevgisinin ön habercisiydi . Kısa zamanda ormandaki kulübede kendini evindeymiş gibi rahat hissetmeye başladı . Yaşlı adama ve ayaklarının dibinde oturan genç adama sazı eşliğinde olağanüstü bir sesle şarkılar söylüyor ve bu güzel sanat hakkında onlara ders veriyordu . Buna karşılık yaşlı adam, hayranlık ifade eden kelimelerle her yerde hüküm süren doğa

Nova/is 47 sırlarını açıklıyordu . Dünyanın mucizevi bir birliktelikle oluşu­ munu, yıldızların melodilerle birleşmesini öğrendi ondan. İ hti­ yarın kutsal anlatıları, prensesin ruhunda dünyanın oluşumun ­ dan önceki devirleri canlandırdı. İ lhamla coşan öğrencisi genç delikanlı, inanılmaz bir ustalıkla sazı eline alıp harikulade şarkı­ lar söylemeye başlayınca sevinçten ne yapacağını bilemedi. Bir gün kızla beraberken delikanlının ruhunu cesur bir ateş sardı. Güçlü aşkları genç kızın çekingenliğini de her zamankinden çabuk yenince, nasıl olduğunu bilmeden kendilerini birbirleri ­ nin kollarında buldular . Ve ilk ateşli öpüşme onları sonsuza dek kenetleyiverdi. Havanın kararmasıyla birlikte ağaçların te ­ pesinde kuvvetli bir fırtına esmeye başladı. Kara bulutlar gece ­ nin derinliğinde onlara doğru ilerliyordu . S evgilisini korkunç fırtınadan ve yıkılan ağaçlardan korumak için acele eden deli­ kanlı karanlıkta yolunu şaşırdı ve giderek ormanın derinlikleri­ ne daldı . Hatasını fark ettikçe korkusu artıyordu . Prenses de bu arada kralın ve saraydakilerin telaşını düşünüyordu . Her şeyi yıkıp geçen bir sele benzeyen anlatılamayacak bir korku benliğini sarmıştı. Ancak sevgilisinin onu sürekli teselli eden sesiyle yeniden cesaret ve güven kazandı ve biraz sakinleşti . Fırtına bütün gücüyle devam ediyordu . Bütün gayretlerine rağ ­ men bir türlü yolu bulamıyorlardı. Ş imşeklerin ışığıyla orman ­ lık bir tepenin sarp yamacındaki yakın mağarayı görünce çok sevindiler. Nihayet fırtınanın tehlikelerinden korunabilecek ve yorgun bedenlerini dinlendirebileceklerdi. Ş ans onlardan ya­ naydı. Mağara kuru ve tertemiz yosunla kaplıydı. Delikanlı he­ men çalı çırpı toplayarak ısınabilecekleri bir ateş yaktı . İ ki aşık artık bir mucize olarak tüm dünyadan uzaktaydı, tehlikeli bir durumdan kurtulmuş, rahat ve sıcacık bir yerde beraber olabili­ yorlardı. Meyve yüklü yabani bir mandalina dalı mağaraya doğru uzanıyor ve yakın daki bir pınardan susuzluklarını giderecek taze su temin edebiliyorlardı. Delikanlının yanında taşıdığı sazı, çatırdayan ateşin karşısında onları oyalayarak sakinleştiriyordu.

48

Heinrich von Ofterdingen

Engelleri ortadan kaldırmak isteyen yüksek bir güç onları bu romantik ruh haline getirmişti. Kalplerinin masumiyeti, ruhla­ rının büyülenmiş durumu, gençliklerinin, tatlı tutkularının kar ­ şı konulamayan gücü sayesinde az sonra dünyayı ve içinde bu ­ lundukları konumu unutarak fırtınanın düğün şarkıları ile yıl ­ dırımların meşaleleri eşliğinde ölümlü bir çiftin erişebileceği en tatlı heyecanlara daldılar. Açık mavi renkli bir sabaha uyandık­ larında onlar için yeni mutlu bir dünya başlıyordu . Ama pren ­ sesin gözünden boşalan sıcak gözyaşları, sevgilisine kalbindeki bin bir türlü kaygıyı belli ediyordu . O gece delikanlı birkaç yaş birden büyümüş, genç çocuk artık erkek olmuştu . S onsuz bir heyecanla sevgilisini teselli ediyor, ona gerçek sevginin kutsallı­ ğını ve yaratacağı yüce inancı hatırlatıyor ve kalbinin koruyucu meleğinden güvenle en güzel geleceği beklemesini söylüyordu . Bu teselli sözlerinin doğruluğunu hisseden prenses sevgilisine kralın kızı olduğunu ve babasının gururundan ve merakından endişelendiğini açıkladı . Uzun uzun düşündükten sonra ne yapmaları gerektiğine karar verdiler . Delikanlı derhal babasına giderek ona planlarını anlatmak için yola koyuldu . Hemen geri döneceğine söz verdi ve sakinleşen sevgilisini gelecek olayların gelişmelerinin tatlı hayalleri içinde mağarada bıraktı . Delikanlı az sonra babasının evine döndü . Baba, oğlunun salimen geri geldiğini görünce çok sevindi . Hikayeyi dinledi ve biraz düşün­ dükten sonra sevgililerin planını desteklemeye karar verdi . İ hti­ yarın evi oldukça gözden uzaktaydı. Yer altında kolay buluna ­ mayacak birkaç odası vardı. Prensesin yeni evi burası olacaktı . Karanlık basarken delikanlı gitti sevgilisini getirdi. Babası kızı en derin hislerle karşıladı . S onraları prenses, kendi dertli baba ­ sını düşündükçe gizli gizli ağlamaya başladı . Ama dertlerini sevgilisinden gizliyor, sadece yaşlı adama açılıyordu . O da prensesi, yakında saraya ve babasına döneceğini söyleyerek tatlı sözlerle teselli ediyordu . Gece prensesin dönmediği fark edilince sarayda büyük bir telaş başladı . Çılgına dönen kral, kızını bulmaları için her tarafa

Nova/is 49 adamlar yolladı. Hiç kimse prensesin kaybolu§una bir anlam veremiyordu . Kimsenin aklına gizli bir a§k macerası gelmiyor­ du . Saraydaki herkes yerinde olduğundan bir kaçırılma olayın ­ dan da §Üphelenilmiyordu . En uzak bir kaçırma ihtimali için de sebep yoktu . Haberciler elleri bo§ geri gelince kralı derin bir umutsuzluk sardı. Sadece ak§amları saray §arkıcıları huzuruna çıkıp güzel §arkılar sundukları zaman yüzünde eski sevinç izle­ ri beliriyordu . O zaman kızını yanında hissediyor ve yüreği ona yakında kavu§ma ümidiyle doluyordu . Ama yalnız kaldığı za­ manlar kalbi parçalanıyor ve bağıra bağıra ağlıyordu . S onra kendi kendine §Öyle dü§ündü : Bütün bu güzellikler ve asaletim neye yarar? Ş imdi herkesten daha zavallıyım ben. Kızımın ye ­ rini hiçbiqey tutamaz. O olmayınca §ar kılar da bo§ laf ve aldat ­ macadan öteye gidemiyor. Onun büyüsü, §arkılara hayat ve ne­ §e, güç ve biçim kazandırıyordu . En a§ağı hizmetkarımın yerin­ de olmaya razıyım . Belki o zaman kızım yanımda, bir damadım ve kucağımda oturan torunlarım da olurdu . O zaman ba§ka bir kral olurdum. Kralı kral yapan §ey, taç ve toprak değildir. Dün­ yevi mallara doyum, ta§an mutluluk hissi ve sonsuz yeterlik hissidir insanı kral yapan . Ş imdi gururumun cezasını çekiyo ­ rum . E§imi kaybetmek beni yeterince sarstı zaten. Bir de bu sı­ nırsız acı ! Kızının hasretiyle yanan kral böyle yakınıyordu . Za ­ man zaman eski sertliği ve gururu kendini gösterdikçe bu ya ­ kınmalarına kızıyor, krallara layık §ekilde dertlerine dayanmak ve susmak istiyordu . Herkesten daha fazla acı çektiğini ve kral olmanın büyük ıstırapları da beraberinde getirdiğini biliyordu . Ama sonra hava karardığında kızının odasına giriyor ve elbise­ lerinin ve e§yalarının sanki prenses az önce oradan ayrılmı§ gi­ bi durduğunu görünce aldığı bütün prensip kararlarını unutu ­ yor, acınacak bir halde en a§ağı hizmetkarlarının acımasına sı­ ğınıyordu . Tüm §ehir ve memleket halkı kralla beraber ağlıyor ve bütün kalbiyle ona katılıyordu . Prensesin ya§adığı ve çok ya­ kında e§iyle beraber geri döneceği söylentilerinin çıkını§ olması çok acayipti. Hiç kimse bu söylentinin kaynağını bilmiyordu.

50

Heinrich von Ofterdingen

Ama herkes neşe içinde buna inanıyor ve sabırsız bir bekleyişle prensesin dönüşünü gözlüyordu . Birkaç ay geçti ve gene ilkba­ har geldi. Bazılarının içi çok rahattı. Prensesin ilkbaharda dö­ neceği söyleniyordu . Kral bile neşelenmeye ve ümitlenmeye başlamıştı. Bu söylentiler ona iyi bir gücün habercisi gibi geli ­ yordu . Eski şölenler yeniden başladı . Geçmiş harikulade günle­ rin tamamen canlanması için sanki prenses bekleniliyordu . Pren ­ sesin kaybolmasının üzerinden tam bir sene geçmişti. O gün tüm saray halkı bahçede toplanmıştı. Hava ılık ve neşeliydi. Yaşlı ağaçların tepesinde esen sakin rüzgar uzaklardan gelecek sevinçli bir haberin müjdecisi gibiydi. Meşaleler arasından mu ­ azzam bir fıskiye, sonsuz ışıklarla karanlık ağaçların tepesin­ deki uğultulara yükseliyor ve melodilerle çağlayarak bu ağaçlar arasından gelen çeşitli şarkılara eşlik ediyordu. Harikulade bir halının üstünde oturan kralın etrafında bayram giysileri içindeki saray halkı toplanmıştı . Büyük bir kalabalık bahçeyi doldur ­ muş, görkemli oyunları seyrediyordu. Derin düşüncelere dalan kralın gözünün önünde kaybolan kızının hayali alışılmamış bir netlikle canlanıyordu. Geçen sene tam bu zamanlarda aniden son bulan o mutlu günlerini düşünmeye başladı . Benliğini da­ yanılmaz bir özlem sardı . Nurani yüzü, gözyaşlarıyla dolmuştu . Ama aynı zamanda alışılmamış bir neşe de hissediyordu . Geçen mutsuz yıl, sadece kötü bir rüyaydı sanki . Gözleri, insanlar ve ağaçlar arasında kızının ulu, kutsal ve nefis görüntüsünü ara ­ maya başladı. Ş airlerin, kavuşmanın mutluluğunu, ilkbahar ve ümidi süsleyen geleceği anlattıkları şiirler yeni bitmişti. Herke ­ sin duygulanmasının işareti, derin bir sessizlik oldu . S anki asırlık bir meşeden geliyormuş gibi yabancı, hafif, gü ­ zel bir ses aniden sessizliği bozdu . Bütün gözler o yöne çevril ­ di. S ade ve yabancı giysiler içinde elinde sazıyla genç bir adam gördüler . Delikanlı sakin sakin şarkısına devam ederken kralın ona baktığını görünce derin bir reveransla eğildi. Olağanüstü güzel sesiyle söylediği şarkının, yabancı, olağanüstü bir tınısı vardı . Yeryüzünün başlangıcını, yıldızların oluşumunu, bitkile -

Nova/is 5 1 ri, hayvanları ve insanları anlatıyor; doğanın her şeye kadir coş ­ kusundan, en eski Altın Çağlardan, o çağların hakimi aşk ve şiirden; nefret ve barbarlığın doğuşundan ve bu iki iyilik tanrı ­ çasıyla girdiği savaştan söz ediyor; ama sonunda gelecekte iyili­ ğin kazanacağını, zorlukların sona ereceğini, doğanın gençleşe­ ceğini ve sonsuz Altın Çağ'ın geri geleceğini söylüyordu . Yaşlı şairler bile kendilerinden geçerek bu garip yabancının şarkısını duymak için ona yaklaşıyordu . S eyircileri şimdiye kadar hiç hissetmedikleri bir haz sarmıştı. Kral bile cennetten akan sulara kaptırmış gibiydi kendini. Ş imdiye kadar hiç böyle bir şarkı duy ­ mamıştı. Herkes aralarında semavi bir varlığın olduğunu düşü­ nüyordu . Çünkü delikanlı da şarkısını söyledikçe güzelleşiyor, parlıyor ve sesi gittikçe güçleniyor gibiydi. Rüzgar, altın renkli bukleleriyle oynaşıyordu. S anki saz, onun ellerinde canlanıyor ­ du. Bakışları kendinden geçmişçesine gizli bir dünyaya dalıyor­ du. Çocuksu saflığı ve yüzünün sadeliği de herkeste onun doğa ­ üstü bir varlık olduğu inancını yaratıyordu. Harika şarkı bit­ mişti. Yaşlı şairler delikanlıyı sevinç gözyaşları arasında bağır ­ larına bastılar . Kalabalığı sessizce içten bir sevinç dalgası sardı. Kral duygulanarak kendine yaklaşınca delikanlı alçakgönüllü ­ lükle kralın ayağına kapandı . Kral genç adamı ayağa kaldırdı, içtenlikle sarıldı ve kendinden bir dilekte bulunmasını istedi. O da alev gibi yanan yüzüyle kralın bir şarkı daha dinlemesini ve ondan sonra dileği hakkında karar vermesini rica etti. Kral bir ­ kaç adım geri çekildi ve genç yabancı şarkısına başladı : Yürürken şair sarp yollarda

Her yerine dikenler batıyor;

Nehir ve bataklıklarda.

Kimse yardım elini uzatmıyor.

Yolunu şaşırmış ve yalnız Yakınıyor yorgun kalbi;

Sazını bile taşımaya dermansız

Derin bir acı sarmış benliğini *

52

Heinrich von Ofterdingen

Hazin bir ömürmüş kaderim Terk edilmiş, şaşırmışım yolumu, Herkese zevk, barış getirdim, Ama benimle paylaşan yok bu doyumu. Herkes canının ve malının tadını Sanatım sayesinde anlıyor. Ama kalbimdeki arzuları Cimrice hediyelerle başından salıyor. Kaygısızca uğurluyorlar beni Çaresiz gidince uzaklara; İlkbaharın gidişi gibi Kimse üzülerek bakmayacak arkasına. Ve bilmiyorlar ki benim eken Hırsla koparttıkları elmayı, Ve şiirleriyle cenneti ayaklarına getiren Neden esirgiyorlar benden bir duayı? *

Şükranla duyuyorum dudaklara Kenetlenen sihirli sözcükleri. Ah! Benim de parmağıma Aşkın sihirli halkası geçirilseydi, Uzaklardan gelen garip yabancıyla İlgilenen yok, Kalbi dert yüklü zavallıyla Kara günlerini paylaşan yok. *

Çimenlere diz çök,pyor Yaşlı gözlerle uyuyor. Şarkıların yüksek ruhu Daralan yüreğinin tek avuntusu. Unut artık dertlerini. Beyhude gezindiğin kulübeleri Yakında bitiyor tasan, Saray olacak yeni yuvan. *

Nova/is 5 3 En yüksek ödüle yaklaşıyorsun.

Birazdan düğüm çözülecek

Mersin dalını başına taç takıyorsun. Sevgilin eliyle saçlarını bezeyecek.

Uyum içinde bir kalp bekliyor

Tahtı sarmış kutsal bir hale. Şair sarp yollarda ilerliyor

Erişiyor yükseklere, kral oğlu mertebesine Genç adam, şarkısının b u noktasına geldiğinde yüzü örtülü, asil endamlı bir kız ve yaşlı bir adam yaklaşarak şarkıcının ar ­ kasına geçtiler . Kalabalığı tuhaf bir şaşkınlık sardı . Kızın kuca ­ ğında harikulade güzel bir çocuk vardı. Çocuk, tatlı tatlı yaban ­ cı kalabalığa bakıyor, gülümsüyor ve küçücük ellerini kralın pı ­ rıldayan tacına uzatıyordu. Kralın her zaman yanında gezdirdi­ ği sevgili kartalı, yaşlı ağaçların tepesinden, ağzında kralın oda ­ sından aşırmış olması gereken altın renkli bir saç bandı ile gelip aniden delikanlının başına konunca şaşkınlık daha da arttı . Yabancı delikanlı bir an ürktü . Kartal krala doğru uçtu ve ağ ­ zındaki kurdeleyi bıraktı . Delikanlı, kurdeleyi ellerini uzatan çocuğa verdi, kralın önünde diz çökerek heyecanlı bir sesle şarkısına devam etti; Şair güzel rüyalardan

Neşeli bir sabırsızlıkla uyanıyor Ulu ağaçlar arasından

Sarayın ünlü kapısına varıyor, Çelik gibi duvarları

Aşıyor hemen şarkıları;

Aşk ve hüzünle dolu kral kızı

Onu karşılamaya iniyor aşağı. *

Aşk onları birleştirince Gece ıssız sığmakta,

Zırh sesleri ürkütse de,

Genç çift tatlı alevlerle tutuşmakta.

54

Heinrich von Ofterdingen

Kralın öfkesinden korkarak Uyanıyorlar her sabaha. Ürkekçe saklanarak Hem zevk, hem de ıstırapla. *

Şair hoş melodilerle Genç anneye ümit verir, Dayanamayarak şarkıların güzelliğine, Kral bu ayrılığı bitirir. Kucağındaki altın bukleli çocuğa, Sarılırken pişman ve ürkek, Kavuşuyor kral torununa Ve yumuşuyor bu katı yürek, *

Aşk ve şarkılar karşısında. Tahttaki baba eriyor. Dertleri tatlı bir arzuyla Sonsuz mutluluğa dönüşüyor. Aşk fazlasıyla iade ediyor Onlara yitirdiklerini. Barış öpüşmeleriyle yeşeriyor. Sonunda İlahi mutluluk çemberi. *

Ey şarkıların ruhu, gel yanımıza! Gene tanık ol sevgiye. Kaybettiği kızını bağışla babasına. Kavuşsun kral prensesine. Torununu alsın kollarına. Kalbi sevinçle coşsun. Şefkatle bassın bağrına. Ve şair saraya damat olsun. Delikanlı, karanlık koridorlarda tatlı tatlı çınlayan bu sözleriyle kızın yüzündeki tülü kaldırdı. Prenses, sel gibi akan gözyaşları içinde kralın ayaklarına kapandı ve güzel çocuğu onun kolları­ na verdi. Şair de başını eğerek onların yanında diz çöktü. Çıt

Nova/is 5 5 çıkmıyor, ürkek bir sessizlik hüküm sürüyordu . Kral bir süre ağzını açamadı ve ciddile§ti . S onra prensesi uzun uzun bağrına bastı ve yüksek sesle ağlamaya ba§ladı. Delikanlıyı da ayağa kaldırdı ve ona içten bir §efkatle sarıldı. Birbirine yakla§an ka­ labalığı aydınlık bir sevinç sarmı§tı. Duygulanan kral kolların ­ daki çocuğu hu§u içinde göklere kaldırdı . S onra güler yüzle ya§lı adamı selamladı. S onsuz sevinç gözya§ları akmaktaydı. Ş air- §arkıcılar §İirler okumaya ba§ladılar. S anki bu ak§am, ge­ lecekte bütün memlekette sürekli esecek bayram havasının ön­ cüsüydü . Bugün o memleketin ne olduğu artık bilinmiyor. Ef­ saneye göre Atlantis sular altında kalarak yok olmu§.

Dördüncü Bölüm

Yolculuğun birkaç günü daha hiç kesintisiz geçti. Yollar düz ­ gün ve yağı§sızdı, hava insana can ve ne§e katıyordu . Verimli, kalabalık ve deği§ik yörelerden geçtiler . Bereketli Turingya Ormanı gerilerde kalmı§tı. Tüccarlar bu yolu iyi biliyordu . Yerli halk arasından tanıdıkları, onları her yerde büyük bir konukse­ verlikle ağırlıyordu . Issız ve haydutlarıyla tanınmı§ bölgelerden kaçınıyorlardı. Ama tehlikeli bölgelerden geçmeye mecbur ka ­ lırlarsa yanlarına yeterli sayıda rehber alıyorlardı . Dağlardaki bazı kom§U §ataların sahipleri ile iyi ili§kileri vardı. Onları ziya ­ ret ettiler ve Augsburg'tan bir dilekleri olup olmadığını sordu ­ lar. Her yerde candan kar§ılandılar . Kadınlar ve kızlar içten bir merakla yabancıların etrafını sarıyordu . Heinrich'in annesi de cana yakınlığı ve ilgili davranı§larıyla kısa sürede herkesin gön ­ lünü kazandı. Ba§kentten gelen, modadaki yenilikleri anlatan ve lezzetli yemek tarifleri veren bir kadınla tanı§maktan çok memnun oluyorlardı . Ş övalyeler ve kadınlar, genç Ofterdingen'i alçak gönüllülüğü ve rahat, ılımlı davranı§larından dolayı övü ­ yordu . Ö zellikle kadınlar cazip görüntüsünden etkileniyordu . Heinrich, bir yabancının neredeyse anla§ılamayan sade sözcük­ lerine benziyordu. Bu sözcükler, o yanlarından ayrıldıktan çok sonra da derin, görülmeyen tomurcuklarını gittikçe açarak par ­ lak renklerle bezenmi§, yaprakları birbirine dolanan harikulade bir çiçeğe dönü§üyordu . İ nsanlar unutamayacakları, tekrarla­ maktan asla bıkmayacakları bu sözcüklerle hiç bitmeyen bir ha­ zineye kavu§mU§tU . Ö nceleri yadırgadıkları bu yabancıyı dü ­ §Ündükçe, onun daha yüksek bir aleme ait olduğunda karar kıl ­ dılar . Tüccarlar sipari§leri aldıktan sonra kar§ılıklı iyi dilekler arasında ve yakında tekrar görü§mek ümidiyle yola koyuldu . Ak§ama doğru vardıkları bir §atada bir kutlama vardı. Ş atonun

Nova/is 5 7 eski bir savaşçı olan sahibi, barış günlerindeki boş zamanlarını ve yalnızlığını sık sık düzenlediği eğlencelerle doldururdu . Sa­ vaş coşkunluğu ve avdan başka tek bildiği şey içki içmekti . Gelen misafirleri, arkadaşlarının gürültüsüne rağmen kar ­ deşçe bir içtenlikle karşıladı . Anneyi ev sahibesinin yanına gö ­ türdüler . Heinrich ve tüccarlar, bardakların dolup dolup boşal ­ dığı neşeli sofraya oturtuldu . Heinrich'in ricasını kabul ettiler ve henüz genç olduğu için her defasında kadeh kaldırmaması­ na razı oldular, ama tüccarlar yıllanmış şarabın bol bol tadına bakmayı ihmal etmediler. Konu eski savaş maceralarına geldi. Heinrich büyük bir dikkatle anlatılan yeni hikayeleri dinliyordu. Ş övalyeler, kutsal topraklardan, kutsal mezarın mucizelerin­ den, seferde yaşadıkları maceralardan, aralarından bazılarının esir düştüğü Araplardan, savaş ve cephedeki neşeli ve harika hayattan bahsediyordu . Büyük bir coşkunlukla, Hıristiyanlığın doğduğu ulu toprakların hata kafirlerin kötü idaresinde olma ­ sından duydukları memnuniyetsizliği belirtiyorlardı . Bu iman ­ sız halkla yorulmadan kahramanca mücadele eden büyük kah ­ ramanları övüyorlardı. Ş atonun sahibi, düşman komutandan kendi elleriyle aldığı değerli kılıcı gösterdi. Ö nce düşman kale ­ sini fethetmiş, komutanı öldürmüş, karısını ve çocuklarını esir almıştı . İ mparator da bu kılıcı armasında kullanmasına izin vermişti. Herkes bu muhteşem kılıcı incelemekteydi . Heinrich de onu eline aldı ve savaş coşkunluğuna kapıldığını hissetti. Kılıcı derin bir huşuyla öptü . Ş övalyeler onun ilgisine sevindi ­ ler. Yaşlı adam Heinrich'e sarıldı v e onu ebediyen kutsal meza­ rı kurtarmaya ve mucizeler yaratan haçı sırtında taşımaya teş ­ vik etti. Heinrich şaşırmıştı, kılıcı elinden bırakamıyordu. Dü­ şün oğlum, dedi yaşlı şövalye. Yeni bir Haçlı S eferi yaklaşmak­ ta. Orduları Doğu'ya İ mparator bizzat kendisi götürecek. Bü­ tün Avrupa' da yeniden haç sesleri duyulmakta. Her yerde kah ­ ramanca bir huşu hissediliyor . Kim bilir, belki de bir sene sonra mutlu galipler olarak o muhteşem, dünya harikası Kudüs şeh­ rinde buluşacak, memleket şarabını içerken vatanımızı düşüne -

58

Heinrich von Ofterdingen

ceğiz. İ stersen şatomda Doğulu kızı da görebilirsin. Biz Batılı­ lar onları çok zarif buluruz. Kılıcını iyi kullanmayı bilirsen gü ­ zel esirlerin eksik olmaz . Ş övalyeler yüksek sesle o zamanlar bütün Avrupa' da söylenen Haçlı şarkısını söylemeye başladılar .

Vah§İ barbarların elinde mezar. Kurtarıcımızın yattığı, Gördüğü kötülük ve a§ağılamayla ağlar, Ve yitirmekte kutsallığını. Boğuk bir sesle yalvarıyor: Bu gazaptan beni kim kurtarır? *

Nerede kahraman havarileri Hıristiyanlık yok oluyor! İnancı yeniden yayacak ki§ileri Haçı §İmdi kim ta§ıyor Alçak zincirleri kim kıracak Kutsal mezarı kim kurtaracak? *

Sarsmakta karayı ve denizi Karanlık gecede kutsal bir fırtına; Canlandırıyor uyuklayan tembeli Kalede, §ehirde ve orduda. Bütün burçlardan bir ses yükseliyor; Tembel Hıristiyanlar koyulun yola diyor. *

Küskün melekler her yerde Asık yüzleri sessiz ve suskun, Bekle§iyor hacılar kapı önünde Kederli simaları durgun; Yakınıyor en ürkek sesiyle Yanıyor Arabın vah§etiyle. *

Gün, kızıl ve soluk doğuyor Hıristiyan memleketlerde. Hüzün feryatlarla yayılıyor,

Nova/is 5 9

A§k acısıyla tüm aleme. Herkes sarılıyor haç ve kılıca Yola çıkıyor heyecanla. *

Ateş sarmış kanatlanan orduyu, Kurtarıcının mezarını almaya. Dalgalar coşturuyor bu koşuyu Az sonra kutsal toprağa varmaya. Çocuklar bile katılıyor Ve kutsal kalabalığı arttırıyor. *

Yükseklerde Haçlı bayrağı dalgalanıyor. Ön saflardaki yaşlı kahramanlara Cennet kapıları açılıyor. Derin imanlı savaşçılara. Herkes ister bu mutluluğu tatmak Ve kanını İsa uğruna akıtmak. *

Ey Hıristiyanlar haydi savaşa! Tanrı orduları mukaddes toprağa girecek. Barbarların gazabı yakında Hıristiyanlığın korkunç gücünü görecek. Az kaldı yıkamamıza. Kutsal mezarı kafirlerin kanıyla. *

Meleklerin omzunda kanatlanan Kutsal bakire vahşi savaşı izliyor; Kim varsa kılıç darbesiyle dünyadan ayrılan Meryem Ana'nın kollarında diriliyor. Eğiliyor nurlu yüzüyle Yükselen kılıç sesine. *

Haydi kutsal topraklara! Mezarın boğuk sesi haykırıyor, Yakında zafer ve dualarla

60

Heinrich von Ofterdingen Hıristiyanlığın öcünü alıyor!

Son bulacak barbarların istilası

Görürsünüz elimize geçirince Mezarı. Heinrich'in tüm ruhu galeyan içindeydi. Kutsal mezar ona şim­ di, vahşi halk arasında büyük bir taşın üzerinde oturan ve kor­ kunç muamelelere uğrayan solgun, asil, genç bir insan gibi gö ­ züküyor ve arka planda ışıl ışıl parlayan bir denizin oynak dal ­ galarında çoğalan bir haça, dertli yüzüyle bakıyordu . Annesi, oğlunu şövalyenin karısıyla tanıştırmak için yanına çağırdı. i çki alemine ve kendilerini bekleyen seferin hayallerine dalan şövalyeler, H einrich'in yanlarından ayrıldığını fark etme­ mişti. Annesiyle samimi bir konuşma içinde bulduğu şatonun sahibesi H einrich'i çok sıcak karşıladı . Hoş bir akşamdı. Yalnız kalmayı özleyen ve dar kemerli pencerelerden karanlık odaya giren ışıklarla altın renkli uzak diyarların cazibesine kapılan de­ likanlı, sarayın dışında bir gezinti yapmak için izin istedi. Açık havaya koştu, tüm ruhu canlanmıştı . Yıllanmış kayanın tepe ­ sinden bakınca, önce derinlerden gelen sesi zor duyulan değir ­ menleri işleten bir çayın aktığı ormanlık vadiyi, sonra uçsuz bucaksız uzaklıktaki dağları, ormanları ve yerleşim alanlarını gördü ve içinin huzursuzluğu dindi . S avaş coşkunluğu kaybol ­ muştu . Geriye sadece net, imajlarla dolu bir özlem kalmıştı. Yapısını ve yaratacağı etkileri iyi bilmemesine rağmen bir sazın eksikliğini hissetti. Bu harikulade akşamın neşeli manzarası onu hoş hayallere daldırdı: Ara sıra çakan bir şimşek gibi kal ­ bindeki çiçeği görüyordu. Vahşi çalılıklardan geçti, yosun tut ­ muş kayalıklara tırmandı. Birdenbire yakınlarda derinlerde bir yerden şahane melodiler eşliğinde kulağına gelen ince, içe işle­ yen bir kız sesinin şarkısıyla kendine geldi. Bunun bir saz oldu­ ğundan emindi. Ş aşkın, olduğu yerde kalakaldı ve bozuk bir Almancayla söylenen şu şarkıyı duydu : Kalbim çok yorgun.

Yabancı diyarlara nasıl dayanıyor

Ü midin ışığı solgun,

Nova/is 6 1

Hala yüzümü aydınlatıyor. Var mı geri dönü§ ümidi? Bitecek mi bu gözya§ı seli? Kalbim dertlerle kıvranıyor. *

Ah! Mersin ağaçlarımızı bilsen Ve çamlarımızın koyu renklerini! Ne§e içinde dans ederken Görseydin karde§lerimi! ݧlemeli elbiselerimle Ve §ahane mücevherlerle Beğenirdin beni sen de eskiden. *

Asil delikanlılar, Ate§li bakı§larla eğilir önünde. Duyulur nazlı §arkılar. Ak§am yıldızıyla birlikte. Sevgiliye sonsuz güvenilir Kadınlara ebedi a§k, sadakat vadedilir, Böyledir erkekler o beldede. *

Berrak pınarları Cennet kaplardı sevgiyle. Ta§ardı ormanları Dalgaların sıcak merhemiyle. Eğlence yerleri, Meyve ve çiçekleri Barındırır onca §arkıcıyı. *

Bitti o gençlik rüyaları! Uzaklarda kaldı vatan! Çoktan yıktılar ağaçları. Sadece kül eski saraydan geriye kalan. Korkunç deniz dalgaları gibi

62

Heinrich von Ofterdingen Bir ordu geldi vahşi Cennetti yok olan. *

Korkunç alevler yükseliyor Mavi göklere,

Mağrur atlarıyla giriyor

Vahşi bir kalabalık şehre. Vuruşuyor kılıçlar,

Geri dönmüyor kardeş ve babalar.

Canavarca bizi vatandan koparıyor. *

Gözlerim donuk, fersiz bakıyor

Uzaklardaki vatanım.

Ah, hep seni arıyor.

Aşk ve özlemle yanarım.

Olmasaydı çocuğum, canım. Çoktan bitmişti hayatım,

Yaşam bağlarını cesaretle koparırım. Heinrich, bir çocuk ağlaması ve onu avutan bir ses duydu . Çalılıklara girince yaşlı meşenin altında oturan soluk yüzlü bitap bir kız gördü . Güzel bir çocuk boynuna sarılmış ağlıyor, kızın gözlerinden de yaşlar akıyordu . Yanlarındaki çimenlerin üstünde bir saz duruyordu . Kederli bir yüzle kendine doğru gelen yabancı delikanlıyı görünce kız biraz korktu . Ş arkımı duydunuz herhalde, dedi kız dostça. Yüzünüz bana yabancı gelmiyor, hatırlamaya çalışıyorum. -Hafızam zayıfladı, ama sizi görünce eski neşeli günlerin anıları garip bir şekilde canlandı . Evet, başımıza gelen felaketlerden önce bizi bırakarak İ ran'a ünlü bir şairin yanına giden kardeşime benziyorsunuz . Belki hala yaşıyordur ve bedbaht kardeşini düşünerek hüzünlü şarkılar söylüyordur. Bize bıraktığı harikulade şarkıları bir bil ­ seydiniz ah ! Kardeşim asil ve müşfikti ve en büyük mutluluğu sazıydı. Zulima'nın göğsüne yapışmış, yabancı delikanlıyı dik­ katle inceleyen çocuk on, on iki yaşlarında bir kız çocuğuydu . Heinrich'in kalbi merhametle doldu . Ş arkı söyleyen kızı tatlı

Novalis 63 sözlerle teselli etti ve hikayesini daha etraflı anlatmasını rica et­ ti. Kız bu istekten memnun olmuşa benziyordu . Heinrich, kızın karşısına oturdu ve onun bol gözyaşları ile kesilen hikayesini dinlemeye başladı . Kız vatandaşlarını ve memleketini uzun uzun övdü. Oradaki insanların asaletini, hayatın şiirini anla ­ maktaki saf ve güçlü duyarlılığını, harikulade, esrarengiz doğa­ sını anlattı. Ulaşılamaz kum çöllerinde uzanıp giden, darda ka­ lanların ve huzur arayanların kaçış noktası, cennet bahçelerin ­ deki mutlu adacıklara benzeyen bereketli Arap topraklarının romantik güzelliklerinden bahsetti. S ık yeşillikler ve parlak taş ­ lar üstünden yaşlı, muhteşem korular arasından akan taze pı­ narları ve rengarenk kuşların melodik seslerini ve unutulmaya­ cak geçmiş çağların çeşitli kalıntılarıyla cazipleşen yöreleri can ­ landırdı sözleriyle. Eski taş levhalardaki rengarenk, aydınlık, garip işaretleri ve resimleri görünce şaşırırsınız dedi . Bu kadar zaman muhafaza edilmesi için bir sebep olması gereken bu levhaları önceden de görmüş gibi olursunuz. Düşündükçe tek tek anlam çıkartırsınız ve bu çok eski yazıların derin anlamlı ilişkisini çözmek için merakla tutuşursunuz . Bu yazıların bilin ­ meyen ruhu insanları olağanüstü düşüncelere sevk eder. Ora ­ dan ayrılırken aradığınızı bulamamış bile olsanız, hayata yeni bir ışık ve düşüncelere uzun, faydalı bir uğraş sağlayacak bin türlü yenilik keşfedersiniz içinizde. Ü stünde uzun yıllar yaşan ­ mış ve geçmişte çalışkanlık, faaliyet ve güzel eğilimlerle yücel ­ tilmiş toprakların özel bir cazibesi vardır. Tabiat oralarda sanki daha insancıl ve anlayışlıdır. Yaşanılan anın saydamlığı altından karanlık bir anı, dünyanın görüntüsünü keskin hatlarla yansıtır. Böylece, ağırlığını ve şiddetini kaybederek hislerimizin sihirli şiiri ve hikayesine dönüşen ikinci bir dünyanın da tadını alırsı­ nız . Kim bilir, belki de eskiden orada yaşayan, şimdi görüleme ­ yen insanların anlaşılamaz etkisi de bir rol oynamaktadır . Belki de yeni memleketlerden gelen insanları yıkıcı bir sabırsızlıkla atalarının eski topraklarına çeken ve bu toprakları almak için canını ve malını vermeye iten şey bu karanlık güçtür. Biraz ara

64

Heinrich von Ofterdingen

verdikten sonra devam etti: Bizim insanlarımızın vahşeti hak­ kında anlatılanlara sakın inanmayın! Dünyanın başka hiçbir ye ­ rinde esirlere bu kadar insaflı davranılmaz . Her zaman bu mu ­ ameleye layık olmasalar bile Kudüs'e giden hacılarınız konuk­ severlikle karşılanır . Bunların çoğu hac esnasında alçakça dav­ ranan, hiçbir işe yaramayan, kötü insanlardı ve tabii onlardan haklı olarak intikam alındı . Hıristiyanlar, her şeyi acıya boğan, sonsuz ıstıraplara yol açan ve Doğu'yu ebediyen Avrupa'dan kopartan bu korkunç ve gereksiz savaşı başlatmadan da kutsal mezarı rahatça ziyaret edebilirdi . Oraların sahibinin kim oldu ­ ğu o denli önemli miydi sanki? Prenslerimiz, bizim de Tanrı peygamberi olarak kabul ettiğimiz azizinizin mezarına huşuyla saygı gösteriyordu . Aslında onun kutsal mezarı mutlu bir an ­ laşmanın beşiği, yararlı birleşmelerin sebebi olabilirdi . Onlar konuşurken akşam olmuştu . Gece yaklaşmakta, ru ­ tubetli ormanın huzur verici ışığında ay doğmaktaydı. Ağır ağır şatoya doğru ilerlediler . Heinrich düşüncelere dalmıştı, savaşçı coşkunluğu tamamen kaybolmuştu . Dünyada tuhaf bir karışık­ lık fark ediyordu ; ay ona teselli edici seyirci yüzünü gösteriyor ve onu, gezicilere vahşi ve tırmanılması imkansız gibi gelse de yüksekte çok önemsiz görünen engebelerin üstüne çıkartıyor ­ du. Zulima çocuğun elinden tutuyor, sessizce onun yanında yürüyordu . Heinrich sazı taşıyordu . Nasıl yapacağını bilmese de içinde kızı kurtarmak için kuvvetli bir istek duyuyor ve memleketini yeniden görme ümidini kaybetmekte olan yol ar ­ kadaşını neşelendirmeye çalışıyordu .

S ade sözlerinde sanki

fevkalade bir güç gizliydi çünkü . Zulima olağanüstü bir rahat ­ lama hissetmeye başladı ve avutucu sözleri için delikanlıya te­ şekkür etti. Bu arada şövalyeler hala içmeye devam ediyordu, annesi ise ailevi konulara dalmıştı. O gürültülü salona geri dönmeye hiç niyeti yoktu Heinrich'in. Kendini yorgun hissedi ­ yordu ve annesiyle birlikte kendilerine gösterilen yatak odasına geçti. Uykuya dalmazdan önce yaşadıklarını annesine anlattı ve az sonra güzel rüyalara daldı. Tüccarlar da erkenden odalarına

Nova/is 65 çekildi ve Heinrich sabah erkenden gene ne§eyle kalktı . Misa­ firler yola koyulurken §Övalyeler hala derin bir uykudaydı. Zu­ lima çok az uyumu§tu ; içindeki sevinç onu uyanık tutuyordu. Yoleular ayrılırken yanlarına gitti ve alçakgönüllülükle onlara hizmet etti. Vedala§ırken gözya§ları içinde sazını Heinrich' e verdi ve dokunaklı bir sesle, Zulima' nın anısına bu hediyeyi al ­ masını rica etti. Bu benim kurtarabildiğim tek malım, dedi . Dün beğendiğinizi zannediyorum; siz bana değer biçilemeyecek bir hediye olan tatlı ümitleri verdiniz . Bunu minnettarlığımın kü­ çük bir ni§anesi olarak kabul edin ve zavallı Zulima'nın anısının bir rehinesi olsun size . Eminim, tekrar görü§eceğiz ve belki o zaman daha mutlu göreceksiniz beni . Heinrich ağlıyordu. Zuli ­ ma'nın sazı olmadan ya§ayamayacağını dü§ündüğü için itiraz etti . Eğer ebeveyninizin veya karde§lerinizin hediyesi değilse saçınızdaki yabancı harflerle yazılmı§ o altın renkli kurdeleyi verin bana ve kar§ılığında annemin de memnuniyetle size suna­ cağı tülü buyurun. Israrlara dayanamayan kız, iyi günlerinde kendi elleriyle ana lisanında ismini yazdığı saç bandını Hein ­ rich'e uzattı . Ona baktıkça dertli yıllarımda uzun zaman saçıma taktığımı ve bu bandın da sahibiyle birlikte söndüğünü dü§Ü­ nün, dedi . Heinrich'in annesi kızı kendine çekti ve ağlayarak ona sarılırken tülü uzattı.

Beşinci Bölüm

Birkaç gün sonra, derin vadilerin kestiği sarp tepelerin eteğinde uzanan bir köye vardılar . Tepelerin arkasındaki ölü, korkunç manzaralara rağmen bereketli ve hoş bir yöreydi burası. Uğra ­ dıkları han temiz, insanlar yardıma hazırdı. Kimisi yolcu, kimi­ si sadece şarap içmeye gelen birçok insan burada bir araya gel ­ miş, çeşitli konularda sohbet ediyorlardı. Bizim yolcular da onların arasına girerek konuşmalara ka ­ tıldı . Herkesin dikkati özellikle yabancı giysiler içinde bir ma­ sada oturan, güler yüzle kendine yöneltilen soruları cevaplandı ­ ran yaşlı adama yönelmişti. Yabancı diyarlardan gelen bu adam sabah erkenden çevreyi incelemiş, şimdi herkese mesleğinden ve bugünkü keşiflerinden bahsediyordu . İ nsanlar onun bir de­ fine arayıcısı olduğunu söylüyordu. Bilgilerinden ve gücünden alçakgönüllülükle söz ediyordu, ama anlattıkları çok tuhaf ve yeniydi. Bohemya'da doğmuştu . Dağların içinde saklananları, pınarların suyunun nereden geldiğini, insanı karşı konmaz bir şekilde kendine çeken altın, gümüş ve değerli taşları nerede bu ­ labileceğini gençliğinden beri çok merak ederdi. S ık sık yakın­ lardaki manastırın kilisesindeki aziz resimlerini ve kutsal ema ­ netlerin derin ışıklarını seyreder ve onların dile gelerek esra­ rengiz geçmişlerini anlatmalarını isterdi. Bu emanetlerin çok uzak ülkelerden geldiğini duymuştu . Bu tür hazineler buralarda da var mıdır acaba, diye düşünürdü hep. Dağların bu kadar ge­ niş, heybetli ve sağlam olmasının bir anlamı vardı elbette . Ge­ zintileri esnasında bulduğu parlak, ışıl ışıl yanan taşlar onu böyle düşünmeye sevk ediyordu . Israrla kayalardaki dehlizlere ve mağaralara girer, olağanüstü bir zevkle yer altı mahzenlerin ­ de dolaşırdı. Nihayet bir gün karşılaştığı bir yolcu ona madenci olmasını, böylece merakını tatmin edebileceğini söylemişti. Bo-

Nova/is 6 7 hemya' daki maden ocaklarını anlatmı§, nehir boyunu takip et­ mesini, on - on iki gün içinde Eula'ya varınca madenci olmak is ­ tediğini söylemesini tavsiye etmi§tİ. Ya§lı adam, bunu duyar duymaz ertesi gün hemen yola koyulmu§, birkaç gün süren zorlu bir yolculuktan sonra Eula'ya gelmi§tim, diye devam etti . Tepeden bakınca vadideki ormandan yükselen duman bulutları görünüyordu. Yemye§il çalıların arasındaki ta§ yığıntılarını gö ­ rünce içimin ne ho§ olduğunu anlatamam size. Uzaklardan ge­ len bir gürültü beklentilerimi artırdı; inanılmaz bir merak ve sessiz bir hu§uyla, mağaraların içinden sarp dağlara uzanan derin karanlıkların giri§indeki cüruf denilen kömür yığınının önünde buldum kendimi. Hemen vadiye ko§tum ve ellerinde lambalar ta§ıyan madenci olduklarını tahmin ettiğim siyah kı ­ yafetli adamlara ürkekçe dileğimi söyledim. Beni nezaketle din ­ lediler ve a§ağıya dökümhaneye inmemi, ustaba§ı madenciye kendimi tanıtmamı salık verdiler. Madene kabul edilip edilme ­ yeceğime o karar verirmi§ . Dileğimin gerçekle§eceğini dü§ünü ­ yorlardı. Ustaba§ına "Uğurlar olsun ! " diye madenci selamıyla yakla§mamı tembih ettiler. Keyifli beklentiler içinde yoluma de­ vam ettim. Kendi kendime sürekli yeni duyduğum, anlamlı se­ lam sözcüklerini tekrarlıyordum. Beni çok sıcak kar§ılayan say­ gıdeğer, ya§lı adam hikayemi dinledi ve bu fevkalade, esraren ­ giz sanatı öğrenmeye olan büyük hevesimi anlayınca isteğimi yerine getireceğine söz verdi. Beni beğenmi§ olmalıydı ki, evin ­ de misafir etti. Maden ocağına ineceğim ve o büyülü kıyafetleri giyeceğim anı zor bekliyordum. Ya§lı adam bana hemen o gece bir madenci kıyafeti getirdi ve bir odada muhafaza edilen bazı aletlerin kullanımını öğretti. Ak§am olunca madenciler ya§lı adamın evine geldi . Kullan­ dıkları lisan ve anlattıklarının çoğu bana anla§ılamaz ve çok ya ­ bancı gelse de, konu§tuklarının tek kelimesini bile kaçırmak is ­ temiyordum . Anladığımı zannettiğim azıcık §ey bile merakımı ate§leyerek geceleri tuhaf tuhaf rüyama giriyordu . S abah vakit­ lice uyandım ve madencilerin, emirlerini almak için yava§ yava§

68

Heinrich von Ofterdingen

yanına yakla§tıkları yeni ev sahibime doğru yürüdüm. Yan oda ­ lardan biri küçük bir kiliseye dönü§türülmü§tÜ . Ayini yöneten papaz, madencileri koruması, tehlikeli i§lerde onlara destek ol ­ ması, kötü ruhları kovması ve madencilere bolluk vermesi için dua ediyordu . Ş imdiye kadar hiç böylesine heyecanla dua et­ memi§, ayinin yüksek anlamını bu kadar canlı hissetmemi§tim . Gelecekteki meslekta§larım, bin türlü tehlikeyle sava§ması ge ­ reken yer altı kahramanları gibi geliyordu bana. Ama aynı za­ manda, fevkalade bilgilerinden dolayı imrenilecek bir mutlulu ­ ğa da sahiptiler. Tabiatın yıllanmı§ kayaları arasındaki karanlık, harikulade odacıklarda sürdürdükleri ciddi, sessiz uğra§lar sa­ yesinde ulu armağanlara ula§ıyor ve dünya tasalarını a§ıyorlar ­ dı. Ayin bitince ustaba§ı elime bir lamba ve tahta, küçük bir haç verdi ve benimle birlikte kuyu dediğimiz, yer altındaki dik deh ­ lizlere daldı . Nasıl a§ağı ineceğimi gösterdi, dikkat etmem için gerekli önlemlerini anlattı ve çe§itli aletlerin isimlerini açıkladı . Ö ne kendisi geçti ve hemen a§ağıdaki yuvarlak kalasların üstü ­ ne atladı. Bir eliyle yandaki kazığa, düğümlü ipe tutunarak a§a­ ğılara kayıyor; diğeriyle yanan lambayı ta§ıyordu . Ustaba§ımın örneğine uydum ve kendimizi oldukça çabuk bir hayli derinler ­ de buluverdik. İ çim çok acayip ho§ hislerle dolmu§tU . Ö nüm­ deki l§ık, tabiatın gizli hazinelerine giden yolu gösteren mutlu bir yıldız gibi yanıp sönüyordu . Koridorlardan olu§an bir labi­ rente geldik. S evimli ustam, meraklı sorularımı cevaplandır ­ maktan ve bana sanatı hakkında bilgi vermekten yorulmamı§tı. S uların akı§ı, insanların ya§adığı yeryüzünden uzaklık, kori ­ dorların karanlığı ve iç içe geçmi§liği ve çalı§an madencilerin uzak sesleri, bütün bunlar bana sonsuz bir zevk veriyordu . S e ­ vinç içinde, eskiden beri e n büyük arzum olan hayata tamamen kavu§tuğumu hissediyordum. Doğu§tan olan bir arzunun ta ­ mamen tatmin edilmesi, gizli varlığımızla ve be§ikten beri ken ­ dimizi hazırladığımız i§lerle daha yakın bir ilişkisi olan şeyler ­ den duyulan olağanüstü mutluluk anlatılamaz ve tanımlana­ maz . Bu yaşadıklarım ba§kalarına belki sıradan, anlamsız ve

Nova/is 69 ürkütücü gelebilir, ama benim için hava ve su kadar vazgeçil ­ mezdir. Ya§lı ustam, içten hevesime seviniyor, bu çalı§kanlık ve dikkatle çabuk ilerleyeceğimi, iyi bir madenci olacağımı söylü ­ yordu . Hayatımda ilk defa, bundan kırk be§ yıl önce

16 Mart

günü madenlerin kralı altını, ta§ yarıkları arasında ince levhala­ rın içinde görmü§tüm ve içim hu§uyla dolmu§tu. O zaman ba­

na öyle gelmi§ti ki, sanki burada sımsıkı hapsedilmi§ ve birçok tehlike ve zahmetlere katlanarak onu gün ı§ığına çıkartmak için sağlam duvarları yıkarak kendine yardıma gelen madenciye dostça parlamaktaydı; kral taçlarında ve kupalarında, kutsal emanetlerde §eref kazansın, değerli iyi muhafaza edilmi§ para ­ larda, resimlerle süslenip dünyaya hakim olsun, onu yönetsin diye . O günden sonra Eula' da kaldım, önceleri kayalardan ko ­ pan katmanları ta§ımak için sepetlerde görev aldım, sonra adım adım asıl madencilik demek olan kazmacılığa kadar yükseldim. Ya§lı madenci hikayesine biraz ara verdi ve dikkatli dinleyi ­ cilerin onun §erefıne kaldırdığı kadehe katıldı . Ya§lı adamın an ­ lattıkları Heinrich'in çok ho§una gidiyordu ve onun sürekli an­ latmasını istiyordu. Dinleyiciler, madenciliğin tehlikelerinden ve garipliklerinden bahsediyor, olağanüstü efsaneler anlatıyor; ya§lı adam ise güle ­ rek bu tuhaf fikirleri düzeltmeye çalı§ıyordu . Bir süre sonra Heinrich §öyle dedi; O zamandan beri ba§ı­ nızdan çok acayip §eyler geçmi§ olmalı. Böyle bir hayat seçtiği ­ niz için pi§man olmamı§sınızdır umarım . Lütfen rica etsem, sonraları neler yaptığınızı ve §İmdi nereye gittiğinizi anlatır mı ­ sınız bize? Çok gezdiğinizi zannediyorum ve kar§ımdakinin sa­ dece basit bir madenci olmadığını tahmin ediyorum . Tanrı'nın merhametini ve iyiliğini benden esirgemediği geçmi§ zamanları anmak çok ho§uma gidiyor, dedi ya§lı adam . Kader bana ne§e­ li, mutlu bir hayat gösterdi, minnettar bir kalple uykuya dalma­ dığını tek bir gece bile olmadı. İ §lerimi hep mutlulukla yaptım, göklerdeki Babamız beni kötülüklerden korudu ve §erefle ya§ ­ lanmamı sağladı. Tanrı' dan sonra her §eyimi, çoktan atalarının

70

Heinrich von Ofterdingen

yanına göçmüş olan ve aklıma her gelişinde gözyaşlarıma mani olamadığım yaşlı ustama borçluyum. O tam Tanrı' nın hoşuna gidecek bir eski zaman adamıydı. Derin görüşlerine rağmen çocuksu, işlerinde alçak gönüllüydü. Geliştirdiği madencilik sa­ yesinde Bohemya prensi inanılmayacak bir hazineye kavuştu. O sayede bu bölgede nüfus arttı, zengin ve gelişmiş bir ülke oldu. Bütün madenciler ona kendi babalarına gösterdikleri saygıyı gösterirdi. Eula var oldukça adı duygu ve minnetle anılacak. Doğum yeri Lausitz, adı Werner idi. Beni evine aldığında biri ­ cik kızı daha küçük bir çocuktu . Çalışkanlığım, sadakatim ve ona tutkulu bağlılığım sayesinde bana olan sevgisi her gün art ­ tı. Bana adını verdi ve oğlu yaptı . Yüzü de ruhu gibi parlak ve açık olan o küçük kız büyüdü ve herkesin hayran kaldığı, neşeli bir varlığa dönüştü . Kızının bana ilgisini, benim onunla şaka ­ laşmalarımı, gökyüzü gibi berrak ve mavi, kristal gibi parlayan gözlerinden gözlerimi ayıramadığımı gören yaşlı adam, eğer doğru dürüst bir madenci olursam kızını benden esirgemeyece ­ ğini söyledi ve sözünü tuttu . Kazmacı olduğum gün, ellerimizi bir araya getirerek bizi takdis etti . Bundan birkaç hafta sonra kızını eşim olarak odama götürdüm. Aynı gün güneş doğarken sabah ekibinde henüz çırak kazmacıyken zengin bir damara rastladım. Prens bana ucundaki büyük madalyonda resmi bu ­ lunan altın bir kolye yolladı ve kayınpederimin sadakatini va ­ detti. Düğün günü bu kolyeyi karımın boynuna taktığım ve bü­ tün gözlerin ona çevrildiği an ne kadar mutluydum! Yaşlı baba ­ mıza neşeli birkaç torun gösterebildik; sonbaharının başlangıcı, düşündüğünden daha zengin olmuştu . Çalışmalarını neşe için ­ de tamamladı, huzur içinde büyük ödül gününü beklemek üze ­ re bu dünyanın karanlık çukurundan ayrıldı. Beyim, dedi, gözündeki yaşları silen yaşlı adam Heinrich'e, madenciliği Tanrı' nın kutsaması tazım çünkü madencilikten başka hiçbir sanat, insanları daha mutlu ve asil kılmaz, İ lahi adalete ve alınyazısına olan inancını uyandıramaz, kalbin ma­ sumiyetini ve çocukluğunu daha saf tutamaz. Madenci fakir

Novalis 7 1 doğar, fakir ölür. Metallerin gücünü nerede bulacağını bilmek­ le ve onları gün ışığına çıkartmakla yetinir, ama onların göz kamaştırıcı parlaklığı temiz kalbini etkilemez . Tehlikeli çılgın ­ lıkla tutuşmaz, bu madenlere sahip olmanın vereceği sonsuz imkanlara değil, onların harika oluşumuna, kaynağının ve me­ kanının tuhaflığına sevinir. Madenler mala dönüşünce cazibesi­ ni kaybeder, madenci onların çağrısına uyarak, yeryüzü üstün ­ deki yanıltıcı, kurnaz hileler ile onlara tamah etmek yerine bin türlü tehlike ve zorlukla toprağın derinliklerinde onları aramayı tercih eder . Bu zorluklar onun kalbini dinç, ruhunu uyanık tu ­ tar; içten şükranla aldığı cılız ücretin tadını çıkartır ve her gün tazelenen yaşam sevinciyle görevinin karanlık dehlizlerinden yukarı çıkar. Işık ve huzurun cazibesini, açık havanın ve etra­ fındaki manzaranın faydalarını yalnız o bilir; ekmek ve su, an­ cak onu Hz. İ sa'nın gövdesi gibi canlandırır ve huşuyla doldu ­ rur. İ nsanların arasına nasıl da büyük sevgi ve duygulu bir ruh ­

la karışır, karısını ve çocuklarını nasıl sever ve hoş sohbetlerin ­ den nasıl zevk alır ! Münzevi, işinden dolayı hayatının büyük bir kısmını gün ışığından ve insan ilişkisinden uzakta geçirir. Fakat asla donuk bir kayıtsızlığa kapılarak bu doğaüstü, derin anlamlı nesneleri kanıksamaz; her şeyin en tuhaf ruhu ve başlangıçtaki renkli ha­ rikulade şekli, madencinin çocuksu ruh halinde sürekli gözü ­ kür. Tabiat, tek bir kişinin tekeline girmek istemez . Maddele­ şen tabiat, huzuru uzaklaştıran kötü bir zehre dönüşür ve her şeyi tek bir mal sahibinin elinde toplayan, beraberinde sonsuz dert ve vahşi arzuları da getiren zararlı bir zevk halini alır . Giz ­ lice mal sahibinin toprağını kazar ve onu açtığı çukura gömer ve böylece tüm insanlığa ait olma arzusunu tatmin eder. Buna karşılık fakir tokgözlü madenci, günün huzursuz kar ­ maşasından uzakta, sadece öğrenme hırsı ve barış aşkıyla yanıp tutuşarak ıssız derinliklerde çalışır. Yalnızlığında coşkun bir iç ­ tenlikle iş arkadaşlarını ve ailesini düşünür, her zaman insanla ­ rın karşılıklı vazgeçilmezliğini ve kan akrabalığını benliğinde

72

Heinrich von Ofterdingen

hisseder. M esleği ona yorulmak bilmez sabrı öğretir, gereksiz düşüncelerle dikkatinin dağıtılmasını engeller . Ancak inatçı bir çalışkanlık ve sürekli uyanıklılık ile yenebileceği acayip sert ve eğilmez bir güçle karşı karşıyadır. Ama bu korkunç derinlikler­ de bile şahane bitkileri yeşertir, gücünü ve esirgemesini her zaman açık işaretlerle gösteren ulu Tanrı'ya olan gerçek güve ­ ni. . . Madene indiğim zamanlar, lambamın ışığında coşkulu bir huşuyla kaç kez elimdeki basit haça bakmışımdır! Bu esraren ­ giz resmin kutsal anlamını ancak o zaman tam kavradım ve ba­ na sonsuz fayda sağlayan kalbimin en asil yolunu keşfettim. Yaşlı adam kısa bir aradan sonra devam etti; Gerçekten, in­ sanlara madenciliğin asil sanatını ilk öğreten ve insan hayatının bu ciddi sembolünü kayaların kucağına gizleyen kişi tanrısal bir varlık olmalı. Geçit bir noktada sağlam, ama zayıf, diğer bir noktada kayalar arasındaki zavallı, önemsiz bir yarığa gizlen­ miştir, ama en asil madenler asıl burada bulunur. Uygun bir geçit onunla dostça birleşip değerini sonsuza yükseltinceye ka ­ dar diğer geçitler onun saflığını bozmaya çalışır. Çoğu zaman madencinin gözü önünde bin bir parçaya bölünür, ama sabırlı işçi korkmadan sakin yoluna devam eder ve onu yeniden bütün gücü ve ihtişamıyla onardığında emeğinin karşılığını görür. Ba­ zen yanıltıcı bir maden kuyusu, ona yönünü şaşırtsa da yanlış yolda olduğunu hemen anlar ve madenlere giden asıl yolu ye ­ niden bulana kadar karanlıklara dalar. Madenci rastlantının her türlü kaprisiyle karşılaşır, ama onu yenmek ve inatla savundu ­ ğu hazineyi kazıp ortaya çıkartmak için tek yanılmaz yolun gayret ve sebat olduğunu da bilir. Neşeli şarkılar bildiğinizden de eminim, dedi Heinrich; çün ­ kü mesleğinizde şarkılar sizi coşturur, müzik madencilerin hoş ­ landığı bir eşlikçidir. Çok doğru söylüyorsunuz, dedi yaşlı adam . Bizimkinden başka hiçbir meslekte, madencinin günlük hayatının bir parçası olan şarkılar ve çalgılardan bu kadar büyük bir zevk alınmaz . Müzik ve dans madencinin asıl zevkidir, anılar ve ümitler ile

Nova/is 73 neşeli bir dua gibi zahmetli işimizi kolaylaştırmaya ve uzun yal ­ nızlığımızı kısaltmaya yarar . Arzu ederseniz size hemen gençliğimde çok söylenen bir şarkıyı söyleyeyim.

O ki§idir ki dünyanın hakimi, Toprağın derinliklerine iner Ve her türlü derdi Onun kucağında yok eder. *

Kayaların gizemini Odur bulan, ݧine ko§ar madenci. Durmadan, yorulmadan. *

En içinden toprağa bağlanır, Tutu§ur aleviyle, Onu yakından tanır, Sanki beraber gibi sevgiliyle Her gün yeniden, Taze bir a§kla seyreder, Zorluk ve zahmetten çekinmeden, Topraksız gün ona keder. *

Geçmi§ günlerden kalan Muhte§em hikayeler, Tatlı bir dilden. Anlatılmayı bekler. *

Eski devirlerden esen kutsal rüzgarlar, Yüzünü ok§uyor. Kayalardaki yarıklar. Sonsuz ı§ığıyla aydınlanıyor. *

Her gittiği yeri tanıyor, Sanki önceden görmüş gibi,

74

Heinrich von Ofterdingen Toprak kolaylaştırıyor Elindeki işini. *

Dağlardan akan sular Onun yardımına koşuyor.

Kayalardaki tüm saraylar Hazinelerini sunuyor. *

Altın dolu nehirleri,

Kralın sarayını yönlendiriyor,

Ve taçları kıymetli Taşlarla süslüyor. *

Krala hazineler sunsa da

Kendine bir şey istemiyor Ve yoluna mutlulukla Ama fakir devam ediyor. *

Aşağılarda

Mal, mülk için insanlar yiyor birbirini,

Ama o dağlarda

Dünyanın mutlu efendisi.

Ş arkı Heinrich'in çok hoşuna gitti, yaşlı adamdan bir şarkı da­ ha söylemesini rica etti. İ htiyar zaten hazırdı: Harika bir şarkı daha biliyorum, ama kendimiz bile bu şarkının kaynağını bil ­ meyiz, dedi . Değnekle maden damarlarını araştıran, çok uzaklardan ge ­ len tuhaf bir madenciden duydum. Acayip bir melodisi vardı, müzik gibi o da karanlık ve anlaşılmazdı, ama bu özelliğinden dolayı olağanüstü çekiciydi ve insana uyanıkken bile rüya gör ­ düren bu şarkıyı herkes çok beğendi . Sakin bir kralın yaşadığı

Sağlam bir şato var uzakta.

Kesindir garip maiyetinin bağlılığı.

Novalis 75

Hükümdar gezinmez kalede ve burçta. Eğlence odaları gizli, Tanıdık pınarlar §arıldıyor. Ve görülmeyen nöbetçiler dinliyor, Saray hayatı çok renkli. *

Suların aydınlık yüzü. Sadakatle krala anlatıyor, Yıldızlar ülkesinde gördüğünü, Ve anlatmaya doymuyor. Kral bu pınarda yıkanıyor, Sular parlıyor fı§kıran. Annesinin beyaz kanından, Ve narin vücudunu temizliyor. *

Sarayı eski ve harika, Denizin dibinden yükseliyor. Sapasağlam duruyor ayakta Özgürlüğü engelliyor. Gizli bir zincir var içeride, Sarılıyor yurtta§lar. Zafer bayrakları gibi bulutlar. Gözüküyor karanlık denizde. *

Muazzam bir sülale, Kapıları sımsıkı sarıyor. Herkes sadık tebaa rolünde, Krala tatlı sözlerle hitap ediyor. Kendini mutlu zannediyor. Co§mU§, görmüyor esareti. Kandırıyor yanıltıcı isteği. Derdini fark edemiyor. *

Kaldıysa kurnaz ve uyanık birisi Kraldan beklemeyen menfaat

76

Heinrich von Ofterdingen

Eski sarayı yıkmaktır işi Ona görevini hatırlat. Eriyecek gizliliğin gücü, Kopartacak zincirleri. Kıracak anlayışla elleri. Yakındır özgürlük günü. *

Gayretle her duvar yıkılır. Uçurumlar dayanmaz cesarete, Kral bu diyarlardan uzaklaşır. Kişi gücüne ve kalbine güvenince. Atılır sarayından. Akıllı kişi kovar hayaletleri, Yönetir çılgın selleri. Uzaklaştırır onu bu diyardan. *

Kral ortaya çıktıkça, Gücü giderek azalır. Dünyada vahşet yaratınca, Hür kişiler çoğalır. Zincirlerini kopartır sonunda, Dolar boş saraya dalgalar. Ve yumuşak yeşil kanatlar. Taşır bizi vatanın kucağına. Yaşlı adamın söylediği şarkıyı Heinrich sanki daha önceden de duymuş gibiydi. Ş arkıyı tekrarlamasını istedi ve sözlerini yazdı. Yaşlı adam odadan çıkınca tüccarlar diğer misafirlerle maden ­ ciliğin yararlarından ve zorluklarından bahsetti. Aralarından biri : Yaşlı madenci buralara herhalde boşuna gelmedi. Bugün tepelere tırmanıyordu, iyi bir ize rastlamış olsa gerek. Geri dö­ nünce soralım bakalım, dedi. Biliyor musunuz, dedi bir diğeri, bizim köyümüz için de bir kaynak bulmasını rica edebiliriz on ­ dan . Su çok uzakta, iyi bir kuyu çok işimize yarardı . Bir üçün­ cüsü ise, bütün evini taşlarla dolduran oğlunu ihtiyar madenci­ nin yanına çırak almasını isteyeceğini söyledi. Oğlum muhak-

Nova/is 7 7 kak iyi b ir madenci olur, ihtiyar d a iyi bir adama benziyor, onu eğitmesini bilir. Tüccarlar, madenci aracılığıyla Bohemya ile faydalı iş ilişkileri kurabilmeyi, madenleri uygun fiyata alabil ­ meyi düşünüyordu . Herkes ondan faydalanmayı arzu ediyordu . Bu dar odada boğucu ve ürkütücü bir hava var, dedi, içeriye giren yaşlı adam . Dışarıda ay bütün ihtişamıyla parlıyor, canım bir gezinti daha yapmak istiyor . Gündüz bu yakınlarda dikkat çeken birkaç mağara gördüm . Belki aranızdan benimle beraber gelmek isteyen olabilir; yanımıza ışık da alalım ki, mağaranın içini rahatça görebilelim . Köyde yaşayanlar bu mağaraları bilirdi, ama şimdiye kadar içeriye girmeye kimse cesaret edememişti. Aksine, orada ejder ­ halar ve canavarlar olduğuna dair korkunç söylentiler dolaşı­ yordu ortalıkta. Bazıları bu yaratıkları kendi gözleriyle gördük­ lerini, mağaranın ağzında kaçırılıp parçalanan insan ve hayvan kemiklerine rastladığını iddia ediyordu . Bazıları ise bu mağara­ larda hayaletler olduğunu, uzaktan garip insan biçimleri gördü ­ ğünü, gece vakti oradan gelen şarkılar duyduğunu söylüyordu. Madenci anlatılanları çok ciddiye almıyor, canavarların ken ­ disinden korkacağını ve şarkı söyleyen bir hayaletin muhakkak iyi niyetli bir varlık olması gerektiğini söylüyor, kendisiyle be ­ raber gelmek isteyenleri korumayı garanti ediyordu . Meraka kapılan insanlardan bazıları, madencinin teklifini kabul etme cesaretini gösterdi. Heinrich de onlara katılmak istiyordu, yaşlı adam oğlunun güvenliğine dikkat edeceğine söz verince annesi ısrarlara karşı gelemedi. Tüccarlar da kararlıydı. Meşaleleri yakmak için çıra buldular. Bir grup insan gereksiz yere merdi ­ ven, sopa, ip gibi çeşitli savunma aletini de yanına aldı ve niha ­ yet yakın tepelere doğru hac yolculuğu başladı . Yaşlı adam, Heinrich ve tüccarlarla beraber önden yürüyordu . Az önce sözü edilen köylü, öğrenme meraklısı oğlu ile beraber gelmişti. Delikanlı sevinç içinde bir meşale kaparak mağaralara giden yola doğru tuttu . Akşam neşeli ve ılıktı. Tepelerin üstünden yu ­ muşak ışığıyla ay görünüyor ve bütün yaratıklarda garip rüya -

78

Heinrich von Ofterdingen

lara yol açıyordu . Güneş ışığında görülen bir rüya gibi derin ­ lerdeki rüya aleminin üstünde parlıyor ve sayısız sınırlara bölü ­ nen doğayı, her hücrenin henüz tek başına uyukladığı ve ölçü ­ süz varlığının karanlık bolluğunu geliştirmeye can attığı o efsa­ nevi ilk çağlara götürmek için bekliyordu. Heinrich ruhunda, bu akşam masalını yaşıyordu . S anki bütün dünya kendini ona açmış ve tüm hazinelerini ve gizli güzelliklerini bir misafirmiş ­ çesine ona gösteriyordu . Etrafındaki muhteşem ve sade görün­ tülerin kolay anlaşıla bilirliğine rağmen tabiat, gördüğümüz ba ­ sit şeyleri gereksiz fazla sözlerle insana yüklediği için onu kav­ ramak zor diye düşünüyordu . Yaşlı adamın sözleri Heinrich'e yepyeni ufuklar açmıştı. Oturma odasının penceresinden gör ­ düğü ulu katedralin taş zemininden yükselen vakur geçmişe doğru aydınlık, neşeli bir gelecek kubbedeki altın renkli melek yavrularının şarkılarıyla kanatlanarak uçuyordu . Gümüşi şarkı ­ lara muhteşem sesler karışıyor, katedralin geniş kapısından gi­ ren tüm yaratıklar doğasının derinliklerini garip lehçelerle sade bir dilekle ifade ediyordu . Heinrich, varlığın vazgeçilmez bu manzarasını bunca zaman göremediğine çok şaşıyordu . Ani­ den, kendini çevreleyen geniş dünya ile tüm ilişkilerini fark etti . Onu gelecekte de biçimlendirecek çevresi sayesinde oluştuğu ­ nu anladı, insanları seyrederken hissettiği tuhaf düşünce ve fi ­ kirleri şimdi kavrıyordu . Gayretle tabiatı inceleyen ve sonunda krala damat olan genç hakkında tüccarların anlattığı hikayeler yeniden aklına geldi, hayatındaki bin bir türlü anı sihirli bir ipe kendiliğinden bağlanıyordu . Heinrich derin derin düşünürken diğerleri mağaraya yaklaşmıştı . Yaşlı adam eline bir meşale aldı ve taşlardan atlayarak mağaranın alçak kapısından içeriye girdi. Hatırı sayılır bir hava akıntısı ile karşılaştı, gruptakilere kork­ madan peşinden gelmelerini söyledi. En korkaklar en arkadan takip ediyor, ellerindeki silahları hazır tutuyorlardı . Heinrich ve tüccarlar madencinin ardından, köylünün oğlu neşeyle onun yanında yürüyorlardı . Ö nceleri darca bir geçitten uzanan yol, az sonra meşalenin ışığının tam aydınlatamadığı çok geniş ve

Novalis 79 yüksek bir mağaraya bağlandı, arka planda kayaların duvarında birkaç delik gözüktü. Toprak yumuşak ve oldukça düzdü, ma­ ğaranın duvarları ve tavanı da pürüzsüzdü . Yerleri kaplayan sa­ yısız kemik ve dişler herkesin çok dikkatini çekiyordu . Bunların bazıları iyi vaziyette, bazıları bozulmaya yüz tutmuştu, ara sıra mağaranın duvarlarından sarkanlar ise taşlaşmıştı. Çoğu ina­ nılmaz derecede büyük ve sağlamdı. Yaşlı adam, eski çağların kalıntılarını görünce sevindi ve bu taşları vahşi hayvanların izleri zannederek korkan köylülere çok eski zamanlardan kalan işaretleri göstererek onları ikna etmeye çalıştı . Hiç hayvan sü­ rülerinin tahribatını veya komşu insanların kaçırıldığını gördü ­ nüz mü, diye sordu . Yoksa bu kemikleri tanıdığınız hayvan ve insanların kemiklerine mi benzettiniz, dedi. Yaşlı madenci da ­ ğın içlerine girmek istiyordu, ama köylüler mağarada onun dö ­ nüşünü beklemeyi daha akıllıca buldu . Heinrich, tüccarlar ve genç çocuk, ip ve meşaleleri alarak yaşlı adamı izledi. Az sonra ikinci bir mağaraya vardılar. Yaşlı adam, kemiklerle girişe bir işaret koymayı ihmal etmedi . Bu mağara da birincisine benzi­ yordu, o da hayvan kalıntılarıyla doluydu . Heinrich hem kor­ kuyordu hem de harikulade hislerle doluydu . S anki toprağın içinde bir saray avlusunda dolaşıyormuş gibi geliyordu ona. Gökyüzü ve hayat bir anda ondan çok uzaklaşmıştı, sanki bu karanlık, geniş dehlizler esrarengiz yeraltı dünyasının bir par ­ çasıydı. Ayaklarımızın altında kocaman ayrı bir dünya mı var? Toprağın karanlık koynundaki ateşin dev gibi kuvvetli ruhlara dönüştürdüğü, yerkürenin sağlam kalelerinde yaşamını sürdü ­ ren yaratıklar mı var? Günün birinde bu korkunç yabancılar soğuktan kaçarak bizim aramıza karışabilir mi? Belki de aynı zamanda gökyüzünden gelen misafirler, yıldızların konuşan canlı güçleri de görülecek! Bu kemikler, o yaratıkların yeryüzü ­ ne yaptıkları yolculuklardan mı kalmış, yoksa yer altına kaçışla ­ rının bir işareti mi, diye Heinrich düşüncelere daldı. Yaşlı adam diğerlerini de yanına çağırdı ve onlara yerdeki henüz taze ayak izini gösterdi. Çoğu hiçbir şey göremeyince

80

Heinrich von Ofterdingen

haydutlarla karşılaşma tehlikesinden korkmadan bu izi takip etmeye karar verdi . Tam yollarına devam edeceklerken aniden uzaklardan derinlerden bir yerden, sanki ayaklarının altından birisinin yüksek sesle şarkı söylediğini duydular . Az. şaşırmadı­ lar ve dikkatle kulak kesildiler :

Seve seve kalırım vadide. Gece karanlığında gülümsüyorum, Aşk dolu çanak geliyor önüme Her gün yeniden seviniyorum. *

Ruhumu yüceltiyor. Kutsal damlalarıyla. Henüz dünyadayken ya§atıyor, Cennetin zevklerini bana. *

M utlu yum, kavradım dünyayı ben. Acı tesir etmez ruhuma. Kadınların kraliçesisin sen, Sadık kalbini sundun bana. *

Korku ve gözyaşı dolu yıllar Kötü günleri nurlandırdı, Ve sonsuza dek Kalıcı bir isim sağladı. Herkes bu hoş şarkıdan çok hoşlanmıştı ve şarkıcının kim ol ­ duğunu merak ediyordu . Biraz araştırınca sağ duvarın köşesinde ayak izlerinin de­ vam ettiği, aşağılara inen bir dehliz fark ettiler . S anki yaklaştık­ ça artan bir ışık var gibiydi. Ö ncekilerden daha büyük yeni bir mahzen uzanıyordu önlerinde. Arka planda bir lambanın ışı­ ğında, taş masanın üstündeki kitaba eğilmiş bir şeyler okuyan bir insan silueti gördüler. Görüntü onlara doğru döndü, ayağa kalktı ve yanlarına git­ ti. Adamın yaşını tahmin etmek zordu . Ne genç, ne de yaşlıydı,

Novafis 8 1 alnının ortasında iki yana ayrılmış beyaz saçları haricinde yıllar onda iz bırakmamıştı. S anki aydınlık bir dağdan sonsuz bir ilk­ bahara bakarmışçasına anlatılamayacak bir neşe okunuyordu gözlerinde. Ayaklarına tabanlık bağlamış, asil uzun boyunu da ­ ha da belirgin kılan sarındığı geniş pelerinden başka giyecek bir şeyi yok gibiydi. Onların bu beklenmedik ziyaretine hiç şaşır ­ mış gibi gözükmüyordu, çoktan tanışırlarmışçasına selamladı herkesi. S anki çoktandır beklediği misafirler gelmişti. Beni zi­ yarete gelmeniz çok güzel, dedi; uzun zamandır burada yaşa­ mama rağmen ilk gelen dostlar sizsiniz . Büyük garip evimizi daha yakından incelemekle işe başlayalım. Bunun üstüne yaşlı adam : Bu kadar cana yakın bir ev sahibi bulmayı beklemiyor­ duk. Bize vahşi hayvanlar ve hayaletlerden bahsetmişlerdi, ama şimdi hoş bir şekilde yanıldığımızı görüyoruz . S izi ibadetinizde veya derin incelemelerinizde rahatsız ettiysek lütfen bunu me­ rakımıza verin ve bizi bağışlayın. -Hiçbir inceleme neşeli ve hoşumuza giden insan yüzlerinden daha sevindirici olabilir mi, dedi yabancı adam. Beni bu münzevi hayat içinde bulduğunuz için insan düşmanı zannetmeyin. Dünyadan kaçmadım ben, rahatsız edilmeden incelemelerime devam edebilecek sakin bir köşe aradığım için buradayım sadece . -Kararınızdan hiç piş ­ man olmadınız mı, ara sıra korktuğunuz, insan sesi özlediğiniz zamanlar olmadı mı? -Ş imdi artık pişman değilim . Gençliğim ­ de, tutkulu hayalperestliğimin beni bu inzivaya sürüklediği bir dönem yaşadım . Genç hayal gücümü karanlık sezgiler doldu ­ ruyordu . Kalbimin tüm besinini inzivada bulmayı ümit ediyor­ dum . İ ç dünyamın kaynağı bana sonsuz gibi geliyordu . Ama çok geçmeden anladım ki, insanın belirli bir tecrübeye ihtiyacı vardır, genç bir kalp tek başına olamaz ve ancak hemcinsleriyle çok yönlü bir beraberlik içinde yaşayanlar bağımsızlığa erişir. Bana soracak olursanız, diye cevap verdi yaşlı adam, her ya ­ şam tarzına uygun, belli, doğal bir meslek vardır ve belki de ilerleyen yaşla beraber artan tecrübeler kendiliğinden bizi insan topluluğundan uzaklaştırır. İ nsanların faaliyeti hem faydalı,

82

Heinrich von Ofterdingen

hem de hayatın devamı için elzemdir . Büyük bir ümit, toplum ­ sal bir gaye b u faaliyetlere güç verir. Çocuklar ve yaşlılar bura­ ya dahil değildir. Çocuklar beceriksizlik ve bilgisizlikten dolayı, yaşlılar ise bu ümidi gerçekleştirmiş, gayeye ulaşmış oldukla­ rından artık bu topluluğa katılmaz, kendi içlerine döner ve daha yüksek bir topluma kendini layıkıyla hazırlar . Ama sizin insanlardan uzaklaşmış, toplum hayatının her türlü konforun ­ dan vazgeçmiş olmanız için başka özel sebepler de olduğunu sanıyorum. Ruhunuzdaki gerginlik durulduğu zamanlar burada huzursuz olursunuz herhalde. Evet, bazen kendimi iyi hissetmediğim anlar olmuyor değil, ama hayatımı kesin bir düzene koyunca bu huzursuzluğu yok etmeyi başardım. Hareket ederek sağlığımı korumaya çalışıyo ­ rum, o zaman hiçbir sorunum olmuyor . Her gün saatlerce ge ­ zerim, elimden geldiğince hoşça vakit geçirmeye ve temiz ha­ vanın tadını çıkartmaya çalışırım . Geri kalan zamanımı bu deh ­ lizlerde geçiririm, belli saatlerde sepet örerim veya oymacılıkla meşgul olurum. Uzak köylerden mallarımın karşılığında yiye ­ cek alırım. Buraya gelirken kitaplarımı da yanıma almıştım . Gördüğünüz gibi zaman bir saniyede geçiveriyor. O köylerde benim kaldığım yeri bilen bazı tanıdıklarım var, onlar bana dünyada olup bitenleri anlatır . Ö lünce beni onlar gömecek ve kitaplarımı alacaklar . Mağaranın duvarına bitişik oturduğu koltuğu gösterdi onla ­ ra. Yerde bir sürü kitap ve bir çalgı aleti vardı, duvarda çok de­ ğerli bir zırh asılıydı. Beş büyük taş levhanın üst üste konma ­ sıyla sandık gibi bir masa ortaya çıkmıştı. En üstteki taşa, elle ­ rinde leylak ve güllerle bezenmiş bir çelenk tutan gerçek insan boyunda bir kadın ve bir erkek şekli kazınmıştı. Yanında şöyle yazılıydı: Friedrich ve Marie von Hohenzollern buradan vatanlarına döndüler . Münzevi, ziyaretçilerin memleketlerini ve buralara kadar nasıl geldiklerini öğrenmek istedi. Çok samimi ve açıktı, dün -

Nova/is 83 yayı iyi tanıyordu . Eskiden askermişsiniz, zırhtan belli, dedi yaşlı adam . -Savaşın tehlikeleri ve heyecanları, orduya eşlik eden şiirin yüce ruhu beni gençlik inzivasından çıkarttı ve ha ­ yatımın kaderini çizdi . Belki de uzun savaşlar, karşılaştığım çe­ şitli olaylar beni münzeviliğe daha da çok itti. Geçmişteki sayı ­ sız anılar insanın zihnini oyalar; hatta onlara bakış açımız de­ ğiştikçe daha da çok zevk alırız ve onların gerçek bağlantısını, takip ettikleri sıranın ve olayların derin anlamını ancak sonra­ dan keşfederiz . İ nsanların hayat hikayelerine gerçekten ilgi duymak daha ileri yaşlarda gelişen bir olgudur . Yaşanmakta olan zamanın ezici izlenimlerinden çok, anıların sessiz etkisidir bizde bu merakı uyandıran . Yeni olayların geçmiştekilerle iliş­ kisiz olduğunu düşünsek bile aslında ortak bir coşkuyla birbir­ lerine bağlıdırlar . Eğer uzun bir olaylar dizisini görmezlikten gelebilirsek, her şeyi harfiyen kabul etmez ve taşkın hayallerle asıl düzeni bozmaya kalkmazsak, o zaman geçmiş ile geleceğin gizli bağını görürüz, ümit ve anıları birleştirerek tarihi anlarız . Ancak tüm geçmişi gözlerinde canlandırabilen kişi tarihin sade kuralını da keşfeder . Aksi takdirde yetersiz ve anlaşılması zor sembollerle, sadece kendi kısa hayatımız hakkında yeterli bilgi­ ler veren ve ancak kendi işimize yarayacak kurallarla yetinmek zorunda kalırız. Hayatın kaderi hakkında yapılan her özenli inceleme derin, sonsuz bir zevk sağlar ve bütün diğer düşünce ­ ler arasında en fazla bu düşünce bizi dünyadaki kötülüklerden uzaklaştırır. Gençler, tarihi yalnızca merak gidermek için bir masalmışçasına okur; olgun yaşlı insan için tarih, bilge sohbet ­ leriyle onu daha yüksek, daha kapsamlı bir hayata yavaşça ha­ zırlayan ve somut imajlarla onu bilinmeyen dünyayla tanıştıran, yüksek duygular ilham eden, teselli edici yüce bir dosttur. Kili­ se tarihin evidir, sessiz avlu sembolik çiçek bahçesidir. Tarih, kendi hayat hikayelerini yaşamış bitirmiş, Tanrı korkusu için ­ de, bahçesindeki çiçekleri yetiştirmekten başka bir ümit besle ­ meyen yaşlı kimselerce yazılmalıdır. Onların yazacakları tarih karanlık ve hüzünlü olmayacaktır, aksine kubbeden gelen ışık

84

Heinrich von Ofterdingen

ile her şey en doğru ve güzel biçimde görünecek, bu garip oy­ nak suların üstünde kutsal bir ruh dalgalanacaktır. S öyledikleriniz ne kadar doğru ve ikna edici, diye yaşlı adam ekledi . Zamanın bilinmesi gereken olaylarını sadakatle yazıp gelecek nesillere değerli bir miras bırakmak konusunda daha gayretli olmak gerek. Her türlü önemsiz konuya özen ve zahmet gösteriyor; ama en yakın ve en önemli olanı, kendimi ­ zin, yakınlarımızın, neslimizin programlanmasını kader düşün ­ cesiyle açıkladığımız hayatlarıyla çok az ilgileniyor ve hafıza ­ mızdaki bütün izlerin silinmesine kaygılanmadan seyirci kalıyo ­ ruz . İ lerideki daha bilge nesiller, geçmişteki olayları aktaran her habere kutsal bir şey gözüyle bakacak, hatta zamanın bü­ yük olaylarının az veya çok yaşamına yansıdığını bildiği önem­ siz insanların hayatlarına karşı bile ilgisiz kalmayacaktır . Günün işleri ve olaylarını kaydeden az sayıdaki insanın, gözlemlerini eksik ve düzensiz sürdürememesi, haberleri se­ çerken ve toplarken işi tesadüfe bırakması ve yaptığı işi düşün­ memesi ne fena! Herkes, ancak yakından tanıdığı, bölümlerini, oluşumunu, süresini, gayesini ve kullanılışını iyi bildiği şeyleri açık ve kusursuz anlatmayı bilir, yoksa yarım kalmış sözcükler­ den oluşan bir karmaşıklık doğar . Çocuğa makinelerden bah­ setmesini, çiftçiye bir gemiyi anlatmasını söylerseniz, söyledik­ leri sözlerin kimseye faydası olmaz . Bazı tarih yazarlarında da durum aynı böyledir : Belki anlatımları çok güzeldir ve fazlasıy ­ la detay aktarırlar ama asıl, tarihi tarih yapan öğrenilmeye layık olanı ve bazı tesadüfleri, ders alınacak hoş bir bütüne tamamla­ yan kısmı anlatmayı unuturlar . Bütün bunları tekrar aklımdan geçirince tarih yazarının aynı zamanda şair olmasının da şart olduğunu düşünüyorum; çünkü yalnızca şairler, olayları uygun bir biçimde bağlamayı bilir . Ş airlerin anlattığı hikaye ve masal ­ larda, hayatın esrarengiz ruhunda hissettikleri ince hisleri gizli bir zevkle yaşadım. Bu masallarda, bilge kişilerin tarih yazıla­ rındakinden daha çok gerçeklik vardır. Kişiler ve yaşantıları kurmaca olsa da, kurmacayı oluşturan anlam gerçek ve doğal -

Nova/is 85 dır. Kaderlerinde kendi kaderimizi d e gördüğümüz kişilerin gerçekten yaşamış olup olmamaları, alacağımız zevk ve edine­ ceğimiz bilgi açısından önemli değildir. Ö nemli olan, büyük ruhların zamana bakışıdır. Bu arzunun gerçekleştiğini görürsek artık dışarıdan gelen kurmaca kişilerin varlığıyla ilgilenmeyiz . Ben de bu sebeplerden dolayı oldum olası şairlere yakın his ­ setmişimdir kendimi, dedi yaşlı adam . Onlar sayesinde hayat ve dünya aydınlandı ve somutlaştı. Bana öyle geliyor ki, şairler, bütün yaratıklara sızan ve onların farklılığını gösteren; herkesi tuhaf, hoş renkli bir tüle saran ışığın ruhuyla akrabadırlar. Şar­ kılarını duyunca sanki kendi benliğim de gelişiyor ve daha ser­ best hareket ediyor, onların varlığı ve arzularıyla neşeleniyor ve gizli bir zevkle yükselerek bin bir türlü hoş etki yaratıyor. Memleketinizdeyken şairlerle tanışma mutluluğuna eriştiniz mi, diye sordu münzevi. Ara sıra bizim oralara da şairler gelirdi, ama seyahat etmeyi çok sevdikleri için uzun süre kalmazlardı. Ama İ lirya, Saksonya ve İ sveçlilerin ülkesine yaptığım gezilerde, anıları beni her za ­ man mutlu edecek şairlerle karşılaştım . Çok gezmiş olduğunuza göre anmaya değer birçok şey geç ­ miştir başınızdan . Bizim sanatımız yeryüzünde çok gezmeyi gerektirir, sanki yeraltından gelen bir ateşle madenci dünyada dolaşır durur . Dağlar birbirine yollar onu . Gezip görmeye hiç doymaz, yaşa­ mı boyu yeryüzünü tuhaf bir biçimde oluşturan ve kaplayan harika mimariyi öğrenmeye çalışır. Bizim sanatımız çok eski ve yaygındır . İ nsanlık gibi, sabah güneşle beraber akşama doğru ilerler, ortalardan en uçlara gider. Her yerde çeşitli zorluklarla mücadele etmesi gerekir, ihtiyaç insan ruhunu akıllı keşiflere yönlendirdiği için madenci her yerde görüşlerini ve becerisini arttırır ve faydalı tecrübelerle memleketini zenginleştirir. S iz bir bakıma yeryüzündeki astrologlarsınız, dedi münzevi. Astrologlar dikkatle gökyüzünü inceler ve uçsuz bucaksız son ­ suzluklarında dolaşır. S iz bakışlarınızı yeryüzüne yöneltmişsi-

86

Heinrich von Ofterdingen

niz, onun yapısını keşfe çalışıyorsunuz . Astrologlar yıldızların gücünü ve yarattığı sonuçları araştırır; siz kayaların ve dağların gücünü, yeryüzü ve kaya katmanlarının çeşitli etkilerini soruş ­ turuyorsunuz . Astrologlar için gökyüzü geleceğin kitabıdır, yeryüzü size geçmiş çağların anıtlarını gösterir. Bu ilişki çok önemli, dedi yaşlı adam gülümseyerek. Dün yanın oluşumunun bilinen eski hikayesinde, belki de bizi aydın­ latan peygamberler başrolü oynuyor. Belki eserleri sayesinde bu peygamberleri, peygamberler sayesinde de eserlerini zaman içinde daha iyi tanıyıp anlayacağız . Kim bilir, belki de büyük sı­ radağlar, onların bir zamanlar takip etmiş oldukları yolların iz ­ leridir, kendi başlarına hayatlarını devam ettirmek ve Tanrı'ya ulaşmak istediklerinin bir kanıtıdır. Bazıları yıldız olmayı göze alacak kadar cesurdu, ama karşılığında aşağıdaki yörelerin gü ­ zel yeşil giysilerinden vazgeçmek mecburiyetinde kaldılar . Kar ­ şılığında hiçbir şey elde etmediler, sadece atalarının rüzgarı yönlendirmesini sağladılar, yeryüzündeki memleketlerin pey­ gamberleri olarak bazen onları korudular, bazen de fırtına ve sele boğdular. Bu mağarada yaşadığımdan beri, diye devam etti münzevi, eski çağlar hakkında daha fazla düşünmeyi öğrendim . Bu ince ­ lemelerimin çekiciliği anlatılamaz, madencinin işine duyduğu aşkı tahmin edebiliyorum. Burada bol miktarda bulunan yıllan mış kemiklere baktıkça, belki de korku ve dehşetle sürüler ha­ linde bu mağaralara sığınan ve burada ölen yabancı, korkunç hayvanları düşündükçe, bu mağaraların oluştuğu, korkunç sel ­ lerin toprağı örttüğü zamanlara kadar geri gidince kendimi ge­ leceğin rüyası, sonsuz barışın çocuğu gibi hissediyorum. Bu zorlu, devasa zamanlar karşısında bugünkü tabiat ne kadar sa kin ve barışsever, ne kadar yumuşak ve aydınlık! Günümüzdeki en korkunç fırtına, en dehşetli zelzele bile o korkunç doğum sancılarının sadece zayıf bir yankısı! Belki o zamanlar bitki ve hayvan dünyasının ve bu okyanusta ıssız adalarda var olduğu söylenen insanların daha sağlam ve daha kaba bir mimari tarzı-

Nova/is 8 7 n a sahip olduğunu düşünebiliriz. E n azından, devler ülkesi hak­ kında anlatılan eski efsanelerin uydurma olduğu söylenemez . Tabiatın yavaş yavaş sakinleştiğini görmek sevindirici, dedi yaşlı adam. Giderek daha içten bir anlaşma, daha barışçı bir toplum, karşılıklı dayanışma ve gayret oluşmuşa benziyor, bizi daha iyi günler bekliyor. Arada sırada eski kötülükler gene or ­ taya çıkabilir, şiddetli sarsıntılar doğabilir. Ama hür, ahenkli bir yaşama doğru güçlü bir gayret görüyoruz . Bu ruhla her sarsın ­ tıyı atlatır, büyük hedefe yaklaşırız . Belki tabiat eskisi kadar be­ reketli değil, bugün artık yeni madenler, değerli taşlar, kayalar ve dağlar oluşmuyor; bitkiler ve hayvanlar da eski olağanüstü büyüklüğünü kaybetmiş. Ama tabiatın üretici gücü eksildiği oranda eğiten, asilleştiren toplumsal güçleri arttı. Ş imdi ruhu daha hassas, daha ince, hayal gücü daha zengin ve sembollerle dolu, eli daha hafif ve ustaca. Artık insana yaklaşıyor, önceleri vahşi doğurgan bir kayayken şimdi artık sakin filizlenen bir bitki; sessiz, insanca bir sanatçı. Uzun yıllara yetecek o hazine­ leri çoğaltmanın ne gereği var ki? S adece benim gezip gördü ­ ğüm yerlerde bile ilk bakışta o kadar önemli malzeme gördüm ki! Gelecek nesiller bundan faydalanacak. Kuzeydeki dağlarda ne zenginlikler gizli, memleketimin her köşesinde, Macaristan' da, Karpat Dağları'nın eteğinde, Tiroller, Avusturya ve Bavye­ ra'nın kayalık vadilerinde uygun işaretlerle karşılaştım. Kazı yapıp oralardaki hazineleri çıkartsaydım çoktan zengin olmuş­ tum . Bazı yerlerde sanki sihirli bir bahçede gibiydim . Mücevhe ­ re benzeyen şaheser metaller gördüm . Gümüşün zarif büklüm ­ lerinde ve dallarında parlak, yakut kırmızısı, şeffaf meyveler sallanıyor, hazine yüklü ağaçlar eşsiz işlenmiş topraklarda kris ­ tal gibi göz kamaştırıyordu . Bu harikulade yerlerde gördükleri ­ n e insan inanamıyor; çekici vahşi topraklarda gezmeye, kıy­ metli taşları seyretmeye doymuyor. Ş imdiki yolculuğum esna­ sında da çok tuhaf şeyler gördüm. Eminim başka memleketler ­ de de toprak bu kadar bereketli ve zengindir .

88

Heinrich von Ofterdingen

Bundan hiç şüphem yok. Doğudaki hazineleri düşünelim bir kere, dedi yabancı adam . Hindistan, Afrika ve İ spanya eski ­ den beri topraklarının zenginliğiyle tanınmaz mı? S avaşçı kim ­ liğimle dağdaki damarlara ve dehlizlere tabii çok dikkat etmez ­ dim, ama gene de garip tomurcuklar gibi beklenmeyen bir çi­ çek ve meyveye işaret eden bu parlak şeritlerde bazı inceleme­ ler yapmıştım . Neşeyle gün ışığında dolaştığım zamanlar bu karanlık mağaraların önünden geçerken hayatımı bir dağın ku ­ cağında bitireceğimi nasıl bilebilirdim ! Aşkımın gururuyla yaşı­ yordum ve onun kollarında yaşlanıp ölmeyi ümit ediyordum. S avaş bittiğinde mutlu bir sonbaharın neşeli beklentisi içinde evime döndüm. Ama savaşın ruhu sanki benim mutluluğumun da ruhuydu . S evgili Marie'm, Doğu'dayken bana hayatımızın neşesi iki çocuk vermişti. Ama deniz yolculuğu ve Batı' nın sert havasıyla soldular. Avrupa'ya döndükten birkaç gün sonra on­ ları toprağa verdim. Karımı teselli etmek imkansızdı, dertleri ­ mizle beraber onu memleketime getirdim . Sessiz elemler yaşa­ ma gücünü kırmıştı. Kısa bir süre sonra bir yolculuğa çıkmam gerekti . Bana her zaman refakat eden eşim sakindi, aniden kollarımda ruhunu teslim etti. Yeryüzündeki hac yolculuğumuz buralarda yakınlarda bir yerde son buldu . O anda kararımı ver ­ dim. Hiç beklemediğim bir şeyle karşılaştım, İ lahi bir aydınlan ­ ma hissettim . Onu burada kendi ellerimle gömdüğüm günden beri tanrısal bir güç kalbimdeki bütün hüznü sildi. S onradan mezarını yaptırdım. Bazen her şey bitmiş gibi gelir, ama aslında o anda başlamaktadır. Benim hayatımda da böyle oldu . Tanrı hepinize uzun ömür ve bana verdiği gibi huzurlu bir ruh versin ! Heinrich ve tüccarlar yabancının konuşmasını dikkatle din ­ lediler ve özellikle Heinrich, sezgilerle dolu ruhundaki yeni ge ­ lişmeleri hissetti. Bazı kelimeler, bazı düşünceler can veren bit­ ki özü gibi ruhuna doldu, onu gençliğinin dar çevresinden uzaklaştırdı ve alemin doruğuna çıkarttı. Az önce yaşadıkları çok gerilerde kalmıştı, sanki düşünceleri ve hisleri hep bu dü ­ zeydeydi.

Nova/is 89 Münzevi onlara kitaplarını gösterdi. Bunlar eski tarih ve şiir kitaplarıydı. Heinrich, güzel el yazılı büyük sayfalarda gezindi; mısraların kısa satırları, başlıklar, bazı bölümler ve okuyucu ­ nun hayal gücünü destekleyen, canlanmış kelimeler gibi ara sıra gördüğü resimler, onun merakını fevkalade uyandırıyordu . Münzevi onun gizli zevkini fark edince bu garip işaretleri açık­ ladı . Burada hayatın çeşitli manzaraları sergileniyordu . S avaş ­ lar, cenazeler, düğünler, deniz kazaları, mağaralar ve saraylar; krallar, kahramanlar, rahipler, genç ve yaşlı insanlar, yabancı kıyafette insanlar ve garip hayvanlar çeşitli biçimler ve ilişkiler ­ de gözüküyordu . Heinrich resimlere bakmaya doymuyordu, onu bu kadar cezbeden münzevinin yanında kalıp bu kitaplar hakkında daha fazla bilgi edinmek en büyük arzusuydu . Yaşlı adam, daha başka mağara var mı, diye sorunca, münzevi ya­ kınlarda çok büyük birkaç mağara daha olduğunu ve onları da gezdirebileceğini söyledi . Yaşlı adam gitmeye hazırdı, Hein­ rich'in kitaplarından aldığı zevki gören münzevi, onun burada kalmasını ve kitaplarına bakmasını sağladı . Heinrich kitapların arasında mağarada kalmış olmaktan memnundu, izin verdiği için münzeviye içtenlikle teşekkür etti. S onsuz bir zevkle sayfa ­ ları çevirmeye başladı . Nihayet, Latinceye veya İ talyancaya ben ­ zettiği yabancı bir dilde yazılmış bir kitap eline geçti. Tek bir kelimesini anlamasa da bu kitap çok hoşuna gitmişti, keşke bu lisanı bilseydim diye düşündü . Kitabın başlığı yoktu, ama say­ faları çevirdikçe bazı resimler gördü. Çok garip bir şekilde bu resimler ona tanıdık geliyordu, daha yakından baktığında fi ­ gürler arasında açıkça kendi resmini gördü. Ü rktü v e rüya gör­ düğünü sandı, ama tekrar tekrar baktığında kusursuz benzer ­ likten şüphesi kalmadı. Resimlerin birinde mağarayı, münzevi­ yi, yaşlı adamı yanında görünce hissettiklerine inanamadı . Ya ­ vaş yavaş öteki resimlerde doğulu kızı, anne ve babasını, Tü ­ bingen prens ve prensesini, dostu saray rahibini ve bazı tanı ­ dıklarını gördü; ama hepsinin elbiseleri değişikti ve başka de­ virden kalma gibiydi. Figürlerin çoğunun kim olduğunu çıkar -

90

Heinrich von Ofterdingen

tamadı, ama hepsi ona tanıdık geliyordu. Kendi resmini çeşitli pozisyonlarda gördü. S onlara doğru büyüyor ve asilleşiyordu . Elinde sazı vardı ve prenses ona bir taç uzatıyordu . Kendini kralın sarayında, gemide, narin güzel bir kıza sarılırken, vahşi görünüşlü adamlarla savaşırken ve bazı S arazen ve Araplarla dostça konuşurken gördü . Yanında sık sık ciddi görünüşlü bir adam görünüyordu. Bu yüce kişiye derin bir saygı duyuyor ve kendini onunla kol kola görmekten memnun oluyordu. S on re ­ simler karanlık ve anlaşılmazdı. Ama rüyasındaki bazı figürler onu içten bir hoşlanmayla şaşırtıyordu . Kitabın sonu yoktu ga ­ liba. Heinrich çok üzülüyordu, kitabı okuyabilmeyi ve ona ta­ mamen sahip olmayı o kadar çok istiyordu ki ! Resimlere tekrar tekrar baktı ve yabancı ile yaşlı adamın döndüğünü duyunca telaşlandı . Tuhaf bir utanç duygusuna kapıldı . Kitapta keşfet ­ tiklerinin anlaşılmasına cesaret edemiyordu;

kitabı kapattı,

münzeviye laf arasında kitabın başlığını ve hangi dilde yazıldı ­

ğını sordu . Provansça 1 yazıldığını öğrendi. Ben bu kitabı çok önceden okumuştum, dedi münzevi. İ çeriğini tam olarak hatır ­ layamıyorum. Bildiğim kadarıyla bir şairin harikulade macera ­ larını anlatır, sonsuz ilişkileriyle şiir sanatını inceler ve över. Kudüs'te ölen bir arkadaşımın eşyaları arasında buldum onu, arkadaşımın anısına saklıyorum. Bu el yazısında kitabın sonu eksiktir. Birbirlerine veda ettiler; Heinrich'in gözleri yaşlarla dolmuş, çok duygulanmıştı. Mağara ona çok tuhaf gelmişti, münzeviyi de çok sevmişti. Herkes münzeviyi candan kucakladı. O da herkesi çok sev­ mişe benziyordu. S anki münzevi onu sıcak, ısrarlı bir bakışla inceliyor gibi geldi Heinrich'e. Ayrılırken söylediği veda sözleri garip bir biçimde anlamlıydı. S anki Heinrich'in keşfettiklerini

1

Provansça: Geniş anlamda. Güney Fransa' daki diyalektlerin tümü. 1 1 - 1 3 . yüzyıllar arasında gezgin şairlerin kullandığı özel sanat dili . (ç.n.)

Novalis 9 1 anlamı§ gibi imalı konu§uyordu . Ziyaretçileri mağaraların giri ­ §ine kadar geçirdi ve herkese, ama özellikle genç delikanlıya, rahatsız edeceklerini dü§ündüğü için kendisinden köylülere bahsetmemesini rica etti. Hepsi söz verdi. Çok sürmez, tekrar görܧÜr, bugünkü ko ­ nu§malarımıza güleriz, dedi misafirleri dualarıyla uğurlarken. İ lahi bir gün bizi sarmalayacak, bu sınav vadilerinde birbirimiz ­ le dostça konu§tuğumuz, aynı dü§ünce ve sezgileri hissetmi§ olduğumuz için sevineceğiz . Bu sezgilerimiz bize dünyada gü ­ venle e§lik eden meleklerdir. Gözlerinizi hep gökyüzüne yönel ­ tirseniz memleketinize giden yolu asla §a§ırmazsınız. -Sessiz bir hu§uyla vedala§tılar, onları tedirgin bekleyen yol arkada§la ­ rını buldular ve çe§itli hikayeler anlatarak kısa bir süre sonra merak içinde yollarını gözleyen ve bin bir türlü sevinç gösteri ­ siyle onları kar§ılayan Heinrich'in annesinin bulunduğu köye vardılar .

Altıncı Bölüm

Aktif ve çalı§ma hayatı için yaratılmı§ insanlar genç ya§tan iti­ baren her §eyi kendileri inceleyerek ya§ar . Onlar, her §eye biz ­ zat kendileri el atmalıdırlar; her türlü §arta katlanmalılar, yeni bir durumun üstlerinde yaratacağı etkiye, çe§itli olayların dik­ katlerini dağıtması ihtimaline kar§ı ruhlarını adeta çelikle§tir ­ melidirler; büyük olaylarla kar§ıla§tıkları zaman, asıl gayelerini gözden kaçırmadan ve idareyi kaybetmeden durumu ustalıkla yönetebilmelidirler. S essiz incelemenin davetlerine kapılmama ­ lıdır . Ruhları, içe dönük bir seyirci olmamalı; devamlı dı§a dö ­ nük, gayretle ve tez karar vererek mantığa hizmet etmelidir. Onlar birer kahramandır . Yöneltilmeyi ve çözülmeyi bekleyen olaylar onların etrafına dolu§ ur. Bu tip insanların etkisiyle bü ­ tün tesadüfler hikayeye dönü§ür, hayatları acayip ve §a§aalı, kar ­ ma§ık ve enteresan olaylardan olu§an kesintisiz bir zincirdir. Buna kar§ılık, dünyası dü§ünce, faaliyeti inceleme, hayatı iç güçlerini sessizce geli§tirmek olan sakin, tanınmayan insanların durumu deği§iktir. Huzursuzluk onları dı§ dünyaya itmez. S e s ­ siz bir sahiplenmeyle yetinirler. Kendilerinin d e rol alacağı, bo§ vakitlerinde inceleyecek kadar önemli ve harikulade buldukları sonsuz oyundan ba§ka hiçbir §ey onları cezbetmez . Bu oyunun ruhuna duydukları arzu ile olaylara uzaktan bakarlar. Bu dün ­ yada onları dü§üncenin esrarengiz rolünü oynamaya iten i§te bu ruhtur. Ama ilk tanımlamaya uyan insanlar, dı§tan görülen olayları ve anlamları ve bunların yaydığı güçleri gözlerinde can ­ landırır . S ık sık büyük olaylarla kar§ıla§mak, dü§ünce insanlarını ra­ hatsız eder . Kaderleri sade bir hayattır, dünyanın zengin içeri ­ ğini ve sayısız görüntülerini ancak hikayelerden ve yazılardan öğrenirler. Hayatlarında bir olay onları nadiren, o da ancak çok

Nova/is 93 kısa bir süre, hızlı girdabına çekebilir, bazı tecrübelerle aktif insanların durumu ve karakteri hakkında bilgi verir. Buna kar ­ şılık çevresindeki o büyük dünyayı gençleştirerek gösteren önemsiz görüntüler hassas duyularını yeterince meşgul eder. Bu görüntülerin özü ve anlamını kendi içlerinde şaşırtıcı keşif­ lerle açıklamadan tek adım atmazlar . Ara sıra bizim evlerimize de uğrayan bu ender gezici insanlar şairlerdir . H er yerde in sarılığın ve ilk tanrılarının, yıldızların, ilkbaharın, sevginin, mut­ luluğun, bereketin, sağlık ve neşenin eski, saygın görevini yeni­ lerler . Henüz bu dünyadayken cennet huzuruna erişmişlerdir, aptalca hırslarla savrulmazlar. Yeryüzünün meyvelerini yiyip bitirmezler, sadece kokularıyla yetinirler ve geri dönüşsüz öteki dünyaya bağlıdırlar . Altın ayaklarıyla sessizce yürüyen hür mi ­ safirlerdir. Onların varlığı ile herkes ister istemez kanatlanır . Şair, iyi bir kral gibi neşeli ve aydınlık yüzleri arar . "Bilge" adı ­ nı almaya o hak kazanmıştır. Ş airleri kahramanlarla karşılaştır­ dığımızda, onların şarkılarının genç kalplerde kahramanlık his ­ leri uyandırdığını görürüz, ama kahramanlıklar şiirin ruhunu uyandıramaz . Heinrich doğuştan şairdi . Onu eğitmek için birçok tesadüf bir araya gelmişe benziyordu ve şimdiye kadar hiçbir şey onun içindeki coşkuyu bozmamıştı. Gördüğü ve duyduğu her şey için ­ de yeni kapılar, yeni pencereler açıyordu. Büyük ve karşılıklı ilişkileriyle önünde dünyayı görüyordu. Ama henüz dilsizdi ve bu dünyanın ruhu sayılan konuşma daha uyanmamıştı. O ara ­ da yanında sevimli bir kızla birlikte bir şairin yaklaştığını gör ­ dü. Tatlı, zarif bir ağzın değişiyle dudaklarını araladı ve ana di­ linin seslerinde basit bir akordu sonsuz melodilere dönüştürdü . Yolculuk sona ermişti. Yolcularımız sağ salim ve neşe içinde dünyaca tanınmış Augsburg şehrine vardıklarında akşam ol­ mak üzereydi . Beklentiler içinde, geniş sokaklardan geçerek yaşlı S chwaning'in muhteşem evine doğru atlarını sürdüler . Heinrich'e bu yöre çok çekici geldi. Şehrin canlı kalabalığı ve büyük taş evler hoş bir biçimde garibine gidiyordu . Burada

94

Heinrich von Ofterdingen

kalacaklarına içten seviniyordu. Annesi uzun, zahmetli yolcu ­ luktan sonra doğduğu şehre gelmekten çok memnundu . Az. sonra babasını ve eski tanıdıklarını tekrar kucaklayacağı, Hein­ rich'i onlara tanıştıracağı ve gençliğinin tatlı anıları sayesinde ev gailesini unutacağını bildiği için de ayrıca seviniyordu . Tüc ­ carlar ise, şehirde onları bekleyen eğlencelerle yol yorgunluğu ­ nu telafi edebilmeyi ve karlı işler yapmayı ümit ediyordu. Yaşlı S chwaning'in evi ışıklara bürünmüştü . Neşeli bir mü ­ zik sesiyle karşılandılar . Dedenizin evinde eğlenceli bir davet olduğu anlaşılıyor, dedi tüccarlar . Biz de tam zamanında gel ­ mişiz . Davetsiz misafirlere ne kadar da şaşıracak! Asıl eğlence ­ nin şimdi başlayacağını aklından bile geçirmiyordur herhalde . Heinrich biraz çekiniyordu, annesi de kıyafeti yüzünden tedir­ gindi. Atlarından indiler, tüccarlar atların yanında kaldı, Hein ­ rich ve annesi konağa girdiler. Aşağıda ev halkından kimse gö­ zükmüyordu . Geniş helezonlu merdivenden yukarıya çıktılar. Etrafta koşuşturan hizmetçilere, S chwaning'e kendisiyle ko ­ nuşmak isteyen bazı yabancıların geldiğini söylemelerini istedi­ ler. Hizmetkarlar başta biraz zorluk çıkardılar; yolcuların görü ­ nüşünü beğenmemişlerdi, ama gene de evin beyine haber ver ­ diler . Yaşlı S chwaning yanlarına geldi . Onları tanıyamadı, kim olduklarını ve ne istediklerini sordu . Heinrich'in annesi ağlaya­ rak ona sarıldı . Kızınızı tanımadınız mı, diye ağlayarak devam etti. S ize oğlumu getirdim . Yaşlı baba son derece duygulanmış­ tı. Onları uzun uzun göğsüne bastırdı. Heinrich diz çöktü, sev­ giyle dedesinin elini öptü . S chwaning onu ayağa kaldırdı, an ­ neye ve oğluna sımsıkı sarıldı. Hemen içeriye geçin, dedi Sch­ waning, arkadaşlarımı ve bazı tanıdıklarımı davet ettim . Onlar da çok sevinecek. Heinrich'in annesi biraz bocaladı . Düşüne ­ cek vakit yoktu . Babası, ikisini de yüksek tavanlı, ışıklandırılmış salona soktu . S ize Eisenach' dan gelen kızımı ve torunumu ge ­ tirdim, diye Schwaning harika giyimli neşeli topluluğa seslendi. Bütün gözler kapıya yöneldi. Herkes koşarak geldi, müzik sus ­ tu, renkli topluluğun ortasında tozlu elbiseleri içinde iki yolcu

Nova/is 9 5 §a§kın ve gözleri kama§mı§ kalakaldı . Ağızdan ağıza sevinç çığ ­ lıkları yükseliyordu. Eski tanıdıkları annenin etrafını sardı. S o ­ n u gelmeyen sorular sormaya ba§ladılar . Herkes ilk önce ken ­ disinin tanınmasını ve selamlanmasını istiyordu . Topluluktaki daha ya§lıca olanlar anneyle ilgileniyordu, gençlerin dikkati ise gözlerini yere dikerek tanımadığı yüzlere tekrar bakmaya cesa­ ret edemeyen yabancı delikanlıya odaklanmı§tı. Dedesi onu mi­ safirlerle tanı§tırdı, babasını ve yolculuğunda geçen olayları sordu . Annenin aklına, kibarlıktan a§ağıda atların yanında bek­ leyen tüccarlar geldi . Babasına söyleyince S chwaning hemen birilerini a§ağıya yolladı ve onları da yukarıya davet etti . Atları ahıra götürdüler, tüccarlar da onlara katıldı. S chwaning kızına arkada§ça refakat ettikleri için onlara te ­ §ekkür etti. Tüccarlar, orada bulunanların çoğunu tanıyordu, dostça selamla§tılar . Anne temiz kıyafetler giymek istiyordu . Schwaning kızını odasına çıkarttı, Heinrich de aynı maksatla onları izledi . Misafirler arasında, o kitapta sık sık Heinrich'in yanında gördüğünü zannettiği adama benzeyen birisi dikkatini çekti. Asil görünümü onu herkesten farklı kılıyordu . Yüzünün ruhun­ da §en bir ciddiyet izleniyordu . Açık ve ho§ çıkıntılı bir alın, iri siyah, keskin kuvvetli gözler, ne§eli ağzının etrafında muzip bir ifade ve erkeksi hatlar, yüzüne anlam ve cazibe kazandırıyordu . İ ri yapılıydı, hareketleri sakin ve anlamlıydı, bulunduğu yerde sonsuza kadar durmak ister gibiydi . Heinrich dedesine bu ada­ mın kim olduğunu sordu . Onu hemen fark etmi§ olmana sevin ­ dim, dedi ya§lı adam . O benim kıymetli dostum §air Klingsohr' dur. Onu tanımakla ve dostluğunu kazanmakla kralla dost ol­ maktan daha fazla övünebilirsin. Kalbinde kimse var mı? Güzel bir kızı var, belki senin hakkında babasına iyi §eyler söyler . Onu hala fark etmemi§ olmana §a§ırdım. Heinrich kızardı. Bi­ raz dalgındım dedeciğim, dedi. Çok kalabalıktı, sadece sizin ar­ kada§ınıza bakıyordum. Kuzey'den geldiğin belli oluyor, diye

96

Heinrich von Ofterdingen

cevap verdi S chwaning. Burada seni yumuşatmayı biliriz biz. Güzel kızlarla ilgilenmeyi öğrenmelisin. Yeni kıyafetlerini giyen Heinrich ve annesi, akşam yemeği için hazırlık yapılan salona döndüler . Yaşlı Schwaning, Hein ­ rich'i Klingsohr'a götürdü, torununun onu hemen fark ettiğini ve onunla tanışmayı çok arzu ettiğini söyledi. Heinrich çekiniyordu . Klingsohr onunla memleketi ve yol ­ culuğu hakkında konuştu . Sesi o kadar güven vericiydi ki, He­ inrich cesaretlenerek onunla samimi bir sohbete daldı. Az. son­ ra S chwaning tekrar yanlarına geldi ve güzel Mathilde'yi de be ­ raberinde getirdi. Çekingen torunumla arkadaşlık edin ve siz ­ den önce babanızı fark ettiği için kusura bakmayın . Parlayan gözleriniz uyuyan gençliğini canlandıracaktır. Onun memleke ­ tinde ilkbahar geç gelir. Heinrich ve Mathilde kızardılar . Ş aşkınlıkla birbirlerine ba­ kıyorlardı. Mathilde Heinrich' e zar zor duyulan sözlerle dans etmeyi sever misiniz, diye sordu . Heinrich, evet, dedi . Neşeli bir dans müziği başlamıştı. Sessizce kıza elini uzattı . Mathilde de onun elini tuttu ve vals yapan çiftlerin arasına karıştılar. S chwaning ve Klingsohr onları seyrediyordu. Annesi ve tüccar ­ lar Heinrich'in çevikliğine ve dans arkadaşının güzelliğine sevi ­ niyorlardı . Heinrich'in annesinin, bu kadar iyi yetişmiş ve ümit vadeden oğlu için onu tebrik eden gençlik arkadaşlarıyla konu­ şacak çok şeyi vardı. Klingsohr, S chwaning'e, torununuzun çok çekici bir yüzü var, dedi. Aydınlık ve mükemmel bir ruha işaret ediyor, sesi de derinden, kalpten geliyor. Anlayışlı bir öğ­ renciniz olacağını umuyorum, diye cevap verdi S chwaning. Ba­ na öyle geliyor ki, şairlik için yaratılmış . S izin ruhunuz ona geç ­ sin. Babasına benziyor, ama onun kadar sert ve inatçı değil . O ­ nun da gençliğinde güzel yetenekleri vardı, ama içtenliği eksik­ ti. Çalışkan ve becerikli bir ustadan daha fazlasını olabilirdi . Heinrich dans hiç bitmesin istiyordu . Büyük bir beğeniyle dans partnerinin gözlerine bakıyordu . O da masum gözlerini deli ­ kanlıdan kaçırmıyordu. Babasının en güzel biçimde kıyafet de-

Novalis 9 7 ğiştirmiş ruhuydu sanki . İ ri sakin gözlerinde ebedi gençlik yan ­ sıyordu . Gök mavisi bir fonda kahverengi yıldızların yumuşak parıltısı görülüyordu. Alnı ve burnu oya gibi yüzünü süslüyor ­ du. Yüzü doğan güneşe doğru eğilmiş bir zambaktı. İ nce, be­ yaz boynundan uzanan mavi damarlar edalı kıvrımlarla yumu ­ şak yanaklarına sarılıyordu . S esi uzak bir yankıya benziyor, kahverengi dalgalı saçlarının süslediği başı, tüy gibi vücudunun üstünde süzülüyordu . Yemekler gelmeye başlayınca dans sona erdi. Yaşlılar bir ta ­ rafa, gençler diğer tarafa oturdular . Heinrich, Mathilde' nin yanında kaldı . Akrabası genç bir kız Heinrich'in soluna, Klingsohr tam onun karşısına oturdu . Mat­ hilde ne kadar az konuşuyorsa, diğer yanındaki Veronika da o kadar çok konuşuyordu . Kısa sürede Heinrich'le yakınlık kuran Veronika, hemen delikanlıyı orada bulunanlarla tanıştırdı . He­ inrich, Veronika' nın söylediği sözlerin çoğunu duymuyordu bile. Aklı hala dans arkadaşındaydı, sağ tarafına dönebilmeyi çok istiyordu . Klingsohr onların sohbetini keserek Heinrich'in frağına iliştirdiği garip figürlerle süslü kurdelenin ne anlama geldiğini sordu . Heinrich çok duygulanarak Doğulu kızı anlat ­ tı. Mathilde ağlıyor, Heinrich de gözyaşlarını ancak güçlükle gizleyebiliyordu . Bunun üstüne kızla konuşmaya başladı . Her ­ kes sohbet ediyordu ; Veronika kahkahalar atıyor ve tanıdıkla­ rıyla şakalaşıyordu . Mathilde Heinrich'e babasının sık sık gitti ­ ği Macaristan' dan ve Augsburg'daki hayattan bahsetti . H erke ­ sin keyfi yerindeydi. Müzik çekingenliği yok ediyor ve herkesi neşeli oyunlara davet ediyordu . Masanın üstündeki gösterişli çiçek sepetleri buram buram kokuyor; şarap, tabaklar ve çiçek­ ler arasına dolaşıyor; altın kanatlarını sallıyor ve dünya ile da­ vetliler arasına renkli perdeler geriyordu . Heinrich eğlenmenin ne demek olduğunu ancak şimdi anlıyordu. Masanın etrafında binlerce neşeli ruh uçuşuyor gibi geldi ona, sessiz bir coşkun­ lukla şen insanların sevinçleriyle yaşıyor, onların keyifleriyle sarhoş oluyordu . Hayatın zevkleri altın meyvelerle yüklü çınla -

98

Heinrich von Ofterdingen

yan bir ağaç gibi onu bekliyordu . Kötülükten eser yoktu; insan ­ ların bu ağaçtan uzakla§arak tehlikeli yasak elmaya veya sava§ ağacına yönelmesi ona imkansız geliyordu . Şarabın tadını çı­ kartmaya, yemeğin lezzetini anlamaya ba§ladı . Enfes bir yağ yemeklere tat veriyor, kadehlerden hayatın parlaklığı ta§ıyordu . Genç kızlar, ya§lı S chwaning'e taze çiçeklerden yapılmı§ bir taç sundular . S chwaning tacı taktı, kızları öptü ve Klingsohr'a da bir taç getirin, §imdi ikimiz beraber te§ekkür için size birkaç yeni §arkı öğreteceğiz, dedi . Benim §arkını hemen hazır . Müzi­ ğin ba§laması için bir i§aret verdi ve yüksek sesle söylemeye ba§ladı :

Biz değil miyiz dertli yaratıklar? Kaderimiz karanlık, Bekliyor zorluk ve yokluklar. Biz, her §eyi saklamaya alı§ık. Şikayetlerimizi bile GömmܧÜZ göğsümüze. *

Anne-babanın söylediği her şeye Karşı çıkar taşan kalbimiz, Özlemle bakarız yasak meyveye Ve ona kavuşamamanın acısını hissederiz. İsteriz hoş delikanlıları Sımsıkı kalbimize bastırmayı. *

Düşünmek günah mı bunu? Serbesttir bize düşünceler Zavallı bir kızın ruhunu Tatlı rüyalardan başka ne teselli eder? İsteseniz de onları kovmak İmkansızdır artık uzaklaştırmak. *

Geceleri dua etsek bile, Korkutur yalnızlık bizi, Dolar öpüşlerimize

Novalis 99

Sevginin güzelliği ve özlemi. Her şeyi feda etmeye hazırız, her şeyi Ama asla düşünmeyiz aşktan vazgeçmeyi. *

Gizlenemez cazibemiz Sert annemizin emriyle Kendiliğinden fışkırıyor gençliğimiz Ah! Ne elde edebiliriz iyi niyetle? İçimiz özlemle titrer, En sağlam zincirler gevşer. *

Her hevesi kilitlemek. Sert ve soğuk, taş gibi. Güzel gözleri görmemek. Yapayalnız ve çalışkan kişi Reddedersen her dileği. Nerede kaldı bunun gençliği? *

Çoktur kızların derdi. Kalpleri yaralı, hastadır ruhları Ödüllenir sessiz şikayetleri. Solgun bir dudak öperse onları. Sayfalar hiç çevrilmeyecek mi? Yaşlıların devri sona ermeyecek mi? Yaşlılar ve genç erkekler kahkahalarla güldü . Kızlar kızararak belli etmeden gülümsedi. Çeşitli şakalaşmalar arasında bir taç daha getirdiler ve Klingsohr'a taktılar . Israrla, bir daha bu ka­ dar açık saçık bir şarkı söylememesini rica ettiler. Hayır, dedi Klingsohr, sırlarınızı alçakça ele vermemeye dikkat ederim. Ne tür bir şarkı istediğinizi siz kendiniz söyleyin. Aman aşk şarkısı olmasın, eğer isterseniz bir şarap şarkısı söyleyin, dedi kızlar. Klingsohr şarkısına başladı; Yeşil dağlarda bir Tanrı doğuyor, Sunuyor bize cenneti,

1 00

Heinrich von Ofterdingen

Güne§ sevgiyle kucaklıyor. Sarıyor onu alevleri. *

Tabiat ne§eyle gebe kalır ilkbaharda. Narin bedenini sessizce uyandırır. Meyvelerle süslenince sonbaharda. Altın saçlı çocuğunu kucağına alır. *

Onu yer altı mahzenlerinde Dar be§iklere koysalar da. Hayalindeki ziyafet ve zaferlerde Görür kendini rüzgarlı saraylarda. *

Sabırsızlıkla geli§irken odasında. Girmesin kimse hücresine. Tahammülü yoktur hiçbir bağa, Kopartır genç gücünün etkisiyle. *

Büyürken hayal aleminde Görülmeyen bekçileri etrafını sarar; Görürse onları kutsal e§ikte Mızrağının nefesi ile yaralar. *

Açıldıkça kanatlar. Gözükür açık renkli gözleri, Beyhude söylenir papazlar, Yalvarsa da tamamlanır geli§mesi. *

Deler be§iğinin karanlık göğsünü, Kristal elbiseleriyle doğar, Gizli anla§manın olgun gülünü. Anlamla elinde tutar. *

Hayranları ne§eyle Her yerde etrafını sarar.

Novalis

101

Ve bin dudak neşeyle Ona aşkını ve teşekkürünü sunar. *

Sayısız ışınlarla derin hayatını Dünyaya sunar. Aşk, kadehten yudumlar tadını. Dostu olur sonsuza kadar *

Her dem letafetini över, Ezelden beri kadim dostu, Mest olarak adını terennüm eder. Şairdir Altın Çağ'ın gerçek ruhu. *

Bağlılığının ödülüdür her şairin, Bakmak güzel dudakların tadına. Sesi çıkmaz hiçbir sevgilinin. Bu görevi Tanrı vermiştir ona. Ne harika bir peygamber, diye bağırıştı kızlar. S chwaning çok sevinmişti. Kızların itirazları hiç fayda etmedi . Güzel dudakla ­ rını S chwaning'e uzatmak mecburiyetinde kaldılar. Heinrich, yanındaki ağırbaşlı kızdan utanmasa, şairlerin önceliğinden duyduğu memnuniyeti açıkça belli edecekti. Veronika da çiçek sunanlar arasındaydı . Neşe içinde dönerek Heinrich'e sordu; Doğru, değil mi? Ş air olmak çok güzel! Heinrich bu soruya ce ­ vap vermeye çekindi. S evincin taşkınlığı ve ilk aşkın ciddiyeti ruhunda bir savaş veriyordu . Alımlı Veronika, diğerleri ile şa­ kalaşırken, Heinrich taşkın sevincini yatıştırma fırsatı bulabildi. Mathilde, Heinrich' e saz çaldığını söyledi . Ah, ne güzel, dedi Heinrich, saz çalmayı sizden öğrenmek isterim. Uzun zaman­ dır öğrenmek istiyordum zaten. -Bana babam ders verdi, eşsiz güzellikte saz çalar, dedi Mathilde kızararak. -Ama hocam siz olursanız ben daha çabuk öğrenirim. Ş arkılarınızı dinlemeyi sabırsızlıkla bekliyorum. -Çok fazla şey beklemeyin . -Daha ne

1 02

Heinrich von Ofterdingen

bekleyebilirim ki, sesiniz zaten şarkı gibi, görüntünüz ise ulvi bir müziğin habercisi. Mathilde hiçbir şey söylemedi. Babası, Heinrich'in heyecanlı bir hoşnutlukla katıldığı bir konu açtı. Yanındakiler onun ko ­ nuşkanlığına ve düşüncelerini ifade edişindeki zenginliğe şaşı­ rıp kaldılar . Mathilde ağzını açmadan dikkatle onu izliyor, mi­ miklerini en güzel bir şekilde açıklayan sözlerinden hoşlandığı nı sadece bakışlarıyla belli ediyordu. Heinrich'in gözleri alışıl ­ madık bir biçimde parlıyor, ara sıra yüzündeki ifadeye şaşıran Mathilde'ye bakıyordu . Konuşmasının ateşi içinde farkına var ­ madan kızın elini tutuverdi. Mathilde, bazı sözleri delikanlının elini hafifçe sıkarak onaylıyordu . Klingsohr, Heinrich'in heye ­ canını destekleyerek, bütün ruhunu dudaklarından çıkan sözle ­ re yöneltmesine yardımcı oldu . Nihayet herkes heyecanla ayağa kalktı. Heinrich, Mathilde'nin yanından ayrılmıyor, dikkat çek­ memek için kenarda duruyorlardı. Heinrich'in şefkatli öpüşüne Mathilde itiraz etmedi ve anlatılamayacak bir tatlılıkla delikan­ lıya baktı . Kendine hakim olamayan delikanlı, kızı bu kez du­ daklarından öptü . Mathilde çok şaşırmıştı, ister istemez bu ateşli öpücüğe karşılık verdi. Birbirlerine söyleyebildikleri tek sözcükler, "Canım Mathilde'm" ve " S evgili Heinrich'im" oldu . Mathilde, Heinrich'in elini sımsıkı tuttu ve diğer misafirlerin arasına karıştı. Heinrich sanki cennette gibiydi. Oğlunun yanı­ na yaklaşan annesi, Augsburg' a gelmemiz iyi olmadı mı, diye sordu . Memnunsun, değil mi? S evgili Anneciğim, dedi Hein­ rich, bu kadar harika olacağını düşünemezdim. Her şey olağa ­ nüstü güzel! Gecenin geri kalan kısmı sonsuz bir neşe içinde geçti. Yaşlı­ lar oyunlara katılıyor, sohbet ediyor ve dansları seyrediyordu. Müzik salonda bir neşe denizi gibi dalgalanıyor ve kendinden geçen gençliği daha da coşturuyordu. Heinrich ilk aşkının hazzını yaşıyordu . Mathilde de kendini bu yeni duygularının hoş dalgalarına terk etmiş, tomurcukla-

Nova/is

1 03

nan a§kını hafif bir tülle örtüyordu . Ya§lı S chwaning, yakla§an a§kı görüyor ve onlara tatlıca takılıyordu . Klingsohr, Heinrich' i beğenmi§ti ve yumu§ak ba§lılığından çok memnundu . Diğer delikanlılar ve genç kızlar bu durumun derhal farkına varmı§lardı. Ağırba§lı Mathilde'ye genç Turing­ ya'lı ile ilgili sözlerle takılıyor ve artık Mathilde' nin gönül me ­ selelerinden çekinmesine gerek kalmadığını belli ediyorlardı . Topluluk, ancak gecenin geç saatlerinde dağıldı. Yorulan annesi de dinlenmeye çekildikten sonra tek ba§ına kalan Hein­ rich, bu hayatımın ilk ve tek eğlencesi diye dü§ündü . Mavi çi­ çeği gördüğüm rüyamdaki gibi hissediyorum kendimi aynen. Mathilde ile bu çiçek arasında ne tür garip bir ili§ki var? Çiçek yaprakları arasından bana doğru eğilen o yüz, Mathilde'nin nefis yüzüydü . Ş imdi bu yüzü o kitapta da gördüğümü anımsı­ yorum. Ama o zaman niye bu kadar heyecanlanmadım? Ah, Mathilde §arkıların gözle görülen ruhu, tam babasının kızı! Müziğiyle beni eritecek. Ruhumun en derinine i§leyecek, kutsal ate§imin koruyucusu olacak. İ çimde öyle sonsuz bir sadakat hissi var ki ! S adece ona hayran olmak, ona hizmet etmek, onu dü§ünmek ve hissetmek için dünyaya geldim ben . Onu seyret ­ mek ve ona tapmak için bölünmemi§ tüm bir varlık gerekli de­ ğil mi? Onun varlığının yansıdığı, aynası olan §anslı ki§i benim i§te ! Ona yolculuğumun en sonunda rastlamı§ olmam, kutsal bir eğlencenin hayatımın en yüce anını renklendirmesi sadece bir tesadüf değil ! Ba§ka türlüsü dü§ünülemez. Zaten Mathilde' nin varlığı her §eye bir bayram havası katmıyor mu? Heinrich, pencereye doğru ilerledi . Karanlık gökyüzünde küme yıldızlar parlıyordu . S abah olduğunda beyaz bir ı§ık do­ ğan günü müjdeledi. Heinrich büyük bir CO§kuyla haykırdı : Ey, ebedi yıldızlar, siz sessiz yolcular, kutsal yeminimin §ahitleri olarak size sesle ­ niyorum! Mathilde için ya§ayacağım. Ebedi bir sadakat kalple ­ rimizi birle§tirecek. Benim ruhumda da sonsuz bir gün doğu -

1 04

Heinrich von Ofterdingen

yor. Gece sona erdi. Doğan güneşe kendimi hiç sönmeyecek bir kurban olarak adıyorum. Heinrich heyecandan ancak sabaha doğru uykuya dalabildi . Ruhundaki düşünceler garip rüyalarla karıştı. Yeşilliklerin için ­ de derin mavi bir nehir parlıyordu . Nehrin sakin yüzeyinde bir kayık yüzüyordu . Mathilde bu kayığın içinde oturmuş, kürek çekiyordu. Çiçeklerle bezenmişti, bir şarkı söylüyor, tatlı bir hüzünle Heinrich'e bakıyordu . Heinrich'in yüreği daraldı. S e ­ bebini anlayamadı . Gök bulutsuz, nehir sakindi . Mathilde'nin harika yüzü dalgalara yansıyordu . Aniden kayık sallanmaya başladı . Heinrich korku içinde Mathilde'ye seslendi. Mathilde gülümseyerek kürekleri dönüp duran sandala bıraktı . Heinrich dehşetli bir korkuya kapıldı. Nehre atladı ama kıpırdayamıyor ­ du, sular onu sürüklemeye başlamıştı. Mathilde elini sallıyor, Heinrich'e bir şey söylemek istiyordu sanki, ama kayık su al ­ maya başlamıştı. Mathilde tarif edilemeyecek bir içtenlikle gü ­ lümsedi ve neşeyle anafor yapan sulara baktı . Birdenbire akın ­ tıya kapıldı . Az önce sakin ve parıldayarak akmakta olan nehrin üstünde hafif bir rüzgar esmeye başladı. Müthiş bir korkuya kapılan Heinrich bilincini kaybetti. Kalbi atmıyordu sanki . An ­ cak karaya çıktığını anladığında kendine gelebildi. Çok uzun zaman yüzmüş olmalıydı. Tanımadığı yabancı bir yerde buldu kendini . Ne olduğunu anlayamadı. Ruhu yok olmuştu . Düşün ­ meden karanın içlerine doğru ilerlemeye başladı . Kendini son derece yorgun hissediyordu . Bir tepeden çan sesleri çıkartan küçük bir kaynak fışkırıyordu . Eliyle birkaç damla su aldı ve kurumuş dudaklarını ıslattı . Korkunç olay ürkek bir rüya gibi gerilerde kalmıştı. İ lerlemeye devam etti, çiçekler ve ağaçlar onunla konuşuyordu . Kendini çok rahat ve vatanındaymış gibi huzurlu hissetti. O anda aynı şarkıyı tekrar duydu . S esin geldi ­ ği yöne koştu. Birden birisi onu eteğinden çekti. S evgili Hein ­ rich, diyordu tanıdığı bir ses. Arkasına döndü, Mathilde onu kollarına aldı. Niye benden kaçtın canım sevgilim, dedi, derin derin soluk alarak. S ana yetişemeyecektim neredeyse . Heinrich

Novalis

1 05

ağlamaya başladı. Kızı göğsüne bastırdı. -Nehir nerede, diye sordu gözyaşları arasında. Ü stümüzden akan mavi dalgalarını görmüyor musun? Heinrich başını kaldırdı ve sessizce başları ­ nın üstünden akan mavi nehri gördü . Neredeyiz biz sevgili Mat­ hilde? Ebeveynimizin yanında. Hep beraber olacağız, değil mi? S onsuza dek, dedi Mathilde ve Heinrich'e öyle bir sarılıp öptü ki, artık birbirlerinden ayrılamaz oldular . Heinrich'in bütün benliğini saran harika, gizli bir söz söyledi. Heinrich tam bu kelimeyi tekrarlamak isterken dedesinin sesiyle uyandı. Bu ke ­ limeyi hatırlayabilmek için canını vermeye hazırdı.

Yedinci Bölüm

Klingsohr, Heinrich' in yatağına yaklaştı ve gülen yüzüyle, gü ­ naydın, dedi. Keyfi yerine gelen delikanlı Klingsohr' a sarıldı. Aslında sarılmak istediği siz değilsiniz ki, dedi S chwaning. Heinrich gülümsedi ve kızaran yüzünü annesinin yanaklarına gömerek sakladı. Ş ehrin girişinde güzel bir tepede benimle beraber kahvaltı etmek ister misiniz, diye sordu Klingsohr . Bu harikulade sabah sizi kendinize getirir. Haydi giyinin. Mathilde bizi bekliyor. Heinrich büyük bir coşkuyla çok memnun olduğu bu daveti kabul etti . Bir saniyede giyindi ve heyecanla Klingsohr'un elini öptü . Sade sabah kıyafeti içinde çok sevimli görünen ve onu tatlı tatlı selamlayan Mathilde' nin yanına gittiler . Bir koluna kahvaltı malzemelerini koyduğu sepeti takmıştı, öteki kolunu çekinme ­ den Heinrich'e uzattı. Klingsohr da onları takip ediyordu. Çok­ tan uyanmış şehrin içinden geçerek, ulu ağaçların altında göz alabildiğine uzanan güzel manzaranın seyredilebileceği nehir kıyısındaki küçük bir tepeye çıktılar. Renkli tabiatın uyanışı, onun çeşitli zenginliklerinin huzur dolu varlığı beni her zaman mutlu etmiştir. Ama bugünkü ka ­ dar yaratıcı ve derin bir neşe benliğimi ilk olarak sarıyor . Uzak­ ta görülen yerler bana o kadar yakın ki aslında ! Zengin toprak­ lar sanki içimdeki hayal gücünü yansıtıyor. Yüzeyi ne kadar de­ ğişmez gözükse de, tabiat gerçekte ne kadar da değişken! Ya ­ nımızda kuwetli bir ruh, bir melek varken gördüğümüz tabiat ile devamlı şikayet eden yokluk içinde bir kimsenin veya top­ raktaki ekini için karanlık yağmurlu günlere ihtiyacı olan, sız ­ lanan bir köylünün varlığı eşliğinde izlediğimiz tabiat ne kadar farklı! Bu zevki size borçluyum değerli üstadım. Evet, bu zevki,

Novalis

1 07

çünkü ruhumun durumunu gerçekten ifade edebilecek daha uygun bir kelime yok. S evinç, haz ve hayranlık, bizi daha de­ ğerli bir hayata ulaştıran bu zevkin sadece parçacıkları. Mathil ­ de' nin elini kalbine bastırarak ateşli bir bakışla onun yumuşak, hassas gözlerine daldı . Cisimler ışık için ne ifade ediyorsa, tabiat da bizim ruhumuz için aynı anlama gelir, diye karşılık verdi Klingsohr . Cisimler ışığı yakalar, özel renklere dönüştürerek kırar . Yüzeyinde veya kendi içinde bir aydınlık oluşturur . Eğer cisim ile ışık aynı ka­ ranlıkta ise, o zaman ışık bu cismi aydınlatır ve şeffaflaştırır. A­ ma eğer ışık bu cisimden daha parlak ise o zaman ondan uzak­ laşarak diğer cisimleri aydınlatır. En karanlık cisim bile su, ateş ve hava sayesinde aydınlanır ve parlar . S izi anlıyorum sevgili üstadım . İ nsanlar bizim ruhumuzda kristal görevini görür. Onlar saydam doğa gibidir. S evgili Mat­ hilde, siz çok değerli, saf bir gök yakut gibisiniz . Gökyüzü gibi berrak ve saydamsınız, tatlı ışığınızla bizi aydınlatıyorsunuz . Ama haklı mıyım, değil miyim, söyleyin lütfen sevgili üstadım . Bana öyle geliyor ki, tabiata en yakın olduğumuz anlar ondan bahsetmek istemediğimiz ve onu en az anladığımız anlardır. Bu anlayışa göre değişir, diye devam etti Klingsohr. Tabia­ tın bize verdiği zevk ile ruhumuzda ve dünyadaki güçlerimizin yöneticisi aklımızda yarattığı etki farklıdır. Hepsini birlikte değerlendirmemiz lazımdır . Çoğu insan, tabiatı sadece bir yönü ile tanır; diğer yönünü küçümser. Ama bu ikisini birleştirirsek kendimizi o zaman daha iyi hissederiz . Ne yazık ki, çok az in­ san ruhunun derinliklerinde hür ve rahat hareket etmeyi dü ­ şünmediği için ruh gücünü uygun ve doğal bir biçimde kullan ­ mayı beceremez. Çoğunlukla biri diğerini engeller ve giderek çaresiz bir tembellik oluşur. Bu tür insanlar tüm güçleriyle iler ­ lemek isteseler de muazzam bir karmaşa ve kavga başlar ve her şey alt üst olur. Aklınızı, doğal dürtülerinizi, her şeyin nasıl oluştuğunu ve kendi aralarındaki sıra kurallarıyla bağlantılarını iyi bilin, onları çalışkanlık ve gayretle destekleyin. Bunu ne

1 08

Heinrich von Ofterdingen

kadar tekrarlasam yetmez . Bir şair için en vazgeçilmez şey, her olayın tabiatını kavrayabilmek, her gayeye ulaşacak yolları ta­ nımak, zamana ve duruma göre en uygun olanını seçebilmek ve tüm ruhuyla uyanık kalmaktır. Akılsız heyecan işe yaramaz ve tehlikelidir. Ş air mucizelere hayret etmeye başlarsa kendisi­ nin mucize yaratması zordur. Ama şairin, kaderi insanların yönettiğine içten inanması da şart değil midir? Kaderi derinlemesine düşündüğünde başka türlü gözünde canlandıramadığı için şarttır bu. Ama bu neşeli emin olma, korku dolu emin olmamadan, batıl inançların kör korkusundan ne kadar uzaktır! Ve şair ruhunun o serin, canlandırıcı sıcaklığı aynı zamanda hasta bir kalbin vahşi taşkınlığının yansımasıdır . Bu sıcaklık zavallı, uyuşturucu ve geçicidir, taşkınlık ise bütün biçimleri ayırt eder, çeşitli durumların gelişmesini destekler ve kendisi sayesinde sonsuzluğa ulaşır. Genç şair ne kadar sakin, ne kadar aklı başında olsa da, bu yeterli değildir . Gerçek, me ­ lodilerle dolu bir söylem için geniş, dikkatli ve sakin bir anlayış gerekir. Göğsünde çılgınca akan seller dikkatini titreyen bir düşüncesizliğe dönüştürürse, şairin dili karmakarışık bir saç ­ malamadan ileriye gidemez . Bir daha tekrarlıyorum: Gerçek ruh, ışık gibidir. S akin ve duyarlı, esnek ve ısrarlı, güçlü ve belirsiz. Bütün cisimlere hassas bir ölçüyle dağılır, onları çeşitli cazip biçimlerde gösterir, bu değerli öğe kadar etkilidir. Ş air gerçek çeliktir. İ nce bir cam parçası gibi hassas, kırılmayan bir taş gibi serttir. Ben de bunu fark etmiştim zaten. En içten hissettiğim an ­ larda, serbestçe dolaşıp her işi keyifle yaptığım zamanlardakin ­ den daha az canlıydım. O zamanlar ruhani keskin bir varlık içi­ mi dolduruyor, her duyumu keyfimce kullanabiliyor, her dü­ şünceyi gerçek bir cisim gibi eğirip çevirip her yönünden ince ­ leyebiliyordum. Babamın atölyesinde sessiz bir ilgiyle bekler, ona yardım edip bir şeyler becerirsem sevinirdim. Becerikliliğin çok özel bir çekiciliğinin olduğu doğru . Bunun farkında olmak

Nova/is

1 09

o anlaşılmaz, coşkun harikalığın taşkın hissinden daha kalıcı ve belirgin bir zevk verir. Bu coşkuyu yerdiğimi zannetmeyin . Coşku, peşinden koş ­ madan kendiliğinden gelişmelidir. Az gözükmesi daha hayırlı­ dır. Fazla coşku, yorucu ve zayıflatıcıdır. Ardında bıraktığı tatlı, uyuşturan histen kurtularak düzenli, gayret gerektiren bir uğ­ raşa ne kadar çabuk dönerseniz o kadar iyi . Uyuşturucu girda­ bından güçlükle kurtulduğumuz tatlı sabah rüyalarına benzer bu durum aynen. Gittikçe bastıran bir yorgunluğa kapılmadan ve sonra bütün günü hasta gibi bitap bir halde sürüklenerek geçirmeden kurtulmamız gereken sabah rüyalarına. Ş airlik özellikle ciddi bir sanat olarak uygulanmalıdır, diye devam etti Klingsohr. S adece zevk almak söz konusu olduğun ­ da sanat olmaktan çıkar. Ş air bütün gün avare gezinerek imaj ve hislerin peşinde koşmamalıdır. Bu yanlış bir yoldur . Saf, te ­ miz duygular, düşünmede ve incelemede beceriklilik ve bütün olanaklarını karşılıklı canlandırıcı bir aktiviteye dönüştürme ve sürdürebilme yeteneği . . . İ şte bizim sanatımızın şartları bunlar ­ dır. Kendinizi bana bırakırsanız, bilgilerinizi zenginleştirmedi­ ğiniz, faydalı görüşler kazanmadığınız tek gününüz bile geç ­ mez . Ş ehrimiz her tür sanatçı ile dolu . Burada deneyimli devlet adamları, eğitimli tüccarlar bulunur. Kolaylıkla bütün meslek mensupları, cemiyetin her sınıfından kişilerle tanışabilirsiniz . S ize memnuniyetle sanatımızın ustalıkları konusunda ders ve ­ ririm, en ilginç yazıları sizle beraber okurum. Mathilde'nin ders saatlerini paylaşabilirsiniz. O da şize severek saz dersi verecek­ tir . Her meşguliyet bir diğerini hazırlayacaktır. Gününüzü böy­ le güzel planlarsanız akşam toplantılarındaki sohbetleri, çevre­ deki güzel tabiat manzaralarını her seferinde yeniden büyük bir keyifle yaşarsınız . Ö nümde ne harika bir hayat açıyorsunuz, sevgili ustacığım. Ancak sizin yönetiminizle önümdeki asil hedefi kavrayabilecek ve sizin tavsiyelerinizle ona erişmeye çalışacağım .

1 1O

Heinrich von Ofterdingen

Klingsohr ona sevecenlikle sarıldı. Kahvaltıyı getiren Mat­ hilde'ye, Heinrich nazikçe derslerine katılmasına izin verip ver ­ meyeceğini sordu v e öğrencisi olmak istediğini söyledi. S onsu ­ za dek sizin öğrencinizim derken, Klingsohr başını çevirdi . Mathilde belli etmeden Heinrich'e doğru eğildi . Heinrich yüzü kızaran kıza sarıldı ve yumuşacık dudaklarından öptü . Mathil ­ de hafifçe Heinrich'ten uzaklaştı, göğsündeki gülü çocuksu bir zarafetle delikanlıya uzattı ve elindeki sepetle ilgilenmeye baş ­ ladı. Heinrich ona sessiz bir hayranlıkla baktı, gülü öptü, göğ­ süne taktı ve şehri seyreden Klingsohr'un yanına gitti . Ş ehre nereden girdiniz, diye sordu Klingsohr . Şu karşıdaki tepeden aşağıya indik, diye cevap verdi Heinrich . Yolumuz uzaklara uzayıp gidiyor. -Çok güzel yerler görmüş olmalısınız . -S ürekli çok cazip yerlerden geçtik. -S izin doğduğunuz şehir de çok güzel olmalı! -Evet, o yöreler de çok zengindir, ama daha vahşidir ve büyük bir nehrin eksikliği hissedilir. Nehirler bir memleketin ruhudur. -Dün akşam yolculuğunuzdan bahse ­ derken çok hoş vakit geçirdim . Ş iir sanatının ruhunun, size s e ­ vinçle eşlik ettiğini gördüm. S izle beraber gelenler d e fark et­ meden şiir sanatının sesi olmuşlar . Ş airin çevresinde her yerde şiir sanatı ortaya çıkar. Ş iirlerin memleketi, romantik Doğu, si­ zi tatlı hüznüyle selamlamış, savaş vahşi heyecanıyla sizinle ko ­ nuşmuş, tabiat ve tarih bir madenci ve bir münzevi kimliğiyle sizle buluşmuş . En güzel şeyi unutuyorsunuz, sevgili üstadım, aşkımı bul ­ mamla cennete girişimi. Bu aşka ebediyen sahip olup olmamam sadece size bağlı . Ne dersin bu işe, diye kendilerine doğru gel ­ mekte olan Mathilde'ye sordu Klingsohr. Heinrich'i hiç terk etmemek, onun eşi olmak ister misin? S en nereye gidersen ben de oraya gelirim. Mathilde korktu ve babasının kollarına atıldı. Heinrich sonsuz bir sevinçle titredi . Acaba o da ebediyen be­ nimle kalmak ister mi babacığım? Kendin sor, dedi Klingsohr duygulanarak. Genç kız Heinrich' e sıcacık bir şefkatle baktı. Benim ölümsüzlüğüm senin ellerinde, derken Heinrich'in ateş

Novalis

111

gibi yanaklarından gözyaşları akıyordu . Birbirlerine sarıldılar. Klingsohr ikisini de bağrına bastı. Çocuklarım, dedi, ölene dek birbirinize sadık kalın! Aşk ve sadakat, hayatınızı ebedi bir şiire dönüştürecek.

Sekizinci Bölüm Öğleden sonra Klingsohr, mutluluğuna annesi ve dedesinin de samimiyetle katıldığı yeni oğlu Heinrich' i ve koruyucu meleği Mathilde'yi odasına götürdü ve ona kitaplarını gösterdi. S onra şiirden bahsettiler. Tabiatın şairliğini kabul etsek de, neden yarattığı her şeyin şiir olduğu düşünülür bilmem, dedi Klingsohr. Çünkü tabiat her zaman şair değildir ki ! Tabiat da insanlar gibi çelişkili bir varlıktır. Onun içinde de karanlık ihtiraslar ve körleşmiş hissiz ­ lik ve tembellik, şiir sanatıyla sonsuz bir savaş halindedir. Bu güçlü mücadele şiir için iyi bir malzeme teşkil edebilir . Bazı memleketler ve çağlar, çoğu insanlar gibi şiir sanatına düşman ­ dır, buna karşılık bazı memleketlerde şairlik kendini evinde gibi rahat hisseder. Tarih yazarları açısından bu mücadele çağları son derece ilginçtir, onların canlandırılması çekici ve karşılığını göreceğimiz bir uğraştır. Bu çağlar genellikle şairlerin doğduğu dönemlerdir. Ş airliğe düşman olanları en rahatsız eden durum, şiir karşısında kendisi de şiirsel bir varlığa bürününce heyecanlı bir anında silahlarını bu sanatla değiş tokuş ederek kendi sinsi kurşunlarıyla yaralanmasıdır . Buna karşılık şairlik sanatının kendi silahından aldığı yaralar çabuk iyileşir ve onu daha da çe­ kici ve güçlü kılar.

Bana kalırsa savaş da şiirin bir etkisidir, dedi Heinrich . İ n ­

sanlar, değersiz b i r konu için savaşmaları gerektiğini zanneder ve gereksiz kötülükleri yok edenin aslında romantik ruh oldu ­ ğunu fark etmez . Onlar da şairlik uğruna silaha sarılır, iki ordu da aynı görünmeyen bayrağın peşinde savaşa koşar . S avaşta, diye devam etti Klingsohr, insanlığın en eski nehir ­ leri coşar . Yeni kıtalar oluşmalı, büyük karışıklıktan sonra yeni nesiller doğmalıdır. En gerçek savaş, din uğruna verilenidir.

Nova/is

1 13

Çünkü o, doğrudan insanlığın batı§ına sebep olur, burada in ­ sanların çılgınlığı tüm açıklığıyla gözükür. S ava§ların çoğu, özellikle milliyetçi nefretten doğan sava§lar bu sınıfa dahildir, bunlar gerçek §İirdir . Ş airlik sanatının içlerine i§lediği yeryüzü güçleri olan gerçek kahramanlardır onlar ve aynı zamanda §air­ lerin en asil zıt sembolüdür . Aynı zamanda kahraman da olan bir §air peygamber sayılır, ama onu tanımlamaya bizim sanatı ­ mız yeterli değildir. Ne demek istediğinizi tam anlayamadım sevgili babacığım. Herhangi bir konu §İir için a§ırı olabilir mi? Evet. Ama aslında §İir için değil de, daha çok bizim dünyevi imkanlarımız için a§ırı sayılabilir. Eğer bir §airin kendisini kay­ betmemesi için belirli bir konu içinde kalması gerekirse, o za ­ man insanın tüm güçlerini ifade edebileceği belirli bir sınır da vardır . Bu sınırı a§tığında bo§ ve yanıltıcı bir uçurumda kaybo ­ lur gider. Ö zellikle yeni yeti§ en §airin kendini bu ta§kınlıklar ­ dan koruması lazımdır. Yoksa CO§kun bir hayal gücü ile sınırla ­ rı a§ar, anlamsız ve a§ırıyı yakalayıp ifade etmeye çalı§ır. Ancak olgun bir tecrübe, olayların orantısızlığından kaçabilir, en basit ve en ulu değerlerin ke§fıni bilge ki§ilere bırakır. Ya§lı §air, zen ­ gin malzemesini kolay anla§ılabilir bir düzene sokabilmesi için gerekenden daha ileriye gitmez ve ona konu ve gerekli kar§ıla§ ­ tırma imkanları sağlayan çe§itlilikten de asla vazgeçmez. Nere ­ deyse, her §iirde düzenin kurallılığı içinde karma§ıklığın da gö­ rülmesi gerektiğini söylemek istiyorum. Hayal gücünün zen ­ ginliğini ancak sade bir düzen anla§ılabilir ve zarif kılar; buna kar§ılık sadece uygunluk pe§inde ko§mak, matematiksel bir ku ­ ruluktan ileriye gitmez . En iyi §İir bizim çok yakınımızdadır, sı­ radan bir konu çoğu zaman en iyi malzemedir. Ş air açısından §İir konularla kısıtlanmı§tır ve asıl bu sebepten gerçek sanata dönܧÜr. Lisanın zaten belirli bir çevresi vardır. Belirli bir halk dilinin çevresi daha da dardır. Ş air, pratik yaparak ve dü§üne ­ rek lisanını öğrenir . Bu lisan aracılığıyla ne yapabileceğini bilir ve dilini gücünün üstünde kullanmak gibi saçma bir giri§imde

1 14

Heinrich von Ofterdingen

bulunmaz . Ender olarak lisanının bütün güçlerini TEK bir nok­ tada toplar, yoksa eseri yorucu olur ve gücünü isabetle ifade edebilmesinin değerli etkisini yok eder. Gerçek şairler asla tuhaf atlamalara yanaşmazlar. Böyle davranan, sahtekarlardır. Aslında şairlerin müzisyenlerden ve ressamlardan öğreneceği çok şey vardır. Bu sanat dallarında sanata yardımcı kolların en uygun biçimde nasıl kullanılacağı açıkça bellidir. Buna karşılık müzisyen ve ressamlar da bizden şiirsel bağımsızlığı ve her ger ­ çek sanat eserinin, şiirin ve hayal ürününün asıl ruhunu min­ nettarlıkla kabul edebilmelidir . Onlar daha şiirsel, biz ise daha müzikal ve resim sanatına daha yatkın olmalıyız . S anatın gayesi konu değil, bu konunun uygulanışıdır. Hangi şiir ve şarkıları en çok beğendiğini göreceksin sen de. Muhakkak ki, konuları­ nı en iyi bildiğin ve en çok duydukların en hoşuna gidenler ola­ caktır. Onun için denilebilir ki, sanat tamamen deneyime daya­ nır. Kendi gençliğimden de hatırlıyorum, kolaylıkla söyleyeme ­ diğim bir şarkı bana çok uzak ve yabancı gelirdi. S onunda ne oldu? Bunlar gerçek şiirin en ufak bir alevi görülmeyen boş, zavallı bir söz gürültüsünden ileriye gidemedi . Onun için masal da genç şairin çok zor çözeceği bir bilmecedir . S enin ağzından bir masal dinlemek isterdim. Duyduğum az sayıdaki masallar, ne kadar önemsiz olsalar da beni tarifi zor zevklere sürükledi. Bu akşam dileğini yerine getireceğim. Oldukça genç yaşla ­ rımda yazdığım bir masalı hatırlıyorum. Burada hala gençlik iz ­ lerini görebilirsin . Bu arada senin için daha da öğretici olacak ve sana söylediğim şeylerin tekrarını bulacaksın bu masalda . Lisan gerçekten de işaretler ve tonlardan oluşan küçük bir dünya, dedi Heinrich. İ nsan lisana hakim olduğu oranda koca dünyaya da hakim olmak ve kendini hür biçimde ifade etmek ister. Hayatın dışında olup bitenleri, gerçek hayatta açıklayabil ­ mek, varlığımızın asıl dürtüsünü gösterebilmek ne büyük bir sevinçtir. Ş iir sanatının başlangıcı da burada yatar işte ! Ş iir sa­ natına belirli bir isim verilmiş olması ve şairlerin özel bir lonca-

Novalis

1 15

ya ait olmaları çok kötü, dedi Klingsohr. Aslında hiç de özel bir durum yok ortada. Bu insan ruhuna has bir davranış biçimidir, insan her an bir şeyin hayalini kurmaz ve bir şeylere ulaşmak istemez mi zaten? Klingsohr tam, mesela aşkı ele alalım derken Mathilde içeriye girdi. İ nsanlığın varlığı için şiirin gerekliliği en açık biçimde aşkta kendini gösterir . Aşk dilsizdir, sadece şiir onun adına konuşabilir. Veya farklı bir deyişle, aşkın kendisi de tabiatın şiirinden başka bir şey değildir . Ama benden daha iyi bildiğin şeyleri anlatmak istemiyorum.

S en aşkın babasısın diyen Heinrich, Mathilde'ye sarıldı . İ ki

genç Klingsohr'un elini öptüler . Klingsohr onları kucakladı ve dışarıya çıktı . Uzun bir öpü ş ­ meden sonra, sevgili Mathilde, dedi Heinrich, benim sevgilim olman bir rüya gibi geliyor bana, ama daha da tuhafı şimdiye kadar bana ait olmamış olman . S anki seni çok eskiden beri ta ­ nıyormuşum gibi bir his var içimde, dedi Mathilde . -Beni seve ­ bilecek misin? -Aşkın ne olduğunu bilmiyorum. Ama sana bir tek şunu söyleyebilirim. S anki yeni yaşamaya başlamışım gibi ve sana karşı içimde öyle hisler var ki, senin için hemen ölebili­ rim . -Mathilde'm benim, ölümsüzlüğün ne anlama geldiğini ancak şimdi anlıyorum . -S evgili Heinrich, ne kadar iyisin. Ne kadar harikulade bir ruhun var. Ben zavallı, önemsiz bir kızca ­ ğızım. -Beni nasıl da utandırıyorsun! Her şeyimi sana borçlu ­ yum. Sensiz ben bir hiç olurdum. Ruhsuz cennet olur mu? S en de beni yaşatan cennetimsin. -Sen de babam kadar sadık ola ­ bilsen ne kadar mutlu olurdum, Annem, doğumumdan kısa bir süre sonra ölmü ş . Babam hala her gün gözyaşı döküyor annem için. -Ben bunu hak etmiyorum, ama babandan daha mutlu ol ­ mak istiyorum. -S eninle beraber çok uzun yıllar yaşamak isti­ yorum, sevgili Heinrich. S enin sayende kesinlikle ben de daha iyi olacağım . -Evet, sen neredeysen ben de sonsuza dek orada kalacağım Mathilde . -Ben sonsuzluğu kavrayamıyorum, ama seni düşündükçe hissettiklerimin sonsuzluk olması gerektiğini düşünüyorum. -Evet, Mathilde biz birbirimizi sevdiğimiz için

1 16

Heinrich von Ofterdingen

sonsuzuz . -S evgilim bilemezsin, bu sabah eve döndüğümüzde Meryem Anamızın resmi önünde nasıl bir huşuyla diz çöktüm ve nasıl içten dua ettim! Akan gözyaşlarımın selinde eriyeceği­ mi zannettim. S anki bana gülümsedi gibi geldi. Minnettarlığın ne demek olduğunu ancak şimdi anlıyorum. -Ah sevgilim, sana saygı duymam için yolladı Tanrı seni bana. Sana tapıyorum. S en benim dileklerimi Tanrı'ya ulaştıran azizesin. Tanrı'yı se­ nin varlığında görüyorum, sevgisini bana senin aracılığınla belli ediyor. Din zaten sonsuz bir anlaşma, birbirini seven kalplerin ebedi birleşmesi değil midir? İ ki kişi birleşirse Tanrı da onlarla beraberdir. Ebediyen sende nefes alacağım . Kalbim her zaman seninle dolacak. S en Tanrı'nın bir şaheserisin, en güzel şekle bürünmüş sonsuz hayatsın. -Ah, Heinrich, güllerin kaderini bi­ lirsin, solgun dudaklarımı, çökmüş yanaklarımı da severek öpe ­ cek misin? Yaşlılığın izleri, geçmiş bir aşkın izleri olmayacak mı? -Ah, gözlerimden ruhumu okuyabilseydin! Ama beni sevi ­ yorsan bana inanmalısın. Güzelliğin geçiciliği hakkında söyle­ nenleri anlamıyorum . Güzellik hiç solmaz ki! Beni hiç ayrıla­ mayacak kadar sana bağlayan, bende ebedi bir arzu uyandıran şey sadece bugünle kısıtlı değil . Benim seni nasıl gördüğümü bilseydin, yansıttığın harika görüntünün beni her yerde nasıl aydınlattığını anlayabilseydin, yaşlanmaktan hiç korkmazdın. S enin bu dünyadaki bedenin bu görüntünün sadece gölgesi. Yeryüzündeki güçler onu koruyabilmek için savaşıyor, ama do­ ğa henüz yeteri kadar olgunlaşmamış . Görüntün ebedi bir ilk örnek, bilinmeyen kutsal dünyanın bir parçası. -S eni anlıyo ­ rum sevgili Heinrich, çünkü ben de sana baktıkça buna benzer şeyler görüyorum. -Evet Mathilde, yüce bir alem sandığımız ­ dan da yakın bize . Daha bu dünyadayken o alemi de yaşıyoruz, onu en derinden ancak tabiatla iç içe iken görebiliyoruz . -Sen bana daha çok harika hisler yaşatacaksın sevgilim. -Ah, Mat­ hilde, geleceği görebilme yeteneğimi senden alıyorum. Her şe­ yimle sana aitim. S enin aşkın, beni hayatın en mukaddes de­ ğerlerine, ruhun en derin kutsallığına ulaştıracak, beni en ulu

Nova/is

117

düşüncelerle coşturacaksın. Kim bilir, belki de aşkımız günün birinde alevden kanatlarıyla bizi yükseltecek; yaşlılık ve ölüm bize ulaşmadan bizi cennetteki vatanımıza götürecek! Benim olman, seni kollarımda tutmam ve ebediyen benimle kalmak is ­ temen zaten bir mucize değil mi? -Bana da şimdi her şey inan ­ dırıcı geliyor, içimde sessiz bir alevin körüklendiğini çok net hissediyorum. Belki bu alevler bizi nurlandıracak ve giderek dünyevi bağlardan kurtaracak. Heinrich, sen de benim sana duyduğum sınırsız güveni duyuyor musun? Ş imdiye kadar hiç buna benzer bir his yaşamadım, sonsuz sevdiğim babama karşı bile böylesine bir duygum olmadı. -S evgili Mat�ilde, sana her şeyi birden söyleyememek, bütün kalbimi hemen sana vereme ­ mek beni çok üzüyor. Ben de hayatımda ilk kez bu kadar açık konuşabiliyorum. Artık hiçbir düşüncemi, hiçbir duygumu sen­ den gizlemek istemiyorum, her şeyimi bilmelisin sen. Bütün varlığım senin varlığında erimeli. Kendimizi ancak sınırsız bir ­ birimize atlarsak aşkım tatmin olacak. Aşk bu sınırsızlıkta var olacak. Aşkımız, en gizli ve en özel varlığımızın gizemli bir bir ­ leşmesi. -Heinrich, bugüne dek hiç kimse birbirini bu kadar çok sevmemiştir. -İ nanamıyorum . Daha yakın zamana kadar Mathilde yoktu hayatımda. -Heinrich de yoktu . -Ah, bana tek­ rar söz ver, ebediyen benim olacağını söyle. Aşk sonsuz bir tek­ rardır. Evet, Heinrich, anneciğimin görülmeyen varlığı adına ebediyen senin kalacağıma yemin ediyorum. -Ben de ebediyen senin olacağıma yemin ediyorum. Aşk bize Tanrı'nın varlığının bir kanıtı. Uzun bir kucaklaşma, sayısız öpüşmelerle mutlu çif­ tin sonsuz bağı mühürlendi.

Dokuzuncu Bölüm

Akşam sofrada birkaç misafir vardı. Dedeleri, genç çiftin sağlı­ ğına kadehini kaldırdı ve yakında onlara güzel bir düğün yap ­ maya söz verdi. Kararsızlığın hiç faydası yok, dedi yaşlı adam . Erken evlenirseniz, aşkınız da uzun olur. Genç yaşta yapılan evliliklerin en mutlu evlilikler olduğunu gördüm hep. İ leriki yaş ­ larda gençlikteki huşu kalmaz. Beraberce geçirilmiş bir gençlik hiç kopmayacak bir bağdır . Anılar, aşkın en güvenli temelidir . Yemekten sonra diğer misafirler de geldi. Heinrich, yeni baba ­ sından sözünü yerine getirmesini rica etti . Bugün Heinrich'e bir masal anlatmaya söz verdim. Eğer isterseniz ben hazırım, dedi Klingsohr topluluğa dönerek. Heinrich'in bu fikri çok akıllıca, dedi S chwaning . Uzun zamandır bize hiçbir şey anlat ­ mamıştınız . Herkes şöminedeki alevlerin karşısına geçti otur­ du . Heinrich, Mathilde' nin yanında oturmuş, bir koluyla kıza sarılmıştı. Klingsohr söze başladı : Uzun gece henüz başlamıştı. Yaşlı kahramanın kalkanına vurmasıyla şehrin ıssız sokakları çınladı. S inyali üç kere tekrar ­ ladı . S arayın yüksek, renkli pencereleri aydınlanıyor, içerideki şekiller kıpırdıyordu . Sokakları aydınlatan kırmızımsı ışık kuv­ vetlendikçe hareketler de canlandı . Muhteşem sütunların ve duvarların da kendiliğinden aydınlandığı görülüyordu . Nihayet tertemiz, süt mavisi bir ışığa bürünerek en hoş renklerle yansı­ maya başladılar . Ş imdi her yer açıkça görülüyordu. Şekillerin aksi, şakırdayan mızrak, kılıç, kalkan ve miğferler, arada sırada gözüken taçların önünde eğiliyor, sonra taçlarla beraber geri çekiliyor ve sade, yeşil bir çelenge yer açıp etrafında geniş bir daire oluşturuyordu . Bütün bunlar şehrin kurulduğu dağı çev­ releyen donmuş denizde oluyordu. Denizi çepeçevre saran yüksek dağ silsilesi de yumuşak bir ışığa gömülmüştü . Hiçbir

Novalis

1 19

şey net bir biçimde ayırt edilemiyordu. S anki çok uzaktaki bü­ yük bir atölyeden geliyormuş gibi tuhaf bir gürültü duyuluyor­ du . Buna karşılık şehir aydınlık ve netti. Düzgün, şeffaf surlar bu güzel ışıkları yansıtıyor ve bütün binaların asil stili, mükem ­ mel düzeni ve güzel oranı rahatça görülebiliyordu . Bütün pen ­ cerelerin önünde kilden zarif saksılarda en hoş bir biçimde ışıl ­ dayan buzdan ve kardan çiçekler vardı. En şaheseri sarayın önündeki büyük meydandaki bahçeydi. Buradaki metal ağaçlar ve kristal bitkiler çeşitli renklerde kıy­ metli taşlardan oluşan çiçek ve meyvelerle bezenmişti. Şekille­ rin çeşitliliği ve zarafeti, ışıkların ve renklerin canlılığı, bahçe ­ nin ortasında buz tutmuş bir fıskiyenin ihtişam kattığı harika bir oyun sergilemekteydi. Yaşlı kahraman ağır ağır sarayın ka ­ pısına doğru ilerlemeye başladı. İ çeriden birisi onu çağırdı . Ha­ fif bir sesle açılan kapıya yaslandı ve içeriye girdi . Zırhını göz­ lerinin seviyesinde tutuyordu . Daha hala bir şey anlayamadın

mı, diye Arctur'un 1 güzel kızı sızlanan bir sesle sordu . Büyük

bir kükürt kristalinden yapay hazırlanmış tahtta, ipek minder­ lerde oturuyordu . Birkaç kız, süt ve erguvan rengi karışımı na­ rin vücudunu ovuyordu . Vücudundan kızların eline geçen, sa­ rayı harika bir biçimde aydınlatan bir ışık saçılıyordu . S arayda mis gibi bir rüzgar esiyordu . Kahraman hiçbir şey söylemedi. Kalkanına dokunayım, dedi kız yumuşacık bir sesle. Kahraman tahta yaklaştı ve değerli halıya çıktı. Kız, kahramanın elini tut ­ tu, şefkatle sıkarak güzel göğsüne bastırdı ve kalkanını elledi. Kahramanın zırhından bir ses duyuldu ve içine işleyen bir ses ruhunu canlandırdı . Gözlerinde şimşek çaktı, zırhının içinden kalbi duyuluyordu. Güzel Freya2 keyiflendi ve yaydığı ateş daha

1 Arctur : Küme yıldızlar arasında bir yıldız. Nordik yıldızlar mitoloji­ sindeki kral. Novalis, Arctur'u, Romalıların tanrısı Satürn ile aynı gö­ rür. (ç.n.) 2 Freya: Arctur'un kızı. Eros'la birle§ir. Nordik mitolojide a§k ve gü­ zellik tanrıçası. Aynı zamanda "barı§" ve "özlem" sembolü. (ç.n.)

1 20

Heinrich von Ofterdingen

da yakıcı olmaya başladı . Tahtın arkasında oturan haşmetli kuş, kral geliyor, diye seslendi. Hizmetkarlar, prensesin üstüne göğüslerine kadar kapatan gök mavisi bir örtü serdiler. Kahra ­ man kalkanını indirdi ve salonun iki tarafından yukarıya doğru kıvrılan merdivenlerin tepesine baktı. Kralın gelişinden önce sakin bir müzik duyuldu ve az sonra kendisi de kalabalık mai ­ yeti ile gözüktü ve aşağıya indi. Güzel kuş parlak kanatlarını açtı, hafif hafif salladı ve sanki bin sesle şakıyor gibi krala şu şarkıyı söyledi:

Güzel yabancı artık çok beklemeyecek. Sıcaklık yakla§ıyor, sonsuzluk ba§lıyor. Uzun rüyalardan uyanan kraliçe kendine gelecek, Deniz ve karalar a§k ate§iyle yanıyor. Soğuk gece buralardan çekip gidecek, Fabl1 eski haklarına kavu§uyor. Freya'nın kollarında dünya tutu§acak Ve her özlem özlemini bulacak. Kral §efkatle kızına sarıldı. Yıldızların ruhları tahtın etrafına di ­ zildi, kahraman da sıraya girdi. Hoş gruplar oluşturan yıldızlar salonu doldurdu . Hizmetkarlar, kutsal derin anlamlı işaretlerle burçların resmedildiği birçok kağıt parçasıyla dolu küçük bir kutu ve bir masa getirdiler. Kral saygıyla bu kağıtları öptü, on ­ ları özenle karıştırdı ve içlerinden bazılarını kızına uzattı. Geri kalanını kendine sakladı. Prenses, birer birer kartları aldı ve masanın üstüne koydu . S onra kral kendi kartlarını inceledi ve yeni bir kart eklemeden önce uzun uzun düşündü. Ara sıra, be­ lirli bir kartı seçmeye mecbur kalıyor gibiydi . Uygun bir kart bularak i§aretlerin ve şekillerin uyumunu sağlarsa çok sevini ­ yordu. Orada bulunan herkes heyecanla bu oyuna katıldı ve sanki elinde hararetle iş gördüğü, görülmeyen bir alet varmış ­ çasına jest ve mimikler yapmaya başladı. Aynı zamanda salon -

1

Fabl : Masal. (ç.n.)

Nova/is

121

daki garip bir biçimde iç içe geçmi§ yıldızlardan ve diğer garip kıpırdamalardan doğan yumu§ak, ama insanı derin duygulara sevk eden bir müzik duyuluyordu . Yıldızlar, bazen yava§ bazen daha çabuk, devamlı deği§en §ekillerde sarma§ dola§ oluyor ve müziğin temposuna göre kağıtlarda görülen biçimleri ustalıkla taklit ediyordu . Masadaki resimler gibi müzik de sürekli deği§i­ yordu. Bu acayip ve kesin deği§ikliklere rağmen her §ey TEK bir konuyla birbirlerine bağlanıyordu . Yıldızlar inanılmaz bir hafiflikle resimlerin pe§inden gidiyordu . Ara sıra hepsi birbirini kucaklıyor, bazen ayrı ayrı ama düzenli bir biçimde parlıyorlar­ dı. Bazen de bu sonsuz dizi, bir fıskiyenin zerrecikleri gibi sayı ­ sız kıvılcımlara dönü§üyor ve sonra giderek büyüyen küçük daireler ve desenler §a§ırtıcı daha büyük bir §ekil olu§turuyor ­ du. Bu arada pencerelerin önündeki rengarenk §ek.iller kıpır ­ damadan bekliyordu. Ku§ , değerli tüylerini hiç durmadan çe§it ­ li §ek.illerde oynatıyordu . Ya§lı kahraman da bu ana kadar gö­ rülmeyen i§ini devam ettirmi§ti, ta ki kral aniden sevinç içinde bağırana kadar; Her §ey iyi olacak! Demir, sen kılıcını dünyaya at ki, insanlar barı§ın nerede olduğunu anlasın ! Kahraman, kılıcını kınından çıkarttı, ucunu göğe yöneltti ve açık pencere ­ den a§ağıdaki §ehre ve buz denizine doğru fırlattı. Kılıç, kuy ­ ruklu bir yıldız gibi havada uçtu ve dağın eteklerine çarparak sessizce parçalandı ve kıvılcımlar halinde a§ağıya dü§tÜ . Aynı anlarda güzel çocuk Eros 1 be§iğinde yatıyor, mı§ıl mı­ §ıl uyuyordu . S ütannesi Cinnistan2 be§iği sallarken Eros'un süt karde§i Fabl' ı emziriyordu . Yazıcının3 önündeki parlak ı§ıklı 1 Eros : Romalıların Amor veya Cupido adını verdikleri Yunanların aşk tanrısı. Savaş tanrısı Ares (Mars) ile aşk tanrıçası Afrodit'in (Venüs) oğlu. (ç.n.) 2 Cinnistan: Bu isim C.M. Wieland'in "Cinnistan veya Seçilmiş Peri Masalları" ( 1 786- 1 789) adlı eserinden alınmıştır. Romanda hayal gü ­ cünün alegorisidir. Ay'ın kızı, Fabl ve Eros'un sütannesidir. Eros'u annesinin kıyafetine girerek baştan çıkartır. (ç.n.) 3 Yazıcı; Romanda romantizm karşıtı aydınlanmanın temsilcisi. (ç.n.)

1 22

Heinrich von Ofterdingen

lamba çocuğu rahatsız etmesin diye boynundaki renkli fuları beşiğin üstüne sermişti. Yazıcı bıkmadan usanmadan yazıyor, arada bir homurdanarak dönüp çocuklara bakıyor, konuşma­ dan ona yumuşak bakışlarla bakan sütanneye ters bakışlar fır ­ latıyordu . Çocukların babası sürekli odaya girip çıkıyor, her seferinde çocuklarını seyrediyor ve sütanneyi güler yüzle selamlıyordu . Yazıcıya devamlı bir şeyler söylüyordu. Yazıcı, babanın söyle­ diklerini kaydettikten sonra kağıtları, berrak bir sıvıyla dolu koyu renkli bir kasenin durduğu sunağa yaslanmış asil, melek yüzlü bir kadına uzatıyor, kadın da neşeli bir gülümsemeyle bu kaseyi seyrediyor ve kağıtları sürekli bu sıvıya daldırıyordu . Ka ­ ğıtları sıvıdan çıkarttığında yazıların bir kısmının yok olduğunu ve kağıdın bembeyaz olduğunu fark edince bunları yazıcıya ve ­ riyor, yazıcı ise zahmetlerinin boşuna gittiğine ve her şeyin si­ lindiğine sinirlenerek bu boş kağıtları büyük bir deftere yerleş ­ tiriyordu . Kadın ara sıra Cinnistan ve çocuklara doğru dönerek parmaklarını bu kaseye sokuyor ve yüzlerine birkaç damla bu sıvıdan serpiyordu. Bu damlacıklar, sütanne, çocuklar ve beşiğe değdiği anda havada bin bir çeşit garip resim çizerek mavi bir dumana dönüşüyor, sürekli onların etrafında dönüyor ve şekil değiştiriyordu . Bu damlacıkların bir tanesi tesadüfen yazıcıya değerse, sayı ve geometrik şekiller halinde yere düşüyor, yazıcı bunları yerden toplayarak yorulmadan bir ipe geçiriyor ve süs diye sıska boynuna asıyordu . Zarafet ve hoşluğun ta kendisi olan çocukların annesi de sık sık odaya giriyordu . Devamlı bir işle meşguldü ve her seferinde bir sürü ev aleti alarak çıkıyor ­ du. Kuşkulu ve sinsi bakışlarla onu izleyen yazıcı bunun farkı ­ na varırsa hiç kimsenin kulak asmadığı uzun nutuklar atarak anneye söyleniyordu . Herkes yazıcının gereksiz itirazlarına alışmıştı. Anne birkaç dakika küçük Fabl'ı emzirdi. Ama hemen dışarı çağrılınca çocuğu gene Cinnistan kollarına aldı. Zaten çocuk da Cinnistan ile daha mutluydu . Az sonra Baba, avluda bulduğu yumuşak bir demir parçasını getirdi. Yazıcı bu demir

Nova/is

1 23

parçasını inceledi ve ortasından bir ipe asılınca kendiliğinden kuzeye doğru dönüverdiğini keşfetti hemen . Cinnistan da de­ miri eline aldı, evirdi çevirdi, büktü, üfledi ve birden kendi kuy­ ruğunu ısıran bir yılan şekline soktu . Yazıcı seyretmekten bık­ mıştı, yaptığı keşfin çok faydalı olabileceğine inanıyor, her şeyi titizlikle not ediyordu . Fakat yazdıkları, sınavı geçemeyip kase­ den bembeyaz çıktıkça sinirinden köpürüyordu . S ütanne demir parçasıyla oynamaya devam ediyordu . Demir parçası tesadüfen beşiğe deyince oğlan uyandı, battaniyesini attı, bir elini ışığa doğru tuttu, diğer eliyle yılana uzandı. Yılanı eline alınca çevik bir hareketle beşikten fırladı . Cinnistan ürktü, yazar korkudan neredeyse iskemleden düşüyordu . Vücuduna dökülen uzun sarı saçlarıyla bebek, odanın ortasında ayağa kalkarak, tarifi imkan ­ sız bir sevinçle, ellerinde kuzeye doğru yönelen ve onu çok he­ yecanlandıran hazineyi incelemeye koyuldu . Ve gözle görüne ­ cek derecede büyümeye başladı. Dokunaklı bir sesle, S ophie, dedi kadına, bu sudan içebilir miyim? S ophie hemen kaseyi uzattı. Çocuk sürekli içiyor, aynı anda kase kendiliğinden gene doluyordu . S onra asil kadına sa­ rılarak kaseyi geri verdi ve Cinnistan'ı okşamaya başladı. Ren­ garenk örtüyü kendisine vermesini rica etti ve uygun bir biçim ­ de kalçalarını örttü. Küçük Fabl' i kollarına aldı. Fabl ondan çok hoşlanmışa benziyordu, hemen konuşmaya başladı. Cin ­ nistan oğlanla çok ilgileniyordu. S on derece çekici ve hafifmeş ­ rep bir görünüşü vardı, bir sevgilinin sıcaklığı ile oğlanı kendi­ ne çekti . Mahrem sözcüklerle onu yatak odasının kapısına doğ ­ ru götürdü, ama S ophie ciddi işaretlerle yılanı gösterdi. O ara ­ da Anne odaya girince . Oğul gözyaşları içinde ona koştu. Yazı ­ cı hiddetle odadan çıkmıştı. Baba girdi odaya . Anne v e Oğulun birbirine sarıldıklarını görünce onlar fark etmeden alımlı Cin nistan'a yaklaşarak okşamaya başladı. S ophie merdivenlerden yukarıya çıktı. Küçük Fabl, yazıcının kalemini aldı ve yazmaya koyuldu. Anne ve Oğul alçak bir sesle konuşuyordu . Baba, Cinnistan'ın kollarında günün yorgunluğunu atmak için yatak

1 24

Heinrich von Ofterdingen

odasına çekildi. Bir süre sonra S ophie geri geldi. Yazıcı da içeriye girdi. Baba yatak odasından çıktı ve i§inin ba§ına dön­ dü. Cinnistan al al olmu§ yanaklarla geri geldi. Yazıcı küçük Fabl'i hakaretlerle oturduğu yerden kovdu. İ §lerini düzene koyması oldukça zaman aldı. Fabl'ın yazdığı kağıtları kaseye sokunca yazıları silinmi§, bembeyaz bir kağıt çıkartmak umu ­ duyla S ophie'ye uzattı, ama S ophie yazıları hiç eksiksiz kase ­ den çıkartıp yazıcıya uzatınca s o n derece sinirlendi. Küçük kız Fabl, odayı temizleyen, pencereleri açarak içeriye temiz hava dolmasını sağlayan ve harika bir yemeğin hazırlıklarını yapan annesine sokuldu. Pencereden nefis bir manzara ve pırıl pırıl bir gökyüzü görülüyordu . Baba avluda harıl harıl i§ler yapıyor ­ du. Çalı§maktan yoruldukça ba§ını kaldırarak Cinnistan'ın dur ­ duğu pencereye bakıyor, o da a§ağıya tatlılar atıyordu. Anne ve Oğul, herkese yardım etmek ve alınan kararı uygulamak için dı§arıya çıktılar. Yazıcı kalemi eline aldı, çok iyi bir hafızası olan ve olup biten her §eyi hatırlayan Cinnistan' a danı§ması gerekti­ ği zaman suratını asıyordu . Renkli örtüyü ku§ak gibi beline sar­ mı§ Eros hazır bir vaziyette çıkageldi ve S ophie'ye yolculuğuna ne zaman ve nasıl ba§laması gerektiğini sordu . Yazıcı herkesten önce lafa ba§layarak hemen etraflı bir seyahat planı yaptı, ama tekliflerini dinleyen olmadı. Derhal yola çıkabilirsin, Cinnistan da sana refakat etsin, dedi S ophie . O, yolları iyi bilir ve her yer ­ de tanınır. S eni ba§tan çıkartmamak için annenin kılığına gire ­ cek. Kralı bulursan beni hatırla. Hemen yardımına ko§arım . Cinnistan kıyafetini Anne' ninkiyle deği§ toku§ etti . Baba buna çok sevinmi§ gibiydi. Yazıcı onların gittiğine çok sevini ­ yordu . Ö zellikle de Cinnistan, evdeki olayları günü gününe not aldığı hatıra defterini bıraktığı için çok memnun olmu§tU . Ş im ­ di sadece küçük kız Fabl huzurunu bozuyordu. Rahatı v e mut ­ luluğu için onun da gitmi§ olmasını ne kadar da çok isterdi! S ophie önünde diz çökenleri kutsadı ve onlara kasedeki suyla doldurduğu bir kap verdi. Anne çok endi§eliydi. Küçük Fabl onlara katılmayı çok istiyordu . Baba ise evin dışındaki i§lerle o

Nova/is

1 25

kadar doluydu ki, olup bitenlere istediği gibi katılamadı. Yola çıktıklarında gece çökmüştü ve ay gökte yükseliyordu. Sevgili Eros, dedi Cinnistan, beni uzun zamandır görmeyen ve özlemle her yerde arayan babama gitmek için acele etmeliyiz . S olgun, yorgun yüzünü görüyor musun babamın? Benim yabancı kim ­ liğimi senin tanıklığınla tanıyacak. İlerliyor aşk karanlık yollarda,

Onları sadece Ay görüyor,

Açılan gölgeler diyarı da.

Süslenmiş onları bekliyor. *

Mavi bir sis onları sarıyor.

Altın renkleriyle.

Nehir ve karaları aşıyor. Hızlı hayal gücüyle. *

Taşan yüreğini Garip bir cesaret kabarttı;

Gelecek zevklerin ön hissi

Vahşi alevleri çoğalttı. *

Özlem sızlanıyor ve Aşkın yaklaştığını bilmiyordu. Ümitsiz bir keder yüzüne

Gittikçe derinden çiziliyordu. *

Sadık küçük yılan

Hep Kuzeyi gösteriyor, Endişelenmeden yol alan

Yolcular güzel rehberi takip ediyor. *

Aşk çölleri aşarak, Bulutlu ülkeleri arşınladı. Kızını elinden tutarak

Ay Kralı'nın sarayına vardı.

1 26

Heinrich von Ofterdingen *

Kral gümü§ tahtında oturuyordu

Tasalarıyla ba§ ba§a.

Çocuğunun sesini duydu

Ve attı kendini onun kollarına. Eros, bu sıcacık kucakla§malardan çok duygulanmı§tı . Kızını görünce sarsılan yaşlı adam sonunda kendini toparlayarak mi­ safirleri içeriye buyur etti . Büyük borazanını eline aldı ve tüm gücüyle üfledi . Eski şatoda muazzam bir ses duyuldu . Parlak topuzlu sivri kuleler ve koyu siyah damlar bu sesle titredi. Kule yerinden kıpırdamıyordu, çünkü denizin ötesindeki dağlara yaklaşmıştı . Her taraftan koşup gelen hizmetkarların görünüm ­ leri ve kıyafetleri Cinhistan'ı son derece eğlendiriyor, ama kah ­ raman Eros 'u hiç ürkütmüyordu. Cinnistan eski tanıdıklarına selam verdi, karşısındaki herkes yeni bir güç ve doğasının tüm güzelliğiyle duruyordu . Met dalgalarının vahşi ruhu yerini sa­ kin bir cezire bırakmıştı. Eski kasırgalar ateşli zelzelelerin göğ­ süne yaslanıyordu . Zarif sağanaklar, güneşin cazibesiyle uzak­ larda solgun bekleyen gökkuşağını arıyordu. Vahşi yıldırımlar, sayısız bulutların arkasında saklanan ve ateşli gençleri baştan çıkartan şimşeklerin çılgınlıklarına kızıyordu . İ ki sevimli kız kardeş. S abah ve Akşam, gelen yeni misafirlere özellikle sevi ­ nenler arasındaydı. Onlarla kucaklaşırken narin gözyaşlarını akıtıyorlardı. Bu eşsiz saray halkının görüntüsü anlatılamazdı. Yaşlı kral kızına bakmaya doyamıyordu . Kızı da babasının şa­ tosunda kendini sonsuz mutlu hissediyor, bildiği mucizeleri ve fevkalade olayları seyretmekten kendini alamıyordu . Kralın, ha­ zinenin anahtarını kızına uzattığı ve dönüşlerine kadar Eros 'u oyalaması için orada bir oyun düzenlemeye izin verdiği anda Cinnistan'ın sevinci görülmeye değerdi. Hazine dairesi, çeşitli ­ liği ve zenginliği tarif edilemeyecek büyük bir bahçeydi . Devasa ağaçlar arasında hayret verici mimari tarzlarda hepsi birbirin­ den daha nefis hayal şatoları uzanıyordu . Etrafta gümüşi beyaz, altın renkli ve pembe tüylü koyun sürüleri dolaşıyor, en garip

Novalis

127

hayvanlar yeşilliklerde geziniyordu . Orada burada tuhaf görün­ tüler izlenmekteydi, şölen kıyafetleri ve garip arabalar herkesin dikkatini çekiyordu . Tarhlar rengarenk çiçeklerle süslenmişti. Binalar, her türlü silah, en güzel halılar, duvar süsleri, perdeler, kadehler ve sayısız miktarda araç ve gereç ile dolup taşıyordu . Yüksekçe bir yerde mabetler ve mezarlıklar, şehirler ve kalelerle dolu romantik bir yöre gördüler . Burada meskun yerlerin bü ­ tün inceliği ve aynı zamanda terk edilmişliğin ve sarp kayalık bölgelerin korkunç cazibesi iç içeydi. En güzel renkler mutlu bir biçimde birbirine karışıyordu . Dağların tepeleri, buz ve kar kılıflarının içinde havai fişek gibi parlıyordu. Düz ovalar en ta ­ ze yeşillikler içinde gülüyordu . Uzaklar, mavinin her tonuyla süslenmiş, denizin karanlığında kalabalık bir filonun sayısız rengarenk flamaları dalgalanıyordu . Arka planda bir deniz ka ­ zası, ön planda köylülerin neşeli bir yemeği, uzaklarda bir ya­ nardağın korkunç patlaması, zelzelenin tahribatı ve yakınlarda ağaçların gölgeleri altında aşık bir çiftin en tatlı kucaklaşmaları görülebiliyordu. Korkunç bir savaş ve onunla beraber en komik maskelerle bir tiyatro sahnesi aynı anda izlenebiliyordu . Ö nler­ de başka bir tarafta bir sedyede avutulamayan bir sevgilinin sımsıkı sarıldığı genç bir ceset ve yanında ölünün ağlayan an ne-babası duruyor, gerilerde göğsünde çocuğu ile tatlı bir anne ve onun ayaklarında dallardan aşağıya bakan melekler oturu ­ yordu . Sahneler sürekli değişiyor ve sonunda büyük esrarengiz bir gösteri sunuyorlardı . Yer, gök heyecan içindeydi. Bütün fe ­ laketler harekete hazırdı. Güçlü bir s e s silahlara davet etti . İ s ­ keletlerden oluşan korkunç bir ordu, ellerinde siyah bayraklar­ la, karanlık dağlardan akan seller gibi, açık renkli ovalardaki şenliklerde eğlenen ve hiçbir saldırıyı aklına getirmeyen gençle­ re saldırdı. Korkunç bir gürültü koptu, yeryüzü titredi. Fırtına­ lar köpürdü, gece korkunç gök taşlarıyla aydınlandı . Hayaletler ordusu duyulmamış bir zulümle canlıların narin uzuvlarını par ­ çaladı. Yukarılara yükselen bir odun yığınının altında en kor­ kunç ağlamalar eşliğinde hayatın çocuklarını alevler yedi bitir-

1 28

Heinrich von Ofterdingen

di. Birdenbire koyu renkli küllerin arasından süt mavisi bir ışık yayıldı etrafa. Hayaletler kaçmak istiyordu, ama seller gittikçe coşarak iğrenç vahşeti yuttu . Bütün kötülükler yok olmuştu . Gökyüzü ve yeryüzü tatlı bir müzikle birleştiler . Harikulade güzellikte parlak bir çiçek, yumuşak dalgaların üstünde yüzü ­ yordu . Pırıl pırıl bir gökkuşağı, aşağılara doğru iki yanında muhteşem tahtlarda oturan tanrısal şekillerin bulunduğu selleri kapladı. En tepede elinde kaseyle S ophie, saçlarına meşe dalla ­ rından bir taç takmış ve sağ elinde asa yerine barış palmiyesi tutan harika bir adamın yanında oturuyordu. Yüzen çiçeğin ça­ nağı üstüne bir zambak yaprağı eğilmişti . Küçük Fabl ise bu zambağın üstünde oturuyor ve harp eşliğinde tatlı şarkılar söy­ lüyordu . Eros, ona sımsıkı sarılmış uyuyan güzel bir kızın üs­ tüne eğilmiş, bu çanağın içinde oturuyordu . Daha ufak bir çi­ çek ikisini de öyle bir biçimde sarmıştı ki, kalçalarından itiba­ ren tek bir çiçek haline dönüşmüşlerdi. Büyük hazlar içindeki Eros , Cinnistan'a teşekkür etti ve na­ zikçe sarıldı, Cinnistan da bu sarılmalara karşılık verdi. Yolcu ­ luğun zahmetinden ve gördüğü çeşitli şeylerden yorulan Eros , biraz rahatlamak ve dinlenmek istiyordu. Güzel delikanlıyı çok çekici bulan Cinnistan, S ophie'nin verdiği içkiden bahsetme ­ meye gayret etti. Delikanlıyı uzaktaki bir pınara götürdü, zırhı ­ nı çıkarttı ve kendisini çok baştan çıkarıcı gösteren bir gecelik giydi. Eros, tehlikeli dalgalara daldı ve kendinden geçmiş bir halde geri çıktı. Cinnistan onu kuruladı ; sağlam, gençliğinin gücüyle gerilmiş uzuvlarını ovaladı . Delikanlı yanan bir özlemle sevgilisini düşünerek, tatlı bir çılgınlık içinde cazip Cinnistan'ı kucakladı . Kaygısızca kendini şiddetli arzularına terk etti ve nihayet şehvetli bir doyumdan sonra alımlı kadının göğsünde uyuyakaldı. Bu arada evde üzücü bir değişiklik oldu . Yazıcı, hizmetkar ­ ları tehlikeli bir komploya dahil etmişti. Kötü ruhu zaten çok­ tandır evdeki idareyi ele geçirmek ve kendini boyunduruktan kurtarmak için bir fırsat kolluyordu . Yandaşları ilk önce demir -

Nova/is

1 29

lerle bağladıkları Anne'yi ele geçirdiler. Baba'yı da, önüne ek­ mek ve su koyarak bir tarafa attılar. Küçük Fabl odadaki gürül­ tüleri duymuştu . S aklandığı sunağın arkasında gizli bir kapı ol ­ duğunu fark edince çevik bir hareketle kapıyı açtı ve aşağıya inen bir merdiven gördü. Kapıyı ardından kapattı ve karanlık­ larda merdiveni indi. Yazıcı, küçük Fabl'den intikam almak ve S ophie'yi tutuklamak için hiddetle içeriye girdi. Kase de gö ­ rünmüyordu ortalıkta. Ö fkelenen yazıcı sunağı parçaladı, ama gizli merdiveni keşfedememişti. Küçük Fabl uzun bir süre merdivenlerden aşağıya indi. Ni­ hayet etrafı muhteşem sütunlarla çevrili ve büyük bir kapıdan girilen geniş bir alana vardı . Buradaki bütün şekiller karanlıktı. Hava korkunç bir gölgeye benziyor; gökte siyah, parlak bir ci­ sim izleniyordu . Her cisim açıkça görülebiliyordu, çünkü hep­ sinin siyahı değişik tonlardaydı ve arkalarında aydınlık bir ışık bırakıyorlardı . Işık ve gölge burada rollerini değiştirmişe benzi ­ yordu . Fabl, yeni bir dünyaya ayak bastığı için sevindi . Her şe­ ye çocuksu bir merakla bakıyordu . Nihayet masif bir ayaklık üstünde güzel bir S fenks ' in durduğu kapıya ulaştı. Ne arıyorsun, diye sordu S fenks . Malımı, mülkümü, diye cevap verdi Fabl. -Nereden geliyorsun? -Eski zamanlardan . S en daha çocuksun. -Ve sonsuza dek çocuk kalacağım. -Kim sana destek olacak? -Ben kendi kendimin desteğiyim . Kız kar ­ deşler nerede, diye sordu Fabl. - Her yerde ve hiçbir yerde, diye cevap verdi. S fenks bu soruya. -Beni tanıyor musun? -Henüz hayır. -Aşk nerede? -Hayalinde. -Ya S ophie? S fenks anlaşıl ­ mayan bir sesle bir şeyler mırıldandı ve kanatlarını çırpıştırdı . S ophie ve aşk, diye bağırdı Fabl sevinçle ve kapıdan geçti. Es ­ rarengiz mağaraya girdi ve siyah bir lambanın cılız ışığında ga­ rip işler yapan yaşlı kız kardeşlere doğru neşeyle yürüdü . Yaşlı kızlar, zarif kucaklamalarla onlara ilgisini belirten küçük misa­ firi görmezlikten geldiler . Sonunda kardeşlerden biri kaba söz­ cükler ve kıskanç bakışlarla kısık kısık konuştu. Burada ne işin var, boş gezenin boş kalfası? S eni kim soktu içeriye? Çocukça

1 30

Heinrich von Ofterdingen

zıplamaların sakin alevleri harekete geçiriyor. Yağ boşu boşuna yanıyor . Biraz oturup bir iş yapamaz mısın? - Güzel kuzinim, dedi Fabl, boş gezmeye meraklı değilim ben. Kapınızdaki nö­ betçi kadına çok güldüm doğrusu. Bana sarılmak istedi, ama anlaşılan çok fazla yemek yemiş ki, yerinden kıpırdayamadı. Bırakın da kapının Ö nünde oturayım, biraz yün eğireyim. 1 Çünkü buradan iyi göremiyorum. Yün eğirirken şarkı söyle­ mem ve konuşmam lazım . Bu da sizi ciddi işlerinizi yapmaktan alıkoyar. -Dışarıya çıkma, ama yan odadaki kayaların çatlakla­ rından yukarıdaki dünyanın ışıkları içeriye sızar . O kadar bece ­ rikli isen orada eğir yününü . Burada bol miktarda eskiden kal ­ ma yumakların uçları var, onları bir araya getir bakalım . Ama haberin olsun, üstünkörü eğirirsen veya ipin ucu koparsa, ipler boynuna dolanır ve seni boğar. - İ htiyar kız kardeş şeytanca gülümsedi ve eğirmeye devam etti . Fabl, ipleri kucağına dol ­ durdu ; yumak ve iği aldı, bir şarkı mırıldanarak odaya daldı . Delikten dışarıya bakınca Sfenks ' in burcunu gördü . Bu iyi ala ­ mete çok sevindi, odanın kapısını biraz açık bırakarak alçak bir sesle şarkısını söylemeye başladı :

Hücrelerinizden çıkın Eski çağların çocukları, Rahat yataklarınızı bırakın Ve selamlayın bu sabahı. *

Bütün ipler birleşerek, TEK bir yumak olacak; Savaşlar sona erecek, TEK bir hayat sizi saracak. *

Hepimiz birimiz. Birimiz hepimiz için varız.

Ö rmek: Almanca'da "spinnen" fiilinin Türkçe karş ıl ığı örmek, yün eğirmek veya hayal mahsulü hikayeler yazmak anlamına gelir. (ç.n.) 1

Novalis

131

Tekdir yüreğimiz,

TEK bir nefes alacağız. *

Henüz sadece ruhsun, Sadece rüya ve büyü;

Endişeyle mağaraya koşun

Ve şaşırtın kutsal üçlüyü .

İ p inanılmaz bir hızla küçücük ayakları arasında gidip gelirken iki eliyle incecik ipliği büküyordu . Ş arkıyla beraber, kapının aralığından sızan ve mağarada iğrenç kurtçuklara dönüşen sa­ yısız ışık parçacıkları dolaşıyordu. İ htiyar kız kardeşler bu ara ­ da söylene söylene yün eğirmeye devam ediyorlar ve küçük Fabl' ın şikayet etmesini bekliyorlardı. Ama aniden korkunç bir suratın omuzları üzerinden uzandığını görünce ödleri koptu . Arkalarına dönüp baktıklarında mağaranın içinde çeşitli mu ­ ziplikler yapan iğrenç şekiller gördüler . Birbirlerine girdiler ve korkunç bir sesle ulumaya başladılar . Eğer o anda elinde hacı­ lar otu ile yazıcı içeriye girmemiş olsaydı korkudan taş olacak­ lardı. I şıkcıklar kayaların aralarına kaçışmaya başladı, siyah lamba bu karışıklıkta yere düşüp sönünce tüm mağara aydın ­ landı . İ htiyar kızlar yazıcının geldiğini duyunca sevindiler, ama küçük Fabl'a nefret kusuyorlardı . Fabl'ı dışarıya çağırdılar, korkunç bir biçimde azarlayarak yün eğirmesini yasakladılar . Yazıcı, küçük Fabl'ı ele geçirdiğini düşündüğü için bıyık altın­ dan alayla gülüyordu . Burada olman ve sana iş verilmesi iyi, dedi . S ana terbiye için ceza vereceklerini ümit ediyorum. S eni buraya sürükleyen temiz ruhundu . S ana uzun bir ömür ve bol şans diliyorum. Güzel dileklerin için teşekkür ederim, dedi Fabl. Mutlu çağların başladığını anlıyorum seni gördükçe. Elin ­ de bir de kum saati ve tırpan olsaydı, o zaman tam kuzinleri ­ min ağabeyine benzeyecektin. Kaz tüyüne ihtiyacın varsa ihti­ yar kızların yanaklarındaki yumuşak tüylerden bir tutam ko ­ partman yeterli . Yazıcı, ona saldırmak ister gibi bir harekette bulundu . Fabl gülümseyerek, eğer güzel saçlarını ve zeki gözle -

1 32

Heinrich von Ofterdingen

rini seviyorsan aklını başına topla. Tırnaklarımı unutma, kay­ bedecek çok şeyin yok artık, dedi. Yazıcı öfkesini bastırarak gözlerini silen ve yumaklarını bulmaya çalışan ihtiyar kızlara baktı. Lamba söndüğü için bir şey göremeyen kızlar Fabl' a kü ­ fürler yağdırıyordu . Bırak gitsin, dedi yazıcı sinsice, gitsin de sizi yakacak yağ için örümcekler yakalasın. S izi rahatlatmak için bir şey daha söylemek istiyordum, dedi yazıcı. Eros hiç durmadan dinlenmeden devamlı etrafta uçuşacak ve makasları­ nıza yapacak çok iş çıkacak. İ pleri daha uzun tutmanıza sizi devamlı zorlayan annesi yarın alevlerin kurbanı olacak. Yazıcı, bu haberi duyan Fabl'ın ağladığını gürünce gülebilmek için kendini gıdıkladı, bir miktar ihtiyar kızların otlarından verdi ve burun bükerek oradan uzaklaştı . İ htiyar kızlar, daha yakacak yağları olmasına rağmen öfkeli bir sesle Fabl'a gidip örümcek aramasını söyleyince, o da hızla oradan ayrıldı. S anki kapıyı açıyormuş gibi yapan Fabl sessizce, yukarıya doğru bir merdi ­ venin çıktığı mağaranın arkalarına doğru gitti . Çabucak merdi ­ venleri tırmandı ve Arktur'un dairesine giren gizli kapının önü ­ ne vardı. Fabl içeriye girdiğinde kral meclis üyelerinin ortasında otu ­ ruyordu . Başına kuzeyden gelen tacı takmıştı. S ol elinde zam­ bağı, sağ elinde teraziyi tutuyordu. Kartal ve aslan kralın ayak­ larının dibindeydi. S aygıyla önünde eğilen Fabl, hükümdarım, dedi, tacın ve tahtın çok yaşasın! Yaralı kalbine mutlu haberle­ rim var. Bilge kişi yakında geri dönecek! Barış sonsuzluğa dek uyanacak! Durmak dinlenmek bilmeyen aşk huzur bulacak! Yürekler aydınlanacak! Geçmiş canlanacak ve gelecek şekille­ necek! Kral, elindeki zambakla onun geniş alnına dokundu ve her dileğin yerine gelsin, dedi. - Üç dilekte bulunacağım. Dör­ düncü sefer geldiğimde aşk artık kapıda demektir. Hadi şimdi

Novalis

1 33

bana merdiveni uzat ! -Eridanus , 1 getir merdiveni . Fabl merdi­ veni sellerden kopartıp aldı. Fabl, birkaç akıllı davranışta bulundu . Kralın uzattığı kupa­ daki içkiyi yudumlayarak bin bir teşekkür ifadesiyle oradan ayrıldı . Çalgısının tellerinden neşeli bir müzik çıkartarak, hoş nağmelerle buz denizinin üstünden kaymaya başladı. Buzlar, Fabl'ın ayakları altında en hoş sesleri çıkartıyordu . Matem kayası, onu geri dönen çocuklarının sesiyle karıştırdı ve bin misli bir ekoyla cevap verdi.

Az sonra Fabl kıyıya vardı . Yorgun ve solgun, zayıflamış ve ciddileşmişti. Asil hatlarında ümitsiz bir keder gizlenen ve do­ kunaklı bir sadakatle bunu açığa vuran annesiyle karşılaştı . Ne oldu sana, canım anneciğim, dedi Fabl, çok değişmişsin. İ çimdeki seziler olmasaydı seni tanıyamayacaktım . Gene senin göğsünde dinlenmek istiyorum, çok özledim seni. Cinnistan Fabl'ı şefkatle okşadı . Çok neşeli ve mutlu görünüyordu . Yazı­ cının seni tutuklayamayacağını tahmin etmiştim, dedi Cinnis ­ tan. S eni görünce canlandım. Çok kötü vaziyetteyim, ama he­ men kendime gelirim. Belki bir saniye dinlenebilirim . Eros bu­ rada yakınlarda, onu görünce bir şeyler anlatırsan belki de bi­ raz daha buralarda kalır . Bu arada sen de göğsüme yaslanabi­ lirsin. Her şeyimi sana vermek istiyorum. Küçük kızı kucağına aldı, göğsünü uzattı ve gülümseyerek meme emen küçüğe baktı ve devam etti : Eros'un böylesine çıldırmasına ve yerinde dura­ mamasına sebep olan benim. Ama gene de pişman değilim, çünkü onun kollarında geçirdiğim anlar beni ölümsüz kıldı. Onun ateşli kucaklamalarıyla eriyorum sandım . Ulvi bir haydut gibi beni merhametsizce eritmek ve titreyen kurbanıyla muzaf­ fer olmak istedi. Uzun bir zaman sonra, yasak zevklerden garip bir biçimde değişmiş olarak uyandık. Uzun gümüşi beyaz ka-

1 Eridanus : Yunan mitolojisinde, güneş arabasının dizginlerini elinden kaçırdıktan sonra Fayton'un düştüğü nehir. Güney yarıkürenin yıldı­ zı. (ç.n.)

1 34

Heinrich von Ofterdingen

natlar beyaz omuzlarını ve vücudunun cazip hatlarını ve kıv­ rımlarını örtüyordu . Onu aniden küçük bir çocuktan genç bir erkeğe dönü§türen güç tamamen parlak kanatlarına geçmi§ gibiydi ve birdenbire gene çocuk oldu . Yüzündeki sessiz kıvıl­ cım yanıltıcı ı§ığın oyna§an ate§ine, kutsal ciddiyeti gizli bir muzipliğe, asil terbiyesi komik bir oynaklığa dönü§tü. Temkinli bir ihtiras dayanılmaz bir biçimde beni yaramaz delikanlıya çe­ kiyordu . Acıklı yalvarmalarım kar§ısında onun gülümseyen alaylı hali ve umursamazlığı beni çok yaralıyordu . Ben de deği ­ §iyordum. Tasasız ne§eli halim yok olmu§, yerini üzüntülü bir kedere, kibar bir çekingenliğe terk etmi§tİ. Eros'la beraberken herkesten gizlenmek istiyordum. Beni kıran gözlerine bakmaya cesaretim yoktu . Çok utanıyor ve kendimi çok alçalmı§ hissedi­ yordum . Ondan ba§ka bir §ey dü§ünemez olmu§tUm, onu yara ­ mazlıklarından kurtarmak için canımı vermeye hazırdım. Tüm hislerimi derinden yaralamasına rağmen ona tapıyordum. Gözya§ları içinde beni terk etmemesi için tüm yalvarmala ­ rıma rağmen, beni bırakıp gittiğinden beri pe§ine dü§erek her yerde onu aramaya koyuldum. Benimle oyun oynamaya karar vermi§ gibiydi. Onu yakalar yakalamaz gene sinsice kaçıveri ­ yordu . Okuyla her yerde sonsuz yaralar açıyordu. Zavallı kızla­ rı teselli etmekten ba§ka yapacak bir §eyim kalmamı§tı, halbuki asıl teselliye muhtaç olan bendim . Kızların beni çağıran sesle­ rinden Eros'un nerede olduğunu anlıyor, a§k okuyla yaralanan ­ lardan ayrılmam gerektiğinde kalbim kan ağlıyordu . O esra­ rengiz gecenin meyveleri garip çocuklar, dedelerine benziyor ve onun ismini ta§ıyorlardı. Onlar da babaları gibi kanatlı, sü­ rekli babalarıyla beraber uçuyor ve okun isabet ettiği zavallıları rahatsız edip duruyorlardı. Nihayet ne§eli grup göründü . Elve ­ da sevgilim, dedi Eros . O yanıma yakla§ınca çok heyecanlan ­ dım ve gelecek hayatında mutluluklar diledim. Eros, kendisine doğru ko§an Cinnistan'dan sevgi dolu bir bakı§ı bile esirgedi ve yoluna devam etti. Az sonra geriye döndü ve güler yüzle Fabl' a baktı . Küçük refakatçileri de ne§eyle Fabl'ın etrafında dans

Novalis

135

etmeye başladı. Süt kardeşini görmekten çok memnun olan Fabl, sazı eşliğinde güzel bir şarkı söylemeye koyuldu . Eros, düşünmek ister gibi okunu yere bıraktı. Küçükler çimlerde uyuyakaldılar . Cinnistan Eros 'a dokunabiliyor, o da bu okşa­ malara itiraz etmiyordu . Nihayet Eros'un da uykusu geldi, Cin­ nistan'ın göğsüne yaslandı ve kanatlarını onun üstüne gererek uykuya daldı . Yorgun Cinnistan sonsuz mutluydu şimdi, tatlı tatlı uyuyan sevgilisinden gözlerini ayıramıyordu . Fabl şarkısını söylerken müziğin ritminde iplerini eğiren ve çimlerin üstüne parlak bir ağ geren örümcekler çıkageldi her yerden . Fabl an­ nesini teselli ediyor ve çok yakında ona yardım edeceğine söz veriyordu . Kayalardan müziğin sıcacık yankısı dağılıyor, uyku ­ dakileri daha da yumuşatıyordu. Cinnistan'ın gözü gibi koru ­ duğu kaseden havaya serptiği birkaç damla, uyuyanların üstüne düşünce en hoş rüyalara daldılar . Fabl kaseyi aldı ve yoluna de­ vam etti. Çalgısının telleri durmak bilmiyor, örümcekler de aceleyle ördükleri iplerde büyüleyici müziğin ritminde dans ediyordu . Fabl, uzaklarda yeşil ormanın üstünde tüten odun yığının ­ dan yükselen ateşleri gördü . Hüzünle göğe doğru baktı ve S op­ hie'nin, yeryüzünde dalgalanarak uçuşan, sonsuza dek korkunç uçuruma serdiği mavi örtüsünü görünce sevindi. Ateş kızılı bir güneş hiddetle göklerde yükseliyor, ışığını kendine saklamak istemesine rağmen muazzam alevlerin çaldığı renkleri gittikçe soluyor ve lekelere dönüşüyordu . Güneş zayıfladıkça alevler aydınlanıyor ve kuvvetleniyordu . Alev, ışığı gittikçe daha büyük bir güçle kendine çekmeye başladı ve günün bütün ihtişamı yok olana dek sönük ve her türlü nefret ve öfkenin ışık dalgalarının kaçışına yardım ettiği bir dairede toplandı. S onunda, denize düşen siyah, yanmış bir cüruftan başka bir şey kalmadı güneş ­ ten geriye . Alevler gittikçe parlıyordu . Odun yığını yanmış kül olmuştu . Yavaş yavaş hareket eden küller, Kuzey' e doğru uç ­ maya başladı. Fabl ıssız avluya girdi. Bu arada ev de yıkılmıştı. Pencerelerin çatlaklarında dikenli çalılar bitmiş, her türlü haşa-

1 36

Heinrich von Ofterdingen

rat yıkık merdivenlerde sürükleniyordu. Odadan gelen korkunç bir ses duydu: Anne'nin alevlerde yanı§ını büyük bir hazla sey­ reden yazıcı ve U§akları, güne§in batı§ını görünce korkudan ne yapacaklarını bilemiyorlardı. Alevleri söndürmeye çalı§ırken kendileri de biraz yanmı§tı . Acı ve korku içinde korkunç beddualar okuyor ve söylenip du ­ ruyorlardı. Fabl içeriye girince daha da çok korktular ve öfkele ­ rini çıkartmak için kükreyerek üstüne saldırdılar. Fabl be§iğin arkasına saklandı, onu kovalayanlar sonsuz ısırıklarla intikam alan örümceklerin ağına dü§tÜ . Bütün kalabalık, deliler gibi dans etmeye ba§ladı. Fabl da bir §arkıyla onlara e§lik ediyordu . Kahkahalar arasında sunağın harabelerine doğru ilerlediler, gizli merdiveni bulmak için sunağı kaldırdılar ve örümceklerle birlikte a§ağıya indiler. S fenks sordu ; Ş im§ekten daha hızlı ne vardır? İ ntikam, dedi Fabl. -En geçici olan §ey nedir? -Haksız kazanç . -Kim dünyayı tanıyor? -Kendini tanıyan . -S onsuz sır nedir? -A§k. -A§k nerede? -S ophie'de. S fenks acıyla kıvrandı ve Fabl mağaraya girdi. S ize örümcekleri getirdim, dedi, lambayı yeniden yakan ve harıl harıl çalı§an ihtiyar kız karde§lere. Kızlar çok korktu, bir tanesi elinde makasla onları kesmek için üstlerine yürüdü . Fark etmeden bastığı bir örümcek ayağını soktu . Acınacak bir sesle bağırmaya ba§ladı. Yardımına ko§mak isteyen diğer karde§leri de kızgın örümcekler soktu . Fabl'a artık kötülük yapamıyorlar­ dı, çılgınca zıplamaya ba§ladılar . Ö fkeyle küçük Fabl'a, bize hemen hafif dans elbiseleri ör, dediler. Bu sert elbiselerle kıpır ­ dayamıyoruz, sıcaktan kavruluyoruz . Ama kopmaması için ipli­ ğini örümcek suyuyla ıslatmalısın. İ çine de ate§te yeti§en çiçek motifleri i§le, yoksa sonun yakındır. Memnuniyetle, dedi Fabl ve yan odaya geçti. İ §inize yarayacak üç sinek bulup getireceğim size, dedi, ağ­ larını tavana ve duvarlara kuran haçlı bahçe örümceklerine . Ama kar§ılığında siz de bana derhal üç tane güzel, havalı elbise dokuyacaksınız . İ çine i§lenecek çiçekleri de ben hemen getiri-

Nova/is

137

rim size . Bahçe örümcekleri zaten hazırdı ve hemen örmeye başladılar. Fabl merdivene doğru sürüklendi ve Arktur'un yanı­ na gitti. Hükümdarım, dedi, kötüler dans ediyor, iyiler dinleni­ yor . Alev geldi mi buraya? Geldi, dedi kral. Gece sona erdi, buzlar eriyor. Eşim uzaklardan görünüyor. Düşmanım gömül­ dü. Her şey canlanmaya başladı . Ama hfila gözükmemem lazım, çünkü tek başıma kral sayılmam ben. Ne dilersen dile benden! -Ateşte büyüyen çiçekler istiyorum. Bu çiçekleri yetiştiren be ­ cerikli bir bahçıvanın olduğunu biliyorum. Çinko, diye seslendi kral, çiçekleri getir bize. Bahçıvan çıkageldi, ateş dolu bir saksı buldu ve içine parlak tohumlar ekti . Çok sürmeden çiçekler fi ­ lizlenmeye başladı . Fabl, çiçekleri önlüğüne doldurdu v e dönüş yoluna koyuldu . Ö rümcekler iyi iş çıkartmıştı . Geriye bir tek çiçekleri iliştirmeleri kalmıştı. Onu da büyük bir zevkle ve be­ ceriyle başardılar. Fabl, henüz dokunmakta olan ipleri kopart ­ mamak için büyük gayret gösteriyordu . Ter içinde yere yıkılan, alışık olmadıkları bu işten biraz ne­ fes almak isteyen yorgun dansözlere elbiselerini uzattı . Fabl'a hakaretler yağdıran sıska güzelleri soydu, üstlerine hokka gibi uyan yeni elbiseleri giydirdi. Bu işler esnasında sürekli efendile­ rinin çekiciliğini ve iyi huylarını övüyordu . İ htiyar kızlar iltifat­ lardan ve elbiselerin güzelliğinden son derece memnundular . Yorgunluğunu atan ihtiyar kızlar, küçük Fabl'a uzun ömür di­ leyerek ve büyük ödüller vadettiler ve yeniden dans ruhuyla canlanarak neşeyle dönmeye başladılar. Fabl odaya geri döndü, haçlı bahçe örümceklerine, dokumaları için kendilerine verdiği sinekleri rahatlıkla yiyebileceklerini söyledi . İ plerin uçları hfila örümceklere bağlıydı; ihtiyar kızların deliler gibi hoplayıp zıp ­ lamalarından ve sürekli çekiştirilmekten rahatsız olan örüm cekler, dışarı çıktı ve dansözlerin üstüne atladı . Kızlar kendile­ rini makasla savunmak istediler, ama Fabl makası belli etme ­ den alıvermişti. Böylece, uzun zamandır bu kadar enfes yemek yememiş olan ve onları iliklerine kadar yiyen aç işçilerinin kur­ banı oldular. Fabl, kayanın aralığından dışarıya baktığında elin -

1 38

Heinrich von Ofterdingen

de büyük demir zırhı ile Perseus'u 1 gördü. Makas, kendiliğin­ den zırha doğru uçtu . Fabl, Perseus'tan makasla Eros 'un ka ­ natlarını kesmesini ve sonra büyük görevi sonlandırması için kız kardeşleri zırhıyla ebedileştirmesini istedi . Fabl yer altı dünyasından çıktı ve neşe içinde Arktur'un sa­ rayına gitti . Düğümler çözüldü. Cansızlar yeniden öldü. Bundan böyle canlılar hüküm sürecek, cansızı eğitecek ve kullanacak. Her şe­ yin asıl ruhu gün ışığına çıkacak, dış görünüş gizlenecek. Az sonra perde açılacak ve oyun başlayacak. Ben de sonsuz günle­ ri dokumaya başlayacağım. -Ş anslı çocuk, dedi duygulanan hükümdar, sen bizim kurtarıcımızsın. -Ben S ophie'nin vaftiz anasından başka bir şey değilim, dedi küçük. Lütfen, bahçıva ­ nın Turmalin Taşı' nın ve Altın'ın bana refakat etmelerine mü ­ saade et. Dünyanın yeniden dönmeye başlaması ve kargaşalığın son bulması için yaşlı Perseus'un da ayaklanması gerek. Kral üçünü de yanına çağırarak küçük Fabl'a refakat etme­ lerini emretti. Ş ehir aydınlanmış, caddelerde canlı bir hareket gözleniyordu . Deniz köpürerek yüksek kayalıklara çarpıyordu . Fabl, kralın arabası ve refakatçileriyle yola kondu . Omuzların ­ dan aşağıya kaydıkları yaşlı devin yanına varıncaya kadar tüm dünyayı dolaştılar. Dev, felç olmuş gibi hiç kıpırdayamıyordu . Altın onun ağzına bir para soktu, bahçıvan da kalçasının altına bir kase sürdü . Fabl gözlerini elledi ve kaseyi alnından aşağıya boşalttı. Su gözlerinin üstünden ağzına ve oradan da kaseye dökülünce bütün adalelerinde bir hayat kıvılcımı belirdi. Gözle ­ rini açtı ve çevikçe ayağa fırladı . Fabl, yokuştan yukarıya refa ­ katçilerinin yanına gitti ve güler yüzle ihtiyara günaydın, dedi . Gene geldin mi, sevimli çocuk, dedi ihtiyar . Hep senin hayalini kuruyordum. Gözlerim ve dünya ağırlaşmadan geleceğini bili -

1 Perseus: Romanda "Yaşlı Kahraman" ve "Demir" olarak da adlandı­ rılan Perseus, Yunan mitolojisinde kendisine bakanları taşa dönüştü­ ren Medusa'nın kafasını kesmiştir . Kuzey yarıkürede bir yıldız . (ç.n.)

Nova/is

1 39

yordum. Çok uyudum. İ yi insanların dünyası tekrar hafifleşti. Eski çağlar geri geliyor. Kısa bir süre sonra gene eski tanıdıkla­ rına kavuşacaksın. S ana mutlu günler dokuyacağım. Her za­ man yardımına koşacağım, böylece ara sıra bizim eğlenceleri­ mize katılacak ve bir arkadaşının kolunda gençliği ve gücü ye ­ niden tadacaksın. Eski dostlarımız Esperidler 1 nerede kaldı? S ophie'nin yanında. Yakında S ophie'nin bahçesi gene yeşere ­ cek ve altın renkli meyveler mis gibi kokacak. Esperidler, bah ­ çede dolaşarak bozulmaya yüz tutan meyveleri topluyorlar . Fabl oradan uzaklaşarak eve doğru koştu . Ev tamamen yan ­ mış, harabeye dönmüştü. Duvarlarına sarmaşıklar dolanmıştı . Yüksek çalılar eski avluya gölgelerini salıyor, yumuşak yosunlar eski merdivenlerde halı vazifesi görüyordu . Odaya girdi. S op­ hie, yeniden onarılan sunağın önünde duruyordu . Her zaman ­ kinden daha ciddi ve daha asil görünümlü Eros onun ayakları ­ na uzanmıştı. Tavandan muhteşem bir avize sallanıyordu . Ze­ min, renkli taşlarla bezenmiş, sunağın etrafında asil anlamlı şe­ killer büyük bir halka çiziyordu . Cinnistan, Baba'nın derin uy­ kulara dalmış gibi gözüktüğü ve ağladığı bir divanın üstüne eğilmişti. S onsuz zarafeti, huşu ve aşk ile daha da yücelmişti. Fabl, içinde küllerin olduğu kavanozu göğsüne bastıran kutsal S ophie'ye uzattı. Sevimli çocuk, çalışkanlığın ve sadakatin ile sonsuz yıldızlar arasında bir yer elde ettin. İ çindeki ölümsüzlüğü seçtin . Hüma kuşu 2 artık senindir . S en bizim hayatımızın ruhu olacaksın . Ş imdi uyuyan damadı uyandır . Haberci bağırıyor : Eros, Freya' yı bulsun ve uyandırsın .

1 Esperidler: Yunan mitolojisine göre dünyanın batısındaki altın elma­ nın koruyucuları. Bu elmaları bulmak, Herakles'in 1 2 görevinden bi­ riydi. (ç.n.) 2 Hüma ku§u = Feniks ; Mitolojiye göre her yüzyılda bir, öldükten son­ ra kendi küllerinden yeniden canlanan ku§ . (ç.n.)

1 40

Heinrich von Ofterdingen

Fabl, bu sözleri duyunca anlatılamayacak kadar çok sevindi. Refakatçileri Altın ile Ç inko'yu çağırdı ve divana yaklaştı . Cin­ nistan, büyük bir bekleyiş içinde yeni başlangıca hazırdı. Altın, parayı eritti ve Baba'nın içinde yattığı kabı parlak bir sıvıyla doldurdu . Çinko, Cinrıistan'ın boynuna bir kolye taktı. Vücudu titreyen dalgaların üstünde yüzüyordu . Eğil, anneciğim, dedi Fabl; elini sevgilinin kalbinin üstüne koy. Cinnistan eğildi. Kendi yüzünü gördü. Kolye suya değiyor, eli de sevgilisinin kalbine dokunuyordu. Eros uyandı ve hazlar içindeki sevgilisini kendine doğru çekti. Metal eridi ve açık renkli bir ayna oldu . Baba ayağa kalktı, gözleri parlıyordu. Ne kadar güzel bir şekli olsa da, vücudu her etkiyi çeşitli değişik hareketleriyle ele veren zarif, sonsuz akan bir sıvı gibiydi. Mutlu çift, onları takdis eden S ophie'ye yaklaştı . S ophie, her şeyi olduğu gibi yansıtan, her yanlış görüntüyü yok eden ve ebediyen asıl görüntüleri koruyan aynaya danışmalarını önerdi. Kabı eline aldı ve külleri sunağın üstündeki kaseye boşalttı . Tatlı bir kaynaşma küllerle sıvının buluşmasını müjdeliyor, ora­ da bulunanların elbiselerinde ve saçlarında hoş bir meltem esi­ yordu. S ophie kaseyi Eros'a, o da diğerlerine uzattı. Herkes bu ila­ hi içecekten tattı ve tarifi imkansız bir sevinçle kasenin içindeki Anne'nin selamlarını kabul etti. Anne, şimdi hepsinin içindeydi; onun gizemli varlığı her şeyi güzelleştiriyordu. Beklenilenler fazlasıyla gerçekleşmişti. Herkes şimdiye ka­ dar neyin eksik olduğunu anladı ve oda birdenbire kutsal ruh ­ ların barınağı haline geldi. Büyük sırrı artık herkes biliyor, ama sonuna kadar anlaşılamayacak, dedi S ophie. Acılardan yeni bir dünya doğacak ve gözyaşları arasında kül sonsuz hayatın içe ­ ceği olacak. Ş imdi artık hepinizin içinde tanrısal Anne, her ço­ cuğu ebediyen doğurmak için bekliyor. Kalbinizin çarpışlarında bu tatlı doğuşu hissediyor musunuz?

Nova/is

141

Kasenin içinde kalanları sunağa döktü . Derinliklerinde yer ­ yüzü titriyordu. Eros, kız kardeşini al ve sevgiline koş, dedi S ophie. Beni yakında tektar göreceksiniz . Fabl ve Eros, yanındakilerle birlikte hemen oradan uzaklaş ­ t ı . Eşsiz bir ilkbahar hüküm sürüyordu. Her şey kıpırdanmaya ve canlanmaya başlamıştı. Tüller altındaki yeryüzü daha da ya ­ kından dalgalanıyordu. Ay ve bulutlar neşeli bir gürültüyle Ku­ zey' e doğru hareket ediyordu . Kralın şatosu denizin üstünde harikulade parlıyor, kral maiyetiyle birlikte tüm ihtişamıyla burçlarda duruyordu . İ çlerinde tanıdık şekiller görür gibi ol­ dukları toz fırtınaları dört bir taraftan kendilerine doğru ilerli ­ yordu . S evinç çığlıkları içinde şatoya doğru gelen sayısız genç kız ve delikanlı gördüler . Bazı tepelerde, hasret kaldıkları ku ­ caklaşmadan yeni uyanan birkaç çift vardı. Yeni dünyanın bir rüya olduğunu düşünüyor, kendilerini sürekli güzel gerçeğe inandırmaya çalışıyorlardı . Çiçekler ve ağaçlar büyüyor, yeşeriyordu . Her şey canlan ­ mış gibiydi. Her şey konuşmaya ve şarkı söylemeye başlamıştı. Fabl her yerde tanıdıkları ile karşılaşıyordu . Hayvanlar, uyan ­ makta olan insanları dostça selamlıyor, bitkiler de onları mey­ veleri ve kokuları ile ağırlıyor, en güzel çiçekleriyle süslüyordu . İ nsanlığın üstünde hiçbir ağırlık kalmamıştı, bütün dertler ken ­ diliğinden yerin dibine girmişti. Denize vardılar. S ahilde biley­ lenmiş çelikten bir araç bağlıydı. İ çine atlayarak ipleri çözdüler . Aracın burnu Kuzey' e yöneldi ve yarışan dalgaları hızla deldi. Hışırdayan gemi fırtınaları dindirerek sessizce sahile yanaştı. Geniş merdivenlerden yukarıya tırmandılar . Aşk, kralın şehri­ nin ihtişamına ve zenginliğine şaşırdı kaldı. Avluda canlanan fıskiye oynaşıyor; yeşillikler en tatlı tonlarda melodiler mırılda ­ nıyor; sıcacık gövde ve yapraklardan, ışıldayan çiçekler ve mey­ velerden harikulade bir hayat fışkırıyor ve yeşeriyordu . Yaşlı kahraman onları sarayın girişinde karşıladı. S aygıdeğer büyü­ ğüm, dedi Fabl, Eros'un senin kılıcına ihtiyacı var . Bir ucu de­ nize kadar inen, diğer ucu göğsünde asılı bir zincir verdi ona

1 42

Heinrich von Ofterdingen

Altın. Bu zinciri benimle birlikte tut ve prensesin dinlendiği salona götür. Eros, yaşlı kahramanın elinden kılıcı aldı, topu ­ zunu göğsüne dayadı ve ucunu öne doğru eğdi. S alonun kapı­ sının kanatları açıldı ve Eros heyecanla uyuyan Freya'ya yaklaş ­ tı. Birdenbire büyük bir gürültü koptu. Prensesten kılıca doğru açık renkli kıvılcımlar uçuşuyordu . Kılıç ve kolye ışık saçmaya başladı; eğer kahraman Fabl'i tutmamış olsaydı, Fabl yere yu ­ varlanacaktı. Eros'un miğferi başından yukarıya fırladı . Kılıcı bırak ve sevgilini uyandır, diye bağırdı Fabl . Eros kılıcı attı, prensese koştu ve ateşli bir biçimde tatlı dudaklarından öptü . Prenses, kocaman koyu gözlerini açtı ve sevgilisini hemen tanı­ dı. Uzun bir öpüşme sonsuz bağı mühürledi. S ophie' nin elinden tutan kral, kubbeden aşağıya indi . Yıl ­ dızlar ve doğadaki ruhlar parlak sıralar halinde onları takip edi ­ yordu . Tarifi imkansız neşeli bir gün salona, saraya, şehre ve göğe yayıldı . Büyük bir kalabalık kralın geniş salonunu doldur­ muş, sessiz bir huşu içinde kral ve kraliçenin merasimle kutsa­ dıkları, diz çökmüş aşık çifti seyrediyordu. Kral, başından tacı­ nı çıkarttı ve Eros 'un altın renkli buklelerine taktı. İ htiyar kah ­ raman, Eros'un zırhını çıkarttı, kral pelerinini onun sırtına koydu . S onra sol eline zambağı verdi; S ophie tacını Freya'nın kahverengi saçlarına geçirdi ve aşıkların birbirine kenetlenmiş ellerine değerli bir bilezik taktı . Çok yaşasın eski hükümdarlarımız, diye halk bağırıyordu . Onlar meğerse hep bizimle beraberlermiş de biz onları tanıya ­ mamışız . Çok yaşasın! S onsuza kadar hüküm sürecekler ve bizi yönetecekler . Bizi de kutsayın ! Birleşmenizin sembolü bileziği havaya doğru fırlat ki, halk ve tüm dünya size sadık kalsın, dedi S ophie yeni kraliçeye . Bilezik havada eridi, hemen ardından herkesin başında açık renkli halkalar görüldü. Ş ehri, denizi ve tüm yeryüzünü sonsuz bir ilkbaharın kutlandığı parlak bir ku ­ şak sardı. Perseus, elinde bir iğ ve küçük bir sepetle içeriye gir ­ di . Yeni krala sepetçiği uzattı. Al, dedi, bunun içinde düşman­ larının kalıntıları var . S epette siyah ve beyaz bölümlere ayrılmış

Nova/is

1 43

taştan bir levhanın yanında kaymaktaşı ve siyah mermerden birçok şekil gözüküyordu . Bu bir satranç tahtası, dedi S ophie. Tüm savaşlar bu levhaya ve bu şekillere kazınmış . Eski sönük günlerin bir anıtı bu . Perseus, Fabl'a dönerek iği ona verdi. Bu iğ senin ellerinde bizi ebediyen mutlu edecek ve sen de bize al ­ tın renkli, hiç kopmayacak bir iplik eğireceksin. Hüma kuşu hoş melodiler içinde uçarak Fabl'ın ayaklarının dibine kondu, kanatlarını açtı; Fabl'ı üstüne aldı ve tahtın üstünden süzüldü . Fabl ilahi bir şarkı mırıldanıyor ve sürekli göğsünden çıkan bir ipi eğiriyordu . Halk yeniden coşkuyla doldu, tüm gözler sevim ­ li çocuğa yönelmişti. Kapıdan yeni bir sevinç haykırışı duyuldu. Yaşlı Ay, garip maiyetiyle beraber çıkagelmişti, arkasındaki halk kalabalığı Cinnistan ve sevgilisini muzaffer komutanlar gibi omzunda taşıyordu . Çiçeklerle bezenmişlerdi . Kral ailesi, onları en içten duygu­ larla buyur etti. Yeni kral ve kraliçe, Cinnistan ve sevgilisini yeryüzündeki temsilcileri ilan etti.

Az önce yerin altından sarayın avlusuna yükselen Park 1 İ m­

paratorluğu'nun garip binasını bana bırakın, dedi Ay. Küçük Fabl'ın da yardımıyla orada size oyuncularla güzel bir oyun su­ nacağım . Kral bu ricayı kabul etti, küçük Fabl sevinerek kafasını sal ­ ladı ve halk, garip eğlenceyi heyecanla beklemeye koyuldu . Es­ peridler, kralın tahta çıkışını tebrik ettiler ve her zaman bahçe ­ lerini korumasını dilediler ondan . Bu esnada taht, fark edilme ­ den şekil değiştirmiş ve muhteşem bir zifaf yatağına dönüş­ müştü . Hüma kuşu ve Fabl yatağın üstünde süzülüyordu . Yata­ ğın arka tarafı koyu renk somaki taşından üç karyatid 2 üstünde

Park: Yunan mitolojisinde kader tanrıçaları. Ü ç Park vardır: 1 . Kio­ to, ya§am ipliğini eğirir; 2. Lakesis, ipi insanlara dağıtır ve 3. Atropos, bu ipi keser. (ç.n.) 2 Karyatid: Eski Yunan mimarisinde sütün ve direklerin yerine konu ­ lan kız figürleri. (ç.n.) 1

1 44

Heinrich von Ofterdingen

duruyor, önü bazalttan bir sfenkse dayanıyordu . Kral, yuzu kızaran sevgilisini öpünce halk kralın örneğine uyarak birbirle­ rine sarılmaya ba§ladı. Zarif kelimeler ve öpü§me sesinden ba§ ­ ka bir §ey duyulmuyordu . Nihayet S ophie konu§tu; Anne de aramızda §İmdi. Onun varlığı bizi ebediyen mutlu kılacak. Bi­ zimle beraber evimize gelin, sonsuza dek o mabette ya§ayacak ve dünyanın sırrını koruyacağız . Fabl devamlı iğ eğiriyor ve yüksek sesle §arkı söylüyordu : Sonsuz krallık kuruldu. Sevgi ve huzur içinde kavga son buldu. Acıların uzun rüyası bitti,

Sophie sonsuza dek ruhumuzun kraliçesi oldu .

İkinci Kısım

GERÇEKLEŞME

Manastır veya Ön Avlu Astralis 1 Bir yaz sabahı dirildi gençliğim; O gün, damarlarımdaki kanı ilk olarak Hissettim, -Aşk Gittikçe derinleşen heyecanlarda Eridikçe, ben de giderek uyandım ve Daha samimi, tüm birleşmeye duyduğum arzu Her geçen dakika artmaya başladı. Şehvet benim varoluşumun gücüdür. Merkezde ben varım, ben kutsal pınarım. Bütün özlemler coşkuyla bu pınardan coşarak taşar. Ve aynı özlemler, şekil değiştirerek Aynı kaynağa döner. Siz beni tanımazsınız ama oluşumu gördünüz. ­ O mutlu gecede, ben hfila uyurgezer iken Beni ilk defa gören tanıklar

1 Astralis : Yunancada yıldızlara ait, yıldızlarla ilgili demektir. Burada "Astralis" yıldızların çocuğu anlamında kullanılmaktadır. (ç.n.)

1 46

Heinrich von Ofterdingen

Siz değil misiniz? Siz de Heyecanlanarak tatlı bir ürpertiye kapılmadınız mı? Çiçeklerin balına dalmış yaşıyordum. Mis gibi kokuyordum, çiçek ise Altın renkli sabah rüzgarında sessizce sallanıyordu. İçinden taşan bir kaynak, sakin bir mücadele idim. Her şey benim içimden ve üstümden akıyor Ve sessizce beni yükseltiyordu. O anda ilk tohum çiçeğin içine girdi, O gece ilk öpüşmemizi hatırlayın. Kendi sellerime coşarak geri dönüyordum Bir şimşek çaktı - Artık kıpırdayabiliyordum. Çiçeğin narin damarlarını ve yapraklarını oynatabiliyordum. Kendi kendimi oluştururken düşünceler de. Hızla dünyada duyguları yaratıyordu. Henüz kördüm ama açık renkli yıldızlar, Varlığımın harikulade uzaklığında kırpışıyorlardı. Daha hiçbfr şey yakınlaşmamıştı, ben çok uzaklardan Gelen geçmiş ve gelecek zamanların sesiydim. Hüzün, aşk ve sezgilerden doğan. Düşünceler uçuşuyordu. Şehvet içimde ateşleri yakınca. En büyük ıstıraplarla kavruldum. Dünya ışıklı tepelerde yeşeriyor. Peygamberin sözleri kanatlanıyor. Artık ayrı ayrı Heinrich veya Mathilde yoktu, İkisi tek bir ruh oldu . Yeniden doğarak göklere yükseldim, Dünyadaki görevim son bulmuştu. Bu mutlu nurlanma anında. Zaman hakkını arıyor, Yitirdiğini geri alıyordu. Artık yeni bir dünya doğuyor En parlak güneş ışığı bile karanlıkta kalıyor. Yosunlu harabeler arasında şimdi

Nova/is

Göreceğiz harika parlak geleceği. Eskiden sıradan olan ne varsa Artık garip ve harika gözüküyor bana. Aşkın imparatorluğu kuruldu. Fabl eğirmeye koyuldu. Doğanın en eski oyunları ba§lıyor. Herkes güçlü sözler arıyor. Böylece doğanın büyük ruhu Uyanıyor ve yeşertiyor sonsuzluğu. Her §ey birbirine kavu§uyor, İnsanlar beraber doğuyor ve olgunla§ıyor. Herkes birbiriyle karı§ıyor. Çünkü artık tek bir ruh ya§ıyor. Hırsla ruhunun derinliğine bakınca Asıl varlığını aydınlatınca Bin bir çe§it yeni düşünce uçuşacak Ya§am bir rüya olacak ve rüyalar yaşanacak. Bitti zannettiğiniz şeyler, Asıl §İmdi sizi bekler. Özgür hayal gücü. Gönlünce örecek örgüyü. Bazen gizleyecek, bazen dünyayı önünüze serecek. Nihayet sihirli sislere karışıp gidecek. Hüzün ve şehvet, ölüm ve ya§am Hep sımsıkı el ele, ­ En yüce aşka kendini teslim eden. Sonsuza dek yaralı kalır yeryüzünde. Gözümüzü büyüleyen Bağlar acılar içinde kopunca, En sadık kalp bile Dönü§ür zavallı bir yetime. Beden gözya§larında erir. Geniş bir mezar olur dünya, Ürkek bir özlemle kalp Kül olarak girer buraya.

1 47

1 48

Heinrich von Ofterdingen

Dağa doğru tırmanan dar patikada bir derviş derin düşüncelere dalmış yürüyordu . Ö ğlen saatleri geride kalmış, mavi semalar ­ da kuvvetle esen rüzgarın, boğuk seslerinin duyulmasıyla yok olması bir oluyordu. Acaba çocukluğunun yörelerinden mi ge ­ çiyordu, yoksa diğer konuşan memleketlerden mi? İ çinin de­ rinliklerinde yankılanan bu sesleri derviş tanıyamıyordu . Yolcu luğunun hedefine erişmiş olmayı ümit ettiği dağlara varmıştı. Ü mit etmek mi? Artık hiçbir ümidi kalmamıştı. Dehşetli bir korku ve umursamaz çaresizliğin kuru soğuğu, onu dağların vahşi tepelerine sürüklemişti . İ ç güçlerinin yıkıcı oyununu en zor yollar sakinleştiriyordu . Derviş, solgun ve sessizdi. Bir taşa oturdu ve arkasına baktı. Hala etrafında giderek toplanan şey­ leri görmüyordu . S anki şu anda rüyadaymış veya bir rüya gör­ müş gibi geliyordu . Gözlerinin önünde fark edilmemesi imkan ­ sız bir şaheser uzanıyordu . Az sonra aniden bütün ruhunu ko ­ partıp götüren gözyaşları akmaya başladı. Varlığının en ufak bir izi kalmasın diye uzak diyarlarda ağlamak istiyordu . Kuv­ vetli hıçkırıl