Eski Yunan Toplumu Üstüne İncelemeler: Tarihöncesi Ege I [1, 1 ed.]
 9786051724232

Citation preview

George Thomson 19 Ağustos 1903'te Londra' da doğdu. Cambridge'deki King's College'ı bi­ tirdikten sonra lrlanda'ya giderek, bir süre dil üstüne incelemeler yaptı. Çalışmalarını Cambridge Üniversitesi ve King's College'da sürdürdükten sonra, 1937'den 1970'e kadar Birmingham Üniversitesi'nin Eski ve Çağdaş Yunan Dili ve Edebiyatı Bölümü 'nde dersler verdi. Eski Yunan şiiri ve dili üstüne incelemeler yayımladı, Eski Yunan klasiklerinden çeviriler yaptı. l 960'ta

Çekoslovakya Bilim Akademisi üyeliğine seçildi. 1979'da Selanik

Üniversitesi tarafından kendisine onursal doktora verildi. Aiskhylos, Zincire Vurulmuş Prometheus (1938) ve Aiskhylos ve Atina (1941) gibi ilk dönem yapıt­

larında, Aiskhylos'un oyunlarından yola çıkarak Yunan tragedyasın ı inceledi. Antropolog Lewis Henry Morgan'ın Friedrich Engels tarafından Marksizme mal edilen görüşleri temelinde, Yunan tragedyasını anaerkil toplumdan erkek egemen bir topluma geçişin bir ifadesi olarak yorumladı. 1946'da yayımlanan Marksizm ve Şiir' de ise, şiirin doğuşu ve gelişimini, söz ve büyüyle olan or­

tak kökenini, emek süreciyle olan bağını ele aldı. Antikçağ üstüne yapılmış en yetkin Marksist araştırmalardan biri olan Eski Yunan Toplumu Üstüne lncelemeler'in ilk cildi Tarihöncesi Ege'yi 1949'da, ikinci cildi llk Filozojlar'ı

1955'te yayımladı. 1970'lerde, daha çok sosyalizmin sorunlarını ele alan ku­ ramsal yapıtlar verdi. 3 Şubat !986'da Birmingham'da öldü.

Celal Üster 1947'de İstanbul'da doğdu. İngiliz Erkek Lisesi ve Robert Academy'yi bitirdikten sonra İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi İ ngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü'nde öğrenim gördü. Uzun yıllar Cumhuriyet gazetesinin Kültür Servisi'ni yönetti; ilk döneminde Cumhuriyet Kitap'ın yayın yönetmenliğini yaptı . Can Yayınları'n ı n ve P Dünya Sanatı Dergisi'nin genel yayın yönetmenliğini üstlendi. "Yeryüzü Kitapl ığı" başlığı altı ndaki yazılarını Radikal Kitap ve Cumhu riyet Kitap'ta yayımladı. George Thomson'ın Tarihöncesi Ege adlı yapıtının çevirisiyle, 1983'te Yazko Çeviri Dergisi'nin Azra Erhat Çeviri Ôdülü'ne değer görüldü. Marksist klasiklerden yaptığı çeviriler dışında, Robert Louis Stevenson, Yaroslav Hdek, H .G. Wells, Liam O'Flaherty, George Orwell, )uan Rulfo, Roald Dahi, iris Murdoch, Jorge Luis Borges, Mario Vargas Llosa, John B e rger gibi yazarların yapıtlarını dilimize kazandırdı. Körün Taşı ve Bir 'Çevirgen'in Notları adlı kitapları yayımlandı. lngiliz ve Amerikan Edebiyatında Kısa Öykünün Büyük Ustaları, Sözün Ôzü: Eski Çağlardan Günümüze Ünlü Yazarlar ve Düşünürlerden ôzlü Sözler ve Aşk Olsun: Eski Ozanlardan Sevda Şiirleri adlı seçkileri hazırladı. Belgelerle Türk Eczacılığı, National Geographic Fotoğraflarıyla lstanbul ve Metropolis: Ana Tanrıça Kenti adlı

kitapların editörlüğünü üstlendi.

George Thomson'ın özgün adı Studies in Ancient Greek Society - The Prehistoric Aegean olan bu yapıtı, Lawrence and Wishart Yayınevi'nin 1961 tarihli üçüncü basımından Türkçeye çevrilmiştir. Kitabın lngiltere' deki birinci basımı 1949' da, gözden geçirilmiş ikinci basımı da 1954'te gene aynı yayınevince yayımlanmıştır.

Notlar, Dizin

ve

Kaynakça'yıı

llltkln

Bir Açıklama

George Thomson, Eski Yunan ve Latin yaıurlurı vr cınlurın yopıtlarına dair notları sunarken, Liddel ve Scott'un Greek-English lexlıwı'unılukl (Yununrn lnglllzce Sözlük) ve Lewis ve Short'un Latin-English Dictionary 'sind c k l ( l.ııl lnı r 111111111.-r Sllı.lük) kısaltmaları olduğu gibi korumuştu. Biz de, Türkçede ya y ım l ıı nıı n hıııılıııı ılııınılıı, ıcı(lunu bu kısaltmalarla verdik. Kişi ve yer adlarının kısa açıklumıılıınylıı lıiılıkıı·

kitabın scınunılıı

ııyı ıuıılı lıir ıliı.in

lıulıılıillı •lnlı

ile kaynakçayı

Eski Yunan Toplumu Üstüne İncelemeler

-

1

TARİHÖNCESİ EGE George Thomson İngil izceden Ç e vi re n :

Celal Üster

Yordam Kitap

• Eski Yunan Toplumu Üstüne lncelemeler-1: Tarihöncesl Ege • ISBN 978-605-172-423-2 •Çeviri: Celal Üster Düzeltme: Safa Enis Sağlık • Kapak ve iç Tasarım: Savaş Çekiç Sayfa Düzeni: Gönül Göner •Birinci Basım: Nisan 2021 Yordam Kitap: 389

George Thomson

© Lawrence & Wishart Ltd.,1968; ©Yordam Kitap, 2021 Yordam Kitap Basın ve Yayın Tic. Ltd. Şii. (Sertifılca No: 44790) Çatalçeşme Sokağı Gendaş Han No: 19 Kat: 3 3411O Cağaloğlu - İstanbul Tel: 0212 528 19 10

• W: www.yordamkitap.com • E: [email protected]

www.facebook.com/YordamKitap

• www.twitter.com/YordamKitap

www.instagram.com/yordamkitap Baskı:

Pasifik Ofset (Sertifika No: 44451)

Cihangir Mah. Güvercin Cad. No: 3/1 Baha iş Merkezi A Blok Kat: 2 34310 Haramidere / İstanbul Tel: 0212 412 17 77

Eski Yunan Toplumu Üstüne İncelemeler

-

1

TARİHÖNCESİ EGE

Bu kitaptaki çevirisinden dolayı Celal Oster'e Yazko Çeviri Dergisi tarafından 1983 yılında Azra Erhat Çeviri Ödülü verildi.

Hugh F ra s e r S tewa r t 'ı n a n ısın a

İÇİN DEKİLER ÇEVİRMENİN ÖNSÖZÜ

l3

BİRİNCİ BASIMA ÖNSÖZ.

17

GiRİŞ

19

Birinci Bölüm AKRABALIK 1. TOTEMCİLİK l. Etnoloji ve Arkeolojinin Karşılaştırmalı Bir incelemesi

29 29

2.

Totemciliğin Kökeni

32

3.

Dıştan Evlenmenin Kökeni

35

4.

Totemcilikte Doğum ve Ölüm Çevrimi

39

5.

Totemcilikten Dine

42

6.

Yontmataş Çağı Avrupası'nda Totemcilik

44

il. AKRABALIK ADLI ı­ ?:: ı-

c

1

>

.A. Pelasglar •

;.:ı -

Kariahlar

0 Lelegler +

Tyroidler Lapithler

A

·r � 1 B

o

ı:(J Yarışmaları kazananlar bir din okuluna yazılırdı.96 Ephesoslu tanrıça­ nın genel niteliğini Picard şöyle tanımlıyor: Bütün doğanın egemeniydi. İlkyaz geld iğinde çiçeklerin açmasını, toprağın ve­ rimli kılınmasını, o denetlerdi. Ana öğelere hükmeder, havayı ve suları çekip 86 Pausanias, 7. 2. 6. 87 W. R. Lethaby, "The Earlier Temple of Artemis at Ephesus" (Ephesos'taki Eski Artemis Tapınağı), Journal of Hellenic Studies, 37. 1 . 88 Acts 19. 24-27. 89 C. Picard, Ephese et Claros, ( Paris, 1922), s. 1 3 - 14. 90 Aynı yerde, s. 1 8 - 19. 91

Aynı yerde, s. 20-2 1 .

9 2 Aynı yerde, s. 2 8 , 104. 93 Aynı yerde, s. 328. 94 Aynı yerde, s. 332. 95 Thukydides, 3. 104. 3. 96 Ephese et Claros, s. 340.

231

232

1

To rihöncesi Ege

çevirirdi. Hayvanların yaşayışını yönetir, yabanıl hayvanları evcilleştirir, evcil hayvanları korurdu . Hem iyilik eder, hem de canlıların ölümünü elinde tutardı. Hastalıkların iyileştiricisi ve sağlık tanrıçasıydı. Aynı zamanda, öbür dünyaya yolculukları sırasında ruhlara yol gösterirdi.97

Ayrıca, bu tanrıça, kendisini erkeklerden kaçınan kızoğlankız bir avcı olarak betimle­ yen Homeros şiirlerine meydan okurcasına, doğum yapan kadınların yardımcısı olarak kalmıştır sonuna kadar.98 Kutsal ağaç, tanrıçanın doğduğu yeri gös­ teriyordu. Doğum sancıları geldiğinde bu ağa­ ca yaslanmıştı Leto.99 Tapınım temeli buydu. Tapınak kalıntıları arasında, kourotrophos tipinde (bebek emziren kadın) birçok küçük yontu bulunmuştur. Bunların en eskisinde, bir ana ile çocuğu (Leto ile Artemis) görülmekte­ dir. Yalnız daha sonraki örneklerin kimilerin­ de iki çocuk vardır.10° Kız çocuğa bir de erkek çocuk eklenmiştir. Artemis en sonunda anası Leto'nun yerini aldı, ama Ephesoslu Apollon hiç büyümedi. Ephesos'un otuz kilometre kadar kuzeyin­ de, Kolpphon kenti yakınlarında, Apollon'un Klaros denilen bir kutsal korusu vardı. Burada Res i m 39. Ana-tan rıça ve ikizler: da başlangıçta anneye, yani Leto'ya tapınılıyorA ttika vazos u du, Leto burada da bir çocuk doğurmuştu, ama bu kez doğan çocuk erkekti ve sonunda anasının yerini alacaktı.ıoı Peki, neden Leto'nun yerini Ephesos'ta kızı, Klaros'taysa oğlu aldı dersiniz? Picard bunun yanıtını şöyle veriyor: Klaros genellikle Doğu'ya ve Doğu'nun geleneklerine karşı Ephesos'tan daha di rençliydi... Apollon gibi, ataerkil toplu mun göksel egemeni olan bir tanrının orada daha iyi karşılanması doğaldı kuşkusuz.102

Ephesoslu Artemis anaerkil niteliğini korudu. Artemis'in birçok Doğulu özelliği vardı, ama aslında bunlar salt Doğu'nun etkilerinden doğan özellik97 Ayn ı yerde, s. 377. 98 A p ul . Met.

il.

2.

9 9 Tacitus, A n n . 3. 6 1 . 1 0 0 Ephese et Claros, s. 455 -56.479 - 8 1 . 101 Ayn ı yerde. s. 455-56. 102 Ayn ı yerde, s. 457.

Ege'd e k i B a z ı A n a e r k i l Ta n r ı l a r

1

ler sayılmazdı.103 Denilebilir ki, Artemis, Doğu'nun etkilerini almakla birlik­ te kendi kökenine bağlı kalmıştır. En güçlü dönemlerinde Hititlerin kurduğu Artemis tapımı, daha Yunanlar onu Karialıların ve Leleglerin elinden aldıkları zaman bile birçok köklü değişikliğe direnmiş bulunuyordu. Gerçi Yunanlar ta­ pınım kendisini ataerkilleştiremediler, ama siyasal açıdan belirleyici nitelikte bir yenilik getirmeyi de başardılar. Din okullarına rahiplerin yanı sıra rahibeler de girebiliyordu; ne var ki, iç tapınağa kadınların girmesi yasaktı, buraya giren kadınlar ölüm cezasına çarptırılıyordu.104 Böylece, merkezi yönetim erkeklerin denetimine girmiş oluyordu. Bu Yunanların Karialı kadınlarla evlendiklerini anımsayacak olursak, bu kuralın ne anlam taşıdığı açıkça ortaya çıkar; nite­ kim, kadınların iç tapınağa girememesine ilişkin kuralın bu denli tartışılmaz ve kesin nitelikte oluşu, gerçekte anaerkil geleneğin ne denli sağlam olduğunu göstermektedir. Sparta' daki Artemis Orthia tapınağı Eurotas Irmağı kıyısındaydı. Burada yapılan kazılarda birçok küçük kadın yontusu bulundu.105 Tanrıçanın imgesi­ nin söğüt dalları arasında bulunduğu söyleniyordu; Tanrıça'ya da Lygodesma, "söğüt dallarına sarılı" adı verilmişti.106 Ephesos'taki yontuyla aralarındaki benzerlik öylesine açık ki, Spartalı Artemis'in Ephesoslunun bir uzantısı oldu­ ğu bile söylenebilir. Anımsayacak olursak, Sparta' da ilk oturanlar Leleglerdi. Spartalı erkek ço­ cuklar, erginliğe eriştikleri zaman, bu tapınakta kırbaçlanarak bir dayanıklı­ lık sınavından geçirilirdi; Spartalı adının güçlüklere karşı dayanıklı olmanın simgesi sayılması da bu sınavlardan kaynaklanmıştır. Tören gerçekten bir da­ yanıklılık denemesi ya da bir güçlülük sınavıydı; kabilelere özgü erginlenme törenlerinin tipik bir biçimiydi. Yalnız bir özelliğiyle farklılık gösteriyordu: erkek çocuklar kutsal yontuyu kucağında tutan rahibenin önünde kırbaç­ lanıyordu. 107 İlkel erginleme töreninin en ağır yaptırımlarla güvence altına alınan değişmez bir kuralı da, karşı cinsin kesinlikle dışarıda tutulmasıdır. Demek ki, Spartalıların erginleme sınavı bu can alıcı noktada değişikliğe uğ­ ramıştı. Rahiplerin gerçekleştirdiği bir kuttörende bir rahibenin bulunması, Khasilerden bildiğimiz gibi, bu görevi bir zamanlar rahibenin yerine getirdi­ ğini gösterir. Ayrıca biliyoruz ki, söğüdün (lygos) aybaşı üzerinde etkili oldu­ ğu sanılıyor ve bu bitki bu alanda kullanılıyordu. Sparta' dakine çok benzeyen bir kırbaçlama sınavı da, Arkadia'daki Alea'da kadınlara uygulanmaktaydı.108 103 Aynı yerde, s. 1 30. 104 Artem. 4. 4. 105 R. M. Dawkins, The Sanctuary ofA rtemis Orthia at Sparta (Sparta'daki Artemis Tapınağı), (Londra, 1 929), s. 145-62. 106 Pausanias, 3. 16. 1 1 . 107 Pausanias, 3 . 1 6 . i l . 108 Pausanias, 8 . 23. 1 .

233

234

1

Tarihöncesi Ege

Spartalı erkek çocukların rahibenin önünde kırbaçlanmalarının nedeni, bu er­ ginleme sınavının, adayların genç kızlar ve başgörevlinin de bir rahibe olduğu bir kuttörenden kaynaklanmış olmasıydı.109

Resim 40. A rtemis Orthia: Sparta'dan bir fildişi kabartma

Artemis Orthia tapınağının bulunduğu yerdeki kalıntıların hiçbiri Dor istilasından eski değildir. Bu da tapınım orada Dor yerleşmeciler tarafından kurulduğunu gösterir, ama daha başından onlara özgü bir tapım olduğunu gös­ termez. İstilacıların, her zaman, ele geçirilen yöre halkının tapımlarını ken­ dilerine mal ederek durumlarını sağlamlaştırmaya çalıştıklarına tanık olun­ muştur. Kaldı ki, Spartalı Artemis'in nereden geldiğini de biliyoruz. Sparta' da bulunduğu yere Limnaion (limne, "bataklık") deniliyordu; tapıma da Messenia sınırındaki Limnai köyünden kalkılarak bu ad verilmişti; burada bir Artemis Limnatis ("bataklıkların" tanrıçası) tapınağı vardı.1 10

109 G. 2. 467-7 1 . 1 10 Strabon, 362; Pausanias, 3. 16. 7 , 4. 4 . 2 , 4 . 3 1 . 3.

• Munikhia:-ı-auropolos, Ka�iste -

a



Orttıia, Limnaia, AgrOtera

@.

Eilelthyfa, Sood i na, Soteira­

ı

\

,

'

'

70 mil

ı ' /

-

'

'

,

,

'

'

,

'

!!: ı::ı

• Perga1119 s

�-

ı::ı '

'

es: > ::ı:ı --ı tT1

b •

\

I

� (;;' --ı > ::s � t-"'

>

� m

( ..

D

c

b o �

.cJ

o



B

c



� � )>



c:::ı

0> 0 ANAPHE

A

Mytasa'

D





€" N VJ vı

236

1

Ta rihöncesi Ege

Orthia ya da Orthosia (her iki biçime de rastlıyoruz) adının ne anlama gel­ diği bilinmiyor. Tek bildiğimiz, Orthia'nın Elis'te, Orthosia'nın da Karia' da birer köy oldukları. 1 1 1 Sparta'ya özgü bir ad değildi demek ki. Yazılı belgelere geçmiş on Artemis Orthia (Orthosia) tapımı vardır ve üçü dışında hepsi de Peloponnesos'tadır.112 Ayrıca, az önce anlattıklarımızdan da açıkça anlaşı­ lacağı gibi, Artemis Orthia ile Artemis Limnatis gerçekte aynı tanrıçaydılar. Tam yedi Artemis Limnatis (Limnaia) tapımı vardır ve bunların hepsi de Peloponnesos'tadır.113 Bunlara, Arkadia' da bulunan Stymphalia Gölü 'ndeki Artemis Stymphalia ve Letrinoi' daki Artemis Alpheaia tapımları da eklene­ bilir; bunların da aynı kümeden oldukları açıktır.114 Olympia' da bir Artemis Alpheaia daha vardı.115 Bu "bataklıkların" tanrıçası da Artemis Agrotera'dan, "kırların" tanrıçasından pek farklı değildi sanırız. Bu ad dokuz yerde karşı­ mıza çıkmaktadır ve bunlardan beşi Peloponnesos'tadır. 1 16 Öyleyse, yirmi dört Orthia-Limnatis-Agrotera merkezinin en azından onsekizi Peloponnesos'tadır. Geriye kalanların ikisi Atina' da, biri Megara kolonisi olan Byzantion' da, ikisi birer İon kolonisi olan Euboia Adası'ndaki Artemision Burnu'nda ve Phanagoreia' da, biri de Akarnania bölgesindedir. Bu tapımlar Peloponnesos'un belirleyici özelliklerini taşıyorlardı; bu da, onların Karialılar ve Lelegler tara­ fından Anadolu' dan getirildikleri görüşüyle uygunluk göstermektedir.117 Artemis'e, Peloponnesos dışında, daha çok Boiotia' da tapınılırdı. Ama Boiotia' daki adları değişikti Artemis tanrıçanın. Khaironeia' da Soodina, yani "doğum sancılarından kurtaran";1 18 Thisbe' de Soodina ya da Soteira, yani "kur­ tarıcı" adıyla anılırdı. 1 19 Soteira adına Megara' da, Troizen'de, Lakonia bölgesinde ve Kyklad'larda da rastlarız.12° Khaironeia, Thisbe, Thespiai ve Orkhomenos'ta aynı zamanda Artemis Eileithyia'yı görürüz.121 Bundan, Karialı doğum tanrıça­ sının Boiotia' da Minoslu tanrıçayla kaynaştığı sonucunu çıkarabiliriz. Thessalia kıyılarındaki Magnesia kentinde de rastlarız Artemis Soteira'ya, ama tanrıçanın Thessalia'daki tipik imgesi "kavşakların" tanrıçası anlamına gelen Enodia'dır.122 Artemis-Hekate'nin belki de Thrakialı Brimo ve ay-tanrıça ll 1 Pausanias, 5. 16. 6; Strabon, 650. 1 1 2 Pi.

O.

3 . 54; Pausanias, 5. 16. 6.

113 Pausanias, 2 . 7. 6 (Sikyon), 7. 20. 7-8 (Patrai), 8. 5. 11 (Tegea), 4. 31. 3 (Kalamai), 3. 23. !O ( Epidauros Limera), 2 . 14. 2 (Sparta). l l4 Pausanias, 8. 22. 7, 6. 22. 8 . l l 5 Pausanias, 5 . 1 4 . 6; Strabon, 343. 1 16 X. Heli. 4. 2 . 20; Pausanias, 5. 1 5 . 8. l l7 Pausanias, 3. 14. 2 . l l8 IG. 7 . 3407. 1 19 Cults of the Greek States, (Yunan Devletleri Tapınılan),

c.

2, s. 586.

120 Pausanias, 1 . 40. 2 , 1. 44. 4, 2 . 31. 1 , 3. 22. 1 2 . 1 2 1 Culture of the Greek States,

c.

2 . s. 568.

1 22 F. Stahlin, Das hellenische Thessalien, (Stuttgart, 1 924), s. 54, 71, !07.

Ege'd e k i B a z ı A n a e r k i l Ta n r ı l a r

1

Bendis'le ilintili yerel bir biçimidir bu.123 Thessalia'nın hiçbir yerinde Orthia, Limnatis ya da Agrotera'ya rastlanmaz. Demek ki, bu sıfatların kuzeye doğru yayılması, Karialıların etki alanının sınırlarına denk gelmektedir.

4. Brauronlu Artemis Şimdi bu kızoğlankız avcıyı Yunan dininin en karanlık köşelerinden birine kadar izlememiz gerekecek. Arkadialıların atası, "ayı-adam" (arktos) Arkas'tı. Arkas dünyaya gelmeden kısa bir süre önce, Artemis'in arkadaşı olan anası ayı kılığına sokulmuştu.124 Arkas'ın anasının adı Kallisto, Megisto ya da Themisto'ydu. Aslında bun­ lar Artemis'in kendi adlarıydı.125 Attika kıyısında, Brauron'da bir Artemis Brauronia tapınağı bulunuyordu. Genç kızlar burada evlenmeden önce saf­ ranlara bürünerek bir ayı dansı yaparlardı.126 Ayrıca şenlik sırasında bir keçi kurban edilirdi. Halk bir zamanlar bir ayıyı öldürmüş, tanrıça da onları ilenç­ leyerek üstlerine veba salgını salmıştı. O zaman içlerinden biri tanrıçanın öfke­ sini yatıştırmak amacıyla bir keçiye kızının giysilerini giydirmiş, sonra da onu tanrıçaya kurban etmişti.127 Doğum yapmak üzere olan kadının ayıya dönüştüğü Arkadia mitosunu, ev­ lenmek üzere olan genç kızların ayı dansı yaptıkları Attika kuttöreni açıklıyor. Ancak, kuttörende mitosun içermediği iki ayrıntı var: keçinin kurban edilmesi ve bir genç kızın kurban edilir gibi gösterilmesi. Keçinin, ayının yerini tut­ tuğu düşünülebilir. Bu da, kuttörenin, daha eski bir dönemden ya da ayılara tarihsel dönemin Attika'sından daha sık rastlanan başka bir ülkeden kaynak­ landığını getirmektedir akla. Peki ya genç kız? Lemnoslu Pelasgların kaçırdığı Atinalı çocukların öyküsünü daha önce dinlemiştik. Bir başka gelenekteyse, Pelasglar Brauron kıyılarını yağmalamakla, Attikalı genç kızları kaçırıp ge­ milerle Lemnos'a götürmekle suçlanırlar.128 Bu kızlardan ne istiyorlardı aca­ ba? Anlatılanlara bakılırsa, Lemnoslular genç kızların kurban edildiği bir "ulu tanrıça"ya tapınıyorlardı.129 Gerçek ortaya çıkmış oluyor böylece. Troya Savaşı'na katılacak Akhaların gemileri Aulis limanında toplanır. Ama denizdeki fırtına filoların yola çıkmasını engellemektedir. Ordunun bilicisi, Artemis tanrıçanın öfkelendiğini, ancak kral Agamemnon kızı İphigenia'yı kenı 2 3 Historia Numorum, s. 307-08; Euripides, fon, 1048. 1 2 4 Apollodoros, 3. 8. 2. 125 K. O. Müller, Prolegomena zu einer wissenschaftlichen Mythologie, (Göttingen, 1825), s. 73 -76; Cults of the Greek States, c. 2 , s. 435. Artemis'e Atina'da ve Trikolonoi'da Kalliste olarak tapınılı­ yordu: Pausanias, 1 . 29. 2 , 8. 35. 8. 1 2 6 Aristophanes, Lysistrata, 645. 1 2 7 //yada, 331. 26. 128 Herodot Tarihi, 4 . 145, 6. 138. l ; Plutarkhos, Moralia, 247a; //yada, 1 . 594. 1 29 St. B.; Phot.; Hsch.

237

238

1

Ta rihöncesi Ege

disine kurban ederse öfkesinin yatışacağını söyler. Bunun üzerine Agamemnon, safranlara bürünen kızı İphigenia'yı öldürmeye hazırlanır; İphigenia kurban edilmek üzere sunağa çıkar, bıçak tam boğazına saplanacağı anda Artemis onu havaya kaldırıp bıçağın altına bir dişi geyik, boğa ya da ayı koyar.130 iphigenia ise Tauris'e, yani bugünkü Kırım'a götürülür. Tauris kralı Thoas, bu kıyılara ayak basan her yabancıyı Artemis tanrıçaya kurban etmektedir, İphigenia orada Artemis tapınağına rahibe olur. Yıllar sonra, Tauris'e, anasını öldürdüğü için sürgün edilen erkek kardeşi Orestes gelir. Kral Thoas, Orestes'i, kurban edilmek üzere İphigenia'ya teslim eder. Ama İphigenia Orestes'i tanıyınca, onu ve tanrıça­ nın yontusunu kıyıya götürmek için bahane uydurur, kıyıya inince de Orestes'le birlikte gemiye atlayıp sağ salim yurduna döner.131 Şimdi yeniden Lemnos'a dö­ nelim. Lemnoslu kadınlar bir gece adada ne kadar erkek varsa öldürdüklerinde, yalnızca Hypsipyle babasını öldürmemişti. Babasının adı Thoas'tı. Hypsipyle babasına Dionysos giysileri giydirerek onu deniz kıyısına götürmüştü. Oradan bir gemiye binerek Tauris'e gitmişler, Thoas orada kral olmuştu.132 Böylece bu ayı-tanrıçanın geçmişi açıklığa kavuşmuş oluyor. Bu tanrı­ ça, kendisini Arkadia'ya Attika' dan, Attika'ya Lemnos Adası'ndan, Lemnos Adası'na da Karadeniz'in uzak kıyılarından getirmiş olan Pelasgların tanrı­ çasıydı. Bu durumda, Ege'ye Propontis, yani bugünkü Marmara Denizi üze­ rinden gelmiş olması gerekir. Pelasg dilinin varlığını sürdürdüğü bölgelerden biriydi burası; ayrıca burada Ayı Dağı denilen bir dağ bulunuyordu, Kyzikos kenti bu dağa kurulmuştu.133 Böylece Pelasgların Kafkasya kökenli oldukla­ rı doğrulanıyor ve irili ufaklı öteki kanıtlar da yerli yerine oturuyor. Elis'te, Troas'ta ve Paphlagonia' da rast geldiğimiz Kaukonlar Kafkas adı taşımaktadır­ lar; gene Pelasgların yaşadığı Khios Adası'nda Kaukasa adlı bir köy ve bu köyde bir Artemis Kaukasis, yani Kafkasyalı Artemis tapımı vardı.134 Brauron' daki ayı dansı, aslında bir ayı klanının, totemi canlandıran aday­ lardan birinin öldürüldüğü bir erginleme töreniydi. Erginleme törenlerinde insanların kurban edilmesine zaman zaman günümüzdeki kabilelerde de rast­ lanır.135 Ama aynı tanrıçanın, ayının yanı sıra daha başka kutsal hayvanları da vardı. Bunlardan biri boğaydı; tanrıça, boğadan dolayı Tauro ya da Tauropolos adını almıştı. Bu ad Attika' da, Lemnos'ta ve Kappadokia' da görülür.136 Hiç kuş­ ku yok ki, tanrıçanın oraya çıktığı yer olan Tauris de bu adla ilintilidir. 130 Procl. Chr. 1. 2 . 1 3 1 Euripides, lphigen ia Tauris'te, 2 8 - 4 1 ; Herodot Tarihi, 4. 1 0 3 . I ; Apollodoros, Epit. 3. 23. 1 32 Hyg. F. 1 5 . 1 33 Strabon, 5 7 5 ; N i c . Alex. 6 - 8 . 1 34 Herodot Tarihi,

5.

3 3 . T.

1 3 5 H. Webster, Prim itive Secret Societies ( i lkel i nsanlarda Gizli Dernekler). ( i kinci basım. New York, 1932), s. 35. 1 36 Cults of the Greek States,

c.

2 , s. 569-70.

Ege'd e k i B a z ı A n a e r k i l Ta n r ı l a r

1

Eğer Brauron Artemisi Pelasgların tanrıçası idiyse, onun Athena tanrıçay­ la nasıl bir ilişkisi olduğuna bakmamız gerekir, iki tapım arasında bir bağıntı noktası arayacak olursak, Troya' da bulabiliriz bu bağıntıyı. Troyalı Athena'ya hizmet etmeye gönderilen Lokrisli genç kızlar ilkin bir sınavdan geçmek zo­ rundaydılar. Bu sınav gereği, canlarını kurtarmak için kaçarlar, yakalanmadan tapınağa ulaşabilirlerse rahibe olurlardı. Tapınağa ulaşmadan yakalanırlarsa Athena tanrıçaya kurban edilirlerdi.137 Burada gene, Lemnos'un "yüce tanrıça­ sı" çıkıyor karşımıza. Bu durumda Pelasgların ana kolunun Makedonia ve Thessalia' dan geçe­ rek karadan gelmiş olmasına karşın, daha küçük bir topluluğun da, belki de daha sonraları, Lemnos ve Troas'tan kalkıp denizden Orta Yunanistan'a geldiği anlaşılıyor. Athena tanrıça birinci göçe bağlıdır, ayı-ve-boğa tanrıça ise ikinci göçe. O zaman ikinci tanrıçaya niçin Artemis adı verilmişti? Bu özdeşleme, sanırız, Ephesos'un yüce tanrıçasının etkisinden ileri gelmekteydi. Dahası, belki de ilk kez Troas bölgesinde yapılmıştı bu özleşleme. Yitik destanlardan birinden, Kypria'nın bir bölümünden, Khryses'in kızının, Troas'ta Akhaların eline düştüğünde, Artemis'e kurban edileceğini öğreniyoruz. 138 Anlaşıldığı ka­ darıyla, bu Troyalı Artemis Troyalı Athena'nın başka bir biçiminden başka bir şey değildi; nitekim, Pelasg ve Karia-Leleg egemenlik alanlarının bu bölgede çakışması bu belirsizliği aydınlığa kavuşturmaktadır. Daha başka benzerlikler de söz konusu. Ephesoslu Artemis, analıkla ve ayla olan bağıntılarını hiçbir zaman yitirmemiştir.139 Spartalı Artemis'in kentin he­ men dışında bir tapınağı vardı, dadıları erkek çocukları buraya getirirlerdi.140 Bebeği aya gösterme göreneğinin bir değişkesidir bu. Brauronlu Artemis do­ ğum yaparken ölen kadınların giysilerinden dikilmiş cüppelere sarınır,141 hiç kuşkusuz ayla ilintili bir ad142 olan Munykhia adını taşırdı.143 Atina dolayın­ da bu adda bir kent bulunuyordu; burada Artemis şenliği Munykhion (Nisan­ Mayıs) ayının on altısına rastlardı.144 Bu da, bu şenliğin, çok eskilere uzanan her ay dolunaydan sonraki gece çörek sunma göreneğine dayandığını gösteri­ yor. Artemis Munykhia, hepsi de Pelasgların egemenlik alanında kalan Pherai, Pygela, Kyzikos ve Plakia'da yeniden karşımıza çıkar.145 137 Lykophron, 1 14 1 . 1 3 8 !!yada, 1 . 366. 139 Ephese et Claros, s. 368. 140 Ath. 1 39a; Plutarkhos, Moralia, 657e. 141 Euripides, /phigenia Tauris'te, 1463- 67. 142 Bkz. ikinci Bölüm, A naerki, V I . Bir Tanrıçanın Yaratılması, 5. Thesmophoria ve Arrhephoria, Not. 1 14. 143 A ristophanes, Lysistrata, s . 645. 144 Plutarkhos, Moralia. 349f. 145 Cali. Dian. 259; Strabon, 639.

239

240

1

Ta rıhöncesi Ege

Artemis tanrıçanın evrimi, Yunan göksel varlıklarının değişik kültür­ lerin kaynaşmasını içeren karmaşık bir sürecin ürünleri olduğunu orta­ ya koymaktadır. Tıpkı Athena gibi bu Pelasg Artemisi de Hellenik değildir diye kestirilip atılamaz. Bir bakıma, Hellen-öncesi dönemdendir, çünkü Brauronlu genç kızlar ayı danslarını yaparlarken sanırız Attika köylerinde konuşulan dilde tek bir Yunanca sözcük yoktu daha. Ama Pelasg Artemisi, tam da bu nedenle, bildiğimiz gelişmiş Artemis'e, yani Hellas masallarının en ünlüsünde Agamemnon'un kızının canını almak isteyen tanrıçaya çok daha büyük katkıda bulunmuştur ve bu el değmemiş, kızoğlankız annenin tapınaklarını Meryem Ana'ya bırakması için çanların çalmaya başladığı güne kadar, Brauronlu genç kadınlar bu tanrıçaya tapınmayı sürdürmüşlerdir. Hellenizmin kökenlerini Balkan dağlarındaki ya da Ukrayna bozkırlarındaki erişilmez bir geçmişin sınırları içinde tutmak doğru olmaz. Hellenizmin kö­ kenleri Yunan toprağında, yüzeyin hemen altında yatmaktadır.

5. Hera Hera, asıl örnekten sapmada Athena'yı bile geride bırakır. Sanırız, ana­ erkil niteliğinden sıyrılan ilk tanrıçaydı Hera. Hera, Agamemnon'un Argos Ovası'ndaki sarayının bulunduğu Mykene kentinde, Troya'yı kuşatan Akhalar topluluğunun tanrıçası oldu ve böylece erken bir tarihte Olympos'un ecesi, yeni ataerkil dünyanın göksel egemeni Zeus'un karısı olarak ululandı. Tarihsel dönemde, Hera'ya Yunanistan'ın birçok yöresinde özellikle ev­ lilik tanrıçası olarak tapınıldı, ama onun Argos'taki tapınağı, yani Argos Heraion'u önceliğini hiçbir zaman yitirmedi, llyada'da, Mykene, Argos ve Sparta Hera'nın en sevdiği üç kenttir. 146 Sparta' daki Hera Argeia tapımı ora­ ya Argos'tan gelmişti.147 Hera tapınağına en kuzeyde, Malis Körfezi'ndeki Pharygai'da rastlanır ve bu tapınağı Argolis bölgesinden gelip oraya yerleşen­ ler kurmuşlardır.148 Boiotia'nın birçok kentinde tapım merkezleri vardı, ama sanırız bu bölgedeki en eski Hera tapımı Korinthos Körfezi'nin içerlerinde bulunan Kithairon Dağı'ndaydı.ı49 Körfezin çepeçevre bütün bir iç bölgesin­ de, Korinthos'ta, Heraia'da ve Sikyon'da bu tanrıçaya tapınılıyordu.ıso Bu say­ dığımız yerler bir zamanlar Mykene Krallığı'nın bir bölümünü oluşturmuş­ tu. ısı Kazılar, Heraia' daki tapı mm, Argos'taki Heraion' dan kaynaklandığını ı46 llyada, 4. 50-52. ı47 Pausanias, 3, 1 3 . 8. ı48 Strabon, 426. Hera, Argonautlar söylencesinde Hera Pelasgis olarak çıkar karşımıza: Apollodoros, 1. 9. 8. ı49 Pausanias, 9. 2 . 7, 9. 9. 3. ı so Culture of the Greek States, c. ı, s. 248. ısı Bkz. Dördüncü Bölüm, Kahramanlık Çağı, Xll. Akhalar, 4. Peloponnesos Akhalan.

E g e 'd e k i B a z ı A n a e r k i l Ta n r ı l a r

1

kanıtlamıştır; gelenekte de, Sikyon'daki iki Hera tapımı için aynı şey söylen­ mektedir.152 Olympia' daki en eski tapınak olan Hera tapınağı, Olimpiyat Oyunları'nın Argoslu Herakles tarafından kurulduğunu belirten gelenekten ayrı tutula­ maz.153 Atina kentindeyse pek önemli değildir Hera tanrıça; Akropol' de tapı­ nağı yoktur. Euboia Adası'nda Hera'yla ilgili söylence ve kuttören neredeyse Argos'takinin aynıdır.154 Hera tapımının anakaradaki odak noktası Argos'taki Heraion, yani Hera tapınağı ise, o zaman neredeyse kaçınılmaz olarak Hera'nın Argos Ovası'na denizaşırı ülkelerden geldiği sonucunu çıkarabiliriz. Heraion'daki, armut ağa­ cından yapılmış en eski Hera yontusu buraya Tiryns kentinden getirilmişti.155 Tiryns kenti, kızoğlankız Hera anlamına gelen Hera Parthenos156 tapımının bulunduğu Nauplia kentine yalnızca birkaç kilometre uzaklıktaydı. Sanırız Nauplia da, o güzelim doğal limanıyla, Minoslu tacirlerin sık sık uğradıkları bir liman kentiydi. Hermione'de güzel bir liman daha vardır; burada da bir Hera Parthenos tapımı bulunuyordu ve söylenenlere bakılırsa, Girit'ten Yunanistan'a geldiklerinde Zeus ile Hera burada karaya ayak basmışlardı.157 Ege' de, Argos Heraion'una karşı öne sürülebilecek tek bir merkez vardır. Samos Adası'ndaki Hera tapımının çok eski olduğu doğrulanmıştır, buradaki Hera tapınağı Ephesoslu Artemis tapınağından bile büyüktür.158 Hera yontu­ sunun Argos'tan gelmiş olduğu söyleniyordu, ama Samoslular bunu yadsıyor ve Hera'nın tapınaktaki söğüt ağacının dibinde doğduğunda diretiyorlardı.159 Hermione gibi Samos da bir Karia yerleşim merkeziydi; eski adı Parthenia'ydı. 160 Demek ki, Hera'nın doğusuyla ilgili söylence Karialı Artemis'le bağı olduğu­ nu akla getirmekle birlikte, Samoslu Hera'nın Hermioneli ve Nauplialı Hera Parthenos'la bağı vardı.

1 52 H. C. Payne, "The Plough in Ancient Britain" ("Eski l ngiltere'de Tarım") Archaeological Journal, (Londra, 1844-), 104.22; Pausanias, 2. i l . 1·2. 153 Pi. O . 10. 2 3 - 59. 1 54 Cults of the Greek States, c. l, s. 253. 1 5 5 Pausanias, 2. 1 7. 5. 156 Pausanias, 2 . 38. 2. 1 57 Theoc. 1 5. 64. 1 58 Herodot Tarihi. 3. 60. ! . 1 59 Pausanias, 7. 4. 4. 160 Strabon, 637.

241

242

1

Ta rih öncesi Ege

Ha rita VI: ARGOS OVASI KORİ N THOS KÖRFEZİ

KOYU

Ege'd e k i B a z ı A n a e r k i l Ta n r ı l a r

1

Hera tanrıçanın Anadolu' dan kaynaklandığını gösteren hiçbir belirtiye rastlanmıyor. Kaldı ki, Hermione' deki yerel gelenek de bizi Girit'e yöneltmişti. Girit'teki Knossos kentinde Hera'ya, Zeus'la birlikte, kutsal bir evlilik çerçeve­ sinde tapınılıyordu. 161 Bu, Minos saray tapımının bir kalıntısıydı hiç kuşkusuz. Knossos yakınlarında bir yerde, Hera'nın Eileithyia'yı doğurduğu Amnisos Mağarası vardır.162 Dolayısıyla, Hera'nın, Minos ana-tanrıçasının belli bir bi­ çiminden ya da belli bir yönünden evrildiğine kesinlikle inanabiliriz. Kutsal evlenme, Hera tapımının en yaygın özelliklerinden biriydi. Plataiai kentindeki tapımında, gelin giysisi giydirilmiş bir yontu Kithairon Dağı'nın tepesine çıkarılırdı.163 Hera'nın Zeus'la birleşmesini kutlamak için Atina' da her yıl bir şenlik düzenlenirdi.164 Euboia Adası'nda düğünler Okhe Dağı'nda yapılırdı.165 Samos Adası'nd a da Hera tanrıçayı gelin gibi giydirilmiş bir yontu canlandırırdı.166 Nauplia'da, gizli tapımların her ilkyaz düzenlenen törenlerinde, Hera evlendikten sonra kızoğlankızlığını yen ilemek için yıka­ nıp arınırdı.167 Böylece, yerel Hera Parthenos, Zeus'un resmi karısıyla bağ­ daşlaştırılmış oluyordu, Hermione' de güveyin Hera'ya guguk kuşu kılığına bürünerek yaklaştığı söylenir: Minos tanrıçasına özgü kuşa dönüşmelerin bir uzantısıdır bu. 168 Kutsal evlenme kimi zaman boğa ile ineğin birleşmesi biçiminde canlandırılıyordu. Hera'nın benzeri olan İo'yla ilgili söylencenin anlamı budur; Jane Harrison'la Farnell ilk kez bu noktada anlaşmışlardır.169 İo, Hera tapınağının rahibesiydi. Tiryns'teki armut ağacından yontuyu diken, İo'nun babasıydı.170 Zeus, İo'yu görünce, genç kızın güzelliğine vurulmuş. Babasını, kızını evinden atmaya, Lerna'nın yeşil çayırlarına göndermeye zorlamış. İo oraya varır varmaz bir ineğe dönüşmüş ve sırtında boğa postu bulunan yüz gözlü sığırtmaç Argos'un gözetiminde otlamaya koyulmuş. Sonra, ya Zeus ya da onun kıskanç ecesi tarafından kovalanınca, başlamış yeryüzünü dolaşmaya, en sonunda Nil Irmağı'nın ağzına varmış. Orada Zeus, elinin bir dokunuşuyla, İo'yu yeniden insan kılığına sokmuş, akıl sağlığını geri vermiş ona. Ve gene Zeus'un bir dokunuşuyla, Epaphos adlı bir erkek çocuğu doğurmuş İo. 161 G. W. Elderkin, "The Marriage of Zeus and Hera" ("Zeus'la Hera'nın Evliliği"), American fournal of Archaeology. (Concord, 1897-), 41. 424-25. 162 Pausanias, 1 . 1 8 . 5. 163 Pausanias, 9. 3. 3-9. 164 Phot. 165 St B. 166 Aug. CD. 6. 7; Lacı. Inst. 1 . 1 7. ı67 Pausanias, 2. 38. 2 . 1 6 8 Pausanias, 2. 3 6 . 1 - 2 . 169 Cults of the Greek States, c. 1 . s. 1 8 2 . 1 7 0 Apollodoros, 2 . 1 . 3; Pausanias, 2 . 1 7. 5; Plutarkhos, Daed. IO.

243

244

1

Tar;höncesı Ege

Kuşaklar geçmiş aradan, bu Epaphos'un torunlarından Danaos, kızlarıyla birlikte Mısır' dan yelken açmış, Nauplia' da karaya çıkmış, atalarının yurduna, A rgos'a yerleşmiş.171

R e s i m 4 1 . Z e u s ve Hera : A t t i k a vazosu

Aiskhylos'un anlattığı öykü böyle, İo'nun, Proitos kızlarıyla ortak bir yanı olduğu hemen göze çarpıyor. İo, Mısır' da, kutsal hayvanı inek olan ana-tanrı­ ça İsis'le bir tutulurdu.172 Öykünün bu bölümünün ne kadar eskilere uzandı­ ğı belirsiz, ama Mısır'dan hiç söz edilmeyen daha başka değişkeleri de vardı. io'nun, Euboia Adası'nda Karystos kenti yakınlarında, kıyıdaki bir mağarada Epaphos'u dünyaya getirdiği söylenir.173 Tarihöncesi zamanlarda Euboia'da Abantlar otururdu; Abantlar bu adaya eski bir Argos kralı olan Abas'ın önderli­ ğinde yerleşmişlerdi.174 Aslına bakılırsa, adanın adı da anlamlıdır: "güzel öküz" adası. Bu ad yalnızca İo'yu akla getirmekle kalmıyor, aynı zamanda Argos Heraion'unun Euboia adlı bir dağın dibinde kurulduğunu da anımsatıyor. Bu adın Hera'nın dadısından dolayı verildiği söylenir.'75 Bu da, bu adın gerçekte Hera'nın kendisinin sıfatlarından biri olduğunu gösterir. Demek ki, çocuğunu hizmet gördüğü tapınağa bakan yamaçta doğurur İo. Böylece, söylence bir genç kızın erginlenme törenine dönüşür; kutsal evlenmede Hera'yı bir rahibe olarak 171 Aiskhylos, Zincire Vurulmuş Prometheus, 672-709, 733 - 6 1 , 8 1 6 - 4 ı , 872-902. 172 Apollodoros, 2 . 1 . 3; Herodot Tarihi, 2 . 4 1 . 1 7 3 Historia Numorum, s. 357: Pausanias, 9 . 3. 1 . 174 P i . P. 8. 73. 175 Pausanias, 2. 1 7. 1.

Ege'd e k i B a z ı A n a e r k i l Ta n r ı l a r

1

genç kız kişileştirir, erkek rolünüyse boğa kılığına sokulmuş bir rahip üstle­ nir. ı76 Öykü, bu biçimiyle, Minotauros söylencesine bütünüyle uygun düşüyor. Girit kralı Minos'un karısı Pasiphae bir boğaya aşık olur. Ünlü yontu ustası Daidalos içi boş bir inek yontusu yapar, boğa da gelir bu inek yontusunun üs­ tüne çıkar, ama yontunun içinde Pasiphae vardır.177 Bu olağanüstü birleşmeden insan gövdeli, boğa başlı Minotauros dünyaya gelir. Minotauros, Aiskhylos'un genç bir boğa olarak anlattığı Epaphos'un karşıtıdır. ı78 Zeus'la Hera'ya, evliliğin koruyucuları olarak, karı kocanın yasal biçimde birleşmesini kutsayan Olymposlu çift olarak tapınılırdı her yerde.ı79 Farnell, Zeus'la Hera'nın bu yönlerinin daha fazla incelemeye yer bırakmayacak denli eski olduğunu ileri sürmüştür. ıso Bunun, kutsal evlenmenin bir biçimi olarak, aslında insanın hayvanlardan kalıt edindiği cinsel eylemin bir kuttörene dö­ nüştürülmesinden başka bir şey olmadığı hiç kuşkusuz doğrudur. Ama bütün biçimleri arasında evlilikle ilgili olanı sonuncusudur. Burada açıktır ki yalnız­ ca kolayımıza geldiği için "evlilik" diye söz ediyoruz bundan. Yunan kutsal ev­ liliği hiç kuşkusuz Mykene dönemine, dahası onun da ötesine kadar uzanır, ama Zeus'la Hera arasında bir birleşme biçiminde görülmez. Eğer Hera Minos ana-tanrıçasından inip geliyorsa, Zeus onun asıl eşi ola­ maz; çünkü Zeus Yunan panteonunun, adının kesinlikle Hint-Avrupa ailesin­ den geldiğini söyleyebileceğimiz biricik üyesidir. Kuşkusuz çok erken bir tarih­ te ortaya çıkarılmıştır, ama kendini kabul ettirmesi için belli bir süre geçmiş olsa gerektir. Bütün tanrıların başına geçişini, anlaşıldığı kadarıyla, büyük ço­ ğunluğu soyağaçlarını ona kadar götüren Akhalara borçludur, Akhalarsa, On İkinci Bölüm' de de göreceğimiz gibi, Ege toplumunun anaerkil yapısının zayıf­ ladığı Geç Mykene dönemindendirler. Gerçek dünyadaki bu devrim, düşünce dünyasında bir karışıklığa yol açmıştır. Daha önceki anaerkil söylenceler altüst olmuştur. Gerçi tümden yok olup gitmemişlerdir, ama uyarlanıp çarpıtılarak neredey­ se tanınmaz bir kılığa bürünmüşlerdir, işte, Zeus'la Hera'nın evliliğinin de bu döneme yakıştırılması gerekir. Zeus ile Hera'nın her zaman ideal evli çift olduklarına bakarak, bu birleş­ menin hiç değilse bir çocukla kutsanmasını bekliyor insan.ısı Ne ki, böyle bir çocuk göremiyoruz ortada. Zeus'un yüzlerce çocuğu var aslında, ama Hera bunların hiçbirinin anası değil. Hera'nın da birçok çocuğu var, ama Zeus da 176 A. B. Cook, Zeus, (Cambridge, 1914 -40).

c.

1 . s. 464-96.

177 D. S. 4. 77; Clem, Pr. 4. 5 1 . 1 7 8 Aiskhylos, S u . 4 1 . 1 7 9 Aiskhylos, E . 2 14; Aristophanes, Ihesmophoria Bayramını Kutlayan Kadınlar, 973 -76. 180 Cults of the Greek States,

c.

1,

s.

199-201 .

1 8 1 A . B. Cook, "Who was the Wife o f Zeus?" ("Zeus'un Karısı Kimdi?"), Classical Review, (Londra, 1887), 20. 365,416.

245

246

1

Ta rihöncesi Ege

bunların hiçbirinin babası değil. Zeus ile Hera'nın evli­ liğini örnek bir evlilik olarak göstermek de olanaksız. İlyada' da, Zeus'la Hera arasındaki karı koca kavgalarına kahkahalarla gülmekten alamayız kendimizi. Diyeceğim, neresinden bakarsak bakalım, bu uygunsuz Olymposlu çiftin uydurma olduğu açıktır. Athena'nın Zeus'un kafa­ sından çıktığı söylenir, ama Athena doğası gereği babası olmayan tipik bir ana-tanrıçaydı bir zamanlar. Artemis'le Resim 4 2 . Minota u ros: ilon'un b ab a l arının Zeus o lduğu söy1enir ama i Ik Apo Knossos'tan bir sikke başlardaki Ephesos ve Klaros tapınaklarında yalnızca bir anneleri olduğu biliniyordu. Ares ve Hephaistos, babala­ rının Zeus olduğu ileri sürülmeden önce Hera'nın oğullarıydılar; oysa gerçekte biri Thrakialı, biri de Pelasg olduğuna göre Zeus'la da, Hera'yla da bir bağları bulunamazdı.182 Zeus'un da, Hera'nın da izleri Knossos'a uzandığından, ancak Eileithyia'nın Hera'nın gerçek çocuğu sayılabilmesi olasıdır; Eileithyia dışında bu çocukların hepsi uydurmadır. Herodotos'un belirttiği gibi, Yunan tanrı ve tanrıçalarının doğuşunu Homeros ve Hesiodos düzenlemişti;183 başka bir de­ yişle, tanrıların doğuşu, kökleri Mykene döneminde yatan epik geleneğin bir ürünüydü. Minos ana-tanrıçasının biçimlerinden biri olarak Hera'nın bir erkek eşi var­ dı mutlaka. Kimdi bu peki? Herakles ile İphitos ikizdiler. Biri ölümsüzdü, biri ölümlü.184 Herakles öy­ küsünün çıkış noktası buydu. Bu çıkış noktası, ikizlerden birini öldürme bi­ çimindeki yaygın uygulamaya uygun düşmekteydi; yetiştirme güçlüğünün zorunlu kıldığı185 ve öldürülenin ölümsüzlük kazandığı inancıyla haklı göste­ rilen186 bir uygulamaydı bu. Herakles Thebai kentinde doğmuştu, ama anası Argos Ovası'ndandı, nitekim Herakles'in başardığı on iki işin merkezi de Argos Ovası'ydı.187 Dolayısıyla, Herakles öyküsü Mykene kültürünün iki ana bölgesin­ de geçmekteydi,188 öykünün Minos çıkışlı olduğunu gösteriyor bu da. Öykünün en ilginç özelliklerinden biri, kahramanın, anasının doğduğu yerin tanrıçasıy­ la olan ilişkisidir. Bu tanrıça, daha anasının karnındayken Herakles'in hakla­ rını elinden alır ve günışığını görür görmez onu boğmaları için iki yılan gön182 Hera Ares'i Zeus'un yardımı olmadan, bir çiçeğe dokunduktan sonra doğurmuştu: Ov. F. 5. 229-56. 183 Herodot Tarihi, 2. 53. 2. 184 Hesiodos. Sc. 48-52. 185 C. K. Meek, A Sudanese Kingdom: an Ethnographical Study of the /ukun-speaking Peoples of Nige­ ria (Bir Sudan Krallığı: Nijerya' da Jukun Dili Konuşan Halklar Üzerine Etnolojik Bir i nceleme). (Londra, 1931), s. 357. 186 J. G. Frazer, The Golden Bough (Altın Dal), (Londra, 1923 -27). "The Magic Art and the Evolution of Kings" ("Büyü Sanatı ve K ralların Evrimi"), c. 1, s. 267-69. 187 Apollodoros, 2. 4. 6, 2. 5. ı . 1 8 8 M . P. Nilsson, Mycenaean Origin of Greek Mythology, (Londra, 1 932), s . 207.

E g e'd e k i B a z ı A n a e r k i l Ta n r ı l a r

1

derir. 189 Herakles'in cinnet getirip karısıyla çocuklarını öldürmesine yol açan; Amazonları ona karşı silaha sarılmaya kışkırtan; Herakles yeryüzünün batı ucundan Geryoneus'un sığır sürüleriyle dönerken yollarına bir atsineği çıkarıp sığırların dört bir yana dağılmasını sağlayan da aynı tanrıçadır.190 Bu tanrıça başından sonuna kadar Herakles'in amansız düşmanıdır. Mitologya çözümlemesinin benimsenmiş bir ilkesi de, iki kavram arasın­ daki asıl ilişki bozulduğu zaman bu ilişkinin tam karşıtına dönüştürülmeye yatkın olmasıdır. Hera'nın Herakles'e düşmanlığı "çok ileri gider", ama öykü­ nün yazılı yorumlarını bir yana bırakıp yerel geleneklere baktığımızda çok farklı bir durumun anılarıyla karşılaşırız. Sparta' da bir Hera tapınağı vardı. Bu tapınağı Herakles, Hippokoon'la dövüşünde kendisine yardımcı olduğu için Hera'ya şükran borcunu ödemek amacıyla yaptırmıştır.191 Herakles Hera'nın dev Porphyrion'la boğuştuğunu görür görmez koşup yetişmiş, Hera'ya sal­ dıran devi cansız yere sermişti. 192 Herakles Hesperidlerin (Batı Kızları'nın) Bahçesi'ne gittiği zaman da, oradan Altın Elmalar'ı alıp döndüğünde de onu karşılayıp kutlayan Hera'dır.193 Bütün bu yerel geleneklerde Herakles Hera'nın dostu ve yardımcısıdır. Yunanlar, bu yüz kızartıcı çelişmeyi, aynı adı taşıyan iki kahraman olduğu­ nu söyleyerek çözmeye çalışmışlardır: Kolları kıllı Argoslu yiğit ve ondan daha büyük olan yumuşak bakışlı Giritli delikanlı.194 Megalopolis'teki bir toplu yon­ tuda, Demeter'le kızının yanında bu Giritli Herakles de görülmekteydi.195 Aynı Herakles Mykalessos'taki (Mykale Burnu) Demeter tapınağında hizmet gör­ müştü.196 Yazılı geleneğe bakılırsa, Olimpiyat Oyunları'nın kurucusu Argoslu Herakles'ti; ama durumu daha iyi bilmeleri gereken yerel rahipler Olimpiyat Oyunları'nı Girit'ten gelen öteki Herakles'in kurduğunu söylüyorlardı.197 Dio Khrysostomos bir gün Olympia yakınlarında bir kır gezintisi yaparken yol kı­ yısında bir Herakles tapınağına rast gelmiş, tapınağın yanında yaşlı bir köylü kadın oturuyormuş. Yaşlı kadın, kaba bir Dor lehçesiyle, tapınağın bakıcısı ol­ duğunu, Tanrıların Anası'nın kendisini ödüllendirerek bilici yaptığını söyle­ miş. O yörenin çiftçileri sürülerinin ve ekinlerinin encamını öğrenmek için ona danışırlarmış.198 Herakles'le Tanrıların Anası'nın ortak tapımının kırsal 189 !!yada, 1 9. 95-133; Pi. N. 1. 33- 40; Apollodoros, 2 . 4. 5- 8 . 190 Euripides, HF. 843-73; Apollodoros. 2. 4. 1 2 , 2 . 5. 9-10. 1 9 1 Pausanias, 3. 1 5 . 9. 192 Apollodoros, 1 . 6. 2 . 193 O. Gruppe, Griechische Mythologie und Religionsgeschichte, (Münih, 1 906), s. 460 - 6 1 . 194 Herodot Tarihi, 2. 4 3 - 4 4 ; Pausanias, 9. 27. 6 - 8 . 195 Pausanias. 8. 3 1 . 3. 196 Pausanias, 9. 1 9. 5, 9. 27. 8. 197 Pausanias, 5. 7. 6 -7. 198 D. Chr. 1 . 6 1 . R.

247

248

1

Ta rihöncesı Ege

esimlerde yaygın olduğu anlaşılıyor. 199 Bu sapa yörelerde köylüler kahramana eski niteliğiy­ le tapınmayı sürdürüyorlardı. Resmi gö­ rüşe verdikleri tek ödün, kahramanı, ken­ dileri için pek az anlam taşıyan Zeus'un Olymposlu karısından alıp yerli, anaerkil niteliğini korumuş olan bir tanrıçaya ak­ tarmış olmalarıydı. Sonra bir de adın kendisi var. Kahraman ister Hera'nın düşmanı olsun, ister Demeter'in dostu, başından sonuna kadar "Hera'nın ünü" anlamına gelen bir adla ta­ nınmıştır. Bu, nedendir bilinmez, yanlış an­ laşılmıştır. Nilsson, Giritli Herakles'ten hiç söz etmeksizin Argoslu Herakles ile Thebai'lı Herakles'in ayrıntılı bir incelemesini sun­ duktan sonra, "Herakles adının, Hera'nın Herakles öyküsündeki, rolünün çıkış nokta­ Resim 4 3 . Etrüsk zırh ı: sı olduğunu" belirtir. 200 Bu varsayıma göre, Vetulonia'dan bir dikilitaş kahramanın adının başlangıçtaki seçimi bir rastlantıdır. Daha sonra tanrıçayla aralarında bir bağ kurulması da rastlantı­ dır; elbette aralarındaki düşmanlık da bir giz olarak kalmaktadır. Eldeki ipucu bir yana bırakılırsa sorunun çözülememesi doğaldır kuşkusuz. Herakles adı, avazı çıktığı kadar haykırarak, Herakles'in ana-tanrıçanın erkeği olduğunu açıklamakta, erkek çocuğa anasının adının verildiği bir toplumda cinslerin du­ rumunu belirlemektedir. İki yüzlü balta bir şimşek simgesiydi. Karia başkenti Mylasa'da Karialılara özgü bir Zeus Labrandeos, yani İki Yüzlü Baltalı Zeus tapımı vardı. "Niçin," diye soruyor Plutarkhos bıkıp usanmadan, "Karialı Zeus elinde kutsal değ­ nekle ya da yıldırımla değil de, baltayla gösteriliyor?" Herakles, Amazonların ecesini öldürünce onun pusatlarını da aldı; pusatlar arasında bir de balta var­ dı. Herakles, bu baltayı, hizmetine girdiği Lydia kraliçesi Omphale'ye sun­ du. Bu balta Omphale' den sonra, Karialı Arselis'in öldürdüğü Herakleidlerin (Heraklesoğulları) sonuncusuna kadar bir evladiyelik gibi elden ele aktarıldı. Arselis'e gelince, o, baltayı aldı, Mylasa'ya götürüp Zeus'un eline verdi.201 Zeus Labrandeos, baltasını Herakles'ten aldı açıkçası; o da Hititlerden almıştı.

199 L . R. Farnell, Greek Hero Cults (Yunan Kahraman Tapımları), (Oxford. 1921), s. 1 29. 200 Mycenaean Origin of Greek Mythology, s. 2 1 1 . 201 Plutarkhos, Moralia, 3 0 1 f.

E g e'd e k i Bazr A n a e r k i l Ta n r ı l a r

1

Resim 4 4 . lu no ile Herakles: Roma tunç yontusu

Eski bir Etrüsk gömüt anıtında, elinde iki yüzlü balta, başında kocaman sorguçlu bir tolgayla bir savaşçı görülmektedir.202 Savaş başlığının tepesindeki sorguç, Lykialılarla Karialılara özgü bir buluştu. 203 Dahası, Yunanların Herakles'iyle Hera'sı nasıl bir ilişki içindeyseler, Etrüsklerin Herakles'iyle Unial'i ve Romalıların Hercules'iyle İuno'su da tıpatıp öyle bir ilişki içindeydiler. Roma' daki bir tunç yontuda, İupiter'i, Hercules'le İuno'yu tanıştırırken görüyoruz. İupiter'in amacı, yalnızca bir uzlaştırmayla sınırlı değildir. Bunu, ayaklarının dibinde duran kadın ve erkek üreme organları da doğrulamaktadır. 204 Gerçekte, bir kutsal evlenmedir söz konusu olan. Roma 202 Cambridge Ancient History'de (Cambridge, 1925-39), 4. 392, R. S. Conway. 203 Herodot Tarihi, 1. 1 7 1 . 4. 204 "Who was the Wife of Zeus?", s. 374.

249

250

1

Ta rihöncesi Ege

düğünlerinde gelinin beline sardığı kuşak İuno'ya adanır, bu kuşağın güvey tarafından yatağa girilirken çözülen düğümüne nodus Herculaneus2°5 denirdi. Bu kanıtı ortaya koyan Cook, "Herakles tapımı çok erken bir tarihte İtalya'ya yayıldığında, Herakles'in benimsenmiş kadın eşinin Hera olduğu"206 sonucuna varmaktadır. Bugün elimizdeki bilgiler bu konuyla ilgili Yunan söylencesinin ne zaman yeniden düzenlenmiş olduğunu belirlememize elvermiyor, ama en azından bir yerel tapımda söylence kahramanı evliliğe ilişkin işlevini korumuştur. Kos Adası'nda evlenme törenleri onun tapınağında düzenlenir, ona düğüne gelen konuklardan biriymiş gibi yemekler sunulurdu.207 Bundan ötesini açık seçik göremiyoruz, ama gene de belli belirsiz birtakım izler bizi daha da gerilere çekiyor. Herakles'in Knossoslu Hera'yla birleşmesi, Girit'te bir tarlada İason'la sevişen Demeter'i getiriyor aklımıza. 208 Herakles'in Olimpiyat Oyunları'nı başlatmak için Girit'ten getirdiği arkadaşlarının adla­ rı Paionaios, Epimedes, İdas ve İasios'tu. 209 İlk ikisi ilkel tıbbın kurucularıdır. İdas, adını Girit'teki İda' dan almıştır, İasios ise İasion' dan güç ayırt edilir bir addır.210 Bu da bir dizi ikilemeye vardırıyor bizi: Herakles-İasion, Demeter­ Persephone, Hera-Eileithyia, Eileithyia-Eleusis. Hera ile Demeter'i kendi top­ raklarında daha iyi araştıracak duruma geldiğimizde, belki de her ikisinin de Cilalıtaş Çağı ana-tanrıçasında yatan kökenlerine varabiliriz. Bir soru daha: Eğer Hera Herakles'ten Zeus'la evlenmek için boşandıy­ sa, Zeus'un ilk karısı kimdi? Aristoteles'ten, Hellenlerin en eski yurdunun, Dodona kenti dolayındaki yöre olduğunu öğreniyoruz. 211 Dodona' da çok eski bir Zeus tapınağı vardı, belki de Yunan topraklarındaki en eski Zeus tapına­ ğıydı bu. Zeus'un Hint-Avrupalı yanını, Ege etkilerinden uzak olarak ancak burada bulabileceğimizi düşünebiliriz. Anlatıldığına göre, Dodona' da Hera'ya Dione deniliyormuş.212 Dione ya da Dia, Zeus'un (Hint-Avrupa dilinde dyeus) dişilinden başka bir şey değildir. Cinslerin belli koşullardaki konumlarına uy­ gun olarak, ataerkil Hint-Avrupa tanrıçası erkek efendisine göre adlandırılmış­ tı, tıpkı anaerkil Minos tanrısının kadın efendisine göre adlandırıldığı gibi. Bu iki kültürün ataerkil Yunanistan' da kaynaşması da, anaerkil tanrıça ile ataerkil tanrının evliliğinde ustaca simgeleştirilmişti.

205 Festus, 63. 206 "Who was the Wife of Zeus?", s. 375. 207 V. R. Paton ve E . L . Hicks. Inscriptions of Cos, (Oxford, 1891), s. 76. 28 208 Odysseia, 5. 1 2 5 -27. 209 Pausanias, 5. 7. 6. 2 1 0 C. Picard, "Surla patrie etles peregrinations de Demeler" ("Demeter'in Yurdu ve Gezileri Üzeri­ ne"). Revue des etudes grecs, (Paris, 1887-), 40. 357. 2 1 1 Aristoteles, Mote. 1. 14. 212 Odysseia, 3. 91.

E g e ·d e k i B a z ı A n a e r k i l Ta n r ı l a r

1

6. Apollon Bu konunun ayrıntılarına pek fazla girmek niyetinde değiliz. Önemli tan­ rıçalardan birini, Aphrodite'yi buraya almadık, ileride, Homeros destanların­ daki Helena'yı incelerken Aphrodite'yle ilgili söyleyeceklerim olacak. Bu bölü­ mü, Apollon'la ilgili bazı gözlemlerle sona erdirmek, Apollon'un nasıl anaerkil Artemis ve Leto tapımından evrildiğini göstermeye çalışmak istiyorum. Apollon'un bazı özellikleri, sözgelimi kehribar ticaretiyle ilişkisi bizi kuze­ ye, Orta Avrupa'ya yöneltiyor.213 Bunlar, Hint-Avrupalı özellikler olabilir. Ama Apollon genellikle Güneybatı Anadolu ve Girit'le bağıntılı bir tanrıdır. Nilsson ortaya koymuştur bunu:

Resi m 45. Apollon ile A rtem is: Melos Adası'ndan bir vazo

Apollon şenlikleri a n a ka rada daha seyrektir. Her yerde aslında kendisiyle ilgili olmayan daha eski şenliklere el koymuştur Apollon ... Dolunay zamanını yeğ­ leyen öteki bütün Yunan tanrılarının tersi ne, Apollon'un bütün şenlikleri ayın yedinci günü kutlanır. Babillilerin şaba ttu'su ile eksiksiz ve hiç de rastlantısal olmayan bir benzerl i k gösterir ... A nası Leto Güneybatı A n adolu' dan çıkmıştır. Leto ile uygunluk gösteren özel adlara yalnızca Güneybatı A n adolu' da rastlan­ ması bu konuda son derece inand ırıcı bir kanıttır. Dilbilimciler, Leto'nun adı­ nı, Karla dilindeki lada, " kadın" sözcüğüne bağlamaktadırl a r. Yunanistan'daki Leto tapımlarının sayısı az olduğu gibi, kaç yıllık oldukları da belirsizdir: yalnız­ ca Girit'te Leto adına düzenlenen bir şenlik vard ı r.214

2 1 3 M . P . Nilsson, Greek Popular Religion, ( New York, 1 940). s. 79. 214 Minoan-Mycenaean Religion , s . 443-44

25 1

252

1

Tarihönceıi Ege

Nilsson'un vardığı bu sonuçlar, Picard'ın Klaros'ta yaptığı çalışmanın ışı­ ğında bir adım daha ilerletilebilir. Klaros Meryemi'nin yerini nasıl oğlunun aldığını görmüştük. Benzer bir gelişme, öteki Karia yerleşim merkezlerinde­ ki, özellikle Miletos ve Delos'taki Apollon için de düşünülebilir. Delphoi' daki Apollon tapımı, tarihsel dönemde bütün ötekilere baskın çıkacak kadar etkili bir duruma gelmişti, ama Delphoi' da bile Apollon tapınağının ilk bakıcılarının Girit'ten gelen yabancılar olduğu anımsanmaktaydı. 215 Eğer Apollon Delphoi'ya Girit'ten gelmişse, Girıt'e de Anadolu' dan geldiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Karialı Apollon Delos Adası'na geldiğinde, anası, yani Kadın, orada kendisi­ ne ve kızına bir yer sağlayacak kadar güçlüydü daha. 216 Ama Apollon Parnassos Dağı'nın eteğine indiğinde kendini "Zeus'un oğlu"217 ilan etti. Delphoi'da Apollon'un anası ve kız kardeşi söylenceden de, kuttörenden de çıktılar. 218 Denilebilir ki, Delphoi'lu Apollon, kendisini yaratmış olan toplumsal deği­ şikliklerin eksiksiz bir yansımasıdır. Ephesos'ta tanrılık anadan kıza geçerdi, Klaros'ta ve Delos'ta ise anadan oğula. Delphoi' da ana da, kız da ellerini etek­ lerini çektiler bu işten: Oğul'u, Yüce Baba'sının yetkesiyle donatılmış olarak bıraktılar: Öylesine güçlü bir tanrı oldu ki Apollon, dünyaya bir Cilalıtaş yon­ tucuğunun kucağında bir bebek olarak geldiğini unuttuk neredeyse.

2ı5 Homeros, H. 3, 475-80. 2 ı 6 Cali. Del. 36-58. 2ı7 Homeros, H. 3, 480. 218 Cults of the Greek States (Yunan Devletleri Tapınılan). c. 2 , s. 465.

Ü ç ü n c ü Böl üm

ORTAKLAŞ MACILIK

Ve toprak hiçbir zaman satılmayacaktır; çünkü toprak benimdir. LEVITICUS

Benim tarlam, Tanrının toprağıydı. Nereyi sürdüysem, orası benim toprağımdı. Toprak herkesindi. Hiç kimsenin kendisinin olduğunu söyleyemediği bir şeydi toprak, insanların, kendilerinin olduğunu söyledikleri tek şey emekti. TOLSTOY

VIII

TOPRAK

1. Özel Mülkiyetin Başlangıcı AVCILIKLA geçinen toplulukların bir özelliği vardır: Avcı, yakaladığı avı kendine ayırmaz, bölüşülmek üzere yaşadığı topluluğa getirir.1 Bu kural, uy­ gulayım düzeyinin düşüklüğü yüzünden üretimin de, tüketimin de ortaklaşa olduğu bir ekonomiye uygun düşer.2 Emeğin üretkenliği arttıkça, insan, kendi elleriyle edindiği zenginliğe ken­ disi ve en yakınları adına sahip çıkma eğilimi gösterir. Kabile (tribü) düzenini önünde sonunda devlete dönüştüren özel mülkiyetin ve ailenin tohumudur bu. Ne var ki, bu tohum, ilk aşamalarında, kabile düzeninin bağrında gelişir, dahası önceleri de gördüğümüz gibi kabilenin dayandığı ortaklaşa işlevleri yo­ ğunlaştırarak kabile düzenini güçlendirir. Klanlar, birbirlerine karmaşık bir karşılıklı hizmetler ağıyla bağlıdır; bu karşılıklı hizmetler ağı içinde, yapıcı bir B. Spencer ve F. J. Gillen. Northern Tribes of Central Australia (Orta Avustralya'nın Kuzey Kabi­ leleri). (Londra, 1904), s. 609; B . Spencer ve F. J. Gillen, Native Tribes of the Northern Territory of Australia (Avustralya'nın Kuzey Bölgesindeki Yerli Kabileler), (Londra, 19 14), s. 36; B. Spencer ve F. J. Gillen, 1he Arunta (Aruntalar), (Londra, 1927), s. 52; A. W. Howitt, Native Tribes ofSouth-East Australia (Güneydoğu Avustralya'nın Yerli Kabileleri), (Londra, 1904), s. 756; B.Malinowski, 1he Family Among the Australian A borigines (Avustralya Yedilerinde Aile), (Londra, 1 9 1 3), s. 283-86; H. H. Bancroft, Native Races of the Pacific States of North America ( Kuzey Amerika'nın Pasifik Devlet­ lerindeki Yerli Irklar), (Londra, 1875-76), Cilt 1, s. l l8, 417,506; W.H.R. Rivere, Kinship and Social Organisation (Akrabalık ve Toplumsal Örgütlenme), (Londra, 1932), s. 108; R. W. Williamson, So­ cial and Political Systems of Central Polynesia (Orta Polinezya'nın Toplumsal ve Siyasal Sistemleri); A. F. R. Wollaston, Pygmies and Papuans (Pigmeler ve Papualar), (Londra, 1 9 1 2), s. 1 29; E. W. Smith ve M. Dale, 1he Ila-speaking Peoples of Northern Rhodesia ( Kuzey Rodezya' daki lla Dili Konuşan Halklar), (Londra, 1920), Cilt I, s. 384; L. T. Hobhouse, G. C. Wheeler ve M . Ginsberg, Material Culture and Social Institutions of the Simpler Peoples ( i lkel Halkların Maddi Kültürü ve Toplumsal Kurumları), (Londra, 1930), s. 244; G. Landtman, Origin of the Inequality of the Social Classes (Top­ lumsal Sınıfların Eşitsizliğinin Kökeni), (Londra, 1938), s. 7; M. P. Buradkar, "Clan Organisation of the Gonds" ("Gond'ların Klan Örgütlenmesi"), Man in India, (Haydarabad, 1920-), 27, 1 27, s. 155. 2

W. E. Roth, Ethnological Studies among North-West Queensland Aborigines (Kuzeybatı Queensland Yerlileri Arasında Etnolojik i ncelemeler), (Brisbane/Londra, 1 897), s. 96, 100; J. Mathew, Two Repre­ sentative Tribes ofQueensland (Queensland 'den i ki Örnek Kabile), (Londra, 1910), s. 87; A.C. Hollis, 1he Nandi, their Language and Folklore (Nandi'ler, Dilleri ve Folklorları). (Oxford, 1909), s. 24; hkz. J.L. Myres" Cambridge Ancient History, Cilt 1 , s. 50.

256

1

Ta rihöncesi Ege

yarışma ruhundan kaynaklanan istekle saygınlık uğrunda yarışırlar birbirle­ riyle. 3 Bir av ya da savaş vurgunu fazlası elde eden kimse, başka bir klanı kendi klanıyla şölene katılmaya çağırarak başarısını gözler önüne serer. Onun bu çağrısı bir meydan okumadır; karşısındakileri, saygınlıklarını yeniden kaza­ nabilmek için bu çağrıya olabilirse fazlasıyla karşılık vermek zorunda bırakan bir meydan okuma.4 Bu yükümlülük yerine getirilemezse, bir tür iş hizmetiyle de karşılanabilir. Böylelikle, eşit olmaktan çıkar klanlar. Bu arada, aynı sü­ reç klan içinde de işlemeye başlar, giderek klan ailelere bölünür. Günümüzde var olan kabilelerde, mülkiyetin büyümesine yönelik bu eğilimler, sömürüyle büyük ölçüde hızlandırılmıştır. Bu eğilimler, bireysel hakların kabile düzeni içinde gelişebileceği en yüksek noktayı belirler; dolayısıyla, uygar halkların tarihöncesini incelerken, ortak mülkiyetin daha ileri bir aşamaya karşı diren­ diğini görmeye hazırlamamız gerekir kendimizi. Kendi geçmişimize dönüp baktığımızda, başlıca etkenlerden birinin, hayvancılık ekonomisinin benim­ senmesi olduğu doğrultusunda birçok belirtiyle yüz yüze geliriz. Latincede, "sığır" demek olan pecus sözcüğünden gelen pecun ia sözcüğü kendi kendini açıklamaktadır; kaldı ki, daha birçok dildeki benzer sözcüklerin kökenleri de bunu doğrulamaktadır.5 Av bozulup çürüyebilir, toprak bir yerden bir yere taşınamaz; ama hayvanların ele geçirilmesi, bölüşülmesi ya da değiş tokuş edilmesi kolaydır. Hayvancılıkla geçinen kabileler, hepsi de göçebe oldukla­ rından, zenginliklerini sığır talanları ve savaşlarla çabucak artırırlar; savaş da erkeklerce yapıldığından, bu ekonominin özünde var olan zenginliğin erkek­ lerin elinde toplanması eğilimi daha da güçlenir. Bu atılgan, durmak oturmak bilmeyen kabileler, her yeri yağmalarlar, erkekleri öldürüp kadınları köle ola­ rak alır götürürler; ta ki, en sonunda, bir tarım bölgesine kalıcı bir biçimde yerleşip oradaki yerli halkı düzenli vergiye bağlayıncaya kadar. Yerli halkın köleleştirilmesinin ilk adımıdır bu.6 Babil'i ele geçiren Kassitlerin, Mısır'daki Hyksos krallarının, Minos Giriti'ni yağmalayan Akhaların başlangıçta yap-

3

L. H. Morgan, Ancient Society (Eski Toplum}, ( i kinci basım, Şikago, ı9 10), s. 96; Northern Tribes ofCentral Australia, s. 164; H. Hubert, Greatness and Decline of the Celts ( Keltlerin Büyüklüğü ve Çöküşü), ( Londra, 1 934), s. 195; Origin ofthe lnequaliy ofthe Social Classes (Toplumsal Sınıflarda­ ki Eşitsizliğin Kökeni). s. 70.

4

Native Races ofthe Pasific States ofNorth America, Cilt l, s. 192, 2 1 7, Cilt 2 s. 7 1 1 ; ) . Roscoe, 1he Ba­ ganda (Bagandalar). (Londra, 1 9 1 1), s. 6; J.G. Frazer, Totemism and Exogamy (Totemcilik ve Dışev­ lilik). (Londra, 1 910), Cilt 3, s. 262, 300-01, 342-44, 519, 545; M.Granet, La civilisation chinoise (Çin Uygarlığı). (Paris, 1929/ Londra, 1 930), s. 165, 267; V. Grönbech, Culture ofthe Teutons (Tötonların Kültürü). (Oxford, 1931), Cilt 2, s. 8,87; Greatness and Decline of the Celts, s . 54, 193-96. s.

5

F.Heichelheim, Wirtschaftsgeschichte des Altertums (Leiden, 1 939), Cilt 1,

6

Bkz. ). Roscoe, 1he Bakitara or Banyoro ( Bakitara'lar ya da Banyoro'lar), (Cambridge, 1923). s. 6 -9. Bunun ilk aşaması, Strabon'un, yılın belirli zamanlarında yerleşik ovalıların topraklarını ele geçirme ve yağmalama hakkını elde eden Massagetleri ve öteki Kafkasya göçebelerini anlatışında görülebilir: Strabon, s. 3 1 1 , S i l .

47.

To p r a k

1

tığı buydu.7 Hint-Avrupalı göçebeler, bir de, evcilleştirilebilir hayvanların en hızlısına, ata sahiptiler. Dillerini, bu denli uzaklara yayabilmelerinin nedeni, kendilerinden gelen bir üstünlük değil, toplumsal ve tarihsel koşulların on­ lara Yakındoğu'nun yerleşik tarım uygarlıklarını boyunduruk altına alma ve özümleme olanağı veren özel bir bileşimiydi. Savaş, tek ve bölünmez bir önderliği gerektirir. İşte bu yüzden, bu kabileler­ de krallık askerileşmiştir.8 Başarıyla sonuçlanan bir seferin ardından, kral ve ona bağlı şefler gerek köle, gerek toprak olarak savaş vurgunundan aslan payını alırlar. Böylece belli ellerde toplanan zenginlik eşitsizlikleri arttırır, toplumun dokusu doruktan başlayarak sarsılır.

2. Yu nanistan 'ın ilk Dönemlerinde Mülkiyet Sorun u Marathon'daki "ünlü utku"yu koca bir bölüm boyunca uzun uzadıya an­ latan Cambridge Ancient History, Eski Yunan'ın ilk dönemlerindeki toprağın kullanımı sorununu tek bir tümceyle geçiştirir: Yuna·nlar, toprağın klanın ortak malı olduğu ve özel mülkiyetin bilinmediği aşa­ mayı -kuşkusuz, böyle bir aşama olmuşsa eğer- çoktan geride bırakmışlardı.'

O zaman, insanın aklına şu soru geliyor hemen: Peki, özel mülkiyet Cennet Bahçesi'nin çevresine çit çekilmesinden bu yana var olmuş olamaz mı? Ama temkinli yazarımız hiç değinmiyor bu konuya. Özel mülkiyetin kökenini ra­ hatlıkla göz ardı edebilmek için, bu konuyu çok eskilere götürüp bırakmayı yeterli görüyor. Tarihin böyle yazılabileceğini söylemek çok güçtür. llyada da şu dizelerle karşılaşıyoruz: '

Tarlaları ortak iki adamdı sanki bunlar, ellerinde ölçü vardı sanki, sınırı çizmek için de çekişmedeydiler. Hiçbiri gözden çıkarmıyordu eşit payını.'°

Bu dizelerin ardında nasıl bir toprak kullanımı yatıyor dersiniz? Bizdekine benzediği söylenemez, çünkü toprağın ortak olduğundan söz ediliyor. Bu du­ rumu gerçekten kavramak istiyorsak, konuyla ilgili bütün öteki bilgilerle bir7

l.ô. 1 700 dolayında Babil'e giren ve buraya atı getiren Kassitlerin dili bir ölçüde Hint-Avrupa diliydi: H.R. Cali, Ancient History ofthe Near East (Yakındoğu'nun Eskil Tarihi), (Onuncu basım, Londra, 1947), s. 1 99-203. İ .Ö. 1600 dolayında Mısır'a giren Hyksos'lar ya da "çoban krallar" Ana­ dolu ve Hint-Avrupa öğelerini de kapsıyorlardı; Mısırı hızla ele geçirmeleri at ve araba kullanma­ larına bağlanmıştır. Aynı yerde, s. 2 1 2 - 1 3 ; R.M. Engberg, The Hyksos Reconsidered ( Hyksos'ların Yeniden i ncelenmesi), (Şikago, 1 937), s. 23, 4 1-50; H.R. Hail, The Civilisation of Greece in the Bronze Age (Tunç Çağı'nda Yunan Uygarlığı), (Londra, 1 928), s. 84-85.

8

Bkz. Bu bölümde " 10. Ayrıcalığın Gelişmesi", s. 282.

9

Cambridge Ancient H istory' de F. E. Addock, Cilt 4, s. 42.

10 llyada, (Sander Yayınları, Dördüncü basım, İstanbul, 1981, Türkçesi: Azra Erhat-A. Kadir), 1 2 .4 21-23.

257

258

1

Ta rihöncesı Ege

likte kendi bağlamı içinde incelememiz gerekir. Kuşkusuz, sağduyu da bunu gerektirir. Ama çoğu zaman kılı kırk yaran ünlü uzmanlarımız, bu konuyla karşılaştıklarında, insanı şaşkınlığa düşürecek kadar kestirmeci bir tutum ta­ kınıyorlar. Yaşayan en büyük Homeros çağı arkeoloğu olan Nilsson'un şu söz­ lerine kulak verelim: Eski bir varsayıma göre, Homeros, toprak mülkiyetinin ortak olduğundan ve toprağın zaman zaman yeniden bölüşüldüğünden söz eder. Oysa bu varsayı­ mın kanıtı olarak gösterilen dizeler başka türlü de yorumlanabilir. "Epiksynos" sözcüğünün "ortaklaşa" anlamına gelip gelmediği belirsizdir. Bu sözcük, yal­ nızca "herkese açık", yani "mülkiyeti tartışmalı" anlamına gelebilir; o zaman, Homeros'un sözünü ettiği çekişme, tarlaları komşu iki çiftçi arasındaki çekişme de olabilir."

"Ortak" ile "herkese açık" arasında yapılan bu pek ince ayrımın, dahası "her­ kese açık, yani mülkiyeti tartışmalı" biçimindeki daha da ince eşitlemenin anla­ mı nedir? Bunlar, benimki kadar okurun sağduyusunu da zorlayacak sorulardır. Okur, bu soruları yanıtlamayı başarsa bile, gene de kendi kendine, tartışma ko­ nusu toprağın mülkiyeti ise bu iki adam neden toprağı eşit parçalara bölmeye uğraşıyor, diye sormak zorunda kalacaktır. Kaldı ki, bu belirsiz görüş uğruna bir yana atılan o "eski varsayım", bundan yarım yüzyıl kadar önce Esmein'in yaptı­ ğı bir yorumdur ve konunun karşılaştırmalı bir incelemesinden çıkarılmıştır.12 Demek ki, bu "eski varsayım" gerçekte hiç de bir varsayım değil, akla uygun bir görüştü. Nilsson, bu görüşü bir yana fırlatıp atarak, yerine en küçük bir destekten yoksun kendi varsayımını koymuştur; bir başka deyişle, Homeros'un dizelerinin, modern anamalcı mülkiyet ilişkilerinin ışığında hemencecik yorumlanabileceği­ ni varsaymıştır. Açıktır ki, tarih böyle de yazılamaz.• Bu tarihçiler özel mülkiyetten niçin bu kadar utanıyorlar acaba? Gerçekte, her zaman böyle değildiler. Kentsoylu tarihçilerin en eskileri -Ferguson, Millar, Adam Smith- özel mülkiyetle övünürlerdi. İnsanlığın ilerlemesinin özel mül­ kiyete dayandığına inanırlardı ve bir zamanlar insanlığın ilerlemesi gerçekten de özel mülkiyete dayanırdı. Bu yazarlar, özel mülkiyetin uygarlığın gelişme­ sinde belirleyici etken olduğunu Marx ve Engels'ten daha önce görmüşlerdi. Görmeden de edemezlerdi, çünkü savundukları anamalcı mülkiyetin gelişmesi onların döneminde hala feodalizmin kalıntılarınca kösteklenmekteydi. 1795'te 11

M . P. Nilsson, Hommer and Mycenae ( Homeros ve Mykene), ( Londra, 1933), s. 242.

1 2 A. Esmein, "La propiete fonciere dans /es poemes homeriques", Nouvelle revue historique du droit français et etranger, (Paris, 1 855). Burada bir noktayı belirtmekte yarar var. Benim bu çeviride kendime temel aldığım Azra Erhat-A. Kadir çevirisinde llyada'da "ortak" sözcüğü yerine " komşu" sözcüğü; "eşit pay" sözcükleri yerine de "en küçük pay" sözcükleri kullanılmaktadır. Bu açıdan, Azra Erhat-A. Kadir çevirisinin yorumu, Nilsson'un yorumuna daha yakın düşmektedir. Ama, George Thomson, kitapta temel aldığı l ngiliz­ ce çeviride "ortak" ve "eşit pay" sözcükleri i kullanmaktadır. -çev.

To p r a k

1

Çitleme Yasaları'nın gözü pek bir savunucusu olan Sir John Sinclair'in kimi gözlemlerine bakacak olursak, o günlerde kentsoyluluğun mülkiyete karşı tu­ tumunun ne denli değişik olduğunu görebiliriz: Toprakların ortak olması düşüncesi, haklı olarak belirtildiği gibi, insanların av­ cılık ve çobanlıktan öte bir uğraşa yabancı oldukları ya da toprağın işlenmesin­ den sağlanan yararlar ı daha yeni yeni tattıkları, o barbar toplum düzeninden alınmıştır.'3

Cambridge Ancient History de okuduklarımıza karşılık, ne tuhaftır ki, bilgi­ siz bir toprakağasının "kötü Kral George" dönemindeki bu açıklaması bilimsel olarak doğrudur. Hiç kuşkusuz, eski tutumun gözü pek dobralığı da, yeni tu­ tumun belirsiz kapalılığı da kentsoyluluğun mülkiyetteki çıkarından doğmak­ tadır. Ama dünya değişti artık. Ortaklaşmacılığı salt tarihöncesine ilişkin bir olgu olarak bir yana atmak olanaksızdır; bu yüzden de, bu konu tabu olup çık­ mıştır. Hakikatin aydınlığa kavuşturulmasına hangi tutumun daha yardımcı olduğunu belirtmeye bile gerek görmüyorum. Marksistler, zaman zaman, gerçekleri kendi ilkelerine uydurmak amacıyla çarpıtmakla suçlanırlar; oysa karşı görüştekileri kendi yanılgılarıyla suçlamak, kentsoyluluğun alışkanlıklarından biridir. Bu deneycilerin öngördüğü tüme­ varım yöntemi, eldeki konunun tümüne sınırlama konmaksızın uygulandığı sürece belli amaçları sağlayabilir, ama bu durumda bile yetersizdir. Ne ki, bir de önümüzdeki örnekte olduğu gibi, konunun ancak bütünle bağıntısı içinde kavranabilecek küçük bir parçasıyla sınırlı tutuldu mu, genel sonuçlara var­ ma olasılığım da engellemekten başka bir işe yaramaz. Modern bilimin onsuz edemeyeceği karşılaştırma yöntemi, on sekizinci ve on dokuzuncu yüzyıllarda kentsoylu tarihçilerce uygulanmış ve olağanüstü sonuçlar vermişti. Ama son zamanlarda, elde çok daha fazla gereç olmasına karşın bir yana bıraktılar bu yöntemi. Toplumculuğun gelişmesiyle karşı karşıya gelince, öncüllerinin ka­ zandığı mevzileri birbiri ardı sıra terk ettiler. Öte yandan, özel mülkiyetin kö­ kenleri göz önünden uzaklaştırılabilirse, bugün onun tepesinde dolaşan gölge­ lere biraz daha uzun bir süre gözlerimizi kapayabiliriz. O lente, lente currite, noctis equi. Ve böylece tarih yazımı gitgide daha içekapanık bir niteliğe bürü­ nür; bir bilim olmaktan çıkar, bir "sanat" olur. Bu tutumun yol açtığı inatçı körlük, Toutain'in İlya d a daki sorunumuza ilişkin sözlerinde bütün açıklığıyla ortadadır: '

'

İşte önümüzde ortak mülkiyetin eksiksiz bir örneği, diyor Esmein. Doğrusu, in­ sanın bu görünümü böyle yorumlayabilmesi için önyargılı bir düşüncenin kölesi olması gerekir. Oysa tam tersine, bana öyle geliyor ki, iki komşunun davranışları 13

). L. Hammond ve B. Hammond, The Village Labourer (Köy Emekçisi), (Dördüncü basım, Londra, 1936), s. 1 2 .

259

260

1

Tarihönceıi Ege

özel mülkiyetin varlığını ve her birinin kendi payı için ne denli inatçı bir biçimde dövüştüğünü kanıtlıyor.14

Hepsi bu; ne bir görüş öne sürülüyor, ne de Esmein'in görüşleri yanıtlanıyor. Köle hangisi acaba? Ve bu içi boş yadsıma, karşılaştırma yöntemine yöneltilen bir suçlamayla bütünlük kazanıyor: Kimi ilkel halklarda toprak mülkiyetinin ortak olduğu gerekçesiyle, aynı düzenin aynı biçimde bütün ilkel halklarda var olduğunu düşünmek gereksizdir. Bu so­ nucu çıkaranlar, toprak mülkiyetinin niteliğinin toprağın ve iklimin niteliğinden bağımsız olamayacağını unutuyorlar... Ne olursa olsun, kanımca, böyle bir konuda bir ülkenin sonuçlarını başka bir ülkeye aktaran bir yöntem tümden tehlikelidir. 15

Belli bir toprak kullanımı biçimi, her somut durumda, yalnızca toprağa ve iklime göre değil, bütün bir doğa ve toplum koşulları karmaşası göz önüne alı­ narak belirlenir. Toutain'in yüz yüze gelmekten kaçındığı önerme budur. Öte yandan, "böyle bir konuda", hele bugünkü akışkan durumuyla Avrupa anaka­ rasında bir ülkenin sonuçlarını bir başka ülkeye aktarmakta belli bir tehlike olduğu da kabul edilebilir.

3. İlkel Toprak Kulla n ı m ı Olguları araştırmanın vakti artık. Gerçekte, pek kolay olmayacak bu. ilkel toprak kullanımının tarihi daha yazılmadı. Eski Yunan' da ve daha başka yer­ lerde daha çözülmemiş birçok sorun var. Ben burada olsa olsa, benim elim­ dekilerden daha geniş bir bilgiyle uygulandığında bu sorunların çözülmesini sağlayacak yöntemi özetlemeye çalışabilirim. Hobhouse, Wheeler ve Ginsberg'in etnolojik bilgilerin sayılara dayalı çö­ zümlemelerinden elde ettikleri sonuçları özetleyerek başlayayım işe: Bütün bir eğilimi en iyi şöyle dile getirebiliriz: Komünal ilke, aşağı kültür ev­ relerinde egemendir, çobanı! halklar arasında da az fa rkla da olsa ağır bas­ maktad ır. Özel mülkiyetse, daha ileri tarım evrelerinde artma eğilimi göster­ mektedir, ama gene de bu özel mülkiyet bir ölçüde komünal ilkeyle iç içe, bir ölçüde yalnızca şefle sınırlıdır, kimi duru mlarda da feodal toprak kullan ımını andırır niteliktedir. Gerçekte, bu belirsizlikten, kendi tarihimizin başlangıcın­ da rastlad ığımız senyörlük mülkiyeti ile halk mülkiyeti arası bir şey çıkıyor karşımıza. Hep görüyoruz ki, barba rlığın uygarlığa dönüşmeye başladığı aşa­ mada komünal, özel ve senyörlük mülkiyet ilkeleri iç içe geçmiştir ... ve senyöre

14

J. Toutain, Economic Life of the A ncient World (Eski Dünyanın Ekonomik Yaşamı), (Paris, ı 927/ Londra, ı930), s. 14.

1 5 Aynı yerde, s. 1 2 - 1 3 . Karşıt görüş için bkz. P. Vinogradoff, Growth of the Manor (MalikAnenin Gelişimi), (Londra, 1950), s. 18: "Öyle görünüyor ki, eski hukukta, toprağın ilk başlarda tek tek bireylerce değil, gruplar tarafından mülk edi ildiği ve toprağa tek tek bireylerin sahip olmasının uzun bir gelişme süreci sonunda gerçekleştiği yolundaki görüşten daha kesin bir şey yoktur."

To p r a k

1

üstünlüğünü sağlayan aşamanın, uygarlığa giden yoldaki bir sonraki aşama olduğu anlaşılmaktadır.16

Şimdi de, bu genellemeleri sağlam bir temele oturtabilmek amacıyla Afrika, Asya ve Avrupa'dan bazı tipik örnekler vermek istiyorum. Junod'un Güney Afrikalı Bathonga'larla ilgili açıklamasıyla başlayacağım işe. Bathonga'ların düzeni, son zamanlarda sığırlarının bir hastalık sonucu tüm­ den kırılmasından önceki dönemden kaynaklanan bir düzendir. Dolayısıyla da, büyük ölçüde hayvancılığa bağımlı bir ekonominin düzenidir. Bugün saban bir ölçüde kullanılıyorsa da, bu bir yeniliktir gerçekte. Bütün topraklar şefindir, daha doğrusu gereksinimi olan herkes toprağı bu şef aracılığıyla elde eder. Şef, her köy başkanına geniş bir toprak parçası bağışlar. Köy başkanı da, bu toprak parçasının en iyi yerlerini kendi yönetimi altındaki aileler arasında paylaştı­ rır. Bu topraklar kalıtsaldır, ama ne satılabilir, ne de başka birine aktarılabilir. Toprak alınıp satılamaz. Ayrıca, o bölgeye yerleşmek isteyen bir yabancının dilediğince toprak elde edebilmesi için, şefin buyruğu altına girmeyi kabul­ lenmesi yeterlidir; ardından toprağı temizleyip işlemeye koyulur. Yeni geleni özendirmek, köy başkanının çıkarınadır, çünkü böylelikle toprağın değerini, dolayısıyla da bölgenin zenginliğini ve insan gücünü arttırmış olacaktır. Kaldı ki, köy başkanının bazı iş hizmetleri sağlama durumu vardır.'7 Böyle bir düzen, toprak fazlasını gerektirir. Her gelene bol bol yer vardır, topraklar tarımın her bölgeye yayılmasına el­ verişlidir. Bathonga'lar bu koşullarda ekonomik büyümenin sınırına tam yak­ laşırlarken İngilizlerin vergileri araya girmiş, Bathonga erkeklerini madenlerde çalışmak zorunda bırakmıştır. Yeniden Hindistan'a dönersek, kimileri ilkel Hint-Avrupa kültürü için var­ sayılmış koşullara benzerlik gösteren farklı ve çok çeşitli koşulla karşılaşırız. Örneğin, en bereketli yörelerde temizlenip açılması güç olan toprak aynı zaman­ da sulamayı gerektirir.18 Bu etkenler, tarıma geçiş için elverişli değildir. Yaygın bir örnek olan raiyatwari tipi köy komününü Baden-Powel şöyle anlatıyor: Bu tip köylerin çokluğuyla belirlenen ülkelerde, hemen her zaman, kabile toplum düzeninin kanıtlarına rastlayabiliriz ... Birkaç köyü kapsayan klan bölgeleri vardı ve bunların her birinin başında kendi başkanı ya da şefi bulunuyordu ... Her köy kü­ mesi birtakım hane ya da aile topraklarını içerir . . . Başkan ya da şef önemli bir kişi olduğundan, hiç kuşkusuz, tarım için açılacak ve yerleşilecek yerin seçimi onun yönetiminde yapılırdı ... Daha sonraki dönemlerde, başkanın, yeni ekim alanları­ nı düzenlediğini ve yeni topraklara el konulmasıyla ilgili anlaşmazlıkları çözüme 16 Material Culture and Social lnstitutions of the Simpler Peoples, s. 253. 17

H.A. Junod, Life of a South African Tribe (Bir Güney Afrika Kabilesinin Yaşamı), ( i kinci basım, Londra, 1927), Cilt 2, s. 6-7; E. J. Krige, Social System of the Zulus (Zuluların Toplumsal Sistemi), ( Londra, 1936), s. 176-77; The lla-speaking Peoples ofNorthern Rhodesia, Cilt ı , s. 387.

18

B. H. Baden-Powell, The lndian Village Community (Hint Köy Topluluğu), ( Londra, 1 896), s. 51, 66.

26 1

262

1

Ta rihöncesi Ege

bağladığını görüyoruz. Racalık kurulduğunda (belki daha da sonraki dönemler­ de), Raca'nın izni olmadan hiçbir boş toprağın mülk edinilemeyeceği düşüncesi egemendi. Ama uygulamada buna çoğu zaman dolaylıca izin verilir, dahası bu tu­ tum açıkça özendirilirdi; eski devlet görevlileri daha fazla ekili toprak görmekten çok hoşnut olurlardı, çünkü kralın çok eski zamanlardan beri tek gelir kaynağı olan üretimden aldığı pay artmış olurdu böylelikle ... Toprak sahipleri genellikle ekilebilir toprakların orta yerine kurulan merkezi bir köyde otururlardı. Bu köy­ de, başkanın ötekilerden daha büyük ve daha iyi yapılmış bir konutu bulunurdu ... Başkanın, evini, yağmacılara karşı korunabileceği gerçek bir kaleye dönüştürdüğü de görülürdü ... Başkan, topluluktaki yerinden ötürü, değerli bir toprak parçasıyla ödüllendirilirdi ve bu genellikle köydeki en iyi toprak parçası olurdu ... Başkanın ayrıca çeşitli ayrıcalıkları ve öncelik hakları da vardı. 19

Yazar, zanaatkarların durumunu ve toprak kullanımı koşullarını da şöyle dile getiriyor: Yerli zanaatkarlar ve hizmetkarlar, götürü ücret almazlar, önceden köycek belir­ lenmiş bir ödül karşılığı çalıştırılırlar. Bu ödül, kimileyin kiradan (ve belki de vergiden) bağışık bir toprak parçası, kimi zaman hasat mevsiminde yapılan küçük ödemeler, bazen de alışıldığı üzere verilen belli sayıda ekin demetidir ... Hindu yasaları uyarınca toprak sahibi öldüğünde özel toprak parçası ortak bir biçi mde onun soyundan inenlere kalır; onlar da bu toprağı koşullar elverdiği ölçüde ara­ larında paylaşırlar... Konukların ağırlanması, bayramların kutlanması, vb. gibi köy harcamalarından yalnızca başkan sorumludur ya da bir zamanlar böyleydi.'0

Toprakların paylaşılma biçimi, Güneybatı Bengal' deki bu tip köylere bakıla­ rak örneklenebilir. Önce, ayrıcalıklı kişilere ayrılan özel paylar vardır: Bir pay yörenin şefine, bir pay başkana, bir pay da rahibe. Ekilebilir toprakların geriye kalanıysa, gereksinmelerine göre hane sahipleri arasında bölüştürülür ve dönem dönem bu bölüşüm yeniden düzenlenirdi. 21 Başlangıçta Raca'nın geliri yalnızca, kendilerine her köyde kiradan bağışık topraklar bağışlanan emekçilerce işlenen kendi özel toprak parçalarının (majhhas) üretimine dayanıyordu. Ama zamanla buna bir de köy topraklarının üretiminden alınan zorunlu vergi eklendi.22 Toprakların dönem dönem yeniden bölüştürülmesinden amaç, ailelerin değişen gereksinmelerine bağlı olarak toprak mülkiyetinde elden geldiğince gerçek bir eşitlik sağlayabilmekti. Yeniden bölüştürme kura yoluyla gerçekleş1 9 Aynı yerde, s. 9-15; R.V. Russell ve R.B.H. Lal, Tribes and Castes of the Central Provinces of In­ dia (Hindistan'ın Orta Eyaletlerindeki Kabileler ve Kastlar), (Londra, 1916), Cilt l, s. 43-44: "Sa­ hip olma hakkı İngiliz hükümetince kendisine verilen patel ya da köy başkanı hiç kuşkusuz daha önce bu hakka sahip değildi; köy topluluğunun sözcüsü ve temsilcisiydi yalnızca." Özel mülkiyetin Hindistan'da İ ngilizler tarafından bir politika sorunu olarak dayatılması konusunda bkz. R.P. Dutt, India Today, (Bugünkü Hindistan), (Londra, 1940), s. 209 - 1 5. 20

Aynı yerde, s. 16-20.

21

Aynı yerde, s. 179-80, bkz. s. 132, 324-25; S.A. Dange, Land Fragments and Our Farmer (Toprak Parçaları ve Çiftçimiz), (Bombay, 1 947), s. 35-38.

22 Aynı yerde, s. 1 8 1 .

To prak

1

tiriliyordu. Bu işlem, Peşaver' den verilen aşağıdaki örnekten de anlaşılabileceği gibi, kimi durumlarda kılı kırk yararcasına uygulanıyordu: Topraklar kura çekme yoluyla alınıyordu ... Bölüşülecek topraklar nitelik bakı­ mından ayrım gösteriyorsa, klan yetkilileri iyi, iyice ve şöyle böyle topraklardan oluşan ya da başka bir biçimde ayırt edilen çemberler ya da sıralar düzenliyor­ lardı. Topraktan pay alanlar topraklarını her sıradan bir parça almak zorunday­ dılar ... Ama gene de, toprakların sınıflandırılmasına karşın eşitsizlik tümden önlenemediğinden, dönem dönem toprak değiştirme ya da toprağı yeniden bö­ lüştürme sistemine uzun zaman bağlı kalındı. 23 4.

İngiliz Köy Topluluğu

Avrupa ve Asya köy topluluklarının temelinde yatan benzerlikleri büyük bir başarıyla ortaya koyan, Henry Maine'di. Avrupa' da feodalizm öncesi top­ rak kullanımı biçimlerine ilişkin bir inceleme, Eski Yunan'la ilgili çok değerli sonuçlar çıkarma olanağı sağlamaktadır bize. Hiç kuşku yok ki, çok temkinli bir yaklaşımla kullanılmalıdır bu sonuçlar, ama gene de bölük pörçük oldukları için tek başlarına hiçbir şey anlatmayan birtakım bilgilerden bir anlam çıkar­ mamıza olanak tanımaktadırlar. Daha 1885 yılında Ridgeway, Homeros çağı toprak sistemine değgin şaşırtıcı yazısını yayımladığı zaman, bu yaklaşımın umut verici olduğunu kendine özgü bir kavrayışla sezmişti. Bu yazı, klasik bil­ ginler arasında pek ilgi uyandırmadığı gibi hiçbir zaman destek de görmedi. Ridgeway'in ardından bu doğrultuda tek adımı, H. E. Seebohm attı. Genel ola­ rak ilkel toprak kullanımını inceleyen H. E. Seebohm, Homeros çağına ilişkin durumu dolaysızca görme olanağını elde etti. 24 Şimdi, Ridgeway ve Seebohm'un çalışmalarını gözden geçirmeden önce, tıpkı onların yaptığı gibi dayanılacak temeli hazırlamamız gerekiyor. Bunu da ancak, kimileri bugün bile tam an­ lamıyla ortadan kalkmamış daha sonraki çeşitli kalıntılarını da unutmadan, kendi ülkemizde on altıncı yüzyıla kadar varlığını koruyan toprak sistemini inceleyerek yapabiliriz. Başka konularda olduğu gibi bu konuda da işe kendi yurdumuzdan başlamakta yarar var. Tipik İngiliz köyü, her biri ayrı toprak parçalarına bağlı olan belli sayıda dilimlere bölünmüş açık tarlalar ya da "shot"larla çevriliydi. Tarlalar ekinlerin 23 Aynı yerde, s. 253-55, bkz. s. 262, 324-25. Dönem dönem yeniden bölüşüm Ortadoğu'nun bazı yörelerinde de sürmektedir. Bkz. D. Warriner, Land and Poverty in the Middle East (Ortadoğu'da Toprak ve Yoksulluk), ( Londra, 1 948), s. 18, 66- 67, 19: "Filistin, Ürdün ve Suriye' de daha da başka bir yarı-ortaklaşa mülkiyet biçimi vardır ... Kabile ilk başta yerleştiğinde, her köyün ekilebilir top­ rakları üyeler arasında eşit bir biçimde bölüştürülüyordu; her üye köyün değişik bölgelerinde bir toprak parçası alıyordu. Üyeler arasında eşitliği korumak için de toprak belli aralıklarla yeniden dağıtıl ıyordu." 24 W. Ridgeway, "The Homeric Land System" ("Homerik Toprak Sistemi"), Journal of Hellenic Studi­ es. 6. 3 1 9; W. Ridgeway, "Measures and Weights" ("Ölçüler ve Ağırlıklar"), A Companion to Greek Studies, (Cambridge, 1905); H . E . Seebohm, The Structure of Greek Tribal Society (Yunan Kabile Toplumunun Yapısı), ( Londra, 1895).

263

264

1

Tarihöncesi Ege

büyüme döneminde çitlerle çevriliyor, ürünün kaldırılmasından sonraysa otla­ ğa açılıyordu. Otlaklar da dilimlere bölünmüştü ve her yıl ekilebilir toprakların sahipleri arasında kurayla paylaştırılıyordu. Çorak topraklar bölünmüş değildi, buraların kullanımı toplulukça düzenlenmekteydi. Çiftlikler ayrı ayrı işletili­ yordu, ama ilk zamanlar bunlar bile kimi durumlarda kurayla yeniden bölü­ şülmekteydi. 25 İngiltere'nin batısında, Galler' de, lskoçya' da ve İrlanda' da "run­ rig" denilen değişik bir sistem vardı. Bu sisteme göre, hem ekilebilir topraklar, hem de otlaklar, bir başka deyişle bütün topraklar her yıl yeniden bölüşülü­ yordu. Bu bakımdan "run-rig" sistemi daha eskitil bir sistemdi.26 Doğrudan doğruya şu ilkeye dayanmaktaydı: Toprak bireylere kalıcı olarak verilmez, kabile topluluğunun mülkiyetinde ka­ lırdı. Buna karşılık, toprağın tarımsal amaçlarla kullanımı belli kurallara göre haneler arasında bölüşülürdü, ekilecek dilimlerse kurayla belirlenirdi."

Dilimin uzunluğu yörenin uzanımına ve toprağın niteliğine göre değişi­ yordu, ama genellikle 40 rod (200 metre), yani 1 "fur-long", 1 karık uzunluğu olarak belirlenmişti; bir başka deyişle, sabanın hiç durmaksızın sürülebildiği yaklaşık uzunluktu bu. Her ikisi de " dilim" ya da "acre" (yarım dönüm) anla­ mına gelen Fransızcadaki journel ve Almancadaki Morgen terimleri buradan kaynaklanmıştır.28 İngilizcedeki "acre"ın kökeni de aynıdır. Uzunluğu 1 "fur­ long" olarak saptanmışsa genişliği de 4 "rod" olur ki, bu da dilimin yerleşik genişliğiydi. 29 Bir toprak parçasının büyüklüğünü hesaplamanın alışılagelmiş birimi "hide" idi. Bu birim yörelere göre değişmekteydi, ama genellikle 1 20 "acre" (527 dönüm) olarak hesap ediliyordu.30 Anglosakson döneminde toprak ne satıla­ biliyor, ne de başka birine aktarılabiliyordu. 31 Toprak erkek çocuklara kalıyor, onlar da bunu ortaklaşa ekip biçiyor ya da eşit bir biçimde bölüşüyordu. Bu, Kent'te uygulanmış olan "gavelkind" (kalıtın erkek çocuklar arasında eşit ola25

F. Seebohm, 7he English Village Community ( i ngiliz Köy Topluluğu), ( Dördüncü basım. Cambridge. 1 926), s. 1 0 5 - 1 7; Growth of the Manor, s. 165- 66. 173.

26

7he English Village Community, s. 4 3 8 - 4 1 .

27

Growth of the Manor, s. 18.

28

7he English Village Community,

s.

1 24-25.

29 Aynı yerde, s. 2 . Seebohm'un "dilim" ile "acre"ı özdeşlemesine C.S. Orwin " dilim"in büyüklü­ ğünün değiştiği gerekçesiyle karşı çıkmıştır. [7he Open Fields (Açık Tarlalar), Oxford, 1938, s. 43]; ama bu "bovate", "carucate" ve "virgate" gibi öteki toprak ölçüleri için de geçerlidir. Orwin "dilim"i, bu ülkede hala yaygın bir biçimde kullanılan kulaklı sabanla işlenen "toprak"la özdeş­ liyor. Bu görüşü kabul etsek bile, "toprak"ın boyutlarının açıklanması gerekiyor; üstelik dilim sistemine Avrupa ve Asya'nın birçok yerinde rastlanmasına karşın, görüldüğü kadarıyla saban kulağının kullanımı Kuzeybatı Avrupa'yla sınırlı. Eski Yunan' da kullanılan sabanın kulağı yoktu: Bkz. Resim 46 ve Resim 47. 30

7he English Village Community, s. 49-57; Growth of the Manor, s. 1 4 ı -44.

31

Büyük malikanelerden değil, köylülerin kiraladıkları küçük topraklardan söz ediyorum. Büyük malikaneler ya da daha çok bunlar üstündeki haklar tümden satılabilir n itelikteydi.

To prak

1

rak bölüştürülmesi) kuralıdır. 32 Ancak, tek bir parçadan oluşmaz bölüştürülen toprak. Onu oluşturan dilimler değişik "shot"lara dağılmıştır; öyle ki, her ka­ lıtçıya değişik nitelikte topraklardan pay düşer.33 Bede, "hide"ı, ortalama bir ailenin gereksinmeleri için yeterli bir toprak par­ çası, terra unius familiae diye tanımlıyor. Bloch'un da belirttiği gibi, Bede bu sözcüğü Latincedeki anlamında kullanmaktaydı: Bede'in kullandığı sözcüklerin, bize, kurumu ilkel biçimiyle kavramamızı sağlaya­ cak anahtarı verdiği kesindir. Burada aklımıza, daha sonraki çağların, evliliğe dayalı küçük ailesi gelmemelidir. Uygarlığımızın şafağındaki kan bağlarının tarihine iliş­ kin bilgimiz eksik ve yanlış olduğundan, başlangıçtaki barınağı "manse" olan küme­ nin, ortak bir aile ocağı çevresinde yaşayan çeşitli kuşaklardan ve aynı soydan gelen çeş l tli hanelerden oluşan ataerkil bir aile olduğunu düşünmemiz çok doğaldır. 34

Bu ortak haneler bizi gerilere, kıyılarımıza ilk ayak bastıkları sıralar Saksonların örgütlendikleri gerçek ya da düş ürünü ya da her ikisinin iç içe geçtiği akraba kümelerine götürüyor.35 Bunların adları, o pek iyi bildiğimiz Tooting'lerde, Woking'lerde, Epping'lerde ve Hopping'lerde sürmektedir. Bu adların hepsi de ata adıyla ilintili36 -ingas'a dayanmaktadır ve bu da köyün klan örneğine dayalı bir klan ya da küme tarafından kurulmuş olduğunu dü­ şündürmektedir. 37

5. Eski Yunan ' da Çiftçilik Kışları yağışlı, yazları kurak geçen bir ülkedir Yunanistan. Alçak yörelerden, yüksek yörelere, güneyden kuzeye gidildikçe büyük ölçü­ de artar yağış. Kimi bölgelerde topraktaki humusu sürükleyip götüren aşırı bir yağış görülürken, kimi bölgelerde yağış yetersizliği ancak sulamayla giderile­ bilir. Sulamanın tarihöncesi dönemde uygulanmakla birlikte ülkenin doğasın­ dan dolayı geniş çapta uygulanmadığını ve tarih çağında da bu konuda önemli gelişmeler sağlanmadığını biliyoruz.38 32

The Structure of Greek Tribal Society, s. 95; The Indian Village Community, s. 4 1 7.

33

Growth of the Manor, s. 175-77.

34 M.Bloch, "The Rise of Dependent Cultivation and Seignorial Institutions", Cambridge Economic History, Cilt I, s. 268, 194 1 . Bloch, "manse" ile "hide"ı bir görüyor. 35

H.M. Chadwick, The Origin of the English Nation (İngiliz Ulusunun Kökeni), (Cambridge, 1906), s. 303.

36 Growth of the Manor, s. 140; The English Village Community, s. 346-47. 37

Son iki kesimle ilgili kanıtlar, Tacitus'un şöyle çevrilmesi gerektiğini gösteriyor: "Her topluluk, kendi rençperlerinin sayısıyla orantılı bir toprak parçası işgal eder. Bundan sonra topraklar top­ lumsal statüye göre bölüştürülür. Geniş düzlükler, bölüşümü kolaylaştırır. Tarlalar her yıl değişti­ rilir ve gene de bir toprak fazlası vardır. Meyve yetiştirerek, otlakları çitle çevirerek ya da sulama yaparak toprağın verimini ve kapsamını arttırma zahmetine bile girmezler."

38 Eski Yunan'da tarım için bkz. C . Daremberg ve E . Saglio'nun Dictionnaire des antiquites grecques et romaines' inde (Paris, 1877-19 19) A.S. Dorigny, 4. 902-10, H. Michell, Economics of Ancient Gre­ ece (Eski Yunan Ekonomisi), (Cambridge, 1 940), s. 38-88. Michell hayvancılığı çok güzel anlatı­ yor, ama toprak kullanımı konusunda bir şey söylemiyor.

265

266

1

Tarihöncesi Ege

Resi m 46. Çift sürme: At tika vazosu

Toprak iki bölüme ayrılıyor, her yıl bir bölümü ekiliyordu. 39 Dördüncü yüz­ yıl öncesinde her yıl dönüşümlü ekin ekmenin izlerine rastlanmıyor. Nadasa bırakma toprağın düzeltilmesi için yeterli olmadığından, nadasın yanı sıra bel­ leme, yakma ve gübreleme de uygulanmaktaydı.40 Belleme killi topraklardaki bağlar için yararlıdır, ancak tahıllar için pek o kadar etkili olduğu söylenemez. Yakma yalnızca bir yan önlemdir. Gübrelemeyse Homerik şiirlerde anılmakta, Hesiodos'ta hiç geçmemektedir.41 Gübrelemenin en kolay yolu, sığırları nadasa bırakılmış tarlaya salıvermektir; ama üçüncü yüzyılda yalnız bir kez rastlanan bu yöntem günümüze kalmış çeşitli kira sözleşmelerinde yasaklanmıştır.42 Bu yöntemin pek benimsenmemiş olmasının nedeni, sanırız, ekilebilir toprakların bitişiğindeki alçak otlakların genellikle çok kötü nitelikte olmasıdır; söz konu­ su yöntemin kira sözleşmelerinde yasaklanmış olmasıysa, tarlaların çevresinin sığırların girmesini engelleyecek kadar kapatılmadığını düşündürmektedir.

Resi m 47. Çift sürme: Vari'den bir vazo

Nadasa bırakılan toprak yeniden ekileceği zaman en az üç kez sürülüyor­ du. Birincisi, ilkyaz mevsiminde bir çift öküzün çektiği bileşik sabanla (pek­ ton arotron) yapılıyordu.43 İkincisi, hasattan sonra yapılıyordu ve bu kez toprak 39 //yada, 18. 541 Pi. N. 6. 9 - 1 1 . 4 0 X. Oec. 1 6 . 14-5, 1 8 . 2 . 41

Odysseia, (Sander Yayınları, İ kinci b a s ı m . l stanbul, 1 9 7 8 , Türkçesi: Azra Erhat-A. Kadir), 1 7. 299.

42 Economics of Ancient Greece, s. 54. 43

Hesiodos, işler ve Günler, ( Hesiodos, Eseri ve Kaynakla rı, Türk Ta rih Kurumu Yayınları, 1977, A n kara, Türkçesi: Sabahatti n Eyuboğlu ve Azra Erhat), 432-33; Odysseia, 1 3 . 3 2 .

To p r a k

1

ilkinin çaprazlamasına sürülüyordu.•• Bunda, daha hızlı oldukları ve karığı daha düz açtıkları için öküzlere yeğlenen katırların çektiği basit saban (autog­ yon arotron) kullanılıyordu;45 Üçüncüsüyse, ekim ayında ekimden hemen önce yapılıyordu.46

Resim 48. Zeytin hasadı: Attika vazosu

Yetiştirilen başlıca tahıllar, arpayla buğdaydı. Ekimi hem daha kolay, hem de daha eski olan arpa, kölelerin ana besini olagelmişti.47 Ekim ayında, yağ­ murlar başlar başlamaz ekiliyordu arpa. Buğdaysa, çok fazla ya da çok az yağış yüzünden daha başından bozulmaya yatkın olduğu için daha büyük bir özen gerektiriyor, dolayısıyla da bütün bir güz sonu boyunca seçmeli aralıklarla eki­ liyordu.48 Ekin, yörenin yüksekliğine göre ya mayısta ya da haziranda kaldırılıyordu. Ancak harman dövme işi bildiğimiz harman döveniyle yapılmıyordu, buğday taşlık bir yerde sığırlara çiğnetiliyordu. Harman elekte (liknon) sallanıp elen­ dikten sonra sepetlere doldurulup1 rüzgara savruluyor, rüzgar çöpü taneden ayırıyordu. 44 işler ve Günler, 462; Plinius, NH, 18. 178. 45 //yada, 10. 351-53 Odysseia, 8 . 1 24; işler ve Günler, 46. 46 Attika' da, ekim ayı olan Pyanepsion'un beşinde düzenlenen Proerosia bayramından sonra: Plu­ ıarkhos, M 378 e. 47 E. C. Semple, Geography of the Mediterranean Region (Akdeniz Bölgesinin Coğrafyası). (Londra, 1932), s. 342·43; G. Thomson, Aeschylus, Oresteia (Aiskhylos, Oresteia), (Cambridge, 1938), 2. 109-10. 48

X.

oec. 1 7. 4; Thphr. HP. 8 . 6. 1.

267

268

1

Ta rihöncesi Ege

Tahılların geç boy vermesi, bahçeciliğe, özellikle de incir, asma ve zeytine çok daha elverişli olan toprağın niteliğinden ötürüydü. İncir genellikle kölele­ rin beslenmesinde kullanılmaktaydı. Zeytin gerçi pek az bakımı gerektiriyor­ du, ama yetişmesi yıllar aldığından yetiştiriciler akınlar ve savaşlar sırasındaki yağmalamalar yüzünden büyük ölçüde ürün yitirebiliyorlardı.49 Gene de, zey­ tin ve asma bugün olduğu gibi o zamanlar da epeyce kazanç getiriyordu. Minos Knossosu'nun olduğu gibi Demokratik Atina'nın da başlıca dışsatım ürünleri zeytinyağı ve şaraptı, içteki tahıl yetersizliği, deniz tecimiyle giderilmekteydi. Besbelli, Thessalia, Elis ve Lakonia gibi buğday ürünü bakımından en verimli bölgeler siyasal açıdan uzun bir süre geri kaldılar.

Resim 49. Kır dansı: lonia vazosu

Ülkenin çoğu yöresinde düzdeki otlaklar yalnızca koyunlar, keçiler ve do­ muzlar için elverişlidir. Büyükbaş hayvanlar yaz boyunca dağlarda otlar; yük hayvanlarıysa bütün bir yıl ahırlarda beslenmek zorundadır. İyi otlak az ol­ duğu için inek sütünün niteliği düşüktür; peynir daha çok koyun ve keçi sü­ tünden yapılır. Koyun yetiştirilen başlıca bölgeler Thessalia, Boiotia, Korinthos İsthmosu ve Anadolu kıyısının ardında kalan bölgeydi. 49 Geography of the Mediterranean Region, s. !04.

s.

394, 434; W. E. Heitland, Agricola, (Cambridge, 1921).

To p r a k

1

6. Günümüz Yun a n istan 'ı nda Toprak Kullan ı m ı Yukarıda kısaca özetlediğimiz çiftçilik biçimi bugün d e Yunan köylü­ lüğü arasında pek az bir değişiklikle sürmektedir. Bu nedenle, günümüz Yunanistan'ındaki toprak sistemine, özellikle daha geri bölgelerde varlığını ko­ ruyan eski biçimlere bir göz atmakta yarar var. 50 Bugün köylülüğün büyük bir bölümü Amerika' dadır. Solon zamanında olduğu gibi, gene yoksulluktur onları yurtlarından söküp atan. Kalanların birçoğuysa neredeyse birkaç dönüm toprakla ayakta durmaya çalışmaktadır. Toprak parçaları birçok yörede kesintili ve aralıklıdır; bunların bir zamanlar dilimler biçiminde düzenlendiğini göstermektedir bu da. Köylüler ayrı ayrı malikanelerde değil, köylerde bir arada oturmaktadırlar. Toprak sahibi vasiyet­ name bırakmadan ölürse, toprak parçası çocuklar ya da bir sonraki en yakın akrabalar arasında eşit bir biçimde paylaşılmaktadır, ancak kalıt bırakan kişi eşit paylaşımdan sonra dolaysız kalıtçıların her birine kalacak kadar kalıttan fazlasını bırakamamaktadır. Kalıtçılar arasında bölüşüm isteğe bağlıdır. Çoğu zaman toprağa ortaklaşa sahip olmayı kararlaştırırlar. Gerçi bu ortak aile top­ rakları sistemi bugün neredeyse ortadan kalkmıştır, ama geçen yüzyılda hala varlığını sürdürmekteydi; nitekim Ansted'in İonia Adaları'yla ilgili yazısı (1863) bize bu konuda değerli bilgiler sunmaktadır. Baba öldüğünde oğullar ve kızlar malikaneden eşit pay alıyor, ama bir kural olarak onu bölmüyorlardı. Gençseler, evlilik ya da bir uğraş nedeniyle oradan ayrılmak zorunda kalıncaya kadar birlikte oturmayı sürdürüyorlardı. Kız kardeşler, evlendiklerinde, payla­ rına düşen kalıt kadar çeyiz alıyorlardı. Erkek kardeşlerden kimilerinin başka yerlere gittiği, başka yollardan geçimini sağladığı oluyordu; ama hangi kaynak­ tan elde edilmiş olursa olsun gelirlerinin tümünü, babadan kalan malikaneye dayanan aile anaparasına katmayı sürdürüyorlardı. Genellikle erkek kardeşler­ den biri evde kalarak çiftlik işlerini çekip çeviriyor, biri de çiftlik ürünlerinin satıcısı olarak en yakın kente yerleşiyordu. Ötekilerse öğretmen ya da avukat olabiliyordu. Ama hepsinin geliri bir araya toplanıyor, yapılan bütün işlerin sıkı sıkıya hesabı tutuluyordu. Erkek kardeşlerden biri öldüğünde, onun payı çocuklarına kalıyor, onun kız çocukları büyüyüp evlendiklerinde ortak ana­ paradan kendilerine düşen payı çeyiz olarak alıyorlardı; bu pay verilirken, kız çocukların babalarının geliri göz önüne alınmıyordu.51 Ansted'in Santa Mavra'da (Leukas) ve bir ölçüde de Kephalonnia ve Zante' de (Zakynthos) karşılaştığı sistem buydu. Eski Atina oikos'una şaşılacak 50 Bu konunun Bizans'taki toprak kullanımıyla bağıntılı olarak i ncelenmesi gerekir. Özellikle bkz. W. Ashburner, "The Farmer's Law" ("Çiftçi Hukuku"). Journal of Hellenic Studies, 32, 70. Si

Ansted, The Ionian lslands ( l onia Adaları), (Londra, 1863), s. 199-20 1 . Hiç kuşkusuz, bu hane tipinin doğrudan doğruya oikos'tan geldiğini söylemek doğru olmaz, ama her şeye karşın bu ko­ nuda aydınlatıcıdır; Yugoslavlardaki zadruga ile bağıntılı olabilir: O. Lodge, Peasant Life in Jugos­ lavia (Yugoslavya' da Köylü Yaşamı), (Londra. 1941). s. 92- 1 1 . D.T.

269

270

1

Ta rihöncesi Ege

kadar benzemektedir bu sistem. Tek önemli ayrım, eskiçağda ortak mülkiyetin dördüncü kuşakla sınırlandırılmış olmasıdır. Z

Eski Yunan ' da Açık Tarla Sistemi

Bugünkü Yunanistan' daki ortak aile, anamalcılık öncesi dönemin ayrık­ sı bir kalıntısıdır yalnızca. Oysa eski oikos o dönemin toplum yaşamının ay­ rılmaz bir parçasıydı. Kent-devleti, oikos'lardan oluşan bir topluluktu. Aile malikanesinin sahipliği, kentin kurucularından birinin soyundan geçiyor ve yurttaşlık haklarını da yanında getiriyordu. Atina gibi tecimin egemen oldu­ ğu kentlerde, bu eski ayrıcalıklar büyük ölçüde ortadan kalkmıştı gerçi, ama Sparta' da başlangıçtaki ayrıcalıklar kesinlikle unutulmuş değildi52 ve sanırız denizaşırı kolonilerin birçoğunda da anımsanmaktaydı. Atina'da bile bir ya­ bancıya yurttaşlık hakları verilmesi demek, uygulamada, onun bir kabileye, fratriye ya da bucağa alınması53 ve kimi zaman da ev ve toprak sahibi yapıl­ ması54 demekti; ancak böylelikle topluluğun gerçek bir üyesi durumuna gele­ biliyordu. Atina mahkemelerinde, bir kimsenin, ölen mülk sahibinin akrabası olduğunu savunarak bir mülkte hak ileri sürdüğüne rastlanır da, 55 alım satımla ilgili toprak anlaşmazlıklarına hiçbir zaman rastlanmaz: Hak ileri sürme, her zaman, daha önceki mülk sahibiyle kan bağının ya da evlat edinme yoluyla yakın akrabalığın bulunduğunun kanıtlan masıyla sonuçlanır. Kalıt alma hakkı da, gerekli akrabalık ilişkisinin kabul edilmesi nden sonra tar­ tışılmaz bir biçimde tanınır. 56

Elbette, malikanelerin hiç alınıp satılmadığı anlamına gelmiyordu bu. Ama bir para ekonomisinin var olduğu Atina' da bile, akrabalık savları göz önüne alınmaksızın bir mülkün resmen devredilmesi söz konusu olamazdı. Öteki kentlerde de, doğuştan geçen malikanelerin başkasına bırakılması açıkça ya­ sadışı sayılmaktaydı. 57 Demek, kent-devleti, ortak ailelerin bir birliği olarak doğmuştu. Bu aileler­ den her biri, kentin kurucularından birinin kalıt bıraktığı bir toprak parçasının değişmez sahibiydi. O toprak parçası aileyle aynı zamanda oluşmuştu. Kimi top­ raklar sonradan bölünmüştü, ama ancak o toprağın sahibi olan ailenin de bölün­ düğü durumlarda. Aile, üstünde yaşadığı toprağa bağlıydı. Böyle olduğuna göre, toprak parçalarının nasıl bölüşüldüğünü olabildiğince saptamak bize kalıyor. 52

Held, Pont. RP. 2. 7.

53 SIG. ı62, 1 75, 40, 226. 16, 31 0 . 2 1 . 3 1 2 . 30, 353. 5, 5 3 1 . 30, 543. 54 H.G. Lolling, "Inschriften von Hellespont", Mitteilungen des deutschen archaologischen Instituts: Athenische Abteilung, 9. 60. 55

Is. 1. 1 7.

56

The Structure of Greek Tribal Society, s. 83.

57 A ristoteles, Politika, 1 3 1 9a. 9; Held. Pont. Rp. 2 . 7.

Toprak

1

Bu yönde belli bir yere varmış bulunuyoruz. Attika' daki bucakların, baş­ langıçta, tıpkı Anglosaksonların "ing"leri ve "ham"leri gibi klan yerleşim merkezleri olarak kurulduğunu belirtmiştik. Oikos'la ilgili ardıllık kuralının, Anglosaksonlar'daki "gavelkind" yasasına uygun düştüğünü de göstermiştik. Eski İngiliz toprak sisteminin salt bu ülkeye özgü bir sistem olmadığını da akıl­ dan çıkarmamalıyız kuşkusuz. Bu sistemin benzer biçimleri Avrupa'nın her yerinde, Hindistan' da, Çin' de, Orta Amerika' da, Güney Amerika' da da karşı­ mıza çıkmaktadır.58 Gerçekte ilkel köy topluluğuna özgü bir sistemdir bu59 ve Eski Yunan' daki toprak kullanım sistemine kafamızda belli bir örnekle yakla­ şacaksak göz önüne alacağımız kurum bu olmalıdır, yoksa yirminci yüzyılda keyif için çiftlik işleten beyzadelerin sınır kavgaları değil. Demokrasi yönetimindeki Atina' da hem işsizliği azaltmak, hem de stratejik noktaları güvenlik altına almak için sürekli bir siyaset izlenir, yoksul yurttaşlar denizaşırı ülkelerde ele geçirilen yerlere yerleştirilirdi.60 Ayrılan topraklar yurt­ taşların sayısı kadar parçaya eşit bir biçimde bölünür, sonra da kura çekilerek dağıtılırdı. Koloniye yerleşenlerin kendilerine verilen topraklarda oturmaları istenirdi ama, bir kural olarak bunlar toprağı kendileri işlemezlerdi. Toprak, yıllık bir kira ödeyerek uğraşlarını sürdürebilen yerli mal sahiplerince işlenirdi. Bu kleroukhiai ya da "kura toprakları"nın en iyi bilineni, İ.Ö. 427-426 yılların­ da Lesbos'ta yer alan ekim alanıdır. Bu tarihten bir yıl önce, Methymna kenti dışında Lesbos Adası halkı Atina yönetimine başkaldırmıştı. Ayaklanmanın önderleri idam edildi ve Thukydides'in anlattığı gibi Lesbos Adası bütünüyle bir ekim alanına dönüştürüldü: Toprakları, Methymna'nın toprakları dışında, üç bin parsele bölündü. Bu par­ sellerin üç yüzü tanrılara ayrıldı. Gerisi kurayla Atinalı kolonlara dağıtıldı. Lesboslular her yıl parsel başına iki minos vergi ödemeye ve toprakları kend ileri işlemeye söz verdiler.••

Bu parseller eşit değerdeydi. Düzenin doğasında var olan bir şeydi bu; kira­ nın her parsel için aynı oluşuyla da kanıtlanmaktaydı. Yerli halk toprakların­ da kaldı. Peki, topraklar kurayla Atinalı kolonlar arasında nasıl bölüştürüldü öyleyse? Genellikle varsayıldığı gibi, ada daha önce modern anamalcı çiftlikler 58

The English Village Community, s. 186-206, 2 14 - 62 , 336-88; W. F. Skene, Celtic Scotland (Kelt İskoçyası), (İkinci basım, Edinburgh, 1 908), 3. 139; M . M. Kovalevsky, Tableau des origines de l 'evolution de la famille et de la propriete. (Stockholm, 1890), s. 162-70; ICA. Wittfogel, Wirtschaft und Gesellschaft Chinas, ( Leipzig, 1931), s. 348-409; Native Races of the Pacific States of North America, Z 226; J. E. Thompson, A rchaeology ofSouth A merica (Güney Amerika'nın Arkeolojisi), (Chicago, 1 936), s. 49.

59

The Structure of Greek Tribal Society, s. 88.

60 G. B. Grundy, Thucydides and the History of His Age (Thukydides ve Çağı'nın Tarihi), (Londra, 191 1), s. 1 77-78, 201. 61

Thukydides, Peloponnesos Savaşı, (Hürriyet Yayınları, İstanbul, 1976, Türkçesi: Tanju Gökçöl), 3 . 50.

271

272

1

Ta rihöncesi Ege

gibi çevreleri kapatılmış ve birbirinden ayrılmış toprak mülkleri biçiminde iş­ lenmiş olsaydı, bu toprak mülklerinin büyüklükleri birbirinden çok farklı olur­ du. Dolayısıyla da, yerli ayrıcalıkları kesin bir biçimde yeniden düzenlemek­ sizin bu toprakları eşit parsellere bölmek olanaksızlaşırdı. Ama Thukydides'e göre böyle yapılmamıştı. Bir başka yolsa, kirayı çiftliğin büyüklüğüne göre belirlemek ve geliri kura çekenler arasında bölüştürmek olabilirdi. Ama böyle bir yol da tutulmamıştır. Bu durumun gereklerine uygun düşen koşullar, ilkel köy topluluğunun koşullarıdır yalnızca. Dilimler biçimindeki bir bölüşüm bi­ rimiyle, var olan toprakları bozmaksızın farklı büyüklükteki toprak parçaları­ nı birleştirmek ya da eşit parsellerle bölüştürmek olanaklı olabilirdi. Her köy yöresi belli sayıda parsele ayrılabilir, borçları paylaşma işi H indistan' da olduğu gibi köylülerin kendilerine bırakılabilirdi. Bu sonuç, çıkarımları bakımından o denli geniş kapsamlıdır ki, gözlerin­ den kaçmış gibi görünen bir soruna tarihçilerin dikkatini çekmenin ötesinde bu noktada diretmenin bir anlamı olmayacaktır. Ama bu sorundan doğan bir iki düşünce vardır ki, burada rahatlıkla sözü edilebilir. Lesbos'taki yöntemin olağandışı olduğunu düşünmemiz için hiçbir neden yoktur. Lesbos'takinden seksen yıl önce (İ.Ô. 506) Khalkis'teki (Euboia) tarımda bir ikinci örneğe rast­ lamaktayız.62 Khalkis örneğinde parsellerin sayısı dört bindi. Sözünü ettiği­ miz dönemde Euboia'nın toprak sahibi soyluları hala yönetimdeydi ve işte Atinalılar toprağı işleyen rençperlerin yerine değil, bu toprak sahibi soyluların yerine geçtiler. Euboia Adası'ndaki toprak sahipleri Attika' daki toprak sahip­ lerinden daha uzun süre korumuşlardı varlıklarını, çünkü kolonilere yayılma olayı Euboia' daki toprak savaşımını yumuşatmıştı. Bu da, eğer kolonileşme olanağı söz konusuysa, ilkel bir toprak sisteminin hızlı bir tecimsel gelişmeyle bir arada var olabileceğinin rahatlıkla düşünülebileceğini gösteriyor. Doğru, Lesbos'ta demokratik akım çok daha önceleri başlamıştır; ama öte yandan da, altıncı yüzyılda Pers istilasınca durdurulmuştur bu demokratik akım.63 Büyük çiftlikler, Lesboslu çiftçileri kira ödeyen köylüler durumuna düşürdü. Daha başından vergiye bağlanmış bir köylülük temeli üstünde kurulmuş olan öteki Yunan devletlerinde de aynı sorun ortaya çıkmaktadır. Dorlar, Sparta'yı ele geçirdiklerinde, ülke halkını yerinden yurdundan etmediler, eski köylerin­ de oturmalarına izin verdiler onların.64 Buna karşılık, toprakları, alınıp satıl­ mayan aile malikanelerine bölerek paylaştılar; bu toprakları Dorlar için işleyen yerliler ürünün yarısını onlara vermek zorundaydılar.65 Hem bu malikaneler 62 Herodot Tarihi, (Remzi Kitabevi, İstanbul, 1973, Türkçesi: Müntekim Öktem, Yunanca aslıyla karşılaştıran ve sunan: Azra Erhat), 5. 77, 6. 100. 63

Eli m i zde Lesbos'tan ( Roma dönemi) birçok yazıt var. Bu yazıtlarda çiftliklerin ne kadarında tahıl, zeytin ağacı, bağ ve çayır bulunduğunu gösteren listeler veriliyor ve çiftliklerin büyüklüğü epeyce değişkenlik gösteriyor: 1 0. 1 2 . 2. 33 -7.

64 Titus Livius. 34. 27. 65

Held. Pont. RP. 2. T. Aristoteles. Politika, 1 270a: Tyrt. 5.

To p r a k

1

eşitti; bir başka deyişle büyüklükleri daha başından, ortak aşlara yapacakları katkıyı bu malikanelerden sağlamak zorunda olan sahiplerinin gereksinmele­ rine göre düzenlenmişti.66 Ne var ki, beşinci yüzyılda Lesbos'taki durum ne olursa olsun, on birinci yüzyıl Sparta'sında toprağa yaygın bir biçimde el konul­ muş olamayacağı açıktır. Demek ki, burada da, toprakların yerlilerde kalmış olması, yeni toprak parçalarının dilim sistemi temelinde bölüşülmüş olduğu­ nun bir belirtisidir. Daha bu erken tarihte fetihlerle durulan Sparta soyluluğu, değişikliğe karşı direnmede olağanüstü başarılıydı. Sparta soyluluğunun ilkel niteliğinin bir başka kanıtını da, kentin görünüşü gözler önüne sermektedir. Sparta, Thukydides zamanında bile hiçbir zaman tam anlamıyla bir kent değil­ di, bir komşu köyler topluluğuydu.67 Bu gelişmemiş, eksik kentleşmenin, ilkel köy komününde görülen kabile yaşayışıyla iç içe geçmiş olması da, duruma iliş­ kin genel varsayımlarla uygunluk içindedir. Herodotos, geometri biliminin kökenini şöyle açıklıyor: Kral Sesostris bütün toprakları, Mısırlılar arasında bölüştürmüş, herkesin pa­ yına aynı ölçüde toprak düşmüştür; her toprak sahibi yılda bir ve belli zamanda kira gibi bir şey ödüyor, kral da kendisine bu yoldan bir gelir sağlamış oluyordu. Irmak bunlardan birinin toprağını yerse, o adam gidip krala durumu anlatıyor, bunun üzerine Sesostris adamlarını gönderip toprağı ölçtürüyor, ne kadarının eksildiği saptan ıyor ve köylü vergisini o ölçüde eksik ödüyordu; bana öyle gelir ki, sonradan Yunanistan'a da geçmiş olan geometrinin kökeni budur.68

Yunanlar bu konuda Mısır'a Herodotos'un öne sürdüğü ölçüde dolaysızca borçlu olmayabilirler, ama gene de Herodotos'un69 belirttiği ana nokta sözcü­ ğün kendisince kanıtlanmaktadır. Geometrinin çıkış noktası, toprağı bölüş­ türme gereksinmesiydi. Batı Avrupa'nın "acre", "Journel" ve Morge n gibi toprak ölçülerinin nasıl dilimin boyutlarından kaynaklandığını görmüştük. Yunan dilinde de, Yunan diliminin boyutlarını bulmamıza yarayacak benzeşik bir terim vardır. Homeros'ta bir toprak ölçüsü olarak kullanılan gyes sözcüğü, gerçekte "sa­ ban-ağacı" demektir. Bu sözcük, ülkenin kimi yörelerinde bugün bile rastla­ nabilen, yalnızca çatallı bir daldan oluşan ilkel saban için de kullanılmıştır. Ridgeway'e dayanarak, bir ölçü olarak gyes'in başlangıçta bir saban-dönümü, yani belli bir süre içinde sabanla sürülebilen toprak parçası anlamına geldiği sonucunu çıkarabiliriz. Sanırız bu süre bir gün boyuydu, çünkü Homeros'un "akşam" anlamında kullandığı sözcüklerden biri de b ou lytos başka bir deyişle "öküzlerin çözüldüğü saat"tir.70 "

"

,

66 Plutarkhos, Lyc. 8; Polybius. 6. 45. 3. 67 Peloponnesos Savaşı, 1. 10. 2 . 6 8 Herodot Tarihi, 2 . 109, 1 . 6 6 . 2 . 6 9 //yada, 9,579; Odysseia, 7 . 1 1 3, 1 8 . 374. 70 //yada, 16. 779; Odysseia, 9. 58.

273

274

1

Ta rihöncesi Ege

Eski yorumcular, gyes'in bir Plethron'a eşdeğer olduğunu söylüyorlar.71 30,5 metreye eşit bir uzunluk ölçüsüydü bu.72 Dernek ki, gyes, bir yanı 30,5 metre uzunluğunda olan bir saban-dönümüydü. Ama hangi yanı? Horneros'ta ouron diye bir toprak ölçüsü daha geçer. Bir "öküz ouron'u " ve bir de "katır ouron'u" deyimleriyle karşılaşırız. Bunlardan ikincisi daha uzundur.73 Bu sözcük, bir olasılıkla, oureus, " katır" ve Latincedeki urvum, "saban-kuyruğu" sözcükleriyle bağıntılı olan ouros, "sınır" sözcüğünün heteroklit bir biçirnidir.74 Yorumcular, "katır ouron'u"nu, "bir katırın bir atılımda sabanla sürebileceği toprak parça­ sı" olarak açıklıyorlar.75 Yani "bir plethron'dur" diyorlar. Bundan da, gyes ile ouron'un bir oldukları anlaşılıyor. Karıklar boyunca 30,5 metre tutan saban­ dönüınüdür bunlar. "Karığın uzunluğu konusunda elimizde tek bir ipucu var. Bütün ülkeler­ de uzunluk ölçüsü birimlerinin genellikle toprağın işlenmesinden doğduğunu '\i anımsayarak, Yunancada 6 plethra'nın 1 stadion, yani 183 metre olduğunu belirtelim. Stadion alışılagelmiş uzunluk ölçüsüydü, nitekim stadyum ya da yarış alanı sözcüğü de buradan geliyordu. Olyrnpia'daki ve başka yerlerdeki bütün koşu alanları 183 metre uzunluğundaydı.76 Ancak, Argos Dorcasında sözcük stadion değil, spadion biçimindedir. Sesçil değişkeler değildir bunlar, farklı sözcüklerdir. Her ikisi de karığın uzunluğuna uygun düşen tanımlardır, çünkü sta "dur" dernektir, spa ise "çek" anlamına gelir; burada, öküzün ya da katı­ rın durup geriye dönünceye kadar sabanı çektiği uzunluk dile getirilmektedir. Dernek ki, Yunancadaki stadion, İngilizcede "bir karık uzunluğunda" demek olan furlong ile aynı kökenden gelen bir birimdir. Bu varsayım, Yunan koşu alanının genişliğinin genellikle 30,5 metre kadar olduğunu öğrendiğimizde doğrulanrnaktadır.77 Başlangıçta, koşu alanı bir dilimdi. Şimdi dilerseniz, konudan bu uzun ama yararlı kopuştan sonra yeniden işe başladığımız Hoıneros alıntısına dönelim: Tarlaları ortak iki adamdı sanki bunlar, ellerinde ölçü vardı sanki, sınırı çizmek için çekişmedeydiler. H içbiri gözden çıkarmıyordu eşit payını. işte onlar, bir duvarla birbirlerinden ayrı, gelmişlerdi böyle göğüs göğüse.78 71

tlyada, 9. 579.

72 //yada, 2 1 . 407; Odysseia, 1 1 . 577. 73 //yada, 10. 3 5 1 - 53; Odysseia, 8. ı 2 4 -25. 74 E. Boisaq, Dictionnaire etimologique de la langue grecque, (Üçüncü basım , Paris, 1 938). 75 //yada, 10. 3 5 1 . 7 6 A . Pauly v e G. Wissowa, Realencyclopiidie der Klassischen Altertumswissenschaft, (Stuttgart, 1894ı937), 2 . 5 . 1 969. 77 Aynı yerde. 78 tlyada, 12. 4 2 ı -25.

To p r a k

1

Dilimin genişliği olarak ouron, çitten çite olan uzunluktu. Eski Yunan' da çit bir dizi taştan (ouroi) oluşuyordu; tıpkı bugün bile Filistin'de rastlanabi­ leceği gibi, tıpkı İsrailoğulları komşularının sınırtaşına dokunmamaları için uyarıldıkları zamanlar olduğu gibi.79 Böylece, dilimin genişliği anlamına gelen ouron ile bir dilimi ötekinden ayıran taş dizisi anlamına gelen ouros arasındaki ilinti açıklanmış oluyor. Söz konusu taş dizisi de, llyada destanında Akhalarla Troyalıların üstünde göğüs göğüse geldikleri alçak duvarı açıklığa kavuşturu­ yor. Karşılaştırma yerindedir. Benzetmedeki iki adam, açık tarlalardan birinde kendilerine ayrılan paylarını ölçmektedir. Tarla pek o kadar büyük bir tarla değildir; belki de daha o sıralar özel çitler çekilmiştir bile. Dolayısıyla, iki adam paylarını eksiksiz alabilmek için çekişmektedirler. Ama tarlanın sahibi değil­ dirler. Salt kullanım amacıyla bölüşmektedirler tarlayı. Aynı tarla belki bir gün yeniden bölüşülecektir. İşte bu yüzden, "ortak" diye söz edilmektedir tarladan. İlkel ortaklaşmacılığın bu sürdürücülerinin bağlı oldukları köy komününün ortaklaşa sahip olduğu bu "ortak" tarla o döneme hiç yabancı değildir. 8.

Toprağın Yen iden Bölüşülmesi

!/yada ve Odysseia'nın son biçimlerini aldıkları dönemde, tarlanın zaman zaman yeniden bölüşülmesi alışkısı büyük bir olasılıkla yitmekteydi. Ne var ki, Homeros'un bize her şeyi anlatmak gibi bir amacı yoktur, onun için birtakım sonuçlar çıkarmadan önce kanıtları gözden geçirmemiz yararlı olacaktır. Altıncı yüzyıl başlarında, Attika'nın kırsal bölgeleri hoşnutsuzluk ve te­ dirginlikle kaynarken, Solon birtakım tarım reformları çıkardı. Gerçi bu re­ formlar bunalımı geçici olarak giderdi, ama köylülerin gönlünü kandıramadı. Çünkü köylüler "toprağın yeniden bölüştürülmesini" istemişlerdi. 80 Gerçekte, böyle bir işlem, Libya kıyılarında bir Yunan kolonisi olan Kyrene'de uygulan­ mıştı. Altıncı yüzyılda anayurttan gönderilen yeni yerleşmeciler "toprağın ye­ niden bölüştürülmesine" katılmaya çağrılmış, bu temel üstünde yeni gelenlerin de içinde bulunduğu bütün halk, kralın başrahiplik payı olarak birtakım özel malikanelerin bir yana ayrılmasından sonra, üç kabileye bölünmüştü.81 Çoğunun yorumunun tersine, Attika köylülerinin isteği devrimci bir istek de­ ğildi, kutsal özel mülkiyet haklarına karşı yıkıcı bir meydan okuma değildi. Karşı­ devrimci bir istekti; eski komünal hakların kutsallığını ayaklar altına alan topra­ ğa el koymaya karşı bir protestoydu. Geleceğe yönelik değil, geçmişe yönelik bir istekti. Yeniden bölüşüm ilkesi, Kyrene örneğinde gördüğümüz gibi, hala yürür­ lükteydi. Bu ilkenin bir zamanlar dönemsel olduğunu göstermek kalıyor geriye. 79 /!yada, 2 1 . 403-05; Deut. 19. 14. 80 Aristoteles. Ath. i l . 2. 1.ô. beşinci yüzyılda, Sicilya' da bir kent olan Leontinoi'da halk toprakların yeniden bölüşülmesini istemişti: Peloponnesos Savaşı, 5. 4. 2. 81

Herodot Tarihi, 4. 159-61; Peloponnesos Savaşı, 8 . 2 1 .

275

276

1

Ta rihöncesi Ege

Yunanlar bu uygulamanın hiç de yabancısı sayılmazlardı. Strabon, Dalmaçyalıların toprağı her sekiz yılda bir yeniden parsellediklerini söyler. 82 Diodoros da, bu uygulamanın İspanya' daki Vaccae'ler arasında her yıl yerine getirildiğini anlatır: Vaccae'ler toprağı her yıl bölüşürler; her biri, ortak mal sayılan üründen pay alır. El koymanın cezası ölümdür.83

Altıncı yüzyıl başlarında, Rodos ve Knidos'tan bir Dor topluluğu Sicilya'ya doğru yola çıktı. Amaçları Lilybaion' da bir koloni kurmaktı, gel gör ki Fenikelilerce geri püskürtüldüler. Daha sonra yelkenlileriyle Liparai Adaları'na giderek oranın yerli halkıyla güçlerini birleştirdiler. Öykünün bundan sonrası­ nı Diodoros'un ağzından dinleyelim: Lipara' da iyi karşılanan yerleşmeciler, toprağı yerli halkla paylaşmaya razı oldu­ lar ... Bir zaman sonra, Etrüsk korsanlarının saldırıları karşısında, bir donanma kurmak ve uğraşlarını bölmek zorunda kaldılar. Bir bölüğü toprakları ortakla­ şa işlemeyi sürdürürken, bir bölüğü de korsanlara karşı savunmayı örgütledi. Mülkiyet ortaktı, yemekleri de ortaklaşa yiyorlardı. Bu komünal yaşamı bir süre sürdürdükten sonra, kentin de bulunduğu Lipara'yı bölüştüler, ama öteki ada­ lardaki toprakları ortaklaşa işlemekten vazgeçmediler. En sonundaysa, bütün adaları yirmi yıllık dönemler için bölüştüler; her dönemin bitiminde toprağı ye­ niden parselliyorla rdı. Deni zlerde Etrüsklere karşı birçok utku kazandılar, ele ge­ çirdikleri savaş vurgunlarından Delphoi'a sayısız değerli armağan gönderdiler. 84

Diodoros, istediğimizden de fazlasını anlatıyor bize. Bir Yunan kent­ devletindeki dönemsel yeniden bölüşüm sisteminin sözünü etmekle kalmıyor, aynı zamanda toprakların geçici bir bölüşme bile olmaksızın köy komünlerince sahiplenildiği ve işlendiği daha da eski bir evreye götürüyor bizi. Okuyucu, günümüz tarihçilerinin, özellikle de köle kafalı Esmein'i suç­ layışı hala belleklerden çıkmayan Toutain'in, Diodoros'un bu sözlerini başka türlü yorumlamayı nasıl becerdiğini sorabilir. Gerçekte, Toutain'in tek yap­ tığı, Diodoros'un bu yazdıklarından hiç söz etmeme cüretini göstermesidir. Cambridge Ancient History'deki yazar da bizi Yunanların Diodoros'un tanım­ ladığı evreyi çoktan geride bırakmış olduklarına inandırmaya çalışırken, aynı şeyi yapıyor. Anlaşılan, Cambridge A ncient History yazarı da, Toutain de, bu so­ runun Guiraud 'nun hala konuyla ilgili temel yapıt sayılan La propriete fonciere en Grece 'inde tümden çözülmüş olduğuna inanıyorlardı. Toutain, Guiraud'nun "gayret ve vuzuh"undan sık sık söz eder ya! Alın size "gayret ve vuzuh": Diodoros'un Liparai Adaları'nda tarımın ortaklaşa olduğu konusunda anlattık­ larını sorgulamamız için bir neden yoktur. Onun anlattığının tek su götürür 82 Strabon, 3 1 5 . 83 D . S . 5. 3 4 ; N i c . D a m . 1 26. 84 D.S. 5. 9.

Toprak

1

yanı, bu sistemin benimsenmesine yakıştırılan güdüdür. Son olarak Theodore Reinach, Livius'tan bir alıntıya dayanarak Liparai Adası halkının da tıpkı Etrüskler gibi korsan olduğunu ortaya koymuştur. Durum böyle olunca, ada halkının ortaklaşmacılığının geçmişin bir kalıntısı olmak şöyle dursun, belirli bir amaç için yaratılmış yapay bir düzen olduğunu anlamak güç olmasa gerek. Burada hiçbir siyasal ya da toplumsal ilke söz konusu değildir. Bu adalılar bir eşkıya çetesine en uygun kurumları benimsemişlerdir, hepsi o kadar ... Üstelik insanoğlunda çok güçlü olan özel mülkiyet tutkusu çok geçmeden bu düzenin bozulmasına yol açmıştır. En geç beşinci yüzyıl içinde, hiç kuşkusuz biricik surla çevrelenmiş ve yaşanılır ada olan ana adayı bölüşmeye başlamışlardır. Öteki ada­ larsa olduğu gibi bırakılmıştır. 85

"Siyasal ve toplumsal ilkeler"e geçmeden önce olgulara bir göz atalım. Aslında, düzene bir güdü yakıştırdığı yoktur Diodoros'un. Bunu yapan, Guiraud'nun kendisidir. Ana adanın ne zaman bölüşüldüğünü gösterir hiçbir belirti yoktur ortada. Diodoros, anlaşılan, öteki adalardan hiç değilse kimile­ rinde insanların oturduğu kanısındadır ve bu konuda sözüne güvenebileceği­ miz ikinci bir yetkili olan Strabon da Diodoros'un bu kanısına katılmaktadır. Strabon sekiz adanın adını anmakta ve bunlardan yalnızca ikisinde yaşanılma­ dığını söylemektedir.86 Dolayısıyla, Guiraud'nun bu bölümle ilgili yorumu, bö­ lümün kendisiyle çelişmektedir. Mos erat civitatis velut publico latrocinio par­ tam praedam dividere. 87 "Görenekleri, bir tür ortaklaşa eşkıyalıkla elde edilen vurgunları bölüşmekti." Bu Yunan ortaklaşmacıları hiç değilse tutarlıydılar. Dini bütün bir davranışla tanrılara bir armağan sunduktan sonra, kalanı kendi aralarında paylaşıyorlardı. Taşınır ya da taşınmaz mallar, bir yerden edinilmiş ya da kalıt kalmış bütün mülkler ortaklaşaydı. ilkel ortaklaşmacılık bütün öğe­ leriyle ortada. Olguları gözler önüne serdiğimize göre, şimdi de ilkeleri inceleyebiliriz. Yurtları dışında bir soyguncudan başka bir şey olmayan bu adalılar, doğaldır ki yurt içinde tıpkı Sir John Sinclair gibi Guiraud'nun da uygarlığın denektaşı olarak gördüğü özel mülkiyete saygıyı geliştirememişlerdi. Ama kurumlarının hiçbir "siyasal ya da toplumsal ilke" içermediğini varsaymak, doğrusu biraz acelecilik olur. Eğer bu ilkesiz adalılar korsan idiyseler, o zaman Etrüskler, Kartacalılar, Fenikeliler, Karialılar,88 dahası Yunanlar da içinde olmak üzere bütün eski denizci halklar da korsanlık yapma fırsatını h içbir zaman kaçırma­ mışlardı. 89 llya da 'nın ve Odysseia'nın Akhalı kahramanları da korsandılar ve 85

P. Guiraud, La proprietefonciere en Grece, (Paris, 1893). s. 1 3 - 14.

86 Strabon, 275-77; Peloponnesos Savaşı, 3. 88. 2 ; Pausanias 10. 1 1 . 14. Yıl boyunca sürekli yaşanılan tek ada, ana adaydı. 87 Titus Livius, s. 28. 88 D.S. 5. 9; Polybius, 3. 24. 4; Peloponnesos Savaşı, 1 . 4. 7-8; Odysseia, 1 5 . 4 1 5 -84. 89 Herodot Tarihi, 1 . 166, 6. 17; Peloponnesos Savaşı, 1 . 5; D. 50. 1 7; Lycurg. Leo. 18.

277

278

1

Ta rihöncesi Ege

bundan onur duyuyorlardı.90 Üstelik, az sonra göreceğimiz gibi, kötü yollardan elde ettikleri kazançlarını aynı biçimde paylaşıyorlardı.91 Siyasal ve toplumsal ilkeleri Guiraud ve benzerlerince insanlığın önüne bir örnek olarak sunulan uygar Yunanlar korsanlıkta bir beyefendinin onuruyla bağdaşmayan bir yan görmüyorlar, dahası korsanlık haklarının uygulanmasını çeşitli antlaşmalara açıkça bir koşul olarak geçiriyorlardı.92 Ne de olsa, deniz yağmacılığı ile kara yağmacılığı arasında ilke açısından bir ayrım yoktur. Bütün korsanlar, bütün yağmacılar, bütün fetihçiler, bütün imparatorluk kurucuları, özel mülkiyetin kutsal varlığı önünde ne denli saygıyla eğilirlerse eğilsinler, onu bir kez ele ge­ çirdiler mi, tıpkı Lipara'lılar gibi çalmakla başlarlar işe. Eğer Guiraud biraz daha çaba gösterip düşünmeyi biraz daha sürdürebilseydi, kendi uygarlığının temelinde soygunculuğun yattığı biçiminde bir siyasal ve toplumsal ilkeyle yüz yüze gelecekti. La proprie'te c'est le vol (Mülkiyet hırsızlıktır).93 Guiraud, bu ve daha başka Yunan kaynaklarındaki ortak mülkiyetle ilgili bütün kanıtları "tersinden yorumladıktan" sonra şu sonuca varıyor: insanın bunlara azıcık değer verebilmesi için, görülmedik ölçüde yanlı bir kafaya sahip olması gerekir. Aklı başında bir biçimde yorumlandığında, bütün bir eski yazında böyle bir görüşü doğrulayan tek bir bölüm yoktur.94

Eğer aklı başında olmak yansız olmak demekse, o zaman hepimiz akıl­ dan bir parça yoksunuz. Bir ölçü sorunudur bu. Ama bu gayretkeş tarihçinin oluşturmayı başardığı hiç değilse bir toplumsal ve siyasal ilke var. Gayretkeş tarihçimiz, modern kentsoyluluğun özel mülkiyet tutkusunun, yaşamı onsuz düşünemeyecekleri kadar müthiş bir güç olduğunu en küçük bir kuşkuya yer bırakmayan bir açıklıkla ortaya koymuştu: Was ihr nicht fasst, das fehlt euch ganz und gar, Was ihr nicht rechnet, glaubt ihr, sei nicht wahr. (Aklınızın almadığı şeylerin tümüyle yokluğuna, Dikkate almadıklarınızın da gerçek olmadığına inanırsınız.) 9.

Bölüşüm Yöntemi

Şimdi yeniden Kleroukhia'ya dönelim. Yerleşmecilerin sayısı belirlendikten sonra, yerleşilecek topraklar aynı sayıda parsele bölünüyordu. Gerçi yerleşme­ cilerin nasıl seçildiği anlatılmıyor, ama öyle anlaşılıyor ki bazen başvuran90 //yada, i l . 625; Odysseia, 4. 8 ı -90, 9. 40-42, 14. 229-34. 91

Bkz. Bu bölümde "10. Ayrıcalığın Gelişmesi", s. 282.

92 J. Hasebroek, Staat und Hande/ im alten Griechenland, (Tübingen, 1 928). Trade and Politics in A ncient Greece (Eski Yunan'da Tecim ve Siyaset), (Londra, 1 933); s. 1 17-2 1 . 9 3 F . Engels, Origin of the Family, Private Property a n d the State (Ailenin, Özel Mülkiyetin v e Devle­ tin Kökeni), (Londra, 1940), s. 1 27. 94 La Propriete fonciere en Grece, s. 2 1 -2 2 .

To prak

1

!ar eldeki topraklara göre çok fazla oluyordu. O zamanlar demokraside kura çekmenin yaygın bir biçimde uygulandığını biliyoruz; öyleyse başvuranların aralarında kura çektiklerini varsaymamızda bir sakınca olmasa gerek. Aynı zamanda, toprakların ana ülkede var olan kalıtım kurallarına bağlı olduğunu varsaymalıyız. Her pay sahibi, bir oikos'un, normal tipte bir aile malikanesinin kurucusu oluyordu. Bu aile malikanesinin tek ayrılığı, yeni olduğu için üstünde kalıtsal haklar ileri sürülememesi, dolayısıyla da temlikinin daha kolay olma­ sıydı. Birçok durumda, kuralların tersine, pay sahiplerinin topraklarını satıp yurda geri döndüklerini biliyoruz.95 Kleroukhia'nın sıradan bir koloniden (apoikia) ayrımı, üyelerinin Atina yurttaşları olarak bütün haklarını korumalarıydı.96 Koloni, metropolise dinsel bağlarla bağlı, ama siyasal bakımdan bağımsız olan yeni bir kent-devletiydi. Bunun dışında, örgütlenme biçimi aynıydı. Kyrene, yedinci yüzyılda, tam Thera Adası kıtlıkla karşı karşıya bulunduğu sırada bu adadan seçilenlerle kolonileş­ tirilmişti. Adadaki her ailenin iki oğlundan biri kurayla seçilmişti.97 Benzer bir işlemi de, Lydia'dan ayrılırlarken Etrüsklerin ataları uygulamışlardı. Orada da kıtlık söz konusuydu. Kral, halkı iki eşit bölüğe ayırmış ve aralarında kura çekmişti.98 Bir koloninin kurucularının kurayla seçilmelerinin geleneksel bir uygulama olduğu açıktır. Beşinci yüzyıl ortalarında Thrakia kıyılarındaki Brea' da bir Atina kolo­ nisi kuruldu. Buradaki işlemin nasıl yapılacağını düzenleyen yasa günümüze kalmıştır. Bu yasanın maddelerinden biri şöyledir: "Her kabileden bir kişi ol­ mak üzere on adam toprak paylaştırıcısı seçilecek ve bunlar toprakları kurayla bölüştüreceklerdir."99 Toprak paylaştırıcısı (geonomos), toprakların sınırlarını çizen toprak ölçücüden farklı olarak, toprakları bölüştürüyordu. Buradan da anlıyoruz ki, topraklar kura yoluyla bölüştürülüyor ve bu da her nasılsa kabile düzeniyle eşgüdümlü bir biçimde yapılıyordu. Hiç kuşkusuz düşsel bir durum söz konusudur bu örnekte; ama Platon'un bu işlem için gerçek uygulamayı ör­ nek aldığı da bilinmektedir: Her şeyden önce, kent, bölgenin elden geldiğince merkezinde kurulacaktır ... Sonra, kentin de içinde bulunduğu bütün bölge, Hestia, Zeus ve Athena'nın Akropol adı verilecek ve surla çevrilecek tapınağından başlayarak on iki bölüme ayrılacaktır. Bu bölümler eşit olacak ve toprağın niteliğine uygun bir biçimde düzenlenecektir. Toplam 5040 toprak parçası belirlenecek ve bunlardan her biri, biri kent içinde, biri daha uzakta olmak üzere iki parçaya bölünecektir ... Ondan sonra, yurttaşlar da on iki öbeğe bölünecekler ve öbekler arasında elden geldiğin95 G . Grote, History of Greece (Yunanistan Tarihi), (ikinci basım, Londra, 1 869), 6.37-38. 96 Cambridge Ancient History'de E.M. Walker, 4. 161. 97 Herodot Tarihi, 4. 1 53; Parth. 5. 98 Herodot Tarihi, 1 . 94. 5. 99 M.N. Tod, Greek Historical Inscriptions (Tarihsel Yunan Yazıtları), (Oxford, 1 933X s. 88-90.

279

280

1

Tarihöncesi Ege

ce eşit bir biçimde bölüştürülebilmesi için yurttaşların kişisel mallarının eksik­ siz bir dökümü çıkarılacaktır. En sonunda, her öbek On İki Tanrı' dan birine bir toprak parçası ayıracak ve kabile adını alacaktır. 100

Platon'un ortaya çıkardığı toplam toprak parçası sayısı, Plutarkhos'un kedi ve yavruları için saptadığı formüldeki aynı gizemsel diziyle varılmaktadır: l x2x3x4x5x6x7= 5040. Ama bu bile bir olguya dayanmaktadır. Uygun bir top­ lam olarak benimsenen sayının yarısından biraz fazladır.101 Amphipolis'teki Atina kolonisi 10.000 toprak parçasına bölünmüş, Syrakusalılar da Atina' daki kolonileri için aynı sayıyı saptamışlardı. 102 Platon'un pay sahipleri, aile başkanlarıydı. Yasaların öteki bölümlerinden açık­ ça anlaşılıyor bu. Ne var ki, bu aileler, daha büyük bir birimin, kabilenin öğeleri olarak ele alınıyordu. Bu da daha başka kaynaklarca doğrulanıyor. Erken Rodos'ta üç yerleşim merkezi vardı: Lindos, İalysos, Kameiros.103 Bunlar, llyada'dan öğ­ rendiğimize göre, göçmenlerin üç kabilesine denk düşmekteydi. Dahası, kurayla belirlenmişlerdi. Pindaros'un bu kentlere ilişkin anlattıklarından bu sonuca varı­ yoruz, çünkü Pindaros gene aynı şiirde tanrıların yeryüzünü paylaşmak için nasıl kura çektiklerini dile getiriyor. Güneş-tanrı kura çekilirken orada yokmuş, bu yüzden de paysız kalmış. Güneş-tanrının paydan yoksun kalışı, o zamanlar de­ nizin altında bulunan Rodos Adası'nın kendisine verilmesiyle giderilmiş. Rodos Adası'nın dipten deniz yüzeyine doğru yükseldiğini gören Güneş-tanrı olmuş ve Pay Tanrıçası Lakhesis de bu düzenlemeyi onaylamış.104 Yeni fethedilen dünya­ nın Koronosoğulları arasında pay edilmesi, yeni fethedilen adanın Heliosoğulları, yani onların adlarını taşıyan üç kabile yerleşim merkezinin kurucuları arasında paylaştırılmasının kutsal bir örneği olarak sunulmaktadır. Buraya kadar, klan adının kullanıldığını görmedik. Nedenini anlamak da o kadar zor değil. Gelişkin kent-devletinde, fratrinin salt dinsel bir birliğe, kla­ nın da ailelere dönüşmesinden çok sonraları bile kabile askerdi ve siyasal bir birim olarak varlığını koruyordu. Klan varlığını bir ölçüde soylular arasında sürdürüyordu, ama kolonilere daha çok aşağı sınıflardan insanlar, toprak is­ teyen insanlar gönderiliyordu.105 Ve bu kesim, klan bağlarının en çok ortadan kalktığı kesimiydi toplumun. Klanın izlerini bulmak istiyorsak, tarihöncesi döneme dönmek zorundayız. 100 Platon, Leg. 745. 101 Aristoteles, Politika, 1 26 7 b. 3. 102 Peloponnesos Savaşı, 1 . 100; D.S. 1 1 .49. 103 llyada, 2. 655-56; Pi. O. 7. 73 -74; SIG. 339 n. 1 llyada'ya göre bu yerleşim merkezlerinin kuru­ cusu Ephyra'lı (sanırız Thessalia Ephyrası) Tlepolemos'tu; ama Pindaros'a göre ve gene Giritli Althaimenes'in öyküsüne bakılırsa adaya Helios'un üç oğlu yerleşmişti: Apollodoros, 3. 2 . 1-2. Gerçekte art arda birçok yerleşim olmuştu: Strabon, 653-54. 104 Pi. O. 7. 54-76; Apollodoros, 2 . 8. 4; Pausanias, 8. 4 . 3.

105 Brea yasasında (y. 41) kolonicilerin en yoksul sınıflardan seçilmesi belirtiliyordu. Platon, Leg. 73536; Iso. 4 . 182.

To prak

1

Atina' daki Kleroukhia'nın, sekizinci yüzyıldan altıncı yüzyıla dek süren büyük koloni yayılması döneminde izlenen örgütlenme biçimine uyduğunu görmüştük. Büyük koloni yayılması, Yunanların bütün Akdeniz'e dağılmala­ rını sağlayan akımdı. Şimdi de, daha da gerilere giderek, bu kolonilerin ana­ kentlerinin yapılarını örnek aldıklarını düşünürsek, bunların Yunanistan' da ve Ege' de ana-kentlerin kendilerini kurmuş olan daha da eski akımların sürdü­ rülmesi olduklarını görebiliriz. Yunanlar, sürekliliğe saygı duyarlardı. Troya Savaşı'ndan önceki günlerde Rodos'un kurucusu Tlepolemos'un nasıl "toprakları eşit bir biçimde bölüştür­ düğünü"; daha önceleri Makar'ın nasıl Lesbos'taki "toprakları paylaştırdığı­ nı"; Kydrolaos'un nasıl "Samos'a yerleştiğini ve toprakları paylara böldüğünü"; Tenedos Adası'na adını veren Tenes'in toprakları halkı arasında nasıl paylaş­ tırdığını ve kendisine ayrılan özel topraklarda (temenos) ölümünden sonra bir kahraman olarak Tenes'e nasıl tapınıldığını anımsarlardı.106 Bu tarihöncesi yer­ leşim merkezlerinin, kesinlikle kent-devletleri değil, kabile birlikleri oldukları açıktır. Dolayısıyla, klanın daha öne çıkmış olabileceği beklenebilir buralarda. Nitekim öyleydi de. Dor istilasından sonra kurulan İonia kolonisi Teos pyrgoi'a ya da bucaklara bölünmüştü; beşinci yüzyıla kadar bunların birçoğunda, ad­ larını almış oldukları klanlar yaşamaktaydı. Rodos'un üç bölgesi de bucaklara bölünmüştü. Bunlardan biri Nettidai'ların Netteia'sı, öteki de Hippotadai'ların Hippoteia'sı idi.107 Bu bilgiler, Attika bucaklarını incelememizden çıkan sonu­ cu doğrulamaktadır. Doğru, Attika' da atalarının bucağında yaşamayı sürdü­ ren tek bir klan -Boutadai- biliyoruz (bak. c.I, Bölüm IH/2). Bunun nedeni, altıncı yüzyıldaki toplumsal karışıklıklar sonucunda ülkenin değişikliklere uğramış olmasıydı. Ne var ki, Attika'da bile eski bağlar, kopmuş olmalarına karşın, unutulmuş değildiler. Philaidai'ların Kimon'u Atina ile Eleusis ara­ sındaki Lakiadai' dandı; ama atalarının, Philaios'un Attika topraklarına ilk ayak bastığı yer olan Brauron yakınlarındaki Philaidai'dan geldiklerini bili­ yor olmalıydı, yoksa bizler de bilemezdik. Bir yoruma göre de, Kral Theseus ülkeye yeni bir düzen verirken kırsal yöreleri dolaşmış, "bucakları ve klanları gezmişti".108 Anlaşılan, o eski günlerde bu iki birim özdeşti. Bu sonucu daha önce Dördüncü Bölüm' de de gözden geçirmiştik; son bir doğrulama ise söz­ cüğün kendinden geliyor. Homeros'ta demos sözcüğü hem işlenmiş bir top­ rak parçasını, hem de orada yaşayan insanları dile getirir.109 Daha doğrusu, genellikle toprağın bölüşümü ya da dağıtımı için kullanılan dasmos sözcüğüyle

106 D.S. 5. 59, 8 ı -83. 107 SIG. 932. 24, 33. 1 18. 5. 695. 2 1 . 1 0 8 Plutarkhos, Thes. 24. 109 llyada, 5. 710. 20. 166.

28 1

282

1

Tarihöncesi Ege

aynı kökten geldiğinden, bir "bölüm" dür demos. 1 10 Demek, köken bakımından bucak hem bölgesel, hem de siyasal bir birimdi; tıpkı İngilizcedeki Woking, Tooting, Epping, Fransızcadaki Aubigny, Corbigny, Pontigny, Almancadaki Geislingen, Göttingen, Tübingen ı 1 1 ve Vaat Edilmiş Toprak'a yerleşmiş olan İbrani "aileleri" ya da klanları gibi bir klan yerleşim merkeziydi: İsrailoğullarına söyle ve onlara de: Ürdün'den Kenan diyarına geçtiğiniz zaman, memlekette oturanların hepsini önünüzden kovacaksınız ... Ve memleketi aşiret­ lerinize göre kura ile m iras alacaksınız; çok olanın mirasını çoğaltacaksınız ve az olanın mirasını azaltacaksınız; bir adama kura nerede düşerse o yer onun olacak; atalarınızın sıptlarına göre miras alacaksınız.'" Ve Yeşu İsrailoğullarına dedi: Atalarınızın Allahı Rabbin size verdiği diyara mülk edinmek için girmekte ne vakte kadar gevşeklik edeceksiniz? Her sıpt­ tan kendiniz için üç adam seçin; ve onları göndereceğim; ve kalkıp memleketi dolaşacaklar ve miraslarına göre onu yazıp bana gelecekler. . . Ve siz memleketi yedi hisse olarak yazacaksınız ve yazıyı buraya bana getireceksiniz ve burada Allahımız Rabbi n önünde sizin için kura çekeceğim.'"

1 0. Ayrıcalığın Gelişm esi Yunancada, toprak parçası karşılığı olarak, "pay" anlamına gelen kleros kullanılır. Şiirde de moira ve lakhos aynı anlamda geçer. Bu sözcüklerin hep­ si de Hint-Avrupa kökenlidir. Kleros'un ilk anlamı, İrlanda dilinde "tahta" ya da " kereste" demek olan clar sözcüğü gibi, bir "tahta parçası" idi; küçük tahta parçalarının kura çekmekte kullanıldığını gösteriyor bu da. Bu sözcüğün kla tabanını, Yunancada " dal, kol" anlamına gelen klados ve "kırmak" anlamına gelen klao sözcüklerinde; İngilizcedeki "lot" (pay) ile aynı kökten ve eşanlamlı olan Got dilindeki hlauts sözcüğünde de görürüz. Bu köken ortaklıkları, Hint­ Avrupa kültüründe pay ya da kuranın kullanımının eski bir özellik olduğunu gösteriyor. Bu özellik, topluluğun her üyesinin topluluğun emek ürününden eşit pay almaya hakkı olduğu ilkesine dayanıyordu.114 ı 10 Dictionnaire etymologique de la langue grecque. Günümüz bilim adamları, kabile toplumunun ya­ pısını çözümlemeyi savsakladıkları için, klan ile köy arasındaki bu doğal bağdan kaçınılmaz ola­ rak habersizdirler. Dolayısıyla, Cary'nin izinden giden F. E. Adcock da, " demos"un kökeninden söz ederken klanı tümden dışlamakta ("soyluluğun bir yansıması olan klan, genos henüz gelecek­ tedir") ve bunun sonucunda kabile üyelerinin köylerde yaşadıkları gerçeğiyle yüz yüze geldiğinde bunu "iç-güdüleriyle" böyle yaptıklarını söylemekten öteye gidememektedir. (Cambridge Ancient H istory, 3. 688). 1 1 1 The English Village Community, s. 355-67. 1 1 2 The Books of the Old Testament, (Eski Ahit), "Numbers" ("Sayılar"), 33. 5 1 -54. 1 ı 3 The Books of the Old Testament, "Joshua", 18. 3-6 1 14 Yunanistan' da "kura", Delphoi bilicisinin kehanetine yaklaşım önceliğini belirlemek ve klan şef­ lerin i atamak amacıyla seçimlerde de kullanılageldi. Aiskhylos, E. 32; J. Topffer, Attische Genea­ logie, (Berlin, 1889), s. 2 ı ; W. R. Paton ve E. L. H icks, Inscriptions of Cos ( Kos Yazıtları), (Oxford, 1891), s. 1 37.

To p r a k

1

Res i m 50. Kura çekimi: A ttika vazosu

Bu ilke, Erken Yunanistan' da, rahiplerin, şeflerin ve kralların özel yara­ rına toprak parçaları ayırma töresiyle çoktan sınırlandırılmış bulunuyordu. Lesbos'taki ekim alanında bir toprak payı tanrılara "ayrılıyordu". Brea'ya yerle­ şenlere, rahipler için "ayrılan" birtakım topraklar dışında kalan bütün toprak­ lar verilmişti.1 1 5 Kyrene'de de kral için benzer türden topraklar "ayrılmıştı".1 16 İlyada'da, Kral Nausithoos Phaiakları götürüp yeni yurtlarına yerleştirdiği zaman, kentin dört yanını onlar için surla çevirir, tekmil toprakları dağıtır ve tanrılara tapınaklar yapar.1 17 Homerik şiirlerde, kralın elinde çeşitli ayrı­ calıklar bulunmasına karşın, toprağın halkın denetiminde olduğu açık se­ çik görülür. Lykia Kralı bütün krallık onurlarını Bellerophontes'le bölüşür, ama Bellerophontes'e verimli, zengin toprakları bağışlayan Lykia halkıdır. 1 18 Akhilleus, kendisiyle dövüşmeye gelen Aineias'ı uyarırken şöyle seslenir: A m a sen öldürsen de beni, Priamos vermez senin eline onur yerini, deli değil o, aklı başında, hem oğulları var onun. Troyalılar sana bir toprak mı ayırdı yoksa, güzel bağlar mı, tarlalar mı ay ırdılar, onlara m ı konacaksın beni öldürürsen, hiç de kolay değil bunu yapma k . 1 1 9 1 1 5 Greek Historical Inscriptions, s. 88-90, A iskhylos, E. 403 -05. 1 1 6 Herodot Ta rihi, 4. 1 6 1 . 3. il 7

Odysseia, 6. 9- 10.

1 1 8 tlyada, 6. 195 -95. 119 ilyada, 20. 178-86.

283

284

1

Ta rihöncesi Ege

Burada da onur yerini veren Kral Priamos, bağları ve tarlaları verense Troya halkıdır. Sanırız gerçekte klan şefleri olan Aitol yaşlıları, kendileri uğrunda çarpışmaya, illerini korumaya razı etmek için güzel Kalydon ovasının en bere­ ketli yerinde toprak vermeyi önerirler Meleagros'a.120 İşte bu ayrılan topraklara temenea adı verilir; halk arasında bölüştürülen toprakların geriye kalanından " kesip alınan" (temno) ya da "ayrılan" (eksaireo) topraklarıdır bunlar. Temenos, kabile düzeninin bağrında göğeren tohumudur özel mülkiyetin. Aynı komünal ve bireysel ilkeler bileşimi, yağmanın paylaşılmasında da görülür. Bölüşüm işlemi aynıdır: Savaş vurgunu (dasmos) kura çekilerek bö­ lüşülür. Ve tıpkı topraklar paylaşılırken krala özel bir toprak parçası armağan edildiği gibi, savaş vurgunları bölüşülürken de genel paydan ayrılan özel bir "ayrıcalık" (geras) ya da "ödül" (time) alır kral.121 Kılık değiştirmiş Odysseus, dokuz akın düzenlemiş olmakla böbürlenirken, bu akınların her birinde tala­ nın paylaşımından kendi payının kat kat üstünde, değerli armağanlar aldığı­ nı söyler.122 Akhalar, Thebai kentini yağmaladıktan sonra "talanı bölüşürler, Khryses'in kızını da Agamemnon'a ayırırlar."123 Daha sonra kızı geri vermek zorunda kalan Agamemnon buna karşılık ödence ister, ama Akhilleus'un ken­ disine anımsattığı gibi çok geçtir artık: Ünlü Atreusoğlu, ey doymak bilmez adam! Ulu canlı Akhalar armağanı (geras) nerden bulsun versin sana, elimizde yedeğe alınmış mal m ı var ki. İllerden ne yağma ettiysek hep bölüşüldü, doğru olur mu toplamak bu malları yeniden? Haydi durma, sun tanrıya sen şu kızı, biz Akhalar veririz sana üç dört katını; iş ki güzel surlarla çevrili Troya ilini talan etmeyi buyursun Zeus bize.124

1 20 llyada. 9. 574-80. Yaşlılar büyük olasılıkla klan şefleriydi. G. Glotz, solidarite de la famille dans le droit erimine/ en Grece, (Paris. 1 904). s. 1 2 . Temenos, orada çalışacak köleleri de içeriyor olmalıy­ dı: H. Jeanmaire. Couroi et Couretes. (Lille, 1 939), s. 75; llyada, 9. 1 54-56. Toprak kullanımındaki ayrıcalıklar bel irsiz; bir olasılıkla, bu ayrıcalık şeflerin eli ndeydi. 121 llyada. 1 . 166-67, 368-69. 2 . 226-28; A iskhylos. Agamemnon, 945; Euripides, Troyalı Kadınlar, 248. 273; Native Races of the Pacific States of North America, 2 . 225; The Indian Village Community, s. 195; W. Robertson Smith, Kinship and Marriage in Early Arabia (Arabistan'ın Erken Çağı'nda Akrabalık ve Evlilik), (ikinci basım, Londra, 1 903), s. 65. 122 Odysseia, 14. 229-33. Ege' de, daha l.S. on sekizinci yüzyıl sonlarına kadar, tecim ya da korsanlık amacıyla sefere çıkan bir gemi geri döndüğünde, elde edilen kazanç iki bölüme ayrılırdı. Bir bö­ lümü geminin ortaklarına verilir, öbür bölümü de geminin mürettebatı arasında eşit bir biçimde paylaştırılırdı. 123 llyada, 1 . 368-69. 124 llyada, 1. 1 2 3 -29.

Toprak

1

Elde edilen zenginliklerin halk arasında bölüştürülmesi, çok direngen bir ilkeydi; yalnız Liparai Adaları gibi uzak köşelerde görüldüğü söylenemez bu ilkenin. İ.Ö. 484'te bile Atinalılar gümüş madenlerinden elde edilen ge­ lir fazlasının bütün yurttaşlar arasında paylaştırılmasını önermişlerdi. Ama Themistokles, Atinalıları bu parayı dağıtmak yerine savaş gemisi yapımına harcamaya razı etti. ı25 Eski kabile alışkısı, devletin büyüyen çıkarlarına ayak uyduramıyordu artık. Talan için geçerli olan, yiyecek konusunda da geçerliydi. Plutarkhos'un yazdıklarına bakılırsa, yemekleri Moira ya da Lakhesis'in eşitlik ilkesine göre sundukları ilk zamanlarda her şey dürüst ve özgür bir biçimde düzenlenmişti. Dahası, Plutarkhos, şölen anlamında kullanılan eski bir sözcüğün tastamam " bölüşüm" anlamına geldiğini belirtiyor.ı26 Plutarkhos'un sözcüklerin köken­ leri konusunda söyledikleri doğrudur: dais, dasmos ile aynı kökenden gelmek­ tedir. Et payları (moirai) eşit olarak bölüştürülmekteydi. Kılık değiştirmiş Odysseus, uzun serüvenlerden dönüp evinden içeri girdiğinde akşam yeme­ ğinde et dağıtılmaktadır; Telemakhos içeri giren partal giysili adama da " her­ kese ne kadar pay verilmişse o kadar pay verilmesi" için diretir. ı27 Hermes'e yakılan Homerik Övgü' de, On İki Tanrı'ya sunulan et on iki parçaya ayrılır ve kurayla dağıtılır. ı 2 s Öte yandan, etin en iyi yeri sayılan sırt, bir geras olarak, masanın başında oturan şefe ayrılırdı. Menelaos, konuklarını masaya oturttuğunda, uşakların kendi önüne koydukları sırt yerini alıp konuklarına sunar.ı29 Odysseia'da, ço­ banbaşı etleri pay ederken domuzun sırtını kılık değiştirmiş Odysseus'a verir; dokunaklı bir davranıştır bu, çünkü çobanbaşı etin onur payını kim olduğu­ nu bilmeden efendisine vermektedir.ı3o Oidipus, oğulları kendisine etin sırtını değil de butunu sundukları zaman ilençler onları.131 Oropos'taki Amphiaraos tapınağında ne zaman kurban kesilse, hiç şaşmaz, etin sırtı rahibin payına

125 Herodot Tarihi, 7. 144: 3. 57.2. 126 Plutarkhos, M. 644a; Odysseia, 8. 470: Hesiodos, Tanrıların Doğuşu (Theogonia). (Türk Tarih Ku­ rumu Yayınları, Ankara, 1977, Türkçesi: Sabahattin Eyuboğlu-Azra Erhat), 544; Thgn. 677-78. i lkel ortak aş'ın gelişmiş bir kalıntısı olan Eski Yunan'daki halk şölenleri için bkz. N.D. Fustel de Coulanges, La cite antique, (Yedinci basım, Paris, ı878), s. 179; M. P. Nilsson, History of Greek Religion (Yunan Dininin Tarihi), (Oxford, 1 925), s. 254-55; W. Robertson Smith, Religion of the Semites (Samilerin Dini), (Üçüncü basım, Londra, 1927), s. 282. 1 27 Odysseia, 20. 279-82. 1 2 8 Hom. H. 4. 1 28 -29. 129 Odysseia, 4. 65-66; //yada, 7. 32 1 ; Hom. H. 4. 1 2 2 . 1 3 0 Odysseia, 14. 433-38. 131 Sophokles, Oidipus Kolonos'ta, 1 375.

285

286

1

Tarihöncesi Ege

düşerdi.132 Sparta krallarının öncelik hakları da neredeyse aynıydı. Her ikisi de hem kral, hem rahipti. Bir ülkeye savaş açtılar mı, dilediklerince koyun ve keçi kurban ederler, sırt etleriyle kurban derilerini kendilerine ayırırlardı. Bütün şölenlerde bir medimnos arpa unu, dörtte bir ölçek de şarap verilirdi on­ lara.133 Thukydides'in belirttiği gibi, Yunanlarda krallık " belirlenmiş öncelik hakları"na dayanıyordu.134 Bu öncelik haklarının hangi koşullarda kullanıldı­ ğı, llyada nın ünlü bölümlerinden birinde anlatılır: '

Glaukos, Lykia'da neden çok sayarlar bizi, neden oturturlar bizi baş köşeye, neden etlerle, dopdolu taslarla ağırlarlar, neden bakarlar bize tanrıymışız gibi, ulu Ksanthos kıyılarında neden geniş topraklarımız (temenos) var, hem bağ olmaya, hem buğday olmaya elverişli? öyleyse burada bizim ödevimiz ne, Lykialıların ön sıralarında savaşmak değil mi? Kalın zırhlı bir Lykialı o zaman diyecek ki: Lykia' da bize baş olan krallar, yağlı koyun etleri yerler gerçi, şarabın en iyisini içerler ama, hiç de ünsüz kişiler değildir onlar, ne üstün güçleri var bak işte, dövüşürler Lykialıların en önünde. 135

H'alk, savaşıp çarpışmaları karşılığında krallık onurları bağışlamıştı onlara. Yunancada " öncelik hakkı"nın karşılığı geras'tır, "yaşlılık"ın karşılığı ise geras. Kabilenin yaşlılarına tanınan ayrıcalıkların kökenini Birinci Bölüm' de incelemiştik. Bu ayrıcalıklar, avcılık ekonomisinde, yenilmesi yasak şeyler ko­ nusunda bağışıklık tanınması ve avdan pay ayrılması biçimine bürünmüştü. Çağların akışı içinde bu yaşlılar büyücülere, şeflere, rahip ya da rahibelere, kral ya da kraliçelere dönüştükçe, toplumda yükselen konumları da durmadan geleneksel biçimlere uygun kılındı. Etten alınan ayrıcalık payı (geras), talan­ dan alınan ayrıcalık payı (geras), toprak bölüşümünden alınan ayrıcalık payı 132 SIG. 1004. 30- 1 . Kos'ta et sunularının özel yerleri belirli klanlara ayrılırdı: lnscriptions of Cos, s. 88-90; SIG. 2 7 1 . 589; Plutarkhos. M. 294c.; D.S. 5. 28. Çağımızdan örnekler için bkz. Social System of the Zulus, s. 55-56; Life of a South African Tribe, 1. 329; E.D. Earthy, Valenge Women (Valen­ ge Kadınları), (Oxford, 1933), s. 37, 1 59; J. Roscoe. The Banyankole, (Cambridge, 1 923), s. 165; J.H. Hutton, The Sema Nagas, (Londra, 192ı), s. 75; P.R.T. Gurdon, The Khasis, ( Londra, 1 914), s. 48; W.G. Ivens. The Melanesians of the South-East Solomon lslands (Güneydoğu Solomon Adala­ rı'ndaki Melanezyalılar) , (Londra, 1927), s . 408. 133 Herodot Tarihi, 6, 56; X. RL. 15. 3. 134 Peloponnesos Savaşı, 1. 13. 1 . 1 3 5 //yada,

il

310-2 ı ; 1 7. 250.

To p r a k

1

(geras) ya da temenos, hep toplumsal eşitsizliklerin avcılık, savaşlar ve toprağın işlenmesi yoluyla ilkel ortaklaşmacılığın bağrından boy atışının birer yansı­ masıdırlar. Kuraya başvurulması, bir eşitlik güvencesiydi. Paylaşım, insan denetimi­ nin ötesinde, yansız bir biçimde gerçekleştirilirdi. İnsan denetiminin ötesin­ de olduğu için de büyüsel sayılırdı paylaşım; her insanın payını düzenleyen Moira'lara, Pay Tanrıçaları'na bir başvuru olarak görülürdü. Kökenine inildi­ ğinde, kura çekimi uygulamasının mitologyadaki izdüşümlerinden başka bir şey değildir bunlar. Peki, öyleyse, bu eşitlikçi pay tanrıçaları nasıl oldu da insa­ nın ömür ipliğini bükmeye koyulan, özellikle de insanın ana karnından doğar doğmaz onun yaşamındaki bütün olayları belirleyen zorlu kutsal varlıklara, üç Yazgı Tanrıçasına, Yunancadaki Moira'lara dönüştüler? Bundan sonraki bölü­ mün konusu da bu işte.

287

IX

İNSA N I N YAŞAMDAKİ PAY I

1 . Meslek Klanları KABİLE toplumunun daha yüksek evrelerinde, uzmanlık uğraşları belir­ li klanlarda soydan geçme eğilimindedir. Eski Yunan' da böyle birçok meslek klanı adına rastlarız: Asklepiadai (hekimler), Homeridai (ozonlar), İamidai, Brankhidai, Krontidai (biliciler), Kerykes, Theokerykes, Talthybiadai (ulaklar).1 Sparta' da bütün ulaklar Talthybiadlardandı. Herodotos, ulaklığın bu klanın geras'ı olduğunu anlatır. 2 Daha birçok klan vardır adları bir mesleği dile getiren: Poimenid'ler (sığırtmaçlar), Bouzyg'ler (öküz sürenler), Phreorykh'ler (kuyu kazıcılar), Daidalid 'ler (yontucular), Hephaistiad 'lar, Eupyrid 'ler, Peleke'ler (silahçılar ve demirciler).3 Bu meslek klanları bir bakıma loncalar olarak da tanımlanabilir. Bir çeşit oybirliğiyle girilebilen bir meslek örgütü olan ortaçağ loncası, Grönbech'in de göstermiş olduğu gibi, zanaat klanının değişip gelişmiş bir uzantısıydı.4 Ama Yunan loncaları, kökenlerine daha yakın bir yerdeydi­ ler. İlk başlarda Homeridler ya da Homerosoğulları Homeros'un gerçek torun­ larıydılar; kurucuyla hiçbir soybağı bulunmayan ozanları aralarına almaları daha sonralarıdır.5 Doğuştan kazanılan hak, üyelerin oybirliğiyle yaygınlaştı­ rılmıştı. Asklepiad'lar da aynı biçimde dışa açıldılar. Üstelik Asklepiad'ların bunu nasıl yaptıklarını da biliyoruz. Yeni üye "ana babasına gösterdiği saygıyı ustasına da göstereceğine, onu geçimine ortak edeceğine, kazancını kara gün­ de onunla paylaşacağına, onun akrabalarına kendi kardeşleriymişler gibi davW. H. Roscher, Ausführliches Lexikon der griechischen und röm ischen Mythologie, (Leipzig, 18841 937). Keryke'lerle ilgili olarak bu kitabın iV. Bölümüne bakınız: "8. Eleusis Mysteria'larının Klan Temeli" J. Toepffer, Attische Genealogie, (Berlin, 1889). s. 80-91 lamid'lerin Elis, Sparta, Messenia ve Koroton'da kolları vardı: Herodot Tarihi, 9. 33, 5. 44. 2; Pausanias, 3. 1 2 . 8 , 4. 16. 1 , 6. 2. 5, 8. 10. 5; Pindaros, O. 6. Günümüzdeki zanaat klanları için bkz. A.C Hollis, 1he Nandi, their Language and Folklore, s. 8 - 1 1 ; G. Landtman, Origin of the Inequality of the Social Classes. s. 83.

2

Herodot Tarihi, 7. 1 34.

3

Attische Genealogie, s. 1 3 6 - 46, 166, 3 1 0 - 1 5 .

4

Culture of the Teotons. !. 35.

5

Pindaros, N. 2; Strabon, 645; bkz. bu kitapta "Homerosoğulları" bölümü, "3. Saraydan Pazar Yeri­ ne."

i n sa n ı n Ya ş a m d a k i Payı

1

ranacağına" and içiyordu.6 Bu, klana almanın, evlat edinmenin bir biçimiydi; bunun da bir yeniden doğuş kuttöreni olarak, bir zamanlar ilkel klanın olağan bir özelliği olduğunu biliyoruz. Olasıdır ki, bütün bu değişikliklere karşın, soy zinciri hiçbir zaman tümden yok olmamıştı. Asklepiad'lardan olan Aristoteles dördüncü yüzyılda hala Asklepios'un soyundan geldiğini ileri sürebiliyordu.7 Kaldı ki bundan kuşku yoktu, çünkü ortaçağda olduğu gibi Yunanistan' da da oğul babasının yolundan gitme eğilimindeydi. Asklepiad'lar soy zincirlerini hekimlerin ustasına kadar vardırıyorlardı. Homeridler ozanların en yücesine; İamid'ler bilicilik tanrısı Apollon'un oğulla­ rından birine; Keryke'ler ulaklığın tanrısı Hermes'in bir oğluna; Theokeryke'ler ulak Talthybios'a; Daidalid'ler Minos Giriti'nin destansı sanatçısı Daidalos'a; Bouzyg'ler öküzleri ilk kez sabana koşan Bouzyges'e kadar vardırıyorlardı soy zincirlerini. Hepsinde de klanın soydan gelen mesleği, kurucuya yakıştırılıyordu. Zeus, Kronos'a ve Titanlara savaş açmadan önce, eğer bu savaştan utkuyla çıkarsa var olan ayrıcalıklara saygı göstermekle kalmayıp ayrıcalığı olmayan­ lara da ayrıcalıklar bağışlayacağına ant içer tanrılar önünde. Ve sonunda, savaş son bulduğunda, tanrılar ölümsüzlerin başına geçmesini, Olympos'un efendi­ si olmasını isterler ondan.8 Verdiği askeri hizmetin ödülü olarak Olympos'un kralı olur Zeus. Tanrıların başına geçer geçmez de onur paylarını dağıtır her birine. Hephaistos'un geras'ı ateştir,9 Atlas'ın payına düşen moira, göğü ayak­ ta tutmaktır;10 nympha'ların payına düşen moira ise, ölümlülerin gençliğini beslemektir.1 1 Apollon'un payına müzik ve dans düşerken, Hades'in lakhos'u sisli karanlıklar ülkesidir. ıı Moira'sı ya da time'si sevişmek olan Aphrodite bir keresinde dokuma tezgahının başında çalışırken yakalanır. Athena buna çok kızar, Aphrodite onun kleros'unu çalmıştır; Moira'ların kendisine yakıştırdık­ ları işle uğraşmayacaktır artık Athena.ı3 Apollon Orestes'i Erinys'lerin elinden kurtardığında, Erinys'ler Moira'ların kendilerine doğuştan verdikleri lakhos'u kendilerinden çalmakla suçlarlar Apollon'u.ı4 Asklepios da aynı nedenle ce­ zalandırılır: ölüleri diriltmeye kalkışmakla Hades'in moira'sını ayaklar altına almıştır. ıs 6

Hp. fusj. 1. 298-300. Bunun Asklepiad'ların anlı olduğu açıkça belirtilmiyor, ama başka hangi meslek klanına yakıştırılabilir bilemiyorum.

7

D.L. 5 . 1 .

8

Tan rıların Doğuşu, 73,74, 1 1 2 - 1 3 , 383-403, 8 8 1-85; Aiskhylos, Zincire Vurulmuş Prometheus, 218, 244-47; Alkman, 45.

9

Zincire Vurulmuş Prometheus, 38.

10

Tanrıların Doğuşu, 520.

11

Aynı yerde, 348.

12 Stesikhoros, 13

21

Tanrıların Doğuşu, 204-05; Nonnus, D. 24. 274 - 8 1 .

14 Aiskhylos, Eumenides, 1 7 3 , 335-36, 730. 1 5 Aiskhylos, Agamemnon, 1004-14.

289

290

1

Ta rihöncesi Ege

Herodotos'a göre, "Yunan tanrılarının soy zincirini düzenleyen" ve "tan­ rılara sıfatlarını, ayrıcalıklarını, görevlerini veren, görünüşlerini belirleyen", Homeros ile Hesiodos'tu.16 İstilacı kabileler nasıl Ege'yi ezip geçmişlerse, Kronosoğulları da dünyayı öyle ele geçirmişlerdi. İstilacılar toprakları nasıl kurayla bölüşmüşlerse, Kronosoğulları da yeryüzünü öyle bölüşmüşlerdi. Bu kabilelerin kralları, yerlerini, verdikleri askeri hizmete borçluydular; tıpkı Olympos'un kralı gibi. Gene, mitologyada karşımıza çıkan tanrılararası işbö­ lümü de, meslek klanları sisteminin, bir başka deyişle insanın uğraşının -ya­ şamdan aldığı payın, doğuştan elde ettiği hakkın- doğduğu klan tarafından belirlendiği sistemin bir yansımasıdır.

2. İplik Büken Moira 'lar Peki, bu Moira'lar, başka bir deyişle zenginlik "pay"ları ya da iş "bölümler"i nasıl oldu da yazgı ipliğini büken üç tanrıça olup çıktılar? Bu sorunun yanıtını ararken, Wilamowitz'in yaptığından daha iyisini becermemiz gerekiyor; çünkü Wilamowitz bu düşünceyi "salt şiirsel bir buluş" olarak ele almıştı, sanki şiirsel buluşlar ya kendi kendini açıklar ya da hiç açıklanamazlarmış gibi.17 Ayın üç evresiyle ilintili daha birçok şeyin yanı sıra bir de büyüsel bir sayı var­ dı.18 Bir zaman bölücüsü ve kadınların tapındığı bir nesne olan ayın, her zaman dişi olarak tasarlanan Moira'larla ikili bir bağıntısı söz konusuydu. Moira'ların adları Klotho, Atropos ve Lakhesis'ti. Klotho, iplik bükmenin kişileştirilmişidir açıkça; üçünün en yaşlısıdır. Homeros, Moira'lardan hep birlikte "yazgı ipliğini büken güçlü tanrılar", yani Klothes diye söz eder, ama öbür ikisinin adını an­ maz.19 Daha sonraların yazınında Atropos "sık dokunmuş yaşamı kesen" iğrenç tanrıça olarak belirir. Anlaşıldığı kadarıyla, bu benzetme, dokunmuş kumaşın dokuma tezgahından kesilmesinden kaynaklanmaktadır: "Hayatımı bir çulha gibi dürdüm; o beni erişten kesecek."20 Ne var ki, bu yoruma ilk Yunan yazı­ nında rastlanmıyor;21 bu adın geleneksel yorumundan da bu sonuç çıkmıyor: Atropos geri döndürülemez, ipliği çözülemez.22 Kaldı ki, Aiskhylos'a kadar uza16 Herodot Tarihi. 2 . 53. 17

U. von Wilamowitz-Moellendorff, Der Glaube der Hellenen, (Berlin, 1931), 1. 359. Krause, Moi­ ra'ların dokumacı oluşunu "ölçünme" olarak değerlendiriyor "Die Ausdrücke für das Schicksal bei Homer", Glotta, 25. 143. W. Drexier ise, Moira'ların bulut ve sis tanrıçaları olduklarını, ilkel insanın yazın gökyüzünde kümeler halinde gördüğü bulutları "eğrilmiş iplikler" olarak düşledi­ ğini ileri sürüyor W.H. Roscher, Ausführliches Lexikon der griechischen und römischen Mytholo­ gie, (Leipzig, 1 8 8 4 - 1 937), 1 . 2 7 1 5.

18

R. Briffault, The Mothers (Analar), ( Londra, 1927), 2. 603 -06.

19

Odysseia, 7. 1 97. Üçlü ilk kez Hesiodos'un Tanrıların Doğu ş u 'nda görülüyor 2 1 8 .

2 0 The Books of the Old Testament, " Isaiah", 38. 1 2 . 21

Bu düşünceyi eski! yazında h i ç bulamadım, a m a Vergillius'un Aenas'ında dolaylı olarak geçtiği görülüyor 10. 814.

22 Aiskhylos, Eumen ides, 335-36 (dipnotuma bakınız); Platon, Devlet, 620e; Cali. LP. 103; Nonnus, D. 25. 365,40. l; Luc. /Tr. 18; Euripides, fr. 491; Jo. Diac. ad Hes. Sc. 236.

i n s a n ı n Ya ş a m d a k i Payı

1

nan bu yorum bile sonradan düşünülmüş bir yorum gibi görünüyor. İplik eğire­ nin eğirdiğini çözmesi ya da dokumacının dokuduğunu sökmesi o kadar güç bir iş değildir: Penelope bunun en açık örneğidir. Dolayısıyla, belki de söz konusu olan, yanlış bir köken belirlemesidir. Sözcük "döndürme" (trepo) düşüncesinden kaynaklanmaktadır, burası kesin. Ama belki de önek olumsuzluk belirten bir ek değil, pekiştirmeli bir ektir. Bu durumda da, Atropos, p ile k'nin yer değiş­ tirmesiyle atraktos'un bir yan biçimidir yalnızca; "döndürülemez olan" değil, döndürücü' dür, iğ'in bir kişileşmesidir. Lakhesis'e, yani lakhos ya da ayrılmış pay tanrıçasına gelince, öteki ikisinin yanında yer alması, onun iplik bükme sanatıyla -iplik eğirenler arasında ya işlenmemiş yünün ya da iği doldurmaya yetecek kadar yünün, ki ikisi de aynı kapıya çıkar, paylaştırılması- bağıntılı bir çağrışım taşımış olabileceğini akla getirmektedir.23 Öyleyse, ne oldu da bu üçlü, insan yazgısının ipliğini büker oldu? Bu so­ runun yanıtı, onların insan ilkörneklerinde (prototiplerinde) aranmalıdır. Unutmayalım ki, buradaki gelenek tutarlıdır: 'İnsanın yazgısı insan doğar doğmaz bükülmeye başlar. 24 Bu da Moira'ları, gene bir iplik büken olarak be­ timlenen Eileithyia ile bağıntı içine sokar.25 Bu açıdan bakıldığında Moira'lar, ebelerdir, doğuma yardımcı olan yaşlı kadın akrabalardır.26 Peki o zaman bu kadınlar bir çocuğun doğumunda ne diye iplik bükmekle uğraşıyorlardı? Bana kalırsa, bir tek yanıtı vardır bu sorunun: Çocuğun giysilerini hazırlıyorlardı. Giysilerin başlıca işlevi, en azından soğuk iklimlerde, bedeni korumaktır. Bu işlev, bir insanın giysilerinin her nasılsa onun yaşamıyla bağlantılı olduğu düşüncesine dayalı büyü uygulamalarıyla iç içedir her yerde. Bu da, insan göv­ desinin boyalı ya da dövmeli büyü nişanlarıyla süslenmesi alışkısını, gerdanlık, bilezik, yüzük türünden takılar takılmasını açıklamaktadır. 27 Yunanistan' da yeni doğan çocuk kundak bezine sarılır, çocuğa nazarlıklar takılırdı. Bu süslere genellikle gnorismata, "nişanlar" denilirdi, çünkü bunlara bakıp çocuğun kim­ liğini anlamak olasıydı.28 İstenmeyen bir çocuk bir yere bırakıldığı zaman, ni23 Orph. t. 70, AP. 7. 5; Erin na, 23. 24 //yada, 20. 1 27-28; Odysseia, 7. 1 97-98; Aiskhylos, Eumenides, 348; Euripides, Helene, 212; Euripi­ des, lphigenia Tauris'te, 203; Euripides, Bakkha '/ar, 99; Plutarkhos, Mora/ia, 637f. 25 Pausanias, 8. 2 1 . 3; Pindaros, O. 6. 42. 26 E. D. Earthy, Valenge Women (Valenge Kadınları), (Oxford, 1933), s. 69; 1he Baganda, s. 5 1 ; 1he Baki­ tara or Banyoro, s. 242; J. Roscoe, 1he Bagesu and Other Tribes ofthe Uganda Protectorate (Bagesu'lar ve Uganda Protestorasındaki Öteki Kabileler), (Cambridge, 1 924), s. 24; The Sema Nagas, s. 233. 27 Religion of the Semites, s. 335; R. Karsten, 1he Civlisation of the South American Indians (Güney Ame­ rika Yerlilerinin Uygarlığı), (Londra, 1 926), s. 1 - 1 97; The Nandi, their Language and Folklore, s. 27. 28 Romalı çocuklar boyunlarına içinde bir "phallus" bulunan küçük bir kutu takarlardı. Erkek çocuklar toga virilis'i (geleneksel beyaz Roma giysisi; erkek çocuklar belli bir yaşa kadar toga proteaa, erginlik çağına erişince de toga virilis giyerlerdi) giyinceye kadar, kız çocuklar da ola ki evlenene kadar takar­ lardı bu küçük kutuyu boyunlarına: Dictionnaire des antiquitit!s grecgues et romaines. Yunan nişan­ larının sonradan ne yapıldığı açık değil, ama Orestes'in durumunda titizlikle korunmuşlar, başka bir örnekte de evlenen bir genç kız tarafından adak olarak sunulmuşlardır. Longus, 4. 37. Atina' da kundak bağları genellikle bu amaçla saklanmış bezlerden yapılırdı. Bu bezler, ana babanın Eleusis'te erginleme töreninden geçtikleri sırada kullanılan bezlerdi: Aristophanes, Plutos, 845.

291

292

1

Ta rihöncesı Ege

şanları da birlikte bırakılırdı. Çocuğun yaşayabileceğini ummaları bir yana, ana babanın çocuğun ortadan kalkması konusunda kararlı oldukları durumlarda bile bırakılırdı nişanlar. Kyros doğup da, yabanıl hayvanlara bırakılması için bir sığırtmaca verildiğinde renkli kundak bezine sarılıydı ve altın takılarla süslen­ mişti. Yumuşak yürekli sığırtmaç, Kyros'u kendi yeni doğmuş bebeğiyle değişti­ rirken, Kyros'un takılarını da çıkarıp kendi çocuğuna taktı. 29 Dolayısıyla, çocuk bırakılırken nişanların da bırakılması, salt çocuğun sonradan yeniden buluna­ bilmesi umudundan kaynaklanmış olamaz, bu ancak belirli durumlarda ikincil bir neden olmuş olabilir. Çocuğun ruhunun, bir ölçüde, onun kökeninin izlerini taşıyan giysilerince içerildiği inancından esinlenen kuttörensel bir davranıştı bu. Araplar sığırlarını wasm dedikleri belirgin bir işaretle dağlarlar. Bu, baş­ langıçta, Robertson Smith'e göre, tıpkı Bantu'ların hem klan sığırlarını, hem de klan üyelerini işaretlemekte kullandıkları türden bir klan belirtkesiydi. 30 Wasm sözcüğü, Arapça "ad" anlamına gelen ism sözcüğüyle aynı köktendir. Aynı benzerlik Hint-Avrupa dillerinde de görülür: "mark" (işaret) ve "name" (ad). Thebai'lı Spartosların biri yılan, öbürü kargı olmak üzere iki belirtkeleri vardı. Öyküye göre, her klan üyesi doğuştan kargı işaretini taşıyordu. Ama do­ ğuştan var olan bu işaretler kalıtımsal değildi; kaldı ki, kargının gerçekte döv­ me olduğu görüşü de akla uygundur. 31 Erekhtheus'un, kızının çocuğunu, atası yılan-adam onuruna bir yılan gerdanlıkla süslediğini unutmayalım; işte kargı dövmesi de yılan gerdanlıkla aynı işi görmekteydi. Orestes, yurduna döndü­ ğünde, kendisini çocukluğundan beri görmemiş olan kız kardeşi İphigenia'ya kimliğini onun dokumuş olduğu bir giysiyi göstererek kanıtlar; belki de Orestes'in kundak bezidir bu giysi.32 Giysiye hayvan motifleri işlenmiştir. Tüm eski çağlar boyunca, hayvanlar, madeni takılarda ve bebeklerin kundaklandı­ ğı süslü bezlerde geleneksel bir motifti. Menandros'ta bunun birçok örneğine rastlarız; örneğin, Syriskos terk edilmiş bir bebeğin nişanlarını incelerken şöy­ le der: "İşte altın kaplama demir bir yüzük. Ya mühre işlenmiş olan ne, bir boğa mı, yoksa bir keçi mi?" Bir başka yerde: "Git, şu mücevher kutusunu getir bana. Biliyorsun, saklaman için sana vermiştim ... Şu ne, bir keçi mi, bir öküz mü, yoksa başka bir hayvan mı?.. İşte beni bebekken sarılı buldukları kundak bezi bu."33 Gnorismata, yani "nişanlar", çocukların klan totemiyle işaretlendi­ ği dönemin uzantılarıydı. Bunlar, klan atasının bir yeniden kişileşmesi olarak, 29 Herodot Tarihi, 1 . 1 1 1 . 3; Hom. H. 3. 1 2 1 -22. 30 Kinship and Marriage in Early A rabia, s. 213; The Masai, their Language and Folklore, s. 290; The Nandi, their Language and Folklore, s. 2 2 . 31

Aristoteles, Poetika, 1454b; D. Chr. 1 . 149R; Gaius Iulius Hygius, Fabularum Liber, 72; Plutarkhos, Moralia, 56 3a; T. Harrison, Savage Civilisation, (Londra, 1937). s. 435; A.B. Cook, Zeus, (Camb­ ridge, 1914-40). Z 1 22 .

32 Aiskhylos, Khoephoroi, 230. 33 Menandros, Epit. 1 70-74; PK. 6 3 1 - 60. Philostratos, Imagines, 1 . 26: Burada, Philostratos, Horala­ rın bebek Hermes'in kundak bezlerine "nişanlardan yoksun kalmasınlar diye" çiçekler serpiştir­ diklerini anlatır.

ın Ya ş a m d a k i Payı

1

çocuğun klanının soysal görevlerini ve ayrıcalıklarını -moira'larını- doğuştan kalıt aldığını gösteriyorlardı. Ve dolayısıyla, nakışlı kundak bezleri dokuyan kadınların izdüşümleri olarak Moira'lar, her insanın doğuştan kazandığı hak­ kı belirleyen soysal alışkının yetkesini simgeliyorlardı. Aynı sonuca bir başka yoldan da varabiliriz. Orpheusçuların ve Pythagorasçıların daimon'u, genius ya da bir başka deyişle insana doğar doğ­ maz egemen olan, onun yaşamının tüm can alıcı olaylarını çekip çeviren koru­ yucu ruhtu. Bu Mısırlılarda ka, Meksikalılarda nagual, Amerikan yerlilerinde manitu' dur. 34 Klan totemine örnekseme yoluyla oluşturulmuş totemlerdir bun­ lar ve çoğu zaman iç içe geçmişlerdir.35 Yunancada bile, bu tek daimon dışında, klana bağlı kalıtımsal bir daimon görülür.36 Dahası, bu sözcük, sürekli olarak moira sözcüğüyle neredeyse eş anlamda kullanılırdı. Yunancada "talihini dene­ mek" anlamında "daimon'unu sınamak" ya da "moira'nı araştırmak" deyimle­ ri kullanılırdı.37 Empedokles, bir insanın yaşamını başlatan iki tür daimon ya da moira bulunduğunu söylüyor.38 İphigenia hem kendisini anasının dölyata­ ğından çıkaran uğursuz daimon'a, hem de anasına böylesine acınası bir çocuk doğurtan Moira'lara birlikte ilenç yağdırır. 39 Konuyu biraz daha perçinleyecek olursak, daimon sözcüğü "yemek" anlamına gelen dais ve "bölüm" anlamına gelen dasmos sözcükleriyle aynı kökendendir. Her insanın moira'sını çekip çe­ viren ata ruhudur daimon. Moira'lar erginleme, evlenme ve ölüm konularında da etkindirler. Atina' da, daha önce ölüm haberi gelmiş ve akrabalarınca ardından yolu yordamıyla ağıtlar yakılmış bir adam bir gün ansızın çıkagelirse, gerçekte bir doğum yan­ sılaması olan bir tören düzenlenir, başka bir deyişle adam topluluğa yeniden kabul edilirdi. Bu durumda, topluluğa yeniden alınan adamdan, ikinci bir pot­ mos edinmiş kişi anlamında deuteropotmos40 diye söz edilirdi. Burada, potmos, insanın payına "düşen" (Latincede casus) anlamında moira ile eşanlamlıdır. Mitologyada, Zeus ile Hera'nın düğün yatağının başucunda Moira'lar vardır.4ı 34 Cambridge Ancient History"de T. E. Pcet. 1. 334; E. A. W. Budge, The Gods of the Egyptians (Mısır­ lıların Tanrıları), (Londra, 1 904), 1. 163; A. Moret ve G. Davy, Des dans aux empires, (Paris, 1 923), From Tribe to Empire (Kabileden imparatorluğa), (Londra, 1926), s. 8, 145; C.K. Meek, A Sudanese Kingdom: an Ethnographical Study ofthe Jukun-speaking Peoples ofNigeria, (Londra, 1931), s. 20207; Native Races ofthe Pacific States ofNorth America, 2. 277; H . R. Schoolcraft, Indian Tribes of the United States (Birleşik Devletler' deki Yerli Kabileleri), (Philadelphia, 1853-56), 5. 196. 35 H. Webster, Primitive Secret Societies (ilkel Gizli Dernekler), (ikinci basım, New York, 1 932), s. 1 54. 36 Aiskhylos, Agamemnon, 1478, 1 568. 37 Aiskhylos, Thebai'ye Karşı Yediler, 493; Khoephoroi, 5 l l . 38 Empedokles, 1 2 2 ; Plutarkhos, Moralia, 474b. 39 Euripides. lphigenia Ta uris'te, 203-07; Euripides, Helene, 2 1 2 - 14; llyada, 3. 182. 40 Plutarkhos, Moralia, 265a. H indularda yurt dışından ülkesine geri dönen bir kimse "yeniden doğ­ mak" zorundadır: J. G. Frazer, The Golden Bough, (Altın Dal), (Londra, 1923-27) "Taboo and the Perils of the Soul ("Tabu ve Ruhun Korkuları"), s. l l 3. 41

Aristophanes., Av. 1731-43; P indaros, fr. 30.

293

294

1

Ta rihöncesi Ege

Tapımdaysa, gelin Artemis'e ve Moira'lara saçından bir tutam sunar.42 Gerdek gecesi şöyle denilirdi: "Bu gece, yeni bir potmos, yeni bir daimon başlatıyor."43 Öte yandan, "ölüm payı" anlamına gelen moira thanatou44 gibi deyimler de, in­ sanın öbür dünyadaki yaşamda da kendine ayrılmış bir payı bulunduğunu gös­ termektedir. İşte bütün bu düşünceler toplancasının anahtarı, insan yaşamının olağan bölümleri ya da moira'larının, yani doğum, erginleme, evlenme ve ölü­ mün ilkel düşüncede aynı nitelikte olaylar olarak ele alınmasında yatmaktadır. Moira'lar, ata alışkısının kişileştirmeleri olarak; ilkel ortaklaşmacılığın ekonomik ve toplumsal işlevlerinin -avın paylaşılması, talanın paylaşılma­ sı, toprağın paylaşılması, klanlar arasında işin bölüşülmesi- simgeleri olarak doğdular. Denilebilir ki, Moira'ların kökeni, Cilalıtaş Çağı ana-tanrıçalarıdır. Anaerkil klanın kadın-yaşlılarından kaynaklanan bu ana-tanrıçalar, klanlarda yaşamaya başladıklarından bu yana erkeklerin yaşamı üstünde su götürmez bir egemenlik kurmuş olan sayısız kadın-ata kuşağının ortak yetkesini sim­ geliyorlardı. Aiskhylos, dünyanın başlangıcında Moira'ların her şeye egemen olduklarını, en üstün sayıldıklarını anımsıyordu. 45

3. Horalar ve Kharit 'ler Moira'ların kimliğini belirledikten sonra, İngiliz şiirinde "Hours" (Saatler) ve "Graces" (Güzeller) olarak boy gösteren Horalar ile Kharit'leri yorumlamak­ ta pek güçlük çekeceğimizi sanmıyorum. Horaların adları, Eunomia, Eirene, Dike46 sınıflı topluma değgin adlar­ dır. Eunomia, yani Yasa ve Düzen yeterince açık. Eirene, yani Barış, kent­ devletleriyle birlikte biçimlenen bir düşünce.47 Dike ise, az ileride göreceğimiz gibi, Homeros-sonrası dönemde Moira'nın yerini alan bir kavram. Ama gerçekte Horaların kendileri adlarından eskidir. Yılın bölümlerini yansıtan ortak adları ve kendilerine doğurganlık ruhları olarak tapınılması, ilkel dönemlere uzanan varlıklarını kanıtlamaktadır.4� Horalar toprakta çalışmanın zamanlarını ve mevsimlerini belirlemelerinin,49 sepetlerini çiçekler, buğday demetleri ve yemişlerle doldurmalarının50 yanı sıra, Semele'nin evlenmesine yardımcı olmuşlar,51 yeni doğan Hermes'i kundağa 42 Pollux. 3. 38. 43 antipho Soph. fr. 49. 44 A ishkylos. Persler, 9 1 7; Aiskhylos, Agamemnon, 1462; //yada, 16. 457, 23. 9. 45 Aiskhylos, Zincire Vurulmuş Prometheus, 531-34. 46 Tanrıların Doğuşu, 901-2. 47 ) . Hasebroek, Staat und Hande/ im a/ten Griechenland, (Tübingen, 1928). Trade and Politics in A ncient Greece (Eski Yunan' da Tecim ve Politika), (Londra, 1 933), s. 1 18. 48 Philokhoros, 18,171; Aristophanes, Pa. 308. 49

Tanrıların Doğuşu, 903; Pausanias, 1 . 40.4.

50 Eusebios, PE. 3. 1 1 . 38; Eusebios, AP. 6. 98. 51

Nonnus, D. 8.4-5; Moskhos, id. 2 . 164.

i n s a n ı n Ya ş a m d a k i Payı

\

sarıp dizlerinde hoplatmışlardır. 52 Kharit'lerin adlarıysa Euphrosyne (Sevinç), Thalia (Eğlenti) ve Aglaie'dir (Parlak).53 Kharit'ler Kadmos'un düğününde,54 Peleus'un düğününde, 55 Aphrodite'yle, 56 Olympos Bayramlarında Horalarla, 57 Persephone doğduğunda Horalarla ve Moira'larla dans ederler. 58

Resim Si. Kharit'ler: Attika duvar kabartması

Bu kutsal üçlülerin, yani Kharit'ler, Moira'lar ve Horaların gerçekte bir ol­ dukları açıktır. Hepsi de, eski! anaerkil devletin doğusuyla birlikte kadın-ata­ lardan kaynaklanıp bireyselleşen ana-tanrıçalardan ayrı olarak, kadın-ataların anonim biçimden çoğalmasından başka bir şey değildir. Bunlar durmadan, korobaşı olan şu ya da bu ana-tanrıçayla birlikte bir tür koro olarak çıkarlar karşımıza. Artemis'e Moira'larla birlikte tapınılırdı. 59 Demeter'in bir adı da 52

Philostratos, lmagines. 1. 26; Pindaros, P. 9. 59-62; Euripides, Bakkha'lar, 4 18-20; Pausanias, 2. 1 3. 3. Bunlar aynı zamanda doğum tanrıçalarıydılar Nonnus, D. 3. 3 8 1 - 82 , 9. 1 2 - 16,16. 396-98, 48. 801.

53

Tanrıların Dokuşu, 907-09.

54 Theognis, 1 5 - 16. 55 Quintus Smyrnaeus, 4. 140. 56 Odysseia, 18. 193-95, 8 . 362-66; llyada, 5. 338. 57 Hom. H. 3. 1 94-96 58

Orph. H. 43.

59 CIG. 1444.

295

296

1

Ta rihöncesi Ege

Horaları Yaratan'dır.60 Argoslu Tanrıça Hera'nın, Horalar ve Kharit'lerin re­ simleriyle süslü bir tacı vardır.61 Odysseia'da, Kharit'ler dans ettiğinde başı çe­ ken Aphrodite' dir. 62 Aynı tanrıça Attika geleneğinde Moira'ların en yaşlısı diye tanımlanır. 63 Gerçekte en gençlerinden biriydi. 4.

Erinys'ler

Erinys'ler ilk bakışta tümden farklıdırlar: Ne bir tanrı, ne bir insan, ne bir hayvan sokulur yanlarına, Tiksinç genç kızlar, yılların saçlarını ağarttığı çocuklar, Ne gökyüzünde bir sevenleri var, ne yeryüzünde, Uğursuz gelmişler bir kez bu dünyaya, Tartaros'un dibindeki karanlıkta yaşarlar. 64

Erinys'lerin işi, akrabasını öldüreni, yalan yere ant içeni, ana babasına kötü davrananı, konuklarını hoş tutmayanı cezalandırmaktı. Bu suçlardan birin­ cisini Dördüncü Bölüm'de incelemiştik. Ötekilerse, Eleusis'teki Orpheusçu Mysteria'ların, yani gizli tapımların üç "yazılı olmayan yasa"sına denk dü­ şerler: Tanrılara saygı göster, ana babana saygı göster, yabancıya saygı gös­ ter. 65 Erinys'lerin verdiği cezalar çıldırma, kıtlık, dölsüzlük, salgın hastalıktı. Başlangıçta, Erinys'lerin hemen davranıp suçlunun ölümüne yol açtıklarına inanılırdı. Minos Giriti'nin söylencelerdeki Yasa Koyucusu Rhadamanthys'in bulduğu uygulamayı anımsayacaksınız. Rhadamanthys, suçlu olabilecekleri ant içirterek sınardı.66 İşte bu uygulama, Erinys'lerin rolüne de açıklık getiri­ yor. Suçlanan kişi kendini koşullu olarak ilençlerdi; eğer suçluysam klanımla birlikte yok olayım, gibisinden bir dua ederdi. Böylece, ant içme, suçun edim­ sel bir sınanması olmaktan çıkıp da tanığırı gözünü korkutarak kanıtı güçlen­ dirmenin bir aracına dönüştüğünde,67 Erinys'ler öteki dünyaya çekildiler, ora­ da ölüler ülkesi tanrıçası Persephone'nin cehennem elçileri olarak ilençlilerin ruhlarına işkenceler çektirdiler. Erinys'lerin yazılı olmayan yasalarla bağı Homerik şiirlerde bile görülür, ama bu yasalar ilkel dönemlerin yasaları değildir. Ant içirerek sınama, kabile düzeninin ileri aşamalarında görülür yalnızca. Ana babaya boyun eğme, ai­ lenin var olmasını gerektirir. Dilencilere ve yabancılara yakıştırılan kutsallı60 Hom. H. 2. 54, 192, 492; Cali. Cer. 1 22-24; Nonnus, D. sanias, 3.18. 10, 8. 31. 3. 6ı

il.

501-04; IG. 12. 5. 893; Cali. Ap. 87; Pau-

Pausanias, 2. ı 7. 4.

62 Odysseia, 18. 1 9 3 -95. 63 Pausanias,

!.

19. 2.

64 Aiskhylos, Eumenides, 68-73. 65 G. Thomson, Aeschy/us, Oresteia,

!.

5 1-52, 2. 269-72.

66 Platon, Leg. 948. 67 A.S. Diamond, Primitive Law ( ilkel H ukuk), (Londra, 1935 ) , s. 52.

i n s a n ı n Ya ş a m d a k i Payı

1

ğın bir ereği vardı: topraktaki işgücü yetersizliğini, daha sonraları da tecimin gereklerini karşılamak. Bütün bunlar, Rhadamanthys ve Persephone'ye yapı­ lan göndermelerle birlikte düşünüldüğünde, yazılı olmayan yasaların Minos Giriti'nden kaldığını akla getiriyor.68 Erinys'ler, Kadmos soyundan gelen Oidipus'un söylencesinde ağırlıklı bir yer tutar. Oidipus'un babası Thebai Kralı Laios'tan başlayarak Oidipus ve oğulları Erinys'ler tarafından ilençlenir ve cezalandırılır; Erinys'lerin ilenci en sonunda hanedanın yıkımına yol açacaktır.69 Delphoi'dan kaynaklanan bir gelenekti bu.70 Öte yandan, Odysseia'da, Oidipus'un başına bela olan kötü cin Furia, babasının değil, anasınındır;71 bu öç perilerinin başlangıçta dişisoylu olduklarını gösteren, cinsiyetlerinin yanı sıra daha başka belirtiler de vardır.72 Meleagros, anası Althaia'nın erkek kardeşini öldürünce, Althaia oğlunun üstü­ ne öç perileri Erinys'leri salmıştı. Analarını öldürdükleri suçlamasıyla Orestes'i ve Alkmaion'u cezalandıranlar da Erinys'lerdi.73 Bunların hepsi de akrabalar arası adam öldürme örnekleriydi; bir kabile üyesinin işleyebileceği en korkunç suç. Sonuçta, Erinys'lerin "ilençler" olarak tanımlanmasına74 ve yılanlar biçi­ minde tasarlanmasına bakarak, temelde, insanları ilençleyerek kabile töresinin çiğnenmezliğini savunan o anaerkil kadın-ataların belli bir yönünü görebiliriz. Erinys'lerin de tanrıçalarla bağları vardı; ama yalnızca Demeter ve Persephone'yle. Erinys'ler, Homeros'ta, yalan yere ant içenlerin ruhlarını ce­ zalandırma görevini Persephone ile paylaşırlar.75 Arkadialı Demeter Erinys, onların adını taşır görüldüğü gibi; üstelik nereye baksanız yılan ile Demeter arasında bir bağ görürsünüz.76 Erinys'ler, Minos Giriti'nin Moira'larıdır.

5. Moira 'ların Hin t-Avrupa Kökeni Kimileri Erinys sözcüğüne bir Hint-Avrupa kökeni bulabilmek için çok çaba harcamış, ama bu çabaların tümü de boşa çıkmıştır. Çoğu bilinmeyen yabancı dillerden kaynaklanan birçok öğe içeren Yunan dilini ele alırken, ortaya bir Hint-Avrupa kökeni koyabilmek için salt dilbilimsel bir olasılıktan öte bir şey gereklidir; çünkü örneğin niteliğine bakarak, karşı yandaki öteki seçenekleri 68 Ant verdirerek sınama. Gortyna Yasaları"nda öteki ilkel yasalardan daha ağırlıklıdır: Primitive Law. s. 364-65. Girit"i istila eden Dorlar. M inos yasalarına uymayı sürdüren oradaki eski halktan birçok kurumu devraldılar: Aristoteles, Politika. 127 Ib. 69 Pindaros, O. 2 . 42-46; A iskhylos, 1hebai'ye Karşı Yediler, 7 1 0 - 1 2 , 751-52, 770-72, 776; Sophokles, Oidipus Kolonos'ta, 1434. 70 Herodot Tarihi, 4. 149. 71

Odysseia,

il.

279-80.

72 Moira'lar gibi bunlara da yalnızca kadınlar tarafından tapınılırdı: Euripides, Mel. Capt. 1 8 -2 1 . 73 llyada, 9 . 565-72; Apollodoros, 1 . 8. 3, 3. 7 . 5. 74

Bkz. Tarihöncesi Ege, "iV. Yunan Kabile Kurumları", "9. Adam Öldürmeye Karşı Tutum", s. 1 1 3.

75 llyada, 9. 454-57. 76 Pausanias, 8. 25. 4.

297

298

1

Ta rihöncesi Ege

kestirmemiz olanaksızdır. Önümüzdeki örnekle ilgili olarak, Latincedeki Furia ve Yunancadaki erinyo, yani " öfke"nin gösterdiği gibi, sözcüğün "çılgınlık"ı çağrıştırdığını söyleyebiliriz ancak.77 Bu da, kendisini doğrulayacak hiçbir Hint-Avrupa kökeni bulamadığımız aşırı bir görüştür. Öte yandan, moira kesinlikle Hint-Avrupa kökenlidir ve bu noktaya daya­ narak çözümlememizi bir adım daha ilerletebiliriz. Analık hakkıyla bağıntılı olduklarından, Moira'lar, çok gerilere, Hint-Avrupa tarihöncesine kadar git­ seler gerek. Bizi çok eskilere, en sonunda avcılık ekonomisine kadar götüren yemeğin paylaşılmasındaki rolleri de aynı sonucu çıkarmamızı sağlamaktadır. Böyle olunca, Hint-Avrupa kültürünün öteki kollarında aynı kökten gelen kav­ ramlar bulmayı umabiliriz. Konu burada incelenemeyecek ölçüde kapsamlı, ama belki Romalıların Parka'ları, Keklerin Matres Dea'ları ve Germenlerin Norn'larıyla ilgili bir iki söz söylenebilir. Parka'ların bize pek yardımcı olacağını sanmıyorum. Doğum perileri ola­ rak hiç kuşkusuz aynı kökenden gelmektedirler; ama iplik eğirici bir üçlü ola­ rak sunulmaları Yunan etkisinin bir sonucudur. Bunun dışında, Parka'ları, Romalı din görevlilerinin halkı başlarına gelebilecek gazaba karşı sürekli korku içinde tutmak amacıyla düzenledikleri, geniş kapsamlı bir büyüler ve tılsımlar sistemini oluşturan iyi ve kötü periler, kişileştirmeler ve soyutlamalar kalabalı­ ğından ayırt etmemize yarayacak pek bir ipucu yoktur.78 Eğer Moira düşüncesi Latincede var olmuşsa, bu "et" anlamına gelen caro (Umbria dilinde "bölüm" anlamına gelen kani), "pay" anlamına gelen sors (sero "örgü" demektir) ve casus (Yunan dilinde potmos) gibi sözcüklerde aranmalıdır.79 Matres Dea'lar çoğunlukla İ.S. ikinci yüzyıldan başlayarak Kuzey İtalya' da, Fransa' da, İspanya' da, İngiltere' de ve Ren Nehri'nin batısında kalan Almanya' da bulunmuş yüzlerce adak kabartması ve levhasında karşımıza çıkar. 80 Bunlardan biri kucaklarında meyve sepetleriyle oturan bir kadınlar üçlüsü; başka biriyse el ele tutuşmuş dans eden bir kadınlar korosudur. Oturan gruplardan kimilerin­ de figürlerden birinin elinde bolluk boynuzu vardır; Yunanlarda Amaltheia'nın boynuzudur bu.81 Son örnek ise özellikle ilginç, çünkü Lausell Venüsü'nü akla getiriyor: Bir Yontmataş Çağı taş oymasında çıplak bir kadın elinde bir yaban sığırı boynuzu tutuyor.82 Matres Dea'lar, Kelt ana-tanrçılarının, kadın yontu­ cuklarıyla bağıntılı daha eski tapımların bir birleşimi olarak görülebilir. 77 Pausanias, 8. 25. 6. 78 Ausführliches Lexikon der griechischen und römischen Mythologie; Polybius, 6. 56. 6 - ı 2 . 7 9 C . D . Buck. Comparative Grammar of Greek a n d Latin (Karşılaştırmalı Yunanca v e Latince Dilbil­ gisi), (Chicago, 1944), s. 49; A . Ernout ve A. Meillet, Dictionnaire etymologique de la langue laline, (Paris. 1932). 80 Ausführliches Lexikon,

Z

2464-79: Resim 5 1 .

81

Bkz. Tarihöncesi Ege, "VII. Ege' deki Bazı A naerkil Tanrılar", " ! . Demeler", s. 2 1 4 -220: Dipnot 10, s. 2 1 5 .

82

Cambridge Ancient History, Plates 1 . 8: Resim 53.

i n s a n ı n Ya ş a m d a k i Payı

Resim 52. Matres Dea'lar: Avigliano'dan bir duvar kabartması

1

Resim 53. La ussel Venüsü:

Yontmataş Çağı oyması

Norn'lardan günümüze hiçbir tapım anıtı kalmamış. Gene de, Norn'lar söy­ lencelerde bol bol boy gösterirler ve Moira'lara çok benzerler. Onlar da doğum, evlenme ve ölüm tanrıçalarıdır. Onlar da yazgının ipliğini bükerler.83 Yunan etkisini görmek olası. Bu etki olsa olsa Roma'dan geçerek gelmiştir. Parka'ların Roma' da iplik bükenler olarak tasarlanması, yalnızca yazınsal bir aktarma ol­ duğu için, eğitim görmüş sınıflarla sınırlıydı. Eğer halk düşüncesinde herhangi bir etki uyandırmış olsaydı, Matres Dea'larda izi kalmış olurdu; ama bulgular çok olmakla birlikte iplik bükenlerin Parka'larla özdeşlendiği yalnızca tek bir bulgu söz konusudur ve Parka'ların doğrudan iplik büktüğü tek bir örnek yok­ tur. Öyle görünüyor ki, Norn'lar ve Moira'lar ortak bir Hint-Avrupa kalıtımın­ dan gelmektedirler.

6. Moira 'n ı n Dönüşümü Yunan mitologyasında Moira'lar ile Erinys'ler arasında yakın bir ilişki göze çarpar. Aiskhylos, başlangıçta yeryüzünün o sıralar Zeus'tan da güçlü olan Üç Moira'lar ve Unutmak Bilmez Erinys'ler tarafından çekilip çevrildiğini söy­ ler.84 Oidipus'un kadınları, "kötülük veren Moira'ya ve Oidipus'un hayaleti Kara Erinys"e kargışlar yağdırırlar.85 Agamemnon, Akhilleus'un geras'ını, onur payını elinden almaktan duyduğu pişmanlığı dile getirirken, kendisinin suç­ lu olmadığını ve Zeus, Moira ve Erinys'lerin aklını çeldiklerini söyler.86 Zeus, 83 H. Paul, Grundriss der germanischen Phi/ologie, (Strassburg, 1 900). 3. 282; W. Mannhardt, Germa­ nische Mythen, (Beri in, 1858). s. 576, 609); H.M. Chadwick, The Growth of Literature (Edebiyatın Gelişmesi), (Cambridge, ı932-40), 1. 208, 2ı8, 646. 84 Aiskhylos, Zincire Vurulmuş Prometheus, 531-34. 85 Aiskhylos, Thebai'ye Karşı Yediler, 962-64. 86 //yada, 19. 86-87.

299

300

1

Ta rihöncesi Ege

Poseidon'u moira'sını, yazgısını aşmaması yolunda uyarırken, en büyük erkek kardeşin payının Erinys'ler tarafından korunduğunu anımsatır ona.87 Homeros-sonrası şiirde Moira'nın yerini çoğu zaman Dike alır. Agamemnon ve Menelaos, Aias'ın gömülme hakkını -ölülerin moira'sı- geri çevirdiklerinde, ölünün erkek kardeşi onlara Zeus, Erinys'ler ve " doğruluk getiren" (telesphoros) Dike adına ilenç yağdırır.88 Moira'nın geleneksel bir sanıydı bu. Oresteia'da, çocuklarının davranışları karşısında yürekleri kan ağlayan ana babalar Dike'ye ve Erinys'lere başvururlar. Herakleitos da, eğer Güneş kendisinin koyduğu "ölçüler"i (metra) aşacak olursa, Dike'nin elçileri Erinys'lerin kendisini bula­ caklarını açıklamıştır.89 Metron düşüncesi moira'nın Homeros-sonrası bir ge­ lişimiydi.90 Bu bölümler, Moira'nın işlevlerini Dike'nin üstlenmiş olduğunu91 ve her ikisinin de Erinys'lerle bağıntılı olduğunu gösteriyor. Şöyle bir ilişki gö­ rülür aralarında: Moira insan davranışlarına konulan sınırların aşılması kar­ şısında gücenip öfkelenir, ama suçlunun cezalandırılması Erinys'lere bırakılır. Moira'lar yargıyı verir, Erinys'ler de cezayı.92 Bu geleneksel işbirliği, Yunan uy­ garlığının temelinde yatan kültürlerin kaynaşmışlığını yansıtır; Hint-Avrupa öğesinin başatlığı ise Moira'ların yetke üstünlüğünde yansır. Agamemnon, yaptığı yanlıştan ötürü özür dilerken, Zeus'un adı ile Moira ve Erinys'ler arasında bağlantı kurar. Zeus'un Moira'larla nasıl bir ilişkisi var­ dı? Burada gene krallığın evrimine geliyoruz. Uzmanlık gerektiren bir uğraş olarak krallık en sonunda kalıtımsal bir niteliğe bürünmüştür,93 ama krallı­ ğın babadan oğula geçmesi uzun bir süre halkın onayına bağımlı kalmıştır. Nitekim, Temenos'un oğulları krallığın babadan oğula geçmesini sağlamak için babalarını öldürdüklerinde, halk duruma el koyarak krallığı damada ver­ miştir.94 Telemakhos'un gönlü babasının tahtındaydı, ama yalnızca babasın­ dan ona kalan mal mülk üstünde hak ileri sürebiliyordu.95 Gene, Agamemnon talandan payına düşenden fazlasını almakla suçlandığında, görürüz ki, kral artık gerçekte halkının bir armağanı olan şey üstünde hak ileri sürmeye baş­ lamıştır.96 Zeus için de geçerlidir aynı şey. Aiskhylos'a bakılırsa, başlangıçta, 87 //yada, ı5. 204. 88 Sophokles, Aias, 1 3 89-92, 1 326-27; Sophokles, Antigone, 1070-75; A i skhylos, Zincire Vurulmuş

Prometheus, 52Z 89 Aiskhylos, Eumenides, 5 1 4 - 1 5; Herakleitos, 94. 90 G. Thomson, Aeschylus and Athens (Aiskhylos ve Atina), ( i kinci basım, Londra, 1946 ) , s. 78. 91

Pindaros, P. 4. 145-46; Platon Leg. 943e; işler ve Günler, 256-62; llyada, 1. 286; Herodot Tarihi, 7. 35. 2.

92 işte bu yüzden, Akhilleus'un atı Ksanthos söylemeye yazgılı olduğu her şeyi söyledikten sonra Erinys'ler tarafından susturulur //yada, 1 9. 4 1 8 . 93

1h e Baganda, s. 1 3 ; Indians ofSouth America, s. 1 6 .

9 4 Apollodoros, 2 . 8. 5. 95 Odysseia, 1 . 389-98. 96 llyada, 9. 330-34, 367-68.

i n s a n ı n Ya şa m d a k i P a y ı

1

Moira'ları alt edecek güçte değildi Zeus.97 Oğlu Sarpedon savaşta vurulup öl­ mek üzereyken Zeus yüreğinden onu kurtarmayı geçirir; ama Hera eğer yaz­ gının yargısına karşı gelirse öteki tanrıların da başkaldıracağını söyleyerek caydırır Zeus'u.98 Öte yandan, moira theon ve epeklosanto theoi gibi deyimler, Moira'ların yetkelerini yitirmekte oluşlarının belirtileridir.99 Daha ileri bir ta­ rihteyse, Olymposlu Zeus ve Delphoi'lu Apollon için kullanılan tapım adı rno­ iragetes ile birlikte Moira'ların en sonunda boyun eğişleri açığa çıkar.100 Yen i tanrılar egemendir artık. Kabilenin yerini devlet almıştır. İplik eğirme, kadının işiydi. Bu açıdan bakıldığında Moira'nın önemi, Yunan düşüncesinde kökeni erkeklerin çalışmasında yatan başka bir öğeyle karşıtlık oluşturabilir. Moira'yı en sonunda toplumsal önem bakımından gölgede bıra­ kacak bir sözcüğün temelinde otlak kavramı yatar. İlk başlarda nomos sözcü­ ğü, tıpkı moira sözcüğü gibi, "bölüm" ya da "pay" anlamına geliyordu, ama iki yönden farklıydı. Kurayla hiçbir ilintisi olmadığı gibi yalnızca otlağa değgin olarak kullanılıyordu.101 Klan rnoira'sının aile topraklarına bölünmesinden çok sonraları da otlaklar ortak kaldılar. Kullanımları ise göreneksel haklar tarafın­ dan düzenleniyordu. Böylelikle nomos giderek bir ortak kullanım, benimsenmiş görenek anlamı kazandı ve dolayısıyla yerleşik yasa niteliğinde bir göreneğe dö­ nüştü.102 Nomos'un da moira'nın da kökleri kabile yaşamındaydı; ama tarihsel dönemin başlangıcında Moira'nın yok olmaya yüz tutmasına karşılık, Nomos yalnızca demokratik kent-devletinde olgunlaştı. Moira'nın düşüşü ve Nomos'un yükselişi, anaerkil kabileden ataerkil devlete geçişin bir göstergesidir. Sınıf eşitsizliklerinin büyümesiyle birlikte, zenginliklerin bölüşümünde kura çekme yöntemine gitgide daha az başvurulur oldu. Bunun sonucunda, bü­ tün insanların emeklerinin ürünlerine sahip olmalarının doğuştan kazanılmış bir hak olduğunu savunmuş olan Moira'lar, çoğunluğun mülksüzleştirildiği yeni toplum düzeninde insanların ne denli az olursa olsun paylarına düşenle yetinmelerini sağlamakta kullanılan değiştirilemez Yazgı'lara dönüştüler. En sonunda da, gerçek dünyada doğuştan kazanılmış haklarından, başka bir de­ yişle "bereketli topraklardan, bol ekin ve şaraptan" paylarına düşenden yok­ sun kılınan insanlar, bu dünyada yitirdiklerini düşsel bir dünyada yeniden elde etme gizemsel umuduyla avunmak zorunda bırakıldılar. Doğum ile kazanılan hak, ölüm ile kazanılan hak oldu çıktı.

97 Aiskhylos, Zincire Vurulmuş Prometheus, 534. 98 //yada, 16. 433-49. 99 Odysseia, i l . 292, 22. 4 1 3 , 1. 1 7; //yada, 24. 525. 100 Pausanias, 5. ı5. 5, 8. 37. ı, 10. 24. 4; Euripides, fr. 260; Euripides, Elektra, 1 247-48; Orph. H. 59. 1 1 - 14, fr. 248. 4. 101 F. M . Cornford, From Religion to Philosophy (Dinden Felsefeye). ( Londra, 1 9 1 3), 1 0 2 nomos ( 1 ) "bir hayvan y a da bitki in yetiştiği yer" ( 2) "alışkanlık", "alışkı"

s.

27. 3 1 .

301

x

KENTLERİ N OLUŞUMU

1 . Thukydides Eski Yun a n istan 'ı A nlatıyor THUKYDİDES, Yunan polis'inin doğuşunu ve gelişimini gözler önüne sererken, birinci sınıf maddeci bir tarihçi olarak çıkıyor karşımıza: Bugün Yunanistan ( Hellas) adı verilen ülkede, başlangıçtan itibaren istikrarlı bir biçimde yerleşilmişe benzemiyor; ülkede önce göçler oldu, çünkü oturanlar, sa­ yıları durmadan çoğalan yeni gelenlerin baskısıyla sık sık bölge değiştiriyorlardı. Ticaret yoktu; halklar arasındaki ilişkiler karada da, denizde de güvenli değildi; ülkede oturanların her biri toprağından ancak ölmeyecek kadar bir şey çıkara­ biliyordu: servet biriktirmiyor, tarım işletmeleri kurmuyorlardı, çünkü, müstah­ kem şehirler bulunmadığından, bir istilacının ortaya çıkıp her şeyi ele geçirme­ yeceğinden emin değillerdi. Bu koşullar altında insanlar, günlük yiyeceklerini nerede olsa bulacaklarını düşünmekte, kolayca göç etmekte, güçlü şehirler ku­ rarak ya da herhangi bir başka yoldan üstünlük sağlamaya çalışmamaktaydılar. Halk değişikliklerine en çok uğrayan yerler özellikle en iyi topraklardı: bugün Thessalia adı verilen bölge; Boiotia; Arkadia dışında Peloponnesos'un en büyük kısmı; kısacası genellikle en elverişli bölgeler. Aslında, toprağın bereketliliği sa­ yesinde durmadan artan gelirler ayaklanmalara yol açıyor, ülkeyi harap eden bu ayaklanmalar, aynı zamanda da yabancıların hücumlarına daha açık bir hale ge­ tiriyordu. Attika ise, toprağının çoraklığı yüzünden uzun süredir ayaklanmalar­ dan uzaktı ve kesintisiz olarak aynı insanların oturduğu bir yerdi... işte Eski Yunan istan'ın güçsüzlüğünü daha kusursuz bir biçimde gösteren bir şey daha: Troya savaşından önce Yunanistan ortaklaşa hiçbir işe girişmişe benzem i­ yor ve bence bu ad bile tüm Yunanistan'a uygulanmıyordu . Deukalion'un oğlu Hellen' den önce bu ad var olmuşa bile benzemiyor, her halk, özellikle Pelasgoi halkı, Yunanistan'a kendi özel adından gelme bir ad vermekteydi... Kısacası, Hellenler adını önce site site, yani aynı dili konuşan insan toplulukları halinde, sonra da hep birden alan bu halklar, Troya savaşından önce, güçsüzlükleri ve iliş­ kileri nin azlığı nedeniyle ortaklaşa hiçbir işe girişmemişlerdir. Üstelik bu sefere de ancak deniz tecrübeleri artınca kalkışmışlardır. G eleneğe göre, bir donanmaya ilk olarak Minos sahip oldu; bugün Yu nan denizi adını verdiğimiz şeyin büyük kısmına gücünü kabul ettirdi; Kyklades adaları-

Kentlerin Oluşumu

1

na boyun eğdirdi ve Karialıları kovduğu bu adalarda ilk olarak koloniler kurdu; adalara vali olarak öz oğullarını yerleştirmişti; ayrıca vergilerin toplanmasını daha kolayca sağlamak amacıyla korsanlığı elinden geldiğince ortadan kaldırdı. Gerçekten, eski Yunanların barbarlar ülkesinde, deniz kıyısında oturanları ve adalarda yaşayanları birbirleriyle deniz yoluyla daha sık ilişkiler kurunca kor­ sanlığa başladılar; en güçlüleri korsanlığı zenginleşmenin ve güçsüzleri besleme­ nin bir yolu olarak görüyorlardı; surları olmayan şehirlere ve kasabalara dağılmış halklara saldırıyor, yağmalıyor ve gelirlerinin büyük kısmını bu seferlerden sağ­ lıyorlardı; çünkü korsanlıkta hiçbir onursuzluk yoktu; tam tersine, biraz ün bile kazandırmaktaydı. Bugün bile birkaç deniz halkının korsanlık yapmaktan onur duymaları ve her yerde eski ozanların şiirlerindeki kişilere, gemicilere korsan olup olmadıklarını sordurmaları çok iyi gösterir bunu; bu sorunun yöneltildi­ ği kimselerin bu işi inkar etmedikleri, soranların da soruya bir hakaret gözüyle bakmadıkları görülür. Kıtada, halklar birbirlerini yağmalamaktaydılar. Bugün bile, Yunanistan'ın birçok bölgesinde, Lokrislilerin, Ozollerin, Etolialıların, Akamanialıların bölgesinde ve kıtanın bu yanında, eski tarza uygun yaşanır ... Daha yakın bir tarihte, seyrüsefer kolaylaşınca ve zenginlikler birikince kurulan tüm şehirler, deniz kıyısında yapıldı, tahkim edildi ve kıstakları işgal etti; böy­ lece ticaret kolaylaştırılıyordu ve her birinin komşularına karşı güvenliği daha fazlaydı. Eski şehirlerse, tersine, uzun süre devam eden korsanlık yüzünden, ada­ larda da, kıtada da olsalar tercihen denizden uzağa kuruluyorlardı ve bugüne kadar toprakların iç kısmında kaldılar; çünkü herkes birbirini yağmalıyor, hatta denizci olmadıkları halde kıyılarda oturan halklar bile çapula uğruyorlardı. '

Böylesine dengesiz koşullar, bir yerden ayrılmak zorunda bırakılan insan­ ların sürülerini de yanlarında götürebilmeleri gibi bir üstünlüğü olan çobanı! zenginliğe öncelik kazandırıyordu. Homerik şiirlerde sığırların çalışmasından çok söz edilir, 2 nitekim Thukydides'in anlattığı yağmacılıklar da hiç kuşkusuz büyük ölçüde bu niteliktedir. Aynı koşulların toprağın işlenmesi üstünde ter­ sine bir etkisi vardı. Özellikle bağlar ve zeytinlikler, sulamayı gerektiren uzun dönemli yatırımlar oldukları için, ilk zamanlar olanaksızdılar. Yerleşim yerle­ rinin durmadan değişmesi, insanların toprağa kalıcı bir biçimde bağlanmala­ rına olanak tanımıyordu. Dolayısıyla, daha geri bölgelerde tarım, çabuk ürün veren tahıllarla sınırlıydı. İşte bu yüzden, ülkenin durumu, ekilebilir toprak­ ların dönem dönem yeniden bölüşülmesine olanak tanıyan göçebe tarımına elverişliydi. 3 Thukydides, Peloponnesos Savaşı, 1. 2-5, 7.

//yada, 1 . 1 54;

il.

672; 20.91; Odysseia, 2 1 . 16- 19.

J.K. Das, 1 905'ten başlayarak Viyana' da yayımlanan Anthropos'ta yer alan "Notes on the Econo· mic and Agricultural Life ofa Little-Known Tribe on the Eastern Frontier oflndia" ("Hindistan'ın Doğu Sınırındaki A z Bilinen Bir Kabilenin Ekonomik ve Tarımsal Yaşamı Üstüne Notlar") baş­ lıklı yazısında Manipur Dağları'ndaki Kuki kabileleri için şöyle der: "işlenen toprakların değiş· tirilmesi, zenginliğin özel ellerde birikmesine ve böylece kişilerin rütbelerinin yükselmesine yol açmamış; buna karşılık, toplumsal ve siyasal yaşamlarında çok ileri bir demokratik ruh yaratmış."

303

304

1

Ta rihöncesi Ege

Thukydides, polis deyimini her iki türden yerleşim merkezi için de; hem surla çevrilmemiş köyler topluluğu, hem de surla çevrili kent için kullanıyor. Sözcüğün bu geniş kapsamlı kullanımı, ilkel köy topluluğundan başlayıp, Thukydides'in çöküşünü de görecek kadar yaşadığı büyük kente dek uzanan kesintisiz bir gelişimi ortaya koyuyor.

2. Tarihsel Dönemde Ken tlerin Oluşumu Kentler ile köyler arasındaki kültürel gelişme farklılığı, kırsal bölgelerin çı­ karlarının sistemli bir biçimde kentlerin çıkarlarına bağımlı kılındığı modern anamalcılığın bildik bir özelliğidir. Sanayi kenti, anamalcı üretime özgü yerleş­ me birimidir. Köy ise, feodalizmin bir kalıntısıdır. Eski Yunan'da da benzer bir ayrım söz konusuydu. Ama toplumun bütü­ nünün geri düzeyine uygun olarak, uygarlık ile barbarlık arasında bir karşıtlık biçiminde beliriyordu bu ayrım. Açık köylerdeki barbarca ya da yarı-barbarca yaşama alışkanlığının karşısında kent-devleti uygarca yaşamanın belirgin bir göstergesiydi. Strabon, barbarların köy yaşamından birçok yerde söz ediyor: Kimi yazarlar, İspanya' daki İberlerin bini aşkın kenti olduğunu belirtiyorlar. Ama bana kalırsa, İberlerin büyük köylerinden söz ediyor bu yazarlar. Belki top­ rağın verimsizliğinden, belki arada büyük uzaklıklar bulunmasından, belki de ülkenin yabanıllığından, doğa koşulları burada birçok kentin kurulmasına el­ vermemektedir. Kaldı ki, güney ve doğu kıyılarında yaşayanlar dışında, halkın yaşayışı ve görgüsü insanda kentli izlenimi uyandırmıyor, İberlerin çoğunluğu köylerde yaşıyor, böyle olduğu için de uygar değiller.'

Strabon, Yunanların da bir zamanlar aynı biçimde yaşadıklarının çok iyi farkında: Homeros zamanında Elis kenti daha kurulmamıştı, halk köylerde yaşıyor­ du ... Bu kentin ortaya çıkması, çeşitli bucakların birleşmesiyle oluşması Pers Savaşları'ndan sonradır. Homeros'un sözünü ettiği birkaç kuraldışı durum dı­ şında, aynı şey Peloponnesos'taki hemen bütün yerleşim merkezleri için de ge­ çerlidir. Bunlar kent değil, yöresel bucak kümeleriydiler. Kentler, daha sonraları, bunların bağrından doğdu. Sözgelimi, Mantineia kenti, beş bucağın, Tegeia ve Heraia sekiz bucağın, Patrai yedi bucağın, Dyme sekiz bucağın birleşmesiyle oluştular.'

Megara bölgesi de, her biri birkaç köyü kapsayan beş yöreden oluşuyordu. Bunlar en sonunda Megara adını taşıyan kentte birleştiler.6 Çoğu zaman, kent­ leşme aşama aşama gerçekleşti; köyler küçük bir kentte, küçük kentler de bü5.6;

4

Strabon, ı63, 186, 2 1 8 , 2 4 1 , 250; D.S.

5

Strabon, 336-37; Polybius, 4. 73. 7.

6

Plutarkhos, Moralia, 295b; Thukydides, Peloponnesos Savaşı, 4. 70.

Herodot Tarihi, 1. 96.

Kentlerin Oluşumu

1

yük bir kentte birleşiyordu. Örneğin, Roma döneminde, Keos adasında İoulis ve Karthaia adlı iki kent bulunmasına karşılık, daha önceleri aynı adada dört kent vardı.7 Rodos'un birliğine kavuşması i.ô. 408 yılına kadar uzanır. Adanın adını taşıyan yeni başkentin halkı Lindos, İalysos ve Kameiros adlı üç eski kentten gelmeydi. Bu üç kentin her biri de birkaç bucağı içerdiğinden, bunların da komşu köy kümelerinden evrilip oluştukları açıktır. 8 Bu örnekler, kent-devletlerinin oluşumunun bütün bir Yunan tarihi boyun­ ca sürüp gittiğini gösteriyor. Thukydides zamanında, Aitolia ve Akarnania' daki Yunanlar hala surla çevrili olmayan, açık yerleşim merkezlerinde oturuyorlar­ dı9 ve Sparta bile "eski Hellenik tarzda" bir köyler kümesiydi. ıo Bir iki kuşak sonra, iki olay kent-devletinin yapısını açık seçik gözler önüne serdi. i.ô. 386 yılında Spartalılar Mantineia'lıları kentlerini yıkıp yok etmeye ve kenti oluştur­ muş bulunan köylere dağılmaya zorladılar.1 1 Saati geriye doğru işletmeye çalışı­ yorlardı aslında. On altı yıl sonra, Sparta yönetimi yıkıldığında, Mantineia'nın disjecta membra'ları yeniden bir araya geldi ve ayrıca Megalopolis'te çevredeki bütün küçük kentlerle köyleri birleştiren yeni bir kent kuruldu.12 Aristoteles'in, polis'ten "çeşitli köylerin birliği" diye söz ederken ne demek istediği anlaşılıyor.13

3. Ka bile Kampı ndan Ken t-Devletine Kitabımızın VIII. Toprak bölümünde, Attika demos'unun, bildik türde bir köy topluluğu olarak, klana denk düşen bölge birimi olarak doğduğunu öne sürmüştük. O sıralar Yunancada "köy" anlamında kome sözcüğü kullanılıyor­ du. Aristoteles, kome (koma) sözcüğünün Attika dilindeki demos'un Dor dilin­ deki karşılığı olduğunu söyler açıkça. Plutarkhos'un hep bucak ile klanı birlikte anması, bunların bir zamanlar aynı yerde ve aynı anda var olduklarını gösterir. Aristoteles de, kent-devletini (polis) "klanların (gene) ve köylerin (komai) bir­ liği" olarak tanımlar.ı4 Tipik Yunan köyünün kökeni, klanın yerleşim yeriydi. Polis'in tarihi, adında saklıdır. Sözcüğün anlamındaki en üst katman soyut olarak "kent-devleti"dir, bir başka deyişle uygar topluma özgü örgütlenme biçi­ mi. Bu katmanın altında, somut olarak, kendisine bağlı çevre köylerle birlikte 7

Strabon, 486, 657; Platon, xxvii.

8

Strabon, 653-54; SIG. 329 n. 2, 570 n. 4.

9

Thukydides, Peloponnesos Savaşı, 3. 94. 4.

10

Aynı yerde, 1. 10. 2.

il

Ksenophanes, Hellenica, 5. 2. 5 -7.

12

Pausanias, 8, 27; D.S. 15. 72.

13

Aristoteles, Politika, 1 2 52b. SIG. 344'te (Hellenistik dönem, Teos) kentin yeniden düzenlenmesi yolunda alınmış bir karara rastlıyoruz. Amaç, Lebedos'tan gelen halkı da kente katmaktır. Lebe­ doslular o günden sonra ayrı kimliklerini yitirerek Teoslular diye anılacaklardır. Yalnızca, kendi ayrı gömütlükleri kalacaktır.

14 Aristoteles, Poetika; 1448a; Aristoteles, Politika, 1 28la. 14.

305

306

1

Tarihöncesi Ege

kentin kendisi yatar. Bu düzeyde, kale ile aşağı kent arasında, akropol ile asty ara­ sında bir ayrım belirir. Daha sonraları Yunan dilinde genelleşecek olan akropol, Odysseia'da iki kez geçer; ama llyada'da yalnızca ayrık biçimi olan akre polis'e rastlarız ve birçok bölümde kale hiçbir niteleme getirilmeksizin polis'tir yalnız. 15 Bu da bizi sözcüğün temeldeki anlamına götürür: doğal bir sur, Thukydides'in sözünü ettiği zorlu zamanlarda bir köy için elverişli bir yerleşme yeri. Şimdi, daha önceki bölümlerde ortaya koyduğumuz genel düşüncelerin ışı­ ğında ve ayrıntılara ilişkin ek bilgilerden de yararlanarak, bu Yunan köylerinin gelişimini kabataslak çizmeye çalışalım. Çizeceğimiz taslak, ister istemez çok kaba olacak; ama şimdilik üstünde çalışabileceğimiz bir varsayım sağlayacak bize. Bu varsayımı daha sonra sınayabiliriz. Yunan kabile yerleşim merkezlerinin en eskileri geçiciydiler. Buralarda bir yıl, birkaç yıl, bir kuşak boyu oturuluyordu belki; ama kabile önünde sonunda oradan ayrılmak zorunda kalıyordu. Bu tür bir değişken yerleşim merkezinin göçebe kabile kampı düzenini yaratmış olması gerekir, çünkü durağan kılınmış olmasına karşın gene de bir kamptan başka bir şey değildir. Gerçi hiçbir zaman hepsi bir araya getirilmemiştir ama, kabile kamplarıyla ilgili bilgiler boldur. Ben burada birkaç tipik örnek vereceğim. Avustralya'daki Aruntalar kamplarını daire biçiminde düzenlerler. Daire, iki yarım daireye ve dört çeyreğe bölünmüştür. İki yarım daireye iki yarım (moety), dört çeyreğe de dört fratri yerleşmiştir. Bir fratrinin üyeleri, yelkıranlarını kendilerine ayrılmış çeyreğin sınırları içinde diledikleri yere dikebilirler, ancak bir toprak parçası mutlaka toplantı yeri olarak ayrılır.16 Amerikan yerlilerinin kampları da aynı ilkeye göre düzenlenmiştir. Örneğin, Kansas kabilesi her biri sekiz klandan oluşan iki fratriye ayrılmıştır; kamp, sınır çizgisiyle ikiye bölünmüş bir daire biçimindedir. Her fratri bir yarım daireye yerleşmiştir. Dıştan evlenme kura­ lının bir tanımı da, erkeğin dairenin öbür yarısından kadın almak zorunda olmasıdır. 17 Kabile kampı, kabile düzeninin bir resmidir gerçekte. Dolayısıyla, kabile göçebe olmaktan çıktığında, köy yerleşim merkezleri de aynı yolu izler­ ler. Her klan kendi köyünde ya da bölgesinde oturur. 18 Meksika' da da topraklar her yıl yeniden paylaşılmak üzere klanlar (calpulli) arasında bölüşülmüştü ve halkın oturduğu yerleşim merkezleri klan sayısı kadar bölgeye ayrılmıştı.19 15

Odysseia, 8. 494, 504; //yada, 6. 88, 257, 297, 3 1 7, 2 2 . 383; //yada. 6. 86, 1 7. 144; Odysseia, 14.472-73.

16

The Arunta, s. 5 0 1 - 04.

17

J.O. Dorsey, "Siouan Sociology" ("Sioux Sosyolojisi"), Annual Reports of the Bureau of Ethnology, ( Washington, 1 8 8 1 -), 1 5. 230-32; H . Hale, The lroquois Book ofRites (Irokua'ların Dinsel Törenler Kitabı), (Philadelphia, 1 883), s. 184; J. Haeckel, "Totemismus und Zweiklassen system bei den Sioux-Indianern", A nthropas, (Viyana, 1 905-), 32. 457-60.

18

A.S. Gatschet, A Migration Legend of the Creek Indians (Creek Yerlilerinin Bir Göç Söylencesi), Philadelphia, 1 884), 1. 1 54; J.G. Bourke, The Snake Dance of the Moqu is of A rizona (A rizona'daki Moqui"lerin Yılan Dansı), (Londra, 1 884), s. 229.

1 9 Native Races af the Pacific States afNorth America, 2 . 226-27.

Kentlerin Oluşumu

1

Rodos'taki üç eski yerleşim merkezinin üç kabileye denk düştüğünü ve bunların klanlara denk düşen köylerle çevrili olduğunu görmüştük. Demek, Erken Rodos tipik bir kabile yerleşim merkeziydi. Gene, beşinci yüzyılda hala surlarla çevrili "olmayan, açık köylerde yaşayan Aitol'ler üç kabileye bölün­ müştü: Apodotoi, Eurytanes ve Ophioneis. 20 Malis halkı da üçe bölünmüş­ tü ve Zakynthos adası dört kentten oluşan bir tetrapolis ya da genbirlikti (konfederasyon).21 Benzer bir köken, Marathon, Oinoe, Probalinthos ve Tri­ korythos temaslarından oluşan ve dinsel bir birlik olarak korunmuş olan eski Attika tetrapolis'i için de varsayılabilir. 22 Bunların hepsi de farklı gelişme ya da gerileme aşamalarındaki kabile genbirlikleridir. Bu yerleşim merkezlerinin nasıl oluşturulduklarını kafamızda canlandır­ maya çalışalım. Bunu yapabilmemiz için, Cilalıtaş Çağı'nın köy topluluğuna dönmemiz gerekecek. Gerçi Cilalıtaş Çağı Yunanistan'ında yerleşmecilerin ataerkil olmaları bir kuraldan çok kuraldışı bir durumdur, ama ortaya koya­ cağımız örneği yalınlaştırmak amacıyla ben yerleşmecilerin artık ataerkilliğe geçmiş bulunduklarını varsayacağım. Kabilenin yerleşeceği bölge ve klanlara ayrılan yerler, toprağın niteliğine, suyun elde edilebilirliğine ve belki de savunma gereksinmelerine göre sapta­ nır. Her klan kendi köyünü kayalık ve yüksek bir yere ya da konumu çevreyi gözetlemeye elverişli bir tepeye kurmaya özen gösterir. En iyi yer, kabile şefi­ nin klanına ayrılır. Kabile şefinin klanına ayrılan yer yeterince genişse, köyün tümü oraya kurulur; değilse, şef ile ailesi seçilen merkeze yerleşirler, öteki ha­ neler de merkezin çevresinde toplanır. Ama bir tehlike baş gösterdiğinde şefin oturduğu merkeze sığınmaya hazırdırlar. Belki de, bütün köy öteki köylerin de gerektiğinde sığınabileceği biçimde bir duvar ya da çitle çevrilir. 23 Köyün içinde, her ailenin, önünde bir de çitle çevrili bahçesi bulunan kendi konutu vardır. Oralarda bir yerde, belki de şefin evinin önünde açık bir alan uzanır: eski agora, daha sonraki plateia, bizdeki köy meydanı. Bu alanın or­ tasında yaşlıların oturması için taştan bir peykeyle çevrili köy ağacına bugün Yunanistan' da hala rastlanabilir. 24 Klan üyelerinin toplandığı yerdir burası. Hane başkanları, şefin evinde toplanma, yemek yeme, sorunları tartışma hak­ larına sahiptirler. Şef, ana hanenin başı olarak, klan atasının temsilcisi özelli20 Thukydides, Peloponnesos Savaşı, 3. 94.4-5. 21

Aynı yerde, 3. 92, 2 . 30.

22 SIG. 541 n.l. Kurucuları Lapithler olabilir. 23 F. Tritsch, "Die Stadtbildung des Altertums und die griechische Polis", Klio, (Leipzig, 1901-), 22. 1 . 70; The lndian Village Community, s. 67. 24

Herodot Tarihi, 4. 1 5. 4; The lndian Village Community, s. 23; P.R.T. Gurdon, The Khasis, (Londra, 1 914), s. 33; H . M . Chadwick, The Growth of Literature, (Cambridge, 1932-40), !. 324. Agora 'nın kral eviyle ilişkisi için bkz. F. Tritsch, "Die Agora von Elis und die altgriechische Agora", Jahres­ hefte des österreichischen archiiologischen lnstitutes in Wien, (Viyana, 1897-), 27. 63; R.E. Wycher­ ley, "The lonian Agora", Journal ofHellenic Studies, (Londra, 1880-), 62. 22.

307

308

1

Tarihöncesi Ege

ğini taşır; dolayısıyla şefin ocağı özel bir kutsallıkla donatılmıştır. Klanın ata ocağıdır burası; klanın daha ailelere bölünmemişken tek bir kamp ateşi çevre­ sinde toplandığı günleri anımsatmaktadır. Köyün dışında, ama köy bölgesinin içinde, sürülü tarlalar, az ötede otlaklar ve çorak topraklar uzanır. Toprağın işlenmesi ve hayvanların otlatılması, yaşlıların yönetimindeki köy meclisince denetlenir. Ekilebilir alanlar, küçük açık toprak parçalarına ayrılır ve aileler arasında bölüştürülür. Bu bölüşüm düzenli aralarla yinelenecektir. Otlaksa bö­ lünmez. Tek yerleşik işbölümü kadınlarla erkekler arasındadır. Köyün iç örgütlenişi konusunda diyeceklerimiz bu kadar. Köyler arasındaki ilişkiler de aynı ilkeler temelinde düzenlenmiştir. Nasıl klan şefinin evi köyün en iyi korunan eviyse, kabile şefinin köyü de bölgenin en iyi korunan köyüdür. Nasıl klan şefi klanın ata ocağına başkanlık ediyorsa, kabile şefi de kabilenin ata ocağına başkanlık etmektedir. Tıpkı klan şefinin öteki hane başkanlarını, klanın yaşlılarını ağırladığı gibi, kabile şefi de öteki klan şeflerini, kabilenin yaşlılarını ağırlamaktadır. Nasıl her köyde klan üyeleri için bir toplanma yeri varsa, bütün klanlardan kabile üyeleri de kabile şefiyle yaşlıların yönetiminde savaş, barış, göç ve yabancıların kabul edilmesi gibi tüm topluluğu ilgilendiren can alıcı sorunları karara bağlamak için ana köyde toplanırlar. Buraya kadar, topluluğu kendi içinde bir birim olarak ele aldık. Topluluğun başka benzer topluluklarla da ilişkileri bulunabilir, ama topluluğun Cilalıtaş Çağı'na özgü kendi kendine yeterli yapısını bozabilecek nitelikte değildir bu ilişkiler. Madenlerin kullanılmaya başlamasıyla birlikte yeni bir evreye erişilir. Madenden yapılmış araçlar tahta ya da taştan yapılmış araçlardan çok daha kullanışlıdır. Ya o yörede yapılan ya da gezgin demircilerin oraya getirdikleri araçlardır bunlar. Ama her iki durumda da, madenden yapılmış araçların kul­ lanılmaya başlamasıyla emek üretkenliği artar ve demirci, duvarcı, sepici, vb. gibi uzmanların varlığını olanaklı kılacak bir düzeye yükselir emek üretken­ liği. Hiç kuşkusuz, bu yeni işbölümleri de, üretim uygulayımındaki (tekniğin­ deki) daha ileri gelişmelerin yolunu açar. Artık her toplulukta, şeflerin ve top­ rağı işleyenlerin yanı sıra, bir de zanaatkarlar -Yunancada demiourgoi- vardır; "topluluk için çalışan" bu kişilerin emeklerinin karşılığı toplulukça aynı olarak ödenmektedir. 25 Bu yeni uygulayımların gelişmesi, yalnızca tarımdan belli bir fazla ürün elde edilmesini değil, aynı zamanda o güne kadar tek tek ekicilere azar azar da­ ğıtılmış olan bu ürün fazlasının daha da verimli kılınabilmesi için belli bir yer­ de toplanmasını da gerektirir. Ürün fazlası şeflerin eline teslim edilir böylece. Ondalık ya da iş hizmeti biçimindeki düzenli vergiyi şefler alır. Klan üyeleri bu tür ödemeleri, elde ettikleri birtakım yararlar karşılığı, gönüllü olarak yapar­ lar. Elde ettikleri yararlarsa, ya yağmacılara karşı korunma ve savaşta başarılı 25 Odysseia, 3. 432-35, 1 7. 383,85, 19.135.

Kentlerin Oluşumu

1

önderlik gibisinden gerçek yararlardır ya da şefin büyü gücü aracılığıyla bol ürün kaldırma gibisinden düşsel yararlar. Ama temeldeki etken ekonomiktir. Yeni uygulayımsal gelişmeler için yeterli anamal ancak böyle biriktirilebilir. Gene de madenler bollaşmaz. Şefler, elde edilebilen madenleri kendi kullanım­ ları için bir yana ayırma eğilimindedirler. Bakır ya da tunç üstünde çalışan zanaatkarlar, şefler için yeni bir araç bulgularlar; kılıçtır bu yeni araç. Şefler de, işte kılıç denilen bu yeni aracı kullanarak, komşu toplulukların ürün faz­ lalarına zorla el koyarlar.26 Savaş, başlı başına bir uğraş olur çıkar. Toprakta ve yağmada aslan payının nasıl şeflere gittiğini VIII. Toprak bölümünde anlatmış­ tık. Artık şeflerin, savaşta ele geçirdikleri kölelerce ekilip biçilen kendi teme­ nosları vardır; elde ettikleri ürün fazlası artık öylesine boldur ki, değiş tokuşta bulunmak üzere birtakım maddelerin üretimine girişebilirler. Meta değişimi, kabilelerarası konukseverlikten doğup gelişti belli belirsiz. Kabilenin akrabalar çemberi içinde evrilip gelişen toplumsal ilişki yasaları, başlangıçta o çemberle sınırlıydı. Çemberin dışında kalan tüm erkekler, istendiğinde öldürülebilecek ya da soyulabilecek yabancılar ve düşmanlardı.27 Dolayısıyla, kabileler arasında barışçıl ilişkiler oluştuğunda, yabancı biri akrabalar çemberine kabul edilirken onunla simgesel bir biçimde yiyecekler paylaşılıyordu. "Birlikte oturup yemek yiyenler," diyor Robertson Smith, "bütün toplumsal işlerde birleşmiş olurlar. Birlikte yemek yemeyenler birbirlerine yabancıdırlar. Ne bir din kardeşliği var­ dır aralarında, ne de karşılıklı toplumsal görevleri."28 Yemeğe alıkonulup ağır­ lanan bir yabancı, artık yabancı sayılmaz. Düşman, konuk (Latincede hostis) olmuştur. Sözgelimi, Odysseus Phaiakların sarayına vardığında kralın ilk işi ona masada yer vermek olur.29 Gene, konuk ağırlandığı yerden ayrılırken, yeni kurulan ilişkinin bir belirtisi olarak ev sahibinden bir armağan alır. Giderek, karşılıklı armağan verme, sonunda bir dostluk güvencesi olarak görülmeye baş­ lar. Her ayrılık armağanı, ileride yeniden ağırlanma hakkını sağlar. Küreksever Taphosluların kralı kılığına bürünmüş olan Tanrıça Athena Telemakhos'un yanından ayrılırken, Telemakhos değerli bir armağan sunar ona. Athena da Telemakhos'a öbür gelişinde daha da değerli bir armağan vereceğini söyler.30 Troya Savaşı sırasında, Lemnos'tan Eunos, Akhaların kampına gemilerle şa­ rap gönderir. Agamemnon ile Menelaos'a tam bin ölçü şarap armağan ettikten sonra geri kalanını tunç ve demir, sığır, deri ve köle karşılığında değiş tokuş 26 V.G. Childe, Scotland Before the Scots (İskoçlardan Ö nce lskoçya), ( Londra, 1 946), s. 48. 27 Burada, aynı anlamda kullanılan Yunanca sözcük de hem "bilinen, tanınan", hem de "akraba" anlamına gelir. İngilizcedeki "kith and kin" (hısım akraba) sözü de aynı anlayıştan geliyor. 28 W. Robertson Smith, Religion of the Semites, (Üçüncü basım, Londra, 1 927), s. 269. 29 Odysseia, 7. 167-7 1 . 3 0 Odysseia, 1 . 305H8; //yada, 6 . 230-31; Name Races of the Pacific States of North America, 1 . 192: "armağan verme sistemleri bile bir tür tecimdir, verilen her armağanın gerçek değeri in ertesi bayramda başka bir armağanla karşılanması beklenir.''

309

310

1

Ta rihöncesi Ege

eder gür saçlı Akhalarla. 31 Aslına bakarsanız, burada apaçık bir takas işlemiy­ le yüz yüzeyizdir; ancak bu işlemden önce resmi bir armağan sunma işlemi söz konusudur. Bu armağanın kabul edilmesi, daha sonraki alışveriş için bir güvence göstergesidir. Armağan aynı zamanda krallara verilen bir paydır; bir tecim vergisidir belki de. Bu örnek, takas işleminin neden şefin denetiminde geliştiğini açıklamakta­ dır. Topluluk, mutlak üretim fazlası aşamasına ulaştığında, köyün ortasındaki toplantı yeri yerel şeflerin ürün fazlalarını öteki toplulukların ürün fazlalarıy­ la takas ettikleri bir pazar yerine dönüşür. Zanaatkarlar da aynı yolu izlerler. Üretim güçleri kendi klan üyelerinin gereksinmelerince tüketildiği sürece ça­ lışma alanları da kendi köyleriyle sınırlı kalır. Ne var ki, gelişen uygulayım, köyün gereksinmesinden daha fazla üretmelerini olanaklı kıldığında, onlar da ürün fazlasını pazara götürürler. Sonuçta, bütün toplumsal ilişkiler değişir. Temenos'un sahibi, ondalıkları alan, artık bu ayrıcalıklar sağladığı hizmetle­ rin bir karşılığıymış gibi davranamaz olur. Çünkü artık bu ayrıcalıkları daha fazla kar elde etmek için kullanmaktadır. Bu da ona sömürü oranını daha da artırma gücünü ve dürtüsünü verir. Zanaatkarlar için de aynı şey geçerlidir. Bir kez meta üretimine geçtiler mi, kendi köylerindekilerle de tecim temelin­ de alışveriş yapmanın karlı olduğunu görürler. Artık "topluluk için çalışanlar" olmaktan çıkar, kendileri için çalışanlar durumuna gelirler. Sonuçta, gerek şef­ ler, gerek zanaatkarlar er geç köylerini terk eder, pazarın yanında ev kurarlar. Merkezdeki köy, bir pazar kasabasına dönüşür. Köydeki el sanatları tümden yok olmaz, ama köy artık kendi kendine yeterli değildir. Gitgide, kasabanın nitelikli emeğine bağımlı duruma gelir. Şefler ve zanaatkarlar bu adımı atarlar­ ken klanla olan bağlarını koparırlar. Şefler, kendi klanlarının ayrı çıkarlarını temsil etmekten uzaklaşmışlardır artık. Yoksul klan üyelerine karşı, ortak bir çıkarda birleşmiş toprak sahibi soylulara dönüşmektedir şefler. Zanaatkarlarsa, klan düzenine göre kurulan loncalarda örgütlenirler; ama ekonomi tarıma bağ­ lı kaldığı sürece toprak sahiplerinin üstünlüğüne karşı koyacak durumda de­ ğildirler. Küçük toprak sahiplerine, taşralı akrabalara gelince, onlar da daha sınırlı da olsa kendi olanaklarıyla aynı ereğin ardında koşarlar. Temenos'un varlığı bile onun ekonomik üstünlüğünün kanıtıdır. Yeniden bölüşüme elverişli olma­ dığından, ekinlerin daha iyi korunması için çevresi kalıcı olarak kapatılabilir ve emek uzun dönemli bir yatırım olarak konulabilir içine. Açık tarlalar tü­ kendikçe tarım boş topraklara taşmaya başlar; böylece tarıma elverişli kılınan topraklar komünal denetime gireceği yerde özel mülkiyete dönüşür. Bu arada, nüfus artışı, her yeniden bölüşümde açık tarlalardaki payları azaltmaktadır; dolayısıyla yeniden bölüşüm uygulamasından vazgeçilir. Ve toprak parçaları 31

//yada, 7. 467-75; Sümerlerde nigba: Cam bridgeA ncient History'de S. Langdon, 1. 378.

Kentlerin Oluşumu

1

sabitleştiğinde, toprakların zaman zaman dilimler halinde bölüşümü işlevini yitirir, tam bir baş belası olup çıkar; toprak için savaşımda küçük toprak sahi­ bine fazladan bir ayak bağıdır artık. Son olarak diyebiliriz ki, toplumun ekonomik temelindeki bu devrim, top­ luluğun kültürel yaşamını değiştirmiştir. Klan şefleri kasabaya geldiklerinde klan tapımlarını da yanlarında getirdiler. Klan farklılıklarından sıyrılıp da or­ tak sınıf çıkarında birleştiklerinde, tapımlar onların ortak denetiminde devlet şenlikleri biçiminde yeniden örgütlendi; amaç, yeni toplum düzenine bir kut­ sallık kazandırmaktı. İşte, herkesin gereksinmesine göre kurayla eşit paylara bölüşülen kabile yer­ leşim merkezini kent-devletine, toprak sahibi soyluluğun yönettiği ve bağımlı köylerde yaşayan yoksul düşmüş köylülerin çevrelediği kente dönüştüren süreç kabaca buydu. Bu yeni birim, hem tarımsal, hem de sınai bakımdan yeni bir işbölümünün yansımasıydı. Bir kez yerleşip gerçekleşti mi, daha başka işbö­ lümlerine yol açan, böylece insan yaşamını köleci bir temelde yeni karmaşıklık düzeylerine yükselten bir işbölümüydü bu. Gerçi bu süreç bütün bir eski! çağlar boyunca ülkenin değişik yörelerinde süredurdu; ama sürecin kendine özgü biçimi her zaman yalnızca sonsuz çe­ şitlilik gösteren yerel koşullarca değil, toplumun söz konusu dönemdeki genel düzeyince de belirlenmekteydi. Tarihi ne denli geçse, sınıf niteliği de o ölçüde belirgindi. Bu da, dördüncü yüzyılda Mantineia'da neler olduğunu yorumla­ mamızı olanaklı kılıyor. Kentin ortadan kaldırılmasını buyuran Spartalılar, her zaman olduğu gibi, büyük toprak sahiplerinin çıkarlarının gerektirdiği doğrultuda davranıyorlardı. Oysa, bizim polis tanımımıza göre, polis'i yarat­ mış olan çıkarlardı bunlar. Evet, ama zaman değişmişti artık. Altıncı yüzyılda, meta üretiminin gelişmesi bütün ileri kent-devletlerinde hızla daha da ileri bir devrime, bir başka deyişle toprak sahibi soyluluğun tecimen sınıfınca yıkıl­ masına yol açmıştı. Dördüncü yüzyılda toprak sahipleri yalnızca Arkadia gibi geri bölgelerde hala iktidardaydılar. Dolayısıyla, bu bölgelerde, kentleşmenin itici gücü toprak sahiplerinden değil, tecimenlerden ve zanaatkarlardan geli­ yordu ve kentleşme toprak sahiplerine karşı savaşımın bir parçası olarak ger­ çekleştiriliyordu. Toprak sahiplerinin amacıysa, bu süreci durdurmak ya da Mantineia' da bir süre için başardıkları gibi süreci tersine çevirmekti. Bütün bunlar göz önüne alındığında, Yunan siyasal terimlerindeki ilginç bir özelliğin anahtarı ortaya çıkmaktadır. Atina' da arkhon terimi, hem klan şefi anlamına geliyor, hem de her yıl seçilen devlet görevlilerinden birini belir­ tiyordu. İlk anlam, yani klan şefi anlamı eski kullanımdı; ikinci anlamsa, kent­ devletinin gelişmesiyle birlikte birinci anlamın bağrından çıkmıştı. Soyluların yönetiminin başladığı sıralarda, kentin yönetim organını oluşturanlar klan şefleriydi. Demokratik devrimle birlikte bu görevler halkın denetimine girmiş, ama eski ad da korunmuştu. Ati na' dan daha sonra kurulan başka devletler-

311

3 l2

1

Ta rihöncesi Ege

de, her yıl seçilen yöneticilere demiurgoi, yani "zanaatkarlar" deniliyordu. 32 Bu yeni terim, sınıf güçleri dengesindeki değişikliği yansıtmaktaydı. 4.

Phaiakların Ülkesi ve Pylos

Odysseus'un yolculuğunun son uğ­ rak yeri, Phaiaklar tarafından ağırlan­ dığı Skherie Adası, Kerkyra olarak, yani bugünkü Korfu olarak belirlenmişti. 33 Skherie Adası'nda yaşayanların eskiden Hypereia' da (yeri belli değil) oturdukları söylenir. Yabanıl komşuları Tepegözlerin, yani Kyklop'ların bitmek bilmeyen saldı­ rıları karşısında kalkıp Skherie'ye göç et­ mişler. 34 Skherie'liler yaman denizciymiş­ Resim 54. Minos gem isi: mühür ler. Denir ki, bir seferinde Rhadamanthys'i bir günde Girit'ten Euboia Adası'na götürüp geri getirmişler.35 Gerçi Homeros onlardan epey abartarak söz eder, ama Rhadamanthys'i bir günde Girit'ten Euboia'ya götürüp geri getirmeleri, Minos'un deniz egemenliğini akla getir­ mektedir; Leleglerin yerleşim merkezlerinin aynı kıyı şeridindeki Leukas ve Aka mania' da bulunduğundan söz edildiğini de belirtmekte yarar var. Minos'un korsanlığı bastırmasından sonra kurulan, hepsi de surlarla çevrili olan ve deniz kıyısında yer alan kentler konusunda Thukydides'in söyledikleri, Odysseia 'da anlatılan Skherie'nin konumuna cuk oturmaktadır. Bir yarımada­ nın ucundadır kent. Kente, iki yanında birer liman bulunan daracık bir kıstak­ tan varılır. 36 Limanların arasında pazar yeri vardır; ortasında bir Poseidon anıtı bulunan, düzgün taşlarla döşeli bir alandır burası. 37 Burada, kralın ve danışmanlarının oturmaları için cilalı taştan sıralar vardır.38 Kente giden yol, pazar yerinin he­ men ardında, kıstak boyunca uzanan bir surla kesilir. Tanrıça Athena'nın koru­ sunun bitişiğinde yer alan tarlalarla otlaklar, kralın temenos'u hep anakarada-

32 Thukydides, Peloponnesos Savaşı, 5. 47. 9; SIG. ı83. 33

Hellanikos, 45; Strabon, 44, 269, 299; Thukydides, Peloponnesos Savaşı, 3. 70. 4.

34 Hypereia, Sicilya' da ya da A rgos'ta çeşitli yerlerde gösterilir (Odysseia, 6.4.). ama bunların hepsi de, Anadolu' dan kaynaklandığını sandığımız Kyklop'lar söyle cesinden yapılan çıkarsamalardır: Ausführliches Le:ıcikon der griechischen und röm ischen Mythologie, 2 . 1688. 35 Odysseia, 7. 3 2 1 -24; Herodot Tarihi, 1 . 171. 2 . 36 Odysseia, 6. 262- 65. 37 Aynı yerde, 6. 266-67. 38

Aynı yerde, 8. 5 -7; llyada, 1 8 . 503 - 04; F. Tritsch, "Die Agora von Elis und die altgriechische Ago­ ra", s. 83, 87, 99.

Kentlerin Oluşumu

1 313

dır.39 Kralın temenos'u, kentten bağrılsa duyulacak uzaklıktadır.40 Odysseia'da birçok kez geçtiğine bakılırsa, "bağırsan duyulur" diye dile getirilen, benim­ senmiş bir uzaklık ölçüsüydü; eğer Hindulardaki kos'a bakarak bir sonuç çıka­ rabilirsek, yaklaşık iki buçuk kilometreye denk düşüyordu. Kos, Hindistan' da yerleşik bir uzunluk ölçüsüdür ve eski bir kurala dayanır. Bu kural da, köyün sınırlarının köy merkezinden bağrılsa duyulacak uzaklıkta olmasıdır.41 Kralın sarayı kentin içindedir; sarayın önündeki bahçede kent halkının su aldığı bir pınar vardır.42 Ancak bu topluluğun önderini kral olarak tanımlamak biraz yanıltıcıdır. En azından, her şeyi tek başına yöneten bir hükümdar değil­ dir. Alkinoos bir basileus'tur, ama on üç basileus'tan biridir yalnızca.43 Bu on üç şef, yaşlılar kurultayını (boule) oluşturur. Kralın sarayında toplanıp yemek yerler, sorunları tartışıp görüşürler ve pazar yerindeki toplantılara başkanlık ederler.44 Yabancının geldiği günün ertesi sabahı Alkinoos onlara yol gösterir, pazar yerindeki cilalı taşların üstüne oturtur onları. Bu arada Alkinoos'un ula­ ğı da -tellal- kent halkını pazar yerine toplamaktadır. Toplantıda, yabancının nasıl ağırlanacağı, baba toprağına dönüşünün nasıl sağlanacağı görüşülecektir. Alkinoos, öteki şefleri sarayında şölene çağırır; bu arada denize bir gemi in­ dirilecek ve halk arasından elli iki delikanlı seçilecektir kürek çekmek için.45 Şölenden sonra kralın ozanı çalgı çalarak çağrılıları eğlendirir, daha sonra yeni­ den pazar yerine gidilir, orada top oyunları oynanır, boralar tepilir. Ardından, yabancıya verilmek üzere konukluk armağanları hazırlanır. Şeflerden her biri bir gömlek, bir kaftan, bir külçe de altın verir yabancıya.46 Günbatımında şef­ ler akşam yemeğine saraya dönerler. Yemekten sonra Odysseus onlara kimli­ ğini açıklar, başından geçenleri anlatır bir bir. Odysseus'un öyküsü karşısında büyülenen Alkinoos, daha önceki armağanlara ek olarak şeflerin her birinin Odysseus'a bir büyük üçayak, bir de leğen vermelerini, bunun da halka ödetil­ mesini önerir; dostları da kabul ederler bu öneriyi.47 Yunan destanlarında ağır basan soyluluk ruhu gereği sıradan halka ancak za­ man zaman değinilmektedir. İşte bu ara sıra değinmelerden anlıyoruz ki, Skherie tek bir kentten oluşan bir topluluktur. Kentin dolayında köyler yoktur. İlk ağızda, çizdiğimiz varsayımsal görünümle çelişir gibidir bu. Ama unutmamak gerekir ki, bu kent o sırada bulunduğu yerde oluşup gelişmiş değildir. Başka bir yerden 39 Odysseia,

6.

259, 291 -93.

40 Aynı yerde, 6. 294, 5. 400, 9. 473, 12. 1 8 1 . 41

1he Indian Village Community, s.

il.

42 Odysseia, 7 . 1 1 2-31. 43 Aynı yerde, 8. 390-91 . 44 Aynı yerde, 7 . 1 3 6-37, 1 8 5-227, 8. 40-45, 4-7. 45 Aynı yerde, 8 . 35-36. 46 Aynı yerde, 8. 390-93. 47 Aynı yerde, 1 3 . 1 3 - 1 5, 1 9. ı96-98.

314

1

Ta rihöncesi Ege

göç eden insanlar tarafından deniz tecimine elverişli bir yere kurulmuştur. Kaldı ki, kentin yapısına daha yakından baktığımızda, varsaydığımız örneğe uygun düştüğü daha eski bir aşamanın belirtilerini görebiliriz. Odysseus'u yurduna gö­ türecek gemiye seçilen delikanlıların sayısı, şeflere bağlı olarak seçilmiş görün­ mektedir. Her şef dört adam vermektedir. Bu da, kentin on üç yöreye bölünmüş olduğunu göstermektedir. Sonra, şefler yabancıya birer leğenle üçayak armağan etmeyi kararlaştırdıklarında, paraların bu yörelerden toplandığına tanık oluruz. Bu yöreler ya da Attika lehçesindeki deyimiyle demos'lar gerçekte başlangıçtaki ilk yerleşim merkezindeki ayrı ayrı köylerdir, ama burada güvenliğin ve tecimin gerektirdiği nedenlerden ötürü tek bir yerde toplanmışlardır. Telemakhos, Pylos'a vardığında, halkı deniz kıyısında toplanmış bulur. Oysa halkın her zaman toplandığı yer değildir burası. Nestor'un kıyının az uzağındaki sarayının dışında cilalı taştan bir sıra vardır. Eskiden babasının yaptığı gibi Nestor da oraya oturur.48 Halkın olağan durumlarda orada toplan­ dığı söylenebilir. Oysa bu özel bir durumdur. Nestor Ocağı'nın kutsal atası sa­ yılan deniz tanrısı Poseidon'a kurbanlar kesilmekte, boğalar sunulmaktadır. Deniz kıyısında dokuz hedrai vardır, bunların her birine beş yüz kişi ve dokuz boğa düşmektedir.49 Sayılarının çokluğuna bakılırsa bu hedrai oturulacak yer anlamında "sıralar" değildir; halkın bölündüğü dokuz küme için belirlenmiş ayrı alanlardır. Homeros başka yerlerde de pazar yerinin olağan bir biçimde böyle bölündüğünden söz etmektedir.50 Nasıl Telemakhos Pylos'a vardığında halk deniz kıyısında dokuz küme olarak sıralandıysa, İlyada' da anlatıldığı gibi, Nestor'un krallığı da dokuz bölgeyi içerir. Bu kadar da değil; her küme nasıl Poseidon'a dokuz boğa kurban ediyorsa, Nestor da Troya'ya Her bölgeden on tane olmak üzere doksan gemiyle gider.51 Evet, Nestor'un krallığı, kabile düzeni temelinde örgütlenmişti.

5. A tina 'n ı n İlk Döne m i Şimdi de, kent-devletlerinin e n büyüğüne geçelim ve b u kent-devletinin oluşumunu bilgili bir arkeoloğun ustalığıyla dile getiren Thukydides'ten dinleyelim: Kekrops ve ilk kralların hükümdarlığından Theseus'un zamanına kadar Attika' da, her birinin kendi arkhon'u ve kendi prytaneion'u olan çeşitli yörelerde oturuluyordu. Bir tehlikeyle karşı karşıya gelinmedikçe, arkhon'lar kralla birlik­ te meclis toplantısına katılmıyor, işleri kendi yerel meclislerinden, bağımsız ola­ rak yönetiyorlardı. Dahası, Eleusislilerin Erekhtheus'a karşı Eumolpos'u destek48 Aynı yerde, 3. 406 - 1 2 . Troya'daki pazar yeri, sarayın önündeydi: llyada, 2 . 788-89. Olympialılar Olympos'un tepesinde, yani kendi akropollerinde toplanırlardı: //yada, 8. 2-3. 49 Odysseia, 3.5-8. 50 //yada, 1 99, 211; Odysseia, 3. 3 1 , 8.16. 51

//yada, 2 . 591 - 602; Odysseia, 3. 7; G. Glotz, La cite grecque, (Paris, 1928), s. 44. Bu sayılar titizlikle hesaplanmıştır; kumsalda toplananların toplam sayısı olan 4500 (9x500), askeri birlikteki savaşçı sayısına (90x50) uygun düşmektedir.

Kentlerin Oluşumu

1

lediklerinde olduğu gibi, zaman zaman birbirleriyle savaşa bile girişiyorlardı. Ne var ki, güçlü ve uzak görüşlü bir kral olan Theseus, bütün bu yerel meclisleri ve yetkileri ortadan kaldırıp onları tek bir merkezi meclis ve prytaneion oluşturdu­ ğu Atina'da toplayarak ülkeye yeni bir düzen verdi. Malına mülküne el sürmedi kimsenin, yalnızca onları tek bir kentin yurttaşları olmaya zorladı. Dört bir yanı surlarla çevrili olan bu kent hızla büyüdü, genişledi ve Theseus'un ardıllarına kaldı. Bu olayın anısına o gün bugündür Atinalılar Synoikia denilen halk bay­ ramlarını kutlarlar. O zamana kadar kent, Akropol' den ve onun güneye uzanan eteklerinden oluşuyordu. Hemen bütün eski tapınakların ya güney yamaçta ya da Akropol'de olmaları bunun kanıtıdır... Gene, şimdi Dokuz Pınar diye bili­ nen kuyu, tiranlar zamanında yeniden yapılmadan önce, Kallirhoe denilen açık bir pınardı. Eski zamanlarda, kolay erişilebilir olduğu için başı öteki pınarların hepsinden daha kalabalık olurdu bu pınarın. Bu alışkı bugün de sürdürülmek­ te, düğünlerden önceki kuttörenlerde ve başka kutsal olaylarda bu pınarın suyu kullanılmaktadır. Son olarak, Akropol 'ün çok eskiden oturulan bir yer olması bugün Atinalıların ona niçin Kent (polis) dediklerini açıklamaktadır.52

Kent-devletinin yaygın bir özelliği olan prytaneion,53 kent konağıydı; kent ocağının, sürekli yanan ateşin bulunduğu yapıydı. 54 Bir koloni kurulacak oldu mu, göç edecek kişiler yanlarına bu ocaktan yanan odunlar alırlar, gittikleri denizaşırı ülkede bunlarla yeni bir prytaneion başlatırlardı. 55 Seçkin yaban­ cılar, yabancı ülkelerden gelen elçiler, savaşta ya da Yunanlararası oyunlarda kazandıkları başarılarla halkın övgüsünü toplayan yurttaşlar bu yapıda ağırla­ nırlardı. 56 Sözcüğün kökeni açısından bakarsak, prytaneion, prytanis'in ya da "başkan"ın evi demektir. Bu da gösteriyor ki, tarihçi Thukydides her kentin kendi arkhon'u ve prytaneion'u bulunduğunu söylerken, yaşlılar meclisi toplu­ luğun kutsal ocağında asıl şefin başkanlığında toplandığında asıl şefin ötekile­ ri ağırladığı evden söz etmektedir. Demek, kent konağı, ta gerilere götürüldü­ ğünde, uzun ama kesintisiz bir yolun sonunda ilk kamp ateşine varmaktadır. Theseus'la ilgili ayrıntıları Aristoteles anlatıyor. Theseus, halkı üç sınıfa ayır­ mış: Eupatridler, Geomorlar ve Demiurgoslar.57 Eupatridler, merkezdeki kentin meclisinde görev yapma hakkına soydan sahip olan şeflerin aileleriydiler; adla52 lhukydides, Peloponnesos Savaşt, 2. ı5. 53

Publius Aelius Aristides, Panathenaikos, 103.16; Titus Livius, 4 1 . 20.

54 Pindaros, N, i l . ! ; Pausanias, 5. 1 5 . 9. Kimi toplu ant içme törenlerinde Hestia Zeus'tan daha çok geçiyordu: S/G. 527. 10; Platon, Leg. 745b, 848d; Pausanias, 5. 14. 4. 55 EM. Prytaneia. 56 Dictionnaire des antiquites grecques et romaines, bkz. Prytaneion. Olympia prytaneion'u için bkz. E.N. Gardiner, Olympia, its History and Remains (Olympia, Tarihi ve Kalıntıları), (Oxford, 1 925), s. 167-69. ya da " başkan"m evi demektir. Bu da gösteriyor ki, tarihçi lhukydides her kentin kendi arkhon'u ve prytaneion'u bulunduğunu söylerken, yaşlılar meclisi topluluğun kutsal ocağında asıl şefin başkanlığında toplandığında asıl şefin ötekileri ağırladığı evden söz etmektedir. Demek, kent konağı, ta gerilere götürüldüğünde, uzun ama kesintisiz bir yolun sonunda ilk kamp ateşine varmaktadır. 57 Aristoteles, fr. 385; Plutarkhos, Thes. 25.

315

316

1

Ta rihöncesi Ege

rının "soylu babaların oğulları" olması da, soylu bir kast olarak birleşmeleri ile babayanlı soyun resmi olarak tanınmasının aynı zamana rastladığını düşündür­ mektedir. Geomorlar, kırsal bölgede yaşamayı sürdüren küçük toprak sahipleriy­ diler. Demiurgoslar, yani zanaatkarlar, diyebiliriz ki çoktan kentte yoğunlaşmaya başlamışlardı. Tarihsel dönemde, Demiurgosların bir kesimi olan çömlekçiler, kent yöre ya da bucaklarından birinde, Kerameikos'ta kendi mahallelerinde otu­ ruyorlardı ve anlaşıldığı kadarıyla oraya çok eski zamanlarda yerleşmişlerdi. 58 Eğer bu yörelerin tarihini izleyebilseydik, büyük bir olasılıkla, kent genişledikçe zaman zaman yeniden kurulmalarına karşın bunların Akropol çevresinde kü­ melenen köylerden geliştiklerini görecektik; hiç kuşkusuz, Akropol'ün, o doğal kalenin, sözcüğün başlangıçtaki anlamında bir polis olduğu dönemde. Gerek Thukydides'in, gerek Aristoteles'in bu konuda anlattıkları elbette sözlü gelenekten alınmıştır ve özünde doğru sayılabilirler. Yalnız değişiklik­ lerin nasıl gerçekleştiği ve bunların Theseus'un adıyla bağlantıları konularında kuşku duyulabilir. Theseus'a yakıştırılan son birleştirmeden önce, doğallık­ la daha küçük çaplı benzer çabalar olmuştur. Strabon'a bakılırsa, Theseus'un bütün yaptığı, daha önce Kekrops'un kurduğu on iki kentlik bir genbirliğini merkezileştirmekti. 59 Atina bu on iki kentten biriydi; bir başkası ise, daha önce de sözünü ettiğim Kuzeydoğu Attika'nın tetrapolis'iydi. Anlaşılan, Kekrops'un genbirliği bile kendi türünün ilk örneği değildi. Eupatridlerin sonunda yük­ selmeleri de, krallığın ağır bir süreç içinde gerçekleştiğini bildiğimiz çöküşü ile uygun adım meydana gelmiş olmalıdır. Dorların Peloponnesos'u istilaların­ dan sonra, Neleidlerin bir kolu olan Medontid'lerde krallık soydan geçer oldu. Neleidleri Dorlar Pylos'tan atmışlardı. Öyle görünüyor ki, kralın yetkelerine gelen ilk sınırlama, Eupatridlerin kendi aralarından seçtikleri ayrı bir savaş şefinin (polemarkhos) ortaya çıkışıyla birlikte görüldü.60 Sekizinci yüzyıl orta­ larında krallık Medontid'lerde hala soydangeçmeyken krallar on yıllık bir gö­ rev süresi için seçilmeye başladılar ve bir sonraki yüzyılın başlarında krallığın yerini, Eupatridlerin tüm üyelerine açık olan ve bir yıl için göreve gelen dokuz arkhont aldı. Ama o zaman bile krallık ortadan kalkmadı. Kurultay, arkhon basileus'un, "kral arkhon"un başkanlığında Kral Konağı'nda toplanmayı sür­ dürdü. 61 Medontid'ler ise, krallık ayrıcalıklarını son kalıntısına kadar korudu­ lar. Akropol'ün eteklerinde bir toprak parçasına sahiptiler; eski zamanlardaki temenos'larıydı bu toprak parçası.62 Bir de, Theseus'un kendisiyle ilgili bir sorun var. Theseus'un aslen Kuzeydoğu Attikalı olduğuna ve altıncı yüzyılın ikinci yarısında ulusal kahraman merte58 Philokhoros, 72; Menecl. 3=FGH. 4.449. 59 Strabon, 397. 60 Aristoteles, Ath. 3. 3; Pausanias, 4. S. 10, 1. 3. 6ı

Aristoteles, Ath. 57.

62 IG. 1. 497.

l;

)ustinus, 2. 7; Cambridge Ancient History'de Cary, 3.

Ke n t l e r i n O l u ş u m u

1

besine yükseltildiğine inanmamız temelden yoksun sayılmaz. Bundan da an­ laşılıyor ki, Theseus'un Attika'nın birliğini sağlamadaki rolü o dönemde yakış­ tırılmıştır. Theseus, beşinci yüzyılda, Atina demokrasisinin kurucusu olarak sunuldu; gönülsüz köy ileri gelenlerini kaba koltuklarından kalkıp kentin ra­ hatlıklarına yönelmeye zorladıktan sonra Theseus krallıktan vazgeçmiş, yöne­ timi halka bırakarak Atina demokrasisini kurmuştu.63 Schefold'un geçenlerde belirttiği gibi Atina demokrasisinin kurucusu Kleisthenes'in uydurmuş olabi­ leceği bu güzel masala ille de inanmamız gerekmiyor.64 Yerel şeflerin köylerden ayrılmak istemedikleri yolundaki görüş, gerçekte, Attikalı köylülerin yuvala­ rına bağlılıklarıyla ün yaptıkları beşinci yüzyılın koşullarına uygun düşmek­ tedir. 65 Öte yandan, Eupatridlerin kentte oturmakla yitirecekleri hiçbir şey ol­ mamasına karşılık, kazanacakları çok şey vardı. Çünkü mallarını mülklerini korudular ve güçlerini artırdılar. Kendi çıkarlarını kollamak için hiçbir dış dürtüye gerek duymadılar; krallığın yerine kurdukları düzen en sonunda öyle­ sine katlanılmaz bir nitelik aldı ki, halk başkaldırdı, kodamanları ülkeden attı ve onların geniş topraklarını kendi aralarında bölüştü. Öykünün bu bölümüyle ilgili olarak, ilk kralların yetkesinin hiç kuşkusuz hala canlı bir kabile eşitliği düşüncesiyle kısıtlandığı söylenebilir olsa olsa. Çünkü kabile eşitliği, yok olup gittikten sonra bile, insanların kafalarında ne zamanın, ne de zorlukların silip atabildiği bir demokratik ülküler kalıtı bırakmıştı. Bizdeki demokrasi gelene­ ğinin esin kaynağı da, beşinci yüzyıldaki yeni demokrasinin bu eski anılarının coşkusu olabilir pekala.

63

Plutarkhos, 1hes. 25.

64 K. Schefold, "Kleisthenes", Museum Helveticum, (Basel, 1943-), 3. 65- 67. 65 Thukydides, Peloponnesos Savaşı, 2 . 16. 2; Aristophanes, Eq. 805-07.

317

Dör d ü n c ü Böl üm

KAHRAMAN LIK ÇAGI

B e n i m t ü m varlığım, kargım, kılıcım v e kalkanım; bunlarla ekip biçer, bunlarla şarap alırım üzümden, kendime bunlarla bey dedirtirim kölelerime. H Y B RİAS

Kardeş kardeşle dövüşecek ve kardeş kardeşi boğazlayacak ve bacıların çocukları hısım akrabalığa l e ke sürecek. VÔLUSPA *

Völuspa, İskandinav mitologyasının başyapıtlarından Edda'nın evren v e tanrı doğumunu kapsayan bölümü. Bu bölümde, evrenin ve tanrıların yaratılışı, tanrıların soy zinciri anla­ tılır. Özellikle Saemund'un Edda'sı Kuzey mitologyasının başlıca kaynaklarındandır. Ger­ çekte iki Edda vardır ve ikisi de yedinci yüzyıl ile on ikinci yüzyıl arasında yazılmıştır. -çev.

XI

MYKENE HANEDANLARI

1 . Geleneksel Süredizin DÖRDÜNCÜ yüzyıldan sonra, Yunan tarihçileri, yılları Olimpiyatlarla, iki Olimpiyat Oyunları arasındaki dört yıllık dönemlerle hesaplamaya başla­ dılar. Yerel olayların, her yıl seçilen yüksek görevlilerin adlarıyla tutanaklara geçirilmesi sürdürülüyordu. Tarihçiler, daha eski zamanlara ilişkin hesapla­ malarını geleneksel soyağaçlarına dayandırmak zorundaydılar. Kapsamlı bir süredizin hazırlama yolundaki ilk çaba, İ.Ö. 264-263 tarihine uzanan uzun bir yazıtla, Paros Mermeri'yle gerçekleşti. Daha sonraki yıllarda Eratosthenes ikin­ ci bir girişimde bulundu. Ama Eratosthenes'in girişiminin sonuçları da Paros Mermeri'nden çok farklı sayılmaz. Nitekim Eratosthenes Troya kentinin düşü­ şünü İ.Ö. 1 209 yılına değil de, İ.Ö. 1 1 83 yılına yakıştırır. Modern arkeoloji bu konuya yepyeni bir yaklaşım getirdi. Mısır' daki kazı alanlarında Minos yapıtları, Minos'taki kazı alanlarında da Mısır yapıtları bu­ lundu. Böylelikle, Yunan tarihöncesi, Mısır tutanaklarıyla birçok noktada eşza­ manlı kılındı; buna karşılık, Mısır tutanakları da Mısır takvimince gökbilime göre tarihlendirildi. Kuşkusuz, bu yöntem kesin belirlemeler açısından umut verici, ama gene de birçok sorunun üstesinden gelinmiş değil. Arkeoloji, Yunan söylencesindeki kadın ve erkek kahramanları tümden ta­ rihdışı sayarak bir yana bırakan birçok on dokuzuncu yüzyıl bilgininin aka­ demik kuşkuculuğuna son verdi. Artık, ne denli akılalmaz, düş ürünü abart­ malarla dolu olurlarsa olsunlar bu geleneklerin gene de çoğu zaman gerçeğin çekirdeğini içerdikleri kabul ediliyor. Gerçi kimi modern tarihçiler de öbür uca kaydılar. Örneğin, Perseus, Herakles, Minos, Theseus ve İason gibi söy­ lence kişilerini gerçek kişiler saydı Bury. Bu kişilerin gerçekliğine Yunanların kendilerinin de inandığını, Homeros'ta temel alınan soyağaçlarının şaşırtıcı ölçüde tutarlı olduğunu ileri sürdü.1 Gelin görün ki, Yunanlar İ.Ô. 1521 yılına yakıştırdıkları ataları Hellen'in ve t.ô. 1600 yılına yakıştırdıkları insan soyu­ nun yaratıcısı Prometheus'un da gerçek olduğuna aynı ölçüde inanıyorlardı. En azından Hellen ile Prometheus katıksız birer söylencedir; ötekilerden tek farkJ.B. Bury, Cambridge A ncient History"de, 2. 478; J.L. Myres, Who Were the Greeks? (Yunanlar Kimdi?), (Berkeley, 1930), s. 340-46.

322

1

Tarihöncesi Ege

lan, kendilerine yakıştırılan değer ölçüsüdür. Doğrusu, Homeros'taki soyağaç­ larının tutarlılığı da su götürür. Homeros'ta karşımıza çıkan soyağaçlarında, başlangıçta birbirinden bağımsız olan bir yığın gelenek, rastgele uyarlamalar ve çarpıtmalarla dolu tek bir birleşik sisteme indirgenmiştir. Nilsson, bu soyağaç­ larını böyle görüyor. 2 Nitekim, söz konusu soyağaçlarının arkeolojinin vardığı sonuçlarla birçok noktada çelişmesi de Nilsson'un bu görüşünü güçlendiriyor. Çizelge XII E R ATOST H E N E S ' I N S Ü R ED I Z I N I İ.Ô. 1313

Thebai kentinin Kadmos tarafından kurulması.

1261

Herakles'in doğumu.

1 225

Argonautların yolculuğu.

1213

Yediler'in Thebai'a karşı savaşı.

1 200

Agamemnon'un Mykene'de tahta çıkışı.

1 1 83

Troya kentinin düşüşü.

1 1 76

Akhaların Salamis'e (Kıbrıs) yerleşmeleri .

1 1 24

Thessalia'nın Thessaller tarafından ele geçirilmesi.

1 1 04

Dorların Peloponnesos'u istila etmeleri.

1053

Aiol'lerin Lesbos'a yerleşmeleri. !onların göçü.

1044

Minos, Troya Savaşı'ndan önceki üçüncü kuşağa, ani Eratosthenes'in he­ sabına göre 1.ö. 1 260 yılının kuşağına yakıştırılmıştı. Karialı korsanları Ege Denizi'nden sürüp atan Girit kralıydı Minos. Knossos kentindeki yönetime on beşinci yüzyılda son verilmişti; büyük bir olasılıkla da Akhalar son vermişti bu yönetime. İşte bu yüzden, Bury de, Minos'u Girit' in Akhalı bir yöneticisi olarak aldı.3 Oysa öyle olsaydı, Minos korsanlığın köküne kibrit suyu ekmiş olamazdı; çünkü Mısır kaynaklarından öğrendiğimize göre, Ege Denizi on üçüncü yüz­ yılda çeşitli halkların düzensiz akınları sonucu tam bir kargaşa içine düşmüştü ve bu halklar arasında Akhalar da bulunuyordu; Akhaların ise ne denli yasal bir denizcilik anlayışları olduğunu llyada ve Odysseia' da okuduklarımızdan çıkarabiliriz.4 Bu geleneğin tarihi, ancak içeriğinden vazgeçilerek korunabilir. Oysa içeriğini kabul etmek, tarihini ise bir yana bırakmak çok daha akla uy­ gundur. Minos'un denizlerdeki egemenliğine ilişkin öykü gerçektir, ama tarih bakımından Knossos'un düşüşünden önceki döneme denk gelmektedir. 5 2

M . P. Nilsson, Homer and Mycenae (Homeros ve Mykene), (Londra, 1 933), s. 58.

3

J. B. Bury, History of Greece (Yunanistan Tarihi), ( ikinci basım, Londra, 1 9 1 3), 2 .475.

4

llyada, i l . 625; Odysseia, 4. 8 1 -90, 9. 40-42, 14. 229-34.

5

H.R. Hail, The Civilisation ofGreece in the Bronze Age (Tunç Çağı'nda Yunanistan Uygarlığı), (Lond­ ra, 1928), s. 265-66. Paros Mermeri'nde yazılanlara bakılırsa, Minos adını taşıyan iki kral vardı. Bunlardan biri l.ô. on beşinci yüzyılda, öteki ise l.ô. on üçüncü yüzyılda yaşamıştı. Bkz. Plutarkhos, Thes. 20; D.S. 4. 60. Minos adı, tıpkı Firavun ya da Sezar gibi, bir krallık sanıydı büyük bir olasılıkla.

Mykene Haneda n l a r ı

1

Kendilerine arkeolojik temelde kabul edilebilir bir yer bulunabilen bütün tarihöncesi kişiler için de aynı görüşler bütünüyle geçerlidir. Hepsi de kendi za­ manlarından daha sonraki tarihlere yakıştırılmıştır. Bu ilk kuşaklar, geleneği yazan tarihçilerce daha yakın zamanlara getirilmiştir. Bu durumda, kişilerin kendilerinin gerçekliğini de gözü kapalı kabullenmemiz güçtür. Bunlar, hane­ dan değişiklikleri, istilalar, savaşlar ve göçler gibi çok uzak geçmişte yatan, ama can alıcı bir etkileyicilik taşıyan olayların, halk arasında yaygınlık kazanmış simgeleri olarak ele alınmalıdır.

2. Arkeolojik Çerçeve Mykene' de i.ô. 1600' den kısa bir süre önce, kralla­ rıyla kraliçeleri Oluk Gömütler'e gömülen güçlü bir ha­ nedan boy gösterdi. Bu gömütlerin en eskilerinde pek az Minos etkisine rastlanır, ama daha sonrakilerde Minos etkisi çok belirgindir; altından ve gümüşten çanaklar ve taçlar, süslü tunçtan kılıçlar, gerçekçi av sahneleri işlen­ miş hançerler. En ilginciyse, kuşatılmış bir kentin sur­ Resim 55. Oluk Göm üt Hanedanı'nın altından ları dibinde bir savaş sahnesiyle süslenmiş gümüşten yapılmış ölüm maskı bir mühür. Saldıran erlerin tolgalarındaki at kuyruğu sorguçlar, Karialılarla Lykialıları akla düşürüyor hemen. Bu krallar, Mykene ve Tiryns kentlerini surlarla çevirerek berkitmişler, ülkeyi Korinthos Kıstağı'na (berzah) kadar denetimleri altına almışlar, Thebai ve Orkhomenos kentlerinin ilk hükümdarlarıyla Korinthos Kıstağı üzerinden bağ kurmuşlardı.6 i.ô. 1 500 dolayında bu hanedanın yerini Tapınak Gömüt Hanedanı aldı. Bu türden gömütler Messenia'da ve Lakonia'da ortaya çıkarılmıştır. Tapınak Gömüt Hanedanı'nın yönetimi süresince, Mykene kenti gücünü Peloponnesos'un dört bir yanında duyurdu; Thebai ve Orkhomenos kentle­ riyle ilişkiler sıklaştı ve bu kentler aracılığıyla Mykene kültürü Thessalia'ya girdi. i.ô. 1450 ile 1400 yılları arasında bir zamanda, içlerinde Knossos'un da bu­ lunduğu Girit'in bütün kentleri bir yangın sonucu yok oldu. Bu yıkıma bir sa­ vaş mı yol açtı, yoksa sözgelimi deprem gibi doğal bir neden mi, şimdilik belli değil. Ama daha sonraki kalıntılarda, buraya yabancıların gelmiş olduğunu düşündürecek hiçbir belirtiye rastlanmıyor; Akhaların daha bu olaydan önce Girit'te oldukları akla yatkın görünüyor.7 6

Mykene hanedanlarıyla ilgili bu bilgileri verirken, A. J. B. Wace'in açıklamalarını temel aldım.

7

J. D.S. Pendlebury, Archaeology of Crete, (Girit Arkeolojisi), ( Londra, 1939), s. 281; A.J.B. Wace, "H istory of Greece in the third and second milleniums BC" ("1 .0. üçüncü ve ikinci binlerde Yuna­ nistan Tarihi"), Historia, 2 . 87-88.

323

324

1

Tarihönceıi Ege

Resim 56. Mykene' de yaban domuzu avı: Tiryns'ten bir duvar resm i

Resim 57. Gemiye binme sahnesi: Tiryns'ten bir m ühür

Knossos düştükten sonra, Mykene Ege dünyasının siyasal ve kültürel mer­ kezi durumuna geldi. On dördüncü yüzyıl başlarında ortaya çıkan yeni bir kral, kenti yeniden kurdurdu. Kentin ortasında bir saray, sarayın çevresinde saray görevlilerinin konutları ve kralın gelirleri tahıl ve zeytinyağının saklan­ dığı ambarlar yer alıyordu. Kentin duvarları üç metre kalınlığında kocaman taş parçalarıyla örülüydü. Kentin ana girişinde ünlü Aslan Kapısı bulunuyor­ du. Aslan Kapısı'nın tepesinde, bir kutsal sütunun iki yanında yüzleri birbirine dönük, art ayakları üstüne kalkmış iki aslandan oluşan bir kabartma vardı.

M y k e n e H a n ed a n l a r ı

1

Kapının hemen içerisinde, Oluk Gömüt Hanedanı'nın gömütlüğünü çember biçiminde çevreleyen taşlar; gerideki bayırda da belki de aynı kralın yaptırdığı ve Atreus'un Gömütü diye bilinen ilençli gömüt yer alıyordu. Mykene halkıysa kalenin aşağısındaki kentte yaşıyordu.8

Resim 58. Mykene' deki Aslan Kapısı

Aynı yüzyılın sonlarında Tiryns kentine yeni ve daha büyük bir saray ya­ pıldı. Bu kez halk, saray dışındaki kalede oturmuyordu; ama güçlü bir biçimde berkitilmiş olan kale, çevresinde yer alan kentteki insanlarca bir sığınak olarak kullanılıyordu. Tiryns kentinin krallarının, Korinthos'a kadar bütün ülkeyi doğrudan denetimleri altında tutan Mykene krallarına bağımlı olduklarını dü­ şünmek yanlış olmaz. Lekhaion'un doğusundaki Korakou' da bir limanları var­ dı. Bu limandan kalkan gemiler tecim yapmak amacıyla Korinthos Körfezi'nden aşağılara iniyor, karşıya Thisbe'ye geçiyorlardı; Thebai'a ve Orkhomenos'a va­ rıyordu yolları.9 Ege'nin dört bir yöresinde ve çok daha ötelerde yığınla Mykene yapıtı bu­ lunmuştur. Mykeneliler batıda Sicilya ve İspanya'ya kadar sokulmuşlardı. Doğudaysa Troya, Kıbrıs, Suriye ve Mısır'la yakın ve sürekli ilişkileri vardı. Ancak her zaman barışçıl değildi bu ilişkiler; öyle görünüyor ki, on üçüncü ve on ikinci yüzyıllarda Mykene kültürünün taşıyıcıları, yasal tecimenlerden çok yağmacılar ve yurtlarından kopmuş göçmen topluluklarıydı. 8

A. J. B. Wace, Cambridge Ancient History'de, Z. 457-60.

9

Aynı yerde, 2. 457-60.

325

326

1

Ta rıhönce5i Ege

Son olarak, Minos'tan esinlendiği her zaman açık olmasına karşın Mykene kültürünün Minos-dışı birçok özelliğinin de bulunduğu söylenebilir. Bu özel­ liklerin en göze çarpanları "megaron" tipi ev, kısa kollu harmani, çengelli iğne ve kehribar kullanımıdır. Göründüğü kadarıyla, bunların hepsi de kuzeyden gelmiştir.10

3. Geleneksel Hanedanlar Mykene, Tiryns, Thebai ve Orkhomenos'la ilgili söylenceler bu çerçe­ veye ne ölçüde oturtulabilir? "Ege'nin Anaerkil Halkları" başlıklı bölüm­ de (Bu kitap, İkinci Bölüm, V) bu soruna bir yaklaşımda bulunmuştuk. Dolayısıyla, orada ortaya koyduğumuz sonuçları özetlemekle başlayabiliriz işe. Erken Kyklad ve Hellas dönemlerini Karialılar ve Leleglerle bir tutmayı önermiş, öte yandan belirleyici özelliğini "Minias çömleği"nde bulan kül­ türü de Pelasglara yakıştırmıştık. Bu özdeşlemelerden, çok açık seçik gö­ rünen birincisi daha fazla yorumda bulunmayı gerektirmiyor, ama ikincisi daha karmaşık. Minias çömleği Girit'te değil, Kyklad'larda bulunmuştur; buna karşılık, Pelasglara Kyklad 'larda değil, Girit'te rastlanabilmektedir. Varsayımımızı savunacaksak, bu çelişmeyi açıklamak zorundayız. Öteki Girit halkları gibi Pelasgların da Girit'e Anadolu'dan gelmiş oldukları dü­ şünülebilir; Anadolu' daysa, Pelasgların izi güneye, Maiandros ovasında­ ki Tralles'e kadar sürülebilir." Demek ki, Pelasglar, Makedonia üstünden Troas'tan geçip Thessalia'ya varan ana koldan, M inias çömleğinin ayırt edi­ ci özellikleri daha gelişmemişken kopmuş olabilirler. Gene de, Pelasgların Kyklad'larda görülmemesi, M inias çömleğinin güneye doğru yayılmasında bir başka etkenin bulunması gerektiğini göstermektedir. Burada, Tyroidlere ve Lapithlere başvurabiliriz. Bu iki topluluğun adları, ilk kez, bir deneme ola­ rak Dimini kültürüyle özdeşlendikleri Thessalia'da duyulmuştur. Tyroidler de, Lapithler de, Orkhomenos'un yörüngesine girmişler, Güney Yunanistaı;'� doğru yayılmışlardır. Tyroidlerin izine Korinthos'ta, Elis'te ve Messenia' da; Lapithlerin izine de Attika' da, Korinthos'ta, Elis'te, Arkadia' da, Argolis'te ve aynı zamanda Kyklad 'larda rastlanabilir. Argos soyağaçlarında ve Rodos'ta karşımıza çıkan Phorbas ile Triopas, Lapith adlarıdır. 12 Oğulları Diktys ile Polydektes'in Seriphos'a yerleştikleri Magnes kesinlikle Thessalialı ve sanırız Lapithlerdendi. 13 İşte bu nedenlerden ötürü, Güney Yunanistan' da Minias çömleğinin Tyroidler ile Lapithlerin yardımıyla Pelasglar tarafından yaygınlaştırıldı10 Homer and Mycenae, s. 72-82.

il

St. B.

12

Pausanias, 2 . 16. !; Hyg. Ast. 2 . 14.

1 3 Apollodoros, 1 . 9. 6.

Mykene Hanedanları

1

ğı; Tyroidlerle Lapithlerin Minias çömleğini Pelasglardan Thessalia' da ya da Boiotia' da aldıkları varsayılabilir. Orkhomenos soyağacı tam bir yamalı bohçadır. Bu kitabın "Ege'nin Anaerkil Halkları" bölümünde incelediğimiz Thessalia'yla olan bağlantıları dı­ şında, Minyler, bir Demeter saray tapımına bağlı Minoslulaştırılmış Pelasglar olarak kabul edilebilirler; Trophonios ve Agamedes tapınaklarının mimari gü­ zellikleri hiç kuşkusuz Kopais havzasında ortaya çıkarılmış olan Geç Mykene yapılarından esinlenmişti. Bütün diyebileceğimiz bu kadar. Poseidon ile Libya'nın iki oğulları vardı: Belos ve Agenor. Belos, Mısır kra­ lı oldu. Agenor ise, Fenike'ye yerleşti ve Europa, Phoiniks, Kiliks ve Kadmos adlı dört çocuğu dünyaya geldi. Boğa kılığına bürünen Zeus, Europa'yı Girit'e kaçırdı. Ve Europa Girit'te Minos'u dünyaya getirdi. Europa'yı arayıp bulmak amacıyla yurdundan ayrılan Kiliks, Kilikia'ya yerleşti; Kadmos'un yolu ise Rodos'a, Thasos adasına ve en sonunda Delphoi'a vardı. Orada Delphoi bili­ cisi, kız kardeşini aramaktan vazgeçmesini ve bir kent kurmasını öğütledi Kadmos'a. Kadmos da yolda bir ineğin ardına takıldı, ineğin çöküp oturduğu yere Thebai kentini kurdu.14 Bu öyküyü ne edeceğiz? Bir yana bırakamayız. Kadmosoğulları en azından altıncı yüzyıla kadar Yunanistan'ın çeşitli yörelerinde yaşamışlar ve her zaman Fenikeliler olarak kabul edilmişlerdir.ıs Buna karşılık, Fenikeliler dokuzuncu yüzyıldan önce Ege' de en küçük bir iz bırakmamışlardır. Bir görüş, Kadmos söy­ lencesinin bir sözcük karışıklığına dayandığı yolundadır. Phoiniks sözcüğü hem Fenikeli, hem de "kızıl derili" anlamına gelmektedir; Kadmos'un da, Girit'ten gelen "kızıl derili" bir Minoslu anlamında Fenikeli olduğu ileri sürülmektedir.ı6 Kadmosoğullarının bir bakıma Minoslu oldukları, Europa'nın öyküsünden ve onların Demeter tapımından bellidir. Ne var ki, Minosluların "kızıl derililer" olarak ayırt edildikleri ya da edilmiş olabilecekleri yolunda hiçbir kanıt yok­ tur. Bu sorunun ipucunun, Suriye' deki Orontes ırmağının ağzı yakınlarında, Ugarit'te (Ras Şamra) yapılan son kazılarda yakalanabileceğine inanıyorum. Bu kent çok eski zamanlardan beri, Mezopotamya, Mısır, Anadolu ve Girit arasın­ daki tecimin bir antreposu niteliğindeydi. Burada, en eskileri on yedinci yüzyıla kadar uzanan birçok Minos ve Mykene yapıtı bulunmuştur.17 Dahası, Woolley, Orta Minos kültürünün bazı belirleyici özelliklerini doğrudan doğruya bu böl­ geden almış olabileceğini öne sürmüştür.ıs İ.Ö. ikinci binde bu bölgede Babilce, Hititçe, Mısırca ve Fenikece ile İbranicenin anası olan ilk Fenikece de içinde ı4

Apollodoros, 3. 1. ı ; 3. 4, 1 .

ı s Herodot Tarihi, 2. 49, 5. 5 8 . vb. ı6

Bkz. Homer and Mycenae, s. ı 3 ı .

ı7 T . H . Gaster, "Ras Shamra, 1 929-39", Antiquity, ı3. 304; C.F.A. Schaeffer, Cuneiform Texts of Ras Sham ra (Ras Şamra'daki Çiviyazısı Metinler), ( Londra, ı 939), s. 3. ıs

L. Woolley, "Tal Atchana", Journal oJHellenic Studies, 56. ı 32.

327

328

1

Tarihöncesi Ege

olmak üzere en azından yedi ayrı dilin konuşulduğu biliniyor.19 Dolayısıyla, Kadmosoğullarının, Orta Minos döneminde Girit üstünden Yunanistan'a ulaş­ mış Fenikeliler olmaları güçlü bir olasılıktır. Gerçekte bir olasılıktan da ileridir böyle olması, çünkü Ugarit'teki çiviyazısı metinlerde anlatılan bir Fenike söy­ lencesinde boğa-tanrı El ile ana-tanrıça Aşerat, Zeus ile Europa'ya büyük bir benzerlik göstermektedir. 20 Bir kez daha görüyoruz ki, modern arkeoloji eski geleneği şaşırtıcı bir biçimde doğrulamaktadır; üstelik, bu örnekte, bir başka kitapta ortaya koyacağımız gibi, belirtiler çok geniş kapsamlıdır. Argos soyağacı, Troya Savaşı'ndan önceki on yedi ya da on sekiz kuşağa ka­ dar uzanır. Gerçi Argos soyağacı eldeki en uzun soyağacıdır, ama içinde yer alanlar düşkırıcıdır. Bu soyağacının, Mykene'ye ve Tiryns'e üstünlüğü ancak Dor istilası sonrasına kadar uzanan Argos'un çıkarları doğrultusunda istenil­ diği gibi yeniden düzenlendiğini ortaya koyan her türlü belirti vardır. Argos so­ yağacı, Çizelge XIII'te, kendi yorumunu yerel geleneğe dayandıran Pausanias'ın verdiği biçimde sunulmuştur.21 Adların bazıları neredeyse hiçbir şey demiyor bize, onun için bundan sonraki görüşlerimi belirtirken kendimi yalnız somut sonuçlar çıkartılabilecek adlarla sınırlamak istiyorum. Soyağacının tepe_s inde, kentten geçen ırmak İnakhos'tan olma Phoroneus yer alıyor. Phoroneus, göçebelere kentlerde nasıl yaşanılacağını öğreten "ilk insan" olarak tanımlanmaktadır. 22 Gene, Megara' da da, Karialı Kar'ın babası olarak çıkmaktadır karşımıza. Bu da, Erken Hellas yerleşmecilerini temsil ettiğini akla getirmektedir. Phoroneus'tan sonraki üçüncü ve dördüncü kuşaklarda, kuzey­ den gelen istilacıların ilk belirtileriyle karşılaşıyoruz. Phorbas ve Triopas, Lapith adlarıdır; Pelasgos'u ise açıklamaya gerek yok. Argos akropolü Larissa diye bi­ linirdi; Larissa gerçek bir Pelasg yer adıdır. Ayrıca Pelasgos'un kızının da adıdır Larissa. Kentte, Pelasgos'un olduğu söylenen bir gömüt, gömütün yanı başında da bir Demeter Pelasgis tapınağı bulunmaktaydı.23 Pausanias, Pelasgos'un erkek kardeşlerinden biri olan İasos'tan io'nun babası olarak söz etmektedir; İasos'un yerini Hesiodos'ta Peiren, Aiskhylos'ta ise İnakhos almaktadır.24 Aslında bu ay­ rılıklar çok önemli sayılmaz, çünkü İo, Hera rahibelerini simgeleyen salt kut­ törensel bir kişidir. Daha önce de gördüğümüz gibi, İo Mısır'a gitmiş ve onun soyundan gelen Danaos Argos'a dönerek, tahtını kendisine bırakan Agenor'un yerine kral olmuştur. 25 Birçok yönden önemli bir kişidir Danaos. 19 Cuneiform Texts ofRas Shamra, s. 39. Fenike ve Ugarit dilleri arasındaki yakınlıklar için bkz. W.F. Albright, "The Phoenician I nscriptions of ıhe Tenth Century B.C. from Byblos" ("1.0. Onuncu Yüzyılda Byblos'taki Fenike Yazıtları"), /ournal of the A merican Oriental Study, 67. 1 53. 20 Cuneiform Texts of Ras Shamra, s. 61. 21

Pausanias, 2 . 1 5- 16; Apollodoros, 2 . 1-4.

22 Pausanias, 2 . 1 5 . 5. 23 Pausanias, 2 . 24. l , 2 . 22. 1 . 2 4 Apollodoros, 2 . 1 . 3; A iskhylos, Zincire Vurulmuş Prometheus, 614 - 1 5. 25 Apollodoros, 2. 1. 4 .

Mykene Hanedanları

1

Çizelge XIII A RGOS SOYAGACI lnakhos

1

Phoroneus

1

Niobe

1

Argos Peirasos

Phorbas

1

Trio pas lasos

Agenor

1

1

Pelasgos

1

Krotopos

lo

Larissa

1

1

Epaphos

1

Libya

Sthenelas

1

Belos

1

1

Danaos

Aigyptos

1

1

Gelanor

Lynkeus=Hypermestra

1

Abas Akrisios

1

Proitos

Danae

1

Perseus= Andromeda

Elektryon

1

Alkmene

1

Herakles

Megapenthes

Lysippe = Melampous

lphianassa=Bias

Pelops Gorgophone = Perieres

1

1

Sthenelos = Nikippe

1

1

Atreus = Klymene

Euiystheus

1

Agamemnon

1

1

Menelaos

Tıpkı Kadmos gibi Danaos da Akdeniz'in doğusundan gelmiştir. Tıpkı Kadmos gibi Danaos da Rodos'ta bir yerleşim merkezi bırakmıştır ardında. Tıpkı Kadmos gibi Danaos da Demeter'i Yunanistan'a getirmiştir. Bütün bun­ lara, Kadmos'un kız kardeşi Europa' dan Danaos'un karısı olarak söz edildiğini de ekleyebiliriz. 26 26 Apollodoros, 2 . 1. 5.

329

330

1

Tarihöncesi Ege

Benzerlik çok fazladır; sanırız Yunanlar da farkındaydılar bunun. Libya ile Belos'un, uymamalarına karşın, Argos soyağacında karşımıza çıkmaları da bunu göstermektedir. İasos'tan Danaos'a uzanan çizgi beş kuşağı kapsamakta­ dır; Agenor'dan Gelanor'a uzanan çizgiyse yalnızca üç kuşağı. Libya ile Belos, Kadmosoğullarından devralınmışlardır. Bu devralma düşüncesi ise, az önce değindiğimiz benzerliklerden ve Argoslu antika düşkünlerinin kendi kentle­ rinin Thebai' dan daha eski olduğunu kanıtlamadaki çıkarlarından kaynak­ lanmıştır. Kadmos nasıl Fenike'den gelmişse Danaos da M ısır'dan gelmişti. Peki, bu da sonradan düşünülüp düzenlenmiş bir şey miydi acaba? Bu sorunun yanıtı, İo'ya nasıl bir anlam verdiğimize bağlı. İneğe dönüştürülen bir kadın olarak İo, kutsal hayvanı inek olan İsis ile özdeşlenmişti. 27 Bu özdeşlemenin yedinci yüz­ yıldan daha eskilere gitmediği kolaylıkla söylenebilir. İo'nun Mısır kralı olan oğlu Epaphos, ya Kanobos'ta oturuyordu ya da Mernphis'te.28 Kanobos kenti, Nil Irmağı'nın Naukratis ve Sais'ten geçip Memphis'e kadar uzanan kolların­ dan birinin denize döküldüğü yerdeydi. Naukratis ise, İ.Ô. 600'den az önce ku­ rulmuş bir Yunan tecim durağıydı. Sais'e gelince, o sıralar yönetimde bulunan XXVI. Hanedanın oturduğu kentti Sais. Bu hanedanın Memphis kentiyle de bağlantısı vardı.29 Elimizde yalnızca bu kanıt bulunsaydı, İo'nun Mısır yolcu­ luğu öyküsünün Naukratis'li Yunanlarca uydurulduğundan kuşku duymazdık.

Res i m 59. Perseus ve Gorgon: A ttika vazosu

Ama buna hiç uymayan bir öykü daha söz konusu. Herodotos, Thebai bölge­ sinde Nil'in yukarılarında bir kente, Khemmis'e gittiğinde kendisine bir Perseus 27

Bkz. bu k itapta "Ege' deki Bazı A naerk i l Ta nrılar" başlıklı bölüm, Not 172.

28 A i skhylos, Zincire Vurulmuş Prometheus, 872 -78; Apollodoros, 2. 1 . 4. 29

H . R . Hail, Cambridge Ancient History'de, 3. 276, 285.

Mykene Hanedan ları

1

tapınağı gösterirler. Bu tapınağa bağlı bir de Yunan tapımı vardır. Törenlerde, Mısırlılara yabancı bir uygulama olan atletizm yarışmaları düzenlemektedirler. Rahipler, Herodotos'a, atletizm yarışmalarının, Gorgon'un başını bulmak üze­ re Libya'ya giderken M ısır'a geldiğinde Perseus tarafından başlatıldığını söyler­ ler. Perseus, bu atletizm yarışmalarını, atası Danaos'un Khemmis'li oluşunun ve Argos'a gelmek üzere Khemmis'ten yelken açışının anısına başlatmış.30 Bu öykü yedinci yüzyıla yakıştırılamaz. Çünkü Nil Deltası'nda daha yeni yeni at oynatmaya başlayan o zamanın Yunanlarının Thebai bölgesini biliyor olmaları uzak bir olasılıktır.

Resim 60. Minoslular Mısır' da: Mısır resm i

Aynı sorun, llyada ve Odysseia'da, Mısır' daki Thebai kentinin yeryüzünün en zengin kenti olarak tanımlandığı bölümlerde ortaya çıkmaktadır.31 Yedinci yüzyılda Thebai en küçük bir önem taşımıyordu, çünkü l.ô. 663'te Asurlarca yok edilmiş, bir daha da hiç kurulmamıştı. Homeros geleneğinde, Thebai Resim 61. Ege gemisi: Mısır resm i kentinin ortadan kaldırılmasından önce­ ki durumuna değiniliyor olsa gerek. Ama, Odysseia' da hiçbir bilgi bulunmamasından da anlayabileceğimiz gibi, bütün bir sekizinci yüzyıl boyunca ve ta on ikinci yüzyıla kadar Yunanların Mısır'la 30 Herodot Tarihi, 2 . 9 1 . 31

llyada, 9 . 38ı-82; Odysseia, 4. 126-27.

33 l

332

1

Tarihöncesi Ege

hiçbir bağları yoktu ve Mısır'a ilişkin pek az şey biliyorlardı.32 On üçüncü yüz­ yıla gittiğimizde, Egeli yağmacıların Nil Deltası'nı talan etmekte olduklarını görüyoruz, ama orada bozguna uğradıklarına bakılırsa Thebai'ın yakınına bile sokulmuş olamazlar. 33 Böylece, en geç on dördüncü yüzyıla kadar geriye sürük­ leniyoruz. O zamanlar Thebai hiç kuşkusuz yeryüzünün en zengin kentlerin­ den biriydi. XVIII. Hanedanın başkentiydi. Ve bu dönem, Tapınak Gömüt Hanedanı'nın Mykene' de hüküm sürdüğü dönemdi. Homeros'taki sorunun Lorimer ve Nilsson tarafından öne sürülen çözümü, 34 bizim sorunumuzu da çözmektedir. Egeli elçiler, XVIII. Hanedanın gömüt resim­ lerinde hala görülebilmektedir. Eğer İonialı tecimenler (tüccarlar) Naukratis'e yedinci yüzyılda gelmişlerse, o zaman Mykeneli tecimenlerin Khemmis'e on be­ şinci yüzyılda yerleşmemiş olmaları için hiçbir neden yoktur. Ve eğer, Mykeneliler Resi m 62. A riadne, Theseus ve Minotauros: orada önceden bir Perseus tapımı kur­ altın takı muşlarsa, İonialıların İo'ya Mısır' da bir yurt aramalarının gerekçesini sağlamıştır bu. İo ile Danaos söylencesi, Yunan halk belleğinin Mısır ile Mykene arasında Tapınak Gömüt Hanedanı zamanın­ da var olan yakın ilişkilerden yüzyıllar sonra çıkardığı bir üründür. Danaos'un yerine yeğeni ve damadı Lynkeus, onun yerine de Abas geçmişti. Abas'ın adına bakılırsa, Euboia'lı Abantlardandır. 35 Euboia'da İo söylencesinin yerel bir biçimi vardı. Abas'ın iki oğlu, Proitos ile Akrisios, babaları ölünce kimin kral olacağı konusunda birbirlerine girmişler. Proitos Lykia'ya kaçmış, oradan bir Lykia ordusuyla geri dönerek Tiryns kentine yerleşmiş.36 Proitos, kızlarını Tyroidlerden Melampus ve Bias'a vermiş. Bir başka Kuzeyli olan Bellerophontes'i Lykia'ya gönderen de Proitos'muş. Akrisios'un ise Danae adın­ da da bir kızı varmış. Delphoi tapınağının tanrı sözcüsü, Danae'nin bir erkek çocuk doğuracağını, ama bu erkek çocuğun, yani torununun onu öldüreceğini söylemiş Akrisios'a. Akrisios da Danae'yi yerin altında çepeçevre tunçla örülü bir odaya kapatmış. Gel gör ki, Danae'ye gönül vermiş olan Zeus altın yağmuru 32 Odysseia, 3. 321-22, 4. 355-57; Homer and Mycenae, s. 1 36. 33

Bkz. Bu ciltte, "Akhalar" başlıklı bölümün "6. Pelopidler" başlıklı altbölümü.

34 H . L. Lorimer, "Homer's Use of the Pası" ("Homeros'un Geçmişi Kullanışı"), Journal ofHellenic Studies, 49. 1 53; Homer and Mycenae, s. 1 57-58. 35 Apollodoros, 2 . 2 . ı ; Pindaros, P. 8. 73. 36 Apollodoros, 2 . 2 . 1.

Mykene Hanedanları

1

halinde çatı aralığından Danae'nin içine kadar akmış. Danae de Perseus'u do­ ğurmuş. Bunun üzerine Akrisios, kızıyla torununu bir sandığa koyarak denize atmış. Ana oğul Seriphos adasında karaya çıkmışlar. Perseus orada büyümüş, koca adam olmuş, Gorgon'un başını getirmek üzere Libya'ya doğru yola çıkmış. Filistin' den geçerken Andromeda'yı bir deniz canavarının elinden kurtar­ mış, Seriphos adasına gelmiş, Andromeda ve anasıyla birlikte Argos'a dön­ müş. Tanrı sözcüsünün dediklerini anımsayan büyükbabası kral Akrisios Thessalia'daki Larissa kentine kaçmış.37 Perseus onun ardından gitmiş ve bir rastlantı sonucu Larissa' da düzenlenen yarışmalara katılmış. Perseus disk atar­ ken yel almış attığı diski Akrisios'un kafasına indirmiş, böylece Argos kralı Akrisios ölmüş. Ne var ki, Perseus öldürdüğü adamın dedesi olduğunu anlayın­ ca o kadar üzülmüş ki, Argos tahtına çıkmayı kabul etmemiş. Proitos'un yerine Tiryns'e kral olan Megapenthes'e Argos'u verip kendisi Tiryns'i almış. Böylece Megapenthes Argos kralı olmuş; Perseus da Mideia ve Mykene kentlerini surlar­ la çevirip sağlamlaştırdıktan sonra Tiryns'e yerleşmiş. Perseus'un yerine geçen oğullarından Elektryon'un Alkmene adlı bir kızı olmuş. Alkmene, Herakles'i dünyaya getirmiş. Sthenelos ise, Elektryon'un yerine tahta çıkan Eurystheus'un babasıymış. Bu noktada yeni birileri daha çıkıyor sahneye. Eurystheus'un ana­ sı, Pelops'un kızlarından biridir; Pelops'un yerine de onun erkek kardeşi Atreus geçer.38 Burada, Perseus ve Pelops soyağaçlarını birleştirmenin güçlüğünden kaynaklanan bir yanlışlık olsa gerek. Biraz da anlaşılmaz bir biçimde, Atreus'un Sthenelos tarafından "çağırtıldığı", Sthenelos'un Atreus'a Mideia kentini verdi­ ği; ama Eurystheus'un ölümünden sonra Atreus'un Mykene halkı tarafından gene "çağırtıldığı" söyleniyor. 39 Atreus'un karısı, Katreus'un kızlarından biri ve Minos'un torunudur. Paris, Menelaos'un karısını, Menelaos Girit'teyken, Katreus'un gömme töreni sırasında kaçırmıştı.40 Bütün bunlardan tarih olarak çıkarılacak pek bir şey yok. Proitos'un hüküm­ darlığı zamanındaki Lykia'ya değgin bilgiler şaşırtıcı ölçüde açık seçik; ama burada işin arkeolojik yönüne baktığımızda, veriler yanıltıyor bizi. Danae'nin yeraltında kapatıldığı oda, Oluk Gömütler'in, ergenlik çağındaki kızların bir yere kapatılması göreneğiyle karıştırılan belli belirsiz bir anısı gibi görünüyor. Eğer Perseus, göründüğü gibi, yeni bir soy çizgisinin başlatıcısıysa, belli belirsiz Tapınak Gömüt Hanedanı'nı temsil ettiği kabul edilebilir. Herakles gerçekte bir tapım kişisidir ve üstesinden geldiği işlerden yalnızca biri burada anılma­ ya değer. Eurysthenes onu Girit Boğası'nı getirmeye yollamıştı.41 Minos'a bağlı 37 Apollodoros, 2 . 4. 4. Öykü belki de, Argosluların Argos'taki Larissa'nı n Thessalia' daki Larissa'dan daha önce kurulduğu yolundaki savlarını desteklemek amacıyla böyle düzenlenmişti: A.R. 1 . 40. 38 Apollodoros, 2 . 4. 6. 39 Apollodoros, 2 . 4. 6; Epit. 2. 1 1 . 4 0 Apollodoros, Epit. 3 . 3. 41

Apollodoros, 2 . 5. 7.

333

334

1

Ta rihöncesi Ege

olan bu hayvan, Knossos'un boğa başlı canavarı Minotauros'un bir başka yoru­ mundan başka bir şey değildir. Atina geleneğinde, aynı kuşakta Herakles ola­ rak tanınan Theseus42 tarafından öldürülmüştü Minotauros. Bu iki söylencede, Knossos'un düşüşünün belli belirsiz de olsa gerçek bir anımsanışını görebiliriz ve bu olayın Atreus'un tahta çıkışının hemen öncesine yerleştirildiği açıktır. Kimdi Atreus, nereden gelmişti? Bu soru Yunan tarihöncesinin can alıcı so­ runlarından birine sımsıkı bağlıdır ve bu sorun öylesine kafa karıştırıcıdır ki sonunda "Akha sırrı" adını almıştır.° Son olarak, iki noktanın açıklığa kavuşturulması gerekiyor. Bu soyağacının tüm Mykene dönemini kapladığını gördükten sonra, Perseus'un zamanından önce Mykene' den hiç söz edilmemesine ve Girit'e yalnızca iki kez değinilmesi­ ne şaşırdık. Daha önce de belirttiğim gibi, bu nokta Argos kentinin daha son­ raları üstünlüğü ele geçirmesiyle açıklanmıştır. Eğer Agamemnon'un oturduğu merkez olarak Mykene'nin anısını koruyan Homeros ozanları geleneği olma­ saydı, bu kent tümden yok sayılacaktı diye düşünüyor insan ister istemez.44 Perseus'tan önceki kralların gerçekten Argos kralları mı oldukları, yoksa Argos egemenliği altında Mykene' den mi aktarıldıkları, benim yanıtlayamayacağım bir soru. İkinci noktaysa, hem Argos, hem de Thebai soyağaçlarını ilgilendi­ riyor. Eğer Kadmos ve Danaos'un değişik yollardan Yunanistan'a getirdikleri Demeter tapımı Minos kökenli idiyse, o zaman birinde Girit'le yalnızca dolaylı bir ilişkinin görülmesinin, ötekinde Girit'le hiçbir ilişkinin bulunmamasının nedeni nedir? Kanımca, daha sonraki tarihte yatmaktadır bunun açıklaması. Dorların yol açtığı yıkımdan sonra Girit'in Yunanistan'la bağıntısı kesilmiş­ ti. Doğu Akdeniz yeniden açıldığında, Yunanlar Girit'e uğramaksızın doğru­ dan doğruya Mısır'la ve Akdeniz'in doğusuyla tecimsel ilişkilere girişmişlerdi. Sonuçta, sürecin kopan bağıntıları toparlandığında, Kadmos ve Perseus'a iliş­ kin Fenike ve Mısır geleneklerini, Minos'un geçmişteki görkemini pek az göz önüne alan yeni yorumlarda yeniden bütünleştirdiler.

42 Apollodoros, Epit.

J.

7-9.

43 C. D. Buck, Greek Dialects (Yunan Lehçeleri), ( i kinci basım, Boston, 1 928), s. 7. 44 Argoslularla bağlaşma yapılmasından hemen sonra yazılan Oresteia'da A iskhylos Mykene'nin ye­ rine Argosu geçirdi. Ama Sophokles ve Euripides sonradan bunu düzelttiler.

XII

AKH ALAR

1. Akhaların Dağı lımı HOMEROS ozanları, Agamemnon komutasında savaşanlardan ayrım yap­ maksızın Argoslular, Danao'lar ya da Akhalar diye söz ederler. Argoslular ger­ çekten de Argos ya da Argolis halkıydılar. Danao'ların adı Danaos'tan geliyor­ du. Mykene kentinin egemenlik döneminde, Argoslular ve Danao'lar terimleri, Argos ovasının egemen hanedanına bağımlı herkes için kullanılır oldu. Üçüncü ad da aynı biçimde gelişmişe benziyor. Çünkü genel kullanımın tersine, bir iki bölümde belli bir budun anlamında kullanılıyor. Ayakta kalan kullanım da bu olmuş zaten. Daha sonraki yazarlar, Akhalardan söz ettiklerinde, Homeros ozanları geleneğini bile bile izledikleri yerleri saymazsak, belli bir yörede ya­ şayan gerçek bir halkı kastederler hep. Demek ki, bizim ilk görevimiz, tarihsel zamanlardaki Akhaların kimliğini belirlemek olacak. Akhalar, her şeyden önce, Akhaia'da oturanlardı. Bu adı taşıyan iki böl­ ge vardı. Biri, Güneydoğu Thessalia' daki Akhaia Phthiotis'ti; ben burada ko­ laylık açısından Thessalia Akhaiası diyeceğim. Bu yöredeki Akhalar, Dorların Peloponnesos'u istila ettikleri dönemde Thessalia'yı ele geçiren Thessallere bağımlıydılar. Öbür Akhaia ise, Korinthos Körfezi'nin güney kıyıları boyun­ ca uzanan on iki kentten oluşan bir birlikti. Pellene, Aigeira, Bura, Helike, Aigion, Patrai, Pharai, Tritaia, Rhypes, Olenos ve Dyme idi bu kentlerin adları.1 Dilerseniz buraya da Peloponnesos Akhaiası diyelim. Bir de, Akhaların tüm Doğu Akdeniz'e dağılmış daha küçük yerleşim mer­ kezleri vardı. Thukydides, Homeros'un Kephallen'ler2 diye söz ettiği Zakynthos adası halkını Akhalar olarak tanımlıyor.3 Bunlar hiç kuşkusuz Dorların önün­ den kaçanlardı. Pausanias, Lakonia'nın hemen güneyinde, Kyparissia akropo­ lünün hemen altında, bir zamanlar Parakyparis Akhalarının oturduğu bir ken­ tin yıkıntılarını görmüştü.4 Rodos adasının üç kentinden biri olan İalysos'un Herodot Tarihi, 1. ı45; Pausanias, 7. 6. 1 . //yada, 2. 63 1 . 3

Pe/oponnesos Savaşı, 2. 66. 1. Arkadia' dan gelmişlerdi: Pausanias, 8. 24. 3.

4

Pausanias, 3. 22. 9.

336

1

Ta rihöncesi Ege

akropolüne Akhaia deniliyordu ve burada oturan Akhalar Kilikia' daki Soloi kentinin kurulmasına katılmışlardı. 5 Kilikialılar (Kilikler) ilk zamanlarda Hypakhai'lar, yani karışık Akhalar diye biliniyorlardı.6 Troya yakınlarında bir başka yerleşim merkezi daha vardı Kiliklerin.7 Burada yaşayanlar, güneydeki adaşlarıyla akraba olduklarını savunuyorlardı8 ve bunlardan bazıları Troya Savaşı'ndan sonra Güney Kilikia'ya göç ettiler.9 Başka bir Kilikia kenti olan Olbe, torunları orada rahip-krallar olarak hüküm süren Teukros'un oğlu Aias tarafından kuruldu.10 Bu Teukros, Salamisliydi. Teukros, Troya Savaşı bittiğin­ de babası Telamon tarafından yurdundan kovulunca Kıbrıs'a doğru yelken açtı. Kıbrıs'ta Akhaion Akte, Akha Kıyısı'nda karaya çıktı ve Kıbrıs Salamisi'ni kur­ du. Kıbrıs'taki Salamis kenti dördüncü yüzyılda hala Teukros'un torunları ta­ rafından yönetilmekteydi.11 Daha da uzaklarda, Nil Deltası'ndaki Arkhandros Polis adlı yerleşim merkezi de, Akhaios'un torunlarından ve Akhaların önder­ lerinden biri olan Arkhandros'un adını taşımaktaydı.12 Yeniden Kuzey Ege'ye dönüp baktığımızda, Makedonia kıyısındaki Skione kentinin Peloponnesoslu Akhalar tarafından kurulduğunu öğreniyoruz; Peloponnesoslu Akhalar Troya Savaşı'ndan dönerken bir fırtınaya yakalan­ mışlar ve Skione kentinin bulunduğu yerde karaya çıkmışlar.'3 Troya' da da, Yunanların kamp kurdukları yer Akha Ovası olarak biliniyordu.14 Yakınlarda bir yerde Killa ve Khryse adlı iki köy vardı. Killa, Pelops'un araba sürücüsü Killos'un gömütünün bulunduğu yerdi.15 Khryse ise, llyada'da kızı Khryseis onca soruna yol açan Apollon rahibi Khryses'in yurduydu.16 Khryse, Girit'ten gelen ve Teukrosoğulları denilen göçmenler tarafından kurulmuştu. Bu gele­ nek sekizinci yüzyıla kadar gerilere götürülebilir,17 ama Attika'da değişik bir yorum daha vardı. Salamis'in karşı kıyısındaki Ksypete daha önceleri Trun Bucağı ya da Troia diye biliniyordu.18 Öyküye göre, bu bucaktan Teukros adlı Athenaeus, 360e; Strabon. 6 7 1 . 6

Herodot Tarihi, 7. 9 1 ; P. Kretschmer, "Die Hypachaer" Glotta, 2 1 . 2 1 3; P. Kretschmer, "Nochmal die Hypachaer und Alaksandus", Glotta, 24. 203.

7

llyada, 6. 386-97, 4 1 5 - 16; 1 . 366. Strabon, 676.

9

Herodot Tarihi, 7. 9 1 ; Strabon, 668.

10 Strabon, 672. 11

Strabon, 682; Herodot Tarihi, 1. 90; lsokrates, 9.17-18.

1 2 Herodot Tarihi, 2 . 98. Kıbrıs'ta Akhaların olduğu söylenebilecek öteki yerleşim merkezleri Kourion (Herodot Tarihi, 5. 1 1 3. 1), Lapathos (Strabon, 682) ve Golgoi'dur (Pausanias, 8. 5. 2). 13

Peloponnesos Savaşı, 4 . 1 20. 1 .

14

Strabon, 595.

1 5 Theopompos, 339; Strabon, 6 ı 2 - 1 3. 16

//yada, 1. 37-38.

17

Kallinos, 7; Strabon, 604.

18

Strabon, 604; W. H . Roscher, Ausführliches Lexikon der griechischen und römischen Mythologie, (Leipzig, 1884-1937), 5 . 1 2 3 1 .

Akhalar

1

biri (Telamon'un oğlu değil, onun atalarından biri) kurmuştu Troya' daki Khryse köyünü. 1 9 Bu Attika geleneğinde, Troya Savaşı'ndan önce, Troya'ya karşı düzenlenen ve Telamon'un da katıldığı bir sefere değiniliyor. Telamon, kenti ele geçirdikten sonra Priamos'un kız kardeşlerinden biriyle evlenmiş. 20 Yoldaşlarından bazıları Yunanistan'a dönecekleri yerde, doğuya doğru gitmiş­ ler ve Kafkasya'ya yerleşmişler. İşte, Heniokh'lar ve Zygi'ler, yani tüm eskil çağ­ lar boyunca varlıklarını koruyan ve Akha kökenli olduklarını hiç unutmayan gerçek Kafkasya halkları bunların soyundan inmiş. 21 Bu gelenekler hiç kuşkusuz birbirine karışmıştır, ama onlara inanmamamız için bir neden değildir bu. Tam tersine, onların bağımsızlığının bir göstergesidir. Troya, Attika, Salamis, Kilikia, Kıbrıs ve Girit'e dağılmış olan bu Teukrosoğulları arasında gerçek bir hısımlık olsa gerek. Bunlar Kilikia' da, Kıbrıs'ta ve Kafkasya' da Akha adıyla doğrudan bağıntılıdırlar. Ayrıca, Odysseia'da Akhalardan Girit'te oturanlar diye söz edildiğini de eklememiz gerekir. 22

2. A iakidler Eğer Homeros ozanları Odysseia'yı söyledikleri sırada Akhalar Girit'te idiy­ seler, Dor istilasından önce de orada olmaları gerekir. Bu durumda, Yunan di­ lini getirenler de onlar olabilir. Yunancanın Dorlardan önce Girit'te konuşul­ duğu biliniyor. 23 Akhilleus'un Troya' daki izleyicileri, babası Peleus'un Thessalia Akhaiası'ndaki krallığından geliyorlardı. Bunlar Halos, Alope, Trakhis, Phthia ve Hellas'taki yerleşim merkezlerinden gelen Myrmidon'lar, Akhalar ve Hellenler olarak tanımlanırlar.24 Myrmidon, Peleus'un krallığında yaşayanla­ rın tümünü kapsayan genel bir addı.25 Halk, beş kümeye ayrılmıştı; her küme­ nin kendi şefi vardı. 26 Bu kümeler, az önce sıraladığımız beş yerleşim merke­ zine denk düşmektedir. Öyleyse, denilebilir ki, Myrmidon'lar, Akhalardan ve Hellenlerden oluşan bir kabile birliğiydi. 19 Strabon, 604. 20 Apollodoros, 2 . 6. 4. 21

Strabon, 4 1 6 , 1 29, 496; FHG, 3. 639; Ammianus Marcellinus, 2 2 . 8 . 25; D.H. 1 . 89; "Die Hypachaer", s. 2 4 1 - 43.

22 Odysseia, 1 9. 175. 23 Bkz. Bu bölümde, "Akhaların Kökeni" başlıklı altbölüm. 24 llyada, 2 . 681-85. Peleus'un egemenlik alanının Sperkheios'un güneyinde nereye kadar uzandığı açık değil: Strabon, 4 3 1-33; T. W. Allen, The Homeric Catalogue of Ships (Homeros'ta Gemilerin Sayımı), (Londra, 1 9 2 1 ) , s. 109- 1 14. 25 llyada, 1 . 1 80, 16. 200, 266-69, 1 8 . 69. Danao'lar nasıl aslında A rgos'ta Akhalardan önce oturanlar idiyseler, büyük bir olasılıkla Myrmidon adı da gerçekte Argos'ta Akhalardan önce yaşayanlardan geliyordu. Peleus'un, kızıyla evlenerek yerine geçtiği Eurytion, Myrmidon'un soyundan gelmeydi: Apollodoros, 1 . 7. 3; 1 . 8. 2 . 26 llyada, 16. 168-97.

337

338

1

Ta rihöncesi Ege

Akhilleus'un dedesi Aiakos, Zeus'un Aigina' dan doğma oğluydu; anasının adını taşıyan adada dünyaya gelmişti. 27 Aiakos'un üç oğlu vardı; Peleus, Telamon ve Phokos. İlk ikisini Skiron'un kızlarından biri doğurmuştu ona. Skiron, Korinthos'luydu ve Poseidon ya da Pelops'un oğullarından biriydi.28 Phokos'un anası, Nereid'lerden Psamathe idi.29 Phokos, yani "fok balığı", Phokis bölgesinin ata adıydı; ayrıca, Agamemnon ve Orestes'le dostlukları Pelopidlerin tarihinde yer etmiş bir olay olan Strophios ve Pylades'in atasıydı Phokos. 30 Çizelge XIV A I A KI D L E R Asopos

1

1

1

Aigina = Zeus

Thebe

1

Psamathe=Aiakos=Endeis Phokos

Eriboia =Telamon = Hesione

1

Aias

Ornytos

1

Naubolos

1

1

1

1

Eurysakes

Teukros

1

Philaios

1

Aias

Peleus=Thetis

1

Akhilleus

1

Neoptolemos

1

Antiphateia = Krisos

1

Strophios=Anaksibia

1

Pylades

Aiakos zamanında, Arkadia'da Pelops'un işlediği bir cinayetten son­ ra Yunanistan' da kuraklık baş göstermiş. Kuraklık, Aiakos'un Aigina' daki Panhellenion Dağı'na çıkıp yağmur yağdırması için babasına yakarmasıyla sona ermiş. Bir sonraki kuşakta, üvey erkek kardeşleri Phokos'u öldürmüş­ ler ve gereğince cezalandırılmışlar.31 Peleus, Pthia'ya giderek Nereid'lerden

27

Apollodoros, 3. ı 2 . 6; D.S. 4. 72. ı-5; Pausanias, 2. 5. ı -2; 5. 22. 6. Aiakos'un buradakinden daha ayrıntılı bir biçimde ele alınması gerekir.

28 Apollodoros, 3. ı 2 . 6., Epit. 1. 1. Bir başka yorumda, Telamon'un, Aktaios'un Glauke'den olma oğludur; Glauke, Kykh reus'un kızıdır Pherekydes, 15. Bu da, Aiakidler ile Attika kıyılarındaki eski (Minoslu?) yerleşmeciler arasında karşılıklı evlenme olduğunu gösteriyor. 29

1heogonia, 1003 - 1 004; Pindaros, N. 5. 7-13. Psamathe, kendisine vurulan Aiakos ile sevişmek is­ temez, ondan kurtulmak için bir fok balığı kılığına girer (Euripides, A ndromakhe, 687); kılık değiştirerek totem hayvanının biçimine dönüşmenin örneklerinden biridir bu: Bkz. Bu kitapta, Vll. Bölüm, "4. Brauronlu Artemis".

30 Pausanias, 2 . 29. 4; Euripides, Orestes, 33. 31

Apollodoros, 3. 1 2 . 6; Pausanias, 2. 29-30; D.S. 4. 72. 6-7.

A k ha l a r

1

Thetis'le evlenmiş ve Thetis ona Akhilleus'u doğurmuş. 32 Akhilleus'un oğlu Neoptolemos dağlık Dodona yöresine göç etmiş.33 Telamon, Salamis'e giderek orada Pelops'un torunlarından biriyle evlenmiş; Pelops'un torunu ona Aias'ı doğurmuş. Priamos'un kız kardeşlerinden biri olan Hesione' den ise ikinci bir oğlu olmuş Telamon'un: Teukros. Kıbrıs'taki Salamis kentinin kurucusu olmuş Teukros.34 İşte, Aiakidlerin öyküsü böyle. Öykünün çeşitli değişkeleri de söz konu­ su. Bunlardan birinde, Aiakos Thessalia'ya yerleştirilir. 35 Bu öykü, Aiakos'un tek oğlu olarak Peleus'un adının anıldığı Homeros geleneğine uymaktadır.36 Aiakos'un Phokos'la ilişkisi dolaylı bir biçimde doğrulanmaktadır: Aiakidas, Delphoi soyluları arasında bir özel ad olarak belirmektedir. 37 Aiakos'un Aigina ile bağları da, Homeros'ta sözü edilmemekle birlikte, gerçekte bir te­ mele dayanıyor olmalı, çünkü Aiakidler beşinci yüzyılda Aigina'da varlıkları­ nı hala sürdürüyorlardı.38 Varabileceğimiz en akla uygun sonuç, Aiakidlerin, Thessalia' dan Phokis'e, oradan da kıyı boyunca aşağılara Salam is ve Aigina'ya yayılan bir Akha klanı olduklarıdır. Bu da, soyağaçları en sonunda sistemleşti­ rildiğinde Aiakos'un yurdunun niçin Thessalia olarak değil de, Aigina olarak belirlendiğini açıklamamızı sağlamaktadır. O görkemli tarihöncesinden sonra Thessalia kültürel bakımından durgun bir bölge durumuna düşüp yüzyıllarca böyle kalırken, Aigina Dor istilasının ardından yeniden canlanan deniz tecimi­ nin akışı içine çekilen ilk devletlerden biri olmuştu.

3. lonlar Şimdi de gelelim Peloponnesos Akhaiası'na. Akhaios'un torunu Arkhandros ya da Pelops komutasında Thessalia' dan çıkan bir Akha topluluğu, kendilerine eşlik eden bir Boiot birliğiyle birlikte, Argolis'i ve Lakonia'yı ele geçirdi ve Dorlar tarafından sürülüp atılıncaya kadar orada kaldı.39 Daha sonra, Orestes'in oğul­ larından birinin önderliğinde Peloponnesos'un kuzey kıyısına gittiler ve yörede eskiden beri oturan İonları oradan attılar; yörenin adı Akhaia olarak değişti.40 32 llyada, ı8. 85-87, 432-34. Pekus'un ilk karısının, yerine geçtiği Eurytion'un kızı olduğu söylenir (bkz. Not 25): Apollodoros, 3. 1 3 . 1 . Bu geleneği Homeros biliyordu: llyada, 16. 1 73 -78. Anlaşılan, Thetis de Psamathe gibi kendisine koca olarak seçtikleri Peleus'a varmamak için kılıktan kılığa geçmişti: Apollodoros, 3. 13. 5. Bkz. Not 29. 33

Apollodoros, Epit. 6. ı 2 ; Plutarkhos, Pyrrhus, Neoptolemos'un soyundan iniyordu: Strabon, 326.

I;

Proklus, Chr.

34 Apollodoros, 3. ı2. 7; Pindaros, I. 6. 45. 35 Strabon 4.401 . 36 /!yada, 1 6 . ı 5 . vs. 37 Supp. Epig. Gr. 2 . 298. 14-15, vs. 38 Pindaros, N. 4 . 1 1 , 7. 9-ıO; Pindaros, O. 13. 109. 39 Pausanias, 7. 1. 7, 2 . 6. 5 (Herodot Tarihi, 2 . 98), Strabon, 365. 40 Strabon, 383-84.

1. 3. Molossoi kralları,

339

340

1

Ta rihöncesi Ege

Attika'ya kaçan tonlar oradan da Anadolu'ya geçtiler, Anadolu' da on iki kentten oluşan Panion Birliği'ni kurdular. Bu on iki kent, atalarının Peloponnesos'ta bir zamanlar ele geçirdiği on iki kente denk düşmekteydi.4ı Tarihsel dönemin İonları, İonia ve Attika'nın birbirine çok yakın lehçeler ko­ nuşan Yunanlarıydılar. Ama, Herodotos'un belirttiği gibi, Panion Birliği içinde bulunmayan Atinalılar ve Asya tonları İon adını aşağılama eğilimindeydiler,42 bu da, İon adının temelinin çok sağlam olmadığını düşündürüyor. Göçün ko­ şulları doğruluyor bunu. İonia'nın kurucuları, Orkhomenoslu Minylerden, Thebai'lı Kadmosoğullarından, Euboia adasından gelmiş olan Abantlardan, Attika' dan gelmiş olan Neleidlerden, Arkadia Pelasglarından, Epidauros Dorlarından ve daha birçoklarından oluşan bir yamalı bohça olarak tanımla­ nıyorlar.43 İonların bileşimi böyle olduğuna göre bildiğimiz biçimiyle İon leh­ çesi, bu öğelerin İonların yeni yurdunda kaynaşmasından önce ortaya çıkmış olamaz.44 Homeros ozanlarının şiirleri de aynı sonuca yöneltiyor bizi. Homeros ozanlarının şiirlerinde, Troya Savaşı zamanında İonların Peloponnesos'ta bulunduklarını gösteren hiçbir ipucuna rastlayamıyoruz. Sözü edilen İonlar, Menestheus'un Atinalı izleyicileridir yalnızca.45 Bu da, İonia'nın Attika'nın eski adlarından biri olduğunu söyleyen geleneğe46 ve İon kolonicilerinin "en soyluları"nın Atina kent ocağından gelenler olduğunu ileri süren Herodotos'a uymaktadır. 47 Bu sonucun, Hellen'in üç oğluyla ilgili öyküyle çeliştiğini kabul etmek gere­ kir. Öyküde, Hellen'in üç oğlu, yani İon'un babası Ksuthos, Aiolos ve Doros ül­ kenin tüm soyağacının tepesine yerleştirilmişlerdir.48 Ama bunların hiçbirinin geçmişte yatan gerçek bir kökü yoktur. Bunlar, ayrı ayrı geleneklerin sistemleş­ tirilmesindeki en son aşamayı, son fırça darbesini, yapıtının kilit taşını temsil ederler. Tarihöncesinde, Yunanlar dağınık ve bölünmüş bir durumdaydılar, ortak bir adları yoktu, dolayısıyla da ortak bir köken bilincinden yoksundu­ lar. Budunsal bilinci ancak tarihsel dönemin başlarında geliştirdiler. Nitekim, 4 1 Herodot Tarihi, 1. 145, 8. 73; Strabon 365, 383, 385-86. Panion Birliği, Poseidon Helikonios'a adan­ mıştı (Herodot Tarihi, 1. 148); burada ancak Boiotia'daki Helikon Dağı kastediliyor olabilir, yoksa Helike değil. 42 Herodot Tarihi, 1 . 143. 3. 43 Herodot Tarihi, 1 . 146. 2. 44 Vardığımız bu sonuç, ileride dilbilim açısından yeniden incelenecektir. 45 //yada, 1 3 . 685, 690, 2. 546-52. 46 Strabon, 392. 47 Herodot Tarihi, 1 . 146. 2 . Herodotos kendisi de !onlar ile Akhalar arasında yakın bir bağ olduğu­ nu söylüyor Herodot Tarihi, 9. 26. 3. Herodotos, !onların, Ksuthos'un oğlu lon'un adını almadan önce Aigia Pelasgları adını taşıdıklarını vurguluyor (Herodot Tarihi, 7. 94). Ben, Herodotos'un bu sözlerinden, Pelasgların !onlar oldukları sonucunu çıkarmıyorum, kesinlikle olası görünmüyor bu bana; yalnızca, Peloponnesos'un bu yöresinin daha önceleri Pelasgların işgali altında olduğu sonucunu çıkarıyorum. 48 Apollodoros, 1. 7. 3.

Akhalar

1

Hellen ve oğulları öyküsü de bu bilinci dile getirmek amacıyla uyduruldu. İlk ata olarak Hellen'in seçilmesi, önümüzdeki bölümde açıklanacak. Homeros, Hellen' den habersizdi; Aiolos'u saymazsak Hellen'in oğullarını da bilmiyor­ du. İlk ortaya çıkan Aiolos'tu, çünkü Asya kıyılarındaki Aiol dili konuşan Yunanlar destan geleneğini ilk geliştirenlerdi. Dorların isim babası Doros'un hiçbir yaşam öyküsüne rastlanmaz; hiçbir yerde herhangi bir dölünden de söz edilmez. Dor şefleri, kendi soy çizgilerini Herakles'e vardırarak tuhaf bir saygı gösterisinde bulunmuşlardır Doros'a. Ayrıca, Akhaios'un geçmişte kökleri bu­ lunsaydı, bizlere Akhalardan o kadar çok söz eden Homeros tarafından es ge­ çilmezdi. İon'a gelince, anası aracılığıyla Erekhteid'lerle yakın bağı vardı onun; İon'a, dört Attika-İon kabilesine adlarını veren ataların babası olarak tapınılı­ yordu. Neleidler kaçıp Attika'ya geldiklerinde, Atina'nın kabile düzeni onların kabul edilebilmeleri için yeniden düzenlenmişti. İon söylencesi, bu olayın resmi bir biçimde anılmasını belirlemekteydi. Erekhtheus'un torunlarından biri ola­ rak İon, Erekhtheus'un erkek kardeşi Boutes'e benzerlikler göstermektedir. Her ikisi de topluluğa ya da evlatlığa kabul etme söylenceleridir.49 Eğer Neleidler Attika'ya yerleşmeden önce İonlar yok idilerse, o zaman onla­ rın Akhalar tarafından Peloponnesos'tan atıldıklarını anlatan öyküyü ne yapa­ cağız? Bu sorunun içinden, İonlar ile Akhaların aynı oldukları yolundaki kaba varsayımla çıkılmıştır. İon Yunanları adlarını geriye doğru, Peloponnesos'tan gelmiş olan tüm atalarına kadar vardırıyorlardı. Söylencenin kendisi de bunun ipucunu vermektedir; İon ile Akhaios'un kardeş olarak sunulması, onların bir­ birlerine yakınlıklarının her birinin Aiolos'a ya da Doros'a olan yakınlığından daha fazla olduğunu düşündürmektedir. Peloponnesos'ta varlığını sürdürmüş olan Akha Birliği'yle aynı sayıda kenti içeren Panion Birliği'nin yapısından da aynı sonuç çıkmaktadır. 50 İonların denizötesindeki yeni yurtlarında dodekapo­ lis (on iki kent) geleneklerini yeniden oluşturmaları çok doğaldı, ama İonları yurtlarından süren Akhalar onların bu düzenini neden benimsesinlerdi? Bir ör­ gütlenme biçiminin sürekliliği ille de belli bir halkın sürekliliği demek değildir. Peloponnesos'ta hiçbir zaman bir İon yaşamamıştı. Daha sonraki zamanlarda, İonia İonlarının Akhalı atalarına verdikleri addan başka bir şey değildi bu. 4.

Peloponnesos A khaları

Dor istilasından önce, Peloponnesos Akhalarının oturduğu bölgeler Argolis ve Lakonia'ydı. Bu geleneği saymazsak, çıplak gerçeklere bakıldığın­ da, Peloponnesos Akhaları Argolis'te en küçük bir iz bırakmamışlardır.51 49 Burada, ! o n v e !onlarla ilgili olarak benimsenen bu görüş, i l k k e z E. Meyer tarafından ortaya atıl· mıştır Geschichte des A llertums, (ikinci basım, Stuttgart, ı 937), 3. 397-403. 50 Polybius, 2.417-18. 51 Herodotos, Kynuria' da konuşulan Dor-öncesi lehçenin !on lehçesi olduğunu söyler. (Herodot Ta­ rihi, 8. 73; Pausanias, 2. 37. 3). Ben, bunu, Akha-öncesi lehçe olarak alıyorum.

34 1

342

1

Ta rihöncesi Ege

Ama Lakonia' da, Parakyparis Akhalarının yerleşim merkezinin yanı başında, Boiotia ve Thessalia ile olan geleneksel bağların tüm izlerini görüyoruz ve bu bağların çoğu değilse bile birçoğu Akhalara kadar vardırılmalıdır. İ.Ö. birinci yüzyılda, Sparta egemenliğinden yeni kurtulan Lakonia halkı, Özgür Lakonia'lılar Birliği (Eleutherolakones) adını verdiği yirmi dört kentlik bir genbirlik (konfederasyon) kurdu. Bunlar arasında Parakyparis Akhaları da vardı. Gerçi hepsini saymak gereksiz, ama şu kentleri belirtmekte yarar var: Gytheion, Teuthrone, Akriai, Leuktra, Kharadra, Thalamai, Laas, Oitylos, Gerenia, Brasiai, Asopos. 52 Bir öyküye göre, Orestes'in deliliği Gytheion'da iyileşmişti.53 Bu öyküde, Teuthrone ile Agamemnon'un oğullarından Teuthras arasında, 54 Akriai ile de Hippodameia'yla evlenme konusunda Pelops'un rakibi olan Akrias arasın­ da55 bağ kuruluyordu. Leuktra, Kharadra ve Thalamai'ın Pelops tarafından kurulduğuna inanılıyordu.56 Bütün bunlar, Pelopidlerin, Pelopsoğullarının Peloponnesos'ta iktidarda oldukları günlere kadar uzanan yerel geleneklerdi. llyada'nın Dokuzuncu Bölümünde, Akhilleus'u yatıştırmaya çalışan Agamemnon ona Peloponnesos'un güneyinde yedi kent vermeyi önerir: Kardamyle, Enope, Hire, Pherai, Antheia, Aipeia ve Pedasos. 57 Enope kenti, Özgür Lakonia kentlerinden biri olan Gerenia ile özdeşlenmişti. 58 Pherai, Akha Birliğinin üyelerinden birinin adını taşımaktadır. llyada'nın İkinci Bölümünde, yedi kent Agamemnon'un kendi egemenlik alanı içinde sıralanmaz, ama Peloponnesos'un bu yöresinde içlerinde Laas ve Oitylos da bulunan birçok kent Agamemnon'un erkek kardeşi Menelaos'a bağlı gösterilir. 59 llyada'da belir­ tildiği gibi, Agamemnon'un egemenlik alanı doğudan batıya doğru Mykene, Korinthos, Kleonai, Orneiai, Sikyon, Hyperesie, Genoessa, Pellene, Aigion, Aigialos ve Helike'den oluşur.60 Eğer Kıstak'tan Mykene'ye doğru güneydo­ ğudaki uzantısını saymazsak, bu bölge, Peloponnesos Akhaiası'na denk düş­ mektedir. Aigion, Helike ve Hyperesia (sonradan Aigeira) kentleri61 gerçekte Akha Birliği'nin üyeleriydi. Demek ki, Orestes'in oğlu Akhaları Lakonia' dan 52

Pausanias, 3. 2 1 . 6 -7.

53

Pausanias, 3. 2 2 . 1 .

5 4 //yada, 5. 705. 55 Pausanias, 6. 2 1 . 10. 56 Strabon, 360; Athenaeus, 625e. Epidauros ve Letrinoi'un, Pelops'un oğulları tarafından kurulduk­ ları söylenir Pausanias, 2. 26. 2, 6. 22. 8. 57 //yada, 9. 149-52. Pausanias, Aipeia kentini, adını Boiotia' daki Koroneia' dan almış olan Koronai ile bir tutar (4. 34. 5). 58

Pausanias, 3. 26. 8.

59 //yada, 2. 5 8 1 - 86. Pelopidler, bu yöreyi, Lakonia ve Messenia'nın yerli hanedanlarıyla evlenme yoluyla edinmişlerdi. 60 //yada, 2. 5a9, 77. Agamemnon'un hükümdarlığı, Sikyon' da anımsanıyordu: Pausanias, 2 . 6. 7. 61

Pausanias, 7. 2 6 . 1 - 4 .

Akhalar

1

Peloponnesos Akhaiası'na götürürken, daha büyükbabasının zamanında Akhalar tarafından işgal edilmiş olan atalarının egemenlik alanlarından birine sığınmaya çalışıyordu. Ha rita VII: PELOPON N E S O S ' TA K I A K H A Y E R L E Ş i M M E R K E Z L E R i '

"

'

meal

,

'

'

• -·

b

b







Agamemnon ve Menelaos'u

0

öteki Akha yerleıim merkez

Sparta Amyklaı '

egemenlik alanları rt

so mu

A

B

c

D

Pelops'un Thessalia'dan Peloponnesos'a götürdüğü Akhaların yanında, geleneğe bakılırsa, bir Boiot topluluğu da vardı. Bunlar da izlerini bıraktılar. Özgür Lakonia kentlerinden biri olan ve Pelops tarafından kurulan Leuktra, Boiotia' daki öteki Leuktra'nın bir kolonisiydi ve burada Kadmos'un kızı İno'ya bağlı yerel bir tapım vardı.62 İno'ya aynı zamanda Brasiai'da ve Thalamai'da da tapınılıyordu ve Thalamai daha sonraki zamanlarda Boiotoi diye biline­ cekti. 63 Bir başka özgür Lakonia kenti olan Asopos da biri Boiotia' da, öteki 62 Strabon, 360, Pausanias, 3. 26.4. 63 · Pausanias, 3. 24.4,3. 26. I ; Strabon, 360.

343

344

1

Ta rihönces i Ege

Peloponnesos Akhaiası'nda iki ırmakla aynı adı paylaşmaktadır. 64 Gytheion' da, öç alma tanrıçaları Erinys'lerin yerel bir biçimi sayılabilecek Praksidiklerin bir tapımı yer almaktaydı.65 Praksidiklere aynı zamanda Boiotia'daki Haliartos kentinde de tapınılmaktaydı; bilebildiğimiz kadarıyla da başka hiçbir yerde tapınılmamaktaydı. 66 Gerenia' da, Thessalia' daki Trikka' dan aktarılmış bir Asklepios Trikkaios tapımı vardı.67 Teuthrone'nin güneyinde, biri Akhilleus'un adını almış, öteki Phokos'un anası Psamatho ya da Psamathe'nin adına kurul­ muş iki liman bulunmaktaydı. 68 Laas halkı, Helena'nın taliplerinden biri olarak Sparta'ya gittiğinde Akhilleus'un öldürdüğü Laas adlı bir adamın soyundan gelmekteydi.69 Kardamyle'de Nereid'lerin, yani Nereus Kızları'nın bir tapına­ ğı vardı. Nereid'ler, Menelaos'un kızıyla evlenmek üzere Sparta'da bulunduğu sırada Neoptolemos'u kutlamak için orada karaya çıkmışlar.70 Bu geleneklerin hepsi de bakışları Boiotia ya da Thessalia üstünde toplamakta; kimileri somut olarak Boiotlardan, kimileri de Akhalardan söz etmektedir.

5. Akhaların Kökeni Yeniden kuzeye dönelim. Thessalia Akhaiası'nda Akhaların Peleus yöneti­ minde Hellenlerle birleştiklerini görmüştük. Az önce de, Boiotlarla yakından ilişkili olduklarını gördük Akhaların. Kimdi bu halklar peki? Burada bir var­ sayım öne süreceğim: Bunlar, bir zamanlar dağlık Epeiros bölgesinde yaşamış olan tek bir soyun kollarıydılar. Hellas, llyada'nın "Gemilerin Sayımı" bölümünde, Thessalia Akhaiası'ndaki yerleşim merkezlerinden birine verilen addır, llyada'nın öteki bölümlerindey­ se, genellikle Pthia' dan Boiotia'nın güney sınırlarına dek uzanan tüm ülke için kullanılır Hellas.71 Eğer Akhalar, Boiotlar ve Hellenlerin gerçekte aynı halk olduğunu düşünürsek, bu yaygınlaştırılmış kullanım anlaşılır bir nite­ liğe kavuşur.

64 Pausanias, 2. 5. 2, 2. 6. 1 . 65 Pausanias, 3. 2 1 . 2 66 Pausanias, 9. 33. 3. 67 Strabon, 360; Pausanias, 3. 26. 9. 68 Pausanias, 3. 25. 4. 69 Pausanias, 3. 24. 10. 70 Pausanias, 3. 26. 7. 71

llyada, Z 683,9.447,478, 2. 683; Strabon, 431-32.

Akha l a r

1

Ha rita VIII: T H E S S A L İ A A K H A İ A S I '

-

,,

!

\

-

\

• P�leus'un,eger,n�l)li� al