Genel Türk Tarihi [2]
 9756782625, 9756782641

Table of contents :
UYGUR DEVLETLERİ TARİHİ VE KÜLTÜRÜ, Prof. Dr. Gülçin Çandarlıoğlu 9
OĞUZLAR/TÜRKMENLER, Yrd. Dç. Dr. Tufan Gündüz 47
İSLAM ÖNCESİ DEVREDE ORTA ASYA'DA YAŞAYAN TÜRK BOYLARI, Prof. Dr. Ahmet Taşağıl 71
HAZAR HAKANLIĞI, Yrd. Dç. Dr. Muallâ Uydu Yücel 149
DOĞU AVRUPA'DA TÜRKLER, Prof. Dr. Omeljan Pritsak 181
BULGARLAR VE OGURLAR, Prof. Dr. Istvan Zimonyi 203
AVARLAR: ETNİK YAPILARI VE TARİHLERİNE BİR BAKIŞ, Prof. Dr. Emil Heršak 221
KARADENİZ'İN KUZEYİNDE PEÇENEKLER, Doç. Dr. Necati Demir 249
KIPÇAKLAR VE KUMANLAR, Doç. Dr. Ahmet Gökbel 259

B. ESKİ TÜRKLERDE KÜLTÜR VE MEDENİYET
ESKİ TÜRKLERDE DEVLET GELENEĞİ VE TEŞKİLÂTI, Prof. Dr. Salim Koca 309
ESKİ TÜRKLERDE SOSYAL VE EKONOMİK HAYAT, Prof. Dr. Salim Koca 347
ESKİ TÜRKLERDE DİN VE DÜŞÜNCE, Prof. Dr. Harun Güngör 387
ESKİ TÜRKLERDE BİLİM, Prof. Dr. Esin Kahya 425
ESKİ TÜRKLERDE DİL VE EDEBİYAT, Prof. Dr. Sema Barutçu Özönder 457
ESKİ TÜRKLERDE KÜLTÜR VE SANAT, Prof. Dr. Nejat Diyarbekirli 493
GÖKTÜRK SANATI, Prof. Dr. Yaşar Çoruhlu 597

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM: İLK MÜSLÜMAN TÜRK DEVLETLERİ

TÜRKLERİN İSLAMİYETİ KABULÜ, Prof. Dr. Abdülkerim Özaydın 615
ORTA ASYA'NIN MÜSLÜMAN ARAPLAR TARAFINDAN FETHİ, Prof. Dr. Zekeriya Kitapçı 655
İDİL (VOLGA) BULGAR HANLIĞI'NDA İSLÂMİYET, Prof. Dr. Nesimi Yazıcı 669
KARAHANLILAR TARİHİ, Prof. Dr. Reşat Genç 693

Citation preview

GENEL TÜRK TARİHİ 2

Editörler

Hasan Celal GÜZEL

Prof. Dr. Ali BiRiNCi

YENİ

TÜRKİYE

YAYINLARI

Teknik Koordinatör Murat Ocak

Sanat Yönetmenleri D. Hamza Gürer/ Faruk Taştepe

Görüntüleme Görüntü Yönetmeni Yrd. Doç. Dr. Tufan Gündüz Görüntü Yönetmen Yardımcısı Hasan Tahsin

I Fatma Doğancı I Uğur Altuğ I Ahmet Sait Candan /Hüseyin Köksal

Dr. Muhammet Görür Yüksel Şahin

Resim Tarama Turgay Süslü

I Ümit Bahadır

Dizgi Grubu Mehmet Keskin/Fatma Özgür Şahin/ Murat Aydıner Kadriye Akkaya / Levent Süsoy / Ahmet Düzgün Tuğhan Taştepe/Turgay Süslü/Ümit Bahadır Zülfikar Mert

I

Murat Şaşmaz

Vural Dönmez/Umut Aras

Tashih Grubu Elnur Ağayev Ahmet Budak / Zehra Filiz Bilir Emine Özdemir / Büşra Bolay Ebru Demir

I Rizvan Genberli

Grafik Tasarım Ali Taştepe

Baskı Semih Ofset

Cilt Balkan Ciltevi Yayın Kodu

975-6782-62-5 ISBN(Takım) 975-6782-64-1 ISBN (Cilt) Yayın Yeri ve Tarihi Ankara

2002

Yan Kağıt: Selçuk Çini Paneli, Ahmet Ertuğ

GENEL TÜRK TARİHİ Yayın Kurulu Başkanı Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu

TiJRK TARiH KURUMU BAŞKAN! - TIJRKIYE

Yayın Danışmanı Prof. Dr. Halil İnalcık Tl!RKIYE 1 AB.!J

Yayın Kurulu Prof. Dr. Şükrü Haluk Akalın TÜRK DiL

KURUMU BAŞKANI-TÜRKiYE

Prof. Dr. Manas Kozıbayev KAZAKiSTAN

Prof. Dr. Süleyman Aliyarlı

Prof. Dr. Ercüment Kuran

AZERBAYCAN

TÜRKiYE

Prof. Dr. Muhammed Aydoğduyev

Prof. Dr. Şerif Mardin

TÜRKMENiSTAN

TURKIYE

Prof. Dr. Tuncer Baykara

Prof. Dr. Erdoğan Merçil

TÜRKiYE

Tl'IRKIYE

Prof. Dr. Kemal Çiçek

Prof. Dr. Rhoads Murphey

TÜRKiYE

INGILTERE

Prof. Dr. Tınçtıkbek Çorotegin

Prof. Dr. Yuzo Nagata

KIRGIZiSTAN

Prof. Dr. Geza David

JAPONYA

Prof. Dr. Ahmet Yaşar Ocak

MACARiSTAN

TOR KiYE

Prof. Dr. Feridun Emecen

Prof. Dr. llber Ortaylı

TÜRKiYE

TORKIYE

Prof. Dr. Peter B. Golden

Prof. Dr. Victor Ostapchuk

A.B.D.

KANADA

Prof. Dr. Mustafa !sen

Prof. Dr. Sema Barutçu Özönder

TÜRKiYE

TÜRKiYE

Prof. Dr. Norman Itzkowitz

Prof. Dr. Stanford Shaw

A.B.D.

A.B.D.

Prof. Dr. Ekmeleddin lhsanoğlu IRCICA BAŞKANI - TURKIYE

Prof. Dr. Geng Shirnin ÇIN

Prof. Dr. Mustafa Kafalı

Prof. Dr. Denis Sinor

TÜRKiYE

A.B.D.

Prof. Dr. Kemal Karpat

Prof. Dr. Ahmet Tabakoğlu

A.B.D.

Prof. Dr. Beg Ali Kasımov

TORKlYE

Prof. Dr. Dmitri Vasiliev

0ZBEKISTAN

RCSY..\

Prof. Dr. Salim Koca

Prof. Dr. Bahaeddin Yediyıldız

TÜRKiYE

TCRKlYE

Danışma Kurulu Prof. Dr. Abdülhaluk Çay BAŞKAN·TÜRKiYE

Dr. Bilgehan Atsız Gökdağ

Prof. Dr. Gabor Agoston A.ll.D.

Tl'RKlm

Prof. Dr. lsmail Aka

Dr. Öner Kabasakal

Tlil!KIYE

TIK.� BA�KA!'il-Tı:RKIYE

Prof. Dr. Şakir Akça

Prof. Dr. Esin Kahya

TPRKIYE

TllllKJn;

Prof. Dr. Annakurban Aşirov

Prof. Dr. Şaban Karataş TC!lKIYE

TlillKMENISTAN

Prof. Dr. Hee Soo Lee

Prof. Dr. Oktay Aslanapa TllRKIYE

GrNEY KORE

Doç. Dr. B. Zakir Avşar

Prof. Dr. Heath W. Lowry

TPRKIYE

.Ul.D.

Polat Bülbüloğlu

Prof. Dr. Justin McCarthy

TiiRKSOY IJAŞKANl-AZ1':RIJAYC:AN

A.IJ.D.

Prof. Dr. Gülçin Çandarlıoğlu

Prof. Dr. Gabrıel R. Paleczek

TÜRKiYE

AVUSTURYA

Prof. Dr. Emin Çarıkçı

Prof. Dr. Omeljan Prıtsak A.B.D. Prof. Dr. Mirkasım Usmanov

TtlRKIY1':

Prof. Dr. Nejat Diyarbekirli TÜRKiYE

TATAlllSTAN

Prof. Dr. Yavuz Ercan

Prof. Dr. Turan Yazgan

TPRKIYE

Tl1RKIYE

Prof. Dr. Semavi Eyice

Prof. Dr. llya Zaitsev

TliRKIYE

l!USYA

Prof. Dr. Istvan Fodor

Namık Kemal Zeybek

MACARiSTAN

TORKIYE

Proje Koordinatörü Osman Karatay Yurt Dışı Koordinasyon Sabiha Sungur idari Koordinatörler Abdurrahman Eren/Mustafa V. Güzel/Lütfü Ulukul Tercüme Başredaktör

Cem Oğuz

Koordinatör

Özlem Dilmen

Redaktörler Doç. Dr. Ramazan Gözen J Doç. Dr. Hamit Ersoy Elnur Ağayev Mütercimler

Fahri Dikkaya / Bülent Keneş I Bayram Sinkaya

Türkçe Redaksiyon Doç. Dr. Nurettin Demir/ Doç. Dr. Emine Yılmaz/ Yrd. Doç. Dr Bilgehan A. Gökdağ Dr. Murat Küçük I Gönül Gökdemir I Faruk Gökçe

İCİNDEKİLER '

cilt

2

UYGUR DEVLETLERİ TARİHİ VE KÜLTÜRÜ 9

Prof Dr. Gülçin Çandarlıoğlu

OGUZLAR/TÜRKMENLER

47

Yrd. Doç. Dr. Tufan Gündüz

İSLAM ÖNCESİ DEVREDE ORTA ASYA'DA YAŞAYAN TÜRK BOYLARI Prof Dr. Ahmet Taşağıl 71 HAZAR HAKANLIGI Yrd. Doç. Dr. Mualla Uydu Yücel

149

DOGU AVRUPA'DA TÜRKLER

181

Prof Dr. Omeljan Pritsak

BULGARLAR VE OGURLAR

203

Prof Dr. Istvan Zimonyi

AVARLAR: ETNİK YAPILARI VE TARİHLERİNE BİR BAKIŞ 221

Prof Dr. Emil Herfak

KARADENİZİN KUZEYİNDE PEÇENEKLER 249

Doç. Dr. Necati Demir

KIPÇAKLAR VE KUMANLAR Doç. Dr. Ahmet Gökbel

259

B. Eski Türklerde Kültür ve Medeniyet ESKİ TÜRKLERDE DEVLET GELENEGİ VE TEŞKİLATI Prof Dr. Salim Koca

309

ESKİ TÜRKLERDE SOSYAL VE EKONOMİK HAYAT Prof Dr. Salim Koca

347

ESKİ TÜRKLERDE DIN VE DÜŞÜNCE

387

Prof Dr. Harun Güngör

ESKİ TÜRKLERDE BİLİM Prof Dr. Esin Kahya

425

ESKİ TÜRKLERDE DİL VE EDEi3tYAT

457

Prof Dr. Sema Barutçu Ôzönd3r

ESKİ TÜRKLERDE KÜLTÜR VE SANAT

493

Prof Dr. Nejat Diyarbekirli

GÖKTÜRK SANATI

597

Prof Dr. Yaşar Çoruhlu

ÜCÜNCÜ BÖLÜM: İLK MÜSLÜMAN ,

TÜRK DEVLETLERİ TÜRKLERİN İSLAMİYETİ KABULÜ Prof Dr. Abdülkerim Ôzaydın

615

ORTA ASYA'NIN MÜSLÜMAN ARAPLAR TARAFINDAN FETHİ

655

Prof Dr. Zekeriya Kitapçı

lDİL (VOLGA) BULGAR HANLIGI'NDA İSLAMtYET Prof Dr. Nesimi Yazıcı

669

KARAHANLILAR TARlHİ Prof Dr. Reşat Genç

693

UYGUR DEVLETLERİ TARİHİ VE KÜL TÜRÜ

PROF. DR. GÜLÇİN ÇANDARLIOGLU

MiMAR SiNAN ÜNİVERSİTESİ FEN-EDEBiYAT FAKÜLTESİ / TÜRKİYE

Gİ RİŞ

U

ygur tarihi hiç şüphe yok ki Orta Asya tarihinin en önemli birkaç devresinden biri­ dir. Uygur tarihini toplu olarak ele alan, ilk önce ünlü Japon bilgini Haneda Toru ol­ du. Aslen bir Budolog olan ve Japonya'da Budolojiyi kuran Prof. Dr. Haneda ancak

Uygurların Budizm hakkındaki geniş bilgileri sebebi ile bu konuyla ilgilenmiş ve onları Japon­ ya'ya tanıtmak istemiştir. Aynı konu ikinci olarak Prof. Dr. B. Öge! tarafından ele alınmış ve bu konuda bir kaç ma­ kale yayınlanmıştır. Yalnız Prof. Dr. B. Öge! bu makalelerinde Uygur tarihinin kronolojik olay sıralarına değil, daha çok kabile hareketlerine ve bir Orta Asya devletinin boylardan impara­ torluk haline nasıl geldiği konusunu incelemiştir. Uygurların Ötüken bölgesindeki Hakanlık dönemi Prof. Dr. G. Çandarlıoğlu tarafından do­ çentlik tez çalışması olarak araştırılmıştır. Bu çalışmada T'ang sülalesi dönemine ait Çin yıllıklarında ve ansiklopedilerinde mevcut Uygurlarla ilgili kayıtların Türk diline tncümesi, yorumlanması, batılı araştırmacıların eseriy­ le karşılaştırılması ve olayların kronolojik olarak sentezi üzerinde durulmuştur. Uygur Hakanlığının son yılları ile yıkılışı da Çinli öğrenci Ts'ai Wen-shen tarafından Anka­ ra'da doktora tezi olarak incelenmiş ve Türkçe olarak Taipei'de yayınlanmıştır. Bu çalışmada o dönemde yaşayan Çin devlet adamlarının mektub ve raporları üzerinde durulmuştur. Beşbalık - Turfan Uygur Devleti Prof. Dr. Özkan İzgi tarafından doçentlik tez çalışması ola­ rak araştırılmıştır. Özellikle Wang Yen-te seyahatnamesi tercümesi ve Çin yıllıklarında bulunan tamamlayıcı bilgiler degerlendirilmiş, batılı araştırmacıların eserleriyle karşılaştırılmıştır.

Sarı Uygurlar ve Kansu Bölgesi kabileleri, Prof. Dr. G. Çandarlıoğlu tarafın­ dan doktora tez çalışması olarak incelenmiş ve Türkçe olarak Taipei'de basılmış­ tır. Uygur Hakanlığı yıkıldıktan sonra kurulan Uygur Devletlerinden biri olan Sa­ rı Uygur Devletinin diğer bir adı da Kan chou (Kansu) Uygur Devleti'dir. Bu eserde Kan-chou Uygur Devleti ve komşularıyla akrabalık ilişkileri biraz Çin kay­ nakları, daha ziyade batılı araştırmacıların çalışmalarından faydalanılarak analiz ve senteze gidilmiştir.

1. Orhun Uygur Devleti

1 . Kuruluş Çin kaynakları Uygurları Hunların nesilleri olarak kabul ederler. Akraba kavimlerle birlikte Dokuz Oğuz-On Uygur diye isimlendirilirler. Uygurlar IV.-V. asırlarda Toba devleti zamanında Töles adını aldılar. Çinlilere göre Uygurlar sayı bakımın­ dan pek kalabalık değillerdi. Fakat çok kabiliyetli ve ce­ sur idiler. Yüksek tekerlekli arabaları vardı. Göçlerde ve harplerde bu arabalarına çok güveniyorlardı. Çin kay­ naklarında Kao-ch'ih (yüksek tekerlek) adıyla da kay­ dedilmektedir. tık zamanlarda Töles boylarının müşterek bir reis­ leri yoktu. Göçebe oldukları için bir yerde devamlı otur­ muyorlardı. Ata binmede, ok atmada üzerlerine yoktu. Toprakları verimsiz olduğu için atları az, koyun ve sığır­ ları çoktu. Selenga, Orhun ve Tola nehirlerinin kıyıla­ rında oturan bu oymaklar, Göktürk devleti kurulunca, onların hakimiyetini tanıdılar. Baykal gölünün güneyin­ Bezeklik 9. Tapınak, duvar resmi

deki bozkırlarda iç işlerinde serbest olarak yaşadılar.

VII. asırda Göktürkler Çinlilere yenilince Töles birlikleri de dağıtıldı.

Göktürk Devletinin zayıf çağı olan VII. asrın başında Orhun ve Selenga kıyı­ larında oturan Uygur, Bugu, Bayırku, Tongra vs. kabileleri bir şefin hakimiyeti altında toplandılar. Reislerin unvanı İrkin idi. Irkin'in P'u-sa isimli bir oğlu vardı. P'u-sa

630 senesinden sonra Göktürklerin kuzey sınırlarına akınlar yapma­

ğa başladı. Göktürkler bu Uygur-Töles akınlarını durdurmak için bir ordu gös­ terdilerse de muvaffak olamadılar. Bu galibiyet Uygur ve Töleslere büyük itibar kazandırdı. Bu zaferden sonra P'u-sa Alp 1Iteber unvanını aldı. Çin kaynakları P'u-sa'dan şöyle bahsederler: "Mükemmel harp planları yapıyordu. Savaşta askerlerin önüne geçip hücum ederdi. Az askerle çok iş yapıyordu. Askeri talimler yapıyor, ok atı­ yor, askerle beraber avlara gidiyordu. Annesi de halkın şikayetlerini dinliyor, da­ valarına bakıyordu. Kanun ve nizamları bozanları cezalandırıyordu. Bu suretle ka­

10

bilelerin düzeni muntazam yürüyordu. P'u-sa zamanı Uygurların refah devridir."!

Göktürklerin zayıf olduğu bu çağda Orta Asya'nın kuzeyinde başlıca iki kuwet vardı. 1-P'u-sa'nın emrin­ deki Uygur Tölesleri, 2- Sir Tarduş Tölesleri. 646'dan sonra Uygurlar yine bir llteber'in idaresin­ de idiler. Fakat bu Çinlilerin kuklası durumunda idi. Di­ ğer taraftan Göktürk devleti de can çekişiyordu. Sir­ Tarduş Tölesleri de Çin'in müttefiklerine yenilip Uygur­ ların idaresine girmeğe mecbur olmuşlardı. Böylece Or­ ta Asya'nın doğu kısmı bir Çin eyaleti haline gelmiş ol­ du. Bu kukla llteber kendini kağan ilan etti. Göktürk tarzında teşkilat kurdu. Fakat bu devri gerçek bir ka­ ğanlık dönemi olarak kabul etmek zordur. Uygur Töleslerinin halkı boş durmuyor, Çin hakimi­ yetinden kurtulmak için çareler arıyordu. 648'de kukla İlteber öldürüldü. Yerine halkın tuttuğu başka bir reis getirildi. Fakat o da Çinlilerin hilesine kurban gitti. Uygurların isyanından korkan Çinliler onları Ch'i-pi Tölesleri ile anlaştırıp büyük vaadlerde bulunarak Batı Göktürklerine saldırttılar. Çinliler gittikçe kuwetlene­ rek Batı Göktürkleri devamlı surette mağlup ettiler. Uygurlar da Po-jun adlı bir kukla reisin idaresine girmişlerdi. 65 1 'de Çin hesabına Kore isyanını bastırdılar. Batı Göktürk savaşlarına iştirak ettiler. 656'da Onoklara karşı zafer kazandılar. Taşkent'e kadar ilerlediler . . 661 -63 senelerinde Uygurlar Çin'e baş kaldırdılarsada muvaffak olamadılar. Göktürk devleti, ikinci defa kurulduğu zaman Uygurlar tekrar Göktürk devleti içinde yer aldılar. 742-43 senelerinde Göktürklerin hakimiyeti altında bulunan Karluk, Basını! ve Uygur oymakları Göktürk kağanı Ozmış'ı mağlup edip öldürdüler. Göktürk devleti ortadan kalınca Basmılların idaresinde yeni bir kağanlık ku­ ruldu. Uygurlar sol (doğu) , Karluklar sağ (batı) yabguluğu teşkil ettiler. 744 senesinde Uygur Yabgusu Basını! kağanını mağlup ederek kendini ka­ ğan ilan etti. Kutlug Bilge Kül Kağan unvanını aldı. Bu suretle hür Uygur Kağan­ lığı kurulmuş oldu.2

Bezeklik 9. Tapınak, duvar resmi

2. Kutlug Bilge Kül Kağan Devri 744'de Uygur reisi Basmılları tamamiyle mağlup etti. Böylece Uygur birliği tamamlanmış oldu. Uygur Reisi Kutlug Bilge Kül Kağan unvanı ile Hakan oldu. Her tarafa elçilerle fetihnameler gönderildi. Tabii bu arada Çin'e de elçiler gitti. Çin imparatoru da tebrik için elçiler gönderdi. Uygurların toprakları gittikçe genişledi. Doğuda Szu-wei'e, batıda Altın Dağ­ ları'na kadar olan bölge ve güneyde Gobi sahrası kontrolleri altında idi. Yani Hunların bütün eski topraklarına sahip olmuşlardı. Kısa ve başarılı bir dönemden sonra Kağan vefat etti (74 7) .

11

3. Moyen-Çor Kağan Devri

12

Kutlug Bilge Kül Kağan ölünce (74 7) yerine oğlu Moyen Çor geçti. Sert huy­ lu asker idaresini iyi bilen bir kimse idi. Moyen Çor'un yapmış olduğu seferleri 4 kısımda inceleyebiliriz. 1. Batı Seferleri: Batıda Uygurlara karşı başlıca mukavemet edenler Karluk­ larla, Türgeşler idi. Karluklar bu sırada Altay Dağlarının güney batı eteklerinde oturuyordu. Türgeşler ise Çu ve Talas nehri bölgesinde idiler. 744'de Uygurların hakimiyetine giren Karluklar zaman zaman isyan ederek Türgeşlerle birleşiyor­ lardı. Moyen Çor Kağan Türgeşleri yendi. Böylece Uygur Devletinin sınırları ba­ tıda Sırderya nehri boylarına kadar ilerledi. 2. Kuzey Seferleri: Bu seferler Kem nehri boyunca uzanan dağlar aşılmak suretiyle yapılmıştır. Bu seferlere bir başka deyimle Kırgız seferleri de diyebili­ riz. Kırgızlarla Uygurlar arasındaki bölgede Çik adlı başka bir Türk kavmi vardı. Moyen Çor Kağan zamanında Çik'ler Uygur hakimiyetine girdiler. Kırgızlar he­ nüz mağlup olmamışlardı. 3. Oğuz Seferleri: Uygur çağındaki Uygurların kim oldukları hakkında pek bilgimiz yoktur. Yalnız Selenga Nehrinin kıvrımında Sekiz Oğuz ve Dokuz Tatar­ ların mağlup oluşlarından bahis vardır. Moyen Çor yazıtından Çinde de Oğuzla­ rın mevcut olduğunu öğreniyoruz. 4. Çinlilerle Olan Askeri ve Siyasi Münasebetler: Moyen Çor Kağan'ın ilk za­ manlarında Çin çok karışık bir durumda idi. 751 senesinde Talas Meydan Muha­ rebesinin de kaybedilmiş olması, Çinde karışıklıkların çıkmasına sebeb olmuştu. 755'de ki An Lu-shan isyanı T'ang hanedanının itibarını sarsmıştı. Doğu baş şeh­ ri Lo-yang ve batı baş şehri Ch'ang-an asiler tarafından zaptedilmişti. Bu tehli­ keli durum karşısında Uygurların yardımına müracaat edilmiştir. Su-tsung tahta geçtiği zaman (756) T'un-huang beyi Ch'eng-ts'ai'i iyi müna­ sebetler tesisi için elçi olarak Uygurlara gönderdi. Uygur Kağanı Ch'eng-ts'ai'a gelin olarak bir Uygur Prensesi verdi. (Bu prensesin kimliği konusunda kaynak­ lar değişik şeyler söylemektedir). Ayrıca büyük kumandanlarından bazılarını Çinli prensesle diplomatik evlilik yollarını araştırmak üzere Çin sarayına gönder­ di. Su-Tsung neticeden çok memnundu.3 Ondan sonra Kağan bizzat askere kumanda ederek Sho-fan garnizon ku­ mandanı Kuo Tzu-i ile beraber sefere çıktı. Birlikte T'ung-lo ve diğer barbarları Sarı Irmak kenarında yendiler. Kağan Kuo-Tzu-i'yi kurt başlı bayrağa saygı du­ ruşunda bulunduktan sonra huzuruna kabul etti. 757'de Uygur yabgusu, Tudun'u 4000 asker ve pek çok at ile tekrar Çin'e yardıma geldiler. İmparator Su-tsung çok memnun oldu. Onların şerefine ziya­ fet ve hediyeler verdi. İmparator Kuang-p'ing beyine Yabgu ile kardeşlik antlaşması yapmasını em­ retti. Yabgu'ya son derece nazik muamele etti. O'nu mahremiyetine aldı. Kaynaklardan öğrendiğimize göre, Çin bu olayda da malum politikasını ta­ kip ederek aslen Türk olan An Lu-shan'ın isyanını yine Türklerin yardımı ile bas-

tırmak istemiştir. Bu gaye ile Uygurlardan yardım istemiştir. Uygurlarda yayıl­ mak ve Çin'e müdahele etmek için uygun fırsat kolluyorlardı. Bu zaten onların aradıkları şeydi. Uygurlar Fu-feng'e gelip çinli kumandanlar ile görüştüler. Kuo Tzu-i onlara 3 günlük büyük ziyafet verdi. Uygur Yabgusu, Çin zorluk içindeyken ziyafete va­ kit olamayacağını söylediyse de Kuo Tzu-i onları ikna etti. Onlara günlük erzak olarak 200 koyun, 20 sığır ve 40 shih pirinç verdi. Hsiang-chi muharebesine giden ordu Feng nehri kıyısında dizildi. isyancı­ lardan bazıları Çin ordusunun sol tarafında pusu kurmuşlar, sürpriz hucumu için bekliyorlardı. P'u-ku Huai-en'ın (aslen uygur olan büyük bir çin generali) işare­ ti üzerine Uygurlar çabucak harekete geçerek pusuda yatanları yok ettiler. Son­ ra isyancıların arka tarafına giderek diğer Çinli kumandanla birlikte isyancıları kuşattılar. Tamamiyle bozguna uğrattılar. Ch'ang-an geri alındı. Sonra Lo-yang'ı almak üzere harekete geçtiler. Harpten önce Uygurlar Yabgu'nun idaresinde güney dağları boyunca Ch'u-wo'ya vasıl oldular. Vadide pusuya yatan isyancıları yok ettiler. ' Sonra Uygurlar dağın kuzeyine kamp kurdular. Tzu-i ve diğerleri asi­ lerle harbettilersede mağlup olup geri çekildiler. (Çin kaynakları mağ- j :� lubiyeti kabul etmezler. Bir karışıklık oldu şeklinde geçerler.) Uzaktan, 1 olanları gören Uygurlar hemen batıdaki tepeleri aşarak hucuma geçti- r� !er. Asileri bozguna uğrattılar ve kilometrelerce takip ederek tamamiy- \ /· '" le imha ettiler. 4 Ch'ang-an alındığı zaman Uygurlar şehri yağmalamak istediler. Buradan Lo-yang'ı kurtarmağa gideceklerdi. Ch'ang-an'ı yağmalarlarsa l' Lo-yang halkı onları asilerle birlik zannederek onlara da mukavemet \ edecekti. Bu sebeple Kuang-pin Beyi Uygurlara Mani oldu. Fakat Ch'ang-an alındığı zaman Lo-yang yağmasını vaadetti. Uygurlar kabul ettiler. Bu işi başardıktan sonra üç gün şehri yağmaladılar. Kuang­ atlı figürler. (7. yy) p'ing Beyi de onlara nakışlı elbiseler, kıymetli taşlar hediye etti. Yab- Hotan, (London-Bririh Museum) gu çok memnun oldu. imparator da Yabgu şerefine büyük ziyafet verdi. Uygur reislerine, nakışlı, işlemeli, renkli, ipekli kumaşlar, altın ve gümüş kap kacak hediye etti. Çin imparatorlarının tahtı salondan yüksekte olan bir set üzerinde kurulur ve buraya merdivenle çıkılırdı. Bu set'e hiç bir yabancı çıkamazdı. Bu ziyafet es­ nasında Yabgu merdivenleri çıkarak, imparatorun yanında oturmuştur. Çin im­ paratorunun tahtı yeniden kendisine bahşeden Uygurlar'a karşı böyle bir yakın­ lık göstermesi gayet tabiidir. An Lu-shan isyanı bastırılmış olmakla beraber T'ang Hanedanının temel taş­ larından pek çoğunu da beraberinde götürmüştür. Öyle görünüyor ki bu tarih­ ten itibaren Çin'in hakiki hakimleri Ugurlar olmuşlardı. 758'de imparator Moyen-Çor Kağan'ın akrabalık dileğini kabul etti. Küçük kızını Ning-kuo Prenses unvanı ile gelin olarak gönderdi. Bundan önce diğer barbar reislerinin akrabalık isteklerine uydurma prenses unvanı verilen Çinli kızlar gönderilmişti. Bu seferki Çinli gelin imparatorun öz kızı idi. Bu da impara­ 13 torun Uygurlara verdiği önemin en büyük delilidir. •

Ning-Kuo Prensesi büyük merasimle Çinden ayrıldı. Kalabalık refakatçiler­ le birlikte Uygur başkentine vasıl oldu. Moyen-Çor Kağan çok mağrurdu ve Çin'e tepeden bakıyordu. Bu sebeple de Çin elçisini sedirde oturarak kabul etti. Çin imparatorunun göndermiş olduğu devlet mühürleri, renkli, ipekli kumaşları ve elbiseleri, altın ve gümüş kap kaca­ ğı adamlarına dağıttı. Elçi dönerken de 500 at, samur kürkler, beyaz kilimler he­ diye etti. Ning-Kuo Prensesinin evliliğine teşekkür için elçiler gönderdi. Moyen-Çor Kağan bir de Göktürk alfabesi ile yazılı bir yazıt bırakmıştır. Şi­ ne-usu Nehri dolaylarında bulunan bu yazıt bize Uygurlar hakkında çok kıymet­ li bilgiler vermektedir. TFYK, c. 965; Su-tsung imparator fermanı "Ulusun zorluklardan kurtuluşu Kağan'ın çabasıyladır. Onun yaptıkları bütün ülkede hiç unutulamaz. Uygur Ka­ ğanı çok zeki ve çok kibar bir adamdır. Onun sözü gerçektir. Onun kabiliyeti on binlerce kişinin en iyisidir. O bütün kağanların başkanıdır. Çinde isyanlar çıktığı zaman imparatorun kardeşi ile savaşa gidip, bütün isyanları bastırmıştı. İki ay içinde iki başkenti zapt etti. O'nun yaptığı iyilikler güneş ve ay gibi insanın yüre­ ğinde parlıyor. Ona yalnız şimdi değil her sene 20.000 top ipekli kumaş verece­ ğim. Kağan elçilerini Shou-fan'a göndererek bunları alacak" dedi. (Yıllık vergi) .

4. Bögü Kağan Devri

14

759 senesinde Moyen-Çor Kağan ölünce yerine küçük oğlu geçti. Uygurlar­ daki veraset geleneklerine göre büyük oğulun kağan olması lazımdı. Fakat o bil­ mediğimiz bir suçundan dolayı daha önce öldürülmüştü. Moyen-Çor'un küçük oğlunun bir kaç tane adı vardı. Bunların en bilinenleri Bugu, Bögü, Tengridir. Onun hanımı P'u-ku Huaı'-en'ın kızı idi. Moyen-Çor Kağan tarafından küçük oğ­ lu için imparatordan bir gelin istendiğinde bu kız gönderilmişti. Bu şekilde o ha­ tun oldu. Moyen-Çor Kağan öldüğü zaman Ning-Kuo Prensesi Çin adetlerine göre yas tuttu. Çin adetlerine göre, bir kadının kocası öldüğünde üç yıla yakın zaman yas elbiseleri giyer. Sabah akşam ağlardı. Ning-Kuo Prensesinin oğlu yoktu. Sonun­ da vatanına dönmek için izin istedi. Tai-tsung tahta çıktığı zaman, isyancı Shih Ch'ao-i daha mağlup edilmemiş­ ti. İmparator yardım istemek için Uygurlar'a elçi gönderdi. Elçiden önce Shih Ch'ao-i "T'ang şimdi yasta, karışıklık var. Hükümet reisi yok. Birli),< olup bu fırsattan istifade edelim. Sayısız zenginliklere sahip olan ha­ zineleri ele geçirelim." diye haber göndermişti. Bögü Kağan Çin elçisine çok kötü muamele etti. Herkes T'ang'ın mahvoldu­ ğunu söylerken onların nasıl olup da hala elçi gönderdiklerine hayret etti. Elçi söylenenlerin doğru olmadığını, Kuang-p'ing Beyi'nin imparator olarak tahta geçtiğini onun önceki imparator ile aynı meziyetlere sahip olmasından başka, Yabgu ile yanyana harbeden tek kişi olduğunu, Kağan'la olan arkadaşlığı­ nı anlattı. T'ang'ın dostluk işareti olarak her sene Uygurlar'a ipekli kumaşlar ver­ diğini nasıl unutabildiğini sordu.5

�,;:a:

Bögü Kağan elçiyi dinlemedi, tahkir etti. . O sırada güneye giden Uygur kuvvetleri - � 1.tı._".J Kuzey Çin sınırlarında tahribata başlamıştı bile. Hatun'da Kağan'la birlikte geliyordu. Kağan kayınpederi ile kayınvalidesini görmek � '::',.. \ ; ..;; için izin istedi. � ;r..:; .. Eskiden beri Orta Asya Türk halkında bir Bezeklik 9. Tapınak, duvar resmi inanç vardı. Bu inanca göre, Çin, kendine gö­ re bir medeniyete ve tarihe sahipti. Bu sebeple zaptedilemezdi. Zaptedilse bile böyle bir devlet Çinde uzun zaman yaşayamazdı. P'u-ku Huai-en bu düşüncenin etkisinde kalarak Bögü Kağan'a Mani oldu. Çin kaynaklarından anladığımıza göre, bu akın sırasında bütün Kuzey Çin Uy­ gurlar tarafından yağmalanmış, şehirler yıkılmış, hatta Çin mabedleri bile yakıl­ mıştı. Böylece Çin imparatorluğunun hakimiyeti Uygurların eline geçti. Sonra da sıra asilerin ortadan kaldırmasına geldi. Tabii Çinliler bunu kabul etmediler. Asiler ortadan kaldırma mevzuunda Çinlilerle antlaşma yapıldı. Uygur kuv­ vetleri yeniden teşkilatlandırıldı. P'u-ku Huai-en sol şad (Doğu başkumandanı) olarak vazifelendirildi. Çinli kumandanlarla savaş planı üzerinde konuşuldu. Kağan'ın gitmek iste­ diği yola, o bölgelerin fakirleştiği, ordu için kafi yiyecek bulunamayacağı baha­ nesiyle Mani oldular. Çinliler değişik planlar teklif ettiler. Kağan da bunların pek çoğunu beğenmedi. Sonunda Sha-chou yolunu takip ederek T'ai-yang'ı geçip T'ai-yüan'deki erzak depolarından ihtiyaçlarını karşılayıp, Tse-chou, Lu-chou, Ho-nan, Huai-chou ve Cheng-chou garnizon kumandanları ile birleşip isyancıla­ ra hep birlikte hücum etmeği kararlaştırdılar. Bögü Kağan Sarı Nehrin ve Shao-chou'nun kuzeyinde kamp kurmuştu. im­ parator, başkumandanı Yung beyi, Tzu-ang ve diğerlerini onunla görüşmeğe gönderdi. Yung Bey'i Kağan çadırı önünde merasim dansı yapmadığı için azarlandı. Tzu-ang "Yung Beyi eski imparatorun öz torunudur. Devletimiz iki imparator için yastadır. Bu sebeble ona tören dansı yapmak uygun değildir. O, şimdiki im­ paratorun en büyük oğludur. Sonra O, imparator olacaktır. Çin'in müstakbel hü­ kümdarı nasıl olur da, yabancı bir hükümdarın önünde tören dansı yapar?" şek­ linde özür diledi. Uygurlar çok kızdılar. Tzu-ang, Li-chün, Shao-hua ve Wei Chü'ye yüzer değnek vurulması emredildi. Shao-hua ve Wei Chü dayağı takip eden gece öldüler. Bu hadisenin acısını Çinliler yıllarca unutmadılar. Fakat o sı­ rada ellerinden bir şey gelmiyordu. Uygurlara ihtiyaçları vardı. Bu sebeple ses çıkarmadılar. Fakat bu hadisenin intikamı çok sonra alınacaktır.6 Kararlaştırılan plana göre, isyancıları mağlup ettiler. Asilerin reisi Shih Ch'ao-i geri kalanlarla birlikte kaçtı. Yung Bey'i geri döndü. Kağan Ho-yang da kamp kurup bir kaç ay orada dinlendi. P'u-ku Huai-en'ın idaresindeki Uygur kuvvetleri, Ch'ao-i ve adamlarını takip ederek ezdiler. Ch'ao-i'nin başını kestiler, teşhir ettiler. Böylece Ho-pei eyaleti tamamiyle sulha kavuştu. Kağan imparatoru tebrik için elçi gönderdi. isyancı Shih Ch'ao-i'nin sancak ve flamalarını hediye olarak gönderdi. ,,

'!.

�ı:.

fi! ·;�. ���­ ,

I

-

15

16

Çin kaynaklarının kayıtlarına göre Kuzey Çin'de önce isyancıların, sonra da Uygurların yağmaları neticesinde, elbise yapmağa kumaş bulamayan halk kağıt kullanmış. Hatta klasikleri bile elbise yapanlar olmuştu. Bögü Kağan'ın Çin'e yaptığı yardımların karşılığı olarak imparator T'ai-tsung ona teşekkürname ve pek çok hediyeler verdi. Bundan başka her sene 2.000 ai­ lenin geliri Kağan'a gönderilecekti. (Yıllık vergi) 764'de P'u-ku Huai-en isyan etti. On binlerce Tibetli de onunla birlikti. Shou-fang garnizon kumandanı Kuo Tzu-i onlara karşı durdu. Fakat bu hareket pek başarılı olamadı. 765'de P'u-ku Huai-en, 200.000'den fazla Uygur, Tibetli, T'u-yu-hun, Tangut ve Nu-la guruplarını kendisiyle birlikte isyana ikna etti. Çin sarayı korku içindey­ di. Fakat P'u-ku Huai-en'in ani ölümü üzerine adamları tereddüte düştüler. Ti­ betliler döndü. Tzu-i Uygurlarla görüştü. Onlarla anlaştı. Uygurlar P'u-ku Huai­ en'in oğullarının öldürülmemesi şartı ile Tibet isyanının bastırılmasında Çin'e yardım etmeği vaad ettiler. Karşılıklı antlaşma yapıldı. Kadeh kaldırıp and içtiler. Hep birlikte 100.000 den fazla Tibetliyi mahvettiler. Pek çok ganimet ele geçirildi. Daha önce esir edilmiş olan 5000 Çinli kurtarıldı. 7 Bu arada çok enteresan olan iki şaman hikayesini de anlatmadan geçemiye­ ceğim. Çin seferinden önce iki şaman bu seferde savaş yok, bir büyük adamla görüşüp döneceksiniz demişlerdi. Bu seferde Kuo Tzu-i ile görüşüp anlaşan Uy­ gurlar şamanların dediğinin çıktığına sevindiler. Tibetlilerle savaş sırasında da şamanların çok faydası olduğu, onların rüzgar ve kar duası sayesinde bütün Ti­ betlilerin üşüyüp dondukları söylenir. Tibet zaferinden sonra Çin İmparatoru yine Uygurlara ziyafetler ve pek çok hediyeler verdi. Uygurlar'a verilen hediyeler ve yıllık vergiler dolayısıyla hazine boşaldı. Me­ murlara maaş verilemedi. İmparator maaş yerine onlara bugünkü tasarruf bono­ su neviinden kağıtlar verdi. Üç aylık maaşlarını da vergi olarak aldı. 769 senesinde Uygur Kağanı bir Çinli prenses ile evlilik rica etti. İmparator P'u-ku Huai-en önceki değerli hizmetlerine karşılık onun küçük kızını saraya almış ve ona kendi kızı gibi bakmıştı. Bu kıza Chung-hui Prensesi unvanını vererek Uygur Kağanı ile evlenmesine karar verdi. Prehses büyük me­ rasimle uğurlandı. Bu devredeki Uygur hakimiyeti Çinlilerin bizzat kendi kaynaklarından ra­ hatlıkla anlaşılmaktadır. Hariciye köşkünde kalan Uygurların sayısı pek çok ol­ duğu gibi, bunlar gayet mustakil hareket ediyorlardı. Bazan şiddet hareketlerin­ de bulundukları da oluyordu. Fakat Çinliler bir şey derneğe cesaret edemiyor­ lardı. Bu mevzuda birkaç örnek verelim. 771 senesi Ocak ayında birgün Uygur­ lar Pazar yerinde çıkan münakaşa neticesinde kızarak 300 süvari ile imparator­ luk şehrinin kapılarına hucum ettiler. İmparator onlarla sulh yapmak için elçi gönderdi. İmparatorun korkusunun sebebi herhalde bu 300 süvari değildi. Aynı yılın Temmuz ayında Uygurlar Pazar yerlerinde şiddet hareketlerinde bulundu­ lar. Ch'ang-an valisini kovaladılar. Memurlar bir şey yapamadı.

Uygurlar 758'den beri her sene alış-veriş yapmak için geliyorlardı. Getirdikleri her atın yerine kırk top ipekli kumaş istiyorlardı. Daima bir anda onbinlerce at gönderiyorlardı. Çin hükümeti bundan pek memnun ol­ mamakla beraber Uygurlardan çekindiği için satın al­ mak mecburiyetinde kalıyordu. 773 yılında lmparator Uygurları memnun etmek için, gönderilmiş olan atları yaşlı, zayıf demeden hepsi­ ni satın aldırdı. Temmuz ayında Uygurlar memnun olarak hediyele­ rin ve atların karşılığı olan eşyaların yüklendiği binden fazla araba ile Ch'ang-an'dan ayrılıp Ötüken'e döndüler. Çin kaynakları istedikleri kadar Uygur Kağanlarının Çin imparatoru tarafından tayin edildiğini kaydetsinler. Yine Çin yıllıkları kayıtlarından aldığımız bu örnekler ak­ sini rahatlıkla isbat etmektedir. Eğer o devirde Uygur Kağanlığı Çin lmparatorluğu'ndan kudretli değil idiyse, koca imparatorluğun Uygurlardan korkması için başka bir sebep mi vardı? 8 Bu örnekleri daha da çoğaltabiliriz, 774 senesi Eylül ayında Hariciye köşkünde kalan Uygurlardan biri bir

Bezeklik 2. Tapınak, duvar resmi

Çinliyi öldürdü. Memurlar onu yakaladı. Fakat lmpara-

tor onu cezalandırmağa cesaret edemedi. 775 yılı Eylül ayında yine bir Uygur Pazar yerinde bir Çinliyi bıçakladı. Pazar yeri halkı onu yakalayıp hapsetti. Bu­ nu duyan Uygur reisi hemen konakladığı yerden çıkarak onun hapsedildiği ha­ pishaneye hucum etti. Muhafızları öldürerek mahpusu kaçırdı. Bu hadiseden dolayı imparator gene bir şey sormağa cesaret edemedi.

O devirde Uygurlar Çin­

lileri küçük görüyor, Çin kanunlarını hiçe sayıyorlardı. 778 senesinde Çin kaynakları ilk defa Uygurlara karşı Çin galibiyetinden bahsetmeğe başlarlar. Çinliler hudut karakollarındaki muhafızları arttırmağa, Uygur akınlarına ve yağmalarına karşı tedbir almağa başladılar. Fakat imparator yine de Uygurlara karşı bir şey olmamış gibi davranıyordu. 778 yılı Temmuz ayında imparator: "Başkentte kalan Uygurlar ve diğer bar­ barlar kendi elbiselerini giysinler. Çinli elbisesi giymelerine luzum yok." diye bir ferman çıkardı. Bu fermanın maksadı ne idi? lmparator Uygurlardan çekindiği için onları her hareketinde serbest mi bırakıyordu? Yoksa kendi kıyafetleri için­ de nerede olurlarsa olsunlar rahatça tanınmaları için mi?9 Başkentte daimi olarak kalan 1000 Uygur tüccarı kendi elbiselerini giydiler. Çinliler arasında kaldılar. Memurlar her gün onlara kesilmiş hayvan, para, pek çok mal verdiler. En iyi evleri onlara tahsis ettiler. Uygurlar gün geçtikçe istek­ lerini arttırıyorlar, memurlar karşı gelmeğe cesaret edemiyorlardı. Bunlardan bir kısmı Çinli elbisesi giyip Çinli hanımlarla evlendiler. Yani Çinlileştiler. Bu da Uygur Kağanlığı'nın gerilemesinin en önemli sebeplerinden biridir. Eskiden Uygur adetleri çok iyi idi. Kağanla nazırlar arasında fazla fark yok­

tu. 1 larbe beraber giderler& Sava�a ı,:ıktıklan zaman daima zafer kazanırlardı.

17

T'ang sülalesini düştüğü müşkül durumlardan kurtardılar. Bu yardımların sebe­ bi T'ang sülalesine karşı olan sevgileri değil, Çin'deki hakimiyetlerini garantile­ mek içindi. T'ang İmparatorları uzun zaman Uygurlara vergi vermek zorunda kaldılar. Çin kaynakları bunlardan hep hediye diye bahsederler. Fakat aynı za­ manda sık sık "imparator hediye vermek mecburiyetinde kaldı". Veya "Uygurla­ rı kırmamak için hastalıklı atları bile gayet yüksek fiatla satın aldı" gibi kayıtlar vardır. Tabii Çin kaynakları Çin imparatorluğunun üstüne bir kuvvet tanımadık­ ları ve taraf tuttukları için böyle kaydetmektedirler. Dikkatli ve objektiv bir göz bunları rahatlıkla ayırdeder. Bögü Kağandan itibaren Kağanlar sarayda oturmağa başladılar. Kadınlar makyaj yapmağa, güzel giyinmeye başladılar. Alışkanlıklar değişti. Eskiden erke­ ği ile harbe giden kuvvetli Uygur kadını yumuşamağa başladı. İmparator T'ai-tsung öldükten sonra tahta Te-tsung geçti. Uygurlar'a acı ha­ beri ve eski dostluğu geliştirme dileğini bildirdi. Mağrur Bögü Kağan Çin impa­ ratoruna baş sağlığı dilemedi. Uygurların dayandığı dokuz kabile ve Soğdlular Kağan'ı Çin'e akın yapmağa teşvik ettiler. İmparator T'ai-tsung ölmüş, yeni imparator henüz tam otorite sağ­ layamamıştı. Fırsattan istifadenin tam zamanı idi. Vezir Tun Baga Tarkan ise bu fikirde değildi. O, eski ananeye inanıyordu. Çin zapt edilse bile orada tutunmak kolay değildi. Bu düşünce ile: "T'ang büyük devlet, bize karşı kötü bir hareketi yok. Ayrıca zafer kazanabileceğimiz de şüpheli" gibi sözlerle Kağan'a Mani olma­ ğa çalıştı. Kağan onu dinlemedi. Bunun üzerine T'un Baga tarkan, Kağan'ı yakın­ ları ve onu harbe teşvik edenleri öldürdü. Alp Kutlug Bilge Kağan ismiyle tahta geçti.

Bögü Kağan'ın Manevi Rolü Bögü Kağan siyasi faaliyetinden başka bir de din reformcusu olarak büyük şöhrete sahiptir. Esasen Bögü isminin manası da alim, hekim, sihirbaz anlamını taşımaktadır. Çin kaynaklarına göre, hükümdarlık unvanı "Tengride bolmuş il tutmuş Alp Külüg Bilge Kağan" idi. Gökte doğmuş, memleketi idare etmiş, kah­ raman, meşhur, alim Kağan anlamındadır. Bögü Kağan Çin'de yaptığı harpler sırasında Mani dinine inanan rahiplerle temas etmiş, onları Uygur ülkesine davet etmişti. Diğer dinlerde olduğu gibi Ma­ ni dininde de pek çok kaideler vardır. Burada bu konunun detayına girmeyece­ ğiz. Meraklıları dinler tarihi ile ilgili kitaplarda bilgi bulabilirler. Bögü Kağan Uygurların bozkır adetlerini bırakıp medeni olmalarını arzu edi­ yordu. Bunun da Mani diniyle mümkün olabileceğine inanıyordu. Halbuki Mani dini Uygurları zayıflatan en büyük etken olmuştur. Uygurları hareketsizliğe, et yememeğe, insan öldürmemeğe teşvik eden bu din onları gev­ şetti ve cesaretlerini körletti. Manihaizm bir tüccar ve şehirli dinidir. Onun sa­ vaşçı ruhları gevşettiği doğrudur. Fakat sonradan Uygurlar'ın ilim, sanat ve ede­ biyattaki ilerlemelerine olan faydası da inkar edilemez. Türkleri zayıflatmak için kurulan bu tuzağa Uygurlar 763 yılında tutulmağa

18

başlamışlardır.

5. Alp Kutlug Bilge Kağan Devri Tun Baga Tarkan 779'da Bögü Kağan'ı öldürerek Alp Kutlug Bilge unvanı ile Kağan oldu. Bundan sonraki Kağanlar onun so­ yundan geldiler.IO İmparator T'ai-tsung zamanında (763-779) Dokuz Oğuzlar kendilerinin Uygur olduklarını söyleyerek karışık bir halde Çin'in başkenti Ch'ang-an'da ikamet ediyorlardı. Bunlar haksız yol ile kendi mallarını çoğaltıyor. Zararlı faaliyette bulunuyorlar, Uygur­ larla beraber Çin'in resmi ve gayri resmi derdi oluyorlardı. imparator Te-tsung (780-804) tahta çıktıktan sonra Tu­ dun'un bütün adamları ile Ch'ang-an'dan ayrılıp memleketine dönmesini emretti. Tudun ve adamları Cheng-Wu'ya gelerek ora­ da birkaç ay kaldılar. Ve günlük ihtiyaçlarını karşılamak için 1.000 Chin (1 Chin=1 I 2 kg !ık bir Çin ağırlık ölçüsü) et talep ettiler.

Yerli tarım mahsullerini zorla ele geçirdiler. Cheng-Wu halkı bun­ dan çok şikayetçi idi. Bölgenin ordu kumandanı Chang Kuang-sheng onları öldü­ rüp mallarını elde etmek istediği halde onlar çok kuvvetli olduklan için buna cesaret edemedi. Çinliler yurtlarına dönmekte olan

Bezeklik 2. Tapınak, duvar resmi

Uygurların bagajlarından Çinli kadınların çıkmasını bahane ederek, onların gidişlerini durdurdular. Bir kısmını öldürdüler. Aslında Çinlilerin bu hareketten gayeleri Çindeki Uygurların memleketlerine dönerek Uygur Devleti'nin biraz da­ ha kuvvetlenmesine mani olmaktı. Bu sırada Dokuz Oğuz asıllılar, kendi soydaşları Uygur Kağanı tarafından öl­ dürüldüğü için kaçmağa çalışıyorlardı. Tudun, Dokuz Oğuzlar'ın kaçmasını ön­ lemek için çok sıkı tedbirler aldı. Dokuz Oğuzlar kaçamıyorlar ve dönmeğe de cesaret edemiyorlardı. Bu vaziyette Dokuz Oğuzlar gizlice Chang Kuang­ Sheng'dan bütün Uygur elçilerini öldürmesini rica ettiler. Çinli kumandan Uy­ gurlar'ın kendi aralarında bölünmesine sevindi. Ve Dokuz Oğuzların teklifini olumlu karşıladı. İmparator'a Sheng-Chou'da Uygurlar tarafından hakaret edil­ diğini ve bu yüzden İmparatorun Uygurlar'a kızdığını bilen Chang Kuang-Sheng imparatora, asıl Uygurların sayısının fazla olmadığını Uygurların kuvvetlenmesi­ ne muhtelif kabilelerin sebep olduğunu belirtti. Ayrıca Uygur ülkesindekilerin birbirine düştüğünü, yeni hükümdar Tun Baga Tarkan'ın karargahını değiştirdi­ ğini, asi oğlu ile nazırının birbiriyle çatışmaları yüzünden Uygur ülkesinde duru­ mun henüz huzura kavuşamadığını, yoksul hale düşen halkın durumundan şika­ yetçi olduğunu yeni Kağan'ın henüz tam manasıyla otorite kuramadığını söyle­

yerek imparatorun bu fırsatı kaçırmamasını istedi. ı ı

imparator tarafından reddedilen Chang Kuang-Sheng, yardımcısını Tu­ dun'un konakladığı yere göndererek, onun Tudun'a karşı gerekli sayıgıyı göster­ memesini emretti. Tudun gelen Çin elçisinin hakaret ettiğini görünce sinirlendi ve onu kırbaç­ lattı. Bu sırada Çinli kumandan askerlerine kumanda ederek aniden Tudun'a sal­ ctırdı. Diğer kabilelerin de yardımıyla Tudun ve adamlarının tamamnı öldürdü.

19

Şahit olarak sağ bırakılan iki kişi gelip imparator'a Uygurlar'ın Çin generali­ ne hakaret ettiklerini, onu kırbaçladıklarını ve Chang-Wu bölgesini elde etmeği tasarladıklarını, bu yüzden de Chang Kuang-Sheng'ın önce davranıp onları öl­ dürdüğünü anlattılar. Uygurlar öç almak için bu olayın ele başını istediler. İmparator, Uygurları kırmamak için Çinli kumandanı vazifesinden geri çekti. Çin'in bu hareketi büyük gürültülere sebeb oldu. Çin elçileri Uygur başken­ tinde belki Çin tarihinde eşine rastlanmayacak hakaretlere maruz kaldılar. 781 senesinde imparator elçi olarak Hsiu'yu Tudun ve diğerlerinin cesetle­ rini iktiva eden dört tabut ile Uygur başkentine gönderdi. Yüan Hsiu yaklaştığı zaman Kağan nazırlarına onu karşılamalarını emret.ti. Saraya vardıkları zaman, başbakan Hsieh Yü chia-ssu, Tudun'un öldürülme­ sinde Hsiu ve diğerlerini suçlu bularak onları azarladı. Hsiu cevap olarak: "Tudun, kendisi Chang Kuang-sheng ile muharebe ederken öldü. Bu imparatorun emri ile değildi" dedi. Başbakan onları karaltında ayakta sorguya çekti. Elçilere, "Siz bu ölümün suçundan sorumlusunuz. T'ang, kendisi sizi katletmedi. Bizi harekete ge­ çirip, suçu bizim üzerimize atmak istiyor." diye bağırdı, çağırdı, çıkıp gitti. Yüan Hsiu Uygur Devleti'nde çok kötü muamele görerek elli günden fazla tutuklandıktan sonra Çin'e gitmek üzere serbest bırakıldı. Hareket ederken Ka­ ğan, adamları vasıtasıyla Yüan Hsiu'ya: "Vatandaşlarım hep intikam için seni ve adamlarını öldürmek istediler. Ben buna yanaşamadım. Sizin devletiniz Tudun ve adamlarını öldürmüştü. Eğer ben seni öldürtürsem kanı kanla yıkamak gibi olur. Bu daha hunharca bir hareket olur. Ben şimdi kanı su ile yıkasam daha iyi değil mi? T'ang sülalesinin bize atların karşılığı olarak 1.800.000 top kumaş bor­ cu vardır. Bunu bize bir an evvel ödemelidir", diye haber gönderdi. (TCTC,227)12 Elçiler Uygur Kağanı ile" görüşemeden döndüler. 781 yılı Mayıs ayında Çin başkentine vasıl oldular. Çin elçilerinin bu kadar hakarete maruz kalmalarına rağmen, İmparator yüz bin top kumaş ve yüz bin liang ağırlığında altın ve gümü­ şün Uygur atlarının borcuna karşılık olarak verilmesini emretti. Daha sonra bu hadiseyi tamamiyla kapamak için kendi öz kızını gelin olarak Kağan'a gönderecektir. Bilindiği gibi tarihte Çin imparatorunun öz kızı ile evlen­ miş yabancı bir hükümdara da az rastlanır. 786 yılı Uygur-Şato (Çöl) münasebetlerinde bir dönüm noktası teşkil et­ mektedir. Bu devre kadar Uygurlarla beraber görünen Şatolar, bu tarihlerde Uy­ gurların takip ettikleri mali politikadan şikayetçi olmağa başladılar. Diğer taraftan güneyde Tibetliler gittikçe kuvvetlenmekteydi. Şato (Çöl)'lar Uygurlardan şikayetçi olunca Tibetlilere yanaşmayı menfaatlerine uygun buldu­ lar. Tibetlilerle Şato (Çöl)'lar birleşerek Beşbalık'ı işgal ettiler. Bu arada Beşbalık'ı almak için Uygurların yapmış olduğu teşebbüs müsbet netice vermedi. Yalnız Sh'a-to-Tibet başarısı pek uzun sürmedi. 788-89 seferinde Uygur Başbakanı Shieh Yü-Chia-ssu Beşbalık'ı geri aldı.

20

(Tafsilatı, Ay Tengri'de Kut Bulmuş Külüg Bilge Kağan devrinde anlatılnııştır.)

787'de Uygur Kağanı Tun Baga Tarkan, Çin sarayına akrabalık ricası ile el­ çiler gönderdi. İmparator'un Shao-huo ve diğerlerinin kırbaçlanması hadisesi dolayısıyla dargınlığı devam ediyordu. Bu ricanın yerine getirilmesi işinin oğulları ve torun­ ları zamanına bırakılmasını söylüyordu. Başakanı Li Pi kendisine olumlu nasihatlerde bulundu. O meselede hatalı olanların Shao-hua ve Bögü Kağan olduğunu şimdiki Kağan'ın ise Bögü Kağan'ı öldürerek tahta geçtiğini ve Çin imparatoruna karşı hürmette kusur etmediğini söyleyerek onu ikna etmeğe çalıştı. Ayrıca Tudun ve diğerleri öldürüldüğü za­ man Alp Kutlug Bilge Kağan ve adamları Çin elçilerine hakaret etmekle beraber sağ salim geri göndermişti. Uygur Kağanları asilere karşı daima T'ang sülalesi ta­ rafını tutmuştu. Çin adetlerine göre, törenlere iştirak etmişlerdi. İki başşehrin alınışında en büyük amil olan Uygurlar yağmada da ölçülü idiler. Üç gün sonra herşey bitmişti. Bütün bunları tafsilatı ile anlatan Li Pi İmparator'a "Her zaman her türlü şartlarda T'ang'a hizmete hazırız di­ yen bir kişinin ricasını nasıl kabul etmez­ siniz?" dedi. Bütün bunlardan başka Çin'in problemleri halledilmiş değildi. Uy­ gurları darıltmak devlet menfaatlerine uygun olmayacaktı. Sonunda İmparator razı olmak zorunda kaldı. 1 :3 Gelin olarak Hsien-an prensesinin gönderilmesine karar verildi. 788 yılı Ağustos ayında Hsi ve Shih-Wei'ler Cheng-wu bölgesini istila etmeğe geldi­ ler. Bir çok insan ve hayvan ele geçirip kaçtılar. Cheng-wu'nun garnizon kuman­ danı 700 Uygur süvarisini onları takibe gönderdi. Fakat bu mücadelede Uygur el-

Bezeklik 9. Tapınak, duvar resmi Uygur prensleri

çisi öldürüldü. Ekim ayında T'ang sülalesinin evlilik için Prenses göndermesine çok sevi­ nen Alp Kutlug Bilge Kağan, kızkardeşi Prenses Kutlug Bilge, nazırların hanım­ ları ve devlet bakanı başta olmak üzere bin kişiden fazla bir heyeti yeni Hatun olacak Çin Prensesini karşılamağa gönderdi. Ayrıca Kağan, İmparatora "Eskiden kardeş gibi idik, şimdi damat oluyorum. Öyle ise yarı oğlunuz sayılırım. Eğer siz Tibet'den şikayet edersiniz, o zaman oğul babasının dertlerini gidermelidir." diye haber gönderdi. Bunu müteakip Uygurlar Tibet elçilerine hakaret ettiler. Ve Tibetle ilişkile­ rini kestiler. Böylece bu evlilikten Çin lehine olan menfaatler hemen görünme­ ğe başladı. İmparator, elçiler ve Uygur prensesi şerefine ziyafetler verdi. Uygur prense­ sini bizzat İmparatorun en gözde hanımı misafir etti. Elçiler aynı zamanda Uygur isminin Çince yazılışının değiştirilmesini de ri­ ca ettiler. Bu istekleri de kabul edildi. Bu hakikaten mühimdi. Çinliler yabancı

21

isimleri seslerine uyan kelimelerle yazarlar manaya dikkat etmezler. Bazan çok acaib anlamda isimler meydana gelir. Bu bir Onur meselesidir. Uygur elçileri, prenses, evlilik töreni için İmparatorun tayin ettiği Çin elçi­ leri hep birlikte büyük bir merasimle uğurlanarak Çinden ayrıldılar. 789'da Uygur elçileri Çin'e gelerek Alp Kutlug Bilge Kağan'ın ölümünü ha­ ber verdiler. 1 4

6. Ay Tengri'de Kut Bulmuş Külüg

Bilge Kağan Devri 789'da Alp Kutlug Bilge Kağan ölünce yerine oğlu To-lo-ssu, Ay Tengride Kut Bulmış Külüg Bilge unvanı ile Kağan oldu. Çin İmparatoru Uygur elçilerine baş sağlığı dileğinde bulundu. Bu Kağan zamanının en mühim meselesi Beşbalık şehri olaylarıdır. An-hsi ve Pei-t'ing halkı Çin'e gelirken Uygur ülkesinden geçmek mecburi­ yetinde idi. Bu sebeple Uygurlarla iyi geçiniyorlardı. Pei-t'ing (Beşbalık) Uygur­ lara daha yakındı. Uygurlar Beşbalık'a göz dikmişti. 6.000 den fazla çadır (Şato) halkı Beşbalık halkı ile dayanışma içindeydiler. Daha önceleri Karluk kabileleri ve beyaz elbiseli Göktürkler Uygurlarla sulh içinde idi. Fakat Uygurların gittikçe vergiyi arttırmalarından memnun değiller­ di. Tibetlilerde onları kendi taraflarına çekmek için rüşvet veriyorlardı. Tibet, Karluk, Beyaz elbiseli Göktürk ve Şato (Çöl)'lar birlik olarak Beşba­ lık'a hakim olmuşlardı. Uygur Başbakanı Hsieh Yü-chia-ssu, Beşbalığı kurtarmağa giderken Tibetli­ lerin hucumuna uğradı. Çinlilerin Türkü Türke kırdırma politikası gayet güzel iş­ liyordu. Bu nedenle bu sefer başarısız oldu. Başbakan daha sonra Tibet seferine çıkarak bunun intikamını aldı. Beşbalık kurtarıldı. 790 senesi Nisan ayında Ay Tengride Kut Bulmuş Külüg Bilge Kağan öldü­ rüldü. Çin kaynaklarının bazıları bu işi kardeşinin yaptığını, bazıları ise Hatun tara­ fından zehirlendiğini kaydederler. Kağan'ın kardeşi fırsattan istifade kendi kendini kağan ilan etti. Bu durum Uygur büyükleri arasında hoşnutsuzluk yarattı. Birlik olarak tahtı gasbedeni öl­ dürüp, yerine önceki kağan'ın henüz 16- 1 7 yaşlarında olan oğlunu geçirdiler.

7. A-Ch 'O (Feng-Ch 'eng) Kağan Devri 790'da henüz çok genç iken Uygur büyüklerinin yardımı ile tahtı gaspeden amcası öldürülüp kağan ilan edildi. Uygur Başbakanı Hsieh Yü-chia-ssu bu sırada Tibet seferinde idi. Beşbalık mağlubiyetinin intikamını almış başarılı olarak dönüyordu. Kuvvetli ve nüfuzlu bir şahsiyetti. Nazırlar tahtdan indirme işi dolayısıyla ondan çekiniyordu. Başbakan döndüğü zaman Kağan ve diğerleri sınıra kadar gidip onu karşıla­

22

dılar. Devlet mühürleri ve Çinli elçinin getirmiş olduğu hediyelerin tamamını

ona sundular. Eski Kağan'ı indirip şimdiki Kağan'ı tahta geçirme sebebini anlat­ tılar. Kağanda, henüz çok genç ve tecrübesiz olduğunu, başbakanın desteğine ihtiyacı olduğunu anlatarak , onun öz oğlu gibi ona hizmet edeceğine dair söz verdi. Genç Kağan'ın bu davranı9ı Hsie Yü-Chia-ssu'nın hoşuna gitti. Onu kucak­ layarak kendi öz oğlu olarak ilan etti. Hediyeleri de Tibet seferinde kendisi ile birlikte başarılı olan subaylarına dağıttı. Bundan sonra Uygur ülkesi az çok hu­ zura kavuşmuş oldu . 1 5 Şubat ayında Çinliler yeni Kağan'ı tebrik için elçiler gönderdiler.

791

yılı Ekim ayında genç Ning-kuo

Prensesinin ölümünü haber vermek üzere Çin sarayına elçiler gönderildi. Su-tsung

(756-762) Ning-kuo pren­

sesini gelin olarak Uygurlara gönderdiği zaman Yung Beyi'nin kızı ona refakat et­ mişti. Ning-kuo prensesi Çin'e döndük­

Koço, Tapınak kalıncıları

ten sonra da Yung Beyi'nin kızı Hatun olmuştu. Uygurlar onu genç Ning-kuo prensesi diye isimlendirmişlerdi. Tun Baga Tarkan, Kağan olunca saraydan uzaklaştırılmış, çocukları da öldürülmüştü. Tibet seferi muhtelif aralıklı seferlerle devam etmişti. Nihayet Aralık ayında Uygurlar Çin sarayına elçiler göndererek Tibet zaferinde ele geçen büyük Tibet şefi Chieh-hsin'i Çin'e hediye ettiler.

795 senesinde Feng-ch'eng Kağan, oğul bırakmadan vefat etmiştir.

8. Ay Tengri'de Ülüg Bulmuş Alp Ulug Bilge Kağan Devri 795

senesinde Kağan oğul bırakmadan ölünce Uygur büyükleri ve halk el

birliği ile, çok sevdikleri başbakan Kutluk Bilgeyi Kağan olarak tahta geçirdiler. Kutlug Bilge Hsieh-tieh kabilesinden idi. Fakat Yaglakar soyadım taşıyordu. Bilindiği gibi, Uygur Kağanları Yaglakar kabilesinden gelmekte idi. Kağan ve ço­ cukları Yaglakar soyadım taşımakta idi. Kutlug Bilge'nin Hsieh-tieh kabilesinden olmasına rağmen Yaglakar soyadım taşıması tarihçileri şaşırmaktadır. Bu husus­ ta Çin kaynakları imdadımıza yetişiyor. Kutlug Bilge Uygur Kağanı'nın evlatlığı idi. Bu sebeble Yaglakar soyadım taşıyordu. 16 Bu durumda karşımıza yeni bir mesele daha çıkıyor: Uygurlarda evlatlık mü­ essesesi. Kutlug Bilge Kağan halk tarafından çok sevilmekte, pek çok dostu olmakla beraber düşmanı da yok değildi. Bu sebeple eski Kağan'ın çokcuklarıyla torun­ larını Çin sarayına göndermiştir. Kutlug Bilge'nin Kağanlık unvanı Ay Tengride Ülüg Bulmış Alp Uluğ Bilge Kağan idi. Bu unvan "Ay ve Gökte kısmet bulmuş, kahraman , büyük, alim Ka­ ğan" anlamında idi.

795 yılı Haziran ayında Çin İmparatoru Kutlug Bilge Kağan'a tebrik için el­ çiler gönderdi .

23

Kutlug Bilge Kağan'ın başlıca icraatı Karluk kabilesinin isyanını bastırması, Tibetlilerin ellerini Doğu Türkistan'dan çekmeye mecbur etmesi, ve büyük Kır­ gız zaferi idi. Bilhassa Turfan bölgesine ve Doğu Türkistan şehirlerine büyük önem vermiş ve gelecekte Uygurların göçüp yerleşecekleri yeni yurtlar hazırla­ mıştı. Çin kaynaklarının Uygur bahsinde Kırgız seferi hakkında kayıt yoktur. Kır­ gız bahsinde biraz malumat olmakla beraber bu kısımdaki boşluk ancak Karabal­ sagun yazıtı ile doldurulabilmektedir. Kırgızlara karşı yaptığı seferler, Kutlug Bilge Kağan'ın adını ebedileştirmiş­ tir. Karabalsagun yazıtına göre, Kutlug Bilge bu seferde Kırgız Kağanını öldürü­ yor. Ve vadiler dolusu at, sığır, ganimet olarak alıyor. Kırgızların mağlubiyeti Orta Asya tarihi bakımından büyük bir önem taşır. Moyen-Çor ve Bögü Kağan devirleri de parlak devirler olmakla beraber Kırgız meselesi halledilmiş değildi. Kırgız zaferi ile Uygur Kağanlığı zirveye ulaşmış ol­ du. Orta Asya'da en geniş sınırlara sahip oldukları gibi siyasi hakimiyetlerine gölge düşüren hiç bir problemleri kalmamıştı. Bol demir cevherine sahip olan Kırgızlar, Tibet, Iran ve Arap ülkelerine Kar­ luk yolu ile demir ve çelik gönderiyor, karşılığında çeşitli mallar ithal ediyorlar­ dı. Kuzeye giden bu ticaret yolları Kırgızların elinde idi. Kırgızlar mağlup olun­ ca Uygurların kontrolü altına girmiş oldu. Karabalsagun yazıtına göre, Kutlug Bilge dünyaya geldiği günden beri Uy­ guriara saadet vermiş, çocukluğundan ölümüne kadar harikulade bir savaşçı imiş. Kağan olarak memleketi idare ettiği zaman her sahada üstün başarı fevka­ ladelik göstermiş, çadırında oturarak yaptığı planlarla binlerce km . uzaktaki harpleri kazanmış. Esirgeyici, koruyucu, hakkı müdafaa eden, yalnız Uygur ül­

kesi için değil, dünya düzeni için bile kanunlar yapan bir Kağan imiş.

Kutlug Bilge'nin yaptıklarını öğrendikten sonra, bu satırların lıoş bi r övgü olmayıp, bir çok gerçekleri içinde sakladığı rahatça anlaşılmaktadır. Uygur Kağanlığının zirveye çıkışı T'ang sülalesinin huzursuzluğunu arttırdı. Bu meseleye çare b ulunması lazımdı. Çinlilerin asırlardır işleyen manevi entrika politikası hemen faaliyete geçti. Aynı zamanda hudut şehirlerindeki garnizonla­ ra daha becerikli kumandanlar tayin etmeğe, muhafız sayısını arttırmağa, surla­ rı takviyeye başladılar.

9. Tengri'de Bolmış Alp Külüg Bilge Kağan Devri (805-808) Kutlug Bilge'den sonra hükümdar Kağan'ın kimliği hakkında Çin kaynakla­ rında malümat yoktur. Kağanlık unvanı Tengride Alp Külüg Bilge Kağan olarak geçmektedir. Prof. Dr. Bahaaddin Öge! bu unvanın eksik olduğunu doğrusunun Tengride Bolmış Alp _Külüg Bilge Kağan olabileceğini söylüyor.

24

805'de ölen Kağan için baş sağlığı dilemek ve Yeni Kağan'ı tebrik için Çin Imparatoru Uygurlara elçi gönderdi. ı 7

Tengride Bolmış Alp Külüg Bilge Kağan'ın en önemli icraatı Doğu Türkistan'ın önemli şe­ hirlerinden olan Kuça'yı Tibetlilerin elinden kurtarması olmuştur. Sadece TCTC, 237'de bulduğumuz kayda göre: 806'da Mani rakipleri ilk defa Uygur elçi­ leri ile beraber Çin'e geldiler. Ve Çin'de ibadet­ hane kurdular. Bu dinin kaidesine göre günde bir defa o da akşam üzeri yemek yenir. Hayva­ ni gıdalar yasaktı. Yalnız sebze yiyorlar ve su içiyorlardı. Milli içki kımız da yasaktı. Uygur Kağanı bu dine inanıyor. Ve bazı Mani rakiple­ rine devlet işleri için danışıyordu. (Bu mevzu­ da daha fazla malumat için bkz. Pelliot, Un Tra­ ite Manicheen, 320). Çin başkentine Mani mabedlerinin kurul­ ması imtiyazı 807'den itibaren başlar. Bu devir­ de Çin'in mühim yerlerinde Mani mabedi kurul­

Koço, Tapınak kalıntıları

ması imtiyazı Uygurların elinde idi. Aynı zamanda Çin Uygurlara ağır vergiler veriyordu. Çinde sonraki devirlerde de rast­ lanan Uygur kolonilerinin temeli 807'de atılmış oldu.

10. Ay Tengride Kut Bufmış Alp Bilge Kağan Devri (808-821) 808 senesinde Uygur elçileri önce Hsien-an prensesinin ölümünü biraz son­ rada Kağan'ın ölümünü bildirdiler. Çin imparatoru baş sağlığı dilemek ve yeni Kağan'ı tebrik etmek için elçiler gönderdi. 18 Bilindiği gibi savaşçı ve asi kabilelerin en meşhuru olarak tanınan Şato (Çöl)'lar Tibetlilere tabi olduktan sonra, Tibetliler tarafından Kan Chou'ya yer­ leştirilmişlerdi. Sadece TCTC, 237'deki bir kayıttan öğrendiğimize göre, Tibetli­ ler her savaşta Şato (Çöl)'ları öncü olarak kullanıyorlardı. Uygurlar Tibetlilere saldırıp Liang-Chou'yu ele geçirdikten sonra Tibetliler Şato (Çöl)'ların Uygurlar­ la işbirliği yaptıklarından şüphelenmeğe başladılar. Ve onları Sarı Irmağın dışına yerleştirmeği düşünüyorlardı. Şato (Çöl)'lar da Ötüken'e gelip Uygurların haki­ miyetini kabul ettiler. Bu bize o devirdeki Uygur otoritesinin büyüklüğünü gös­ teren en büyük delillerden biridir. Yalnız TFYK, 979'dan öğrendiğimize göre, 808'de ayrıca Uygur Kağanı Mani rahibinden Uygur inanç elçisi olarak Çin'e gitmesini rica etli. Çin İmparatoru da Mani rahiplerinin elçi olarak gönderilmesinin sebeblerini aramak üzere elçi gön­ derdi. Yalnız TCTC, 238'deki bir kayıttan öğrendiğimize göre, 809 senesinde 10.000 kişilik Tibet süvarisi Tı,ı.-shih vadisinde Çin'i ziyaret edip memleketlerine dönmekte olan Uygur elçilerini soydular. Anlaşıldığına göre, Tibetliler mağlubi­ yetlerinin acısını unutamıyorlar. intikam için fırsat kolluyorlardı. Uygurlar buna çok sinirlendiler.

25

Yalnız TCTC, 239'da mevcut olan kayıttan öğrendiğimize göre, 8 1 2 senesi Ekim ayında Uygur askerleri Gobi sahrasının güneyinden geçerek batıdaki Ti­ betlilere saldırdılar. Bu durum karşısında Çin de telaşlandı. Ve hudut garnizon­ lannda sıkı tedbirler alındı. 813 senesinde Uygur Kağanı Çin'e İ-nan-chu başkanlığında bir elçilik heye­ ti gönderip, evlilik ricasında bulundu. İmparator Hsien-tsung bu evliliğin kaça mal olacağının hesaplanması için adamlarına emir verdi. Memurlar tören masraflarının 5 milyon Kuang (Çin para birimi) 'a mal olacağını bildirdiler. İmparatorluk güçlükler içinde idi. Bu evliliğin ·masrafını karşılayamazdı. İmparator Uygurlar arasında Manihaistlerin hürmet gördüğünü biliyorlardı. Bu sebeble memleketlerine dönmekte olan 8 Uygur Ma­ ni rahibine ziyafet verdi. Onlara durumu anlatarak Kağan'ı ikna etmelerini rica etti. 814 senesinde dini merasimler bakanı Li Chiang imparatoru bu mevzuda ik­ naya çalıştı. Çin imparatorluğu çeşitli zorluklar içinde idi. Uygur Kağanı'nın bu dileği kabul edilmezse, bu zorluklar tehlike arz ederdi. Halbuki evet denilirse pek çok problem kolayca halledilebilirdi. 1 9 B u sebepler şöyle sıralanabilir. 1. Bozkır kavimleri bu sene satmak için at getirmemişlerdi. Büyük bir ihti­ malle bir akın düşünüyorlardı. Bu atlar da akın için hazırlanıyordu. 2. Hudut şehirlerinin surları akınlara karşı koyacak durumda değildi. 3. Karakol sistemi tesirli değildi. İmparator kendine güvenip, nasıl olsa ya­ parız diye tedbir almamıştı. 4. Uygurlar daha önceleri Çin'e yardım maksadıyla pek çok sefere iştirak et­ miş ve bu sayede Çin hudutlarının planını gayet iyi öğrenmişlerdi. 5. Uygurların Çin'e kızıp Tibet'le dost olma ihtimalleri vardı. Fakat evlilik ricası kabul edilirse, bunların hiç birini düşünmeğe luzum yok­ tu. Buna karşılık: 1. Hudut kalelerini ve karakollarını düzenleyecek vakit olurdu. 2. Kuzey sınırlarını emniyette olacağı için güney ve batıdaki zorluklarla ra­ hatça meşgul olunabilirdi. 3. Uygur Tibet düşmanlığı derinleşir, T'ang sülalesi de rahat ederdi. Prensesi göndermek hakikaten pahalıya mal olacak, fakat Uygurlar hucum ederlerse, onlara mani olmak için kullanacağımız askerlere ve silahlara daha mı az masraf gidecek? diye imparatoru iknaya çalıştı. İmparator razı olmadı. 817 senesinde lmprator durumu anlatmak üzere Uygurlar'a elçi gönderdi. 820 senesinde Uygur Kağanı Alp Tarkan başkanlığında bir elçilik heyeti gönderip, Çinli prensesle evlenme mevzuunda kesin kararını bildirdi. imparator Hsien-tsung kabul etmek mecburiyetinde kaldı. 20 Mart ayında Alp Tarkan'a hediyeler ve ziyafet verip uğurladı. Bu devirde Uygurlar siyasi kudretin zirvesine çıktıkları gibi Manihaizm de en şaşaalı devrini sürdürdü. işin enteresan tarafı Çinliler'den Uygurlar'a geçen bu din Çin'de Uygurlar tarafından yayılmıştır. Uygur hakimiyeti devam ettiği sü­

26

rece, Çin'de Manihaistlerin sayısı artmıştır. Çin'de Manihaizm'in rahatlıkla değil-

de ancak Uygur şiddetiyle yayı­ . • =:-.:

labilmesinin en önemli sebebi Budizm idi.

. . .. . J, •

Pelliot'a göre bütün Çin'de­ ki Mani mabetlerinin sayısı, bü­

.

1 ..

_ · �..

yük bir şehirdeki budist mabed­



lerinin sayısı kadar tutmazdı.



....- .�

. ...



· -.� -- ;. . -'J.,', 'i-;

Uygur Devleti zayıfladıkça,

.

azaldı. Bu

Kağan'ın

en

� t- ı



· -

Manihaizmin Çin'deki rolü de



'..



.

· .

� ..

• t

,, 1 i

"

.,, .: ·. \';. · 1

)

·' t:t. tı.11 r

��

önemli

özelliği de Karabalsagun Yazı­ tı'nın onun adına dikilmiş olma­

Koça, Tapınak kalıntıları

sıdır.

1 1 . Kün Tengride Ülüg Bulmış Alp Küç/üg Bilge Kağan devri (821 -824) 821 yılı Şubat ayında Ay Tengride Kut Bulmış Alp Bilge Kağan öldü. Çin Sa­ rayı üç gün matem ilan etti. Çin Sarayı'nın ileri gelenleri başsağlığında bulundu­ lar. Çin imparatoru yeni Uygur hükümdarı Kün Tengride Ülüg Bulmış Alp Küç­ lüg Bilge Kağan'a (Güneş Tanrısından kısmet bulmuş, kahraman, güçlü, alim ka­ ğan) tebrik için elçiler gönderdi.2 1 Uygurlar Hsien-an Prensesi'nin ölümünden beri defalarca iyi akrabalık mü­ nasebetlerinin devamını rica etmişlerdi. Fakat uzun zamandan beri imparator bu isteği kabul etmemişti. Uygurların istekleri baskısını artırarak devam etmiş­ ti. Neticede imparator evet demek zorunda kalmıştı. Gelin olarak Çinli prenses göndermeye söz veren imparator Hsien-tsung öldü ta geçti. Bir sene sonra da

(82 1). Yerine Mu-tsung tah­

10. kız kardeşini T'ai-ho Prensesi olarak Uygur Kağa­

nı ile evlendirmeğe hazırlandı. Kün Tengride Ülüg Bulmış Alp Küçlüg Bilge Kağan, 1-nan-chu, Tudun, bazı nazırlar Prenses Chien ve Prenses Yabgu başta olmak üzere binlerce kişiyi T'ai­ ho Prensesini karşılayıp Uygur ülkesine getirmek üzere gönderdi. Mu-tsung, T'ung hua kapısının sol kulesinde bekledi. Subaylar rütbelerine göre Chang-cheng mabedinin karşısında sıralandılar. Onların nişanları pek çok­ tu. Teftişten sonra kadınlar ve erkekler şehri gezmek için dağıldılar. Uygur Kağanı'na gelin olarak bir Çinli prensesin gönderilişi Tibetlilerin ho­ şuna gitmemişti. Zorluk çıkarmak için Ching-sai iç kalesine akınlar yapıyorlardı. Yen-chou valisi onları kovmaya çalıştı. Çinli prensesin gelişine çok sevinen Uy­ gurlar hemen imdada yetiştiler.

10.000 süvari Pei-'t'ing'e, 10.000 süvari de An­

hsi'ye gönderildi. T'ai-ho prensesinin evliliği için çok büyük merasimler yapıldı. Ecdattan kal­ ma mabedlerde dualar edildi. Uygur başkentinde yapılacak olan düğün merasi­ minin her Lürlü LeferruaLı ic,:iıı ayrı bir elçi Layin edildi.22

27

İmparator, prensesi geçirmeye T'ung-hua kapısına kadar geldi. Memur kala­ balığı dizilip yol boyunca prensesi uğurladılar. T'ai-ho prensesine refakat eden kafile Uygur Sarayına varmadan 2 gece ön­ ce Kağan'ın göndermiş olduğu

700 atlı, prensesi başka bir kısa yoldan götürmek

istediler. Kafile başkanı Hu Cheng bunun mümkün olmayacağını söyledi. Çünkü refakatinde bulunanlar prensesi Kağan'a teslim edene kadar yanından ayrılma­ mak üzere İmparatordan emir almışlardı. Elçiler Uygur Sarayı'na vardıkları zaman Çin adetlerine göre düğün için uğurlu gün seçtiler. Düğün günü Kağan kulesine çıktı. Doğuya dönüp oturdu. Kulenin altında prensese ev olarak büyük bir keçe çadır kurdurmuştu. Ve bazı Uygur prensesle­ rini ona örf ve adetleri öğret­ mek için göndermişti. T'ai-ho prensesi T'ang elbiselerini çıka­ rıp Uygur elbiselerini giyene ka­ dar yaşlı bir hanım onun için bekledi. Prenses çıkıp kulenin önüne gelerek batıya doğru re­ feransla Kağan'a hürmetlerini bildirdi. Sonra tekrar çadıra git­ ti. Hatun elbiselerini giydi. Kır­ mızı elbise, büyük kırmızı palto, boynuzlu altın işlemeli şapka Yarhkoço, Tapınak kalıntıları

giydi. Altın taktı. Çadırdan çıkıp

ikinci defa referansla Kağan'a hürmet gösterdi. Sonra kendisi için hazırlanan tahtırevana bindi. Dokuz kabile reisi olan dokuz nazır tahtırevanı taşıyarak do­ kuz defa doğu istikametinde kulenin etrafında döndürdüler. Sonra prenses tah­ tırevandan indi. Kuleye çıkıp Kağan'ın yanına oturdu. Memurlar Kağan ile Hatu­ na hürmet gösterdiler. Prensesin evlenme töreni hikayesi bize hatun elbisesi ve düğünleri hakkın­ da değerli malumat vermektedir. Burada bize enteresan gelen taraf prensesin önce Uygur elbisesi giyip Ka­ ğan'a hürmetlerini bildirmesi ve ondan sonra Hatun elbiselerini giymiş olması­ dır. Bunun sebebi acaba şimdiki din değiştirme merasimleri gibi o zaman da prensesi önce Uygurlaştırmak ondan sonra Hatun ilan etme isteği mi idi? 821 tarihi Uygur tarihinin önemli bir dönüm noktasıdır. Bu tarihten sonra Uygur sarayında türlü entrikalar, suikastlar birbirini takip eder. Bu karışıklık içinde Uygurlar'ın siyasi kudretleri süratle zayıflamağa başlar. Küıı Tengridc Ülüg Bulmış Alp Küçlüg Bilge Kağan Uygur Kağanlığının iç durumunu düzelt­ mek için samimi olarak gayret göstermiştir. Bilhassa Uygur-Çin münasebetleri­ ne büyük önem vermiştir. Dış görünüş itibarıyla Uygur Kağanına büyük şeref kazandıran bu evlilik as­ lında Çin lehine idi. T'ai-ho prensesi Uygur ülkesi için bir uğursuzluk timsali ol­ muş, Çin Sarayı'nın an'anevi politikası arzu edilen şekilde rahatlıkla yürütmüş­

28

tü. 824'de Kağan vefat etti.23

12. Ay Tengride Kut Bulmış Bilge Kağan Devri (824-832) Kün Tengride Ülüg Bulmış Alp Küçlüg Bilge Kağan ölünce yerine küçük er­ kek kardeşi Hazar Tegin geçti. Kağanlık unvanı Ay Tengride Kut Bulmış Bilge Kağan idi. 825'de Çin İmparatoru yeni Uygur Kağanı­ nı tebrik için elçiler ve hediye olarak on iki ara­ ba dolusu ipekli kumaş gönderdi. Hazar Tegin'in kötü yaradılışı ve zayıf ira­ desi yüzünden Uygur Devleti'nin gerileme hızı süratle arttı. Bu Kağan devrindeki Çin kayıtlarına gelin­ ce, iki ülke arasında bol bol elçiler gelip gitmiş, Çin İmparatoru sık sık Uygur elçileri şerefine ziyafetler vermiş. At ticareti karşılığında çok miktarda ipekli kumaş hediye edilmiş. Bu devirde dikkatimizi çeken bir diğer hu­ sus da Çin Sarayı bir taraftan Uygurları zayıf­ latmak için türlü entrikalar çevirirken diğer ta­ raftan Uygurların şüphesini çekmemek için, Uygur atlarına karşılık gayet yüksek ücretler ödemeğe, kıymetli hediyeler göndermeğe de­ vam ediyordu.2 4

Bezeklik 2. Tapınak duvar resmi

Kağan'ın Hazar Devleti ile aynı adı taşıması, ayrıca tetkike değer bir mese­ ledir. 832 senesinde Kağan öldürüldü. Kaynaklardan bazıları yeğeni, bazıları da nazırları tarafından öldürülmüş olduğunu kaydeder.

13. Ay Tengride Kut Bulmış Alp Külüg Bilge Kağan Devri (832-839) 832'de Ay Tengride Kut Bulmış Bilge Kağan öldürülünce yerine Hu Tegin Kağan oldu. Kağanlık unvanı, Ay Tengride Kut Bulmış Alp Külüg Bilge Kağan­ dır. Bu Kağan'ın ismi enteresandır. Hu kelimesiyle Çinliler bütün barbarları ifa­ de ederlerdi. Bu devirde ise daha ziyade Soğdlular için kullanılmıştır. Bu aklımı­ za hemen şu suali getirmektedir. Eski Kağan'ın yeğeni olan Hu Tegin bir Soğd­ lu olabilirmiydi? Bu üzerinde durulacak önemli bir meseledir. Bu mevzuda bize ışık tutacak şu bilgilere sahibiz. Uygur başkentinde bu sırada pek çok Soğdlu vardı. Uygurların Soğdlulardan kız alıp vermeleri ihtimal dışında değildir. 832'de Uygur elçileri Çin sarayına gidip Ay Tengride Kut Bulmış Bilge Ka­ ğan'ın ölümünü haber verdiler. Çin sarayında üç günlük matem ilan edildi. Yük­ sek dereceli memurlar baş sağlığı dileğinde bulundular.25 833'de Çin İmparatoru yeni Kağan'a tebrik için elçiler gönderdi.

29

Yalnız TCTC, 244'de mevcut olan kayıtdan öğrendiğimize göre; 833 senesi Haziran ayında Ho-tun garnizon kumandanlığına becerikli ve kurnaz bir general olan Li Tsai-i tayin edildi. Eskiden Uygurlar muhtelif vesilelerle Çin'e gelirken geçtikleri yerleri yağmalıyorlardı. Vali ve kaymakamlar konuşmaya cesaret ede­ miyorlardı. Tsai-i oraya gidip idareye başlayınca, Uygurlar elçi olarak hediyelerle Li Ch'ang'ı Çin'e gönderdiler. Görüştükleri zaman Çinli kumandan onunla tehdit­ kar bir şekilde konuştu. Kağan ile Çin imparatorunun akrabalık münasebetleri vardı. Bu sebeble Kağan, elçiyi kötü işler için değil, dostluk münasebeti için gön­ dermişti. Çin kanunlarını ihlal etmesi kendi aleyhinde olacaktı. TFYK, 965'de Çin İmparatorunun 833 senesi Nisan ayında çıkarmış olduğu bir fermana rastlıyoruz. Fermandan açık olarak öğrendiğimize göre, Çinliler dünyayı kendilerinin idare ettiğini iddia ediyorlar. Çin İmparatorluğu en kuvvetli, bütün diğer devlet­ ler ona bağlı, yabancı hükümdarların hepsi Çin imparatoru tarafından tayin edi­ liyor, vs. Bundan başka İmparator bu fermanda Hu Tegin'i pek fazla öğretmektedir. Onun için doğru sözlü, kudretli, kabiliyetli, samimi, zeki, cesur, tecrübeli, uzağı iyi gören sıfatlarını kullanmaktadır. Uygur-Çin dostluğuna çok dikkat ettiğini, hürmette ve hizmette hiç kusur etmediğini anlatmakta, böyle bir insanın en bü­ yük mükafata layık olduğunu söylemektedir. Acaba hakikaten mükafata layık mı idi? Biz hiç de böyle düşünmüyoruz. Bi­ zim anladığımız anlamda Çinlilerin çok memnun kaldıkları bir kişi Türklük için faydalı şeyler yapmış olamazdı. Yapmış olsaydı, zaten Çinliler beğenmezlerdi. O zaman Çin'e akınlar yapılır, yağmalar olurdu. Onlar da hemen zalim, gaddar sı­ fatlarını ekleyiverirlerdi. 835 senesi Haziran ayında Uygur elçileri T'ai-ho prensesini hediyeleri ve at üzerinde giderken ok atmada maharetli olan 7 kadın ve iki çocuğu da birlikte Çin sarayına götürdüler. Böylece Türk çocuklarının ve kadınlarının süvarilik ve ok­ çuluktaki maharetlerinin bir delilini daha bulmuş oluyoruz. Yalnız TFYK, 996'da mevcut kayıttan öğrendiğimize göre; 836 senesinde im­ parator Wen-tsung yabancılarla daha iyi anlaşabilmek maksadı ile sınır bölgele­ rinde yabancı dil öğrenen ve öğreten memurluklar kurulmasını emretti. Bu ha­ reket dış görünüş itibarıyla yabancı ülkelerle ticari, kültürel, politik münasebet­ ler sırasında dil ayrılığının ortaya çıkardığı güçlükleri hafifletmek içindi. Aslında ise Çinlilerin, Çinlileştirme politikasının ayrı bir safhası; Çin dilini konuşmağa mecbur etme meselesidir. 839 senesinde Kağan'ın nazırları olan An Yün-ho ve Ch'ai-tsao Tegin Ka­ ğan'ın kuvvetini gasbetmek istediler. Hu Tegin bunu meydana çıkardı. Onları öl­ dürdü. O sırada bir miktar asker ile dışarıda olan diğer bir Uygur nazırı Kürebir bu olaya çok kızdığı için bazı Şato (Çöl)'larla birlikte Kağan'a hucum ederek zorluk çıkardı, neticede Kağan öldü. Bazılarına göre, Kürebir tarafından öldürülmüş,

30

bazılarına göre intihar etmiştir.

14. Ho-Sa Tegin Devri (839-840) Hu-Tegin'in ölümü üzerine Ho-sa tegin Kağan ilan edildi. Yeni Kağan daha tebrikleri bile kabule vakit bu­ lamadan aksilikler baş göstermeğe başlamıştır. 2fı Kürebir Hu Tegin'in ölümüne sebep olup yerine Ho-sa Tegin'i getirdiği zaman baş şehrin dışında bulu­ nan Uygur generali Külüg Baga bu hadiseye çok kızdı­ ğı için bizzat 1 00.000 Kırgız süvarisini idare ederek Uy­ gurlara saldırdı. Uygurları büyük bir mağlubiyete uğ­ rattı . Ho-sa Tegin'i ve Kürebir'i öldürdü. Uygurların Ka­ ğanlık otağını da yaktı. Her şey sona erdi. Uygur boyla­ rı kaçarak etrafa dağıldılar. Tarihin en büyük katliamla­ rından biri olan bu baskınla Uygurlar küçüklü büyüklü, kadınlı erkekli kılıçdan geçirildiler. Bu suretle Kırgızlar Moyen-Çor ve Kutlug Bilge za­ manında uğradıkları Uygur taarruzlarının intikamını korkunç bir şekilde almış oldular. Canlarını zor kurtaran Uygurlardan bir kısmı Beş­

Balavaste, duvar resmi (7. yüzyıl)

balık bölgesine, bir kısmı Kan-chou bölgesine, bir kısmı da Çin'e kaçtılar. Kırgız taarruzu Orhun bölgesindeki Uygur hakimiyetinin sonu olmuştur.27

il. Kan-Chou Uygur Devleti (Sarı Uygurlar) 840 Kırgız yenilgisinden sonra Uygur kavimleri Hakan sülalesi mensupları­ nın idaresinde dört tarafa göç ettiler. Güneye giden Uygurlar Wu-chia (üge) Tagin'i Kağan seçtiler (84 1 ) . 849 baskınında Kırgızların eline geçmiş olan Tai-ho prensesini kaçırdılar. Eski impa­ ratorun kızı olan prensesin Çinlilerin gözünde değeri çok büyüktü. Uygurlar bundan istifade etmek istediler. Fakat aralarında anlaşmazlık çıktı. Çinliler de Şato (Çöl) 'ların yardımı ile prensesi kaçırdılar. Bir türlü durumu düzeltmeyen Wu-chia Kağan 847'de Altaylarda öldürüldü. Bundan sonra Uygur Tarihinin ikinci devresi başlamaktadır. Değişik bölge­ lere göç etmek zorunda kalan Uygurlar zamanla küçük şehir devletleri kurarak Orta Asya İpek Yolu ticaretine hakim oldular. İşte onlardan biri de Kan-chou Uy­ gur Devleti'dir. Kan-chou Uygurları kuruldukları günden beri T'ang sülalesi ile iyi geçinmiş­ lerdi. Beş sülale devri boyunca da bu dostluğu devam ettirmeğe çalıştılar. Çin imparator kızları ile Uygur Hakanları arasındaki cvlcnmelerle akrabalık münase­ beti de devam etmekteydi. Uygurlar l O'uncu asıra kadar merkezi Tun-huang'da bulunan Çinlilerin "Vazifeye Koyuluş Ordusu"na bağlı olarak hareket ediyorlar­ dı. 905 yılında bu ordunun çinli kumandanı Çin imparatorundan ayrılıp, Kua, Shai, yi ve Hsi isimli 4 vilayetten müteşekkül bir otonom devlet kurmuştu. Bu krallık Uygurlara baskı yapıp, bölge ticaretini ele geçirmeğe kalkınca Uygurlar dayanamadı, 9 1 1 'de Tegin'in kumandasındaki uygur ordusu krallığın merkezi olan "Tun-huang"ı ele geçirdi.

31

909 ve 91 l'de Çin'e elçilik heyetleri gitti. Tun-huang zaferi Kan-chou Uygur­ larının Çinliler nazarında itibarını arttırdı. 924'de Jen-mei Kağan Çin'e elçi gönderdi. Çin imparatoru çok memnun ol­ du. Hediye olarak götürülen "yeşim taşı, amonyak tuzu, antilop boynuzları, Pers brokarları, keçe kumaş, pamuklu kumaş, yeşil ve beyaz şap" bize bölgenin kıy­ metli ticaret mallarını göstermektedir. Jen-mei Kağan 924'de öldü. Yerine Tigin Kağan oldu. 925 de Çin'e bir elçi­ lik heyeti gönderdi. 926 da öldü. Onun yerine geçen A-to-yü (Adug) de Çin'e sık sık elçi göndermiştir, Çin kaynakları A-to-yü'nün ölümünden bahsetmezler 928'den itibaren Kağan olarak Jen-yü ismi görülür. Seleflerin çabukça birbirini takip etmeleri Kan-chou'da 924-928 arasında çalkantılı bir durum olduğu fikrini veriyordu. Çin'e giden Uygur elçilerinin sayı­ sı da artmıştı. 931-932 Tangutlar Uygur kervanlarını soymağa başladılar. Bu durum Uygur­ ların da Çinlilerin de hoşuna gitmiyordu. Birlikte mücadele ettiler. Jen-yu Kağan 933'de öldü. Yerine Jen-mei geçti. 934'de Çin'e giden elçilik heyetinde Sarı Uygurlar da Maniheizmin işreti olarak 8 Mani rahibi vardı. Jen­ mei Kağan'ın ismi 939 tarihine kadar o sülale yıllıklarında görülmektedir. Ölüm tarihi verilmemiştir. Daha sonra başka hakan ismi de geçmemektedir. 934-935'de Çin elçileri geldiler. Kervanların muhafazası için yeni tedbirler alındı. Uygurlar 938'de Çindeki yeni hanedanla dostluğa devam maksadıyla zengin hediyelerle bir elçilik heyeti gönderdi. Yeşim taşı ve at ticareti herkes için önem­ li idi. Çin'in Kuzey batısındaki küçük selür devletleri ile daha yoğun ticaret yapa­ bilmek için Çin imparatoru bölgeye Kao chü-huei başkanlığında bir elçilik heye­ ti gönderdi. 938'de başlayan yolculuk 943'de tamamlanabilmiştir. Bu uzun seya­ hatin raporları bize bölgenin etnik, siyasi ve iktisadi durumu hakkında çok şey söylemektedir. Sarı Uygurlar siyasi olarak 940'dan sonra Hıtay (Ki-tan, Liao) !arın 1028'den sonra Tangutların, 1226'dan sonra Cengiz devletinin nüfüz sahası içinde idiler. Bugün halen kuzeybatı Çin'de yaşamaktadırlar.

111. Turtan Uygur Devleti 840'da etrafa dağıtılan Uygur boylarından bir kısmı da batıya giderek Beş­ balık, Turfan, Hoço, Kaşgar taraflarında yerleştiler. Kaynaklarda değişik tarih­ lerde Kao-Ch'ang, Turfan, Beşbalık Uygurları olarak kaydedilmiştir. 840'daki son Uygur Kağanının yeğeni Mengli'yi Kağan seçtiler. Tibet'den endişe duyan Çin, bu Uygur devletini tanıdı, Çin'le dost geçinen bu devletin genişlemesine Çinliler pek karışmadılar. Turfan Uygur devleti, Orta Asya'nın ticaret yolları üzerinde olduğu için ikti­ sadi bakımdan kuvvetlendi. 911'de bağımsız hale gelen Uygur Devleti güneyde

32

Tibet, batı Türkistan'da karluk bölgesi ile sınırlıydı. Sanat, edebiyat ve ticaret sahalarında çok ilerledi.

UYGURLARIN D ÜNYAS I



KızıL'DAN BooHiSATTVA'NıN BAŞ I ( KiL ÜZERİNE BOYAMA) (VI. YY. )

BEZEKLİK, 1 9. TAPINAK DUVAR RESİMLERİNDEN



o

R A J\'

Tu M S U K ' DA N B U DA HE YK ELİ (v. YY . )

KızıL'DAN ÜTURAN VAJRAGANi DuvAR RESMİ (v. YY. )

SüRÇUK, K iRİN MAGARAS INDAN DUVAR RESMİ

BEZEKLİK, 9. TAPINAKTAN KANDİLLİ DEMON, DuvAR RESMİ ( Ix. YY. )

TURFAN BÖLGESİNDEN BoDHİ �ATTVA'NIN BAŞI (I', i TEN KUMAŞ UZERİNE RESİM)

Koço, 9. TAPINAKTAN KiL ERKEK BAŞI (vn-Ix. YY. )

Bilindiği gibi Orta Asya'da kurulan Türk devletleriyle çin arasında ticaret çok önemli bir rol oynamıştır. Koa-ch'ang uy­ gurlarından Çin'e ilk ticaret heyeti 962 de gitmiştir. 42 kişilik bu heyet Çin sarayına kendi ürünlerini sunmuşlardır. Daha sonra 965, 98 1 , 985 ve 1 004 tarihlerinde ticari heyetlerin Çin başkentine giderek Uygur ürünlerini tanıttıklarını ve ticaret yaptıkla­ rını görüyoruz. Bu arada Çin İmparatoru da uygurlara onları daha iyi tanımak amacıyla resmi el­ çi gönderdi. 981 -984 tarihleri arasında sü­ ren bu yolculuk sonunda Wang Yen-te bir rapor hazırladı. Wang Yen-te'nin uygurlar hakkındaki bu raporu, özellikle Turfan uygurlarının kültür tarihi hakkında değerli bilgiler ver­ mektedir. Turfan Uygur Devleti 1209'da Cengiz

Kızıl, duvar resmi

Han'a bağlanıp, 1 368'e kadar Moğol idaresinde varlıklarını sürdürdüler. Barçuk idikut adamlarıyla birlikte Cengiz ordu­ sunda görev almış, zaferler de payı olmuştur. 1 2 l l 'de Cengiz Han'ın kızı Al-Ha­ tun ile evlenip damat olmuştur. Bugün de Doğu Türkistan Uygur özerk bölgesi olarak yaşamaktadırlar.

iV. Uygur Devletleri Kültür Tarihi Özeti Uygurlarda Kültür ve Teşkilat Uygur devletleri kültür tarihi, bütün Islam öncesi Türk devletlerindeki özel­ likleri taşır. Türk tarihinin ilk zamanları daha ziyade Asya Avrupa bozkırlarında geçmiştir. Türk yaşayışı, düşünce tarzı, inançları, dünya görüşü, örf ve adetleri, bozkırların kökleri izlenimi taşımaktadır. Bozkırlar, otlakları ile besiciliğe elverişli, kuru tarıma imkan verecek ölçüde rutubetli yüksek yaylalardır. Tarihi bir kültürün meydana gelmesi için coğrafi şartlar ve iklim yeterli değildir. İnsan unsuru da önemli rol oynar. Bozkır kültürünü göçebe kültürü ile karıştırmamak gerekir. Bozkır (Türk) kültürü at ve demir üzerine kurulmuştur. Göçebelerin hayatında at birinci plan­ da görülmez. Demire ise pek çok göçebe kavim kültüründe rastlanmaz. Bugün batılı ilim adamları da bozkır kültürünün ilk Türkler tarafından orta­ ya konulduğunu kabul eder. Tarıma değil besiciliğe elverişli olan bozkır sayesin­ de Türkler o devrin sürat aracı at'ı evcilleştirmiş, hayvan yetiştirmiş, ata binen ilk kavim olmuştur.

33

Bozkır kültürü daha kuruluş günlerinden yerleşik kültürden ayrılıklar gös­ termekte idi.

1 - Yerleşik kültürlerde, iktisadi açıdan, köylü yalnız kendi ailesine ye­ tecek kadar toprak parçası ile ilgilenirken, Bozkır insanı yüzbinlerce hay­ vanın dağıldığı geniş otlakları düşünmek zorunda idi. 2- Yerleşik kültür insanının dünyası sadece evi ve tarlası idi. Daima yeni otlaklar için bir iklimden diğerine koşan bozkırlının tecrübesi art­ mış, ufku genişlemiştir. 3- Yerleşik kültürdeki hareketsiz, sakin hayata karşılık, bozkır kültü­ ründe canlılık vardı. Kalabalık sürüleri uzak otlaklara sevketmek, hasta­ lıklardan korunmak, su için mücadele etmek, sürü ve sahiplerinin emni­ yetini sağlamak hep tecrübe isteyen işlerdi. Sürü sahipleri daha iyi koru­ nabilmek düşmanlara karşı daha kuvvetli olmak amacıyla birleşmeye başladılar. Bu topluluklar gittikçe büyüyerek devlet teşkilatına kadar gi­ dildi. 4-Yerleşik kültürün ilk zamanlarında daha ziyade "aile için haklar" yürürlükte iken bozkır insanı, mücadeleci ve savaşçı nüjüs ile topluluk­ ların bir arada huzurlu yaşayabilmeleri için, karşılıklı saygı, sevgi anla­ yış içinde bir hak ve adalet düzenine inanıyordu. Böylece bir hukuki ni­ zam doğmuştur. Şimdiye kadar genel tarifini yapmaya çalıştığımız Türk kültürünün özellik­ lerini teker teker görelim.

Sosyal Yapı Aile (Oğuş) Aile sosyal bünyenin çekirdeği durumundaydı. Türk ailesi anne, baba, ço­ cuktan müteşekkil bugünkü modern aileye benzer küçük aile tipidir. Eski Yunan, Roma, Slav aileleri büyük ailelerdi. Aile reisi ailenin diğer fert­ leri üstünde kesin söz sahibi idi, onlara kendi mülkü gibi muamele ederdi. Bu ai­ lelerde mülkiyet kollektifti. Türklerde ise mülk ortaklığı yalnız ortaklara aitti. Evlenen erkek veya kız baba ocağından hisselerini alarak ayrılır, yeni bir ev kurardı. Baba evi ise en kü­ çük oğula kalırdı. Türk toplumunda kadın, erkek eşit haklara sahipti. Tek kadınla evlenme yaygındı. Kadın cemiyette saygı görürdü. Ata biner, ok atar, top oynar, hatta gü­ reş gibi ağır sporlar yapardı. Cemiyetin çekirdeği olan ailenin yapısı devletin bü­ tün kuruluşlarını etkilemektedir.

Soy (Urug) 34

Aileler birliği, aralarında kan bağı ve dayanışma olan topluluktur.

Boy (Bod) Siyasi dayanışma amacıyla bir araya gelen boylardan teşekkül eder. Arala­ rında dil birliği vardır, başında "bey" bulunurdu. Beyin görevi hak ve adaleti dü­ zenlemek, gerektiğinde boyun çıkarlarını korumaktı. Belirli toprakları ve savaş­ çıları vardı. Aile ve soyların temsilcileri seçici heyeti meydana getirirdi. Bu he­ yet eski Türk devletlerinde mevcut meclislerin, ilk küçük örnekleridir.

Bodun Boylar birliğine bodun denir. Başında "han" bulunurdu. Aralarında sıkı bir işbirliği bulunan siyasi topluluklardır.

İl (Devlet) Bodunların birleşmesinden meydana gelirdi. Vatanı koruyan, milleti huzur ve barış içinde yaşatan bir siyasi kuruluştur. Kan bağı ve dil birliği değil, amaç­ lar önemlidir. İslam öncesi Türk devletlerinde gördüğümüz il teşkilatı şöyle özetlenebilir. 1 -lstiklal, 2-Ülke, 3-Halk, 4-Hükümranlık, şimdi bunların o devirdeki özellikleri­ ni görelim: 1.

istiklal (Bağımsızlik)

Devlette gerçek istiklal, bunun yalnız idareci zümre tarafından değil, bütün halk tarafından istenmesiyle belirir. Böyle bir ortak bağımsızlık şuuru, Türkler arasında çok eski zamanlardan beri ve her zaman var olmuştur. Türklerde istiklal duygusunun temeli Türk kültüründe yat­ maktadır. Bozkırlı Türk her zaman yer değiştirme imkanına sahip­ ti. Bu yüzden ağır dış baskılara ve esarete boyun eğmiyordu. Ge­ çim vasıtası olan hayvanlarını alarak hür iklimlere doğru gidebil­ mekte idi. Bozkırlının bu davranışında kendisine en büyük yardım­ cısı at idi. Bozkır'ın güç yaşama şartları onun için hayat mücadelesinde iyi bir öğretici idi. Hürriyet için mücadele alışkanlığının sonucu olan bağımsızlık anlayışı küçükten büyüğe herkesin içine işlemişti. Daha sonra da tarihi ve siyasi tecrübelerle soy, boy, bodun il ölçüsünde genişle­ miştir.

2.

Ülke

Her bağımsız devletin hak ve yetkilerini yasal olarak kullana­ bildiği coğrafi sahadır. Ülkesiz millet düşünülemez. Türk hakanlıklarında ülke hükümdar ailesinin mülkü değil, bütün milletin ortak toprağıydı . Türk hükümdarı toprağı şahsi ma­ lı gibi kullanamazdı. Toprak devlet başkanının korumakla görevli olduğu ata yadigarı idi. Eski Türkler yalnız hür ve müstakil otura­ bildiği toprağı vatan sayardı. Bu şartlar bulunmadığı zaman yeni yıırt. arardı.

35

3.

Halk

Eski Türk topluluklarında kişiler özel mülkiyete ve ferdi hukuka sahiptirler. Özel mülkiyet haklarının ve hürriyetin en güzel örneğidir. Bozkır Türk devletlerinde öyle bir hürriyet havası vardı ki, en küçük bir ai­ le bile başlı başına bir il sayılabilirdi. Bu teşkilat sayesinde birliğe dahil boylar birbirinden kolayca ayrılabiliyor istenilen yerde yeniden il'i kurabiliyorlardı. Bozkırlı Türk devletlerinde sadece otlaklar ve yaylaklar devlet malı idi. Buralar­ dan faydalanan sürü sahiplerinden alınan vergilerle ilin ortak ihtiyaçları karşıla­ nırdı. Eski çağlarda insanların çoğu, yaşam için gerekli enerjiyi insan gücü ile sağ­ lıyorlardı. Bozkır kültüründe ise bu ihtiyaç hayvan gücü ile karşılanıyordu. Bir toplulukta imtiyazlı zümreler başlıca üç sebeple meydana gelmektedir. Ekono­ mik açıdan toprağa bağımlı olmayan Türk topluluklarında "Toprak köleliği" söz konusu değildir. Siyasi açıdan yerleşik medeniyete sahip topluluklarda askerler imtiyazlı bir sınıftır. Türklerde ise kadın erkek bütün fertler tabii ve devamlı sa­ vaşçı olduklarından askerlik ayırıcı bir özellik sayılmazdı. İslam öncesi Türk devletleri, herhangi bir ailenin kılıç zoru ile meydana ge­ tirdiği bir yığınlar birliği değildi. Eski Türk topluluklarında devlet-millet el ele idi.

4. Töre Eski Türk heyetini düzenleyen hukuki kaidelerin bütünüdür. Töre çevre ve şartlara uygun yaşayabilmenin gerekli kıldığı yeniliklere kendini uydurabilmek­ teydi. Türk hükümdarları pratik idareciler oldukları için yerine ve zamanına gö­ re meclislerin tasvibini alarak töreye yeni hükümler getirebiliyorlardı. Bununla beraber törenin adalet, iyilik, eşitlik ve insanlık prensipleri anaya­ sa niteliğinde değişmeyen maddeler idi.

Hükümranlık Eski Türk hükümranlık anlayışı "karizmatik"tir. Yani Türk hükümdarına ida­ re etme hakkının tanrı tarafından verildiğine inanılır.

Kut Eski Türk devletlerinde siyasi istikrar kavramı "kut" deyimi ile ifade edili­ yordu. Yalnız Uygur değil bütün eski Türk devletlerinde ortak olan bu görüş Ku­ tad-gu Bilig'de çok güzel anlatılmıştır. "Kut'un tabiatı hizmet, şiarı adalettir . . . fazilet ve hizmet kut'dan doğar . . . beyliğe yol ondan geçer . . . Her şey kut'un ile al­ tındadır, bütün istekler onun vasıtası ile gerçekleşir, ilahidir. .. Bey bu makama sen kendi gücün ve isteğin ile gelmedin, onu sana Tanrı verdi. .. Hükümdarlar ik­ tidarı Tann'dan alırlar . . . " Gök ve dört yön Türk devletinin mekanını meydana getiriyordu. Devlet yer­ yüzünde idi, fakat iktidar Tanrı'dan geliyordu. Göneşin doğduğu yer (sol) en kutsal yön sayılmakta idi. Sonra sırayla batı (sağ), güney ve kuzey geliyordu. Doğu ve batı yönlerine verilen önemin sonucu olarak, buralara tayin edilen

36

idareciler daha çok hanedan üyeleri arasından seçiliyordu. Dünyada da dört ana

yön vardı. Gök'ün temsilcisi Türk hükümdarı bütün yeryüzünü idaresi altına ala­ bilirdi. Çünkü Gök Tanrı ona bütün dünyayı idare etme yetkisini veriyordu. Türk fütuhat felsefesinin cihan hakimiyetine uzanan kaynaklarından biri bu noktadır. Türk hükümdarları gücünü Tanrı'dan almakla beraber, Türk toplulukları di­ ni cemiyet değildir. Hükümdarlar da insandır. Hakları değil, görevleri vardır. Hü­ kümdar dağınık boyları toplayıp nüfusu çoğaltmakla, halkı doyurmak ve giydir­ mekle görevlidir. Hükümdarların millet yolunda gece uyumadan gündüz otur­ madan çalışması gerekiyordu. Görevlerini yapamayan hükümdar hakkında Tan­ rı kut'u geri aldı diye düşünülürdü. Tahta çıkışta da töre hükümleri geçerliydi. Siyasi iktidarın kaynağını Tan­ rı'ya bağlamak, hakanı Tanrı huzurunda sorumlu tutmaktı. Bu düşünce tarzı ic­ raatın millet tarafından kontrolüne imkan sağlıyordu. Bu kontrolde meclisler va­ sıtasıyla yapılıyordu.

Meclisler Bozkır Türk devletlerinde daimi bir devlet meclisi (danışma kurulu) vardı. Meclise eski Türklerde "toy" denirdi. Yılda bir kere genel kurul toplantısı yapılırdı. Bu toplantı sırasında ordu teftiş edilir. Hayvan sayımı yapılır. Mem­ leket meseleleri hakkında konuşulurdu. Bozkır Türk devletlerinde inanç ve vicdan hürriyeti de daima mevcuttu. Türk inanç fel­ sefesi soy, dil ve din yönlerinden insanları bir­ birinden ayırmaya elverişli değildi. Din işlerini dünya işlerinden ayrı tutmak ve mahalli kültürlere dokunmama geleneği İs­ lam Türk devletlerinde de devam etmişti.

Teşkilat

Koço, Bodhisattva'nın ipek üzerine resmi, (9. yy.)

Devlet Başkam İslam öncesi Türk devletlerinde hükümdarlar, Şan-yü, kagan, han, yabgu, il­ teber gibi unvanlar taşımışlardır. Hükümdarlık belgeleri ise; otağ (hakan çadırı) , örgin (taht) , tuğ (sancak), davul, kotuz (sorguç) idi. Tahtlar altından yapılırdı. Tuğların tepesine altın bir kurt başı takılırdı. Hükümdarların tahta çıkışı, onu bir keçe seccade veya halının üzerine oturtarak, ya da kalkan üzerinde havaya kal­ dırılarak kutlanırdı.

Hatun Hükümdarların birinci hanımına verilen unvan. Eski Türk devletlerinde ha­ tunlar da söz sahibi idiler. Hatunların ayrı sarayları ve askerleri vardı. Devlet meclisine katılırlar, elçileri kabul ederlerdi.

37

Hatunlar gelecek hakanların anneleri idiler. Bu bakımdan ilk hanımın anne ve babasının Türk olmasına dikkat edilirdi.

Veliahd Islam öncesi Türk devletlerinde, hükümdar ailesinin her ferdi aynı kanı ta­ şıdığı için tahtta eşit hakka sahipti. Hükümdar öldüğü zaman prensler arasından en uygunu seçilirdi.

Siyasi Faaliyet Büyük Türk imparatorluklarında dış iş­ leri dairesi en önemli kuruluşlardan biriydi. Bu kuruluşun emrinde çeşitli dillerde konu­ şan ve yazan bir heyet çalışırdı. Yazılara Tanhu'nun resmi mührü basılırdı. Casusluk yapmadıkları sürece elçilere dokunmazlar­ dı. Şüpheli hareketleri görülen yabancı Koço'dan büst

temsilciler hapse atılır veya sürgünde göz altında tutulurdu.

Dış siyasette öncelikle ticari ilişkilere---önem verilirdi. Hanedanlar arası ak­ rabalık kurmak dış siyasetin bir geleneği haline gelmişti. Siyasi nitelikteki bu ev­ lenmeler sonucu doğan çocuklar veliaht olmazdı. iç siyasetin en önemli konu da dağınık Türk boylarının tek bayrak altında topanmasıydı.

Adliye Töre'ye göre suçların cezası oldukça şiddetliydi. Adam oldürmek barış zamanında başkasına kılıç çekmek, hırsızlık, hayvan kaçırma, ırza tecaVtiz gibi suçların cezası idamdı. Suçun devlet takibine uğraması eski Türkler arasında kan davası güdül­ mesine mani oluyordu. Adli teşkilat iki kademeliydi. Biri hükümdarın başkanlığında ki siyasi suçlara bakan Yüksek Devlet Mahkemesi, diğeri hakimlerin idaresindeki mahkemelerdi.

Ordu İslam öncesi Türk devletlerinde askerliğe özel bir meslek gözüyle bakılmaz­ dı. Hemen her Türk savaşçı idi. Ücretli asker sınıfı yoktu. idarecilerin hepsi ay­ nı zamanda ordu kumandanları idi. Tümen diyen anılan en büyük birlik on bin kişilikti. Tümenler binlere, yüz­ lere, onlara ayrılmış, başlarına ayrı ayrı kumandanlar tayin edilmişti . Bu onlu teşkilatlanma günümüze kadar gelmiştir. Onbaşısından en üst seviyedeki subayına kadar orduyu belli bir kumanda zincirine bağlamak, ülkeyi milli birlik

38

havasına sokuyordu.

Türk orduları o çağların en kudretli askeri gücünü meydana getiriyordu. Ordunun yiyecek ve malzeme ikmali en zor şartlarda bile gayet iyi yapılırdı. Türkler yiyecek ih­ tiyacını et konservesi ile karşılıyorlardı. Ordunun gerisinde binlerce baş sığırın sevkedilmesine lüzum kalmıyordu. Konserve et diğer devletlerden 500- 1 000 sene önce Türk­ lerce bilinmekteydi. Türk orduları her çağın tekniğine göre en etkili silah­ larla donatılırdı. O devir için Türklerin kullandığı çift kavis­ li yaylar ve ıslıklı oklar en korkuncu idi. Türkler dört nala at üzerinde, dört ayrı yönde isabetli ok atmada ustaydılar. Ayrıca iyi kemend atarlar ve yakın dövüşte mızrak, kargı, süngü, kalkan, kılıç kullanılırdı.

Ascana Turfan, kadın ba�ı (MS. 7.-8. yy.)

Türk orduları taarruz esasına göre düzenlenmekte ve eğitilmekteydi. Türklerin savaşında, düşman cephesinde şaşkınlık yaratan bas­ kınlar esastı. Türk savaş usulünün iki önemli özelliği vardı. Sahte ricat ve pusu. Süvari birlikleri kaçıyor gibi geri çekilirler, çekilirken ok atmaya devam eder, düşmanı üzerlerine çekerlerdi. Arazinin istenilen yerine kadar ilerleyen düşman burada pusu kuranlar tarafından çembere alınarak yok edilirdi. Türklerin başarıyla kul­ landığı bu usule Türk yurdunun adından dolayı "Turan Taktiği" denilmiştir. Yeni ülkelerin ele geçirilmeleri ise keşif seferleri ve yıpratma savaşları saye­ sinde oluyordu . Alınması planlanan bölgeler önce akıncılar tarafından gözden geçirilirdi. Bu keşifler olumlu ise yıpratma harekatına başlanırdı. Düşmanın yığınak merkezle­ rine, yol kavşaklarına, yiyecek ve malzeme depolarına seri baskınlar yapılırdı. Bu seferler sırasında düşmanın moralini bozmak için çeşitli rivayetler yapılırdı. Bu harekat düşman takatsiz düşünceye kadar devam ederdi. Türkler iyi asker olma özelliklerini daima spor yapmaya borçluydular. At ya­ rışları, cirit ve gülle atma, güreş, yırtıcı kuşlarla avlanma gibi sporlar mücadele azmini kuvvetlendiriyordu. Türkler avcılığa da meraklıydılar. Özellikle on binlerce kişinin katıldığı yüz­ lerce km. sahanın tarandığı sürek avları gerçek bir savaş manevrası halinde ge­ çerdi. Başarılı Türk ordusu, pekçok yabancı kavim tarafından taklit edilmiştir. Çin ordusu daha M.Ö.

iV. yüzyılda Türk

usulüne göre düzenlendi. Türk süvari kıya­

feti olan ceket, pantolon, çizme Çin'e girdi.

Dini İ nanç Eski Türk devletlerinde dini inançlar üç noktada toplanmaktaydı.

Tabiat Kuwetlerine inanma Türkler tabiatta bir takım gizli kuvvetlerin varlığına inanırlardı. Coğrafi gö­ rünüm ve maddeler aynı zamanda birer ruh idiler. Ayrıca güneş, ay, yıldızlar ta-

39

biat olayları ruh-tanrılar tasavvur edilmişti. Uygurlar sefere çıkmadan önce aym ve yıldızların hareketlerini kontrol etmişlerdir. Ölülerin ardından yas tutulur, ölüler gömülür, yakılır veya mumyalanırdı. Ölülerin yeri belli olsun diye kurgan inşa edilir, tümsek yapılır, taş yığılır, hatta balbal denen taş heykeller dikerlerdi.

Atalar Kültü Atalara ait hatıralar kutlu sayılır, ölmüş büyüklere saygı duyulurdu. Kurban olarak hayvan kesilirdi.

Gök-Tanrı Dini Tabiat kuwetlerine inanma, atak r kültü eski çağlarda birçok kavimlerde mevcut olduğu halde Gök-Tanrı dini yalnız Türklerde görülür. Bu inanç sisteminde Tanrı en yüksek varlıktı. Göktürklerin bir hakanlık kur­ ması O'nun isteği ile olmuş, hakan Türkler'e O'nun tarafından gönderilmiştir. Tanrı Türk halkının istiklali ile ilgilenen bir varlıktır. Savaşlarda tanrının iradesi üzerine zafere ulaşılır. Tanrı emreder, uymayanı cezalandırır, doğum, ölüm onun iradesine bağlı­ dır. Can veren Tanrı onu istediği an geri alabilir. Eski Türk inancına göre ebedi ve herşeyin yaratıcısı olan Tanrı tektir. Her­ hangi bir şekle sokulamaz. Dolayısıyle putlar ve putların konduğu tapınaklar yoktur. Eski Türk dini inancında Tanrı bütün vasıfları ile manevi, büyük tek kud­ ret halindedir, güneş, ay, yıldız, ateş ve yer, su'lar yardımcı kutsallar durumun­ dadır. Toplu semavi dinlerde Tanrı'ının yanındaki melekler, peygamberler, kut­ sal kitaplar gibi. Uygurlar zamanında ise Gök-Tanrı inancı devam etmekle beraber Manihe­ izm ve Budizm de Türkler arasında yayılmıştır ve bilhassa Uygurların Türkis­ tan'daki hakimiyetleri zamanında iyice yerleşmiştir. Milli Türk alfabesi olan Gök­ Türk yazısı değiştirilerek yerine Soğd alfabesine dayanan Uygur yazısı kabul edilmiştir. Uygurlar arasında Budist ve Maniheist eserlerin tercümeleri ile zen­ gin bir dini edebiyat gelişmiştir. Kitap basma sanatı da 1 0 . yüzyıla doğru Uygur­ lar tarafından keşfedilmiştir. Kağıt üzerine baskıda tek harf kalıpları ilk defa Uy­ gurlar tarafından kullanılmıştır. Bugünkü modern baskı tekniğinin temeli budur.

i ktisadi Hayat Hayvancılık Bozkır Türk ekonomisinin esasını çobanlık ve hayvan besiciliği teşkil eder.

At ve koyun en önemli unsurlardır. Ağır hareketli kocabaş hayvanlar bozkır eko­

nomisinde yer almaz. Bu hayvanlar daha ileriki çağlarda tarımla birlikte Türk toplulukları arasına girmiştir. Domuz ise Türkler arasında hiç sevilmemiş ve bes­

40

lenmemiştir.

Beslenme Eski Türklerin başlıca gıda maddesi et idi. En çok at ve koyun eti yenirdi. Türkler çok erken zamanların­ da ihtiyaç dolayısıyla konserve et yapmayı öğrenmiş­ lerdi. İhraç bile ediyorlardı. En ünlü Türk içkisi kısrak sütünden yapılan kımız idi. Sebze pek yenilmezdi . Sütlü darı, peynir, yoğurt bozkırın ana gıda maddeleri idi.

Giyim Giyecek maddeleri deri ve yünden yapılırdı. Boz­ kırda bez dokuma için kendir yetiştirirlerdi. Yünlü ku­ maş ve çeşitli keçeler ihraç ederlerdi.

Uygur freski, Budist Dönem

Uygur Türkleri üzerlerine yünlü kumaş ve bezden iç çamaşırı giyerlerdi. Ti­ pik elbise örneği ise ceket-pantolon idi. Bu en iyi süvari kıyafeti idi. Bu kıyafet Türkler aracılığı ile dünyaya yayılmıştır. Ayağa çizme, başa börk giyilirdi. Erkekler sakallarını kestirir, saçlarını uzun tıraş eder, bıyık bırakırlardı. Saygı alameti attan inmek ve başlık çıkarmaktı.

Demir İslam öncesi Türk toplulukları dünyanın en geniş imparatorluklarını kur­ muşlardı. Bunun için devrin en ileri savaş sanayiine ihtiyaç vardı. Türkler demir sayesinde bu üstünlüğü kurmuşlardı. Altaylılar çok eskiden beri usta demirciler olarak tanınmışlardı. İnsanlık ta­ rihinde bir çağın açılmasına başlangıç olabilecek bol miktarda demirin Türklerin ana yurdunda bulunması onların üstünlük kurmasını sağlamıştır.

El Sanat/an İslam öncesi Türk devletlerinde el sanatları da çok gelişmişti. Demirci ve madenci Türk topluluklarında kılıç, kalkan, mızrak ve ok uçlarının en iyisi yapı­ lırdı. Hareketli bozkır hayatına uygun şekilde taşınabilir eşya üzerindeki sanatlar ilerlemişti. İhtiyaçlara göre sandalye, masa, dolap , karyola gibi ev eşyaları, mutfak ta­ kımları; göçlerde kullanılan araba ve atlar için gerekli malzemenin en iyisini ya­ pıp satan esnaf ve zenaatkarlar vardı. Bu eşyalara ustaca süslemeler yapan sanatçılar vardı.

Şehir İslam öncesi Türk devletlerinde kavimler yazın yaylak denilen serin, sulak, otlağı bol yüksek yaylalarda otururlardı. Kışın ise kışlak denilen daha ılık ova ve

41

vadilerde otururlardı. Hükümdarların yazlık ve kışlık olmak üzere iki merkezle­ ri bulunurdu. Kışlık bölgede evlerin daha ziyade kerpiç veya ahşap olması tercih edilirdi. Surlar bile kalın ağaç kütüklerinden yapılırdı. Türkler eskiden beri temizliğe düşkündüler. Bunun için hamamlar yapılırdı. Orduda bile seyyar hamamlar vardı. Hayat şartları çok farklı olduğu için yerleşik kültürdekine benzer köy ve şe­ hirler yoktu. Sadece Turfan Uygur devletinde yerleşik medeniyet kalıntılarını görmekteyiz.

Ticaret Uygurlar komşu devletlere canlı hayvan , kösele, deri, kürk, hayvani gıdalar satarlar, karşılığında hububat ve ipek alırlardı. Türklerde komşuları arasındaki ticaret iki yoldan yapılıyordu. 1. İpek Yolu: Bu yol Çin'den başlıyor, Türklerin çoğunlukta olduğu iç Asya'dan geçip Akde­ niz'e ulaşıyordu. ipek yoluna hakim olan, devrin dünya ticaretine hakim olacağı için büyük devletler arasında en büyük rekabet konusuydu.

2. Kürk Yolu: Bu

yol, Hazar ve Bulgar ülkelerinden başlayarak Ural, Güney Sibirya, Altaylar, Sa­ yan dağları üzerinden Çin'e ve Amur nehrine ulaşıyordu.

Tanm Bozkır sahasının çoğunluğunu otlaklar meydana getirmekteydi. Tarıma el­ verişli topraklarda Uygurlar buğday, darı, vs. ekip biçmekteydiler.

Maliye Islam öncesi Türk devletlerinde ekonomi, bağlı devletlerden alınan yıllık vergi ve hediyeler ile halktan toplanan vergilere dayanıyordu . Vergi toplama iş­ lemi özel memurlar tarafından yapılmakta idi. Ayrıca işlek ticaret yollarından sağlanan vergi ve gümrük gelirleri madenci­ likten elde edilen yüksek kazanç mali gücü arttırıyordu. Para olarak da üzeri resmi damgalı ipek parçaları kullanıyorlardı.

Edebiyat Destanlar ve efsaneler; Türk destanları bozkır insanının hayat mücadele ör­ nekleriyle doludur. Bu edebiyat türünde kurt'tan türeme, gökten inme, ışıktan olma motifleri bulunmaktadır. Uygurlarda da kurt'un rehberlik vasfı açık olarak görülür. "Kutlug dağ" ef­ sanesine göre kutlu bir kaya Uygur ülkesine bereket ve saadet getirmektedir. Bu kaya Çinlilere verilince memelekete çöken uğursuzluklar, açlık ve kıtlık yüzün­ den Uygurlar göç etmek zorunda kalmışlardır. Yeni ülke ararken onlara kurt rehberlik etmiştir. Hala çeşitli ülkelerdeki Türkler arasında söylenen masal ve halk hikayeleri

42

arasında bozkurt uğur sayılmaktadır.

Şinc-usu'da bulunan Moyen-Çor kitabesi ve Karabalsagun da bulunan Kara­ balsagun kitabesi de Uygur tarihinin önemli kaynakları arasındadır. Uygur kitabeleri Uygur alfabesi ve edebiyatının en güzel örnekleridir. Uygurlar yerleşik medeniyete geçtikten sonra bize kadar ulaşabilen belge­ ler çoğalmıştır. Arkeolojik kalıntılar, el sanatları, resimler, hukuk vesikaları, elçi raporları, özellikle Turfan Uygur Devleti kültürü hakkında değerli bilgiler ver­ mektedirler. Bunlardan biri

981 -984 tarihleri arasında Çin'in resmi elçisi olarak Uygurla­

ra giden Wang Yen-te'nin raporudur. Bu rapora göre: "Kao-ch'ang şehrine yağ­ mur ve kar yağmaz, aynı zamanda burası çok sıcaktır. Burada evler beyaz bada­ nalıdır. Chin-ling dağlarından çıkan nehir şehrin çevresini dolaşır, tarlaları ve meyve bahçelerini sular ve su değirmen­

-

lerini işletir. Zengin insanlar at eti yerler. Geri kalanlar ise sığır eti ve yaban kazı yerler, onların müzik aleti olarak kullandığı alet "kopuz"dur. Onlar samur kürkü postu, pamuklu kumaş ve çiçek motifleriyle işlenmiş elbise imal ederler. Onların adet­ lerine göre büyük bir kısmı ata binerler ve ok atarlar. Şeh­ rin içinde pek çok iki katlı binalar vardı. İnsaı; lar iyi yüzlü­ dür ve sanatkarlardır. Bunlar altın, gümüş ve demir yapı­ mında çok ustadırlar. Onlar aynı zamanda yeşim taşı işle­ mesini de çok iyi bilirler. Turfan Uygurları mimari sahada da çok eser vermişler­ dir. Bu eserlerde Türk otağ ve "ordu" geleneği, eski bozkır kültürü özellikleri görülmekte idi. Malzeme olarak da aşı bo­ yalı ve yaldızlı ağaç, balık tuğla v�_taş (nadiren) yanında oy­

• Maniheist Uygurlar, Koça tapınağından bir duvar resmi

malı keramik ve sırlı tuğla da kullanırlardı. Uygurlar daha Orhun nehri kıyılarında Ordu-balık'ta iken de bu teknikleri biliyorlardı. Arkeolojik kalıntılardan anla­ şıldığına göre Uygurlar surlu şehirler, hükümdar kalesi, dini külliyeler, göller ve akarsuların bulunduğu bahçeler yapmışlardır.

Çin Kaynakları Chiu T'ang-shu (CTS): Yani eski T'ang kitabı tarihçi Liu Hsü tarafından senesinde yazılmıştır. Bütün T'ang sülalesi hur bir yıllıktır.

945 (618-9 1 6) olaylarını içine alan meş­

200 ciltlik bu eserde 821 senesinden önceki olaylar umumiyetle 82 1 sene­

bir arşiv vesikası gibi mühim noktalar ile kısa olarak anlatılmış, fakat

sinden sonraki olaylar üzerinde mübalağalı bir şekilde durulmuş ve tarih de ka­ rışmıştır. Hsin T'ang-shu (HTS): Yeni T'ang kitabı,

1 060 senesinde bilgin 0-yang Hsiu

ve Sung Ch'i'nin idaresindeki bir heyet tarafından hazırlanmıştır.

225 ciltdir.

CTS de bulunmayan olaylar burada görülmektedir. Olayların bazıları CTS'den daha kısa, bazıları daha geniş olarak anlatılmaktadır. Tzu-chi T'ung-chien (TCTC): Çin tarihinin en önemli kronolojik kaynağıdır. İmparatorun emri ile

1 085 senesinde 294 cilt olarak meşhur bilgin ve başbakan M.Ö. 403-M.8. 9föJ arasındaki olaylar anla-

Ssu-ma Kuang tarafından yazılmıştır.

43

tılmıştır. Yazar 19 yıllık çalışmasında 320'yi aşan tarih kitabından yararlanmış, güzel bir dil ile olayları kısa olarak anlatmıştır. Bu eserde bugün kaybolmuş olan birçok vesika bir araya toplanmış ve olaylar kronoloji esasına göre sıralanmıştır. Tse-fu Yüan-kuei (TFYK): 1 005- 1 0 1 3 seneleri arasında yazılmış bir tarihi ansiklopedidir. 3 1 asıl ve 1 1 02 ufak bölümden müteşekkildir. Tarihçi Wang Ch'in-jo başkanlığında bir heyet tarafından imparatorun emriyle yazılmıştır. He­ men hemen 1 000 senelik muhtelif sülalelere ait olaylarla ilgili ana vesikalar ile çeşitli kitaplardan mukayeseli olarak alınmış olan bilgiler kitapta sıralandıktan sonra İmparatorun kontroluna arzedilmiştir. Vesika bakımından çok zengindir. Resmi çin tarihlerinden kesilerek ve kısaltılarak alınan imparatorların ferman­ larının çoğu bu kaynakta tam olarak bulunurlar.

Türk Kaynakları Uygur Yazı/art 1

.

Şine-usu Kitabesi

Bu kitabe Moğolistan'da Şine-usu Gölü, Moğoltu ırmağı ve Orgotu dağı havalisinde bulunmuştur. 1 909'da Ramstedt ve Sakari Palsi adlı iki fin bilgini bu bölgede yaptıkları kazılar neticesinde, adı geçen kitabeyi keşfetmişlerdir. Ramstedt 1 9 1 8 yılında Finlandiya'da "Fin-Oğur cemiyeti" dergisinde bu kitabeyi neşretmiştir. Uygur Devletinin kuruluş ve zaferlerinden bahseden bu kitabenin diğer bir adı da Moyen-Çor kitabesidir. Moyen Çor Kağan'ın 759'da ölümü üzerine onun adına diktirilmiştir.

2.

Karabalsagun Kitabesi

Karabalsagun şehri Uygur Hakanlığı'nın parlak zamanlarında devlete baş­ şehir olmuş bir bölgedir. 826'da dikilen bu kitabede Şirıe-usu kitabesi gibi Uy­ gurların kuruluş ve zaferlerinden bahseder. Mani dininden de detaylı olarak bahsettiği için tarihi değeri çok büyüktür. Üç dilde yazılmış olan bu kitabede (Göktürkçe, Soğdça, Çince) esas okun­ abileni Çince olanıdır. 1 896 yılında okunabilen bu yazı aynı yılda neşredilmiştir. Daha sonraları Çinceden Türkçeye tercüme edilen bu kitabeden H.N. Orhun'un Eski Türk

Yazıtları adlı eserinin 2.

cildinde bahsedilmektedir.

D İ PNOTLAR 1 CTS, 1 95; HTS, 2 1 7. 2 CTS 195; HTS 2 1 7, TCTC 2 1 5.

;J CTS, 1 95, 3a; HTS, 2 1 7, 3a TC TC 2 1 9; TFYK C. 97;.ı.

44

4 CTS, 195, 3a; HTS, 2 1 7, :3a; TCTC 279; TFYK C. D7:3. 5 CTS, 1 95, 4 h; HTS 2 1 7. 4a.

fj CTS, 1 95 , 6 h; HTS, 2 1 7, 5 b. 7 CTS, 1 95, 6 b; HTS 2 1 7, 5 b;

8 CTS, 1 H5, 8 b; TCTC, 224. 9 TCTC, 225.

10 CTS, 1 95, 86; HTS, 2 1 7, fi b; 1 1 HTS, 2 1 7, 6 h; TCTC, 226, 12 HTS, 2 1 7, 7a; TCTC, 227. 1 :3 HTS, 2 1 7 7h;

1 4 CTS, I B5, 9a; HTS, 2 1 7, 8b; TCTC, 15 CTS, 1 95, 9a; HTS, 2 1 7, 8b;

2:3:3; TFYK, 97fi,

16 CTS, 1 95, 10 h; HTS, 2 1 7 9 h. 1 7 HTS, 2 1 7, 9 h; TCTC, 236. 1 8 HTS, 2 1 7, 9 b, TCTC, 2!37, 19 HTS, 2 1 7, 9 h;. 20 TCTC, 24 1 ; TFYK 979. 21 CTS, 1 95 10 b ; HTS, 217

22

HTS, 2 1 7, 96.

B, la.

2:3 HTS, 2 1 7 B, 1 b; TCTC, 24:�. 24 CTS, 1 95, 1 2a; HTS, 2 1 7 B, 1 b. 25 HTS, 217 B, 1 h; TFYK, 980. 26 CTS, 1 95, 12 a; HTS, 2 1 7

B,

1 h.

27 HTS, 2 1 7 B, 1 b; TCTC, 246;

KAYNAKLAR

Hüseyin Namık Orkun, Eski Türk Yazıtları, Sine Usu Yazıtı, Karabalgasun Yazıtı bölümleri. Chiou T'ang shu, Pekin 945. (CTS) Hsin T'ang shu, Pekin 1060. (HTS) Tsu-chih T'ung-Chien, Pekin 1 085. (TCTC) Tse-fu Yüan-kuei 1 005- 1 0 1 3 (TFYK) Sung Shih, Pekin 1010. Wu-tai Shih-chi C. Mackerras, The Uighur Empire, Canberra 1 969. J. Hamilton, Les Oughours a l'epoque Cinq Dynasties d'apres !es documents Chinois, Paris 1955 J. Hamilton, Toquz-Oğuz et On-Uygur, Jurnal Asiatique CCL, 1 , 1 962 B. Öge!, Uygurların "Menşe Efsanesi", DTCF Dergisi, VI, 1-2, 1 948

V. Minorsky, Tamim İbn Bahr's Journey to the Uygur's BSOAS, 1 948 H. Escedy, Uighurs and Tibetan in Pei-t'ing 790-79 1 A.D., Act. Or. XVlll, Budapest, 1 965

Tsai Wen-shen, Li Te-yü'nün mektuplarına göre Uygurlar, Tai-pei, 1967. Ö. lzgi, Wang Yen-te Seyahatnamesi, Ankara, 1 988.

G. Çandarlıoğlu, ötüken Bölgesinde Kurulan Büyük Uygur Kağanlığı, lstanbul, 1 972 G. Çandarlıoğlu, Sarı Uygurlar ve Kansu Bölgesi Kabileleri, Taipei, 1 972.

45

OGUZLAR

YRD. DOÇ. DR. TUFAN GÜNDÜZ

GAZİ ÜNİVERSİTESİ FEN-EDEBİYAT FAKÜLTESİ / TÜRKİYE

Oğuz Adı

O

ğuz adının manası hakkında çeşitli görüşler öne sürülmüş ise de bugün umumiyet­ le, vaktiyle

J. Nemeth tarafından öne sürülen ve "boylar" anlamına geldiği şeklinde

açıklanan fikir kabul edilmektedir. Buna göre "Ok kelimesi boy manasında olup "z"

çoğul eki ile birleşip Ok+u+z=boylar şekline dönüşmüştür. ! Gerçekten de Oğuzlar,

VIII. yüz­

yılın başlarında 6 Oğuz şeklinde kaydolmuştur ki bu husus altı boydan teşekkül ettiklerini gös­ termektedir. 2 Oğuzlar bu sırada Barlık ırmağı boylarında bulunuyorlardı. Yine aynı dönemde Göktürk hakimiyetinde görünen Oğuzlar bazen Üç Oğuz3 bazen de Sekiz Oğuz şeklinde4 anılmakla bir­ likte yaygın olarak Dokuz Oğuz olarak belirtilmiştir. Oğuzların boy sayısındaki artış ise tarihi süreç ve boy gelenekleri ile herhangi bir tenakuza düşmemektedir. Çünkü, boylar halinde ya­ şıyor olmalarının tabii bir sonucu olarak, boyların nüfusu arttıkça yeni boylar ortaya çıkmak­ ta ve onlar diğer boylar gibi nüfus ve siyasi güce ulaştıklarında boylar birliği içinde kendi ad­ ları ile temsil olunmakta idiler. Göktürk Yazıtlarında tespit olunan "Üç Oğuz", "Altı Oğuz'', "Se­ kiz Oğuz'', "Dokuz Oğuz" tabirleri (bazen de bütün bunları kastetmek üzere sadece "Oğuz") bu durumun bir sonucudur. Öte yandan, Göktürkler çağında Edizler iki boy, Uygurlar 1 0 boy, Tatarlar 30 boy halinde idiler. Göktürklerin batı kolu ise 10 boy halinde idi ve "On-Ok" diye anılıyordu . 5 Oğuzların tarihlerini aydınlatan en eski ve en açık bilgilere Göktürk Yazıtlarında rastlanılmaktadır. Onlar bu dönemde, Göktürk Devleti'nin muhalifleri olarak belirmektedir. Tonyukuk yazıtından anlaşıldığına göre Göktürklerin istiklallerini kazandıkları ilk yıllarda Oğuzların haşına ela kağan oturmuştu. 6

Bu kayıttan Oğuzlarda taht değişikliğinin mi meydana geldiği yoksa bağım­ sız mı oldukları konusu açık değildir. Bununla birlikte, onlar , Göktürk Devleti­ 'nin kuruluşu esnasında kuzeydoğuda Togla/Tula ırmağı boylarındaydılar. Gök­ türklerin kuzeye doğru genişlemesinden rahatsız olarak Çin ve Kitanlarla ittifak kurma yoluna gitmişlerdi. Göktürk Veziri Tonyukuk bunu duyunca oldukça mü­ teessir olmuş ve onların arzu ettikleri ittifakı kurmalarına fırsat vermeden sal­ dırmak amacı ile Ilteriş Kağan'dan izin istemiş, Kağan'ın "gönlünce sevk et" em­ ri üzerine Oğuzları Togla/Tula ırmağı kenarında mağlup etmiştir. Tonyukuk'un ifadelerinden, Oğuzların bu savaştan sonra Göktürklerin idaresine gi­ '\. ridiği ancak, Türgişler tarafından yeniden isyana teşvik edildiği de tespit olunmaktadır. .



Yazıtlardan anlaşıldığına göre Oğuzlar ile Göktürkler arasında dört veya beş kez savaş olmuştur. Oğuz Han'ın oğullarının, doğuda ve batıda buldukları ok ve yayları Bunların ilki Togu Balık'ta yapılbabalarına vermesi mıştır. Kültigin (Köl-tigin) bu sa­ vaşta bizzat bulunmuştur. Bundan sonra, Antırgu, Çuş-Başı, Ezginti Kadaz ve Amga Kurgan olmak üzere dört savaş daha yapılmıştır. Bununla birlikte Bilge Kağan sadece dört savaş yapıldığını anlatmaktadır. Son savaş Üç Oğuzlar ile ya­ pılmıştır.7 Bu savaşların birinde Oğuzların Hanı Baz Kağan da öldürülmüş ve ni­ hayet Oğuzlar, Göktürklere tabi olmuştur. Bilge ve Kültigin adına dikilen kitabelerde Göktürk Kağanı kendisini "Türk'', Dokuz Oğuzları "Oğuz" diye anmakla birlikte onlar için "Oğuz budunu benim kendi budunumdu" demektedir. Üstelik, Oğuzların isyan etmeleri "yerin ve gö­ ğün birbirine karışması" gibi tabiatüstü bir tasvir ile takdim edilmektedir. Yerin ve göğün birbirine karışmasının imkansızlığı ikinci bir açıklama ile sonuçlandırıl­ makta "Oğuz'un yüreğine kıskançlık düştüğü" vurgulanmakta; bu çerçevede Türk toplumu için en büyük maraz olan bir hakan etrafında toplanamama tema­ sı izah edilmeye çalışılmaktadır.B Kitabelerde, Göktürk hakanı devletin kurucuları olarak "Türkleri" merkeze oturtmakta, Oğuzları ise hemen her hitap içinde birinci sırada vermektedir. Göktürk Devleti'nin yıkılışından sonra Türk adlı bir boy veya oymağa rastlanma­ dığına göre Türk sadece bir siyasi isimlendirme mi idi? Ünlü tarihçi V. Barthold Oğuzlar ile Türkleri aynı boy olarak saymanın doğ­ ru bir düşünce olacağını savunmuştur. Barthold'a göre eğer VIII. yüzyılda Oğuz­ lar ve Karluklar gibi Türk adlı ayrı bir boy olsa idi Göktürk Devleti'nin yıkılma­ sından sonra çarçabuk tarihten çekilmiş olması gerekirdi. Oysa Türk, Arap coğ­ rafyacıları tarafından dil olarak birbirine kardeş olan bir çok kavimler için kol­ lektif bir ad olarak kullanılmakta, Bilge Kağan'ın "Benim Türküm milletim" diye hitap etmesi de bu hususu doğrulamaktadır.9 Buna mukabil F. Sümer, Türk adı­ nın kavmi bir isim olmayıp onlardan yalnız birinin adı olduğu ve Göktürk hane­ danının da bu boya dayandığını ileri sürmektedir. ı o Keza buna benzer bir görüş F. Lazslo tarafından da ileri sürülmüştür. 1 1

48

Netice ne olursa olsun, Türk adının yükselişi ve dünyaya yayılması neden Oğuzlar aracılığı ile olmuştur sorusu anlamını muhafaza etmektedir. Ruslar, Gü-

neylerden akıp giden Türklerden sadece Oğuzları (Bizans kaynaklarına göre Uz) Türk (Tork) diye isimlendirmişlerdir. Aynı şekilde Oğuzların, İslamiyet'e geçiş dönemlerinde Türkmen diye isimlendirilmeleri de manidardır. Çünkü bu isim içinde Türk adı gayet açık olarak yer almaktadır. Öte yandan, Osmanlı kronikle­ rinde devlet Türk devleti olarak takdim edilirken konar-göçer Türkmenlerin yerleşik hayata geçmeleri "Türkmenlikten çıkma" olarak nitelendirilmiştir. Aca­ ba, Türk adı eski devirlerden beri yerleşik medeniyetin ve otoritenin mi temsil­ cisi idi? Şayet böyle ise Türk budununun siyasi bir isimlendirme olması icap eder ki,

Bilge Kağan ile

Oğuzların akrabalık derece­ si biraz daha açığa kavuş­ muş olur. Göktürk

hakimiyetine

giren Türk boylarının siyasi varlıklarını devam ettirme­ leri ve "Türk Milleti" içinde zaman zaman istikrarsızlık unsuru olmaları Bilge Ka­ ğan'ı fazlası ile rahatsız etti-

Oğuz Han'ın oğlu Günhan, Ay, Yıldız, Dağ, Deniz isimli kardeşleriyle (Omi'ü't-Tevarih)

ğinden kitabeler bir yerde milli birlik temasını ana fikir olarak işler. Bu yüzden Oğuzların muhtemelen 7 1 7 yılında isyan etmeleri ve Çin'e doğru yürümeleri de Bilge Kağan'ı fazlasıyla "ökündürmüştür" (eseflendirmiştir) . ı 2 Oğuzların Göktürk Devleti'nin yıkılışında da rol aldığı bilinmektedir. Bundan sonra onlar bir müddet Uygurların hakimiyetinde kaldılar. Bu dönemde Uygur Kağanı Kül-Bilge Kağan'ın oğlunun idaresinde kaldılar. Hatta onun Türk Budu­ nu üzerine düzenlediği sefere katıldılar ve "Türk budunu bütün yok ettiler" (744) . 1 3 Bununla birlikte Oğuzların hepsinin Uygurlara tabi olmadıkları da anla­ şılmaktadır. Nitekim Kül-Bilge Kağan'ın ölümünden sonra oğlu Tengride Bolmış

11 Etmiş Bilge Kağan hükümdar olunca Oğuzların taarruzu ile karşılaştı. Bu sıra­ da, Oğuzlar, Sekiz Oğuz olarak anılmaktadırl 4 ki bu husus onlardan sekiz boyun isyan halinde olması ile ilgili olmalıdır. 1 5

1 1 Etmiş Bilge Kağan Oğuzların yanı sıra Karluk, Dokuz Tatar gibi başka Türk boyları ile de uzun süre mücadele etti. Bu dönemde Uygurların hakimiye­ tine girmek istemeyen Karluklar batıya doğru çekildiler. İhtimal ki, Oğuzların da büyük bir bölümü bu göçe katılmıştır. Taberi'nin

820-2 1 yılı olaylarını zikreder­

ken, Oğuzların Semerkand'ın doğusunda Soğd ve Sir Derya arasındaki bölgeye Dokuz Oğuzların akın yaptıklarına dair haberler vermesi, onların anılan tarihten çok daha önce Talas bölgesine geldiklerinin işareti sayılabilir. Öte yandan F. Sü­ mer'in Sir Derya boylarına sokulmuş olan Oğuzların On-Okların hakimiyetini ta­ nımış olan Oğuzlar olması gerektiği tezini ileri sürmüş ise de iddiasını teyid ede­ rek olan delillerini ortaya koymamıştır. 1 6

X. Yüzyılda Oğuzlar Hududu'l-Alem'e göre X. yüzyılda Oğuzların ülkesinin doğu tarafında Oğuz çölü, güneyinde bu çölün uzantıları ile Hazar denizi, batısında ve kuzeyinde ise

İtil/E til ırmağı bulunuyordu. 1 7 Onlar, İslam coğrafyacıları Larafuıdaı ı G uz. diye

49

isimlendiriliyordu. Dokuz Guz yahut Tokuz Oğuz ismi ise sadece Uygurları anla­ tırken kullanılıyordu. İslam Coğrafyacısı İstahr'i'ye göre Oğuzların yurdu Hazarlar, Kimekler, Kar­ luklar ve Bulgarlar ile çevrilmişti. Etil/İtil ırmağı Kimekler ile Oğuzlar arasında sınır idi. 1 8 Güneyde ise Cürcan, Farab, İsficab şehirleri bulunuyordu ki burası artık bütünüyle Müslümanlaşmıştı. İsficab'dan Harezm'e kadar olan yerler Oğuz topraklarının Güney hududunu teşkil ediyordu. 1 9 X. yy.'da Harezmliler ile Oğuz­ lar arasında bir çekişme ve buna bağlı güvensizlik hakimdi. Bu yüzden, İbn-i Fadlan, Halife'nin elçisi olarak Bulgar ülkesine giderken Harezm Valisi Muham­ med'in, can güvenliklerini tehlikeye atacakları yolunda bir telkini ile karşılan­ mıştı. Fadlan meşakkatli bir yolculuktan sonra Oğuzlara üst yurtta tesadüf et­ mişti. O'nun anlattığına göre Oğuzların hakanına "yabgu" deniyordu. 20 Yabgu unvanı daha Göktürkler devrinden itibaren kullanılagelen bir unvan olup Türk­ çedeki "c" "ye" değişmeleri yüzünden bazı lehçelerde Cabgu şeklinde de söylen­ mekte idi. Yırtıcı kuş anlamına gelen Beygu ise zaman zaman yabgu unvanı ile karıştırılmıştır. 2 1 Göktürk Devleti'nin yıkılmasından sonra doğuda Uygur Kağanlığı, batıda ise Hazar Kağanlığı, Türk Kağanlığı'nı temsil ediyorlardı. Buna mukabil Oğuzlar "Yabgu" unvanlı başbuğların idaresinde idiler. Oğuz Yabgusu, Sir Derya ırmağının aşağı kıyılarında bulunan Yenikent'te oturmaktaydı. Ya da en azından kışlık merkezi burası idi. Yeni Kent, -Arap coğ­ rafyacılarının dili ile Karyetü'l-Hadise'de- aynı zamanda Müslümanlar da bulu­ nuyordu. 22 Aynı bölge ile ilgili olarak Barthold, Şehrkent ismine edebiyatta ol­ dukça sık, sikkelerde ise nadiren rastlandığını bildirmektedir. 23 Şimdi, Sey­ hun'un güneyinde bulunan Cankent harabelerinin Yenikent'in kalıntıları olduğu kabul edilmektedir. 24 Gerdizi, Yenikent'ten Kimeklerin ülkesine ve İrtiş sahille­ rine kadar uzanan bir ticaret yolundan bahsetmektedir. Yenikent'in hububat ih­ tiyacı, sulh zamanlarında Sir Derya boyunca aşağı indirilen gemiler vasıtasıyla temin edilmekteydi. 25 Buranın güneyinde bulunan Cend ve Huvare şehirlerinde de Müslümanlar bulunuyordu ve yine Oğuz Yabgusu'na bağlı idi. 26 Tumarutkul kazasındaki Heşt-kale harabelerinin Cend şehrinin harabeleri olduğu bildiril­ mektedir. Yeni kent, sayılan şehirlerden en büyüğü olup Farab'a 20, Harezm'e ise on konak mesafede idi. 27 Şehir, Aral gölüne 2, Seyhun ırmağına ise 1 fersah mesafede idi. Oğuzlar, ülkelerini katederek Aral'a dökülen, Seyhun nehrine Be­ negit diyorlardı. 28 Kaşgarlı Türk illerini dolaştığı sırada konar-göçer Oğuzların hayvanlarını bu nehirde suladıklarını ve bunun etrafında yayladıklarını görmüş­ tü. Nehirde gemiler vasıtasıyla ticaret malları taşınmaktaydı. Oğuzların komşu ülkelere sevk ettikleri en önemli ticaret meta koyun idi. Bu maksatla, başta Maveraünnehir bölgesi olmak üzere Horasan bölgesinin koyun­ ları Oğuzlardan geliyordu. Bölgeye Halaç ve Gurlulardan da koyun getiriliyordu; ancak, İstahri'nin bildirdiğine göre Oğuzların koyunları daha makbul sayılıyor­ du. 29 Kaşgarlı Mahmud'un zikrettiği Suğnak şehri de Oğuzların en önemli tica­ ret merkezlerinden biri idi. Hududu'l-Alem'de Sunah30 olarak zikredilen bu şe­ hir Farab'a yakın küçük ve zengin bir yer idi. Buradan her tarafa yay ihraç olun­ makta idi. 3 1 Kaşgarlı , Farab (Karaçuk) , 32 Mangışlak , 33 Sapran, 34 Sitgün3 5 şehir­

50

lerini de saymaktadır. Sapran yahud Sabran Oğuzların sulh yapmak amacıyla

geldikleri önemli bir müstahkem kaleye sahip idi. Mangışlak ya da Siyah Küh, Hazar hakimiyetinde iken, Oğuz topluluğundan kopan bir grup tarafından dol­ durulrnuştu.:36 Siyah Küh, Hazar denizinin kıyısında E til'den sığ bir boğazla ge­ çilen bir noktada bulunduğundan, rüzgarın sürüklediği ve karaya vurduğu gemi­ lerin en çok çekindikleri bölge idi. Zira, bölgedeki Türklerin gemilerin mallarına el koyduğu ve geri vermediği inancı yaygındı. Karaçuk'a gelince burası Oğuzların destani mahiyetteki eserlerinde de yer alan sıradağlardan oluşuyordu. Kaşgarlı bu dağ silsilesini Oğuzların yurdu olarak gösterdiği gibi haritasında da ayrıca

zikretmiştir.

Karaçuk

dağlarının güneyinde Farab ve Otrar

şehirleri

bulunuyordu.

Burası, Müslüman kolonistlerin yerleştiği şehirlerden biriydi. Daha güneydeki Sütkent ise Oğuzlardan başka Karluklar ta­ rafından da iskan edilmişti.:ı7

X. yy.'da Oğuzlar henüz

Oğuz Han Ordusunda ilk kağnının yapılışı

Müslüman olmamışlardı. Ancak, lbn-i Fadlan'ın anlattığına göre:38 Oğuz ilerige­ lenleri arasında lslamiyet'e girenler vardı. Ancak, kabilenin baskısı ile yeniden eski dinlerine dönenler oluyordu. Oğuzlar, bahsedilen dönemde eski Türk inan­ cını sürdürüyorlardı. Birine kızdıkları yahut zulme uğradıkları zaman ellerini gö­ ğe kaldırarak "Bir Tengri" diye söylenirlerdi. Din adamları hakkında teferruatlı bilgiye sahip olamasak da dini merasimleri tertip ettikleri, ölü gömme ve cena­ ze ile ilgili pek çok ritüelde görev aldıkları anlaşılmaktadır. Ibn-i Fadlan'ın anlat­ tığına göre, Oğuzlardan biri ölürse, ona ev biçiminde büyük bir çukur kazıp, el­ bisesi, silahları ve özel eşyaları ile birlikte mezara koyarlar; eline bir içki kadehi tutturup önüne de içki dolu bir sürahi koyup öyle defnederlerdi. Bu hususların ahiret inancına bağlı bazı alışkanlıklar olduğu açıktır. Mezarı ağaçla kapattıktan sonra üzerine topraktan kubbe şeklinde toprak yığarlardı. Bundan sonra ölünün zenginliğine göre hayvanlarından birden yüze veya iki yüze kadar koyunu kur­ ban edip yemek yerlerdi (Günümüzde Anadolu'da cenaze münasebetiyle misa­ firlere verilen "ölü aşı" ya da "can aşı" diye tabir olunan yemek yedirme gelene­ ği de bu alışkanlığın devamıdır) . Kurban edilen hayvanların başlarını, ayaklarını, kuyruklarını ve paçalarını kabrinin başına asarlardı. Ayrıca, en eski Türk toplu­ luklarında da görülen balbal geleneği Oğuzlarda da yaşamaktaydı. Oğuzlar, ahirette cennete gideceklerine inanırlardı. Cenazeden sonra hay­ van kurban edilmesi de bu inancın bir neticesi idi. Çünkü, kurban kesme ve ye­ mek yedirme ritüelinde geç kalınırsa, din adamı olarak değer verdikleri bir ihti­ yar, onları, kurban kesmeye teşvik eder ve ölünün bu suretle kte­ dir. Bu arada kuzeyde Kırgız, Kurıkan gibi Tölcs grubuna girmeyen başka boy­ lar da vardı. Göktürklerin zamanla zayıflaması çok sayıda Töles boyunun işine yaradı. Ancak artık Töles adıyla anılmıyorlardı. Her boy kendi adıyla tarih sahnesinde yer almaya başlamıştı. 627 tarihi bu açıdan bir dönüm noktasıdır. Önce Tola-Kerulen havalisinde yaşayan boylar isyan et tiğinde liderlik Sir Tarcluş boywıda idi. Bundan sonra dahi Töles adı çok küçük bir gruba şa­ mi : olarak yaşamaya başlamıştır. Bundan sonra Göktürk yazıtlarına göre' Öt.Lıken'in doğusunda yaşayanlar Dokuz Oğuz, batısında yaşayanlar ise Tarcluşlar idi. 627-647 arasında bağımsız kağanlıklarııı ı kuran Sir Tarduşlar, yıkıldıktan sonra var­ lıklarını boy halinde devam ettirmeyi başar­ dılar. II. Göktürk Devleti döneminde bu Altay'da Onguday Bölgesinde Karakol köyünde bulunan kartal figürlü kaya resmi

devlete bağlanmak istemeyen boylarla kıyasıya mücadeleler olmuştur.

Dokuz Oğuzlar, Karluklar, Bayırkular, Türgişler, Kırgızlar isyanlarda ön plandadır. Nihayet 723 civarında bütün boylar Bilge Kağan tarafindan itaate alındı ve ülke huzura kavuştu. Onun 734'te ölümü üzerine tahta geçen idareci­ lerin başarısız idaresi devleti zayıflatınca, 742'den sonra Uygur, Karluk, Basını! gibi boylar ön plana çıktılar ve hep beraber Göktürkleri yıktılar. Dokuz Oğuzlar, Uygur Kağanlığı'nın esas kitlesini meydana getirirken, Karluklar batıya doğru kaydılar. Issık Göl-Tanrı Dağları havalisine hatta Talas'a kadar uzandılar. Kırgız­ lar ise 840 yılında Uygurların devletini yıkınca önem kazandılarsa da 50-60 yıl sonra kendi esas bölgeleri olan Yenisey'e dönmek zorunda kaldılar. Ötüken böl­ gesi artık Kıtayların (Kitan-Liao) eline geçmişti. Batı Göktürk ükesi de 630'lara doğru Kağan T'ung Yabgu'nun idaresine kar­ şı boyları başkaldırmalarına sahne oldu. Adı geçen kağanın amcası tarafından öl­ dürülmesinin ardından ülke tam karışıklığa sürüklendi. Başa geçen hiç bir kağan kontrolu sağlayamayınca Batı Göktürk ülkesindeki boylar kendi aralarında teş­ kilatlandılar. Teşkilatlanma on boy halinde oldu ve bu yüzden kaynaklarda On Ok şeklinde kaydedildiler. Bir grup lli ırmağı civarında yerini alırken, diğer bir grup Çu ırmağının kenarım seçmişti. Daha sonraları hanedan üyelerinin birbiri ardına başarısız olup gidip Çin'e teslim olmaları üzerine On Ok boylarından biri olan Türgişler temayüz ettiler. Geniş bir alana hakim oldular. İslam kuwetleriy­ le Sir Derya boyunda şiddetli mücadelelere girerken doğudaki II. Göktürk Dev­ leti'ne karşı bağımsızlıkları için direndilerse de başarılı olamadılar. 766'lı yıllar­ da ili havalisindeki yerlerini terk edip kuzeye ve batıya doğru kaydılar. Sir Der­ ya havzası onların yeni yurdu idi. Derken Türgiş adı aniden kayboldu ve yerleri­ ne a)-111 sahada Oğuzlar çıktı. Kışın Sir Derya civarında kışlayan Oğuzlar, yazın

72

Kuzey Kazakistan bozkırlarına göç ediyorlardı. X. asra doğru Oğuz yurdu Hazar

Denizi'ne (Mangışlak) Cim-Emba nehirlerine ulaşıyordu. En doğu uçları ise Say­ ram (lsficab ) 'dan başlamaktaydı. Aslında Türgişlerden ve Karluklardan çok sa­ yıda boy çıkmıştır. Bunların adını Islam kaynaklarından ve Türkçenin en eski sözlüğü Divan-u Lugat-it Türk'ten öğrenebiliyoruz

Ting-lingler Mo-tun tarafinclan Büyük Hun imparatorluğu M.Ö. 209 (206) yılından sonra Orhun havalisi merkez­ li geliştirilmeye başlanıp ctrafındakı farklı boy ve ka­ i· l

vimleri teker teker hakimiyeti altına aldığında karşı­

,

mıza Baykal Gölü'nün batısından Güney Sibirya'ya, Yenisey havzasına kadar uzanan sahada en eski Türk

ı

boylarından Ting-ling'ler çıkmaktadır. Onların batı



..

grubu Irtiş ırmağı güney grubu ise Gabi çölünden Çin­ 'e doğru yayıldı. Kuzey grubunu ise Baykal-Yenisey civarında yaşayanlar oluşturuyordu. Batı grubu önce Güney Kazakistan'a sonra Avrupa'ya, güney grubu Sarı ırmağın doğduğu yere doğru yayıldı. Her ne ka­ dar onlar hakkındaki ilk bilgiler Mo-tun'la (M.Ö. 209-

1 74) başlasa da onları bir evveliyatı olmalı, tarihin bi­ linmeyen devirlerinden gelmelilerdi. Fakat, kaynakla­ rın azlığı bize bu konuda fazla yorum yapma imkanı vermemektedir.

Altay bölgesinden Balbal

Tarihi kaynakların ifadesine göre Ting-ling'ler Hunların kuzeyinde bulunu­ yorlardı. Daha sonraları Maveraünnehrin kuzeyine kadar yayıldıkları anlaşılmak­ tadır. ! Neticede Ting-ling boylarının Baykal Gölü'nün batısından Yenisey nehri­ nin kaynakları, Güney Sibirya ve Batı Kazakistan bozkırlarına yayılmaları söz ko­ nusudur. Diğer taraftan arkeolojik araştırmaların sonucuna göre M.Ö. XIl-VIL asırlar arasında varlığını sürdüren Karasu kültürünün Ting-ling'lerin atalarına ait olduğu söylenmektedir.2 Muhtemelen M.Ö. 206-201 yılları arasında Mo-tun'a bağlanan Ting-ling'lerin adına yaklaşık bir yüzyıl kaynaklarda rastlanmamaktadır. Bunun sebebi Hun İm­ paratorluğu içinde yer alarak herhangi bir isyan hareketinde bulunmamalarıdır.:i Dolayısıyla kaynaklarda adlarının zikredilmesine gerek görülmemiştir. M.Ö. 1 0 1 yılında Hun hükümdarının Baykal Gölü tarafina sürgüne gönderdiği Çin elçisi Su Wu, hükümdarın kardeşi ile birlikte Ting-ling'ler arasında yaşayarak, avcılıkta ustalaşmış, ok ve yay yapımını öğrenmiştir. Yine Hunlara sığınan Wei Lüe adlı devlet adamı ise Ting-ling'ler üzerinde on yıl idarecilik yapmış, ve M.Ö. 79 yılın­ da ölmüştür.4 M.Ö. 72 yılında Çinliler Vusun'larla işbirliği yaparak Hunları ağır bozguna uğratınca, Ting-ling'ler tarih sahnesinde seslerini duyurmaya başladılar. Hunla­ rın zor durumda olmasından faydalanarak atlarını, koyunlarını ve sığırlarını yağ­ maladılar. Bundan sekiz yıl sonra aynı akını bir daha tekrarladılar. Hunlar onla­ rın hücumlarına karşı bır ordu gönderdilerse de Ting-ling'ler kuzeyin karlı ve buzlu dağları arasında çabuk kaybolduklarından yakalayamadılar. Bu hadiseler dolayısıyla M.Ö. 7 1 -51 arasında Ting-ling'lerin bağımsız yaşadıkları söylenebilir.

73

Hun devlet meclisinde ağabeyi Hu-han-ye ile anlaşmazlığa düşen Chih-chi Shan-yü kendisine bağlı kuvvetlerle birlikte batıya doğru ilerlerken önce Kırgız­ ları, sonra da Ting-ling'leri mağlubiyete uğrattı. Onları yenen Chih-chi'nin M.Ö. 36 yılında öldürülmesinden sonra bir süre bağımsız kaldılarsa da daha sonra do­ ğudaki Hun hükümdarı Hu-han-ye'ye bağlandıkları düşünülmektedir. Bu arada M.S. 6-23 yıllarında ihtilal yapan Wang Mang, Çin İmparatoru olduktan sonra Hunlara karşı savaşmak üzere bazı boyları T'ai-ch'üan'de yerleştirdiğinde arala­ rında Ting-ling boyları da vardı. Neticede adı geçen Çinlinin onlara yiyecek ve yerleşecek yer vermemesi üzerine isyan ederek etrafı yağmalamışlar ve daha sonra kaçarak Hunlara bağlanmışlardı. 5 V. yüzyıldan sonra kuzeyde yaşayan Türk boyları artık Töles adıyla anılıyor­ du. Yine bazı Kao-ch'e boylarının Juan-juan'lara saldırmaları dolayısıyla kayde­

dilen tarihi olaylarda adlarının Ting-ling olarak geçtiği görülmektedir.fi Zaten Tabgaç Devri'nde bazen Kao-ch'e Ting-ling tabirine rastlanmaktadır.7 Hunlar yı­ kıldıktan sonra bir kısım Ting-ling gidip Çin'in Kansu eyaletine yerleşmişti. Bun­ lar 44 7 yılına kadar çeşitli tarihi olaylara karışarak varlıklarını devam ettirdiler. M.S. 350'li yıllarda Çin kaynakları Ting-ling'leri üç ayrı noktada göstermek­ tedir. Biri Gabi çölünde, ikincisi Baykal Gölü'nün güneyinde diğeri Kazakistan bozkırlarında bulunmaktaydı. Hunlar Orta Avrupa'ya doğru hareketlenince onlardan doğan boşluğu Ting­ ling'lerin batı grubu doldurdu. Sir Derya'nın kuzey sahalarına yerleşen bu grup daha sonraları Doğu Avrupa'ya doğru ilerleyerek (M.S. 460) Ogurları oluştura­ caktır.8 Gabi çölündeki grup Çinlilerle doğrudan temasa geçtiği gibi daha sonra Tö­ les adını alacak ve yüzyıllarca Çin kaynaklarında bu adla anılacaktır. Büyük Hun İmparatorluğu döneminde ayrıca Pamirlerin kuzeyinde yaşayan Hu-te, Baykal Gölü'nün batısında Kırgızların ataları Chien-k'un, Hunların kuze­ yinde Hun-yü, güney batılarında Ch'ü-she, Tanrı Dağlarının batı kısmından İli ül­ kesine doğru uzanan sahada Hu-chie gibi boylar da yaşamakta idi.9

Ogurlar Tarihi kaynakların ışığında Ting-ling'lerin batı grubundan çıktıkları anlaşılan Ogurlar, Doğu Avrupa'ya göç etmeden önce üç ayrı grup halinde yaşıyorlardı. Birinci kitle Sir Derya-Çu arasında, ikinci kitle Emba havzası yani Batı Kazakis­ tan bozkırlarında, üçüncü kitle ise Yayık ırmağı civarında yaşıyordu. Büyük ihti­ malle birinci grup On Ogurları, ikinci grup Otuz Ogurlan, üçüncü grup ise Do­ kuz Ogurları meydana getiriyordu. Ogurlar daha sonra Sarogur (Sarı-Ak Ogur) , Bitte (Beş Ogur) , Ultingur-Altziagir (Altı Ogur) , Kııtrigur-Kııt.urgur (Tukurgur­ Dokuz Ogur) , Ungur, Hunugur (On Ogur) , Utirgur-Uturgur (Otuz Ogur) gibi boy birlikleri halinde görülmektedirler. ıo Sabarlar tarafından 4 6 1 -465 tarihlerin­ de Ural dağlarının doğusundan batısına itilmişlerdi.

Ogurlar meşhur oldukları avcılık ve kürkçülük yanında yaşadıkları sahanın gereği ziraatle de uğraşıyorlar, tarımın her türlüsünü yapıyorlardı. Karadenizin kuzeyine geldikten sonra devletleri parçalanıp yıkılan Avrupa

74

Hunlarının bakiyelerini idare eden imek idaresine katılan Ogurlar bundan son-

ra Bulgar adıyla anılmaya başlanmıştır. Yeni geldikleri sahada da üç ayrı grup halinde yaşamaya başladılar. Kafkasların kuzeyinde Azak denizinin doğusunda On-Ogurlar, Don-Volga arasında yani daha kuzeyde Otuz Ogurlar, batıda Dnye­ per'e doğru Dokuz Ogurlar bulunuyordu. Daha sonraki devirlerde doğudaki grup önce Sabarların daha sonra Göktürklerin hakimiyetine girdi. Batıdaki grup ise Avarlara bağlandı. Doğudaki grup 630'lara doğru kısa ömürlü Büyük Bulgar­ ya (Magna Bulgarya) adı verilen devleti kurdıı. 1 1

Sabarlar Sabarlar hakkında kaynaklarda oldukça az bilgi vardır. Bizans kaynakların­ da Sabar, Sabeir, Saber, Ermeni Süryani ve lslam kaynaklarında Sabir, Sebir gi­ bi isimlerle anılmışlardır. Tarih sahnesine ilk çıktıkları yıl kesin bilinmemekle birlikte, onlara ait ilk haberin 461 -465 yılları dolayısıyla olması sebebiyle bu tarihin kabul edilmesi gerekmektedir. ili ırmağı ile Tanrı Dağ­ ları havalisinde yaşayan Sabarlar, Juan-juan'ların bas­ kısı sonucu kuzeybatı Kazakistan'a gelerek Tobol ve Işim ırmakları dolaylarına yerleştiler ve burada yaşa­ yan Ogurları batıya ittiler. Aynı Sabarlar, bu sefer Avarların sıkıştırması yüzünden 506 yılını takiben Av­ rupa'ya yöneldiler. Nihayet 558 tarihinde Kafkasya çevresini ele geçirdiler. Sasani ve Bizans ile ilişkiler kuran Sabarların özellikle Kuban ırmağı civarında yo­ ğunlaştıkları anlaşılmaktadır. Diğer taraftan Sasaniler­ le işbirliği yaparak Ermeniyye bölgesine ilerledikleri, hatta Anadolu'ya girip Kayseri, Konya ve Ankara do­ laylarına kadar akınlar yaptıkları bilinmektedir. Bu es­ nada Balak (Belek) adlı hükümdara sahiptiler ve onun 520'de ölümünden sonra eşi Boarık (Bu[arık) tarafın­ dan idare edildilerse de 557'de Avarlardan ağır bir dar­

Kırgızistan'dan balbal

be yediler. Arkasından Göktürklere bağlandılar. Aynı bölgede VII. asrın ortalarından itibaren ortaya çıkan Hazar kağanlığı­ nın temelini oluşturdular. Özellikle Semender ve Belencer kabileleri bunda bü­ yük rol oynamıştır. Her ne kadar tarihi kaynaklarda varlıklarını kısa ve az bir şekilde gösterse­ ler de Sabarların kültürel alanda önemli etkileri olmuştur. Özellikle XIX. yüzyıl sonlarında Batı Sibirya'daki Vogul, Ostiyak ve Irtiş Tatarları üzerinde yapılan in­ celemelerde Sabarların yerli halkı kalıcı bir şekilde etkiledikleri ortaya çıkmıştır. Tobolsk dolaylarında Ob, Tura ve Irtiş boylarında çok sayıda sabar, saber, soper, savri, sabrei, sihir gibi kale ve yer adları tesbit edilmiştir. Ayrıca Ay Sabar ve Gün Sabar gibi kullanılan şahıs isimlerinde Sabar adı yaşamaktadır. Diğer taraf­ tan Tobolsk halkı o bölgenin eski halkını sybyr-syyyr diye anınakta, ayrıca mito­ lojilerinde geniş yer vermektedir. Rusların XVI. asırda kurulan Isker (Sihir) şeh­ rini aldıktan sonra bu bölgeye verdikler Sibirya adı gittikçe daha geniş alanlara yayılarak günümüze kadar gelmiştir. 12

Vusunlar Vusun'lar, Büyük Hım imparatorluğu döneminde varlığını sürdüren en önemli boylardan biridir. Yerleştikleri Tanrı Dağları havalisinde onların tarihi de asırlarca devam etmiş, Hunların siyasi tarihi ile iç içe gelişmiştir. 6-7 asır sonra Göktürklerin ortaya çıkışında olduğu gibi Vusun'ların da menşeyi efsanelerle ka­ rışık anlatılmıştır. Kısaca bir göz atarsak Hunlar ya da Yüeçi'ler Vusun'lann ül­ kesine hücum etmişler ve meşhur hükümdarları K'un-mo'nun babasını öldür­ müşlerdi. Ancak, K'un-mo'nun yaşı küçük olduğu için öldürmeye kıyam.amışlar, otların içine atmışlardı. Sonra kara bir kuş gelip çocuğun üzerinde uçarak ona et verirken, dişi bir kurt onu emzirmişti. Bu olayları uzaktan izleyen Hun hüküm­ darı hayran kalıp çocuğun kutsandığını düşünerek otlar arasmdan aldırıp, bü­ yüttü ve ordusunda kurnandan yaptı. Akabinde Hun ordusunda büyük başarılar kazanması üzerine, eski halkı ve ülkesi kendisine idare edilmek için geri verildi. Böylece Vusun'ların başına geçen K'un-mo eski halkını toparlayıp geliştirdi. Neticede bir kaç on bin kişilik okçu askerine sahip oldu. Söz konusu Hun hü­ kümdarı ölünce bağımsızlığını ilan etti. Üzerine gönderilen orduları yenince Hunlar tarafından, Tanrının onu koruduğu düşünülmeye başlandı. Aslmda Vu­ sun'lar Ch'i-lien ile Tun-huang arasında Yüeçi'lerle birlikte otururlarken, onlar tarafından mağlup edildikten sonra Hunlara sığınmışlardı. Işte adı geçen K'un­ mo, o sırada yeni doğmuştu ve Pu-chiou Yabgu adlı birisi kollarına alarak onu kaçırdı. Sonrası yine efsanelerle karışık anlatılmaktadır. Dolayısıyla Vusun'ları yenenlerin Hunlar değil Yüeçi'ler olduğu kanaatine varmak da mümkündür. Bundan sonra güçlenen K'un-mo, Hun hükümdarının izniyle Yüeçi'lere hücum ederek onları yendi ve Toharistan'a göç etmek zorunda bıraktı. 1 3 Onların boşalt­ tığı alanlara Vusun'lar oturdu. Arkasından Hun sarayında yapılan kurultaylara artık katılmayan Vusun hükümdarı daha da büyüyerek komşularını itaat altına almıştı. Doğularında Hunlar, kuzeybatılarında K'ang-chü krallığı, batılarında Fergana, güneylerinde ise surlarla çevrili Doğu Türkistan'ın eski şehir devletle­ ri ile komşu oldular.14 Genel olarak ülkelerinin Ili ırmağı-Tanrı Dağları havalisi olduğu söylenebilir. Hun hükümdarı Lao-shang (M.Ö. 1 74- 1 6 1 ) , K'un-mo'ya yardım ederek Yü­ eçi'lere bir darbe daha vurmayı başardı. Bundan sonra Doğu Türkistan'daki Na­ rın ırmağının yukarı tarafında Ch'i-ku adlı kale onların başkenti oldu. Nihayet M.Ö. 1 6 1 'de Hun hükümdarı Lao-shang Shan-yü ölünce Vusun'lar gerçek anlam­ da bağımsızlıklarını kazanmaya başladılar. Bu arada batıya göç eden Yüeçi'lerin ve Sai'ların bazı kalıntılarının Vusun'ların arasında kaldığı bildirilmiştir. 15 M.Ö. 1 2 1 yılı dolaylarında Çinli elçi Chang Ch'ien, imparatoruna sunduğu ra­ porda Hunların zor durumda bırakılması için Vusun'lara bir Çin prensesinin gön­ derilerek ittifak yapılmasını tavsiye etti. Bunu kaLul eden imparator, Chang Ch'ien'i üç yüz adam, her birine iki at sığır ve koyunlardan on binlerce, bir mil­ yondan fazla altın, kağıt, kumaş ve başka eşyalarla Vusun'lara göndererek, Hun­ lara saldırmaya ikna etti. Arıcak, bu sırada Vusun ülkesinde karışıklık çıktığı için Hunlara karşı harekat yapılamadı. K'un-mo ihtiyarladığından dolayı oğulları ara­ sındaki taht mücadelesi ülkeyi sarstı.

76

Yine bu arada adı geçen Çinli elçi ile Çin'e giden Vusun elçileri, bu ülkenin zenginliğine hayran kalmışlar, döndüklerinde hükümdarlarına anlatarak Çin'de-

ki Han hanedanına daha çok önem verilmesini sağlamışlardı. l6 Hunlar. Vusun'­

ların Çinle ilişki kurduklarını duyunca kızdılar. Bu yüzden çok korkan Vusun'lar, Çin'deki Han hanedanına ardı ardına elçiler göndererek yardım istediler. Onla­ rın teklifi Fergana bölgesinde yetişen meşhur kan terleyen atlardan elde etme­

yi hesaplayan Çinliler tarafından kabul edileli. ı 7

Çin'e Batı Türkistan'ın kapılarını açan meşhur elçi Chang Ch'ien M.Ö.

1 15

yılında tekrar Vusun'ları Hunlara karşı savaşa ikna etmek istedi ise de başarılı olamadı. Ancak, Vusun-Han ilişkileri daha da gelişti. Ülkeye Çin elçileri gelme­ ye devam ediyordu. Hunlar da eski güçlerinde olmadıklarından Vusun'lara fazla baskı yapamadılar. Bir prenseslerini gönderip Vusun hükümdarı ile evlendirdi­ ler. Vusun'lar bu prensesi doğu kanat prensesi tayin ederek batı prensesi tayin edilen Çinli hatundan üstün tuttuklarını gösterdiler. Fakat daha sonraları sürek­ li gönderdikleri hediyelerle Vusun'lar üzerinde etkili olunca Çinli prensese sa­ ray yaptılar. Çin kültürü Vusun'lar arasın­ da yayılmaya başladı. Çinliler devamında bir başka prenses dahi yollamışlardı. Ne­ ticede gelişen Çin-Vusun ittifakına karşı Hunlar M.Ö. 74 yılında Vusun'lara bir ta­ arruzda bulundu. Yenilen Vusun'lar yar­ dım istediklerinde, Çinliler iki yüz bin ki­ şilik orduyu göndermişlerdi. Neticede Hunlar çok ağır bir bozguna uğradılar.

Moğolistan'da Noin-Ula bölgesinde Hun mezarından çıkan kumaş üzerine hayvan motifi

M.Ö. 64 yılında Hunlar, Vusun'lar üzerine yeni bir ordu çıkardıklarında yine Han hanedanından yardım talebinde bulundular. Bu arada taht mücadelesi başladı. Arkasından batı yönüne doğru ilerleyen Chih-chi önce Vusun'larla müttefik ol­ mak istemiş, ancak onların bunu reddedip Çin'den yardım talepleri üzerine, Se­ merkand krallığı ile birlikte onların üzerine yürüyüp mağlup etmişti. Issık Göl­ 'ün kenarındaki merkezleri Ch'ih-ku (Kızıl Kale)'ye kadar gitti. Halklarının bir kısmını öldürdüğü gibi hayvanlarını ele geçirdi. M.Ö. 44'te Chih-chi, Vusım'lara bir darbe daha indirim, onların müttefiki ÇinWer hiç bir şey yapamamıştı. Böylece zayıflayan Vusun'lar bir daha asla eski günlerine dönemediler. M.S.

1 77 yılına kadar az da olsa Çinlilerle ilişkileri dolayısıyla kaynaklarda zikredilir­ ler. Tabgaç Dönemi'nde Juan-juan'larınn akınlarına maruz kalan Vusun'lara on­ ların imparatoru Tun Wan elçi göndermişti. Bundan sonra sayıları iyice azalan Vusun'lar hakkında kayıtlar kaybolmaktadır. Sadece

938 yılında Liao hanedanı­

nın imparatoru Tai-tsu'ya elçi yolladıkları kaydı vardır. 1 8 Vusun'lann esas işi hayvancılık ve avcılık olup tarımla uğraşmazlardı. Özel­ likle at yetiştiriciliği gelişmişti. insan başına dört-beş bin yılkı düşerdi. Keçeden mamül evlerde oturup , et ve süt ile beslenirlerdi_ l 9 Her ne kadar Çin kaynakla­ n bu bilgileri verse de onların yaşadığı Yedisu, Çu, Talas ırmakları etrafında ya­ pılan arkeolojik kazılarda tarımla uğraştıkları, yerleşim yerleri kurdukları açığa çıkmıştır. Sulama kanallarının bulunması ve sulu ziraat yapıldığının ortaya çık­ ması enteresandır.20 Yine Çin kaynağı Wei Shu'da kültürleri ilginç bir şekilde kaydedilmiştir. Buna göre başkentleri Ch'ih-ku kalesidir. Toprakları otlu ve düz­ lüktür, çok yağmur ve kar yağar, dağlarında çok çam ağacı vardır. Yeşil göz ve

77

kırmızı saçları vardır. Al renkte bir çeşit şarapları olup yağa benzer ve kemikle­ re güzel koku verirdi.2 1 Yine Çin'in Chao-su eyaletinde bulunan bir Vusun me­ zarının yanında demir saban ve ağaç tabutun dışındaki metal izler onların demir madenini iyi kullandıklarını göstermektedir.22

Kao-ch'elar (Kanglılar) Orta Asya'da Ting-ling'lerin tarih sahnesinden çekilmesinden sonra onların yerini Kao-ch'e boyları alarak yaklaşık iki asırdan fazla varlıklarını sürdürdüler. Dağınık vaziyette doğuda Moğol asıllı Juan-juan'ların güney doğularında Tabgaçların güney ve güney batılarında Akhunların arasında varlıklarını sürdürdüler. Hiç bir zaman bir araya gelip devlet kuramadılarsa da bazen bazı boylar kuvvetlene­ rek ön plana çıktılar ve önemli roller oynadılar. VI. asrın ..

..

4:

ortalarında yerlerini Töles adına bırakarak tarih sahne­ sinden çekildiler. Daha doğrusu tarihi gelişim sürecinde Kao-ch'e adı Töles'e dönüştü. Kao-ch'e adının anlamı Yüksek Arabalılar demektir. Bunun da bilindiği gibi Türkçe karşılığı kağnılı yani eski söylenişiyle Kanglı (Kanklı) olup tarihte ve günümüzde yaygın şekliyle kullanımı vardır. Eğer Kao-ch'e sözünün anlamından hareket edersek XI. asırda Aral Gölü'nün kuzeyinde ortaya çıkan Kanglı (Kanklı) boyunun söz ko­ nusu Kao-ch'e'ların devamı ya da başka bir ifade ile on­ ların kalıntısı olduğu sonucuna varmak mümküm olabi­ lir. Öyleyse Çinliler Kanglı (kanklı) kelimesini Kao-ch'e yüksek arabalılar diye tercüme ederek, onlara bu ismi Hövsgöl-Moğolistan'dan geyik tal

vermişlerdi. Genelde olduğu gibi Türkçe isimleri kendi sesleriyle transkripte etmemişlerdi.

Kanglılar (Kao-ch'e'lar) her ne kadar büyük bir devlet kuramasalar da yine de Çin kaynaklarında önemli yer tutmuşlardır. Menşeyleri Hunların ataları dö­ neminde geçen en eski kabile gruplarından Kızıl Ti' (Ch'ih Ti) !ere dayandırıl­ maktadır. Aslında onların köklerinin çok eskilere dayandırılması ilginçtir. Çün­ kü herhangi büyük bir siyasi kuruluş meydana getirememişlerdi. Diğer yandan Hunlarla aynı dili konuştukları bildirilmiştir. Yine bazı kaynakların bildirdiğine göre onların atası Hun hükümdarının yeğeni idi.2a Büyük Hun Imparatorluğu'nun parçalanıp yıkılmasından sonra III. asrın ba­ şında Moğolistan coğrafyasında ortaya çıkan Hsien-pi devletine Kao-ch'e (Kang­ lılar) da bağlanmak zorunda kaldılar. Daha sonra kurulan Juan-juan Devleti V. asrın ilk yıllarında Kao-ch'e'ların doğu bölgesini ele geçirdi. Onlara mağlup olan Pei-hu-li, Çin'deki Tabgaç (T'o-pa) Devleti'ne kaçarak kendisini kurtarabildi. Aslında Tabgaçlar 389 yılında onları ağır bir bozguna uğratmıştı. Bu esnada onların kabile sayısı otuz yedi idi. Juan-juan'ların baskınından sonra doğudaki Kao-ch'e siyasi birliği dağıldı. Bu yüzden Tabgaç hükümdarı Juan-juan'lara biri 429'da olmak üzere üç önemli sefer tertip etmiş, onları yenmişti. Neticede Juan-

78

juan'lar zayıflayınca Kao-ch'e boylarının bir kısmı Tabgaçlara tabi olurken Kuzey

Moğolistan'daki Fu-fu-lo kabilesi ile birlikte bazı kabileler batıya doğru hareke­ te geçti. 48 1 'cte Tanrı Dağları'nın güneydoğu etekleri ve Turfan'a geldiler. Bun­ dan sonra kuvvetlenen Fu-fu-lo kabilesi A-fu-chih-lo idaresinde 485-486 yılların­ da Tanrı-Altay dağları arası Tarbagatay-Cungarya havalisinde bir ctevlet kurma­



başardı. Fakat, Akhunlar bu ctevleti yıktılar.

Böyle ana hatlarıyla açıkladığımız Kao-ch'e tarihiyle ilgili dağınık bilgileri biraz açarsak şu bilgiler gö­ zümüze çarpmaktadır. Yukarıda da söylediğimiz gibi Kao-ch'e'lar çok sayıda boydan müteşekkil idiler. An­ cak bazı boy adları ön plana çıkıyordu. Temayüz eden öemli boy adları Ti, Yüan-ho, Hu-lü, Chie-pi, Hu-ku, I­ ch'i-chih idi. Kao-ch'e boylarının toplandığı ağırlıklı bölge Turfan olup burada kuvvetlendikleri için Tabgaç hükümdarı T'ai-wu onlar üzerine sefere çıkmak zorun­ da kalmıştır. Aralarında kuvvetli bir birlik olmadığı için Kao-ch'e'lar yenildiler. Çin'e bağlananların kolayca av­ lanabilmeri için bir av sahası tahsis edilmişti.24 Ön plana çıkan kabileler arasında Hu-lü kabilesi de vardı. Reisleri Pei-hu-li, Juan-juan'ların Tabgaçlar tarafından mağlup edilmesi üzerine devreye girdi ve Juan-juan memleketine girip kolay zaferler elde etti. Ancak çabuk rehavete kapılmışlardı. Yendikleri Juan-

Orhon bölgesindeki geyik taş, Moğolistan

juan'ların kızlarını kadınlarını alarak uykuya daldılar. Juan-juan reisi She-lun da­ ğılan askerlerini toplayıp sabah ani bir hucumla baskın yaptığında Hu-lü boyu­ nun sadece onda ikisi üçü kurtulabilmişti. Bunun üzerine reisleri Pei-ho-li de gi­ dip Tabgaçların hizmetine girdi. Çinde çok meşhur olan bu şahıs dürüst karak­ terli olduğu gibi savaş atlarına bindiğinde özellikle heybetiyle bütün insanlardan farklı görüntü çizdiği vurgularunıştır. Bundan sonra Yüan Ho adlı kabile ön plana çıkmaktadır. Adı geçen boyun Uygurların V. asırdaki ataları olduğu iddia edilmiştir.25 4 1 3 yılında Ch'ih-lo-hou adlı bir Kao-ch'e beyi Juan-juan'lara sığınmış, hatta onların hükümdarına reh­ berlik ederek kendi halkı Kao-ch'e'lara saldırtmıştır. Kendi halkına bu ihanetine rağmen Ch'ih-lo-hou, Juan-juan'lar tarafından desteklenmeyip öldürülmüştür. 424'lü yıllarda Tabgaç-Juan-juan savaşları hızla devam ediyordu. Neticede Tabgaçlar galip geldi ve ülkelerine geri dönerken Kao-ch'e boylarını teslim aldı. Çin tabiyetine giren Kao-ch'e'ların yüzbinlercesi Gobi çölünün güneyine yerleş­ tirildi. Ekin ekmeyi yani tarımla uğraşmayı öğrendikleri gibi hayvanlarının sayı­ sı çok artmıştı. Bundan sonra Juan-juan'larla meydana gelen savaşlarında (430'lu yıllar) Tabgaçlar, bu Kao-ch'e'ları kullanmışlardır. Ancak, onların daha da ileri giderek güney yönündeki seferlerine katılmak istediklerinde kabul etme­ yen Kao-ch'e'lar kendi içlerinde Yüan-ho ailesinden Shu-che'yı reis seçerek ku­ zeye çekildiler. Ancak başarısız olup Çin'e geri döndüler. 471 'den sonra Fu-fu-lo kabilesi yükselmeye başladı. Önce Juan-juarı'lara vassal oları bu boy ikiye bölünerek halklarını idare ediyorlardı. A-fu-chih-lo ve onun amcasının oğlu Ch'iung-ch'i'nin önderliklerinde yüz bin kişi Tabgaçlara sı­ ğındılar. Kendilerine saldıran Juan-juan'ları yendiler. Akabinde 487'den sonra

79

A-fu-chih-lo kendine bağlı olanlarla birlikte batıya giderek bağımsızlığını ilan et­ ti. Artık Kao-ch'e'ların bu grubu ekonomik açıdan kalkınmaya da başlamıştı. Bunda ipek yolu üzerinde hakim olmanın ve Turfan civarında ekinciliğe başla­ manın rolü vardır. Hatta daha da ileri giderek Tabgaçlarla birlikte .J uan-juan'la­ ra saldırma teklifinde bulundular. Ancak, oıılarırı kuwetlenmeleri Batı Türkis­ tan'daki Akhunların menfaatine dokunmuştu. Bu sebepten onlar Kao-ch'e'ların güney kanadının idarecisi Ch'iung-chi'ye hücum edip öldürdüler. Oğlu esir düş­ tüğü gibi dağılan boyların bir kısmı da Juan-juan'lara sığındı (49 1 -500) . Kuzeydeki A-fu-chih-lo idaresi ise kendi içinde karıştı. isyanların birinde öl­ dürülüp yerine başka biri geçirildi. Fakat, yine de Kao-ch'e ülkesinde huzur sağ­ lanamayınca, bu sefer yerine A-fu-chih-lo'nun oğlu Mi-wu-t'u reis seçildi. Bu hü­ kümdar Juan-juan'ları yenmeyi başardı. 5 1 6 yılına gelindiğinde Juan-juan'lar Mi­ wu-t'u'nun ordusunu yenerek, kendisini feci bir şekilde öldürdüler. Onun ölümü üzerine Kao-ch'e'ların hepsi kaçarak Akhunlara sığındılar. Mi-wu-t'u'nun küçük kardeşi I-fu yeniden hükümdar oldu. İ-fu, düşmanları Juan-juan'ları yeniden bozguna uğrattı ve 552'de Çin'e elçi gönderdi. Ancak Juan-juan'larla yapılan ikinci savaşı kaybeden I-fu, geri döndüğünde kendi küçük kardeşi Yüe-chü tara­ fından öldürülmüştür. Fakat oğlu intikamını alarak başa geçti. 536 yılında Juan­ juan'lar onları tekrar yenerek tamamen ortadan kaldırdılar. Bu tarih Kao-ch'e adının tarih sahnesinde göründüğü son yıldır. Yukarıda da söylediğimiz gibi ar­ tık onlar Töles adıyla anılacaklardır.26 Çin kaynaklarında Kao-ch'e'lar hakkında enteresan kayıtlar tutulmuştur. Belirli bir hükümdarlarının olmadığı vurgulandıktan sonra at ve koyun, sığır gi­ bi hayvanların vergi veya düğün hediyesi olarak verildiği, ölülerin silahları ile mezara konulduğu, düğünlerinde çiğ et yenilip, kısrak sütü içildiği, arabalarının tekerleklerinin büyük olduğu, çadırlarda oturup at besiciliğiyle uğraştıkları, kurttan türeme gibi mitolojiye sahip bulundukları anlatılmıştır. Bu arada 429'dan sonra bir çok Kao-ch'e boyunun göçebeliği terkedip ziraat.e geçtiği, 450 yılındaki büyük törende beş büyük boylarının göğe kurban sundukları kaydı ge­ çilmiştir.27

Töles Boyları 627 yılına kadar Baykal Gölü'nün doğusundan Karadeniz'in kuzeyine kadar ulaşan geniş sahada yaşayan diğer Türk boylarının genel adı Töles olarak orta­ ya çıkmaktadır. Dolayısıyla Orta Asya'da çok geniş bir coğrafyaya dağılmış vazi­ yette yaşayan Tölesler, Çin'in diğer komşularına göre en fazla boy sayısına sahip idiler. Töleslerin IV. ve V. yüzyıllarda yaşayan boyların genel ismi olan Kao­ ch'e'larla aynı oldukları bilinmektedir.28 Orta Asya Türk tarihi hakkında bilgi veren Çin kaynakları, öncelikle çok faz­ la münasebet tesis ettikleri büyük devletlerden veya devlet haline gelememiş ol­ masına rağmen belirli bir siyasi güce sahip olan topluluklardan bahsetmektedir. Bunun yanında daima mümkün olduğu kadar, o zamanki büyük güce bağlı kü­ çük kavimlere hasredilmiş epey teferruatlı bilgiler de bulunmaktadır. Çin kaynakları dikkatlice incelendiğinde Büyük Hun lmparatorluğu'nun ku­

80

ruluşundan itibaren 1. Göktürk Devleti yıkılana (630) kadar bilinen kesin tarihi

devrede Orta Asya'da hakim olan devletin yanında ona bağlı boyların da kendi­ lerine ait bölümleri olduğu görülmektedir. Ancak önemli olan husus yıllıklarda devlete bağlı olan boyların önce genel bir ad altında toplanması sonra buna da­ hil küçük boyların isimlerinin verilmiş olmasıdır. Diğer önemli bir nokta da söz konusu bu boyların, daha çok devletin batı tarafında belirli coğrafi bölgelere ay­ rılarak yaşamış bulunmalarıdır.

630 yılında Doğu ve Batı Göktürklerinin Çin hakimiyetine girmeleriyle bera­ ber bu boyların durumu çok değişik bir manzara arz etmeye başlayacaktır. Özel­ likle 627 yılında başlayan ve Çin kaynaklarının Töles diye adlandırdığı Türk boy­ larının isyanına kadar olan dönem burada değerlendirilecektir. 29 Töles boyları önemli bir şekilde ilk defa kaynaklarda Juan-juan'lara saldıra­ cak iken Göktürklerin, onları yenerek 50 bin ailesini kendilerine bağlamaları do­ layısıyla geçmektedirler. Töles'lerin katılmasıyla sayılarının artması üzerine ken­ dilerini Juan-juan'larla aynı seviyede görmeye başlamışlardı. Bunun neticesinde Juan-juan'lara evlilik teklifinde bulundular. Teklifin reddedilmesi ve kendilerine hakaret edilmesi neticesinde onla.ra hücum edip, bü­ yük bir bozguna uğratarak, bu Moğol devletini ortadan

J

(•-.

kaldırmışladır. 30 552 yılında meydana gelen bu hadise­ den sonra Göktürkler bağımsızlıklarını ilan edip dev­ letlerinin kurmuşlardı. Görüldüğü gibi Töleslerin, Göktürklerin devletinin kurulmasıyla çok sıkı bir mü-

••,

nasebeti vardır. 31 Henüz devletin kuruluş safhasında bile önemli rol

_ ......

oynayan Göktürklerin yaklaşık iki yüz yıl süren tarih­ leri boyunca, Töles boylarının faaliyetleri çok sık ve farklı durumlarda ortaya çıkacaktır. Göktürk tarihi bo­ yunca Töles adıyla zikredilen bu Türk boyları hakkın­ da Orhun Abideleri32 ve Çin kaynaklarında epey bilgi vardır. Aslında I. Göktürk Devleti döneminde Töles boyları hakkında verilen malumatın, ikincisine devre­ ye (630-744) göre daha az olduğunu belirtmek gerekmektedir. Kaynaklar içerisinde Suei Shu, Pei Shih ve Chiou T'ang Shu'da:ı:ı müstakil Töles bölümleri vardır.

e



Bayanölgey'den � baba, Moğolistan

Kaynak metinlerinde de görüldüğü üzere Töles (T'ie-lo) diye adlandırılan Türk boyları grubu, Hunların neslinden geliyordu. Aslında Hunların neslinden geliyordu ifadesi çok geniş açıklamaya muhtaçtır. Çünkü, Çin'in kuzeyinde bü­ yük bir imparatorluk kuran Hunlar, bünyelerinde Orta Asya'daki hemen bütün kavimleri toplamıştır. Bu daha sonra Çinlilerin hafızasında derin yer edinmeleri­ ne sebep olmuş ve yüzyıllar sonra dahi kurulan devletleri ve boyları Hunlara bağlamışlardır. Tölesler kendi bölümlerinde de belirtildiği gibi, Göktürklere benzer şekilde yaşıyorlardı. Belirli bir yerde ikamet etmediklerinin yanında, dağları vadileri ta­ kip ederek yaşadıkları bildirilmiştir. Diğer taraftan bu serbest hayat tarzları ne­ ticesinde ağır ve vahşi hayat şartlarına karşı dayanıklı oldukları vurgulanmıştır. Yine Orta Asya'da yaşamış bütün Türk topluluklarının ortak özelliği olan atın üs­ türnle ok almada usta olduklanmı ı söylenmesi dikkaL çekici bir noktadır.

81

Çok kısa açıklanmış olmasına rağmen Çin'in batı sınırlarına yakın yerlerde, yani Turfan civarında yaşayan Töles gruplarının bitki yetiştirme, tarım yapma gibi işlerle uğraşmaları da Türklerin lslfuniyeti kabullerinden önce Orta Asya'da tarım yaptıklarını, bitki yetiştirdiklerini göstermesi açısından hayli enteresandır. Tarımla ve bahçecilikle uğraşmaları sonucu daha çok sığır yetiştiriyorlardı, do­ layısıyla ata ihtiyaçları azdı. Tölesler'in Göktürk tarihi içinde oynadığı rol henüz kuruluşunda bildirilmiş­ ti. Daha sonra Göktürk Devleti hızla yükselip Orta Asya'yı tamamen hakimiyeti altına aldığında yine kaynağın ifadesine göre topluca doğu ve batı kısımlarına bölünerek bağlandılar. Bu Töles kitlelerin doğudan batıya bütün Göktürk Dev­ leti içinde yerlerini almış olduklarını göstermektedir. Bunu Göktürk Devleti'nin kuruluşunda tamamen devletin içinde yer alma­ larına ve en önemli unsurlarından biri olmalarına bağlıyoruz. Bumın Kağan'ın Tölesleri 55 1 yılından önce mağlup edip devlete bağlayışından 600'lü yılların başlangıcına kadar Çin kaynaklarının Tölesler hakkında herhangi bir malumat verdiğine rastlamıyoruz. 603 yılında Batı Göktürklerinin kağanı Tardu'nun yenilgiye uğratılması so­ nucunda Töles boylarının dağılması kaydı, bunların çoğunun özellikle Altayların batısında Tanrı Dağları havalisinde yaşayanların Batı Göktürklerine bağlı oldu­ ğu fikrini ortaya çıkarmaktadır. Zaten bu tarihten sonra Töles boylarının tarih­ leri büyük çoklukla Batı Göktürkleri içinde gelişecektir. Ancak, Sir Tarduş, Ba­ yırku ve benzeri boyların bunlara dahil olmadığı anlaşılmaktadır. Doğuda kalan­ ların hepsinin 627 ve takip eden yıllarda birer müstakil siyasi güç olarak ortaya çıktıkları, Chiou T'ang Shu'daki Töles bölümünden anlaşılmaktadır.34 Söz konu­ su boylar aşağıda ayn başlıklar altında incelenecek olduğundan burada sadece coğrafi dağılımlarına yer veriyoruz. Bir başka dikkat çekici husus bazı Töles boy­ larının ise çok küçük hatta urug35 seviyesinde olduğunun görülmesidir. Töles boylarının coğrafi dağılımına gelince: Genel olarak baktığımızda beş ayrı bölgeye ayrıldıkları anlaşılmaktadır.36 Dolayısıyla beş farklı bölgede müta­ laa etmek gerekmektedir. Birinci bölge olarak Tola Irmağı'nın kuzeyine işaret edilmekte ve burada P'u-ku (Bugut)37 T'ung-lo (Tongra) , Wei-ho,38 Bayırku (Pa-ye-ku)/39 Fu-lo boy­ larının bulunduğu bildirilmektedir. Bu beş boy bir erkinde40 birleşmişlerdi. 648'i takiben her biri güçlenmeye başlayacaklar ve her biri müstakil erkinliklere sahip olacaklardı. Diğer taraftan bu bölge Meng-ch'en, T'u-jo-ho, Ssu-chie (1zgil)4 1 , Hun, Hu-hsie gibi küçük kabileler (urug) de bu bölgede yaşıyorlardı ve toplam yirmi bin yetişmiş askere sahiptiler. Metinde ikinci bölge olarak Hami (İ-wu) 'nin batısı, Karaşar (Yen-ch'i)'ın ku­ zeyi, Pai-shan (Ak dağ)'ın etekleri42 gösterilmektedir. Burada Ch'i-pi, P'u-lo­ chih, 1-shih, Su-p'o, Na-ho, Wu-kuan, Ye-shih, Yü-hi-huan ve diğer küçük kabi­ leler oturuyorlardı ve yirmi iyi yetişmiş askere sahiptiler. Bunların 603 yılına ka­ dar Batı Göktürklerine bağlı olduklarını tahmin ediyoruz. Tarımla ve ağaç yetiş­ tirmekle uğraşan Töles boylarının bunlar olması da kuvvetle muhtemeldir. Coğ­ rafi dağılımlarına bakıldığında bu grubun Çin'in batı sınırlarına en yakın olduğu

82

anlaşılmaktadır.

Üçüncıi bölge bi raz daha kuzeyde Altay Dağları'111n güney batısında idi. Sir Tarclw;; ( l-lsie-yen- t \ıo) , Shih-p'an, Ta-dı'i ve diğerleriııin on bindeıı fazla asker­ leri vardı. Dördüncü bölge olarak Semerkand'ııı kuzeyi Sır Derya (A-Le Suyıı -Arıs ırınağı ) 'nııı yanında, Ho-shih, Ho-chie, Po-hu, Pi-kan , Chü-hai, Ho-pi-hsi, l lo-ts'o-su, Pa-ye-wei ve Ho-La gibi kabileler

yaşıyord u . Hımlarıııda otuz bin asker çıkarabilecek güçle­ ri vardı. R0şinci grup Töles boyları kitlesi, Hazar Denizi ( T0-i

I l ai) 'niıı doğusunda yaşıyord u .

San-suo-yen,

Mie-ts'u, Lııng-lııı gibi kabileler bulunuyor ise de b u ı ı ­ ların hepsini Töles olarak saymanın doğru olmadığı ka­ naatiı ıdeyiz. Aynı devrelerde Karadcı ıiz'in ve Hazar DPııizi'ı ıiıı kuzeyiııde Türklerin batı gruplarına dahil

Erken Avar dönemi.

balık yiyen kanal figürü

Ogur boyları yw,;ıyord u .4:ı Alt ı ı ıcı grup Töles boyları, Bizaııs (Fu-lin) 'ın doğusunda Eıı-chü, A-lan , Pei­ ju, Chiou - l i , Fu-wen-hun ve diğerleri bulunmaktaydı. Bunların sayısı yirmi bine yakındır. Hepsiııin Türk olduğu söylenememekle birlikte (mesela İran asıllı Alanlar gibi) büyük çoğı ı ı ıl ıığunun Türk olcluğıı ifade edilebilir. Çünkü Orhun Alıidc!Prinde belirtildiği üzere Fu-lin ( Aparııın -Apa ruın ) 44 , Bizans'ın adıdı r. Ay­ ııı tarihlerde Bizans'ın doğusunda Sabar Türkleri yaşıyorlardı. Bu devlet

576

yı­

lına kadar siyasi varlığını devam etlirebilın iş t i . ı:, Bilindiği gibi bu bölgede daha sonra onların yerini Hazarlar alarak çok uzun süre varlıklarını sürdürmüşlerdi. Ch'ıı-lo'ııun güçten düşüp Töles boylarının temayüz etınC' lerine Çin karşı çıkmış ve P'ei Chü adlı devlet adamı vasıtasıyla duruma müdahale etınişt.ir.4oguz= boynuz) ; D. Siııor, OğuzDestanı üzerine Bazı mülahazalar, TDED, iV, 1 -2 , s. 1 - 1 4 (Ogıız=öküz=ögüz) ; L. Ba­ zin, Not.es sur !es Mots Ogu et Turk, Oriens. 1953, VI, s. 3 1 5 ; .ı. Hamiltoıı . .JA. Hl62, s. 2:325 (klan-ogıış) . 300 TT 1078c; Chavarınes, Documents, s. 6 7 , 6 8 , 2 7 1 ; Taşağıl, Gök-Türkler, il, s. 71 vd.; Salman, Türgişler, Ankara 1998, s. 12, 13 vd. 301 Kafesoğlu, s. 143; Sümer, s. 49. 302 Bkz. Salman, Türgişler, s. 12-94; aynca Barthold, Türkistan, s. 258. 303 Ibn Hurdadbih'ten naklen Şeşen, s. 154, 184; Sümer, s. 46; Kafesoğlıı, s. 144. 304 lstahri'den naklen Şeşen, s. 155; Sümer, s. 46. 305 Oğuz şehirlerinin kalıntıları vesair eserleri için bkz. T. Qongıratbaev, Ertedegi Eskertişter, Almatı 1996, s. 68-155.

306 Dede Korkut destanları için bkz. B. Öge!, Türk Mitolojisi, !, Ankara, 1993; ll, Ankara 1995; Korkut Ata, Almatı 1999; M. Ergin, Dede Korkut Kitabı, lstanbul 198 1 . 307 Bkz. H. N. Orkun, Eski Türk Yazıtları, s . 623. 308 Şine, D, 1, 3, B, 8. 309 Gerdizi'deıı naklen Sümer, s. 60. 310 lbn'ül-Esir, IX, s. 362; ayrıca bkz. Barthold, Türkistan, s. 339-340.

3 1 1 F. Sümer, Oğuzlara Ait Destani Mahiyette Eserler, s. 38 1 .

3 1 2 O. Pritsak, Der untergang des Reiches des Oguzischen Yabgu'dan naklen Kafesoğlu, s. 1 45; Sümer, Oğuzlar, s. 65, s. 145; P. B: Golden, aynı eser, s. 361 -362. 3 1 3 24 Oğuz boyunun listeleri ve değerlendirilmeleri için bkz. Sümer, aynı eser, s. 163-267 ve de Öge!, Türk Mitolojisi, !, s. 327, 354. 3 1 4 K. Bela, XI-Xll. Asırlarda Uzlar ve komanların tarihine Dair (tere. H. Z. Koşay) , Belleten 1 944, sayı 29, s. 1 1 9- 136; A. N. Kurat, Karadenizin Kuzeyindeki., s. 65-68; aynı müel., Pe-

141

çenek Tarihi, s. 155- 188; Kafesoğlu, s. 1 7!3 ; Sümer, s. 67; P. B. Golden, "Tlıe Oguz (Torki) in the South Russiaıı Steppes", The Cambridge History of Early inner Asia, s. 275. !315 HTS 2 1 7B, s. 6 1 46. 316 TPHYC 200, 763.

3 1 7 WHTK 2725b; TPHYC 200, 763; TT 1081 . 3 1 8 TT 200; TPHYC 200, s. 763 ; HTS 2 1 7B, s. f il 46; WHTK 2725b.

!3 1 9 TT 1 08 1 ; WHTK 2725b; TPHYC 200, 763, 764; HTS 2 1 7B,

s.

fl l 4fi.

320 PS 99 aynı yer; SS 84, 1880.

32 1 HTS 21 7B, s. 6 1 40; WHTK 2698c; TT 1 080c; TPHYC 1 98, s. 7!34 ; ayrıca .1. Hanıilt.oıı, aynı eser, s. 27, 54 n. 19. 1120; E. Pulleyblank, Some Remarks on the Toquzoghuz Problem, s. 39 vd; Liu , il, s. 592.

322 W. Eberhard, Birkaç Eski Türk Unvaııı Hakkında, s. 337; Donuk, s. 10. 3 2 3 HTS 2 1 7B, s. 6 1 40; WHTK 2725c. 324 TT 108 l b; HTS 2 1 7B, s. 6145; WHTK 2699b.

:32'1 A. N. Kurat, Peçenek Tarihi, s. !30; Kafesoğlu, Türk Milli Kültüıii, s. l füJ; F. Sümer Oğuzlar, s. 44; Şeşen, s. 67.

!32!i Taşağıl , Gök-Türkler i l , s. 65-66.

!327 Kurat, Peçenek., s. !32. 33. 43-44; F. Sümer, Oğuzlar, s. 44. !328 DLT, I; s. 488; Kafesoğlu, Türk Milli Kültüıii, s. 169. 329 Şeşen, İbn Fadlan, s. 45.

330 Hudud'ül Alem, s. 1 0 1 ; Gerdizl, Zeyn ül ahbar, s. 272'den ve Avf i, Canıii ül Hikayat'tan Şeşen, s. 8 1 , 93. !33 1 Nagy Szent-Miklos hazinesi hakkında bkz. H. N. Orkun, Eski Türk Yazıtları, Ankara 1987, s. 3 75-3 99.

!332 D LT, 1 , s. 488; Şeş en , s. 28.

!33!3 Sha-t'o'ların burada ele aldığımız devresi hakkında Çin kayııaklarıııdaki bilgiler, HTS 2 1 8 , s. 6 1 53-6155 v e d e WHTK 2723, a , b, c , /2724a'da bulunmaktadır. 334 G. Çandarlıoğlu, San Uygurlar ve Kansu Bölgesi Kabileleri., 14, 76, 77 vıl . 335 Bu konuda daha fazla bilgi için bkz. W. Eberhard, Çin Tarihi, Ankara 1 987, s. 2!30-23 1 ; Wu

Hsing-tuııg, Beş Sülale Çağında Sha-t'o'lann Çin Toplumuna Etkileri, Taipei 1 970, s. 2027; Hou Lin-po, T'ang Tai i-ti Pien-huan shih-lüe, s. 1 9 1 - 194. 336 BK, O, 1 .

337 T, 3, 1 1 , 60, 6 1 , 62. 338 PS 99, s. 3303; SS 84, s. 1 879.

339 HTS 2 1 7B, s. 6146; Hsüe Tsung-cheng, T'u-chüe Shih, Pekin 1 992, s. 227, 3 7 1 - 3 77.

340 KT, K, 3 , 4.

3 4 1 HTS 2 1 7B, s . 6 1 34; Hs iie Tsuııg-clıeng, aynı eser, s. 404 vd. 342 TT 1080b; TPHYC, 1 98, s. 697; WHTK 2698b.

343 CS 50, s. 908; SS 84, s. 1879-80; PS 99, s. 33030; Liu, 1, s. 127- 1 28; Taşağıl, Gök-Türkler,

s. 16 vd.; Lin En-hsien, T'u-chüe Yen-chiou., Tai-pei 1988, s. 1 vd.

344 SS 84, s. 1876-77; PS 99, s. 3300.

345 CS 50, s. 908; SS 1879-1880; PS 99, s. 3303 ve ele CTS 1 99B, s. 5!l4!3-44. 346 CS 50, s. 908; SS 1879-1880; PS 99, s. 3303 ve de CTS 199B, s. 5343-44. 347 HTS 2 1 7B, s. 6 1 34 .

348 HTS aynı yer. !349 B. Öge!, Uygur Devletinin Teşekkülü ve Yükseliş Devri, Belleten, 75, 1 955 , s. 336. Fakat, Öge!, bu konuyla ilgili HTS'deki metinlere müracaat etmemiştir.

350 CTS 1 99B, s. 5344; HTS 2 1 7B, s. 6 1 !35 . ayrıca bkz. Öge!, Uygur Devletinin., s. 337, Hou Lin­ po, aynı eser, s. 85, 86 vd.

351 Tu- wei -c hi en Oağıııdaki merkezin Togu Balık şehri olduğu konusunda bkz. Öge!, Uygurla­

rııı Menşe Efsanesi, DTCF, VI, 1-2, 1 948 , s. 1 9; unvan açıklamaları için bkz. Mori, aynı ma­ kale, 32-40. CTS 3, s. 43.

142

352 CTS !3, s. 43; TT 1 080b; TPHYC 1 98, s. 697; WHTK 2698b.

353 CTS 3, s. 5 3; HTS 2, s. 41; HTS 2 1 7B, s. 6 1 :.lö; CTS l 99B, s. 5345; TCTC 1 9G, �- fil 71, G l 72.

!l54 CTS !3, s. 55; HTS 2 1 78,

:l5fi CTS 3, s. 58; HTS 2 1 78,

s.

s.

fi l !l7; Liıı, 1, ! 5!l, 1 5fi, 204, 206.

6 l !l7, 6 1 !38; TT I OSOb, r; TPYC l !J8, s. 697-699; WHTK 2698b, r.

:Jf)G B u lıilgilerin en teferruatlı bulundukları metinler HTS 2 1 7B,

s.

6 1 34-6 1 !39 ve CTS l !J9B,

s.

5!345-5!349'cla kayıtlıdır. HTS'deki Sir Tarduş böliimiinün kısmen tercümesi içiıı bkz. Cha­ vaııııes, s. 94-!l6.

!JG7 TPHYC H JS,

s.

6fl!J.

!358 HTS 2 1 7B, s. 6 1 46.

!J5!l KT, O, l !l ; BK, D, 12 . :JGO B K, G, 13 . : J 6 1 KT, D , 1 7; BK, D, 1 5 . !3G2 KT, K , l !l. :J6!l T, 3 1 . !lfi4 T, 4 1 . !l65 İhe Hüşotu, D , 1 4 . : m 6 Şine Usu, D , fi, 7 . 3G7 Hoytu Taınır, ;J.

:J68 Liu, il, s. 592; J. Hamilton, "Toquz Oguz.", s. 2:3-G!l; M. Mori, aynı eser; Kafesoğlu, s. 1 23 , 1 24; ö. lzgi, Uygurlann Siyasi ve Kültürel Tarihi, 1 9S7, s . 1 3 ; Taşağıl, Gök-Türkler müel, Töles Boylannın Coğrafi Dağılımına Bir Bakış, s. 234-243.



369 Liıı, il, s. 592;

.J.

il; ay­

Haınilton, "Toquz Oguz", s. 23-63; M. Mori, aynı eser; Ö . İzgi, Uygurlann

Siyasi ve Kültürel Tarihi, 19S7, s. 13; Taşağıl, Gök-Türkler

:mı Taşağıl, il. Gök-Türk Devleti'nin Kuruluşu, s. 227-243.

il, s. 4 1 -47.

!l71 Bu konuda tafsilen bkz. E . G . Puleyblank, "Soıne Remarks on the Tokuzoghuz Problem". UA.Jbr, 1 956, 2S, 35; J. Haınilton, aynı eser, s. l!l-6!3; C. Mackerras, Tlıe ! Jighurs. The Cambridge Earl History of İnner Asia, s. 320.

:ı72 V. Miııorsky, Tamim lbıı Bahr's Journey t.o 1.he Uyghurs, BSOAS, 1 948, s. 2S ! vd.; diğer ls­

larn kaynakları için bkz. Şeşeıı, s. 17, 19, 20-23, 42-45, 58, 60, 6 1 -65 vs., 72 vd. 100 vd. 1 34 vd. 1 43 vcl . , 1 63.

!l73 T, 9; ayrıca kz. Taşağıl, Kutlug Kagan ve

il. Gök-Türk Devleti'nin Kuruluşu, s. 2!34-23G.

!374 KT, G , 2; BK, D, ! . :375 Tokuz Oguz Budun, ayrıca bkz. Hsüe Tsung-clıeııg, T'u-chüe Shih. s . 226. !376 KT, D, 14; BK, D, 1 2 . :377 B K , D, 29-3 1 ; KT, K, 4. 37S BK, D, !35. ;379 Ongirı, G, 6; H. N. Orkun, 1 2S , 1 29. 380 !he Hüşotu, D, 16.

:ıs ı Şine Usu, K , 3. :ıs2 Şine Usu, K , 5. 3S3 Şine Usu, D, !O vd. !lS4 Hudud'ül-Alem, s. 94, 95; Şeşen, s. 6 1 , 62. !lS5 TT I OSla; WHTK 2699b; HTS 2 1 7B, s. 6 1 42. 3S6 TT 1 08 ! a; HTS 2 1 78, s. 6 1 44; WHTK 2699a.

!387 PS !l!l, s. 3!l03; SS 84 I S79.

:ısa T, a, 9.

!!89 KT, K , 7; BK, D, 0 1 !l90 TT 1 080c; HTS 2 1 7B, s. 6 140-4 1 ; WHTK 2699a; TPHYC 1 98, s . 736. 3!J l F. Sümer, Eski Türklerde Şehircilik, s. 1 5 - 1 7 , 75, 8 1 , 82. !l92 Sümer, s. :37; Şeşen, 28. 393 Hudud'ül-Alem, s. 99. ;394 Aynı eser. :JD5 DLT 1, s. :32. !396 CTS 1 948, s. 5 1 84; HTS 2 1 58, s. 6059; Chavannes, Documents., s. 2 1 , 24, 47; Salman, Tür­ giş. , s. 4 vd . ; Taşağıl, Gök-Türkler, 11, s. GG vd.

143

397 Taşağıl, aynı eser, s. 67; Chavannes, aynı yer; Lioıı 1 -t'ang, Hsin T'ang Shn T'ıı-chüe chü­ an k'ao-chu, PC, sayı 1 4, s. 206, 207 vd. 398 Chavannes, s. 34, 60; Salman, Türgiş. s. 8; Taşağıl, Gök-Türkler, il, s. 7 1 . 399 B u sırada diğer Türk boyların valiliklere ayrılması konusunda bkz. Taşağıl, Gök-Türkler, II, s. 75; Hsüe Tsung-cheng, aynı eser, s. 404-4 1 4 . 400 Urungu Gölünün güneybatısında Tokoi kasabası. 40 1 T, 29-43. 402 KT, D, 18, 19; BK, D, 16.

403 KT, D, 21; BK, D, 18; ayrıca bkz. Klyaştorny, Orhon Abidelerinde Kengü Kavmi Yer Adı, s. 92-96; Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, s. 1 1 1 ; R. Giraud, s. 45. 404 HTS 2 1 5B, s. 6065; WHTK 2697c. ; Hsüe Tsurıg-cheng, s. 629 ve\. 405 Liou 1-t'ang, T'u-chüe K'o-han Shih-hsi-k'ao, PC 7, s. 8 1 . 406 KT , D, 36-38; B K D , 27, 28.

407 KT, D, 39-40; L. Bazin, Calendriers, s. 228; Hsüe Tsung-clıeng, aynı eser, s. 650 vd. 408 Kafeoğlu, s. 2 13; Donuk, s. 1 4 . 409 B K , K, 9, 1 0 . 4 1 0 KT , K, 1 3 .

4 1 1 BK, K, 1 5 . 4 1 2 Dört garnizon Kuca, Hoten, Kaşgar, Tokmak kale-şehirleri b u konuda ayrıca bkz. Chavan­ nes, s. 1 1 4; H. Salman, Çin lmparatorlıığu'nun Batı ülkelerine Karşı Tesis Ettiği Askeri Hat (Dört Garnizoıı), Belleten, 2 1 1 , 199ls. 921 . 4 1 3 Liou 1 -t'ang, aynı eser, s . 82; D . Christian, aynı eser, s . 262. 4 1 4 Şine Usu, K, 1 1 . 4 1 5 Şine Usu, G , 5. 416 HTS 2 1 5B, s. 6066-6069.

4 1 7 Hoytu Tamır, III, 2, iV, 3. 4 1 8 Tuba, III, 3. 4 1 9 S: G: Klyaştorny, Drevnetyurksie Runiçeskie pamyatniki kak istoçnik po istorii sredney Azii, Moskova 1 964, s. 139-1 40; E. Smagulov, F. Grigorev, A. ltenov, Oçerki sredneveko­ go Tıırkestana, Almatı, 1999, s. 8. 420G. Uray, "The Old Tibetan Sources of History of Cent.ral Asia up t.o 751 A: D: A survey,", Proglemena to the Soıırces on the History of Pre-lslamic Central Asia, Buclapest 1979, s. 275-303. 42 1 Sümer, s. 39.

422 DLT, 1, s. 124. 423 l bn Hıırdadbih'ten naklen F. Sümer, Eski Türklerde Şehircilik, s. 72-75. 424 Hudııd'ül-Alem, s. 95; Sümer, s. 38; Şeşen, 63. 425 Gerdizi' s. 260'tan, Sümer, s. 38. 426 T. Tekin, aynı makale, s. 807-8 1 1 ; S. G . Klyaştorny, Doğu Türkistan ve Ordubalık Kaganları, (tere. B. Atsız), Türk Dünyası AraştJnnalan Dergisi, sayı 103, 1996, s. 15, 1 6 . 4 2 7 Sümer, s. 38. 428 DLT, III, s. 34. 429 DLT, I, s. 30. 430 Sümer, s. 38.

KAYNAKLAR

Ahincanov, S. M., Kıpçaki, Almatı 1995.

Ahmetbeyoğlu, A., Grek Seyyahı Priskos'a Göre (V. asır) Avrupa Hunları, İstanbul 1995.

1 44

Akişev, K. A, " K Probleme Proishojdeniya Nomadizma v Aridnoy zone drevnego Kazahstana", Poiski i roskopki v Kazahstane, Almatı 1 972. Akişev, K. A, Kuşaev, G. A., Drevnyaya Kul tura Sakov i Usuney Dolinı reki İli, Almatı 1 963. Arat, R. R., Karluk mad., 1A, VI.

Arat, R. R., Kıµçak ınad. , lA, VI. Arslanova, F. H. Klyaştorııy, S. G., Rurıic;eskaya nadpis na zekrale iz verhrıego priirtişya", Tyurkologiçeskii Sbomik, 1972 (Moskova 1 973) . Atamelik Cuveyni, Tarih-i Cihan-guşa (tere. M. Öztürk), Aııkara l !l99.

Bartlıold, W., Moğol İstilasına Kadar Türkistan (tere. H. O. Yıldız), lstanbul 1 98 1 . Barthold, W , Orta Asya Türk Tarihi Hakkında Dersler, !stanbul 1 927.

Baştav. Ş . . "Sabir Türkleri". Belleten, 1 7- 1 8 , 1 942. Baypakov, K. M., Srednevekovie goroda Kazakstana, Almatı 1 998. Baziıı, L., "Notes sur !es mots Oguz et Türk", Oriens, VI. 2, 1 953.

Baziıı , L., Les Calendriers Turcs anciens et medievaux, Lille 1974.

Bela, K., "X-Xll Asırlarda Uzlar ve Komanların Tarihine Dair" (tere. H . %. Koşay) , Belleten, 29, 1944.

Buc:hcr, V. F., "Samarıiler Mad.", IA,

Buharalı, E., "Kiınek Hakanlığı", Tarihte Türk Devletleri , 1, Ankara 1 987.

Caferoğlu, A., Türk Dili Tarihi, l, lstanbul 1958.

Chavaıınes, E . , Documents sur !es Tou-kiue Occidentaux, Paris 1 9 4 1 . Chavannes, E . , Notes Additional sur !es Tou-kiue (turc) Occidentaux, Paris 1 94 1 . Christian, D . , A History o f Russia, Central Asia and Mongolia, Oxford 1998. Czegledy, K., Turan Kavimlerinin Göçü (tere. G. Karaağaç) , lstanbul 1 999. Czegledy, K., "Oıı the Numcrical composit.ion of Ancient Turkish Tribal Confedaration", Acta Orientalia, 25, 1972. Çaııdarlıoğlu, G., Ötüken Bölgesindeki Büyük Uygur Kağanlığı (lst. Ed. Fak. yayınlanmamış doçentlik tezi), lst.anbul 1 972. c,:aııdarlıoğlu, G., Sarı Uygurlar ve Kansu Bölgesi Kabileleri , Tai-pei 1967. De Groot, M., Die Hunnen der vorchristliehen Zeit, Bertin Leipzig, 1 92 1 .

Donuk, A . , Eski Türk Devletlerinde Askeri İdari Unvan ve Terimler, lstanbul 1 988. Dunlop, "A New Souree of lnformation on the Battle of Talas or Atlakh", UA.Jhb, 3-4, 36. Eberhard, W., Çin'in Şimal Komşulan, Ankara 1 942. Eberlıard, W., "Birkaç Eski Türk Unvanı Hakkında", Belleten, 35, 1 945. Eberhard, W., "Çin Kaynaklarına Göre Orta ve Garbi Asya Halklarının Medeniyeti", Türkiyat Mecmuası, VII-VIII, 1 942. Ebcrhard, W., Çin Tarihi, Ankara 1 987. Eberhard, W., "Şato Türklerinin Kültür Tarihine Dair", Belleten 4 1 , H J47. Enoki, K., "On the Natioııality of the Ephtalites'', Studia Asiatica, Tokyo 1 998. Ergin, M., Dede Korkut Kitabı, lstanbul 198 1 . Esin, E . , İslamiyetten Önce Türk Kültür Tarihi ve İslama Giriş, lstanbul 1 978. Fan Kuo-chierı, Pei Wei Yü Juan-juan Kuarı-hsi Yen-chiou, T'ai-pei 1 988. Franke, O . , Geschichte des chinesischen Reiches, Berlin 1930, Il, 1 936. Giraud , R., L'empire des Turc Celestes, Paris 1 960. Gibb, H . A. R., Orta Asyada Arap Fütuhatı (Türkçe tere. ) , lstanbul 1 930. Golden, P. B., "The Turkie Steppe in Early Samaııid Times" The Cambridge History of Early lnrıer Asia, Cambridge 1990. Golden, P: B: Golden, "The Oguz (Torki) in the South Russian Steppes", The Cambridge His­ tory of Early İnner Asia, Cambridge 1 990.

Gökalp, C., Göktürk Devleti'nin kuruluşundan Cengiz'in zuhuruna kadar Altaylarda ve iç Mo­ ğolistan'da ki Kabilelen (Ank. Üııiv. DTCF yayınlarunamış doktora tezi), Ankara 1 967. Hamilt.oıı, .J. , "Toquz Oghuz et On Uygur", JA, CCL, 1, 1 962.

Hamilton, J . , Les Ouighours a L'epoque des Cinq Dynasties d'apres !es documents chinois, Pa­ ris 1 955. Hirth, F., "The Story of Chang Kien, China's Pioneer in Westerrı Asia", Joumal of the Ameri­

can Oriental Society, vol. 37, 1 9 1 7. Hoffınan, H . , Die Qarluq in der Tibetisehen Literatür, Orierıs, 3, 1 950.

Hou Lin-po. T'arıg Tai 1-ti Pien-huan Shih-lüe, Tai-pei J!.J7!J.

145

Hsüe Tsuııg-cheııg, T'u-chüe Shih, Pekin 1 992. Hudud'ül-Alem (ing. tere. V. Minorsky), Landon 1937. lbn'ül-Esir, lslam Tarihi (tere. A. Ozaydm) , lstanbul 1 99.

Istoriya Sibiri (komisyon) , 1. Leningrad 1 968.

lzgi, O., Uygurların Siyasi ve Kültürel Tarihi, Ankara 1 987. Kafesoğlu, 1, Türk Milli Kültürü, lstanbul 1 987. Kafesoğlu, Harezmşahlar Devleti Tarihi, Ankara 1 987. Kaşgarlı Mahmud, Divan-u Lugat-it Türk. ( Besim At.alay Tercümesi) Ankara, 1 9:39- 1 943. Klyaştorny, S. G., "Orhun Abidelerinde Kengü Kavmi Yer Adı", Belleten, 69, 1 954. Klyaştorny, A propos des nots Sogd Bii.rçii.kii.r Buqaraq ulys de l'insrription ele kul Teghin, CAJ, Jll, 4, 1 958. Klyaştorny, S. G., "Orhun Yazıtlarına Göre Ort.a Asya Milletlerinin Araplara karşı Mücadeleleri­ ne Dair", Belleten, 1 04, 1 962. Klyaştomy, S. G., Drevnetyurksie Rinçeskie Pamyatniki kak lstoçnik po istorii sredııey azii, Moskova 1 964. Klyaştomy, S. G., "Doğu Türkistan ve Ordubalık Kaganları (tere. B. Atsız), Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi, 1 03, 1 996. Korkut Ata (komisyon), Almatı 1 999. Köprülü, F., "Kay Kabilesi Hakkmda Yeni Notlar", Belleten, VIJ, 3 1 , 1 944. Köprülü, F., Halaç mad., IA, V/l , s. 1 1 2- 1 1 3 . Köprülü, F . , Harizmşahlar, IA, V/I.

Köymen, M. A., Büyük Selçuklu Devleti, il, Ankara 1 954. Kurat, A. N., Karadenizin Kuzeyindeki Türk Kavimleri ve Devletleri, Ankara 1972. Kurat, A. N., Peçenek Tarihi, lstanbııl 1 9:37.

Kyunar, N . V., Kitayskie Izvestiya o Narodah Yııjnoy sibiri, Tsentralnoy Azzii 1 Dalnego Vostoka, Moskova 1 96 1 .

LeStange, G . , The Lands of Eastem Caliphate, Cambridge 1 905. Ligeti, L., Bilinmeyen iç Asya (tere. S. Karatay), Ankara 1 986.

Ligeti, L., "Kırgız isminin Menşei", Türkiyat Mecmuası, l, 1 925. Lin Eıı-hsien, T'u-chüe Yen-chiou, T'ai-pei 1 988. Ling Han, " U-sıın Jane onın Batıs Han Patşalıgımen karım-kat.nası", Tanım Tarrnaqtan, Almatı 1 998. Liou 1-t'ang, "Hııei-ho Ko-le K'o-haıı Yen-chiou", PC, 1 6 , 1 985. Liou 1-t'ang, "Hsin T'ang Shu Hsi T'u-chüe Chüan K'ao-chu," PC, 1 4, 1 983. Liou 1-t'ang, "T'u-chü Chüaıı Shih-lısi-k'ao", PC, 1 2 , 1 9 8 1 .

Liu Mau-tsai, Die chinesischen Nachrichten zur Geschichte der üst-Türken, l-11, Wiesbaden 1969.

Mackerras, C., "The Uighurs", The Cambridge History of Early Inner Asia, Cambridge 1 990. Maenchen-Helfeıı, O., "The Ting-ling", HJAS, 4, 1 939.

Malov, S. E., Eniseyskaya pismennost Tyurkov, Mosk. Len. 1952, Marquart, J., Über das volkstum Der Komanen, Berlin 1 9 14. Ma Yong and Sun Yutang, "The Western Regions Uncler the Hsiung-nu and t.he Han". History of Civilations of Central Asia, Paris 1994. McGovem, W. M., The Early Empires of Central Asia, Newyork 1939. Merçil, E., "Sebük Tegiıı'in Peııclııanıesi", !TED, VI, 1 -2, 1975. Merçil, E . , tık Müslüman Türk Devletleri, Ankara 1 9 . Minorsky, V., Sharaf al-zaman Tahir Marvazi on China, The Turks ancl lndia, Lonclon 1 942. Minorsky, V., "Tamim ibıı Bahr's Journey to the Uighurs'', BSOAS, 1948. Moğolların Gizli Tarihi (tere. A. temir) , Ankara Hl86.

Moravscik, Gy., Byzantino-Turcica, 1, il, Bııdapest. 1 958. Mori, M., "The Aecount of the Tingling in His-jung-chuan of the Weilio", Toyo Gakuho, sayı 30 ( 1 950).

146

Mori, M., "On Chi-li-fa (eltiiber/eltebir) aııd Chi-chin (irkin) of T'ie-le Tribes, Acta Asiatica 9, 1965.

Okladnikov, A. P., Ancient Population of Siberia and its Cultures, Massadıusetts, 1 9füJ.

Oııat, A., "Çiıı Türkistan İlişkilerinin Başlangıcı Hakkında Bazı B ilgile r" , Belleten, 2 1 1 . Orkun, H . N., Eski Türk Yazıtları, Ankara 1 987. ÜgP!, B., Büyük Hun İmparatorluğu, Ankara H J8 1 .

Öge!, B., "llk Töles Boyları", Belleten, sayı 48, 1 948. öge!, B., "Gök-Tiirk Yazıtlarının Apıırımları ve Fu-lin Problemi", Belleten, 33, 1 945.

Ögel, B . , "Çin kaynaklarına Göre Wu -sıı n' lar ve Siyasi Sınırları Hakkında Problemler" DTCF, iV, 4, 1 948.

Ögel, B., "Uoğu Gök-Türkleri Hakkında VPsikalar ve Notlar'', Belleten, 8 1 , 1 957. Ögel, B., İslamiyetten Önce Türk Kültür Tarihi, Ankara 1 962. Öge!, B., Türk Mitolojisi, 1, Ankara 1 987.

Üge!, B., "Şine Usu Yazıtı'ıun Tarihi Önemi", Bel leten , 59, 1 95 1 . Üge!, B . , "Uygur Devlet.i'nin Teşekkülü ve Yükseliş Uevri", Belleten, 75, 1 955. Öge!, B., " Uygurların Menşe Efsanesi", DTCF, VI, 1 -2, 1 948.

Patkanoff, "Olıer das Volk der Salı ire ıı " , Keleti Szemle, 1 , 1 900.

Pritsak, O., Von den Karluk den Karaclıaniden, Zeitschrift der Morgenliindischen Gesellscaft, 1 0 1 , 1 9fı l .

Pritsak, O . , Karluk nıad; lA, iV.

Prit.sak, O., Der Unt ergang rles Reic lı es des Og uzisc hen Yabgu, M. F. Köprülü Armağanı, lstanlıul l fl5:J.

Pulleyblan k , E. G . , "The Name of t.lıe Kirghiz", Central Asiatic Journal, 34, 1 990. Pulleyblank, E. G., "Soıne Remarks on the Toquzoghuz Pro blem" , UAJhb. , XXVIII, 1 -2, 1 956. Pulleyblank, E. G . , "The Wu-suıı and Sakas aııd t.he Yüe-chih Migratioıı", BSOAS, :3:3, 1 970.

Qazaqstan Tarihi (komisyon) , Almatı 1 996.

Qongrat.bacv, T., Ertedegi Eskertişter, Almatı 1 996. Ras ony , L., Tarihte Türklük, Ankara 197 1 .

Rııclenko, S.

l . , Kultura Naseleniya Sentralnogo Altaya v Skifskoe Vremya, Mosk., Len.

1 960.

Salgarulı, K., Dunhu-Kaoçı, Almatı 1 999. Salman, H., "Çin lınparat.orlıığunun Batı Ülkelerine karşı Tesis Ettiği Askeri Hat (Dört. Garni­

zon), Belleten, 2 1 1 , 1 99 1 .

Salınan, H . , "VII-X. Asırlar Arasmda Önemli Türk Boylarından Karluklar ve Karluk Devleti", Türk Dünyası Araştırmaları, 1 5, Aralık, 1 98 1 . Salman, H., Türgişler, Ankara 1 998. Salınan, H., "Basınıllar ve Beşbalık Bölgesinin Diğer Türk Boyları", Marmara Üniversitesi, Türk­

lük Araştırmaları Dergisi, 6, 1990. Sinor, D . , The Cambridge History of Early İnner Asia, Cambridge 1 990.

Sıııagulov, E., Grigoryev, F., ltenov, A., Oçerk po istorii srednevekogo Turkestana, Almatı 1 999. Su Pe i- lıai , "Han Patşalıgı Devirindegi U-suııdardın köne Mekeni Turalı", Tanım Tarmaqtarı, Al-

matı 1 998. Sümer, F., Oğuzlar, !stanbul 1 992. Sümer, F., Kimek mad, lA, VI.

Sümer, F., "Oğuzlara Ait Destanı Mahiyette Eserler", DTCF Dergisi, XVIII, 3-4 1 96 1 .

Sümer, F., Eski Türklerde Şehircilik, Ankara, 1 994. Şeşcıı, R., İslanı Coğrafyacılarına Göre Türkler ve Türk Ülkeleri, Ankara 1985. Şeşen, R., İbn Fazlan Seyahatname, lstanbul 1 995.

T'aııg Ch'i, "Preliminary !nterpretation of tenns from the Toba (Tabgaç) Language Recorded in the Nan Ch'i Shu", Pien-cheng, iV, 1 973. Taşağıl, A., Gök-Türk Ülkesine Gelen Çinli Elçilerin Raporlarına Göre Gök-Türk.

Çin ilişkileri (552-630), (lstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü) lst aıı lıul, 1 989.

Taşağıl, A., Gök-Türkler, Ankara 1 995. Taşağıl, A, Gök-Türkler il, Ankara 1 999. '!'aşağı!, A., ..Kapgan Kagan" Belleten, ::ıı 7, H J!:l5.

147

Taşağıl, A., "Kutlug Kagan ve il. Gök-Türk Devleti'nin Kuruluşu", Bir Dergisi, 4, 1 995. Taşağıl, A., "552-627 Yılları Arasında Töles Boylarının Coğrafi Dağılımına bir Bakış", Mimar Sinan Üniv., Fen-Ed. Fak. Dergisi, 1 , lstanbul 1 992. Taşağıl, A., "Gök-Türklerin Sonu ve Belgeleri", Belleten, 236, 1 999. Tekin, T., Orhon Yazıtlan, Ankara 1 988. Tekin, T., Tunyukuk Yazıtı, Ankara 1994. Togan, Z. V., "Eftalitlerin Menşei Meselesi'', lTED, iV, 1 -2, 1 964. Tsai Wen-shen, Li Te-yü'nün Mektuplarına Göre Uygurlar, Tai-pei 1 967. Tuan Lien-ch'en, "Siung-nu Memleketi Tusıııdagı Dinglingder", Tanım Tannaqtarı, Almatı 1 998.

Türkeli, C., Çin Kaynaklanna Göre Hunlann Atalan (lstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler En­ sititüsü yayınlanmanuş doktora tezi), lstanbul 1 990. Uray, G., "The Old Tibetan Sources of History of Central Asia up to 75 1 A. D: A Survey'', Proglemena to the Sources on the History of Pre-lslarnic central Asia, Budapest 1 979. Wu Hsing-tung, Beş Sülale Çağında Sha-t'o'lann Çin Toplumuna Etkileri, Tai-pei 1970. Yao Ta-chung, Ku-tai pei-si Chung-kuo, T'ai-pei 1 98 1 .

Yıldız, H . D., "Talas Savaşı Hakkında Bazı Düşünceler", Edb. Fak. 50 . yıl Armağanı, İstanbul 1 979.

Zuev, Yu. A., "K Voprosu o vzairnootneşeniyah Usuney i Kaııtszurni s gunnarni i Kitaern" lzv. AN. Kaz. SSR, ser. obşestv. Nauk vıp. 2, 1957. Zuev, Yu A., "K Etniçeskoy istorü Usuney," Trudı llAE AN. Ka. SSR, Almatı 1 960. T. 8.

ÇIN KAYNAKLAR! Shih Chi =SC (Ting-wen Shu Chü yayınevi, Tai-pei 1 979 baskısı) . Han Shu =HS (Ting-wen Shu Chü yayınevi, Tai-pei 1 979 baskısı). Hou Han Shu=HHS (Ting-wen Shu Chü yayınevi, Tai-pei 1 979 baskısı) . San Kuo Chih=SKC (Ting-wen Shu-chü yayınevi, Tai-pei 1 979 baskısı) . Liang Shu=LS (Ting-wen Shu-chü yayınevi, Tai-pei 1 978 baskısı). Wei Shu = WS (Ting-wen Shu-chü yayınevi, Tai-pei 1 9 7 5 baskısı). Chou Shu=CS (Ting-wen Shu-chü yayınevi, Tai-pei, 1 987). Pei Shih=PS (Ting-wen Shu-chü yayınevi, Tai-pei, 1 987). Suei Shu= SS (Ting-wen Shu-chü yayınevi, Tai-pei, 1 987). Pei Ch'i Shu=PCS (Ting-wen Shu-chü yayınevi, Tai-pei, 1 987). Chiou T'ang Shu=CTS (Ting-wen Shu-chü yayınevi, Tai-pei, 1 985). Hsin T'ang Shu=HTS (Ting-wen Shu-chü yayınevi, Tai-pei, 1 985) . Wu Tai Shih= WTS (Ting-wen Shu-chü yayınevi, Tai-pei, 1 985). T'ung Tien=TT (Shang-wıı baskısı, Shang-hai, 1 935). Tsu-chih T'ung-chien=TCTC (Hua-shih yayınevi, T'ai-pei 1987). Ts'e-fu Yüan-kuei= TFYK (Chung-hua Shu-chü yayın evi, T'ai-pei, 1 98 1 ) . Wen-hsien T'ung-k'ao=WHTK (Shang-wu yayınevi 1 935, Shang-hai baskısı). T'ung Chih=TC (Shang-wıı yayınevi 1 935, Shang-hai baskısı) . T'ai-p'ing Huan-yü Chi=TPHYC (Ts'un Ch'en-rnien yayını Pekin, 1 955) .

1 48

HAZAR HAKANLIGI

YRD. DOÇ. DR. MUALLA UYDU YÜCEL

İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ EDEBİYAT FAKÜLTESİ I TÜRKİYE

Siyasi Hayatları

Y

edinci ve onuncu yüzyıllarda güçlü teşkilatı, ticari faaliyeti, dini hoşgörüsü ve iktisa­ di refahı sayesinde Kafkaslar ile Karadeniz'in kuzey düzlüklerinde ldil 'den (Volga) Dnyeper (Özi)-Çolman'a (Kama) ' ve Kiyev'e kadar uzanan sahada siyasi istikrar sağlayan Hazar Hakanlığı, Doğu Avrupa tarihinde büyük rol oynayan ve düzenli bir devlet ku­ ran ilk Türk kavmidir. ! Hazar kelimesi isim olarak Arapçada el-Hazar; İbranicede Hazar, Kuzari; Latincede Chazari, Gazari; Grekçede Khazaroi; Rusça'da Kazar, Kozarin; Gürcüce'de Hazar-i; 2 Çin­ cede T'u-Chüe Ho-sa, Ko-sa ve Ka-sat şekillerinde geçmektedir.3 Kelime "gez" anlamına ge­ len "kaz" kökünden türemiştir. "Ka-zar: gezer yani serbest dolaşan, bir yere bağlı olma­ yan" anlamına gelmektedir.4 Hazarlar'ın menşei itibarıyla Türk olup, Orta Asya'dan geldikleri muhakkaktır.5 Hazarların bir müddet Hun devletine tabi zümreler arasında bulunmuş olmaları da ihtimal dahilindedir.6 Nitekim iV. yüzyılın ikinci yarısında, Hunların hakim bulundukları Güney-Rus bozkırları ile Kuzey-Kafkasya ve Azak denizi arasındaki topraklar, V. yüzyılda Doğu'dan gelen Türk-Ogur kavimlerinin hakimiyeti altına girmişti. Ogur kavimlerinin bu sahaya girmeleri ise 500 yıllık Hun hakimiyetinin sonunu hazırlamıştır. Miladi 460 sıralarında Gobi çölü civarında oturan Ju­

an-Juanların hücumu, Tiyenşan ile İli Irmağı bölgesinde oturan Sabarları (Sabir) yerlerin­ den uzaklaştırmış, batı yönünde ilerleyen Sabarlar da bu bölgede yaşayan Ogur kavimlerinin bir kısmını ülkelerinden çıkarmışlardır. Bu Ogur kavimleri İdil'i geçerek Karadeniz'in kıyısı bo­ yunca ilerlemişler ve Hunların oradaki arazilerini ellerine geçirip Kuban nehri ile Azak denizi arasındaki araziye yerleşmişlerdir.•

Sabarlar çok geçmeden daha da batıya ilerlemek zorunda kalarak , Ogurla­ rın arkalarından 506 yılında Katkasya'nın kuzeyine yerleşmişlerdir. Sabarların, 558 yılında bu bölgeyi ele geçirerek Avar istilasına kadar Kafkasya'da hüküm sürdüklerini görüyoruz. Avarların bu topraklardaki hakimiyellerine ise Göktürk­ ler son vermişlerdir. Batı Göktürk ordularının 576'da Kafkasya'ya doğru yönel­ diklerini öğrenen Avarlar bu bölgeyi terk etmişler, böylece Don-idil ve Kafkas Dağlan arasındaki arazi Göktürklerin hakimiyeti altına girmiştir. Bu sırada Ogur­ ların bir kısmı da kendi istekleriyle Göktürklere tabi olmuşlardır. Ancak Gök­ türklerin iç savaşlarla meşgul olmaları bu bölgeden kısa bir süre de olsa uzaklaş­ malarına sebep olmuş ve ancak vır. yüzyılın başında yeniden Kafkasya'ya döne­ bilmişlerdir. Göktürklerin batıdaki en uç kanadını meydana getiren Hazarlar ise, Sabarların bir devamı olarak tarih sahnesine çıkmışlar ve bundan sonra Hazar denizi ile Karadeniz arasında dağınık bir halde yaşayan ve aslen Sabar olan Se­ mender ve Belencer adlı iki Hazar boyu ile hakanlık topraklarında yaşayan diğer Sarogur ve Onogur gibi bütün Türk kavimlerini kendi bünyelerinde eritmişler­ dir.8 Nitekim X. yüzyıl Islam tarihçisi Mes'ı1di İranlıların Hazar adını verdikleri kavme Türklerin Sabar (Sabir) dediklerini belirtmektedir.9 Ayrıca bu bölge do­ ğudan batıya doğru gelişen büyük göç hareketlerinin yolu üzerinde bulundu­ ğundan Hun, Ogur, Fin-Ugor ve Avarlardan kalan kütlelerde de burada hayatla­ rını devam ettirmişlerdir. 10 Hazarların Orta Asya'dan çıkarak Hazar denizi ile Karadeniz arasındaki böl­ geye yani idil boyuna ne zaman geldikleri kesin olarak bilinmemektedir. Ancak Hazarlar'ın ülkeleri önceleri Terek havalisinde iken, sonralan ağırlık merkezleri­ ni Aşağı İdil boyu teşkil etmiştir. Burası İdil, Yayık, Don ve Kuban gibi dört bü­ yük nehrin havzasında bulunmakla beraber, devrin en önemli ticaret yollarının da kavşağında yer alıyordu. Hazarlar hakkında bilgi veren Gürcü kayı1aklarına göre Hazarlar bu bölgeye milattan önceki devirlerde gelmişlerdir. Gürcü hüküm­ darı Miruan (M.Ö 167-1 23) Hazarlara karşı savaşmış, ülkesini onlardan koru­ mak için Daryal geçidinde istihkamlar inşa ettirmiştir_ ı ı Hazarların tarih sahnesine çıkışları kaynakların ifadesi ile kesin olarak M.S. il. yüzyılın sonlarına doğru olmuştur. M.S. 198 yılında Hazarlar Barsilialarla birlikte Ermenistan'a saldırmışlardır. M.S. 111. yüzyıldan başlayarak IV. yüzyılın ortalarına kadar Ermenistan bölgesinde Bizans ve Sdsa:ni imparatorlukları arasında meydana gelen savaşlarda Hazarlar her zaman Sasanilerin yanında yer almışlar ve Bizans'a karşı onlarla birlikte savaşmışlardır. 12 Ancak M.S. IV. yüzyı­ lın ikinci yarısından itibaren Sasaniler Ermenistan'ı istila edip, komşularına kar­ şı istilacı bir siyaset izleyince, Hazarlar bu defa Bizans ile anlaşarak, onlara kar­ şı savaşmaya başlamışlardır. M.S. 363 yılında Bizans imparatoru Julian'ın Er­ menistan'da bulunan Sasanilere karşı yaptığı savaşa Hazarlarda katılarak Bi­ zans'a yardım etmişlerdir. 13 Bunun üzerine Sasaniler Katkasya'da bulunan kabi­ lelerle anlaşarak onların Hazarlara saldırmalarını sağlamışlardır.14 Hazarlar, V. yüzyılda yani Attila nın 434 yılında Hun imparatoru olması üze­ '

rine bir süre Hunlara tabi olmak zorunda kalmışlardır. 15 Ancak Attila'nın ölü­ münden sonra dağılan Hun lmparatorluğu'ndan ayrılan Hazarlar yeniden Sasa­

1 50

ni topraklarına saldırmaya başlamışlardır. Nitekim Hazarlar 457 yılında Katkasya'daki Sasani savunmasını kırarak Kür ve Aras ülkesini ele geçirmişler, Iberya,

Gürcistan ve Ermenistan'ın içlerine kadar ilerlemişlerdir. Bu durum karşısında Sil.san! imparatoru çaresiz kalarak Bizans'tan yardım istemek zorunda kalmış­ tır. lü Bundan sonra Hazarlar ile SasanI!er arasındaki savaşlar sürekli olarak de­ vam etmiş ve Siisiini Hükümdarı Kubad (448-53 1 ) döneminde özellikle Hazar­ lara karşı Derbent ve Kafkasya'daki geçitlerde bir dizi kaleler inşa ettirilmiştir. 1 1 V . yüzyılda ortaya çıkan Avarlar d a bir süre Hazarları hakimiyetleri altına almışlardır. Sil.san! Hükümdarı Anuşirvan (531 -579) Hazarlarla savaşarak onlara karşı Derbend (Bab el-Ebvab)'i yaptırmıştır. Ayrıca o sara­ yında Hazarlar için bir tercümanı daima ha­ zır bulundurmuştur. Yine iyice kuvvetlenen Hazarları yenemeyeceğini anlayan Anuşir­ van onlarla dost olma yoluna giderek, onlar­ dan gelecek tehlikeleri önlemeye çalışmış ve hatta bu uğurda kızını bile Hazar hakanına vermeyi denemiştir.IH

Kafkaslar, Hazarlara ait buluntular

558 yılından sonraki yıllarda Kafkaslar'ın hakimi ve Siisiin'ilerle savaşan bir kavim olarak bildirilen Hazarlar 576 yılında Kırım'daki Kerç kalesinin Göktürk­ lerin eline geçmesiyle bu devletin sınırlarını Karadeniz'e kadar ulaştırmışlardır. Nitekim Hazarlar'ın 586'dan itibaren Bizans tarafından oldukça iyi bilindiklerini ve hatta "Türk" ismi ile de anıldıklarını görüyoruz. 1 9 Hazarlar bundan sonra Göktürk Hiikanlığı'nın batıdaki en uç kanadını meydana getirmişler ve onların istekleri doğrultusunda hareket etmişlerdir. Ermeni ve İslam kaynaklarına göre ise, bu durum ilk defa Göktürk haneda­ nına mensup Aşina soyundan gelen bir başbuğun idil.resi altında VJI. yüzyılın ikinci yarısına kadar devam etmiştir.20 Hazarlar yine VJI. yüzyılda Batı Göktürk hakanının iradesi ile Siisiinllere karşı Bizans'a yardım etmişlerdir. Hazarların Derbend'i geçerek Gürcistan'a girip Tifüs'i kuşattıkları ve Azerbaycan'a akınlar yaptıkları 626-627 yılına doğru, kendisi Doğu Karadeniz sahillerinde bulunan ve başkenti Siisiinl-Avar muhasarasına alınmış olan Bizans İmparatoru Herakleios, Tifüs önlerine gelerek Hazar hükümdarı ile vardığı anlaşma21 sonucunda sağla­ dığı 40 bin atlının desteği sayesinde İran içlerine kadar yürümeye muvaffak ol­ muştur. Bu sırada Sil.san! hükümdarı Hüsrev Perviz idi. Hazar kumandanı Çar­

pan Tarhan, Aras nehrine kadar bütün Kuzey Azerbaycan'ı ele geçirerek bazı Ermeni kitlelerini itaat altına almıştır. Bu arada başkent Belencer'den başka Gü­ ney Kafkasya'da Kabale (günümüzdeki Nuha vilayetindeki Çuhur Kabala köyü) şehri kurulmuştur. 628 yılında kış mevsiminin başlaması yüzünden o yıl alınama­ yan Tifüs, ancak 629 yılında Hazar kumandanı Çarpan Tarhan'ın başarı ile yü­ rüttüğü harekat neticesinde Hazar Yabgusu tarafından zaptedilmiştir. Bu müna­ sebetle Anadolu İranlıların istilasından kurtarılmış, Siisiinller artık büyük bir devlet olmaktan çıkarılmış ve Hazar Hakanlığı, İran karşısında Bizans'ın en iyi müttefiki durumuna gelmiştir.22 Bu sırada Hazarlar henüz müstakil bir devlet değillerdi; fakat Göktürk Dev­ letinin 582 yılında Batı ve Doğu Göktürk Devleti diye ikiye ayrılmasından ve daha sonrada Batı Göktürk Devletinin yıkılmasından sonra kendi başlarına bağım-

151

sız bir Hakanlık olarak tarih sahnesine çıkmışlardır. Süratle siyasi ve askeri nü­ fuzlarını genişleten Hazarların tam bağımsız bir devlet haline gelmeleri ise 630 yılında olmuştur.23 Bağımsızlıklarına kavuşan Hazarlar, ilk önce Bulgarlar ve Slavlarla savaşma­ ya başlamışlardır. Çünkü bu dönemde Karadeniz'in kuzeyinde Hazarlardan baş­ ka bir de Büyük Bulgar (Magna Bulgaria) Türk Devleti kurulmuştur (6�35) . Ha­ zarlar, Güney Rusya'dan Tuna nehrine kadarki geniş düzlükle­ re hükmeden Bulgarlara 641 yı­ lında saldırarak onları Tuna'ya doğru göçe zorlamışlar ve 665 yılından sonra da yıkmışlardır. Böylece Hazarların toprakları­ nın sınırları iki katına çıkmıştır. Yine Dnyeper ve Oka çevresin­ deki Islavları vergiye bağlay1p onları da kuzeye itmişlerdir.24 Kafkasya'da Hazar kaya mezarlığı

VII. yüzyılın ortaları hem Islamiyet'in hem de Hazarların

hızla yayıldığı bir dönem olduğundan, bu dönemde Hazarlarla lslam orduları sık sık karşılaşmaya başlamışlardır. Yukarıda da belirtildiği gibi Hazar Devleti, Iran karşısında Bizans'ın en iyi müttefiki durumunda idi. Hazar-Bizans işbirliği saye­ sinde zayıflayan Sasani İmparatorluğu 632-634'lerde lslam kuwetleri tarafından çökertilip İran toprakları Arapların eline geçince, İslam ileri harekatı bir yandan Ermeniye yolu ile Kafkaslar'a doğru bir yandan da Suriye üzerinden Anadolu iç­ lerine kadar gelişmeye başlamıştır. Araplarla Hazarların mücadeleleri şiddetli ve devamlı olmuştur. llk büyük taarruz. H. 31 (M. 651 -652) yılında Halifr /h. Ömer zamanında Selman b. Rebia komutasında yapılmış ve Islam orduları Hazar top­ raklarına girip, Derbend'i aşarak Hazarların bu sıralardaki ba�kPııt.l *duo-klo) .

Macaristan- Avar Devri Süslü Altın Küpeler, Vlll. yüzyıl (Macar Milli Müzes)

İmik, Küçük Sakaeli'nde (Scythia Minor, Dobruca) yerleşmişti. Aynı zaman­ da 'Büyük' veya 'Eski Bulgaristan' (Magna Bulgaria) da denen bilinen ilk Ön­ Bulgar devleti Kobrat (Kurt) tarafından Azak denizi ve Kuban nehri arasındaki bölgede tahminen 635 civarında kurulmuştur. Kubrat Istanbul'da yetişmiş, Avarların çöküşünün kendisine sunduğu fırsatı iyi kullanarak bağımsızlığını ka­ zanmıştır. Onun ölümünden sonra (660 civarı) devleti Hazar etkisi sebebiyle parçalandı. Kobrat'ın en büyük oğlu Bat-Bayan eski yurtta kaldı ve Hazar ege­ menliğini kabul etti. Onun kardeşi Asparukh Hazarlara tabi olmak niyetinde de­ ğildi ve batıya giderek Bucak'ta yerleşti. Pliska başkent yapıldı. Bulgarlar bir sü­ re sonra Bizans'tan haraç istediler. Özellikle Bizans ordusunu ortadan kaldıran Bulgar Hanı Krum, imparator Nicephorus'u öldürdü ve kafatasım içki kabı yap­ tı (81 1 ) . Ertesi yıl Trakya'yı yerle bir etti ve Istanbul'u kuşattı, fakat aniden ölü­ mü yüzünden şehri alamadı. Krum'un oğlu Omurtag (81 4-83 1 ) zayıflamış Avar­ lardan bugünkü Doğu Macaristan ve Erdel'in (Transilvania) çoğunu koparmayı başardı. Pressian (836-852) ve 1 . Boris (852-883) Bulgar topraklarını Ohrid'i ve batıda Morava vadisini içerecek şekilde güneybatıya doğru genişlettiler. Tuna Bulgarları hem Yunanca, hem de Ön-Bulgarca belgelerde Yunan alfabesi kullanmışlardır. Papa ile bazı temaslardan sonra, 1 . Boris 865 yılında Bizans Ortodoks Hıris­ tiyanlığını benimsedi. 893'te sözde Kilise Slav dilini (Aziz Cyril ve Methodius ta­ rafından Moravya Slavları için oluşturulan bir misyoner ağzı) Bulgar misyoner ve kutsal dili yapma kararı alındı . Bunun sonucu, 1 0. yy. boyunca Tuna Bulgar­ larının dil olarak Slavlaşması olmuştur.

Kubanlı (Kara) Bulgarlar Nedim diye de bilinen Arap alim Ebu'l-Farağ Muhaımned b. Ishak e-Warrak, H. 377 M.S. 988'de bitirdiği ünlü eseri Kitab'ül-Fihrist'te, Abbasi Halifesi Me'mun'un edebi faaliyetlerine hasredilen bir bölüm sunar. Burada şunlar yazar: "Onun (Me'mun'un) kitapları arasında 'Burghar kralının ona (Me'mun) Islam ve Tevhid hakkındaki sorularına cevaplar' da vardı." Buradaki soru bilge halifenin neden bir Bulgar (tüm halkın) kralı ile karmaşık felsefi konularda haberleşme ihtiyacı duyduğudur. Bu özellikle ilginçtir, çünkü Mu'tezileler Müslüman bilgin­ ler arasında Yunan felsefesinin ayrım ve usullerini kendi dinbilim sistemlerine genişletecek şekilde ilk kullananlar arasındadır. =

185

Nedim'in Burghar/Bulgarları kimlerdi'? Bunlar kesinlikle Müslüman olmayan Tuna Bulgarları veya 900 civarında İslaın'ı benimseyen idil Bulgarları değildi. Yöneticileri 8. yy'da lslam'ı kabul etmiş olabilecek olan Bulgarlar, aynı zamanda Kara Bulgaristan da ('kara' büyük manasında) denilen Büyük Bulgaristan'daki sözde 'Kara Bulgarlar' idi. Bölgeleri bir zamanlar bir Hellen öğrenim ınerkezi olan Bosporus Krallığı'na aitti. Const.antinc Porphyrogenit.us Kara Bulgarları ta­ nıyordu. Bunlar 944'teki Rus-Bizans anlaşmasında da zikredilir. Maalesef, Ku­ ban Bulgarlarından günümüze hiçbir metin kalmamıştır.

i dil Bulgarları Ön-Bulgarların ldil-Çulman (Kama) bölgesine ne zaman ve hangi şartlarda göçtüklerini bilmiyoruz. Son zamanlarda Istvan Zimonyi, bunun 8. yy. ortaların­ dan önce olamayacağı sonucuna vardı. 900 yılı civarında İdil Bulgar Hanı Şılkoğ­ lu Almuş İslam'ı kabul etti ve Gaffar bin Abdullah adını aldı. Halife Muktedir Bil­ lah, heyetin önderlerinden biri olan İbni Fazlan'ın bahsettiği bir elçilik heyeti gönderdi. O zamanlar Bulgarlar Hazarların kağanına bağlı idiler. Hazarların çö­ küşünden sonra, Moğol istilasına ka­ dar bağımsız kaldılar. Orta Asyalı Sa­ maniler ve daha sonra Harzemşahlar devletleri ile ilişkilerini korudular. idil Bulgarları uluslararası tüccarlar ola­ rak bilinirdi. Şehirleri vardı; İslami para ve ağırlık nizamını benimsemişlerdi -

i� "

1

.

1. , . .\ 4 ..

'' {",.,,:.

.

• " ... ..

.•"

'

1

Macaristan, Avar Devri, Oymalı Kemer Takıları, Bocsa. Macar Milli Müzesi

ve kürk ticareti ile uğraşıyorlardı. Üç dildeki yazmalar için Arap abecesi kullanıyorlardı: Arapça, Ön-Bulgarca ve Türkçe. idil Bulgarlarının kendi eserleri günümüze ulaşmamıştır.

Bütün Bulgarların 'Saklap' (Slav) denilen kalıcı orduları vardı. Bu tür aske­ ri birliklerin Bulgarların icadı olduğu anlaşılıyor.

Peçenekler Bizans'ın bilge imparatoru Constantine Porphyrogenitus'a (948-952 civarı) göre, üç önder kabile birliğini içeren Peçeneklerin yönetici tabakasının gerçek adı Kangar idi. Araştırmacılar bu ismi Toharca *kank-(taş) kelimesine bağlıyor­ lar. Kangarlar aslında 'taş şehri' Taşkent ve çevresinin yöneticileri idiler. Bunlar şehir sakinleri ve tüccardı ve Türküt-Türklerle ittifaka girerek siyasi isim olarak 'Peçenek'i (*Bacanak) aldılar. Bunlar M.S. 732 yılındaki Kültigin (Köl-tigin) ya­ zıtında da 'Kangaras' olarak karşımıza çıkan yerel isimleri ile biliniyorlardı.

186

Yukarda geçtiği gibi, Peçenek/Kangarlar eski merkezleri Taşkent'in bulundu­ ğu Aral denizi ile Sir Derya'nın orta boylan arasındaki alanda ortaya çıktılar. Bun­ lar başlangıçta, bozkırın efendileri Doğu Türkleri ile yakın ilişkilerini koruyan, kı­ t.asal ticaret ağındaki aracılardı. 744'te Moğolistan'daki (Gök) Türk Devleti çöktü ve bozkırda hakimiyet Uygurlara geçti. Bunların işbirlikçileri Karluklar Oğuz boy

birliğini (sonradan Kiev yazma­ larında Torki olarak bilinenler) , itaatsizliklerine ceza olarak, Ku­ zeybatı Moğolistan'daki yurtla­ rından zorla sürdüler. Oğuzlar Aral gölü ve Sir Derya'nın aşağı boylarına yerleşerek Pcçenek­ lerle komşu oldular. Bu durum, Peçenek tarihinin gelecekteki akışını belirledi.

Macaristan- Avar Devri, Altın Elbise Aksesuvarları (Czibakhaza Kazısı) Vlll. yüzyıl (Macar Milli Müzes)

Yeni gelen Oğuzlar bir süre sonra, o zamanlar Peçeneklerin elinde olan, Orta Asya'yı İdil Bulgaristanı, Ha­ zarlar ve Orta Avrupa'ya bağlayan ticaret yolunun denetimini almaya can atma­ ya başladılar. Yol yüzünden iki halk arasında çatışma çıktı. 9. yy'ın ilk yarısında Oğuzların Karluk ve Kimekleri de içeren bir ittifakı, Aral gölü yakınlarındaki bir savaşta Peçenekleri ve müttefiklerini (Cepni, Başkurt ve Navkarda) yendi. Ye­ nilgiyle Peçenekler özyurtlarından sürüldüler ve yeni bir yurt aramak zorunda kaldılar. Constantine Porphyrogenitus'a göre, Ural-Emba ile idil arasındaki bölgeye yerleştiler. Bozkırdaki uygulamada sıkça rastlanan bir şekilde, Peçeneklerin bir kısmı kendi topraklarında kaldı ve muzaffer Oğuzların birliğine katıldı. 1060'larda, Oğuz birliğini Kınık (Selçuk) boyu yönetirken, Oğuz Peçenekleri 22 Oğuz bo­ yundan oluşan düzende 1 9 . sırada idiler. Bozkıra yeniden yerleşmeleri Peçenekleri, temelleri ticarete ek olarak hay­ vancılık ve savaş sanatları olan göçebe yaşama alışmaya zorladı. Yerleşik Tohar­ ca dilini de bir Altay dili ile değiştirdiler. Yeni yurtlarında Peçenekler Hazarların komşusu oldular. 8. yy. İslam belge­ lerinde doğrulandığı üzere, yıldan yıla Hazarlar ve onların bağlısı Burtaslarla sa­ vaştılar. 890 civarında Hazarlar ve Oğuzlar Peçenekleri tamamen bitirmeye ka­ rar verdiler. İki taraftan saldırıya uğrayan Peçenekler dağıldı ve topraklarını terk ettiler. İkinci yurtlan da böylece Oğuzlarca işgal edildi. Ancak Peçenekler Hazar topraklarına yöneldi ve bir Türk boyu olan Kabar­ ların yönetiminde, Lebedya'da Hazarların hizmetinde bulunan geleceğin Macar­ larını yendiler. Macarları iki kısımdan, Sivers'kıy Donets havzası ('Hudud'ül­ A'lam'ın 'Türk Peçenekleri, 982) ve şimdiki Kuban bölgesinden (aynı kaynakta­ ki Hazar Peçenekleri) oluşan Lebedya'dan kovdular. Peçeneklerin bundan son­ ra Donets nehrini Frank Devleti'ne bağlayan ticaret yolunun yönetimini aldıkla­ rııu kestirebiliriz, çünkü onlar hakkındaki bilgiler 889 civarında hemen Karolenj tarihçiliğine (Lotharingialı Papaz Regino, 915) girmeyi başarmıştır. Artık Onoğur boyunca yönetilen yenilmiş Macarlar, önce 'Etelközü'ne (İki ırmak arası, yani içinden beş büyük ırmağın, Özü (Dnyeper) , Aksu (Boh, Bug) , Turla (Dniester) , Prut ve Seret'in aktığı, Ukrayna'nın güneybatı kanadına kaçtı­ lar. Üç yıl sonra Peçenekler tekrar ilerledi ve Tuna Bulgar Çarı Simeon'un müt­ tefikleri olarak Macarları daha batıya gitmeye zorladılar. Peçenekler böylece 150 yıldan fazla hakim olacakları, şimdiki Ukrayna'nın güney kısmına sahip oldular. Onların topraklarının yaklaşık smırları doğuda Don ve batıda Tuna nehri idi.

187

Peçeneklerin Ukrayna bölgesindeki devleti iki kanattan oluşuyordu: Yüksek derecedeki sağ ve düşük derecedeki sol kanat. Sağ veya batı kanadın yüksek de­ receli olduğu gerçeğini Peçenek mezarlarının batıya yönelişi ve Constantine Porphyrogenitus'un devletin eyaletlerinin (boylarının değil) isimlerini listeledi­ ği sıra ispat eder. Her iki kanat dörder eyaletten oluşuyordu. Bunların her biri beş bölgeye ayrılıyordu. Yani bütün devlet toplam 40 bölgeden oluşuyordu. Eya­ letler arasında erkdizim (hierarchy) vardı. Yönetici tabaka olan Kangarlar en yüksek dereceli eyalette, ilk sağ ile ilk ve ikinci sol kanatta yaşıyorlardı. Bölge­ lerin oluşması muhtemelen belli bir bölgenin 1 0 bin atlı askerden oluşan bir bir­ lik sağlama imkanına göre idi (Bkz: Bizans yazarı Joannes Scylitzes'in -ölümü 1 092- verileri). Doğu Avrupa'daki Peçeneklerin yönetimi bir askeri demokrasi olarak nite­ lenebilir. Büyük önemdeki tüm konular bir genel kurulda (kurultay) kararlaştı­ rılıyordu. Bizans kaynakları (Joannes Scylitzes) , olduğu yerde seçilen temsilci­ lerden oluşan bu kurulu 't6 Koµı:vwv (Latince conventus) tabiriyle tanımlar. Misyoner Querfurtlu Bruno'nun bir mektubuna göre ( 1 007 civarı) bir kurultay toplamak yalnızca bir hafta alıyordu. Bu, Peçeneklerin çok fazla hareketliliğinin delilidir.

Gesta Hungarorum'un ( 1 200 civarı) adı bilinmeyen yazarı, kaynakları ara­ sında, 1 0. yy'da Peçeneklerin yönetici boyunun isminin Thonuzoba olduğunu buldu. Bu tabir, ünlü karizmatik Sasani kabilesi 'Domuz Ailesi'nin isminin Türkçeye tercümesiyle açıklanabilir: Tonghuz (domuz) ve oba. Peçeneklerde görevler, iyi bilinen göçebe sistemi yanal tevarüse dayalı ola­ rak kalıtsal idi. Maalesef elimizdeki kaynaklar Peçeneklerde ne kadar merkezi görev olduğunu ve de isim ve işlevlerinin ne olduğunu açıklamazlar. Constanti­ ne Porphyrogenitus yabancı bir aileden kimsenin onların arasına girip yönetici olamayacağını vurgular. Arkeolojik veriler, Ros' nehri civarında büyük bir Peçenek yoğunlaşması ol­ duğunu gösteriyor. Herhalde Querfurtlu Bruno'nun ( 1 007) Kiev Rus Devleti'nin sınırlarından itibaren yaya dört günlük yoldan sonra ulaştığı 'Çadırlar Kenti' bu­ rada idi. Kurultayın toplanma yeri de muhtemelen burada bulunuyordu. Peçenekler başta Bizans imparatorluğu ve Kiev Rusyası olmak üzere, kom­ şularıyla diplomatik ve ticari ilişkileri korudular. Bağlantılar ya Kırım şehri Cher­ sones (Korsun) , ya da Turla ve Özü nehirlerinin haliçleri arasındaki sahil üze­ rinden kuruluyordu. Peçenekler ve Kiev Rusları arasında, rehine değişimi yoluy­ la bir çeşit anlaşmaları temin sistemi vardı. Peçeneklerin muhtemelen herbiri 10 bin kişilik 40 tümenlik, toplamda 400 bin kişiye ulaşan büyük bir atlı savaşçılar ordusu vardı. Bunlar özellikle araba­ lardan kurulmuş istihkamlardan savaşmaları ile ünlenmişti. Dönüşüm geçirme­ den önce, en iyi 'Merkantilist iktisadın ilk safhası' olarak nitelendirilebilecek bir çeşit Orta Asya ve Türkistan şehirleri birliği kuran Peçenekler, yeni Doğu Avru­ pa yaşam alanına yerleştikten sonra şehirli köklerini terkettiler. Constantine 188

Porphyrogenitus, onların yönetimindeki, bir zamanlar Doğu Iranlıların olan boşalmış şehirlerin varlığını vurgular.

Göçebe devletin askeri karakterinden dolayı, Peçenek düzeni hemen hemen kaçınılmaz olarak 'komuta ekonomisinin' özgünlüklerini benimsemişti. Fakat ol­ dukça liberal bir iktisat siyaseti izlediler. Doğu Avrupa'daki Peçeneklerin iktisa­ dı hayvancılık (davar, sığır, at) ve ticarete dayalıydı. 1 0. yy'da başlıca ticari or­ takları, onların sığır, davar ve atlarını satın alan Ruslar ve deri ve balmumu alan Bizans'ın Chersones (Kırım) eyaleti idi. Peçenekler aynı zamanda Asya ile tica­ retin aracıları ve ticaret yollarında güvenliğin bekçileri olarak da bilinirlerdi. Hiz­ metleri karşılığında komşularından değerli eşyalar, mesela Korsunlulardan er­ guvani kumaş parçaları, kurdele, ipek, altın, diba, biber, kızıl veya Fars köselesi alırlardı (Constantine Porphyrogenitus). Peçenekler "özgür, yani bağımsızdı ve parasız hiçbir hizmet yapmıyorlardı." Müslüman yazarların da (örneğin Bekri, 1 094) doğruladığı üzere, kölelik Peçe­ neklerde uygulanmıyordu. Savaş esirlerine ya eve dönme, ya da Peçenek kızla­ rı ile evlenerek hukuken Peçenek topluluğunun üyesi olma seçenekleri verili­ yordu. Orta Asya'nın diğer birçok halkı gibi, Peçenekler de bütün evrensel dinlere, Hıristiyanlık, Budacılık, Manicilik ve İslam'a ilgi duydular. Aralarında bir çeşit Maniciliğin özellikle yaygın olduğuna dair deliller vardır. Kiev hakimi Büyük Vo­ lodimer'in yardım ettiği Querfurtlu Bruno'nun ( 1 007) misyonu çok az başarı ka­ zanmıştı. Ancak Bekri'ye göre, Müslüman tebliğciler H. 400 (M. 1009- 1 0 1 0) ci­ varında Peçeneklerin önemli bir kısmını Islam'a çevirmeyi başarmışlardır. Komşu devletler arasında hakim rolü­ nü koruyabilmek için, Peçenekler zaman zaman Bizans (9 1 4 , 968, 972), Rusya (944) ve diğer devletlerle ittifaka girmiş­ tir. Bu tür ittifaklar genellikle ad hac te­ melde yapılır ve çoğunlukla önceki bir müttefike karşı olurdu. Rusya'da ilk kez, Svyatoslav'ın Bulgaristan seferi sırasında göründüler. 972 yılında Özü'nün ivintile­ rinde yapılan savaşta Peçenek önder Ku­ ria (Küre) Svyatoslav'ın ordusunu bozgu­ na uğrattı. Svyatoslav öldürüldü ve Peçe­ nek önder, eski bozkır geleneğine göre, "Svyatoslav'ın kafasını aldı ve kafatasın­ dan kase yaptı, bir metalle kapladı ve on­ dan içti" (Kiev Ana Vakayinamesi).

Macaristan, Avar Devri, Tunç Kemer Takıları, (Bocsa Macar Milli Müzesi

Peçeneklerin Ruslara saldırıları Volodimer'in yönetimi sırasında başladı. 988 ve 992'dc Pereyaslav'a, 996'dc Vasyl'kiv'e ve 997'de Bilhorod'a saldırdılar. Peçe­ neklerle savaşmak için Volodimer onların daimi düşmanı Oğuzları (Torki) ayar­ ladı. 988'de Volodimer Stuhna boyunca ve sol kanatta Desna, Oster, Trubej ve Sula nehirleri boyunca istihkamlar kurmaya başladı. Torkların (daha sonra, aşa­ ğıda görüleceği gibi Karakalpak olarak bilindiler) bu istihkamlar boyunca askeri garnizonların sakinleri olarak celbedilmesi o zamanlarda başladı. Ruslara Peçenek tehdidi, Peçeneklerin Kiev'in hemen dışındaki savaşta Yaroslav tarafından perişan edildikleri yıl olan 1 03G'dan sonra ortadan kalktı. Za-

189

_J

ferine kısmen dini bir şükran olarak, Yaroslav savaş alanında St. Sophia kated­ ralini yaptırdı. 1 040'ların başlarında Peçenekler, Kıpçaklar tarafından batıya göçe zorlanan Oğuzların (Torki) baskısını hissetmeye başladılar. 1 050-1 060'larda Peçenekler Özü'nün sol tarafından, ve sonra da sağ tarafından tamamen sürüldüler. Başta müttefik olarak yerleştirildikleri Bulgaristan olmak üzere, Tuna'yı geçip Bizans İmparatorluğu topraklarına doğru toptarı göçe başladılar. 1 050'de Edirne'ye var­ mışlardı. Fakat bir süre sonra aralarında bir Bizans karşıtı eğilim hakim oldu ve Selçuklularla ittifaka girdiler. Bizanslılar, 1 09 1 yılında (29 Nisan) Alexius Com­ nenus'a Peçenekleri tamamen ezmede yardım eden Kumanların beklenmedik ge­ lişi sayesinde kurtuldular. 1 1 22'deki ikinci bir yenilgiden sonra, Bulgar ve Ku­ manlar arasına dağılan Peçeneklerin bağımsız bir topluluk olması son buldu. Yak­ laşık ayru zamanlarda, Macaristan'da önemli Peçenek yerleşimleri kuruluyordu. 10- 1 1 . yy'lardaki Peçenek Devleti milliyet ve din bakımından tek tür değil­ di. lşin başında bir çeşit Toharca konuştukları anlaşılıyor. llk binyılın sonlarına doğru, Biruni'ye ( 1 025 civarı) göre içlerinden bazıları Doğu lran (As) dili konu­ şuyordu. Constantine Porphyrogenitus'un verdiği eyaletlerinin isimleri, örneğin 'Yavdıertim' (Parlak-atlı-Erdem) , 'Küerçi Çur' (Mavimsi-atlı-çur) , 'Boru Tolmaç' (Boz-atlı-çevirmen) açıkça Türkçedir. Kaşgarlı ( 1 070) ve 10. yy. Arap coğrafya­ cıları Peçenek dilini Ön-Bulgarcaya bağlarlar. Hiçbir Peçenek dilinde hiçbir me­ tin günümüze ulaşmamıştır.

Oğuzlar (Torki), Berendeler ve Karakalpaklar 985'te Kiev hakimi Büyük Volodimer, ldil Bulgarlarına karşı bir sefer yap­ mak için Torkları kiraladı. Torklar veya bizans kaynaklarındaki Uz-oi (Oğuz) o zamanlar hala Sir Derya'daki yurtlarında idiler ve henüz İdil nehrini geçmemiş­ lerdi. Kiev vakayinameleri onların ismini iki şekilde kaydeder. Eski biçimde ilk he­ cede sözde gerijer (b) vardır: Tbrk-. Bu, türkçe hece seslisi 'ü'nün asıl eski Uk­ rayince gösterimi idi. Doğu Slavca (ve Eski Ukrayince) /b/ zamanla 'o'ya dönüş­ tü ve Tork biçiminin doğuşuna yol açtı. Torklar Oğuz (Türkmen) dil topluluğuna aittiler ama Rusların önceki müt­ tefiki olan bu halk iç kargaşanın (Selçukluların yükselişi) ve Kıpçakların (Ku­ man, Polovtsı) Avrasya bozkırlarında hakimiyetine yol açacak kavimler göçünün zincirleme tepkimesinin baskısıyla yurtlarını bırakmak zorunda kaldılar. 1 054 kı­ şında Torkların ilk birlikleri Pereyaslav yakınlarında göründü ama Knez Vsevo­ lod onları yendi. 1 060'ta Rusların dört büyük knezi büyük bir ordu topladı, at ve gemilerle Torkların üzerine gitti ve onları yendiler. Bu zafer Ruslara yöııelik Tork tehdidinin sona erdiğini haber veriyordu. Önceki Peçenekler gibi, önemli sayıda Tork Tuna'yı geçti ve Bizans yetkililerince Makedonya'ya yerleştirildi. Bi­ zans kaynakları saylarını 600 bine çıkarıyor ama Torkların tamamı bu göçte yer almadı. Bazıları bozkırın yeni efendileri Kıpçaklarla birlikte yaşamaya devam ederken, bazıları da Rus knezlerinin hizmetine girdi. 190

O dönemde göçebelerin paralı asker olarak alınması açık bir ihtiyaçtan kaynaklanıyordu ve Bizans, Macaristan, İdil ve Tuna Bulgarları ve Ruslar tarafından

bu yönteme sıkça başvuruluyordu. Bu paralı askerler belirlenen bölgelere, ge­ nellikle yöneticilerin meskenlerinin ve iktisadi merkezlerin (Eski Rus kaynakla­ rında zizn) civarına ve/ya sınırlara yerleştiriliyorlardı. Usta süvariler olarak Rus knezlerine ihtiyaç duydukları şeyi, hafif ve kolay hareket eden bir kalıcı orduyu sağlamışlardır. Knezlerin göçebe bağlıları ile ilişkileri yarı feodal tabiatta idi. Ki­ ev vakayinamesinden aşağıdaki metin, Berendelerin (Torkların bir kolu: q.v.i.) dört öndegelen yöneticisinin kendi rollerini nasıl gördüklerini ve 1 159'da Knez M.S. tislav lzyaslaviç'e, Kiev'i almak için lzyaslav Davidoviç'e karşı yardım etme­ den önce hangi şartları ileri sürdüklerini göstermektedir: "Onlar dediler ki, ey knez, bizler sana karşı hem iyi, hem kötüyüz. Eğer sen bize Baban (Izyaslav M.S. tislaviç, 1 146- 1 1 54) gibi tutkun olursan ve herbirimize daha iyi (yani daha kar­ lı) birer şehir verirsen, biz de lzyaslav'ı (Davidoviç) terk ederiz. Bu sözlerden hoşlanan M.S. tislav, hemen o gece onlara Olbyr Şeroşeviç'i gönderdi ve onlara tüm istediklerini bağışladı; Olbyr da onlara knez adına yemin etti." 1 1 . yy. sonunda bütün önemli Rus knezliklerinin hizmetinde Torklar vardı. Onlar da karşılığında efendilerine sadakatle hizmet ederlerdi. Rusya'daki ana Tork yerleşim alanı Kiev'in güneyindeki Ros nehri boyunca uzanan sınır, yani Porossiya idi. Onların merkezi olan Torçesk kenti burada bulu­ nuyordu. Rusya'da Torkların son anılması 1 235 yılındadır. Torkların, gerçek Torklardan sayısal olarak daha iyi temsil edilen kolu Beren­ delerdir. Rus vakayinameleri Tork birlik­ lerinin sayısını 600 ( 1 1 60 yılında) ve 6.000 ( 1 1 85) olarak belirtirken, Berende­ lerin sayısı 1 .500 ( 1 1 72) , 2. 1 00 ( 1 1 83) ve 30 bin ( 1 1 38) olarak kaydedilir. Berende­ ler Rus vakayinamelerinde 1 097- 1 1 85 yıl!arı arasında görülür.

7.075 cm Macaristan, Avar Devri Seramik E�ya (Yanos-hidra) Macar Milli Müzesi

Sadece Rusya değil, Macaristan ve Romanya'da da geçen Berende isminin kökünü bulmak için çok gayret gösterilmiştir. Peter B. Golden, L. Rasonyi'nin teklifini, yani -ber'den (vermek) ber-in-di (verilen) fiil türevini kabul eder. An­ cak bu açıklamaya ciddi itirazlar yapılabilir. a) Ber-in şekli çok nadirdir ve özel isimlerde kullanılmaz; b) ismin ikinci seslisi 'i' değil, 'e'dir, yani isim berin -değil beren- olarak anılır; c) 'Beren' biçimi, isim yapma ekleri ile ve yalın olarak Ma­ carca belgelerde geçen pekçok şekilde görüldüğü gibi, fiil değil isim köklüdür: Bereny, Beren-d, Beren-ç, vb. Kiev Vakayinamesi'ndeki Igor Olgoviç'in ölümü bahsi, 1 1 46'da Kiev'in hiz­ metindeki göçebelerin Knez Igor'dan memnun kalmadıklarını ve bağlılıklarını Iz­ yaslav M.S. tislaviç'e naklettiklerini söyler. Hypatia yazması bu göçebeleri Kara­ kalpaklar (Çerme Klobuki) olarak gösterir, ama Laurent metninde bunlara 'bazı Peren'leev' denir. Her ikisinin de Laurent metnine yakın olduğu Radziwill ve Akademi nüshalarında 'bazı Berendeev' sözü vardır. Yani daha genel Berende­ ycrinc Laurcnt vakayinamesi 'Percn'lc- biçimini ortaya atar.

191

Baştaki 'b'nin b-r (>p-r) sıralamasında ara sıra değişimi hemen bütün Türk dillerinde iyi bilinen bir olgudur (Örn. 'barmak'tan Osmanlıca 'parmak') . 'Peren', çağdaş Kazakça gibi, damak ilişkisi olan bir dil topluluğunda Türkçe 'beren' ke­ limesini doğru olarak nakleder, yani beren = (b'er'en') . 'Peren-ti' şekli de 'Beren­ di'deki 'di'nin, iyelik bildiren/J.i/'an olan Karakalpakların üst tabakasından idi. Benim varsayımı­ ıııa göre , hükümdarları tek başına bütün Rus ülkesini yöneten Vsevolod Yaros­ laviç ( 1078- 1 09'.3 ) idi. Bu, Çernihiv Knezliği'ne bağlı Bela Veja'dan üst düzey ra­ hipkrin Ki('v·iıı yenilenmiş St. Sophia katedralinin duvarlarındaki grafitlere da­ hil olmasını aç·ıklayabilir. olmaları mümkündür. Bunlar aynı zamanda (belki 1 085) öl­ dürülmüş görünüyor ve Ivan'ın oğlu (üst düzey rahipler evle­ ııPmezlerdi) onların anısına ya­ zıyı kazımış olmalıdır. Onun da lıir rahip olması mümkündür: St.. Sophia'ya bağlı birisi olarak, bu yazmayı kendisi bir ustaya yapı ırnıış olabilir.

Bulgar Çarı Krum'un Bizans ile ittifakı. (8 1 3)

Kiev'deki St. Sophia katedralinde bulunan 153 no'lu grafit, Kiev Rusyası'ndaki Karakalpaklan onurlandır­ mak için bilinen tek yazma olması hasebiyle, Doğu Avrupa tarihi bakımından öneme sahiptir. Bunun Türk dilbilimi ve kültür tarihi için önemi ise özgün çift­ dilliliğinde, Türk-Slav karakterinde yatar. 1 1 46'dan sonra, Kiev Rus Devleti'nin sona erişine kadar ( 1 240) Karakalpak­ lar Romalı prateryanlann rolünü oynadılar. Kiev knezlerinin atanmasında belir­ leyici rolleri vardı. Son kez zikredildiği, Reşidüddin'in Kiev'in Moğollarca fethini anlatımında ( 1 240) Kiev Rusyası 'Orusların ülkesi' diye geçerken, Karakalpak halkı 'kavm-i külah-ı siyahan' olarak geçer.

Hazarlar Kuzey Kafkasya'da bulunan geçitlerden en önemli ikisi Daryal (Alan veya Hazar) kapısı ile Derbent (Çor, Bab'ül-Ebvab) kapısıdır. Burası Avrasyalı 'barbarlara' karşı Hüyük Çin Seddi veya bir 'hudut' rolü oynamıştır. Kafkaslar'daki

1 93

yerleşik güç İran (Arsak ve Sasani) idi; 7. yy'ın ikinci yarısında yerini Araplara bıraktı. Sasani (ondan sonra da İslam halifeliği) hududu boyunca Kuzey Kafkas­ ya'da aynı 'barbar' kabilelerin, yani Hunların (Hsiung-nu) , Sabirler (Hsien-pi) , Kay-lan (Hsi) ve başkalarının aynı örgütlenmelerinin olduğunu keşfetmek ol­ dukça heyecan vericidir. Bunların arasında öncü role Gerçek Avarlar (Ahwarlar, yani Wu-huan) sahipti. Kafkaslar aynı zamanda, zamanla Bizans'ın da dahil olacağı Roma ile İran arasında hakimiyet mücadelesi arenasıydı. İstanbul imparatoru Heraklius (6 1 064 1 ) , imparator olmasından itibaren sürekli Fars tehlikesi ile yüzyüze geldi. Sa­ sani 2. Hüsrev Perviz'in (589-628) orduları Filistin, Suriye, Mısır ve Anadolu'yu istila etmişti. 6 1 5'te Boğaz kıyılarına ulaştılar; Heraklius Afrika'daki Kartaca'ya kaçmayı bile düşünüyordu. Bu acıklı durumda umutsuzca Sasanilere karşı bir müttefik arıyordu. Bu önder şüphesiz, 6 1 5 yılında Çin İmparatoru Yang-ti'yi ezen Göktürklerin büyük kağanı Shih-pi (609-619) idi. Kudüs'ün 6 1 4'teki düşü­ şü haberinin çağdaş Gürcü nüshası (Pandektes) , Heraklius'un bu öngörüler içinde yardım istemek için Göktürk kağanına elçi gönderdiğini açıkça ifade eder. Shih-pi Bizans elçisini iyi karşıladı ve işbirliği yaptı. Heraklius bundan sonra Türk topraklarına (yani Kuzey Kafkaslar) yöneldi. Farslara karşı Göktürk-Bizans ittifakı, 626 yılında Shih-pi'nin halefi, Batı Ka­ ğanı Tung Yabgu'nun en küçük oğlu olan şad ünvanlı yeğenini batıya gönderen büyük kağan Hsieh-li ile de yenilendi. Tung Yabgu 628'de Kuzey Kafkasya'ya geldi ve İranWarı yendikten sonra geri de şad olan oğlunu bırakıp Orta Asya'ya döndü. Orta Asya'daki iç kargaşadan dolayı şad burada rahat etti. 630 yılında Çin tang sülalesi Doğu Göktürklerini yendi, 659'da ise batıdakilerin sonu geldi. Şad, kaynaklarda Hazar kağanları olarak geçen kağanlar sülalesinin kurucusu ol­ du. Temelinde Hazar budunadı olduğu farzedilerek, Hazar Kağanlığı'nın kökeni sorununu çözmek için çok gayret gösterildi. İsmin pekçok açımlaması önerildi ama hiçbiri ikna edici değildir. 650 yılı civarında Hazarlar bir milli topluluk ola­ rak artık bulunmuyorlardı. Hazar sadece, Hohenzollemlerin eline geçtikten son­ raki Prusya ile karşılaştırılabilecek bir coğrafi terim idi. Bugün Kuzey Kafkas­ ya'da çok sayıda milli topluluk yaşar: Hun, Bulgar, Türk, Ön-Moğol, Kafkas vb. Bu alan ilk önce Göktürk hanedanının önderince birleştirildi: O, 1 701 'de Prusya kralı olan Brandunburg elektoru 3. Frederick Hohenzollemin yaptığı gibi, Hazar isimli bölgenin kağanı oldu. Hazar tarihinin Doğu Avrupa tarihçisi için özel bir önemi vardır. Hazarlar, oradaki hemen hemen ilk yerleşik medeniyet idi. Birçok özellikleri, düşüşünden sonra halefleri, Kiev Rusları Larafındarı aluunıştır. Hazar tarihi üç döneme bölünebilir: 1 ) 650-737, 2) 737-840 ve 3) 840-965. Tarihinin ilk yüz yılı esasında, lran'a giden ticaret yollarının denetimi ve Azer­ baycan için Araplarla kıyasıya bir mücadeleden ibarettir. Kırım'daki Bizans mül­ kü Cherson'a sık sık göz dikmelerine rağmen, genellikle Bizans ile müttefik idi­ ler. llk dönemde Hazarların başkenti Dağıstan'da bulunan 'Belencer' (aslında Baran-gar) , '-ordunun-sağ kanadı' idi. Hazar-Arap savaşları Hazarların yenilgisi

1 94

ve Araplarla barışı ile son buldu.

Bu süre içinde Hazar Barışı'nın (Pax Hazar) dikkati kuzeye, sonradan Ukray­ na ve Güney Rusya olan yerlerdeki kabilelerin yönetim altına alınmasına ve Frank, Arap ve Hazar-Aral bölgesiyle Hazar ticari bağlantılarının genişletilmesine kaydı. Hazar Devleti için Frank Yahudi tüccarlarla ticaretin özel bir önemi vardı. 8. yy'ın ikinci ve 9. yy'ın ilk yarısında bunlar hakim kıtalararası ticaret gücü idi. Rhone (Latince Rhodanus, buradan onların Arapça adı Radhaniye) nehrinin ağ­ zında bulunan Frank limanlarından Kuzey Afrika, Bizans ve Hazar'a, aynı zaman­ da Arap topraklarına, Iran, Hindistan, Orta Asya ve Çin'e seyahat ediyorlardı. Yeni dünyanın iktisadi başkenti olan Bağdat kurulduktan sonra, işletmeleri­ ni şehrin dış mahallesi Rahdan'da (Onların Arapça'daki diğer adı Rahdaniye'nin kaynağı) kurmuşlardı. Radhaniye/Rahdaniye'nin Hazarlar üzerindeki etkisi nihai idi. Herşeyden önce, buranın etkisiyle Hazarın siyasi düzeni Frank örneğine göre şekillendi. Kağanın rolü devletin karizma­ tik temsili ile sınırlandı ve bü­ tün iktidar İranlı Varaz ailesinin (Türkçe, bwlç'n yazılan Barç, Barça'an) ikhşidh)

vekilharçlık ofisine

(beg,

nakledildi.

Bunlar Rahdaniye'den Yahudili­ ğini kabul etmeye celp oldular (aş. bak). Kağanmkinden başka bir sülalenin vekilharçlık maka­ mı, Türklere ait çifte krallık ola­

Don-Volga Bölgesi, Hazar Dönemi, bir kazı alanı

rak yanlış yorumlanmıştır. Hazar iktisadı bir para düzeni, geçiş ücretleri ve köle, bal ve balmumunun (Rus ve Sakalibe, yani Slavlardan) , kunduz, samur ve öteki pöstekiler (çoğun­ lukla idil Bulgarlarından) ve kumaşların (çoğunlukla Cürcan ve Bizans'tan) tek­ rar ihracına dayanıyordu. Kendi topraklarında ve deniz yollarında, özellikle baş­ kentlerinde iyi çalışan bir gümrük (başınç) düzenleri vardı. Gümrük memurla­ rı hem gümrük vergilerini, hem de ticarete konan ondabir vergisini toplardı. 7. yy'da uluslararası Roma altın 'trimissis'inin (bir solidin üçte biri) ortala­

ma ağırlığı l ,5'tan 1 ,3 grama indirildi. Bu ağırlık 3,9 gramlık Mısır altın miskali­ ne benzediği için, miskal, Batı Avrupa'nın gümüş siliqua'sı ile aynı olan Afri­ ka'nın 2.73 gramlık gümüş dirhemi için temel alındı. Afrika dirhemleri Doğu Av­ rupa'daki Hazar Dönemi istiflerinde, özellikle 787-833 yılları arası için bulun­ muştur. Bunların Radhaniye tarafından getirildiği sanılıyor. Ilk Ortaçağ paraları olarak bunlar, 1 9 1 Tye kadar yürürlükte kalan Doğu Avrupa ölçübilim sistemi için temel oldular. Hazarlar madeni para ile kürkçülerin cenneti olan idil bölge­ sindeki derilerin birlikte bulunmasına dayanan ustaca bir biçim geliştirdiler. Bir sincap derisi (tin) orada 2 ,73 gramlık 2 ,5 dirhem, yani 6,825 gram gümüş edi­ yordu. Hazar para hesabının bir birimi olan 'altın', 6 tine, yani 40,95 grama veya 409,5 gram gelen bir Bağdat ratlinin, yani libresinin ( 1 9 1 Tye kadar Rus libresi olarak yürürlükte kalmıştır) onda birine eşitti. Hazarlar ülkelerinde Arap usülü kendi dirhemlerini basıyorlardı.

195

Şimdi şehirlerine dönelim. Bunların ortalama örneği İslami (lrani) Orta As­ ya'da bulunur. Orta Asya'nın Hellen şehirleri 4-5. yy'larda göçebelerce büyük öl­ çüde tahrip edilmişti. Yeniden kentleşmenin başlaması gerekiyordu. Bunun ilk basamağı peykleriyle birlikte şarampollü 'rustak' ve daha sonra yuvarlak şehir idi. Hazar Devleti'nin ilk başkenti Dağıstan'daki Sulak nehrinin yükseltilmiş boyları üzerinde bulunuyordu. Şehir açık ve kapalı 1 5 uydu yerleşim sistemini içeriyordu. Bunlardan birisi, oldukça iyi istihkamlı Verhneçiyurt yerleşimi (Kiev gibi) hakim bir şehir olarak ortaya çıkmıştı. Hazar'ın yeni başkentine gelince, 910. yy. Arap coğrafya yazıcılığının pekçok çağdaş tarifi ve bunların yazarlarının başkentin Ati! (ldil) nehri deltasına yakın bir yerde bulunduğu kanlarında hem­ fikir olmalarına rağmen, bugüne kadar arkeologlar şehirden bir iz bulamamışlar­ dır. Yazılı kaynaklara göre şehrin iki özelliği vardı: Hem bir ikiz kent, hem de Iran misali yuvarlak kent idi. Surlarla çevrili ikizlerin ayrı işlevleri vardı (Büyük Nov­ gorod gibi) . Hazarcada Sarıkçin ve Arapçada el-Beyza (ikisi de beyaz) denilen batıdaki şehir dini ve siyasi merkez idi. Doğudaki ticari mahalle devletin ismiy­ le, Farsçada Hazaran (Hazarlar) veya Hazarların lranlı ortakları Kwalislerin is­ miyle biliniyordu (Eski Rusçada Khvalisy, Eski Vikinkçede Caltheıı, Hazarcada Khwalin balık'tan Khamlik) . Arap yazar Mukaddesi (985-987 civarı) , yeni Hazar başkentinin Hazar ikiz kenti Cürcan'dan sonra inşa edildiğini açıkça ifade eder. Filistin, Irak ve lstanbul'daki çağdaş Yahudilik merkezleri Hazarların dön­ mesini kayda almayı başaramadılar. Bunun iki sebebi vardı. Öncelikle bunu din adamları (rabbiler) değil, uluslararası tüccarlar başarmıştı. İkinci olarak bu, saf­ ha safha etkisini gösterdi. Vekilharç, Yahudiliği önce özel (730-731 civarı), son­ ra da resmi olarak (799-809) kucakladı. Ancak 830-840 civarında kağanı Yahu­ diliğe döndürebildi. Bu hareket kağanı Tengri dininin temsilcisi olarak sahip ol­ duğu karizmadan mahrum bıraktı. Şimdi vekilharç, devletteki bütün iktidarı kul­ lanma konumuna geldi. Sonuçta, kağanlık erkinin iktidarmı ihya etmek isteyen Kabarlar isyan etti. Fakat vekilharç bu hareketi bastırmayı başardı. Benim araş­ tırmalarıma göre, kağan Orta İdil'deki Rus tüccarlarına sığındı ve orada Rus Kağanlığı'nı başlattı (8:39 civarı) . Bundan sonra, Rus hakimi Svyatoslav 965'te şehirlerini tahrip edinceye ve bu ilginç devlete son verinceye kadarki süre için Hazarlar hakkında bir şey bilmiyoruz. Din sözkonusu olduğunda Hazarlar müsamahalı idi. 1 0. yy'ın ilk yarısından Arap yazarlar Mesudi ve !stahri, başkent nüfusunun aşağıdaki oranlara göre, her biri kendi hakimine sahip dört değişik dini topluluktan oluştuğunu yazarlar: Ye­ dide ikisi Yahudi, yedide ikisi Hıristiyan, yedide ikisi Müslüman ve yedide biri pagan. 787'deki !znik 7. Ekümenik Konsülü, Hazar Devleti'nde yeri Ortodoks piskoposluğu içine alacak bir başpiskoposluk olarak Got mitropolitliğinin kurul­ masını önermiştir. Hazar hükümetinin 12 bin kişilik bir kalıcı ordusu vardı. Askere alm�ar İs­ lam kökenli Doğu !ranlılar (Arsiye) idi. Bunların komutanı vezir seviyesinde idi. Günümüze hiçbir Hazar metni ulaşmamıştır. Sadece 930 civarında (hiila Ha­ zar yönetiminde iken) Kiev'de yazılan bir belge korunmuştur. Bu, şimdi !Igilte­ re'de Cambridge'te tutulan Kahire Geniza belgeleri arasında bulunmuştur. İbra­ nice yazılan bu belgede Göktürk alfabesinde Hun-Bulgar dilinde bir mühür bu1 96

lunmaktadır.

Kıpçaklar Kıpçak isminin en erken bahsi Uygur Kağanı li-itmiş'in (747-759) oynıa (ru­ ı ıik) yazıt.larında bulunurken, Kıpçak kabile birliğinin oluşumu 12. yy. başlarına kadar süren uzun bir süreçtir. Kıpçakların kökeni ve milliyeti konularında son zamanlarda pekçok bilgin çalıştı anıa birçok soru halen cevapsız beklemektedir. Bunlardan birisi ac,:ıktır: Kıpçaklar, başta Çin'de olmak üzere, iktidarlara yeni ve güçlü hanedanların gelişi ile tetiklenen kavimler göçü gibi, çok sayıda zincirle­ me tepkinin etkisiyle batıya göçe başlamışlardır. 1 1 - 1 8 yy'ın Kıpçak birliği "Türk, Moğol ve muhtemelen lrani unsurlar içeren çok t abakalı bir budun-dil (ethno-linguistic) yapı göstermekteydi" (P. B. Golden ) . Birliğin toprakları uçsuz bucaksızdı: Batıda Tuna'daıı doğuda Çin sınırlarına ve güneyde Müslüman orta Asya'ya uzanmaktaydı. Kıpçakların iki bağımsız kanadı vardı. Bunların arasındaki sınır idil boyunca uzanıyordu. Doğu kanadı ilk olarak Kimek adıyla ortaya çıkmıştır; Moğol istilasın­ dan ( 1 222) sonra ise Kanglı diye yeniden adlandırıl­ mıştır. İslami kaynaklar batı kanadına 'Deşt-i Kıpçak' (Kıpçakların Bozkırı) derlerdi. Rus kaynakları onla­ ra Polovcı, Bizans yazarları Kuman ve Macarlar ise Kun derlerdi. Kıpçaklar Rusya'da ilk kez 1 055'te, önderleri Bo­ luş (Türkçe 'yardım edici') , Kiev Knezi Vsevolod Ja­ roslaviç ile bir anlaşma yaptığı zaman göründüler. Bir diğer Kıpçak önder Soka! (Sakal) Kiev'in aynı knezine karşı ilk seferi yönetti ve onu yendikten son­ ra bozkıra geri döndü ( 106 1 ) . Ancak kısa bir süre içinde bozkırda büyük bir değişiklik oldu. Ön-Moğol Kaylar eski Peçenek böl­ gesine girdiler, Kıpçakların merkezlerini aldılar ve bozkıra kendileri hükmetmeye başladılar. Bunlar Rus üçlüsü (lzyaslav, Svyatoslav ve Vsevolod Yaros­ laviçler) ile hemen çatışmaya girdiler. Çıkan çatışma Don-Volga Bölgesi. Rus ordusunun Alta nehri kıyısında mahvolması ve Hazar Dönemi, ziynet eşyaları Kiev'de bir devrim ile sonuçlandı ( 1068) . 1 1 07'de Rus hanedanının iki kolu Monomakhlar ve Olgoviçler, Kıpçak yönetici oymağı Ayepalardan (-Q-ay-opa: oba) kız aldılar. Orta Asya'daki olaylar Kıpçak bozkırını etkilemeye devam etti. 1 090'larda Ön-Moğol Ölberli oymağı Mançurya'nm Jehol eyaletinden ayrıldı. Kısa bir süre içinde bu oymak Aral gölünün kuzeyindeki bozkır yerleşimleriııi ele geçirdi; 1 l OO'de Donets havzasında belirdiler. 1 1 16-1 1 1 7 civarında istikrar sağlandı. Öl­ berli ve Kay oymakları ikili yönetim temelinde iktidarı aralarında paylaştılar. Bu­ rada Ölberli oymağının başkanı üst yönetici olurken, Kayların önderi onun naibi oluyordu. Rus vakayinameleri iki ana Kıpçak topluluğuna işaret eder: Vahşiler (dikye) ve diğerleri. Bunlar için ben irticalen 'vahşi olmayan Kıpçaklar' terimini uydurliuııı. Buıılar Rurik'in Rusları ıle nispeten iyi ilişkiler içinde idi. Yani Kiev tahtın-

1 97

daki bir knez değişikliğinden veya Kıpçaklarla düşmanlığa son verilmesinden sonra, bunlar Rus (yani Kiev) ve Pereyaslav topraklarının knezleri, ilke olarak Monomakh ve Olgoviç kollarının temsilcileri ile bir konferans düzenlerlerdi. Kıp­ çaklar iki kanada ayrılıyordu: Güney ve sol (doğu). Kıpçaklar doğu eğilimli oldu­ ğu için ikincisi daha itibarlı idi. Güney kolu daha üst dereceli oymak topluluğu olan Itoğlu ve Urusoba'yı (Urusoviçi) da içine alıyordu. Birincisi Bug nehrinin güneyinde gezinirdi. Kışlakları bu nehrin orta, yaylaları ise aşağı boyları idi. Urus Oba kışlarını Özü çayırlarında, yazlarını ise Moloçna nehri boylarında geçirirdi. Sol kanat boyları içinde daha yüksek derecede olanı Burcoğlu (Burceviçi) idi. Bunlar aynı zamanda 'vahşi olmayan Kıpçaklar' arasında en üst derecede idi­ ler. Yazları üre! nehri kıyısındaki Kara Orman'da yaşarlardı; kışlakları ise Yuka­ rı Donets'te bulunuyordu. Düşük derecedeki topluluk Ulaşoğlu (Ulaşeviçi) ka­ rargahını Samara nehri boyundaki Kara Orman'da kurmuştu. Kiev vakayinameleri güney kanat Kıpçaklarına 'Rus Kıpçakları' ( 1 1 69) , 'Korsun Kıpçakları' ( 1 109; anlaşmanın imzalandığı şehre izafeten) veya 'Luko­ morskie Kıpçakları' ( 1 193; Karadeniz düzlüklerinin sakinleri manasında) derler. Sol kola, toprakları Pereyaslav Rus Knezliği ile sınırda olduğu için Pereyaslav Kıpçakları denir ( 1 1 69) . 'Vahşi Kıpçak' ismi Kiev vakayinamelerinde ilk kez 1 146'da belirir ve ondan sonra 1 1 defa geçer: 1 149, 1 1 59, 1 1 72, 1 1 95 ve 1 1 96. 'Vahşi Kıpçaklar' her ka­ natta ikişerden dört boy topluluğundan oluşuyordu. Göçerlik yurtlarını ancak dolaylı işaretlerden anlayabiliyoruz. Terter Oba ve Jete Oba (Jetebiçi) Donet.s nehri, Kırım ve Kafkasya ile ilgiliydi. Toks Oba (Toksebiçi) ve Ko (t) 1 Oba (Ko­ lobiçi) muhtemelen Aşağı ldil düzlüklerinde yerleşmişti. Halıçlı M.S. t.islav Uda­ lıy'ın kayınbabası Kotyan'ın (Köten) ait olduğu Terter Oba ile Toks Oba arasın­ da rekabet olduğuna dair deliller vardır. Rekabeti Arap tarihçi Nüveyri (ölümü 1 333) anlatır. Kiev Knezi 2. Svyatopolk'un kayınbabası Tugota (r) kan, 1095 yı­ lında onun tarafından Kiev yakınındaki Berestovo'da bulunan knezlik ikametga­ hında gömülmüştür. 16. yy'da Svıralı (Bila Tserkva yöresi) knez ailesi Polovci­ Rojnovskiler kendilerinin Tugota (r) kan soyundan olduklarını söylüyorlardı. Buna, Rurik'in Kiev Devleti'nin çöküşünden sonra kalan tek asil sülalenin bun­ lar olduğu eklenebilir.

1 98

'Vahşi olmayan Kıpçaklar'la Rus sülaleleri arasındaki ilişkiler dostane idi. Ruriklerin sol kanat sülaleleri de Kıpçak askeri yardımından faydalanıyordu. Bu, Kiev Knez'liğinin orada yerleşen Karakalpaklardim kurduğu kalıcı ordusunu dengeliyordu. Bu yüzden ilk Kıpçak saldırısına uğrayan da Kiev Knezliği idi. Kıp­ çaklar, Karakalpaklarla, evlilik ilişkilerine girmeye başladıkları 1 2 . yy. ortalarına kadar onlara karşı da acımasız idiler. Kıpçaklar ve Rus knezleri arasında sürekli özel savaşlar ve karşılaşmalar olabilirdi ama bunlar birbirlerini bir diğerine bağ­ lı görüyordu. Kıpçaklar hiçbir zaman, örneğin Pereyaslav toprağı gibi, Rus knez­ liklerinin sınır arazilerinin bir kısmını bile işgal etmeyi düşünmediler. Rus bölge­ lerinin içlerine daldılar ise de bunu Ruriklerden birine karşı diğerinin müttefiki oldukları için yapmışlardır. 1222'de gelen Moğollar onları (tıpkı Alan ve Kıpçak­ lar için çabaladıkları gibi) ayırmaya çalıştıklarında başarılı olamadılar. Bağlar, savaşı paralı askerlere ve ölüme tercih edecek kadar güçlü idi. 1 2 . yy'da Kıpçak!arla Ruslar arasında evlilikler oldukça yaygın idi. Birçok Rus knezi Kıpçak an-

nelerin çocuğu ve Kıpçak önder de Rus annelerin çocuğu idi. Kıpçak folkloru Ruslarca da paylaşıldı ve sonuçta belli güzel Kıpçak halk hikayeleri 12-13. yy. Ki­ ev ve Galiçya vakayinamelerinde yaşadı. Kıpçak önder Otrok, onun görevlisi Or ve bozkır otu yevşarı hakkındaki ilginç hikayeden bahsetmek yeterlidir. En bü­ yük Rus edebi çalışması Igor Destanı'nın konusu da Kıpçaklardır. Kıpçak birliği oldukça gevşek idi ve hiç ınerkezileşemedi. Üç ana siyasi ve iktisadi merkezleri, bugünkü Harkov'un yakınındaki Sivers'kıy Donets havzasın­ da idi. Başkentleri Şarukarı (aynı zamanda Çeşuev denir) ve ikinci sınıf merkez­ leri doğudaki Balin ve batıdaki Sugrov orada idi. 1 1 -12. yy'larda Orta Avrupa ve Balkan ülkelerini Kiev üzerinden Kıpçaklara bağlayan Zaloznıy yolunun termi­ nal noktası da burası idi. 12. yy'ın 50 ve 60'lı yıllarında Kıpçaklar Tuna bölgesi ve daha sonra Bizans hakimiyetindeki Bulgaristan ile daha fazla ilgilenmeye baş­ ladıklarında, Ruriklerin mali dayanakları tehdit altına girmişti. Bu durum, ço­ ğunlukla üç ana Rus ticaret yolu Zaloznıy, Solyanıy ve Rum 'u ( 1 1 68, 1 1 70) ko­ ruma amacıyla 1 1 60, 1 1 67, 1 1 68, 1 1 70, 1 180, 1 1 84 ve l 1 85'te bir dizi Kıpçak karşıtı sefere sebep oldu. Ayrıca, Kıpçak iktisadında Kırım, özellikle Suroj (Sudak, Sugdaia) , Azov (Azak) ve Saksin (İdil'in ağzında) gibi yarımadanın çok önemli noktaları önemli rol oynamıştır. Kıpçak dili ticarette geçer dil haline gel­ di. Ermeni tüccarlar ve Kıpçaklar arasında­ ki bağlantının bir kalıntısı, 1 6- 1 7 yy'da Er­ meni alfabesiyle yazdıkları Kıpçak dilini kili­ se ve belediye işlerinde bile kullanmaya de­ vam eden Ukrayna Ermenilerinin Türkleş­ mesi olmuştur. Kamyanets-Podil'skıy'darı çağdaş mahkeme belgeleri bunun gösterir. 12. yy. ortalarında bir yerde bir kısım Kıp­ çak, Yahudi tüccarlardan Museviliğin Karay Macaristan, Avar Devri Seramik Kap (Yanos-hidra) biçimini kabul etti. Bunlar son zamanlara (Macar Milli Müzesi) kadar İbrani harflerle yazılan Kıpçak dilini kullanan Karaylardır (Karaim) . 1 3. yy'ın 40 ve 50'lerinde bunların bir kısmı Ga­ liçya kralları Danılo ve Lev tarafından Halıç ve Kukuziv'de (L'viv) yerleştirildi­ ler, bir diğer topluluk Litvanya prensi Vitovt'a katıldı ve 14. yy. sonu ile 15. yy. başları civarında Luck ve Troki'deki ikametlerde yerleştirildiler. Türk-Moğol kurt inancıyla tek-Tanrılı Gök-Tanrı dini, yönetici göçebe Kıp­ çak tabakasının dini idi. Maniciliğin (Kıpçak önder Bonyak'ın isminde görülür: Mani-ax, 'mani'nin izPyicisi) , Hırist.iyanlığın Nesturi kolunun ve de daha sonra aralarında baskın hale gelen lslaın'ın Orta Asya biçiminin takipçileri vardı. Kıpçaklarda gömü geleneklerinde görüldüğü üzere bir doğu eğilimi vardı. Ölünün, haoma adlı içki için bir kap tutan (bir İran-Saka geleneği) taş heykelle­ ri Ukrayna'da oldukça fazla miktarda bulunmuştur ve en tipik mezar taşıdır. Ye­ rel halk bunları çoğunlukla 'kamyani babı' (taş bebek) diye adlandırır. Kıpçaklar da bozkıra özgü dini müsamahayı sergilemişlerdir. Bu yüzden, örzamanında ( 13. yy'm ikiııci yarısı,

n eğ in Frarn;iskaı ı misyonerler dalıa Moğollar

1 99

14 yy. başlangıcı) Kırım-Azak denizi sınırında etkin idiler. Buıılarııı eseri iki bö­ lümden oluşan 'Codex Cumanicus'tıır: İtalyan tüccarlann kullarnını için derlen­ miş bir Kıpçak Türkçesi-Latince-Farsça konuşma sözlüğü ve Kıpçakların kulla­ nımı için Alman misyonerlerce yazılmış Hıristiyan ayin malzemeleri. Maalesef. Moğol öncesi dönemden Kıpçak metinler bilinmemektedir. 1 222-1 240 arasında Moğollar Doğu Avrupa'yı işgal etti ve Rııs ve Kıpçak devletlerinin ikisine de son verdiler. 13. yy'ın 40'lı yıllarında Kıpçakların bir kısmı Moğollarda11 kaçarak, Tertl'r Obalı Kotyan (Köten) önderliğinde Macaristan'a gelip yerleşti. Başlangıçtaki zorluklardan sonra bunlara özerklik verildi ve sonradan Macarlar arasında eridi­ ler. 12. yy'ın 50'li yıllarında Kıpçaklar Pulgaristan'a tekrar yerleşmPye başlamış­ lardı. Burada, üç Kıpçak hanedanı ol,ı t · Asenler ( 1 1 85-1280), Tcrter Obalılar ( 1 280- 1323) ve Şişmanlar ( 1 323- 1 39CJ ikinci Bulgar Krallığı'nın kurulmasıyla sonuçlanan Bizans'a karşı Ulah-Bulgar ayaklanmasını yönettiler. Kıpçak Devleti'nin bütünleyici bir parçası olarak eski Bosporus ve sonraki Kuban Büyük Bulgar Krallığı'nın toprakları, profesyonel manada köle ihraç et­ mek için esas alanlardı. Satın alınmış köle için Müslüman terimi 'Mernllık' icii . Mı­ sır ve Suriye'nin yöneticileri Eyyubiler, 12. yy'da Kıpçak bölgesinden köle ithal etmeye başladılar. 1250'ye gelindiğinde Mısır ve Sııriye'nin Memlükleri iktidarı kendi ellerine aldılar ve 1 5 1 Tdeki Osmanlı fethine kadar burayı bağımsız olarak yönettiler.

KAYNAKLAR E . A. Thompson, A History of Attila and the Huns, Oxforcl , 1 948; Ot.ta .J. Maerıcheıı-Helfeıı, The World of the Huns, Univ. Of Califorııia Prı'ss, 1 !J7: l:

Omeljan Prit.sak, "The Hunııic Laııguage of the Attila Cları", Harvard Ukraiııian Stuclies, C. Ci, no. 4, Cambridge, Mass. 1982 ( 1 9834), ss. 428-476.

Walter Pohl, Die Avaren, Muııich, 1988; Samucl Szadeezky Kanloss, 'Tlw Avars', iıı lkııis Si­ nor (ed. ), The Cambridge History of Early Inner Asia, Carnlıriclge, I B!JO, ss. 20fi - 228;

Omeljan Prit.sak, "Thr Slavs arıd tlıe Avars", Settinıana di studio del centro ltaliano di studi sull'alto Medioevo, XXX, C. 7 , Spoleto, 1 983, ss. :J!):J-435.

Veselin Besevliev, Pürvo-Bılgarite, Sofia, 1 98 1 ; Oınrljaıı Prit.sak, Die Bulgarischc Fiirst Pnlistr. Wiesbadrıı, 1955;

Mustafa Köymeıı, "Der Hsiuııg-rnı Stamn drr Tu-kıı", Ankara Üniversitesi Dil vr Tarih Coğrafya Fakültesi Dergisi, C. :3, bölüm I, Ankara, 1 944, ss. 60-80.

Omeljan Prit.sak, The Origin of Rus, C. 1, Harvarcl , 1 98 1 , ss. 56- 73. lstvan Zimoııyi, The Origins of the Volga Bulgars, Szegecl, 1990;

Farid S. Khakimzianov, Epigraficeskie panıiatııiki Volzsk oj Bulgarii i iklı yazık. Moskva. H l87;

Edward Tryjarski, "Protobulgars"; K. Dabrowski, T. Nagrodzka-Majrlırzyk, Eclward Tryjarski. Hunowie Europejscy, Protolıulgarzy, ChazarowiP, Pieezy11goV1ie, Wrorlaw-Vl•aıMwa, 197G,

ss. 1 47-376. Akdes Nimet Kıırat, Peçenek Tarihi, lstaııbul, 1 9:37;

. fıılius NPınPt.lı, "Zıır krııııtııis dn Pet.cheııPgrıı", Körösi Csoıııa Arclıivııııı, C. 1 , BııdapPst . l !l� 1 - 1 m:J, ss. 2 1 9-22fi;

1'arl HPiıırid ı Mı•ııgrs, "Et.ymological rıotrs oıı soıııp Pacanii.k ııamrs", Byzantion, C. 17 ( 1 9441 !J4fı ). ss. 25fi-28U;

Ed11 ihf'ft Nr.

WiPsbadophaııs: F. Altheiın, R Slichl, Aralıer in deıı allcıı Welt. Bd. iV, Bertin 1 967, 5:3B-6 1 9 . Ligeti L. A ıııagyar ııyelv török kapcsolatai a hoııfoglalas el_tı es a z Arpad-korbaıı. Bııdapest 1 986.

MejdııııarmlnıP svyazi, t orgovw pııti i goruda srı>dm•go Povolj'a lX-XII vekov. Kazan' 1 999.

Miııorsk.v. V. Hııdşd al-'elaııı 'TlıP Rcgioı ıs of t he World' A Persiaıı Geography 372

A.

H. 982 A.

D. Loııdorı 1 9:37.

Mohay, A. Priskos' Fragıneııt iilıl'r rliJTPliPfs voıı Madara: Acta of the Fiftlı Epigraphic Coııgress 1 967. Oxford 1 97 1 , 47:3-471. Szadeczky-Kardoss S. A bolgar törtcııeleın forrasai Aspanıch Plött. Szegpd 197!.J. 1980 (Ma­ nuscript ) . Szadeczky-Kardoss. S. Avarica. Ober die Awareııgeschidı l e ıınd ihre Qııellen. Opuseula Byzaıı­ tiııa VIIL Szegecl 1 986. Szacleczky-Kardoss, S. Die Oııoguren uml Menandros Prot.Pktor: Huııgaro-Bulgarica V. SzcgP­ di Bolgarisztika. Szerk. Fcriııcz 1. Szegetl 1 994. 5 - 1 0 .

Szadeczky-Kardoss, S. A z avar t örteııelrm forrasai 557-töl 806-ig. BuıiapPst 1998. Tryjarski, E . Protobutgarzy: K. Dabrowski , T. Nagrndzka-Majchrzyk, E . Tryjarski, Hııııowie eu­ ropejsey, prot.obutgarzy, chazarowie, pieczyııgowit'. Wroctlaw, Warsawa. 1 975, 1 47-!�'ifi . Vajda, L. Zur Frage der Völkerwaııderuııgeıı. Paideuıııa 1 9/20 ( 1 973- 1 974 ) , 5-ll3.

Valeev, R. M. Voljskaya Bulgariya: Torgovlya i tleıırjno-VC'SOVIP sistenıı IX- ııaçala xııı vekov. Kazan' 1 995. Velikiy voljskoy put.'. Kazan' 200 1 . Voljskaya Bulgariya i Rus'. Kazan' 1 986. Voljskaya Bulgariya i ınongolskoe naşPstvic. Kazan' l!J88.

Werııer, .1. Der Gralıfuntl von Malaja Perrscepina uml Kuvrat Kagaıı der Bulgaren. Mündıen 1984.

Zalesskaya, V. N., L'vova , Z. A. Sokrovişça Hana Kubra l a. ThP TreasıırP of Khan Kubrat. Saııkt­ Pet.ersburg 1 997.

Zimonyi,

220

1. Origiııs of the leli! Bulghars. Studia Uralo-Alt.aica 32. Szeged 1 9BO.

AV ARLAR: ETNİK YARATILIŞ TARİHLERİNE BİR BAKIŞ

PROF. DR. EMiL HERSAK

Göç VE ETNİK ARAŞTIRMALAR ENSTİTÜSÜ I HIRVATİSTAN

A

varlar, birçok yönden, Avrupa ve Avrasya tarihinde bir bilmece olmuş ve bu şekilde kalmışlardır. Bugüne kadar kökenleri ve etnik yaratılışlarıyla ilgili olan kilit sorular çözülememiştir. Aynı şey, en azından Avrupa'da, Bizanslı ve diğer tarihçilerin yazıla­

rı sayesinde, edindiğimiz bilgiler dışında eksik kalmış tarihleri hakkında da söylenebilir. Tarih­ lerine veya tarih öncesi dönemlerine ait Asya saflıalan ile ilgili daha da az şey bilinmektedir. Bu sonuncusu, Avar halkının etnik ve belki de dil bilimsel kökenlerini saptamak için çok önemlidir. Öte yandan, artık şüphe kalmamıştır ki Avarlar -Avrupa kaynaklarında sık sık ka­ rıştırıldıkları kendilerinden önceki Hunlar gibi- zaman içinde çeşitli etnik ve dil unsurlarını kendi çekirdek halkı ile birleştirmeleri anlamında karışık bir halktı. Oldukça şüpheli gördüğümüz bir teoriye göre, Avar etnonirrıi, ilk olarak 5. :vüz:vıla kadar geri bir dönemde, Herodotos'un Tarihler'inde kaydedilmiştir. Aslında, Herodotos sadece tah­ minlere göre hiç yiyeceği olmadan okunu bütün dünya etrafında taşıyan Abaris admda kuzey

dağlarının ötesinde yaşadığına inanılan Hyperboreanlardan birinin hikayesinden bahsetmiştir (IV: 36) . Bu kaydın, Karadeniz'in kuzey kıyısında yaşayan, eski Yunan kolonilerinin komşusu

olan stPp halkları arasındaki bazı Şamaıı törenini ima edebileceği diişünüldü. ı Asıl durum, Avarlarla uzaktan ilişkili olan Kuzey Avrasya veya Kuzey Orta Asya'daki bazı kültürleri göste­ riyor olabilir. Ancak özel isimlerin genellikle etnonimleri yansıtmasına rağmen Abaris'in bir halkın ismi olabileceği pek mümkün gibi gözükmüyor. Bazı modern tarihçiler, Avarların tarihi kökenlerinden bahsederken, bir zamanlar Çin'in kuzey bozkır sıııırlarında yaşamış olan , büyük ihtimalle prolo-Moğol nesil olaıı hal kları kas­ tetmektedirler. M . Ö . 'ki ilk bin yılııı geç döneminde, Çin kaynaklarında hunlar. Çincede "bar­ lıcır"''ıı ı geı ıe l aHlaııııııı lıeliıtıı ıek i8: 1 12 vd, 224; Clıaııg .Jen-t 'ang l !l68: 1 74. 1 9 Liu Mau-tsai 1 958: 1 , 8; Jıılif'n 1864: 6/3, 332. 20 Chavannf's 1 900: 2 1 . 2 1 Türk hakimiyet anlayışının temelini olıışlııran bıı ü ç kavrama dair farklı yorumlar için bkz. Divitçioğlıı 1987: 48-28 1 . 22 Orhıın Abideleri 1 973: 87. 23 Ssıı Ma-Ch'ien 1 989: 406-408; De Groot 192 1 : 76. 24 Geniş bilgi için bkz. Turan 1 969: 1, 1 02- 1 1 0 . 2 5 Orhıın Abideleri 1 913: 66, 7 1 , 81 -82, 88. B u hıısusta Bıığııt Yazıtında ş u benzer ifade kul­ lanılmıştır: Türk Kağanı (Mııkan) "parayı iyi üleştirmiş ve halkı (bodun) iyi beslemiştir". (Çağatay ve Tezcan 1 976: 251). 26 Orhun Abideleri 1 973: 69. "Teııri küç birtiık üçün kangıın kağan süsi böri teg ermiş, yağısı kuyrı teg ermiş". 21 Eski Türk Yazıtlan 1981: 1 04 vcl.; Giraııd 1 999: 1 54 ; Liıı Mau-tsai 1 958: 1, 459. 28 Orhun Abideleri 1973: 43. 85. 29 Türkler, siyasi iktidarın hanedan üyelf'ri arasında birinden diğerine kan yoluyla intikal e t ­ tiği inanışında oldukları içiıı, taht mücadelesini kaybeden hanedan mensııplarının kanını clökmeıııeyf' bilhassa dikkat ediyorlardı. Mücadeleyi kaybf'den hanedan üyPsinin mııt laka ortadan kaldırılması gerekiyorsa, bıı ancak yay kirişiyle boğulmak suretiyle yapılmaktaydı. Aksi getirilmekte, diğer kısmı da tohumluk olarak bırakıl­ maktaydı. Değirmen taşları (ezme taşı,), M.Ö. yüzyıldan beri Türk toplulukları tarafın­ dan bilinmekte ve kullanılmaktaydı. l 44 Değirmen taşlarının yeni bir örneği de Göktürklere ait Kuray kurganlarında meydana çıkarı lmıştır_ l4fı Öte yandan X . yüzyılın ilk çeyreği içinde Uygur Kağanını ziyaret eden Çin elçisi Wang Yen-te, Uygur ülkesinde su değirmenleri görmüştür. 146 Arap coğrafyacılarının bildirdi­ ğine göre, Kırgızların pirinç, buğday gibi hububatları öğüttükleri değirmenleri vardı. 141 Eski Türklerde un öğüten kimseye "ügitçi" derıınekteydil 48

3. Ticaret Ticaret, "satma" (ihracat) ve "satın alma" (ithalat) gibi iki temel faaliyete dayanır. Bunlardan birinci faaliyette malın arzı, ikinci faaliyette de talebi söz konusudur. Mal arz edebilmek yani satmak için çok miktarda mal üretmek ve bu malı alıcıya ulaştır­ mak lazımdır. Malın talebi yani satın alınması ise, ihtiyaç durumu ile bu malın karşılığının bulunması şartına bağlıdır. Burada hemen belirtelim ki, ticaret yapmak için bizzat mal üretmek gerekmiyor. Üretilmiş olan ihtiyaç fazlası malı veya malları alıp, tüketiciye ulaş­ tırmak yani bu hususta aracılık etmek de önemli bir ticari faaliyet­ tir. Eski Türk topluluklarında ve devletlerinde, hem ihtiyacın üze­ rinde mal üretip satma hem kendi ihtiyaç maddelerini komşu ülke­ lerden temin etme hem de ticari mallara aracılık etme şeklindeki ticari faaliyetlerin hepsi vardı.

Soğd dönemi deve figürlü gümüş kaplama sürekli 7-8. yy.

Eski Türk topluluklarında ve devletlerinde ticaret, büyük ölçüde "değiş-tokuş" esasına dayanıyordu. Başka bir ifade ile söylemek gerekirse, alınan mal karşılığında başka bir mal verilmekteydi. Daha doğrusu, mal mal ile değiştiril­ mekteydi. Bu da hiç şüphesiz alınacak ve verilecek mal hususunda tarafların karşılıklı anlaşmalarına bağlıydı14$J Türklerin değiş tokuş için en çok kullandık­ ları mal at idi. Türkler, yaptıkları ticarette para da kullanmaktaydılar. Onlar, özellikle Bi­ zans, Çin vf:' İran gibi komşu ülkelerc!f:'n vergi, haraç ve savaş tazminatı adı altın­ da sağladıkları paralarla bazen ihtiyaçları olan malları satın almaktaydılar. Tari­ hi kayıtlara göre, Göktürkler, başta Çin olmak üzere komşu ülkelerle yaptıkları ticarette ödemeyi haraç paralarla yapmışlardır. Türklerin ticarette ödeme aracı olarak kullandıkları bu paralara "satir" adı verilmekteydi. "Satir"in madeni gü­ müş idi; bu para şekil olarak da diske benzemekteydi. ı rıo

Ticarette kullanılan başka bir ödeme aracı da, kıymetli madenlerden yapıl-

mış çeşitli kapkacaklar idi. ıı ; ı Alınan mal karşılığım.la Lu rnaueııi eşyalar :satıuya

367

verilmekteydi. Maden işçiliğinde usta olan Türkler, ödeme aracı olarak kullan­ dıkları kapkacakları genellikle kendileri imal etmekteydiler.

A. i hracat ve i thalat Eski Türk ekonomisi hayvancılığa dayanıyordu. Bundan dolayı, Türklerin ihraç ettikleri mallar arasında canlı hayvan ve hayvan ürünleri baş sırayı alıyor­ du. Mesela, Hun Türkleri, M.S. 52 yılında Çin'e çok miktarda sığır sevk etmişler ve bu malları Çin pazarlarında satmışlardır. Yine aynı Hun Türkleri, aynı tarihte, Çin sarayına haraç adı altında "at ve kürk" sunmuş; karşılığında da "ipek" almış­ lardır. 152 Diğer tarafta Hun Türklerinde ihraç mallarının bir kısmı işlenmiş, bir kısmı da işlenmemiş mamı1Jattan oluşmaktaydı. Tarihi kayıtlara göre, Hun Türk­ leri, komşu ülkelere yünden yapılmış örtüler, kumaşlar ile muhtelif cinsten ke­

çe ve deri ihraç etmekteydiler ki, 15:3 bu mamülatın hepsini kendi hayvanlarından elde etmekteydiler. Göktürk ekonomisinin ihraç malları arasında da canlı hayvan önemli bir yer tutmaktaydı. Çünkü, Göktürkler ihtiyaç fazlası olarak çok miktarda at ve koyun üretmekteydiler. Göktürkler bu malları yani at ve koyunu, canlı mal olarak kom­ şu ülkelerden özellikle Çin'e ihraç etmekteydiler. Bunun karşılığında da Çin'den

ipekli kumaşlar almaktaydılar. 154 Çin'e olan canlı mal ihracı, Uygur döneminde de devam etmiştir. Özellikle Uygur Kağanları, Çin'e daha fazla mal satabilmek için siyasi ve askeri güçlerini bir baskı aracı olarak kullarunışlardır. Mesela onlar, satmak gayesi ile Çin'e gön­ derdikleri atlarının hepsini almaları için Çinlileri adeta zorlamaktaydılar. ]!)5 Çin­ liler de, aralarındaki barışı korumak için Uygurların bu zorlamasına ister istemez boyun eğmek durumunda kalıyorlardı. Uygurların ihracatı sadece canlı at satımından ibaret. değildi. Son derece ça­ lışkan insanlar olan Uygur Türkleri, çeşitli türden bol miktarda mal üretiminde bulunmaktaydılar. Üstelik ülkeleri de derisi kıymetli hayvanlar bakımından çok zengindi. Uygurlar, derisi için çok miktarda sansar ve samur avlanmaktaydılar. Uygur ülkesinde sansar ve samur derilerinden başka beyaz aba, işlemeli ve çiçek­ li kumaşlardan da çok üretilmekteydi. Uygurlar, ihtiyaç fazlası olan bütün bu rna­ mülatı satmak için komşu ülkelere göndermekteydiler. ı56 Öte yandan, Soğd ve Arap tüccarlarının Uygur Devletinin merkezinde (Ordubalık) faaliyet gösteren temsilcileri bulunmaktaydı. 157 Bunlar, kendi ülkelerinden Uygur ülkesine, Uygur ülkesinden de kendi ülkelerine daima mal getirtmekte ve sevk etmekteydiler. Türklerin Çin'e sattıkları daha başka mamulat da vardı. İslam coğrafyacıla­ rının bildirdiğine göre, mesela onlar Çin'e, yün, yağ, bal, elbise, misk, zırh, kal­

kan, topuz gibi çok çeşitli silahlar ve maınCılil.L ihraç etmekteydilcr. I fi8

Türkler, sadece Çin ile değil, İslam ülkeleri ile de ticaret yapmaktaydılar. Özellikle Oğuz, Bulgar, Hazar, Karluk, Kırgız, Kimek ve Uygur Türklerinin ülke­ lerinde bol miktarda avlanan tilki, 159 samur, sincap, sansar, kakum, fenek, kun­ duz, kaplan, pars ve panter gibi hayvanların kürkleri İslam ülkelerine ihraç edil­

368

mekteydi. Ayrıca, aynı Türk ülkelerinden İslam ülkelerine yün, yünlü kumaş, yünlü ve ipekli elbise, zamk, yağ, bal, kılıç, eyer, sadak (okluk), mum, boynuz gibi çok çeşitli ürünler ve eşyalar sevk edilmekteydi. 1 60

Öte yandan, tıpkı Çin'e olduğu gibi Islam ülkelerine de Oğuz, Halaç ve Kar­ hık ülkelerinden çok miktarda çeşitli canlı mal ihraç edilmekteydi. Bunlar ara­ sında koyun baş sırayı alıyordu. Islam coğrafyacılarının kayıtlarına göre, Mave­ raünnehir ve Horasan halkı, et ihtiyacını Türklerden satın aldıkları koyıınlardan sağlamaktaydı. Özellikle, "en seçkin ve en lezzetli koyıın eti, Oğuzlardan ithal edilen koyıınların eti idi" _ ı 6 ı Tarihi kayıtlara göre, Türklerin ürettiği ihtiyaç fazlası maddeler ve mallar arasında demir ve madeni eşyaların da bulunduğu anlaşılmaktadır. Özellikle Göktürkler, Altay dağlarının eteklerinde demir ve silah üretip, Çin ile ipek ve başka eşya ticareti yaparak, bir asır içinde güçlü bir kavim haline gelmişlerdi . 1 62 Hatta onlardan bazı boylar sadece demircilikle uğraşmaktaydı. 1 63 Mesleklerinde uzmanlaşmış olan Göktürk demircileri ve dökümcüleri, sadece kendi toplumla­ rının ihtiyacını karşılamak için çalışmıyorlardı. Onların ürettikler mamı1lat, Çin­ liler ve Iranlılar tarafından satın alınıp kullanılmaktaydı. Mesela, göçebe hayatın zevkini yansıtan ince bronz işlemeli tasvirlerle süslenerek yapılmış olan kömür mangalları, her yerde aranan Türk eşyaları arasındaydı. 1 64 Göktürkler, işlenmemiş demir de satmak­ taydılar. Hatta onlar, ellerindeki demiri sata­ bilmek için önlerine çıkan her fırsatı değerlen­ diriyorlardı. Mesela, Bizans elçilik heyeti Batı Göktürklerinin merkezini ziyaret ettiğinde, Göktürk demir tüccarları, ellerindeki demiri Bizans elçilerine satabilmek için hemen anla­ mı etrafını çevirerek, bu hususta anlaşma yap­ mak istemişlerdir. 1 65 Kumaş parçası, Hunlar Dönemi

B. Serbest Ticaret Pazarları Eski Türk devletleri, komşu ülkelerle yaptıkları ticaretin güvenlik içinde ce­ reyan etmesi maksadıyla bazı tedbirlere başvurmaktaydılar. Bu tedbirlerin ba­ şında komşu devletlerle olan sınırlarda serbest ticaret pazarlarının kurulması gelmekteydi. Tarihi kayıtlara göre, ilk serbest ticaret pazarı, Asya Hun Devleti ile Çin arasında kurulmuştur. Bu pazarlar için belirlenen yerler ise, genellikle Çin'e ait sınır şehirleri idi. 166 Avrupa Hun hükümdarı Attila da, serbest ticaret pazarlarına çok önem ver­ miştir. Hatta o, Bizans ile yaptığı ilk antlaşma metnine özellikle "iki ülke arasın­ daki ticaret önceden belirlenmiş olan sınır kasabalarında yapılacak" şeklinde bir hüküm koydurmuştur. 167 Bu hüküm gereğince, iki devlet arasında Tuna nehri boyıınca devam eden sınırdaki birçok Bizans kasabasında serbest ticaret pazarları kurulmuştur. Bunların en önemlilerinden biri Viminacium pazarı idi. 1 68 Burada her iki ülkenin tüccarları aynı haklara sahip olarak serbestçe tica­ ret yapıyorlardı. Göktürk beyleri de, daima ellerindeki malları satabilecek ve ihtiyaçları olan malları da alabilecek pazarlar arıyorlardı. Onlar, bu gaye ile 593 yılında Çin im­ paratoruna bir elçi göndererek, kendisinden "Çin ile ticaret yapabilmek için sı­ nır boyıınca pazar yerleri tayin edilmesi müsaadesi" talebinde bulundular. imparator da yayımladığı bir fermanla onların bu isteğini karşıladı. !GD

369

Tıpkı Attila gibi Bilge Kağan da, serbest ticaret pazarlarının önemini çok iyi kavramış bir devlet adamıydı. Bilge Kağan, savaşlara son verip, Çin ile olan iliş­ kilerini karşılıklı dostluk ve barış temeline oturttuktan sonra, tarihin önüne çı­ kardığı fırsatlardan yararlanarak, bu ülkeden bazı ticari imtiyazlar koparmıştır. Bu imtiyazların en önemlisi, bazı Çin şehirlerinde serbest ticaret pazarlarının kurulması idi. Çin imparatoru, Ordos bölgesinin kuzeyinde bulunan bir Çin şeh­ rinde serbestçe alışveriş yapabilmeleri için Göktürklere müsaade vermiştir. Bu anlaşmadan iki taraf da karlı çıkmıştır. Zira Çin, ordularının ihtiyacı olan atı bu pazarlar vasıtasıyla kolayca Göktürklerden temin edebilmiştir. Göktürkler de

sattıkları at karşılığında bol bol gümüş ve ipeğe kavuşmuşlardır. ı 70

C. Ticaret Yolları Asya Hunlarının, Göktürklerin ve Uygurların ülkeleri doğu-batı; Avrupa Hunlarının, Hazarların ve Bulgarların ülkeleri de kuzey-güney dünya transit ti­ caretine aracılık ediyordu. Çünkü eski Çağdan itibaren Orta Çağın sonlarına ka­ dar faal bir şekilde işleyen milletler arası önemli kara transit ticaret yollarının birçoğu Türk ülkelerinden geçiyordu. Mesela, Abakan bozkırlarından başlayıp, Güney Sibirya ormanlarının kıyısı boyunca devam ederek, Etil-Kama nehirleri­ nin birleştiği yere kadar uzanan bir ticaret yolu vardı. Bu yola, üzerinde taşman mamulden dolayı ilim adamları tarafından "Kürk Yolu" adı verilmiştir . 1 7 1 Kürk Yolu üzerinden asırlarca sessiz sedasız sincap, sansar, tilki, kakum, samur, kun­ duz, vaşak, gelincik ve geyik gibi tüyleri güzel ve yumuşak olan hayvanların de­ ri ve postları sevk edilmiştir. Hayvan ve katırlarla Etil-Kama üçgeni içindeki Bul­ gar şehrine getirilen bu deri ve postlar, Et.il nehri vasıtasıyla Hazar Devletinin merkezi Hanbalık'a (Etil) ulaştırılıyor ve buradan da Bizans ve İslam ülkelerine gönderiliyordu. Bu yolun doğu ucu da, Türk devletlerinin merkezi olan Orhun bölgesinden Çin'e iniyordu. Güneyde Çin'den başlayıp Doğu Akdeniz kıyılarına ulaşan ve Kürk Yoluna paralel uzanan bir yol daha vardı. Bir Alman coğrafyacısı, geçen asır içinde keş­ fettiği bu yola, tıpkı Kürk Yolu adının verilmesinde olduğu gibi tarihi gerçeklere uygun olarak "İpek Yolu" adını vermiştir. lpek Yolu, insan eliyle açılmış bir yol değildi. Bu yol, tabiatın ve iklimin hazırladığı geniş vadi yatakları ile kervanların konaklamalarına yarayacak vahalardan oluşmakta idi. Bu vahalarda zamanla şe­ hirler kurulmuştur. Hami, Turfan, Karaşar, Aksu, Koçu (Kuça), Kaşgar, Hatan, Yarkent bunlardan bazılarıdır. İpek Yolunun çıkış noktası, Çin Devletlerinin hükumet merkezleri olan C'hang-an ve Lo-yang şehirleri idi. Bu şehirlerden yüklerini alarak hareket eden ticaret kervanları, Budist rahiplerin dini merkezleri olan Dun-huang (Biu Bu ­

da) mağaraları üzerinden Lop-nor'a ulaşıyordu. Burada ticaret kervanlarının karşısına Taklamakan çölü çıkıyordu. Bundan sonra İpek Yolu ikiye ayrılmak­ taydı. Bunlardan biri Taklamakan çölünün kuzey kenarını, diğeri de güney ke­ narını takip ederek batıya doğru ilerliyor ve her iki kol Kaşgar şehrinde birleşi­ yordu. Burada tekrar ikiye ayrılan lpek Yolunun bir kolu, Pamir dağlarını aşarak Hindistan'a iniyor, diğer kolu da Maveraünnehir, Horasan, İran ve Suriye üzerin-

370

den Akdeniz limanlarına ulaşıyordu.

ipek Yolu, tarihte üç hususta önemli rol oynamıştır. Bu tarihi rolleri şu şe­ kilde açıklamak mümkündür:

1 . Kavimlerin Göç ve Yayılmalarmdaki Rolü Kavimler, göç ve yayılmalarında genellikle aşılması güç dağ, nehir, orman ve deniz gibi tabii (doğal) engellerden daima kaçınarak, kendilerine daima düz ve engeli az zeminler aramışlardır. Zira, büyük tabii engeller hareketi ve ilerle­ meyi zorlaştırdığı gibi, bazen de imkansız hale getirmekteydi. İşte, ipek Yolu, ka­ vimlerin göç ve yayılmalarına tabiatın açtığı bir yol durumundaydı. Türk ana yurdundan çıkan Türk topluluklarının bir kısmı, kuzey ipek Yolunu izleyerek, batıya doğru göç etmişler ve yayılmışlardır. Hun, Ogur (Oğuz), Dokuz Oğuz, Avar ve Ak-Hun gibi Türk toplulukları bunlardan bazılarıdır. 1 72

2. Dinlerin ve Kültürlerin Yayılmasmdaki Rolü ipek Yolu, sadece kavimlerin göç ve yayılmalarında değil, aynı zamanda din­ lerin ve kültürlerin yayılmasında da aracılık etmiştir. Mesela, Budizm, Manihe­ izm, Musevilik, Hıristiyanlık ve lslamiyet gibi Hindistan ve Ön Asya'da doğan dinler ile Helen, Fars ve Hint kültürlerinin Orta Asya'ya ve Uzak Doğu ülkeleri­ ne yayılması, hep ipek Yolu üzerinden olmuştur. Bu hususta özellikle din adam­ ları, hacılar, süfiler ve tüccarlar başlıca rol oynamışlardır. İpek Yolunun tarihi görevi, sadece Doğu ve Batı kültürleri arasında köprü olmaktan ibaret değildir. Doğu-Batı arasındaki bilgi akışı da ipek Yolu vasıtasıyla olmuştur. Mesela, Çinlilerin kağıt, matbaa, barut ve pusula gibi önemli buluşları, bu yol vasıtasıyla İslam ülkeleri üzerinden batıya aktarılmıştır.

3. Doğu-Batı Transit Ticaretindeki Rolü

Turfan, ipek üzerine resim, (8-9. yy.) (MIK ili. 7243)

Iik Çağdan itibaren Orta Çağın sonuna kadar Doğu-Batı kara transit ticaretinde kullanılan en işlek yol, hiç şüphesiz İpek Yolu idi. Bu yo­ lun en önemli ticaret emtiasını, Çin'de bol miktarda üretilen ipek ve ipekli ku­ maşlar oluşturmaktaydı. ipek ve ipek mamulatı, kervanlar vasıtasıyla yaz-kış de­ meden devamlı batı ülkelerine taşınmaktaydı. ipek Yolu üzerinden Batı ülkelerine sadece ipek ve ipekli kumaşlar sevk edilmiyordu. Çin'de üretilerek Batıya sevk edilen daha başka mamulat da vardı. Bunlar "yada taşı, şarap, at, madeni eşya, porselen, ziynet eşyası (takılar) ve değerli maden" gibi çeşitli mamulat idi. Bu mamülatın içinde Çin seramik kapla­ rı (porselen) önemli bir yer tutmaktaydı. Bu seramik kapların bir kısmı, baha­ rat, zencefil suyu ve eczacılıkla ilgili değerli maddelerin batıya sevk edilmesinde kullanılmak üzere özel bir biçimde imal edilmekteydi. 1 7�l

Ç. İpek Yolu Mücadelesi İpek Yolunun Orta Asya kısmı, bazı istisnalar göz ardı edilirse, Hunlar'dan itibaren 1 000 yıl süre ile Türk topluluklarının ve devletlerinin hakimiyetinde ve

j7 l

denetiminde olmuştur. Türklerin bu husustaki en önemli rolleri, lpek Yolunu da­ ima açık ve güvenlik altında tutmuş olmalarıdır. Bu durum, hem ticaretin hem de siyasi ilişkilerin gelişmesine büyük ölçüde yardım etmiştir. lpek Yolunda faaliyet gösteren tüccarlar, transit ticaretten hiç şüphesiz bü­ yük gelirler elde etmekteydiler. Tarihi kayıtlara göre, bu güzergahın en namlı kervancılarını Soğd, Saka ve Hintli tüccarlar oluşturuyordu. lpek Yolunun haki­ mi olan Türkler ise, bu duruma uzun süre seyirci kalmadılar; zamanla burada ce­ reyan eden ticaretin önemini ve değerini kavradılar. Bizans kaynakların ın kayıt­ larına göre, Göktürk devrinden itibaren Türklerin de lpek Yolu üzerinde cere­ yan eden ticari faaliyetlere büyük ölçüde katıldıkları anlaşılmaktadır. Zira,

VI.

yüzyılın ikinci yarısı içinde Bizans sarayını ziyaret eden Göktürk elçileri, impa­ ratordan lstanbul'da Türk tüccarları için bir ticaret merkezi kurma imtiyazı ko­ pamuşlardır. Böylece, lstanbul'un "Mitaton" adı verilen semtinde Göktürk tüc­ carları için bir ticaret merkezi kurulmuştur. Bu ticaret merkezi, l OO'den fazla Türk tüccarına hizmet vermeye başlamıştır. 1 74 lpek Yolundan, sadece çeşitli milletlere mensup tüccarlar değil, bu yolun hakimi olan Türk devletleri de yararlanmaktaydılar. Zira, Türk devletleri, bu gü­ zergah üzerinde faaliyet gösteren tüccarların elde ettikleri gelirlerden bir kısmı­ nı koruma ve geçit vergisi adı altında hazinelerine almaktaydılar. 1 75 Bu gelirler de, başta Çin olmak üzere, bölge devletlerinin dikkatlerini lpek Yolu üzerine çekmekteydi. Böylece lpek Yolu hakimiyeti için asırlarca devam edecek olan bir mücadele başladı. İpek Yolu hakimiyeti için yapılan mücadelenin başlangıcı, Hun devrine ka­ dar geriye gitmektedir: Genellikle kuzey-güney istikametinde cereyan eden Hun-Çin mücadelesi, M.ô.

il. yüzyılın sonlarından itibaren birden doğu-batı şek­

linde yön değiştirmiştir. Bunun başlıca sebebi, Hunların elinde bulunan zengin lpek Yolunu Çin'in ele geçirmek istemesidir. Öte yandan, bu tarihte Hun-Çin mücadelesinin sadece yönü değil, mahiyeti de değişmiştir: Hun akınları karşısın­ da önceleri devamlı savunmada kalan Çinliler, M.ô.

il. yüzyılın sonlarına doğru

savunmayı terk edip, tıpkı Hunlar gibi saldırıya geçmiştir.

Çin imparatorlarından ilk defa Wu-ti dikkatini batıya çevirmiş; lpek Yolunun geçtiği memleketleri ve kavimleri öğrenerek, onlarla iş birliği yapmayı planla­ mıştır. Bu amaçla, M.ô. 1 38 yılında yüksek rütbeli bir subay olan Çang-Kien'i Hun ülkesine göndermiştir. Bu casus, gizli görevini yaparken Hunlar tarafından yakalanıp 1 0 yıl gibi uzun bir süre göz hapsinde tutulmuştur. Bir ara kaçmayı ba­ şaran Çinli casus, lpek Yolunu takip ederek Yüe-çi ve Wusun kavimlerinin yanı­ na gitmiş, fakat, Hunlardan çok korktukları için her iki kavmi de Çin ile iş birli­ ği yapmaya ikna edememiştir. Aynı yoldan Çin'e dönen Çang-Kien, lpek yolu hakkında edindiği bilgileri bir rapor haline getirerek, imparatora sunmuştur. Bu rapor, bundan böyle Çin'in batıya doğru takip edeceği yayılma politikası için başlıca kılavuz olmuştur. Bundan sonra, Hun tarzında 1 40 bin kişilik atlı bir bir­ lik meydana getiren Çin, batıya doğru yayılma politikasını uygulamaya koymuş, Cungarya, Kuça

(Koçu), Turfan, Yarkent, Tanrı dağları gibi lpek Yolu üzerinde

bulunan toprakları istilaya girişmiştir. 1 76 lpek Yolu mücadelesi, Göktürk devrinde de devam etmiştir: Göktürk Devle-

372

tinin sınırları güney-batıda Ak-hun

(Eftalit) Devletinin sınırlarına dayanınca,

lpek Yolu tamamen Göktürklerin dış politika hedefleri arasına girdi. Bu sırada İpek Yolunun önemli bir kısmı Ak-hunların elinde bulunuyordu. Göktürklerin, ipek Yolu siyasetinde ilk teşebbüsleri, Ak-hun Devletini ortadan kaldırmak mak­ sadıyla Iran Sasanl Devleti ile bir ittifak kurmak şeklinde başladı. Gidip gelen el­ çiler vasıtasıyla Ak-hunlara karşı Göktürk ve Iran Sasanl hükümdarları arasında bir ittifak kuruldu. Bu ittifak ayrıca, hanedan üyeleri arasında yapılan evlilikler yoluyla kuvvetlendirildi. Bu ittifak gereğince, Göktürkler kuzey-doğudan, Sasaniler batıdan Ak-hun Devletini sıkıştırmaya başladılar. Batı Göktürklerinin başında bulanan istemi Yabgu, 557 yılında tek başına vurduğu bir darbe ile Ak-hun Devletini yıktı. Ak­ hun toprakları iki devlet arasında paylaşıldı . Ceyhun (Amu Derya) nehri de iki devlet arasında sınır kabul edildi. Böylece, İpek Yolunun Orta Asya kısmı Gök­ türklerin eline geçmiş oldu. Fakat, Sasanl hükümdarı, yaptığı anlaşmaya sadık kalmadı; ticareti engellemeye başladı. O, bununla da kalmadı; ticaret kervanlarıyla gelen Göktürk elçilerini öldürttü; tüccarların ipeklerini ellerinden alarak, bunların hepsini yaktırdı. Sasanl ci hükümdarının bundan amacı, kendi ipek üreticilerini koru­ mak idi. Çünkü, son derece kaliteli olan Çin ipekleri, Iran ipeklerinin satışını olumsuz yönde etkilemekteydi. Bu rekabet­ ten de Iran ipek üreticileri çok zarar görmekteydiler. ı 77

l!lill������

Buna karşılık Göktürkler de, lpek Yolunu daima açık tut­ mak ve mal akışını sağlamak istiyorlardı. Bunun için Sasanl en­ gelinin mutlaka kırılması lazım geliyordu. Bu maksatla Göktürk­ ler, Sasanilere karşı yeni bir müttefik bulmak için Bizans ile si­ yasi ilişki kurma yoluna gittiler. Böylece, iki devlet arasında kar­ şılıklı elçiler gidip geldi. Sonunda Göktürklerin arzu ettikleri itti­ fak kuruldu (569). ittifak gereğince iki devletin orduları birden ha­ rekete geçti. Bizans batıdan, Göktürkler kuzeyden Sasani Devleti­ ni sıkıştırmaya başladılar. Fakat, bir süre sonra Avarlar yüzünden Göktürklerin Bizans ile arası açıldı. Zira Bizanslılar, müttefik olmalarına rağmen Göktürklerin Orta Asya'nın dışına çıkardıkları Avarlara kendi ülkelerinin sınırında oturacak yer göstermişlerdi. Bu durum Göktürk başbuğlarını son derece kız­ dırdı. Onlar, Avarları "atlarının nalları altında ezilmeye layık sefil karıncalar" olarak görüyorlardı. Bu sırada Göktürk sarayını ziyaret eden elçilik heyeti, bu se­ bepten dolayı soğuk bir şekilde karşılandı. Bir Göktürk başbuğu "on türlü diliniz var, ama hileniz bir" şeklinde ağır bir ifade ile Bizans elçisini azarladı. Bundan sonra, Bizans elçisinin ne süslü sözleri ve ne de yaltaklanmaları fayda verdi. Sonuç olarak, Göktürkler, Sasaru engelini yıkıp, İpek Yolunu tamamen açamadılar; fakat Arapların kolayca yıkabilmeleri için bu devleti epeyce yıprattılar. ı 78

4. Beslenme Türkler, besin maddelerini hayvanlar ve bitkiler olmak üzere iki temel kay­ naktan sağlamaktaydılar. 179 Bunlardan da şüphesiz, hayvanlardan elde edilen besin maddeleri, daha ağır basmaktayr\ı. Zira, eski Türk ekonomisi büyük ölçü­ de hayvancılığa dayanmaktaydı. Dolayısıyla Türklerin besin maddelerini de, genellikle hayvanlardan elde edilen ün.ınler oluşturmaktaydı.

373

A. Et Hayvanlardan elde edilen besin maddelerinin başında, hiç şüphesiz onların eti gelmekteydi. Türkler, et ihtiyaçlarını kuzu, koyun, koç, keçi, erkeç, 1 80 oğlak, at, deve, tavuk gibi kendi besledikleri hayvanlar ile kuş, geyik, tavşan1 8 1 ve ba­

lık gibi av hayvanlarından temin etmekteydiler. Kendi besledikleri hayvanlardan da genellikle erkeklerini kesmekteydiler. Mesela, onlar, koyundan koçu, deve­ den buğrayı, attan aygırı, 182 keçiden de erkeci tercih etmekteydiler. Fakat, yi­ ne de Türkler için en makbul et, erkeç ve at etiydi. Türkler, bunlardan özellikle erkeç etinin ilaç gibi insana yarayan ve insanı tedavi eden bir özelliğe sahip olduğuna inanmaktaydılar. Onlar bu inançlarını

"erkeç eti ilaç olur, keçi eti yel olur" gibi bir atasözü ile ifade etmekteydiler.ıs:ı Diğer taraftan at eti de Türkler için misk gibi güzel kokan bir et idi. ı84 Hatta Türkler, at etini diğer bütün hayvanların etlerine tercih etmekteydiler. 185 Et, hem taze olarak günlük hem de konserve haline getirilerek, ilerdeki ih­ tiyaçlar için kullanılmaktaydı. Et günlük ihtiyaçlarda ya ateşte kızartılıp kavru­ larak (kebap, kavurma) ya da yahni (etli yemek) yapılarak yenmekteydi. lle­

ride yenmek için ise, et tuzlanıp kurutulmaktaydı. Bu, etin bir bakıma konser­ ve yapılması demekti. Bu usı11, tamamen bir Türk buluşuydu. Başka milletler bu usulü yani etin konserve haline getirilerek yenmesini Türklerden öğrenmiş­ lerdir. Türkler, pastırma ve sucuk yapmasını da biliyorlardı. Onlar, özellikle etlik için ayırdıkları hayvanlarını sonbaharda kesip, etini bazı baharatlarla karıştıra­ rak kurutmaktaydılar. Böylece meydana getirdikleri pastırmayı bir yerde sakla­ yarak, ilkbaharda yemekteydiler. Bundan dolayı onlar bu ete, "baharda ye" an­ lamında "yazok et" demekteydiler. 1 8fi Ayrıca, hayvanın bağırsaklarını da temiz­ ledikten sonra karaciğer, et ve baharat karışımı ile doldurarak, sucuk yapmak­ taydılar. Onlar, bu sucuğa "soktu" adını vermekteydiler. 1 87 Hemen hemen her Türk atlısının yanında azık olarak bir et parçası bulunur­

du. Tarihi kayıtlara göre, Türkler, tuzlanmış bir et parçasını bir beze sararak, eyerlerinin altına koymaktaydılar. Burada ezilen et, atın harareti ile içten yana­ rak, bir süre sonra adeta pişmekteydi. 188 Böylece hazır hale gelmiş olan bu et parçası ihtiyaç halinde yenmekteydi.

B. Süt ve Sütten Yapllan Besin Maddeleri Hayvanlardan elde edilen besin maddelerinden biri de süttür. Süt, pişirile­ rek içilip, yenildiği gibi, ondan çeşitli besin maddeleri de yapılıp yenmekteydi. Bunların en önemlileri yoğurt, 1 89 peynir, lor, kaymak, yağ ve kımız gibi yiyecek ve içecekler idi. Eski Türk toplumunun en temel gıda maddesi yoğurt idi. Yoğurt, "kor" adı verilen yoğurt mayası veya bir parça yoğurt artığının pişirilmiş sütün içine kon­ masıyla elde ediliyordu. Tıpkı sütten olduğu gibi yoğurttan da çeşitli besin mad­ deleri yapılmaktaydı. Bunlar, ayran, yağ, peynir ve çökelek idi. Yoğurttan yapı­

374

lan peynire "kurut" (ku ru yoğurt) denmekteydi. Kurut, genellikle yağı alınmış yoğurdu kurutmak suretiyle elde edilmekteydi.

Eski Türk insanının sağlam, dayanıklı ve sağlıklı oluşunda, sütün ve yoğur­ dun başlıca rolü vardı. Süt, kemiklerin gelişmesini sağladığı gibi yaşlılık döne­ minde de kemik erimesini önlüyordu. Bir Türk buluşu olan yoğurt ise, adeta bir antiseptik idi. Vücuda giren her mikrobu ya öldürüyor ya da etkisiz hale getiri­ yordu. Ayrıca, sindirimi kolaylaştırmak ve vücuttaki fazla yağları eritmek sure­ tiyle de, insanın daima sağlıklı kalmasını sağlıyordu. Sütten, tıpkı yoğurt yapar gibi, maya kullanmak suretiyle peynir de yapıl­ maktaydı. Elde edilen bu peynir, taze peynir olup, daha çok günlük ihtiyaçlar için sarf edilmekteydi. Türkler, taze peynire "uzıtma" adını veriyorlardı. ı 9u "Uzıtma", kaplara ve tulumlara sıkı bir şekilde basılıp, uzun süre bozulmadan muhafaza ediliyordu. Ayrıca Türkler, bugün olduğu gibi yağı alınmış sütten de peynir yapmaktaydılar. Onlar, yağsız olan bu kuru peynire de, "süzme" adını vermekteydiler. ı 9 1 Türkler, bozulmuş yani ekşimiş olan sütü atrruyorlardı. Onu maya ile peynir haline dönüştürüyorlardı. Bu peynire de "sogut" adını veriyorlardı. ı 92 Türkler, milli içkileri olan "kımız"ı da sütten yapmaktaydılar. Onlar, kımız yapımında tek bir çeşit süt kullanmaktaydılar ki, o da, kısrak sütüydü. Kısraktan sağılan taze süt, önce bir tulumda toplanmakta ve bu tulum dolunca da, sütün içine "kor" adı verilen kımız mayası veya biraz kımız ilave edilmekteydi. Bundan sonra ağzı hava almayacak şekilde sıkıca kapatılan tulum, çadırın direğine asılarak, ara sıra çalkalan­ maktaydı. Tulumun içindeki süt, mayanın ve çalka­ lanmanın etkisiyle 15-20 gün içinde kımıza dönüşe­ rek, içilecek duruma gelmekteydi. Ekşimiş ayran tadında olan kımız, insanın dilini uyuşturacak kadar sert bir içki idi. Fakat son derece besleyici bir özelliğe sahipti. Hem vücudun direncini artırıyor hem de mideyi ferahlatıyordu. Türkler, bu içkiyi hem bol bol kendileri içiyorlar hem de konuk-

' .'." :!

·� ' . ' Yenisey lrmağı Havzası, Okunevo Kültürü, kaya üzerine boğa resmi

!arına ikram ediyorlardı. Türkler, içkilerini sadece hayvan ürünlerinden değil, tarım ürünlerinden de imal etmekteydiler. Bunların başında "ugut" ve "begni" gibi içkiler gelmekteydi. "Ugut'', sadece buğdaydan, "begni" de buğday, darı ve arpa gibi tarım ürünlerin­ den elde edilmekteydi. 193 Ayrıca onlar, "an yağı" adını verdikleri baldan da içki (süçiklsüçük) yapmaktaydılar. ı 94

C. Tanm Ürünleri Türklerin hayatında, hayvan ürünleri kadar olmasa bile bitkilerden elde edi­

len ürünler de, önemli bir yer tutuyordu. Bunlar, buğday, dan, ı 95 arpa ve pirinç gibi ürünler idi. Bunlardan buğday, arpa ve darı, bugün olduğu gibi, eskiden de ekmeğin temel maddesini oluşturuyordu. Yalnız, yufka (yuga/,'l}uwga/yupka) adı verilen ince ekmek, sadece buğday veya arpa unundan yapılmaktaydı. Darı (mısır) unu ise, daha çok "kavut" (kağut) adı verilen bir yiyecek maddesinin temel unsuru olarak kullanılmaktaydı. ı 96

375

i pek yolu güzergahı ve menzilleri

Buğday, hem tane olarak hem de un haline getirilerek, çeşitli yiyeceklere dönüştürülmek suretiyle yenilen bir yiyecek maddesi idi. Tane olarak buğday, sertleşmeden önce ateşte ütülerek, sertleştikten sonra da kavrularak (kogur­ rruıç!kawurmaç) veya suda kaynatılarak yenmekteydi. Ayrıca, bugün olduğu gibi pişirilmiş buğdaydan "yarma" (yarnwş), bulgur ve "dövme"l97 de yapıl­ maktaydı. Türklerin en önemli yemeği, hiç şüphesiz, "tutmaç" idi. Daha doğrusu "tut­ maç", tıpkı yoğurt ve kımız gibi Türklere özgü bir yiyecekti. Bu yemek, bugün­ kü Türk toplumunda çok sevilen "mantı" yemeğinin hemen hemen aynısı idi. Es­ ki Türk topluluklarının yorumuna göre, tutmaç ismi, "tutma" ve "aç" gibi birin­ cisi olumsuz, diğeri olumlu iki emir formundaki kelimenin birleşmesinden mey­ dana gelmiş olup, "aç tutmayan, yani daima tok tutan" yemek anlamında bir sözdür. Gerçekten tutmaç, sindirimi oldukça güç bir yemek idi. Bundan dolayı da insanı uzun süre tok tutmaktaydı. Buna rağmen bu yemek, son derece bes­ leyici bir özelliğe sahipti. Kaşgarlı MahmQd'un ifadesine göre, tutmaç, insanın Vticudunu kuvvetlendirmekte ve yüzüne sağlık alameti olarak kırmızılık vermek­ teydi. 198

Ç. Sebzeler ve meyveler Türkler; patlıcan (bütüge), fasulye (bosu.), pancar (dünüşge), havuç (gP­ zerlgeşürlgizri, sarıg turma), kabak, sarımsak (samursak!su rnwsak), so­ ğan (sagun), salatalık (turmuz), turp (turma), şalgam (çag ın ı u ), biber (murç=karabiber) gibi bazı sebzeleri tanımakta ve yemekteydiler. Bunlardan da, özellikle kabağı çok yetiştirmekteydiler. Çünkü onların, bu sebzeyi çokça ye­ tiştirmek için "kabaklık" l99 adıyla anılan tarlaları bulunuyordu. Kabak, bugün olduğu gibi eski Tüı·k toplumunda da hem taze olarak, hem de kurutulmuş ola­ rak ileride yenmek .. eydi. Türkler, çok çeşitli meyveler (yemiş) yetiştirmekte ve yemekteydiler. Bun­ lar; elma, (alma, almıla), şeftali (aluç, tülüg erük), kaysı (sarıg erük), erik (kara erük), 200 armut, ayva (awya), dut (üjme) , fıstık (bitrik, şekirtük), fın­ dık (kosuk), 201 üzüm ceviz (yagak), iğde (yigde), karpuz (büken), kavun ,

(kagun) gibi b ugün de bilinen yemiş ve yiyeceklerdi. Türkler, bu yemiş ve yi­ yeceklerden kavun, erik ve cevizi hem çok seviyorlar hem de bunlardan çokça üretiyorlardı. Zira onların, kavun, erik ve ceviz yetiştirmek için tarla ve bahçele­ ri vardı. Bunlardan kavun tarlasına "kagunluk",202 erik bahçesine "erüklük" ,203 ceviz bahçesine de "yagaklık"204 adını veriyorlardı. Üzüm de Türklerin çok sevdiği ve ürettiği meyveler arasındaydı. Onların

"borluk" adını verdikleri üzüm bahçeleri vardı. 205 öte yandan, üzümü Çin'e gö­

376

türen ve tanıtan Türkler idi. 206 Türkler, üzümü hem taze olarak, hem de kuru­ tarak (üskenteç) yemekteydiler. Onlar üzümden ayrıca "pekmez" (bekmes), "sirke" ve "şarap" (bor, kızıl süçik) da yapmaktaydılar.

Erik ve şeftali gibi yemişler, taze olarak yendiği gibi, kurutulmak suretiyle ileride yenmekteydi. Meyve kurusuna zamanımızda olduğu gibi "kak"20T den­ mekteydi.

5. Giyim ve Süs Eşya/art Eski Türklerde elbiseye "ton"2 08 (don) veya "kedümlkedgü" denmektey­ 2 di. 09 Elbise, günümüzde olduğu gibi eskiden de "dış elbise" ve "iç elbise" şek­ linde ikiye ayrılmaktaydı. Dış elbiseye "taş (dış) ton",2 ı o iç elbiseye de "iç ton"2 1 ı denmekteydi. Elbiseler, günümüzde olduğu gibi eskiden de ütülenerek

giyilmekteydi. 212

Kurganlarda çıkan elbiselere, kaya resimlerine ve heykellere bakılırsa, Türklerin kıyafeti bugünkü medeni kıyafete çok yakındı. Kadınların ve erkekle­ rin kıyafetleri de birbirinden pek ayrılmıyordu. Diyebiliriz ki, Türk erkeği ne gi­ yiyorsa Türk kadını da aynı elbiseyi giymekteydi. Yalnız kadınların elbiselerinin etekleri, erkeklerin elbiselerinin eteklerine göre daha uzun olmaktayd1.2 ı:ı Eski Türk toplumunda, başlık olarak çeşitli börkler giyilmekteydi. Börk, Türkçe "börümek" (örtmek, kapatma) kelimesinden türemiş (börük=börk) bir isimdir. Kaşgarlı'nın bize bildirdiğine göre en çok giyilen börk, "kuturrna börk", 2 14 "sukarlaç börk"2 1 5 ve "kadıglıg börk"2 1 6 idi. Özellikle "sukarlaç börkler" (sivri börkler) Saka Türk­ lerinden beri bütün Türk topluluklarında görülmektey­

di. Türklerin ayrıca, tiftikten yapılmış beyaz renkte ve sarık biçiminde börkleri de vardı. "Kıymaç börk" adı verilen bu başlıkları en çok Çiğil Türkleri giymekteydi­ ler. 2 1 1 Öte yandan eski Türk kadmları börkten başka "bürüncük" adıyla anılan bir baş örtüsü kullanmaktay­ dılar.2 18 Bu kelime Türkçe "bürünmek" (örtünmek) fi­ ilinin köküne "-çük" küçültme ekinin getirilmesiyle (bürün-çük) yapılmış bir isimdir. Vücudun üst kısmına bugünkü söylenişi ile göm­ lekler (gönglek) giyilmekteydi. Bunu deri ve kumaştan

Kemer tokası, Semireciye, (lsık Kurganı) (M.Ö. 3.- 1 . yy.) (Museum of Archeology)

yapılmış pantolonlar tamamlamaktaydı. Ayrıca, kış aylarında soğuktan korun­ mak için dizlere çorap gibi bir "dizlik" (yişim) geçirilmekteydi.2 19 Ayaklara ise, önce çorap (uçuk) ,220 sonra uzun veya kısa konçlu çizmeler (etük, oyuk) giyilmekteydi. Bu çizmeler genellikle keçeden yapılmaktaydı. Ay­ rıca Türklerin hayvan derisinden yapılmış "başmak" (pabuç) ve "çaruk" (ça ­

rık) gibi daha başka ayakkabıları vardı. 221 Bunlardan özellikle çarık çok kulla­ nılmaktaydı. Türklerin kendilerine has bir çarıkları vardı ki, buna "izlik" den­ mekteydi.222 Elbisenin üzerine de etekleri dizlere kadar uzanan kaftanlar (yalmal.yelme, çekrek) alınmaktaydı. Bu uzun kaftanlara Orhun bölgesindeki Göktürklerden kalma heykellerin istisnasız hepsinde rast gelinmektedir. Kaftanlar genellikle belde kemerler (ku r 22:ı kadış: kayzş, bilbağı: bel bağı) veya kuşaklarla (kur­ şak) sıkılmaktaydı. Mesela, Tüekta kurganında ortaya çıkarılmış olan bir prens ,

(t'iy'in) cesedine kırmızı, ye�il ve sarı renklerde uç çeşit elbise giydirilmiş olup,

377

bu elbiseler belde bir kuşak ile bağlanmış durumdadır. Ayrıca, havanın soğuk ve yağmurlu olma durumlarına göre, elbiselerin üzerine kürkten paltolar (partu) veya yağmurluklar (yakıt kedüt, yatma, yelme) da alınmaktaydı. Bir de kepe­ nek (yaptaç) vardı ki, bunu genellikle çobanlar kullanmaktaydı. Öte yandan, kış aylarında ellere günümüzde olduğu gibi eldiven (eliglik) t.a­ kılmaktaydı.224 Burun temizlemek için de mendil (ulatu) taşınmaktaydı. 225 El silmek için ise, zamanımızda olduğu gibi havlu (suvluk) kullanılmaktaydı. 22fi Türklerde genellikle her aile, ihtiyacı olan kumaşı kendisi dokumakta,227 el­ bisesini ve ayakkabısını da kendisi dikmekteydi. Afanesyovo (M. ô. 3000- 1 700) ve Andronovo (M. ö. 1 700-1200) kültürlerinden günümüze dikiş malzemesi ola­ rak kemik iğneler ve bakır bizler kalmıştır. Ayrıca eski Türklerde giyim kuşam işleriyle meşgul olan çeşitli meslek grupları vardı. Mesela dikiş dikmeyi meslek edinenlere "yiçi" (terzi), "börk" yapanlara "börkçi",228 ayakkabı ve çizme di­ kenlere de "etükçi" denmekteydi. Bundan başka deri tabaklama (enikleme) da meslek sayılmaktaydı. 229 Eski Türk kurganlarından özellikle kadınların kullandığı çeşitli süs ve süs­ lenme eşyaları meydana çıkarılnuştır. Bunlar küpe, gerdanlık (boğmak), bilezik, boncuk, inci, tarak (targak) ve ayna (gözüngü) gibi çeşitli süs ve süslenme eş­ yaları idi. Bu süs eşyalarının bir kısmı Türk kültürünün eserleri değildi. Bunlar şüphesiz akınlarda komşu kavimlerden ganimet olarak alınmış eşyalardı. Eski Türk kadınlan, zamanımızda olduğu gibi yanaklarına kırmızı boya (enğlik) sürerek süslenmekteydiler.2:ıo Ayrıca onlar, keçi kılından zülüf yapa­ rak (önğik), başlarına takmaktaydılar.2:1 1

D İ PNOTLAR 1 Köymen 1983: II, 298; Koca 1997: !JO; 1 93 vd. 2 Kaşgarlı Mahmud'un XI. yüzyılın ikinci yarısı içinde yazdığı "Dlvanü'l-Lugati't-Türk"t.e "yar­ dımlaşma ve yarışma ile ilgili 1 90'111 üzerinde kelime bulunmaktadır. 3 Eski Türk ailesinin birlik ve bütünlüğü "Etli t.ırngaklı edirmez" (=Et tırnaktan ayrılmaz) atasözü ile ifade edilmiştir. (Kaşgarlı Mahmud 1 939: I, 177). 4 Gökyay 1 973: 36. 5 Kaşgarlı Mahmud 1 939: !, 206. 6 Kafesoğlu 1977: 20 1 . 7 Bazı yabancı yazarlar, Türk kadınını, erkeği ile fiziki ve ruhi bakımından karşılaştırırken da­ ha da ileri gitmişlerdir. Mesela Arap yazarı ldrisi bu hususta şöyle demektedir: "Türk kadın­ ları güzel ve iyi endamlıdırlar. Bunlar erkeklerinden daha mukavemetli olup, ruhlarındaki keskinlik, tabiatlarındaki kuwet sebebiyle muhtaç oldukları şeyleri erkeklerinden daha iyi kullanma yeteneğine sahiptirler". (Şeşen 1985: 109). 8 Türklerde "kadın" için çok çeşitli sözler kullanılmaktaydı. Bu hususta geniş bilgi almak için bkz. Çağatay 1 962: 1 3-4 2 . 9 Barthold 1 975: 24. 10 Öge! 1 97 1 : 29, 596. 1 1 Eski Türkçe'de ikinci eş için kullaııılan herhangi bir kelime bulunmamaktadır. 12 Orhun Abideleri 1973: 49, 89. 13 Divitçioğlu 1987: 150. 14 Kafesoğlu 1 977: 20 1 ; Sümer 1972: 403; Gökalp 1972: 165.

378

15 Julien 1864: 6/3, 334. Türklerde ölüm törenlerinde bir araya gelme, bazen yeni evliliklere vesile olmaktaydı. Bu töreıılt>rde gençler ve kızlar güzel t'ilıisPlerini giyip mezarın lıaşınrta toplanmaktaydılar. Burada. bir gPnç. bir kızı beğenirse, törendt>n döndükten hemen sonra

kızın ailesine bir dünür göndererek, evlenme teklifinde bıılunmakt.aydı. Kızın yakınları, bıı isteğe genellikle rıza göstermektc•ydiler. (Ce jour-Ia, !es hommes et !es femmes se revetent

toııs d'habits riches et elegants, et se reıınissent aupres du tombeau. Si un homme devient amoııreux d'une fille, il s'en retourne et envoie aussitot quelqu'un pour la demander en mariage a ses parents, qui, d'ordinaire, ne refusent point Ieur consentement). ! fi Kaşgarlı Mahmud 1 93!l: l, 1 4 1 ; H l4 1 : 111, l fı4, 44 1 . 17 Bir Uygur beyi, oğlııını vı• kızını başlık alıp vermeden evlendirmiştir. (Eski Türk Yazıtlan 1 987: 156). 18 Eberhard 1 942: 69. 19 Hasonyi 1 97 1 : 56. 20 "Llüğün" kelimesi "düğmek" (düğmelemek, bağlamak) fiilinden t üremiş bir isimdir. Gerçek­ ten de kl'limenin anlamına uygun olarak,

"düğüıı"Ie iki aile birbirine bağlanmakt adır. (Ebfı

Hayyan 1 93 1 : 36).

21 "Güvey" kelimesinin eski şekli "küdegii"dür. Bu kelime "gütmek" (küdmek) fiilin den türe­ miş "güden, çoban" aıılaııııııcla bir söz de olabilir.

22 Rasonyi 1 97 1 : 57; Donuk 2000: 80-84.

23 Oğuzlar babaya "dede�" de demek teyd ile r. (Kaşgarlı Mahmfıd 1 94 1 : Ill, 220). Eski Türkçe'de baba kelimesi de vardı. (Gabain 1988: 80). 24 Bu kelime "öksüz" (ögsüz=annesiz, yetim) şekliııcle Türkiye Türkçesi'ııde hata kullanılmak­ tadır.

25 "Aba" kelimesi, bugün Anadolu köylerinde, küçük çocuklar tarafından anne yerine konmuş olan büyük kız kardeşler

(ablalar) için kullaınlınaktadır.

26 Kaşgarlı Matıınfıd 1 941 : 111, 2 1 2 .

2 7 Kaşgarlı Mahınfül 1 939: !, 1 2:3; I B4 1 : I l l , 383. 28 Kaşgarlı Mahmfıd H J4 l : 111, l :n 29 Kaşgarlı Mahmfıd 1 9!fü: 1, 1 05. 30 "Kayın" kelimesinin ilk şekli "kadııı" id i . 31 Kaşgarlı Mahnıfıcl 19:39: l, 407, 369. 32 Kaşgarlı Mahmüd 1 939: 1, 407; 1 94 1 : ili, 382. Türkler, kardeş olsun veya olmasııı aynı me­ meden emen çocukları da kard�:,.f\�.":".: /

.

./; ,., .. � ::::ı:.. · rı�.:!) � tç · � !. ._. :,..:.:.._ �

/�

· '-

.._

••

.• •

·-:.,' ·' ,. �;: :· � ınik alan oluşturmakta ve onlar birbirlerini tamamlamak- '{ ( taadilere gidiyoruz. Eğer e/ ra.­

fı surlarla çevrili şeh i rle r :IJapa.rsak kendirniz1: hapsetmiş olvrliz. Buda 1 1e Tao dinleri ise insanlara yum uşaklık ııe miskinlik ·ı ıerir. Bıı sebeple Türk­

lerin yaşayışlarnuı ı ıe sm•aşp ruhları.na u ygun gelmez. Çinlilerin karş ı sında mağlup oluruz. Bu m'denle bıı mli.bedleri yapamayız"42 demişti. Bil­ ­

ge Kağan da bu tavsiyeleri doğru bulmuş ve görüşünden vazgeçmişti. Doğu Göktürk kağanlarından Mukan (552-572) ve oğlu Topa (572-58 1 ) ; Ba­ tı Göktürk Hakanlığı'nda Tong-Yabgu (6 1 8-6:3Q)4:ı kağanların dönemlerinde Bu­ dizm himaye görmüştür. Kısa bir Budizm dönemi geçiren Göktürkler, Çin kültü­ rüne gösterdikleri tepkiyi, Çin'deki dinlere karşı da göstermişlerdir. Milli kültür­ lerinin doğrultusunda, kendi kozmogonik düşünce sistemlerini ve dini termino­ lojilerini kurmuşlardır. Bu durumu ar;ık hir şekilcte Orhun Ahictelerincte görebili­

riz. Çünkü, Orhun Abidelerinde eski Türk dini terminolojisine ait kavramların sıkça kullanılmasına rağmen Budizm'e ait tek bir kavram bile kullanılmamıştır.44 Karlukların (766-840) Saysan gölü ile Alagöl arasında kalan "Tarbagatay" bölgesinde yaşadığı bilinmektedir. Karluklarda Budizm'in varlığına erken İslam sfıfilerinden "Belhli Şakik"in bir Karluk iline giderek, bir tapınakta yüzü ve başı tıraşlı olan al elbiselere bürülmüş

402

(Budist rahip görünüşlü) toyin elenen bir rahip ile görüşmesinden öğreniyoruz.

Belhli Şakik'in bahsehtiği tapınak "vahş" vadisinde Acına-Tepe Budist tapınağı olup, bir Türk bölgesinde bulunuyordu. Ayrıca, E . Esin, Mes'udi'ye dayanarak Karluk ili olan Fergarıa ve Kuba'da, VI-Vll. yüzyıllardan kalına bir Budist t.apıııa­ ğınm bulunduğuı ıu, bu tapınağın Türk uslubunu yansıtmakla birlikte, Budist sa­ natının tantrik vechesinde bir özelliğe sahip olduğunu ifade etmektedir. Türk tantrik Rı ıdist. kültürü müteakiben Uygurlarda da kendisini göstC'recek ve geli­ şecektir:Vı Karlukların aristokrat zümreleri arasıı ıcta yayılan Budizrn'in geniş halk kitle­ lerine nüfuz edip etmediği ve onların kencti örf, adet. ve inançları doğrusunda ya­

şarnalarııu lıangi ölçüde etkilediği hususunda pek bir bilgimiz bulunmamaktadır. Anlaşılan Budizm daha çok arist.ukrat züınrelerin arasıncta kalmış, ruh ve mizaç­ larına uygun olmadığı içiıı göçebelerin arasında yayılamamıştır.

Uygurların bir devlet olarak ortaya çıktıkları 745 senesinden önceki yaşayış­ larına baktığınız zaman bunların Orhun ve Selenga nehirleri kıyılarından Aral gölü kıyısına kadar yayılctıklarıııı görmekteyiz. Konar-göçer oldukları için bir yerde oturmayıp, ctaima hareket halinde olan Uygurlar, kenctilerincten önce soydaşları Hunlar VC' Göktürklerin kül­ türel mirası üzerine kurulmuş, o mirasa sahip çıkmışlardır. m,

Bilindiği gibi Uygurlar, önceleri Gök-Tann dini inancı­ daha sonra da Budizm ve Maniheizm gibi ctinleri kabul

etmişlerdir. Aslında Uygurlar inanç alaıııncla çok serbest clavraıırııışlar, çabuk din değiştirmişler ve yeni kabul ettik­ leri dini de yaymak için gayret gösternıişlerdir.46 Uygur Kağaııı Böğü'nürı 76Tte Mani dinine girmesinden çok da­ ha önceleri Göktürkler döneminden itibaren Uygurlarda Hudizm'in tesirlerini görebiliriz. Meşhur Uygur beylerin­ den biri olan "P'u-sa" Bodhisattva, Bucla'ııın adını taşıyor­ dıı.41 Buda kelimesinin karşılığı olan "Burkan" kelimesinin ise Uygur diline ne zaman girdiği belli değildir.

Bakü'de Zerdü�t Ate�gedesi

Uygur Bııdizrni, Tarıtrik Budizm'in politeist. eğilimlerini monist-panteist bir yoruınla dile getirmektedir. Bir kısım araştırıcılar, bu monist-panteist görüşle­ riıı, Türk-İslam sufiliğirıirı Vahdet-i Vücud tasavvurunu çağrıştırdığı kanaatirıcte­ clirler. Zaten oradaki Kfilacakra tasavvuru, Karahanlı Devri Türk edebiyatında "Evren" şekline dönüşecektir. Öte yarıdan, politeist Tarıt.rik Budizrn'irı Uygurlar­ da monist eğilimlere yönelmesi, Türklerdeki Tek Tanrı inancının yanı sıra, IX. yüzyıl dolaylarında Uygur Budizrn'inirı Karahanlı Türk Müslümanlığı ile karşılaş­ ması sonucu meydana gelen etkileşimlere de bağlanmaktadır. Uygur Buclizmi­ 'nin "gönül" ve "eren" kavramları ela İslam sufiliğinirı kavramlarıyla paralellikler arz errnekt.eclir.48 Bilindiği gibi, Uygurlar Mahayarıa Budizmi'rıi ve hatta onun Tantrik kolunu benimsemişler ve bir süre bu eline hizmet emişlerdir. Bu sebeple Uygurlar ara­ sında yayılma gösteren Mahayana Buclizıni Uygurların geleneklerinde öneınli bir değişikliğe yol açmamıştır. Türklerin yabancı ctinlere karşı müsamahalı davranı­ şı ve bu dinleri merkezi bir yaklaşımla kabul ve himaye et meleri Uygur Türkle­ rinde de görülmüştür. 832'lerclen itibaren iç karışıklıkların had safllaya varmasında4!1 etkin dini yapılanmanın çok büyük rolünün olduğu görülmektedir.

403

840 senesine gelindiğinde başkent Karabalgasun Kırgız ordusu tarafından kuşatılmış; son Uygur Kağanı "Wu-cheih" öldürülmüş ve Uygur Devleti'ne son verilmiştir. Ancak Kırgızlardan kurtulan Uygurlar, Tibet ve An-hsi bölgelerine göç etmişlerdi. Bu bölgenin merkezi Kansu şehri idi. Bu nedenle burada devlet kuran Uygurlara Kansu Uygurları veya Sarı Uygurlar denilmektedir.50 Kansu şehri özellikle Çin ile bugünkü Doğu Türkistan arasındaki ticaret yolu üzerinde bulunuyordu. Uygurlar bu bölgeye gelmeden önce burası Tibetlilerin eline geç­ mişti. Buraya yerleşen Uygurların askeri bakımdan çok zayıf oldukları kaydedil­ mektedir. 5 1 Kansu bölgesinin en büyük özelliği, Budizm'in en fazla yayılmış olduğu bir yer olmasıdır. Çünkü "Dun-huan" (Bin Buda) mağaraları, "Tang-oh" ırmağının batısında Kansu'dan Hami'ye giden yolun beri tarafında eski kaynak yeri olan "An-si"den güney doğuya düşer. Bin Buda mağaraları, M.Ö. 1 1 1 'de Çin impara­ torlarından biri tarafından askeri amaçlarla yaptırılmıştı. Çok eski zamanlardan itibaren bu mağaralara Budist rahipler yerleşmiş ve burasını hem barınak hem de mabed olarak kullanmışlardı. Uzak yörelerden gelen Budist hacılar, burasını bir toplantı yeri olarak kullanıyorlardı. M.S. V-VI. yüzyılda bu mağaralara beş yüz tane daha eklendiği, böylece mağa­ ra sayısının bin veya bine yakın olduğu bildirilmektedir. 52 Sarı Uygurlar, Orhun'daki Uygurlar gibi çadırlarda yaşıyorlardı.

Göçebe

an'aneleri henüz değişmemişti. Şehrin güneyindeki dağlar, Uygurların, hayvan sürülerine otlak vazifesi görüyordu. Uy­ gurların, Mani ve Buda dinlerinin etkisi Doğu Türkistan, Budist rahipleri Miran şehri kazısından çıkan tapınaktan fresk,

ile savaşçılık ruhları kaybolmuştu. Ancak Şato Türklerinin yardımlarıyla Sarı

Uygurlar, Tibet ve Çin akınlarına karşı kendilerini korumasını bilmişlerdir.53 Moğol istilasının, Orta Asya Türk topluluklarının Budizm'le ilişkileri açısın­ dan yeni gelişmelere yol açtığı görülmektedir. 1 2 1 2'de Koço Uygur Kağanlığı'nın Moğol Devleti'ne iltihakından sonra, Budist Türk kültürü Moğollara öncülük et­ ti ve Uygur "bahşı"ları Moğolları Budizm'e çektiler. Bu arada onlar, Moğol Dev­ leti'nin kültür ve sanat hayatında belli başlı mevkileri de elde ettiler. Böylece Moğollar, kültür dili olarak Türkçeyi öğrendiler, Moğolca da, Uygur harfleri ile yazılmaktaydı. Bu dönemde Moğollar, Tantrik Budizm'in etkisi altında idiler. Ni­ tekim, Kubilay Han Dönemi'nde ( 1 260- 1 294) bu etkiler daha da artmıştı. Ancak, 1 269'dan itibaren Kubilay Han'ın Tibetin Lamaist Budizmi'nin etkisine girmeye başlaması, Uygur ilinde de bu etkilerin kendini göstermesine yol açtı. Ögedey döneminde de bu ilişkiler devam etti; ancak Moğollar, asıl Tibet se­ ferinden sonra Lamanizmin kesin etkisi altına girdiler. XV. yüzyılda Islamiyet Uygur iline eriştiğinde, orada Tibetliler ve Moğollar gibi daha ibtidal kavimlerin etkisi altında tedinnl etmiş bir Budizmle karşılaştılar.54 Gerçi, XIV. yüzyıldan iti­ baren Moğolların Çin'deki hakimiyeti, onların arasında Budizm'in etkilerini nis­ beten kırmıştı, ancak XVI. yüzyıldan itibaren ve özellikle de Altan Han Döne-

404

mi'nde ( 1 507- 1 583) , Tibet'in doğu bölgelerine yapılan sefer, Moğolların arasın-

i

da Budizm'in yeniden canlanmasına yol a.çmış,55 bütün bunlar Moğollara yakın veya onlarla daha çok iç içe yaşayan bazı Türk boylarının da Lamnaist Budizm'in etkisine girmeleri sonucunu doğurmuştur. lşte bu şekilde XVII. yüzyılın ikinci yarasında, Lamanizm Tuva Türklerinin arasına nüfuz etmiş; Hoton Türklerinin Moğolistan'da yaşayan kesimi de Lamanizm'in etkisinden kendisini kurtarama­ mıştır. Bununla birlikte, Budizm, Orta Asya'da Türklerin arasında, İslamiyet ile re­ kabet edememiş ve İslam dininin Türklerin arasında yayılmasına paralel olarak, bazı izlerin dışında silinip gitmiştir.

B. Zerdüştilik Zerdüşt (M.Ö. 628-55 1 ) tarafından eski İran dininin reforme edilmesi sure­ tiyle kurulmuş ve lran'ın Hz. Ömer tarafından fethi döneminde lran'ın resmi ve hemen hemen mim dini hüviyetini almış bulunan Zerdüştiliğin, Orta Asya'ya ne zaman girdiğini kesin biçimde tespit etmek güç olmakla birlikte, bu dinin kültü­ rel geçiş alanı üzerinde bulunan Türk ülkelerinde etkili olduğunu söylemek mümkündür. İslam istilası öncesi oldukça büyük dini kargaşa içinde bulunan Maveraünnnehir'de Zerdüştilik hakim durumda idi.56 Zerdüştiliğin milli bir din olduğu göz önüne alınırsa, kül­ türel geçiş alanında Zerdüştiliğin Türklerin arasında taraftar bulmasını yakın temas ve sirayet yoluyla yayılmaya hamletmek

·�

gerekecektir. Aslında müesses bir din olan Zerdüştiliğin, bu şe­ kilde Türklerin arasında yayılmış olmasının, milli bir dinin, şart­ lar uygun olduğunda evrenselliğe yönelmesini göstermek ba­ kımından din tarihi içerisinde ayrı bir önemi bulunmaktadır. lran'dan kaçan veya ekonomik nedenlerle gelen Fars nüfus sebebiyle, Türkistan'da yayılmış olan Zerdüştilik, Orta Asya Türk kültür ve sanatı üzerinde de etkili oldu. Göktürkler kendi tanrılarını lran resim geleneğine göre resmetmekteydiler. Bu­ nun yanında Türklerin bir bölümü, ölümle ilgili uygulamalara bağlanarak ölülerinin kemiklerini Ossuariumlar içine koyuyor­

Miran-Doğu Türkistan, Budist tapınağının güney doğu duvarındaki freskler,

lardı.57 Aslında bir Çin motifi olan cennet kuşu, Zerdüştiliğe geçti ve onun en önemli sembollerinden biri oldu. Zira horoz ve cennet kuşu, ateş ve güneşin sembolü olarak karşımıza çıkmaktadır. Göktürk ve Hun Devri kurganlarındaki kumaş ve eyerler üzerinde rastlanılan bu motifler, Orta As­ ya'daki lrani etkileri göstermektedir.58 Ayrıca burada üzerinde durulması gereken önemli bir husus da Zerdüştllik'­ tcki ateş kültüdür. Ahura Mazda'nın sembolü olan ateş, lran kültüründe ta­ pınma objesidir. Halbuki Türklerde ateş, temizleme aracıdır. Bu sebeple Türklerdeki ateş kültünü Zerdüşti bir unsur olarak kabul ve takdim etme­ nin uygun olmadığını ifade etmek gerekir. Horasan yöresinde Şu! Türklerinin, Sasanilerce benimsenen ateş kültüne girdikleri ve oradan İslam'a geçtikleri anlaşılmaktadır. Miladi VIII. yüzyıl başla­ rında Dihistan Türklerini Şu! Tigin, Curcan'ı da Firuz b. Kul idare etmekteydi. lbıı

Hallikaıı lıu iki hükümdarın kardeş ulduklarmı ve Mecusi dinine ıııerısup lıu-

405

lunduklarını haber verrnektedir.G!J Bununla birlikte sadece, Horasan ve Mavera­ ünnehir yöresinde değil, fakat aynı zamanda Hazar kıyılarıııda da Zerdüştlliğe giren Türklerin bulunduğu anlaşılmaktadır.fiO

C. Mani Dini Türkçe metinlerde "üç ödki nom" ve "iki yıldız" diye tanımlanan Mani dini, gnostik dinlerin en mükemmel örneklerinden biri olup, Mani (2 1 6-277) tarafın­ dan kurulmuş evrensel karakterli bir dindir. Hıristiyanlık başta olmak üzere; Mazdaizm, Zurvanizm, Budizm ve Mezopotamya dinlerinden birçok unsurları içine almakta, bu açıdan da senkretik bir karakter taşımaktadır. Gnostik bir du­ alizm olan Mani dini, iki prensip: İyi-Kötü, Karanlık-Aydınlık, Nur-Zulmet üzeri­ ne kurulmuş olup, buna göre yaşadığımız dünya iyi ve kötü unsurların birleşme­ sinden meydana gelmiştir. İnsanın ruhu iyiliği, cesedi ise kötülüğü temsil etmek­ tedir. Pratikte insanlar; seçkinler (dindarlar) , dinleyiciler ve laikler olmak üzere üçe ayrılıyorlar. Dindarlar için evlenmek, şarap içmek, hayvanları boğazlayıp et­ lerini yemek ve çalışmak yasaktır. Aynı ahlaki kuralları gözetmekle birlikte din­ leyiciler evlenebilir, et yiyebilir ve hatta çalışabilirler. Laikler ise, dini emirlere uymakla yükümlü değillerdir. Kurbanın her türlüsünün yasak olduğu Mani di­ ninde seçkinler günde yedi vakit, dinleyiciler de günde dört vakit namaz kılmak­ la mükelleftirler. Dört vakit namaz Ezrua tanrıya, Güneş ve Ay tanrı ile Burkan­ lara yapılır. Mani dininde Vaftiz ve Komünyon ayınlari mevcut olmakla birlikte bunları Hıristiyanlıktaki sakrementlerle ayıu kabul etmek mümkün değildir. Buda, Zer­ düşt ve lsa'nın peygamberliğini kabul eden Mani, Yahudilerin tanrısı Yahve'yi şeytan olarak niteler ve Hz. Musa'nın da peygamberliğini reddeder. Maniheist bir kimse, ömrünün l/7'sinde oruç tutmakla, malının l/l O'unu da sadaka ver­ mekle mükelleftir. 745 yılında Göktürk Devleti'ni yıkan Uygurlar, merkezi Ötüken'de olan bir devlet kurdular (745-840) . Devletin başkenti Ordu-Balık idi. Devletin kurucusu Kutluk Bilge Kül, 74 7 yılında ölünce yerine oğlu Moyun-çur (74 7-759) kağan ol­ du. Moyun-çur tarafından babası adına dikilmiş olan "Şine-Usu" yazıtında " . . . gök, yer emretti, Gök (Tann) tutuverdi"Bl ifadelerinden de anlaşılacağı üze­ re bu dönemde Uygurlar Gök Tanrı'ya inanıyorlardı. Büyük bir hükümdar olan Moyun-Çur, çeşitli Türk kabilelerini kendine bağ­ lıyarak Orta Asya'daki hakimiyet sahasını genişletip Çin sınırına kadar dayandı. Bu sırada Karluklular tarafından desteklenen İslam orduları ile Çinliler arasında İslam tarihi açısından olduğu kadar Türk tarihi açısından da önemli sonuçlar do­ ğuracak Talas Savaşı oldu. (75 1 ) . Yapılan bu savaş sonucunda büyük yenilgiye uğrayan Çinliler, Orta Asya'dan çekildiler. Tarım havzası ise Uygurların eline geçti. Bu devrede Çin'de meydana gelen büyük karışıklıkların önlenmesinde önemli rol üstlenen Moyun-Çur, Çin'de Türk nüfuzunun artmasını sağladı. Çin'de Mani dininin ilk yayılışı, Göktürklere tabi Toharistan Yabgusu'nun

406

720'de Çin'e gönderdiği Tanuça adlı büyük astronomi alimi ve rahibi ile başla-

mıştır. Fakat bu dini Çin'e asıl götürenler Soğctlu tüccarlar olmuştur. Mani dini Uygurlar vasıtasıyla Çin'den Yukarı Asya'ya geri dönmüştür. Zira, babasının ölü­ mü üzerine 759 yılında tahta geçen Bögü Kağan (759- 779) yani "Tannda bolmış il tutmuş Alp Külüg Bilge Kağan" da dikkatini Çin üzerine çevirmiştir. Tibetle­ rin hücumuna uğrayan Çin'i kurtarmak için P'u-ku Huei en'in daveti üzerine Lo­ yang şehrine giren Bögü Kağan, Türk kültür tarihi açısından önemli neticeler doğuracak olan Mani dinini yaymak üzere dört Mani rahibini de beraberinde ge­ timüş, büyük bir ihtimalle Soğdlu olan bu rahiplerden Mani dinini öğrenmiştir.fi:! Soğdca Kara- Balgasun Kitabesi'nde bu durum şöyle anlatılmaktadır. "Kağan dört rahibi kendi ülkesine gönderdi. O dört rahip iki ibadeti kurbanı geliştirip yücelttiler. Üç zamanı iyice öğrettiler. Bu din bilginle­

ri nura ait doktrin konusunda iyice eğitilmişlerdi. Bu sebeple yedi kitabı

lam olarak biliyorlardı (anlıyorlardı). Onların biluileri denizler kadar derin, konuşmaları da çağlayanlar kadar aku:ı idi. Bu sebeple Uygurları bu hak dine se1 •kedebilirdi. / . . . . . . . . . . / kaide olarak kabul etti. Bütünjaz1:letlerin bir araya gelmesini sağladı uerçekleştirdi. / . . . . . . . . . . / O zaman Fou-tou ve Ts'rnı-clıeler iç ve dış nazırlar / . . . . . . . . . / şöyle dediler: Biz eski giinahlanmızdan pişmarı:ız ve gerçek dine hizmet etmek istiyoruz. Kağan şöyle /Jir emir yayınladı: "Bu din muhteşem ve hariküladedir. Bununla birlikte, onu kabul et­

mek ve ona riayet etmek güçtür. Onu iki üç d�fa dik­ kal/e

inceledim. Eskiden cahildim. Buda'ya şeytan

(Üyordmn. Seytmu Buda olarak anı.yordum. Şimdi uerçe.(Ji anladım. Artzk bundan böyle sahte tanrılara lıizmet etmeyeceğim. ôzell'ikle ümit ediyorum / . . . . / "Madem ki, kararlı ve sarrıirrıis·iniz, onu derhal kabul edebilir, kurallarına uyabilirsiniz. Kabartma ııe resmetmek suretiyle yapılmış bütün şeytan tasvir­ lerini yıkrnalısınız. Cinlere dua ve şeytanlar önünde secde eden / . . . . . . . . . / ·ışık dinini kabul edin. Bu ül-

Bulgar Kutsal kitap cildi, Altın, ( 1 7. yy.)

ke sıcak kan içicilik gibi barbar adetini bırakarak sebze ile beslenen bir memlekete dönüşsün. Bu cinayet devleti, iyiliklere teşvik krallığı haline gelsin. Bunun için / . . . . . . . / insanda bulunmaktadır. Sema, güç ve kuvvet verir. Tabiler ise onu taklit ederler. Din büyüğü (kra­ lı)uzun zaman Babil'de oturm:nştu. Uygurların gerçek dini kabul ettikle­ rini öğrendikten sonra, onların bu dine bağlıl1,klarını methetti. Kadın 1ıe erkek din adamlarını, bu dini yaymak ve yüceltmek için Çin'e gönderdi. Bundan sonra Mou-cho'nun müritler toplulu.qu (Mu-she) ve müritleri ka­ labalıklar halinde dolaşt1.lar. Bu dini yaymak için doğudan batıya her yö­ ne gittiler ve dini yaydılar"68

Ayrıca Uygur harflere ile yazılmış Eski Türkçe bir metinde de bu olay teyit edilmektedir. 64 Bögü Kağan'ın yardımıyla 763'ten itibaren Uygurların resmi dini Maniheizm oldu.65 Artık Uygurlar Gök-Tanrı'ya değil, Ezrua tanrıya dua ediyor ve şöyle di­ yorlardı:

407

"Nur ile zulmet nasıl birbirlerine karışmış; yeri göğü kim yaratmış (diye) ö,ğrendik; yine Arkan yer tanrı ne vasıta ile yok olacak; nur ile zulmet nasıl ayrılacak; ondan sonra ne olacak (diye) ö,ğrendik; Ezrua tanrıya Güneş Ay tanrıya, kudretli tanrı.ya bunlara inandık, dayandık. Nigoşak olduk. Dört nurlu damgayı gönlümüz Damgaladık. Birincisi sevmek (olup) Ezrı.uı tanrı damgası; ikincisi inanmak olup Güneş, Ay tanrı dnıngası; üçüncüsü (Allah'tan) korkmak (olup) Beşiz tanrı damgası; dördüncüsü irfan olup Burkanlar damgasıdır. Tanrım zihnimizi kalbimizi bu dört türlü tanrılardan uzaklaşt�rdık ise; onları yerinden oynattık ise, şimdi tanrım günahtan fariğ olarak dua ederiz. . . manastar hirza (Bizi bağışla) "66 Maniheizm'i Soğdlu tüccar ve misyonerler vasıtasıyla öğrenmiş olan Uygur­ ların Budizm'i olduğu gibi, bu dini de siyasi ve kültürel mülahazarlarla kabul et­ tiklerini, bu hususta Çin'in kültürel nüfuz sahasına girmemeyi ön plana aldıkla­ nnı söylemek mümkündür. Uygurlarca kabul edilen Maniheizm, Ortodoks bir Maniheizm değil, onun "Dinaveriye" mezhebidir.Cı7 !bn Nedim, do; ;udaki bu Mani dini mensuplannın "Bia" adını verdikleri bir ibadethaneleri olduğunu zikretmektedir.'68 Bu tapınaklara Türkçe metinlerde "Tengrilik" veya "Çaydan" adı verilmiştir.69 Beşli sistem üzerine kurulmuş olan bu tapınakların bir planını Çince metinlerde bulmak mümkündür.70 Mu'cem'ul­ Buldan'da "Ahalisinin çoğu Mani mezhebi üzerindedit"denilen Türkistan'da X. yüzyıldan itibaren bu din mensuplarına "Acari" adı verilmiştir.71 Ayrıca bu Ma­ niheistler, bir aylık orucun zamanını da, Babil Maniheistlerinden farklı olarak, bir ay önceye almışlardır.n Orta Asya'da Mani dinini propaganda eden misyonerler, kısmen Mazdeiz­ m'in etkisinden kurtulmuş, Zurvanizm'in etkili olduğu bölgelerde yaşıyorlardı. Mani dini metinlerinde geçen "Azrua'', Zurvanizm'deki baş ilah "Zurvarı"dı. Türk Maniheist metinlerinde Zurvana büyük bir paye verilmiş ve o "Ulug llig Tengri Hanı" veya "Yezdan" olarak kabul edilmiştir.73

408

Mani rlininin resmi din olarak kabul edildiği Ötüken Uygur Devleti, diğer bir Türk devleti olan Kırgızlar tarafından 840 yılında yıkılınca Uygurlar, kitleler ha-

!inde yurtlarını terk ederek, Çin sınırlarına ve daha ziyade zengin ticaret mer­ kezl erinin bulunduğu lç Asya'ya, Beşbalık, Turfan, Kuça vb. sahasına göçtüler. Ötüken Uygur Devleti'nin yıkılmasından sonra İç Asya'ya dağılmış olan Uy­ gurlardan bir bölümü Tanrı dağları, Beşbalık, Turfan taraflarına yerleşerek Mengli Kağan başkanlığında bir devlet kurdular (856). Tibetlilerin hücumuna karşı, nüfuzu altında tutmak istediği bu bölgede kendisine bir dost arayan Çin, bu Uygur Devleti'ni hemen tarndı. Siyasi nüfuzu gittikçe artan ve lç Asya'nın ti­ caret yolları üzerinde bulunması sebebiyle ekonomik yönden gelişen Uygur Devleti aynı zamanda Mani dininin bölgede yayılmasında da oldukça etkili ol­ muş; Tun-huang bölgesini işgal ederek burada devlet kuran Çinli kumandan "Beyaz elbise giyen Gökoğlu" unvanını almıştır.74 Turfan, Kaşgar, Beşbalık, Ku­ ça, Hami şehirlerini ellerinde bulunduran bu Uygur Devleti başkent olarak Hoço şehrini seçmiş, hükümdarları da "İdi-kut" unvarnrn alarak mukaddes şahsiyetler vechesine bürünmüşlerdir.75 Bu devlette, Mani­ heizm yanında Budizm de oldukça yayılmış, Budizmo-Maniheizm olarak da niteleyebileceğimiz karışım meydana gelmiştir. Bütün bu olaylar gösteriyor ki, Mani Dini Orta Asya'da Uygur dev­ letlerinin siyasi desteği ile ve yine Uygurlar vasıtasıyla yayılmış, onla­ rın siyasi güçleri azaldıkça da Mani dini Orta Asya'daki etkisini kaybe­ derek yerini Budizm'e terketmiştir. Maniheizmin Iran geleneğindeki düalist karakteri, üniversalist anla­ yışa bağlı Türk telakkisine pek uymamıştır.75 Nitekim Avrupalı seyyahlar, Uygurların mabedlerinde bulunan idollere taprnadıklarını, Tann'rnn tek ve gayri maddi olduğunu söylediklerini haber veriyorlar ki, bu durum ge­ leneksel dinlerindeki Tek Tanrı inancının Türklerde nasıl kalıcı bir arke­ tip oluşturduğuna tarnklık etmektedir. Orhun Abidelerinde, Tanrı dünyayı yaratmış, daha sonra "kut" ver­ diği Bilge ve Kül Tigin Kağanlar devletin başına geçmişlerdir. Bir ba­ kıma Tanrı'nın yeryüzündeki vekilleri olan bu kağanlar, Türk milletini

Uygur Rahibi

yüceltmek için çalışmışlardır. Böyle olmasına rağmen, Göktürklerde devlet, dini bir karakter arz etmez. Devlet başkarn, peygamber ve veli de değildir.

Burada devletin sadece siyasi bir organizasyon olduğunu görmekteyiz. Halbu­ ki Mani dinini kabul eden Uygurlarda devlet tamamen dini hüviyet taşımakta, Karabalgasun kitabesinden de anlaşılacağı üzere, devlet başkarn temel vazife olarak dini yayma görevini üstlenmekte; Mani'nin sadık bir müridi olarak kendi dindaşlarını koruma vazifesini de yerine getirmeye çalışmaktadır. Bu durum Sa­ mani hükümdarlarına gönderilen bir mektupta daha açık olarak görülmekte­ dir. 77 Ayrıca Uygur minyatürlerinde Kağanlar, Mani'nin sadık birer müridi olmak sıfaLıyla onun tarafımlaıı Lakclis edilir bir biçimde resmedilmişlerdir.78 Neticede devlet teokrasiye dönüşmüş, Maniheizm'in başka dinlere tahammülsüzlüğü Uy­ gurların mahvolmalarına sebep olmuştur.79 Mani dini Türk düşüncesinin Akdeniz ve Yakın Doğu düşüncesine açılması­ nı sağlamış, Türklerin yerleşik hayata geçmelerine katkıda bulunmuştur. En il­ ginç olarn ise, bütün Orta Asya'da koyu birer Maniheist olan ve onlara siyasi des­ tek sağlayan Uygurların "Tengri" kelimesi etrafında gelişen birkaç Türkçe dini terim dışında, dini terminolojiyi oluşturamarnalarıdır.

409

Mani dininin , Türklerin kültür hayatı bakımınctan meydana getirdiği önemli bir değişiklik ele, Orhun alfabesi yeriııe Soğdçadan gelen Uygur yazısını getirmiş olmasıdır. Mani dininin Türk kültürünün gelişmesinde sadece bir merhale olduğu söy­ lenebilir. Anadolu Türk düşüncesine olan etkisi ise heterodoks lslam mezheple­ rine münhasır kalmıştır.

D. HJristiyanlık Türklerin, dini tarihlerinin belli bir döneminden itibaren temasa geldikleri evrensel ve büyük dinlerden biri de Hıristiyanlık'tır. Türklerin Hıristiyanlıkla temasının tarihi de çok eskilere uzanmaktadır. Doğrusunu söylemek gerekirse, ilk temaslann başlangıcı konusundaki bilgiler de oldukça bulanıktır. Bununla birlikte, Barthold, Maniheizm'in kesinlikle Orta Asya'da Hıristiyanlık'tan önce yayılmaya başladığını ve hunun M.S. III. yüzyıl ile tarihlenebileceğini düşünmektedir.80 Hıristiyanlığın Orta Asya'daki varlığı ile il­ gili bilgiler ise IV. yüzyıldan daha gerilere gitmemektedir. Türklerin Hıristiyanlıkla olan temasları daha çok doğu kiliseleri ile olmuştur. Bu çerçevede Ortoctoksluk birinr.i sırayı almaktadır. Bununla birlikte, Orta Asya söz konusu olduğunda, Bizans kilisesi değil de, Sasaniler döneminde onun yakın takibine uğrayan Nesturiler, önce İran'a sığınmış; daha sonra Türklerin arasına girmiştir.

1.

Orta Asya'da Nestu rllik

Orta Asya'da Nesturlliğin tarihi, 78 1 yılında dikilen ünlü Singan-fou kitabe­ siyle başlatılabilir. Bilindiği gibi bu kitabe, Nesturi din adamı A-Lo-Pen'in 635 ta­

rihinde Çin'e gelişinden, kitabenin dikildiği zamana kadar, Çin'deki Nesturi Kili­ se tarihini anlatmaktadır. Nesturlliğin lran'a geçişi ve diğer ülkelere yayılışı gibi, Orta Asya'ya girişi de büyük oranda ticaret yollarıyla olmuştur. Ön Asya'dan başlayarak, Maveraünne­ hir'in Baykent, Buhara ve Semerkant gibi belli başlı büyük şehirlerinden geçen milletler arası ipek yolu, bir taraftan ekonomik gelişmeyi sağlarken, diğer taraf­ tan birçok din ve kültürleri beraberinde getirmiş, bölgedeki Türklerin bu mane­ vi unsurlarla temas etmelerine sebep olmuştur. R I Maveraünnnehr'e giren Hıristiyanlık, Zerdüştilikle Budizm arasında Ylllarca sürüp giden mücadelelerden de yararlanarak hızlı bir şekilde yayılmış ve kısa za­ manda çevrede hakim bir din haline gclmiştir.82 Nitekim daha 323 yılında Merv'de bir Hıristiyan Piskoposluğu'na rastlanmaktadır.S:3 71 8'de Merv Nesturi Patrikliği bu kentte oturan bir Türk kağanının ve kavminin Hıristiyanlığı seçtiği­ ni kaydediyor. Bu Kağan, Taraz kentinde büyük bir Türk metropolitliği kurdur­ muş ve çeşitli kiliseler yaptırmıştır. Samanoğullan, Taraz'ı Karluklardan aldıkla­ rında buradaki en büyük tapınağın bu kilise olduğu bildirilmektedir.

VII. ve VIII. yüzjllllara ait, İç Asya ve Urallardaki Hıristiyan eserleri Karluk-

410

!ara aittir. Yine aynı yüzyıllarda Kırgızların da Hıristiyanlığa girdiklerinden söz

edilmektedir. Nihayet Nesturilik Uygurlar, Naymanlar, Kereitler ve Kunların arasına da nüfuz etmeyi başarmıştır. 89!3 yılında Taraz şehri Müslümanlar tara­ fıııdan fethedildiğinde, oradaki büyük kilise camiye çevrilmiştir. Bu durumda NesLuri ıııisyoııerliği o tarihe kadar orada devam etmiştir. Kaşgarlı Mahmut, Di­

van'ında (!, 345) "becek" keliınesiııden söz etmektedir. Bu kelime Hıristiyan orucu anlamına gelmektedir. Buradan hareketle Barthold, Hıristiyanlığııı onla­ rın arasmda devanı ettiği kanaatine varmaktadır. Orta Asya'da özellikle kültür seviyesi yüksek olan Maveraünnehir bölgesin­ de yayılmış olan dinlerden daha öııce bahsettik. Burada belirtmeliyiz ki Türkler, bu dinlerden hiçbirini kitle halinde kabul etmeınişlerdir.84 Bununla birlikte Hı­ ristiyanlık, gayretli misyonerleri sayesinde "Nesturilik" adı altında Orta Asya'da yayılmış, çeşitli bölgelerde teşkilatlanarak, Maveraünnehir'e hatta, Bizans kilise­ sinden farklı olarak Hz. lsa'nın biri beşeri, diğeri de ilahi olmak üzere iki ayrı ta­ biatının bulunduğunu öne süren ve oldukça misyoner bir karaktere sahip bulu­ nan Nesturilerin, dinlerini yaymada gösterdikleri en önemli başarı, bölgenin Müslümanlarca fethin­ den sonra olmuştur. Kereyitler, Hıristiyanlığı, Hı­ ristiyan tüccarlardan öğrendiler. Uygur Hıristiyan­ larının merkezi Turfan'ın doğusundaki Balayık ka­ sabası olmuştur. Yedisu Hıristiyanlarının da Uygur­ lardan oklukları anlaşılmaktadır.HG Nesturiliğin Orta Asya'da yayılıp geliştiğine iliş­ kin çok sayıda doküman mevcuttur. Bunlar Turfan bölgesi metinleri, Yedisu bölgesinde bulunan ve Süryani alfabesi ile yazılmış Türkçe Nesturi mezar taşları kitabeleri ve Orta Asya Hıristiyan kabileleriy­ le ilgili tarihi belgelerdir. Ayrıca Orta Asya'nın çeşit­ li bölgelerinde bulunan ve Hıristiyanlıkla ilgili olay-

Preslav Kilisesi mimari süsleme parçası

!arı anlatan freskler, mezar taşları, boyalı ve sırlı topraktan yapılnuş Meryem ve Isa ikonları bulunmuştur. Burada dikkati çeken en önemli husus ise, Nesturi Hı­ ristiyanlık hatırası olan bu eserlerde İsa ve Meryem'in Hun tipinde temsil edilmiş olmasıdır.86 Pişpek ve Tokmak şehirlerinin güneyinde bulunan bölgede ortaya çı­ karılan XIII. yüzyıla ait iki Nesturi mezarlığı konumuz bakımından oldukça öğre­ ticidir. 1 885 yılına doğru Rus araştırıcılar tarafından ortaya çıkarılan bu mezarlık­ lardaki mezar taşlarının çoğunda Haç işareti mevcuttur. Yaklaşık yüz kadarında ise çoğu Süryanice, bir kısnu da Süryani yazısı ile fakat Türkçe yazılmış kitabe bulunmaktadır. 8 1 Nau'nun tesbitlerine göre, mezarlıklardan en büyük olanı üç bine yakın me­ zar ihtiva etrnekLedir. 1 249 ile 1 345 yıllan arasıııa ait olduğu sanılan bu mezar­ lığın 1 338- 1 339 yıllarında bu bölgede ortaya çıkan vebadan ölmüş Hıristiyanlara ait olduğu tahmin edilmektedir. Çünkü bu yıllara ait kitabeler çok sayıdadır ve özellikle şu notu taşımaktadırlar: " . . . Veba salgını esnasında öldüler. "88 Mezar taşlarının yazısı ise, o devirde Asya'nın "Büyük yazarları" olarak bilinen Nesturi katipler tarafından geliştirilen bir karakterle bir kısmı yukarıdan aşağıya, bir kıs­ mı da soldan sağa doğru olmak üzere çeşitli biçimlerde yazılmıştır.89 M. Chwol-

�oıı,

lıu

ıııezarlıklarda ortaya çıkarılan yaklaşık üç yüz mezar yazıtını yayımla-

411

mıştır. Bunlardan sadece Pişpek Kitabelerinde, Nesturi Kilisesi'ne mensup 9 baş dıyakoz, 22 vizitör, 46 skolastik, 3 yorumcu, 2 vaiz, 8 din bilgini, 1 5 kilise görev­ lisi ve çok sayıda papaz ismi zikredilmektedir.90 Başkenti Almalık olan bu bölgenin bağlı bulunduğu dini merkez, Kaşgar Metropolitliği idi.9 1 Nau'ya göre Rubruk, 1 24:3 senesinde, mezar taşlarının bu­ lunduğu bu ülkeden geçmiştir. Rubruk, ülkenin "Organum" veya "Argonum", burada yerleşik durumda olan Nesturilerin de "Organa" ya da "Argon" diye isim­ lendirildiklerini anlatmış, ünlü seyyah Marka Polo ve 1 252- 1 3 1 5 yılları arasında­ ki Çinli yazarlar da bölgedeki Nesturi Hıristiyanlara bu ismi vermişlerdir.92 K ay­ nakların ifadesine göre, Organum Nesturileri ayinlerini Soğdça yapıyorlardı.93 Bundan IX ve X. yüzyıllarda N,esturilerin İncil'i Hint-Avrupa dil ailesine giren Soğdçaya tercüme ettikleri ve bu dili konuşan yerli halka alfabelerini ve inanç­ larını öğrettikleri anlaşılmaktadır. Nesturi Hıristiyanlar, Orta Asya'da Süryaniceden başka, Uygur Türkçesini de kullanmış özellikle kitaplarını Süryani alfabesi ile Uygurca yazmış, Süryanice­ den bir çok kitabı da Türkçeye çevirmişlerdir.94 Ayrıca bu dillerin yanında Fars­ çayı da kullandıklarını ifade etmek yerinde olacaktır. Dikkate değer bir husus da, mezar taşlarında kullanılan tarihlerde, On İki Hayvanlı Türk Takvimi'nin kullanılmış olmasıdır. Orta Asya'da yerleşik kiliseler yanında çadır kiliseler de kuran Nesturiler, 530 yılına doğru, Herat ve Semerkant'ta da metropolitlikler oluşturmuşlardır. Narşahi, Buhara'da Beni Hanzala Caınii'nin bulunduğu yerde, daha önceleri bir Nesturi Kilisesi'nin bulunduğundan bahsetmektedir. Belirtmek gerekir ki, 1 070 yılında Kaşgarlı Georges tarafından "Türkistan Kilisesi" adlı kurumun tekrar canlandırılmasına gayret edilmiştir. Nesturiliği yaymak amacı ile Orta Asya'da birçok misyoner görev almıştır. Bunlardan !bas , Barsumas, A-Lo-pen, I. Mar Aba (5 1 7-552), Timothee (7 1 8820 ) , III. Mar Yabalaha ( 1245- 1 3 1 7) ve Rabban Çauma'nın adını zikretmek ye­ rinde olur. Moğol İmparatorluğu döneminde Farsça Tarsa, Türkçe "Erkegün" adıyla anılan Hıristiyanlar, Safeviler döneminde "Kızılbaş Tarsa" adını almışlardır. Orta Asya'da İslami fetihler Hıristiyanlığın gittikçe zayıflamasına sebep ol­ du. Özellikle Gazan Han'ın 1 295'te İslamı kabulü, Nesturilerin daha da zayıfla­ masına yol açtı. Bu dönem Nesturileri çevre kültürlerin ve özellikle de o zama­ na kadar oluşmuş İslam kültürünün etkisinde kalmışlar; böylece onların ibadet esnasında kollarını bağladıkları, secde ettikleri, kiliseye girmeden önce bir nevi abdest aldıkları gözlenmiştir.9J Daha sonra Timur'un HırisLiyanların çoğunlukta oldukları bölgeleri fethi, söz konusu bölgelerdeki Nesturi varlığını ciddi biçimde etkiledi ve neticede Nesturiler eski güçlerini kaybettiler. Bunun sonucunda Anadolu'ya doğru tekrar bir göç başladı. Barthold'un verdiği bilgiye göre, Uluğ Bey zamanında, yani XV. yüzyılda, artık Nesturilerin Orta Asya ve özellikle de Semerkand'da sonları gelmişti. Artık bu dönemden sonra onların Orta Asya'da­ ki varlıkları hakkında bilgi bulmak imkansız hale gelmiştir. Büyük bir ihtimalle

412

bunların çoğu Müslüman olmuştur.

Rus Ortodoksluğu ve Katolik Mezhebinin Türkler Arasında Yayılması 2.

Ortodoksluk ve kısmen de öteki bir kısım Hıristiyan mezhepleri, Doğu Av­ rupa'da Balkanlar'da, Anadolu'da, Rusya'da ve Sibirya'da Türklerin arasına nü­ fuz etmeyi ve hatta kalıcı cemaatler oluşturmayı başardılar. Bu durumun en eski ve tipik bir örneğini Bulgarlar teşkil etmektedir. Hıris­ tiyanlık Balkanlar'a erken dönemlerden itibaren ulaşmış ve IV. yüzyılda Trak­ ya'da önemli bir yayılma göstermişti. VI. yüzyılda Balkanlar'a Slavlar geldiler. 680 yılına doğru da, Orta Asya'dan Volga ve Dinyester yoluyla Türk asıllı Bulgar­ lar oraya ulaştılar ve Slavları hakimiyetleri altına aldılar. Bununla birlikte, tüm göçebe toplulukların yerleşik kültüre uyumunda olduğu gibi onlar, Slav kültürü­ nün etkisine girdiler ve adlarını korumakla birlikte giderek eski kültürlerini, inançlarını ve adetlerini unutup Slavlaştılar. Göktürkler'in çözülmesi üzerine Oğuz-Hazar baskısı ile bir biri ardından Ba­ tıya yönelen Peçenekler, Kıpçaklar ve Uzlar da benzeri kaderi yaşadılar. Gele­ neksel Türk dininden sonra Zerdüştilik, Mani dini ve kısmen de lslil.miyetle te­ mas eden Peçenekler, XI. yüzyılın başlarından it.ibaren Hıristiyan propagandası­ na maruz kaldılar. Bu çerçevede 1 008'de, bir Alman Evek Peçeneklerin ülkesi­ ne giderek, beş ay süre ile onlara Hıristiyanlığı telkin etti ve bazı mühtediler ka­ zandı. Bir anonim Macar Kroniği, Peçeneklerin efsanevi ha­ nı Kete] ve oğlu Tulman'ın, yoğun Hıristiyan propaganda­ sına karşı zahiren bu dini kabul etmiş görünmekle birlikte, milli inançlarına bağlı kaldıklarını, ancak zamanla bunun kaybolduğunu haber veriyor. Esasen Bizans, onları Hıris­ tiyanlaştırmak amacıyla sistemli propaganda ve taktikler kullanmıştır. Geleneksel olarak bu amaçla önce başkanlar

HıristiyanlaşUnlmakta ve vaftiz edilmekte, geniş halk kit­ lelerinin de yöneticilerinin yolundan gitmesi sağlanmaya çalışılmaktadır. Bu çerçevede Bizans, Türk boylarının kendi aralarındaki mücadelelerinden de faydalanmayı bil-

Bulgaristan, Nesebar St. Arhangeli Mihail ve Gavrail Kiliseleri ( 1 3.- 1 4. yy.)

miştir. Peçeneklerin Ruslara düşman olması, Rusların Karadeniz'e inmesini engel­ lemiş; bu arada Bizans onlarla dostluk ilişkilerine girmiştir. Ancak, Uzlar Peçe­ nekleri sıkıştırınca, Peçenek reisleri arasında anlaşmazlık çıkmış ve Kegen, 20 bin Peçenekle birlikte, Kağan Turak'a karşı ayaklanmıştır. Zor durumda kalan Kegen Bizans imparatoruna sığınınca, 1 048'de törenle vaftiz edilmiş, kendisine şeref unvanları verilmiş; başkanlarının Hıristiyan olduğunu gören büyük Peçe­ nek grupları da onu takiben bu dine girmişlerdir. Kegen'e Tuna boyunda üç ka­ le ve bir miktar arazi veren Konstantin Monomak, aynı zamanda onun vaftiz ba­ balığını da yapmıştır. Bizans'tan Kegen'in iadesini isteyen Kağan Turak, Tuna'yı geçerek Bizans ülkesini yağmalamaya başlamıştır. Salgın hastalık ile Turak'ın basiretsizliği birleşince Peçenekler yenildiler. 1 40 Peçenek büyüğü Kegen örne­ ğine uygun olarak lstanbul'da vaftiz edildi. Esir edilen Peçenekler Sofya-Niş arasındaki bölgelere yerleştirildiler. Bir kısmı Makedonya'da iskan edildi. Birkaç

413

kez isyan teşebbüsünde bulunan Peçenekler, 109 l 'de Kıpçak-Bizans ittifakı so­ nucu kesin mağlubiyetle askeri güç olmaktan çıktılar; Balkanlara dağılarak, Hı­

ristiyanlaşıp eridiler. !JG

Müslüman Oğuzların Isliim dünyasına ve Anadolu'ya yöneldikleri dönemde, Oğuzların geleneksel dinlerinde kalan bir bölümü de Karadeniz'in kuzeyinden Balkanlar'a indiler. Sadece 1 065 yılında Tuna'yı geçenlerin altı yüz bin olduğu söylenmektedir. Bu Uzları Kıpçaklar takip etti. Bu göçlerin Balkan tarihi ve etnografyası üzerinde derin izleri olmuştur. Bir yandan Bizans'ın öte yandan ela Rusların baskıları arasında sıkışıp kalan, bu ara­ da açlık ve salgın hastalıkla da mücadele etmek zorunda olan, Bizanslıların "Uz" ve Rus kaynaklarının "Torki" adını verdikleri Oğuzların büyük bir bölümü so­ nunda Bizans'a sığınmış; onlar Bizans tarihinde "Türkopol" denilen paralı asker­ lerden oluşan askeri kıtaları oluşturmuşlardır. llzların bir kısmı ela, Ruslara sı­ ğınmış; onların sınır muhafızlığını yapmış; Karakalpakların teşekkülünü sağla­ mıştır. Bu arada giderek her iki grup da Hıristiyanlaşmıştır. Kıpçaklar da aynı kadere eriştiler. XII. asırda Kıpçak hanı Atrak'a mensup bir kısım Kıpçaklar, Kafkaslar'ı aşa­ rak Gürcülerle temasa geldiler ve kısmen Hıristiyan oldular. Ancak bunlar "Son Kıpçaklar"dır. Onlar, Selçuklu fetihlerinden sonra, Karadeniz kuzeyinde ve Kaf­ kaslar ötesinde yerleşmişken, XII. yüzyılda ( 1 1 1 8- 1 1 95) , Daryal geçidi, hatta Derbend yolu ile gelip, Ortodoks Gürcü mezhebini benimseyerek, yukarı Kür ve Çoruh bölgesine yerleştiler ve bu arada 1 267- 1 578'de Ortodoks- Kıpçak Atabek­ ler Hükümeti'ni kurdular. Ancak, Kafkaslar'ın kuzeyinden güneye doğru Kıpçak göçü aslında M.Ö. VIII. yüzyıllara uzanmakta olup M.S. VI . yüzyıla kadar sürmüş­ tür. M .S. 300 yılından itibaren Hıristiyanlığa girmeye başlayan bıı Türkler ise "İlk Kıpçaklar"dır. Bütün Türkler gibi, Ortodoks Kıpçaklar da din konusunda olduk­ ça laik eğilimler göstermişlerdir. Nitekim bu Kıpçakların bir bölümü müteakip dönemlerde İslam dinine girmişlerdir.UT Moğol ve Rus baskısı altında tutunamayan Kıpçakların bir kısmı Macaris­ tarı'a sığınırken, ötekiler Balkanlar'a dağılmışlar ve Hıristiyanlaşınışlardır. Işte bu Kıpçakları Hıristiyanlaşt.ırmak amacıyla, misyonerler tarafından Latince­ Farsça-Türkçe (=Kıpçakça) Codex Cumanıcus adlı eseri meydana getirdiler. Divan-ü Lugat'it-Türk'ten sonra en büyük eser olarak kabul edilen ve Batı Türk­ leri için kaleme alınmış olan eserde dualar, ilahiler, bilmeceler bulurımaktadır. fl8 Balkanlar'da ve Anadolu'da Hıristiyanlaşan ve yok olup giden bu zümreler­ den bazı bakiyeler günümüze kadar erişmiş olup, bunlardan biri Gagavuzlar, di­ ğerleri de Karamanlılardır. Her ikisi de Ortodoks Hıristiyandır. Ancak her ikisi de dilleri Türkçeyi muhafaza elıııeyi

Laşaırnışlardıı.

Gagavuzların menşei, büyük ölçüde Uzlara bağlanmaktadır. Bizans etkisi al­ tında Hıristiyanlaşan Oğuzlardan bir bölümünün, Türk kitlelerinin yoğun olarak bulundukları Dobruca'ya yerleştikleri bilinmektedir. XII. yüzyılın ikinci yarısın­ da Anadolu Selçuklu Sultanı il. İzzettin Keykavus ile birlikte bir kısım Selçuklu Türklerinin de Balkanlar'ı geçerek iskan edildikleri biliniyor.

Gerek Yazıcızade Ali'nin, gerekse Seyyid Lokman'ın "Oğuzname" adlı ese-

414

rinde zikredilen Dobruca'ya yerleşmiş Anadolu Selçuklu Türklerinin bir kısnu

büyük lider Halil Ece ile tekrar Anadolu'ya geçmiş, orada kalanlar ise "Sarı Sal­ tık fevt olduğundan sonra, mürteci v Ahriyan" olmuşlardır.!J!J işte, bu bölgeye yerleşen bütün Türkler, çoğunluğu t eşkil eden Uzlar (Oğuz) tarafından asimile edilerek Gagauz adını almış ve XIV. yüzyılda Dobru­ ca'da Balık Bey liderliğinde bir devlet kurmuş olup, bu küçük Oğuz Devleti'nin başkenti Balçık idi. Balık Bey'clen sonra devletin başına Dobrotiç, daha sonra Yanko (İvanko) geçmiş, 1 :30 yıl devam eden bu küçük Oğuz Devleti'nin Loprak­ ları 1 4 1 /'de Osmanlı ülkesine katılınıştır. 1 00 Gagauzlar daha önceleri Dobruca başta olmak üzere, Balkan Yarımadası'nın

çeşitli bölgelerinde yaşarken xvııı. yüzyıl boyunca kısa aralıklarla devam eden Osmanlı-Rus savaşlarını takiben Bulgarların baskısı ve Rusların teşviki ile eski yurtlarını bırakıp Moldova'ya göç etmeye başlamışlardır. Bu göçte Moldova bo­ yarları Gagauzlara bazı hususlarda yardımcı olmuşlardır. Ayrıca bu göçte 1 774 yılında yapılan Küçük Kaynarca Ant.laşması'nın da etkili olduğunu unutmamak gerekir. 10 1 IX. yüzyıldan önce, diğer kardeşleri gibi Gök Taıırı'ya inanan Gagauzlar, özellikle Bizans'ın etkisi ile Ortodoks Hıristiyanlığı kabul etmişlerdir. Bu konuda

Mihail Ciachir şöyle demektedir: " . . Hepsi Gagauzlar eyi Hıristiyandır", 1 02 "Tu­ tarmışlar Ortodoks religiyeyi . ı ıı:ı .

"

Gagauz Hıristiyanlığı eklektik bir karakter arz et­ mektedir. Bu Hıristiyanlık içinde dinler tarihçilerince Mani dininin bir uzantısı olarak kabul edilen Bogomiliz­ min, dini terimonoloji başta olmak üzere büyük oranda İslamiyetin ve İslam öncesi Türk dini sisteminin izlerini bulmak, ınümkündür. W4 Bizanslılar ve Ruslar tarafından Hırist.iyanlaştırıldı­ ğını gördüğümüz Gagauzların, inamşlarında birtakım Islam! unsurlar göze çarpar. Bunların ilki, dini terminolo-

Hazar Sinagogu

jidir. Şöyle ki: Ruslar (Slavlar) Tanrı için "Boje", Romenler "Domn, Dumnezeu", Yunanlılar "Teos" kelimelerini kullanırken, Gagauzlar IslamI bir terim olan "Al­ lah" kelimesini kullanmaktadırlar. ı or;

Gagauzlar Kudüs'ü ziyarete giden erkeklere "Hacı", kadınlara ise "Hacıka" derler. ı oc; Ayrıca Gagauzlar Cenet (Cennet), Ceııdem (Cehennem), Oruç, Hac, Haram, Helfü gibi, İslami kavramları da kullanmaktadırlar. Gagauzların dini inanışlarında, Islaın öncesi Türk kültürünün izlerine rastla­ mak mümkündür. Şöyle ki, Gagauzlar Hıristiyanlığın temel esprisine aykırı ola­ rak kurban ibadetine fazlaca önem verirler. Hemen her işe başlarken ve işler ba­ şarıldıktan sonr? kıırhan kPsilir. Kıırbanlar, hiiyiik baş hayvanlardan, koyun ve keçiden de olabilir. Gagauz inançlarında horoz kurbanına da rastlanır. Horoz kurbanının Hıristiyanlık öncesi Slav diııiııclen Gagauzlara geçmiş olması muhte­ meldir. ı oı

Kurban ibadeti içinde en dikkate değeri, Divan-ü Lügati't-Türk'te "Iduk" adıyla anılan ve Gagauzlarca da "Allahlık" denilen kurbandır. 108 Ölen kimse için "Can Pidesi" dağıtıldığı, intihar eden kimselerin mezarlıklarda tecrid edilıniş bölgelere gömüldükleri gürülmekledir.

415

Gagauzlar, lslfuniyet'te olduğu gibi, yoksul ve kimsesizlere yardımda bulu­ nur ve buna da "Hayır" adını verirler. 1 09 Günümüzde, Ortodoksluk hakim mezheb olmasına rağmen, Gagauzlar ara­ sında özellikle Babtist, Adventist ve Evangelist mezhebi de yayılmakta ve taraf­

tar kazanmaktadır. ı ı u

Daha önceleri Fener Rum Pat.rikliği'ne bağlı olan Gagauzlar, 1 870 yılında di­ ni olmaktan ziyade siyasi bir amaçla kurulmuş olan Bulgar Ekzarkhanesi'ne bağ­ lı kalmışlardır. Günümüzde ise, Moskova Ortodoks patrikliğine bağlı bulunmak­ tadırlar. İbadet dilleri Türkçe olan Gagauzlar, Gagauz dilinde yazılmış İncil ve di­ ğer dini kitapları okumaktadırlar. Karamanlılara gelince, onların menşei hakkında araştırmacıların görüşleri farklıdır. Bazı araştırmacılar onları etnik yönden Orta Anadolu'nun güneyinde bir beylik kuran Karamanlılara bağlamakta, Türk olduklarını kabul etmektedir.

ı ı L Salaville ve Dalleggio "Karamanlidika" adı ile yayınladıkları Karamanlıca eserler bibliyografyasının önsözünde Karaman Bey'in beyliğini 1243 yılında

kurduğunu, zamanla beyliğinin sınırlarını genişlettiğini, önceleri başkentin "La­ rende", daha sonra ise "Konya" olduğunu ifade ederek bölgenin sınırlarını çiz­ meye çalıştıktan sonra bu bölge halkının çok sonraları "Karamanlı" ismini aldık­ larını anlatmaktadırlar. Hıristiyan olan Karamanlılar 30 Ocak 1 923'te imzalanan "Türk ve Rum ahalinin mübadelesine dair mukavele ve buna bağlı protokol" ge­ reği Yunanistan'a göç etmek zorunda kalmışlardır. Onlardan günümüze İstan­ bul Rum Patriği II. Genadios Skolarios'un Fatih Sultan Mehmet için yazdığı Or­ todoks !tikad-namesi'nin Türkçe tercümesi ile başlayan ve "Karamanlıca" adı ile bilinen Grek alfabesi ile Türkçe yazılmış binlerce kitap, kitabe ve mezartaş­ ları ulaşmıştır. Çok erken dönemden itibaren İtil üzerinde yerleşmiş bulunan Çuvaşlar, XVI. yüzyılda Rus hakimiyetine boyun eğmek zorunda kaldılar. Onlar XVIII. ve XIX. yüzyıllarda Rus misyonerlerin sistemli propaganda faaliyetleri altında Or­ todoks Hıristiyanlığa girerek, Rus kilisesine bağlandılar. Müslüman Bulgar Türk­ leriyle temas sonucunda onlardan az bir kısmı İslamiyet'e girmiştir. İslamiyet, Çuvaş Hıristiyanlığını da etkilemeyi başarmıştır. Böylece başta Xarpan=Kurban, Pixamber=Peygamber, Suytan=Şeytan, Kiramet=Keramet, Esrel=Azrail kav­ ramları olmak üzere bir kısım ctini terimler ve unsurlar İslam'dan oraya geçmiş bulunmaktadır. Çuvaşlar ve özellikle yaşlı nesil, çoğu Tura=Tanrı etrafında şekillenen eski dini inanışlarını da devam ettirmektedirler. Çuvaşların Ç'ük adı verilen ve Tan­



Tura'ya sunulan kurban ayinleri önemlidir. Bunun toplu olarak icra edileninin

yanı sıra, ferdi biçimde yapılanı da mevcuttur. Bu tören, Tura'dan dilekte bulun­ mak, bol mahsül, sağlık ve yağmur yağması amaçlarıyla yapılmaktadır. Özellikle Çumar Ç'ük, Anadolu'daki yağmur duası esnasında yapılan ritüelleri hatırlat­ maktadır. ilk Çuvaşça İncil 1 820'de Kazan'da basılmıştır. Daha önce 1 804'te bazı inci! parçaları ile Hıristiyan ilmihal kitabının basıldığına da işaret. etmeliyiz. Bütün

416

bunlara rağmen Çuvaşların Hıristiyanlığı sathi kalmış ve özünde onlar atalarının inançları v e gelenekleıini büyük ölçüde korumayı başarmışlardır. 1 12 Günümüz-

de Hıristiyan Rusların geleneksel inançlarını sürdüren Çuvaşlara Yazıçnık adını vermeleri oldukça ilginçtir. Hakasların ülkesinin Ruslar tarafından sömürgeleştirilmesi Çarlık dönemin­ den başlayarak halkın çeşitli itiraz ve protestolarına sahne olmuştur. Sonuçta onlar Hıristiyanlıkta karar kılmışlar, ancak geleneksel inanç ve adetlerini de bir ölçüde muhafaza etmeyi başarmışlardır. Bunlar Katolik Ortodoksturlar. 1 1 :ı Gorno-Altaylılar veya Altay-Kişiler Kalmuklardan gelmektedirler. Bu ne­ denle onlara Dağ Kalmukları da denmektedir. XVIII. yüzyıl Rus İmparatorluğu'­ na bağlandılar. Büyük çoğunluğu XIX. yüzyılda Hıristiyanlaştılar. Az bir kısmı Budisttirler. Ortodoks Rus Hıristiyanlığı'na giren Altay Türklerinde de gelenek­ sel inançlar ve adetler bir ölçüde varlığını sürdürmeyi başarmıştır. 1 14 Ayrıca, Al­ taylarda 1 904 yılında Çet Çolpan tarafından kurulmuş Ak-Din mensupları da bu­ lunmaktadır.Bunlar gibi Tofalar (Karagaslar) da eski Türk dini inanışlarını koru­ mayı başarmışlar, ancak sayıları gittikçe azaldığından yok olmaya yüz tutmuşlar­ dır. 1 1 5 Yakutistan'da Hıristiyanlığın tarihi, 1 630'da Rus işgali ile başlamaktadır. Ruslar, XVIII. yüzyıldan başlayarak, özellikle kendi ülkelerinde Ortodoks Rus kilisenin "heretik" olarak damgaladığı Protestan mezhebi mensuplarını o bölgeye sürmüşlerdir. XVIII. yüzyıl­ dan itibaren Yakutları Hıristiyanlaştırma faaliyeti XVIII. yüzyılın sonunda başarıya erişmiştir. Bu çerçevede ik­ tisadi ve mali faktörler etkin bir biçimde devreye so- ·""'·"'·-� kulmuş; Yakutların Hıristiyanlaşması göçebelikten

yerleşikliğe geçiş sürecine paralel biçimde gelişmiştir. Keza Yakutların Hıristiyanlaştırılmaları onların Ruslaş­

Güne� haleli insan resmi

tırılma sürecine de uygun düşmektedir. Buna rağmen Yakutların Hıristiyanlaşmaları yüzeysel kalmış ; onlar eski mükafat ve ceza, Tan­ rı'nın bazı özellikleri, Bakire Meryem ve koruyucu melek gibi Hıristiyan akidele­ rini daha önce kendi inanışlarında mevcut ruhlarla birleştirmişlerdir. J l6 Yakut­ lar gibi, resmen Hıristiyan olan Dolganlar da eski inanışlarını devam ettiriyor­ lar.1 1 7 Türk Din Tarihi açısından üzerinde durulması gereken bir husus da şudur: Irak'ta, özellikle Kerkük'te, Müslüman Türkmenlerin yanı sıra bir Katolik Türk­ men cemaati de mevcuttur. Kerkük Müslüman Türklerinin "Gal'a Gavuru" dedi­ ği, ancak dilleri dahil kültürel bakımdan onlardan hemen hiçbir farkı bulunma­ yan bu Kerkük Hıristiyan Türkmenlerinin Katolikliğe ne zaman ve nasıl girdik­ leri konusunda kesin bir bilgimiz bulunmamaktadır. Türkçe konuşan, ibadetleri­ ni Türkçe yapan ve ilahllerini Türkçe söyleyen bu Türkmen Katolik cemaatin otuz bin civarında olan nüfusu, 1 977 sayımında beş bine düşmüştür. Anlaşılan onlar, bu nüfus sayımında kütüklere Arap olarak kaydedilmişlerdir. Genellikle memuriyet ve ticaretle uğraşan bu Katolik Türkmen cemaati, yoğun baskı kar­ şısında Kerkük'ten Bağdat ve Amerika'ya göç etmek zorunda kalmıştır. lleride yapılacak araştırmalar, şüphesiz bunların dini tarihi hakkında daha geniş hilgi

sahibi olmamıza imkan sağlayacaktır_ ı ıs

417

E. Musevilik Coğrafi bakımdan kültürel geçiş yolu üzerinde bulunan Hazarlar, kesin ol­ mamakla birlikte, Bulan Hakan hakimiyeti döneminde Museviliğin Karay mez­ hebini kabul etmiş görünmektedirler. ! r n Ilkin Göktürkler gibi, Sasanilerle ittifa­ ka giren Hazarların, daha sonra güçlü Müslüman Arap ve Hıristiyan Bizans İm­ paratorlukları karşısında, her iki imparatorluğun da dinine itibar etmeyerek Mu­ seviliği seçmelerinde, bu süper güçler tarafından yutulup erime, yok olma kay­ gısıyla ve bu siyasal, sosyal, kültürel mülahazalarla hareket ettikleri ve bu husu­ sun dini tercihlerinde birinci derece rol oynadığı anlaşılmaktadır. Bu durum, ay­ nı zamanda başlangıçta geleneksel dine mensup olan, ancak çeşitli iç ve dış sebeplerle, şüphesiz evrensel dinlerin yoğun misyonerlik faaliyetleri karşı­ sında dini bir tercihte bulunmak noktasına gelmiş olan Hazarların, o dö­ nemde karşılaştıkları dini, sosyal ve kültürel kimlik ve değişim problem­ lerinin derinliğini anlamamıza da imkan vermektedir. Gerçi Hazarlar, daha sonra II. Mervan adıyla halife olan komutanın karşısında yenilerek geri çekilip, barış istemek zorunda kaldıklarında, barışa karşılık onlardan Müslüman olmaları şart koşulmuş ve 737'de on­ lar bunu kabul etmişlerdi. Bu nedenle bazıları Hazarları, tarihte ilk Müs­ lüman Türk devleti saymaktadırlar. Bununla birlikte onlar, muhtemelen 740 tarihinde Museviliği kabul etmişlerdir. Bu tarihte, Musevi, Hıristiyan ve Müslüman din bilginlerinin Bulan Han'ın huzurunda yaptıkları bir di­ ni tartışmanın rol oynadığına dair rivayetler mevcuttur. Bununla birlik­ te, Mes'udi, Hazarların Musevi dinini kabulünün halife Harun Reşid (768-809) zamanında olduğunu haber vermektedir. Hatta bu tarihi X. yüzyıla kadar çıkaranlar bile vardır. Yahudi kaynakları ise olayın VII. yüz­ yıldan itibaren başladığını bildiriyorlar. Her halükarda, Hazarların Museviliği kabulünde veya en azından bu Ta�baba

dinin Hazar ülkesinde güçlenmesinde Bizans'ta, Imparator Romanos za­ manında (9 1 9-944), kendini gösteren dini baskı ve zorla Hırist.iyanlaştır­ ma gayretlerinin rolünün büyük olduğu anlaşılmaktadır. Yahudiler, Bizans'ta şiddetli tazyik ile karşılaşınca, Hazar Devleti'ne sığındılar ve orada hüsnü kabul ve himaye gördüler. Ancak belirtmek gerekmektedir ki, Musevilik Hazarların arasında, hakan ve çevresi veya en çok yönetici ve aristokrat zümreyle sınırlı kalmış; geniş kitleler arasında bu din pek taraftar bulamamıştır. Bilindiği gibi "karai" kelimesi Arapça kıraat yani okuma ile ilgilidir. Yahudi­ likte Karailer, Musa'nın şeriat.ine bağlı olan ve Tevrat'ın dışında, sonraki hiçbir yorumu kabul etmeyen fuııdaınentalist bir akımı temsil etmektedirler. Bu akı­ mın kökleri, Yahudi tarihi içerisinde oldukça gerilere gitmektedir. Abbasi�er dö­ neminde Anan Ben David tarafından hareket sistemleştirilmiş ve ilk Karai cema­ ati de bu şekilde kendini göstermiştir. Ancak bu hareket başta Irak'takiler olmak üzere Talmudist Yahudilerin şiddetli itirazlarına sebebiyet vermiş. Buna rağmen Vlll. yüzyılın başlarından itibaren Kudüs, Filistin, Suriye, Kuzey Afrika, Bizans,

418

Iran, Ermenistan, Kafkasya, Kırım gibi bir çok yerlerde Karai cemaatleri kendi­ ni göstermiştir. Işte bunlardan birisi de Hazar ülkesidir. 1 20 Gerçi Yahudilik, ilk planda İsrail'in milli dini olmuş v e günümüzde d e o, bir ölçüde b u görüntüsünü

muhafaza etmiştir. Bununla birlikte, Museviliğin tarih içerisinde zaman zaman evrensel ve yayılmacı temayüller gösterdiği ele bilinmektedir. Belirtmek gerekir ki, Musevilik, Türklerin arasında sadece Hazarlara sınırlı kalmamış; Hazar ve Ka­ rayların yanı sıra Kaliz, Kabar, Kıpçak gibi bir kısım Türk boylarından da Muse­ vi dinine girenler olmuştur. ı 2 ı Musevlliğe geçen Hazarlar, başka dinlere geçen bir çok Türklerde örnekle­ rine rastladığımız gibi, İbrani yazısını kullandılar. Ancak Türkçeyi muhafaza et­ tiler. Bunun bir örneğini de Budizm'e ve Mani dinine giren Uygurlarda görmüş­ tük. Müslüman Türkler ve hatta Hıristiyanlığa geçen Nesturiler ve Karamanlılar da aynı şekilde davranmışlardır. Türk din tarihinin daimi unsurlarından biri de dini hoşgörüdür. Zaten Uy­ gurlarda da elini tolerans ve vicdan hürriyetinin örneklerine işaret etmiştik. Bu geleneğin tipik örneklerini Musevi Hazarların dini ha­ yatı ve tarihinde de bulmaktayız. Dört yüzyıllık parlak bir dönem yaşayan Hazarlar, Selçuklula­ rın İslam dünyasına hakimiyetleri döneminde tarih sahnesinden çekildiler. Halkının büyük çoğunluğu lslarn'da karar kılarken, Mu­

sevi cemaatlerinden de muhtelif küçük gruplar geriye kaldı. Moğol istilası sonucunda Karayların bir bölümü Kırırn'da toplanarak Göz­ leve, Kefe, Mangup, Solhat ve Kale'de (Cıfıtkale) yerleştiler. Türklerin Kırım'ı terkinden sonra onlar ( 1 783) , il. Katerina'ya bağlandılar. 1 9 1 7 Devrirni'nden sonra Sovyetler Birliği'ndeki ma­ betleri yıkıldı veya yıkılmaya terkedildi. Daha sonra, bir çok bölge­ ye dağılmış olan Hazar grupları arasında Karailik günümüze kadar varlığını devam ettirdi. Bugün Baltık Denizi ile Karadeniz arasında­ ki coğrafi bölgede varlıklarını sürdüren Hazarlar yani Karai mezhe­ binden Hazar Türklerinden Litvanya, Polonya, Kırım ve Macaris­ tan'da ela yaşayanlara rastlanmaktadır. 1 22 Bunların çoğu, II. Dünya

Ta�baba

Savaşı'nda Batı'ya göç etmişlerdir. İlk dini Karai Organizasyonu 3 Mart l 837'de Kırım'da, l 857'de de Troki'de kurulmuştur. Hazar Türklerinin, Karayların ve öteki Türk zümrelerinin kabul ettikleri Mu­ seviliğin Karai mezhebi Talmudist Rabbani Yahudiliğinden oldukça farklıdır ve Karailiğin lslam elininden, özellikle de Hanefi mezhebinden etkilendiği anlaşıl­ maktad1r. ı 2:ı Karaylar Allah'a ve Hz. Musa'nın peygamberliğine inanmaktadırlar. Ancak onlar Hz. lsa ve Hz. Muhammed'in peygamberliklerini kabul etmektedir­ ler. 1 24 Karailere göre Allah, kendi kut.sal kitabı Tora'yı Musa'ya göndermiştir. Bu sebeple Karailer hem sözlü hem de yazılı Tora'ya bağlıdırlar. Ancak onlar, Tev­ ratı ilk olarak XVI. yüzyılda kendi dillerine çevirmişlerdir. Orta İtil Karaileri, 1 9 1 0 yılmda bir dua kitabı yayınladılar. Karailer özellikle Rabbinik Literatür adı verilen sözlü rivayetleri reddediyor­ lar. Karniler ayrıca meleklere ve Ahiret Gününe inanıyorlar, kendilerini kurtara­ cak bir Mesih'in geleceği akidesine sahip bulunuyorlar. Karailikt.e günde iki de­ fa ibadet etmek farzdır. Sabah ve akşam yapılan bu ibadetlerde genelde Zebur okunmaktadır. Bunlarda Ruhban sınıfı yoktur; oruç, zekat ve hac ibadetleri mcv cuttur. Sünnet adeti de sıkı biçimde varlığını korumaktadır. 125

419

Karaylar dini terminoloji açısından da Talmudist Yahudilerden farklıdırlar. Onlar Sinagog yerine Kenasa, Hahambaşı yerine "Giilı.an", "Gazan"; Yehova ye­ rine de Tenkri=Teftri=Tann demektedir. Bu durumda biz, sadece Müslüman Türklerde değil, ayru zamanda Musevi Türklerde de dini terminolojinin bazı kav­ ramlarının ve özellikle de Tanrı sözcüğünün devamlılığını görmekteyiz. Kırım Karaileri, İbrani alfabesi ile yazılmış Türkçe Tora'yı okumaktadırlar. Azerbaycan'daki Musevi kolonilerine gelince bunların tarihi VII-X. yüzyılla­ ra uzanmaktadır. Azerbaycan'da "Dağ Yahudileri" adı altında bilinen bu Karaile­ rin tarihi de muhtemelen Hazar lmparatorluğu'na bağlanmaktadır. Çeşitli se­ beplerle Azerbaycan'ın kuzey bölgeleri ve Kafllliot, "llıı

lstanl.ıul. H J68, s. 2;34_

T rai t c; maııiclH�Pll . . . ", Jouınal Asiatique,

s.

l l :l- 1 1 4 .

71

Harun Güngör, "Aeari Keliııwsi Üzl'riıw", Türk Dünyası Araştırn1aları, Ara l ı k , 1088, Sayı, 557, s. 187- 189.

72

Taqizad e , Mani ve Din-i O, s. 5:l.

73 E . 74

Esiıı, İslilrniyet'ten Önceki Türk Kültür Tarihi ve lslarn'a Giriş, s. 12fi.

Çand aroğlı ı , San Uygurlar ve Kansu Bölgesi Kabileleri,

75 B. Öge!, 76 E . Esin, 77 A .

Türk Mitolojisi

s. !J7-B8.

I, Ankara, 1 97 1 , s. 8 1 .

lsliimiyet'ten Önce Türk Kültür Tarihi ve lslam'a Giriş, s . 1 25, 1!33, 1 !37.

Zeki Velidi Togan, Umumi Türk Tarihine Giriş, (il i:

Baskı) l s ıaı ı bı ıl , l !J8 1 , s.

78 Eınl' I Esin. "Alp Şahsiyt'tinin Türk Sanat ıııda Uörüşii", ll. yı 70, s. 7B ! .

7!) L . N . G ıımilPv, 80 V.

Hazar Çevresinde Bin Yıl, (Çe v. :

7'1.

Türk Kültürü, Ağustos 1 %8,

Ahsen Balıı r ) , lstanlıul, 2000, s . 252.

Bart.holcl, Orta Asya Türk Tarihi Hakkında Dersler, s. H J .

Togan, Bugünkü Türk 1li Türkistan ve Yakın Tarihi, C. l. lst anlıul, l !J8 1 , Gumilev, Eski Türkler.

8 1 A. Zeki Ve li di 94; 82

Sa-

L.

N.

s.

L. Cahıııı, lntroduction a I'histoire de l'Asie, Turcs et Mongols, Paris, 1 8%, s. 1 2:3.

8!3 V. Barthold, "Orta Asya'da Hıristiyaıılık",

Türk Meernuası, lstaı ı lıu l .

s.

58a: r\. \'. Taşlan,

Nesturi MisyoılPrlerin Orta Asya VP Çrvresinrleki F'aaliyet ll'ri (Yayııılan maın ış Yiikst'k Li­

sans Tezi) , Kayseri, 1 986, s. 4 1 .

84 F . Nau, "Lrs Piı5rres Toınbales NPst.orienes dcs Mıısı5e GııinJPt",

tien, Deuxieme, Tornc , 85 V.

Bart.lıold, Orta Asya Türk Tarihi Hakkında Dersler,

8(i Enw l

422

VIII (XXIII) , Paris , H J l:J, s. 8.

s.

Revue de L'Orient. Chere-

1 7:3.

Esin, Türkistan Seyahatnamesi, A nkara . l IJ5D. s. 1 1 .

Naıı, Les Pierres tombales Nestoriennes des Musee Guimet, s. :ı; Ç. Cııınagulov, Yazık Siro-turksloh (Ncstorianskıh Panıyarnıkov Kırgı zı ) , I, F'rımzP. Hl7 1 , ' 87. 1 4:ı- 1 :ı:ı: R. A.

87 F.

Hussdil ilişkileri' yoluyla karşılıklı alıntılamalardan ibaret olduğu iddiasında odaklanmıştır. G. J. Ramstedt köken birliği iddiasının gerçek kurucusu olarak kabul edilir. N. Poppe'nin "Altaisch und Urtürkisch" ( 1 926) çalışması ise, Proto-Altayca ve Ana Türkçe (=Ur­ türkish) bağlantısında karşılaştırmalı Altay dil biliminin başarılı ilk çalışmalarından biri olarak değerlendirilir. Yine Poppe'nin karşılaştırmalı Altay fonolojisi Altay dillerinin soyca akrabalığı­ nı ispat için ilk tam metodik girişim olarak tanımlanır. W. Kotwicz, başlarda Vladimirtsov, da­ ha yeni bir kuşak olarak G. Doerfer, Sir G. Clauson, Şçerbak benzerlikleri Türkçe > Moğolca > Tunguzca yolunu i:deyen alıntılamalar olarak dil ilişkisi yoluyla açıklamaya çalışırlar.:.::

"Türk"lerin dilinin hem iç tarihinin hem de dış tarihinin en erken aşamaları ile ilgili söylenebileceklerin her durumda bu iki birbirine zıt yönde yürüyen tar­ tışmalar etrafında olması kaçınılmazdır. Türklerin> Türkçenin ön tarihi, karanlık tarihi, bir başka deyişle ancak bir­ takım dil bilimi metodlarıyla tahmin edilebilecek tarihi söz konusu olduğunda, (elbette iddia nesnesi olan diğer diller için de geçerli olmak üzere) her iki iddi­ anın da bir arada değerlendirilmesi gerektiğini söylemek çok da yanlış olmaz. En eski Türk tarihi ve mekanı köken birliği olsa bile yalnızca Moğol, Tunguz (belki Kore ve Japon) toplum>dil ilişkilerini değil, Ural, Paleo-Asya/Sibir, Sina-Tibet, Hind-Avrupa, Sami-Hami toplum>dil ilişkilerine de sahne olmuştur. Bu erken dil ilişkilerinden daha çok Ural-Türk dil ilişkilerine dair esaslı çalışmalar yapıldığı söylenebilir.'l

1 . Takdim

... ııı r.•-

....... ı u • ıro [u !J v..... ı

· '.·:- .



'''""�ı fl'.! "1

rıaı

;!s:ı·;··

'•

•a i

:;·�. :�

... · :.ıJ.S!•&l • lı.

'ı 'ı' r H'J

•[•il • ı

ı..,

. ••

''

T



.. ,.

:,ı��ı. · ·•

�, M ._

ıl

�·

• • T',

·





r

-��:�;, (•, •lo.ıtı •l•*I •iJı:(oJ

'• 1

J-oiıfl(.ı ,1

�.:�,}

1

1 •

,.,

t

�:·"� ... ��.�

ı,

'l' T ll W 'T'

: : ı;.�!��:: :

olı

.,.

· · � ? "!

� � y �·J �;

111 111

.ı.,,ı .rrr,,.r

· ı : · · ·:.ez '.� � .)) ,, • . ,, ,

:',., J[OT ... • [•il �� ..�o.�. • l · '



•!•ftı .. •!•J.ı , ),

lf.,--. .,,, ı��·ı�

•·,.t,

ıı uı- lıl\•..,., \\ •.,.. ı 1101

·�, 1

:• �l" 1 ,,

:: � .,, :t: ::o •tı

-

'•

..

I ·· 1

ıı

T

·(•.�'"'

T

,,.,T..)l•

��o.-:;,,.rr,:

'"' " "

. 1 • I: •

,.

n

,· ' l'l'IY •J ·Ti•1'L � : :� ı •ı ·�� 1 ,uı;.41-; ..ıı. Ol llJ Lı'IJ .ı, "'" h � 'tt'ı 'lA'ıl''h{"'l"l•l'f'J,,Ut

r '-' • M'

I

Yenisey Alfabesi

Türkoloji literatürü, Türk dilinin tarihinde bir dönem niteleme­ si olarak "eski" sözcüğünü yaygın olarak M.S. VI-X. yy.4 arasındaki bir zaman dilimini göstermek üzere kullanır. Bu "dönem"i belirle­ yen temel ayırıcı özellik "Türk" dilinin "yazı dili" olarak kullanıldı­ ğının bizzat "Türk"lere ait kaynaklarla t.anıklanabiliyor olmasıdır. Bu "eski" dönem, zaman zaman iç içe girmelerle beraber Türk dev­ let tarihi açısından, Türk hayat alanının doğusunda Ötüken mer­ kezliğindeki sırasıyla Kök Türk-Uygur-Kırgız, batısında ise Kuzey Kafkaslar merkezliğindeki Bulgar-Hazar siyasi hakimiyetinin idrak edildiği bir zaman dilimine denk gelir. Bugün elimizde, bu döneme ait olmak üzere hem VII. yüzyıl so­ nundan başlayarak Oguz dalına, hem de az sayıda olsa bile VIII .

yy.dan başlayarak Ogur dalına ait yazılı malzeme vardır. Türkçenin bu tarihler öncesine ait yazılı kaynakları olup olmadığı konusu, elbette Eski Türklerin ken­ di dillerini hangi şartlar altında nasıl bir planlamaya tabi tuttuklarını bilmek ba­ kıınından önem kazanmaktadır. Eski Türk çağının konar-göçer Türklerinin yazı yazma eylemini ne kadar be­ nimsedikleri veya sevdikleri veya yazı yazma eylemine ne kadar ihtiyaç duyduk­ ları konusu araştırmaya muhtaç olsa da, bilinen Türk Runik alfabesi ile yazılı eserler, yazıldıkları malzeme yanında konu ve türleri bakımından da bir incele­ meye tabi tutulduğunda, Eski Türklerde yazının aynı dilin üyeleri arasında bir iletişim veya haberleşme aracı olarak kullanılnuş olmasının dışında, dini ve kül­ türel yaşayışın yansıtıcısı olma işlevini de yerine getirdiği dikkati çeker. Kaya ya­ zılarının bir kısmı bu niteliği ta�ır. G Aralarında tarımcı-ekincilerin de olduğu ve "avlanma"ya da dini bir muhte­ va katarak törensel bir kılığa büründüren Türklerin kayalara ve taşlara yazarak "sonsuz"luğa (ETü. beI)gü) bıraktıkları yazılarını, aynı zamanda taşınabilir nite­ likte hangi tür bir malzeme üzerine yazdıkları konusu elbette önemlidir. Bu üze­ ri yazılı taşınabilir malzemenin, yani kağıt görevini gören üzeri yazılı nesneyle il­ gili olarak onun korunması-veya tersi, konusunda eski çağların Türklerinin adet 458

ve alışkanlıkları hakkında ise pek birşey bilmiyoruz. Elimizdeki kağıda yazılı me-

...

tinlerin en erken 9. yüzyıla tarihlendirilebildiğine bakılırsa, şayet daha önceki yüzyıllarda da kağıt vazifesi gören nesneler kullanmışlarsa, bu üzeri yazılı nes­ neleri koruma veya saklama alışkanlığına sahip olduklarını söylemek zorlaşmak­ tadır. Bugünkü gözle, bu varsayılan edinilmemiş alışkanlıkta sıradan toplum �yeleri mazur görülebilir. Onlar Kök Tegrici Türklere ise bu, belki daha da tabii gelmelidir. Bununla beraber, Eski Türklerin yöneticilerinin buyruklarını ne ile saldıkları, diplomatik haberleşmelerini nasıl yürüttükleri sorusunda, onların ya­ zışmaya ne kadar yer verdikleri hususu önemlidir. Bu soru, yine Asya'nın yaygın yazılı dini öğretisi Buddhizm'in ve bir dereceye kadar Maniheizm'in Türkler ara­ sındaki tarihsel konumu noktasında da sorulmalıdır. En azından okumayı, okut­ mayı, yazmayı, yazdırmayı sevap sayan bu dini öğretilerin Türk soylu müminle­ rinin yazı yazma, yazdırma ve yazışma faaliyeti bakımından Te�rici Türklerden daha ileri olmaları gerektiğini söyleyebiliriz. Bu noktada, Eski Çağ Türk toplu­ munda yazı yazmayı, yazdırmayı, yazışmayı etkileyen faktörler arasına yerleşik­ lik ve/veya konar-göçerlik dağılımlı hayat tarzından başka, Türk müminin bu ha­ yat tarzlarından birini veya birlikte tercihinde belirleyici olarak-yazılı, yazısız­ hangi dini öğretiye bağlı olduğunu da katmak gerekir. Türk dilinin Oguz dalının yazılı tarihi­ VII. yüzyılın son çeyreğinden çok daha eski bir tarihe gittiği aslında elimizdeki ha­ berlere göre kesindir. -Merkezi Ötüken olan Kök Türk devletinin (M.S. 552-7 45) batı kanadını sevk ve idare eden Istarni'nin Gınakızı yazıtlarından bir örnek (öl. 575 sonu veya 576 başı) veya Bizans kaynaklarındaki şekliyle Silzibulos'un ( ETü. çatik) , Buddha veya bodhisattwaların geçmiş doğumla­ rındaki tecrübelerini, başlarından geçenleri anlatan hikayelerdir. Jataka'lar Buddhist külliyatının'sütra'lar grubunun oniki bölümünden birini oluştururlar. Buddhist Türk edebiyatı hem manzum hem de düz yazı halinde zengin sayılabi­ lecek birjataka külliyatına sahiptir. Mensur Türkçe jataka'ların bazıları şunlar­ dır: A ra �ıerni Jataka, Vi§vantam Jatakcı'nın bir varyantıdır. Kral Araı;ıemi'nin ailesini ve kendisini hidayete ermek için bü_j ' L.lL__J yün arzularını söndürüşünü anlatır. Eser J .R. Hamil ton tarafından neşredilmiştir ( 1 986-l: 1 -20) . lui ve Kötü Prens Jatakası , Kal.y B:namkara ve Papamkara adlı iki prensle ilgilidir. Türkçe versiyonu üç ayrı el yazmasmdan metinler halinde saklanmıştır. Uygur yazısı ile bir belge Metinlerden ikisi Tunhuang'da bulunmuştur. Bunlar Bibliotheque Nationale ve British Library kolleksiyonlarında bulun­ maktadır. Üçüncü metin Yarxoto'dan olup Turfan Kolleksonunda korunmakta­ dır. J.R. Hamilton Paris nüshasının Çiııcesinden erken bir çeviri olduğunu tah­ nıin eder; Hamilton yazmanın Tunhııang'daki 1 7 Numaralı Mağaradan bulunma­ sından dolayı 1 1 . yüzyıldan önce tercüme edilmiş olması gerektiğini düşünür ( 1 996) . Londra metni tek yapraktan ibarettir ve Paris metninin bir parçası oldu­ ğu düşünülmektedir. Paris metni önce Pelliot ( 1 9 1 4 ) , sonra da Hamilton tara­ fından işlenmiştir ( 1 97 1 ) . Turfan Kolleksiyonundaki metin, yazısı ve noktalama özellikleri bakımından erken tarihli bir nüsha olup başka bir yazmanın parçası­ dır. Bu metin Zieme tarafından işlenmiştir ( 1 974) . Haribha tta'mn Jata­ kamala'sı Arya Süra'nın Jatakamala geleneğinde bir 35 jataka derlemesidir. Sanskrit-Türkçe iki dilli olarak Brahmr alfabesiyle kaleme alınmıştır. 4 fragmen bugüne kalmıştır. tık iki fragmenin ön ve arka yüzlerinde Simhajataka'nın sonu vardır. Diğer iki fragmen ise, Sakyasirnha,jataka'dan parçalar ihtiva eder. Eser Maue ( 1 996) tarafından işlenmiştir. Mahabodhijataka, -,rya Süra'nın Jata­ kamala'sının 23 numaralı jatakası'dır, Buddha'nın asketik Mahabodhi olarak inkarnasyonunun hikayesini anlatır. Eser Maue (1 996) tarafından işlenmiştir. "Çömlekçinin Hikayesi", bir Brahman genç olan arkadaşını Buddhcı Ka ·paya'yı bulmaya teşvik eden bir çömlekçinin hikayesini anlatır. Hikaye Sarighabhedavastu'ya benzemekle birlikte , Türkçe hikayenin giriş kısmı Türkçe versiyona

.:. t"'" � -' �-.��: . ·ı ____

. ..

f'Z� �

.

475

hastır. Telif olabileceği de düşünülmüştür. G. Ehlers jataka'nın Turfan Kollck­ siyonundaki bir sayfalık parçasını işlemiştir ( 1 982) .

Saddharma-Punçiarika Sütra nın 25. bölümü tam metin olarak Türkçede vardır. Türkçe metin önce Radloff, sonra da Ş. Tekin tarafından Bertin ve Le­ ningrad nüshaları Kuan-şi-im-Pusar (Ses işiten llô.lı) Vap J:ıua ki atlıg nom çeçeki sudur başlığıyla karşılaştırmalı metin olarak yayınlanmıştır (Erzurum 1 960). Saddharma-Puı;ıc)arika S ütra nın başka bölümlerinden parçalar da tes­ pit edilebilmiştir. '

'

Suvarı;ıaprabhasa Sütra ( Tü. Alt.un Yaruq "Altın Işık") da Saddharma­ Pundarika Sütra gibi Mahaytına sütralarının en önemlileri arasındadır. Eser, =

Beşbalıklı Şiijqo Şali Tutuq tarafından Çinceden çevrilmiştir. St. Petersburg ve Turfansammlung kolleksiyonlarında toplam 7 yazma nüshası vardır. Turfan kol­ leksiyonundaki yazmalar eksiktir. Tam Altım Yarnq metni St. Petersburg nüs­ hasıdır ve Malov tarafından 1 9 1 0'da Kansu, Wenşukou köyündeki bir Buddhist. manastırından temin edilmiştir. Bu nüshanın istinsah tarihi 1687'dir. :3 1 bölüme bölünen 1 0 kitaptan oluşan metin toplam 675 sayfadan oluşmaktadır. Metin üze­ rinde çok sayıda çalışma yapılmıştır. St.Petersburg nüshasının tam bir transk­ ripsiyonu, Berlin fragmanlerıyla uygunlaştırılarak Kaya (Ankara 1 994) tarafın­ dan yayınlanmıştır. Son olarak P. Zieme, Altmı Yaruq un girişine dair bilinen bütün fragmanları ve ilk bölümü BTT'nin XVIIJ. yayını olarak hazırladı (Tumho­ ut: Brepols 1 996) . Yamaraja Sütra, Vimalakfrtinirde ·a Sütra, Sukhava­ truyüha S ütra, Mahaytına Mahapa.rin.frva{ıa Sütra v.b. başka Mahayana sütralarından Türkçe fragrnanler da bulunmaktadır. '

Buddhist Türk edebiyatında Çinceden tercüme edilmiş uydurma (apokryp­ hal) sütra'lar da bulunmaktadır. Bunların içinde en ünlüleri çok sayıda nüshala­ rı olan Çinceden çeviri Sdki.z Yükmak "Sekiz Yığın", Kşanti qılyuluq nam bi­ tig "Günah Çıkartma Kitabı"dır. Pak-lin-şi-ki atlqyürü.IJ linxua çdçd.k tergi­ ni nom drdini "Bai lian she jing adlı Beyaz Nilüfer Çiçeği Dharma Mücevheri"

(Abitaki Sütra) , kısa adıyla Yetikdn sudur gibi eserlerdir. Türkçe Buddhist metinler arasında azımsanınayacak sayıda Tantrik metin­ ler de vardır. Bunların çoğu Tibetçeden çevirilerdir.:r;

Abhidharma-pitaka, Buddhizmin metafizik yönünü işleyen eserler bütü­ nüdür. Elimizde doğrudan Abhidharma literatürüne ait Türkçe eserler yoksa da bu literatüre dair düz yazı yorumların (Skr. bhcI$lJa) Türkçe çevirileri bulun­ maktadır. Bu yorumların içinde en ünlüsü Vasubandhu'nun yine kendi şiir dü­ zenindeki Abhidharrnako§akarika'sına yazdığı A bhidharmako8abha$lJa adlı eserdir. Eserin Türkçe versiyonu Hsüen Tsang tarafından yapılan Çince çeviri­ sinden yapılan çevirilerdir ve Türkçe Abhidharmako8abha$J!a çevirilerinden bugüne kadar 20 fragmen tespit edilebilmiştir. Bunlardan biri BrahmI yazısı ile Sanskrit-Türkçe iki dilli bir fragmendir (Maue 1 996) . Stokholm, Folkens Müze­ sindeki 16 metin parçası Tunhuang'da bulunmuştur. Hepsi de işlek Uygur el ya­

476

zısı ile yazılı olup tek bir yazmaya aittirler. Kudara Kôgi Kyoto, Fujii YO.rinkan Müzesindeki pustaka formatındaki tek sayfalık fragmeni işlemiştir ( 1 984) . Geng Shimin ( 1 987, 1 989) , Kansu Müzesindeki tek yapraklık fragmenin 8. cildin 7. yaprağı olduğunu belirtir. Pekin Milli Kütüphanesinde de 5. Bölümün üçüncü yaprağı bulunmaktadır (Zhang-Wang 1 994) . Vasubandhu'nun manzum A bhid-

harmaka5akarika'nın Hsüan Tsang tarafından yapıları Çince çevirisinden çev­ rilmiş küçük bir Türkçe fragmen lstanbul Üniversitesi Küt.üphanesi'nde bulun­ maktadır. Parça Kudara tarafından işlenmiştir ( 1 981 ) . Türkçe Buddhist külliyat içinde Vasubandhu'nun Abhidharmako§abhtişya'sı ile ilgili bugüne kadar bulu­ nan en hacimli metin Sthirarnati'nin 6. yüzyılda yaptığı Abhidha rmakasa/Jha­ ş-yatikatattvartha-narna adlı yorumun çevirisidir. Metin Tunhuang'da Sir Aurel Stein tarafından bulunmuştur, bugün British Library'de muhafaza edilmektedir. Türkçe yazmanın tıpkıbasımını Şinasi Tekin yayınlamıştır ( 1 970) . Eserin tam metni M. Shôgaito tarafından ortaya konmuştur ( 1 99 1 , 1 993) . Metin üzerinde Röhrborn ( 1 98 1) ve Barutcu'nun (1 990) da çalışmaları vardır. Yine Skandhila tarafından yazılıp Çinceye Hsüan Tsang tarafından çevrilen ve Sarvastivada okulunun doktrinlerini açıklayan Ru a pi da mu lun üzerine Kelımenın !Jorrıer Sonunda -oıı•�•a·- · B•sınd• yapılan Türkçe bir yorumun dört parçası Stokholm, Folkens ... - -- . . Müzesinde bulunmaktadır. Bunlar üç ayrı çeviriye ait parça­ -A. , .aMl ..M o o "' lardır. Kudara da Haneda Fotoğraf Kolleksiyomı içinde Alı­ ,& ııa- ı �l Maytri! Altı qaçı}f,ıy yayılarım Alıp eltkdlir meni tamuqa Arn üçün sizi!Jd a·vartim Alyıl meni Maytri!

Uygur Devleti dönemi mektup metni, (907-960)

Tügün nizvanilarqa ayukup Tüşkdlir mdn una tamuqa Tört kertü namlu y agatı y Tüzüni tatutyıl Maytri! Dört slokalı kitap ile Durmadan överim kesintisiz. Karşılık verip böyle sevabı Rastlayım size Maytri! Samsara'da şüphesiz benim gibi Düşünselerdi kim var kim kim yok Şaşmasız Buddha olduğunda Düşün beni Maytri! Üç zehir ile bulanmış, Üç doğumlu kılıktan Kurtuluş Dharma'sının gücüyle Çıkarıp yükselt Maytri! Altı kaçırıcı düşmanlarım (=duyu organlarım) Alıp iletir beni cehenneme Onun için size evirdim Al beni Maytri!

483

Düğüm-düğüm kle8a'lara batıp Düşmek üzereyim işte cehenneme Dört gerçek Dharma agata'sını Hepsini tattır Maytri! (ETŞ, Nu. 1 7)

Günah çıkarma metinleri, Buddhist müminlerin günahlarından arınması, sonraki doğumlarında da tövbe etmeye alışabilmeleri için hazırlanmış metinler­ dir. Bu metinlerde yalnızca işlenmiş günahlar değil, geçmiş doğumlarda işlenmiş olduğu sayılan veya sonraki doğumlarda işlenebilecek günahlar sayılır ve tövbe­ kar yalnızca kendisi için değil, bütün canlı varlıklar için günahlarından arınmayı diler (Tezcan 1978: 297) . Buddhist Türk çevresinden elimizde düz yazı ile yazıl­ mış tövbe duaları yanında şiir düzeninde tövbe duaları da vardır (Zieme 1 99 1 :

206 vd. ) . F . Nakamura kolleksiyonu elyazmaları içinde M . Shôgaito tarafından neşredilen tövbe duası orijinal olup şiir düzeninde ve genellikle dörtlükler halin­ dedir. Bu tövbe duasından biri dörtlük, diğeri altılık şiir parçaları aşağıda veril­ miştir:

Qşanti qılıp ökünsarlar Ayır ayır kögül öritsarler ôtrü ol tınlı}larnıg ôçmedük ayıy qılınçları öçar Günah çıkarıp pişman olsalar, Saygılı gönül yükseltseler, Bundan dolayı canlıların Sönmemiş kötü amelleri söner (Zieme 1991: 2 1 3)

Sızız utun nizvani Sınır SÜ!Jüküg sızlatır Sumur tay tag qüınçtın Silkinip ünüp baray1.n tep Sımtayın qılmış qılınçım Sıdırmış ttig arızun Eritici, günahkar edici iptilalar eti-kemiği sızlatır.

"Sumeru Dağı gibi amellerden Silkinip çıkıp gideyim!" deyip kasden kılmış olduğum amellerim sıyrılmışçasına arınsın. (Zieme 199 1 : 214)

Sonlamalar (Hatimeler, Kolofonlar), metin sonlarında bulunur ve daha

çok asıl metnin kimin tarafından ve nerede yazıldığı hakkında bilgiler verir. Ba­ zen de eserin çoğaltılmasından doğacak sevabın tevcihi (ETü. buyan avirmak) için kaleme alınırlar, bunlar genellikle şiir olarak ve baş kafiye ile yazılmışlardır.

Mesela, lnsadi-Sütra'nın sonlaması (kolofan) Çisim Tu tarafından şöyle yapıl-

484

mıştır:

Arış an. y bo 'f3'sdy sudum1, Adaqtaqı qulutı man Çis'im Ayayu ayı.rlayu bitiyü Adaqında qoşa tö,gintim

Tu

Tertemiz bu ·�sady-Sütrasını Ayaklarındaki (=hakipayi) kulları ben Çisim Tu Saygı ve ağırlamayla yazarak Ayaklarında saygıyla nazma koştum. (lnsadi-Sütra, 757-760)

Buddhacarita, Kral Kaniuka'nın çağdaşı ve onun ruhani müşaviri, Sanskrit edebiyatının en ünlü şairlerinden Boddhisattva A§vagho5a tarafından kaleme alınmış Buddha'nın hayatını ve faaliyetlerini anlatan bir maha.kavya "büyük şi­ ir"dir. Maha.kavya'lar kti:uya stilinde yazılmış süslü destani şiirlerdir. Eserin Türkçede pek çok versiyonu tespit edilmiştir tık Türk­ çe Buddhacarita yayını Radlov ve Malov'a aittir ( ! 928). Buddhaca.rita'nın Turfan Kolleksiyonundaki şiir düzeninde ve alliterasyonlu 19 adet kütük baskı jragmeni P. Zieme tarafından neşredilmiştir (BT XI­ II/5, 3 1 -38) . Türkçe Buddhacarita'nın Çinceden çev­ rildiği bilinmekle beraber hangi Çince versiyonun çe­ virisi olduğu tam olarak belirlenememiştir.

· -'!

Avadana'lar, Buddhist külliyatın s ütralar grubu­ na girer. Prof. M. Shôgaito tarafından işlenen üç manUygur Devleti dönemi mektup metni, (907-960) zum avadana (SüksmacüQ.a Baya"(t ile Suprabha Qatun Hikayesi, Sudar§ana llig Bag Hikayesi, Prasenajit tıig Qan hikayesi) , konu­ sunu hangi amellerle bir Buddha veya Pratyekabuddha olunabileceğinden alır. tık hikayenin konusu Kafıcanabhümi ülkesinde yaşayan Sreı1tr Sükı1macüQ.a ve Subrabha Hatun'un büyük oğulları Sukumara'nın iyi amelleri sayesinde iyi kökü­ nün olgunlaşmasından dolayı Ksemamkara Buddha'nın ona gelecekte Caitasuk­ ha Buddha olacağını önceden bildirmesidir. İkinci manzum avadana Sudar5ana şehri hükümdarı, iki yeni Buddhist rahip ve Sudarsana'lı on tümen zengini iyi amelleri sayesinde Ratnasurya Buddha'ya rastlayıp ondan gelecekte Buddha ku­ tunu bulacaklarına dair alkış almalarını anlatır. Üçüncü avadana'nın kahraman­ ları Prasenajit Han ile zengin Anathapindika ve diğer bakan ve zengilerdir. Bu hikayenin, Koço beyi ve halkının .5ravasti şehri hükümdarı Prasenajit ve halkının iyi amellerine özendirmek üzere Türkçeye çevrildiğinin belirtilmiş olması bakı­ mından dikkati çekmektedir.4 1 Bir diğer manzum avadana metni Renu adlı hü­ kümdarla ilgilidir (Zieme 1 99 1 : 265-267) . Jataka'lar (> ETü. çatik) , Buddha veya bodhisattvaların geçmiş doğumların­ daki tecrübelerini, başlarından geçenleri anlatan hikayelerdir. Jataka'lar Budd­ hist külliyatının 's ütra'lar grubunun oniki bölümünden birini oluşturular. Budd­ hist Türk edebiyatı hem manzum hem de düz yazı halinde zengin sayılabilecek bir jataka külliyatına sahiptir. Manzum jataka'lar: Buddhist Türk edebiyatının bilinen manzumjataka'lan P. Zieme tarafından işlenmiştir (BT XIII, 1 , 2, 3, 4, 10, 1 1) . Ancak bunların hiç biri, tam değildir. Buddhist jataka külliyatının en ünlü jataka'sı olarak ViSIJantara-Jataka'nın iki manzum versiyonu tespit edilmiştir

485

(BT XIII, Nu. 2, 3). Her iki jataka metni de baş kafiye ile ve dörtlükler halinde yazılnuştır. Yine Turfan Kolleksiyonu'nda saklanan 13 kütük baskı fragmen tek bir jataka Derlemesinin parçalarıdır, bazı fragmenlerde resimler de vardır. Bun­ ların Mükapangu, Suva.nıaparSı.ıa, Tavşan Jataka sı, Hast.i Jataka gibijatakn­ ların bir kısmı ile birleştirmek mümkündür (Zieme BT XIII, :3 1-38) . BT III'teki 4 numaralı eksik jataka metni 'Kral Prabhasa ve Fil Hikayesi'nin bir paralelidir. Bir antoloji olan lnsadi-Sütra (Tezcan BT III) içindeki Mensur Pravarcu;ıa Töreni Metninde (52-760. satırlar) yer alan Sundari-Jataka hikayesinin ( 1 50394. satırlar) bazı kısımları alliterasyonlu şiirler hil.linde verilmiştir. Bunlar (Zi­ eme 1 99 1 : 2 1 6-21 9)'da toplanmıştır. Hangijataka'ya ait olduğu belirlenemeyen marızum jatakalar için bkz. Zieme (BT XIII, 10, 1 1 ) , ( 1 99 1 : 269, L 5, L 6). Aşağıda manzum Tavşan-Jatakasından bir dörtlük örnek olarak verilmiştir:

Bulu!Jtın yı!)aqtm yıparça Bolmış adgülüg bdgdinim Bodisatav arkan ögra üdta BoltU!JUZ tawış')an dt'öz/.üg Kenardan köşeden misk gibi olmuş iyi beyim benim! Boddhisattwa iken önceki hayatta Oldunuz tavşan vücutlu. (Zieme 1 99 1 : 267) Tantrik şiir parçalarının çoğu tantrik formda stotra'lar, yani övgülerdir. Da5akrodha ile ilgili şiir (BT XIII, Nr. 25), Beş Tathagata ma �ı çlala'sı tasviri (BT XIII, Nr. 28) , Yamantaka çağrısı (BT XIII, Nr. 29), Abita (Amitabha) Öv­ güsü (BT Xlll, Nr. 30) , Nagaraja'sı Sagara Övgüsü (BT XIII, Nr. 3 1 ) MaiijusrI Övgüsü (BT XIII, Nr. 32) , Mahakii.la Övgüsü (BT XIII Nr. 3:3) , tantrik içerikli şi­ irlerdir. BT XIII Nr. 34 ve Nr. 37 de belirlenemeyen iki tantrik muhtevalı şiirdir. Bir diğer mandala tasviri ise ôtani Kolleksiyonunda tespit edilmiştir.42

Prajiiaparamita metinleri, Mahayana Buddhizminin en zengin kısmını oluşturan Prajiiaparamita (Tü. bilga bilig paramit "hikmet erdemi") literatü­ rü ile ilgili Buddhist çevre Türk edebiyatından şiir düzeninde yazılmış 3 Prajiiaparamita metni tespit edilmiştir: Bunlardan 2 1 dörtlükten oluşan Prajnaparamitastotra metni ilk olarak R.R. Arat tarafından işlenmiştir. Sonda iki dörtlük halinde sonlama da vardır. Sonlamada, Nagarjuna Hoca tarafından Sanskrit dilinde yazılan Nirvikalpa adlı övgünün PrajiiasrI tarafından Türkçe­ de nazma çekildiği belirtilmektedir. P. Zieme ( 1 99 1 : 1 78)'de Nagarjuna'nın bu adda bir eseri olup olmadığını tartışmıştır. Belirlenemeyen bir Türkçe Prajna metni de önce Arat, sonra da Zieme ( 1 99 1 : 1 78- 183) tarafından değerlendiril­ miştir. Türkçe Prajr1aparamita literatürüne ait elimizdeki şiir düzeninde yazıl­ mış en uzun metin Sadii.prarudita ve Dhannodgata Bodhisattva Hikayesidir. Çinceden tercüme olmakla beraber hangi Çince metnin temel olduğu belli değil­ dir. J.W. Jong ( 1 983) , Türkçe metnin hikayenin Çin'deki en popüler versiyonu

-186

olan Kumarajiva'nın Auştasiilıasrika Prajiiapii.ramitii. Sütra (Xüw pin ban ru bo luo mi jing) adlı eserinin tercümesi olduğunu varsayar (Elverskog 1 997: 1 46) . M. Shôgaito, Tekin neşrinin 29-42 Eser, ilk Ş. Tekin tarafından işlenip or-

'

taya konmuştur. Tekin neşrinde eserin tıpkı basımı da verilmiştir. Daha sonra metnin tamamı üzerinde Barutcu ( 1 987) durmuştur. Zieme (1991: 183-1 97)'de ele metnin bazı kısımları değerlendirilmiştir. M. Shôgaito, Türkçe el yazması metnin son on sayfasının Prajnapararnila literatürünün Boddhisattva yolunu (Bodhisattva-carlJa) açıklayan iki s ütrasına ait olduğu görüşündedir ( 1 995: 3396) . Manzum Buddhist çevre Türk edebiyatının genel Buddhist içerikli şiir par­ çaları, ilahiler, yazıtlar ve çeşitli konulardaki şiirleri hakkında (Zieme 1 99 l )'e bakılmalıdır.

V. Din Dışı Edebiyat Eski Türkçe Buddhist ve Maniheist Türk çevrelerinden elimizde dini içerik­ li olmayan belgeler de vardır. Özel mektuplar, hukuk belgeleri, gök bilim, takvim ve Yıldız falı üzerine metinler, sağlık bilgisi ile ilgili metinler, ata sözleri, fal ki­ tapları böyle din-dışı edebiyatın ürünleri rasında sayılabilir. Fal kitapları içinde Maniheist çevrede yazılmış olduğu düşünülen Irk Bitig "Fal Kitabı" Türk Runik­ leriyle yazılmıştır.43

A. H1ristiyan Türk Edebiyatı Eski Türklerde Hristiyanlığın Nesturi mezhebi az da inanırım bulmuştur. Turfan, Bulayık'ta az sayıda Türkçe Hıristiyan metni bulunmuştur. Yakobus İn­ cili'nden kalan iki yaprak, Aziz Georg'un çektiği ölüm acılarını anlatan bir parça dışında Turfansammlung'da Uygur ve Süryani alfabelerinde yazılı daha başka 1 2 metin parçası P. Zieme tarafından belirlenmiştir.44 Yedisu, Semireçie yörelerin­ de bulunmuş Süryani yazısı ile yazılı Hıristiyan mezar taşları ise 13-14. yüzyıl­ dan kalmıştır.

Dİ PNOTLAR Konuya dair daha sistematik çalışmaların başlaması, ancak Sthrahlenberg'in 1 730 tarihli eserinin üstünden yaklaşık bir yüzyıl geçmesinden sonra olabilmiştir. 2 Bu konuya dair zengin bir kaynakça vardır. Bunlar için bkz. Tuna ( 1 98:3). 3 Bunlar için bkz. Tuna ( 1 983), R6na-Tas ( 1 988: 742-780) .

4 Bunu X l . veya XIII. yüzyıla kadar uzatanlar vardır, bkz. Barutcu Özönder (2000). 5 Bunun için bkz. Barutcu Özönder ( 1 998). 6 Bkz. Pritsak ( 1 952) . 7 Bkz. MENANDRos EL 450-452, bunun için bkz. Moravcsik ( 1958-1: 424, ll: 275). Ayrıca, Cla­ uson ( 1 970), Sinor (2000: 406). 8 Bu mektuplarla ilgi olarak bkz. Ecsedy ( 1 968: 1 65- 1 66, dn. 56; 1 977: 2:34, dn. 32). Ch'i-min kağanın mektubunun detaylı analizi, Türkçeye paralel ifade ve deyişleri hakkında ise bkz. Mori ( 1 965: 49-79). Benzer olarak, Pers hükümdarı Kavas 1 ( 488-5;) 1 ) veya daha güçlü bir ihtimal olarak Xusrô 1 (5;Jl -578) tarafıııdan Çin imparatoruna gönderilen mektuba dair bkz. Ecsedy ( 1 977: 2a4 vtl). 9 EcsCdy ( 1 968: 1 52, 1 6 1 ) .

1 0 S . G. Klja{torrıyj-V. A . Liv_ic, "The Sogdian lnscript.ioıı o f Bugut Revised", AOH, XXVl ( ! ) . 1972, 69-102.

1 1 Çin kaynakları Hu adıııı genellikle Solo(d kökenliler için kullanılmışlarciı: Çin k�yırnkl�rırıııı Hu'ları zaman zaman Türk boy adları ile birlikte saymasının iki türlü yorumu da geçerlidir:

487

Hu'larııı Türk nüfusla sıkı ilişkileri, Hu'lann üzerinde bütün Eski ve Ort.a Türk çağları bu­ yunca süren kuwetli Türk nüfuzu. Zira, 1 1 . yüzyılda unlar, tıpkı Kencekler gibi sürekli ha­ mileri olan Türklerin dilini "kırık" bir Türkçe ile konuşacak kadar kendiliklerindı>ıı Türkleş­ mişlerdi, Bkz. Mahmut Kaşgarlı, DOv#nı Luy.iti't-Türk; Ayrıca Barııtcıı Ozönder ( 1 99H).

D 15; BK K 7, 9, 1 :3 , 2:3, :34; Tonyukuk 16, 40, 5:3 Tagri yarlıqa-; BK K 10 üza Tagri asra yer yarlıqa-.

12 Köl Tegin G 9,

1 3 Bkz. Barutcu Ozönder ( 1 999tı: 85-87) . 14 KljaDturnyj-LivDic ( 1 972: 78-79); Tezcan ( H J78: 278). 15 Taşağıl ( 1 995: 28), Zieme ( 1 992: i l ) . 1 6 Çin kaynaklarındaki Kök Türk ülkesinin doğusundaki Buddlıist faaliyet için bkz. Liıı Mai

Tsai, Die Chinesischen Nachrichten zur Geschicte der üst-Türken (T'u-küe), 1. Bıırlı, 1 958, Wiesbaden, 36-39. Buddhizm'iıı Türkler arasında yaygın olarak kabul görmesi daha geç bir zamanda gerçekleşmişse de, Kök Türk kağanlığıııııı ilk döneminde devletin hem do­ ğu hem de batı bölgelerindeki Bııddhist. faaliyet tespit ediletıilınektedir. 574-584 yılları ara­ sı Kök Türklere yönelik Bııddhist misyow•rlik faaliyetleri için hkz. Gabaiıı ( 1 %4), Ziı>rrıP ( 1 992: 1 1 - 1 2 ) ; Sinur (2000: 42 1 -423). 1 7 Bkz. Chavannes ( 1 94 1 : 25, 1 7-20 satırlar; ] ')2- 1 93) . 1 8 Mesela, farklı dil ve/veya alfabede yazılan ;netinlerin sonlarına miistensihlerin düştüğü t l'k

cümlelik Türk Runik harfli bitirme kayıtları (Sakiz Yükmiik'te olduğu gibi) veya J)unhuang, Yar-xotu ve Turfan yakınındaki mesküıı mağara-tapınaklardaki grafilll'r veya ayna gibi şah­ si eşyalar üzerindeki yazılar. 1 9 Bkz. Clauson ( 1 970: 55-56). 20 Clauson ( 1 970: 6 1 -62) ve özellikle Kök Türk döneminde yazıııın okullaşmasıyla ilgili litera­

türün değerlendirilmesi ve varılan soıı ııçları bakımından bkz. Vasil'ev ( Hl97: 297-!304). 21 Turfan ve Karaşahr havzası sakinlerinin dili literatürde Doğu Toharcası veya A Toharc:ası ,

Kuça çevresinde konuşulan dil de Batı Tuharcası veya B Toharcası olarak adlanclırılrııakt.a­ dır. Kuça'nııı batısı, Kızıl, Ming Öy mağaralarında bulunan bir grup met.inden hareketle Ba­ tı Toharcasınııı içinde özel bir grup (bazılarınca dil, C Toharcası) teşkil edecek değerde bir diyalekt.in varlığından da söz edilmektedir, Rona-Tas ( 1 99 1 : 64). 22 Br#hrııO yazısı ile Türkçe metinler üzerine yapılan çalışma ve incelemeler için bkz. H. St.öıı­ ner, ( 1 904) , Zentralasiatische Sanskrittexte in Br#hmOschrift aus Idzqutshari. Chine­

sisch-Turkistan. 1. Sitzungsbericlıte der Königlich Preussischen Akadeıııie clPr Wissensc­ hafte 44, 1 282-1 290. (Anhang: Uygurische Fragmente in Br#hmüschrift, 1288-1290); H . W. Bailey, ( 1 938), "Indo-Turcica", BSOAS 9, 289-302; G. Clauson, ( 1 973), "The Turkish­ Khot.anese Vocabulary reedited", İslam Tetkikleri Enstitüsü Dergisi, 5, :37-45; D. Maue -K. Röhrborn, ( 1 976), "Ein zweisprachiges Fragment. aus Turfan, CAJ 20, 208-22 1 , ayrıca lıkz. CAJ 22 ( 1 978), 134- 1 35; D. Maue, ( 1 983), "Zu den Dent.alcn im Br#hmO-Uigurischen", Sprachen des Buddhismus in Zentralasien, Ed. K. Röhrborıı ve W. Veenker, Wiesbaden, 53-64; D. Maue, ( 1 984), "Vorlaufige Beınerkımgen zu den Gutturalgraplıemen in eler alttür­ kischen Br,hrıı Ô ", UA.Jb N. F. 4, 90-96; P. Zieıne , ( 1 984), "Zıır Verwendung der BrJunô ­ Schrift bei den Uigureıı", Altorientalische Forshungen i l , :3:3 1 -346.

23 M esela, Kazakistan'da Esik Tas kurganıııdan çıkarılan bir gümüş kap üzerindeki 26 rıınik

karakterden oluşan yazıtın nispi tarihi M. O. V-VI. yüzyıllardır. En iyi Türkçede okunabilen yazıtın tarihi bizi hem Türk yazı tarihini hem de dilin yazılı t.arihini bir 1000 yıl daha geriye götürebilir. 24

A. von Gabain, Alttürkische Grammatik, Leibzig 1 950; T. Tekin, A Grammar of Orkhon Turkic, lndiana University Pııblications: 69, Bloomirıgton 1 968; Aydarov G., O yazıke pam­ yatnika Kutlug Kagana (VIII v.) ", lzvestiya Akademiya Nauk Kazaxskoy SSR, 1 96:3/6, s. 8 1 -88; aym kişi, Yazık orxonskogo pamyatnika Bil'ge-kagana, Alma-Ata 1 966; aynı kişi, Ya­ zık orxonskix pamyatnikov drevnetyıırkskoy pismennosti VIII veka, Alma-Ata 1 97 1 ; Or­ hon-Ye nisey abidelerinin dili üzerinde V. M. Nasilov, Yazık orxono-yeniseyskix pamyatni­ kov, Mu�kuva 1 9GO; Yenisey abidelerinin dili üzerinde l. A. Batmanov, Yazık yeniseyskix pamyatnikov drevnetyı.ırkskoy pismennosti, Frurıze, 1 959; karşılaştırmalı olarak l. A. Bal­ manov, Z. B. Aragaçi, G. F. Babuşkirı, Sovremennaya i drevnyaya Yeniseyka, Frunze 1 962 "

ve!. 25 Her hiilde, bir toplum için yazıyı kullanmayı bilmek, yazıyı yaratmaktan daha önemli olma­

lıdır. Ama konuyu merak edenler için zengin bir literatür vardır.

:fü Kızlasov ( 1 9fJ4).

27 Kı;7.lasov'ıın Avrupa-Asya grubu Türk Runik harfli metinler içinde saydığı Güney Yenisey ile

488

Açıkı aş ve lsfara yazıt.lar grubu da bulundukları coğrafya dikkate alınarak belirtilmişlerdir. Giiııeydoğu Avrupa'da, Kafkaslarda, ldil-Urallar'daki ya7.ıtlar için hk7. . . ı. Harmatt.a. "Tıırk and Avar Runic lnscriptions on Met.al Belt-Plat.es", pp. 32 1 -330, Acta Antiqua Academiae

Scientiarum Hungaricae, vol. :37, 1996-1 9�)7. (Krş. Ayııı adla: Erdem, Aydın Sayılı Özel Sa­ yısı 1, C. 9, S. 25, H J96 , ss. 255-264+ 1 (Fig. 1-9) ; a. k. Avarların dili sorununa dair; IJoğu Av­ rupa'da Türk oyma yazılı kitabeler, çcv. Hicran Akııı, Ankara: Türk Tarih Kurumu, 1988; a. k . , ( 1 U87). "Doğu Avnıpa'da Oyma Yazılı Kitabeler", Erdem 3.; Haussig, H. W., ( i !J85), "Der Historische Hiııt ergrund der Huııcııfundc in Ostcııropa und Z", Wiesbadcn: Otto Harrasso­ witz, 8 1 - 1 :32, a. k . , ( 1 985), "Die Hımen dcs Schat.zcs varı Nagy Szent Miklos in lhrer Berlc­ utung", Wiesbadcn: Otta Harrassowit.z, 1 7-52; Kljaştornıy S. G. Vasary, 1. A., "Hunic on a Bııll-Skull from Volga Hcgion". Between the Danulıe aııd t.he Caucasus, Budapest 1 987; a. k. Klyaştorıııy, S. G . , "Xazarskaya nadpis na amfore s gorodişça Mayaki", SA, H J7Y, No. l . ; Kızlasov l . L . , Huniçeskie ııadpisi Mayatskogo gorodişça. Mayatskiy arxeologiçeskiy komp­ leks. Mat.erialı Sovetsko-Bolgaro-Vengerskoy ekspeditsii. M. 1 990; a. k., "Runiçeskie pis'ınennost.i stepııoy zom Evrazii", Problemı istoçnikovedeniya: Avtoref. dis. . . . dokt. is­ tor. nauk. M . , 1 990; Nemeth, .J. , Die lnschriften des Schatzes von Nagy-Szent-Mikl6s, Bih­ liotheca Orientalis Hungariea. il, Budapesl-Leibzig, 1932; a.k., Runifomı Incriptions from Nagy-Sent-Mikl6s and the Runifonn Scripts from Eastem Europe. Act.a Linguist.ica. Buda­ pest 1 97 1 t. 2 1 fasc. 1 -2 ; R6na-Tas, A. A, "Runic lnscript.ion in the Kujbyşev Region", AOH 1 976 vol 30, f. 3, s. 267-27 1 ; Thomsen V., Une inscription de la trouvaille d'or de Nagy­ Sent-Mik16s, Saınledı:> Alhancllinger. K0lıenhavn HJ22 t. 3; Vasary, 1., ( 1 972) "Rıuıiforın Sigıts oıt Olıjects of t.lıe Avar Perimi", Acta Orientalia Hungarica 25, 335-:347 v. b. 28 2. numaralandırnıalarda Y

=

Yenisey, GY = G üney Yenisey'i karşılar.

2U Türkoloji literatürümlP Altay buluntuları arasında bilinir. Buluntunun Hakas-Minusin sinclen bulııııduğuna dair lıkz. Kızlasov ( H J94: 202, 206 (dipnot 64) ) .

clerP­

:ıo B u olayı anlatan Uygur harfli bir Türkçe metin TT ll'clP yayınlanmıştır. B u belgenin daha

uzun Sogdca aslından kısaltılarak çevrildiği sanılmaktadır. :ı 1 Öyküler üzerine yapılan çalışmalar için bk?.. A. voıı le Coq Köktürkische aus Turfan (SBAW 1 9 09, 1 047- 1 06 1 ) , aynı kişi, Ein manichlii.sch-uigurisches Fragment aus ldiqut-Schahri (SBAW 1 908) , aynı kişi, Manichaica III, Nr. 7, 1 !3, 1 4 , 30; W. Bang, "Manichiiische Erzah­ ler" (Le Museon, 44, H J!3 1 , 1 :36) , P. Zieme, "Die türkischen Yos"ipas-Fragmente", MlO, 1 4 , 1 968 , 45-67. Bunlardan Manichaica lII 1 4 nıı'lı öykü Eski Yunan edebiyatı ürünlerinden Ais­ pos öykülerinden bir parçadır.

Bibliographia Manichaica: a comprehensive bibliography of Manichaeisnı through 1996, Turııhoııt: Brepols, 1 997.

32 Maııiheizın üzerine kaynaklar için bkz. Gunner B. Mikkelsen,

nom ve dini kurallarla ilgi öğreti metinleri içiıı bkz. A. von le Coq, Manichaica 1 ve Ill; P. Zieme ( Hl 70) , "Ein ınanichiiislı - türkisclıen Fragment in maııiclıaisc:he Schrifl", AOH, 2:3, 1 57-165. Manastır yönetmeliği ile ilgili metin için bkz. P. Zieıne, ( 1 975). "Eiıı ui­ gıırischC>r Text die Wirtshaft rnaniclıiiischiir Klöster im Uigurischen", Research in Altaic Languages, ed. L. Ligcti, Budapest., :33 1 -:338. :34 Bunlar için hkz. Prof. K. Röhrborn'un UW 1 -6 Kayııak iar kısmına.

3:3 iki y·ılt·ız

:35 Bkz. Elverskog ( 1 9fl7: 1 1 - 1 2).

36 9 Aiga için bkz. Winternitz ( J 933 : 9- 1 0 ve dip not :ı) .

!37 Bunlar için bkz. Bkz. Elverskog 1 997: 1 05 - 1 25. :ı8 Bunlar

ve diğer Maitrisimit nom bitig üzerine yapılan çalışmalar için Elverskog'a ( 1 99 7 :

1 40- 1 1 45) bakılabilir.

:39 Ziı:>me ( 1 985 : 283-284) .

Tezcan (BT lll, 761 - 1 1 2 1 . str. lar) ve Zieıne (BT X111, Nu. 19) tarafından işlenmiştir. Avalokitelvara övgüleri için lıkz. Zieıııe ( BT Xlll, 20, 2 1 , 23, 24; hatime olarak 24). 4 1 Bu üç manzum avad,na yayını için bkz. M . Shôgaito, "Drei zum Avalokit.elvara-sNt.ra pas­ sende Avad,nas", Der türkische Buddhismus in der japanischen Forschung. J. P. Laut. and Klaus Höhrborıı, Eds. VSUA 23. Wiesbaden: Ot.t.o Harrassowitz ( 1 988): 56-99. Prof. Shôga­ ito'nun Japoncadaki yayınları için bkz. "An Uygur Avad#na to the Avalokitel vara SNtra", Tôyô gakuhô fi8, 1 -2 (Shôwa 5 1 nenffie civilisatioıı de Haııte Asie en t.ranscription clıinoise", Acta Orient. Hung., 1, 1 4 1 - 1 85 . .

( 1 970). L e talıghatsch, u n dial ec t e d e la langue sien-pi", Mongolian Studies, ED. L . LIGETI, But!apest, 265-308.

LIGETl, L.,

LIU Mau -Tsai, ( 1 958) . Die Chinesischen Nachricten zur Geschichte der üst-Türken (T'u-küe), il cilt, Wiesbadeıı: Ott.o H arrass owi tz .

MAUE, D., ( 1 996) . Alttürkische Handschriften. Teil 1: Dokıırnente in Br,hmÔ und tilıetischer Schrift. VOHD 1 3 , 1 0 . St uttgart :

Fraıız Steiııer Verlag

1 996.

MENGES, K. H. ( I B68). The Turkic languages and peoples, Wiesbaden.

MiLLER, R. A., ( 1 97 1 ) . Japanese and the Other Altaic University of Chicago Press.

Languages,

Chicago

aııd London:

The

MORA VCIK, Gy. , ( 1 958). Byzantinoturcica 1. Die byzantinischen Quellen der Geschichte der Türkvölker, il. Sprachreste der Türkvölker in den byzantinischen Quellen,

lin.

MOR!, M., ( 1 965), "To kk ets ıı



2. Baskı, Ber­

Keiıııi n - kakan ııo joohjoobun rıo bunshoo (On some passa­

in a Meınorial Present.ed to Yaııg-ti of the Sııi Dynasty of Clı 'imin qa,,an) '', Toku "Tok­ ketsu hibun" sakki, No. 1 . Tôyô gakuhô 48, No 1 (.June 1 965), 49-79.

ges

PELLIOT, !'., ( 1 9 1 4) . "La version oüigoııre de l'histoire des priııces Kalyaııamkara et kara", T'ourıg Pao 15 ( 1 9 1 4), 225-272.

POPPE,

N.

( 1 926 ) , "Alt.aisch ıırıd Urtürkisch",

PRITSAK, O . , ( 1 952) . "Staınıııensnaırıen un d he Jahrbücher,

R!NÇEN , E.,

Pii p aııı ­

Ural-Altaische Jahrlıücher, 6, 94- 1 2 1 .

Titıılaturen der altaisclıen Völker",

Ural-Altaisc­

XXIV/l-2.

( 1 968), Les Dessigns pictographique et !es Inscriptions sur !es rochers et sur !es

Scriptorıım Mongoloruın, ln sti tııti Lirıgııae et Litterarıım Aca­ d em i ae Sc ieı ı tiaru ıı ı Reipııbli cae Poµııli Mongolid, Tornu s XVI, Fascicıılus 1, Ulaanlıaatar. steles en Mongolie, Corpus

RÔNA-TAS,

A. ( 1 988), "Tıı rkic

inf1ııence oıı t.he Urali c

languages'', in D. Sinor (ed.) The Ura­

lic Languages. Description, History and Foreign Influences, Harıd lııı clı der Orientalistik, 8. Alıle itııı ıg,

Leiden: Brill, 742-80.

491

RÔNA-TAS, A. ( 1 99 1 ) , An Introduction t.o Turkology, St.udia ııralo-altaita 33, Szeged. RÖ HRBORN, K . , ( 1 977- l !l98), Uigurische Wörterbuch 1 -6, Wiı:shaden.

S. G. KLJA STORNYJ-V. A. LIVSIC, "The Sogd ian lnscriµtion of Hung., XXVI ( ! ), 1 B72, 69- 1 02.

B ugut Revised",

Acta Orient.

SERTKAYA, O. F., ( 1 985), " Fragnıe nt e in Alttürkischer Hunenschrift aus den Turfan Funden",

Runen, Tamgas und Graffit aus uııd Osteuropa, Wiesbadeıı, 1 34- 1 64; " Kağıda Yazılı Gök­ türk Metinleri ve Kağıda yazılı Göktürk Alfabeleri", Göktürk Tarihinin Meseleleri, Ankara 1 996, 277-292.

SERTKAYA, O. F., "Eski Türk Şiirinin Kaynaklarına Toplu Bir Bakış", Türk Dili, Türk Şiiri Özel Sayısı 1 (Eski Türk Şiiri), Sayı 409/0cak 1 98f), 43-80; Türk Dili, Sayı 440 ( 1 988), 99-109; Türk Dili, 4 41 ( 1988), 1 49-160. SH ÔGAITO, M . , ( 1 995). "Uygur Text of the Boddhisattva-c,rya - Pelliot Ouıgour 4521 [.Jaµoı ı­ ca[", Annals of Foreign Studies 3 1 ( 1 995), :3:3-96, Faksimile: 21 levha, 'ifi-9fi. SH ÔGAITO, M . , L. TUGUŞEVA, S. FUJJSHIRO, ( 1 998). The Da·akarmapath,vad,nam,la in Uig­ hur from the Collection of the St. Petersburg Braııch of the Institute of Oriental St.udies Russiaıı Academy of Sciences, Kyoto. SJNOR, D . , (2000)), "[Kök[ Türk imparatorluğunun Kuruluşu ve Yıkılışı", Erken İç Asya Tari­ hi, Der.: D. SlNOR, Ankara: iletişim Yay. , 383-424. The Cambridge History of Early Inner Asia, 1 990, Caınbridge: Caıııbridge Uııiversit.y. SMIRNOVA, O. !., ( 1 96;J ) . Katalog ıııonet monet s gorodişça Peııdjikent (Materialı 1949-1956 gg.), Moskova. SMIRNOVA, O. ! . , ( 1 967). "Nurnizmatiçeskie zaınetki", Epigrafika Vostoka, XVIII ( 1 967), 34-40) . TAŞA G lL, A . , ( 1 995) , Gök-Türkler, TTK Yayınları: Ankara. TEKiN, Ş., ( 1 980), Buddhistische Uigurica aus der Yüaıı-Zeit. Wiesbaden: Otto Harrassowit.z. TEKiN, Ş. , ( 1 965), "Uygur Edebiyatmın MeselelPri", Türk Kültürü Araştırmaları, 11/1-2, 26-67.

TEKiN, T., ( 1 986), "lslaın Öncesi Türk Şiiri", Türk Dili, Türk Şiiri Özel Sayısı 1 (Eski Türk Şiiri), Sayı 409/0cak 1 986, 3-42.

TEKiN, T., ( 1 986), "Karahanlı Dönemi Türk Şiiri", Türk Dili, Türk Şiiri Özel Sayısı 1 (Eski Türk Şiiri), Sayı 409/0cak 1 986, 3-42. TEKiN, T., ( 1 987), Tuna Bulgarları ve Dilleri, Ankara: TDK Yayınları. TEZCAN, S . , ( 1 974). Das Uigurische Insadi-S'tra, BT III, Berlin: Akademie Verlag.

TEZCAN, S. , ( 1 975). Eski Uygurca Hsüaıı Tsaııg Biyografisi. X. Bölüm, Ankara. TEZCAN , S., ( 1 978), "En Eski Türk Dili ve Yazmı", Bilim, Kültür ve Ö ğretim Dili Olarak Türk­ çe, Ankara: TTK Yayınları, 271 -:32;3.

TRYJAR..'3Kl, E., ( 1 985), "Alte und neue probleme der rıınenart igen insclıriften Europas, Eiıı Versuch der Entzifferung der Texte aus Murfatlar mıd Pliska", in Ihrer Bedeutung für die Runenschriften Osteueopas, Veröffentliclıuııgen eler Societas Uralo-Altaica, Band 1 9 , Wi­ esbaden 1 985, 53-80. TT il, VIII: Bkz. BANG, W. - A. von GABAIN ( 1 929), GABAlN, A. voıı ( 1 954). TUNA, O. N., ( 1 987). Altay Dilleri Teorisi, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı: lstaııbul. VASIL'EV, D. D., ( 1 983), Grafiçeskiy fond pamyatnikov tyurkskoy runiçeskoy pis'mennosti aziatskogo areala, Moskova. VASIL'EV, D. D . , ( 1 983), Korpus tyurkskix nıniçeskix pamyatnikov basseyna Yeniseya, Mos­ kova.

VASIL'EV, D. D. , ( 1 997), "Kök-Türklerin Okuma Yazma Bilmeleri Sorunu", Uluslararası Os­

manlı Öncesi Türk Kültürü Kongresi Bildirileri, 4-7/Eylül/1 980 Ankara, Atatürk Kültür Merkezi Yay., Kongre ve Sempozyum Bildirileri Dizisi: 1 9 , Ankara 1 997, 297-304.

WlNTERNITZ, M., ( 1 9:33), A History of Indiaıı Literature, Vol il, Calcutta: Tlıe University of Calcut.t.a. ZIEME, P., ( 1 974). "Eiıı Uigurisrhes Turfaı ıfragın ent der Erzahlung vom gut.en und vom bösen Prinzen", Acta Orient. Hung. 28, 2 ( 1 974), 263-268, Faksimile: 265. ZIEME, P., ( 1 976). Manichfilslı-Türkische Texte, BT V, Berliıı. ZIEME, P . , ( 1 985). Buddhistische Stabreimdichtungen der Uiguren, BT XIII, Berlin: Akademi Verlag. ZI EME, P., ( 1 99 1 ) . Die Stabreimtexte der Uiguren von Turfaıı und Dunhuhang. Budapest: Akademiai Kiad6 ( 1 99 1 ) .

492

ZIEME, P . , ( 1 992), Religion und Gesellschaft. im Uigurischen Königreich von QoEo: Kolopho­ ne und Stiftı:r des alttürkisrhen buddhstischen Schrifttums aus Zent.ralasien, Opladen: West.dt. Veri.

ESKİ TÜRKLERDE KÜL TÜR VE SANAT

PROF. DR. NEJAT DİYARBEKİRLİ

MİMAR SiNAN ÜNİVERSİTESİ FEN-EDEBİYAT FAKÜLTESİ / TüRKİYE

"Bizim milletimiz derin bir mazi:ye sahiptir. Bu düşünce bizi elbette altı-yedi asırlık Osmanlı Türklüğünden çok, asırlık Selçuk Türklerine ve ondan evvel bu devirlerin her birine eşit olan ne büyük Türk devletlerine kavuşturur. " Mustafa Kemal Atatürk

T

ürk sanatı, Türk dili, Türk tarihi, Türk örf ve adetleri ve kısaca Türk kültürü dediği­ miz zaman bir anda kendimizi başka milletlerden ayırmış oluruz. Tarihin akışı içinde Güney Sibirya ve Iç Asya'dan tarih sahnesine çıkarak o bölgelerin coğrafi ve fiziki şartlarına intibak etmiş ve ardından hangi yollardan ve ülkeleri aşarak hangi kültürlerle haşır neşir olarak bugünkü topraklarımıza ulaşmış kültürel bir kimlik kazanmışız. Türk Milleti ola­ rak bir kültür bütünlüğü içinde bugüne nasıl gelmişiz. Milli varlığımızın şuurunüa ulaşabilme­ miz için nerelerden geçtik, hangi ülkelerin topraklarını aştık. Geçtiğimiz topraklarda hangi ya­ pıları, abideleri bıraktık. Bu durumu iyice anlayabilmemiz için milli varlığımız olan sanat eser­ lerimizi kısım kısım inceleyebilecek, yaşanmış olaıı yüzyılları süzgeçten geçirerek ve gec,:tiği­ miz yolları adım adım inceleyerek ve bir ilmi sonııca vararak bir bütüne ulaşabileceğimiz ka­ naatindeyim.

Yüzyıllar boyunca çeşitli kültür hareketlerine sahne olmuş bulunan İç ve Orta Asya'da yaklaşık olarak M.Ö. VIII. ve Vll. yüzyıllar arasında, Hunlar bilinmezliğin karanlıklarından sıy­ rılmış, yeryüzünün ilk imparatorluğunu kurarak, büyük istilalar başarmış, geniş kütlelere hük­ metmiş, kültür ve sanatını yaratmıştır. Bir zaman sonra bu yaratıcı kuvvet ve kudretin yıpran­ ması ve zayıt1amasıyla, yüzyıllar içinde gelişmiş ve siVTilmiş sanat daVTanışlarını, daha dinamik

ve daha genç bir Türk boyu devir alınış ve ona sahip çıkmıştır. Zamanla onun ye­ rine de başka Türk boyları geçmiş , bu tarihi geçit resmi böylece yüzyıllar boyun­ ca sürüp gitmiştir. Yüzyılların akışı içinde Türk ırkının birbiri ardından çeşitli devletler kurarak sürekliliğini ve gücünü devam ettirmesi tarih sayfalarında eşi­ ne az rastlanan bir hususiyettir. Tarih boyunca, bozkır ellerinin birden fazla birlik kurduklarına nadiren şa­ hid olurken, Türklerin Hunlardan Selçuklulara gelinceye kadar yirmiye yakın devlet kurdukları ve değişik adlar altında varlıklarını 3000 yıla yakın korudukla­ rı müşahede edilir. Bazı tarihçilerimizin bu nadir görülen sürekliliği, değişik bir teoriden ele aldıkları, onların İç ve Orta Asya'nın geniş ufuklarında ve tarihin akışı içinde tek bir siyasi teşekkül halinde yaşayan Türk topluluklarında değişe­ nin yalnız hanedan adları olduğunu bildirmeleri ilgi çekiçidir. Hunların bir devamı olan Göktürkler, Avar­ ların (Apar) yıkılmasıyla hakimiyeti ele aldılar. Göktürklerin zayıflamasından istifade ederek onları mağlub eden ve topraklarına yerleşen topluluk gerek dil gerek ırk yönünden Göktürk­ lerinin karındaşı olan Uygurlardan başkası de­ ğildi. Göktürkler tıpkı Hunlar gibi asker, teşki­ latçı, dinamik ve göçebe bir topluluktu. Bu cen­ gaver ve teşkilatçı vasıflara şaşılacak bir mede­ niyet örneği katan Uygurlar yüz yıl süren haki­ Harita 1

miyetleri sırasında Türk plastik sanatına taze renkler getirmişlerdir. Neticede, bu Türk kavi-

minin eşsiz medeniyetini çekemeyen ve onun hakimiyetine göz koyan güçlü ku­ zey Türklerinin temsilcisi Kırgızlar da, yabancı bir soy olınayıp, aynı dili konu­ şan Uygurların en yakın akrabalarıdır. Bu değişiklikler sırasında eski hakim boy­ lar yerlerini yeni gelen istilacılara terk etmez, hep beraber aynı topraklarda ka­ lırlar. Bir müddet sonra diğer bir Türk topluluğunun yıldızı parladığı ve Kırgız­ ların hakimiyeti Karluklara kaptırdıkları görülür. Böylelikle, Hunlardan başlaya­ rak yüzyıllar boyu devam edegelen Türk topluluğunun sanatını muhafaza etme­ si ve geliştirmesi, zamanımıza kadar ulaştırması, kültür ve sanat tarihi çerçeve­ sinde de şimdiye kadar görülmemiş bir hadisedir.

494

Son çeyrek asır içinde, Türk sanatının en erken devirlerine ait keşifler fev­ kalade bir gelişme gösterdi. Orta Asya'nın ücra köşelerinde, dağların ıssız bölge­ lerinde ve nehir kenarlarında bulunan Türklere ait mezarlar, kurganlar keşfedil­ dikçe Türk sanatının kaynaklarına doğru bir yönelme oldu. Atalarımızın resim, heykel ve süsleme sanatlarının en eski örnekleri gün ışığına çıkartıldı. Türklerin Uygurlardan ve Göktürklerden çok daha önceleri son derece ilgi çekici sanat eserleri olduğu meydana çıkınca, bize yepyeni bir dünyanın hitap ettiğine şahit olduk. Şaşkın ve hayran bir şekilde onun sesini duyuyoruz. Bakışlarımız Antik Çağ'a kadar uzanıyor, bu bakış bize Antik Çağ'la eşit olan yepyeni bir dünyanın kapılarını açıyor. Tarihin en sisli devirlerinden ansızın karşımıza çıkan erken dö­ nem Türk sanatının kaynakları bütün çıplaklığıyla gözlerimizin önüne seriliyor. Bu araştırmalar ve keşiflerle yepyeni bir zemine ayak basıyoruz. Öyle bir zemin ki, resim, heykel ve süsleme sanatlarımızın, halıcılığımızın, keçe sanatımızın, el

sanatlarımızın ilk örneklerini bize ak­ settiriyor, giyeceklerimizin ilk çıktığı noktaya ulaşabiliyoruz. . ./ d ;7 Ancak bundan sonradır ki daha . ileride İslamiyet'i kabul etmiş, siya­ set dünyasında büyük varlık göste­ Resim 1 . Neolitik çağ çömlekleri, solda Kelteminar, orta ve sağda Afanasievo kültürleri (V. Elisseff'den) ren birçok Türk topluluklarının sanat temalarını ve kültürlerini daha iyi anlamamamız mümkün oluyor. İç Asya'nın uçsuz bucaksız topraklarında araştırma yapan bilginler, arke­ ologlar, kurganlardan, mezarlardan o kadar çok bulgular çıkarttılar ki, sonuçta Türk sanatının kaynakları büyük bir açıklık kazandı. Şimdi elimizdeki bu zen­ gin malzeme ile İslamiyet'ten önceki Türk sanatının erken çağının kapılarını açıyoruz. g r T i : ;ı:r ; ı;� a � : , �� : ı öne �b:ı� ;e hakkında yapıl� in_celemeler ve yayınlar son derece il�i çekicidir. -.; .. �· >A . Belırtmek gere�ır kı, _b� �n eskı. Turk topluluklarına aıt. ıncelemeler '">/« ::ı :; _'.:';ı?� -� . . Orta Asya ve Çın tarıhı uzerıne yapılan araştırmalarla hızlanmış ve p�·;>· . ( 1f . . . önem kazanmıştır. Önceleri Macar asıllı zannedilen bu Hun topluluğu. ··_:·i_ nun �enşei üze�inde ?ilhassa Maca�l�r derin incelen:elerde bulundu../ ·�\; ����. . . ·, !ar. Bılahare Mogol, Fın veya Slav gıbı mılletlerden bırı. sayılan gerçekte ıse ">-\:4 . ekseriyeti özbeöz Türk soyuna mensup olan bu kavmin Türk sanatının en erken . '_}! dönemini içine aldığı, gün geçtikçe açıklık kazandı. Son zamanlara Resim 2. Bronz Çağı çömlekleri: kadar yabancı sanat tarihçilerinin, bir barbar sürüsü diye adlandırıp Andronova ve Karasu tanıttıkları bu atlı kültür mensupları, ham demire kimsenin bilmedi- kültürleri. (A. Okladnikov'dan.) ği şekilde su verip onu çelikleştirmeyi başarmış, en mükemmel kılıç ve kargıları yine onlar yapmış, silahlarını ve at koşum takımlarını fevkalade bir tabiatçı anlayışıyla çeşitli figürlerle süslemişlerdi. Roma tipi sandal veya çarıkla toprağa basan topluluklarınkiyle büyük tezat teşkil eden ceket, pantalon ve baldırlarını kıskıvrak saran meşin çizmeden ibaret kıyafetleri, Hunlara, Göktürklere ve diğer Türk topluluklarına rahat bir hareket kabiliyeti sağlıyor ve bu suretle bu dinamik ve delip geçici Türk kavimlerine dolu dizgin at koşturma imkanı bahşediyordu. işte tarihte bilinen ilk göçebe Türk imparatorluğunu kuran Hunların, Göktürklerin, Uygurların ve diğer Türk toplulukların sanatları ve kültürle­ ri ile ilgili son keşifleri, bulguları ve sonuçları burada kısaca aksettirerek, memleketimizde bu konu üzerindeki çalışmaların boşluğunu gidermeye çalışacağız.

�·

! : :� � � : � :\ � ������ ��:� � � �����

·�.r.�- \."J��1 . L kici tarafırn üzl'lliklP duyurmak istiyorum. Altaylar'da kazılar yaparak gü11 ı�ığ111a kavuşturdıığu Hun Kurganlıırıııı "lskit kül­ türü vp sanatı" adı altında toplaınışt.ı. HernıitagP Müzesi'nin nıiidür odasında ki istişarf'leri­ nıizde Karacleniziıı kuzey doğusunda buhıııan Krali lskitlerin. Volga salıilinclc· Sarmal ların , güıwyincle Massagetlerin, lran'ııı cloğusuııcla Sakalardan söz ediyonız. Dolayısıyla lı:; V(� Or­ ta Asya'nın etnik grupları söz konusu.

Değerli bir arkeolog ve etnograf olaıı S. Rudeııko'ııun yapmış olduğu kazılarm ın raporların­ da; Altay kurganları ve özellikle Pazırık k ı ı rganla rııı ııı lıulııııı.ularıııa n ecl P ıı lskiı.IPrr· ait ol­ duğunu yazdığıııı sordum. Bu son u n yaşlı i li m adamını bir ha�·Ii sinirlPnclirrııişt i, ayağıı ıı y!'­ re vurdu ve Orta Asya'mıı Ç in sınırına kad a r lıiit iin gö�·c•lı(+rin " l sk i t '' olduğımu israrla be­ lirt.t.i. Kendisim• Karadeniz'in kuzPyiııclt• Krali Is ki t lcnk•n lıahsf•d('IT'k, onlara l ı i r itirazım ol111adığ1111, ama Tuna boylarından Çin sıııınııa kadar olan hilliin göçebe topluluklarına nasıl bir tek etnik grup olarak lskit diyebilirsiniz dt· nı i ş ve i lavP e(IPrek sizin l'azırık vr· diğer Al­ t.ay kurgaıılanndan gün ışığıııa kavuşturup Hernıit.agl' M üzPsi ' ı ı in vitrinlPriııC' kadar tuşıclı­ ğınız tahnid edilmiş bir nevi ınıınıyalanrııış cPsPdlt·rc lıaktığınıızda; ycıyiiziiıır!P ııwvcııt üç büyük ırk gurubundan Eurapid adı verilen gurııhıııı Tı ıra ı ı i c l lipiııdeki "brakisefal'' Türkle­ rin, kendil e rini başta dolikosefal Mongolaidlşen, İslam Cografyalarıııa Göre Türkler ve Türk Ülkeleri, İst.aııbul 1 985, s. 3-4, 1 30; ayın müellif, "TürklPrin lslanılaşıııası ve Ortaçağ Arap Dünyasındaki Ro­ lü", lbn Fazlan Seyahatnamesi, içinde (lrc. Ramazan Şeşen), İstanbul H J85, s. 188- 1 9 1 ; Ca­ hiz, Hilafet Ordusunun Menkıbeleri ve Türkler'iıı Faziletleri (trc. Ramazan Şeşrn) , Anka­ ra 1967, s. 85.

3 Bu konuda geniş bilgi için bk. Raınazan Şcşeıı, "Eski Araplara Göre Türkler", Türkiyat Mec­ müası XV (lstaııbııl 1 969), s. 15-29; Zekeriya Kitapçı, Hz. Peygarnber'in Hadislerinde Türk Varlığı Selçuklular, Moğollar, Osmanlılar, İstanbul t.s. 4 Ebu DaVO.d, Sünen (nşr. Muhammed Muhyiddin Abdülhamid), Kahire H J56, iV, 159, Krş. Şeşen, "Türklerin lslamlaşması . . . ", s. 192; aynı müellif, "Eski Araplara Gtire Türkler", Tür­ kiyat Mecmuası XV (İstanbul 1 969), s. 1 8 . ; Kitapçı, age . S. 1 02 - 1 03. 5 Buhari, el-Carniu's-Sahih, Mekke 1376, iV, :l4-35, 156, aynı eser, Bulak 131 1 , iV, 4:3, 144, 1 96- 1 97; Müslim, el-Carniu's-Sahih, İstanbul 1332, VIII, 184; Ebıl Davlıcl, age., iV, 160; Krş. Şeşen, age., s. 1 93- 1 94; Kitapçı, age. , s. 87. 6 Ebu DaVO.d, Sünen, Kahire 1 280, ll, 137; Ahmed b. Hanbel, Müsned, KahirP ı :ı ı 3, V, s. 45. Krş. Şeş e n, agm., s. 192; Kitapçı, age., s. 2!i3 vd.

7 Bu konuda geniş bilgi için bk. Kitapçı, Hz. Peygarnber'in Hadislerinde Türk Varlığı, İstan­ bul ts.; Ramazan Şeşen, "Eski Araplara Göre Türkler", Türkiyat Mecmuası, XV, (lstanbul 1 969), s. 15-29.

8 Taberi, Tarihu'r-rusul ve'l-müluk (nşr. M . .ı. de Goeje), Leiden 1 8W-1 898, l , 1468, il, 5!i8.

!J Müslim, el-Cfuniu's-Sahih, lstanbul 1 :332, ll, 1 7 1 - 172, Krş. Şeşen, "Eski Araplara nöre Türkler", s. 15.

1 0 Taberi, Tarih, iV, 168. 11 Tab eri , age., iV, 168; Zekeriya Kitapçı, Hz. Peygarnber'in Hadislerinde Türk Varlığı, Selçuk­ lular, Moğollar, Osmanlılar, lstanbul ts., s. 132- l :l4.

1 :Z Hakkı Dursun Yıldız . İslamiyet ve Türkler, lstanbul 1 B76, s. 7-8; Şeşeıı, 'TürklPrin lslanılaşıııas ı . . . ", s. H J5.

U Şeşen, "Türklerin İslamlaşması. . . ", s. 194.

14 Mustafa Fayc.la, "Hıılefa-yı raşidin", DlA, XVllI, 328.

648

1 !i Talwri, age., 1 , 1 2H:-J- 1 2fı7, 2805-2806. 2880-2898: ŞeşPn. "Tiirkler'in lslaınlaşnıaşı. . . , s. 1 96; Yıldız, lsiiirn iyet ve Türkler. s. 8-9; MiPhael Kiınosko, "Araplar

ve

"

Hazarlar". Türkiyat

Mecmuası, III (lstanbııl H l!!fi ) , ı :3:ı vcl. ; D. M. Dunlop, The History of the Jewish Khazars, New York 1 9fj/, s. 50-!i2. 16 Ali ipek, tık İslami Dönemde Azerbaycan, (6!32-750 ) , (basılmamış doklora t.eıi ) , lst.aııbul 1 !)98, s. 50-58. 17 Bdazuri, Fütı1hu'l-büldan (ıışr. M . .J. de Goeje), Leiden 1860, s. 432 vd.; Yakıilıi, Tarih (nşr. M. Th. Houtsma). Leiden 1892, il, 258; .lbnii'l-Esir, el-Kamil fi ' t-tarih (nşr. C. J. Tornberg) , Beynıt 1 9fi5, lll, 4!l6, 4!l7, 446, Yıldız. lsliirniyet ve Türkler, lst aıılıul 1 976, s. 1 0 . 1 8 Taberi, Tarih, il, 84, Ilınii'-Eslr, el-Kil.mil, i l i , 455, H. A H. Gibb, Orta Asya'da Arap Fütü­ hatı (trc. M. Hakkı ) , lstaııbul 19:30, s. 1 5 , Yıldız, İslamiyet ve Türkler, s. 10; Osman Aydın­ lı, Fethinden Siirnaniler'in Yıkılışına Kadar (93-389/71 1-999), Semerkand Tarihi, (basılnıa­ ıııış doktora tezi ) . lstaııbul 200 1 , s. H i3.

19 Yakubl, Tarih, il. 2fi8; Taberi, Tarih, il, 84, 155; lbııü'l-Esir, lll, 489, Gilılı, Orta Asya . . . , s. 1 5; Ramazan ŞPşen, "Tıirkleıin lslaııılaşıııası ve Ort.açağ Arap Dünyasındaki Rolü", lbn Faz­ lan Seyahatniirnesi, içinde (t.rc. Ramazan Şeşen ) . lstanbııl 1 99!i, s. 1 96; Yıldız, lslanliyet ve Türkler, s. 1 0- 1 1 ; Aydınlı, Semerkand Tarihi , s. 1 6!3. �O Taberi, il, H i9.

2 1 Belazuri, s. 4 1 0; Taberi, il, 1 68 - 1 70; Gibb, s. 16; Yıldız, s. 1 1 - 1 2 ; Cahiz, Hilafet Ordusunun Menkıbeleri ve Türklerin Faziletleri (t.rc. Ramazan Şeşerı), Ankara 1 967, s. 28; A�·dııılı, s. 1 65.

22 Belazuri, s. 4 1 0-4 1 !; Taberi, il, 1 69, 1 79; Giblı, s. r n vd.; Aydınlı, s. 166-167.

2!3 BPlazııri, s. 4 1 !3, Taberi, 11, 3!J2 vd.; Gilıb, s. I U; Şeşen, "Türklerin lslaınlaşnıası. .. ", s. 1 97; Aydınlı, s. 1 7.

24 Belazuri, s. 4 1 4 ; Taberi, il , 493; Yıldız, İslamiyet ve Türkler, s. 1 2- l !l. 25 Taberi, il, 1 l fi3; Gilıb, s. 22; .Julius Wellhausen, Arap Devleti ve Sukutu (trc. Fikret. Işıltaıı), Ankara 1 96:3, s. 1 84 vd.; ŞeşPn, "Türklerin lslanılaşıııası. .. ", s. 197-198; Yıldız, lsliirniyet ve Türkler, s. 12-1:3 . 2 6 Taberi, Tarih, 1, 2683-85, il, 832; Eınt>l Esin, lsliirniyet'ten Önceki Türk Kültür Tarihi v e ls­ liirna Giriş, lst.anbııl 1978, s. 1 47. 27 Gilıb, s. 23 vd.; Welllıauseıı, Arap Devleti ve Sukutu, s. 204. 28 Akdes Nimet Kurat, "Kutayba b. Müsliın'in Hareznı ve Semerkand'ı Zaptı", Dil ve Tarih­ Coğrafya Fakültesi Dergisi, VI, (Ankara 1 948), sy. 5, s. 388 vd.; Yıldız, lsliirniyet ve Türk­ le r , s. 14 . 2 9 Wellhauseıı, s. 205; Yıldız, age., s. 1 4.

:30 Taberi, Tarih, il, 1 1 84 vcl . ; Gilıb, s. 28 ; Akd!'s Nimet. Kurat. "Kııt.ayba lı. Müslim . . . ", s. :398.

:ı ı Taberi, il, 1 1 86- 1 1 89; llıııii'l-Esir, el-Kamil, iV, 528-529; Aydınlı, s. 182. 32 Taberi, il, 120 1 ; Gibb, s. :JO; Yıldız, lsliirniyet ve Türkler, s. ! fi .

:3:_3 Taberi, il, 1 20 1 - 1 20!l; Aydınlı, s. 1 85- 1 8fi. :34 Taberi, il, 1 20 1 - 1 20!3; lbııii'l-Esir, el-Kiirnil, iV, 542-54!3; Gibb, s. 3 1 ; Aydınlı, s. 185-186.

:ırı Taberi, il, 120 1 ; Yıldız, s. 15; Aydınlı, s. 1 8fi.

:35 Taberi, ll, 1290; Kıırat, agm. , s. 394; Yıldız, s. 1 6; Aydııılı, s. 187-188. :37 Taberi, il, 1204 vd.; Yıldız, lsiiirniyet ve Türkler, s. 16.

38 Taberi, il, 1227; Gibb, s. ;3;3 vd.; Yılrlız, age., s. 1 6- 1 7 .

:ıB Belazuri, s. 400; Taberi, il, ı :ı:35; Gibb, s. 3 6 ; Yıldız, s. 1 7 .

40 Belazuri,

s.

42 1 ; Taberi, i l , 12:l6-1240; Gilıb, s. 37 v d . ; Yıldız, s. 1 7; Aydınlı, s. 1 9 1 - 1 92 .

4 1 Akdes , "Kutayba b. Müslim . . . . ", s. :394; Yıldız, age., s. 1 8 .

4 2 Belazuri, s. 42 1 ;

Taberi, il,

1242.

4:3 Yakubi. Tarih, il, 287; Talıf'ri, age., i l , 1245; lbııü'l-Esir, el-Kiirnil, iV, 578; Aydııılı, age., s. 200-209.

44 Taberi, il, 1256- 1 257; lbııii'l-Esir, el-Kamil, iV. 581 ; Wellhausen, age., s. 207; Aydınlı, age., s. 2 1 0-2 12. 45 Taberi, il, 1275-1 27!J; Aydınlı, s. 2 1 1 -2 1 2 . 16 Belazuri, s. 122; Taberi, i l , 1256; Gibb, s . 4 1 vrl. ; Yıldız, s. 1 9. 47 Yıldız, s. 1 9 . 4 8 Berııard Lewis, Tarihte Araplar (trc. Hakkı Dursun Yıldız), lstanbul 1 976, s. 89; Aydınlı, age., s. 180- 1 8 1 .

4 $J Gibb, s . 25-26; Aydınlı, s. 1 8 1 .

fi O Taberi, i l , 1 :3 1 7 ; Welllıausen, s . 2 12. 5 1 Taberi, il, 142 1 ; Giblı, s. 5 1 vd. 52 Taberi, il , 143$!; Gibb, s. 52 ve!.; Welllıauseıı, s. 214 vd. 5:.3 Belazuri, s. 428; Taberi, il, 1462 vd.: Gibb, s. 54 ; Yıldız, s. 2 1 .

fi4 Tabl'ri, i l . 1 492 vd.; Gibb, s . 5 6 vd.; Yıldız, s . 22.

649

55 Yakut el-Harnevl, Mu'cemü'l-büldan (ıışr. Ferid el-Cüııdi), Beyrut 1 4 1 0/1990, il, 28; Şeşen, "Eski Araplara Göre Türkler", s. 35-36; Şeşeıı, İslam Coğrafyalarına Göre Türkler. . . ", s. 7; Ze­ keriya Kitapçı, Türkistarı'da Müslüman Olan tık Türk Hükümdarları, lstanbul 1 988, s. 92 vd. 56 Taberi, 11, 1 200; lbnü'l-Esir, el-Kamil, iV, 540.

57 Taberi, il, 1 2 1 7; lbnii'l-Eslr, age., iV, 555; Yıldız, İslanliyet ve Türkler, s. 25.

58 lbn Tagriberdl, en-Nüciimü'z-zfilıire, Kahire 1 348, 1, 229. 59 Yıldız, age., s. 25. 60 Taberl, 11, 1346; lbnü'l-Esir, V, 43; Yıldız, age., s. 26. 61 lbnü'l-Esir, el-Kamil, V, 1 1 0, Krş; Yıldız, s. 26. 62 Yıldız, age., s. 27. 63 Taberl, 11, 1 462; lbnü'l-Eslr, el-Kamil, V, 125. 64 Yıldız, age., s. 27-28.

65 lbnü'l-Esir, V, 1 4 1 ; Yıldız, age., s. W. 66 Yıldız, İslamiyet ve Türkler, s. 29.

67 lbııü'l-Esir, V, 1 58 ; O. M . Duıılop, The History of the Jewish Khazar, New York 1 967, s. 6076; Şeşen, "Türklerin lslamlaşnıası . . . ", s. 20 1 ; Yıldız, s. 29. 68 Taberi, il, 1 530; lbnü'l-Esir, V, 1 59; Yıldız, age., s 30. 69 Yıldız, İslamiyet ve Türkler, s. 30. 70 Taberi, il, 1 53 1 ; lbni.i'l-f�sir, el-Kamil, V, 1 62. 7 1 Taberl, il, 1560; lbııü'l-f�sir, el-Kamil, V,

ı 73; Yıldız, İslamiyet ve Türkler, s.

30.

72 Belazıırl, Fiitiihu'l-büldan, s. 207; Taberl, il, 1562; lbnü'l-Eslr, V, 177- 1 78. 73 Belazıırl, s. 207; lbnü'l-Eslr, V.

ı 78.

74 Ramazan Şeşen, "Türklerin lslamlaşması . . . ", s. 2 0 1 -202, aynı müellif, İslam Coğrafyacılarına Göre Türkler . . . , s. 7; Yıldız, İslamiyet. . . , s. 32. 75 Yakııbi, Tarih, i l , 30 1 -302; Taberi, il, 1350- 1 :352; lbnü'l-Eslr, V, 48-49; Aydınlı, s. 2 1 5. 76 Taberl, Tarih, il, 1364. 77 Taberl, il, 1354- 1 355; Zekeriya Kitapçı, "Orta Asya Fet.ihleriııiıı Sosyal ve Dini Karakteri", Türk Dünyası Araştırmaları Dergisi, sy., 33 (lstanbııl 1 984 ) , s. 1 4 1 - 1 69; Aydınlı, s. 2 1 6.

78 Taberl, Il, 1 364-1365; lbnü'l-Esir, V, 60-6 1 ; Gibb, s. 47-48; Kitapçı, "Orta Asya Fetihlerinin Sosyal. . .", s. 1 6 1 . 79 Gibb, s . 5 1 ; Aydınlı, s . 220-22 1 . 80 Taberi, il, 1 532 vd.; Gibb, 57 vd.; Yıldız, s . 22. 81

Belazuri, s. 429; Taberl, il, 1 529 .

82 Taberi, Tarih, II, 1 532-1559; Gibb, 6 1 vcl.

83 Belazuri, s. 429; Taberl, il, 2688 vd. ; Gibb, s. 73; Yıldız, s. 23-24.

84 Yıldız, İslamiyet ve Türkler, s. 32-33.

85 Yıldız, age., s. 34-38; aynı müellif, "Talas Savaşı Hakkında Bazı Düşünceler", İstanbul Üni­ versitesi Edebiyat Fakültesi Cumhuriyetin 50. Yılına Armağan, lstanbul 1 973, s. 7 1 -82; Esin, age., s. 1 55. 86 Belazuri, s. 2 1 0; Yıldız, İslamiyet ve Türkler, s. 39. 87 Yakubi, Tarih, il, 446, Yıldız, age. , s. 39-4 1 . 88 Yakubi, 11, 446; Taberl,; Ill, 3 1 8; Yıldız, İslamiyet ve Türkler, s . 40-4 1 . 80 Yakub!, Tarih, il, 5 18 ; Taberl, Ill, 648; Yıldız, age., 4 1 -42. 90 Şeşen, "Türklerin lslamlaşması. . . ", s. 203; aynı müellif, İslam Coğrafyacılarına Göre Türk­ ler, s. 7; Yıldız, İslamiyet ve Türkler, s. 42. 9 l Emeviler devriyle Ablıasiler'in ilk döneminde Horasan tabiri Ceyhun (Anıtı Derya) nehrinin

batısındaki topraklar yanında Sistan (Sicistan), Harezm ve Ceyhıın'ıııı ötesinde Taraz'a (Talas) kadar uzanan Maveraünnehir toprakları da içine alırdı. Horasan Türkleri ifadesin­ den de daha çok Harezm, Maveraüıınehir, Sistan ve Afganistan'da yaşayan Türkler anlaşılmaktadır (Şeşeıı, "Türklerin lslaınlaşınası", s. 204-205.

92 R. N. Frye-Aydııı Sayılı, "Selçuklulardan Ewt'i rlaha ziyade Harizm vP Maveraünnehir ara­ cılığıyla kabul etmişti. Bu nedenle de Hanefi mezhebinde idiler ve daima böyle kaldılar. Ibn Fadlan, Şafii olması dolayısıyla, kametin şekli gibi bazı konularda müdahalede bulunmuşsa da, onlar üzerinde etkili olamamıştı.82 Bulgarlarırı İsla­ miyet'i din olarak kabul etmeleri ve bu dini öğrenip hayatlarını ona göre düzen­ lemeleri süreciyle ilgili olarak üzerinde durulabilecek bir konu da, Almış b. Şel­ key (Cafer b. Abdullah) Han'ın Abbasi Halifesi Muktedir'e müracaatında ortaya çıkmaktadır. Bulgar Han'ının Halife'ye gönderdiği elçisiyle ondan öncelikle: "ls-

lam dinini anlatacak, şeriatın hükii:mlerini öğretecek, ülkesinde ve

bütii:ıı

687

memleketinde kendi adma hutbe okınurı.ası 'iç'i ı ı, mınber oe ca ııı i /japacak bir heye t göndermesini" istemişti. Muktedir tarafından gönderileıı elçilik he­

yetinin tertibinde bu isteğe uyulmuş, çeşitli görevliler yanında, yeterli dini kül­

türe sahip, Han ve halkla doğrudan ilişki kurabilmesi için Türkçe de bilen İbn Fadlan sefil.ret heyeti içerisinde yer almıştır. Onun görevleri arasmda; "Fcık'ih­

lere ve öğretmenlere nezüret etmek " de bulunmaktaydı. Fakat heyetteki fakih,

muallim ve (muhtemelen kale yapımıyla ilgili) diğer bazı vazifeliler, seyahatin tehlikesi dolayısıyla C ürcaniye'den itibaren yola devam etmek istememiş, geri dönmüşlerdir.B:J Burada görülen, dini öğretecek kadroların resmen istenmesi ve gönderilmesi keyfiyeti, son derece önemlidir. Çünkü Islam dininin intişarının ta­ rihine bakıldığında, Hz. Peygamber dönemi haricinde, bu tür istek ve uygulama­ lardan ziyade; tarikatlar, tüccar grupları, kişisel girişimler gibi tabiri caizse, sivil inisiyatifin öne çıkması söz konusudur. Bu çalışmaların ise, çoğu defa yeterli dü­ zenden uzak kaldıklarını düşünmek mümkündür. Halbuki belirli bir program da­ hilinde ve ülkedeki siyasi otoritenin desteğinin de arkaya alınmasıyla yapılacak çalışmaların , çok daha verimli olabileceğini düşünebiliriz. Fakat bu durum, bu işle görevlendirilen kişilerin, görevlerini yerine getirmekten çekinmeleri dolayısıyla gerçekleşeme­ miştir. lbn Fadlan'ııı Risale/Seyahatnfunesi'nin Bulgar­ lar arasında lslfım'ın kabulü ve 922'deki durumu gös­ Çini 1 3- 1 4. yy, (The Decorative Applied Art of the Kazan Tatars, Guzel Valeeva-Suleimnova, Rosalina Shageeva)

termesi açısından taşıdığı değer tartışılamaz. Fakat bunun yanında onun genelde elin değiştirme süreçle­ rini gözlemlemek isteyenler ve özelde lslfün'ın kabu-

!ünün şekil ve şartlarını araştıranlar için de paha biçilmez bir kaynak olduğunu vurgulamamız gerekir. lslam'a girmek şahadet kelimesini söylemek ve buna inanmakla gerçekleşir. Yani hiçbir töreni gerektirmeyen, son derece de sade ve bir anda yapılabilecek bir işlemdir. Görünüşteki bu sadeliğin arkasındaki derin­ liği, bunun ifade ettiği anlamı ve bundan sonraki gelişmeleri görebilmek isteyen­ ler açısından Ibn Fadlan'ın gerçek bir hazine olduğuna şüphe yoktur.

D İ PNOTLAR "Bulgarlar Hazarlar ile Sakalibe (Slavlar) arasında oturur ve hükümdarlarına Alınış denir. Bu hü­ kümdar lslarn dinine mensuptur . . . Bulgarlar ziraat ve çiftçilik yapar; buğday, arpa, darı vs. gibi her çeşit hububat ekerler. Çoğu lslaın dininl' mensupturlar. Oturdukları yerlerde mescitleri ve mektepleri vardır. Müezzinleri ve imamları buhınur. . . Elbiseleri Müslümanlann elbiselerine ben­ zer. Müslüman gibi mezarları vardır". Ramazan Şeşen, İslam Coğrafyacılarına Göre Türkler ve Türk Ülkeleri, Ankara, 1985, s. 37-38. Bu ifadeler llm Facllan tarafından taınanuyla doğrulanmış olduğu gibi, eserlerini daha sonraki taıihlercle tamamlamış olan lslam müellifleri de benzerlerini lekrarlaınışlardır. Şehabeddin Mercan! ve M. Murad cr-Remzi'nin kitaplannda ayııı yöndeki de­ ğerlendirmeler, yeri geldiğinde gösterilecektir. 2

688

lbn Facllan vanş günlerini 12 Muharrem Pazar olarak veriyor. Pazar, Pazartesi, Salı ve Çarşamba günlerini kendilerine ayrılan çadırda geçirdiklerini, Perşemhe günü ise Han tarafından kabul edil­ diklerini açık biçimde ifade ediyor (Bkz. Ramazan Şeşen, Onuncu Asırda Türkistan'da Bir İslam Seyyalu İbn Fazlan Seyahatnamesi, lstanbul, 1975, s. 44); Krş. Aluned Zeki Velidi, Türk ve Tatar Tarihi, Kazan, 1 9 1 2 , s. 81. Buna rağmen Rafael M. Veliyev ve Cemil A. Muhaııımetşin tarafından hazırlaruruş olan eserde (Büyük Bolgar Bolgar-Tatar Uygarlığının Anıtı, Türkiye Türkçesi Fazıl Agiş, s. 14), muhtemelen halen bu olayın anısına kutlanan bir tarih olarak 15 Mayıs'ın gösterilme­ sinin sebebi anlaşılamadı. Krş. lbn Fadliiıı'm eserinden naklen Şehabeddin Mercani, Müstefadü'l­ Ahbiir fi Ahviil-i Kazan ve Tatar, Kazan, 1907, c. 1, s. 65.

3 Ibn Fadliiıı'ııı

Rilıle/Risfile'sinden bazı kısımlara ilk defa Yakut el-Hanıav'i, Mu'cemu'l-Buldiiıı'ında yer vermiş, başka bazı kitaplarda da ondan bahsedilmişse de, uzun süre esas nüshasının kaybol-

duğu kabul edilmişti. Fakat Zeki Velid! Togan yaptığı araştırmalar sırasında bu eseri Meşhet'te bulmuş ve yaptığı çalışmalardan sonra ilim alemine tanıtmıştır. Onun bu çalışması ilim aleminde geniş yankı bulmuş, eser üzerinde dünyanın farklı ülkelerinde çok sayıda çalışma yapılmış, ülke­ mizde de değişik çevirileri gerçekleştirilmiştir. Biz bu makalemizde Ramazan Şeşen (Onuncu Asırda Türkistan'da Bir İslam Seyyahı lbn Fazlan Seyahatnamesi, lstanbul, 1975)'in tercümesi­ ni kullandık. lbn Fadlan için bkz. Zeki Veiidl Togan, lbn Fadlan, IA, c. V/2, s. 730-732; Aliyev Sa­ lih Mulıammedoğlu, lbıı Fadlan, DIA., c. XIX, s. 477-479. 4 Bulgarların siyasi tarihleriyle birlikte kültür ve medeniyetleriyle ilgili olarak özlü bilgiler için bkz. Nesimi Yazıcı, ilk Türk-lslfuıı Devletleri Tarihi, Ankara, 1 992, s. 63-79; Nuri Yüce, Bulgar, DIA., e . VI, s. 390-:l9 1 .

5 Tuna Bulgar Hanlığı için bkz. lbralıim Kafesoğlu, Bulgarlann Kökeni, Ankara, 1985; Geze Feher, Bulgar Türkleri Tarihi, Ankara, 1999; Akdes Nimet Kurat, Bulgaristan, IA., c. il, s. 796-799; Na­ zif Kuyucuklu, Bulgaristan, DIA., c:. VI, s. 391 -396. 6

A. Aziz, Tatar Tarihi, Moskova, 1 925, s. 1 7-24; Hakkı Dursun Yıldız, lslamiyet ve Türkler, lstan­ bul, 1980, s. 25-32; Aynı yazar, "Hazarlar Arasında Müslümanlığın Yayılması", VIII. Türk Tarih Kongresi Bildiriler, Ankara, 1 98 1 , c. il, s. 856-858; lbrahim Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, Anka­ ra, 1977, s. 148- 1 49; Zeki V. Togan, Hazarlar, IA., c. V/l , s. 388-:389; Şerif Baştav, "Hazar Kağan­ lığı Tarihi", Tarihte Türk Devletleri, Ankara, 1 987, c. 1, s. 145- 1 50; Akdes Nimet Kurat , IV-XVIII. Yüzyıllarda Karadeniz Kuzeyindeki Türk Kavimleri ve Devletleri, Ankara, 1 972, s. 38-40; W. Barthold, Orta Asya Türk Tarihi Hakkında Dersler, Haz. Kazım Yaşar Kopraman-Afşar lsmail Aka, Ankara, 1 975, s. 87-90; Salim Koca, Türkler ve İslamiyet, Erdem, c. Vlll, S. 22 (Ankara 1 996), s. 272-27:3; Ahmet Taşağıl, Hazarlar, DIA, c. XVII, s. 1 1 7- 1 1 9.

7 lbn Fazlan

Seyahatnamesi, s. 20, 2 1 , el. notları 7 ve 8.

8 Haınazaıı Şeşen, Islfuı.ı Coğrafyacılarına Göre Türkler ve lbn Fazlan Seyahatnamesi, s. 76-80, Notlar s. 1 1 3- 1 1 5.

Türk Ülkeleri,

s. 45-47, 138, 156, 165;

9 Bu konuların özlü bir değerlendirmesi için örnek olarak bkz. Şehabeddin Mercanı, a.g. e. , c. 1, s. 5:3-57; Ayr. bkz. Yahya G. Abdullin, Volga-Kanıa Bulgarları ve Tatarlann Tarihinde lslam, Çev. MPvlüt Uyanık, Türk Yurdu, c. Xlll, S. 68 (ankara Nisan 1 993), s. 36-40. 10

Buddhizm Tarihi, Çev. Abidin itil, Ankara, 1 947, s. 3.

11

Tarihte Türklük, Ankara, 1 9 7 1 , s. 102.; Krş. M. Fuar! (Köprülü), Türkiye Tarihi, lstanbul, 1923. s. Batı Göktürklerinin geniş ülkeleri yönetimleri altında birleştirmeleri sayesinde "Çin, Hind, lran, Bizans arasında iktisadi ve manevi mübadeleler icrası kabil oldu. Mesela Sasanl medeniyeti mah­ sullerinin ta Japonya'ya kadar gidebilmesi sırf bu sayededir".

12 Reşat Genç,

Kaşgarlı Mahmııd'a Göre XI. Yüzyılda Türk Dünyası, Ankara, 1 997, s. 280.

13 "Müshiınan ve Çin düııyası arasında bulunan göçebe Türkler kervan refakat.çisi ve koruyucusu rollerini oynuyorlardı". Maurice Loıııbard, L'lslaııı dans sa Premiere Grandeur (VIIle-Xıe Sieec­ le), Paris, l fJ 7 1 , s. 50. Bu eserin Türkçe çevirisi tık Zafer Yıllannda lslfuı.ı, lstaııbul, 1 983. 14 Arlam Mez,

Onuncu Yüzyılda lslfuı.ı Medeniyeti, Çev. Salih Şaban, lstanbul, 2000, s. 545, 578 vd.

15 lbn Fazlan Seyahatnfuı.ıesi, s. :32 vd; Zeki Velidi Togan, Umumi Türk Tarihine Giriş, lstanbul, 1 970, s. 125; Krş. Faruk Sümer, Oğuzlar (Türkmenler) Tarihleri-Boy Teşki!atı-Destanlan, lstan­ bul, 1980, s. 42-43.

16 Barthold Spuler, "Gök Türklerin Dini ve Kültürü Hakkında Mülahazalar", VJII. Türk Tarih Kong­ resi , Ankara, 1 98 1 , c. ll, s. 660-661 .; Ünver Günay-Harun Gürıgör, Başlangıçtan Günümüze Türk­ lerin Dini Tarihi, Ankara, 1997, s. 1 1O-127 ;.

17

W. Barthold, Orta Asya'da Moğol Fütuhatına Kadar Hıristiyanlık, Çev. Köprülüzade Ahmed Ce­ mal, TM., r. 1 (lstanbul 1925), s. 47 vd. Bizans imparatoru Jüstinyen, lranlılann ipek ticaretinde­ ki t.Pkelleriııi kırmak istediğinde, en kestirme yolun bizzat kaynağa ulaşmak ve mümkün olursa kendi ülkesinde ipeği üretmek olduğunu düşündü. Bunun için gerekli olan ipek böceği tohumla­ rını ona, büyük bir ihtimalle Hoten'e kadar gitmiş olan (552'ye doğru) misyoner rahipler temin et.­ ınişti. W. Heyd, Yakın-Doğu Ticaret Tarihi, Çev. Enver Ziya Kara!, Ankara, 1975, s. 1 4 - 1 5.

18 Zeki V. Togan, Bugünkü lıold, a.g.m., s. 6 1 .

Türk ili Türkistan ve Yakın Tarihi, lstanbul, 1 98 1 , c. 1, s. 94; W. Barl­

1 9 Fr. Psalty, "Türkeiide Hıristiyaıılık", 20

ikinci Türk Tarih Kongresi, lstanbul, 1943, s . 89 1 .

Türkiye Tarihi, "Ticaret mallarından başka, bir takım fikirler ve itikatlar da bu kervan yollarından kolayca geçip gidiyordu. Muhtelif seyyahlann ve Budist hacıların Asya'ııın bir ucundan öbür ucu­ na gidebilmeleri, Mazdeizın ve Hıristiyanlığın lran ve Orta Asya sahalarından grçip Çin'e girmesi Budizm'in Hind sahasını atlayarak Çin'e kadar intikali ve Asya'ııın şark sahalarında kuvvptJenip in­ kişaf edebilmesi işte hep bu sayede olchı".

21

H. dP Graaf, "Oıısekizinci Yüzyıla Kadar Güneydoğu Asya'da lslam", Çev. Hürrem Yılmaz, İslam Tarihi Kültür ve Medeniyeti, lstanbul, 1 989, c. ili, s. 15 vd.; X. de Planhol, "lslaın Toplumu ve Me­ deniyeti", ag.e., s. :338.

22

Rıza Kurt.uluş, Asya

(ili. Kıtada lslamiyet), DIA.,

C'. ll l , s. 587.

c . VI, s. 29 1 ; H.

2:3 Muharıımad Atıdul Jabbar Beg,

Borneo, DIA.,

24 Bir örnek olarak bkz. W. Heyd,

Yakın-Doğu Ticaret Tarihi, s. :38-:J9.

2'1

de Graaf, a.g.ııı., s. 28-84.

Ünver Güna�., Zenri Afrikada lslamiyPtin Yayılışıııuı Belli Başlı Safhalan, Atatürk Üniversitesi ila­ hiyat Fakültesi Dergisi (Tayyib Okiç Armağanı) (Ankara 1978), s. 1 47 - 1 57; Fildişi Sahili, Gana ve Gine'de lslaıniyet'in yayılmasıııda Müslüman tücrnrların rolleri i�·iıı hkz. Davut Dursun. Fildişi Sa­ lıili. DIA. . r·. Xlll. s. 77-7A: Mııst�f� L. Bi lge , Gana (iilkPrlP !sl�miyr>t ) , DL'\.. , r_ Xlll, s. 315; D:n1ıl Dursun, Gine (il. Tarilı ve lslaıııiyet). DIA. c. Xlll, s. 'i l .

689

26 Konuyla ilgili bilgi için lıkz. Osman Turan, Türkler ve lslamiyet, AÜDTCFD., c. iV. S. 4 (Ankara 1 946), s. 467; Salim Koca, Türkler ve lslii.ıniyet, Erdem, c. VIII, S. 4 (Ankara 1 9f!fi), s. 268-270, 272-27:3; Hakkı Dursun Yıldız, lslamiyet ve Türkler, Diyanet Dergisi Hicret Özel Sayısı (Ankara 1 98 1 ) , s. 295; Aynı yazar, Tiirklnin Müslümanlığı Kabulü, Kubbealtı Akademi Mecmuası, Yıl 1 2 , S. 8 (lstanbul Temmuz 198!3 ) . s. 1 5; Abdülkadir inan, "Silıirya'da lslamiyetin Yayılışı". Necati Lu­ gal Anııağanı, Ankara, 1968, s. 8:3!!.

27

Örnek; A. Aziz, Tatar Tarihi. Muskova, H J25, s. !36; Osman Turan, Türkler ve lslfuııiyrt, s. 467; lb­ rahinı Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, Ankara, 1 977, s. 187; Hakkı Dursun Yıldız, İslamiyet ve Türkler, s. 2H7; Aynı yazar, Türklerin Müslümanlığı Kabulü, s. 1 7; Salinı Koca, Türkler ve lslarni­ yet, s. 278; Nuri Yıice, Bulgar, DlA .. c. Vl, s. 890-!3 9 1 ; Akdes N. Kural, IV-XVIII. Yüzyıllarda Kara­ deniz Kuzeyindeki Türk Kavimleri ve Devletleri, s. i l 5; T. W. Aıııold, lntişar-ı lslfun Tarihi, Çev. Hasan Gündüzler, lstanbul, 1 97 1 , s. 343; Hamit Sadi Selen, Ticaret Tarihi, lstaııbul, Tarihsiz, s. 40; Hüsryin Ali cd-Daklıki, Devlrtü'l-Bulgari'l-Müslinıin fi Havzi'J-Folga, Müerrihu'l-Arabi. S. 2 1 . s . 206, 207, 220 vd.

28 !tın Fadlan'ın Rihlesi'nde Bulgar'da yaşayan Bağdatlı bir terzi ve hariçten gelen•k hayatlarım bu­ rada sürdüren diğer Müslümanlara atıfta bulunulmaktadır: "Hüküıııdarııı aslen Bağdatlı olup te­ sadüfen bu taraflara gelmiş olaıı terzisi. . .", "Yanlarında bulunan bir Müslüman veya Harizmli biri­ si ölürse Müslümanların ölülerini yıkadıkları gibi onu yıkarlar". Bkz. a.g.e. , s. 5 1 , 62.

29 lslam C'oğrafyacıları bu yol hakkında bilgi vrrmişlerdir. Nitekim ldrisi, lstalıri vr Yakut. el-Hama­ vl'dr bu yol, birbirine yakın ifadelerle; ltil'den Bulgar'a karadan bir ay, Volga nehrinden iki ay, Bııl­ gar'dan ltil'e nehirden iniş ise 20 günlük bir mesafe olarak tarif edilmiştir. Bkz. Ramazan Şeşcn, ag.e., s. 1 1 9, 1 :33, 134, 160. 80 lslam coğrafyacılanııııı esı-rlerincle ltil'in bu durumuyla ilgili yetNli bilgi bulunmaktadır. Ayr. Bkz. A. N. Kıırat, IV-XVIII. Yüzyıllarda Karadeniz Kuzeyindeki Türk Kavimleri ve Devletleri, s. :J0-3!3; Şerif Baştav, "Hazar Kağanlığı Tarihi", Tarihte Türk Devletleri, Ankara, 1 987, c. 1, s. 1 50, 1 60, 1 6 1 . A. J. Yakııbovskiy, IX-X. Asırlarda itil ve Bulgar'ın Tarihi Topografisi MesPlesine Dair, TTK. Bel­ leten, c. XVI, S. 62 (Ankara Nisan 1952), s. 274-287. !3 1

lbn Rusteh, Mes'üdi, müellifi bilinmeyen Huductu'I-Aıem, ldrisi, lbn Havkal, Ebu Hamid el-Emle­ lusi el-Gırnati'nin eserlerindeki kayıtlar için bkz. Ramazan Şeşen, a.g.e., s. :36, !39, 45-47, 56, 707 1 , 109- 1 1 2 , 1 1 9, 1 57, 1 78.

32 Ahmed Zeki Velidi, Türk ve Tatar Tarihi, s. 76-77; Akdes Nimet Kurat, Bulgar, lA., c. II, s. 783786; Aynı yazar, IV-XVIll. Yüzyıllarda Karadeniz Kuzeyindeki Türk Kavimleri ve Devletleri, s. 1 12- 1 15, 1 1 7; Şerif Baştav, "itil (Volga) Bulgar Devleti", Tarihte Türk Devletleri, c:. 1, s. 187, 189, 191. 3;3 Geza Feher, "Türko-Bulgar, Macar v e Bunlara Akraba Olan Millet.lrrin Kiiltürii-Türk Kültürünün Avrupa'ya Tesiri", İkinci Türk Tarih Kongresi, lstaııbul, Hl43, s. 292-29!l. Bu tebliğ Türk Kültü­ rünün Avrupa'ya Tesiri ( Ankara 1 986) başlığıyla kitap haline de gl'tirilmiştir. Barthold, Orta Asya Türk Tarihi Hakkında Dersler, Haz. Kazım Yaşar Kopraman-Afşar lsmail Aka, Ankara, 1 975, s. 80.

84 W.

35 Zeki Velidi Togan, Umumi Türk Tarihine Giriş, s. 125; Aynı yazar, Harbmı, culuk hakkında bkz. İbn Fazlaıı Seyahatnamesi, s. 28. 36

W.

lA,

c. V/l , s. 249; Yol­

Barthold, a.g.e., s. 89,

37 Akdes Nimet Kıırat, Bulgar, s. 786; Zeki Velidi Togan, Hfuizm, s. 249; Ayr bkz. W. Bartholcl, Or­ ta Asya Türk Tarihi Hakkında Dersler, s. 9 1 . lslanı coğrafyacılarıııııı eserlerinde bu konuda tafsi­ lat bulnıaınız mümkünclür. 88 !. Hrlıek, Bulghar, El', s. 1846. :39

W.

Heyd, a.g.e., s . 74.

40 Mercarıi, a.g.e., s. 53. 41

W.

Bart.hold, a.g.e., s. 92.

42 lslam tüccarlarının Çin VC' Kore gibi uzak ülkelere kadar gittikleri gibi Sibirya'da da faal olctukla­ rını biliyoruz. Nitekim Batı Sibirya'nııı IX. yüzyıl başlarından itibaren Bulgar Hanlığı, VIII. yüzyıl­ dan itibaren de Hfüizm ile münasebet.Ieri vardı. Bu aracta Bulgar ve Harizm ticaret kervanları, Si­ birya'nın her yanma alış-veriş için korkusuzca gitınişlerdi. Başka ülkelerde olduğu gibi, çoğu de­ fa olduğu gibi bu kervanlara, Harizm'den lslfuıı mürşitleri de katılmakta, bozkır ve Sibirya halkını lslam'a davet etmekteydiler. Bkz. Abdülkadir inan, "Sihirya'da lslamiyet", Necati Lugal Armağa­ nı, Ankara, 1968, s. 33 1 -3!38. 4a "Aralarıncta pek çok tüccar vardır. Bu tüccarlar Türk iilkelerinr l(idip koyun, Visü ülkesine gidip samur ve siyah tilki kürkü satın alırlardı". lbn Fazlan Seyahatııanıesi, s. 57. 44 Kuzey Avrupa'ııın değişik ülkelerinde bulunan lslam paralarıyla ilgili çok sayıda araştırına ve ko­ nuyla ilgili yayınlarda ıııuhtelif değerlendirmeler bulunmaktadır. Biz bu kısııu W. Heyd'in eserin­ clen (s. 64-75) özetledik . Ayr. bkz. Maurice Lombard, a.g.e., s. 23 1 ; Adanı Mez, a.g.e., s. 534-535; Nikit.a Elisseeff, L'Orient Musulnıan au Moyen Age (622-1260), Paris, 1977, s. 176, 1 79; Geza Fe­ lıer, a.g.m., s. 293; Hüseyin Ali ed-Dakuki, a.g.m., s. 224.

690

45 Bu tarz ticaret.in başka bazı yerlerde de geçerli olmasını cliişünebiliriz. Nitekim Nureddin Muham­ med b. Muhammed el-Avfi (ö. 1 2:3:3 civarı) Cfuııiu'l-Hikayat'ıııda Karlıklar lmaklar başlığı altında Kimaklardan bahsederken şu cümlelere yer vermektedir: "Kinıak kavmi üç kabiledir. Tüccarlar bunların memleketlerine mal götürdükleri zaman bunlar dil ile pazarlık Plınezler. Tüccar ile söy­ leşmczler. Aksine alış verişleri filendir. Türrarlar grtirip mallarını bir yrrr koyarlar, .vanından çe­ kilirler. Onlar da gelirler, malın pahasını yaıuna koyarlar ve giderler. Tüccarlar mallarııun yanma

döııt•rlPr, onların koyduklan pahayı beğcnirlersP alırlar. Malı orada bırakır, giderler. VC' eger bı­ raktıkları pahayı beğenınr.zlcrsc almazlar. Malı da pahasmı da yPrinde koyup ginP yanından çeki­ lir!Pr. Onlar da yinl' gelip görürler ki, koyduklan pahayı alıııaınış lar. Ona bir miktar paha dahi ila ­ VP !'derler, yiııc' dönerler. Aralarında hu uslııp ü zrn' bir niee defa varış-geliş ederlrr. Nihayet, iki larallan rıza hasıl olur. Pazar ec!Nler". Ramazan Şeşeıı , İslam Coğrafyacılarına Göre Türkler ve Tiirk Ülkeleri, s. 02-o:ı.

4fi Kazvini, Yakul el-Haınavi, lliriıni ve Ebu H!ıınid el-Endeliısi el-Gımati'nin Vcsler ve sessiz ti carC' t. 1serin ilk baskısı Kazan'da 1 8:l2'de ya­ p ılınıştır . Bkz. Seyfettin Erşahin, Rusya'da Müslümanlar: Tatar Kavimlerinin Tarihçesi, IFD., ı·. XXXV (Ankara 1 996), s. 56:3. Fuad Köprülü; "Tarihi bir k1}1neti olınaktan ziyade menkabevi lıir mahiyeti haiz bu lun duğıııı u" ifad e Pttiği bu eserin yazılış tarihini 992-99611584- 1 588 gibi oldukça er ken bir döneme k adar geri götürıııektNlir. Bkz. Türk Edebiyatında ilk Mutasavvıflar, Ankara. 1 98 1 , s. 44.

49 M. Murad er-Remzi Bulgar şehri harabPlerini anlatırkPn (Tel fiku 'l-Ahbar ve Telkihu'l-Asar fi Va­ kayii Kazan ve Bulgar ve Mülfıki't-Tatar, Oreııburg, I D08, c. 1, s. :ıı2) burada halkın sahabe ka­ lıirlde

56 CeliılPddin Waııg-Zin-Shaıı, Çin'de l sliimiyet, ITED. , Hc•e-Soo Lre, a.g.e., s. :J ı .

c.

ll, S. 2-4 (lst.anlıul Hl60), s. HlO; Crınil

5 7 Mevlana Şalı MuhaınınPd lsıniiil Pani Pati , lslanı Tarihi, ÇPv. Ali han Yalçın, !stanbul, 1 91 1 , s. 650-65 1 .

GPrıce li , Baskıya hazırlayan

Ay-

!i8 lnt.işar-ı lslaııı Tarihi, Çev . Hasan Gündüzler, lstanlıul , 1 97 1 , s . 42 ! .

5 9 Epope v e Hurafe Motiflerinin Tarih Bakımından Önemi, Çığır, 8 . 7 1 -72 ( ! Kasını H J:J8) ,

60 Özf'li için bkz. Necla Pek okay , lsliiıııi Türk Edebiyatı Tarihi, lstanhul, 1 967, c. I, s. 1 5- l !l. fi l

Ankara, lf.18 1 , s. 27, !i l . F. Köprülü'niin ıneniikıhnameleri kaynak olarak kullanmasına dikkat. ÇP­ kici diğer hir diğer örnek olarak Anadolu Selçuklu ları Tarihinin Yerli Kaynakları [TTK. Belleten, r . V l l , S. 27 (Ankara 1943), s. :l'i!J-522) başlığını taşıyan çok t.aı ıın nıış makalesini hat.ırlamaıııız ıııiiınkümliir.

fl2 Kül tür Tarihinin Kaynağı Olarak Meniikıbııi'ınıeler (Metodolojik Bir Yaklaşım), 6a A.g.e., s. 5 1 - 52.

Ankara, 1992.

fi4 Yazar

ve eserinin değerlendirıııesi için bkz. Abclullalı Battal Ta}1nas, Kazan Türkleri, An kara , 1 988, s. 130- 1 :3 1 ; Osman Krser, Şelıahettin MPrcani ve Müstefiidii'l-Ahbarı, Ankara. 1 995, An ka­ ra O niversi tesi Sosyal Bilimler Enstitüsü'nde hazı rlanmış ve yayınlanmamış yüksek lisans tezi.

n5 A.g.e., c . 1, s. 52-5:3, 57.

(i6 RPşit Rıza. Babu'l-Es'ile ve'l-Ecvibe, e l- Meniir , 58 1 - 58:3 .

c. V, S. 14 ( 1 6 Receb 1 :320/18

Eylü l 1902 Mısır), s.

fl7 "Peygamber ve Türkler" , ikinci Türk Tarih Kongresi, lstanbul, 1 94:3. s. 1 0 1 3- 1 026.

()8 A.g . tebliğ , s. 1 0 1 7 - 1 0 18; İzmirli aynı kongrede suııduğu ikinci bir tebliğdP bu konuya tekrar yer verm iş ve bilinPn görüşlerini vurgulamıştır. Bkz. "Şark Kaynaklarına Göre Türk Kültürünün Araµ Yarımadasında izleri", ikinci Türk Tarih Kongresi,

I hir r1Pğf'1"1PnıiiıilmPsi vp hıı k0ııuclaki farlı gi"iıiişinarcl Menkıbe, s. !!)!l 160; Bar1hokl, Tıırkestan, s. 257, 8. Gerdizi\P görr o Buhara'yı Abdülaziz lı. Nuh lı. Nasr'a lıını kııı ış ve• ona hil'at giyclirınişı i.

80.

�!) el-A5arii'l-Bakiyye aııi'l-Kanıi'l-Haliyye. nşr. C . ��dııard Sadıau. Berl in ,

:lfi

L�·ipzig.

l !J�:l }.

1 878 (ofse t.

Harnıssowiı z.

Ka)·nak lan lH lııı H