Genel Türk Tarihi [4]
 9756782625, 9756782668

Table of contents :
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM: TÜRKİYE SELÇUKLULARI VE ANADOLU BEYLİKLERİ

A. TÜRKİYE SELÇUKLULARI VE ANADOLU BEYLİKLERİ
ANADOLU'NUN FETHİ VE TÜRKLEŞMESİ, Prof. Dr. Mustafa Kafalı 13
ANADOLU'DA OĞUZLAR, Prof. Dr. İlhan Şahin 41
XVI. YÜZYIL ANADOLUSUNDA OĞUZ BOY ADLI YERLEŞMELER, Yrd. Doç. Dr. Osman Gümüşçü 65
DOĞU ANADOLU TÜRK DEVLETLERİ, Doç. Dr. İlhan Erdem 77
TÜRKİYE SELÇUKLULARI, Prof. Dr. Erdoğan Merçil 149
HAÇLI SEFERLERİ VE TÜRKLER, Prof. Dr. Işın Demirkent 193
ANADOLU TÜRK BEYLİKLERİ, Prof. Dr. Salim Koca 223
SELÇUKLU SONRASI ORTA DOĞU'DA TÜRK VARLIĞI, Prof. Dr. İsmail Aka 315
KARAKOYUNLULAR: TARİH SAHNESİNE ÇIKIŞLARI VE KÖKENLERİ, Doç. Dr. İlhan Erdem - Mustafa Uyar 351
AKKOYUNLULAR: AKKOYUNLULARIN TARİH SAHNESİNE ÇIKIŞLARI VE KÖKENLERİ, Doç. Dr. İlhan Erdem - Mustafa Uyar 365
AZERBAYCAN'DA MÜSTAKİL HANLIKLAR DEVRİNE UMUMÎ BİR BAKIŞ, Yrd. Doç. Dr. Mehmet Ali Çakmak 381

B. TÜRKİYE SELÇUKLULARI VE ANADOLU BEYLİKLERİ DÖNEMİNDE KÜLTÜR VE MEDENİYET
TÜRKİYE SELÇUKLULARI VE ANADOLU BEYLİKLERİNDE TEŞKİLÂT, Prof. Dr. Refik Turan 395
TÜRKİYE SELÇUKLU DÖNEMİNDE TOPLUM VE EKONOMİ, Prof. Dr. Tuncer Baykara 425
TÜRKİYE SELÇUKLU SULTANLARININ İZLEDİKLERİ EKONOMİK POLİTİKALAR, Prof. Dr. Salim Koca 485
SELÇUKLULAR VE BEYLİKLER DEVRİNDE DÜŞÜNCE, Prof. Dr. Ahmet Yaşar Ocak 503
TÜRKİYE SELÇUKLULARINDA VE ANADOLU BEYLİKLERİNDE BİLİMSEL ÇALIŞMALAR, Prof. Dr. Esin Kahya 521
SELÇUKLULAR VE BEYLİKLER DEVRİNDE TÜRK DİLİ, Prof. Dr. Mustafa Özkan 557
SELÇUKLULAR VE BEYLİKLER DEVRİNDE EDEBİYAT, Prof. Dr. Mustafa Özkan 585
ANADOLU SELÇUKLULARI VE BEYLİKLER DEVRİ SANATI, Prof. Dr. Oktay Aslanapa 647
ANADOLU SELÇUKLU SANATI, Prof. Dr. Gönül Öney 677
AHLAT MEZAR TAŞLARI, Prof. Dr. Beyhan Karamağralı 699

Citation preview

GENEL TÜRK TARİHİ 4

Editörler

Hasan Celal GÜZEL

Prof. Dr. Ali BiRiNCi

YINİ

TÜRKİYE

YAYINLARI

Teknik Koordinatör Murat Ocak

Sanat Yönetmenleri D. Hamza Gürer/Faruk Taştepe

Görüntüleme Görüntü Yönetmeni Yrd. Doç. Dr. Tufan Gündüz Görüntü Yönetmen Yardımcısı Hasan Tahsin Dr. Muhammet Görür/Fatma Doğancı/ Uğur Altuğ Yüksel Şahin/Ahmet Sait Candan/Hüseyin Köksal

Resim Tarama Turgay Süslü/ Ümit Bahadır

Dizgi Grubu Mehmet Keskin I Fatma Özgür Şahin /Murat Aydıner Kadriye Akkaya I Levent Süsoy / Ahmet Düzgün Tuğhan Taştepe /Turgay Süslü/Ümit Bahadır Zülfikar Mert I Murat Şaşmaz Vural Dönmez I Umut Aras

Tashih Grubu Elnur Ağayev Ahmet Budak / Zehra Filiz Bilir Emine Özdemir I Büşra Bolay Ebru Demir I Rizvan Genberli

Grafik Tasarım Ali Taştepe

Baskı Semih Ofset

Cilt Balkan Ciltevi Yayın Kodu

975-6782-62-5 lSBN(Takım) 975-6782-66-8 ISBN (Cilt) Yayın Yeri ve Tarihi Ankara 2002 Yan Kağıt: Selçuk Çini Paneli, Ahmet Ertuğ

GENEL TÜRK TARİHİ Yayın Kurulu Başkanı Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu TiiRK TAlilH Kt:Rl!Ml; BAŞKANI - TiJRKIYE

Yayın Danışmanı Prof. Dr. Halil İnalcık TÜRKiYE I A.B.Ll

Yayın Kurulu Prof. Dr. Şükrü Haluk Akalın

Prof. Dr. Manas Kozıbayev

TORK DiL KURUM!! BAŞKANI-TÜRKiYE

KAZAKiSTAN

Prof. Dr. Süleyman Aliyarlı

Prof. Dr. Ercüment Kuran

AZERBAYCAN

TÜRKiYE

Prof. Dr. Muhammed Aydoğduyev

Prof. Dr. Şerif Mardin

TÜRKMENiSTAN

TORKIYE

Prof. Dr. Tuncer Baykara

Prof. Dr. Erdoğan Merçil

TÜRKiYE

TÜRKiYE

Prof. Dr. Kemal Çiçek

Prof. Dr. Rhoads Murphey

TÜRKiYE

INGILTERE

Prof. Dr. Tınçtıkbek Çorotegin

Prof. Dr. Yuzo Nagata

KIRGIZiSTAN

JAPONYA

Prof. Dr. Geza David

Prof. Dr. Ahmet Yaşar Ocak

MACARiSTAN

TORKIYE

Prof. Dr. Feridun Emecen

Prof. Dr. llber Ortaylı

TÜRKiYE

TÜRKiYE

Prof. Dr. Peter B. Golden

Prof. Dr. Victor Ostapchuk

A.B.D.

KANADA

Prof. Dr. Mustafa İsen

Prof. Dr. Sema Barutçu Özönder

TÜRKiYE

TÜRKiYE

Prof. Dr. Narman Itzkowitz

Prof. Dr. Stanford Shaw

A.B.D.

A.B.D.

Prof. Dr. Ekmeleddin İhsanoğlu IRCICA BAŞKANI

-

T(JliKJYC:

Prof. Dr. Mustafa Kafalı

Prof. Dr. Geng Shimin c,;IN

Prof. Dr. Denis Sinor

TÜRKiYE

A.B.D.

Prof. Dr. Kemal Karpat

Prof. Dr. Ahmet Tahakoğlıı

A.B.D.

TÜRKiYE

Prof. Dr. Beg Ali Kasımov

Prof. Dr. Dmitri Vasiliev

ÜZBEKISTAN

RUSYA

Prof. Dr. Salim Koca

Prof. Dr_ Bahaeddin Yediyıldız

TÜRKiYE

TCRKIYE

Danışma Kurulu Prof. Dr. Abdülhaluk Çay llAŞKAN-TilHKIYE

Dr. Bilgehan Atsız Gökdağ

Prof. Dr. Gabor Agoston A.B.IJ.

Ti ·ııKIYE

Prof. Dr. İsmail Aka

Dr. Öner Kabasakal

Tl'HKIH:

TIK,\ ll.-\�K,\Nl·TrJlKIYI·:

Prof. Dr. Şakir Akça

Prof. Dr. Esin Kahya

Tl'llKIYE

Tl'HKIYE

Prof. Dr. Annakurban Aşirov

Prof. Dr. Şaban Karataş

Ti:llK�IENIST,\;mi geçmez. Bu zamanda Erzen Şahruh, Bitlis ise Yeltekin adlı emirlerce yönetilmekteydi. 264 Dilmaçoğulları'nın, Berkyaruk ile Tapar mücadelesi esnasında Bitlis ve Er­ zen'i tekrar elde ettikleri anlaşılıyor. Bu dönemde Dilmaç Oğulları'nın başında Togan Arslan bulunuyordu.

8. 1 . Togan Arslan (1 104- 1 137) Togan Arslan'ı 1 104 yılından itibaren tarih sahnesinde görüyoruz. O, Büyük Selçuklularda yaşanan taht mücadelesinde Berkyaruk'a karşı Tapar'ın yanında yer almış, ardından 1 1 07 yılında Diyarbekir bölgesine hakim olan Türkiye Sel­ çuklu hükümdarı 1. Kılıçarslan'a tabi olmuştur. Kılıçarslan'ın ölümünden sonra da Ahlatşahlar ve Mardin Artukluları, Dilmaçoğulları üzerinde nüfuz kazanmış­

lardır.265 1 1 12 yılında Ahlatşah Sökmen'in ölümünden sonra yörede çıkan karışıklık­ lardan yararlanan Togan Arslan, Meyyafarikin'e tabi 25 köyü ele geçirmeyi ba­ şarmıştır. Sökmenlilerin sarsıntı içinde olması dolayısıyla Dilmaçoğulları, Mardin Artuklularına yaklaşan Togan Arslan, İlgazi ile beraber 1 1 1 9 yılında Haçlılara karşı Dımaşk atabegi Tuğtekin'in yardımına koşmuş ve sefer sonunda Halep'in kurtarılmasında önemli katkıları olmuştur. Dilmaç hükümdarı 1 1 21 yılında da yi­ ne Mardin hakimi ile Gürcülere karşı gaza yapmış, Tifüs kapılarına kadar dayan­ mıştır. 266 Togan Arslan'ın güçlenmesi ve Mardin Artuklularıyla ilişkilerinden rahatsız olan Ahlatşah İbrahim, Ilgazi'nin de ölümünü fırsat bilerek 1 1 24 yılında Dilmaç Oğullarına saldırdı ve Bitlis'i kuşattı. Togan Arslan tekrar Sökmenli hakimiyeti­ ni kabul ederek kuşatmadan kurtuldu. 267 Aynı yılda (1 124) Dımaşk hakimi Tuğtekin Hama'ya saldırdı. Hama hakimi Kırhan Dilmaçoğlu Togan Arslan'dan yardım isteyince Bitlis hakimi büyük bir ordu ile Hama'ya geldi. Bunu gören Tuğtekin, Dımaşk'a dönmek zorunda kaldı. Togan da ülkesine gitti. 268 Togan Arslan, 1 1 37 yılında öldü. Yerine oğlu Hüsameddin Kurti geçti. Ener-

1 36

jik bir hükümdar olan Şemseddin Togan Arslan, uzun hakimiyeti boyunca bey-

liğini muhafaza etmiştir. Onun zamanında Dilmaçoğulları, Duvin'e de (Dübeyl) hükmetmişlerdir.269

8.2. Hüsameddin Kurti (1 137- 1 143) Hüsameddin beyliğe hakim olur olmaz Selçuklu meliki Selçuk-Şah'ın saldırısı ile karşılaştı ise de onu mağlup edip ülkesinden uzaklaştırdı. Buna karşılık hemen ardından 1 1 39'da Hısn-ı Keyfii hakimi Davud'un saldırısına mani ola­ madı. Erzen'i zapt eden Artuklu beyi, her şeyi talan etti ve herkesi esir aldı. Kent büyük bir felaket yaşadı. Hüsamed­ din, Mardin hakimi Timurtaş'ın yanına kaçtı. Timurtaş da Atabeg İmadeddin Zengi'den yardım aldı ve Safiyye Hatun ile evlenerek akrabalık kurdu. Bu gelişmeler üzerine Davud yöreden çekilmiş ve Kurt! de ülkesine dönmüştür. 270

1

Hüsameddin Kurt! 1 1 43 yılında Erzen'de öldü. Yerine

-- -

kardeşi Şemseddin Yakut Arslan geçmiştir. O, Ilgazi'nin kızlarından Seferi hatun ile evlenmiş, ondan Yağıbasan doğmuştur. 271

Ahlat-Erzen Hatun Kümbeti

8.3. Şemseddin Yakut Arslan (1 143- 1 146) Yakut Arslan'm çok kısa süren iktidarı sırasında Musul hakimi İmadeddin Zengi, saldırgan tutumu takman Davud'a karşı Diyarbekir üzerine bir sefer yap­ tı. Siirt, Hani, Hizan, Cebel-Gür ve Zülkarneyn, Musul hakiminin eline geçerken, Amid hakimi lnaloğulları da lmadeddin'e boyun eğdiler. Bu gelişmeler karşısın­ da dehşete kapılan Dilmaçlı Yakut Arslan da Musul hakimine tabi oldu ve karde­ şi Devletşah'ı rehin alarak gönderdi. Yakut Arslan 1 1 46 yılı Şubat ayında vefat etti. Yerine kardeşi Devletşah geçti. 272

8.4. Fahredd�n Devletşah (1 146- 1 1 92)273 Yakut Arslan ölünce vezir Diyaeddin, Dilmaçlı Devletşah'ı almak üzere Mu­ sul'a gitti ve onu Erzen'e getirdi. Devletşah, burada Dilmaç tahtına çıktı. Kısa sü­ rede ülkeye hakim oldu ve otoriteyi tesis etti. Ardından da 1 1 49 yılında Timur­ taş'm kızı Nura Hatun ile evlenerek iki taraf arasındaki dostluğu daha da geliş­ tirdi. Ancak Nura Hatun 1 1 5 1 yılında öldü. Bunun üzerine Devletşah Saltuklu hükümdarı lzzeddin Saltuk'un kızından biri ile evlenmiştir. 274 1 153 yılında Hısn-ı Keyfa ve Harput hakimi Kara Arslan'm Dicle üzerinde, Siirt ve Erzen arasında köprüler yaptırmasıyla iki taraf arasındaki siyasi ve tica­ ri ilişkilerin artmaya başladığım görüyoruz. 1 1 57 yılında Mardin hakimi Necmed­ din Alpı ile Ahlatşah il. Sökmen Hısn-ı Keyfa hakimine saldırdığı zaman, Dilmac,:­ lı hükümdarı Devletşih, Kara Arslan'a çok ihtiyaç duyduğu Bitlis geçitlerin aç­ mış ve ülkesine rahatça dönmesini sağlamıştır. 275 1 16 1 yılında Ahlatşah 1. Sökmen ile beraber Gürcü seferine katılan Devlet-

şah, 1 1 62 yılında da lnaloğulları ile yakınlaşmış ve kız kardeşini Vezir Cemalüd-

1 37

devle Ebu'l-Kasım ile evlendirmiştir. Dilmaçlı hükümdarı 1 1 63 yılında diğer Türkmen hükümdarları ile Selçuklu sultanı Arslanşah'ın hizmetinde Kaflasya'ya düzenlenen büyük sefere katılmış ve Gürcülere karşı kazanılan zaferlerde ciddi katkıları olmuştur. Devletşah büyük ganimetler ile ülkesine dönmüş, Bitlis'tc günlerce şenlik yapılmıştır. Ayrıca o, Ahlat'a giderek Sökmenlilerin kutlamaları­ na da katılmıştır.27(; 1 1 63 yılı sonbaharında Devletşah, Hısn-ı Keyfa ve Harput hakimi Kara Ars­ lan'ın isteği ile Danişmendlilere karşı kurulan ittifakta yer almıştır. Eylül ayı so­ nunda Harput'da buluşan Kara Arslan ve Devletşah Mardin hakiminin yetişeme­ mesi sebebiyle sefere çıkamamışlar, ancak Mayıs 1 1 64'te harekete geçebilmiş­ lerdir. Müttefikler Malatya yöresini yağmaladıktan sonra Sivas'a kadar yürümüş­ lerdir. Yağı-Basan karşılarına çıkamamış ve barış istemek zorunda kalmıştır. Ağır bir tazminat alan müttefikler ülkelerine dönmüşlerdir.277 1 1 75 yılında Dilmaçoğullarının veziri Zahireddin el-Mukarreb Şahmelik, efendisi ile arası açılınca ülkeyi terk edip Hısn-ı Keyfa'ya gitmiş, oradan da Nu­ saybin üzerinden Erbil'e ulaşmıştır. Emir Mücahüddin onu himaye etmiştir. Söy­ lendiğine göre vezir yolsuzluk yapmış ve Erzen'den haksız yere mal toplamıştır. Devletşah'ın ona karşı herhangi bir şey yaptığına dair kaynaklarda bilgi yok­ tur.278 1 1 82 yılında Selahaddin Eyyübi Fırat'ı geçip Urfa, Harran ve Musul üzerine taarruz edince, Diyarbakır ve Ahlat bölgelerindeki Türkmen emirleri Ahlatşah il. Sökmen'in etrafında birleştiler. Bitlis ve Erzen hakimi Devletşah da Selahad­ din'e karşı oluşan Türkmen ittifak güçleri içinde yeraldı. Ancak Mardin'e kadar giden ittifak güçleri, savaşmadan geri dönmüşlerdir.270 1 1 9 1 yılında el-Cezire hakimi Takiyyüddin Ömer, Ahlatşah üzerine yürümüş ve Ahlat'ı bir süre kuşatmıştı. Dilmaçlı hükümdarı Eyyübi şehzadesinin yanında yeralmış ve ülkesinin geçitlerini kullandırmıştı. Bu olay Dilmaçoğulları ile Sök­ menlilerin arasına açtı. 1 1 92 yılın da Bektimur Dilmaçoğlu üzerine yürüyerek Bitlis'i kuşatmıştır. Kısa süren bir kuşatmadan sonra kent Sökmenlilerin eline geçti. Böylece Dilmaçoğulları beyliği sona erdi.280 Bununla birlikte Dilmaçoğullarının Erzen kolu yaşamaya devam etti. Sök­ menlilerin tarihe karışmasından sonra Erzen beyliği de Eyyübi hakimiyetine gir­ miştir. 1230 yılında Ahlat'ı ele geçiren Harezmşah Celaleddin, Erzen'e de hakim olmak isteyince kentin hakimi Hüsameddin Tuğrul, Harezmşah'ın himayesini ta­ lep etmiş ve talep kabul görmüştü. Ancak Yassı-Çemen Savaşı'nda Celaleddin mağlup olunca, Eyyubiler tekrar yöreye hakim oldular. Melik Eşrefin kardeşi Meyyafarikin hakimi Şehabüddin Gazi, Erzen'i kuşatmış, Hüsameddin kenti sulh ile teslim etmiş, bunun karşılığında da kendisine Hani verilmiştir. Bu şekilde Er­ zen'deki Dilmaçoğulları beyliği de sona ermiştir (1230) . Kaynağın belirttiği üze­ re son Dilmaçlı hükümdarı olan Hüsameddin son derece merhametli, cömert ve ahlaklı bir hükümdardı. Halka çok iyi davranır, kapısına geleni boş çevirmezdi. Dilmaçoğullarının tarihe karışması ile Bitlis ve Erzen süratle gerilemiştir.28 ı Dilmaçoğulları, diğer Türkmen beyliklerinde de görüldüğü üzere hakim ol­ dukları coğrafyayı imar edip eserler ile donatmışlardır. Ancak birkaçı günümü-

1 38

ze kadar gelebilmiştir. Bunlardan 1 1 50 tarihinde yaptırılan Bitlis Ulu Camii,

Anadolu'da Türk mimari sanatının ilk ve en değer­ örnekleri arasında yer alır. 1 1 65 yılında Ahlatşah II. Sökmen'in eşi Şahbanu Hatun Ahlat-Bitlis ve Bitlis-Erzen yolları üzerinde taş köprüler yaptır­ mıştır, ayrıca Mecid-i Üveys'den Bitlis'e kadar Bit­ lis geçidi diye adlandırılan bölgenin yollarını yap­ tırdı ve tanzim ettirdi. Dilmaçoğullarımn komşu devletler ile iyi ilişkiler kurduğunu, barışa önem vererek halka hikmet ettiklerini anlıyoruz282 li

Gevaş, Halime Hatun Türbesi, (Hakkı Acun Arşivi)

Dİ PNOTLAR

rlP Tiirk!Pr Anadolu'ya akınlarda bulunuyorlardı. Bımun için bak. Mükrimin Halil Yinanç, Türkiye Tarihi: Selçuklu Devri I, Anadolu'nun Fethi, lst anbul 1 9:34, s . !3-88; Ali Sevim, Anadolu'nun Fethi Selçuklular Dönemi, T. T. K . Yay . , 2. Baskı Ankara 1 f)9:J; ClaııdP Calıen, Türklerin Anadolu'ya İlk Girişi (XI. Yüzyılın İkinci Yansı), Çev. Yaşar Yiicel-Balıaecldin Yediyıldız, T. T. K. Yay . , Ankara 1 992. Malazgirt. savaşından önce

2 llınü'l-Esir, E l Kamil Fi't-Tarih, Türk�:eye Çevimı: Abdülkerim Özaydııı, c . X , Bahar Yay . , lstanlıul 1 987, s. 1 :35. :.ı Ali Sevim, "Artııkoğhı Sökııwn'in Siyasi Faaliyetleri", Belleten, XXVl/ 1 0 1 , ( 1 062 ) , s. fiOl -502.

4 Fııacl Köprülü, "Artuk Oğulları", İ. A., c. 1, lstanbul I D97, s. Ei l 7-6 1 8 ; Osman Turan, Doğu Anadolu Türk Devletleri Tfuihi, :3. Baskı, Boğaziçi Yayınları, lstanhul 1 9D:ı, s. 1 :3:3- J :3rı; Ali Sevim, "Aıtııkluların Soyu ve Artuk Bey'in Siyasi Faaliyetleri", Belleten, c. XXVl/ 1 0 1 , s. 1 2 1 - 1 4fi; Çoşkuıı Alptekin, "Artuklular", T. D. V. 1. A, c. III. s. 4 l fi.

fi Coşkun Alptekin, "Artuklular", D. G. B. 1. T., c . VIII, lst.aıılıul U J94, s. l 77- 1 78; O. Turan, Do­ ğu Anadolu, s. Hi7-1 7:3. fi C. Alptekin, a.g.ın., s. l /fJ; lbnü'l-Esir, el-Kaınik fi't-Tarih (Çev. Ahmet Ağırakça-Abdülke­ rim Ozaydıı ı), c . VII, Bahar Yay. , lstanlıul 1 987, s. :300-:ıo4, :J72.

7 C. Alptekin, a.g.nı., s. l /fJ; F. Köprülü, a.g.m., s. 6 1 8.

8 Bu koınıcla daha geniş bilgi için lıakırnz: Gülay Üvün Bezer, "Harput't.a Bir Türkmen Beyli­ ği Çulnıkoğulları", Belleten, LXI, (Nisan l fJ97 ) , s. 67-92.

9 C. Alpt.Pkin, a.g.ın., s. 1 70- 1 80; F. Köprülü, a.g.ın . , s. fi l 9-620; O. Turan, a.g.e., s. 1 77- 1 8 1 ; Ali Sevim, Anadolu'nun Fethi Selçuklular Dönemi, 2 . Baskı, T . T . K . yay . , Ankara l flfı:3, s. 206; lbnü'l-Esir, el-Kamil, c. Xll, s. 1 70- 1 7 1 ; Abu'l-Farac Tarihi, c . 11, s. 487.

10 lbnü'l-Esir, Tarih, c . X, s. 1 75- 1 87; Ali Sevim, "Artukoğlıı ligazi", Belleten, XXVl ( H J62) s. 649-flfiO; C . Alptekin, a.g.ııı., s. 1 80 .

ı 1 lbnü'l-Esir, el-Kamil, s. :32 1 -:3:3!!. 12 lbııü'l-Esir, el-Kamil, s. 400; Abu'l-Farac Tarihi, il, s. 352-:354. 1 ;3 lbnü'l-Esir, el-Kamil, s. 40G; C. Alptekin, a.g.ııı., s. 1 8 1 ; A. Sevim, Artukoğlu llgazi, Belleten, s. 669.

1 4 lbnü'l-Esir, el-Kfun11, s. 422; Abu'l-Farac Tarihi, il, s. :3fi6; O . Turan, Doğu Anadolu, 1 48.

s.

1 47-

Belleten, s. 680-fl82; lbnü'l-Ezrak, Meyyafarikin ve Amid Ta­ rihi-Artuklular Kısmı (Çev. Ahmet Savraıı ) , Erzurum I D92, s. ;31 _3;3_ 16 A. Sevim, "Artukoğlıı ligazi", Belleten, s. fi8:l-fi9 1 ; C. Alptekin, a.g.ııı., s. 1 82; lbnü'l-Ezrak, Meyyafarikin, s. :J:3-:J7. 17 C. Alptekin, a.g.nı., s. 18:3; lbnü'l-Esir, el-Kamil, X, s. 485, 489; Abu'l-Farac Tarihi, 11, s. :358. 18 C. Alptekin, "Artuklular", T. D. V. İ. A., c. ili, s. 4 l fi ; lbnü'l-Esir, el-Kamil, Xll, s. l :Jo- 1 :12,

l fi A. Sevim, "Artukoğlu ligazi",

Hi l - l fi:l.

Hl C. Alptekin, "Artuklular", T. D. V. I. A., s. 4 H i ; Abu'l-Farac Tarihi, il, s. 572-57fi.

20 Ebu'l-Fida, Tarih, lstaııbul 1 28fi, s. 87 vd.

İ. A., s . 6 1 9; Nizarnüddin Şanıi, Zafemame (Çev. NPcat i Lfı­ T. T. K . Yay . , 2. Baskı Ankara 1 D87, s. 1 78- 1 8 1 . 2 2 F . Köprülü, "Artukoğulları", 1 . A., s . fi l 9 ; O . Turan, Doğu Anadolu, s . 1 99 f�bu Bekr-i Tihra­ ııi, Kitab-ı Diyarbekriyye, Yayııılayan: NPcati Lügal-Farıık Sümer, Ankara 1 962-64, s. 65, 21

F. Köprülü, "Artuk Oğulları",

gal),

1 00- 1 0 1 . 2:3 Ürııeğin, Hısnıkeyfa Artuklu hükümdarı Davud mC'rkezi idare ederken, oğullarından Arslan Doğmuş Harput 'ıı, Kara

ıne,

c·.

il, s. 1 04.

Arslaıı'rla Bahınard'ı idarp diyorrlı ı . Bak. Süryani Mihael, Vekayina­

1 39

24 25

26 27 28 29 30 31 32

33 34 35

:36 :37 38 39

40 41 42 4;� 44 45

46 47 48

49 50 51

1 40

52

F. Köprülü Artukluların bastırmış olduğu sikkelerdeki damganın Kayı boyuna mensup ol­ duklarını ileri sürmüştür. Bak. "Art.ukoğulları", İ. A., s. 6 1 7. Hısnıkeyfil Artuklu hükümdarı Davuc!'un ölümünden sonra büyük oğlu Arslan Doğmuş ön­ ceden babasına isyan ettiğinden dolayı Artuklu tahtına diğer oğlu Fahreddin Kara Arslan geçmişti. Bak. Süryani Mihael, Vekayiname, Türkçeye Çev.: H. U. Andreasyan, 1941 T. T. K. Kütüphanesi neşredilmemiş nüsha. C . il s. 104. Remzi Ataoğlu, "Kaynaklara Göre Artuklu Devlet Teşkilatı", Xl. Türk Tarih Ko ngresi , Ankara 1994, s. 723-725. R. Ataoğlu, a.g.m., s. 726. F. Köprülü, a.g.rn., s. 623, Oktay Aslanapa, Türk Sanatı, Istanbul 1989, s. 1 03- 1 08. Ara Altun, "Artuklu Sanatı", T. D. V. 1. A., c. Ill, s. 418. F. Köprülü, a.g.rn., s. 623; C. Alptekin, "Artuklular", T. D. V. 1. A., s. 4 1 7; Erdoğan Merçil, Müslüman-Türk Devletleri Tarihi, T. T. K. Yay., 2. Baskı, Ankara 199:3, s. 249. F. Köprülü, a.g.rn., s. 624. Konu ile ilgili tartışmalar için bak. M. Halil Yinanç, "Danişmenclliler'', 1. A., c. Ill, s. 468; Os­ man Turan, Selçuklular Zamanında Türkiye Tarihi, Nakışlar Yay., 2. Baskı, Istanbul 1984, s. 1 12-114. lbnü'l-Esir, el-Kamil fi't-Tarih (Çev. Abdülkerim Üzaydın), c. X, Bahar yay., Istanbul 1987, s. 248; O. Turan, Selçuklular, s. 1 18-122. Karşılaştırın: O. Turan, Selçuklular, s. 1 1 7; Yinanç, "Danişmendliler'', 1. A., Ill, s. 469. Urfalı Mateos Vekayinamesi, (Çev.: H. D. Andreasyan) T. T. K. Yay., 2. Baskı Ankara 1987, s. 1 10, 136; Süryani Mihael Vekayinamesi, (Çev.: H. D. Andreasyan), Ankara 1944 (T. T. K. Kütüphanesinde Basılmamış Nüsha), s. 28; Ali Sevim-Erdoğan Merçil, Selçuklu Devletleri Tarihi, T. T. K. Yay., Ankara 1995, s. 38-40, 56-60. Süryani Mihael Vekayinamesi, s. 30, Gregory Abu'l-Farac, Abu'l-Farac Tarihi , (Çev.: O. Rı­ za Doğrul) T. T. K. Yay., Ankara 1950, c. 1, s. ;331 'de Danişmend'i lsmail olarak zikreder. S. Runciman, Haçlı Seferleri Tarihi, (Çev.: Fikret lşıltan), T. T. K. Yay., Ankara 1987, C. 1, s. 60. Abu'l-Farac Tarihi, 1, s. 3:35-337; Runciman, Haçlı, !, s. 135. Anna Komnena, Alexiad (Çev.: Bilge Umar) , inkılap Yay., Istanbul 1996, s. 332, 340; Azimi Tarihi-Selçuklularla ilgili Bölümler 1038-1 144, (Çev.: Ali sevim), T. T. K. Yay., Ankara 1988, s. 30; Runciman, Haçlı, 1, s. 141-144. lbnü'l-Esir, el-Kamil, X, s. 247; Süryani Mihael, s. 46-47; Azim! Tarihi, s. 32, Urfalı Mateos Vekayinamesi, s. 204-205, Abu'l-Farac Tarihi, il, s. 341 -342; Runciman, Haçlı, 1, s. 247-249. A. Komnena, Alexiad, s. 346-348; Azim! Tarihi, s. 33; Runciman, Haçlı, il, s. 18-25; Turan, Selçuklular, s. 1 38- 1 4 1 . Süryani Mihael, s . 47; Urfalı Mateos Vekayinamesi, s . 221-222; Abu'l-Farac Tarihi, i l , s . 342-343; lbnü'l-Esir, el-Kamil, X , s . 281 ; Runciınan, Haçlı, 1 1 , s. 3 1 -32. lbn Kalanisi, The Damascus Chronicle of the Cnısade (lngilizce tere. H. A. R. Gibb) Lan­ don 1932, s. 59. A. Kornnena, Aleziad, s. 380-38 1 . Süryani Mihael, s . 5 1 ; Urfalı Mateos Vekayinamesi, s . 225; Abu'l-Farac Tarihi, il, s . 345; O. Turan, Selçuklular, s. 145-146; Danişmend Gazi'nin ölüm tarihi hususunda tarihçiler ara­ sında görüşbirliği yoktur. M. H. Yinanç (1. A. s. 469), ve Claude Cahen Osmanlılardan Ön­ ce Anadolu'da Türkler, Çev.: Yıldız Moran, Istanbul 1979, s. l OO'de 1 1 04 tarihini kabul ederken; Runciman, (Haçlı, 1, s. 89) 1 106 tarihini verir. Ayrıca lbn Kesir, el-Bidaye ve'n-Ni­ haye (Çev. M. Keskin) Istanbul 1995, c. Xll, s. 308-309'da Danişmend Gazi ile ilgili ilginç bir kayıt vardır. Kayda göre o, Eminüddevle lakaplı Dımaşk Atabegi idi. Dımaşk ve Basra'daki "Eminiye" vakıflarının kurucusudur. Süryani Mihael, s. 50; Abu'l-Farac Tarihi, il, s. 345; Runciman, il, s. 98-99; O. Turan, Sel­ çuklular, s. 148-152. Süryani Mihael, s. 66; Abu'l-Farac Tarihi, il, s. 356; Runciman, Haçlı, 11, s. 123-125. Süryani Mihael, s. 66-68; Azimi tarihi, s. 43; lbn Kalanisi, s. 162; lbnü'l-Esir, el-Kamil, X, s. 464; Abu'l-Farac Tarihi, il, s. 356; Cahen, Osmanlılardan Önce s. 106; O. Turan, Selçuklu­ lar, s. 162-163. Süryani Mihael, s. 82; Urfalı Mateos Vekayinamesi, s. 282, Abu'l-farac Tarihi, il, s. 359; Ca­ hen, Osmanlılardan ö nce, s. 106. Süryani Mihael, s. 87-92; Abu'l-Farac Tarihi, il, s. 360-361; Turan, Selçuklular, s. 168-169; Cahen, Osmanlılardan Önce, s. 107. Süryani Mihael, s. 96-98; Abu'l-Farac, il, s. :363; Niketas Khoniat.es, Historia (Çev: Fikret lşıltan) T. T. K. Yay., Ankara 1995; s. 12; Runciman, Haçlı, il, s. 150; Cahen, Osmanlılardan Önce. s. 107. Süryani Mihael, s. 98-100; Khoniates, s. 13; Runciman, Haçlı, il, s. 152.

5:3 Süryani Mihael, s. 1 03; Azimi Tarihi, s. 58; Abu'l-Farac Tarihi, il, s. 367; Ruııciman, Haçlı, il, s. 1 7:3; O. Turan, Selçuklular, s. 1 72. 54 Klıoniates, s. 13-14.; lonnes Kinnamos'ıın Historiası ( ! 1 1 8-1 1 76) (Çev.: l�ın Dt>mirkeııt) T. T. K. Yay., Ankara 200 1 , s. 12-13; Runciman, Haçlı, il, s. 17!3; Turan, Selçuklular, s. 1 7!3. 55 Süryani Mihael, s. 1 0:3-104; Abu'l-Farac: Tarihi, il, s. 367; Tııraıı , Selçuklular, s. 1 7!3. 56 Khoniates, s. 14. 57 Süryani Mihael, s. 1 1 - 1 12; Urfalı Mateos Vekayinarnesi, s. 287-290; Abu'l-Farac Tarihi, lı, s. '.374, Runciman, Haçlı, il, s. 1 77. 58 Abu'l-Farac Tarihi, il, s. 374, Turan , Selçuklular, s. 1 75. 59 Klıoııiates, s. 22-24; Kiııııaınos, s. 1 8-19; Süryani Mihael Vekayinarnesi, s. 1 1 5- 1 1 7; Abıı'l­ Farac Tarihi, il, s . 375; Rundnıan, Haçlı, il, 180; Tııran, Selçuklular, s. 1 76-1 77; Caheıı, Os­ manlılardan Önce, s. 1 08. 60 Azimi Tarihi, s. 64; lbnü 'l-E s!r , el-Kil.mil, Xl, s. 78; Abu'l-Farac Tarihi , il, s. '.3 76. 6 1 Süryani Mihael, s. 1 Hl, Faruk Sümer, Selçuklular Devrinde Doğu Anadolu'da Türk Beylik­ leri T. T. K. Yay., Ankara ID90, s. 4. 62 Süryani Mihael, s. 1 1 9; Urfalı Mateos Vekayinarnesi, s. 2%; lbnü'l -E sir , cl-Kanıil, XI, s . 89; O. Turan, Selçuklular, s. 1 77; Abdülkerim Öıaydm , "Danişmendliler", D. G. B. 1. T., Çağ Yay., lstanbul l 9!J'.3, s. l !l2-ı:33; Azim! Tarihimle (s. 65), Melik Mııhaııınıcd'iıı ölüm tarihi 1 1 4 1 - 1 142 yıla n içinde gösterilir. Suriyeli kaynaklara dayanan M. H. Yinaııç (!. A., III, s. 47 1 ) , ve Claude Cahen (Osmanlılardan Önce, s. 108-109)'de ayııı tarihi wrirler. 5:3 Süryani Milıael, s. 1 1 9-120; Abu'l-Farac Tarihi, 11, s. 376-377; Yinanç, "Daııişmendli!Pr", l .A. , III, s. 471-472; O. Turan, Selçuklular, s. 1 78; Cahen, Osmanlılardan Önce, s. 109; Özaydm, "Danişmendliler", D. G. B. 1. T., c. VIll, s. 1 !3'.l. 64 Süryani Milıacl, s. 120- 1 26; Azimi Tarihi, s. 66; Abu'l-Farac Tarihi, il, s. !371; Tııraıı, Selçuk­ lular, s. 1 78-1 79. Osman Turaıı'a göre Sultan Mesut, Muharıırnecl'in ölümünden sonra Ma­ latya -biri Haziran 1 1 4:3 olmak üzere iki kere kuşatmıştır. ancak bu mümkün görünmüyor. Bak. Mıılıammed'in ölümü bahsi. 6fi Kinnamos, s. 36-4 1 . 66 Süryani Milıael, s. 138-163; Abu'lFarac Tarihi, il, s. 386-389; O . Turan, Selçuklular, s . 1851 88. 67 Süryani Mihael, s. 159-160, 166- 1 69; Abu'l-Farac Tarihi, il, s. '.39 1 ; Calıeıı, Osmanlılardan Önce, s. 1 1 1 . 68 Süryani Milıael, s. 1 70- 174, Klıoniates, s. 80; Abu'l-Farac Tarihi, il. s. :m ı ; Cahen, Osman­ lılardan Önce, s. 1 1 2. mJ Süryani Mihael, s. 1 77-183; Urfalı Mateos Vekayinarnesi, s. :3 1:3-!3 1 6 ; Khoniates, s. 80; Abu'l-Farac Tarihi, il, s. :393; Rııncinıan, Haçlı, il, s. 286; O. Turan, Selçuklular, s. 1 98-200; Cahen, Osmanlılardan Önce, s. 1 1 2. 70 Khoniates, s. 80-8 1 ; Kinnamos, s. 1 45 ; Urfalı Mateos Vekayinarnesi, s. :3 1 9; Runcirnan, Haç­ lı, il, s. 298; Cahen, Osmanlılardan Önce, s. 1 1 2- 1 1 3. 71 Khoııiat.es, s. 8 1 -82; Urfalı Mateos Vekayinarnesi, s. 328, 334; Abu'l-Farac Tarihi, il, s. :mH; Yinaııç, "Danişmendliler", 1.A., III, s. 472-473. 72 lbnü'l-Ezrfil:, Meyyafarikin ve Amid Tarihi-Artuklular Kısmı-(Çev. Ahmet Savran) Erzu­ rum 1 992, s. 135, 1 4 1 - 1 42; M. H. Yinanç, " Danişmendl ile r", 1.A., III, s. 473. 73 Süryani Milıail, s. 1 96; lbnü'l-Ezrak, Meyyafil.rikin, s. 142; Khoniates, s. 8:3; Abu'l-Farac Ta­ rihi, il, s. 400; Turan, Selçuklular, s. 202. 74 Süryani Mihail, s. 1 99; Abu'l-Farac Tarihi, il, s. 402-406; Cahen, Osmanlılar'dan önce, s. 1 14. 75 Süryani Mihail, s. 223-227; Khoniates, s. 84; Abu'l-Farac Tarihi, il, s. 4 1 0 ; Cahen, Osmanlı­ lar'dan Önce, s. 1 1 4. 76 Süryani Mihail, s. 206-223; Khoniates, s. 84; Abu'l-Farac Tarihi, 11, s. 409-41 0; Turan, Sel­ çuklular, s. 202. 77 Süryani Mihail, s. 223; lbnü'l-Ezrak, Meyyafil.rikin, s. 182; Abu'l-Farac Tarihi, il, s. 4 1 8-42 1 ; Turan, Selçuklular, s . 204. 78 Abu'l-Farac Tarihi, il, s. 423-424; M. Yinanç, "Danişmendliler", 1.A. III, s. 475. 79 M. Yinanç, "Danişmendliler", 1.A. III, s. 476; Özaydınlı, Danişmendliler, DGBTT, 8, s. 1:39; Oktay Aslanapa, Türk Sanatı, lstanbul 1 989, s. 1 08-109. 80 M. Yinanç, "Danişmendliler", 1.A. III, s. 476; Özaydınlı, Danişmendliler, DGBTT, 8, s. 139. 8 1 Cahen, Osmanlılar'dan Önce, s. 172- 1 73; Özaydınlı, Danişmendliler, DGBTT, 8, s. 1 39-140. 82 Abu'l-Farac Tarihi, il, s. 377; Cahen, Osmanlılardan Önce, s. 1 56-158, 207-21 2 . 8 3 Osman Turan, Doğu Anadolu Türk Devletleri Tarihi, III. Baskı, lstanbul 1 993, s. 6 9 ; E. Ho­ nigmann, Bizans Devletininin Doğu Sının (Çev: F. lşıltan) , lstanbul 1970, s. 52-55. 84 Faruk Sümer, Selçuklular Devrinde Doğu Anadolu'da Türk Beylikleri TTK. Yay., Ankara 1990, s. 2; A. Özaydın, "Mengücekler" DGBIT, 8, s. 1 4 1 - 1 42 .

141

8 5 Turan, Doğu Anadolu, s. 57. 86 Turan, a.g.e., s. 58; Ozaydııı, ag.e., s. 1 42. 87 Diğer beylikler olduğu gibi Mengücekler'in de 1 07 1 Malazgirt savaşının ardından kuruldu­ ğu genel kabul görmüştür. Osman Turan (s. fi7) 1 080 yılında kurulmuş olabileceğini dü­ şünmektedir. 88 lbn Bibi, el-Evamirü'l-Alaiyye fi'l-Umfıri'l-Alaiyye, (Yay. Adnan Erzi) , Ankara 1956, s. 1 1 . 8B Kerimüddin Aksarayl, Müsameretü'l-ahbar ve Müsayeretü'l-ahyar (Yay. O. Turan) , TTK Yay. Ankara 1 944, s. 27. 90 Süryani Mihael Vekayinamesi (Çev: H . Andreasyan) , Ankara 1944 (TTK elindeki basılma­ mış nüsha) C. 11, s. 66-68; Gregory Abu'l-Farac:, Abu'l-Farac Tarihi (Çev: A. Rıza Doğrul) TTK Yay. Ankara 1950, C. II, s. 356; M. H. Yiııanç, "Belek" mad, İ.A., II, s. 470; O. Turan, Doğu Anadolu, s. 58-59.

91 Azimi Tarihi- Sel ç uklular ile ilgili kısımlar ıo:J8-l 144 (Çev: Ali Sevim) TTK yay. Ankara 1 988, s. 46 1 ; lbn Kalanisi The Damascus Chronicle of the Crusades (lng. Çev: H. A. R. Gibb) London 1 9 1 0, s. 162; Abu! Farac, II, s. 856; Steven Runciman, Haçlı Seferleri Tari­ hi (Çev: F. I şıltan) TTK yay. Ankara 1 98 7 , c. il, s. 1 72; Sümer, Türk Beylikleri, s. 8.

92 Süryani Mihael Vekayinamesi, s. 1 1 9; Sümer, Türk Beylikleri, Kemah'a sahip olan Ishak'ın oğlu Mahmııd'dur.

s. 4 ; Turan'a göre (s. 6 1 )

!J:l Sümer, Türk Beylikleri, s. 4.

94 Süryani Mihael Vekayinamesi, s. 1 64; Ebu'l-Ferec, il, s. ;J8B. 95 Süryani Mihael Vekayinamesi, s. HJ2; Sümer, a.g.e.,

s. 4 .

96 Ebu'l-Ferec, il, s. 400; Süryani Mihail'e göre ( s. 1 94) Yağ-Basan bu sefer sonunda çok yakın olan Çemişkezek'i almıştır.

Kemah'a

[)7 Karşılaştırmak için bkz. Sümer, Türk Beylikleri, s. 4 . 98 lb n Bibi, el-Evamir, s. 70-7 1 ; Turan, Doğu Anadolu, s. 6 2 . 99

Nizamı, Mahzen-i Es rar (Çev: M. Nuri Gençosman) , MEB Yay . , lstanbul 1 990, s. 40.

100 İbn Bibi, s. 7 1 -72; Turan, Doğu Anadolu, s. 62.

1 0 1 Süryani Mihail Vekayinamesi, s. 28 l 'de Hasan'ın Sivas'a götürüldüğünü. öldürüldükten sonra cesedinin mızraka takılarak teşhir edildiğini yazar; Abu'l-Farac, il, s. 450'de de 4000 Türkrnen'in Kılıç Arslan tarafından öldürüldüğünü yazar.

s. 72-7 4; Turan, Doğu Anadolu, s. 68. l ü:3 lbn Bibi, s. 1 7 1 - 1 74; Turan, a.g.e., s. 6:3 .

1 0 2 lbn Bibi,

104 Eflaki, Meniikıbu'l-Arifin (Çev: Tahsin Yazıcı ) , lstanbul 1 978, s. 120.

105 lbnü'l-Esir, el-Kamil fi't-tarih (Lrc. A. Ağırakça-A. Üzaydın), lstanbul 1987, XII, s. 44 1 ; Tu­ ran , Doğu Anadolu, s. 64. 106 lbn Bibi, el-Evamir,

s. 845-:352; Siinwr, Türk Beylikleri, s. 8.

107 Itırı Bibi, s. ;355_;35(i; Turan, Doğu Anadolu, s. 64.

108 lbn Bibi, s. 356viın) T. T. K. Yay., An-

kara 1 988, s. 48; Turan, Doğu Anadolu, s. 9 ! .

1 8 0 Urfalı Mateos Vekayinamesi, s. 284-285.

1 8 1 Azimi Tarihi, s. 50; Turan, a.g.e., s. !l l ; Sümer, Türk Beylikleri , s. 70.

1 82 lbnü'l-Ezrak, Meyyiifarikin, s. 163.

1 8:3 Sümer, Türk Beyliği, s. 7 1 ; Turan, Doğu Anadolu, s. 9 1 -92. 1 84 Bundari, Irak ve Horasan Selçukluları Tarihi, (Tere:. Kıvamecldin Burslaıı) T. T. K. Yay., 2. Baskı, Ankara 1 999, s. 1 65-166; Sümer, a.g.e., s. 71; Turan, Doğu Anadolu artlı eserin­

de bundan bahsetmez.

1 85 Bundari, Irak, s. 1 70- 1 7 1 ; Azimi Tarihi, s. 62; lbnü'l-Ezrak, Meyyiifarikin, s. 60. 186 lbnü'l-Ezrak, Meyyiifarikin, s. 60. 187 lbnü'l-Ezrak, a.g.e., s. 73, 89; lbnü'l-Esir, el-Kamil fı't-Tarih (Tere. A. Özaydın) lst anbul 1987, c. XI, s. 90-9 1 .

1 88 lbııü'l-Ezrak, a.g.e, s . 78. 1 89 lbnü'l-Ezrak, a.g.e., s. 83; Turan, Doğu Anadolu, s. 92-93. 1 90 lbnü'l-Ezrak, Meyyiifarikin, s. 82, 95-96. 1 9 1 Sadreddin el-Hüseyni, Ahbarü'd-Devleti's-Selçukiyye (tre. Necati LCıgal) , T. T. K. Yay. , 2.

Baskı, Ankara 199, s. 90.

1 92 lbnü'l-Ezrak, Meyyiifarikin, s. 1 1 2. 1 93 lbnü'l-Ezrak, a.g.e., s. 1 15 . 1 94 lbnü'l-Ezrak, a.g.e., s . 120- 1 2 1 . 1 9 5 lbnü'l-Ezrak, Meyyiifarikin, s. 127; lbnü'l-Esir, el-Kamil, Xl, s. 228; Urfalı Mateos Vekayi-

namesi, s. 33 1 ; Turan, Doğu Anadolu, s. 94; Sümer, Türk Beylikleri, s. 74-75.

1 96 lbnü'l-Esir, XI, s. 221 -222. 1 97 lbnii'l-Ezrak, Meyyifarikin, s. 134-35.

198 lbnü'l-Ezrak, a.g.e., s. 134-35; Urfalı Mateos Vekayinamesi, s. 395; Turaı ı, Doğu Anadolu,

s. 94-95.

199 lbnü'l-Ezrak, Meyyifarikin, s. 137. 200 lbnü'I-Ezrak, a.g.e., s. 143-144. 201 lbnü'l-Ezrak, a.g.e., s. 1 8 1 - 1 82. 202 lbnü'l-Esir, el-Kamil, XI, s. 3 1 7 . 203 lbnü'l-Esir, a.g.e., X I , s. 3 6 1 . 204 lbnü'l-Esir, el-Kamil, XI, s. 384-388; Turan, Doğu Anadolu, s. 98.

144

205 lbnü'l-Esir, a.g.e., XI, s. 391 -393; Abu'l-Farac Tarihi, il, s. 430; Sümer, Türk Beylikleri, s. 76.

206 lbnü'l-Esir, a.g.e., XI, s. 402-406; Abu'l-Farac Tarihi, il, s. 434-435; Turan, Doğu Anadolu, s. 100. 207 lbnü'l-Esir, el-Kamil, XI, s. 406; Sümer, Türk Beylikleri, s. 76. 208 lbnü'l-Esir, a.g.e., XI, s. 406-407. 209 Abu'l-Farac Tarihi,

il, s.

436.

2 1 0 lbnü'l-Esir, el-Kamil, XI, s. 4 1 0 vd. 2 1 1 lbnü'l-Esir, el-Kamil, Xll, s. 63; Abu'l-Farac Tarihi, il, s. 459; Sümer, Türk Beylikleri, s. 78; Turan, sayfa l O l 'de Mama Hatun'un Ahlat'ın yardımına gittiğini söyler.

Xll, s. 79. Xll, s. 87; Sümer, Türk Beylikleri, s. 79. lbnü'l-Esir, el-Kamil, Xll, s. 93; Abu'l-Farac Tarihi, 11, s. 485.

2 1 2 lbnü'l-Esir, el-Kamil, 213 lbnü'l-Esir, el-Kamil, 214

215 lbnü'l-Esir, el-Kamil, XII, s. 93; Bitlis, Bektimur'un son dönemlerinde Sökmenli hakimiyetine girmişti. (bak. Turan, Doğu Anadolu, s. 100). 216 lbnü'l-Esir, el-Kilmil,

Xll, s. 2 1 0; Sümer, Türk Beylikleri, s. 8 1 .

2 1 7 lbnü'l-Esir, el-Kamil, XII, s . ı 2 3, 130-132; Abu'l-Farac Tarihi, il, s. 470-47 1 .

2 1 9 lbnü'l-Esir, el-Kamil, 81.

Xll, s. 163-165; Abu'l-Farac Tarihi, il, s . 484-485. Xll, s. 172; Abu'l-Farac Tarihi, il, s. 487; Sümer, Türk Beylikleri,

220 lbnü'l-Esir, el-Kamil, VIII, s. 203.

Xll,

2 1 8 lbnü'l-Esir, el-Kamil,

s.

s. 200-20 1 ; Abu'l-Farac Tarihi, i l , s. 488; Ozaydın, Ahlat.şahlar,

22 1 lbnü'l-Esir, el-Kamil, XII, s. 2 1 0-2 1 1 ; Abu'l-Farac Tarihi, il, s. 489; Özaydın, Ahlat.şahlar, Vlll, s. 203.

222 lbnü'l-Esir, el-Kamil, XII, s. 2 1 1 ; Abu'l-Farac Tarihi, 82.

il,

s. 489; Sümer, Türk Beylikleri, s.

223 lbnü'l-Esir, el-Kamil, XII, s. 2 1 1 ; Ozaydın, Ahlat.şahlar, VIII, s. 203-204. 224 lbnü'l-Esir, el-Kamil, XII, s. 228-229; Turan, Doğu Anadolu, s. 105-106. 225 lbnü'l-Esir, el-Kamil, XII, s. 229-232; Turan, Doğu Anadolu, s. 105- 1 1 1 . 226 Turan, Doğu Anadolu, s . 1 1 7- 1 23. 227 lbnü'l-Ezrak, Meyyil.farikin, s. 144. 228 Ravendi, Rahatü's-Sudür ve Ayetu's-Sürur (trc. A. Ateş), T. T. K. Yay., 2. Baskı, Ankara 1999, s. 42. 229 Turan, Doğu Anadolu, s. 120-1 2 1 . 230 Turan, Doğu Anadolu, s. 123-129. 231 Kökenleri Kürt asıllı Humeydiya aşiretine dayandığı öne sürülen Mervani soyu ve beyliği için bak. M. H. Yinanç, "Diyarbekir", 1.A., III, s. 6 1 0; K. V. Zettersteen, "Mervaniler", 1.A., VII, s. 280-28 1 ; CE. Bosworth, İslam Devletleri Tarihi (Çev: E. Merçil-M. lpşirli) Ismtan­ bul 1980 , s. 68-70. 232 Azimi Tarihi-Selçuklularla ilgili Bölümler 1038-1044 (Çev: A. Sevim) TTK. Yay. Ankara 1988, s. 5-8; Gregory Abu'l-Faraca, Abu'l-Farac Tarihi (Çev: ö. Rıza Doğrul) TTK. Yay. Ankara 1950, c. 1, s. 300-302; Ali Sevim-Erdoğan Merçil, Selçuklu Devletleri Tarihi, TTK. Yay. Ankara 1995, s. 43 vd. ; Yinanç, Diyarbekir, 1.A., III, s. 61 1 -612.

233 Abu'l-Farac Tarihi, 1, s. 3 19-320; Yinanç, "Diyarbekir", 1.A., III, s. 612.

234 Azimi Tarihi, s. 24; lbnü'l-Esir, el-Kamil fi't-Tarih (trc. A. Ozaydın) Bahar Yay. Ist. 1987, c. X, s. 125-133; lbrahim Kafesoğlu, Sultan Melikşah, Istanbul 1973, s. 35-49. 235 lbnü'l-Esir, el-Kamil, X, s. 209-2 10; Yinanç, Diyarbekir, 1.A., III, s. 613; Şevket Beysanoğ­ lu, Anıtları ve Kitabeleri ile Diyarbakır Tarihi, Ankara 1987, C. 1, s. 248-250.

236 Urfalı Mateos Vekayi-Namesi (952- 1 1 36) ve Papaz Grigor'un Zeyli ( 1 136� 1 162), (Çev: Hrant D. Arıdreasyan) TTK. Yay. 2. Baskı, Ankara 1987, s. 196-198; lbn Kalanisi "The Da­ mascus Chronicle of the Crusader", (lng. Tere. H. A. R. Gibb), Landon, 1932, s. 49; Ali Sevim, Suriye ve Filistin Selçukluları Tarihi, TTK. Yay. 2. Baskı, Ankara 1989, s. 249.

237 lbn Kalanisi, Damascus, s. 77-79; lbnü'l-Esir, el-Kamil, il, s. 345-347; Yinanç, Diyarbekir, 1.A., III, s. 613.

X, s. 342-345; Abu'l-Farac Tarihi,

238 lbn Kalanisi, Damascus, s. 105, lbnü'l-Esir, el-Kamil, X, s. 383, Yinanç, Diyarbekir, 1.A. , III, s. 6 1 4. 239 lbnü'l-Ezrak, Meyyafarikin ve Amid Tarihi-Artuklular Kısmı (Çev: A. Savran), Erzurum 1992, s. 32-33; Yinanç, s. 6 1 4; Beysanoğlu, Diyarlıekir, s. 258. 240 Urfalı Mateos Vekayi-namesi, s. 257; lbnü'l-Esir, el-Kamil,

X, s.

478.

24 1 lbnü'l-Esir, el-Kamil, X, s. 494; lbn Kesir, el-Bidaye ve'n-Nihaye (Çev: M. Keskin) Çağrı Yay. lstanbul 1995, s. Vll, s. 363; Yinanç, Diyarbekir, 1.A., III, s. 6 1 4 . 242 lbnü'l-Esir, el-Kamil, X, s. 505; Yinanç, "Diyarbekir", l.A. , III, s. 614. 243 Azimi Tarihi, s. 52; Abu'l-Farac Tarihi, il, s. 36 1 .

14 5

244 lbnü'l-Esir, el-Kamil, X, s. 524; lbnü'l-Ezrak, Meyyafarikin, s. 45.

245 lbnü'l-Ezrak, Meyyafarikin, s. 6 1 -62; lbnü'l-Esir, el-Kamil, XI, s. 23-24; Azimi Tarihi, Yinanç, Diyarbekir, l.A., III, s. 614; Bosworth, s. 278.

s.

58;

246 Azimi Tarihi, s. 65; lbnii'l-Esir, el-Kamil, XI, s. 66.

247 lbnii'l-Esir, el-Kamil, Xl, s. 86; lbnii'l-Ezrak, Meyyafarikin, s. 71 -72.

248 lbnü'l-Esir, el-Kamil, XI, s. 9 1 ; lbnii'l-Ezrak, Meyyafarikin, s. 73-74; Yinanç, Diyarbekir, s. 614.

249 lbnii'l-Esir, el-Kamil, XI, s. 1 1 4; lbnii'l-Ezrak, Meyyafarikin, s.

83 .

250 lbnii'l-Ezrak, Meyyafarikin, s. 95-96; Yinanç , Diyarbekir, l.A., III, s. 6 1 4; Beysanoğlu, Diyarbekir, s. 262. 251 lbnii'l-Ezrak, Meyyafarikin, s. 1 1 7, 129; lbnii'l-Esir, el-Kamil, XI, s. 184.

252 lbniil-Ezrak, Meyyafarikin, s. 1 3 1 - 135; Abu'l-Farac Tarihi, il, s. 400; Yinanç, Diyarbekir, l.A., III, s. 6 1 5 . 253 lbniil-Ezrak, Meyyafarikin, s. 1 4 0 , 142-144; Yinanç, Diyarbekir, l.A., III, s. 615.

254 lbniil-Ezrak, Meyyafarikin, s. 145; Yinanç, Diyarbekir, l.A., III, s. 6 1 5; Beysanoğlu, Diyar­ bekir, s. 263-264. 255 lbnii'l-Esir, el-Kamil, XI, s. 267; lbnii'l-Ezrak, Meyyafarikin, s. 1 5 1 ; Yinanç, Diyarbekir, s. 615. 256 lbniil-Ezrak, Meyyafarikin, s. 178-179; Yinanç, Diyarbekir, İ.A., III, s. ö 1 5.

257 lbnii'l-Esir, el-Kamil, XI, s. 370-371; Yinanç, Diyarbekir, s. 6 1 5 .

258 lbnü'l-Esir, el-Kamil, X I , s. 383-392; Abu'l-Farac Tarihi, i l , s. 430-4 3 1 ; Süryani Mihael Vekayinamesi (çev. H. D. Andreasyan) , Ankara 1944 (TTK basılmamış nüsha) s. 262; Yinanç, Diyarbekir, s. 615.

259 Yinanç, Diyarbekir, s. 612. 260 lnaloğulları dönemi eserleri hakkında bkz. Beysanoğlu, Diyarbekir, s. 265-292. 261 Nasır-ı Hüsrev, Sefemarne, (çev: A. Tarzi) lstanbul 1988, s. 10-1 1 ; M. H. Yınanç, "Bitlis", l.A., il, s. 657-658. 262 lbnü'l-Esir, el-Kamil fi't-Tarih (çev. A. Ağırakça-A. Özaydın) Bahar yay. lstanbul 1987, c. Xll, s. 456; Osman Turan, Doğu Anadolu Türk Devletleri Tarihi, 3. Baskı, Istanbul 1993, s. 1 1 1 - 1 1 2; lbrahim Kafesoğlıı, Sultan Melikşah, lstanbııl 1973, s. 43-44. 263 Turan, Doğu Anadolu, s. 1 1 1 - 1 12; C. E. Bosworth, İslam Devletleri Tarihi (Çev: E. Mer­ çil-M. lpşirli), lstanbul 1980, s. 270. 264 Ali Sevim, Suriye ve Filistin Selçukluları Tarihi, TTK yay. 2. Baskı, Ankara 1989, s. 249; M. H. Yınanç, "Diyarbekir", l.A., III, s. 613.

265 lbnü'l-Esir, el-Kamil, X, s. 342-:344; Turan, Doğu Anadolu, s. 88.

266 lbnü'l-Esir, el-Kamil, X, s. 439-440; lbnü'l-Ezrak, Meyyafil.rikin ve Amid, s. 34.

267 Tarihi-Artuklular Kısmı (Çev. A. Savran) Erzurum 1992, s. 34; Gregory Abu'l-Farac, Abu'l­ Farac Tarihi (çev: Ö. Rıza Doğrul) TTK yay. Ankara 1950, c. 11, s. 356-358; Azimi Tarihi, Selçuklularla ilgili bölümler- 1038- 1 1 44, (çev. A. Sevim) TTK yay. Ankara 1988, s. 42; Turan, Doğu Anadolu, s. 90. 268 Azimi Tarihi, s. 48; Remzi Ataoğlu Hısn'ı Keyfa Artukluları Tarihi, (Basılmamış Doktora Tezi) Ankara 1989, DTCF ktp, s. 81 'de Togan Arslan'ı kuşatanlar arasıııda lbrahim Bey ile beraber Hısn-ı Keyfa hakimi Davud'un da bulunduğunu öne sürer.

269 lbnü'l-Esir, el-Kamil, X, s. 488, Azimi Tarihi, s. 46.

270 Azimi Tarihi, s. 62; lbnü'l-Esir, el-Kamil, X, s. 66: lbn Kalanisi, Tarihu Dıınaşk (yay. Süheyl Zekkar) Dımaşk H. 1403/M. 1983, s. 4 1 9; Turan, Doğu Anadolu, s. 419.

271 lbnü'l-Ezrak, Meyyafil.rikin, s. 68; Ataoğlıı, Hısn-ı Keyfa, s. 68. 272 lbnü'l-Ezrak, ag.e., s. 87.

273 lbnü'l-Ezrak, ag.e., s. 87; lbnü'l-Esir, el-Kamil, XI, s. 9 1 . 274 lbnü'l-Ezrak, Meyyafil.rikin, s. 87-88, 96, 1 1 4. 275 lbnü'l-Ezrak, a.g.e., s. 109- 1 2 1 .

276 lbnü'l-Ezrak, a.g.e., s . 127, 129, 134, -135; lbnü'l-Esir, el-Kamil, X I , s. 228-229, 284; Tııran, Doğu Anadolu, s. 1 1 3.

277 lbnü'l-Ezrak, Meyyafil.rikin, s. 135, 141; Abu'l-Farac Tarihi, il. s. 400. 278 lbnü'l-Ezrak, a.g.e., s. 180- 1 8 1 .

279 lbnü'l-Esir, el-Kamil, XI, s. 388-389; Turan, Doğu Anadolu, s. 1 1 3; At.aoğlıı, Hısn-ı Keyfa, s. 106.

280 lbnü'l-Esir, el-Kamil, Xll, s. 456; Turan, Doğu Anadolu, s. 1 1 3.

28 1 lbnü'l-Esir, el-Kamil, Xll, s. 456; Turan, (Doğu Anadolu, s. 1 ı :3- 1 1 6) ; Dilmaçoğullarınm Erzen kolunu Ak-Koyunlulara kadar .devam ettirir.

1 46

282 lbnü'l-Ezrak, Meyyafil.rikin, s. 144; lbnü'l-Esir, el-Kamil, Xll, s. 456; M. Halil Ymanç, "Bit­ lis", l.A., il, s. 65fl-660.

KAYNAKLAR

ALPTEKiN, Coşkun, "Artuklular", T. D. V. 1. A., c. 111, İstanbul , s. 4 1 5-418. "Artuklular", Doğuştan Günümüze Büyük lslilm Tarihi, c. VJII, İstanbul 1 994, s. 1 70-193 . AL TUN, Ara, Anadolu' da Artuk Devri Mimarisinin Gelişmesi, İstanbul 1 978. -, "Artuklu Sanatı", T. D. V. 1. A., c. ili, İstanbul 1 997. ATAOGLU, Remzi, "Kaynaklara Göre Artuklu Devlet Teşkilatı", XL Türk Tarih Kongresi, T. T. K. Yay., Ankara 1994, s. 723-73 1 . "lbnü'l-Ezrak'a Göre Artuklular'ın Nesebi'', Tarih İncelemeleri Dergisi, IX, lzınir 1994, s. 407-4 l!l. CAHEN, Claude, Osmanlılardan Önce Anadolu'da Türkler, Çev. Yıldız Moraıı, E Yay. , 3. Baskı, lstan­ bul 1 994. Osmanlılardan Önce Anadolu, Çev. Erol Üyepazarcı, Tarih Vakfı Yurt Yay . , İstanbul 2000. Türklerin Anadolu'ya İlk Girişi (XI. Yüzyılın İlk Yarısı), Çev. Yaşar Yücel-Bahaeddin Yediyıldız, T. T. K. Yay., Ankara 1 992. "Artukids", E. L l, 662-667. , "Le Diyar Bakr au temps des premiers Urt.ukides'', J. A., Octobre-Decembre, 1935, s. 2 1 9276 (Bu makalede lbnü'l-Ezrak'ın "Tarih-i Meyyafarikin" inde Artuklular'ın ilk hükümdarları ve Diyarbekir tarihi hakkında verilen mah1mat değerlendirilmiştir. Bu makalenin özeti ve tenkidi için bak: Fuad Köprülü, Belleten, 1937. ) . GALiP, lsmail, Meskükat-ı Türkmaniyye Kataloğu, İstanbul 1 3 1 l . llınü'l-Adiın, Zübdetü'l-Haleb nün Tarihi Haleb, nşr. Sami ed-Dehhan, 3 Cilt, Dımaşk 1 95 1 -68. Bugyetü't-taleb fi Tarihi Haleb (Seçmeler), Çeviri, notlar ve açıklamalar: Ali Sevim, T. T. K. Yay., 2. Baskı, Ankara 1989. lbnü'l-Esir, El Kamil Fi't-Tarih, nşr. C. J. Torııberg, c. X-XI, Ludguni Batavarum 1851 -76; Beyrut baskısı, 1 965-66; Türkçe Tercümesi: Abdülkerim Özaydın, c. X-XI, Bahar Yay. , lstanbul 1987. et-Tarihü'l-Biihir fi'd-Devleti'l-Atabekiyye bi'l-Mavsıl, nşr. A. Tuleyrnat, Kahire 1963. lbnü'l-Ezrak, Tarihti Meyyafarikin ve Anıid , British Museum, Or 5803, 6310; A. Savran, Critical Edition of the Artugid Section in Tarih Meyyafarikin wa Amid, Basılmamış Doktora Tezi, London 1975; Ayrıca Eserin "Mervaniler" kısmı B. A. Avad tarafından 1 959'da Kahire'de "Tarihü'l-Fariki ed-Devletü'l-Mervaniyye" adı altmda yayınlanmıştır. lbnü'l-Kalanisl, Zeylü Tilrihi Dımaşk, nşr. H. F. Amedroz, Beyrut 1908. KAFESOGLU, lbrahim, Sultan Melikşah Devrinde Büyük Selçuklu İmparatorluğu, 1. Ü. E. F. Yay., İstanbul 1953. Katib Fardl, Mardin Muluk-i Artukiya Tarihi, nşr. Ali Emir!, lstanbul 133 1 . KOMNENA, Anna, Alexiad, Çev. Bilge Umar, inkılap Kitabevi Yay., lstanbul 1996. KÖPRÜLÜ, Fuad, "Artukoğulları", 1. A., c. 1, M. E. B. Yay., lstanbul 1997. MÜNECCiMBAŞI, Ahmed b. Lütfullah, Caıniu'd-Düvel, Selçuklular Tarihi I, Yayınlayan Ali Öngül, Akademi Kitabevi, lzmir 2000. RUNCIMAN, Steven, Haçlı Seferleri Tarihi, Çev. Fikret lşıltan, c. ll, T. T. K. Yay., 2. Baskı, Ankara 1992. SEViM, Ali , "Artukluların Soyu ve Artuk Bey'in Siyasi Faaliyetleri'', Belleten, XXVl/101, s. 1 2 1 - 145. "Artukoğlu Sökmen'in Siyasi Faaliyetleri", Belleten, XXVJ/1 0 1 , s. 501 -520. "Artukoğlu llgazi", Belleten, XXVI/101 , s. 649-69 1 . "Teınürtaş'm Halep Hakimiyeti", Belleten, XXV/100, s. 571-58 1. -, "Sultan Melikşa!ı Devrinde Ahsa ve Bahreyn Karıııatilerine Karşı Selçuklu Seferi", Belleten, XXIV/94, ( 1 960) s. 209-232. -, Suriye ve Filistin Selçukluları Tarihi, :ı. Baskı, T. T. K. Yay., Ankara 2000. SÜMER, Faruk, Oğuzlar (Türkmenler) Tarihleri-Boy Teşkilatı Destanları, 5. Baskı, Türk Dünyası Araştımıaları Vakfı Yay., lsta11Lul 1999. STEVENSON, W. B., The Crusaders in the East, London 1976. TURAN, Osman, Doğu Anadolu Türk Devletleri Tarihi , 3. Baskı, Boğaziçi Yay., lstanbul 1993. r1NANÇ, Mükrimi11 Halil, Türkiye Tarihi: Selçuklu Devri, I Aııadolu'nun Fethi, lstanbul 1 9!34. _,

1 47

TÜRKİYE SELCUKLULARI ,

PROF. DR. ERDOGAN MERÇİL İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ EDEBİYAT FAKÜLTESİ / TÜRKİYE ··',·�

B

Kuruluş Devri üyük Selçuklu Devleti'nin kuruluşunda Dandanakan Savaşı'ndan (1 040) hemen son­ ra, Doğu Anadolu'ya yapılan Türk akınları bu bölgedeki Bizans mukavemetini kırma

yönünden büyük bir önem taşır. Öte taraftan Selçuklu Sultanı Alp Arslan'ın Türk ta­ rihinin dönüm noktalarından biri olan Malazgirt Savaşı'nda ( 1 071) Bizans'ı mağlup etmesi Türklerin Anadolu'ya yerleşmesine imkan sağlıyordu. Bunun neticesinde Anadolu'ya büyük bir göç başlamış, yüzyıllar boyunca süren bu nüfus hareketinde Azerbaycan bir geçiş noktası olmuştu. Türkiye Selçukluları Devleti bu kesif Türkmen kütlelerininin Anadolu'ya göç etmesi sayesinde kurulmuştu. Bu devletin kurucusu ve Anadolu'yu fetih tarihinin başlıca kahramanı Selçuk'un torunu olan Kutalmış'ın oğlu Süleymanşah'tır. Süleymanşah Devri'nin siyasi olayla­ rı tarihi manasıyla hayatının son safhasında açıklığa kavuşmaktadır. Onun ve kardeşlerinin ne şekilde ve hangi sıfatla Anadolu'ya gelmiş oldukları ve devletin kesin kuruluş tarihi üzerinde gerek yerli ve gerekse yabancı tarihçiler hala bitmemiş münaka­ şalar sürdürmektedirler. Onların Anadolu'ya gelişleri hususunda muhtelif rivayetler vardır. Bunlardan birisine göre ; Süleymanşah ile ağabeyi Mansür, Malazgirt Savaşı'na katıldılar, bu sa­ vaşta büyük yararlıklar gösterdiler ve Sultan Alp Arslan da saltanat sürmesi için Anadolu'yu Süleymanşah'a tahsis etti. Başka bir rivayette ise; Kutalmış'ın Alp Arslan'a isyan edip öldürül­ mesinden (1 064) sonra sultanın onun oğullarının hayatına son vermek istediğini, Vezir Niza­ mülmülk'ün hanedan azasının öldürülmesinin uğursuzluk getireceğini bildirmesiyle bu karar­ dan vazgeçildiğini, fakat bunların yeniden isyan etmelerini önlemek için fetihle meşgul olmak üzere Anadolu'ya gönderildiklerini, bu suretle ya gaza yaparak devlete hizmet etmek veya bu uğurda şehid olarak bir zarara sebebiyet vermemelerinin sağlandığı ileri sürülmüştür. !

Doğruluğu tam olarak şüphe götürmekle beraber itimada en layık rivayetle­ re göre; Süleymanşah, ağabeyi Mansür ve kardeşleri Alp llig ile Devlet (Dolat) muhtemelen 1073 yılında, yani Sultan Melikşah Devri'nde (1072- 1092), Urfa ve Birecik yakınlarına kaçmışlar veya sürülmüşlerdi. 2 Bunların o bölgedeki, yine Selçuklu devlet arazisinde tutulmayarak hudutlara sürülmüş oldukları anlaşılan, Türkmen gruplarıyla temas kurdukları ve soylarının asaleti sebebiyle bunlar ta­ rafından başbuğ tanındıkları anlaşılmaktadır. Ayrı ayrı birliklerin başında oldukları hfilde bölgede harekatta bulunan dört kardeşten ikisinin bu arada Suriye olaylarına karıştıkları ve bu bölgenin fatihi Atsız'a başkaldıran Şökli adında başka bir Türkmen beyini desteklerken, Mı­ sır'daki Fatımi halifesi el-Mustansır (1036-1 094) ile anlaşıp, Büyük Selçuklula­ rın baştan beri takip ettikleri sünni siyasete yüz çevir­ dikleri, fakat Atsız tarafından mağlup edilerek Sultan Melikşah'ın yanına gönderildikleri görülüyor (1075).:ı Bu iki kardeş muhtemelen Alp İlig ve Devlet idi. Öte taraftan Kasım 1074'te Mirdasi Emiri Mahmud'un ölü­ mü ile Süleymanşah önce Haleb'i ve daha sonra da Bi­ zanslı bir valinin idaresindeki Antakya'yı kuşatmıştı. Fakat herhangi bir başarıya ulaşamadan Haleb'den bir miktar mal almış, Antakya'yı ise yıllık 20.000 dinar ha­ Aksaray-Nevşehir yolunda, Alay Han Taç kapı, süsleme ayrıntı, ( 1 3. yy. ilk yarısı)

raca bağlayabilmişti. Öte taraftan Suriye'de Atsız'ın kuvvet ve kudreti

karşısında Süleymanşah ve Mansür bu bölgeden faaliyetlerini Anadolu içlerine nakletmeyi daha uygun bulmuş olmalıdırlar. Artuk Bey'in Anadolu'dan geri çağ­ rılmış olması, soylarının yüceliği bakımından onlara herhalde Anadolu'da bulu­ nan Türkmen grubları üzerinde mutlak bir hakimiyet kurmak fikrini vermiş idi. Ancak yine de Süleyınanşah'ın Anadolu'ya girdikten sonra önce nerelerde faali­ yette bulunduğu pek belli değildir. O Antakya önünden ayrılıp Anadolu içine gir­ dikten sonra muhtemelen Konya civarında harekatta bulunmuş, bu şehri ve ya­ kınında bulunan Gavele (Gevele) kalesini almıştır (takriben 1075) . Böylece Ku­ talmışoğulları da, Büyük Selçuklu Devleti'ni kuran amcazadeleri gibi, bir devlet teşkil etme yolunda, yani Türkiye Selçuklu Devleti'nin kuruluşunu gerçekleştir­ mede ilk adımlarını attılar.4 Kutalmışoğulları daha sonra batı yönünde fetihlere devam ettiler ve bu ara­ da Bizans'taki taht mücadelelerinden geniş ölçüde yararlandılar. Nikephoros Botaneiates 7 Ocak 1078'de kendini imparator ilan ederek Kutalmışoğullarının yardımını sağlamıştı. Nihayet o 24 Mart'ta İstanbul'a girerek imparator oldu. Kutalmışoğullarının bir süre N. Botaneiates'i destekledikleri anlaşılıyor. Nite­ kim yine imparatorluk ınüc:adelesinde bulurıarı Nikephoros Bryennios da uııla­ rın yardımıyla mağlup ve esir edilmişti. Bundan sonra Kutalmışoğulları Boğaz­ lara yakın bölgelerde yerleşmişler, böylece İzmit ve çevresi Selçukluların eline geçmişti. İşte tam bu sırada mahiyeti hfila yeterli derecede açıklanmamış olan önem­ li bir olay oldu. Merkeziyetçi bir devlet siyaseti izleyen Sultan Melikşah Anado­ lu'yu kendi idaresi ve itaati altına almak için harekete geçmiş ve buraya Emir

1 50

Porsuk'u göndermiş olmalıdır. Emir Porsuk yapılan bir savaşta (veya savaş ye-

rine Mansur ile yaptığı teke tek vuruşmada) Mansür'u öldürmüş, fakat başkaca bir netice elde edemeyerek geri dönmek zorunda kalmıştı.5 Ağabeyinin ne şekilde olursa olsun ortadan kalkmasından sonra Süleyman­ şah bir müddet daha Bizans ile işbirliğinde bulundu. Emir Porsuk'un ona karşı bir şey yapamamış olmasında belki de Bizans'ın desteğini görmüş olması da rol oynamıştır. Süleymanşah'ın durumunun bundan sonra da kuvvetlendiği anlaşılı­ yor. 1079- 1080 yıllarında Türk fetihleri Marmara ve Karadeniz sahillerine kadar uzanmış, bir taraftan da Adalar (Ege) Denizi kıyılarına ulaşmıştı. Ancak Bizans'ta taht aşıkı kumandanların bir türlü sonu gelmiyordu. Nitekim 1080 yılı sonlarında bu kez Nikephoros Melissenos Süleymanşah ile anlaşarak im­ paratorluğunu ilan etti. Bu şahıs Türk kuvvetlerinin yardı­ mı ile lznik (Nikaia) şehrini karargah edinerek lstanbul üzerine yürümeye hazırlandı. Artık imparatorluğunu ilan etmek sırasının kendisine geldiğini düşünen Aleksios

Konya, Al�eddin Camii Minberi, ayrıntı (Ali Boran 200 1 ) (A. Selçukluları)

Kommenos bu sefer tarafsız kaldı. Aleksios aynı zamanda eniştesi olan Melissenos'u sezarlık vaadiyle uyuttu ve hile ile lstanbul'a girerek kolayca imparatorluğu elde etti (4 Nisan 108 1 ) . 6 N. Melissenos'un bu suretle ke­ narda kalması neticesinde Süleymanşah, gerek İznik ve gerekse onun tarafından muhafaza edilmeleri için garnizonlar yerleştirmek üzere, Türklere teslim edilen kaleleri bir daha terk etmeyerek İznik'te yerleşti. Bu suretle lznik muhtemelen 1080 yılı sonlarında Türkiye Selçuklu Devleti'nin merkezi oluyordu. 7 Aleksios'un tahta geçmesi Süleymanşah'ı Bizans'a karşı daha serbest ve kay­ gısız davranmaya sevk etti, yeni imparator ile hiç olmazsa önceden bir ittifak mevcut değildi. Bu sebeple Türkler artık Boğaziçi sahillerine kadar ilerlediler, buradan geçen gemilerden haraç almak üzere karakollar tesis ettiler. Bütün Bithynia bölgesi (Anadolu'nun kuzeybatı bölgesi, başlıca şehirleri lzmit, Bursa ve lznik'tir) şehirleri ister istemez Türklere teslim olmuşlardı. imparator Aleksi­ os önce lstanbul şehrine serbest bir nefes aldırmak maksadıyla küçük gemilerle Boğaz sahilinde bulunan Türk karargahlarına korsan baskınlar tertip etti ve bun­ ları geri çekilmeye zorladı. Ancak Aleksios'un Balkanlar'daki durumu hiç de iyi değildi. O Balkanlar'daki Peçenek ve Narman tehlikesini ortadan kaldırmak maksadıyla Süleymanşah ile anlaşmayı tercih etti. O Süleymanşah'a hediye na­ mı altında muayyen bir yıllık haraç vermek suretiyle barış istiyordu, iki taraf ara­ sında varılan anlaşmaya göre; Türkler bugünkü Maltepe'de Dragos tepesinin ba­ tısından İzmit Körfezi'ne dökülen küçük Drakon çayına kadar olan hattı Bizans ile hudut kabul ettiler (108 1 ) .8

Süleymanşah'ın Fetihleri Süleymanşah, imparator Aleksios ile yaptığı 108 1 Antlaşması'ndan sonra bir taraftan muhtelif kumandanlar vasıtasıyla, tafsilatı pek belli olmayan fetih hare­ ketlerine devam ederek Anadolu'nun kuzeyinde hala Bizans'ın elinde bulunan bazı kaleleri zapt ettirirken, bir taraftan da kendisi güneye doğru yürüdü ve Tar­ sus'u muhasara ederek aldı ( 1 082) . Bunu takip eden yıl içinde ( 1 083) Türkiye Selçuklu hükümdarının başta Adana, Misis (Mamistra) ve Anazarbos olmak üze-

151

re hemen bütün Kilikya sahasını fethettiği görülmektedir. Bu suretle Ermeni Philaretos'un Toroslardan Urfa'ya kadar kurmuş olduğu hakimiyetin batı kısmı Selçukluların eline geçmiş bulunuyordu. Bundan sonra sıra Antakya'ya geldi. Çok eski devirlerden beri Suriye'nin en mühim şehri ve merkezi olmuş bulunan bu büyük şehre gözünü diken sadece Süleymanşah değildi. Haleb'i ele geçirmiş bulunan Ukaylilerden Şerefüddevle Müslim b. Kureyş ve Suriye Selçuklu Meliki Tutuş da Antakya'nın fethini hedef edinmiş idiler. Bu bakımdan Antakya'yı fethetmek için büyük hazırlıkların yanı sıra Müslim b. Ku­ reyş ile Tutuş'u da unutmamak gerekiyordu. Süleymanşah Antakya üzerine ha­ reket ederken, Philaretos'a hududu bulunan Türk beyleri de aşağı-yukarı aynı zamanda onun topraklarına yürümüşler, böylece Süleymanşah'm karşısına bü­ yük kuvvetler ile çıkmasına engel olmuşlardı. Bu anda Emir Danişmend'in Ermeni Gabriel'in hüküm sürdüğü Malatya'yı muhasaraya giriştiği (1085) ve Emir Buldacı'nın yukarı Ceyhan bölgesini Elbis­ tan ve civarını zapt ettiği görülmektedir.9 1 084 yılı içinde Philaretos'un Urfa'ya kumandan olarak bıraktığı oğlu Bar­ sam ile arası açılmıştı. Babası tarafından tutuklanan ve Antakya kalesinde hap­ sedilen Barsam, rivayete göre, Antakya şehrinin şahnesi olan İsmail adında bir Müslüman ile anlaşarak babası aleyhine onunla birleşmiş ve Philaretos'un bir düğün münasebetiyle şehirde bulunmamasından yararlanarak hapisten kaçmış ve tznik'e gitmişti. Barsam burada Süleymanşah ile Antakya'nm kendisine tesli­ mi hususunda anlaştı. Bunun üzerine Süleymanşah beraberinde az sayıda kuv­ vet bulunduğu halde süratle Antakya'ya doğru hareket etti. Netice olarak An­ takya 13 Aralık 1 084'te Süleymanşah tarafından fethedildi. Şehre Müslüman şahne tsmail'in yardımı ile gizlice giren Selçuklu kuvvetleri büyük bir mukave­ metle karşılaşmamışlar ve bu sebeple yerli halka kötü muamelede bulunmamış­ lardır. Ancak Philaretos'un kuvvetlerinden bir kısmı iç kaleye sığındı. Bu sebep­ le şehrin iç kalesinin bir ay daha mukavemet ettikten sonra 12 Ocak 1085'te Sü­ leymanşah'a teslim olduğu anlaşılmaktadır. 1 0 Getirdiği az sayıdaki kuvvetleri, fe­ tihten sonra, yetişen öteki birliklerle takviye eden Süleymanşah ayrıca Ayıntab, Harim, Tell-başir, 1- .a'ban, İskenderun ve Süveydiye'yi (Samandağ) de ele geçir­ mişti. Bunun üzerine rivayete göre Philaretos, Büyük Selçuklu Sultanı Melik­ şah'm yanma giderek Müslümanlığı kabul etmiş ve kendisine tevcih olunan Ma­ raş'a gelerek burada 1 090 yılından önce ölmüştür. 1 1

Süleymanşah'ın Ölümü Ancak Süleymanşah'm Antakya şehrini almakla, hem Şerefüddevle Müslim hem de Melik Tutuş ile mücadele etmesi mukadderdi. Nitekim mücadelenin ilk safhası Şerefüddevle ile oldu. Haleb emiri daha önce Antakya üzerine yürümüş­ se de, şehrin muazzam surları karşısında bir şey yapamayarak geri çekilmişti. Bundan sonra Philaretos ile bir anlaşma yapan Şerefüddevle Müslim ondan yıl­ lık muayyen bir cizye almakta idi. Bu gelir kaynağını kaybetmek istemeyen Şe­ refüddevle, Süleymanşah'a haber göndererek Philaretos'un ödediği cizyeyi gön-

1 52

dermesini istedi.

Bu tabiatıyla olacak şey değildi, Müslüman bir şehirden ve hükümdarından cizye istenemezdi. Süleymanşah onun bu istediğini reddedince iki taraf arasın­ da savaş zorunlu oldu. Şerefüddevle ile Süleymanşah'ın savaşçıları karşılıklı bir­ birinin arazisini yağmalamaya başladılar. Nihayet 20 Haziran 1 085'te iki taraf Haleb ile Antakya arasında Kurzahil mevkiinde karşılaştılar. Bu savaşa Şerefüd­ devle ile başlayan Çubuk Bey ve idaresindeki Türkmenler Süleymanşah'ın tara­ fına geçtiler. Bu sebeple Şerefüddevle bozguna uğrayarak öldürüldü. Süleyman­ şah buradan Haleb üzerine yürüyerek şehri kuşattı ve Şerefüddevle'yi de bu şehrin kapısı önüne gömdürdü. 12 Antakya'nın zabtından sonra Şerefüddevle'nin ortadan kaldırılması ve Ha­ leb'in kuşatılması artık Süleymanşah ile Büyük Selçuklular arasındaki mücade­ leyi ön plana geçirmişti. Şerefüddevle'nin Haleb'de bıraktığı emir Şerif Ebü Ali Hasan Haleb'i savunurken, bir taraftan da hem Sultan Melikşah'a hem de Melik Tutuş'a mektup yazmış ve şehri teslim almak üzere ya bizzat gelmelerini, yahut kendilerini kurtarmak üzere büyük bir ordu gönder­ melerini istemişti. Bu sırada Süleymanşah; Şeyzer, Kefertab ve Maarretünnuman kalelerini ele geçirmiş­ ti. O, Kınnesrin'i de kuşatıp aldıktan sonra bütün kuv­ vetleriyle Haleb önünde toplandığı sırada Tutuş'un

Melik Şah'ın tahta çıkışı, Reşideddin, Cami üt­ Tevarih, (Edinburgh University Library) (D.N. Wi/ber, 1972)

harekete geçtiği haber alındı. Artuk Bey de bu sırada Tutuş'un yanında bulunu­ yordu. Onun kuvvetleriyle takviye edilmiş olan Tutuş Haleb'e üç mil uzaklıkta bulunan Ayn Seylem mevkiinde 4 Haziran 1086'da Süleymanşah'ın ordusu ile savaşa tutuştu. İki Türk ordusu arasındaki bu savaşın neticesini yine Çubuk Bey ve Türkmenler tayin ettiler. Bunlar bu sefer Süleymanşah'tan ayrılıp Tutuş ta­ rafına geçtiler. Süleymanşah savaşı kaybettiğini görünce intihar etti. 13 Anadolu'nun fethi, daha önceki fetih hareketlerinin hiçbiriyle mukayese edilemeyecek bir ölçüde dünya tarihini etkilemiştir. Türk milleti varlığını, em­ salsiz tarihi gelişmesini ve ezeli bağımsızlığım bu fethe borçludur. Bu sebeple bi­ zim için Süleymanşah'ın adı, tarihimizin öteki büyük şahsiyetlerinin önünde, on­ ların bayraktarı manasını taşımaktadır ve bundan sonra da taşımalıdır. Nitekim şu sözler büyük bir gerçeğin ifadesidir "Süleymanşah Anadolu Türklerinin en büyük ve en muhterem babasıdır." 1 4

Süleymanşah'ın Ölümünden Sonra Anadolu Olayları Ebu 'l-Kasım Hükümeti Süleymanşah 1084 yılı Aralık ayı içinde Antakya'yı fetih için yola çıkarken İznik ve civarını Ebu'l-Kasım adında bir Türk beyine bırakmıştı. Antakya'nın fet­ hi sırasında Karategin adında bir Türk beyi Karadeniz kıyısında Sinop'u zapt et­ ti (1 085 başı) . Burada bulunan külliyetli altın ile büyükçe bir imparatorluk hazi­ nesi bu Türk beyinin eline geçti. Ancak Süleymanşah'ın Tutuş karşısında mağ­ lup olarak intihar etmesinden sonra bu durumdan istifade eden İmparator Aleksios'un Türklerin eline geçmiş olan Karadeniz kenarındaki sahil şehirlerini geri

1 53

almaya muvaffak olduğu anlaşılıyor, İmparator Aleksios, Sultan Melikşah'ın gön­ derdiği Siaus (Çavuş veya belki de Siyavuş) şeklinde kaydolunan bir elçisini kandırarak kendi tarafına çekmeye muvaffak oldu. Nitekim Sinop'a giden Siaus, Melikşah'ın mektubunu göstererek Karategin'i Sinop'u terk etmeye ve ele geçir­ diği hazineleri de imparatorun adamlarına bırakmaya kandırdı. Böylece Sinop tekrar Bizans'a teslim olundu. 15 Ancak durum her tarafta aynı değildi. Süley­

manşah'ın ölüm haberi, onun muhtelif bölgelere tayin etmiş olduğu Türk beyle­ rinin bağımsız hareket etmelerine sebep oldu. Bunlardan hükümet merkezi olan Iznik'i elinde bulundurduğu cihetle en nüfuzlusu olan Ebu'l­ Kasım rivayete göre kendisini sultan ilan ettiği gi­ bi, kardeşi Ebu'l-Gazi'ye de Kapadokya emirliğini Aksaray-Nevşehir yolunda, Alay Han ( 1 3. yy. ilk yarısı)

bıraktı. Becerikli ve gayet haris bir kimse olan Ebu'l-Kasım bundan sonra Marmara sahillerine

akınlar yaparak bütün Bithynia'yı yağmalamaya başladı. İmparator Aleksios bu­ nun üzerine evvelce Süleymanşah'a uygulamış olduğu taktiğe müracaat ederek Türk akıncılarını sahilden geri sürdü ve Ebu'l-Kasım'ı barış istemeye zorladı. An­ cak Ebu'l-Kasım anlaşma görüşmelerini devamlı olarak uzatmakta olduğundan imparator nihayet İznik üzerine bir kuvvet göndermeye mecbur kaldı. Bu kuv­ vetin başına Türk asıllı Tatikios'u (Tetik?) geçirmişti. Ayrıca Sultan Melikşah'ın da İznik'i itaat altına almak üzere Emir Porsuk kumandasında 50 bin kişilik bir kuvvet gönderdiği öğrenildi. Fakat Tatikios böyle bir kuvvetle başa çıkamayaca­ ğını düşünerek neticede Istanbul'a çekilmek zorunda kaldı. Ebu'l-Kasım'ın bundan sonra da rahat durmadığı anlaşılıyor. Herhalde Por­ suk, kuvvetleriyle henüz uzakta bulunuyor veyahut Ebu'l-Kasım onun gelişini başka bir şekilde yorumluyordu. Ebu'l-Kasım'ın bu kez de Marmara Denizi'nin güney sahilini ele geçirmek istediği görülüyor. Nitekim o küçük bir donanma kumlayı tasarladı ve bu maksatla sahilde bulunan Kios (Gemlik) şehrini zapt ederek burada gemiler yaptırmaya başladı. Ancak Aleksios, bunun imparatorluk için yarattığı tehlikeyi kavrayarak derhal faaliyete geçti. Bütün donanmasını Ma­ nuel Butumites emrine vererek Ebu'l-Kasım'ın donanmasını yakmakla görevlen­ dirdi, karadan da büyükçe bir kuvvetle Tatikios Türklerin üzerine sevk olundu. Her iki kuvvetin de üzerine gönderilmesinden endişelenen Ebu'l-Kasım üstün Bizans donanmasına karşı koyamayacağını düşünerek Kios'tan geri çekildi. M. Butumites sür'atle gelerek Ebu'l-Kasım'ın herhalde henüz kızakta bulunan ge­ milerini yaktı. Pek az sonra da Tatikios kara yolundan yetişerek mevzi aldı. Ebu'l-Kasım'ın çekildiği (Halykai veya Kyparisson) mevkiinde Bizanslılar ile Türkler arasında on beş gün süreyle ufak tefek çarpışmalardan başka büyükçe bir savaş yapılmadı. NeLicede Tatikios savaşa karar vermek zorunda kaldı. Savaş bir kısım Türk askerinin ölmesi, esir edilmesi, daha çoğunun ise bütün eşya ve teçhizatını bırakarak kaçması ile neticelendi. Ebu'l-Kasım güçlükle İznik'e ulaşa­ bildi. Bütün bu olayların oluş şekli ve tarihi hakkında kesin bilgilere sahip deği­ liz. Ancak Bizans'taki başka olaylara bakarak Emir Porsuk'un gelişinin 1090 yılı sonlarında olması çok muhtemeldir.16 Şu halde 1090 yılı ortalarında Ebu'l-Kasım Kios'ta mağlup olduktan sonra İz-

1 54

nik'e çekilmişti. Ancak Emir Porsuk'un Anadolu içinde bağımsız davranan muh-

telif Türk beylerini itaata aldıktan sonra lznik'e yaklaşmakta olduğu bu sıralar­ da Aleksios, Ebu'l-Kasım'a, haber göndererek onu lstanbul'a davet etti. Bizans imparatoru anlaşıldığına göre lznik hakimi Ebu'l-Kasım'a Porsuk'a karşı bir itti­ fak teklif ve bu münasebetle onu lstanbul'a davet etmişti. O bu arada bir taraf­ tan da Türklerin elinde bulunan lzmit'i ele geçirmek istiyordu. Ebu'l-Kasım ls­ tanbul'da gayet iyi karşılandı, hemen her gün kendisine ziyafetler veriliyor, hi­ podromda şerefine at ve araba yarışları tertip olunuyor ve İstanbul'da ikamet müddeti birçok neden ile uzatılmaya çalışılıyordu, iki taraf arasında barış ve it­ tifak görüşmeleri yapıldığı esnada, İmparator Aleksios donanma kumandanı Eustathios Kymineianus'u yapı malzemesi, mimarlar ve işçileri yüklediği gemi­ leriyle lzmit'e yolladı. Bunlar İzmit müstahkem mevkiini kontrol altına alacak yeni bir kale inşa etmekle görevlendirilmişlerdi. Kalenin inşası bittikten sonra Aleksios, Ebu'l-Kasım'a pek çok hediyeler ve bir de "Sebastos" unva­ nı vererek onu İznik'e uğurladı. Ebu'l-Kasım olan biteni öğrendiği za­ man kadere boyun eğmek zorunda kaldı. Çünkü bu sırada Emir Por­ suk artık lznik önünde görünmüştü ve Ebu'l-Kasım imparatorun yar­

' ;� '

dımına muhtaçtı. Emir Porsuk lznik'i üç ay muhasara etti. İmparatorun hareket şekline ve hilekarlığına çok içerlemiş bulunan Ebu'l-Kasım bu müddet içinde kendi imkanları ile Porsuk'un kuvvetlerine karşı İznik'i korudu. Ancak sonunda yardım istemek için imparatora başvurmak zorunda kaldı. Bizans imparatoru bu sırada Peçeneklere karşı büyük bir ölüm-

Konya, Sırçalı Medrese, taç kapı,

kalım mücadelesi içinde idi. Onun bu cepheden ayıracak kuvveti yoktu, buna rağmen Ebu'l-Kasım'a yardım zorunluluğunu hissetti. Çünkü lznik Por­ suk'un eline geçecek olursa burasını Büyük Selçuklu İmparatorluğu'ndan kurta­ rıp almak elbette hemen hemen imkansız bir şey olacaktı. Bunun için o yeniden bir hileye başvurdu. O pek küçük bir kuvveti bunlara imparatorluk sancakları, imparatorun önünde taşınması adet olan süslü alametleri vermek suretiyle Ebu'l-Kasım'a yolladı. Bu yardım yoluyla Porsuk'u geri çekilmeye zorlamayı ve imkan hasıl olursa İznik'i kendi adına zapt etmeyi umuyordu. Bu küçük Bizans kuvveti muhteme­ len deniz yönünden şehre girdi, imparator gayesinin birincisine kolaylıkla ulaş­ tı. Bizanslılar surlar üzerine çıkıp imparatorluk sancaklarını ve imparatorun ala­ metlerini göstererek savaş naraları atmaya başlayınca; Porsuk, imparatorun biz­ zat geldiği düşüncesiyle kuşatmayı kaldırmayı uygun buldu, lznik bu suretle ku­ şatmadan kurtulunca, yardıma gelen kuvvetler, sayıları pek az olduğu ve Ebu'l­ Kasım henüz tamamıyla kuvvetten düşmemiş bulunduğu için, imparatorun pla­ nının ikinci safhasını gerçekleştiremeyeceklerini anlayarak geri dönmeyi tercih ettiler. Emir Porsuk'un başarısızlığı üzerine Büyük Sultan Melikşah'ın İznik'in zap­ tından vazgeçmediğini ve buraya kıymetli kumandanlarından Urfa Emiri Bmmıı'ı

gönderdiğini görüyoruz. Anna Komnenal 7 bu münasebetle Melikşah'ın kendisiy­ le ittifak etmek üzere, imparatora yeniden müracaat ettiğini kaydediyor. Netice­

de İmparator Aleksios da Selçuklu Sultanı'nın yanına bir elçi heyeti göndermiş, fakat bunlara verdiği talimatta müzakereleri uzatarak Melikşah'ı oyalamalarını

155

.

tembihlemişti. Ancak bu hey'et daha yolda iken Melikşah'm ölüm haberini almış ve geri dönmüştü. Sultan Melikşah'm 19 Kasım 1092'de öldüğü bilindiğine göre, Bizans elçi hey'etinin buna yakın bir tarihte yola çıktığı kabul olunabilir. Bu du­ rumda Bozan'm İznik önüne gelişini de aynı yılın (1092) ortalarına ve hatta ikin­ ci yansına koymak herhalde hatalı olmayacaktır. Öte taraftan Emir Bozan İznik önüne geldi, şehri hücumla zapt etmek için birbiri arkasına yaptığı teşebbüsler, Ebu'! Kasım'm şiddetli müdafaası ve imparatordan istediği yardımı elde etmesi sayesinde bir türlü netice vermedi. İmparator bu sırada Peçenekleri Kumanla­ rın yardımı ile imha ettiği için biraz olsun ferahlamış bulunuyordu. Bizans Levu­ nion galibiyetinden (29 Nisan 1 09 1 ) 1 8 sonra sadece İzmir hakimi Çaka (Çakan) Bey'le uğraşmak zorunda idi. 1 9 Bozan bu şekilde İznik'i zapt edemeyeceğini an­ layınca muhasarayı kaldırarak karargahını Lopadion (Ulubat) yanında bulunan Lampe ırmağı kenarına nakletti. Ebu'l-Kasım'm bu sıralarda artık bağımsız hükümet sürmek imkanının yok olduğunu fark ettiği anlaşılmaktadır. HerhaJde imparatorun kendisine ne mak­ satla yardım ettiğini anlamış olacaktır. Belki de imparator ile Melikşah arasında bir anlaşma yapılacağını da haber almıştı. Bu sebeple O doğrudan doğruya Bü­ yük Sultan'a müracaatla İznik bölgesinde onun valisi sıfatıyla tasdik edilmeyi ümid ederek büyük hediyeler hazırladı ve kardeşi Ebu'l-Gazl'yi İznik'te yerine vekil bıraktıktan sonra İsfahan'a doğru yola çıktı. On beş katır yükü altın ile sul­ tanın yanma gitti. Ancak Ebu'l-Kasım bütün ısrarlara rağmen Melikşah tarafın­ dan huzura kabul edilmemiş ve kendisine Anadolu işinde tam yetki verilmiş olan Bozan ile anlaşması bildirilmiştir. Bu şekilde arzusuna ulaşamayan Ebu'l-Kasım uzun bir süre bekledikten ve ızdırap çektikten sonra Bozan'ı bulmak için hare­ kete geçti. Ancak yolda Bozan'm gönderdiği iki yüz kişilik bir müfreze tarafın­ dan yakalanarak kendi yayının kirişi ile boğdurulmuştur. Anna Komnena'ya gö­ re20 bu iş Bozan'm değil, sultanın verdiği emirler ile olmuştur. Bu olayın Melik­ şah'm Bağdat'a gitmek üzere hareketinden pek kısa bir süre önce ceryan ettiği tahmin olunabilir (muhtemelen Eylül/Ekim 1092) .2 1

1. Kıltçarslan 'm Saltanata Hakim Olması Ebu'l-Kasım'm ölümünden sonra kardeşi Ebu'l-Gazi İznik'i elinde tutmakta devam etti. Tam bu sıralarda da Sultan Melikşah'm vefat etmiş olması onu Emir Bozan'm tazyikinden kurtarmış oldu. Zira Bozan bütün kuvvetleri ile birlikte Bü­ yük Selçuklu Devleti'nde meydana çıkan karışıklıklarda rol oynamak üzere Su­ riye'ye yollanmıştı. İmparator Aleksios bu sefer Ebu'l-Gazi'yi hediyeler ve va'ad­ lerle kandırıp onun İznik'i terk etmesini sağlamaya çalıştı. Ebu'l-Gazi ise belki de henüz ağabeyinin ölüm haberini almamış olduğu cihetle , imparatoru oyalamak­ la yetinmişti. Ancak Sultan Melikşah'm ölümü, onun tutuklu olarak lsfahan'da tuttuğu Süleymanşah'm oğullarının serbest kalmalarını sağladı. Süleymanşah'm iki oğlu, Kılıçarslan ve Kulan (veya Davud) Horasan'dan, kaçarak22 veya başka bir rivayete göre Berkyaruk tarafından serbest bırakılarak23 sür'atle Anadolu'ya ve sonra İznik'e geldiler. Onların İznik'e gelişlerini belki de 1093 yılı başına koy­ mak gerekecektir. Çünkü bilindiği üzere Melikşah'm hanımı Terken Hatun, küçük yaştaki oğlu

1 56

Mahmud'un, babasının tahtına çıkmasını sağlamak ümid ve arzusu ile Melik-

şah'ın ölümünü bir süre halktan saklı tutmuştu. Böylece haberin lsfahan'a ulaş­ ması ve Kılıçarslan ile kardeşinin buradan hareketleri ve Iznik'e varışları herhal­ de uzunca bir müddet sürmüş olmalıdır. İznik'te bulunan Türkler, Selçuklu şehzadelerinin gelişini büyük bir sevinç­ le karşıladılar. Ebu'l-Gazi'nin iktidarı hiç direnmeden Kılıçarslan'a devrettiği an­ laşılmaktadır. Kılıçarslan bu suretle babası Süleymanşah'a halef oluyor, tabiatıy­ la babasının benimsemiş olduğu "sultan" unvanını da alıyordu.24 Ancak Anado­ lu henüz birliğe ulaşmış bir sultanlık olmaktan çok uzak idi. Kılıçarslan'ın haki­ miyet sahası ancak İznik ve civarını kapsar görünmektedir. İzmit, Ebu'l-Kasım zamanında elden çıkmıştı. lzmit Körfezi sahilleri ise boydan boya Bizanslıların elinde idi. İzmir ve çevresinde başka bir Türk Beyi, Çaka hakimdi. Öte taraftan Danişmendliler, Mengücükler ve Saltuklular gibi Türk beylikleri Anadolu'nun muhtelif bölgelerinde hüküm sürüyorlardı. Dikkatle bakılacak olursa Kılıçars­ lan'ın Anadolu'daki mevkii bir ölçüde kendisinden iki yüz yıl sonraki Osmano­ ğullarının durumuna çok benzemektedir. Osmanoğullarının yapmış oldukları gi­ bi o ve onun ahfadı Anadolu birliğini Iznik, Bursa, Bilecik, Eskişehir ve civarın­ dan hareket ederek gerçekleştirmişlerdir. !. Kılıçarslan'ın Türkiye Selçuklu tahtına çıkarak "sul­

tan" unvanı aldıktan sonraki ilk işi devleti yeniden teşki­ latlandırmak olmuştu. Ayrıca Çaka Bey'in kızı ile evlen­ mesi, bu iki Türk hükümdarı arasında bir dostluk ku­ rulmasına sebep oldu. Bu dostluk semeresini vermekte gecikmedi, Kılıçarslan Marmara sahillerine yerleşmeye çalışan Bizanslıları oradan çıkarttı. Öte taraftan Çaka Bey, Çanakkale'ye doğru ilerlemiş ve Abydos'u (Çanakka­ le'ye 8 km. mesafede) muhasara etmişti. Onun bu hareketiy­ le İstanbul yolu tehlikeye düşmüş oluyor, İmparator Aleksios bu tehlikeden kurtulabilmek için I. Kılıçarslan'ı kendisine müttefik yapmaya çalışıyordu. Nitekim o bu arzusunda başanlı olmuştu. I. Kılıçarslan kendi hakimiyet sahası içinde

1.

Mesud adına kesilen bakır para, arka yüz ( 1 1 67), (Yapı Kredi Kolleksiyonu)

Çaka'nın Beyliği'nin genişlemesini iyi karşılamamış ve harekete geçmişti. iki ta­ raftan sıkışan Çaka Bey bu durumdan kurtulmak için I. Kılıçarslan'ın yanına git­ ti ise de, bir netice elde edemediği gibi, damadı tarafından ortadan kaldırıldı.25 Kılıçarslan ise Bizans ile yaptığı bu ittifak sayesinde doğuda genişleme imkanı buluyordu, ilk önce 1095'te Malatya üzerine yürüdü, bu şehir Gabriel adında bir Ermeninin idaresinde idi. Kılıçarslan iyi tahkim edilmiş olan bu şehri şiddetle muhasara etti. Fakat bu sırada Avrupa'dan harekete geçmiş olan Haçlı orduları Türkiye Selçuklularının başkenti Iznik'e kadar ulaşmıştı. Sultan Kılıçarslan bu bakımdan sur'atle geri döndü ise de, Haçlıların kuşattığı Iznik'e giremediği gibi, büyük ve muntazam Haçlı ordusuyla giriştiği savaşta da başarılı olamamıştı. Ne­ ticede Iznik'i müdafaa eden Türkler Bizanslılar ile anlaşarak şehri onlara teslim ettiler ( 1 9 Haziran 1 097). Öte taraftan Kılıçarslan Aııadolu'ya çekilmiş, öteki Türk beylerinden Danişmendli Gümüş Tegin (Emir Danişmend) ve Kayseri (Ka­ padokya) Hakimi Hasan Bey ile birleşerek ilerleyen Haçlı ordusuna karşı hare­ kete geçmişti. Bu müttefik Türk ordusu Eskişehir (Dorylaeum) önünde Haçlı ordusu ile karşılaştı. Birkaç gün sürdüğü anlaşılan bu savaşta iki taraf kahra-

1 57

manca mücadele etmiş, neticede Türkler üstün sayıdaki düşman karşısından çe­ kilmek zorunda kalmışlardı (1 Temmuz 1097) . Sultan Kılıçarslan bundan sonra bir çeşit çete savaşı yaparak düşmanı yıpratmak niyetinde idi. Nitekim bu çeki­ liş sırasında Türkler yol boyunca içecek ve yiyecek maddelerini yok ederek, bir ölçüde Haçlıları açlığa mahkum ediyorlardı. Buna rağmen Haçlı ordusu Kon­ ya'ya kadar ilerledi ve buradan sonra Ereğli'de ikiye ayrılarak yoluna devam et­ ti. Bu sırada Anadolu'nun durumu yeniden değişiyor, Bizanslılar Türklerin elin­ deki Batı Anadolu'nun sahil bölgelerini İzmir, Efes, Sardes ve eski Lydia'nın öte­ ki birçok şehrini işgal ediyorlardı, öte taraftan Türklerin gelişiyle Toroslara sığı­ nan Ermeniler de yavaş yavaş sahillere ve ovalara inmeye başlamışlardır. Bu Haçlı seferi fırtınasının geçmesinden sonra Anadolu Türkleri tekrar to­ parlandılar. Sultan 1. Kılıçarslan ise Konya'ya yerleşerek burayı Selçuklu Devle­

ti'nin başkenti yaptı. Bu sırada Haçlılara karşı Danişmendliler de başarılı savaş­

lar veriyorlardı. Nitekim Danişmendli ordusu 1 1 00 yılında bir Haçlı ordusunu Malatya civarında mağlup ve Bohemund'u esir etti. Türklerin bu zaferinden son­ ra 1 1 01 yılı Haçlı seferlerini oluşturan Haçlı orduları Anadolu'ya girdi. Sultan Kı­ lıçarslan ve Danişmend Gazi Bohemund'.u kurtarmak için Niksar'a doğru ilerle­ yen Haçlı ordusunun birinci grubunu Merzifon'da 1 1 01 yılında imha ettiler. Yine aynı yıl içinde peşpeşe iki Haçlı ordusu da Sultan Kılıçarslan ve Danişmendliler tarafından Konya Ereğlisi'nde büyük bir kısmiyle ortadan kaldırıldılar. Böylece Anadolu Türkleri eski güvenlerine kavuşmuş oldular.26 Öte taraftan Haçlıların kendisi için bir tehlike teşkil ettiğini gören İmparator Aleksios, Sultan Kılıçars­ lan ile onlara karşı bir ittifak yaptı. Bu sırada Danişmend Gazi de boş durmuyor ve Malatya'yı fethediyordu ( 1 8 Eylül 1 10 1 ) . Sultan 1. Kılıçarslan ise 1 1 03 yılın­ da bir sefere çıktı, buna sebep aynı dinden olmalarına rağmen Ermenilerin Haç­

lılardan şikayet etmeleri idi. 1. Kılıçarslan Elbistan'ı ve Maraş'ı Haçlıların elinden

kurtardı. Danişmend Gazi'nin elinde tutsak olan Haçlı reislerini (Bohemund,

Richard gibi) fidye karşılığı serbest bırakması, bu paranın yarısını isteyen 1. Kı­ lıçarslan ile aralarının açılmasına sebep oldu. Aslında sultan daha önce onun Ma­ latya'yı ele geçirmesine kızmıştı, fidye olayı belki de görünürdeki bir sebep idi. Neticede sultan, Danişmend Gazi'nin üzerine yürüyerek onu mağlup etti (1 103). Çok geçmeden Danişmend Gazi'nin 1 1 05'te ölmesi, sultana Malatya'yı ele geçirmek fırsatını verdi. Aynı yıl içinde sultan Malatya'yı kuşatmış, Daniş­ mend Gazi'nin oğlu Yağıbasan mukavemet edemeyerek şehri teslim etmiştir.27 Böylece Anadolu Beyliklerinin en kudretlilerinden biri olan Danişmendlilerin durumu sarsılmıştı. Sultan öteki beylikleri de kendine tabi kılmak istedi ve bun­ da da bir ölçüde başarılı oldu (Söz gelişi; Dilmaçoğulları, İnaloğulları gibi) . An­ cak Saltuklular ve Sökmenliler (Ahlatşahlar) Büyük Selçuklular da tabi olarak kalmışlardı. Sultan Kılıçarslan'ın genişleme siyaseti neticesinde Büyük Selçukluların ha­ kimiyet sahasına komşu olması, hanedanın bu iki kolunun çatışmasını beklenir hale getirmişti. Nitekim çok geçmeden böyle bir olay vuku buldu. Musul'a hakim olmak meselesi; Sultan Kılıçarslan ile Büyük Selçuklu Emirlerinden Çavlı'yı kar­ şı karşıya getirdi, ilk etapta Kılıçarslan üstündü ve 22 Mart 1 1 07'de Musul'a gir­ di. Emir Çavlı ise mücadeleyi bırakmamıştı, büyük bir ordu toplayarak harekete

1 58

geçti, iki taraf Habur nehri kenarında karşılaştı. Sultan 1. Kılıçarslan kahraman-

ca dövüşmüş, ancak mağlup olacağını anladığı zaman atıyla Habur nehrini geçe­ rek kurtulmak istemişti. Fakat kendisine ve atına ait zırhların ağırlığı ona bu şansı tanımamış ve nehirde boğulmuştu (3 Haziran 1 1 07) . Emir Çavlı onun oğ­ lu Şahinşah'ı (Melikşah) yakalayıp, Sultan Muhammed Tapar'a gönderdi.28 Böy­ lece Türkiye Selçukluları tahtı kısa bir süre için tekrar boş kaldı. Kılıçarslan'ın Şahinşah'tan başka Mes'ud, Arap ve Tuğrul Arslan adlarında üç oğlu daha vardı (muhtemelen bir de Gök-Arslan). Sultan 1. Kılıçarslan'ın ölümünden sonra eşi beraberinde küçük oğlu Tuğrul Arslan olduğu hil.lde Malatya'ya gelmiş ve burada Tuğrul Arslan'ın sultanlığı ilan edilmişti.

Şahinşah 'm (Melikşah) Saltanatı Bir süre sonra Konya Selçuklu tahtında Şahinşah'ın oturduğunu görüyoruz ( 1 1 10) . Onun Anadolu'ya dönüşü ile ilgili iki rivayet vardır; birincisine göre, Bü­ yük Selçuklu Sultanı Muhammed Tapar Anadolu'nun kötüye giden durumunu görerek Şahinşah'ı ülkesine göndermiş, ikincisine göre ise Şahinşah kendisi kaçmıştı.29 Daha sonra Selçuklu sultanı, İmparator Alek­ sios ile mücadeleye girişti ve özellikle 1 1 13 yılında ba­ zı başarılı sonuçlar aldı. Bu Türk saldırıları sırasında Emir Monoluğ ve Muhamme d adlarındaki beyler tema­

yüz ettiler. Nihayet Afyon (Ampous) civarında Şahin­ şah ile Aleksios arasında bir anlaşma imzalandı. Özel­

likle sultanın Bizans'a barış teklif etmesi bu sırada kar­ deşi Mes'ud'un isyanı ile ilgili olmalıdır. Mes'ud kayın­ pederi Danişmendli Emir Gazi (1 105-1 134) ile birleşe­ rek taht mücadelesine girişmişti. Sultan Şahinşah sür'atle bu isyanı bastırmak üzere geri dönmüş, ancak adamlarının ihaneti sebebiyle bir baskın sonucu Mes'ud'un önünden kaçmak zorunda kalmıştı. O Bi­ zans lmparatoru'nun yanına giderken Akşehir civarın­ da Mes'ud'un adamlarının eline esir düşmüş ve gözleri kör edilmişti ( 1 1 1 6) . Mes'ud buna rağmen Şahin­ şah'tan çekinmiş ve onu eski Türk adeti gereğince ka­ nı akıtılmaksızın, yayının kirişiyle, boğdurmuştu. Riva­ yete göre Şahinşah öldüğünde yirmi bir yaşında idi (1 1 1 8) .30

Ankara-Alaeddin Camii ahşap kapı ayrıntı, ( 1 1 97-98)

Sultan 1. İzzeddin Mes 'ud Mes'ud Danişmendlilerin himayesinde Konya'da Selçuklu tahtına çıktı. Bir süre sonra da Bizans tahtında bir değişiklik Aleksios'un ölümü ile yerine oğlu il. Ioannes (Yuannis) Komncnos ( 1 1 1 8- 1 1 43) geçmişti. Yeni imparator Ioannes de babası gibi Türklerin elindeki şehirleri geri almak istiyordu ve bu arzusunda bir ölçüde başarılı olarak Denizli ( 1 1 1 9) ve l)luborlu'yu ( 1 120) işgal etti. Fakat bir Peçenek grubunun Tuna'yı geçerek Makedonya ve Trakya'ya sarkması, impara­ torun geri dönmesine sebep oldu.

1 59

Sultan Mes'ud ise kayınpederi Danişmendli Emir Gazi'nin nüfuzu altında olup, onun siyasetini izlemek zorunda idi. Emir Gazi daha önce Danişmendlile­ rin hakimiyeti altında bulunan Malatya'yı geri almak istiyordu. Nitekim o bir fır­ sattan yararlanarak, beraberinde Sultan Mes'ud olduğu hfilde, 13 Haziran l 1 24'te bu şehre hücum ederek kuşattı. Tuğrul Arslan bu kuşatmaya altı ay mu­

kavemet gösterdi ise de, neticede Malatya'yı Emir Gazi'ye teslim ederek Minşar kalesine çekildi ( 1 0 Aralık 1 124).31 Böylece Malatya tekrar Danişmendlilerin idaresine giriyor ve Anadolu'da artık üstünlük bu Türk hanedanının oluyordu. Öte yandan Mes'ud'un kardeşi Arab, Ankara ve Kastamonu yöresine hakim­ di, 1 125 yılında büyük bir ordu ile (30.000 kişi) harekete geçerek Selçuklu tah­ tına sahip olmak istedi. Mesud ise kardeşi Arab karşısında başarısızlığa uğraya­ rak yardım istemek için İmparator loannes'in yanına İstanbul'a gitti. Mes'ud bir süre sonra tekrar Anadolu'ya döndü ve kayınpederi Emir Gazi ile birleşerek Me­ lik Arab'ı mağlup ve Kilikya'ya kaçmaya mecbur etti. Melik Arab kolay kolay sal­ tanat davasından vazgeçmiyordu. Gazi ve Mes'ud karşısında birkaç defa daha şansını denedi ise de sonunda Bizans'a sığınmak zorunda kalarak mücadele sa­ hasını terk etti (1 1 28) . Böylece Mes'ud Danişmendlilerin yardımı ile iki rakibi, Tuğrul Arslan ve Melik Arab'dan kurtulmuş oldu.32 Gazi'nin (1 1 34) ölümü ile Sultan Mes'ud büyük bir borçtan kurtulmuş olu­ yordu. Ayrıca damat olması, sebebiyle muhtemelen miras davasına o da karış­ mıştı. Bu bakımdan Melik Muhammed ile arası açıldı ise de Bizans tehlikesi kar­ şısında tekrar bir ittifak meydana getirdiler. İmparator Ioannes 1 137 ilkbaharın­ da büyük bir ordu ile Kilikya'daki Ermenilere karşı sefere çıktı. Yolu üzerindeki Sultan Mes'ud'a ait yerleri yakıp yıkarak Toroslar'a ulaştı. Bizans ordusu bu se­ fer sırasında Tarsus, Adana ve Misis'i ele geçirdi. İmparatorun Suriye seferi sı­ rasında Sultan Mes'ud Çukurova ve Adana bölgesinde faaliyet göstermişti. İmparator ordusunun bir kısmını Selçuklu Sultanı üzerine gönderdi ise de, Mes'ud ile bir anlaşma yaparak İstanbul'a döndü ( 1 136) . Buna rağmen Selçuk­ luların ve Danişmendlilerin akınları durmamıştı, İmparator bunlara bir son ver­ mek için 1 139 yılı yazında tekrar Türk toprakları üzerine bir sefer tertipledi. An­ cak Niksar kalesi önünde başarılı olamayarak İstanbul'a döndü (1 1 40) . İmpara­ torun bu başarısızlığı Sultan Mes'ud'un Antalya civarına kadar ilerlemesine se­ bep oldu. İmparator Ioannes Selçukluların bu hareketi karşısında 1 142 baharın­ da yeni bir sefer tertipleyerek Antalya'ya (Attalia) oradan da Kilikya'ya gitti ve 1 143 Martında Toros dağlarında bir av sırasında kolundan aldığı bir ok yarası se­ bebiyle öldü.33 Öte taraftan Melik Muhamrned'in 6 Aralık 1 1 42'de Kayseri'de ölmesi, Daniş­ mendli Devleti'nin taht kavgalarıyla üçe parçalanması ile neticelenen olaylara sebep oldu. Tabii bu olaylardan en fazla Sultan Mes'ud yararlanmıştı. Mes'ud Danişmendliler arasındaki mücadelede tahtın meşru varisi olan Zünnun'u hima­ ye ediyordu. Önce Sivas hakimi olan Danişmendli Yağıbasan üzerine yürüyerek onu mağlup ve adı geçen şehri ele geçirdi. Daha sonra Danişmendli Aynüddev­ le'nin idaresindeki Malatya'yı kuşattı ( 1 1 43). Ertesi yıl Ceyhan ve Elbistan böl­ gelerini kendi toprakları içine katarak "melik" unvanı ile oğlu Kılıçarslan'ın ida­ resine bıraktı. Böylece Anadolu'daki üstünlük Danişmendlilerden Selçuklulara

1 60

geçiyordu. Sultan Mes'ud doğuda topraklarını genişletirken, Türkmenler de ba-

ANADOLU'DA SELÇUKLU KARTALI •

i /'

·



EKİ CAıvüi' D U L U , İ D iVRi G f i GÜ RÜ KART AL

'

AKŞEHİR, KİLECİ MESCİDİ AHŞAP PENCERE KANADINDAKİ ÇİFT BAŞLI KARTAL FİGÜRÜ

ANADOLU SELÇUKLULARI DöNEMİNDEN ES-SULTAN YAZILI ÇiFT BAŞLI KARTAL Fi GÜRLÜ YILDIZ ÇiNi (KONYA, KARATAY MEDRESESİ MÜZESİ)

ANADOLU SELÇUKLU DÖNEMİ ÇiFT BAŞLI KARTAL FiGÜRÜ

ERZURUM, YAKUTİYE MEDRESESİ TAŞ SüSLEMELERİNDEKİ KARTAL FiGÜRÜ

ANADOLU SELÇUKLULARI DöNEMİ ES-SULTANİ YAZILI PANO ÜZERİNDEKİ KARTAL FİGÜRLERİ

ANADOLU SELÇUKLULARI DÖNEMİ ÇiFT BAŞLI KARTAL FiGÜRÜ ( KONYA KARATAY MEDRESESİ MÜZES İ )

ERZURUM ÇİFTE MİNARELİ MEDRESE TAŞ BEZEMELERİNDEKİ ÇİFT BAŞLI KARTAL FİGÜRÜ

DİYARBAKIR KALESİ YEDİKARDEŞ BURCUNDAKİ ÇİFT BAŞLI KARTAL FİGÜRÜ

tıda Ege bölgesinde akınlarını sürdürdüler. İmparator 1. Manuel (1 143-1 180) bunlara engel olmak istedi, fakat hastalığı sebebiyle yarım kalan bir seferinden sonra; Sultan Mes'ud l 145'te İsauria'daki (Içil) Brakena (Pracana) kalesini fet­ hetti. imparator Manuel'in Türkleri Anadolu'dan atmak hevesinden vazgeçmediği görülüyor. Nitekim o büyük bir ordu ile 1 1 46 yazında harekete geçti, Menderes bölgesini geri alarak Akşehir'de (Philomelium) karşısına çıkan bir Selçuklu or­ dusunu mağlup etti ve adı geçen şehre girerek burayı yaktı. Daha sonra Manu­ el Konya üzerine yürüdü. Sultan Mes'ud ise Selçuklu kuvvetlerini Aksaray'da toplayarak savaşa hazırlandı, iki taraf Konya önünde karşılaştı. Sultan Mes'ud'un bu savaş sırasında büyük ve sayıca üstün Bizans kuvvetleri karşısında etkili ola­ madığı, Bizans'ın Konya'yı muhasara etmesinden anlaşılıyor. Bu muhasara bir­ kaç ay sürdü. Bizanslılar Konya civarını tahrip ettiler ve vahşice davranışlarda bulundular. Selçuklu kuvvet­ leri ise düşmanı baskın şeklindeki taarruzlar ve kurduğu pusular ile rahatsız ediyordu. Nihayet imparator Konya'yı alamayacağını anlamış ve ge­ ri çekilmeye karar vermişti. Böylece lmparator'un Konya seferi bir başarısızlıkla neticelendi. An­ cak Mes'ud ve Manuel aralarında bir anlaşma yaptılar. Bu arada Sultan Mes'ud'un da bazı

.





ı: J

.j

i"fı·ı' � .ı ••ı.!" ' , . t ' ' tL Ju�r.·ı..ı "•.h:='t' • """'!' 1 .;,1 ıı!fiiı lt "'"• .. _Jı.ıı !l'

'1

.

"f

• . '

v

'

'

1



·�



�.. .

_'• ,_

iL".

J

il. Kıhç Arslan adına Konya'da kesilen dirhem ( 1 1 86-7). (Yapı Kredi Ko//eksiyonu)

ödünler verdiği, Antalya ve İçel bölgelerinden aldığı bazı yerleri ve Brakena ka­ lesini Bizans'a terk ettiği anlaşılıyor (1 14 7 Baharı) .34 Atabey Zengl'nin 1 1 44 yılında Urfa Haçlı Kontluğu'nu ortadan kaldırması Avrupa'da büyük bir heyecan yarattı ve yeni bir Haçlı seferinin tertiplenmesine sebeb oldu. Bu Haçlı seferinin başında Alman imparatoru III. Konrad (Conrad) ve Fransa Kralı VII. St. Louis bulunuyordu. Önce Alman imparatoru İstanbul'a ulaşmış ve daha sonra İmparator Manuel tarafından Anadolu'ya geçirilmişti. Al­ manların emrine verilen kılavuzlar bu orduyu yanlış yollara sevk ederek Türkle­ rin eline düşürdüler. Nihayet Sultan Mes'ud 25 Ekim l 1 47'de bu Alman ordusu­ nu Dorylaion (Eskişehir) civarında perişan etti. Bu durumu bizzat Konrad'dan öğrenen Fransız Kralı İznik'ten sonra Efes-Denizli-Antalya yolunu izledi. Fran­ sızlar da Denizli-Antalya arasındaki yolda Türkmenlerin hücumu ile ağır kayıp­ lar verdiler. Neticede güçlükle Antalya'ya ulaşabilen VII. St. Louis ordusunun bir kısmı ile gemilere binerek Suriye'ye geçti ( 1 1 48) .35 Mes'ud daha sonra harekat sahasını doğu yönünde ve yine Haçlılar üzerin­ de yoğunlaştırıyordu. Nitekim Haçlı reislerinden Joscelin'in gönderdiği alay eder şekilde yaz:ıimış bir mektup üzerine, Sultan Mes'ud beraberinde oğlu Kılı­ çarslan olduğu hfilde harekete geçerek Haçlıların idaresindeki Maraş'ı aldı ve II.Joscelin'i Tell-başir civarına kadar takip etti (1 149) . Daha sonra sultan ikinci bir sefer tertipleyerek Haçlıların hakimiyetindeki Behisni, Keysun, Ayıntab, De­ liik (Duluk) ve Ra'ban şehirlerine sahip oldu (1 1 5 1 ) . Ele geçirdiği yerlerden Re­ hisni ve Keysun'un idaresini oğlu Kılıçarslan'a verdi.36 Danişmendlilerden Malatya Hükümdarı Aynüddevle'nin 1 152 yılında ölmesi ve yerine oğlu Zulkameyn'in geçmesi siyaset sahnesini yeniden hareketlendirdi. SulLaıı bu fırsaLLan yararlanarak bülün Danişmendlileri kendine tabi kıldı. Öte

161

taraftan Ermeni Prensi II. Thoros Çukurova'da faaliyette bulunarak zaman za­ man Türk topraklarına saldırılar düzenliyordu. Sultan Mes'ud, Bizans İmparato­ ru Manuel'in de teşviki ile , beraberinde Sivas hükümdarı Yağıbasan olduğu hal­ de, Ermeniler üzerine yürüdü ( 1 1 53) . Ermeniler dağlara çekilerek ve geçitleri tutarak Türk ordusuna hareket imkanı tanımadılar, fakat sultana tabi olmağı ka­ bul ettiler. Ertesi yıl ( 1 154), Sultan Mes'ud tekrar Çukurova'ya doğru harekete geçti ise de o sırada çıkan veba hastalığı Selçuklu ordusunu zayıf bir duruma düşür­ dü. Sultan bu nedenle sür'atle geri döndü ve on ay sonra 1 1 55 yılında öldü_:ıı Geride Kılıçarslan, Dolat (Devlet) ve Şahinşah adlarında üç oğlu kalmıştı. Mes'ud'un veliahtı Kılıçarslan idi. Sultan Mes'ud sadece Konya ve civarını kap­ sayan bir devleti sağlam temeller üzerine oturtup genişletmekle kalmamış, Ana­ dolu'da Danişmendlilere geçmiş olan üstünlüğü tekrar Selçuklularda kazandır­ mış bir devlet adamı idi. Ayrıca devletin ilk imar faaliyetleri de onun devrinde başlamış idi_:ıs

Sultan il. Kı/Jçarslan II. Kılıçarslan Selçuklu tahtına çıkar çıkmaz gerek aile içi ve gerekse aile dı­

şı muhalefet derhal kendini göstermişti. Bunun başlıca sebebi eski Türk gelene­ ğine uygun olarak devletin hanedan rnensuplarının müşterek malı sayılması idi. İlk önce muhalefete geçen ortanca kardeş Dolat (Devlet) ortadan kaldırıldı. Da­ ha sonra Ankara ve Çankırı Hakimi Şahinşah harekete geçti. Onu Sivas Hüküm­ darı Danişmendli Yağıbasan izledi ve Nureddin Mahmud b. Zengi ile bir ittifak meydana getirdi. Sultan II. Kılıçarslan ile Yağıbasan'ın orduları iki kez karşı kar­ şıya geldiler. Ancak araya giren din adamlarının Müslüman kanı dökülmemesi için yaptıkları müracaatlar taraflarca kabul edildi. Nihayet Ekim 1 1 55'teki ikinci karşılaşmadan sonra bir barış anlaşması imzalandı. Öte taraftan Ermeni Prensi II. Thoros'un kardeşi Stefan da 1 1 56'da Maraş'a girerek şehri ateşe veriyor, buna mukabil Sultan II. Kılıçarslan Göksün (Keysun) bölgesine giriyordu. Neticede Stefan, Pertus (Berdus) kalesini;39 Selçuklu­ il. Kılıç Arslan adına kesilen çeyrek dirhem, (Yapı Kredi Kolleksiyonu)

lara teslim etti. Sultan böylece bölgede süku­ nu sağladıktan sonra geri döndü ( 1 1 57) . Yağı­ basan ile müttefik olan Nureddin Mahmud da

Selçuklu arazisine saldırarak, Duluk, Ayıntab ve Ra'ban şehirlerini ele geçirmiş­ ti. Sultan II. Kılıçarslan bu şehirlerin iadesini istemiş, ayrıca Haçlılar ve Ermeni­ ler ile anlaşarak Nureddin Mahmud cephesinde rahat hareket etmek iınkam bul­ muştu. Nitekim Ayıntab'ı tekrar geri alarak Ra'ban üzerine yürüdü. Haçlıların da harekete geçmesi, Nureddin Mahmud'un aldığı yerleri sultana geri vermesine sebep oldu ( 1 1 57) .40 Sultan 11. Kılıçarslan'ın kuvvetli durumu karşısında onun düşmanları birbir­

leriyle anlaşmaya başladılar. Bu ittifakın başlıca düzenleyicisi İmparator Manuel idi. O önce Zengllerden Atabeg Nureddin Mahmud ile anlaştı ( 1 1 59) . Ancak im-

162

parator Kilikya seferinden İstanbul'a dönerken, Selçuklu kuvvetleri zaman za-

rnan Bizans ordusuna saldırmış ve ağır kayıplar verdirmişti. İmparator takriben üç ay sonra Anadolu'ya bir sefer daha tertipledi ve bu sırada gönderdiği elçiler vasıtasıyla Sultan II. Kılıçarslan'a karşı büyük bir ittifak meydana getirdi. Bu it­ tifaka Danişmendli hükümdarları ile Şahinşah da Selçuklu sultanı yapılacağı va­ adiyle iştirak etmişti. Sultan II. Kılıçarslan bu ittifakı bozmak için önce impara­ tora bir elçi gönderdi, sonra da 1 1 60 yılında Elbistan ve civarını Yağıbasan'a bı­ rakarak anlaşmak istedi ise de, başarılı olamadı. Fakat daha sonra II. Kılıçarslan Yağıbasan üzerine yürüdü, ancak ittifak burada iyi çalışmış Bizans ve öteki müt­ tefiklerden gelen yardımcı kuvvetler Yağıbasan'ın savaşı kazanmasını sağlamış­ tı. Nihayet sultan tek çare olarak İstanbul'a giderek bu meseleyi çözmek istedi. II. Kılıçarslan İstanbul'da üç ay kaldı ve kendisine burada büyük itibar ve hürmet gösterildi. Neticede iki taraf arasında bir anlaşma imzalandı. Ayrıca imparator sultana büyük para yardımı yapmış; bu anlaşmadan sonra il. Kılı­ çarslan ülkesine dönmüştü ( 1 1 62).4 ı O bu su­ retle Anadolu'daki rakiplerine karşı da serbest­ çe hareket etmek imkanını sağlamış oluyordu. Sultanın İstanbul'da bulunduğu sırada ise Yağıbasan boş durmamış, Harput ve Çemişkezek gibi bölgeleri istila ederek buranın halkını Ke-

ı. Keyhüsrev adına Kayseri'de kesilen dirhem ( 1 1 96-7). (Yapı Kredi Kolleksiyonu)

mah'a doğru sürmüştü (1 1 63). Kılıçarslan'ın ilk işi Yağıbasan'ın üzerine yürüye­ rek Sivas'ı ele geçirmek oldu. Yağıbasan, daha sonra belki de yardım istemek için, damadı Şahinşah ile birleşmek üzere Çankırı'ya gitti ve orada öldü (3 Ağus­ tos 1 164) . Yerine yeğeni lbrahim'in oğlu Ismail geçti. Sultan il. Kılıçarslan için Yağıbasan'ın ölümü, kendisine karşı olanları orta­

dan kaldırmak hususunda büyük bir fırsat olmuştu. Önce kardeşi Şahinşah'ın Çankırı ve Ankara bölgesindeki, sonra da Danişmendli Zünnun'un Kayseri ve Za­ mantı'daki hakimiyetine son verdi ( 1 1 69) . Şahinşah ve Zünnun için Atabeg Nu­ reddin Mahmud'a sığınmaktan başka yapacak bir iş kalmamıştı. Nureddin Mah­ mud, Artuklular ve Sivas Danişmendli emiri Ismail'i de kendi tarafına çekerek sultana karşı bir ittifak meydana getirmiş, gerek Zünnun ve gerekse Şahinşah'ın haklarını müdafaa etmek istemişti. Daha sonra Sivas'ta şiddetli bir kıtlık oldu, şehrin hakimi Ismail durumu iyi idare edemeyince, halk ayaklanarak onu öldür­ dü ve yerine Zünnun'u davet etti. Zünnun, Atabeg Nureddin Mahmud'un deste­ ği ile, Sivas'ta tahta oturdu (1 1 72). Bu durum Sultan il. Kılıçarslan'ın Nured­

din'in üzerine yürümesine sebep oldu. Yine araya giren büyükler bu iki Türk

devletinin barış yapmasında etkili idiler. Atabey Nureddin Mahmud'un 1 1 74 yılında ölümü ile, Anadolu'daki durum il. Kılıçarslan'ın lehine değişti. O sür'atle harekete geçerek başta Sivas ve Nik­ sar olmak üzere bütün Danişmend illerine hakim oldu ( 1 1 74-75). Sultanın kar­ deşi Şahinşah ve Zünnun ise kurtuluşu Bizans'a sığınmakta buldular.42

Öle Laraflaıı MacarisLaıı ve Avrupa'da me�gul bulunan Bizans lrnparatoru

Manuel, II. Kılıçarslan'ın düşmanlarını ortadan kaldırarak kuvvetlenmesini hoş karşılamıyor, ayrıca Batı Anadolu'daki Türkmen akınlarından rahatsız oluyordu. Bu nedenle bir savaş hazırlığı içine girmiş, hudutlarda tahkimata ve yıkılan ka-

leleri yeniden yaptırmaya başlamıştı. Buna mukabil Sultan II. Kılıçarslan barış

1 65

antlaşmasının yenilenmesini istemişti. imparator ise Zünnun ve Şahinşah'a ülke­ lerinin geri verilmesi gibi ağır teklifler ileri sürerek anlaşmayı güçleştiriyordu. Nitekim imparator bu maksatla yeğeni Andronikos Vatatses'i bir ordu ile Pafla­ gonya'ya (Anadolu'nun kuzeyinde, Sinop, Çankırı gibi şehirlerin dahil olduğu bölge) göndererek Zünnun'a ülkesini geri vermek istedi. Bizanslıların Eylül 1 1 76'daki bu Paflagonya Seferi Niksar surları önünde tam bir hezimetle sonuç­ landı. imparator ise Türkleri Anadolu'dan atmak maksadıyla büyük bir ordu ile harekete geçmişti. Sultan il. Kılıçarslan barış teklifini tekrarladı ise de bunun bir faydası olmadı. Konya'ya doğru ilerleyen Bizans ordusu Denizli'den sonra Eğri­ dir gölünün kuzeyinde Kumdanlı'da Myriokephalon denilen dar ve sarp bir geçi­ te girdi, işte bu dar geçitte Bizans ordusu Sultan il. Kılıçarslan'ın kurduğu pusu­ ya düştü. Yapılan savaşta Türk ordusu Bizans ordusunu müthiş bir bozguna uğ­ rattı ( 1 7 Eylül 1 1 76) . Gece olduktan sonra da devam eden bu savaşta kurtuluş ümidi kalmayan imparator Manuel barış teklifinde bulundu. Sultan il. Kılıçars­ lan tarafından kabul edilen bu barışa göre, Eskişehir ve Sublaion (Menderes

nehri kaynağında Uluborlu'nun doğusunda) kaleleri yıkılacak ve imparator bir savaş tazminatı ödeyecekti. Malazgirt'te olduğu gibi Myriokephalon'da da Türk­ lerin lehlerine biten bir savaşın sonucundan tam anlamıyla istifade edemediği ve barış anlaşmasının kabul edildiği görülüyor. Ancak II. Kılıçarslan'ın kazandığı bu zafer, daima Türkleri Anadolu'dan atmak isteyen Bizanslıların hayallerine son veriyor, artık üstünlüğün tekrar Selçuklulara geçtiğini gösteriyordu.43 Sultan il. Kılıçarslan Bizans'ı mağlup ederek batı yönündeki tehlikeden kur­

tulduktan sonra doğuda istediği gibi hareket edebileceği ortama kavuşmuş olu­ yordu. Nitekim bu durum önceleri sultanın düşüncesine uygun düştü ve o dört aylık bir kuşatmadan sonra 25 Ekim 1 1 78'de Malatya'ya girerek Danişmendlile­ rin buradaki koluna son verdi. Ancak bu sırada ortaya yeni bir rakip çıktı, bu da Nureddin Mahmud'un yerini alan Salahaddin Eyyubi idi. Bu çatışmayı ilk başla­ tan da Sultan Kılıçarslan oldu. O Ra'ban kalesinin geri verilmesini istiyordu. Sa­ lahaddin Eyyubi bu isteği reddetti ve ayrıca Sultan il. Kılıçarslan'ın gönderdiği ordu Eyyubl kuvvetleri tarafından mağlup edildi. Kılıçarslan bu kez Hısn Keyfa

ve Diyarbekir Artuklu hükümdarı Nureddin Muhammed'e karşı harekete geçti. Nureddin Muharnrned'in Salahaddin Eyyubl'ye sığınması ve onunla müttefik ol­ ması iki büyük Hükümdarı tekrar karşı karşıya getirdi. Muhtemel bir savaşı Sel­ çuklu Veziri ihtiyar ed-Dln Hasan önlemiş, hatta onları Ermenilere karşı birleş­ tirmiştir. Bu iki hükümdarın birleşmesi ve Salahaddin Eyyubl'nin hareketi karşı­ sında mukavemet edemeyeceğini anlayan Ermeni Prensi III. Rupen ( 1 1 751 187) barış teklif etmiş ve bu uygun görülmüştü ( 1 1 80) .44 Bizans cephesinde ise imparator Manuel'in tam olarak anlaşmayı uygulama­ dığı, sadece Sublaion kalesini yıktırdığı görülüyor. Bu sebeple Sultan Kılıçarslan akıncılarını Batı Anadolu'ya gönderdi. Rivayete göre 1 1 77'de Ege Denizi'ne ka­ dar ulaşan bir akından ve 1 1 80'de imparator Manuel'in ölümünden sonra Bizans arazisine Türkmen baskısı son derece artmış ve bunlara mukavemet imkansız­ laşmıştı. Neticede Uluborlu, Kütahya ve Eskişehir civarı Türkler tarafından fet­ hedildi. Bizans'ta ise imparator III. Aleksis'in ölümü ile tahta Andronikos Kom­ nenos geçmişti. Bu imparator devrinde ( 1 1 83-1 1 85) Anadolu'da sık sık isyanlar

1 64

vuku bulmuş, bu sebeple Selçuklu Sultanı'ndan yardım istenmişti. II. Kılıçarslan

bu fırsattan yararlanarak 40 bin kişilik bir ordu göndermiş, bu Selçuklu kuvveti ve Türkmenler Rodos adasının karşısındaki Likya sahillerine kadar bir çok yer­ leri zapt etmişti.45 Sultan II. Kılıçarslan 1 1 55'ten beri aşağı yukarı otuz yıldır hüküm sürdüğü siyaset sahnesinde artık yorulmuş ve görevini gereği gibi yapamaz hale gelmiş­ ti. O da, eski Türklerde devletin hanedan azasının müşterek malı sayılması gele­ neğine uygun olarak, Türkiye Selçuklu Devleti'ni on bir oğlu arasında bölmüştü ( 1 1 86) . Kendisi de Konya'da sultan olarak hüküm sürmeye devam etti. Bu on bir şehzade sahip oldukları toprak­ larda tam bir melik gibi bağımsız hareket edi­ yorlar, sadece "sultan" unvanı kullanmıyorlardı. Bu bölünmeye rağmen özellikle uçlarda bulunan Tokat ve civarı hakimi Melik Rükneddin Sü­ leymanşah, Muhiddin Mes'ud ve Gıyaseddin Keyhüsrev Bizans içlerine akınlar yaparak

Rükneddin Süleyman Şah adına 1 200 yılında Kayseri'de kesilmiş gümüş sikke, (l Arı:uk, C. Arı:uk, 1 971)

Selçuklu hudutlarını genişletiyordu. Ancak bütün bunlara rağmen kardeşlerin Selçuklu tahtına hakim olabilmek için birbirleri ile yaptıkları mücadele devletin zayıf düşmesine ve ihtiyar sultanın üzüntülü günler geçirmesine sebep oluyor­ du. Öte taraftan 1 1 87'de Salahaddin Eyyubl'nin Kudüs'ü zapt etmesi üzerine Avrupa'da üçüncü bir Haçlı seferi tertiplenmişti. Bu seferin başında Alman İm­ paratoru Friedrich Barbarossa bulunuyordu. Bu Haçlı ordusuna karşı Salahad­ din Eyyubl, Bizans İmparatoru IJ. İsakios Angelos ( 1 1 85-1 1 95) ile anlaştılar. F. Barbarossa ile Kılıçarslan arasında da eski bir dostluk bulunuyordu. Nitekim Kı­ lıçarslan ve oğlu Kutbeddln Melikşah'ın elçileri F. Barbarossa'ya Edirne'de ulaş­ mış ve iki taraf arasında; Alman ordularının Selçuklu topraklarından serbestçe geçmesi, erzak ve öteki ihtiyaç maddeleri satın alması hususunda anlaşma yapıl­ mıştı (Şubat 1 1 90) . Ancak Bizans, Salahaddin Eyyubl ile yaptığı anlaşmaya rağ­ men, bu büyük Haçlı ordusuna boyun eğmek zorunda kalmış, F. Barbarossa ve emrindeki ordu Alaşehir ve Denizli'den geçerek Selçuklu ülkesine girdi. Başlan­ gıçta her şey normal gitmiş, Türkmenler Haçlı ordusuna saldırmamış, hatta on­ lara yiyecek maddeleri ve hayvan satmıştı. Ancak Haçlılar Uluborlu bölgesinde Türkmenlerin saldırısına uğramış ve ilk Selçuklu ordusu ile de Akşehir'de karşı­ laşmıştı. Sultanın iki oğlu Melikşah ve Mes'ud'un idaresindeki bu Selçuklu ordu­ su Haçlılara ağır kayıplar verdirmesine rağmen sayıca üstün düşman karşısında Konya'ya çekilmek zorunda kalmıştı. Haçlı ordusu da bu Selçuklu kuvvetlerini takip ederek Konya önüne geldi ( 1 7 Mayıs 1 1 90) . Bsasında F. Barbarossa'nın niyeti Suriye'ye gitmek idi, ancak bu saldırılar karşısında Konya'ya yürümüştü. Neticede Haçlılar şehre girmeye muvaffak oldular, çarşıları yağmaladılar ve birçok insan öldürdüler. Bu sırada iç kalede oturan Sultan Kılıçarslan ve oğlu Mclikşah, Alman imparatoruna barış teklifinde bulundular. Alman imparatoru da esas gayesinin Kudüs'ü kurtarmak olduğunu ve iki tarafın boşuna kayıplar verdiğini söyleyerek bu teklifi kabul et­ ti. Ancak Selçuklu topraklarından çıkıncaya kadar güven içinde bulunabilmek için Selçuklu emirlerinden yirmi beş kişiyi rehine olarak aldı. Haçlı ordusu Ma-

165

yıs ayı sonunda Konya'dan ayrıldı. Rivayete göre, Melikşah sevmediği yirmi beş emlri Almanlara teslim etmiş, Türkmenlerin devam eden saldırıları karşısında bunlar öldürülmüştü. F. Barbarossa daha sonra Silifke çayında boğuldu.46 il.

Kılıçarslan'ın son günlerinde oğulları arasındaki taht mücadelesi amansız

bir şekilde sürmüş, ona tahakküm edenler, hatta kendini sultan ilan edenler da­ hi olmuştu (Melikşah gibi) . Nihayet Sultan Kılıçarslan 1 1 92 Ağustosu'nda hasta­ landı ve muhtemelen seksen yaşında iken Konya'da öldü. Öldüğü sırada veliah­ dı olan en küçük oğlu Gıyaseddin Keyhüsrev Selçuklu tahtına geçti.

/. Gtyaseddin Keyhüsrev'in ilk Saltanatı I. Gıyaseddin Keyhüsrev ilk tahta çıkışında beş yıl hükümdarlık yaptı. Baş­ langıçta onun hükümdarlığına pek itiraz olmamış, bu arada en muhteris Şehza­ de Kutbeddln Melikşah da ölmüştü. Daha sonra Gıyaseddin Keyhüsrev, İmpara­ tor III. Aleksios'un ( 1 1 95-1203) tüccarları hapsetmesi üzerine, Bizans ile arası açılmış ve bir sefer tertiplemişti. Sultan, Menderes nehri vadisi boyunca Frig­ ya'daki Antioch (Antiokheia) şehrine kadar ilerlediği bu seferde özellikle Karia ve Tantalus halkından beş bin esir alarak bunları nüfusu azalmış olan Akşehir bölgesinde yerleştirmiş, onlara yeniden hayat kurmaları için her türlü yardımı yapmış ve beş yıl vergiden muaf tutmuştu. Kendilerine karşı gösterilen iyi mu­ ameleden dolayı bu halk çok memnun olmuş, Bizans ile yapılan anlaşmadan son­ ra da ülkelerine dönmemişti. Hatta Hıristiyanlardan daha başkaları da Selçuklu topraklarına kendi arzuları ile göç etmişti (muhtemelen 1 1 97 yılının başları).41 Öte taraftan zaman geçtikçe Tokat Meliki Rükneddin Süleymanşah'ın Kon­ ya'ya ve sultanlığa hakim olmak istediği anlaşılıyor. O önce babasını zehirlediği ve annesinin Hıristiyan olduğu rivayetleri ile Gıyaseddin Keyhüsrev'i yıpratma­ ya çalışmış, sonra da öteki kardeşleri yerlerinde bırakacağı va'di ile kendi safına çekmişti. Nihayet Rükneddin Süleymanşah Konya üzerine yürüdü. Onun Kon­ ya'yı muhasarası dört ay kadar sürmüş, bu sırada halk Gıyaseddin Keyhüsrev'e sadık kalarak şehri savunmuştu. Neticede şehrin ileri gelenleri Süleymanşah'a elçi göndererek anlaşmak istediler. Süleymanşah ise başkenti almakta kararlı idi. Gıyaseddin Keyhüsrev de bu karardan haberdar edildi. O Konya halkının çektiği sıkıntıyı bizzat yaşadığı için şehri terk edeceğini bildirdi. !ki taraf arasın­ da anlaşmanın imzalanmasından sonra Gıyaseddin Keyhüsrev acele olarak şeh­ ri terk etti ve bir süre Anadolu'da dolaşarak Istanbul'a gitti.48

il. Rükneddin Süleymanşah 'm Saltanatı il.

Rükneddin Süleymanşah muhtemelen 21 Eylül 1 1 97'de (7 Zilkade 593)

Konya'ya girerek Selçuklu tahtına oturdu. Onun ilk faaliyeti kardeşleri üzerine olmuş; Argunşah'ın elinden Amasya'yı, Behramşah'dan Niksar bölgesini almıştı. Elbistan Meliki Tuğrulşah da bu olaylardan sonra derhal itaatini bildirmişti. Öte taraftan Selçukluların taht mücadelelerinden yararlanan Ermeni prensi il. Leon

( 1 1 87- 12 19) ülkesini genişletmiş, hatta Kayseri civarına kadar ulaşan akınlar

yapmıştı. Süleymanşah buna mukabele olmak üzere yine Ermenilerin Lamp-

1 66

ron49 bölgesi hakimi Oşin ile birleşerek il. Leon'u tekrar Toroslar'ın güneyine at-

rnıştı ( 1 1 99) . Daha sonra il. Süleymanşah Selçuklu topraklarını genişletmeye ve

Anadolu'da Türk birliğini kurmaya çalıştı. Bu maksatla önce Malatya ıneliği olan kardeşi Muizzeddin Kayserşah'a karşı harekete geçti. Malatya Haziran 1 200 ta­ rihinde Süleymanşah'ın idaresi altına girdi. Süleymanşah ayrıca Harput'ta hü­ küm süren Artuklu koluna hakimiyetini kabul ettirdi. Selçuklu Sultanı bu işler ile meşgul iken İmparator III. Aleksios tüccarların mallarına el uzatmaktan vaz­ geçmediğini göstermiş, bu kez de Samsun'a gelen gemilere baskın yaptırarak birçok malları yağmalatmıştı ( 1 20 1 ) . Öte taraftan Kraliçe Tamara ( 1 1 84- 1 2 1 1 ) za­ manında Gürcüler kuzeyden gelen Türk kabi­ lelerinden Kıpçaklar ile ittifak yaparak Erzu- , rum'a kadar uzanan bir akınla Kars'ı ele geçir­ mişlerdi. Nihayet bu duruma son vermek için Hükneddin II. Süleymanşah harekete geçti ve önce Erzurum'a uğrayarak Saltuklu Devleti'nin ortadan kalkmasına sebep oldu (25 Mayıs 1 202) . Erzurum'un idaresi ise Melik Mugi­

1. Gıyaseddin Keyhüsrev adına 1 204 yılında Kayseri'de kesilmiş

seddin Tuğrulşah'a verildi. Süleymanşah da-

gümüş sikke, (İ. Artuk, C. Artuk.

1 911)

ha sonra Gürcistan'a hareket etti Kraliçe Tamara da bu olay üzerine askerini topladı ve Kıpçakların da yer al­ dığı bu orduyu Selçuklular üzerine gönderdi. Türk ordusu Micingerd kalesi civa­ rında karargah kurmuş iken, Gürcüler buraya bir baskın yaptılar. Bütün çabala­ ra rağmen Selçuklu ordusu toparlanamadı. Ayrıca sultanın çetrdarının atının tö­ kezlemesi ve çetrin yere düşmesi daha büyük bir paniğe ve Selçuklu ordusunun ağır bir mağlubiyetine sebep oldu. Gürcülere esir olanlar arasında Erzincan Mengücüklü Hükümdarı Behram­ şah da bulunuyordu ve daha sonra fidye ödeyerek esaretten kurtuldu. Süley­ manşah ise Erzurum'a çekilmek zorunda kaldı ( 1 202) -''0 Sultan I I . Süleymanşah bir süre Anadolu'daki öteki Türk beyliklerine haki­ miyetini kabul ettirmek ve kardeşinin elinden Ankara'yı almak için uğraştı. Me­ lik Mes'ud ise Ankara'da hüküm sürüyor, özellikle batı ve kuzey yönünde haki­ miyetini genişletiyor, Çankırı, Kastamonu, Bolu ve Eskişehir gibi bölgelerde de sözü geçiyordu. II. Süleymanşah'ın kardeşini üç yıl kadar Ankara'da muhasara altında tuttuğu rivayet ediliyor. Nihayet iki taraf anlaşmış, Mes'ud Ankara'yı bı­ rakarak uç bölgelerdeki bir kaleye gitmeye razı olmuştu. Nitekim o bu maksatla yanında iki oğlu olduğu halde Ankara'dan ayrılmış, fakat muhtemelen onu ken­ disine kuvvetli bir rakip gören il. Süleymanşah tarafından yolda öldürtülmüştür.

Ancak Süleymanşah da bu olaydan sonra çok yaşamamış , rivayete göre yeni bir Gürcistan seferine giderken yolda hastalanarak ölmüştür (6 Temmuz 1204).;;ı

111. Kıltçarslan 'm Saltanatı II. Rükneddin Süleymanşah'ın ölümünden sonra henüz erginlik çağına eriş­

memiş olan oğlu III. İzzeddin Kılıçarslan Selçuklu tahtına geçirildi. Ancak bu ço­ cuk yaştaki sultan sekiz ay kadar hüküm sürebildi. Selçuklu tahtını ikinci kez olmak üzere 1 . Gıyaseddin Keyhüsrev ele geçirmişti.

1 67

/. GJYaseddin Keyhüsrev'in ikinci Saltanatı Tahttan uzaklaştırılan 1. Gıyaseddin Keyhüsrev bir süre Anadolu'da dolaş­

tıktan sonra Istanbul'a gitmiş, orada Bizans'ın ileri gelenlerinden Manuel Mavro­ zomes'in kızı ile evlenmişti. Ancak Haçlılann Istanbul'u işgali sırasında buradan ayrılarak kayınpederinin yanına gitti (1204) . Selçuklu ülkesinde ise bu sırada başka planlar yapılıyordu. Sultanın henüz çocuk yaşta olmasından hoş-lanma­ yan ve daha önce Selçukluların hizmetine girmiş Danişmendli beyleri, Emir Mu­ barizeddin Ertokuş ile anlaşarak Gıyaseddin Keyhüsrev'i taht için davet ettiler. Gıyaseddin Keyhüsrev bu çağnya uyarak Konya üzerine yürüdü ve şehri bir ay kadar muhasara ettiyse de başanlı olamadı. Gıyaseddin Keyhüsrev muhasarayı terk ederek Ilgın'a çekilmişti ki, bekle ımedik bir gelişme onun talihini müspet yönde etkiledi. Aksaray ile Konya şehir· eri arasındaki geleneksel rekabet, önce Aksaray'da sonra da Konya'da adına hul.be okunmasını sağladı. Fakat Konyalılar yine de III. Kılıçarslan'a dokunulmamasını şart koşarak Keyhüsrev'i şehre davet etmişlerdi. Gıyaseddin Keyhüsrev yeğenine Tokat'ın idaresini vererek bu isteği yerine getirdi ve Şubat 1205 tarihinde Konya'ya girerek Selçuklu tahtına otur­ du.52 Sultan 1 . Gıyaseddin sözünde durmamış ve muhtemelen ilk işi III. Kılıçars­

lan'ı Tokat'a göndermeyerek ortadan kaldırmak olmuştu. Daha sonra doğudaki birçok beylikler söz gelişi; Artuklu ve Eyyubi Melikleri, Mengücük oğullan ona tabi olduklarını bildirdiler. Haçlıların Istanbul'u işgali öncesi ve sırasında Bizans­ lıların Anadolu da iki devlet kurduğunu görüyoruz. Theodoros Laskaris 1206'da Iznik ve civarına hakimiyetini tanıtırken, Karadeniz sahillerinde faaliyet göste­ ren ve Trabzon'u merkez yapan Komnenoslar (1204- 1461) bu hususda daha ba­ şarılı olmuşlardı.53 Ancak Istanbul'un işgali ve Komnenosların Karadeniz'deki yayılma hareketleri Anadolu'daki transit ticaretinin tamamen durmasına yol aç­ mıştı. Bu bakımdan Gıyaseddin Keyhüsrev ve Theodoros Laskaris bir anlaşma yaptılar. Trabzon'a hakim olan Aleksios Komnenos'un Amisos'u (Samsun) almak is­ temesi üzerine gelen şikayetler, Selçuklu Sultanı'nı harekete geçmesine ve onu mağlup etmesine sebep oldu. Böylece ticaret yolunun emniyeti sağlandı. Ayrıca sultan, kayınpederi Manuel Mavrozomes'e Denizli, Honas ve Menderes vadisini kapsayan bölgenin idaresini vermiş, adı geçen şahıs Türkmenler ile kendisine verilen bu bölgede faaliyette bulunmuştu. Sultan Gıyaseddin Keyhüsrev Karadeniz sahillerinin ticari bakımdan güven­ liğini sağladıktan sonra bu kez de aynı işi Akdeniz için düşünmeye başladı. Ak­ deniz'in önemli liman şehirlerinden olan Antalya, Alda Brandini adlı bir ltalya'­ nın idaresinde idi. Selçuklu tüccarların burada da soyulması üzerine sultan An­ talya'ya bir sefer tertipleyerek şehri muhasara etti. Kıbrıs Kralı Gautier de Mont­ beliard'ın yardım göndermesi, kuşatmanın geçici olarak kaldırılmasına yol açtı. Fakat Antalya Türkler tarafından uzaktan kontrol altında tutuluyordu. Bu sıra­ da şehirdeki Rumların Sultan'a yardım için başvurmaları, muhasaranın tekrar başlamasına sebep oldu. Nihayet Antalya 5 Mart 1207 tarihinde Selçuklu asker­ leri tarafından zapt edildi. Gıyaseddin Keyhüsrev şehre vali olarak Mubarized-

168

din Ertokuş'u tayin etti. Ayrıca bu fetihten sonra Kıbrıs'taki Haçlılar ile ticari ve

iktisadi faaliyetleri kapsayan bir anlaşma yapıldı.54 Sultanın ticari gelişmeye ver­ diği önem Güneydoğu Anadolu'da da kendini gösterdi. Ermenilerin buradaki yolları devamlı olarak tehdit etmesi, sultanı Maraş yönünde harekete geçirdi. Maraş Selçuklu hakimiyetinde iken şimdi Eyyübilerin idaresi altına girmişti. Gı­ yaseddin Keyhüsrev bu şehri tekrar Selçuklu toprakları içine kattı (1 208) ve bu­ radan Ermeniler üzerine yürüyerek bazı yerleri ele geçirdi. Bunlardan biri de daha önce Selçuklular tarafından feth edilmiş bulunan fakat sonra tekrar Erme­ nilerin idaresine geçen Pertus kalesi idi. Ermeniler Eyyübilerin aracılığıyla sul­ tan ile bir barış yaparak ona tabi oldular.55 Öte taraftan lznik'teki Bizans Devleti git­ tikçe kuvvetlenmekte olup, lstanbul'daki Haçlılar ile bir anlaşma yapan Sultan Gıyased­ din bu durumu hoş karşılamıyordu. Nitekim daha önce kendisini lstanbul'da ağırlayan sa­ bık imparator III. Aleksios'un lznik tahtı için kendisine müracaat etmesi ve damadı 1. Las­

karis'ten şikayetçi olması sultan için bir fırsat yaratmıştı. Sultan görünüşte III. Aleksios'u

1. lzzeddin Keykavus adına 1 2 1 1 yılında Kayseri'de kesilmiş gümüş sikke, (/. Artuk, C. Artuk, 1971)

tahta geçirmek maksadıyla harekete geçti. Selçuklu ve Bizans orduları Mende­ res kenarındaki Antiokheia'da karşılaştılar. Bizans ve lslam kaynaklarına göre savaş iki şekilde sonuçlanmıştır. Birinciye göre56 galip gelen taraf Bizans olmuş­ tur. Özellikle İbn-i Bibi'ye57 göre ise, Türkler önce düşmanı mağlup etmiş, ka­ çanları takibe başlamış ve yağmaya dalmıştır. Bu kargaşalıktan yararlanan bir Frenk askeri Sultan 1. Gıyaseddin Keyhüsrev'i şehit etmiştir.58 Sultanın ölüm

haberi Selçuklu ordusunun paniğe kapılmasına ve mağlubiyetine sebep oldu (7 Haziran 1 2 1 1 ) . Ancak her iki tarafın ağır kayıplar vermesinden savaşın neticesi­ nin ortada olduğu anlaşılıyor.

/. İzzeddln Keykavus 'un Saltanatı Sultan 1. Gıyaseddin Keyhüsrev şehit düştüğü zaman geride üç oğlu kalmış­

tı, bunlar büyüklük sırasıyla lzzedd'ln Keykavus, Alaeddin Keykubad ve Celaled­ din (lbrahim) Keyferidun idi. Bu sırada devlet ileri gelenleri toplanarak hangi şehzadeyi tahta çıkaracaklarını tartışmışlar, neticede Malatya Meliki lzzeddin Keykavus üzerinde karar kılarak onu kendilerinin bulunduğu Kayseri'ye davet etmişlerdi. Nitekim 1. lzzeddin Keykavus Kayseri'ye gelerek Selçuklu tahtına oturdu (20 Temmuz 1 2 1 1 ) . Ancak çok geçmeden sultanlığı ele geçirmek isteyen

bir şehzade daha olduğu anlaşıldı. Bu da Tokat meliki olan Alaeddin Keykubad idi. O iyi bir hazırlık yapmış, Erzurum meliki olan arnc.:ası Tuğrulşah'ı, uç beyi Danişmendli Zahireddin l!i ve Ermeni Prensi il. Leon'u da kendi tarafına çeke­ rek lzzeddin Keykavus'u Kayseri'de kuşatmıştı. lzzeddin Keykavus'un durumu hiç de parlak değildi ve kuşatma uzadıkça halkın hoşnutsuzluğu durumu gittik­ çe kötüleştiriyordu. Nihayet sultanı bu güç durumdan Kayseri Valisi Celaleddin Kayser kurtar­ dı. Onun müttefikleri birbirinden ayırmak yolundaki teklifi uygun görülmüş ve karşı cepheden verilen va'dler ile ilk olarak, Ermeni prensi uzaklaştırılmıştı. Da-

1 69

ha sonra Tuğrulşah'ın da ülkesine dönmesi Alaeddln Keykubad'ın kuşatmayı bı­ rakarak Ankara'ya çekilmesine sebep oldu. I. lzzeddln Keykavus bundan sonra Konya'ya ulaştı. Sultanı tebrik için birçok elçiler geldi. Bunlar arasında lznik im­ paratoru Theodoros Laskaris'in elçisi de vardı, o otuz bin dinar ve birçok hedi­ yeler göndererek barış teklif ediyor, bu teklifin uygun görülmesi ile iki taraf ara­ sında hudutlara hürmet edilmesi şartıyla bir antlaşma yapılıyordu. Sultan I. lzzeddln Keykavus'un tabii olarak ilgileneceği ilk iş, kardeşi Alaed­ dln'in durumu idi. O Ankara'da oturdukça Selçuklu tahtı için bir engel teşkil edecek ve sultan hiçbir iş yapamayacaktı. Nihayet sultan Konya'da ordusunu topladıktan sonra Ankara üzerine yürüyerek şehri muhasara etti. Neticede Ala­ eddln Keykubad kendi hayatına ve şehir halkına dokunulmaması şartıyla teslim olmayı kabul etti. Sultan bu isteği uygun görerek Ankara'ya girdi ( 1 2 12-13), Ala­ eddln Keykubad ise Malatya yakınındaki Minşar (veya Masara) kalesine hapse­ dildi.59 İzzeddln Keykavus Selçuklu ülkesinde duruma hakim olduktan sonra, baba­ sının siyasetine yani ticari yönden Anadolu'nun kalkınmasına önem verdi. Nite­ kim ilk olarak Kıbrıs Kralı Hugue ile bir ticaret anlaşması imzaladı (1 214). Daha sonra Venedikliler ile de bir ticari anlaşma yapıldı. Akdeniz'deki ticaretin güven ve emniyetinin sağlanmasına mukabil, Karadeniz'de durum bu şekilde değildi. Anadolu'daki iki Bizans devleti Karadeniz'e hakim olmak üzere idiler. Bu bakım­ dan Sultan lzzeddln Keykavus Karadeniz'de bir ticaret limanı kazanmak gaye­ siyle Sinop üzerine yürüdü. Ayrıca Trabzon Komnenos Devleti İmparatoru Alek­ sios da bu şehri almak istiyordu. lzzeddln Keykavus Sinop'a doğru ilerler iken bu sırada yakınlarda bulunan Aleksios da yanında 500 kişi ile ava çıkmış ve Türklere esir düşmüştü. Sultan beraberinde Aleksios olduğu halde Sinop önüne gelerek burayı muhasaraya başladı. Daha sonra Behram adındaki bir kumanda­ nın bin kişi ile şehrin deniz bağlantısını keserek gemileri yakması; halkı güç du­ rumda bırakmıştı. Neticede Aleksios'un serbest bırakılması ve sultanın vassali olması, halktan da isteyenlerin şehirden ayrılmasına müsaade edilmesi şartıyla bir antlaşma yapıldı. Böylece Selçuklu ordusu 3 Kasım 1204'te Sinop'a girdi. Ay­ rıca İzzeddin Keykavus Sinop'un fethi sebebiyle "Sultanü'l-g#lib" unvanını al­ dı. 60 Öte taraftan Ermeniler, muhtemelen Selçuklu sultanlığı için iki kardeş ara­ sındaki mücadeleden yararlanarak Lü'lüe (Ulu-kışla) , Ereğli ve Larende kalele­ rini ele geçirmişlerdi. Sultan Sinop'u fethettikten sonra tertiblediği bir seferle ( 1 2 1 5-16), adı geçen kalelere tekrar hakim olmuş ve Ermenileri Torosların gü­ neyine atmıştı. 6 1 Selçuklu tahtı için yapılan mücadele sırasında bir şehir daha Türklerin elinden çıkmıştı. Antalya'nın Hıristiyan halkı bir gece isyan ederek şehre hakim oldular. Sultan Sinop'u aldıktan ve Ermenileri geriye püskürttük­ ten sonra Antalya üzerine sefere çıktı. Neticede bir ay süren muhasaradan son­ ra Antalya Türkler tarafından tekrar fetholundu (22 Ocak 1 2 1 6) . Diğer taraftan Ermeni Leon Haçlıların elindeki Antakya'yı işgal ederek onlar ile anlaşmazlığa düşmüştü ( 1 2 1 6) . Bu sultanın Ermenileri itaat altına almak için beklediği bir fır­ sattı. Nitekim lzzeddln Keykavus 1 2 1 6 Baharı'nda Maraş'a hareket ederek Ya­ banlu ovasında ordugah kurdu, ayrıca Haleb hükümdarı Melik Zahir'e haber

1 70

göndererek ordusu ile onun da Ermeniler üzerine yürümesini istedi. Ancak Me-

lik Zahir'in ölümünden sonra bir kısım beyler Selçuklu sultanının yardımına git­ tiler. lzzeddln Keykavus bundan sonra Maraş Ernlri Nusreteddln ile beraber Er­ meni topraklarına girdi. Selçuklu ordusu Ceyhan vadisindeki Çınçın ve Haçin (Saimbeyli) gibi kaleleri zapt etti. Nihayet iki taraf ordusu Keban kalesi önünde karşılaştı, yapılan savaşı Selçuklu ordusu kazandı. Ermeni Leon bu yenilgiden sonra neticede birçok hediyeler göndererek 1 2 1 8 yılında sultan ile barış yapma­ ya muvaffak oldu. Buna göre Ermeniler Selçuklulara tabi olacak, ihtiyaç halinde beş yüz asker ve yıllık 20.000 dinar haraç gönderecek ve bazı hudut kalelerini iade edecekti. Sultan da Sis (Kozan) hakimiyetini bir fermanla Leon'a veriyor­ du. Ayrıca bu anlaşma Anadolu-Suriye arasındaki ticaret yolunun güvenliğini de

sağlıyordu. Ci2

Öte taraftan bir kısım Haleb beyleri de lzzeddln Keykavus'u şehre davet edi­ yorlardı. Nihayet Izzeddln Keykavus Eyyübllerden Surneysat hükümdarı Melik Efdal ile şehri ona bırakmak, buna mukabil sultanca tabi olmak şartıyla bir anlaşma yaptı. Daha sonra bu iki müttefik Haleb'e doğru ilerledi. Yol üzerindeki Merzuban, Ra'ban ve Tell-ba­ şir kaleleri alındı (Haziran 1 2 1 8) . Fakat bu sonuncu kalenin Maraş Emlri Nusreteddln'e teslim edilmesi,

_

Melik Efdal'i sultanın Haleb'i ona vermeyeceği hu­ susunda tereddüde sevk etti. Sultanı istemeyenler de aleyhte propagandaya başlamışlardı. Ayrıca Melik Azlz'in atabeği Şahabeddin Tuğrul da Diyarbekir'de hüküm süren Melik Eşrefe durumu

1. Alaeddin Keykubad adına 1 232 yılında Erzincan'da kesilmiş gümüş sikke, ( 1 096)

yazarak yardım istiyordu. Melik Eşref Haleb'e doğru yürüdü. Selçuklu ordusun­ dan Mubarizeddin Behram-şah idaresinde bin kişilik bir öncü birliğinin Melik Eş­ ref tarafından mağlup ve esir edilmesi, Melik Efdal'ın Melik Eşref tarafına geç­ mesi, büyük ölçüde casusluk ve karşı propaganda hareketi (Sultan'ın Haçlılar ile anlaştığı gibi hususlar) , Izzeddin Keykavus'un bir ihanete uğradığı düşüncesiyle Menbic'den geri dönmesine sebep oldu. Melik Eşref bir süre sultanı takip etmiş ve onun ele geçirdiği kaleleri geri almıştı (Ağustos 1 2 1 8) . Sultan b u mağlubiyete çok üzülmüş, b u sefere taraftar olmayan beylerden dahi şüphelenmiş ve bazılarını bir eve kapatarak yaktırmıştı. Nihayet bir intikam seferi için hazırlıklara başladı, Artuklulardan Diyarbekir Hakimi Nasıreddln Mahmud ve Erbil Hakimi Muzaffereddin Gök Böri gibi bazı hükümdar ve beyler ile anlaştı. Adı geçen bu hükümdarlar Selçuklu sultanına tabi oldular. Sultan Iz­ zeddin Keykavus ordusu ile harekete geçip Malatya'ya ulaştı ise de; hastalığmm (verem) şiddetlenmesi daha ileri gitmesine engel oldu ve Viranşehir'de öldü ( 1 0 Aralık 1 2 H)-7 Ocak 1 220) .fı:ı

I. Alaedd'in Keykubad'm Saltanatı I. lzzeddin Keykavus öldükten sonra geride varisinin bulunmadığı, oğlu var­ sa bile muhtemelen çok küçük yaşta olduğu anlaşılıyor. Bu sebeple devlet lı ü­ yükleri bir süre aralarında Selçuklu tahtına kimin çıkacağı hususunu müzakere ettiler. Erzurum Meliki Tuğrulşah, Koylu-hisar hakimi ve küçük kardeşi Melik Celil.leddin Keyferidun ve nihayet hapiste bulunan Alaeddin Keykubad tahta çıkarılması düşünülen nan1zetler idi. Neticede Alaeddin Keykubad tutuklu bulun-

171

duğu kale (Kezirpert) den çağrılarak Sivas'ta tahta oturdu. O Sivas'tan Selçuk­ lu başkentine gelinceye kadar geçtiği yerlerde merasim ile karşılanmış, ayrıca Konya'da da ikinci kez muhteşem bir karşılaşma töreni yapılmıştı. Abbasi Hali­ fesi Nasır li-dinillah da Şeyh Şahabeddin Ömer Suhreverdi ile hil'at ve menşur gibi saltanat alametleri gönderdi.G4 Alaeddin Keykubad tahta çıktığı sırada Moğol istilası Asya'yı ve Doğu Avru­ pa'yı perişan ediyordu. Sultan Moğolların Anadolu'ya da gelebileceklerini düşü­ nerek bazı tedbirler aldı, hudut kalelerini ve ayrıca Konya, Kayseri ve Sivas gibi şehirlerin surlarım yeniden inşa ettirdi. Konya surları çok kısa zamanda 1221 yı­ lında tamamlandı. Alaeddin Keykubad Konya surlarım tamamladıktan sonra yazı Kayseri'de geçirerek Alaiye (Alanya) seferine çıkmıştır. Bu sırada Kalonoros adıyla bilinen Alaiye, Kyr Vart (Kir Farid) adında Bizanslı olması muhtemel bir şahıs idaresin­ de idi. Onun kardeşi de Antalya ile Alfüye arasında yer alan Alara kalesine ha­ kimdi. Sultan ordusu ve Antalya'dan gelen deniz kuwetleri ile kış mevsiminde kaleyi kuşattı. Selçuklu ordusunun bu kuşatması iki ay sürmüş, nihayet sultan son bir hücumla şehrin alınmasını istemişti. Ancak Kyr Vart Türklerin bu son hücumu karşısında fazla mukavemet edemeyeceğini anlamış, Antalya Subaşısı Mubarizeddin Ertokuş vasıtasıyla sultana anlaşmak istediğini bildirmişti. Netice­ de iki taraf arasında bir anlaşma sağlandı, buna göre; Sultan Alaeddin kaleyi tes­ lim alarak Kyr Vart'ın kızı ile evlenecek, mukabilinde ona Akşehir beyliği ve bir­ kaç köyün mülkiyeti verilecekti. Böylece sultan Akdeniz sahilindeki bu kaleye kendi adına nisbetle "Alaiye" denilmesini, yeniden imarını ve burada bir tersane inşasını emretti ( 1 22 1 ) . Sultan bundan sonra kışı geçirmek üzere Antalya'ya git­ miş bu yolculuk esnasında Alara kalesi de Türklerin eline geçmiştı.65 Prof. O. Turan'a göre66 Selçukluların Sinop, Antalya ve Alaiye fetihleri, Anadoluya göç yollarında yapılmış bazı teşebbüsler müstesna, Türklerin denizciliğe başlama ta­ rihi ve ilerlemeleri bakımından çok mühim hadise olup, Akdeniz ve Karadeniz'de askeri ve ticari seferlere imkan vermiştir. Türkiye Selçuklu Devleti'nde bu sırada bazı emir ve beylerin sultanları tah­ ta çıkartmakta rol oynamaları sebebiyle kuwet ve kudretlerinin artmış olduğu görülüyor. Hatta bunlardan bazılarının zenginliklerinin ve harcamalarının sul­ tandan fazla olduğu rivayet ediliyor. Sultan bu emirlerin durumundan özel mec­ lislerde şikayetçi oluyor, bu suretle iki taraf arasında yapılan dedikodular ortalı­ ğın daha fazla karışmasına sebep oluyordu. Nihayet emirler bu işte bir adım da­ ha atarak Kayseri'de hile ile sultanı tahttan uzaklaştırarak yerine kardeşi Cela­ leddin Keyferidun'u geçirmek istediler. Ancak bu hazırlık Naib Hokkabazoğlu Seyfeddin vasıtasıyla öğrenilerek Sultana bildirilmiş, böylece plan suya düşmüş­ tü. Bu kez Sultan Alaeddin Keykubad karşı bir plan hazırladı ve kışı geçirmek üzere gittiği ( 1223) Antalya'dan Kayseri'ye döndükten sonra bunu uyguladı. Yir­ mi dört kişi olduğu rivayet edilen bu emirlerin kimi öldürüldü kimi de zindana atıldı ve malları müsadere edilerek hazineye alındı. Böylece sultan ile beyler ara­ sındaki nüfuz çatışması Alaeddin Keykubad lehine sona ermiş oldu.67 Türkiye Selçuklularının ticarete verdiği önem Alaeddin Keykubad Devri'n­ de de devam etti. Ermeniler tarafından soyulan tüccarların şikayeti üzerine sul-

172

tan bir sefer tertiplemeye karar verdi. Ayrıca Antakya Prensi iV. Bohemund da

bir evlilik dolayısıyla Ermenilerin elinde bulunan oğlu Philip nedeniyle sultan ile bir ittifak yapmıştı. Sultan kendisi Kayseri'de kaldı ve ordusunu iki koldan Er­ menilere karşı sevk etti. Birinci kol kuzeyden hareket ediyor ve bu orduya Mu­ barizeddln Çavlı ile Emir Mavrozomes kumanda ediyordu. Öte taraftan Mubari­ zeddin Ertokuş Antalya'dan hareketle sahilden Ermenileri vuracak bu suretle yardım için gelen Kıbrıs Haçlılarını da önleyecekti. Nitekim Emir Çavlı, Manavgat ve Anamur gibi kale­ leri alarak görevini yerine getirdi. Kuzeyden giden ordu ayrıca iki kola ayrılıyor, bir kol Larende tarafın­ dan Göksu vadisine, öteki kol ise Maraş ve Ceyhan vadisi boyunca Çukurova'ya doğru ilerliyordu. Bu sı­ rada Ermenilerden (Namrun) Senyörü Kons-tan­ tin'in bütün yardım feryadları cevabsız kalıyor, an­ cak bu çağrı Haleb Atabeği Şahabeddin Tuğrul'u ha­ rekete geçiriyordu. Böylece sultan ile beraber olan Antakya Prensi IV. Bohemund hareketten vazgeç­ mek zorunda kalıyordu. Öte taraftan Mubarizeddin Çavlı idaresindeki Selçuklu ordusu ise Isauria (İç-il) bölgesine kadar ilerleyerek buraları ele geçirdi. Ça­ resiz kalan Ermeniler barış teklif ettiler, sultan da kış bastırdığı ve barış şartlarını uygun gördüğü için bu teklife evet demişti. Bu anlaşmaya göre Ermeni-

Aksaray-Sultan Hanı Taç kapısı, ( 1 229)

ler ihtiyaç halinde bin beş yüz kişilik bir kuvvet verecek yıllık haracı iki misline yani kırk bin dinara çıkaracaklar, sikke68 ve hutbe ise sultan adına olacaktı (622/1225).föl Alaeddin Keykubad, Ermenek ve Mut bölgelerinin idaresini Kamereddin Lala'ya vermiş ve hudutlarındaki Türkmenle­ ri de buraya yerleştirmişti. Amid Artuklu hükümdarı Melik Mes'ud, Selçuklulara tabi iken, Eyyubiler arasındaki rekabetten yararlanarak kendini emniyete almaya çalışmış, bu sebep­ le devrin kudretli simalarından Mısır Eyyübi hükümdarı Melik Kamil'e tabi ol­ muştu. Ayrıca o Moğolların önünden kaçan Sultan Celaleddin Harezmşah ile de bir ittifak yapmıştı. Neticede Selçuklu ordusu Eyyubi ve Artukluların on altı bin kişiden oluşan ordusunu bozguna uğrattı. Kahta, Hısn Mansur (Adıyaman) ve Çemişkezek Selçuklu topraklarına dahil edildi ( 1 226) . Sultan Selçuklu ordusu­ nun bu başarılarına rağmen yaklaşan Moğol tehlikesini görmüş, bu nedenle Ey­ yubiler ile dostane ilişkiler kurmuş ve Melik Adil'in kızı Gaziye Hatun ile evlen­ mişti ( 1227) .70 Öte taraftan 1 225 yılında Anadolu'nun doğusunda iki taht değişikliği görü­ yoruz. Erzincan Mengücük hükümdarı Fahreddin Behramşah ölmüş, yerine oğ­ lu Davudşah, Erzurum'da ölen Selçuklu Mugiseddin Tuğrulşah'ın yerine de oğ­ lu Cihanşah geçmişlerdi. Bu yeni hükümdarlardan Davudşah ailesinin yıllarca sürdürdüğü siyaseti terk ederek bazı tertiplere girişiyor ve Selçuklulara tabi ol­ maktan kurtulmak istiyordu. Onu bu hevesinden vazgeçirmek isteyen emrinde­ ki beylerin uyarıları ise başarılı olmadı. O daha sonra Erzurum Meliki Cihanşah'ı kışkırtmaya, Celaleddin Harezmşah ve Eyyubiler ile bağlantı kurmaya çalışmıştı. Durumu haber alan Alaeddin Keykubad bu ittifakın bir araya gelmesinden ön-

ı 73

ce sür'atle bir ordu hazırlayarak Erzincan'a gönderdi. Davudşah'ın sultan ile gö­ rüşmek isteği reddedildi ve kendisine ikta' olarak verilen Akşehir ve Ilgın bölge­ sine gönderildi. Bu suretle Mengücüklü Devleti, Divriği kolu dışında, ortadan kaldırıldı (1 228). Ayrıca yine aynı hanedandan Şebin Kara-Hisar (Kögonya) ha­ kimi ve Davudşah'ın kardeşi Muzaffereddln Muhammed de Selçuklu ordusuna mukavemetin faydasızlığını anlayarak kendisine ikta' olarak verilen Kırşehir'e gitmişti. Erzurum meliki Cihanşah da kıymetli hediyeler ile sultana tabi olduğu­ nu bildirdi. Alaeddln Keykubad, Eyyubller ile olan dostane ilişkilerim bozmamak için şimdilik ona dokunmamıştı.7 ı Moğollar birçok ülkeleri akınlar ile yağma edip hakim olduktan sonra 1223 yılı başlarında Kırım sahilinde bir büyük ticaret merkezi olan Suğdak'ı da işgal etmişlerdi. Bu fırsattan yararlanan Trabzon'daki Komnenosların Suğdak'ta yer­ leşmeye çalışmaları, Selçuklu Sultanının denizaşırı bir sefer tertiplemesine se­ bep oldu. O bu maksatla Kastamonu uç beyi Hüsameddin Çoban'ı görevlendir­ di. Hüsameddin Çoban emrindeki orduyu gemilere bindirip Suğdak şehrine ulaşmış ve burayı ele geçirmişti. O daha sonra Kıpçak ve Rus hükümdarlarına el­ çiler gönderip, Selçuklulara tabi olmalarını istedi. Neticede her iki hükümdar da hediyeler göndererek sultana tabi olduklarını bildirdiler. Emir Çoban Suğdak'ı dini bakımdan da teşkilatlandırmış ve bir kısım asker bırakarak geriye dönmüş­ tür (1 227) .72 Buradaki Selçuklu hakimiyeti uzun sürmemiş, muhtemelen 1239 yılında Moğolların tekrar Suğdak'a gelmeleriyle son bulmuştur. Komnenoslar, Suğdak şehrine yerleşmek istemelerinden başka, Karadeniz'deki Türk ve Müs­ lüman gemilerini yağmalamışlardır. Bu bakımdan Sultan Alaeddin denizden ve karadan olmak üzere Trabzon üzerine ordu sevketti. Selçuklu ordusu Trabzon'u şiddetle muhasara etmiş, şehir düşmek üzere iken kötü hava şartları ve gece ka­ ranlığının bastırması kesin neticenin alınmasını engellemiş ve Türklerin çekil­ mesine sebep olmuştur (1228) . Tl Sultan Celil.leddln Harezmşah'a gelince, Moğollar önünden kaçarak Azer­ baycan'a ulaşmış ve Tebriz şehrini başkent yaparak bu bölgede yerleşmişti (1225). O daha sonra Alaeddln Keykubad'a elçi göndererek dostluk kurmak is­ temiş, başlangıçta iki taraf bunu büyük bir istekle gerçekleştirmeye çalışmışlar­ dı. Ancak Celil.leddln'in Ağustos 1220'de Ahlat'ı şiddetle muhasara ve Erzurum meliki Cihanşah'ın ona tabi olması bu dostluğun değişmesine yol açtı. Fakat Ce­ lil.leddin bir türlü Ahlat'ı almak hevesinden vazgeçmiyordu. Alaeddln Keykubad onun bu davranışlarından kendi ülkesinin de muhtemel bir istila tehlikesi altın­ da bulunduğunu düşünerek Celil.leddln'e karşı birleşmek üzere Eyyubllere elçi gönderdi. Ayrıca on iki bin kişilik bir kuvveti de Erzincan'a sevketti. Öte taraf­ tan Eyyubi ordusu Melik Eşref kumandasında ilerlerken, sultan da ordusuyla Kayseri'den harekete geçerek Sivas'a yürüdü, iki ordu Kızılırmak kenarında ka­ rargah kurmuştu. Sultan Celil.leddin 14 Mayıs 1230'da Ahlat'ı ele geçirerek za­ manın bu önemli medeniyet merkezini tahrip etmişti. Daha sonra Cihanşah'ın mektupları ile Celil.leddln, Selçuklu-Eyyubl ittifakına karşı harekete geçti. Bu iki Türk ordusu, kaderin bir cilvesi olarak, Erzincan Akşehiri'nde Yassıçimen ova­ sında karşılaştılar. Üç gün süren savaşta Selçuklu öncüleri önce bir baskına uğ­ rayarak ağır kayıplar vermişlerse cte , sonradan toparlanarak durumu lehlerine

1 74

çevirdiler. Nihayet 10 Ağustos 1230'da Harezm ordusu ağır kayıplar ve çok sa-

yıda esir vererek mağlup olmuştu. Selçuklu ordusuna esir düşenler arasında, Harezmli büyük kumandanlar ve Cihanşah da bulunuyordu. Sultan Celaleddin ise önce Malazgirt ve Ahlat'a oradan da Azerbaycan'a kaçmıştı. Bu iki büyük Türk devleti, kuvvetlerini birleştirip Moğollara karşı kullanacakları yerde, birbirlerine karşı denemişler bu da Harezmlilerin tarih sahnesinden silinmesine yol açacak bir başlangıç olmuştu. Sultan Alaeddln Keyku­ bad ve Melik Eşref bu galibiyetten sonra Erzurum'a yürüdüler. Erzurum'da bulunan Cihanşah'ın kardeşi ve adamları şehri müdafaaya giriştilerse de, neticede Cihanşah'ın affedilmesi ve hiç kimseden geçmişin he­ sabının sorulmaması şartıyla anlaşmayı tercih ettiler. Böylece Sultan Alaeddln Erzurum'a hakim oldu. Bir ri­ vayete göre Cihanşah öldürüldü. Melik Eşref ise Erzu­ rum'da Sultan'dan ayrılarak Ahlat'a gitti. Alaeddln Ah­ lat'ın hakimiyet menşurunu ona vermişti.14 Öte taraftan zayıf duruma düşen Celaleddin Ha­ rezmşah'ı takip eden Moğollar 1231 yılında Doğu Ana­ dolu'ya girdiler, buradaki devletler gerek Eyyubller ve gerekse Artuklular onlara karşı koyamamış ve bölge Moğollar tarafından tahrip ve yağma edilmişti. Hatta

Niğde-Alaeddin Camii Taçkapısı ( 1 223)

··-·

bir Moğol birliği Sivas ve Malatya yakınlarına kadar ilerledi. Buna mukabil sul­ tan, Kemaleddin Kamyar'ı Sivas'a gönderdi. Kemaleddin, Erzurum bölgesi ku­ mandanı Mubarizeddln Çavlı ile birleşti. Moğolları bu bölgeye Gürcülerin gön­ derdiği düşünülerek Selçuklu ordusu Gürcistan hudutlarına yürüdü, bazı kale ve şehirleri ele geçirdi. Bu Türk ordusuna mukavemet edemeyen Gürcü kraliçesi Rosudan, Kema­ leddin Kamyar'a barış teklifinde bulunarak Selçuklu tabiiyetine girmiş oldu. An­ cak Moğol akınının Sivas'a kadar ilerlemesi, Sultan Alaeddln Keykubad'ı bazı tedbirler almaya sevk etti. O, önce 630/1232 yılında Moğol Hanı Ögedey'e bir el­ çi göndererek barış yaptı, sonra da başı-boş durumda bulunan Doğu Anadolu'ya hakim olmayı planladı. Bu maksatla da Kemaleddin Kanıyar 1232 (veya 1233) yılında önce Ahlat'ı, sonra Van, Bitlis ve çevresini Selçuklu toprakları içine ka­ tarak buralarda savunma tedbirleri alındı, kaleleri tamir edildi. Ayrıca sultanın emriyle Ahlat bölgesi subaşısı Sinaneddln Kaymaz, ülkede başıboş dolaşan ve soygunlar yapan Harezmli askerlerin liderleri ile görüştü. Bu görüşme sonunda başta Kayır Han olmak üzere Harezmli beyler ve onların idaresindeki on iki bin kişi Selçukluların hizmetine girdiler.15 Selçukluların Ahlat'a hakim olması, daha önce bu şehri elinde bulunduran Eyyubileri harekete geçirdi. Mısır hükümdarı Melik Kamil bütün Eyyubi melik­ lerini etrafında topladı. Onun emrinde yüz bini aşan bir ordu bulunuyordu. Bu Eyyubi ordusu Haleb-Kayseri kervan yolunu izleyerek Anadolu'ya doğru ilerle­ di. Selçuklu sultanı da yüz bini geçen ordusuyla karşı tedbirler aldı ve Eyyubile­ rin geçeceği geçit ve boğazlar tutuldu. Harput önünde vuku bulan savaşta Sel­ çuklu ordusu Eyyublleri mağlup ettikten sonra adı geçen şehri kuşattı. Bu muhasara yirmi dört gün sürmüş, neticede Harput Selçuklulara teslim olmak zo-

175

runda kalmıştı (1 234 Ağustos) . Böylece buradaki Artuklu kolu da sona ermiş ol­ du. Bu sırada Melik Kamil Suveyda'da (Siverek) idi, savaşın kaybedildiğini öğ­ rendiği zaman Mısır'a döndü. Alaeddin Keykubad 1 235 yılında Eyyubilerin ida­ resi altındaki ülkelere ikinci bir sefer tertipledi, kendisi Malatya'da kalmış elli bi­ ne yaklaşan Selçuklu ordusunu Kayseri subaşılığına tayin ettiği Kemaleddin Kamyar kumandasında Güneydoğu Anadolu'ya sevk etmişti. Bu Selçuklu ordu­ su daha sonra iki kol halinde hareket etmiş, bir kol Urfa'yı kuşatırken ikincisi de Siverek, Rakka ve Harran'ı ele geçirmişti. Nihayet kuşatma sonunda Selçuklular Urfa'ya sahip olmuşlardı. Ancak bir süre sonra Melik Kamil'in karşı harekete geçtiği ve dört ay içinde bütün bu yerleri tekrar geri alarak yağmalattığını ve tahrip ettiğini görüyoruz. Alaeddin Keykubad Eyyubllerin bu istilasına Taceddin Pervane kumandasında bir ordu göndermekle cevap verdi. Selçuklu ordusu Amid'i kuşattı ise de sağlam surlar karşısında başarılı olamayarak geri çekilmek zorunda kaldı ( 1 236) .76 Sultan Alaeddin Keykubad Amid'i almak hevesinden vazgeçmiyor ve bu maksatla Kayseri'de büyük bir ordu topluyordu. Bu sırada Moğol Büyük Kağanı Ögedey'in elçileri geldiler (1236) . Ögedey Han, sultana kendi cihan hakimiyet­ lerini kabul etmesi suretiyle onunla barış içinde yaşamak istediğini bildiriyor, böylece Alaeddin Keykubad'a hükümdarlar arasında önemli bir yer vermiş oldu­ ğunu gösteriyordu. Sultan bu teklifi kabul ve Ögedey Han'a hediyeler gönderil­ mesini emretti. Ayrıca o Amid'e karşı yapılacak sefer için hazırlıklarını sürdürü­ yordu. öte taraftan Melik Kamil dışındaki bütün Eyyubi Melikleri sultan ile an­ laşma yapmışlardı. Onlar Melik Kamil'in kendi ülkelerini alacağı düşüncesiyle Selçuklu sultanı ile birleşmişlerdi. Alaeddin Keykubad bütün hazırlıklarını ta­ mamladıktan sonra çeşitli unsurlardan oluşan ordusuna Kayseri'nin Meşhed ovasında bir geçit resmi yaptırdı. Bu arada küçük oğlu Izzeddin Kılıçarslan'ı ve­ liaht ilan etmiş ve bütün devlet ileri gelenlerine bu veliahtlığı kabul için yemin ettirmişti. Daha sonra Ramazan Bayramı'nın üçüncü günü huzurunda bulunan yabancı elçiler için büyük bir ziyafet verdi ve bu ziyafette yediği kuş etinden ze­ hirlenerek o gece öldü (1237) .77 Sultan Alaeddin Keykubad siyasi başarılarının yanı sıra ülkesinin iktisadi ve kültür yönünden de gelişmesine önem vermiş, yaptığı seferler ile ticaret yolları­ nın güvenliğini sağlamış ve bu maksatla birçok kervansaray inşa ettirmişti. O ilim ve kültür ile uğraşanları himaye etmiş, Moğollar önünden kaçan Türkistan­ lı ve Iranlı alim, şair ve sanatkarlara kucak açmıştı. Sultan büyük inşa faaliyetle­ rinin yanı sıra, kendi adına Beyşehir gölü üzerinde Kubad-abad, Kayseri civarın­ da da Keykubadiyye Saraylarını yaptırmıştı. Bu büyük sultana Abbasi Halifesi de yazdığı menşur ve mektuplarda "Sultan ül-a'zam" unvanıyla hitap ediyordu.

il. Gıyaseddin Keyhüsrev'in Saltanatı Sultan Alaeddin Keykubad öldüğü zaman geride üç oğlu kalmıştı. Bunlar 1 6 (veya 13- 1 4) yaşlarında olan Gıyaseddin Keyhüsrev, 8-9 yaşlarında İzzeddin Kı­ lıçarslan ve daha küçük yaştaki Rükneddin idiler. Veliahd İzzeddin Kılıçarslan olmasına rağmen bazı devlet ileri gelenleri Keyhüsrev'i tahta çıkarmışlar ve al-

ı 76

dıkları tedbirler ile işi oldu bittiye getirmişlerdi. Bu durumu kabul etmemesi

muhtemel olan Kayır Han, Kemaleddin Kamyar ve Hüsameddin Kayrneri gibi beyler de yeni sultana bi'at etmek zorunda kaldılar. il. Gıyaseddin tahta çıktık­ tan sonra, Kayseri'de bulunan elçileri kabul etti, ayrıca Ögedey Han'a gidecek olan elçiyi de Moğolistan'a gönderdi. Haleb Hükümdarı Melik Nasır ile yapılmış olan anlaşma yenilenirken (Ağustos 1237) , iki Laraf arasında evlenme yoluyla akrabalık kuruldu. Öteki Eyyubi Melikleri ile Artuklu hükümdarları Selçuklulara tabi olmuşlar, bu suretle Melik Kamil tek başına kalmıştı. Nitekim o bu duruma son vermek için Haleb üzerine yürürken yolda hastalanarak öldü ( 1 238) .78 Sultan il. Gıyaseddin Keyhüsrev Selçuklu tahtına oturmasına rağmen yine

de Veliahd lzzeddin Kılıçarslan'a taraftar olan beylerden ve Harezmlilerden şüp­ heleniyordu. Bu sırada devlet erkanı içinde birinci derecede rol oynamak iste­ yen Sa'deddin Köpek de sultanı tahrik ederek bu beylerin ortadan kaldırılmasına önderlik ediyor­ du, ilk olarak Harezmlilerin reisi olan Kayır Han zindana atıldı (Haziran-Temmuz 1237) ve orada öldü. Bu olay; Harezmli askerlerin Selçuklu Dev­ leti'ne olan güvenini sarsmış ve Kayseri'den ayrı­ larak Urfa bölgesinde yerleşmelerine sebep olmuş, hatta peşlerinden gelen bir Selçuklu ordusunu da mağlup etmişlerdi.

il. Gıyaseddin Keyhüsrev adına 1 237 yılında Konya'da kesilmiş altın sikke, (/. Artuk. C. Artuk, 1971)

Sa'deddin Köpek bundan sonra Selçuklu Devleti'ne çok yararlı hizmetler yapmış bazı beyleri de peşpeşe ortadan kaldırmaya muvaffak oldu. Bu arada genç ve tecrübesiz Gıyaseddin de onun tahrikleri ile, Şehzade lzzeddin Kılıçars­ lan ve Rükneddin'i hapsettirmiş, hatta onların bu insan yoketme hırsından ka­ dınlar bile kurtulamamış, anneleri Melike-i Adiliyye de yayının kirişi ile boğdu­ rulmuştu. Daha sonra her iki şehzade de öldürülmüş, böylece sultan için bir ra­ kip ve tehlike kalmamıştı. Nihayet Sa'deddin Köpek'in Selçuklu Devleti'nin ba­ şına geçme yani sultan olma hayalleri il. Gıyaseddin Keyhüsrev'in aklını başına getiriyor ve onu bir tertip ile ortadan kaldırıyordu (1 238 veya 1239 ilkbaharı) . Bundan sonra Sultan Il. Gıyaseddin Keyhüsrev, daha önceden yapılmış olan an­ laşma gereğince, Gürcü kraliçesi Rosudan'ın kızı Tamara ile evlendi.79 Güneydoğu Anadolu'da ve Suriye hudutlarında hayatlarını sürdürdüklerini belirttiğimiz Harezmliler bölge halkına rahat vermiyorlar ve kervanları soyarak ticari faaliyeti de engelliyorlardı. Önce bunlara elçi olarak meşhur tarihçi Ibn-i Bibi'nin babası Mecdeddin Muhammed Tercüman elçi olarak gönderildi. Onlar sultana itaat edeceklerini bildirdiler ve bunu kısa bir süre için uyguladılarsa da daha sonra akın ve yağmalara tekrar başladılar. Haleb'in bunlara karşı yardım is­ temesi üzerine üç bin kişilik bir birlik gönderildi. Selçuklu ve Haleb askerleri Ha­ rezmlileri mağlup ettiler. Bu arada Harran kalesi teslim oldu ve Eyyubilere bıra­ kıldı, buna mukabil Amid Selçuklulara veriliyordu. Ancak önce buranın zabtı ge­ rekiyordu, takviye edilen Selçuklu kuvveti 1240 yılında şehri kuşattı. Sonuçta Amid ileri gelenleri halkın bütün haklarına sahip olması ve bazı vergilerin kaldı­ rılması şartıyla direnmeden vazgeçerek şehri teslim ettiler. Böylece Amid Sel­ çukluların eline geçmiş oldu. 80 Moğolların önünden kaçan Türkmenlerin genellikle toplandıkları ilk bölge Güneydoğu Anadolu idi. Selçuklu, Harezmli ve Eyyubi askerleri bu bölgede sık

1 77

sık faaliyet gösteriyorlardı. Bu arada bölgede yaşayan toplulukların iktisadi ve içtimaı durumlarının kötü olması, yeni kabul ettikleri lslamiyet'in inceliklerinin tam anlamıyla anlaşılmaması ve siyası ortamın uygunluğu bir isyana zemin ha­ zırlıyordu. Nitekim Baba Resul lakabıyla anılan Baba I!yas Horasani adındaki bir Türkmen babası bu durumdan istifade ederek peygamberlik iddiasıyla ortaya çı­ kıyor ve kötü şartlar içinde bulunan Türkmenleri etrafında topluyordu. Bir süre sonra Baba I!yas Amasya'ya giderek orada faaliyetine devam etti. Fakat o Gıya­ seddin Keyhüsrev'in askerleri tarafından Amasya kalesinde kuşatıldı. Bu sırada Baba I!yas'ın halifelerinden Baba ishak, Kefersud veya Adıyaman'da yaşıyordu, bu durumu öğrenince isyanı başlattı ve müridlerini Gıyaseddin Keyhüsrev'e kar­ şı ayaklanmaya davet etti (1240). Onun müridlerinin yaptığı davete uyan Kefer­ sud, Kahta ve Adıyaman taraflarındaki Türkmenler de ayaklanarak harekete geçtiler. Onların üzerine Malatya subaşısı Muzaffereddın Ali-şir iki sefer yaptı ise de, mağlup olmaktan kurtulamadı. Asiler Sivaslıları da yenilgiye uğrattıktan sonra Baba I!yas'a kavuşmak üzere Tokat ve Amasya taraflarına doğru ilerledi­ ler. Sultan Gıyaseddin Keyhüsrev kendisi Kubadabad'a kaçarken, asiler üzerine Amasya subaşısı Armağanşah'ı gönderdi. Armağanşah Baba I!yas'ı ortadan kal­ dırmaya muvaffak oldu ise de, Baba ishak ve taraftarları karşısında o da hayatım kaybetti. Kendilerine Baba I!yas'tan dolayı "Babai" denilen bu asiler Konya'ya doğru ilerlediler. Neticede Necmeddin Behramşah kumandasındaki altmış bin kişilik Selçuklu ordusu, Kırşehir'in Malya sahrasında bu asileri karşıladı. Selçuk­ lu öncü kuvvetlerini teşkil eden hristiyan askerlerin asilerin ilk hücumlarını et­ kisiz hale getirmesi, öteki askerlere de cesaret vermiş ve asi Türkmenler bu sa­ vaşta Baba ishak dahil bütünüyle yok edilmiştir (1240) .B ı Bu olaydan sonra Sultan il. Gıyaseddin Keyhüsrev Selçuklu ordusunu Kay­ seri'de toplayarak Meyyafarikin üzerine sevk etti. Bu ordu yine Eyyübilerden Şı­ hab ed-Din Gazi idaresindeki Meyyafarikin'i muhasara etti. Ancak gittikçe yak­ laşan Moğol tehlikesi ve Abbasi halifesi el-Mus-tansır'ın ( 1226- 1242) araya gir­ mesiyle iki taraf anlaştı. Buna göre, Şahabeddin Gazi Selçuklulara tabi oluyordu ( 1 24 1 ) . Öte taraftan Selçuklu hudutlarında dolaşan Moğol ordusunun başına ay­ nı yıl içinde Baycu Noyan tayin edilmişti. Moğollar Babai isyanı sırasında Selçuk­ luların zayıf bir durumda olduğunu ve sultanın acizliğini anlamışlardı. Nitekim 1242 yılı Sonbaharı'nda Baycu Noyan Selçuklu ülkesine girerek Erzurum üzeri­ ne yürüdü, şiddetli bir muhasara ve savaşlardan sonra şehri işgal ve tahrip etti. Erzurum'un Moğollar tarafından işgali üzerine artık tehlikenin Anadolu ka­ pılarına dayandığı anlaşılmış ve bu maksatla tedbirler alınmaya başlanmıştı. Bu tedbirlerden birisi, sultanın Eyyubiler ve çevredeki hükümdarlara elçi ve para göndererek askeri yardım istemesi idi. Bu yardıma sadece Haleb hükümdarı Me­ lik il. Nasır Salahaddin (1237- 1 260) cevap vermiş ve iki bin kişilik bir kuvvet göndermişti.

Sultan il. Gıyaseddin Keyhüsrev Selçuklu ordusunu Kayseri'de toplayarak

Sivas'a doğru hareket etti. Bu Selçuklu ordusu yetmiş bin kişilik bir sayıya ula­

şıyor, Türk askerlerinin yanısıra ücretli olarak Kıpçak, Frank ve Gürcü askerle­ ri de orduda yer alıyordu. Sivas'ta on bin kişilik bir kuvvetin de katılmasıyla Sel­ çuklu ordusunun sayısı seksen bine ulaşmıştı. Baycu Noyan kumandasındaki

1 78

Moğollar da Sivas'a doğru ilerliyorlardı. Bu orduda Gürcüler ve Ermeniler de bu-

lunuyordu. Selçuklu ordusu ise Sivas'ın seksen km. doğusunda Kösedağ denilen yerde ordugah kurmuştu ve savaş bakımından bulunduğu yer çok uygundu. An­ cak yine tecrübesiz kumandanlar burada Moğol saldırısını karşılamak yerine, yirmi bin kişilik bir Selçuklu kuvveti ile hücuma geçtiler. Moğollar bu hücum karşısında önce geri çekilmişler, sonra da geri dönerek Selçuklu kuvvetine sal­ dınnışlar ve onları mağlup etmişlerdi. Bu mağlubiyet Selçuklularda umumi bir panik havası yarattı, bazı kumandanlar da kaçmayı tercih ettiler. Kaçanlardan biri de beceriksiz ve korkak Sultan il. Gıyaseddin Keyhüsrev idi. Esas Selçuklu ordusu daha savaşa girmeden mağlup olmuştu (4 Temmuz 1243) . Moğollar da bu firarı anlayamamışlar, Selçukluların bir savaş taktiği sanmışlardı. Daha sonra durum anlaşılmış ve onlar Selçuklu ordugahından büyük ganimet elde etmişler­ di. Selçukluları Kösedağ Savaşı'nda mağlup eden Baycu Noyan bundan sonra Si­ vas'a ilerledi. Sivas Kadısı Necmeddin Moğol istilası sırasında Harezm'de bulun­ duğu için onların neler yaptığını bizzat görmüştü. Bu bakımdan şehrin ileri ge­ lenleri ve kıymetli hediyeler ile Moğolları karşılayarak itaatini bildirdi. Yine de şehir Baycu Noyan'ın emriyle üç gün yağma edildi. Fakat halkın canına dokunulmadı. Buna karşılık ....� .. ·••'• Kayseri Moğol muhasarasına başarı ile muka-

�� �,e�lirr .

veınet etti, ancak şehir muhafızlarından Hü­ sam adlı bir Ermeni dönmesinin ihaneti duru­ mu değiştirdi ve Moğollar şehre girmeye mu­ vaffak oldular. Tabii Kayseri onlara mukave­ metinin cezasını feci şekilde ödeyerek yağ­ ma, tahrip ve katliama uğradı. Moğollar

Salah el-Din Salih adına 1 353 yılında Kahire'de kesilmiş altın sikke, (/. Artuk, C. Artuk, 1971)

Azerbaycan'a dönüşte, Erzincan'ı da işgal ve tahrip ettiler. Artık Anadolu'dan Suriye yönünde göç ve kaçış başlamıştı. Kaçanlardan biri de yine Sultan II. Gıyaseddin Keyhüsrev idi ve canını kurtarmak için muhtemelen lstanbul'a gitmeyi düşünmüştü.82

Selçuklu Devleti tam manasıyla başıboş bir manzara arzederken, Vezir Mü­ hezzibüddin Ali ve Amasya kadısı Moğollar ile barış yapmayı tasarladılar ve onla­ rın peşinden Azerbaycan'daki Mugan ordugahına gittiler. Burada Moğollar ile ya­ pılan görüşmeler sırasında Vezir, Selçukluların sayısız kale ve askerlere sahip ol­ duğunu söyleyerek Anadolu'ya kolaylıkla hakim olunamayacağını ifade etti. Neti­ cede Selçukluların Moğollara yılda 360.000 dirhem (gümüş) para, on bin koyun, bin sığır, bin deve vermesi kararlaştırılarak iki taraf arasında bir barış yapıldı. Böylece bu iki devlet adamı Moğol istila ve tahribini ilk anda önlemeye muvaffak oldular. Sultan Gıyaseddin Keyhüsrev ise barış girişimlerini duyduğu zaman Kon­ ya'ya dönmüştü. Bu barış Konya'da bir bayram havasının yaşanmasına sebep ol­ du. Tabii bu antlaşmanın bir de Moğol Han'ınca tasdiki gerekiyordu. Bu maksat.­ la Batı Moğolları'nın hükümdarı olan Batu Han'a çok değerli hediyeler ile Şem­ seddin İsfahani başkanlığında bir elçi heyeti gönderildi. Selçuklular ile Moğollar arasındaki antlaşma yeniden düzenlenerek imza edildi. Bu elçi heyeti memleke­ te döndüğü sırada başarılı devlet adamı Vezir Mühezzibüddin Ali öldü ve onun yerine Şemseddin Isfahan! vezir tayin edildi. Kösedağ bozgunu Selçuklulara tabi olan devletlerde de haliyle kopmalara yol açmıştı. Nitekim Ermeni Hetum ve Trabzon'daki Komnenoslar derhal Moğollara tabi oldular. Ancak Iznik'deki Bizans Devleti ile Selçuklular arasındaki dostluk ve anlaşma devam etmişti. Özel-

179

likle Kilikya Ermenileri tabi oldukları Selçuklu sultanına Kösedağ Savaşı sırasın­ da asker göndermediler. Ayrıca Ermeniler savaştan sonra kendilerine sığınan Il. Gıyaseddln Keyhüsrev'in annesi ve karısı başta olmak üzere herkesi Moğollara teslim etmiş, Türklere ait bazı kaleleri ele geçirmişlerdi. Bu bakımdan onlara kar­ şı bir sefer tertiplemek gerekiyordu. Lampron hakimi Konstantin de Selçukluları bu hususta bir sefere teşvik ediyordu. Nihayet Selçuklu ordusu harekete geçti. Bu sefer sırasında Selçuklu ordusuna Lampron Hakimi Ermeni Konstantin öncü­ lük etti. Türkler tekrar Çukurova'nın bir kısmını ele geçirerek Tarsus'u kuşattı­ lar, ancak yağan yağmurlar ve seller Türk ordusunun şehri almasına engel oldu. Ayrıca gelen bir haberde ordunun acele geri dönmesi ve sultanın öldüğü bildiri­ liyordu. Vezir Şemseddin Isfahan! bu etapda akıllı davranarak sultanın öldüğünü gizlemiş ve Ermeniler ile barış yapmıştı. Buna göre, Ermeniler tazminat ve zarar­ ları ödeyecek, Bragana kalesini iade edecek ve eskiden olduğu gibi yine Selçuk­ lulara tabi olacaklardı (1245 yılı sonu) . Fakat bundan sonraki olaylar Ermeniler lehine cereyan etmiş, bu sebeple onlar anlaşmaya uymamışlardı. Sultan II. Gıya­ seddin Keyhüsrev, Selçuklu ordusu Tarsus'ta kuşatma ile meşgul iken, Alaiy­ ye'de bulunuyordu aniden fenalaşarak öldü (1245 yılı sonu) .83

il. İzzeddin Keykavus 'un Saltanatı Gıyaseddin Keyhüsrev öldüğü zaman geride on bir yaşında Izzeddin Keyka­ vus, dokuz yaşında Rükneddin Kılıçarslan ve yedi yaşında Alaeddin Keykubad olmak üzere üç oğlu kalmıştı. Bunlardan Gürcü Hatun'dan doğan Alaeddin Key­ kubad veliaht idiyse de, devlet ileri gelenleri Izzeddin Keykavus'u Selçuklu tah­ tına çıkardılar. Bu sırada Güyük Han'm ( 1 246- 1249) Moğol tahtına çıkması mü­ nasebetiyle Sultan II. Izzeddin Moğolistan'a da'vet edildi, fakat onun yerine kar­ deşi Kılıçarslan'm gitmesi kararlaştırıldı. Kısa bir süre sonra devlet ileri gelenle­ ri arasında üstünlük mücadelesi başladı ise de, bunlardan Vezir Şemseddin Isfa­ hanı rakiplerini bertaraf ederek duruma hakim oldu. Ayrıca Şemseddin Isfahanı sultanın annesi Berdüliye Hatun ile evlendi, bundan sonra Vezir iki yıl süre ile Türkiye Selçukluları'nm kaderine hakim oldu. Ancak Moğolistan'a giden Rük­ neddin Kılıçarslan'm oradan sultan olarak dönmesi, Şemseddin Isfahani'nin tali­ hini değiştiriyordu. O yanma II. Izzeddin Keykavus'u alarak kaçıp isyan etmek istedi ise de, ortaya faziletli ve büyük adamlarından biri olan Celaleddin Karatay çıkarak ona mani oldu. Çok geçmeden Moğollar tarafından vezir tayin edilen Ba­ ha ed-Dln Tercüman Moğol askerleri ile Konya'ya geldi ve Şemseddin Isfahanı öldürüldü (Mart 1 249).84

Müşterek Saltanat Rükneddin IV. Kılıçarslan, Moğol Han'm yarlığı ile sultanlığın kendisinde ol­ duğunu öne sürerken, Celaleddin Karatay üç kardeşin aynı anda tahta oturma­ sını, hutbe ve sikkede doğum sırasına göre isimlerinin kullanılması suretiyle bir anlaşma teklif ediyordu. Nihayet Izzeddin Keykavus ile Rükneddin Kılıçarslan'm askerleri Konya'nm Ruzbe ovasında karşılaştılar, savaşı Izzeddin Keykavus ka­ zanmış (14 Haziran 1 249) , böylece Celaleddin Karatay'm teklifi uygulanmaya başlanmıştı. Celal ed-Din Karatay da üç kardeşe "atabeg" oldu. Ancak Türkiye

1 80

Selçuklu Devleti ileri gelenlerinin şahsi menfaatlarmı her şeyden üstün tutmala-

rı, devletin durumunun düzelmesine imkan vermiyordu. Bu tabii ki Selçuklu Devleti'nin iyice zayıflamasına sebep oluyordu. Moğollar ise, il. İzzeddin Keyka­ vus'u ısrarla Moğolistan'a çağırmaktaydılar. O bu yolculuğa başladığı sırada, Ce­ lal ed-Din Karatay öldü. ( 1 1 Kasım 1254) lzzeddin Keykavus bu bahaneyle ora­ ya gitmekten vazgeçti ve yerine küçük kardeşi Alaeddin Keykubad'ı gönderdi. Ancak bu karışık ortam içinde Alaeddin Keykubad da kendini kurtaramadı. Mo­ ğol Hanı Möngke'den (Mengü, 1251- 1260) yarlığ alarak tek başına sultan olaca­ ğı korkusu muhtemelen rakiplerini harekete geçirmiş ve Alaeddin Keykubad Er­ zurum'da iken zehirlenerek öldürülmüştü ( 1 254) . Böylece ortada iki sultan kal­ dı. il. lzzeddin Keykavus eğlenceye fazla düşkün olması sebebiyle devlet ileri ge­ lenleri tarafından beğenilmiyordu. Nitekim bu nedenle Kılıçarslan Konya'dan kaçılarak Kayseri'de tahta çıkarıldı. Daha sonra iki taraf arasında bir türlü anlaş­ ma sağlanamaması üzerine son çare savaşmaktı. Yapılan savaşta bu kez de zafer lzzeddin Keykavus tarafında kaldı ( 1 254) . Rükneddin Kılıçarslan önce Amas­ ya'ya sonra da Burgulu kalesine gönderilerek hapsedildi.85

il. İzzeddfn Keykavus 'un Müstakil Saltanatı Bu devirde Moğol kumandanları Anadolu'ya sık sık elçiler göndererek antlaşma dışında paralar isti­ yor ve alıyorlardı. Selçuklu Devleti Moğol hüküm­ darlarından Batu Han'a elçi ve yüz bin dirhem yol­ layarak bu gibi olaylara engel olan bir yarlığ aldı. Ar1cak bu Baycu Noyan'ı kızdırmıştı, ayrıca ikinci bir olay onun Anadolu'ya gelmesine sebep oldu. Bu da Moğol Büyük Hanı Mengü Kaan ( 1 2 5 1 il. lzzeddin Keykavus ve Alaeddin Keykubad adına 1 255 yılında 1260) 'ın İran ve Batı ülkelerinin idaresini kar­ ortak kesilmiş altın sikke, (/. Arruk. C. Arruk, 1911) deşi Hülagü'ya (1256-1 264) vermesi idi. İl­ hanlı Devleti'nin kurucusu Hülagü Azerbaycan'daki Mugan'ı kışlak olarak kullan­ mak istemiş, bu bakımdan Baycu da kendisine uygun bir yer bulmak için tekrar Anadolu'ya girerek Aksaray'a kadar ilerlemişti Selçuklu ordusu Sultan Hanı (Ak­ saray) civarında Baycu Noyan'a karşı yaptığı savaşı kaybetti ( 1 4 Ekim 1256) . Sultan il. İzzeddin Keykavus yakınları ile Konya'dan ayrılarak önce Antalya, son­ ra da Alaiyye'ye kaçtı. Konya şehrini Moğol tahribatından bu sırada Üstadüddar olan İl-almış oğlu Nizameddin Ali kurtardı. O halkı fedakarlığa davet etmiş ve topladığı dört katır yükü altını Baycu Noyan'a götürmüştü. Baycu Noyan ise şeh­ ri tahribe yemin ettiği için, dış surları yıkmakla yetinmiş, böylece de yeminini yerine getirmişti. Ayrıca o Sultan il. Izzeddin Keykavus'u yanma çağırdı, hatta peşinden asker gönderdi ise de İzzeddin Keykavus Bizans'a sığınmayı tercih et­ mişti. Böylece Baycu'nun da uygunu ile Selçuklu tahtına Rükneddin Kılıçarslan geçti (5 Mart 1257) .86

Rükneddin Kıflçarslan ile il. İzzeddfn Keykavus 'un Saltanatı IV.

Kılıçarslan Selçuklu tahtına oturduğunda Konya civarında ordugah kur-

muş olan Baycu Noyan ile bir barış antlaşması yapıldı. Bu yeni sultanın tek ba-

181

şına saltanatı ancak birkaç ay gibi kısa bir sürede sona erdi. İlhanlı Hükümdarı Hülagü Bağdat üzerine yürüyeceği zaman, Baycu'yu da bu sefere çağırdı. Bay­ cu'nun yokluğu, il. İzzeddin Keykavus'un İznik İmparatoru il. Theodoros Laska­ ris'den ( 1254-1 258) sağladığı yardımla Konya'ya girmesine ve tahta oturmasına imkan vermişti ( 1 Mayıs 1257) . iV. Kılıçarslan bu durumda önce Kayseri'ye çe­ kildi, sonra il. İzzeddin Keykavus'a mukavemet edemeyeceğini anlayınca Ilhan­ lı Sultanı'na başvurdu ve tekrar sultanlık yarlığı elde etti. Bundan sonra iki taraf tekrar saltanat mücadelesine başladılar. il. İzzeddin Keykavus sultanlığını sür­ dürebilmek için Merağa'da bulunan Hülagü'nun huzuruna gitmek zorunda kaldı (Ağustos 1258) . Neticede Hülagü, Mengü Kaan'ın devleti iki sultanın idare et­ mesini bildiren ve ayrıca Selçuklu ülkesini ikiye bölen yarlığını tatbik etmeyi uy­ gun gördü. Mengü Kaan Kızılırmak batısında (Sivas'tan) Bizans hududuna kadar olan yerleri il. İzzeddin Keykavus'a; Sivas'tan Moğol hududuna kadar olan böl­ - geleri de iV. Kılıçarslan'a vermişti. Her iki sultan da bu yarlığı uygulamak üzere anlaştılar. Bu sırada Muineddin Pervane devlet adamı olarak kendini göstermiş ve ön plana çıkmıştı. Ayrıca burada yapılan anlaşma ile Selçuklular Moğollara yıllık haraç olarak 200.000 dinar (20 tümen) , kıymet­ li kumaşlar, 500 at ve 500 katır verecekti. iV. Rükneddin Kılıç Arslan adına Diyarbakır'da kesilmiş gümüş sikke, (1. Anuk, C Anuk, 1 971)

Daha sonra olaylar il. Izzeddin Keyka­ vus'un aleyhine gelişti. Buna mukabil iV. Kılıçarslan ve Muineddin Süleyman (Pervane)

Moğollar ile işbirliği yapıyor ve onları il. İzzeddin Keykavus aleyhine kışkırtıyor­ lardı. Nihayet Moğolların Alıncak Noyan idaresindeki bir ordusu Konya üzerine yürüdü. il. lzzeddin Keykavus Antalya'ya çekilirken, ona bağlı Selçuklu ordusu Moğollarla karşı savaşa girişiyor ve mağlup oluyordu. il. Izzeddin Keykavus bu sırada dış devletlerden yardım arıyor ve 1 260'ta Ayn CalO.t'ta Moğolları mağlup eden Memluk sultanı Baybars'a başvuruyordu. Fakat bu yardım gerçekleşmeden Moğol baskısı karşısında il. İzzeddin Keykavus Antalya'dan gemiye binerek İs­ tanbul'a kaçmak zorunda kaldı ( 1 262) . O, Istanbul'u tekrar Latinlerden geri al­ maya muvaffak olan VIII. Mikhail Palaiologos ( 1 259- 1 282) tarafından çok iyi kar­ şılandı. Böylece Selçuklu Devleti'nin iki sultan tarafından idare edilme devri so­ na eriyor, ülkeye tek başına iV. Kılıçarslan hakim oluyordu. il. Izzeddin Keyka­ vus ise daha sonra Altınordu hükümdarının yanına götürülmüş ve 1 2 79 veya 1280'de Kırım'da ölmüştür.87

iV. Kı/Jçarslan 'm Saltanatı Yukarıda belirttiğimiz saltanat mücadelelerinden faydalanan Trabzon'daki Komnenoslar 1259'da Sinop'u işgal ettiler. Bu bakımdan Selçuklu Devleti'nin Karadeniz ticareti için önemli bir liman olan Sinop'un kurtarılması gerekiyordu. Bu maksatla da İlhanlı Sultanı Abaka'dan izin alınarak ( 1 265) Sinop üzerine bir sefer tertiblendi ve şehir uzun bir kuşatmadan sonra ele geçirilerek tekrar Türk hakimiyeti altına girdi ( 1266). Bu sırada Muineddin Pervane Sinop'un kendisine verilmesini istedi. Sultan iV. Kılıçarslan, Pervane'nin devlet içindeki kudretli du-

1 82

rumu karşısında hayır demesinin mümkün olmadığım anlamış ve şehri ona

ver-

mek zorunda kalmıştı. Böylece orada Pervaneoğulları Beyliği kurulmuş oldu. Ancak bu olay sırasında sultan ile Muineddin Pervane arasında dedikodular ya­ pılmış ve ikisinin arası açılmıştı. Muineddin Pervane Moğollara dayanarak devle­ tin idaresini tamamen ele geçirmişti. Bu sebeple o sultanı, ortadan kaldırmaya karar verdi ve Abaka'dan yarlığ alarak Moğol beylerinin yardımıyla önce IV. Kı­ lıçarslan'ın içkisine zehir konuldu, daha sonra da yayının kirişi ile boğularak öl­ dürüldü ( 1 266) . 88

111. Gtyaseddin Keyhüsrev'in Saltanatı IV. Rükneddin Kılıçarslan'ın öldürülmesinden sonra yerine küçük yaştaki oğlu Gıyaseddin Keyhüsrev tahta çıkarıldı. Muineddin Pervane yine devlet için­ deki üstün mevkiini muhafaza ediyor kendisine rakip olarak Sahib Ata Fahred­ din Ali'yi görüyordu. Bu bakımdan Muineddin Pervane, Sahib Ata'yı ortadan kal­ dırmak için fırsat arıyordu. Nitekim Sahib Ata'nın Kırım'da bulunan sabık sultan

11. İzzeddin Keykavus'a yardımda bulunmasını, bu

yardımdan kendi haberi olmasına rağmen tasfiye için bir fırsat saydı ( 1 2 7 1 -72) . Neticede vezir tutuklanarak görevinden uzaklaştırıldı. Ancak Sahib Ata'nın küçük oğlunun çabasıyla İlhanlı Sultanı Abaka onu huzuruna çağırarak muha­ keme etti. Sahib Ata bu yargılama sonunda ha­ yatını kurtararak geri dönmüş, daha sonra 1 275 yazında çok değerli hediye ve paralarla eski makamını elde edebilmişti.

111. Gıyaseddin Keyhüsrev adına 1 279 yılında Kascamonu'da kesilmiş gümüş sikke, (/. Arcuk, C. Arruk, 1971)

Öte taraftan Muineddin Pervane Anadolu'da baskısı altında bulunduğu Aba­ ka'nın kardeşi Acay'dan şikayetçi idi. Muhtemelen bu durumu öğrenen Acay ona karşı daha sert davranıyordu. Muineddirı Pervane ise hayatını tehlikede görerek Memluk Sultanı Baybars'a gizlice adamlar gönderiyor ve onunla Moğolları Ana­ dolu'dan uzaklaştırmak konusunda anlaşmaya çalışıyordu ( 1 2 72-73) . Baybars onun bu teklifini kabul etmişse de, Anadolu'ya gelecek yıl gelebileceğini bildir­ mişti. Nitekim Baybars sözünde durarak Şubat 1 275 tarihinde harekete geçtiy­ se de, Pervane ona haber göndererek bu seferin bir sonraki yıla ertelenmesini istemişti. Bu nedenle Baybars da Kilikya Ermenileri üzerine yürüdü. Diğer taraftan Abaka ise kardeşi Acay'ı 1 275 yılında Anadolu'dan geri çek­ miş ve onun yerine Moğol kumandanlarından Toku Noyan'ı tayin etmişti. Sel­ çuklu beyleri ve devlet adamları bu yeni Moğol kumandanının izni olmadan her­ hangi bir hususta karar veremeyeceklerdi. Böylece Pervane, Moğollar nezdinde­ ki itibar ve itimadmı kaybetmiş oluyordu. Aııcak Alıaka 1 275 yılı Mayıs-Haziran aylarında Acay'ı tekrar Anadolu'ya göndermişti. Fakat İlhanlı Sultanı tarafından huzura çağrılan Pervane ve Toku Noyan'ın birlikte şikayetleri onun Abaka tara­ fından geri alınmasına sebep oldu. Bu sırada Pervane, Baybars ilP tPkrar tPmas

kurmuş ve Moğolları Anadolu'dan atmak için Memlüklu ordusunu harekete ge­ çirmesini istemişti . Muhtemelen bu haber Baybars'a 1 276 Baharı'nda ulaşmış, o da bu sefer için mevsimin uygun olmaması sebebiyle Anadolu'ya sonbaharda gelebileceğini bildirerek özür dilemişti. Daha sonra Alıaka Han lıalıer göndererek

1 83

IV. Kılıçarslan'ın kızı Selçuk Hatun'u oğlu Argun ile evlendirmek üzere huzuru­ na getirilmesini istedi. Pervane, Fahreddin Ali ve Selçuk Hatun ile beraber yola çıkmış (27 Mayıs 1276) ve Tebriz'e giderek Abaka'nın huzuruna ulaşmıştı. Selçuk Hatun'un düğünü için Muineddln Pervane, Abaka Han'a giderken Selçuklu Devleti'nde başka olaylar gelişiyor, Beylerbeyi Hatiroğlu Şerefeddin, Moğollara karşı Anadolu'da isyan bayrağını açıyordu. Hatiroğlu öteki Selçuklu beylerini ve III. Gıyas ed-Dln Keyhüsrev'i de bir hareket için kandırmış, ayrıca Memluk Sultanı Baybars'a da Anadolu'ya gelmesi için elçiler göndermişti. Ancak Baybars ise böyle bir hareket için acele edilmemesini, askerleri Mısır'da bulun­ duğu bir sırada Anadolu'ya gelmesinin mümkün olmadığını bildiriyordu. Hakika­ ten zaman geçmiş ve bu sırada Muineddin Pervane, Abaka'nın kardeşi Mengü Temür (Kongurtay) , Vezir Fahreddin Ali, Toku ve Todavun Noyanlar kumanda­ sında otuz bin Moğol askeri ile geri dönmüşlerdi. Neticede Moğollar Sultan Bay­ bars'ın bizzat harekete geçmediğini öğrenerek bu isyanı bastırdılar ve Hatiroğlu Şerefeddin'i yakalayarak yargıladılar. O ve beraberindeki Selçuklu beylerinin büyük bir kısmı idam edildi (Ekim 1276) . Böylece Hatiroğlu isyanı bastırılmış, ancak Moğollar Anadolu'yu daha sıkı bir kontrol altına almışlardı. Nihayet Sultan Baybars Anadolu'yu Moğol istilasından kurtarmak için 7 Ni­ san 1277'de Haleb'den yola çıktı. Onun bu sefere çıkmasında Pervane ile beraber Selçuklu devlet adamlarının teşviklerinin de rol oynadığı rivayet edilmiştir. Bay­ bars ve Memluklu ordusu Nisan ayı içinde Elbistan ovasına ulaştı. Burada Moğol­ lar ile Memluk ordusunun ilk karşılasması öncü kuvvetleri arasında oldu ve bu ilk savaşta üç bin kişilik Moğol öncüleri bozguna uğradı. Muineddin Pervane de Mo­ ğollar ile beraberdi ve ordunun sayısı Gürcü ve Selçuklu yardımcı kuvvetleri ile 15-16 bin kişiye ulaşıyordu. Memluk ordusunun sayısı ise muhtemelen otuz bin civarında idi. Esas savaş 15 Nisan günü oldu ve Moğolların kesin şekilde mağlu­ biyetiyle sonuçlandı. Muineddm Pervane ise savaşın neticesini gördükten sonra önce Kayseri'ye kaçmış, orada bulunan Sultan III. Gıyaseddin Keyhüsrev'i, kendi karısı ve devlet adamlarını beraberine alarak Tokat'a gitmişti. Sultan Baybars El­ bistan ovasında kazandığı zaferden sonra Kayseri'ye doğru ilerledi ve 20 Nisan'da büyük bir sevinç ve merasimle karşılandığı bu şehre girdi. Baybars buradan Per­ vane'ye haber gönd Terek huzuruna gelmesini bildirdiyse de. Pervane on beş gün daha süre istiyor ve bu arada Abaka ile temasa geçmeye çalışıyordu. Baybars onun ikiyüzlü siyasetini anlamış, ordusunda yiyecek ve yem sıkıntısı başlaması üzerine Kayseri'de altı gün kaldıktan sonra geri dörunüştü. Muineddin Pervane bütün bu olup bitenlerden sonra durumu Abaka'ya bil­ diriyor, daha önceden olayları öğrenmiş olan Abaka da otuz bin atlı ile Anado­ lu'ya hareket ediyordu (Haziran 1277) . Abaka Han önce savaşın olduğu Elbistan ovasına ilerledi. Muineddin Pervane, Sultan III. Gıyaseddin Keyhüsrev ve Sahib Fahreddin Ali de ona iltihak ettiler. Abaka Elbistan ovasındaki Moğol ölülerini gördüğü zaman çok üzülmüş, bu olayda suçlu olarak Pervane'yi görmüştü. İlhan­ lı sultanı önce bu bölgedeki Türkmenlerden eline geçirdiklerini ortadan kaldır­ mış, daha sonra da Anadolu'daki şehirlerin yağmalanmasını ve halkının öldürül­ mesini emretmişti. Bu sırada birçok ilim ve devlet adamı Moğolların elinden kurtulamayarak öl-

184

dü. Abaka, Anadolu'da özellikle Türkmenlerin başlattığı isyan hareketleri üzeri-

ne, kardeşi Şehzade Kongurtay'ı Sahih Ata ile birlikte Karamanlıların cezalandı­ rılması için görevlendirdi. Daha sonra o beraberinde Pervane olduğu halde yo­ luna devam etti ve yolu üzerinde bulunan ve Pervane'nin iktaı olan müstahkem Şebinkarahisar'ın teslimini istedi. Ancak kale kumandanı Seyfedd!n'in burayı Pervane'ye teslim etmemesi Abaka'nın daha da kızmasına sebep oldu. Neticede Abaka Moğolların yazlık karargahı olan Van Gölünün kuzeyindeki Aladağ'a gele­ rek burada Pervane hakkında kumandanları ile görüşmeler yaptı. Bu sırada özellikle Baybars ile gizlice işbirliği yapması ve öldürülen Moğol kumandanlarının ailelerinin ısrarları Pervane'nin aleyhine oldu. O maiyyetiyle öldürüldü (2 Ağustos 1 277) . Böylece Anadolu tarihinde önemli bir rol oynayan bu devlet adamının sağladığı geçici bir sükun devri sona ermiş oldu.89

Siyavuş (Cimri) Olayı Türkmenler Anadolu'daki Moğol zulmüne karşı za­ man zaman başkaldırıyorlar ve istiklallerini elde etmeye çalışıyorlardı. Sultan Baybars Kayseri'ye kadar ilerlediği zaman, onu karşılayanlar ara­ sında Karamanoğlu Ali Bey de bulunuyordu. Baybars burada Karamanlılara beylik menşurla­ rı ve sancaklar verdi. öte taraftan Karamanlılardan Mehmed Bey kendi aşiretinin yanısıra Eşref ve Menteşe beylerini de alarak harekete geç­ Sultan Siyavuş (Cimri) adına 1 276 yılında Konya'da kesilmiş miş ve önce Aksaray üzerine yürümüştü, fakat altın sikke, (/. Anuk, C. Anuk, 1971) burada başarılı olamayınca Konya'ya ilerledi. Mehmed Bey'in yanında bir rivayete göre, Kırım'da bulunan II. lzzeddin Keyka­ vus'un oğullarından Alaeddin Siyavuş, da vardı (Bir kısım kaynak ve araştırıcı­ lar bu şahsın Selçuklulardan olduğunu kabul etmemekte, düzmece bir şehzade olduğunu öne sürmektedirler. Nitekim alay etmek ve küçük düşürmek maksa­ dıyla o Cimri lakabıyla anılmıştır) . Mehmet Bey, Alaeddin Siyavuş adına Kon­ ya'nın teslimini istedi. Selçuklu Devleti ileri gelenlerinden Naib Em1nedd1n Mi­ kail bu teklifi reddederek Konya'yı müdafaaya hazırlandı ise de, bunda başarılı olamadı. Karamanoğlu Mehmed Bey Zilhicce 14 Mayıs 1 277 günü şehre girdi, beraberindeki Türkmenler de bu zengin şehri yağmaladılar. Nihayet Alaedd!n Siyavuş Selçuklu tahtına oturtularak "sultan" ilan edildi, adına hutbe okundu ve para basıldı.90 Konya'nın ileri gelenleri de bu yeni sultana biat ettiler. Bu sırada divan top­ lantısında; bundan sonra divanda, sarayda ve resmi toplantılarda, mecliste ve meydanda Türkçeden başka dil kullanılmayacağı hususunda çok önemli bir ka­ rar alındı.9 ı Daha sonra Alaeddin Siyavuş'un durumunu kuvvetlendirmek için IV. Kılıçarslan'ın kızı ile evlendirilmek istendi. Kızın annesi Gazalya Hatun, vakit kazanmak maksadıyla çeyiz hazırlığı için dört ay süre istedi, Hatun'un bu isteği uygun karşılandı. Mehmed Bey ve bu yeni Selçuklu Sultanı'nın ilk başarısı Sahih Ataoğulları'na karşı oldu. Sahih Ata-oğulları Taceddin Hüseyin ve Nusretedd1n Hasan asker toplayarak ve Germiyanlı Türkmenleri'ni de beraberlerine alarak Konya'ya doğru harekete geçtiler. Mehmed Bey ve Alaedd!n Siyavuş da Akşehir istikametinde yürüdüler.

185

Taceddin Hüseyin Değirmençayı geçerken öldürüldü, bu suretle başlayan savaşta ölenler arasında Nusreteddln Hasan da bulunuyordu (26 Mayıs 1277) . Karamanlılar bu savaşta birçok Selçuklu devlet adamını da öldürdüler, daha sonra Karahisar (Afyon) üzerine yürüdülerse de gayet müstahkem olan bu ka­ leyi alamayarak Konya'ya döndüler (Haziran 1277) . Ancak bu sırada İlhanlı Şeh­ zadesi Kongurtay, Sahib Ata ve Sultan III. Gıyaseddin Keyhüsrev'in büyük bir ordu ile ilerlemekte oldukları haber alındı. Mehmed Bey muhtemelen bu ordu­ ya karşı koyamayacağını anlayarak Alaeddln Siyavuş ile Konya'yı terk edip Er­ menek tarafına gitti. Onun ve Alaeddin Siyavuş'un Konya'daki hakimiyetleri otuz yedi gün sürmüştü. Selçuklu ve Moğol kuvvetleri onları takip ettiler. Öte ta­ raftan Sultan III.Keyhüsrev ve Sahib Ata beraberlerinde bir Moğol birliği olduğu halde tekrar harekete geçerek Mut Ovasına (İçel) girdiler, nihayet etrafı keşfe çıkmış olan Mehmed Bey'i yakalayarak öldürdüler. Alaeddin Siyavuş ise Anado­ lu'nun batı uç bölgelerine giderek Türkmenleri etrafına toplamış ve mücadeleye devam etmişse de, başarılı olamamış, Sultan Gıyaseddin Keyhüsrev ve Sahib Ata idaresindeki Selçuklu ordusuna esir düşerek öldürülmüştür (muh. 1278) .92 Muineddin Pervane'nin öldürülmesinden sonra İlhanlı Sultanı Abaka, karde­ şi Kongurtay ile Vezir Şemseddin Muhammed Cuveyni'yi Anadolu'ya gönderdi. Kongurtay Anadolu'da bozulan düzeni sağlarken, Cuveynl de mali meseleleri halledecekti. Öte taraftan Kırım'da bulunan il. İzzeddin Keykavus tahta yeniden geçmek ümidini kaybetmemiş, oğullarını da bu yönde bilinçlendirmiş ve Me­ sud'u da veliahd tayin etmişti. Nitekim o öldükten sonra oğlu Mes'ud maiyyetiy­ le birlikte Anadolu'ya geldi (1280) . Bu sırada Çobanoğullarından Muzaffereddin Yavlak Arslan onu beraberine alarak Abaka'nın huzuruna götürdü. Abaka Han, Mes'ud'a Doğu Anadolu'dan bazı vilayetler tahsis etmiş, fakat yanından ayırma­ mıştır. Bir süre sonra Abaka öldü (1282) ve yerine samimi bir Müslüman olan Ahmed Teküdar İlhanlı Devleti'nin başına geçti. Sultan Ahmed Teküdar da Sel­ çuklu ülkesini Sultan III. Gıyas ed-Din Keyhüsrev ve Mes'ud arasında ikiye böl­ dü. Sultan III. Gıyaseddin Keyhüsrev ise devletin ikiye bölünmesini kabul etme­ di ve beraberinde Kongurtay, Sahib Ata Fahreddin Ali olduğu halde Ahmed Te­ küdar'ın huzuruna gitmek üzere yola çıktı. Bu sırada İlhanlı Devleti'nde sultan­ lık mücadelesi başlamış, Kongurtay öldürülmüş, Gıyaseddin Keyhüsrev bir süre Erzurum'da bekledikten sonra İlhanlı hükümdarının huzuruna çıkmıştı. Fakat İl­ hanlı Devleti'nde süren taht mücadelesini Argun Han'ın kazanması Mes'ud'un işine yaradı. Argun onu Selçuklu sultanı tayin etti. Gıyaseddin Keyhüsrev'i de tahttan indirip Anadolu'ya gönderdi, fakat daha sonra adamları vasıtasıyla yayı­ nın kirişi ile boğdurdu ( 1 Mart 1284).9:3

il. Gwaseddin Mes 'ud'un Saltanatı Sultan Gıyaseddin il. Mes'ud ise 1284 yılı Şubat ayında törenle Konya'da tahta çıkmıştı. Öte taraftan Argun Han da kardeşi Geyhatu'yu yirmi bin kişilik bir kuvvetle Anadolu'ya gönderdi. Bu Moğol ordusu Erzincan'da oturdu. Ancak gerek bu şehzade ve gerekse Anadolu'daki Moğol askerlerinin bütün masrafları

1 86

Selçuklu hazinesinden ödeniyor, bu sebeple büyük güçlük çekiliyordu. Vezir Sa-

hib Ata bu masrafları kendi hazinesinden karşıladığı gibi, borca bile girmişti. An­ cak Selçuklu başkentinde bu sırada başka olaylar gelişiyor, bu sebeble II. Mes'ud Kayseri'ye gitmek zorunda kalıyordu. Bu gelişen olaylarda en büyük rolü, III. Gı­ yaseddin Keyhüsrev'in annesi oynuyordu. O iki torununu Konya'da tahta çıkar­ mak için Karamanlılar ve Eşrefoğullarından yardım istiyordu. Bu maksatla Ka­ ramanoğlu Güneri Bey'e beylerbeylik, Eşrefoğlu Halil Bey'e de saltanat naibliği veriyordu. Nitekim 1 4 Mayıs 1285'te Gıyaseddin Keyhüsrev'in çocukları Kon­ ya'da tahta oturtuldular. Ancak kısa süre içinde bunlar yakalanarak yargılanmak üzere Argun Han'a gönderildiler ve ortadan kaldırıldılar. Bir süre sonra Geyha­ tu'nun Konya'ya geldiğini görüyoruz (Nisan 1 286) , muhtemelen Sultan Mes'ud da onunla beraberdi. Bu sırada Germiyanlılar harekete geçerek Beyşehir bölge­ sini yağmaladılar. Moğol ve Selçuklu kuvvetleri onları mağlup ederek bu Türk­ menlarin faaliyetlerini bir süre için durdurmaya muvaffak oldular. Geyhatu'nun Konya'ya gelmesiyle Orta Anadolu'da sükunet sağlanırken, batıdaki uç bölgele­ ri Karaman, Germiyan ve Eşrefoğullarının hareketleri nedeniyle kargaşa içinde bulunuyordu. Nihayet 1288 yılı başlarında bu üç Türk beyliği de Sultan II. Mes'ud'a itaat ettiler.94 Fahreddin Ali'nin ölümünden sonra Moğollar ve­ zirlik için Anadolu'ya Fahreddin Kazvlnl'yi gön­ derdiler. O kalabalık bir İranlı memur grubu ile gelerek göreve başladı. Bu devrede Moğollar ar­ tık Selçuklu Devleti'ne tamamen el koymuşlar­ dı. Fahreddin Kazvlnl'nin ağır vergileriyle Ana­ dolu'da bir zulüm ve soygun devri başladı. Niha­ yet bu zalim vezirin ve Saltanat Naibi Muci­ reddln Emir Şah'ın davranışlarından Argun Han'a şikayetçi olundu. Bu şikayetler sebe-

il. Gıyaseddin Mesud adına 1 290 yılında kesilmiş gümüş sikke,

biyle her ikisi de görevlerinden uzaklaştırıldı. Ayrıca Fahreddin Kazv!ni yaptığı zulümleri hayatı ile ödedi ve Tebriz meydanında başı vuruldu ( 1 29 1 ) . Bundan sonra Anadolu'da mail işleri yürütmek için Yavlak Arslan oğlu Nasıreddln adın­ da bir Türk görevlendirildi. Nasıreddln adil işleri ve doğruluğu ile halkın sevgi­ sini ve aynı zamanda Geyhatu'nun da itimadını kazandı. Ancak tlhanlı Sultanı Argun'un ölümüyle Geyhatu'nun onun yerine geçmesi (Temmuz 1 29 1 ) ve bu se­ beple Anadolu'dan ayrılması ülkede bir boşluk yarattı. Bundan yararlanan Kara­ manlılar harekete geçmişler ve Halil Bahadır'ın idaresinde Konya'ya saldırmış­ lardı. Bu sırada Sultan Mes'ud Kayseri'de bulunuyor ve çaresiz kalarak bu duru­ mu acele Sultan Geyhatu'ya bildiriyordu. Geyhatu'nun gelişini Konyalılar se­ vinçle karşıladılar. O askerlerinden bir kısmını Akşehir tarafına gönderirken, kendisi Karaman ülkesine ilerledi. Bu Moğol akınları Denizli-Muğla yörelerine kadar uzandı. Öte taraftan II. tzzeddin Keykavus'un oğullarından Kılıçarslan, Çobanoğullarından Muzaffereddln Yavlak Arslan ile birleşerek Kastamonu yöre­ sinde İlhanlılara karşı harekete geçmişti. Gcyhatu, Sultan Mcs'ud'u bazı Moğol kumandanları ile beraber göndererek kuzeydeki bu hareketi de bastırdı ve lran'a döndü (1 292). Onun dönüşü ve Selçuklu-Moğol ordusunun da seferde bu­ lunmasından yararlanan Karamanlılar tekrar harekete geçerken, Eşrefoğulları da Gavele kalesine kadar ilerleyip etrafı yağmalamışlardı.

187

Sultan II. Mes'ud'un Gazan Han'ın huzu-

,\ runa gitmesini de engelledi. Neticede Baltu l\ Kilikya Ermenileri tarafından yakalanarak

�....lllH'

111.

Alaeddin Keykubad adına 1 30 1 yılında Antalya'da kesilmiş gümüş sikke, (/. Artuk. C. Artuk, 1 971)

Tebriz'e gönderildi ve orada öldürüldü ( 1 4 Ekim 1 296). Sultan il. Mes'ud bu olaydan sonra Gazan Han'ın huzuruna çı­

kabildi ise de, hükümdarlıktan azledilmek­ ten kurtulamadı ve Hemedan'a sürül­ dü. 95

/il. Alaeddfn Keykubad'm Saltanatı il. Mes'ud'un yerine yeğeni III. Alaeddln Keykubad Selçuklu sultanı tayin edildi, vezir ise Tebrizli Şemseddin Ahmed Lakuşl olmuştu. Bu olaylar sırasında Anadolu dört mall bölgeye ayrıldı. Bölgelerin başına tayin edilen görevliler hal­ kı tamamiyle sömürmüşler, hatta gelecek yılların vergilerini alacak kadar ileri gitmişlerdi. Sultan III. Alaeddln Keykubad da, Sülemiş isyanı sırasında tarafsız kalmış, onun bu şekildeki davranışı Gazan Han'ı memnun etmişti. Nitekim III. Alaeddln Keykubad, İlhanlı sultanının huzuruna gittiği zaman, Gazan Han memnuniyetini göstererek onu Hülagü'nun kızı ile evlendirdi. Selçuklu sultanı daha sonra tek­ rar ülkesine döndü. Ancak bundan sonra onun da Moğollar gibi halkın varlığına el uzatmaya başladığını ve zorla para toplamaya giriştiğini görüyoruz. Bunda belki en önemli rolü ona atabey tayin edilen Karahisarlı Kadı Mec­ deddln ile Müşrif Seyyid (Şerefeddln) Hamza oynamıştı. Çok geçmeden halk Anadolu'daki Moğol askeri Kumandanı Abişga'ya durumdan şikayetçi oldular. Abişga önce her iki devlet memurunu öldürttü, Sultan III. Alaeddln Keykubad'ı ise Kayseri-Elbistan arasında karargahının bulunduğu Yabanlu'ya getirtti. III. Alaeddln bir ara Konya'ya doğru kaçmaya çalıştı ise de muvaffak olamadı ve Ga­ zan Han'ın huzuruna gönderildi ve yargılama sonunda idama mahkum edildi. Arlcak Hülagü'nun kızı olan eşi sayesinde ölümden kurtuldu ve sözde var olan tahtından azledilerek Isfahan'a gönderildi (701/130 1 -2). III. Alaeddln Keyku­ bad'ın ölünceye kadar Isfahan'da yaşadığı rivayet edilir.96

il. Mes 'ud'un İkinci Saltanatı ve Türkiye Selçuklu Devleti'nin Sonu Bu sırada Hemedan'da bulunan il. Mes'ud ikinci kez olmak üzere sultanlığa getirildi ( 1 302) ve Konya'ya dönerek tahta oturdu. Onun bu ikinci hükümdarlı­ ğı esnasında adının geçmesi bir isyanla ilgilidir. Aksaray-Niğde arasında Develü­ hisar (Dulhisar) kalesini Cahıoğlu adında bir şahıs işgal etmişti. Abişga ve Sul­ tan Mes'ud bu kaleyi kuşattılarsa da, Gazan Han'ın Mayıs-Haziran 1 304'te ölme­ si üzerine kuşatma kaldırıldı. I!hanlı tahtına ise Muhammed Olcaytu çıkmış ve yeni sultan Anadolu'daki

188

kargaşalığı düzeltmek için akrabası İrincin Noyan'ı Moğol kuvvetleri kumandanı tayin etmişti (Haziran-Temmuz 1 305) . Bundan sonraki olaylar içinde Selçuklu

Sultanı II. Mesud'un varlığı ile yokluğu birdir. Türkiye Selçuklularının bu son hü­ kümdarını çağdaş müellifler bile hemen hemen hiç zikretmezler. Genellikle Gı­ yaseddin II. Mesud'un 708/1308 yılında öldüğü ve Türkiye Selçuklu Devleti'nin sona erdiği kabul edilmiştir.97

Dİ PNOTLAR Bk. Raşid Al-Din Fazlalliih, Cami Al-Tavarih, !!. cilt, 5. cüz. Selçuklular Tarihi, Yay. Ahmed Ateş, Ankara 1960, s. 28; Aksaraylı Mehmed oğlu Kerimüddin Mahmud, Müsameret ül-Ah­ bar, Ankara 1944, s. 1 6 , Trk. Trc. Mürsel Oztürk, Ankara 2000, s. 1 l ; Ahmed b. Mahmud, Selçuk-Name, haz. E. Merçil, Il, lstanbul 1977, s. 144-145; Osman Turan, Selçuklular Za­ manında Türkiye, lstanbul 197 1 , s. 45-46. 2 Bk. Turan, ag.e., s. 46.

3 Bk. A. Sevim, "Sıbt lbnü'l-Cevzi'nin Mir'atü'z-Zaman fi Tarihi'l-Ayan Adlı Eserindeki Selçuk­ lularla ligili Bilgiler", III. Sultan Melikşah Dönemi, Belgeler, Ankara 2000, Sayı 24, s. 12-15; Aynı mlf., Suriye ve Filistin Selçukluları Tarihi, Ankara 1983, s. 6.8-69; Turan, a.g.e., s. 48. 4 Selçuklu Devleti'nin kuruluş tarihiyle ilgili geniş tahlil için Bk. l. Kafesoğlıı, "Anadolu Selçuklu Devleti Hangi Tarihte Kuruldu", TED, Sayı 1 0- 1 1 , lstanbul 1 9 8 1 . 5 B k . Gregory Abu'l-Farac (Bar Hebraeus), Abu'l-Farac Tarihi, Türkçeye çev. Ö. R . Doğrul, Ankara 1987, s. 328-329; l. Kafesoğlu, Sultan Melikşah Devrinde Büyük Selçuklu impara­ torluğu, lstanbul 1953, s. 75; M. H. Yinaç, Türkiye Tarihi Selçuklular Devri, lstanbul 1944, s. 105. 6 Bk. G . Ostrogorsky, Bizans Devleti Tarihi, Çvr. Fikret Işıltan, Ankara 1 98 1 , s. 323-324. 7 Bir rivayete göre, "Kutalmışoğlu Süleyman lznik ve ona tabi yöreleri 46711074-75'te fethet­ ti" Bk. Azimi Tarihi (Selçuklular Dönemiyle llgili Bölümler: H. 430-538) , Hazırlayan A. Se­ viın, Ankara 1988, s. 2 1 . 8 The Aleksiad of Anna Comnena, Translated from the Greek By E . R. A . Sewter, 1969, s. 198; Turan, a.g.e., s. 6 1 . 9 Ebu'l-Ferec, ! , 332; Yinanç, Türkiye Tarihi, s . 124; Turan, a.g.e., s. 70. 10 Bk. Sıbt, Belgeler, III, s. 60; Ebu'l-Ferec, 1, s. 33 1 ; Azimi Tarihi, s. 24; Urfalı Mateos Veka­ yinamesi (952-1 136) ve Papaz Grigor'un Zeyli, Çvr. Hrant D. Andreasyan, Ankara 1962, s. 1 6 1 ; Turan, ag.e., s. 7 1 -72. 11 Mateos, Trk. Trc., s. 1 70- 1 7 1 ; Yinanç, Türkiye Tarihi, s. 123-125. 12 Geniş bilgi için bk. Sevim, Suriye Selçukluları, s. 1 1 2- 1 1 9. 13 Bkz. ag.e., s. 1 1 9-124; Ali Sevim, Anadolu Fatihi Kutalmışoğlu Süleymanşah, Ankara 1990, s. 36-38. 14 Yinanç, Türkiye Tarihi, s. 128.

15 Bkz. Aleksiad, s. 199-200; Turan, ag.e., s. 77; E. Merçil, Müslüman Türk Devletleri Tarihi, Ankara, 2000, s. 1 1 0. 16 Yinanç, Bursuk mad. lA, s. 1088; Kafesoğlu (Sultan Melikşah, s. 105) 1089 sonları; Turan (Selçuklular Zamanında Türkiye s. 85) 1086 sonu-Nisan 1087 arası ve C. Cahen (Pre-Otto­ man Turkey, London 1968, s. 80) 1087 gibi değişik tarihler veriyorlar. 17 Bkz. Aleksiad, s. 207. 18 Levunion, Meriç'in aşağı mecrasında sağ tarafta bir şehir olup, adını bu şehirden alan savaş­ ta Bizanslılar ile Kumanlar birleşerek Peçenekleri mağlup ve tamamen imha ettiler, bk. A. N. Kurat, Çaka Bey, Ankara 19633, s. 42.

H l Bkz. l. Kafesoğlu, "Selçuklu (,:ağındaki lzmir Türk Beyinin Adı: Çaka mı, Çağa mı, Çakan mı? " Tarih Dergisi, s. 34, lstanbul 1984, s. 55-60.

20 Bkz. Alexiad, s. 207-208. 21 Ebu'l-Kasım hakkında geniş bilgi için bk. Alexiad, s. 201-208; Kafesoğlu, Sultan Melikşah, s. 102-106; Müslüman Türk Devletleri, s. 1 1 0- 1 1 4. 22 Bkz. Alexiad, s. 2 1 0; Turan, a.g.e., s. 96; A. Ozaydın, Sultan Berkyanık Devri Selçuklu Ta­ rihi (485-498/1092-1 104), lstanbul 200 1 , s. 125.

23 Özaydın, aynı yer; !. Demirkent, Türkiye Selçuklu Hükümdarı Sultan 1. Kılıç Arslan, Anka­ ra 1996, s. 15. 24 Bkz. Alexiad, s. 210.

189

25 Bkz. Kurat, Çaka Bey, s. 53-54. 26 Fazla bilgi için bk. Runciman, Haçlı Seferleri Tarihi, (Çev. Fikret lşılt.an) , il. Cilt, Ankara 1987, s. 15-25; Demirkent, Sultan !. Kılıç Arslan, s. 2:3-46. 27 Fazla bilgi için bk, A. Özaydın, "Danişmendliler", Doğuştan Günümüze Büyük 1slan1 Tarihi, lstanbul 1988, VIII, s. 126-128. 28 Bkz. lbnü'l-Esir, İslanl Tarihi El-Kamil Fi't-Tarih Tercümesi, X, (Çev. A. Ozaydm), Istaııhul 1987, s. 344-345; Ebu'l-Ferec, il, s. 346-:347; Mateos, s. 2:3 1 ; A. Özaydın, Sultan Muhanlmed Tapar Devri Selçuklu Tarihi (498-51 111105- 1 1 18), Ankara 1990, s. 62-6:3. 29 Turan, Türkiye, s. 153; Özaydın, a.g.e., s. 65. 30 Alexiad, s. 453-456, 488-49 1 ; Turan, a.g.e., s. 154-160; Özaydın, a.g.e., s. 66-67. 31 Ebu'l-Ferec, il,

s.

359; Mateos, s. 282.

32 Ebu'l-Ferec, il, s. 360-36 1 ; Turan, Selçuklular Zanlanında Türkiye, s. lfi8-170; E. Merçil, "Bizans'ta Selçuklu Hanedan Mensupları", XI. Türk Tarih Kongresi, Ankara 1994, s. 7 1 2713. :33 Bkz. loannes Kinnanlos'un Historiası ( 1 1 1 8-1 176) , Yayına haz. !. Demirken!., Ankara 200 1 , s. 19-24; Niketas Khoniates, Historia, (Çev. Fikret. Işıltan), Ankara 1995, s. 25-:30; Merçil, Müslüman Türk Devletleri, s. 1 2 1 . 3 4 Kinnarnos, s. 3 3 vdd.; Niket.as, s. 36; Turan, a.g.e., s. 180-182. 35 Bkz. S. Ruııciman, Haçlı Seferleri Tarihi, il. Cilt, (Çev. Fikret Işılt.an) , Ankara 1987, s. 222226. 36 Papaz Grigor Zeyli (Mateos) , s. 300-304; Ebu'l-Ferec, il, s. 387-388; lbııü'l-Esir, XI, Trk. trc. A. Özaydın, Istanbul 1987, s. 144, 1 7 1 ; Runciman, Trk. trc . , il, s. 275-276. 37 Papaz Grigor Zeyli (Mateos), s. 308-31 l ; Ebu'l-Ferec, il, s. 392; Turan, Türkiye, s. 1 9 1 - 1 92. 38 Sultan Mesud Dönemi hakkında fazla bilgi için bk. Muharrem Kesik, Türkiye Selçuklu Dev­ leti Tarihi Sultan 1. Mesud Dönemi (1 1 16-1155), Ankara 2002 (Türk Tarih Kurumu'nda ya­ yımlanacak). 39 Maraş bölgesinde muhtemelen aynı adı taşıyan nehrin kenarında yer alan bir kale, bk. E. Honigmaıııı, Bizans Devleti'nin Doğu Sının, (Trk. trc. Fikret Işıltan), lstanbul 1970, s. 60, ıı. 6. 40 Nikel.as, Trk. Trc. s. 80-8 1 ; Papaz Grigor Zeyli (Mateos), s. 3 1 :3-3 16; Ebu'l-Ferec, il, s. 393; Turan, Türkiye, s. Hl7-200. 41 Niketas, s. 81 -8:3; Papaz Grigor Zeyli (Mateos), s. 329, :334; Kinnamos, 140, 145, 149- 1 5 1 ; Ebu'l-Ferec, i l , s. :3 19; Turan, Türkiye, s . 200-202. Merçil, "Bizans't.a Selçuklu Hanedan Mensupları", s. 713. 42 Niketas, s. 84-86; Ebu'l-Ferec, il, s. 406, 4 1 0 , 4 1 7-418; lbnü'l-Esir, Trk. trc., XI, s. 257-258; Turan, Türkiye, s. 202-205; Merçil, a.g.e., s. 714. 43 Niketas, s. 1 1 9-132; Kinnaınos, s. 2 1 4-2 15; Ebu'l-Ferec, il, s. 421 -422; Turan, Türkiye, s. 205-209. 44 Ebu'l-Ferec, il, s. 424-426; lbnü'l-Esir, Trk. trc . , XI, s. 366, ;370.:372; R. Şeşen, "lrnad al-Din al-Katib al-Isfahanl'nin Eserlerindeki Anadolu Tarihiyle llgili Bahisler", SAD, III, Ankara 1 9 7 1 , s. 266, 268-2 7 1 ; Turan, Türkiye, s. 2 1 1 -2 1 3; E. Merçil, "Sultan Salahaddin Eyyübl'nin Anaclolu'daki Türk Devletleriyle Münasebetleri", Belleten, sayı 209, Ankara 1990, s. 4 1 9 . 45 Niketas, s. 1:3:3-138; Turan, Türkiye, s. 2 1 4-2 15. 46 Bilgi için bk. S. Runciman, Haçlı Seferleri Tarihi, III, (Çcv. Fikret Işılt.aı1) , Ankara 1 987, s. 12-13; !. Demirkent, Haçlı Seferleri, Istanbul 1997, s. 149- 1 52; Turan, Türkiye, 22 1 -224. 47 Bkz. Merçil, Müslüman Türk Devletleri, s. 130- 1 3 1 .

48 Rkz. Merçil, "Nal-Baha ve Kullanılışına Dair Örnekler", Belleten, sayı 227, Ankara 1 996, s . 22-24. Aynı mlf. "Bi7..ans't.a Selçuklu Hanedan Mensupları", s. 7 1 5 . 49 Lampron, Toros v e Bulgar dağlarının güneyinde, Gülek Boğazı'nın batısmda Tarsus'a hakim bir kale, bk. Turan, a.g.e., s. 452, not. 85. 50 Bkz. lbn Bibi, El-Evanlirü'l-Aliiiyye fi'l-Umfıri'l-Aliiiyye (Selçuk-name) , Trk. trc:. M. Özt.ürk, Ankara 1996, !, s. 88-94; Aksarayl, Trk. trc . , s. 24; Turan, Türkiye, s. 254 vdd.; M. Brosset , Histoire De La Georgie, 8. Petersbourg, 1 849, s . 459-46:3. 5 1 Bkz. lbnü'l-Esir, Trk. Trc. A. Ağırakça-A. ()zaydm, XII, Ist.anbul 1U87, s. 166; Ehul'-Ferec, il, s. 485-486; Turan, a.g.e., s. 261 -262.

190

52 lbn Bibi, Trk. Trc., s. 97- 1 0 1 , 104-108; Aksaray], Tık trc:. s. 24-25; lbnü'l-Esir, Trk. t.rc., 167, 169- 1 70; Ebu'l-Ferec, s. 486; Turan, Türkiye, s. 272-274. 5;3 Bkz. G. Ostrogorsky, Bizans Devleti Tarihi, (Çev. Fikret Işıltan), Ankara 198 1 , s. 393.

s.

54 Bkz. lbn Bibi, Trk. trc . , 488.

s. 1 1 5- 1 1 9; ltınü'l-Esir, Trk. trc . ,

Xll,

s. 209-2 1 0 ; Ebu'l-Ferec, i l , s.

Çizgileriyle Selçuklu Ermeni Ilişki leri , Ankara 198!3, s. !J:J-!34; M. Er­ san, "Kilikya Ermeni Krallığı'nın Türkiye Selçuklularına Tabiyet.i Meselesi", Prof. Dr. İsma­ il Aka Armağanı, lzmir 1999, s. 308.

55 Bkz. A. Sevim, Genel

56 Bkz. Ost.rogorsky, 57

a.g.e., s. !396-:397.

El-Eviirnirii'l-Alfilyye Fi'l-Umi'ıri'l-Alfilyye, (tıpkıbasım), Ankara 1 956, s. 1 07- 1 1 1 . Krş. Tu­ ran, a.g.e., s. 28B-290.

58 Bu hükümdar için ayrıca bk. T. Baykara, I. Ankara 1997. 59 [bn Bibi, Trk. trc . , 60 !tın Bltıl, Trk. trc . ,

Gıyaseddin Keyhüsrev ( 1 164- 12 1 1 ) Gazi-Şehit,

s. 154- 1 60; Aksaray!, Trk. trc., s. 168- 1 7 1 ; Etıu'l-Ferec,

il,

s.

25; Turan,

a.g.e., s. !300-!3 0 1 .

s. 4B7; Turan, a.g.e., s. !302-306.

61 Bkz. Ersan,

a.g.e., s. 308.

62 Bkz. Sevim,

Selçuklu-Ermeni ilişkileri, s. !34-36; Turan, Türkiye,

s. 309-3 1 0 .

s.

!312-3 1 6 . ;

Ersan, a.g.e.,

6!3 Bk z . lbn Bilıl, Trk. trc . , 1 , s. 2 0 1 - 2 1 6 ; llınü'l-Esir, Trk. trc . , X l l , s. !300, 3 1 2; Ebu'l-Ferec, Tı'k. trc., il, s. 500-50 1 . Ayrıca bu Selçuklu hükümdarı için tık. Salim Ko ca, Sultan I. lzzeddin

Keykavus ( 12 1 1 -1220), Ankara 1 997.

64 !tın Bibi, Trk. trc., s. 200 vctd. ; lbnü'l-Esir, Tı'k. trc . , XII,

Turan, Türkiye, s. 325-3!30.

s. !3 1 2 ; Ebu'l-Ferec, il, s. 504-505;

65 !tın Blbl, Trk. trc . , 1, s. 253-275; Etıu'l-Ferec, Trk. tn:., il,

6 6 Bkz.

s. 5 1 6 .

Türkiye, s. !338-3!39.

67 !tın 13lbi, Trk. trc.,

1, s. 28!3-28B; Turan, a.g.e., s. :J!JB-34 1 .

Meski'ı.kil.t-ı lsla­ miyye, lst.antıul 1 !32 1 , s. 146- 1 83 ve !sınai! Galib, Meski'ıkil.t-ı Selcukıyye, lstanbul 1 !309, s.

68 Bu sikkelerden bazıları zamanımıza kadar gelmiştir. Bk. Ahmed Tevhid, 26-37. G9 Bkz. Sevim,

Selçuklu-Ermeni Ilişkileri, s. !JG-!37; Ersan, a.g.e., s. 31 l -!3ı:J. s. 292 vdd. ; lbnü'l-Esir, Xll, s. 420-42 1 . Turan, Türkiye, s. 347-

70 Bkz. !tın Bibi, Trk. trc . , 1, :35 1 .

7 1 ltınü'l-Esir, Trk. trc., Xll, !356.

s . 389, 44 1 ; !tın Bibi, Trk. trc. , 1 , s. !366-:370. Turan, a.g.e., s . 35!3-

72 Bu tarih için Bk. Turan, a.g.e.,

s. 352. Buna mukabil Y. Yücel (XIIl-XV. yüzyıllar Kuzey Ba­ tı Anadolu Tarihi, Çoban-oğullan Candar-oğullan Beylikleri, Ankara 1 980, s. !39) bu tarihi

1224, CI. Cahen (Pre-Ottoman Turkey, s. 126) ise, 1 225 olarak vermektedirler. Z. V. To­ gan'in (Umumi Türk Tarihine Giriş, istanbul 1970, s. 203) zikrettiği tarih ise 1 22 1 yılıdır. 73 Bkz. Turan,

a.g.e., s. !36 1-362; Ş. Tekindağ, Trabzon mad., lA., s. 458.

74 Bkz . lbnü'l-Esir, Xll,

s. 422-423, 44 1 , 450-45 1 , 45!3-455; !tın Bibi, Trk. trc . ,

Elıu'l-Ferec, il, s. 527-528. Turan, Türkiye, s. !363-:374.

75 Bkz. lbnü'l-Esir, Trk. trc., XII, s. 4()3-465; lbn Bibi, 1, 76 !tın Bibi, Trk. trc., 1,

s. 434-447; Elıi'ı'l-Ferec,

il,

s.

420-43 1 ; Turan,

il, s. 394-4 1 !.3 ;

a.g.e., �374-:379.

s. 53!3-535; Turan, a.g.e., s. !379-!382.

77 !tın Bibi, 1, s. 448-457; Ebu'l-Ferec, il, s. 5!36; Turan, a.g.e. , 38!3-!389. Bu hükümdarın haya­ tı için ayrıca lık. Emine Uyumaz, Sultan I. Alil.eddin Keykubad Devri Türkiye Selçuklu Si­ yasi Tarihi (1220-1237) , Ankara 2002 (Basılmakta) . 78 Ebu'l-Ferec, Trk. t.rc., il, s. 537-538; !tın 13lbi, Trk. t.rc . , il, 79 !tın Bibi, il,

s. 23 vdd.; Ebu'l-Ferec,

8 0 !tın Bitıl, Trk. trc . , il,

il,

s. H J-22; Turan, a.g.e.,

s.

404-407.

s. 5!37; Turan, a.g.e., s. 407-4 1 5 .

s. 40-48.

81 Bu hususta tık. Ahmect Y. Ocak,

Babailer İsyanı, lst.anlıul 1B80.

82 Bkz. lbn Bibi, Trk. trc., il, s. 63-75; Ebu'l-Ferec, il, s. 54 1 -542; Ak saray! , Trk. trc., s. 35; Tu­ ran, Türkiye, s. 427-442; F. Sümer, "Anadolu'cta Moğollar", SAD, 1, Ankara 1970, s. 9 - 1 0 . 8!3 Bkz. lbn Bilıl, Trk. t.rc . , il, s. IG-88; Etıu'l-Fcrec, il, s. 542-545. Turan, vim, Selçuklu-Ermeni ilişkileri, s. !38-:39; Ersan, a.g.e., s. !3 1 !3 .

a.g.e., s. 443-454; Se­

84 Bkz. llın Bibi, Trk. trc., il, s. 27, 88, 126; Aksaray!, Trk. , trc., s. 27-28; Ebu'l-Ferec, il, 54fJ; Turan, Türkiye, s. 458-466. 85

llın Bibi, Trk. trc., il, s. 12:3- 1 42 ; Aksaray!, Trk. tre., s. 28-:3 1 ; Ebu'l-Ferec, ran, a.g.e., s. 466-475.

il, s. 559-5GO; Tu­

s. 142- 1 50; Aksarayi. s. :J J -T3; Ehu 'J -Ferec , il, 5G2-56!3; Turan. a . g . e . , Sümer, "Anadolu'c!a Moğollar", s. 29-32.

86 llın Bibi, il,

s. 545-

s.

4 7Fi-48!l;

1 91

87 lbn Bibi, Trk. trc. , il, s. 148-160; Aksaray}, Trk. trc. , s. 39-40, 45-53; Ebu'l-Ferec, il, s. 573, 582; Turan, s. 485-497, 503, 5 1 3; Sümer, "Anadolu'da Moğollar'', s. 34-35; Merçil, "Bizans'ta Selçuklu Hanedan Mensupları", s. 717-7 18. 88 lbn Bibi, Trk. trc., 11, s. 164-169; Aksaray!, Trk. trc., s. 62-65; Ebu'l-Ferec, il, s. 587; Turan, ag.e., s. 525-53 1 ; Sümer, a.g.e., s. 36-37. 89 Bu dönem için bk. N. Kaymaz, Pervane Muinü'd-Din Süleyman, Ankara 1970. 90 Bkz. Nezihi Aykut, "Türkiye Selçuklu Sultanı Siyavuş'un (Cimri) Sikkeleri", Belleten, sayı: 203, Ankara 1988, s. 475-482. 91 Bkz. E. Merçil, "Türkiye Selçukluları Devrinde Türkçe'nin Resmi Dil Olmasını Kim Kabul Etti? ", Belleten, sayı: 239, Ankara 2000, s. 5 1 -57. 92 lbn Bibi, Trk. trc. , il, s. 209-2 16; Aksaray!, Trk. trc. , s. 96-103; Kaymaz, a.g.e., s. 173-174; Sümer, a.g.e., s. 47, 51 -55. 93 Turan, Türkiye, s. 579-584; Sümer, a.g.e., s. 57-58. 94 Aksaray}, Trk. trc. , s. 1 15; Turan, Türkiye, s. 585-59 1 ; Sümer, a.g.e., s. 57-6 1 . 9 5 Aksaray}, Trk. trc., s . 1 18, 122-123, 127, 135, 144, 152, 160, 164-165, 169. Turan, a.g.e., s . 591-595, 602-606, 6 1 4, 6 1 6-618; Sümer, ag.e., s . 6 1 -67. 96 Aksaray!, Trk. trc. , s. 1 89-190, 193-194, 208, 225-226, 235-236. Turan, Türkiye, s. 618, 620625, 633-634; Sümer, "Anadolu'da Moğollar", s. 67-7 1 . 9 7 Aksaray!, Trk. trc . , s. 238-239, 243-244; Turan, a.g.e., s. 644; Sümer, ag.e., s . 7 1 , 75; Zerrin G. Öden, "Türkiye Selçuklu Sultanı il. Gıyaseddin Mesud Hakkında Bazı Görüşler", Belle­ ten, sayı 23 1 , Ankara 1997, s. 287-300.

192

HACLI SEFERLERİ VE TÜRKLER �

PROF. DR. IŞIN DEMİRKENT İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ EDEBİYAT FAKÜLTESİ/ TüRKİYE

H

açlı Seferleri, 1 1 . yüzyılın sonlarında Avrupa dünyasının "Kudüs'ü kurtarma" sloga­ nı ile, Türkleri Anadolu'dan atmak ve bütün Yakın Doğu'yu ele geçirmek için baş­

lattığı siyası amaçlı asker! bir harekettir. Bu hareket, 1096 yılında başlayan Birinci Sefer ile 129l 'de Latin Hıristiyanların Doğu'da son merkezleri olan Akka'dan çıkarılmalarına kadar süren yaklaşık iki yüzyıllık bir dönemi kapsar. Bu dönem içinde dokuz büyük sefer ya­ pılmış, hu seferler arasında bazı küçük girişimler de olmuştur. Daha sonra Türk-Islam dünya­ sına karşı yapılan bütün savaşlar da bu anlamda değerlendirilmiştir.

Haçlı Seferi Düşüncesinin Doğuşu Haçlı Seferleri tarihi üzerinde bilim il.leminin önemle durduğu en büyük konu, bu hareke­ tin meydana çıkış nedenidir. Bu hareketi doğuran sebeplerin çeşitliliği üzerinde ısrarla durul­ masına rağmen, Batı dünyası Haçlı hareketinin asıl motifini din! unsurlara maletmektedir. Hal­ buki Haçlı Seferi düşüncesinin doğuşunda Orta Çağ Avrupa toplumunu zorlayan unsurlar as­ lında siyasal, sosyal ve ekonomik nedenlerdir. Bu hareketin en önemli unsuru olarak ileri sü­ rülen din! motif ise sadece itici bir güçtür. Çünkü Haçlı Seferi düşüncesinin ortaya atıldığı sı­ rada Avrupa'da yıllardan beri süre gelen açlığın, yoksulluğun ve topraksızlığın doğurduğu kar­ gaşa yanında, ücretli askerlik anlayışı, savaşçı ve kolonizatör bir yayılma hareketi de başlamış bulunuyordu. Avrupa toplumu üzerinde en büyük etkiye sahip bulunan kilise ise hem düz.e­ nin bozukluğuna çare aramakta hem de gittikçe artan kudretini Doğu'ya hakim olmak husu­ sunda kullanmak arzusundaydı. Bu hareketin başlamasına öncülük eden kilisenin, Doğu'ya ya­ pılacak bir seferin sağlayacağı faydaları topluma yayarken din! motifi ön plana çıkarması nor­ maldi. Demek ki kilise, Haçlı Seferi'ne katılanlara günahlarının affını ve uhrevi mükafat vaat

ederken, dini motiften siyasi amacını gerçekleştirmek hususunda faydalanmış­ tır. O halde "Kutsal toprakları kurtarma" sloganı, bu hareketin hedefini açıkla­ maktan ziyade peçelemek için kullanılmıştır. Zira Kutsal topraklar, Hz. Ömer'in 638 yılında Kudüs'ü fethinden beri Müslüman hakimiyetindeydi ve Batı Hıristi­ yanları, yüzyıllardır bu duruma ciddi bir reaksiyon göstermemişlerdi. Bizans ise durumu kabullenmişti. Ancak Avrupa XI. yüzyılın sonuna doğru Batı'da ve Do­ ğu'da kendi çıkarına oluşan uygun ortam sayesinde artık harekete geçmek fırsa­ tını yakaladığına, yüzyıllardan beri bütün Akdeniz çevresine hakim bulunan İs­ lamın gücünü kırabileceğine ve özellikle yarım asırdan beri Anadolu'ya yerleş­ mekte olan Türkleri söküp atarak bu topraklara sahip olma zanıanının geldiğine inanıyordu. Gerçekten de 1096 yılında başlayan Birinci Haçlı Seferi'nin ordula­ rı, daha Kudüs'e ulaşmadan ve ulaşacağı da henüz belli değilken Avrupalılar'm önce Urfa'da, ardından Antakya'da Haçlı devletleri kurmaları onların bu maksat­ larını açıkça ortaya koymaktadır. XI. yüzyılın ikinci yarısında Avrupa için bu hedefini gerçekleştirecek bir fır­

sat ortaya çıktı. 1074 yılında Bizans imparatoru VII. Mikhail Dukas (10711078) , o zamana kadar Hıristiyanlığm doğu sınırını korumak görevi­ ni üstlenmiş olan imparatorluğun askeri bakımdan düştüğü güçsüzlüğü gidermek üzere Papalık aracılığıyla Avrupa'dan Türk­ lere karşı ücretli asker yardımı istemekte idi. Esasen Papalık da bir süreden beri Bizans'm Anadolu'daki Türk ilerleyişini durduramamasından endişe duyuyordu. Bu sebeple Papa VII. Gregorius, imparatorun askeri yardım çağrısını olumlu karşı­ ladı. Fakat papa, hayalini kurduğu böyle bir askeri yardımı uygulama aşamasına koyacak durumda değildi ve iki taraf arasın­ daki yakmlaşma sonuçsuz kaldı. Bununla beraber, 15 yıl sonra Pa­ Papa il. Urbanus

palık tahtına çıkan II. Urbanus (1 088- 1099) ile Bizans imparatoru I. Aleksios Komnenos ( 1 081 - 1 1 18) arasında aynı konu yeniden ele alın-

dı. 1086'da Süleymanşah'ın ölümünden sonra Türk beyleri arasındaki anlaşmaz­ lıklar yüzünden Anadolu'da hakimiyet bölünmüştü. 1 092'de Melikşah'm vefatmın ardından da Büyük Selçuklu Devleti içindeki yüksek otorite boşluğu ve iktidarı ele geçirmek için hanedan mensupları ara­ sındaki mücadeleler, Türk dünyasını zor duruma sokmuştu. Bu sebeple, Bizans imparatoru güçlü ordularla yapılacak birkaç seferin Anadolu'daki Türk kudre­ tini tamamen kıracağını düşünüyordu. Fakat güçlü ordular kurmak için yeterli sayıda askeri yoktu. Ordusunu kuvvetlendirmek amacıyla Avrupa'dan ücretli asker yardımı istiyordu. Eğer Papa Urbanus, nüfuzu sayesinde imparatora Ba­ tı'dan asker toplamak hususunda yardımcı olursa, ihtiyaç duyulan ordular ku­ rulabilir ve Anadolu'da taarruza geçilebilirdi. Bu sebeple Aleksios, daha 1089'da papa Urbanus'un başkanlığında toplanan Melfi Konsili'ne elçiler gönde­ rerek Batı ile uyumlu bir politika yürütmeye hazır olduğunu belirtti. Papa II. Urbanus da iki taraf arasındaki soğukluğu ortadan kaldırmaya çalışıyordu. 1095 Piacenza Konsili'ne katılan Bizans elçileri bu kez de, Türkler geri atılmadıkça Hıristiyanlığın doğu sınırının güvence altına alınamayacağını ve bunu sağlamak için imparatorun hizmetinde Türklere karşı savaşmanın şerefli bir iş olacağını

194

dile getirdiler. Bütün Hıristiyanlık il.lemi üzerinde hakimiyet kurmak düşünce-

sini benimsemiş Papa Urbanus için, imparatorun teklifi bulunmaz bir fırsattı. Teklifi büyük bir memnunlukla karşıladı ama bu isteği farklı bir açıdan değer­ lendirdi. Ona göre ücretli asker toplamak yerine Batı'nın kavgacı şövalyelerini, topraksız köylülerini, açlık ve sefalet içinde yaşayan halkını, para ve toprak sa­ hibi olacakları vaadiyle, zengin Doğıı'ya askeri sefer düzenlemeye teşvik etmek, Avrupa için çok daha faydalı bir girişim olurdu. Ancak geniş kitleleri bu husus­ ta etkilemek için sadece maddi menfaat vaadi yeterli değildi. Zira Batı dünya­ sı, Bizans'ın elde edeceği başarılardan ziyade maddi bakımdan kendi çıkarları­ na uygun düşecek, manevi bakımdan da dini hislerini tatmin edecek bir çağrı­ nın uyandıracağı cazibe ile Doğu'ya yönlendirilebilirdi. Dolayısıyla Doğu'ya dü­ zenlenecek sefer, Isa aşkına ve din uğruna fedakarlık ve din kardeşlerine sevgi teması üzerine oturtulmalıydı.

Haçlı Seferi i çin Çağrı Papa il. Urbanus, Clermont Konsili sırasında 27 Kasım 1095 günü düzenlenen açık hava toplantısında din adamlarından ve halktan oluşan büyük bir kalaba­ lığa hitap ederek onları Haçlı seferine katılmaya çağır­ dı. Batı Hıristiyanlarına, Doğu'daki din kardeşlerini Türklerin baskı ve zulmünden kurtaracak bir savaşa katılmanın dini açıdan çok şerefli bir görev olduğunu söyleyen Urbanus, Türklerin hakimiyeti altında yaşa­ manın ne kadar feci olduğunu, onların İstanbul için na­ sıl bir tehlike teşkil ettiğini ve Doğu Hıristiyanlarının Batılı kardeşlerinden yardım beklediğini anlattı. Ona göre Ispanya'da Müslüman Araplara karşı sürdürülen savaşla, Doğu'da Türklere karşı yapılacak mücadele, aynı derecede kutsaldı. Narman kralı Roger'nin Sicil­

Pierre l'Ermit Haçlı seferinde

ya'yı Müslümanlardan alması ve İspanya'da Müslüman topraklarının Hıristiyanlarca zaptı "reconquista" olarak nitelendirilmekteydi. 1085'te Toledo'nun Hıristiyanların eline geçmesi, bütün Avrupa'da büyük heyecan yaratmıştı. Bu mücadele, kutsal şehir Kudüs'ü Türklerin elinden almak üzere şimdi pekala Doğu'ya yönlendirilebilirdi. Urbanus, bu konudaki düşüncesini sonraları "Hıristiyanları bir yerde Müslümanlardan kurtarıp başka bir yerde onların zulüm ve baskısı altında bırakmak fazilet değildir" sözleriyle ifade etmiştir. Halbuki Müslümanların, Islil.m ülkelerinde yaşayan Hıristiyanlara karşı hoşgörülü davrandığı Batı dünyasında biliniyordu. Durum, Selçukluların bölgeye hakim olması ile Hıristiyanlar aleyhine bozulmamış ve Kudüs'ün VII. yüzyılda Müslümanlarca fethinden sonra buraya yapılan hac ziyaretleri hiç kesilmemişti; hatta artarak devam etmekteydi. Başlangıçtan itibaren Hıristiyan olsun, Musevi olsun bu toplumlar -belirli sınırlar içinde- kendi dinlerinin icaplarını yerine getirebiliyorlardı. Kiliseleri açıktı. Kendi mahkemeleri vardı. Kendi dillerini konuşmakta serbesttiler. Durumun bozulması ileri sürülemezdi. O halde Papa'nın sözleri gerçeği ifade etmiyordu, sadece Türklere karşı savaş başlatmak için bulunmuş bir bahaneydi.

195

Urbanus, Haçlı seferi için çağrı yaparken aynı zamanda büyük bir hac yol­ culuğu olacağını belirttiği bu sefere katılacakların günahlarının affedileceğini, hacıların şahısları ve malları için kilisenin daha önce hacca gidenlere vermiş ol­ duğu koruma güvencesini tekrarlıyordu. Fakat bu, acayip bir hac daveti idi; çün­ kü Urbanus sefere katılmayı sadece silfilı. taşıyan şövalyelerle yani genç ve sağ­ lıklı kişilerle kısıtlamaya çalışıyor ve ihtiyarların, hastaların, kadınların sefere çıkmak için uygun olmadığını söylüyordu. Halbuki hac, günahlardan arınmak için yapılan bir ibadetti. Sağlıklı insanlara hac yasaklanamazdı. Hatta hastalar bi­ le, şifa bulmak için hac yolculuğuna katılabilirlerdi. Demek ki, Urbanus'un Haç­ lı hareketini büyük bir hac seferi olarak tanımlaması gerçeği dile getirmiyordu. Bütün bu mantığa aykırı iddialara rağmen, Papanın çağrısı Batı Hıristiyanların­ ca büyük bir coşkuyla karşılandı. Bu çağrının geniş kitleler üzerinde böylesine etkili oluşunun nedenine ge­ lince; bu sorunun cevabını açıklayabilmek için yüzyıl geriye gidip X. yüzyıl son­ larındaki Avrupa'nın durumuna göz atmak gerekir. O devirde, Karolenjiyen Dev­ leti'nin merkezi gücü parçalanmış, gerçek otorite kralın kontrolünden çıkarak her eyalette ileri gelen bir kişinin eline geçmişti. Ayrıca, savaş için geliştirilmiş bir toplumun artık fonksiyonu kalmadığından, bu saldırganlık içe dönmüş ve bir­ çok eyalet daha da küçük parçalara bölünmüştü. Şövalyeler, çevreyi teröre boğ­ maktaydılar. Her türlü isteklerini yerine getirmek için uyguladıkları tek yöntem şiddet idi. Eyalet hükümetlerinin kontrol altına alamadığı bu şiddet, tek otorite haline gelmiş, Xl. yüzyılın ilk yarısında daha da artmıştı. Kilisenin bu şiddete karşı tepkisi, önce barışçı olmuş ve "Tanrı barışı" çağrısı ile bu şiddet hareketle­ rini önlemeye çalışmıştı. Fakat bu çaba, savaşçılara ve şövalyelere pek tesir et­ memişti. Ama bu hareketlere denk düşen aynı dönemde Cluny merkezinin baş­ lattığı reform hareketi de gelişiyordu. Reform hareketinin toplumda canlandır­ dığı Kudüs sevgisi yavaş yavaş bir tutkuya dönüşmekteydi. Bu tutkuyu eyleme geçirmek pekala mümkün olabilirdi. Reformcular ve Papa il. Urbanus, Cluny fi­ kirlerini topluma aşılama gayreti içindeydiler. Vaizler, inançlı kişilerin lncil'e bağlılıklarını ele alarak toplumu bölen saldırganlığın başka bir yöne kanalize edi­ lebileceğini ve insanların enerjilerini kilise uğruna harcayabileceklerini söylü­ yorlar, lncil'den aldıkları kahramanlık ve savaş hikayeleri sayesinde halkın dini duygularını coşturmaya çalışıyorlardı. Bu gayretler sonucunda şiddet, XI. yüzyı­ lın ikinci yarısında belli bir oranda azalmıştı. Asiller ve şövalyeler arasında ise daha güçlü bir inanç göze çarpıyordu. Bir başka sebep de, Haçlı Seferi çağrısının şövalyelerin hayat felsefesine uy­ gun düşmesiydi. Zaman öç alma devriydi. Hemen her ülkede olduğu gibi Batı Avrupa'da da toplum, birbirine sıkıca bağlanmış büyük ailelerden oluşuyordu. Aile fertleri, akrabalarının menfaatlerini korumaya mecburdu. Feorlal gruplar ve vassaller de aynı yönde hareket ediyorlardı. Böylece hem aile içi hem de feodal münasebetler kişinin üzerine kan davası sorumluluğunu yüklemekteydi. Nite­ kim tık Haçlı çağrısı, aile fikri ön plana çıkarılarak yapılmıştı. il. Urbanus: "Baba­ lara, oğullara, yeğenlere hitap ediyorum. Eğer birisi, sizin akrabanızdan birini öl­ dürse kendi kanınızdan olanın intikamını almaz mıydınız? Öyleyse Efendimiz'in (lsa'nın) ve din kardeşlerinizin intikamını öncelikle almalısınız" diyordu. Böyle­ ce öç alma, yeni bir anlam kazanmakta ve insanlar, baskı altındaki din kardeşle-

196

rinin intikamını almaya teşvik edilmekte idiler.

Çağrı temasında işlenen öç alma fikri, etkisini daha Haçlı Seferinin açılışın­ da Avrupalı Musevilere karşı bir soykırım hareketiyle kendini gösterdi. Önce Fransa'da başlayan ve hemen Avrupa'ya yayılan Yahudi düşmanlığı cereyanı, Haçlıların Doğu'ya doğru yola çıkmasından önce Musevilerin öldürülmesi, işken­ ceye uğratılması ve mallarının tahrip edilmesiyle gelişti. Müslümanlar ile Muse­ viler arasında ayırım yapılmıyordu; ikisi de Hıristiyanların düşmanıydı. Hıristi­ yanlar, lsa'nın intikamını Türklerden almak için savaşacaklarına göre, lsa'ya çok daha ağır darbe vuran ve onu çarmıha geren Musevilerden de intikam almalıy­ dılar. Haçlı Seferi çağrısı, siyasi hedef geri plana itilerek geniş kitleleri galeyana getirecek motiflerle işlenip "inançsız" dedikleri Müslüman Türklerden intikam, buna mukabil tsa'ya ve din kardeşlerine gösterile­ cek sevgi ifadesi olarak anlatılınca, katılım bekle­ nenden de fazla oldu. Gerçekten de bu heyecan, Batı toplumunu harekete geçirdi. Ama hareketin asıl sebebi bu değildi; asıl sebep, sosyal ve ekono­ mik durumdu. Avrupa'da nüfus sayısı hızla art­ maktaydı. Bu artışı önlemek için birçok tedbirler alınıyordu. Öte yandan devir, kolonileşme çağıy­ Cluny Manastırı

dı. Üstelik Haçlı Seferi için vaazlar verildiği dönem, kuraklık yüzünden tarımda büyük bir çöküntünün yaşandığı zamana rast­ lar. 1094 yılındaki sel felaketini ve salgın hastalıkları ertesi yıl, kuraklık ve açlık sıkıntıları izlemişti. lncil'de yazılı "sokaklarında süt ve bal akan" Kudüs toprak­ larına yerleşmek efsanesi topraksız köylüleri cezbeden bir hayaldi. Papa II. Ur­ banus, Clermont Konsili'nde ülkenin sakinlerini doyurmaktan aciz olduğunu, bu yüzden halkın mülkü tahrip edip sürekli olarak birbiriyle savaştığını söylemişti. Öyleyse kendilerini içinde bulundukları sefaletten kurtarmak için sefere katıl­ malı, Doğu'da güç, para ve toprak sahibi olmak imkarunı yakalamalıydılar. Tabiatıyla böyle bir düşünceye sahip olarak sefere katılan Haçlılar, Doğu'da­ ki din kardeşlerine yardım için yola çıkmadıklarını davranışlarıyla hemen belli ettiler. Çünkü amaçları, aslında nefret duydukları kendi mezheplerine aykırı inançta olan Doğu Hıristiyanlarına yardım etmek değil, onlar üzerinde kendi ha­ kimiyetlerini sağlamaktı. Haçlıların gerçekten de kendi ülkelerinde Musevilere karşı giriştikleri katliamlardan sonra Macaristan'dan geçerken başlayan çapulcu,

yakışıksız davranışları, Bizans arazisinde tam bir yağma ve tahribe, Hıristiyan halkın malına ve canına el uzatmaya, hatta görülmemiş derecede vahşet ve iş­ kencelere dönüştü. Sonraki yıllarda da Haçlıların davranışı, bunların ta başından beri nasıl bir düşünce ve tutum içinde olduklarını açıkça sergilemiştir. Bu duru­ mu görmezlikten gelen bazı tarihçiler, inkar edemedikleri bu vahşet ve barbar­ lığı izah için, Haçlı Seferi çağrısının hedefinden saptığını söylerler. Bu ifadenin doğru olmadığı açıkça bellidir. Hedef zaten buydu. Çarpıtılan, sefer çağrısında kullanılan sözlerdi. Papa, seferin siyasi amacını, insanlarda heyecan uyandıran, onların manevi duygularını coşturan sevgi, fedakarlık, yardım gibi sözcüklerin arkasına gizlemişti. Gerçekten Doğu'ya yardım düşünülmüş olsaydı, imparato­ run istediği ücretli askerler gönderilerek bunların imparatorluk ordusunda ve imparatorun emrinde görev yapmaları sağlanırdı. Bizans böyle bir yardım istemişti. Bizans'ın arzusu, Batı'dan alacağı yardım ile Türklere kaptırdığı toprakla-

197

rırn geri almak ve devletini güçlendirmekti. Bizans Ortodoks kilisesine bağlı ol­ mayan Yakın Doğu'nun yerli Hıristiyanları ise, Batılıların yardımıyla Türk ve Bi­ zans hakimiyetinden kurtulup bağımsızlıklarına kavuşacaklarını hayal etmişler­ di. Ne var ki, hem Bizans hem de Yakın Doğu'nun diğer Hıristiyanları, Batılı din­ daşlarının kendilerine yardımlarının ne anlama geldiğini kısa zamanda anlaya­ caklardı ve en az İslam dünyası kadar, hangi mezhebe mensup olurlarsa olsun­ lar, Doğu'nun bütün Hıristiyanları da yüzyıllarca kendilerine "Haçlılar " denilen Batılıların zulmünden çok acı çekeceklerdi. .."""'"'" ••ou

. ,•••• ,

-:... _,,-- -_ :.::: _ :.:, ,_...

�';:""--•:;; ?

.

... !�!�D��"

1 \

"-'"

I

·-

•"'"'

"�:� .... ,

"'·

::�.:'.::::o;�- s- /

...� ..

··-·

·-

1. Haçlı Seferi

..

Papa II. Urbanus'un 27 Kasıın 1095'te yaptığı çağrı ile Haçlı hareketi fiilen başlamış oldu. Sefere katılmaya karar verenlerin Haçlı yemini etmeleri ve üzerlerinde haç işareti taşımaları ön görüldü. Haçı kabul edenler, Kudüs'e gitmeyi kabul etmiş oluyor­ lardı. Yemin ettiği halde Kudiis'e kadar gitmeyip yoldan geri dönenler veya sefere çıkmayanlar afo­ roz edilecekti. Toplantıya katılanlar arasında bulu-

nan Le Puy piskoposu Adhemar, sefere çıkmak istediğini bildiren ilk kişi oldu. Adhemar'm arkasından pek çok insan da Haçlı yemini etmek üzere Papa'nm ya­ nma koştu. Papa, bu uzun sefere çıkmadan önce herkesin hazırlıklarım tamam­ laması gerektiğini bildirdi ve Meryem'in göğe uçuş günü olan 15 Ağustos 1096 tarihini hareket günü olarak ilan etti. Asiller arasında Toulouse kontu Raymond de St.-Gilles, Fransa kralının kardeşi dük Hugue de Vermandois, Aşağı Lorraine dükü Gedefroi de Bouillon ve kardeşleri Boulogne kontu Eustache ile Baudouin, İngiltere kralının kardeşi Normandia dükü Robert, Champagne kontu Etienne ve Flandre kontu il. Robert sefere katılacaklarını açıkladılar. Güney-İtalya Nor­ manları da reisleri Bohemımd ve yeğeni Tankred'in idaresinde çağrıya uydular. Sadece asiller, şövalyeler değil, her sınıftan insan, bu sefere büyük ilgi gösterdi. Sefere çıkacak liderler, ordularını donatacak silah ve malzemeyi temin için ge­ rekli parayı bulmak zorundaydılar. Bunun için de mallarının çoğunu ya satarak ya da ipotek ederek hazırlanmaya başladılar. Batı'da olduğu gibi, Doğu'da da ha­ zırlıklar başladı. Avrupa'dan küçük bir destek bekleyen imparator 1. Aleksios, Batı'nm kendisine ücretli asker yardımı yerine büyük ordular göndermeye ha­ zırlandığını öğrenince endişeye kapıldı. İmparatorun kızı Anım Komnene'nin yazdığı gibi "Batı dünyasının bütün barbar kavimlerinin harekete geçtikleri" ha­ beriyle sadece babasının değil, bütün Bizans halkının içini korku kaplamıştı. Aleksios, şahsi tecrübesiyle Batılıların hiçbir anlaşmaya uymayan para düşkünü ve kendilerine itimat duyulamayan kişiler olduklarım bilmekteydi. Yardım mak­ sadıyla da gelseler, böylesine büyük orduların imparatorluk topraklarından geç­ mesi çeşitli sorunlar yaratacaktı. Bu sebeple Haçlı ordularının yi.irü)'iişleri sıra­ sında, yiyecek ve diğer ihtiyaçlarının sağlanması ile bu savaşçı kitlenin yol bo­ yunca kontrol altında tutulması için gerekli önlemleri aldı.

Pierre L 'Ermite idaresindeki Haç// Seferi l 98

Doğu'da ve Batı'da sefer hazırlıkları sürerken, her çeşit insandan oluşan ba­ şıboş silahlı kitleler, yola çıkış tarihi olan 15 Ağustos 1096 gününü beklemeden Doğu'ya gitmek üzere yollara döküldü. Çoğunluğunu Almanların oluşturduğu di-

siplinsiz gruplar, özellikle Ren bölgesinde Musevileri öldürüp feci şeyler yaptık­ tan sonra, daha Bizans sınırına gelemeden dağıldılar. Bu arada, Haçlı çağrısını duyurmak üzere faaliyete geçen vaizler arasında keşiş Pierre L'Ermite, ateşli konuşmalarıyla halkı en çok etkileyen kişi olmuştu. Etrafında çoğunluğunu Fransızların oluşturduğu Alman ve İtalyan'lar dan sayısı 20.000'i bulan kalabalık bir ordu toplandı. Pierre I'Ermite'in idaresindeki bu ilk ordu, 1096 Mayıs'ında yürüyüşe geçti. Macar ve Bizans topraklarında birçok yağma ve tahripte bulunan ve güçlükle disiplin altına alman ordu 1 Ağustos 1096'da İstanbul'a ulaştı. İmparator Aleksios, arkadan kontların idaresinde gel­ mekte olan büyük ordular varıncaya kadar, bunları İstanbul civarında alıkoyma­ ya karar verdi. Fakat Haçlı kitlesini disiplin altında tutmak imkansızdı; hunlar durmadan hırsızlık yapıyor, her tarafı yağmalıyorlardı. Bu yüzden imparator, Haçlıları 6 Ağustos'ta Anadolu yakasına geçirerek Yalova yakınındaki Kibotos karargahına yerleştirdi ve arkalarından gelen Haçlı or­ dularını burada beklemelerini tavsiye etti. Ancak impa­ ratorun tavsiyesine aldırmayan Haçlılar, etrafı yağma­ lamaya, Müslüman Hıristiyan demeden önlerine çıkan herkesi öldürmeye başladılar. Savunmasız insanlara karşı elde ettikleri başarı cüretlerini arttırdı. Bir Fran­ sız Haçlı grubu, Türkiye Selçuklu Devleti'nin toprakla­ rına girdi ve Selçuklu başkenti İznik'e kadar sokulup buradaki köyleri yağmaladı. Fransızların elde ettiği zengin ganimet, Almanları kıskandırdı. Bu defa arala­ rında papaz ve piskoposların da bulunduğu 6000 kişilik

Antakya kuşatması

bir Alman-İtalyan birliği, yol boyunca her şeyi yağmalayıp İznik civarındaki Kserigordon Kalesi'ni ele geçirdi. Ancak durumu öğrenen sultan 1. Kılıç Arslan, kaleyi geri almak üzere bir birlik gönderdi. Türk birliği, 29

Eylül'de Kserigordon önüne geldi ve kaleyi kuşattı. Surların arkasına çekilen Haçlılar, bir hafta sonra 6 Ekim'de teslim oldular. Bu arada Kibotos karargahı­ na, Almanların Kserigordon Kalesi'ni ele geçirdikleri haberi ulaşmıştı. Daha son­ ra ise Almanların başına gelenler hakkındaki doğru bilgi öğrenildi. Haçlılar Kse­ rigordon'un intikamını almak için Türklerin üzerine yürümeye karar verdiler. 21 Ekim sabahı 20.000'den fazla Haçlı askeri Kibotos'tan hareket etti. Türkler'de 1 7

Ekim'de İznik'ten çıkarak Kibotos'tan İznik'e giden yol üzerindeki Drakon köyü yanında Haçlıların gelmesini beklemeye başladılar. Haçlı ordusu orı�ıaıılarla kap­ lı Drakon Vadisi'ne gelince Türklerin pususuna düştü. Türk okçuları önce atları hedef aldılar. Birbirine giren atlar, binicilerini sırtlarından atarken Türkler, atla­ rı ürküterek bunları geriden gelen yayaların üstüne sürdüler. Paniğe kapılan Haçlılar, karargaha doğru kaçmaya başladılar, fakat kendilerini takip eden Türk­ lerin elinden kurtulamadılar. Hayatta kalan pek az Haçlı, imparatorun yolladığı gemilerle İstanbul'a geri getirildi.

Birinci Haçlı Seferi (1096-99) Asillerin kumandasında yola çıkan büyük Haçlı orduları, 1096 sonbaharın­ dan itibaren İstanbul'a gelmeye başladılar. Haçlı liderlerinin gelişiyle, bunların gerçek amaçlarının Doğu'da kendilerine devletler kurmak olduğunu aıılayaıı ve

199

bu durumun Bizans açısından doğuracağı tehlikeyi önlemek isteyen İmparator Aleksios, şövalyelerden Batı adetlerine uygun şekilde kendisine vassallik yemi­ ni vermelerini istedi. Buna göre, Haçlılar, Türklerden geri alacakları eski devlet arazisini Bizans'a teslim edecek ve imparatorluk sınırlarının ötesinde kuracakla­ rı Haçlı devletleri imparatoru yüksek otorite olarak tanıyacaktı. Buna karşılık imparator, sefer boyunca Haçlıların ihtiyaçlarını karşılayacak ve yanlarına Bi­ zans birlikleri verecekti. 1 096 Kasım'ında İstanbul'a ulaşan ilk Fransız Haçlı or­ dusunun reisi Hugue de Vermandois, imparatorun isteğine uydu. Ancak onun arkasından 23 Aralık'ta gelen Lorraine'li Fransızların reisi Godefroi de Bouillon, böyle bir yemini kabul etmeyince Bizans birlikleriyle Haçlılar arasında çatışma çıktı. Fakat şehir surlarına saldıran Haçlıların yenilgiye uğratılması üzerine Go­ defroi vassallik yemini etti. Ordusu, Ar t men

"ben").

(bunça > benze->meiiize-"benzemek'', bengü

2. Kelime başında "b-"ler muhafaza edilmiştir (bar "var", bar- "var-mak'',

bir-"ver-mek'' , barlık "varlık") . 3. ol- fiili henüz "b-"si düşmemiş biçimiyle (bol-) de geniş ölçüde kullanıl­ rruştır.

4. Ek ve hece başıg-/g-ünsüzleri ile, birden fazla heceli kelimelerin sonun­ daki-g/-g ünsüzleri devam ettirilmektedir (yalgı,n "yalan'', bulganuk "bulanık",

çalabga "Tanrıya, Çalaba'', ulug "ulu'', asıg "assı, fayda'', acıg''ıstırap, acı") . 5. Gelecek zaman, geniş zaman, gereklilik ve dilek kiplerinde-gayl-gey, -ga/­ ge ekleri kullanılmaktadır (birgey "verecek'', bolgay "olur, olacak'', yıglagay "ağlayacak", kurtarga "kurtarmalıdır"). 6. Yükleme hali eki-nv-ni ile ilgi hali eki-nınl-niii devam ettirilmektedir "Yusu(elümüzni "elimizi" , atlasnı "atlası" , dilüiini "dilini" ' Yusuh>ıii " '"

�un") .

.

"'

-�.

- •

·

I '· ..,'!..

�t' .

7. Ayrılma hali eki-dınl-din zaman zaman kullanılmıştır (daşdın

"dışarıdan'', yazukdın "hatadan, günahtan'', sandın "sondan") . 8. Çekimli fiillerde zamir menşeli şahıs ekleri kullanılmıştır (arturga

men "arttıracağım'', düşe sen "düşersin", dileye siz "dileyesiniz") .

9. Kelime haznesi bakımından da Karahanlı Türkçesi ile Oğuz Türkçesi'ni birleştiren örnekler oldukça fazladır.64 Bünyelerinde farklı şive özellikleri bulunduran eserler üzeri.11de inceleme yapan araştırmacılardan bir kısmı, bu eserlerdeki Eski Türkçeye yaklaşan özellikleri de göz önünde bulundurarak, bunla­ rı, XI-XII. yüzyıllarda Orta Asya'daki tek yazı dili durumunda olan Karahanlı Türkçesinden Oğuz-Türkmen özelliklerine dayalı Eski Anadolu Türkçesine geçerken, iki yazı dili arasındaki geçiş dönemi-

F. Attar, Mantıkü't-Tayr'dan ( 1 483) s.35a, New York M. M. A. Flaescher Fund ( 1 963) 63.2 1 0.35

nin eserleri olarak değerlendirmişlerdir. 65 Bazı araştırmacılar ise, aynı dönemde meydana getirilen mesela Yunus Em­ re'nin şiirlerinde, Ahmed Fakih'in eserlerinde, Sultan Veled'in manzumelerinde, İbrahim b. Mustafa b. Aliş'lr el-Melifdev'l tarafından Arapça'dan tercüme edilen ve dört büyük mezhep ile bu mezhep imamlarının birbirlerinden farklı olan gö­ rüşlerinin ele alındığı Nazmü'l-hilô,fiyyat Tercümesi66 gibi eserlerde, aykırı dil özelliklerinin hemen hemen yok denecek kadar az olmasını da göz önünde bu­ lundurarak, bu eserlerdeki karışık dil durumunu, eski Türk yazı dilinin etkisin­ den kaynaklanan genel nitelikte özellikler olmayıp, tek tek kişilere mahsus özel­ likler olarak değerlendirmektedirler.67 Bu görüşü temsil edenler, aykırı dil özel­ liklerinin (olga-bolga) bir metinde az veya çok oluşunu, Orta Asyalı yazarların kuruluş halindeki Oğuz yazı dilini etkileme gücüne ve kendisinin Yakın Doğu'ya (Batı Iran, Irak, Suriye, Mısır, Orta Anadolu) geç veya erken gelmesiyle açıkla­ maya çalışmaktadırlar. 6 8 Ancak şunu hemen belirtmek gerekir ki, Türk dilinin tarihi gelişmesi içeri­ sinde ortaya çıkan şiveler, hiçbir zaman kendinden önceki yazı dilinden tama­ men ayrı ve ondan etkilenmeden ortaya çıkmış değildir. Uygur yazı dili Göktürk­ çeye dayalı olarak teşekkül etmiştir. Karahanlıca, Uygurcanın etkisinde kalmış­ tır. Harizm yazı dili Karahanlıcaya dayalı olarak gelişme göstermiştir. Çağatayca, Karahanlı ve Harizm Türkçelerinin devamı olarak gelişen yazı dilidir. Bu ba-

569

kundan Anadolu Türkçesini yalnız kendi içinde, sözlü edebi geleneklere dayalı olarak Eski Türkçeden ayrı bir biçimde kurulup gelişen bir yazı dili olarak de­ ğerlendirmek pek isabetli değildir. Ayrıca, Selçuklular döneminde eser vermiş olan ve bugün için Anadolu'da aruzun en eski şairi olarak kabul edilen Ahmed Fakih ile, Türk tasavvuf edebiyatının temel kitaplarından biri olarak değerlendi­ rilen Garibname mesnevisi ve şiirleriyle tanınan Aşık Paşa'nın, bunların yanın­ da ayrıca Dehhani ve Hasanoğlu gibi şairlerin hepsinin Horasan asıllı oldukları göz önüne getirildiğinde, Horasan'ın bir kültür ve edebiyat muhiti olarak" Ana­ dolu'daki Türk dili ve edebiyatının gelişmesinde önemli bir yere sahip bulundu­ ğu anlaşılmaktadır. Çünkü bu yazarların ortaya koydukları eserler bir başlangıç devrinin ötesinde, oldukça ilerlemiş bir seviyeyi göstermektedirler. Bu da Oğuz şivesinin Anadolu ve Azeri sahasına intikal etmeden önce Horasan kültür muhi­ tinde bir tecrübe ve hazırlık devri geçirdiğini göstermektedir. Dil bakımından da Horasan bölgesi Oğuzcası ile Anadolu Selçukluları arasında bir fark bulunmadı­

ğı yapılan filolojik çalışmalardan anlaşılmaktadır.69 Anadolu'da gelişen bu yazı dilinin Orta Asya Türkçesiyle münasebetini gösteren yazılış, ses, şekil ve kelime hazinesi bakımından gösterdiği özellikler, Oğuz şivesi serbest bir yazı dili haline gelinceye kadar varlıklarını devam ettirmiş, XIII. yüzyılın sonlarından itibaren bu özellikler azalmaya, Oğuzca özellikler ise artmaya başlamıştır. Şurası da mu­ hakkaktır ki, Oğuzca bir yazı dili halinde ortaya çıkabilmek için hem bu karışık dil unsurlarına hem de Arapça ve Farsçaya karşı büyük bir mücadele devresi ge­ çirmiştir. Ayrıca siyasi mücadelelerin kültür hayatını etkiledikleri de hesaba ka­ tılırsa, XI-XIII. yüzyıllar arasını bir mücadele ve geçiş dönemi olarak değerlen­ dirmek yanlış olmayacaktır.

Anadolu Beylikleri Dönemi XI. yüzyıldan başlayan Selçuklu fetihleri Anadolu'ya büyük miktarda Oğuz kitlelerinin akmasına sebep olmuştu. Bu kitleler, başlarında beyleriyle birlikte, sürekli çatışmaların yaşandığı uç bölgelerine yerleştirilmişlerdi. Merkeze sıkı sı­ kıya bağlanamayan bu uç sakinleri, düşman saldırılarını önler ve zaman zaman da onlara karşı saldırılar düzenlerlerdi. Anadolu Selçuklu Devleti'nde 1. Alaeddin Keykubad zamanında (1220-

1237) kuvvetlenen merkezi otorite, onun ölümünden sonra yeniden bozuldu. Alaeddin Keykubad'ın ölümünden sonra ortanca oğlu Izzeddin Kılıcarslan ile büyük oğlu Gıyaseddin Keyhusrev arasında amansız bir mücadele başladı. il. Gı­ yaseddin Keyhusrev'in tecrübesiz kişilerle iş birliği yapması, devletin yönetim mekanizmasının bozulmasına yol açtı. Devletin bu zayıf durumundan yararlanan büyük bir Türkmen kitlesi "Babailer isyanı" denilen 70 bir ayaklanma başlattılar. Öte yandan Yakın Doğu'da hissedilir bir baskı kuran Moğollar, Selçuklu Devle­ ti'nin bu karışıklığından yararlanarak harekete geçtiler ve 1243 yılında Kösedağ Savaşı'yla Anadolu Selçuklu Devleti'ni mağlup ettiler. Bu yenilgiyle hızlı bir çö­ küş devresine giren Anadolu Selçukluları Moğollara bağlı bir devlet haline geldi ve Anadolu'nun hakimiyeti Moğolların eline geçti. Bundan sonra çeşitli suisti­ maller ve iktisadi sarsıntılar yüzünden Anadolu Selçuklu Devleti, yeniden eski

570

kudretli durumuna gelemedi ve il. Gıyaseddin Mesud'un ölümüyle (1308) de son buldu.

XIII. yüzyılın sonlarına doğru Moğol baskısının zayıflamasından yararlanan uç kuvvetleri olarak yerleştirilen Türkmen beyleri, yavaş yavaş Selçuklularla münasebetlerini keserek kendi adlarına bağımsız beylikler kurmaya başladılar. Anadolu Selçuklu Devleti'nin hakimiyeti altındaki toprakalarda kurulan bu bey­ lere "Anadolu beylikleri" (tavfüf-i mülılk) adı verilmektedir.71 Kurulan beyllkle­ rin belli başlıları şunlardır: Bu beylikler içerisinde en güçlüsü Karamanoğulları Beyliği idi. Selçuklular, Oğuzların Afşar boyundan olan Karamanoğullarını, Ermenilere karşı Içel ve Er­ menek havalisine yerleştirmişlerdi. Karamanoğulları zaman zaman Selçuklu-Mo­ ğol yönetimiyle mücadele etti. Nihayet Karamanoğlu Mehmed Bey, "Cimri" la­ kabıyla tanınan Selçuklu şehzadesi Alil.eddin Siyavuş ile birlikte Anadolu Selçuk­ lularının başşehri olan Konyayı işgal etti (1277) . Işgal otuz ye­ di gün sürdü. Mehmed Bey, Cimri'yi saltanat tahtına geçirdik­ ten sonra, bir fermanla beylik sınırları içerisinde Türkçeden başka bir dil kullanılmamasını emretti. Bu hareket, siyasi bir muhteva taşımakla birlikte, Türkmenlerin milll şuurlarının güç­ lü oluşunu göstermesi bakımından önemlidir. Karamanoğulları Orta Anadolu'nun Ege bölgesine bakan batı kesiminde , Akde­ niz'e de inerek yaklaşık 230 yıl (1256-1483) saltanat sürmüş­ lerdir. Batı Anadolu'da Ladik (Denizli) , Honas ve Dalaman bölge­ sinde Mehmed Bey, il. Izzeddin Keykavus'a karşı ayaklanarak

Ladik (Inançoğulları) Beyliğini kurdu (1261-1368) . Bu beylik

Ladik beylerine kırk yedi yıl beylik yapan inanç Bey'e izafeten Inançoğulları adıyla da anılmaktadır.

F. Attar, Mantıkü't-Tayr'dan ( 1 483)

Selçuklu veziri Sahib Ata Fahreddin Ali'nin oğulları ve torunları tarafından Karahisar (Afyon) , Kütahya, Sandıklı, Akşehir uç bölgesinde Sahib Ataoğulları Beyliği kuruldu (1275-134 1 ) . Anadolu'nun batısında Milas, Muğla ve çevresinde Aydın ve Denizli illerinin güneyini içine alacak şekilde kurulmuş olan beylik Menteşeoğulları idi (12801424) . 1390 yılında Yıldırım Bayezid tarafından Osmanlılara ilhak edilen beylik, 1402'den sonra tekrar dirilmiş ve Osmanlı şehzadeleri arasındaki taht mücade­ lelerine de karışmıştır. 1424 yılında Anadolu eyaletinin Menteşe sancağını teşkil etmek üzere kesin olarak Osmanlı Devleti'ne katılmıştır. Batı Anadolu'da kurulan beyliklerden biri de, Anadolu Selçuklularının orta­ dan kaldırdığı Danişmendlilerden olup Bizans sınırında uç beyi olarak görev ya­ pan Kalem Bey ile oğlu Karesi Bey'in, merkezi Balıkesir olmak üzere Çanakkale taraflarında kurdukları Karesi Beyliği'dir (1297- 1360) . Kütahya, Uşak, Denizli, Afyon illeri çevresinde hüküm sürmüş olan beylik ise Kerimüddin Alişir'in oğlu I. Yakub Bey tarafından kurulan Germiyanoğulları Beyliği'dir (1300-1429). Germiyan aşireti ilk önce XIII. yüzyılın ilk yarısında Anadolu Selçuklularının hizmetinde olarak Malatya taraflarında bulunmaktaydı. Moğol baskısı yüzünden 1262-63 yıllarında batıya göç ederek Germiyanoğulları Beyliği'ni kurmuşlardır. Bu beylik Anadolu beyliklerinin en güçlülerinden biri olmuş ve XIV. yüzyılın ilk yarısında en parlak devrini yaşamıştır. Yakub Bey'in ölü-

57 1

münden sonra beylik zayıflamaya başladı ve kumandanlarından Karesi Bey, Ay­ dınoğlu Mehmed Bey, Saruhan Bey ayrı ayrı beylik kurdular. Germiyanoğlu Sü­ leyman Şah, memleketin hiç olmazsa bir kısmını elde tutabilmek için, kızını Yıl­ dırım Bayezid'e vererek çeyiz olarak da Tavşanlı, Simav, Emet gibi bazı yerleri Osmanlılara bıraktı. Beylikler içerisinde ilmt faaliyetlerin en yoğun olduğu bey­ lik Germiyanoğulları Beyliği idi. XIII. yüzyılın ikinci yarısında, önce Beyşehir, Seydişehir taraflarında, daha sonra genişlemek suretiyle Ilgın, Bolvadin ve Akşehir havalisinde kurulan beylik ise Eşrefoğulları Beyliği'dir. Beyliğin kurucusu Eşrefoğlu Süleyman Bey'dir. Ye­ rine geçen oğlu Mübarizüddin Mehmed Bey, beyliğin sınırlarını genişletmek im­ kfuu bulmuşsa da Moğolların Anadolu'ya hakim olmalarıyla, Moğol Valisi Timur­ taş beyliğe son vermiştir (1326) . Harizmlilerin kumandanı iken Anadolu Selçuklularının hizmetine giren Sa­ ruhan ismindeki bir emtrin torunu olduğu ifade edilen Saruhan Bey'in72 , Mani­ sa merkez olmak üzere Gördes, Demirci, Turgutlu, Menemen, Ilıca, Akhisar, Ka­ yacık ve Urganlı'yı içine alan sahada kurduğu Sarııhanoğulları da Batı Anado­ lu'da kurulan bir Türk beyliği idi (1302-1410).

Germiyan Hükümdarı 1. Yakub Bey'in emriyle Ege Denizi'ne ka­ dar inmişti. Daha sonra Birgi, Selçuk, Tire ve Izmir dolaylarında bir beylik kurdu. Kuvvetli bir do-nanmaya sahip olan bu beylik, Ege Denizi ve Mora sahillerine yaptığı deniz seferleriyle bü-

yük başarı elde etti. Ancak Umur Bey'in şehit olmasından son­ ra Aydın-oğlu Cüneyd Bey beyliği canlandırmaya çalıştıysa da,

il. Murad zamanında OsmanWar beyliğe son verdiler. Anadolu'nun güney sahillerinde kurulan beyliğin adı ise Ala.iye Beyliği idi ( 1293-1471 ) . Anadolu Hükümdarı 1. Alaeddin Keykubad tarafından zaptedilen Al-filye (Alanya) , Anadolu Selçuklularının son zamanlarında Karamanoğullarının eline geçmişti (1293). Bundan sonra Karamanoğullarına bağlı ola­ F. Attar, Mantıkü't-Tayr, ( 1 483)

rak varlığını sür-düren beylik, siyası bakımdan fazla bir öneme sahip değildi. Isparta, Eğridir, Burdur, Yalvaç ve daha sonra da Antalya

taraflarına yerleştirilen Hamid Bey idaresindeki Türkmen aşireti de, 1301 yılın­ da reisleri Feleküddin Dündar Bey'in idaresinde Hamid Bey'in adına izafeten Hamidoğulları Beyliği'ni kurdular. Dündar Bey Antalya'yı zaptettikten sonra şehri kardeşi Yunus Bey'e bı-rakmıştı. Böylece 1 302'ye doğru Antalya bu beylik­ ten ayrılmış ve hanedanın Antalya şubesi Tekeoğulları adıyla ayrı bir beylik ola­ rak ortaya çıkmıştır. Osmanlılar ile Mısır Memlük Sultanlığı arasındaki Maraş ve Elbistan yöresin­ de faaliyet gösteren beylik ise Dulkadıroğulları Beyliği idi (1339- 1 52 1 ) . Adana bölgesinde ise Ramazanoğulları Beyliği hüküm sürmekte idi (1352- 1 608) . Her iki beylik de önce Memlüklere sonra da Osmanlılara bağlı olarak varlığını devam

572

ettirmiştir.

Uygur Türklerinden· olan Eretna tarafından Orta Anadolu'da kurulan beyliğin adı ise Eretnaoğulları Beyliği idi. Bu beylik Sivas, Kayseri, Niğde, Tokat, Amasya, Erzincan, Niksar, Canik, Develi sı­ nırlarını içine alan bir bölgeye hakimdi. 1381 yılında Kadı Burha­ neddin'in hükümdarı bertaraf ederek kendi devletini kurmasıyla beylik sona ermiştir. Kadı Burhaneddin on sekiz yıl hükümdarlık yapmıştır. 1398'de öldürülmesinden sonra yerine oğlu geçmişse de, Timur'un istila tehlikesine karşılık şehri Osmanlılara teslim etmiştir. Kuzey Anadolu'da Karadeniz bölgesinde kurulan beyliklerden ilki, Kastamonu'da uç beyi oyarak bulunan Hüsameddin Çoban tarafından kurulan Çobanoğulları Beyliği idi. Beylik sonradan yerini Candaroğulları Beyliği'ne bırakmıştır. Candaroğulları'nın 129 1 -

�·

Muatlar

1461 yılları arasında 170 yıllık bir hakimiyetleri olmuştur. Şemseddin Yaman Candar tarafından kurulan beyliğin on bir beyi olmuştur. Bunlardan 8. beyin adı­ na nispetle bu beyliğe İsfendiyaroğulları da denilmiştir. Karadeniz bölgesinde hüküm süren beyliklerden biri de Pervaneoğulları Beyliği idi (1277-1322) . 1214 yılında Trabzon Rum İmparatorluğu'nun elinden alınan Sinop, iç mücadeleler yüzünden Trabzon Rum İmparatorluğu tarafından geri alınmıştı. Anadolu Selçuklu Devleti vezirlerinden Muinüddin Süleyman Per­ vane 1264 yılında burayı geri aldı. 1277 yılında Süleyman Pervane'nin İlhan Aba­ kahan tarafından öldürülmesinden sonra, oğlu Mehmed burada müstakil bir beylik kurdu. Beylik daha sonra Bafra ve Samsun'u da ele geçirmiştir. Karade­ niz kıyısında kurulmuş olan beyliklerden biri de Taceddinoğulları Beyliği idi. Malazgirt Savaşı'ndan (1 071) sonra Orta ve Doğu Anadolu'da muhtelif yer­ lere iskan edilmiş olan Kayı Oğuzlarından küçük bir kısmı, XIII. yüzyılın sonla­ rında Kuzeybatı Anadolu'da Türk-Bizans sınırında yaşamaktaydı. Moğolların Anadolu Selçuklu Devleti'ni yenmesinin ardından (1243) Osman Bey de Kuzey­ batı Anadolu'daki küçük uç beyliğinin emiri olarak sivrilmeye başlamış ve o böl­ gede Bizanslılar'a karşı savaşan gazilerin önderliğini üstlenmişti. Bizans toprak­ larının o zamanki anarşisinden ve metrük durumundan yararlanan Osman Bey, topraklarını yavaş yavaş genişletmeye başladı. 1300 yıllarına gelindiğinde Eski­ şehir ve İznik ovasına kadar uzanan alanı ele geçirmişti. Gerek merkezde gerek­ se Balkanlar'da türlü gailelerle meşgul olan ve Batı Anadolu'da Germiyanoğulla­ rı

ile ona tabi sahil beylikle-riyle uğraşan Bizans, uzun süre Osman Bey'e karşı

koyabilme imkil.nını bulamadı. Osmanlılar sürekli ilerleme kaydetmekteydiler. 1326'da Orhan Bey Bursa'yı ele geçirdi. Bu fetih beyliğin artık devlete dönüştü­ rülmesini sağlayacak idari, mali ve askeri gücün biriktirilmesinde ilk büyük adı­ mı oluşturdu. Osmanlıların sürekli ilerleyişinden ve İznik'in tehdit edilmesinden telaşa düşen Bizans İmparatoru III. Andronic, Orhan Bey'le yaptığı savaşı kay­ betti ve İznik 1331 'de Osmanlıların eline geçti. 1338'de de İzmit'i ele geçiren Or­ han Bey, 1345'te Karesi topraklarını ilhak etti. Kocaeli yarımadasına hakim olan Osmanlılar, Orhan Bey'in tecrübeli kumandanları sayesinde 1360 seferiyle Trak­ ya'nın stratejik bakımdan en mühim yerlerini ele geçirmişlerdi. 1. Murad tahta çıktığı zaman Türkler Avrupa kıyısında kesin olarak yerleşmişlerdi. 1. Murad, 1389 yılına kadar devam eden saltanatı sırasında Balkanlar'da

573

Osmanlı hakimiyetinin sarsılmaz bir biçimde yerleşmesini temin etti. Balkan­ lar'daki güçlerini arttıran Osmanlılar, 1. Murad zamanından itibaren Anadolu 'da

da sınırlarını genişletmeye başlamışlardı. Bu hükümdar zamanında Osmanlılar Konya'ya kadar ilerleyerek, Selçuklu varisi iddialarıyla öteki Türkmen beylikle­ rinin koruyuculuğunu üstlenmiş olan Karamanoğullan üzerindeki baskıyı arttır­ dılar.

1387 yılındaki Frenkyazısı Savaşı'nda Karamanoğulları yenildi ve Konya

kuşatıldı. Böylece Karamanoğulları 1. Murad'ın üstünlüğünü tanımak zorunda kaldı. Artık Osmanlılar Anadolu'da da rakipsiz hale gelmişlerdi. 1. Murad bu ha­ reketiyle Anadolu' da Türk birliğini sağlama yolunda önemli bir adım atmış bulu­

nuyordu. Böylece Osmanlılar sınırlarını genişletmek ve Anadolu'da siyasi birliği sağ­ lamak maksadıyla artık harekete geçmişlerdi. Bu hareketin tabii sonucu olarak birçok beyliğe son verildi. Özellikle Yıldırım Bayezid zamanında

(1389-1402)

Karaman, Germiyan, Hamid, Menteşe, Aydın, Saruhan beylikleri ortadan kaldı­ rılmış ve Osmanlı Devleti Anadolu ve Balkanlar'da sağlam bir imparatorluk şek­ linde kurulmuş bulunuyordu.73 Ancak Yıldırım Bayezid'in Ankara Savaşı'nda Ti­ mur'a yenilmesi, kurulan birliğin dağılmasına ve beyliklerin yeniden canlanma­ sına sebep oldu. Fakat Osmanlılar hızla eski güçlerini kazanarak beylikleri teker teker ortadan kaldırdılar ve Anadolu'da siyasi birliği yeniden sağlamayı başardı­ lar.74 Anadolu beyliklerinde aralarındaki mücadelelere rağmen XIV ve

XV. yüzyıl­

larda ilim ve fikir hayatı parlak bir şekilde devam etmiş, belli başlı Anadolu şe­ hirleri Kastamonu, Ankara, Sinop, Kütahya, Tire, Kırşehir, Amasya birer ilim merkezi haline gelmişti. ilim adamlarına büyük değer veren beyler, diğer yandan ilmi faaliyetlerin rahatça yapılabilmesini sağlamak amacıyla medrese, kütüpha­ ne gibi yapılar kurmaya da büyük önem vermekteydiler. Hükümdarların bu ya­ kın ilgi ve teşviki sayesinde tıp, astronomi, riyaziye, edebiyat, tarih, tasavvuf vb. çeşitli alanlarda pek çok kıymetli eser meydana getirildi. Anadolu Selçuklularında sadece basit muhtevalı eserlerde görülen Türkçe, Beylikler zamanında şuurlu olarak bir yazı dili olma hedefine doğru ilerleme kaydetmekteydi. Bunda da başta bulunan beylerin tutumları büyük rol oyna­ maktaydı. Yıkılan Selçuklu Devleti'nin yerini almak isteylen her beylik, kendi hü­ kümet merkezini bir kültür ve sanat merkezi haline getirmek için uğraşmaktay­ dı. Bu devir Selçuklulardaki dil tutumuna karşı bir uyanma, milli dile dönüş ve gelişme devri olarak değerlendirilebilir. Anadolu Selçuklularında

XII. yüzyılın

ikinci yarısından sonra, Izzeddin Kılıcarslan zamanından bu yana ilim dili olarak Arapça, şiirde de Farsça, hükümdar ve devlet erkanının saraylarında rakipsiz bir hakimiyet elde etmişti. Sultan ve emirlerin himayesinde birçok Iran şairinin yanı sıra, değişik ülke­ lerden ilim ve fikir adamlarının bir araya geldikleri saraylar ve medreseler, Fars dili ile büyük bir edebi ve ilmi faaliyete sahne olmaktaydı. Bunun tabii sonucu olarak da Farsça birçok edebi ve ilmi eser ortaya konmaktaydı.75 Selçuklu hü­ kümdarları daha çok Fars diline ve Fars edebiyatına değer veriyorlardı. Çünkü kendileri bu dile vakıftılar. Oysa Anadolu Türk beyliklerini kuran Türk beyleri Arap ve Fars kültürünü tanımıyorlardı, bu yüzden Arap ve Fars kültürüne itibar

574

göstermeyerek kendi milli dillerine değer verdiler.

XIII. yüzyılın ortalarından itibaren, Moğol baskısı yüzünden sürekli olarak batıya doğru akan Oğuz kütleleri, Anadolu'daki Türk nüfusunun artmasına ve önceden burada var olan edebi geleneklerin yeni gelenlerle beslenerek daha da zenginleşmesine sebep oldular. Böylece artan Türk nüfusun tesiriyle Türkçe, Farsça karşısında gittikçe kendini kabul ettirmeye ve Farsçanın hakimiyetine son vererek bir yazı dili olarak yavaş· yavaş filizlenmeye başladı. Beyliklerin ba­ şında bulunan hükümdar ve beylerin kendi milli dil ve kültürlerine değer verip Türkçe yazan ilim adamlarını ve şairleri koruyup teşvik etmeleri de filizlenmeye başlayan bu yazı dilinin gelişmesine yardım etti. Artık Türkçe hükümdar ve bey­ lerin saraylarında itibar mevkiine oturmuştu. Bu mücadelede hiç şüphe yok ki Karamanoğlu Mehmed Bey'in tutumu bir örnek teşkil etmekteydi. Bilindiği gibi, Anadolu beylikleri içerisinde en güçlü olanı Karamanoğulları Beyliği idi. Selçuklular, Karamanoğullarını Ermenilere karşı İçel ve Ermenek yöresine yerleştirmişlerdi. Karamanoğulları zaman zaman Selçuklu-Moğol yönetimiyle mücadele ettiler. Nihayet Karamanoğlu Mehmed Bey, "Cimri" lakabıyla tanınan Selçuklu şehzadesi Alaeddin Siyavuş ile birlikte Selçukluların başşehri Konya'yı işgal etti ( 1 277) . İşgal 37 gün sürdü. Cimri, Si­ yavuş b. Keykavus adıyla tahta oturunca, Mehmed Bey'i de vezir yaptı. O sıra­ da, özellikle Muinüddin Pervane zamanında, devletin yüksek mevkilerinde Fars asıllı kişiler bulunuyordu. Sarayda ve devlet dairelerinde Farsça hakimdi. Meh­ med Bey ise bir Türkmendi, bu yüzden halkın devlet işlerinde Türkçe kullanılması isteğini bir

buyrukla ilan etti: "Hiç kes

ba'de'l-yevm der divan u dergah u bargah u meclis ü meydan cüz be-zeban-ı Türk! sühan ne gü.yed" ( 1 0 Zilhicce 675 I 1 3

Mayıs 1277) . "Bu günden sonra hiç kimse dergahta, bargah­ ta, mecliste ve meydanda Türkçeden başka dil kullanmayacak­ tır." Genel kabule göre bu ferman, Türkçenin devlet dili oluşu­ nun başlangıcı olarak kabul edilmektedir. Ancak bu kararın nasıl alındığı ve ne şekilde uygulandığı pek belli değildir. Zira Türkiye Selçukluları hakkında bilgi veren tarihi kaynaklarda, konuyla ilgili yeterli bilgi yoktur. Bu konu hakkındaki tek kay­ nak İbn Bibi'nin El-Evamirü'l-Alfüye fi'l-umuri'l-Alfilye adlı eseridir. Bu eserin verdiği bilgiye göre, bu kararı bir kişi alma­ mıştır. Divan kurulmuş ve Türkçeyle ilgili bu karar divanda

Darir, Siyer-i Nebi, Hz. Peygamber ve Melekler, ( 1 594- 1 595), (TSM)

alınmıştır. Burada da Kararla ilgili olarak Mehmed Bey'in adı geçmemektedir. Belki toplanan divanda Mehmed Bey de bulunmuş ve divanın kararını duyur­ muştur. Dolayısıyla bu fermanın, Mehmed Bey'in buyruğu değil, Selçuklu Diva­ nı'nın kararı olduğunu kabul etmek gerekir.77 Ayrıca Türkçe Mehmed Bey'den önce de Konya sarayında kendini kabul ettirebilecek bir varlığa sahipti. İlhanlı­ lar zamanında, Türk ve Moğol boylarına ve orduya yazılan fermanların Türkçe olması da Türkçe'nin bir devlet dili olarak kullanıldığının kanıtıdır.78 Karama­ noğlu Mehmed Bey'in dışında, Aydınoğlu Mehmed, Umur ve İsa beyler, Germi­ yanoğlu Süleyman Şah ve Yakub Bey, Candaroğlu İsfendiyar Bey, Bayezid Bey, İsmail Bey, İnançoğullarından Murad Arslan Bey ve daha başkalarının tutum ve gayretleri de Türkçeyi hakim kılmaya yönelik şuurlu tutumlardır.

575

Beylikler devri Türkçesi, konuşma dilinin yazı diline aktarılması şeklinde kurulmuştur. Bu bakımdan konuşma dilindeki pek çok şekil yazı diline de ak­

setmiştir. Yani yazı dili ile konuşma dili arasında bir paralellik göze çarpar. Ay­

rıca bu devrin Türkçesi kelime haznesi bakımından, Eski Türkçeden gelen arka­ ik şekillerle, Oğuzca şekilleri kaynaştırmak suretiyle yeni bir ilim ve edebiyat di­ li niteliğini de taşımaktadır. Edebi eserlerde kullanılan kelimeler halk tarafından

da rahatça kullanılmaktadır. Bu kelimelerden bazıları şunlardır: agu "zehir", al­ da-mak "kandırmak, aldatmak'', alkış "övme, dua", arkuru "ters, aykırı", assı "fayda",

ayruk "başka", artuk "fazla", ayuksız "aklı başında olmayan, sarhoş",

bayak "önceki", bayık "açık, belli", bezek "süs", biti "mektup", bun "sıkıntı", Ça­ lab "Tanrı", çeri "asker, ordu", dükeli "hepsi, bütün", iley "ön, huzur", karı-mak "ihtiyarlamak", keleci "söz, laf', koldaş "yardımcı", emcek "meme", genez "ko­ lay", görklü "güzel",

ınl-mak "ayrılmak", kiçi "küçük", ogrı "hırsız",

öt-mek

"geçmek", sayru "hasta", sındı "makas", sınuk "kırık", sin "mezar", sünük "ke­ mik", süci "şarap", şeş-mek "çözmek", tudaş ol-mak "rast gelmek", usan "ihmal­ kar, gevşek", viribi-mek "göndermek", yağı "düşman", yarak "hazırlık, alet ede­ vat", yort-mak "hızlı koşmak", yazuk "günah", yazuklu "günahkar". Beylikler döneminde Türk şairleri genellikle İran edebiyatındaki örnekler­ den etkilenerek eserler ortaya koyduklarından, bağlı bulundukları kültür alanı­ nın gerektirdiği kimi kelimeleri Türkçeye taşımışlardır. Böylece Türkçeye pek çok Arapça ve Farsça kelime girmiştir. Ancak bu kelimelerin sayısı, klasik Os­ manlıca dönemine göre oldukça azdır. Bu bakımdan bazı kelimelerin Arapça ve Farsçaları ile yan yana kullanıldıkları görülmektedir: Çalap-Tanrı-Allah, uçmak­ cennet, tamu-cehennem, sevi-aşk, yazuk-günah, süci-şarap, esrük-sarhoş, say­ ru�hasta, kul-bende gibi. Sanatta ve edebiyatta, İran edebiyatını estetik bir saha olarak örnek alan bu edebiyatçılar, Türkçeyi aruz ölçüsüne uyarlamakta zorlanıp, Farsçadaki dil mu­ sikisine erişemeyince de, zaman zaman daTürkçe'nin yetersizliğinden yakınmış­ lardır. Bu yüzden eserlerinde görülen kusurların kendi bilgisizliklerinden değil, Türkçeden kaynaklandığını ifade etmişlerdir. Mesela,

XIV. yüzyılın önemli şair­

leri arasında yer alan ve Türkçeye Süheyl ü Nevbahar ve Ferhengname-i Sadi Tercümesi gibi iki de önemli eser kazandıran Hoca Mesud, bu eserleri meyda­ na getirirken hayli zorlandığını belirtmektedir. Öyle ki Süheyl ü Nevbaharın so­ nunda, bu eseri bitirdiğinde vücudunun yarısının eridiğini söylemektedir:

Bu arada özrüm hemin yeng durur Ki Türk'ün dili gin degül teng durur Bu bir niçe beyti düzince benüm Hacaletden eridi yaru tenüm Hoca Mesud'un talebelerinden olan Şeyhoğlu Mustafa da eserlerini yazar­ ken çok zorlandığını, çünkü Türkçenin edebi bir dil olarak yeteri kadar işlenme­ diğini ve bilinmediğini ifade ederek, Türkçenin kuru, sert, tatsız tuzsuz, yavan bir dil olduğundan söz eder:

Ki Türk'ün dili na-ma'lum dildür lbaretden neden mahrum dildür Sovukdur tadı yokdur tuzı yokdur 576

Yavandur lezzeti vü özi yokdur'>D

Bu anlayış, devrin daha sonra gelen başka şair ve yazarlarında da görülmek­ tedir. Mesela XV. yüzyılda Gülistan'ı Anadolu sahasında ilk defa Türkçeye ter­ cüme eden Manyaslı Mahmud, Selatinname yazarı Sarıca Kemal, Vikaye Tercü­ mesi'ni yazan Devletoğlu Yusuf, Ferahname yazarı Hatiboğlu, Türkçeye Tazar­ runame gibi muazzam bir eser bırakan Sinan Paşa gibi pek çok şair ve yazar, Türkçe yazdıkları için adeta özür dilemektedirler. Ancak bütün bu tenkit ve şi­ kayetler, beraberinde Türkçenin müdafaasını da getirmiştir. Bu şairlerin başın­ da da Aşık Paşa ve Gülşehri gelmektedir. Aşık Paşa, XIV. yüzyılın ilk yarısında yetişen mutasavvıf şairlerindendir. Büyük ölçüde Mevlana'nın Mesnevisi etkisinde kalarak yazdığı Ga­ ribname adlı eseri de, Anadolu'da gelişen Türk tasavvuf edebi­ yatının en önde gelen eserlerinden biri olarak kabul edilmekte­ dir. Aşık Paşa bu değerli eserini, halk kitlelerinin onu rahatça anlayabilmelerini sağlamak için Türkçe olarak yazmıştır. Esasen o, bu davranışıyla, zamanında Türk halk kitlesine ve Türk diline karşı gösterilen ilgisizliğe karşı çıkmakta ve Türkçe yazdığı için kitabının kıymetsiz addedilmemesini istemektedir. Bu açıdan, Türkçeyi Arapça ve Farsça gibi bir ilim dili değil, yalnızca basit ve kaba bir konuşma dili olarak kabul eden anla­ yış karşısında Aşık Paşa'ya önemli bir yer ayırmak gerekmekte­ dir. Garibname'nin de sade dili dolayısıyla Türk dili ve edebiyatı tarihi içerisinde seçkin bir yeri vardır.

Tezhibli �emse oyma iç kapak

Devrin bu umumi telakkisi karşısında, Mantıkuttayr müellifi Gülşehri'nin da­ ha bilinçli hareket ettiği görülmektedir. Attar'ın Mantıkuttayr'ını 717 'de (1317) alelade bir tercüme olarak değil, adeta onu yeniden yazıyormuşçasına ortaya koymuştur. Gülşehri, kendi eserinin Farsça Mantıkuttayr'dan hiç de aşağı olma­ dığını ve kendisinden önce Türkçe bu kadar güzel eser yazılmadığını söyleyerek Türk diliyle yazmayı bir iftihar vesilesi kabul etmektedir:

Ben bu Türki defterin çün dürmeyem Parisicesi-y-ile denşürmeyem Kimse böyle tatlu söz söylemedi Kimse bundan yig kitab eylemediB l Aynı yüzyılda, aynı şartlar karşısında Türkçeyi diğer dillere nispetle kaba ve yetersiz bulan ve bunu söylemekten çekinmeyen çağdaşları arasında Gülşeh­ ri'nin müstesna bir yeri vardır. Mantıkuttayr'ı Türkçeye aktarırken, Türkçenin bütün ifade imkanlarını kullanarak onu şahsi bir eser olarak ortaya koyması ve kendinden önce bu kadar mükemmel bir eser meydana getirilmediğini söyleye­ rek bununla övünmesi, onda şuurlu ve idealist bir sanatçı ruhunun varlığını gös-

_

termektedir. Gülşehri'nin, Yunus Emre'den sonra zamanın en heyecanlı bir şa­ iri, en usta bir sanatkarı olduğu anlaşılmaktadır. Böylece gerek Anadolu beylerinin milli ruha bağlılıkları, gerekse şair ve ya­ zarların idealist bir anlayışla eserler ortaya koymaları sayesinde, Selçuklular dö­ neminin çok az sayıdaki eserlerine karşılık Beylikler döneminde Kur'an tercü­ meleri, peygamber kıssaları, evliya menkıbeleri, nasihatnameler, tıbba, baytarlığa, avcılığa, cevherlere, rüya tabirlerine ait çeşitli tercüme ve telif kitaplar; ede-

577

bi alanda dini-destani manzum ve mensur eserler, tasavvufi ve romantik mesne­ viler, divanlar vb. birçok eser meydana getirilerek Türkçe edebi bir dil olarak iyi­ ce işlendi. Bu dönemde kaleme alınan eserlerin pek çoğu da Osmanlı Beyliği sa­ hası içerisinde meydana getirilmiştir. Beylikler döneminde meydana getirilen Eski Anadolu Türkçesi dil yadigar­ larının belli başlıları şunlardır: Mantıküt'tayr: Türk tasavvuf edebiyatının önde gelen şairlerinden olan Gül­ şehri, İran şairi Feridüddin-i Attar'ın (ö .

632/1235) aynı adlı eserini esas alarak 7 1 7 (1317) yılında yazmıştır. Aruzun "failatün fa.Ha.tün ffülün" kalıbıyla mesnevi

tarzında meydana getirilen eser analamına gelen Mantıkuttayr,

4300 beyittir. "Kuşların konuşması, kuş dili"

30 hikayeyi içermektedir.

Keramat-ı Ahi Evran: Yine Gülşehri tarafından aruzun "füilatün ffülatün ilün" kalıbıyla yazılmış

fü­

167 beyitlik küçük bir mesnevidir. Fütüvvet ehli olan Ahi

Evranla, cömertliği ile tanınen Hatim-i Tai karşılaştırılmaktadır.82 Garibname: Beylikler döneminde ortaya konmuş en önemli eserlerdendir. Aşık Paşa

(1272- 1 333) tarafından 1 330 yılında yazılmıştır. 1 2.000 beyit tutarın­

da olup, ahlaki ve tasavvufi bir nitelik taşımaktadır. On bölüm üzerine düzenle­ nen eser, dilinin sadeliği dolayısıyla yüzyıllarca okunagelmiştir. Kemal Yavuz ta­ rafından iki cilt halinde yayımlanmıştır.83 Aşık Paşa'nınn Garibname'den başka Fakmame, Vasf-ı Hal, Hikaye ve Kimya Risalesi adlı eserleriyle, toplam altmış yedi adet olan manzumeleri de bu dönemin dil yadigarları arasında zikredilebi­ lecek eserlerdendir. Menfilcıbu'l-kudsiyye fi menasıbi'l-ünsiyye: Aşık Paşa'nın oğlu Elvan Çelebi tarafından manzum olarak yazılmış bir eserdir. XIII ve XIV. yüzyıllarda Anado­ lu'da meydana gelen tarihi olaylardan bahsetmektedir.84 Süheyl ü Nevbahar: Bu dönemde mesnevi yazarları arasında mühim bir yer işgal eden Hoca Mesud tarafından cera mesnevisidir. Yaklaşık

1351 yılında yazılmış, romantik bir aşk ve ma­

6000 beyitten oluşan eserde Yemen padişahının oğ­

lu Süheyl ile Çin fağfurunun kızı Nevbahar arasındaki aşk konu edilmektedir.85 Ferhengname-i Sadi Tercümesi:

İran şairi Sadi'nin Bostan adlı eserinin

Türkçeye ilk tercümesidir. Hoca Mesud tarafından

1354 yılında çevrilmiş olup

1 1 00 beyitten meydana gelmektedir.86 Devrin dil özelliklerini yansıtan önemli mesnevilerdir. Hurşidname: Şeyhoğlu Mustafa tarafından yazılmış bir aşk mesnevisidir. İran şahı Siyavuş'un kızı Hurşid ile Mağrib şehzadesi Ferahşad adasındaki aşkı anlatmaktadır.

7903 beyit hacmindedir.87

Kenzü'l-kübera ve Mehekkü'l-ulema: Şeyhoğlu Mustafa tarafından

1 400 yı­

lında kaleme alınan eser, devlet yönetimi ve toplum hayatını konu edinmekte­ dir. Nazımnesir karışık olarak yazılmış olup dört bölümden oluşmaktadır.88 Marzubanname Tercümesi: Şeyhoğlu Mustafa tarafından

1380 yılı civarında

Varavini'nin aynı adlı Farsça eserinden tercüme edilmiştir. Hayvan hikayelerine dayanarak, devlet yönetimi ve ahlak konularında öğütler ihtiva etmektedir.89 Dastan-ı Maktel-i Hüsyn: Kastamonulu Şazi tarafından

578

1362 yılında çeviri

yoluyla meydana getirilmiş bir eserdir. Hz. Hüseyin'in şehit edilişi duygusal bir

dille anlatılmaktadır. 33 13 beyit tutarındaki Maktel-i Hüseyn, Anadolu Türk edebiyatının ilk manzum makteli olması bakımından önemlidir.90 İskendemame: Ahmetli tarafından yazılmıştır. Büyük lskender'in hayatına, idealine, aşklarına, savaşlarına dair çeşitli rivayetlerden, destanlardan derlenmiş bilgilerle din, tasavvuf, ahlak, felsefe , astronomi, tıp vb. konuların ele alındığı di­ daktik (öğretici) özellikler taşıyan manzum bir eserdir. 8754 beyitten oluşan eser, 1390 yılında tamamlanmıştır.91 Cemşid ü Hurşid: Ahmetli tarafından 1403 yılında, İran şairi Selman-ı Saveci'nin aynı adlı eserinden çevrilmiştir. Çin hüküm­ darının oğlu Cemşid ile Rum kayserinin kızı Hurşid arasındaki aş­ kı anlatmaktadır. 5000 beyit tutarındadır.92 Tervihü'l-ervah: Ahmetli'nin tıpla ilgili olarak hazırlayıp, Yıl­ dırım'ın oğlu Emir Süleyman'a sunduğu bir mesnevidir. 10100 beyit civarındadır. Yazıldığı tarih belli olmamakla birlikte, 14031 410 yılları arasında yazıldığı tahmin olunmaktadır. Eser dokuz ayda tamamlanmıştır. 93 Ferahname: Kemaloğlu tarafından 1380 yılında yazılmış 3030 beyitlik bir mesnevidir. Efsanevi bir özellik taşıyan Ferah­ name'de kumkumaları elde etmek için çıkılan yolculuk sırasında karşılaşılan olağan üstü nesneler ve olaylar anlatılmaktadır. Kıssa-i Yusuf: Mustafa Darir tarafından 1367 yılında yazılmıştır. Aynı konuda yazılmış olan öteki Yusuf kıssalarından dili,

·:,u..;.-.:��;.,J_;ı_s;:_�ı��•:�c� ��:·:.:..;..l�;,\. · ,·:.,

·,

.. .