Felsefe Sözlüğü
 975729845X

Citation preview

F

.. E

L

..

..

S E F E· \,,,/

SOZLUGU serkan uzun • ü. hüsrev yolsal Felsefece dü ş ünm e nin tarihinde hemen hiçbir u ğrağ ı a tl am aks ı z ın bir uçtan di ğe r uca yol alan bu ya pıt, aşağ ıd a s ıralanan özellikle ri yle Türkçede kendi a l a nınd a yay ıml a nmı ş e n ka p sa mlı başv uru kita bı o larak "ara nılır" olmaya ad aydır : " " Felsefe"yi bina eden irili u faklı yüzlerce " fe lsefe i şç i s i " . ,r Arkhe'den zoon politikoıı 'a, amor faıi ' den tabula rasa'ya fe lsefenin bugünkü sözd ağannı bo rç lu oldu ğ umu z yüzlerce Yun anca ve Latince felsefe terimi " Metafi zikte n var lıkbil g i s in e , b il g i k u ra mınd a n m a ntı ğa, estetikte n e ti ğe fe lsefenin ana d a ll arının yanısıra tekno loji fe lsefesi, cin ellik fe lsefes i, spor fe lsefes i gibi ya kın dö neme özgü felsefe d a ll arı . "Oy lum lu bir "Türki y 'de felsefe" maddes inin ya nı s ı ra B eş ir Fuat'tan Arda De nkel' e bu toprakl ard a felsefece dü ş ü n me i e ertme e abalayan onlarca "T urk fe lsefeci". " Dü ş ünce nin yatağ ını değ i ştirmeye yazg ılı "aş ırılı ğ ın dört atlı s ı " n a (Nietzsche, He idegger, Foucault, De rrida) özel bir il g i ile özen; "çekiçle", " aç makl a", " kazmakl a", "sökmekl e" yaptıkl arı fe lsefelerine daha bir so kulmamı z ı ol a naklı k ıl a n o nl arca " ku şa tı c ı madde". " Ya pı sa l c ılıktan post-yapı salcılı ğa, postmodemizmden sömürgecilik sonras ın a, yorumbil gisinden ya pı sö küme XX . y ü zy ılın ikinci yan s ın a dam g as ını vuran fe lsefece dü ş ünm e yo rd a ml arını aç ıml aya n k a psa mlı maddeler. " Doğ u fe lsefesi , İ s l a m fe lsefesi , d il fe lsefesi, ahl ak fe lsefesi, varo lu şç uluk vd . üzerine doy urucu maddeler. "Ne ara dı ğ ını bile n oku ra " k ull a nı c ı dostu" bir di zin ile kaynakçabilgisi. ISBN 975-7298-45-X

KATKIDA BULUNANLAR

R. ·LEVENT AYSEVER Oohn L. Austin ile John R. Searle'ün söz edimleri kuramıyla ilgili maddeler; anlam; sözcelem; langue-, parole)

SABRI BÜYÜKDÜVENCİ (idealizm; sanat felsefesi; Martin Buber; Gabriel Marcel) CEMAL GÜZEL

(Doğu

felsefesi ile

mantık

maddelerinin tümü)

SÜLEYMAN İRVAN (iletişim felsefesi; medya etiği) OSMAN KAFADAR (fürkiye'de felsefe; Türk felsefecileri ile İslam felsefesi maddesi) BARIŞ

KARACASU

(anarşizm

düşünürleri;

ile anarşist düşünürler)

BESİM Kı\RAKADILAR

(çözümleyici felsefe ile felsefeciler; dil felsefesi ile dilci felsefeciler; deneycilik; G. W. Leibniz; David Hume; William James; Kurt Gödel; S. A. Kripke; Alfred Tarski; Arda Denkel; Suvar Köseraif; yanıltılı uslamlama biçimleri) HASAN ÜNDER (Henri Bergson;John Dewey; Wilhelm Dilthey;J. G. Fichte; Thomas Hobbes; bencilik; özgecilik) İSMAİL SERİN (Immanuel Kant; George Berkeley; Aydınlanma; Kari Marx; Marxçılık;

maddecilik; diyalektik maddecilik; tarihsel maddecilik; yabancı­ Friedrich Engels; V. l. Lenin; Frankfurt Okulu; Max Horkheimer; T. W. Adomo; Herbert Marcuse; Walter Benjamin; Hannah Arendt; E. S. Bloch; Herman Cohen; L. A. Feuerbach; Antonio Gramsci; F. A. Lange; György Lukacs; A. J. Ayer; Louis Althusser) laşma;

HALİL TURAN

(Rene Descartes; Descartesçılık)

Kaynakça Notu: Fdsefe Sö?Jüğü (Hazırlayanlar: Abdülbaki Güçlü; Erkan Uzun; Serkan Uzun; Ümit Hüsrev Yolsal), Bilim ve Sanat Yayınları, 2003, Ankara, XVI+1728 sayfa.

FELSEFE SÖZLÜGÜ Abdülbaki Güçlü Erkan Uzun Serkan Uzun Ümit Hüsrev Yolsal

BİLlM VE

SANAT

BiLiMVE SANAT YAYINLARI

Birinci Basım: Bilim ve Sanat Yayınları, Ankara, 2002 İkinci Basım: Bilim ve Sanat Yayınları, Ankara, 2003 Üçüncü Basım: Bilim ve Sanat Yayınları, Ankara, 2008 ©

Bilim ve Sanat Yayınlan, 2008 Y tryıma HaZfrltryan

Erkan Uzun-Serkan Uzun Dizgi Ümit Hüsrev Yolsal Teknik

Yardım

İsmail

Serin Volkan Esat-Korhan Esat ~pak ~fıı·arrmı UmitOğmel

ISBN 975-7298-45-X Baskı

Ertem Matbaası 4180711 Cilt

Köksal Gltevi 3841710

"Sözlükler, zorunluluk olmalanna karşın bir o kadar da kamu tehlikesidir/er. " A. N. Whitehead

"Yazgı bu ya, 'gece'nin bir yansında 'ölüm'le ilgili sözlük maddelerini yoluna koyarken anneannemizin aramızdan ayrıldığı haberini aldık. Bu sözlüğe geçen emeğimizi, kendisinden yaşama dair çok şey öğrendiğimiz, lafı gediğine oturtan sözdeyişlcriyle çocukluğumuza renk katan Hikmet Murat'a (1924, Sclanik-2002, Akçay) adıyoruz.· Son yıllarında ellerinden kayıp giden huzuru çok sevdiği Çamlıbel Tepesi'nde bulmasını yürekten diliyoruz." Erkan Uzun-Serkan l1zun

İçindekiler Teşekkür .........................................................................................

VIII

Sunuş ..............................................................................................

IX

Mantık

XVI

Simgeleri ve

Kısaltmalar...............................................

Sözlük.............................................................................................

1

l(aynakçabilgisi.............................................................................. 1649 Dizinler (İngilizce Dizin, Fransızca Dizin, Almanca Dizin, Eski Terimler Dizini)................................................................... 1673 Dizinceler (Yunanca Dizincesi, Latince Dizincesi, Felsefeciler Dizincesi, Doğu Felsefesi Dizincesi, İslam Felsefesi Dizincesi, Türkiye'de Felsefe Dizincesi, Mantık Dizincesi) ........ 1715

TEŞEKKÜR

Böylesine kapsamlı bir çalışmanın hazırlanışı boyunca karşılaştığımız güçlükleri aşmanın yollarını araştırırken, hiç hesapta yokken aramıza sonradan katılan, üstümüzden önemli yükleri alan, her biri sözlüğün bina edilmesine önemli katkılarda bulunan kişileri özellikle anmak istiyoruz: Çalışmanın niteliğini yükseltmek adına getirdiği yol gösterici önerileri bir yana, elindeki işlerden vakit ayırarak "Doğu felsefesi ile mantık maddeleri"ni yazarak sözlüğün felsefece değerine çok şeyler katan Cemal Güzel'e; kendisiyle hiç karşılaşmamış olmamıza karşın özellikle "söz edimleri kuramı"na ilişkin maddelere yazdığı doyurucu karşılıklardan ötürü R. Levent Aysever'e; bu denli kapsamlı olmasa da daha başlarda sözlüğün çatısını kurarken gerçekleştirmeyi düşündüğümüz Türkiye'de Felsefe adına ortaya konanları serimleme tasarı­ mızı, oylumlu bir "Türkiye'de Felsefe" maddesi ile bu ana maddeyi kuşatan onlarca yan maddeyle tamamına erdiren Osman Kafadar'a; almayı umduğu­ muz yardımın çok daha ötesine geçerek kendisine önerdiğimiz maddeleri büyük bir istek ve özveriyle yazan, sözlüğün hazırlanışı boyunca içine düştü­ ğümüz kimi umutsuzluk anlarında bize umut ışığı olan genç arkadaşımız Besim Karakadılar'a; yazdığı maddeler yanında bilgiyi saydığı söylenen aletle ilgili her başımız sıkıştığında yardımımıza koşan yakın arkadaşımız İsmail Serin'e; "ufak" ama son derece "anlamlı" katkısıyla Ark'tan bu yana bizimle gönül bağını hiç koparmadığını bir kez daha gösteren gerçek dost Süleyman İrvan'a içtenlikle ayn ayn teşekkür ederiz. Son olarak, sözlüğün hazırlanışı sırasında arkamızda duran ya)'1mamız Mehmet Öz ile Bilim ve Sanat çalışanlarını da tek tek selamlıyoruz.

VIII

SUNUŞ

Okurun kendi başına yapabileceğini okurun kendisine bırakmak gerekir. - Wittgenstein Büyük Alman filozofu G. W. F. Hegel, Tinin Görüngübilimi başlıklı kitabı için kaleme aldığı önsözde, 2500 yılı aşkın bir süreyi kapsayan felsefe tarihi boyunca üzerinde neredeyse hiç durulmamış, çoğunluk bile isteye göz ardı edilmiş bir görüngüye parmak basar. Sıkça alıntılanan bu dönüşlü (reflexive) önsözünde Hegel, beklendiğinin tersine yazdığı kitabı değişik yollarla okura sunma arayışına kilitlenmez. Yerleşik ölçütler uyarınca olağan bir önsöz yazmak yerine, kendi yazdığı önsöz de içinde olmak üzere önsöz olma görevini üstlenmiş bütün metinlerin felsefi değergelerini soruşturur. Bu soruşturmaya bağlı olarak, kitapların açılış sayfalarında felsefecilerin çalışmaları hakkında verdikleri açıklamaların ana metnin iç yapısı açisından bakıldığında felsefece hiçbir değer taşımadıkları, dahası peşine düşülen felsefi hakikat ile uzaktan yakından hiçbir ilintilerinin bulunmadığı sonucuna varır. Önsöz yazma uygulamasının felsefi bakımdan zorunlu olmak bir yana, metnin yazarı ile okuruna hiçbir getirisinin bulunmadığının, felsefece hiçbir anlamı ya da karşılığı olmadığının, herşeyden önemlisi de boş bir uğraş olmaktan öte bir değer taşımadığının altını koyuca çizer. Kuşkusuz bu sonuca varırken Hegel, idealist felsefe anlayışından kaynaklanan felsefenin doğasına, felsefi doğ­ ruluktan ne anlaşılması gerektiğine yönelik temel önkabullerini soruşturmasının ardalanında turmayı bir an olsun boşlamaz. Bu derinlikli önkabüllerin felsefi geçerlilikleri ile içerimleri ne olursa olsun, Hegel'in gözünde ayrım gözetmeksizin bütün felsefe önsözleri doğaları gereği yapıtın özgün düzeninde, metnin içörgüsünde, ortaya konan düşüncelçrin felsefi dayanaklarında birtakım kaçınılmaz bozulmalara yol açmaktadırlar. Hepsi de önüne kondukları "gerçek felsefe metni"ni değişik bakımlardan okuyucuya sunma amacıyla yazılmış, içinde belli açım­ lamaların getirildiği bir tür "yalancı-aldatıcı" metinlerdir. İster yapıt tamamlandıktan sonra "geriye dönerek" kaleme alınmış olsunlar, ister daha yapıta baş­ lamazdan önce "ileriye yönelerek" tasarlanmış olsunlar bütünüyle yapıtın dışın­ dadırlar. Alabildiğine farklı söyleme olanaklarını kullansalar da, okuru yapıta hazırlamaya dönük gerekli gereksiz bir yığın değinide bulunurlar. Ana metne geçmezden önce son derece tehlikeli okuma yönlendirmelerinde bulunarak okuyucuyu yanlış anlama yollarına doğru yürümeye zorlarlar. Yapıtın felsefi uslamlamaları üstüne zorlama yorumlar getirdiklerinden, yapıtın yazılış kaygılarına yönelik geçersiz temellendirmeleriyle düpedüz yapıtın yazılış amaçlarına aykırı yönde işlerler. Yapıt boyunca izlenen temel yönelimleri ilgisiz bir felsefe bağla­ mına oturtarak, yapıtın kavramsal çerçevesini bütünüyle yanlış bir biçimde çizerler. Kuşkusuz önsözlerin konu olduğu çıkmazları daha da çoğaltmak olanaklı, ama birşey çok açık görünüyor: Metnin olduğu gibi okunarak alımlanmasırun önündeki en büyük engel, üstünden başarıyla atlanarak geçilmeleri gereken tam da önsözlerin kendileridir. Bu demektir ki, ne denli okuyucuyu doğru kavrayış konumuna getirmek gibi iyi bir niyetle yazılmış olurlarsa olsunlar, hiçbir önsözün başına konulduğu yapıtı çarpıtma, bilemediniz ereğinden saptırma yazgısından kurtulması olanaksızdır. Bütün bunlar bir yana, önsöz yazarlığının kayıtsız koşulIX

suz yazar egemenliğine dayalı baskıcı bir tutumdan (t)ürediğini, okura sürekli yukardan bakan hastalıklı bir yazarlık yordamını yazıya salgıladığını söylemeye bile gerek yok. Hegel'in bu keskin eleştiri yoluyla önsöz yazma uygulamasına düşürdüğü gölgenin altında, elinizdeki yaklaşık 1750 sayfadan oluşan Türkçede şu ana dek yayımlanmış en oylumlu felsefe sözlüğünün hazırlanışı, içeriği, kullanımı, geleceği bağlamında önemli bulduğumuz birkaç noktaya açıklık getirmeyi uygun görüyoruz. Kuşkusuz bunu yaparken, çoğunluk her felsefe sözlüğünün kendi içinde özgül bir düzen taşıyan değme bir yapıt olduğunu, yerleşik yapıt tasarımlarından birtakım temel noktalarda ayrılan kendine özgü bir yazı tasarımı üsrüne kurulu bulunduğunu düşünüyoruz.

on dört kişinin irili ufaklı katkılarıyla yaklaşık 2,5 yılda hazırlandı. söylemek gerekirse, düşündüğümüz, içinde şunlar da olsa ne iyi olurdu dediğimiz, olmasını özlediğimiz felsefe sözlüğünü ortaya koyabilmek için bir 2,5 yıl daha i.ığraşabilmeyi çok isterdik. Ne var ki, yayımcımızın sabrının giderek tükendiğini gördüğümüzden, bizim de sözlüğü yazmayı sürdürmeye yönelik istencimizde büyük bir eksilme başgösterdiğinden bir süreliğine soluklanmak üzere kaçınılmaz olarak ara veriyoruz. Bu bekleme sürecinde elbette sözlüğün yeni basımlaı:ında neler yapabileceğimizi, neleri güçlendirip nerelerde onarımlar yapmamız gerektiği üstüne düşünmeyi sürdüreceğiz. Bu sürece katkısı olacağını düşündüğünüz her rürden görüşünüz, izleniminiz, öneriniz ya da eleştiriniz için elektronik posta adresimiz: [email protected]. Sözlüğü hazırlarken çoğu yerde "derlemecilik sanatı"nı elimizden geldiğince sonuna dek görürmeye çalıştık. Ancak derleme etkinliğinin sanıldığı gibi hiç de kolay bir iş olmadığını, "derme çatma" bir yapı kurmakla da uzaktan yakından hiçbir ilgisinin bulunmadığını sözlüğün hemen her maddesini yazarken açıklıkla yaşayarak gördük. Maddelerin altında yer alacak açıklamaları olgunlaştırırken yalnızca elimizdeki metinlerle sınırlı kalmadık; yeri geldiğinde kendi dağarcığı­ mızda, kendi felsefe altyapımızda, kendi kavrayış katmanımızda bulunanları da derleyerek işin içine kattık. Bu bağlamda, şimdi geriye dönüp baktığımızda yazdı­ ğımız yüzlerce maddenin hakkını verdiğimizi, kimileyin az çok doyurucu karşı­ lıklar vermekle yetindiğimizi, kimileyinse düpedüz yetersiz kaldığımızı görebiliyoruz. Yine de sorunlu bulduğumuz madde başlıklarının sayısının doyurucu bulduğumuz maddelere göre son derece az olduğunu özellikle belirtmek isteriz. Üstelik kimileri yapı, kimileri içerik, kimileri deyiş sorunları içerdiğini düşündüğümüz bu maddelerin, Türkçede varolan sözlüklerde· yer alan karşılıklarına göre her bakım­ dan daha iyi yazılmış olduklarını gördükçe, sözlüğün gelecek basımlarında daha da yetkinleştirilmesine yönelik isteğimiz giderek daha bir çoğalıyor. Sözlüğün yazımında çok değişik kaynaklardan yararlandık. Bu kaynaklar arasında öncelikle Türkçede yayımlanmış felsefe sözlüklerinden söz etmeliyiz. Bu sözlükler arasındaysa Bedia Akarsu'nun ilk basımı 1975 yılında TDK' bir yapıta dönüşmüştür: Aple Toplum

ve Diifmanlan (The Open Society and its Enemies, 1945). Bergson'un felsefesini biçimlendiren karşıtlıklar ya da ikilikler (metafizikte süre/ uzam; bilgikuramında sezf!)./çözümleme; evrim kuramında yaşam/ enttopi) ahlak ve elin li2erine görüşlerini de etkilemiştir. Ahlak felsefesindeki açık/kapalı ahlak ikiliği, din felsefesinde durağan din/devingen din ayrımına bürünmüş­ tür: Yaraucı, canlı ve doğal olmasından ötürü gelişmeye açık, yaşamın hızlı akı­ şına ayak uydurabilen -ve gizemcilikte doruğuna erişildiği düşünülen- "devingen din" ile insanlara ölümü hatırlatmak­ tan ve yürünmesi zorunlu kılınan yoldan sapacaklara aba alundan değnek göstermekten başka bir işe yaramayan kau, tutucu ve yapay "durağan din". Bergson'un ahlak ve din öğretisinin ardında tinselci metafiziği yatar: "ahlak ve dinin iki kaynağı" diye öne sürdüğü şeyler, son çözümlemede "anlak" ile "sezgi"den başkası değildir. Sürekli aklın gözetiminde olan, anlaktan beslenen ahilik, kapalı toplum ahlakıdır. Topluluk içinde yaşayan insanın kendini güvence altına almak istemesinden ötürü törelerin ve yasaların buyurduğu ödevlerce kuşauJan bu ahlakta özgürlük değil, "uyııl­ ması gereken katı kurallar" hüküm sürer. Buna karşılık, sezgiden kaynaklanan, sezf!).nin itici gücünü kullanan, içerisinde sevgi ile özgürlüğün hüküm sürdüğü ahlak ise açık toplum ahlakıdır. Yaşama itkisinden, insanın içinde taşıdığı yaşama heyecanından filizlenen bu "esnek" ahlakta başat olan "yasa" ya da "yükÜmlülük", y>1.ni ödevtanırlık değildir artık. Bergson' a göre, insanın yaşama zorunluluğunun ayrılmaz bir parçası olan yaratma içgüdüsünün "öykünmeci" yönüyle yakından ilişkili olan bu ahlak *Jllfam(a) atı/111tln­ dan (ila11 vifalj doğar ve yalnızca crmi~er ya da kahramanlar tarafından yaşanır. Bu yönüyle de aslında "toplumsal" değil, kişisel bir ahlaktır. açık önerme [İng. optn mtlellce,

propu-

açıklama

7 silioııaJ

funclimr, Fr. i11011ıi orn.ım, foıtclİOıt Alm. ojfotlf mıssnge, aussagtnfimlehoır, es. L kaziıye fa11!uiJ01111] bkz. önerme; yüklemler mantığı.

propo.ritionıtel/r,

açık toplum ~ng. optıt sode!J; Fr. sodeti ouvertr, Alm. o.ffeııe geseUsm'!ftj Henri Bergson 'un Lu Jeux souras de la morale et de la rı:ligioıt (Ahlak ve Dinin İki Kaynağı, 1932)

onaya atıığı, daha sonra Kari Popper'in The Optıı S otierJ mu/ its Eıtemiu'de (Açık Toplum ve Düşman­ lan, 1945) geliştirdiği kavram "kapalı toplum" terimine karşıt bir anlamda kullanılmışttr. Kapalı toplum kapalı dizgeler, kapalı zihinler gibi değişime kapalı ve durağandır. Bu toplumlarda bireylerin yapıp etmeleri denetlenir ve baskıcı yöntemler uygulanır. Oysa ki açık toplumhırda bireyler kendi edimlerini kendileri özgürce belirlemektedirler; yine de bu eylemler de izlenir, ancak yalnızca demokratik ve liberal yollarla gerektiğinde eleştirilir. Böylelikle de insanlar belli bir toplumsal program dahilinde yavaş yavaş değiştirilir, biçimlendirilir. Dolayısıy­ la kapalı toplumlarda insanlar zorla belli bir biçime sokulurken, açık toplumlarda aynı şey insanlann görece özgürlükçü olan bir ortamda kendi kendilerine istemeleri ile gerçekleştirilmektedir. Başka türlü söylendikte, amaç ya da sonuç bakımından değil de araç ya da yöntem bakımından bir aytım bulunmaktadır iki toplumsal program arasında. Aynca bkz.

hiçbir şeyle kanşmayan, bir başına kendini zihne gösteren bilgi ya da düşünce ise sepletir. Bütün "seçik" düşünceler "açık" olsalar da, bütün "açık" düşünceler "~çik" olmayabilir. Nitekim Descartes için önemli olan da düşüncelerin açık ya da seçik olması değil, açık IJt! seçik c;lmasıdır. Aynca bkz. Descartes, Rene; apaçıklık.

başlıklı yapıunda

Popper, Karl;

açık ahlik/kapalı

ah-

lllk. açık ve seçik ~ng. ckar mıd disti11ct, Fr. cltıir eı düti11ct; Alni. klar und deııtlich; Lat. darus et disliıtdus; es. L ı•4'(fh w miitem~i!fJ

Modem felsefenin babası olarak anılan Rene Descanes'ın İlle Felsefe ÜZ!riıte Deri11diişii11111elerde kesin bilgiye ulaşmak için doğruluk ölçütü olarak ileri sürdüğü birbirine kopmazcasına bağlı ikili: Konusu ya da nesnesi hiçbir aracı olmaksızın doğrudan zihne sunulmuş bilgi ya da düşünce aple; konusu ya da nesnesi başka

açıklama [İng. explatıatio11, t..'llmayıp "insanlık"/ "insan'', "cesurluk" /"cesur", "iyilik"/

"iyi" ayrımlarında olduğu üzere genel terimler ile özel terimler ayrımına da odaklandığı görülmektedir. Buna göre, cesur ya da iyi gibi somut terimler benzer varlık teklerine karşılık kullanılan terimlerken, bunların iyilik ya da cesurluk gibi soyut eşlenekleri bu terimlerde içerimlenen özellikleri sergileyen soyut kavramsal kendiliklere göndermektedir. Somut ile soyut terimler arasındaki ayrımın Aristoteles'in on kategorisi arasında yer aldığı düşünüldüğünde, Ockl1amlı Wılli­

am 'ın açıklaması, her bir kategori için kategorik olarak farklı türden bir soyut kendilik bulunduğu, bu soyut kendiliğin de kendisine uygun somut terimle örneklendiği savına dönüşmektedir.

Öte yanda görece daha yakın dönemlerde, ortaçağ adcılarının tikelcilik savunulanrun yolundan yürüyen klasik deneyciler, zihinsel tasarım türlerini kendilerine karşılık kullanılan genel terimlerle tanımlama yoluna gitmişlerdir. Sözgelimi Locke, "soyut idealar" diye ad-

adcılık

!andırdığı bu tasanmların özel bir içerikleri b\ılunduğumı, bu içeriklerin tikellerin idealanndan o tikcllcre özgü özelliklerin "soyulma'"sıyla oluştuğunu ileri süımektedir. Buna karşı Berkeley ile Hume, Locke'un soyutlama öğretisine karşı çıkmış olmakla birlikte, genel terimlere karşılık gelen ideaların içeriklerinin bütünüyle belirli ve tikel olduklarını, zihnin aynı türden öteki tikel ideaların yerine bu genel terimleri kullanmakta olduğunu öne sürmektedirler. Yine gend terimlerin tümellere karşılık gdmediğini gösterme noktasında Abelardus ile Ü" nemden hocası olan Mehmet İzzet'in "Milliyet Nazariyeleri ve Milli Hayat'' dersleri ile Akder'in makaleleri arasında konulan işleyiş yöntemi bakınundan önemli benzerlikler vardır. 1928-1933 yılları arasında sırasıyla Trabzon Lisesi'nde Felsefe, Afyon Orta Mekıebi'nde Terbiye, Erzunım Lisesi'nde Felsefe ve Erzurum Muallim Mektebi'nde Edebiyat öğretmenliği yapan Necati Akder, 1933'te Maarif Vekfileti tarafından Fransa'ya felsefe öğrenimi için gönderildi. Sorbonne Üniversitesi Felsefe Bölümü'nü 1936'da bitirdikten sonm, Fransız ve Alman felsefelerini inceleyerek iki kültür arasında karşılaşur­ malar yapması için Almanya'ya Berlin Üniversitesi'ne gönderildi. Burada dört yarıyıl öğrenim gördükten sonra 1939'da Türkiye'ye döndü. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi'ne Felsefe Doçenti olarak atandı. Felsefe Bölümü Başkanı Olivier Lacombe fakülteden ayrılıncaya kadar (1944) Akder hem kendi dersleri olan Genel Felsefe ve Felsefe Tarihi derslerine girdi, hem Lacombe'un ders ve seminerlerini çevirerek ona yardımcı oldu, hem de Bölüm Başkan Yardımcısı olarak bölümün kuruluşunda ve yöneti'!)İnde görev aldı. 1948'de profesörliiğe atanan Akder, Felsefe Bölümü başkanlığına getirildi. Yaş haddinden emekli olduğu 13 Temmuz 1971'e kadar hem bölüm başkanlığını hem de Sistematik Felsefe Kürsüsü başkanlığını yürüttü. Ayrıca 1945-1946 öğretim yılında Kara Harp Okulu'nda Felsefe dersleri, 1970 yılında ise Kayseri Yüksek İshim

47 Ensritüsü'nde ek gürevle Din Felsefesi ve Ahlak Felsefesi dersleri verdi. Şubat 1964'te Köln'de toplanan Ostkolleg Konı,rresi'ne "Şarki Avrupa' nın İktisadi ve İçtimai Durumu" başlıklı bir bildiri ile kanldı. Öte yandan üniversite dışında etkinliklerde de bulundu: 1960 ihtilalinden sonra Türk Ocakları başkanlığına getirildi; Türk Yurdu dergisinin yönetiminde yer aldı; 1961 yılında da Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü üyeliği ile Bilim Kurulu üyeliğine seçildi. Necati Akder "Modem Bir Kültür Buhranının İfadesi Olarak Bazı Felsefe Problemlerinin Tetkikine Giriş" adlı incelemesiyle 1942'de doçent oldu. Bu tezdeki fikirlerini daha sonra Türkiye'nin çeşitli kültürel ve güncel sorunlarına uyj.,'lllayıp geliştirerek özellikle Türk Kültürü ve Türk Yurdu dergilerinde yayımladı. Akder pek çoğu oldukça geniş hacimli olan bu makalelerinde, gerçekten de felsefi çözümlemelere dayanan bir yaklaşımla, Türk toplumunun içinde bulunduğu toplumsal dönüşümlerin sonucunda ortaya çıkan "kültür ve mefkure buhranı"nın mahiyetini irdelemeye ve çözümlerini belirlemeye çalışır. Ona göre evrensel çapta bunalım, insanın içindedir. Bunalımın gerçek çözüm yolu da insanın içinde bir faaliyet olarak felsefededir; bilgeliktedir. Necati Akder, daha sonra "Bir Aksiyon Problemi Olarak Felsefe" (1946) başlıklı incelemesinde felsefenin zamanı­ mızda nasıl anlaşılması gerektiğini, bir taraftan skeptisizmdcn (kuşkuculuk) Sokrates bilgeliğine, pozitivizmden pragmatizm ve sosyolojizme, materyalizmden Marksizme, Viyana Çevresi felsefecilerinden Kant kritisizmine (eleştiricilik) ve yeni-ontolojiye, realizmden rasyonalizme, idealizmden psikolojizme kadar hemen bütün eski ve yeni felsefi görüşleri ele alarak, diğer taraftan da Anatole France, Tevfik Fikret, Mehmet Akif gibi Barılı ve Doj:,ru.lu edebiyatçıları, Tagor gibi Hintli bir düşünür ve Ziya Gökalp gibi Türk düşünürlerinin fikirlerini irdeleye-

Akder, Necati rek geliştirdiği çözümlemelerle ortaya koymaya çalışır. "Modem aksiyon zevki bakımından felsefenin mevkii ne olacaktır? Felsefe hayatın aktüel ihtiyaçlan karşısında nasıl bir değer ihtiva ve iddia edecektir?" sorularıyla problemi ortaya koyan Akder'e göre çözüm, sorunun oda{,>tndaki teorik çabanın soyutlaştırıcılık zorunlulu{,'ll ile pratik faaliyetin somutlaşttncılık eğiliminin uzlaştınlmasındadır.

Ancak problemin çözümü yalnız bu felsefi boyutta def,ıildir. Aynı zamanda çevre ve dönem faktörlerinin de dikkate alınması gerekir. Bu itibarla felsefenin aksiyon değerini faydalılık ölçütüne vurarak belirlemek mümkün olabilecektir. Ancak Akder, aksiyonun pragmatizmin kaba faydacı, "bayağı oportünizm"iyle temellendirilmesinin karşısındadır. Hele Hegel'in spiritüalist (tinsdci) diyalektiği­ nin "spiritüalist kelimesi materyalist tabiriyle değiştirilerek" benimsenmesi sonucunda ortaya çıkan "materyalist Sovyet diyalektiği" onun için bir "safsata"dır. Çünkü bireyin hürriyetini sıkı bir sosyal disiplin içinde eriten bu rejim, faydacılık prensibinin başka bir görünüşünden ibarettir. Keza Hitler sosyalizmi de ırk dogmatizmi olarak Akder' in eleştirilerinden kurtulamaz. Ona giire zamanımızda "tecrübenin spekülasyona set çekmesi", bilimin ideolojileri, bilimsel felsefenin de teolojileri tasfiye etmesi beklenirken adeta birer din haline gelen ideolojilerin toplumlan altüst edişi ibretle gözlemlenecek bir tablodur. il. Dünya Savaşı'nın enkazı altında kalan dünyanın böyle bir tablonun sonucu oldu{,'llnu düşünür ve bu tablo karşısında felsefe ve fılozofa görev yükler: Felsefenin aksiyonla iliş­ kisi, felsefenin insanı genelleştirici bilgiden her türlü yaratıcılığın şart ve müeyyidesi olan anlayışa yükseltmek, zihniyet istiklaline, şahsiyete kavuşturmak niteliğinde aranmalıdır.

Necati Akder, il. Meşrutiyet döneminde Ziya Gökalp'in, Cumhuriyet'in başlarında ise Mehmet İzzet'in temsil ettiği sosyolojik ve felsefi bilgilere daya-

Akhilleos ile kaplumbağanın yarışı açmazı narak ülke sorunlarını irdelemeyi temele alan sosyal felsefe eğiliminin Ankara Üniversitesi DTCF Felsefe Bölümü'ndeki temsilcidir. Hocası Mehmet İzzet'in idealizmi ile Ziya Gökalp'in Türk toplumunun sorunlarına eğilen sosyolojizmini, Fransa ve Almanya'da aldığı felsefe eği­ timinin birikimiyle eleştirel bir sosyal felsefe sentezi ile birleştirip kendi felsefe kavrayışını geliştirirken, bu kavrayışıyla, özcllikle Tiir/e Kiiltiirii dergisinde yayım­ ladığı makalelerde, Türk toplumunun içinde bulunduğu sorunlara, "kültür buhranı"nın eğitim, gençlik, milli şuur, ideal ve ideoloji, inkılap ve değerler, üniversite, demokrasi, din, siyaset ve dil gibi çeşitli görünüşleri açısından yaklaşmıştır.

Makalelerinde aynı zamanda Türk düşüncesinin ve aydınlarının zengin bir resmi geçidini sunan Akder, yaptığı çözümlemeler ve terkiplerle, felsefi bilginin bu bakımdan da işe koşulduğu bir örnek olarak kendisini izleyen birinin bulunmaması aÇlSlndan da "tekörnek" durumundadır. Öte yandan yalnız Batı'yı merkeze alan hümanizm anlayışının karşısında "İslam Ortaçağı"nın ortaya koydukları­ nın da ele alınması gerektiğini ve hatta bunun Türkiye'de felsefi uyanış için temel bir zorunluluk olduğunu vurgulayan görüşleri, DTCF Felsefe Bölümü'nde başat bir eğilimin doğmasında ve geliş­ mesinde etkili olmuştur. Nitekim asistanı Mübahat Türker Küyel'in "Üç Telıafüt Bakımından Felsefe ve Din Münasebeti" adlı doktora teziyle başlayan bu eğilimin doğmasında, söz konusu tezi yönetmiş olması, onun bu rolünü açıkla­ yan önemli · bir olgudur. Öte yandan 1933 Üniversite Reformu'ndan sonra İs­ tanbul Üniversitesi Felsefe Bölümii'nde ortaya çıkıp gelişen metafizik karşıtı felsefe eğitimine karşılık Akder, DTCF Felsefe Bölümü'nde verdiği Felsefeye Giriş, Genci Felsefe, Metafizik ve Değerler Felsefesi dersleriyle ve yönettiği seminerlerle pozitivizme dayanan bilimin hem felsefe hem de dinin yerine konulması anlayışını eleştirerek Meyerson'

48

un "İnsan nasıl teneffüs ederse, öylece hem de istemeksizin, hatta farkına varmaksızın metafizik yapar" sözünü vurgulayıp metafiziğin felsefedeki yeri ve önemini dikkate alan bir felsefe eğitimi anlayışının ortaya çıkmasında etkili olmuştur.

Eserleri: Necati Akder'in yayımlan­ bir kitabı yoktur. Ancak DTCF Dergi.ti (1944-1960) ve Tiir/e Kiilliirii (19631976) dergilerinde yayımlanmış oldukça geniş hacimli makaleleri vardır.. Çok sayıdaki diğer makaleleri, Öz/eyi/ (1945-4 7), mış

ÜJ/eii (1946), Tiir/e Y11rd11 (1954-1961), Din Yo/11 (1956), Devlet Tjyatrofart (1956), Ôğreı111e11 (1957), Bilgi (1958), İrld1111958), Genrlile Dfyor Ki (1960), Tiirk Kiiltiirii Ar411trmalan (1964), Cultun Trmira (1964), Amşttf7Na (1965), Turana (1967), Bl!)'rak (1969), Belgelerle Tiirk Tarihi (1976) dergilerinde yayımlanmıştır. Aynca 1945-46 öğretim yılına ait öğrencilerinin teksir halinde çoğalttığı ders notları ile çevirileri vardır.

Akhillcos ile kaplumbağanın yarışı açmazı bkz. Zenon açmazları. akıl

bkz. us.

Akıl Çağı png. Age ofRİason; Fr. Age de

la Rairon; Alm. Zeitalter der Vernunft, Ver1111ııftz.eitalterj bkz. Aydınlanma (Çağı). akılcılık

bkz. usçuluk.

akılyürütme

akış öğretisi

rie ıle .foıx,

bkz. usavurma.

png. theoıy offlu.-e, Fr. theo-

Alın.

theorie ılu jluırer] Evrenin sürekli bir oluş, bir akış, bir değişim içinde olduğunu ve değişimin karşıtlık­ lardan, birbiriyle çatışan gerçekliklerden kaynaklandığını öne süren öğreti. Akış öğretisi hiçbir şeyin aynı kalmadığını; her şeyin gelip geçici olduğunu; şeylerin sonsuz bir akiş içerisinde birbiri ardı sıra belirip kaybolduklarını savunur. Sokrates öncesi doğa felsefesi döne-

49

akrasia

minin filozoflanndan, "akış"ın filozofu diye adlandırılan Herakleitos'a atfedilen akış öğretisi, onun ünlü "Aynı nehirde iki kez yıkanılmaz" savsözü ile anılır. *Ar/ehe olarak "ateş"i lamama durumu" için kullanılmıştır. · Bu, mantık diliyle söylendiğinde, "geçerli bir tasımın sonucunun öncüllerinden çık­ ması gerekliliği"dir. Aynca bkz. zorun(lu)luk.

anagnoresis (Yun.) İlkçağ Yunan felsefesinde "birdenbire bilgisizlik durumundan bilgililik durumuna geçme" anlamında kullandan terim; "sarsıcı bir ·bllluş" ya da "ani bir kavrayış"la bilgiye erme. anaisthesia (Yun.) İlkçağ Yunan felsefesinde, özellikle de Aristoteles'te, duyumsama yeteneği körrlmiş ya da duyarlılığını yitirmiş olma durumunu nitelemek için kullanılan terim: "duyarsızlık". Anaksagoras (M.Ö. 500-428) Sokratr.s öncesi doğa felsefesi döneminin önde gelen adlarından biri olan Eski Yunanlı fdozof. Anaksagoras evrenbilgisi kuramına temel olarak A!lalr.simenes'in evren tasanmını almışur. Bu yüzden kimi felsefe tarihçileri ~ağdaşı Heiakleitos'un yanısıra sonradan Atina'ya geçerek tanrıta­ nımazlıktan sürülene kadar yaşamını orada sürdüren Anaksagoras'ı da İyonya Fizikçileri'nden biri olarak gö,sterir. Ancak

Anaksimandros İyonya Okulu'nun bir "maddi neden" olarak *ar/ehe arayışını yeterli bulmayan Anaksago.ras, doğaya mekanik bir zorunluluğun egemen olduğunu; yeryüzündeki bütün varlıklann, bütün bu "oluş"un tek nedeninin zorunluluğa dayalı bir düzenek C'atomlann devinim alanı'') olduğunu öne süren Demokritos'un atomcu öğretisine karşı Elea Okulu filozoflannın "oluş" üzerine; nesnder dünyasının ol:ı­ şumu, "değişim" ve "nesnderin çokluğu'' üzerine ortaya attığı sorulara "erekbilgisd" bir düşünce tarzıyla yanıt aramıştır. Bilindiği üzere Parmenides'in kurduğu Elea Okulu'nun doğa fdsefesinde zaman ve uzamda değişmeyen, türdeş olan saltık varlığı kavramanın tek yolu "düşünme"dir. Panncnides'in açtığı yoldan ilerleyen Anaksagoras da sözcük anlamı "zihin" olan No11.r'u evreni yöneten/ düzenleyen ilke olarak felsefesinin temel kavramı haline getirmiş; onu bütün her şeyden ayn tutarak, her şey hakkında her bilgiye ve sonsuz bir gÜce sahip olan en iyi ve en arı şey (Parmenides'in Varlık'ı) olarak tasarlamıştır. Ancak Varlık'ı "Bir" olarak gören Parmenides'in "tekçi" öğ­ retisinden aynlan Anaksagoras, No11lu diğer şeyleri humanlayıp onları başka baş­

ka varlıklara ayıran, onlann yönünü çizen, böylelikle de evreni çekip çeviren ilke olarak tanımlarken "çokçu" bir dünya görüşünden hareket eder. Ayrıca bkz. ilkçağ fdscfesi; İyonya Okulu. Anaksimandros (M.Ô. ykl. 610-546) Sokratcs öncesi doğa felsefesi döneminde Thales ve Anaksirnenes ile birlikte .Miletliler olarak bilinen "Eski Yunan'ın ilk filozofları"ndan biri. Ussal ve doğal açıklama yordamıyla fdsefeyi başlatan Thales'in çok genci hatlanyla çerçevesini çizdiği felsefece. düşünce kalıtını devralan Anaksirnandros, kendisinden sonra gden Milet Okulu'nun son üyesi Anaksimenes'in de hocasıdır. Thales'in bir ilk olarak ortaya koyduğu şey, her şeyin ondan türediği öncesiz sonrasız bir "ilk madde" olarak *ar/ehe arayışıdır. Thales'

60 in arlehe'si çoklukta birlik arayışının bir sonucu olarak her şeyin yapıtaşı olarak gördüğü "su"dur. Anaksimandros ise nitelik bakımından belirli, nicelik bakımın­ dan sınırlı bir madde olarak gördüğü suyun yerine sonsuzluğu, sınırsızlığı vurgulayan ve algılanamaz olan başsız sonsuz *aptiro,,'u koyarak Thales'in ar/ehe anlayı­ Şllll köklü bir biçimde değiştirmiştir. Anaksimandros'un aptiroN'dan yola çıka­ rak oluşturduğu sonsuz evren tasanmı­ nırı merkezinde-, o dönemki genel kanı­ nın aksine hiçbir şeyden destek almadan duran dünya bastk bir silindir biçiminde ve devinimsizdir. Bir dünya haritası da çizdiği söylenen Anaksirnandros'un ilk kez ortaya koyduğu bu son derece dizgeli evren tasarımı kendinden sonra gelen fılozoflan ve gökbilimcileri oldukça etkilemiştir. Ayrıca bk:z. ilkçağ felsefesi; Milet Okulu. Anaksimencs (M.Ô. Vl. yüzyıl) Sokrates öncesi doğa felsefesi döneminde Thales ve Anak:simandros ile birlikte fdsefenin doğuşunu muştulayan Miletliler olarak bilinen "Eski Yunan'ın ilk filozoflan"ndan biri. .Milet Okulu'nun üçüncii ve son üyesi olan Anaksirnenes, Anaksimandros'un öğrencisidir. Thales ve Anaksimandros'u izleyerek oluştur­ duğu evrenbilgisi kuramında *ar/ehe olarak her yeri dolduran "hava"yı ('"att} seçmiş ve bu iki öncelinden farklı bir biçimde birlikten çokluğa; "tek olan'·dan "çok olan"a geçiş siirecine odaklanarak içindeki her şeyin havanın sıkışıp genleşmesiyle oluştuğu bir evren tasarlamış­ tır. Buna göre sonsuz bir devinim içinde olan aelin en yoğun (aynı zamanda en soğuk) halleri toprak gibi katı maddeler iken en seyrek (ve en sıcak) hali ateştir. Anaksimenes'in ortaya koyduğu yoğun­ laşma ve seyrelmeye dayalı bu evren tasarımı ile maddenin halleri arasında yaptığı niceliksel ·dynm, özellikle kendisiyle birlikte İyonya Fizikçileri arasında gösterilen Herakleitos ve Anaksagoras eliyle sonraki kuşaklara taşınarak Batı düşünce

61

analogon rationis

geleneğini

bkz.

derinden

ilkçağ

etkilemiştir.

Aynca

felsefesi; Milet Okulu.

analepsis (Yun.) [İng. jlashbacle] "Geriye alma"; "geriye dönme"; "geçmişe dönme"; "gerilere dönmek" anlamındaki bu Yunanca terim, sonralan birçok düşünür tarafından kullanılmış; sinema kuramın­ da da "geri dönüş" adıyla kendine yer bulmuştur.

analgesia (Yun.) İlkçağ Yunan fdsefesinde, özellikle de Aristoteles'te, olan biteni anlayıp da anlamazlıktan gelme ya da hiçbir şeye aldırış etmeme anlamında kullanılan terim: "adamsendecilik"; "nemelazımcılık"; "vurdumduymazlık".

analitik felsefe bkz. çözümleyici felsefe.

analitik/sentetik (ayrımı)~ng. anafy&/ Fr. (distindion) ana!JtiIJHe/ .rynıhiliq11e; Alm. anafylirdı/ ıynıhttirdı ıynıhetic (diıtinclion);

(11nıerrcheidH11gJ] ·Önermelerin doğrulukla- ·

orun gösterilmesi için kanıta gereksinim

gelişme, Kant'ın aşkınsal mantık anlayı­ şının yadsınması sonucunu doğurmuş­ tur. Ne var ki, Kant'ın analitik/ sentetik ayrımının, onun deştirel felsefesinin bir varsayımı olmaktan çok, Wolffçu okula getirdiği. eleştirinin bir uzantısı olarak görülmesi gerektiğini anımsamak bizi Kant'ın "gerçek" felsefesi üzerine daha anlamlı düşüncelere yöneltecektir. Aynca bkz. Kant, Immanue_I.

yönelik yapılan kavram ikilisi. Günümüz felsefe anlayışlarında "analitik" kavramı genellikle, doğrulukları ancak biçimleri aracılığıyla ya da kendilerini oluş­ turan terimlerin anlamlan aracılığıyla bilinebilen önermelere uygulanır. Ôzneyüklem ikilisinden oluşan bir yargıda ya da önermede özne yüklemi "içeriyorsa" bu yargı ya da önerme analitik sayılır. Sentetik yargılarda ise yüklem, özne içinde tanımlanmadan, mantık kurallarıyla uyumu yitirmeden, özneyle ilişkiye girerek anlam kazanır. Örneğin, "Tüm cisimler yer kaplar." önermesi analitik iken "Bazı cisimler ağırdır." önermesi sentetiktir. Analitik/ sentetik ayrımını bugünkü oturmuş anlamıyla ilk kez dillendiren Kant'ın konuyu bu biçimde ortaya sermesindeki temel amaç, analitik yargıların yüklemlerinin daha baştan özneyle düşünülmüş olduğunu göstermek istemesinde yat-

analogia (Yun.) İlkçağ Yunan felsefesinde "benzetme" ya da "andırma" anlamında kullanılan terim. Bir şeyi bir öl.çüde kendisine benzeyen başka bir şeyle karşılaştırarak açıklama; "oranlama" ya da "orantı".

analogon rationis (Lat) Sözcük

anlamı

maktadır.

"akıl

ratiorm,

duyup

duymadıklarına

Analitik ile sentetik önermeler ar.ı­ gösterilmesi, Kant'ın Wolffçu felsefe okuluna yönelttiği eleştiriyle olgunlaşarak onun kuramsal çalışmalarında merkezi bir yer tutar. Kant'a göre Wolffçu felsefeciler, tüm önermeleri sanki analitikmiş gibi ele alırlar. Oysa analitik önermeler, önerme türlerinden yalnızca bir tanesidir. Yüklemin öznede yindendiği analitik önermeler, anlamı genişletmeden yalnızca açık­ layıcı bir nitelikte bulunurlarken, sentetik önermeler her zaman yeni bir şeyler iletirler. Kant'ın analitik/ sentetik ayrımı, önermelerin içeriği ya da kapsamı üzerinde yoğunlaşmaktadır. Bu bakımdan, sentetik önermelerin kaynaklan konusunda XIX. yüzyıl boyunca çeşitli anlayışlar ortaya çıkmıştır. Ancak Frege Aritmetiğin Temelleri (1884) adlı yapıtında sorunu içerik bakımından değil de "önermelerin gerekçelendirilmesi" bakımından ele alarak köklü bir değişikliğe yol açmıştır. Bu sındaki ayrımın nasıl yapılacağının

ayrımda kullanılan

analogia entis (Lat) de

Ortaçağ

"varlık benzeşimi"

andınşı"

felsefesin-

ya da

"varlığın

anlamında kullanılan

Latince

terim; genellikle Kutsal Kitap "varlık ömeksemeleri".

kaynaklı

benzeri" olan

atıalogon

analysis

62

}ı..'VIJ. yüzyıl

Usçu filozofu Leibniz tarahayvanlara özgü olan en düşük bilinç düzeyini nitelemek için kullanıl­ fından

mıştır.

ana/ysis (Yun.) İlkçağ Yunan felsefesinde bileşik olaru "ayrıştırma'' ya da "yeniden ayırma"; ayıklama, çözme, sökme ya da parçalama anlamında kullanılan terim: *çözümleme. anamnesis bkz.

anımsama.

anaphora (Yun.) İlkçağ Yunan felsefesinde, özellikle de Aristoteles'te, ilişki­ lendirmek ya da ilintilendirmek anlamın­ da kullanılan terim: "ilgi kunna". Günümüz dilbiliminde "yinelem"e karşılık

gelir. anaplerosis (Yun.) İlkçağ Yunan felsefesinde, özellikle Empedokles'in hazzın kökenini ve doğasını açıklarken kullandığı, gereksinilen şeyi yerine koyarak karşılamak ya da doyurmak anlamına gelen terim: "bir şeyin tamamlanması" ya da "boşluğun doldurulması". Aynca bkz. kenosis. anarşi [İng. anarrl!J; Fr. aııarrhie; Alm. mıarchit]

Yunanca'da "yönetimi olmayan", "yönetimsiz" anlamına gelen aJ/arlehoı sözcüğünden türetilmiş terim. Yaygın olarak iktidar ya da erk tanımazlık · olarak bilinen, kimileyin bilinçli olarak olumsuz anlamlar yüklenen "anarşi" terimi, gerçekte geniş anlamıyla düzenin sürclüriilmesi için yönetimin ya da yönetici bir iktidarın, bir "baş"ın gereksiz olduğunu vurgular. Bu bakımdan "anarşi" olumsuz bir yaklaşımdan çok olumlu bir toplumsal talebe karşılık. gelmektedir. Başka türlü söylendikte, topyekün bir karmaşa durumundan çok herhangi bir kişi ya da kurumun ötekiler üzerinde tahakküm ünün ortadan kalktığı, iktidar ilişkilerinin dışlandığı ya da ötelendiği bir toplumsal düzene karşılık gelmektedir. Yine de kimi anarşist düşünürlerin sözü

edilen bu duruma geçiş dönemini r~ da yöntemini şiddet kullanmaya dayandır­ dıklarını da unutmamak gerekir. Ancak bu anarşi döneminin bir özelliği değil, bu döneme geçişin bir yöntemi olarak algılanmalıdır.

Kendini anarşist olarak tanımlayan ilk dÜşünür olan Pierre-Joseph Proudhon (1809-1865), anarşiyi bir efendi ya da bir hükümdarın olmadığı geleceğin toplumsal düzeni olarak tanımlamakta­ dır. Bu tanımda Proudhon, iktidar ve yetkeyi toplumsal düzenin sağlayıcısı ya da koruyucusu olmaktan çok düşmanı olarak reddeder ve anarşi yanlılarına yöneltilen toplum ve düzen karşıtı olma suçlamalarını gerisin geriye anarşi karşıtlarına yönlendirir. Bu yolla, karalanan ve hor görülen terimi arındırıp hak ettiği yere yerleştirmeyi amaçlar. Tarihsel olarak anarşi ve anarşizm çeşitli yanlış anlamaların esiri olmuştur. Onu daha çok yoksayıcılık ve yıkıcılıkla özdeş gönne eğilimi anarşiim tartışma­ larının çerçevesini oluşturagelmiştir. Oysa ki bütün yeniden yapılandırma tasarı­ larına yaptıkları keskin eleştirilere karşın, anarşistlerde yıkıcılık kurucu tek öğe olarak görülmemiş, her zaman yeni bir düzenin kurulması ya da kurulac;ığı öngörülmüştür. Anarşiye giden yolda anar- · şistlerin her zaman şiddet eğilimleri olmuştur; ancak, anarşist öğretinin temel. dayanağı şiddet eğilimi değil yeni, iktidarsız ve ahlaklı özyönetime dayanan bir toplumsal düzen özlemi olmuştur ve olacaktır da. Ayrıca bkz. kaos; anarşizm

anarşizm [İng'. anarrhimr, Fr. anarchirme; Alm. anarrhism11s] En temcide devletin ya da iktidarın olmadığı bir toplum düzeninin kurulmasını amaçlayan dünya görüşüne verilen ad; "insanın özgürleşmesi" nin yolunu tıkayan, insanların üzerinde tahakküm kurarak onlann yaşam alanlarını belirlemeye soyunan her türden kurumun kökünün kurutulması gerektiğini savunan toplum ve siyaset felsefesi öğ-

anarşizm

63 retisi. Düşünsel kökenleri daha eskilerde bulunabilse de (genelde köklerinin ilkçağ Yunan felsefesine, Kinikler ve Stmmlara dek uzandığı söylenir) anarşist öğreti bir kuram olarak asıl biçimini XVIII. yüzyıl sonu ile XIX. yüzyıl başlannda almıştır. Anarşist öğ(etinin dayandığı belli başlı temellendirilmiş ilkeler şöyle s~ılanabi­ lir: (i) İnsanların devletin ya da iktidarın yönlendirmelerine, sınırlamalarına uymaları için hiçbir zorunluluk yoktur. (ıi) Bu nedenle devlet ve iktidar ortadan kaldı­ nlmalıdır. (iiı) İktidarsız (erksiz), devletsiz (hükümetsiz) bir toplumsal düzen olanaklıdır ve bu düzene ulaşmak -insanın "gerçek doğası" düşünüldüğünde­ istenmelidir. (iv) İktidar, devlet, özel mülkiyet insanın özgürlüğünün önündeki en önemli engellerdir. Tarihsel olarak 'anarşist yaklaşımlar birçok yönelim göstermiş olsalar da hepsinin birden üzerinde uzlaşmaya vardığı ilkeler olmuştur. Sözgelimi, tüm anarşist öğretiler devletin ve iktidarın olumsuz etkilerine vurguyu öne almışlardır. Aynca özlem duyulan anarşist toplum düzeninin koşullanndan birinin de özdenetinıe vurgu yapan bir tür ahlakçılık olduğu da söylenmelidir. Bir başka önemli ortaklık da özel mülkiyetin ortadan· kaldınlması gerekliliğinde kendisini gösterir. Ne var ki burada ortaya çıkan sorun iiretirnin nasıl paylaşılacağı olmuştur ve anarşist öğretileri birbirinden ayıran da bu soruna yaklaşımlan olagelmiştir. Günümüzde ise anarşist öğretiler yukarıda sayılan ilkelerin savunulmasına ~ olarak sermayenin vatansızlaşması, küreselleş­ me gibi konulan da tartışmalannın odağına alarak varlıklarını, dolayısıyla da eylemlerini sürdürmektedirler. Felsefi anarşizmin bildik başlangıç noktası devletin ya da iktidarın dayattığı herhangi bir kural ya da yasaya bireylerin uymaları için geçerli hiçbir gerekçe olmadığı düşi,incesidir. Bu savın temellendirilmesinde kullamlan akılyürütme ise böylesi kurallan ya da yasaları kabul eden kişinin kendi yargıyeteneğini kulla-

ettiklerinin doğ­ duruma gelecek olmasıdır. Bu nedenle anarşist görüşlerin tamamında öyle ya da böyle devletin ortadan kaldırılması tasıınsının izlerini bulmıık olanaklıdır. Bu tasarının ilk izlerini anarşist geleneğin erken dönem düşünürlerinden ve öncülerinden Wılliam Godwin'in (17561836) yapıtlarında bulmak olanaklıdır. Godwin'e göre devletin varlığı mülkiyetin varolan yönetimini ve paylaşımını insanların toplam mutluluğunu gözardı ederek haksız bölüşüme neden olacak biçimde güvence altına almaktadır. Elbette bu yaklaşım insanların genci mutluluğu­ nu gözetmesinden ötürü bir balama yararcı bir yaklaşımdır. Devletin olanaklı mutluluğun ya da refahın eşit bölüştü­ rülmesini engellediği, eşit paylaşımın önüne geçtiği ve her şeyden önemlisi de insanların kendilerine yabanalaşmalanna yol açtığı ileri sürülmektedir. Öte y,andan Godwin'in devletin ortadan kaldırılma­ sına ilişkin düşüncelerinde mükemmelliyetçi bir tutum olduğu da dile getirilmelidir. Godwin'e göre, mükemmel bir kişiliğe evrilebilecek olan insan doğası devletin engelleyici ve ket vurucu niteliği nedeniyle kendini gerçekleştirememektedir. Benzer bir mükemmelliyetçilik anlayışı ya da arayışı bütün anarşist gelenekte izleri sürülebilecek bir izlektir. Bakunin, Kropotkin ve öteki anarşistler de biricik olan insan doğasının ilerletilmesi ve kendini gerçekleştirmesine izin verilmesi gerektiğini savunmuşlardır. Ne var ki devlet bütün aygıtlarıyla bun.un önündeki en büyük engeldir. Devletin olumsuzluklanııın scrimlenmcsine koşut olarak anarşist tasan, devletsiz bir toplumsal düzenin istenebilir ve olanaklı bir toplumsal düzen olduğu­ nun temellendirilmesine yönelir. Anarşist düşünürler devlete ve iktidara karşı -yöntemsel olarak ayn ayn da olsa- ideolojik olarak ortak bir duruş benimsemiş olmalarına karşın, devletsiz toplum tasanlannda birbirlerinden aynlmışlardır. Söznamayacak, hatta

yapıp

ruluğunu değerlendiremeyecek

amqizm gelimi Kropotkin karşılıklı dayanışma ve yardımlaşmaya dayanan bir düzen salık verirken, Stirner insanların davranışları­ nın sınırlarını kişisel güçlerinin belirleyeceği bireyler" topluluğunu önermiştir. Bu ayrımdan da anlaşılabileceği gibi anarşist ya da anarşist sayılabilecek örgütlenmelerin önemli sorunsallarından birini iktidarın nasıl paylaşılacağı konusu oluştu­ rur. Bir başka sorunsal ise üretilenlerin paylaşımının nasıl düzenleneceğine iliş­

kindir. Her ne kadar mülkiyeti olumlayan kimi bireyci ve anarşist sayılabilecek yaklaşımlar varsa da klasik anlamıyla anarşizm özel mülkiyeti reddeder. Belirgin ve başat yaklaşım Kropotkin'in ortaya attığı ve gereksinime göre pay almaya dayanan komünist anaı:şizm yaklaşımı olmuştur. Ancak ondan önce Proudhon oldukça ses getiren başka bir paylaşım modeli savunmuştur. Proudhon' un modeline göre gereksinimden çok üretim sürecinde ne kadar ve nasıl yer alındığı önemlidir. "Her bir kişi elinden geldiğince ve yetenekleri elverdiğince üretime katkıda bulunur ve katkısı kadar da pay alır." Gerek paylaşım sorunlarının aşılması gerekse iktidarsız ve devletsiz bir düzenin varolana yeğlenebilir olması, sırada bekleyen önemli bir sorunu daha anarşist düşünürlerin önüne koymuştur. Anarşistlerin gözünde daha önceden varolan "düzenleyici" ve "bir arada tutucu" güç olarak devletin asli işlevlerinin -devlet yıkıldığında- nasıl yerine getirileceği sorunsalı yanıt bekleyen önemli bir soru olagelmiştir. Bu soruna verilen yanıtların başında özel mülkiyetin olmadığı bir toplumsal örgütlenmede suç oranının da doğrudan düşeceği olmuştur. Aynca suçla savaşım için birtakım örgütlenme aygıtlan da önerilmiştir. Doğal dayanış­ ma dürtüsünün işlevselleştirilmesi ile doğa ve toplum bilimlerinden yararlanıla­ rak ortaya çıkarılacak ahlaksal sınırlama­ ların iyice anlaşılmasının yaygınlaştırıl­ ması bu sorunun aşılması için önerilen yollardan yalnızca birkaçıdır.

64 Anarşist öğretilerin varolan toplumsal düzene eleştirileri ile salık veıdikleri toplumsal örgütlenme modeli arasında anarşist öğretinin önemli tamşma konularından biri olan "geçiş" sorunsalı bulunmaktadır. Erken dönem sayılabilecek XIX yüzyıl anarşistleri, özellikle de Bakunin'in önderliğinde olanlar Marxçı partici örgütlenme biçimine dayatmao ve iktidara dayalı bir model olması nedeniyle karşı çıkmışlardır. Godwin gibi anarşistler geçiş süreci için şiddet karşıtı, ussal bir aydınlanmayı savunurken; Tolstoy gibileri dinsel bir yeniden uyanışı önermişler; Bakunin ve Kropotkin'in izinden gidenlerse bilime dayanan bir uzlaşmayı salık vermişlerdir. Bu sonuncular aynca devrimci eylemle koşutluk içinde sözü edilen uzlaşımın ilerlemesi gerektiğini ileri sürmüşlerdir. Bu ayrımlara karşın hemen hepsi, anarşist devrimin iktidar odağına dönüşebilecek herhangi bir önderliği banndırmayan aşağıdan yukarı doğru

bir eylem olarak

gerçekleştirilmesi

gerektiğinde birleşmişlerdir. Anarşizmin doğrudan şiddet

ile ilişkilendirilmesi de bir yargıdır. Bakunin gibi anarşist düşünürlerin varolan düzenin evrilmesi için şiddete olur verdikleri doğru olsa da bu eğilim. bireysel seçim ve ahlaksal sınırlamalara dayanan anarşist ilkelerle tam olarak örtüşmez. XX. yüzyılda il. Dünya Savaşı'nın ardından anarşizm gerek kuramsal bağlam­ da gerekse eylem bazında 1960'lar ile 1970'lere dek oldukça suskun k;ıldı. füı haksız

ve

yanlış

yıllarda gerçekleşen geniş çaplı öğTenci

hareketleriyle birlikte bir siyasal güç olarak anarşizm yeniden gündeme gddi ve dönemin solcu düşünürleri klasik anarşist öğretinin temel savlarını yeniden de alarak "yeni" bir anarşizm savunusu geliştirmeye koyuldular. Bu çabalaon en belirgin özelliği hemen hepsinin de ya dönemin gözde felsefe akımı varoluşçu­ luğun etkisi altında olmalan ya da Yeni Sol'un vazgeçilmezlerinden olan "durumcu eıik"in devrimci gizilgücünü öne çıkarmalarıdır. Gclgelelim XX. yüzyılın

anımsama

65 son ana

çeyreği

de göz önüne

düşünce

çizgisinin

alındığında

üç

anarşist öğretiyle

yakın bağlar kurduğu, anarşizmin temel savlarını

kendi

düşüncelerine başlangıç

noktası yaptıkları

görülmektedir: feminizm (ftminist anarfiz.m); ekoloji (ekolojik anarşizm); postmodernizm rpost:Japunla a11arfiz.m). Öncülüğünü E;mmıı Goldman'ın (18691940) yapuğı feminist anarşizm, devletin her yönüyle ataerkilliğin tipik bir kurumu, erkek-egemen dünyanın belirgin bir dışavurumu olduğunu savunur. Kadınla­ nn kendilerine özgü doğalanyla, kadınlık içgüdüleriyle dünyada hüküm süren adaletsizliği sonlandırabileceğini; her türden yetkeye başkaldırabilecek anarşist gizilgücün kadınlarda doğuştan bulunduğu­ nu öne sürer. Günümüzde başlıca savunucusu Murmy Bookdıin (1921) olan ekolojik anarşizm, anarşizmin ülküleriyle çevrecilerin amaçlannı birbirleriyle örtüştürmeye çalışarak alternatif bir teknolojiyi savunur. Bookchin Kıtltlt. Sonmsı A11arfİZ!", Ekolojik Topluma Doğm ile Ôr.giirliiğiin Ekolojisi başlıklı yapıtlarında, devletin ürettiği politikalarla doğayı denetim aluna alınması gereken bir güç olarak gören anlayışı kış­ kırtuğını; doğal dünyayı insanlar tardfın­ Jan feı11e