Hak Dini Kuran Dili Tefsiri 4.Cilt [4]

Citation preview

Elmalılı M. Hamdi Yazır •



DiNi '





DiLi

KAPAK AYCAN GRAFİK

DİZGİ DİZGİEVİ

KAPAK HATTI TALİP MERT

SON OKUR Dr. HÜSEYİN AKKAYA Dr. MUHAMMED GÜR

MONTAJ GİZ AJANS

BASKI UMUT MATBAASI

CİLT MUTLU

YAYINCI ZEHRAVEYN

AZİM DAGITIM MERKEZ: GÖZTEPE MAH. İNÖNÜ CAD. SARAY SOK. Nü: 17 34550 MAHMUTBEY/İSTANBUL· TEL: +90 (O) 212 445 88 80 (3HAT) FAX: +90 (O) 212 445 88 83 AZİM BAY AZIT: B.REŞİT PAŞA CAD. YÜMNİ lŞMERKEZ1 N0:22 VEZNECİLER/SA YAZIT/İSTANBUL TEL: +90 (O) 212 520 13 76- 528 31 87 E-mail: bilgi({i.1a ziınnora.coın

Sadeleştirenll�r Prof. Dr. İsmail Kara\�an1 Yrd. Doç. Dr. Emin I�ık

Dr. Nusrettin Bolelli Abdullah Yticel

C 'Oz:

7- A'R/\F �U lJ:.. �j·.ı:. yenilmiş ve kovul­ muş olarak çık. �4�. �::; � And olsun ki, onlardan her kim sana uyarsa,

�l � i•�4; ��

;izd�n, sizin hepinizden Cehennem'i doldururum, buna asla şüpheniz olmasın. Demek ki İblis'e uyanlar ondan, onun uydularından ol-

7- /\'IV\F Sll lU·'. SI: duk lan gibi onun fıkıbctine de mahkumJurlar.

IH

( 'liz:

X

ı

Görülüyor ki Yüce Allah, İblis'i önce isyanından dolayı kovuvermerniş, sorguya çekmiştir. Sorgusunda özür beyan etme yerine kibir ve gururla gösterdiği inat v e küfürden dolayı da bulunduğu makamdan indirmiş, yerinden ç ıkarmış "in oradan çık, artık alçaksın, küçü�sün" diye yerinden atıp düşürerek, aşağılamış ve alçatmış, birinci c;.u "çık" emrinin mutlak oluşuna göre o anda bu çıkarmanın henüz ebedi bir kovma olmadığı anlaşılmaktadır. Eğer İblis us­ lanıp edebini takınsa, düzelmeye yüz tutsaymış affı muhtemel bulunuyormuş. Nitekim, zaman tanıma ricası bir dereceye kadar yerine getirilmiştir. Fakat bu­ nun üzerine şükür ve düzelme yerine bütün bütün şımarıp hak yola ve iman edenlere ve doğru yolda bulunanlara karşı kötülük etmeye ebediyyen, azmet­ tiğini ortaya koyduğu zamandır ki G;J:.. L.ıj'X. ı.+� t).1 emriyle tamamen kmanmaya, kovulmaya ve ahirette de kendisine uyanlarla beraber ebedi azaba mahkum edilm iştir. Allah bunu, İblis'in kötülük kararına ceza olarak belirlemiş ve ona uyanları da ona katmıştır. Adem'in yaratılmasıyla gerçekleşen bu imti­ handa İblis'in kişisel duygulanna tabi olarak, melekler içindeki mutluluk ma­ kamından bu bedbahtlık çukuruna düşmesi ne kadar acı ise, hiç şüphe yok ki, meleklerin secde etme şerefine kavuşan Adem cinsinin böyle apaçık bir dü�rna­ nı bulunan yerilmiş, kovulmuş İblis'in izine, huyuna uyarak, o yüce makamdan düşmesi ve onun kötü sonuna ortak olması, ondan daha acı olacaktır. İblis' in, yaratıcıyı ve ahireti inkar etmediği halde bu düşme ve bedbahtlığına sebep kibir ve gurur ile hissiyata tabi olması ve bu şekilde arzusuna uygun olmayan husus­ larda, ilahi emre sataşıp saldırma fikrinde bulunması olmu§tur. Onda bu hasletin ortaya çıkmasına da, insanın özel bir şeref ile yaratılması ve secde emrini kazan­ ması sebep olmuştur. Buna karşılık İblis'in ecelinin tehir olunmasında da in­ sanın düşmesine yakın sebep, kendi hatalarıdır. �akat bu hataların karşılıklı ola­ rak birbirleriyle ilgili yönleri vardır. Allah'a karşı serbest kalmak isteyen İblis insan ile imtihan olmuş bulunduğu gibi, İblis gibi ser,Pest kalmak sevdasına dü�ccek olan insanlar da İblis ile imtihan kılınmışlardır. Şu halde yaratılı�larıyla İblis'in düşmesine sebep olmuş insanlar, kendi iradelcriyk onun akıbetine c.lü�memek için yaratılışlarına bahşedilen bu ezeli nimetin �iikür hakkını yerine getirmeli ve İblis'in izine gitmekten son derece sakınmalıdır. Ve hilmclidir ki, �u kıssada İblis'in gösterdiği huy lardan hangisi bir kimsede varsa, onda �eytandan bir huy var demektir. Ve onun düzeltilmesine c.;alı�rnalıdır. İnsanın yaratılı§ınm aslındaki mevkii böyle yükst.:k ve naziktir. Melekler

7- A'RAF Sl'J R l ·:S I : 1 9-20

H

( 'Ilı :

2J

İblis clmeJi böyle oldu. �-lj � Ve dedik ki, ey A;,; ;Jr� W' o size nasıl başladı ise yine öyle döneceksiniz. Yani Allah Teala siz insanları başlangıçta yaratıp, var edip dünyaya getirdiği gibi yine öyle iade edecek, ahirete gideceksiniz. Şüphe yok ki iade etmek, başlama­ dan daha kolaydır. Bir defa olanın, yine olabileceğinde şüpheye yer yoktur. Bu­ nun için tabiat davasına tutulup da ahireti inkar edenler, ilk önce tabiat kanun­ larının başı bulunan "olan yine olur" kanununu düşünmeli ve yaratmaya gücü yeten Allah'ın iadeye öncelikle kadir olduğunu anlıyarak ahirete inanmalıdırlar.

7- /\'R/\F SÜRESİ: 2lJ-JO

�I

:)11 halde ikinci olarak bilmelidir ki, bu dünyaya çırılçıplak gelip az çok llirlü liirlli giysiler bulan insanlann hepsi sonunda bu dünya elbisesinden soyunup y iııc geldikleri gibi çınlçıplak olarak dönüp gidecekler ve amellerinin cezasını hulacaklardır. Üçüncü olarak şunu hiç unutmamalıdır ki, bu geliş gidi§tc, bu ha�lama ve dönüşte tecelli eden bütün hüküm ve kudret yalnız Allah'ın olduğunda hiç şek ve şüphe yoktur. Analar, babalar, hısımlar, akrabalar, C!ilcr, dostlar, efendiler, beyler, hakimler, krallar, devletler, milletler, insanlar, cinler, kısaca bütün yaratıklar bir yere gelseler, kendi kendilerine bir ferdi ne ba�langıç it ibariyle canlandırmaya güçleri yeter, ne de sona erme itibariyJc ifüksinc .

�,�

" İ nsanı, insan yapar'' diyen nice iddiacılar, �1 ıJl "Ben de dirilıilir ı·e , , ,;/diirürüm. " (Bakara, 2/258) diyen nice Nemrud'lar gelmiş geçmi�t ir ki, bütün

ve iddialarına rağmen ne bir çocuk yapabilmiş, ne de kendisini öldürmeye µ,elen düşmanının canını alabilmiştir. Şu halde başlangıç ve sona hakim yalnız Allah olduğu için her gün, her an ister istemez o sana doğru yürümekte olan or­ tadaki insan da dininde Allah için ihlas sahibi olmalı ve ancak A ll.ah'a dua edip yalvarmalı ve bütün ihlas ve samimiyetle ona yalvarıp, ona çağırmal ı.ı+. :;. �

-

t

�J��I ;.;. Allah kimi hidayete erdirirse hiday�ti bu'lan o ol�r. Kimi de dala­ lette bırakırsa, hüsrana düşenler de işte onlardır.

Gerçekten de

�_'-lG � ı � � r�4� 1.;1�'; :ili�

yemin olsun ki cinlerden ve insanlardan bir çoğunu da cehennem için yarattık, ki bunlar hüsranlarına

haklarında ezeli hüküm verilmiş mahluklardır. Lakin sırf cebir tarikiyle ve ken­ tlilerinin yaptıkları ve sebep oldukları şeyler hesaba katılmadan ve dikkate alınmadan cehennemlik olmuş değillerdir. Aslında başlangıçta "ahseni takvim", yani en güzel biçimde yaratılmış, şuur fıtratını taahhüt etmiş iken sonra "esfeli safiline" düşmüş ve cebren kurtarılmalarına ilahi meşiyetin ilgisiz kalmış olması bakımındandır. Allah Teala ezeli ilmiyle biliyordu ki, bunlar ileride irade ve hürriyet sahibi oldukları zaman taahhütlerini yerine getirmeyecekler ve görevle­ rini yapmayacaklar, fıtratlarındaki emaneti, şühudu ve marifeti ve diğer güçleri­ ni hak yolunda kullanmayacaklardı.r, � c;iG ��'/I J� :u;..ı "Alçaklığa saplanıp kalacaklar ve heveslerine uyacaklardır. " İşte o zaman Allah, onların kalplerini ve ruhsal melekelerini mühürleyecek, hakkı duymak kabiliyetleri kapanacak, bundan böyle onlara öyle bir yaratılış ve huy verecek ki, artık sırf cehennemlik olacaklar. Allah bunun böyle olacağını, son durumlarmın cehenneme varacağını bik· bile onlan yarattığı için ta başlangıçta, sonu cehennemlik birçök halk ya­ ratmış oluyordu. Bu ise Allah Teata'nm onları doğrudan doğruya cehenneme zorlaması değil, cennete zorlaması, sonu bir taraftan cennete, bir taraftan ce­ henneme giden, karlı olabileceği gibi, zararı da olan bir hayata, kar yolunu

l 7H

7- A'RAF SÜ RESi: 1 7•>

< �üz:

ycu-ıuu,.sun 1-:ihi sana soruyorlar. De ki, onun bilgisi Allah katındad1r. F:ıkat lmm n ln nn �o�u hunu bilmezler. ki, ben kendi kendime Allah'ın dilediğinden başka ne bir men­ fnnl rlth· ctnıeye, ne de bir zararı önlemeye malik değilim. Ben eğer gaybı hllsl•ydim daha çok hayır yapardım ve kötülük denilen şey yanıma uflı· nnıazth. Ben iman edecek bir kavme müjde veren ve uyaran bir pey­ Kıtmht.• rl'

�� � :·:_:. � �!\:" yaparız.

. :'.

O inkarcılara bilmiyecekleri bir taraftan istidrac

" İstidrac" , aslında derece derece çıkarmak veya indirmek demek olup, bir

kimseyi arzusuna göre bir noktaya kadar tedricen götürüp haberi olmayacak bir şekilde felakete atmak anlamına bir deyim olmuştur ki, o kimse onu kendi ya­ rarına bir terakki, hayırlı bir geli§me zanneder, gerçekte onun için o durum, bir anlamda uçuruma sürüklenmek demektir. Allah Teala'nm istidrac yapması da uzun süre bir kimse hakkında hay.ırlı olmayan nimetler verip onun da bunu lütuf olarak görmesi ve kendi tuttuğu yolun kendisi için hayır olduğunu sanması, bundan dolayı da gitgide gurur, kibir ve taşkınlığını arttırması ve en sonunda da bütünüyle hayal kırıklığına uğrayıp en acı ve en feci bir şekilde hakkında azab hükmünün gerçekleşmesidir ki, bu çok çetin bir azap olur. Dış yüzüyle lutuf gibi görülen o nimetler, işin �ç yüzü açısından gerçekten bir kahırdır. İşte bun­ dan dolayı buna bir keyd (hile, oyun) adı verilmiştir. Bu bir zavallının başvurduğu bir hile bir keyd değildir, Kadir-i Mutlak olan Allah'ın, o kulun azabını şiddetlendirmek için lütuf şeklinde ortaya koyduğu bir kahır ve hesaba çekme yöntemidir. Görülüyor ki, bu istidracta manevi bir zorlama vardır. Fakat kulun inkarına bağlı bir ayrıntı ve o inkarın bir cezası olan, yani kulun kendi hür iradesi ile yaptığı bir seçime il iş kin olan ve ömrün lıelli bir noktasından başlayan bir zorlama (cebr) şekli olduğundan, esas itibarıyla bir mutlak cebr değildir. ' � J; t.ıı _,,. , ' •. ı � ·.� ·�(a.; C. ı'J� '�::, ·r-r.J1 Bir defa olsun düşünmediler nıi ki, arkadaşlarında, yani ne zamandan beri bir arkadaş olarak görüşüp �

� f-,

,

v_



;

;

konuştukları ve her bakımdan çok iyi tanıdıkları ve dostluğundan yararlanıp durdukları Muhammed'in şahsında cinnet nanuna bir Ş'� Y yoktur. O bir uyarıcıdan başka biri değildir.

< 'iiz:

7- A'RAF SÜRESİ: 1 84- 1 87

9

1 H.\

l lasen

ve Katade'den rivayet olunmuştur ki, Hz. Peygamber bir gcct! Sufn Tl�pcsi'ne çıkmış, Kureyş'i boy boy, oymak oymak çağırmış, Allah Tcfılfl'nın ıızabından sakınmalarını hatırlatarak nasihat etmişti. İçlerinden birisi "Bu adam iyice delirmiş, sabaha kadar bağıracak." demiş( 1 ) . . Bunun üzerine bu ayet nazil olmuş .

.;o�'it �ı;.:..ıı �� � IJ� ;.r,ı Göklerin ve yerin melekutüne hiç bak­

madılar mı? Göklerin ve yerin melekutü demek, göklerin ve yerin memleketini

yaratan ve yöneten hayret verici rabhk ve saltan;;ı.t gücü demektir. Yani [iyctlerimizi inkar edip, yalan sayanlar bütün bu alemlerin düzenine � �' J.U. (.� ı

� ve Allah 'ın yarattığı herhangi bir şeye· -bir kere olsun- hiç b�kmadılar mı? Bakıp da bunun ne büyük bir kudret olduğunu, bütün varlıkları ve her şeyi

.

yaratan, ayakta tutan ve yöneten Allah'ın kudretinin ne büyük bir kudret olduğunu ve bütün bunlarda sürüp giden rabbani düzenin akışını bir an olsun düşünmediler mi? Kainat varlıklarından gerek her biri ve gerek o varlıkların bütünü birden yüce yaratıcısının varlığına delalet eden bir delil ve O'nun bir­ liğini dile getiren bir kitap değil midir? Bunlara dikkat etmek ve bir insan ile bunlar arasındaki bir bakışın nasıl bir bütünlük, nasıl Hakk'a götüren bir bağlan­ tı ve nasıl bir tevhid ayeti olduğunu iyice düşünmek insan olmanın bir gereği ta ki, şi�k ve puta tapnıaktan doAnn uyı-ıhk gayrilik kalmayıncaya, fitne iyice ortadan kalkıncaya kadar :.1i' ��I �� ve din bütünüyle Allah'ın dini oluncaya kadar savaşmaya de­ ,



kullarını başkalarına mahkum tutan batıl dinler, Hak din karşısandu yıkılıp gitsin, hak hakim olsun da fitne ve eziyetle kimse gerçek ma­ buddnn bnşkaNma itaat ve boyun eğmeye zorlanmasın. Yalnızca burada jS"hepsi" ilavesi vur. Bu ayetin bir benzeri Bakara Suresi'nde geçmektedir, ancak orada Jt kelimesi yoktur. (Bkz. Bakara 2/193) ayrıca Bakara'da ( ı:r.:U I � ;ı)'ı 'J Hdi11dt zorlt1ıt"' yoktur" (Bakara, 2/256) ayetiryin tefsirine bkz.) vam edin. Allah'm

((

,,

�I �tJ

"'

*'

,,

kıtal üzerine, fitneden ve Allah' dan başkasına tapmaktan :......; � L:.ı �G şurası nıuhakkak ki Allah, yaptıklarını

Hu

vazııçeı·İerıe

,,.

»

"



'11

"




yle biliniz. Ve biliniz ki, Allah, hel"§eye kadirdir. 42- O vakit siz vadinin yakın bir yamacında idiniz, onlarsa uzak ya­ nıacında idiler. Kervan da sizden daha aşağıda idi. Öyle ki, şayet onlarla sözleşmiş olsaydınız, öyle bir buluşma yeri için mutlaka anlaşmazlık çıkarırdınız. Fakat olması gereken (zafer)in olması için Allah böyle takdir etti. Ta ki, helak olan apaçık bir delil gördükten sonra helak olsun, sağ ka· lanlar da yine apaçık bir delilden sonra yaşasın. Kesindir ki Allah, işitendir, bilendir. 43- Hani o vakitler Allah sana uykunda (rüyanda) onları az gösteriyordu. Eğer Allah sana onları kalabalık gösterseydi korkacaktınız ve savaş konusunda anlaşmazlığa düşecektinlz. Fakat Allah böyle bir şeyden sizi uzak tuttu. Çünkü O, gönüllerde yatanı da bilir. 44- Ve işte onlarla karşılaştığınız vakit onları sizin gözünüze az gösteriyordu, sizi de onların gözlerinde azaltıyordu. Çünkü Allah o mukad­ der olan işi yerine getirecekti. Bütün işler Allah'a döndürülür. . . t.

..

" G unm " : Esasen bir şeye sıkıntı ve zahmet çekmeden nail olmak veya

dUşmnmJan doyumluk almak manalarına gelir ve alınan doyumluğa da isim ola­ rak söylenilir ki, "ganimet" kelimesi de her iki bakımdan aynı anlama gelir. Şeriat ıstılahında ise ganimet, küffardan savaşla ve zor kullanılarak alınan maldır. Ş u halde isterse harbin sonunda yapı lan barış a;la§ması gereğince olsun, düşmandan alınan mala ganimet adı verilmez. Lakin "fey" adı verilir. Bundan dolayı ganimet kelimesi fey kelimesinden daha özel bir anlam taşır.

i;ı'·IJ Ve biliniz, yani gereğince amel etmek üzere malumunuz olsun ki, wl ).) � �.;·,:+ aldıQınız ganimet ne şeyden olursa olsun, isterse bir iğne veya iplikten ibaret bulunsun, bu surenin b.aşında da beyan olunduğu üzere her şey-

den önce

·

JJ ���1 "E11ft2l Allah'a ait" olduğundan '

,

,

1

� JJ �U

onun beşte biri

' 'Ilı.:

H- ENFAL SÜRESi: 41 -42

1 ()

------- ·-···-·

......

· 23J

•ırl' /\ilah içindir. J;..,)J.J Ve Peygamber içindir, �))ı �.iJj ve ona yukınhAı ulnnluı· içindir, �l4G ve yetimler içindir, �wG ve miskinler (yani yoktuıll:ır) içindir, µ,ı �G ve yolda kalmış yolc�lar içindir. ,

, ,

,

-

önce ganimetin beşte birini Allah için ayırmak, onu da beş hisse�� nyırıp, bu ayette açıklandığı gibi, bu beş gruba taksim etmek gerekir. Yani Allah, kendi hakkı olarak zikrettiği beşte biri, yine beşe ayırıp önce Resulul­ lıılı'a, sonra da sırasıyla zikredilen bu insanlara verilmesini emreder.İşte bu .-On·nin ilk ayetinde J;..,)J:, JJ �l,1;"11 "Enfal, (yani ganimetler), Allalı'a ve Resul'e 11i11ir. " hükmünün ayrmtıh olarak açıklaması budur. Herşeyden önce enfalin ve �ııııinıetlerin hepsi Allah'ındır. Şu halde hepsi gaziler elinde emanettir. Bu ilahi hnkıne göre, hepsinin kamu yararına sarfolunması gerekir. Fakat ilahi hüküm, MİZ gazileri, diğer milletlerin geleneklerinde olduğu gibi, özd menfaatlerinizden de büsbütün mahrum etmez. Ancak ganimetten beşte birinin Allah için ayrılma­ Nı ve kamu yönetimi tarafından, açıklandığı şekilde toplum yararına sarfedilme­ Mini emreder. Ganimetin beşte birden geriye kalan beşte dördünü de siz gazilere bırakır. Şu halde gaziler, dilerlerse haklarını isterler. O zaman ganimetin onlar urasında taksimi vacip olur. Veya her biri dilerse kendi hakkından dilediği ka­ darını taksimden önce veya sonra yine Allah için terk edebilir. Çünkü hak sahi­ hi, kendi hakkında dilediği gibi tasarruf etmekte hür ve serbesttir. Bu husus on­ ların kendi isteklerine bırakılmış olduğu gibi, Resulullah'ın vefatından sonra onun beşte birden olan hissesi de din alimleri tarafından değişik görüşlerin öne sürülmesine sebep olmuştur. Bu konudaki ictihadların ayrıntısı Fıkıh kitaplarına aittir. Bu ayetin Bedir gününde veya Bedir'den bir ay üç gün sonra meydana ge­ len Beni Kaynuka gazvesi sırasında nazil olduğu hakkmda iki rivayet vardır. ��ı � ı 'r"; �Li�I 'r"; �,� ıfa. GJ)l (.j :JJ� ;:.�'.ı ;.��(' �-' Eğer siz Allah' a ve iki t lk

t

-

1

1

ordunun karşı karşıya geldiği, müslüman ve kafirlerin çarpıştığı gün, o fur· kan günü (yani hak ile batılın ayrıldığı Bedir günü) kulunıuza indirdiğimiz �eylere, ki bunlar vahiy ayetleri, yardım melekleri ve ilahi nusret ve zaferdir, i§te bunlara iman etmiş hakiki nıüıninler iseniz biliniz ki, bu böyledir. Yani

cnfal ve ganimetin bu şekilde taksim olunması gerekir. Bunun böyle olduAunu bilin, ona göre gereğini yaparsınız. �ii � JS' � :J.ır, Ve Allah her şeye kAdlr· dir. O gün gözlerinizle gördüğünüz gibi, çoğa karşı aza, kuvvetliye karşı zayıfa zafer ve nusret vermeye kadir olan Allah, daha nelere, nele.re kadirdir ve siz O'nun emrine uyar, hükmüne uygun hareket ederseniz size daha neler neler ve­ recektir. Hani bilirsiniz ya! Q�ı �:,:Ml � �1 'l! O vakit siz vadinin beri kıyısında, 1

,

.

....

8- ENFAL SÜRESi: 42

2:\4

Cüz: 1 0

hlr yerde idiniz, ı;�I ;�J;J� �� onlarsa öte kıyısında daha ınüsait bir y.,rde idiler � :U:..1 �)(, k�rva� ve süvarileri de sizden daha aşağıda, -sa· lılltlc- idiler. Yani kervan bir taraftan sizin etki alanınızda demekti, fakat diğer r�nn

cihetten bunlar düşman ordusunun size saldırmasını gerektirecek, aynı zamanda snva!}a hırsla girmelerini tahrik edecek bir sebepti. İşte bu durum, sizi korkutu­ yor ve işinizi güçleştiriyor ve sizin için bir tehlike oluşturuyordu. Hasılı, gerek asker sayısı, gerek taktik, gerek arazi durumu, gerekse araç, gereç ve donanım bakımından görünüşte düşman güçlü, siz de gayet zayıf bulunuyordunuz. İki ordu arasında her bakımdan büyük bir fark vardı. Öyle ki ;J� � 1., eğer daha önceden sözleşmiş olsa idiniz, yani o gün orada savaşmak için siz onlara, onlar size vaad etmiş, söz vermiş olsa idiniz, aranızda meydana gelecek bu farkı önceden bilmiş olsa idiniz, ,� �ı u! ;.�·;ı:;. � o sözünüzde anlaşmazlığa düşerdiniz, mutlaka ihtilaf ederdiniz. Bu vaziyeti görünce cesaret edemez, ver­ diğiniz sözden döner, zaferden de ümidinizi keserdiniz. Yani onlara üstün gel­ meyi düşünmek şöyle dursun, karşılarına çıkmayı bile göze alamazdınız, savaş­ tan kaçınırdınız. Şu halde iş size ve sizin anlayışınıza ve görünürdeki sebeplere bağlı kalsa idi, aradaki bu büyük farklılıklardan dolayı bu başarı ve zaferin mey­ dana gelmesine imkan yoktu. �j Ve Iakin bunu Allah yaptı, öyle bir sözleşme olmaksızın ve sizi kendinize bırakmaksızın, iki tarafı öyle bir duruma düşürüp · ı Allah, o fiil alanına çıkan enıri, o habirbirine çattırdı ki, "'ı;;:.:.. �13' (;.1 :J.Jı :_.;a( rikulade olayı, o olması gereken işi, oluş alanına yansıtarak hak ile batılı ayıran ve Allah dostları ile düşmanlarını açık seçik ortaya koyan o furkanı yapsın, bir ntuhkem kazıyye kılsın, vaad ettiği nusret ve zaferi bir kesin delil ile isbat ve tcsbit etsin. Ta ki, 4-· � � :;. �ıı+-r helak olan bir açık belgeye dayalı ola1

,

,

ruk helak olsun, 4. � :.,;. :;. �:., yaşayan da yine bir açık belgeye dayalı oluruk yaşasın. -

.

,

,

,

-

Bedir olayı, Allah'ın öyle açık bir ayeti ve öyle kesin bir belgesidir ki, hem Kurcy� mü�riklerinin ölüleri ve mağlupları gibi iiah1.ııe mre karşı gelenler ve Re­ sulüne ylelerine antlaşmada belirlenerı müddetin dolması�a kadar süre tanıyın. Yani bunları o antlaşmaya uymayanlarla karıştırmayın ve

bir tutmayın. Öbürleri gibi, bunlara da dört aylık süre bitince hemen savaş açmaya kalkışmayın. Bunlara onlar gibi muamele etmeyin. Antlaşma şartlarında belirlenen süre doluncaya kadar bekle-yin, o sürenin tamamı tamamına bitmesi­ ni gözetin ve siz de antlaşma şartlarına uyun. �)�:ıı �� JJı �I Çünkü Allah, müttakileri muhakkak sever. Sözleşme şartlarına uymak da takvadandır. isterse karşı taraf müşrik olsun, onlar arasında bile ahdine riayet eden vefalı kimselerle etmeyen gaddarları eşit tutmak takvaya aykırıdır. Rivayet olunduğuna göre, Resulullah ile müşrikler arasında "Ka'be'yi tavaf'

,

,

·

( 'tiz: 1 O

9- TEYBE SÜRESİ: 4-5

27)

tıın kimseyi engellememek ve Mekke şehrinde kimse tehdit edilmemek ve kor­

kııtulmamak" üzere bir genel sözleşme, ayrıca Huzaa, Müdlic v.s. Arap kabilc­ l"ri ile o kabilelerin özelliklerine göre yapılmış olan ve belli süreleri içeren ikili Nl�zlc�meler vardı. Ne zaman ki, Hz. Peygamber Tebük Seferi'ne çıktı, o zaman Nııva�a katılmayıp Medine'de kalan münafıklar, etrafa çeşitli yalan haberler yay­ maya başladılar. Bunun üzerine de müşrikler ahitlerini bozmaya başladılar. Öyle ki l iz. Peygamber'in Tebük'ten döndüğünde onların birçoğu ahitlerini bozmuş hulunuyorlardı. Bunun üzerine yukarıda da anlatıldığı şekilde bu sure nazil olmuş, ahitleri yüzlerine fırlatılıp atılmış ve "nebz" edilmiş oldu. Ancak Beni 1 >anıra ve Beni Kinane gibi pek az kabile ah itlerini bozmamış idi. İşte genel bir "ııchz"den sonra bu ayette özel ve ikili antfaşmalara temas edilerek ahitlcrine l'İayet etmiş olan bu gibi kimselere, antlaşmaların özelliğine göre o antlm_imalar­ da belirtilen sürenin sonuna kadar süre tanınması, istisnai bir durum olarak bil­ dirilmektedir. Onlar bir noksan iş yapmadıkça antlaşmada belirlenen sürenin sonuna kadar onlara mühlet tanınması emrolunmaktadır.< 1 ) Yukarıda geçtiği lizcre, Hz. Ali tarafından dördüncü madde olarak ilan edilen ve "Her ahit sahi­ hine ahdi itmam olunacaktır." fıkrası da bunu içermekteydi. Yine denilmiştir ki, en fazla süresi bulunan antlaşma da Beni Kinane'nin bir oymağı ile yapılmış olan bir antlaşmaydı, onun da dokuz aylık süresi kalmıştı. O da tamamlandı. Demek ki, bu ilandan dokuz ay sonra Arap Yarımadası'nda ahit sahibi hiçbir müşrik kalmamış oluyordu. Bütün bunlar bilindikten sonra �:;Jı �'J·ı �ı 11G şimdi şu haram aylar s ıy rı l ı n ca, geçip gidince ki bu aylar ;; �1 ��. "O;ılardwı dört tanesi haram uy/ardır. " (Tevbe 9/36) dört aydır. � .J� rl�I �·/·11 .; ci,;)� � "Sana haram ay­ larda savaş yapmayı sorarlar.. . " (Bakara 2/2 ı 7) ayeti uyarınca normal sene­ lerde geçerli olan haram aylar ki, Zilka'de, Zilhicce, Muharrem ve bir de Recep diye bilinen aylar olmayıp, -.,,+:.ı �1 ,'-"'�'J1 �, ı� ayetinde söz. konusu olan ve Kurban Bayramı'ndaii sÖiifaslQı içine alan dört aylık süredir. Bunun ilk elli günü bilinen haram aylar kapsamına'giriyor ise de geriye kalan yetmiş günü bunun dışındadır. Fakat bu ilana göre, sö� konusu günler de tıpkı haram aylar gibi Böyle topyekün cihad sizin için hayırlıdır, tamamen hayırdır, �.,:..W ;.��f �! eğer bilir iseniz. Yani hayrın ne ol

,

.

,

,

,

,,,.

,



.,.

,

9- TEYBE SÜRESl: 60

< 'üz: 1 O

373

hir zarf veya sıfat olarak kullanılması ile burada olduğu gibi bir lakap ve ünvun olarak kullamlmış olması arasında çok önemli fark vardır. Önceki genel bir an­ lam, ikincisi özel bir anlam ifade eder. Önceki mana ile her ibadet, lier hayır, her sadaka fi sebilillahdır, yani Allah'ın rızası yolundadır. İkinci mana ile her sa­ daka fi sebllillah değildir, fi sebllillah sadaka, bir özel harcama şeklidir ki, bil.. hassa ila-yı kelimetullah (Allah'ın kelimesini yükseltme) yolunda olanlara veri­ len sadakadır. Bu farkın belli olmasından dolayıdır ki, bütün tefsir bilginleri ve ünde gelen fıkıh alimleri bu nfi sebilillah" harcama yerinden asıl murad olunan­ ların mücahidler olduğunda görüş birliği içindeler. Şu halde zekatta, yani vacip olan sadakalarda söz konusu sekiz harcama yerinde birinin de fi st.:bllillah kaydıyla mücahidlere yapılacak harcama olduğu kesindir. Abdullah lbnü Ömer (r.a.)'den "Hac da fi sebilillahdır.11 diye rivayet edilmiştir.(! ) Fahruddin Razi, tef­ sirinde "Müfessirler, fi sebllillah'a gaza edenler dediler. ıı(ı) diyerek bir teshil yapmış ve müctehid imamların görüşlerinin de bu mana üzerine olduğunu toplu­ ca bir ifadeyle anlattıktan sonra şunu ilave ederek, "fi sebilillah görüşünde lafzın dış görünüşü her çeşit gaza ehline mahsus olduğunu gerektirmez. Bu manadan dolayı Kaffal, tefsirinde bazı fıkıh alimlerinin, ölülerin kefenlenip defnedilme­ si, kaleler ve kışlalar yapılması, camilerin yapımı ve onarımı gibi hayır çeşitleri­ nin hepsine sadakaların harcanmasını caiz gördüklerini, çünkü . fi sebilillah ifa­ desinin hepsini kapsamı içine aldığını nakletmişlerdir." demiş, Kadi Beydavi de e:!WG }'�1 : � � �� "Köprü ve fabrika yapmak da denildi. " (J) diyerek, bu görüşü zayıf bir ifadeyle kaydetmiştir. Gerçekten de Razi'nin bunu ifadenin za­ hirine bağlayarak, bir çeşit te'yid suretinde nakleylemesi doğru değildir. Bunda hem isim siyakındaki fi sebilillah tafzınıri meşhur olan özel manasından, hem de yukarıdan beri açıklayageldiğimiz şekilde beyanın siyakından bir zühul vardır. Sahih senetle gelen bir Hadisi Şerifte de dile geldiği gibi, Peygamber Efendi­ miz buyurmuştur ki, � )�. ;.J �� �1 �I �I _,1 Jıı � � �I � liJ:aıı � "; :.J \S»U � �'ı-47 11 Zengine sadaka helal olmaz, ancak fi sebllillah veya ibni sebil (yolcu) veyahut o kimse bunun dışındadır ki, yoksul bir komşusu vardır, kendi­ sine verilen sadakayı o yoksul komşusuna iletmiştir"(4). Görülüyor ki, bu hadisi "'

(1) Ebu Davud, Mcnasik, 79.

"'

-

,

,

,.

,

,

,

,

"'

,

� ,.

,

,

(2) Fahrü'r-Razi, a.g.e, XVI, 1 1 5. (3) cl·Bcydavi, Envaru't-Tenzil ve Esraru't-Te'vil, l, 507. (4) Tirmizi, Zekat, 22, 23; Ncsai, Zekat, 80, 90; İbn Mace, Zekat, 26; Muvalta, Zekfü, 29; Ahmed b. Hanbd, il, 1 64, 192, 377, 389, 111, 3 1 , 40, 56. Bu hadisi, gaza edenlerin veya gaza yolunda olanların hiç ihtiyaçları olmadığı halde sadaka almalarmm helal olduğu §eklinde anlayanlar varsa da asıl mana hu değildir. Mücahid veya yolcu kendi servetinin yetmediği cihad ve sefer masrafları için bir de hadd·i zatında kendi ülkesinde zengin olmc.ıkla beraber, yolculuk sırasında mc.ıhndan faydalanamayıp fakir durumu­ na dü§tilğü zaman sadaka alabilir, demektir. İstisna bu gibi hallere aittir. (Müellif)

374

9- TEVBE SÜRESi: O

Cüz: 1 0

· ----------·--·---

şerifteki fi sebilillah ifadesi her çeşit hayrata içine alacak şekilde genel bir ifade değildir. Öyle bir anlama ihtimali bulunmadığı gayet açıktır. o halde ayetin tefsi­ rinde bunu gözardı ederek, her çeşit hayır için geçerli bir ifadeymiş şeklinde an­ lamak nasıl doğru olabilir? Şüphesiz açık ve ortada olan mana mücahidlerdir. Bunda diğer hayır çeşitleri olsa olsa bir ihtimal olur ki, bununla nafile olan sa­ dakalarda amel caiz olsa bile zekat gibi vacip sadakalarda caiz olmaz. Mesela, zekata mahsuben cami veya misafirhane yapmakla zekat borcu eda edilmiş ol­ maz. Onlar vacip olan sadaka cinsinin dışında doğrudan doğruya kendine mah­ sus başka bir hayır ve ibadet olur. Lakin o hayır, vacip olan sadakanın yerine geçmez, zekat sayılmaz. Ancak mücahidlerin cihatta muhtaç oldukları her türlü levazım ve mühimmat, yani _-.-.; � ;J.·.ıı:·.ı L. � ı_,�t, "Onlara karşı kuvvet lıazırlaym. " (Enfal, 8/60) ayetinin kapsamı içinde olup da yalnızca· kendi imkan­ ları ile tedarik edilmesi mümkün "cihad ihtiyaçlan"nın hepsi bu fi sebilillah har­ cama yerine girer. Asıl maksat ihtiyaçların karşılanması olduğundan, ihtiyacm cinsine göre, bunları mücahidlerin teker teker bizzat kendilerine değil de cihad konusuna, yani mücahidlerin şahıslarına değil de komutanın emrine veya başkomutanlığa verilmek suretiyle :Lı � � ):;. ihtiyacın karşılanabileceği, bunu böyle ödemenin yeterli olabileceği meselesi ayrıca üzerinde durulabilecek ictihada bağlı bir konudur. Çünkü bu husus ödemenin §ekli ile ilgili olan ve ayrıntı sayılabilecek bir meseledir. Sadaka sahibi, sadakasını fi sebilillah olmak üzere muhtaç olan mücahidlere temlik veya komutana teslim etmekle vacibi eda ctmi� olur. Kumandan da onu velayet yoluyla alıp mücahidlerin cihattaki ih­ tiyacına yerli yerinde ve en uygun şekilde harcamakla velayet görevini ifa etmiş ve emaneti yerine ulaştırmış olur. Ve ihtiyacın özelliğine göre, mücahidlcrin doğrudan doğruya şahısları söz konusu olmayıp teker teker temlik gerekli olmayabilir. Mesela, yiyecek ve giyecek şahsa tahsis edilebilir de ağır si­ lahlar birliğin emrine tahsis edilir. Daha doğrusu kumaAdanın emrine verilir. Ve bu sadaka öbürlerinden daha ziyade Allah hakkı olarak eda edilmi� olur. Ve o halde "İbn-i Sebll"(yoku) meselesi de aynı hükmün kapsamı içinde ele alınabilir. Hasılı sadakaların hepsi, işte bu sekiz harcama yeri içindir ve bu sınıflara mahsustur. Ve hepsinde sadakanın verilmesi ve alınması fakirlik ve ihtiyaç yönünden9ir. Yalnızca sadaka üzerindeki amillerle müellefetü'l-kulubun alma­ ları sadaka olarak değildir. Sadaka devlet başkanı adına toplandığı zaman da ·

9- TEYBE SÜRESi: 60

< 'Hz: 1 0

--- ·----- ·--- ·

- ---

.

.

-··-·

-··

yine fakir fukaraya dağıtılmak üzere tahsil olunur. Sonra da ba�kan, ondan miicllcfetü'l-kuluba, fakir müslümanlara gelebilecek eza ve cefayı defetmek i