Erken İç Asya Tarihi [9 ed.]
 9789754707489

Citation preview

DENIS SINOR 1916'da Kolozsvar'da doğdu. Çocukluğu Macaristan ve lsviçre'de geçti. Budapeşte Üniversitesi'ni bitirdi. Uzun yıllar Cambridge Üniversitesi'nde öğretim üyesi olarak çalışuktan sonra Indiana Üniversitesi Ural-Altay Araştınnalan Bölü­ mü'nden ordinaryüs profesör olarak emekli oldu. 20l l'de öldü.

The Cambridge History of Early Inner Assia © 1990 Cambridge University Press

Bu kitabın yayın haklan Akcalı Telif Haklan Ajansı aracılığıyla alınmıştır. lletişim Yayınlan 613 •Tarih Dizisi 8 ISBN-13: 978-975-470-748-9 © 2000 lletişim Yayıncılık A.Ş. / 1. BASIM

1-8.Baskı 2000-2017, İstanbul 9.Baskı 2019, İstanbul

EDITôR A. Gün Soysal KAPAK Suat Aysu KAPAKTAKi RESiM Dogu Altay, Pazınk Kurgan S'te bulunan keçe kilimden bir detay (M.Ö. 4.-5. yüzyıl)

UYGULAMA Çiğdem Dilbaz DÜZELTi Serap Yeğen DiZiN Cemalettin Y ılmaz BASKI Ayhan Matbaası SERTiFiKA Nü. 44871 Mahmutbey Mahallesi, 2622 Sokak, No: 6/31Bağcılar 34218 İstanbul Tel: 212.445 32 38 •Faks: 212.445 05 63

CiLT Güven Mücellit SERTiFiKA Nü. 11935 Mahmutbey Mahallesi, Deve Kaldırım Caddesi, Gelincik Sokak, Güven İş Merkezi, No: 6, Bağcılar, İstanbul, Tel: 212.445 00 04

tletişim Yayınlan

SERTiFiKA Nü. 40387

Binbirdirek Meydanı Sokak, lletişim Han 3, Fatih 34122 İstanbul Tel: 212.516 22 60-61-62 •Faks: 212.516 12 58 e-mail: [email protected] • web: www. iletisim.com.tr

Derleyen DENIS SINOR

Erken lç Asya Tarihi

ilet itim

EDiTÖRÜN NOTU: Yabancı adların yazımında Türkçe okunuşları esas alınmış, Çince sözcüklerde ise Türkiye'de yaygın olan Wade-Giles yazımları parantez içinde verilmiştir. Ayrıca şahıs ve yer adlarında Türkiye'de kullanılan farklı şekiller parantez içinde belirtilmiştir.

İÇİNDEKİLER

ÖNSÖZ

.............................................................................................. .................. ................. ...........

9

BiRiNCi BÖLÜM

iç ASYA KAVRAMl

11

........................................................................................................

DENIS SINOR (lndiana Üniversitesi)

ÇEViREN RUŞEN SEZER iKiNCi BÖLÜM

COGRAFI ORTAM

............................................................................... .............................

33

ROBERT N. TAAFFE (lndiana Üniversitesi)

ÇEViREN Prof. Dr. METE TUNÇAY Genel coğrafi nitelikler İç Asya'nm doğal kuşakları Tundra Orman kuşağı Bozk1r kuşakları Çöl kuşağı

............................................................................................

33 43 47

...................................................................................

.................................................................................................... . . ............. . . . ...............

48

........ . . ..... ......................................................................................... . . .........

51 55

....................................... .......................................................................

.............................................................................................................................

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

TARiHiN ŞAFAGINDA iÇ ASYA

61

........................................................................

A. P. OKLADNIKOV (Novosibirsk)

ÇEViREN Doç. Dr. Al.AEDDIN ŞENEL DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

İSKITLER

ve

SARMATLAR

141

................ ..................................................................

A. 1. MELYUKOVA (SSCB Bilimler Akademisi Arkeoloji Ens.)

ÇEViREN Prof. Dr. ISENBIKE TOGAN

İskitler Sarmatlar

142 158

. .. . .. . . ........ ................ . .................... . . ............................................ . . ..............................

........................... . . ..............................................................................................

BEŞiNCi BÖLÜM

HSİUNG-NU (ŞYUNG-NU)

....................................................................................

167

YING-SHIH YÜ (Princeton Üniversitesi)

ÇEViREN Prof. Dr. SELÇUK ESENBEL Mete'nin yükselişi Ho-çin antlaşma/art döneminde Şyunğ-nular ve Hanlar Şyunğ-nular ve Çinli olmayan komşulart Han hücumu Batı Bölgeleri için mücadele Şyunğ-nularm Batı Bölgelerinin denetimini kaybetmesi Bölgecilik ve önderlik bunalımı Parçalanmadan teslimiyete Son parçalanma: Güney ve Kuzey Şyunğ-nular Han haraç sisteminde Güney Şyunğ-nular Kuzey Şyunğ-nular

170 173 178 181 184 187 190 193 198 200 201

.....................................................................................................

.........

..............................................

...................................................................................................................

............ .................................................................

........

. . . ..................................................................

........................... . . . .......... .......................................

.............................

.. . . ................... .......... ........

. . . ...................... . .. . . .... . . . ...... . . . ....................................................

ALTINCI BÖLÜM

iÇ ASYA'DA HİNT AVRUPALILAR

...... . . . ........ ......................... . ...................

209

A. K. NARAIN (Wisconsin Üniversitesi)

ÇEViREN Prof. Dr. LEVENT KÖKER YEDiNCi BÖLÜM

HUN DÖNEMİ

..................................................................................................................

245

DENIS SINOR (lndiana Üniversitesi)

ÇEViREN Prof. Dr. METE TUNÇAY SEKiZiNCi BÖLÜM

AVARLAR

..............................................................................................................................

283

SAMUEL SzADECZKY-KARDOSS (Szeged Üniversitesi)

ÇEViREN RUŞEN SEZER Yazılı kaynaklar Avar devletinin halk/art ve dilleri. Arkeolojik kamtlar

................... ............. . ............... . . .........................................................

............... ............. . . . ................................

....... . . . . . . . . ............. . . . . .... . ...... . . .. . . . . . . . . . . . .........................................

283 301 306

DOKUZUNCU BÖLÜM

RUSYA'NIN ORMAN KUŞAGI HALKLARI

..........................................

311

PETER B. GOLDEN (Rutgers Eyalet Üniversitesi)

ÇEViREN Prof. Dr. METE TUNÇAY Erken dönem Ural topluluğu Fin-Ugorlar Ogur Türkleri ve İdil Bulgaryası Macarlartn kökenleri ve gelişmeleri Orta İdil bölgesinin soyu tükenen halk/art Volga Fin halk/art Permler Obi-Ugorlar

..........................................................................

312 315 317 328 335 339 341 342

................................................... ........ ...........................................................

....................................................................

.........................................................

..........................................

. . .... . . ........ . . ........ . . ... . ...... . . ......... . .... ..... . . . . . . . .... . . ...... ........................

...... . . . . ..... . . . . . . . . . . . . . . . . .. . . . . ..... . . .... . . .................. . . ......... ................ ............. ...................

....................................................................................................................

ONUNCU BÖLÜM

GÜNEY RUSYA BOZKIRLARININ HALKLARl

..................................

345

PETER B. GOLDEN (Rutgers Eyalet Üniversitesi)

ÇEViREN Prof. Dr. AYDA AREL Attila'dan sonra Pontus-Hazar bozk1rlart Ogur boylarmm gelişi Sabirler Avarlar ve Türkler Magna Bulgaria Hazarlar Peçenekler Güney Rusya bozk1rlarmdaki Oğuzlar (Torki) Kumanlar

............................................

...........................................................................................

.346 .346 .349 .350 .352 .354 .364 371 .373

........................................ ....................................... . . ..............................................

.....................................................................................................

........................................................................... ...............................

................................. ....................................... ..................... . . . . . ...........................

.......................................................................................................................

. . . . ....... ........................

.................................................. .......... ................ ....... . . . . ...................................

ONBIRINCI BÖLÜM

[KÖK] TÜRK İMPARATORLUGUNUN KURULUŞU ve YIKILIŞI

.................................................. . . . ....................................

.383

DENIS SINOR (lndiana Üniversitesi)

ÇEViREN Prof. Dr. TALAT TEKiN Türkler hakkmda ilk kayıtlar Türklerin kökeni: Türk altgruplart Türkler ve Ruan-ruanlar İlk Türk kağanlığmm kuruluşu Bizans-Türk ilişkileri Türk devletinin parçalanması Batı Türkleri. İkinci Türk kağanlığı Son söz

...........................................................................

..... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .......... . . . .........................

.................................................................. . . . . . . ..............

.......................................................................

.385 .386 .391 .399 405 41O 414 417 42 1

.................................................................................................

................................... . . . . . . . . ...............................

....................................................................................................................

.................................................... ............................................

................................................................................................................................

ONIKINCI BÖLÜM

UYGURLAR

425

................................................................ ..........................................................

COLIN MACKERRAS (Griffith Üniversitesi Modern Asya incelemeleri Okulu, Avustralya)

ÇEViREN Prof. Dr. ŞINASI TEKiN Etnik yapı, yayllma ve idari yapı Din Toplumsa/ değişme

. . . . . .... . . . . ..... ..................... . .

...... . . . .... . . . . . . . . . .

429

440

............................................................................... . . . .......... ............. ..................................

449

...................................................................................................

ONÜÇÜNCÜ BÖLÜM

ORTA ASYA'DA ISLAMIYETİN İLK DÖNEMLERİ KARAHANLILAR

ve

459

.................................................................................. ..........................

PETER B. GOLDEN (Rutgers Eyalet Üniversitesi)

ÇEViREN Prof. Dr. HALiL BERKTAY Samani/erin ilk dönemlerinde Türkilerin elindeki bozk1r kuşağı

........... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ..

. . . . . ......... . . . . . . . .....

465

Orta Asya'da Samani/er ve İslamiyet Karahanlilartn kökenleri

....... . . .... . . . . . . . . . . . .. . . ... . . . . . .................

..472 475

......................................................................................

Samani/erin geç dönemleri ve bozkır kabileleri

480

.............................

Oğuz yabgu/armm devleti ve Selçuklularm kökenleri

484

..............

Karahanlı-Gazneli savaş/art ve Selçuklular

..........................................

486

Selçuklularm Orta Asya'daki varlığı

......................................... . . . . . . . . .........

490

. . . . . . . . . . . . . .............. ....................................

499

ONDÖRDÜNCÜ BÖLÜM

ESKi

ve

ORTA ÇAGLARDA TiBET

HELMUT HOFFMAN (lndiana Üniversitesi)

ÇEViREN Doç. Dr. ŞiRiN TEKELi Ön ve eskiçağ tarihi . 499 Tibet imparatorluğunun yükselişi . 505 Naiplik dönemi . . . . . .. . . 510 Tibet imparatorluğunun zirvesi: Khri-srong lde-brtsan (755-97) ......................................................................514 İmparatorluğun gerilemesi ve dağılması . . 518 İmparatorluk döneminde idare ve toplumsal yapı . . . .. . . . 522 "Karanlık dönem" (850-1000) ve "Budizmin ikinci yayılışı" . 526 Teokratik devletin gelişmesi: Tibet ve Moğollarm dünya imparatorluğu 531 Sa-skya iktidarmm gerilemesi ve Phyag-mo-gru-pa yönetimi 534 ................................................ .... ............................................

............. ................... . . . . .. . .. . . ...................

................ ........................ .. . . . . . . . . . . . . . . . . ..... . . . . . .

......... ... . . . . ... . . . . ..... ...

......... . . . . . . ......... ....... . . . . ........ .

. . ....

. . . . . ...

.................................................................... ................

................. .... . . ... . . ..............

................. . . . . . ...................... ..... . . ...........................

ONBEŞINCI BÖLÜM

KİTAN ve CÜRÇENLER: MANÇURYA ORMANLARININ SAKİNLERi

.

....... ..............................

537

HERBERT FRANKE (Münih Üniversitesi)

ÇEViREN Prof. Dr. ISENBIKE TOGAN Kitanlar Cürçenler . . Cürçenlerin Cin devleti

.

538 553 563

. . ... . . . . . .......................... . . . . . . ...... . . . . . . . . . . ...... . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ... . . . . . . . . ... ...................

.

.

......... ............... . . . . . . . . . . . . ... . . . . .... . . ......... . . . . . .... . . . ... . . . . . . . . ........... ....... . . . . .................

.

................. .............. .............. ............... .............................

Kısaltmalar Kaynakça

Dizin

.

.

569

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . ........ . . . . ......................................... .........................

.

.

571

........................................................................... ................ .................................

637

......................................................................... ..... . . . . ................... . ... . . . .. . ... . . . .. . . . . . . ...............

ÖN SÖZ

Bu kitap bağlamında, lç Asya coğrafi olmaktan ziyade, kültü­ rel bir kavramdır; bir bakıma, müteveffa Sir George Mackin­ der'in " tarihin coğrafi mihveri" dediği alanla özdeştir. Onun içindir ki, (Hunlar, Avarlar ya da Hazarlar gibi) kesin anlamıy­ la "Avrupalı" bazı ulusların bu yapıtta yer alması, okuyucuyu şaşırtmamak gerekir. Kitabın ilk bölümünde, söz konusu alan daha ayrıntılı tanımlanacaktır. Bu cilde makaleleriyle katılan yazarların çoğu, lç Asya'nın günümüze pek az belge bırakmış geçmişinin araştırılmasına öncülük eden, dünyanın çeşitli yörelerinden değerli bilginler­ dir. Bir yandan uzmanlara, yeni görüşlerin yanısıra birçok du­ rumda şimdiye değin bilinmeyen olgular sunarken, bir yandan da meraklı okuyucular için, insanlık tarihinin az tanınmış bir bölümünü ortaya çıkarmaya çalışmaktadırlar. Yazılı kaynakla­ rın kıtlığı ve çeşitliliği, arkeoloj ik araştırmaların da henüz yeni başlamış olması yüzünden, lç Asya tarihyazımı henüz bebek­ lik çağındadır. Bu durumda, görece güvenilir bir siyasal tarih çerçevesi oluşturmaya girişmekten daha fazla bir şey yapamaz­ dık; yine de, bunun lç Asya'yı dünya tarihinin dokusuna kat­ mak yönünde önemli bir adım olacağını umuyorum. Katkı sa­ hiplerini bir hizaya getirmeye kalkışmadık; belirgin yaklaşım 9

farkları olmasının yararına inanıyorum, ama özel isimlerin ya­ zımında tekdüzelik sağlamak için büyük çabalar harcandı. So­ nunda benimsenen biçimlerin herbirini kanıtlarıyla temellen­ dirmek için, özel ve uzun birer makale yazmak gerekirdi. Bu yapıt, Moğol-öncesi iç Asya'nın nihai tarihi değildir. Ça­ lışmaların bu aşamasında bildiklerimizin dürüst bir sunumu­ dur. Esas olaylara ışık tutmayan ayrıntıları ayıklamaya ve tari­ hin gelecekteki seyri için ciddi sonuçlar doğuran önemli olgu­ lar üstünde yoğunlaşmaya çalıştık. Hiç değilse, niyetimiz buy­ du; bireysel yazarlar tarafından amacımızın ne ölçüde gerçek­ leştirildiğine karar vermekse okuyucuya düşüyor. Bu yapıt üstünde uğraşmam için bana ikinci bir burs sağla­ yan John Simon Guggenheim Vakfı'na ve Bellagio'daki (Kuzey Italya'da Como Gölü kıyısında) çalışma merkezinde aynı amaçla geçirdiğim bir ay nedeniyle de Rockefeller Vakfı'na şükran borçluyum. Üçüncü ve dördüncü bölümleri, julia Crookenden Rusça­ dan yetkinlikle çevirdi. Gösterdikleri nazik işbirliği nedeniyle, Cambridge University Press çalışanlarına da teşekkür ederim. DENIS SINOR

10

BiRiNCi BÖLÜM

Gi RiŞ: iÇ ASYA KAV R A M I

........ ���········ DENIS SINOR (Indiana Üniversitesi)

ÇEViREN RUŞEN SEZER

Bir kültürel alanın sınırları, Avustralya'da olduğu gibi apaçık belirgin fiziki sınırlara denk düşmüyorsa, nadiren kolayca ve doğru olarak belirlenebilir. Sorun, bir dereceye kadar, bir uy­ garlığı tanımlayan aşırı öznel, çoğunlukla da bütünüyle duygu­ sal ölçütlerdedir. Bundan ötürü; örneğin, bu satırlar yazılırken, birçok ulus kendilerininkinden değişik bir kültürel geçmişe sa­ hip insanlara özgürlüğün ne anlam ifade ettiğini tanımlamak için hiçbir çaba göstermeksizin kendilerini "özgür dünya" de­ dikleri daha büyük bir topluluk içine koyuyor. Bir "özgür dün­ ya" varsa; terimi kullananların aklında, muhtemelen, "özgür olmayan" , başka bir dünya olmalı; böyle bir ayrım, kötü tanım­ lanmış "özgürlük" teriminin duygusallık dolu bir yorumuna bağlıdır. Bir tek niteliğe dayanılarak yapılmış sınıflandırmaların yapay ve az yararlı oldukları, yaygın olarak bilinen bir mantık kuralıdır. Öyleyse bir insan topluluğunu tanımlayan bir nitelik­ ler öbeği olmalı; bunlar da, yararlı bir maksada hizmet edecek­ lerse, özgül ve öze ilişkin olmalılar. Gene de bir gözlemciye gö­ re öze ilişkin olan, bir başkası için öyle olmuyor. Kimileri dili, ötekiler ırkı, dini ya da geçmişte veya şimdi paylaşılan ortak yazgıyı seçiyor. Bireylerin kendi topluluklarını, yabancılarca aynı maksat için kullanılandan değişik olabilen ölçütlerle belir11

leme eğiliminde olduklarını görmek de pek olağan. Bir yeri ta­ nımlamakta, daha kalıcı, derinden derine kök salmış ulusal ve kültürel özellikleri atlayarak öncelik verilen, çoğucası geçici, siyasal düzenlemelere dayanılarak yapılmış ayrımlar özellikle yapay kalmakta. Geçerli bir kültürel kavram olan Orta Avru­ pa'nın, kamu bilincinden neredeyse yok olup gitmesi bu konu­ da iyi bir çağdaş örnektir. Kısa süreli siyasal dürtülerden hare­ ketle ve bir tek niteliğe dayanılarak Avrupa bir doğu bir de batı bölgesine bölündü , süreç içinde de Orta Avrupa kültürel varlığı neredeyse ortadan kalktı. Bu kamuoyunca, iki Almanya'nın bö­ lünmenin karşıt taraflarında sayıldığı gülünç duruma yol açtı, oysa elbette aynı kültürü paylaşıyorlar. Kültürel alanların sınırlarını belirlemek, ancak son zaman­ larda ortaya çıkmış bir sorun değildir. Avrupa ve Asya, hiçbiri ötekine gönderme yapmadan anlaşılamayan birbirleriyle ilişki­ li terimlerdir. Eski dünyanın Asya, Afrika ve Avrupa'ya bölü­ nüşü ; böylesi bir bölünüşün açık mantıksızlığına şaşıp, "ger­ çekte tek olan bir toprak parçasına neden üç ad verilmesi ge­ rektiği"ni kavrayamayan Herodotos'tan önceye gider. 1 Avrupa ile Asya arasında açık, mantıklı bir bölme çizgisi çizmenin ola­ naksızlığı , biraz da sonuncu terimin yerli kaynaklı olmayıp yakın zamanlara değin Asyalıların kendilerince kullanılmadığı gerçeğine dayanıyor. Birliği algılanmamış bir toprakta yaşayan halklar arasında , kolayca anlaşılabileceği üzere , hiçbir grup dayanışması yoktu . Uzun bir süre Hıristiyanlıkla ilişkilendir­ miş Avrupa diye bir kavramın ağır aksak ortaya çıkması, Avru­ palı kafalarda Asya kavramının da adım adım saydamlaşması­ na neden oldu . Bu kıtanın coğrafi sınırlandırılışı tamamen uy­ laşımsal olup bugün bile değişikliklere uğramaktadır. Çok az Amerikalı lsrail'i bir Asya devleti olarak düşünecektir. Avrupa ve Asya kavramsal varlıklarsa, -ikisinin birleşik top­ rak yığını- Avrasya da fizyo-coğrafi bir varlıktır. Bir Avrasya haritasına üstünkörü bir bakış, merkezinin kültürel evrimi ge­ cikirken, koca kıtamn çevresinde başlıca yerleşik uygarlıkların 1 12

The Histories, Kitap

IV, 45.

geliştiğini gösterecektir. Yerleşik uygarlıkların her biri -gevşek bir terminoloji ile Avrupa, Orta Doğu , Hindistan, Güneydoğu Asya ve Doğu Asya- eşsiz bir kültürel özellikler birleşimidir. Bunların kimisi birden çok alanda ortaya çıkabilir; gene de, eş­ siz bir tarihsel süreçte biçim kazanmış, büyük ölçüde de ulu­ sal çevreden etkilenmiş farklı unsurların biraraya gelmesi bu bölgelerin her birini ötekilerden değişik kılmıştır. Kimi kültü­ rel alanların coğrafya bakımından tanımı her zaman kolay ol­ muyor. Örneğin, Hindistan yarıkıtasında zamandaş olarak ge­ lişmiş Müslüman ve Hindu uygarlıklarının durumu böyledir. Zamanın akışı içinde her uygarlık alanı değişmeye açıktır. Ki­ mi kez bilinen, kimi kez de bilinmeyen nedenlerden ötürü ge­ nişleyebilir ya da küçülebilir; başkaları yok olur ya da gerçek özleri etkilenecek kadar değişiklikler geçirirken yeni uygarlık­ lar boy gösterir. Gene de Avrasya'nın dış sınırları diyebileceği­ miz bölgelerde yer edinmiş bütün kültürel alanların ayırıcı ni­ teliği olan tek bir değişmez, özel belgi vardır: tarımsal ekono­ mik temelleri. Bunların arasında, Avrasya kıtasının orta bölge­ sinde, bu bakımdan onlardan ayrı, bizim ilgilendiğimiz kültü­ rel alan yer almaktadır: Orta Avrasya ya da daha az doğru olsa da daha az sıkıcı bir söz kullanmak gerekirse, lç Asya. iç Asya'nın sınırları durağan değildir; kendi nüfusu ile çev­ redeki yerleşik uygarlığınki arasındaki güç dengesine göre öte­ ye beriye kayarak, çağdan çağa değişegelmiştir. Roma ili Pan­ noniya ile Küçük Asya'daki Yunan topraklan, sıra ile Hunlar ( 5 . yüzyıl) ve Selçuk Türklerince (11. yüzyıl) işgal edildikle­ rinde , "lç Asya" olmuşlardı. Kuzey Çin, Kitan, Cürçen, Moğol ve Mançu işgali altında, bir süre "lç Asya" olmuştu . Her lç Asya hücumunun etkisizleştirilme sürecinin süre ve biçimi olaydan olaya değişik olmuş, ancak yerleşik halkın za­ feri seyrek olarak kaba güçle kazanılmıştır. Başarılı istilacı ve işgalci çok az durumda silahla kesin olarak yenilip püskürtül­ müştür, çoğu kez yerli nüfusça özümlenmiş, emilmiştir. Karşı­ laşmanın sonucunda, hemen hemen her zaman üstün doğum oranının belirleyici etken olduğu söylenebilir. lç Asya halklarıyla yerleşik nüfus arasındaki sürgit çatışma13

larda birinciler, hep değilse de çoğunlukla saldırgan rolünü üstlenmişlerdir. Modern dönemde, hala lç Asya kültürel sınır­ lan içerisinde kalan ülkelerdeki, Rus ilerleme ve işgali kayda değer bir istisna olmak üzere, yerleşik dünyanın tedrici yayılı­ şında, askeri fetih görece sınırlı bir rol oynamıştır. lç Asya halklarına karşı saldın ya da misilleme seferleri -en çok Çin sı­ nırlarında- karşılıklı etkileşimlerin değişmez bir özelliği idiyse de, çevreden iç illere doğru tedrici yayılma her şeyden önce -ya doğal nedenlerden ötürü ya da göç yoluyla- yerleşik nüfusun artması sonucu idi . lç Asya alanı değişikliklere açık olmakla birlikte, yerleşik uygarlığın duraksamalar yaşamasına karşın, genel yöneliş küçülmeye doğru olagelmiştir. Bunların kimisi; Altın Tepe ve başka yerlerin yıkıntılarının gösterdiği üzere, ör­ neğin Güney Orta Asya'daki parlak kent yaşamının M . Ö . 2. binde yok olup gidişi gibi, büyük ölçüde açıklanmadan duru­ yor. Birtakım lç Asya saldırılan tarihsel zamanlarda olup daha iyi belgelendirilmiştir; örneğin, bir zamanlar Helenistik kültü­ rün egemen olduğu Anadolu'nun Türkleşmesi gibi. Önceki sayfalarda, tarihin akışı içinde lç Asya sınırlarının değişken doğasının çevresindeki bölgelerle etkileşimden ileri geldiği yolundaki aşikar özellik vurgulanmıştı. Şimdi de lç As­ ya'nın ayn bir kültürel varlık olarak varoluşuna neyin neden olup, çevre uygarlıklarıyla arasındaki çatışmayı neyin kaçınıl­ maz kıldığı sorusu ortaya çıkıyor. Daha önce söylendiği gibi, lç Asya'yı kuşatan uygarlıkların en önemli ortak öğesi tarımsal ekonomileridir; oysa Robert Taaffe, lç Asya ile ilgili olarak, ora­ da "yerleşik tanının gelişimine en önemli fiziki-coğrafi engel­ ler" olarak "yetersiz su miktarı, büyüme mevsimlerinin kısalı­ ğı, toprak sorunları ve çetin arazi"yi sıralıyor. (bkz. s. 41) Uy­ gun ve görece küçük alanlarda, kuşkusuz eskiden çiftçilik ya­ pılmıştır, şimdi de yapılıyor; ancak tüm bölgenin ekonomisin­ de tanın marjinal bir rol oynayagelmiştir. Orta Avrasya'da biraz incelikli ve güçlü bir siyasal varlığı kaldırabilecek tek doğal bölge olan bozkırın geniş düzlükleri, yalnızca, modern zaman­ lara değin lç Asya halklarının en belirgin uğraşı olagelmiş, ge­ niş kapsamlı hayvancılığa uygundur. Ancak Rhoads Murphey'in 14

söylediği gibi, "bozkırla ekili yer, göçe beyle yerleşik çiftçi ara­ sındaki rekabet modern uygarlığın en eski ihtilaflarından biri olabilir. "2 Öteki üç lç Asya kuşağında -kuzey tundrası, orman­ lık bölge (tayga) ve çöl- egemen doğal koşullar fethe girişmek için gerekli politik gücü toparlamaya yetecek büyüklükte bir nüfus için yiyecek sağlayamadığından, güçlü devletlerin oluşu­ muna izin vermemektedir. Siyasal çatışmalarda insanlar insanlara karşı koyar, savaşa iti­ ci güçler çok çeşitli, tanımlanmaları da güçtür. Gene de böyle savaşların ayırıcı özelliği olan karmaşıklığın, lç Asya ile yerle­ şik uygarlıklardan herhangi biri arasındaki karşıtlığın temel do­ ğasını gizlemesine izin verilmemelidir. Bu , özünde, varsıllarla yoksullar arasında, yoksulların, ocağın yakınında olacak kadar talihi yaver gitmişlerce savunulan dillere destan et kazanlarına erişmek için didindiği bir karşıtlıktı. Çatışma, her şeyden önce, ekonomik olarak çıkmıştı; bir grubun ötekinin zararına yaşam düzeyini yükseltmeye uğraşması, dışardakilerin hücumunun içeridekilerce durdurulması ya da püskürtülmesi, "dışardaki­ ler" gerçekten "insan" sayılabilirse, insan toplumunun birbiri­ ne karşıt iki kesiminin doğal davranış biçimi idi. Fundamentum divisionis (temel ayırıcı) , biri lç Asya, öteki yerleşik uygarlıklar­ dan herhangi biri olmak üzere, iki alanın ekonomik düzeyleri arasındadır. Çinli olsun Romalı olsun devlet adamları ve tarih­ çilerin sevilen topos'u [ konu ] 3 olan barbarlar gelip yerleşik emeğin meyvelerini alabilirler korkusu; barbarların açgözlülü­ ğünden korunması gereken zenginliklerinin gerçekten bilin­ cinde olan bu uygarlıkların içine sinmiştir. Büyük Çin tarihçisi Si-ma Qian (Ssu-ma Ch'ien) , Hsiung-nu'lar [ Şyunğ-nu ] için aç­ gözlü ve tamahkar diyor, böylece daha M.Ö. 3. yüzyılda Dzo­ chuan'da yazılı olan bir fikri tekrarlıyordu : "Batı Barbarları (Rung) ve Kuzeyinkiler (Di) doyurulamaz aç kurtlardır. " Şin Tanğ-ş u'ya göre "Kuzey Barbarları açgözlü ve hırslıdır; kazanç­ tan başka şeye aldırmazlar. " Hunlar, Ammianus Marcellinus'un 2 Murphey, Rhoads, 1 96 1 ,

s.

505.

3 Bkz. Sinor, 1978, s. 1 7 1 -82, alıntı metinlere tam göndermelerle. 15

(XXXl, 2, il) sözleriyle "sonsuz bir altına susamışlıkla yanar­ lar" , Strategihon'unda Mavrikios da Avarları "paraya doymak bilmez bir isteğin egemenliğinde" diye betimliyor. An.A.17çwç (aplistos/doymakbilmez) sıfatı Barbarların huyunu nitelemek için sık sık kullanılıyor. [Bu sıfat] , genellikle Latince adı 1 . De administrando imperio ile anılan devlet yönetimi üstüne kitap­ çığında İmparator il. Konstantinos Porphyrogennetos tarafın­ dan çok kullanılmıştır. Peçenekler üstüne şöyle diyor: "Şimdi, bu açgözlü , kendilerinde nadir bulunan eşyaya aç, haris Peçe­ nekler bol bol hediye istemekten hiç utanç duymazlar. "4 Oğlu­ na çok sıkı birtakım öğütler veriyor: "Öyleyse bilesin: bütün Kuzeyli kabilelerin, içlerine doğaca ekilmiş gibi, paraya hiç doymaz, kudurmuş bir açgözlülükleri vardır, o yüzden her şeyi isterler, her şeye askıntı olurlar, arzulan had hudut tanımaz. "5 Öteki birçok tanıklıklarda olduğu gibi, buradaki standart yorumlar da kişisel deneyimlerden kaynaklanmıştır. 1 3 . yüz­ yılda Giovanni Uohn ] da Pian del Carpini, Moğolları "aşırı aç­ gözlü ve hırslı , isteklerinde titiz, ellerindekileri tutmakta pek ısrarlı, vermekte çok cimri"6 [ "alacağına şahin, vereceğine kar­ ga" ] olarak betimlerken, edebi bir geleneğe uymuyor, ilk elden bilgiyle yazıyordu . "İçlerinde öyle bir açgözlülük yanar ki , Moğollar hoşlarına giden bir şey gördüklerinde, onu ya etkin ısrarlarla ele geçirirler ya da bundan hoşlansın hoşlanmasın sahibinden şiddetle koparıp alırlar,"7 diyen çağdaşı Dominiken Saint-Quentinli Simon için de doğruydu bu . Kendilerinden önce gelmiş herhangi birinden daha büyük bir imparatorluk yaratan bu Moğollar kesinlikle açgözlü idiler; gene de, güçleri­ nin doruğunda bile, çoğu kez temel ihtiyaçlardan yoksun, yoksul idiler. Kendisi de hiç yoksulluk yabancısı olmayan Fransisken kesiş Rubruck [ Ruysbroeck] , Fransa Kralı IX. Lo­ uis'ye içtenlikle "İnanarak söylüyorum sana, kral ve şövalyele­ rin demeyeceğim, eğer senin köylülerin Tatarların kralları gibi 4 Moravcsik, 1 967, s. 54. 5 Age . , s. 66-7 6 Dawson, 1 966, s. 1 6 . 7 Richard, 1 965, s. 3 5 . 16

p

:. . ·

.

ORTA

AVRASYA

1111111 11llYI1 111 SYA (

Sol)uk Avrasya (Ocak ayında -17.7°C altında) (;, i;=:}J Serin çevre bölge • merkezlen Gelişen şe�ir iç Asya kültür - bölgesinin sınırları ITlTITTI WlillJ

davranıp, aynı yemeğe razı olsalardı bütün dünyayı fethedebi­ lirlerdi, "8 diye yazabiliyordu . Böylesi yoksulluğun nedenleri neydi diye sorulabilir; çevre­ deki uygarlıklardakine benzer bir yaşam düzeyini lç Asya ken­ di nüfusuna niçin veremiyordu ? Sorunun anahtarı, daha önce söylendiği gibi, fiziki-coğrafi etkenlerin bir birleşiminin, belki hepsinden önce, çok soğuk ve çok kuru olan iklimin neden olduğu gerçek çiftçiliğin yokluğuydu. Çin kaynakları, lç As­ ya'yı nitelemek için "öldüren ayazların erken geldiği yer" sö­ zünü çok sık kullanmaktadır. 9 8 Dawson, 1965, s. 22. 9 Barbarlann ülkesine ilişkin to poi (konular) için bkz. Meserve, 1982. 17

lç Asya'nın en kuzey doğal kuşağı olan tundra ekonomisi, sa­ kinlerine geçinme düzeyinde bir hayattan daha fazlasını hiçbir zaman veremiyordu , o da ancak geniş arazilerde dağınık yaşa­ maları koşuluyla. Tundranın sınırlı avcılık ve ren geyiği yetiş­ tirmeye dayanan ekonomisinin besleyebileceği ( tümü belirli bir alan içinde çalışan genellikle bir düzine kadar aile olan) nüfusun siyasal gücü gözardı edilebilir. (Bir grubun düşman bir çevrede dirliğinin devamını tehlikeye sokmadan altına ine­ meyeceği) en az nüfus sayısı ile (çevre, temel besin ihtiyaçları­ nı bile sağlayamayacağı için üstüne çıkamayacağı) en büyüğü arasındaki fark çok dardı. Orman kuşağında (tayga) baskın olan durum, birtakım yön­ leriyle buna benzemekteydi, ancak burada doğal kaynaklar av­ cılık-balıkçılık-toplayıcılık yapan bir nüfusu biraz daha kolay­ ca geçindirebiliyordu . Bir topluluğun temel gereksinimlerini sağlayacak kadar büyük ölçüde yapıldığında, avcılık da, balık­ çılık da teknoloj ik bakımdan ilkel tarımda kullanılanlardan daha ileri, hayli incelmiş aletler ister. Toplu balıkçılık ve avcı­ lık, özellikle ikincisi, oldukça karmaşık ortak girişimleri uygu­ lamaya yetenekli bir toplumsal örgütlenme de ister. Ancak bir av ekonomisi özde yağmacı olduğundan, yüksek yoğunluklu nüfusların temelini oluşturamaz, bu yüzden de fetih için ge­ rekli toplu gücü bir araya getiremez. 1 7 . yüzyıl Sibiryası'nda Tunguz avcı kabilelerinde adam sayısı 1 5-20 arasındaydı; 300700 kişilik kabile kayıtları varsa da , bunlar hala ufak tefek bir güç idi.10 Öyleyse, lç Asya'nın dünya tarihindeki yerini anlamak için anahtar kavram, bozkırdır. Bu geniş otlak arazisinde; boynuz­ lu davar, deve, koyun, keçi ya da at olsun (beş çeşit evcil hay­ van, Moğolların tabun kosivun malı) davar üreticiliği her za­ man geniş kapsamlı idi. Ekonomik öz-yeterliği güven altına almak ve aşırı otlatmadan kaçınmak için sürülerin, genellikle belli sınırlar içinde, fakat zaman zaman nerede ot bulunabilir­ se orada, sürekli hareket halinde olmaları gerekiyordu . Göçe10 Dolgih, 1960, s. 619. Aynca bkz. Sinor, 1965. 18

beyi nitelemek için kullanılan Çin klişesi şöyledir: "Otu ve su­ yu takip ederler. " Yalnız, tundra ve taygada oturanlardan farklı

olarak göçebeler büyük bir hızla toparlanabilir, önemli insan ve hayvan yığınları görece uzun dönemler bir arada kalabilir­ di. Başka bir ifadeyle, bozkırın, belirli bir alan içinde, nüfus ta­ şıma gücü, tundranınkine de ormanınkine de üstündür. Çev­ re, güçlü merkezi devletler yaratmaya izin verebilirdi, nitekim verdi de; toplum, çoğu tarımsal öteki bölgelerden alınan mal­ larla temel üretimini tamamlayabildiği sürece, böyle bir yasal üst yapıyı koruyabiliyordu . Owen Lattimore'un sözleriyle , bozkır yaşamı: "Bütünüyle kendi kendine yeterli olma gücünde bir ekonomi üstüne kuruludur. Yiyecek, konut, giyim, hat­ ta yakıt (sığır dışkısından tezek) gereksinimlerini kendi kaynakları sağlar. Arkeoloj ik kanıtlardan bilindiği gibi, küçük çapta madencilik ve metal işçiliğine de engel ol­ maz . Bozkır göçebesi , gerek duyarsa, bozkıra çekilip öteki toplumlarla bütünüyle ilişkisiz kalabilir. Kalabilir, ancak bunu o denli az yapmaktadır ki, böyle bir katık­ sız göçebelik durumuna haklı olarak varsayımsal dene­ bilir. Üstüne herhangi bir bilgimizin olduğu her tarihsel düzey için, ticaret ya da baç alma yoluyla bir çeşit değiş tokuşun bozkır göçebe yaşamında önemli olduğuna da­ ir kanıtlar bulunmaktadır. " 1 1 Bozkır temeline kurulu devlet, küçük çapta çoban bir kabi­ lenin yan özüne-yeterliliğine artık sahip değilse de, herhangi bir eksikliği ya ticaretle ya da askeri yollarla telafi edecek güç­ te idi. Her iki etkinlik için temeli büyük ölçüde at yetiştiricili­ ği sağlıyordu. lç Asya atının istisnai nitelikleri; dayanma gücü, soğuğa di­ renci, tutumluluğuyla , dolaylı ya da dolaysız tanışma fırsatı hiç olmamış Herodotos'tan başlayarak, herkesçe övülmüştür. Batılı gözlere bu hayvanlar hayli çirkin gelebilir; ancak yiye1 1 La ttimore , 1 938, yeni baskı, Lattimore, 1 962, s. 253. 19

ceklerini kar altından kazıp çıkarabilir, gereğinde de, dal, ağaç kabuğu ya da başka herhangi bir bitkisel madde yiyerek hayat­ ta kalabilirler. Güçlerinin doruğundayken büyük göçebe dev­ letler büyük at sürüleri üleştirir dağıtırlardı, gerçekte güçleri­ nin, buyruklarındaki binit sayısına bağlı olduğu söylenebilir. Yabancı gezginler çokluklarına şaşarlardı . Giovanni da Pian del Carpini'nin dediği gibi - Moğolların "öyle çok sayıda at ve kısrakları vardı ki, geri kalan dünyanın hepsinde o kadar ol­ duğunu sanmam" Değişik zamanlarda Çinlilere satılmış at sa­ yısı üstüne oldukça zengin belge bulunmaktadır, sayılar da çok etkileyicidir. Gereken her hangi durumda 10.000 başlık bir satış alışılmış bir işti, ancak çok daha büyük satışlar da yaygındı. Örneğin, M.S. 222'de Şyen-bi (Hsien-pi) , Vey (Wei) Krallığı'na 70.000 baş satmıştı.12 At bozkır ekonomisinin belkemiği, üretilen ana maldı, ulusun zenginliği de onda idi. Çok korkulan jud, yani otlakların don­ ması gibi kimi doğal felaketler gelip çatmadıkça bozkır, oldukça az olan iç gereksinimi çok aşacak sayıda at üretebilirdi; üretiyor­ du da, gerçek iç talep, üretim gücünün her zaman altındaydı. Bozkırın para kullanmayan toplumunda, bir toplumsal birimde iç tüketimin belirleyicileri aşağı yukan değişmez idi, üreticilerle tüketiciler birdi, teknik ilerlemenin yokluğunda da, azalan ka­ zançlar yasası bütünüyle geçerliydi. Sürülerin sürekli büyümesi, (bireysel ya da müşterek) sahibinin yaşam düzeylerini doğrudan doğruya yükseltemezdi, gerçi büyük olasılıkla saygınlığını arttı­ nrdı; müşterek sahiplik durumunda da, öteki toplumsal grupla­ nn üstünde ekonomik ya da siyasal egemenlik kurulmasına yol açabiliyordu. Ancak toplumsal büyüklüğü ve gizil gücü ne olur­ sa olsun, çeşitlenmemiş bir ekonomi, tek başına üyelerinin ya­ şam düzeylerinde büyük bir gelişme gerçekleştiremez. Gelenek­ sel iç Asya ekonomisi kazanca yönelik değildi, amaç servet bi­ riktirmek değil de, kendisinin, şu ya da bu nedenle, üretemediği eşyayı edinmekti. Bunlan elde etmek için, en çok yerleşik uygar 1 2 Bkz. Sinor, s. 1 75. Kendiliğinden ya da zorla at ticareti için, bkz. örneğin, S. Jagchid - C.R. Bawden, 1 965; Rossabi, 1 970; Serruys, 1975. 20

halklarla olmak üzere, dış ticarete başvurmak gerekiyordu. tlkece, bozkır ve yerleşik uygar halklar arasındaki alış veri­ şin geleceği iyi görünüyordu . Birinciler ikincilere pek önemli bir mal, at, sağlayabilir, karşılığında da kıymetli ipek, keten dokumalar, çay, sık sık da sürüler, doğal bir felaketin kurbanı olduklarında da umutsuzca gerek duyulan tahıl gibi mallar alabilirlerdi. Kuşkusuz iç Asya dışında at yetiştirmek olanak­ lıydı, ancak bunlar, bozkırın midillisiyle karşılaştınldığında, düşük nitelikte, sayı bakımından da yetersizdiler. Heredotos, Darius'un Iskitlere karşı seferini tasvirinde "bu savaşlarda Iskit atı düşman atını her zaman kaçırtırdı" 1 3 demektedir ki, bu yargının doğruluğu sayısız başka çarpışmalarda doğrulanmış­ tır. Uzun yüzyıllar boyunca at eksikliği artlarda gelen Çin yö­ netimlerini sıkıntıya sokuyordu . Sorun, yalnız Çinlilerin at ye­ tiştirmedeki uzmanlıklarının eksikliğinden değil, daha da önemlisi, ülkelerinin otlakları, sivil olduğu kadar askeri amaç­ lar için gerek duyulan bütün atların yiyeceğini sağlayamadı­ ğından dolayı da çözümsüzdü . Böylece, alıcıya gerekli, satıcıda hazır olan bir mal için, arz ve talep arasında görünüşte sürekli bir denge vardı. Koşullar, Çin ordusunca vazgeçilemez sayılan yüksek nitelikli atlar üstüne gerçek bir tekel kurmuş olan ikincileri kayırmış gibi görünebilir. Fakat gerçekte Barbarın pazarlık etme gücü , satışa çıkardığı şeyin fiyatını artırmada herhangi bir rekabetin yokluğuyla ciddi olarak sınırlıydı. Boz­ kır özel bir ürünün tek satıcısıydı, dolayısıyla kendisininkine çok üstün ekonomik stokları olan tekelci bir pazara bağlı ol­ masaydı, kuramsal olarak, seçtiği her fiyatı koyabilirdi. Duru­ mu , küçük bir kasabanın tek kuyumcusuna elmas satmaya ça­ lışan aç bir adamınkine benzetilebilir. Fakat ben at yetiştiricisi çobanın alışveriş yoluyla alamadığını zorla elde etme yeteneği­ ne değinmiştim. Hayali kuyumcu dükkanındaki aç adamın elinde bulunacak bir silah tabloyu bütünüyle değiştirirdi. Bozkır göçebesinin atı, hem kullanım değeri değişmeyen, değişim değeriyse dalgalanmakla birlikte yüksek bir maldı 13 Herodotus, The Histories, IV 1 27 21

hem de savaş için vazgeçilmezdi. Genel olarak Avrasya'da yapı­ lan bütün savaşlarda at kullanılırdı, en azından il. Dünya Sava­ şının başına değin atlar hizmetteydi. Ateşli silahlar yaygınlaşa­ na kadar, büyükçe bir göçebe hafif atlı topluluğu , iyi yönetildi­ ğinde, kendi özel harekat biçimine özgü hızlı süvari hareketle­ ri için gerekli yedek atlarla desteklenme koşuluyla, hemen he­ men karşı konulamaz idi. Her savaşçı için gereksinilen binek sayısı, kaynaklarımıza göre, 3 ila 18 arasında değişiyordu. Çin ordusunun ata kaçınılmaz bağımlılığı, bozkır göçebele­ rinin akınlarına direnmek için Çin'in, yalnız onların sağlaya­ bildiği atlara gerek duyduğu tuhaf bir durum yaratmıştı. Bu­ nunla birlikte, bu atlar satın alınıp karşılığında gizil düşmana isteyip durdukları eşyaları satın alma olanağı sunulunca, akın­ lar gereksiz oluyor, topluca önlenebiliyordu . Buna karşılık, ge­ reksindiği ya da göz diktiği eşyaları elde etmek için göçebeye açık iki yol vardı. ikisinde de at baş etkendi; onu, öteki mallan takasla ya da silah gücüyle elde etmek için kullanabilirdi. Bir göçebe atlı gücünün askeri etkinliği, büyüklüğünün bir işleviydi, yalnız at sayısı ile askeri değerinin arasındaki ilişki matematik bir değişmez (sabit) değildi, geometrik diziyle art­ maktaydı. Böyle bir orduyu beslemek yeterince otlağın varlığı­ na bağlıydı, o yüzden de, göçebe ve yerleşik uygarlıklar ara­ sındaki mücadeleyi askeri zafer çözemiyordu. Göçebeler istila edebiliyor, ancak fethedilen toprakların üzerine denetimlerini, kozları olan güçlü atlı ordularını bırakmadan koruyamıyorlar­ dı. Bu da sonuç olarak fethettikleri halk tarafından yutularak, özümlenerek ya da dışarıya atılarak iktidarlarının temelinin aşınması demekti. Yerleşik halklar ise önemli bir atlı gücü sü­ rekli olarak besleyemezdi, bu yüzden de at sağlamakta göçebe çobana bağlı kalıyorlardı. Silah sağlamadaysa , bu kez yerleşik yapımcıları kayıran, benzer bir durumun geçerli olduğunu belirtmekte yarar var. Göçebeler silahlarının büyük bir bölümünü kendileri üretebi­ liyor iseler de, Çin ya da Roma silahları edinme isteklerinin açıkça belgelendirildiği birçok durum vardır. Karşı önlem ola­ rak savaş gereçlerinin dışsatımı sık sık yasaklanıyordu , örne22

ğin Han döneminde sıkı düzenlemelerin Şyunğ-nulara strate­ jik mal ihracını yasakladığı ya da 6. yüzyılda Avarlara silah sa­ tışına bir Bizans ambargosu konduğu zamanlarda olduğu gibi. Barbarla Uygar arasında ticaret ve savaş, modem uluslar ara­ sında olduğundan bile daha çok, yalnızca aynı politikanın iki yüzüydü , hükümetler de sık sık birini ya da ötekini seçmek zorunda kalıyordu . Doğru kararı almak kolay olmaktan çok uzaktı, seçilen yolu da, çoğu kez akıldan ziyade duygular belirliyordu. Karar ve­ renlerin mizacına bağlı olarak, Barbarların mal istemleri kimi kez sayısız silahlı çatışmaya yol açan bir hüsnü kuruntuyla, "gereksindiklerini elde etmezlerse güçleri kırılır, açlıktan öle­ bilirler" 14 gerekçesiyle reddedilirdi. Yatıştırma politikasının sa­ vunucuları ise Barbarların "makul" taleplerini tatmin ederek barışın sağlanabileceğini iddia ediyordu . Böyle bir hareket bi­ çiminin başarısı, isteklerin gerçekten yoksunluk ürünü ve hem isteyenin ihtiyaçları hem de vericinin kaynaklarıyla oran­ tılı olup olmadığına ya da Barbarın portresinde temel bir çizgi olarak tanıdığımız açgözlülük tarafından dayatılıp dayatılma­ dığına bağlıdır. lç Asya tarihi bu çelişkili politikaların neden olduğu başarı ve başarısızlık örnekleriyle doludur. Çin'de uy­ gulanan şekliyle, yardım isteklerine yönelik iki tür politikanın sonuçlarını büyük bir sezgi ve ayrıntılarıyla inceleyen Sechin Jagchid, Çinlilerin birçok durumda, "göçebelerin yoksulluk ve açlık yüzünden, ihtiyaçlarını kuvvet yoluyla elde etmek için Çin'i istila ettiklerini anlamakta başarısız oldukları"15 görüşü­ nü dile getirmiştir. Jagchid ayrıca yiyecek vermenin istilayı önleyebileceğini, birçok durumda da önlediğini özgül örnek­ lerle göstermiştir. Gene de Barbarın isteklerini kabul etmek, çok kez ona haraç ödemekten başka bir şey olmuyordu . Böyle bir politikanın küçültücü yönü , birçoklarınca algılanıyor ve 14 Ö rneğin bkz. Serruys'un ( 1975, s. 222) Wan-li wu hunglu dan alıntıladığı gö­ rüş. "Barbarlar arasında giyecek, yiyecek ve barınakların Çin'deki gibi olması, Çin için Tanrı-yollaması bir destektir: bu, [ Çin'e ] yaşam ve ölüm üstüne de­ netim sağlıyor." -

'

1 5 Jagchid, 1970, s. 40. 23

esefle karşılanıyordu , belki de hiç kimse öfkesini belirtmede Marsilyalı Salvianus'ten daha tok sözlü değildi: 16 Romalılar eskiden insanların en güçlüsü idiler, şimdi güçsüzler; eskiden onlardan korkulurdu , fakat şimdi onlar korku içinde yaşıyorlar, Barbar uluslar onlara ha­ raç öderdi, aynı uluslara şimdi onlar haraç verici. Düş­ man bize gün ışığının ta kendisini satıyor, neredeyse bütün güvenliğimiz bir bedelle satın alınıyor. Eyvahlar olsun talihsizliğimize, ne durumlara düşmüşüz. Barbar­ lara, fidye vererek onlardan kurtulduğumuz için, şük­ ranlar sunuyoruz. Bu koşullar altında yaşamaktan daha aşağılayıcı ne olabilir. Bütün bunlardan sonra , hayatları haraç ödemeye bağlı olan biz gene de yaşadığımızı sanı­ yoruz. Hatta ödediğimiz altının yalnız bir hediye oldu­ ğunu iddia ederek kendimizi katmerli olarak gülünç kı­ lıyoruz. Biz hediye diyoruz ama gerçekte bir kurtarma­ lık parası o, ancak olağanüstü ağır ve acı koşullar altın­ da ödenen bir kurtarmalık parası . . . Borç ödemekten kurtulduğumuz yok hiç, ödemeye sonsuz olarak devam etme ayrıcalığını almak için sürekli kurtarmalık parası ödüyoruz. Yoksul uluslara "dış yardım" vermenin değerliği ve değmez­ liği çağımızda her zamankinden daha çok, sürekli bir tartışma konusudur, bunun da bizi, çözülmez bir sorunu çözmek için önceki kuşaklarca gösterilen çabalara, biraz hoşgörü ile bak­ maya itmesi gerekir. Önceki sayfalarda, lç Asya ekonomisinin bazı temel özellik­ lerini, bölgenin yerleşik uygarlıklarla ilişkisini etkilediği ölçü­ de, eksik de olsa, göstermeye çalıştım. Tarih öncesinin uzak bir döneminde orman ve bozkır kuşaklarının, yerleşik çevre alanlarla karşılaştırıldığında "geri" olduklarını sanmak yanlış olur. Gelişmiş avcılık ya da hayvan yetiştiriciliği, en az ilkel ta16 De Gubematione Dei, VI, 98-99. Çev. Eva M. Sanford, On the Govemment of God, New York 1930, s. 1 88. 24

rım kadar beceri istediğinden, neredeyse karşıtının doğru ola­ cağı söylenebilir. Üç üretim biçimi arasındaki başlıca fark, tarı­ mın hemen hemen kısıtsız gelişim gücünde yatıyor, oysa avcı­ lığın da hayvan yetiştiriciliğinin de üretim yöntemlerinde önemli bir ilerlemeden -hiç olmazsa modem zamanlara değin­ söz edilemez. Üstelik, avcılık yağmacı bir uğraş, hayvancılık da en çok hayvanların doğal içgüdüsüne bağlıyken, tarım in­ sanın elindeki doğal kaynakları artırır, bu süreçte de çok kez fizik çevreyi değiştirir ya da doğa güçlerine gem vurur. Ekim için alan açma, sulama arkları yapma, yeldeğirmeni kullanma ya da benzer etkinliklerle Uygar sıkı sıkıya bağlı olduğu ve emeğinin meyvelerini görmek istiyorsa, bırakamayacağı belli bir toprak parçasının gelişmesi için çaba harcar. Çok kez Uy­ garın geliştirmeye çalıştığı doğal dünyayı Barbar sömürür; iki­ si arasında binlerce yıla varan ayrı evrimlerde kök salmış te­ mel bir görüş ayrılığı vardır. Çeşitli uygarlıkların teknolojik düzeylerinin birinin ötekine üstünlük sağlamadığı, belki Pale­ olitik sonlarında bir dönem vardı, ancak zamanın gösterdiği gibi, içlerinde daha da gelişmek için ayrı gizil güçler taşıyor­ lardı. llk nerede olursa olsun atın evcilleştirilmesinden, yurtla­ rı bozkırda olan (ya da yeni edinilmiş beceriden yararlanmak için oraya göçen) halklar, önce sürülerini çoğaltmak, sonra onları askeri kullanıma sokmak için zengin otlaklardan yarar­ lanabiliyordu . Önemli değişiklikler geçirmeksizin öteki askeri sistemlere karşı hemen hemen 2 . 000 yıl direnmiş bir savaş yöntemini gerçek yetkinliğe kavuşturanlar, (yazılı tarihte ilk kez lskitlerce temsil edilen) ilk göçebe savaşçılar olmuştur. Ancak yetkin olmakla birlikte , bu sistem daha ileri gelişme olanağı içermiyordu : bozkırdaki teknoloj ik evrim çok erken bir çağda çıkmaza girmişti. Başarı dönemlerinde atlı savaşçı yazgısından ötürü mutluy­ du; çiftçilere ve genel olarak, kendi kentleri içinde tutsak gör­ düğü kentli nüfusa aşağılayarak baktığını gösteren yığınla ka­ nıt vardır. Böyle başarılı zamanlarda bile, yaşamı biraz daha iyi yapan tüketim mallarının çekiciliği direnilmeyecek kadar güç­ lü idi. Türk yabgusu Bilge Tonyukuk (bkz. s. 422) gibi kimi 25

püriten kişiler, Çin adetleri edinmenin tehlikeleri hakkında boş yere uyanlar yaptı; akınların gerçek raison d'etre'i (varlık nedeni) bozkırca ve bozkırda üretilmeyen mallan edinmek ol­ duğundan, en sonunda sözlerine kulak verilmez oldu. Dolayı­ sıyla, gerçekte, ya -doğanın hükmü altında ve daha iyi otlaklar için yanşan öteki göçebe topluluklarıyla sürekli çatışma halin­ de- "onurlu" bir yoksulluk içinde yaşayacaklar ya da ulusal kimliklerini yitirme pahasına uygar dünyaya "giriş" için başvu­ racaklardı. Yüzyıllar boyunca, oldukça düzenli olarak, seçene­ ği olanların çoğunluğu ikinci almaşığı seçtiler. Yukarıda da be­ lirtildiği gibi, yerleşik uygarlıkların yayılışı fetihten çok, sınır­ lan içine gönüllü yerleşmelerden ötürü olmuştur. Ancak giriş yalnızca Barbarın istencine bağlı değildi, -zorla sağlanmayacaksa- ilerideki ev sahibinin, bir dizi etkene bağlı olan rızasını da gerektiriyordu . Bu etkenler, karar vericinin ak­ lına esenlerden başka, yeni gelenleri yerleştirecek boş alanın varlığı ve sayılarının ev sahibi ülke nüfusununkine oranını da içermekteydi. Çok kez böyle bir işin olumluluklarını-olum­ suzluklannı sakince düşünecek zaman olmuyordu ve görüş­ meler aceleyle, sık sık da baskı altında yürütülüyordu . Böyle işlerin sonucu , aşağı yukan bütünüyle demografik etkenlere bağlı idi: yerli, tarımcı nüfus yeni gelenleri -Çin'de olduğu gi­ bi- yu tacak mıydı , yoksa bu sonuncular ev sahibi ülkeye Türkleşmenin kesin bir kültürel gerilemeyle sonuçlandığı , Anadolu ya da lran sınırında olduğu gibi- kendi, çok kez daha aşağı, uygarlıklarını zorla kabul ettirecek miydi? Yukarıda lç Asya'nın yapılabilecek, yapılması da gereken herhangi bir tanımının temeli olmuşa benzeyen ekonomik et­ kenler kuvvetle vurgulandı. Bu bölgeyi yerleşik uygarlıklardan ayrı kılıp zamanla Avrasya'nın başlıca bölümleri (tarımsal çev­ re kuşağı ile -doğal kuşağa bağlı olarak- avcılık, balıkçılık ya da kır ekonomisine dayanan orta bölge) arasında çatışmalı bir ilişkinin oluşmasına neden olan ayrılıklar da bunlardan kay­ naklanmaktadır. Şimdi bölgenin yalnızca öteki kültürel alanlara karşıtlıkla değil, olumlu koşullarla da tanımlanıp tanımlanamayacağı so26

rusunun sorulması gerekiyor. Bir bütün olarak alındığında, lç Asya'ya özgü nesnel bir ölçüt var mıydı? Bir vakitler vardıysa, bugün artık sezinlenemiyor; yazı, ırk, din, dil gibi bir kültürel varlığı birarada tutan ya da yaratan bağlar, birlik (tutunum) etkenleri olarak ancak sınırlı bir rol oynamıştır. Ortak bir yazıyla yaratılan dayanışmayı kimse inkar etmese de, kültürel kuşaklar yaratmada, yazının önemli, çok kez ke­ sin rolü sık sık gözden kaçırılmıştır. Modem zamanlarda Latin alfabesinin, geçen yüzyıl dolaylarında da Kiril yazısının yayılı­ şı, ortak bir alfabenin temsil ettiği birleştirici gücü göstermek­ tedir; bir hükümet tarafından yeni bir sistemin resmi olarak benimsenmesi de (örneğin 1 9 28'de Türkiye'de olduğu gibi) bir halkı bir kültürel topluluktan ötekine göçürebilir. Kimi du­ rumlarda ortak bir yazı kullanımı ayn dillerin yarattığı engel­ leri, Çin ve Japonya arasında ya da -bir dereceye kadar- Çin içinde olduğu gibi, yok edebilir. lç Asya halkları ortak bir yazı sistemini paylaşmadılar, değişik zamanlarda kullanılanların hiçbiri geniş çapta benimsenmedi. Ayrıca, okuryazarlığın ol­ maması genel olduğundan, hangi yazının kullanılacağı yalnız az sayıda insanı etkiliyordu . Fiziksel antropoloji bakımından, Moğol ve Tunguz tipleri şimdi tipik lç Asyalı sayılabilirse de, Neolitik çağda lç As­ ya'nın tam kalbinde Avrupai tiplerin varlığı çok iyi kanıtlan­ mıştır. lyi bir örnek, M.Ö. 2000 dolaylarında Minusinsk çevre­ sindeki bozkır adasında ortaya çıkmış Afanasevo kültürüdür. Altaylar'dan Hazar Denizi'ne kadar yaygın Andronovo kültü­ rünün halkı da Avrupalı ırktandı. Moğol ırkının ilk ortaya çı­ kışı muhtemelen Karasuk halkının, Minusinsk bölgesinin Av­ rupai nüfus üstüne egemen oldukları M.Ö. 1 200 dolaylarında­ dır. M . Ö . 2. binin sonlarında önce Hint-Ari, sonra da lranlı halkların çoğu Hint altkıtasını ve lran'ı fethetmek ve (oralar­ da) yerleşmek için bozkırdan güneye göçtüler; ancak M.Ö. ilk binde bozkırda İranlıların olduğu iyi kanıtlanmıştır, oradaki son lranlı unsurlar, Hıristiyanlığın ilk yüzyıllarına kadar, Türk halkları içinde kaybolmuş değildir. Burada lç Asya halklarının ırksal tarihinin ana çizgilerini belirtme işi üstlenilemez, fakat 27

fiziksel antropolojinin koyduğu ölçütlerin bölgenin olası ayırı­ cı özellikleri arasında görünmediği açıktır. lç Asya istilacı büyük herhangi bir din ortaya koymadı, ama kimilerince büyük lran peygamberi Zarathustra'nın (Zerdüşt) , M.Ö. 1450- 1 200 arasında bir zaman bozkırda yaşayıp öğret­ miş olduğu , dininin de sonradan göçen kabilelerce "asıl" lran dini olmak üzere güneye götürüldüğü savunuluyor. 1 7 lç As­ ya'da ise kendinde hiçbir din, nüfusun ufak bir parçasından daha çoğunun bağlılığını sağlayamamıştır. Yeterince yazılı kaynağın yokluğundan ötürü, yerli herhangi bir dinsel inanç üstüne bilgi çok kıt, yorumu da güçtür; Tengri'ye (Tanrı veya gök, sözcük her iki anlama da geliyor) tapınmak ortaçağda hiç olmazsa bozkır kuşağında besbelli çok yaygındı, fakat öğreti­ sel gelişme olduğu üstüne bir belirti yok. 1 3 . yüzyılda tek bir üstün Tanrı'ya inanç , bütün dinsel inançlara karşı dikkate de­ ğer bir hoşgörü de sergileyen Moğol yöneticileri tarafından canla başla ileri sürülmüştür. Onların en büyük düşünsel ve manevi başarıları muhtemelen buradaydı. Ayrışım süreci baş­ lamadan önce genel olarak bilinmesi mümkün mitolojik ko­ nuların izleri Yunanistan ve Çin'de kalmıştır; fakat -yazılı gele­ nek yokluğundan ötürü- lç Asya'nın kendinde her zaman ko­ runmamış olabilir. Yunan, Çin ve Yakın Doğu yazınlarında bu­ lunan özdeş mitik kavramların, çok kez sanıldığı gibi, ödünç alınma olmadığını, hepsinin, bağımsız olarak, ortak bir lç As­ ya tabanından 18 türediğini inandırıcı bir biçimde gösteren, sağlamca belgelendirilmiş, birkaç örnek vardır. Bütün kıtada yüzyıllar boyu serpilip boy atmış "hayvan sanatı" denilen de­ ğişik sanat biçiminin de böyle ortak, ama çoktan beri unutul­ muş kavramlara dayanıyor olması çok olasıdır. Sibirya sürekli donu (permafrost), alt toprağında mamut cesetlerinin korun­ duğu gibi, ideolojilerin ya da mitik kavramların kalıntıları da lç Asya'nın kültürel mirasının daha inilmemiş derinliklerin­ den hala kazıp çıkarılabilir. 17 Bkz. I. Bölüm, Boyce 1975, s. 3-2 1 . 18 Eleştiriden yoksun birçok girişim bir yana bırakılarak, burada belki Meuli 1935, 1 960, Kothe, 1970, Sinor'un 1 946-7 (s. 37-53) , eserleri anılabilir. 28

Yazılı belgelerin -bunların en eskisi, bir Türk dilinde, M.S. 8. yüzyılın ortalarından kalmadır- yokluğunda lç Asya'nın lin­ guistik tarihini yeniden kurmak olanaksız görünüyor. Ancak sınırlan içinde hiçbir zaman bir dil birliğinin olmadığı, bölge içindeki dil çeşitliliğinin de geçmişte şimdikinden çok daha fazla olduğu kuşkusuzdur. Hatta Avrupalı bilginlerin incele­ melere başladıkları 1 8 . yüzyıldan beri çok sayıda lç Asya dili yok olmuştur. lç Asya'nın orman ve tundra kuşaklarının ha­ kim dil grubunu, eldeki verilerin bizi götürebildiği kadar eski­ lerden bu yana oluşturan Ural (Fin-Ugor ve Samoyed) ve Al­ tay (Türk, Moğol ve Tunguz) dilleri arasındaki ilişkinin niteli­ ği hiçbir şekilde belirlenemiyor. 1 9 Kimisinin ya da hatta hepsi­ nin genetik olarak birbirine bağlı olduğunu -yani ortak, atasal bir kök-dilden (Ursprache) geldiklerini- şiddetle savunan bi­ lim adanılan varken, benim de içlerinde yer aldığım ötekiler, tartışılamaz bir şekilde ortaklaşa sahip oldukları öğelerin yüz­ yıllar belki de binyıllar boyunca sürekli etkileşimden dolayı oluştuğuna ve ayrılandan daha çok yaklaşan bir gelişmeden çıktıklarına inanıyor. Burada içine girilemeyen sırf linguistik tartışmalardan başka, Paleoasyatik (Eski Asyalı) denen birçok dilin ya Ural ya da Altay dillerince, tarihsel olarak belgelendi­ rilmiş emilişleri böyle bir kuramı desteklemektedir. Böyle de olsa, bu dillerin çoğu karşılıklı anlaşılamaz, bildiğimize göre de bir Türk ve bir Moğolun birbirlerini anlayabildiği bir za­ man hiç yoktu . Ural ve Altay dilleri tipik lç Asyalı olabilirler, fakat kesinlikle hiçbir zaman orada yaşayan halklar mozaiği arasında bir birlik bağı oluşturmamışlardır. Eldeki tarihsel ve­ rilere bakıldığında, bütün bozkır imparatorluklarının çok dilli bir nüfusu varmış gibi görünüyor. Yukarıda anılan etkenlerden hiçbiri lç Asya uygarlığının te­ mel öğesi değilse, en pratik tanım, Jundamen tum divisionis (te­ mel ayırıcı) olarak, mutlak içeriğinin değil, bölgenin göreceli ekonomik ve kültürel düzeyinin kalması gerekir: O, belli bir zamanda, Avrasya'nın, yerleşik dünyanın sınırlarının ötesinde 19 Bkz. Sinor, 1988. 29

yatan bölümüdür. Onun bir parçası olmak, özgül üretim bi­ çimleriyle yaşamayı ve daha müreffeh bir dış dünyaya sürekli karşıtlığı gerektirmiştir. Uygarlaşmış etnik bölgelerin dış sınırlarına hemen hemen sürekli yeni katmanlar eklenişinin ne kadar sürdüğünü bilme­ nin hiçbir şekilde imkanı yoktur. Gruplar arasında karşıtlık ki­ mi kez, aynı klanın başarılı ve başarısız kollarını karşı karşıya getiren aile kavgalarından çıkmış olabilir. Yakın akrabalarından daha acımasız ya da kurnaz yahut daha az gözüpek oldukların­ dan "başarılı" olan ve yerleşenler vardı. Tarih bizim bildiğimiz­ den daha çok Habil ve Kabil ya da Esav ve Yakub gibi kardeş çiftler yaratmış olsa gerektir, lshak'ın sözlerinde kendilerini [her şeyden] yoksun görenler için gerçeğin bir yankısı var: Yurdun; yerin zenginliklerinden uzakta olacak yukarıdaki göğün çiğinden uzakta, Kılıcınla yaşayacaksın, kulluk edeceksin kardeşine; fakat zaman gelecektir sabrın tükenir koparır atarsın boyunduruğunu boynundan. (Tekvin, 27, 39-40) Tekvin kitabı, Yakub annesinin öğüdünü dinleyip, kardeşi­ nin erişemeyeceği bir yerde barınak aramanın akıllılık olacağı­ nı anladı diyor. Başarı gönül huzuru getirmez. Sonra kazanan­ la kaybeden arasına bir engel dikme gereği duyulabilir. Bunlar Büyük Çin Seddi ya da Hadrianus'un Duvarı gibi taştan yapıla­ bilir; fakat böyle yapılar yıkılabilir ya da saldırıyla alınabilir. insanların gönlünde, zamanın yıkıcılığına direnebilecek, sağ­ duyunun saldırılarını bile etkisiz bırakabilen bir baraj kurmak çok daha iyidir. Önyargı aslında yenilmezdir. Daha başarılı toplumun her üyesinin kalbine ekilmiş, özenle de beslenen, "dışarıdakine" yönelik sürekli bir düşmanlık; politik toplumu birlikte tutarak ve onu Dış Karanlıkta pusuya yatmış ve kendi­ lerini, emeklerinin ürününden yoksun etmekle tehdit eden tehlikelere karşı, yalnız kendisinin koruyabileceğine bireylerin inandırıldığı bir hükümete daha yatkın hale getirerek dayanış­ ma bağlarını güçlendirme gibi fazladan bir yarar daha sağlar. 30

Korku sürekli ve yaygındır; ayrım ne pahasına olursa olsun korunmalıdır. lyi düzenlenmiş bir evrende, Si-ma Qian'ın de­ diği gibi "içerdekiler takke giyip kuşak saranlardır [yani Çinli­ ler] , dışardakiler Barbarlardır" " Çin" yerine "Yunan" ya da "Roma" gibi başka uygarlıklar konulabilirken, Barbarın yerine bir başkasının konulması olanaklı değildir, sui generis'tir (ken­ dine özgü) o, bütün ötekilerin düşmanı. Onunla savaşmak hü­ kümdarın ilk ödevi, gerçekte kendi halkı üzerindeki sultasının haklı dayanağı olabilir. Hükümdar kurulu düzene meydan okuyan dışarıdakiyle savaşarak gücünü sergileyebilir, kendisi­ nin hükmetmeye uygunluğuna, o nedenle de gücünün yasallı­ ğına uyruklarını inandırabilir. Onunla yüzyüze geldiğinde , Barbar, heybetinden ezilmeli ve kımıldamaya isteksiz, korku ile dolup taşmalıdır. Selanikli Eustathios'un ileri sürdüğü gibi, savaşlar ulusların hastalıklarına benziyorsa, bir Barbarın Bi­ zans'a karşı yürüttüğü savaş, bir hastalığın Tanrı'nın kudretine sanki meydan okumasıdır.20 Barbarların doymak bilmez bir açgözlülükle güdüldüğünü gördük. Evrende asıl yerini bilmediği, Kara Kbǵo v düzensiz ve uygunsuz hareket ettiği, "bir fare gibi kararsız" olduğu, iyi davranış (adab-ı muaşeret) kurallarını tanımadığı için, böyle­ dir bu, deniyor bize. "Davranış kuralları" demektedir Törenler Kitabı (Li ci), "Uygara duygularını denetim altında tutturur. . . İsteklerine uymak Barbarların yoludur. " Marsilyalı Salvianus'a göre , Barbarlar "yalnız Roma'nın değil, insani bilgelikten de yoksun"durlar, Albertus Magnus'un sözleriyle "yasa ya da yö­ netim ya da başka bir düzenin öğretisince erdemli olmaları emredilmeyenlere Barbar denilir. " Roger Bacon'a göre, dünya iki bölüme ayrılmıştır: Barbarın bölgesi ve "akıllı uslu adam­ lar"ınki. 21 Ender durumlarda ve geçici olarak bir uzlaşma düşünülebi­ lir, fakat nadiren sürer bu , kimi bakımlardan da doğadışıdır.

20 Lechner'in alıntıladığı gibi, 1954, s. 8 1 . lç Asya açısından Barbarın değerlendi­ rilmesi için, bkz. Sinor, 1957 21 Opus majus, der. j.H. Bridges, 1, 30 1 . 31

Uygarın başka işgalleri önlemekten , Barbarı oikoumene'nin (oturulan -meskun- dünya) sınırları dışına sürmekten başka amacı olamaz. Söylencenin Büyük lskender'ine Öz Barbarın mitik sembolü , "kirli (necis) " Yecüc-Mecüc (Kitab-ı Mukad­ des'te Gog ile Magog) halkını, nüfuz edilemez dağlara oyul­ muş demir kapıların ötesine sürdüren, bu ruhtu . Gene de Bar­ barın kuzeydeki ininden; daha önce değilse, Yecüc ve Mecüc sürülerinin dışına atıldıkları dünyaya evrensel yıkım getire­ cekleri kıyamet gününde çıkmayacağının güvencesi hiçbir za­ man olamaz. 1ç Asya tarihi (doğru sözün Orta Avrasya olduğunu bir kez daha hatırlamak gerekli olabilir) , çeşitli uğraş grupları ve bun­ ların refah düzeyleri arasındaki farklılaşmanın, daha zenginin savunulması için maddi ve manevi engeller dikmeyi gerektire­ cek kadar belirgin olduğu, tarihi belirsiz bir zamanda başla­ mıştır. Bu çatışmalar, ani hareket patlamaları ve yorgunluktan ileri gelen dinelmelerle, modern zamanlara, hatta belki kimi yönlerden, günümüze dek süregeldi . Başka türlü olması da çok zordu , Barbar ile Uygar birbirleriyle karşıt ve birbirlerinin tamamlayıcısı olduğundan, hiçbiri öteki anlaşılmadan tanım­ lanamaz, ikisi arasındaki açıklık da kapatılamamıştır: "Sırtlan­ la köpek arasında nasıl barış olabilir? Zengin adamla yoksul arasında barış nasıl olabilir? "22 lç Asya, "bizim" uygar dünya­ mızın karşı-savıdır. Tarihi, Barbarın tarihidir.

22 Ekklesiastikos [ya da "Sirah'ın oğlu lsa"nın (Yaşva ben Sira) Bilgeliği " , Kitab-ı Mukaddes'in gerçek sayılan bölümleri dışındaki apokrif Eski Ahid kitapların­ dan biri ) , 1 3 , 18. 32

iKiNCi BÔLÜM

COG R A FI O RTA M

········ - ······· ROBERT N. TAAFFE (Indiana Üniversitesi)

ÇEViREN Prof. Dr. METE TUNÇAY

lç Asya topraklarının genişliği ve doğal görünümlerinin çeşitli­ liği, bu bölgenin coğrafi ardalam hakkında yapılacak bir incele­ menin, insanların araziyi kullanmalarıyla ortaya çıkan daha da büyük karmaşaların anlaşılmasına en çok yardım edebilecek çevresel nitelikler üstünde durmasını zorlamaktadır. Bu neden­ le, dikkatimizi önce lç Asya'nın beş genel coğrafi özelliğinde toplayacağız: Büyüklüğü ; denizyollarından uzaklığının hareket ve iklim üstündeki etkileri; ırmaklarının sorunları; coğrafi çe­ şitliliği ve tekdüzeliği; toprağın yaygın/yüzeysel tahıl tarımı ba­ kımından sınırlı yeteneği. Bunların ardından da , lç Asya'nın doğal yörelerinin başlıca çevresel öğelerini tartışacağız.

Genel coğrafi nitel ikler lç Asya bölgesi, Avrasya kara kitlesinin içerileriyle kuzey uza­ mmlarında çok büyük bir alan kaplar; yüzölçümü 8 milyon milkaredir [ 20 milyon km2'den fazla] , yani dünya karalarının yaklaşık yedide biri. Bölgenin doğu-batı boyutu , 6.000 mildir [ 1 0 . 000 km'ye yakın ] ve kuzey-güney mihverinin iki katını bi­ raz aşar. Bu uzaklıklar, Avrupa'mn "Keşifler Çağı" nda, en gö­ züpek gemicilerden pek azının denizde katedebildikleri mesa33

feler kadardır. lç Asya dahilindeyse , uzun mesafelerle ilişki kurmanın en önde gelen yolları, karadan hareketler olmuştur; çünkü yeryüzünde denizyolu almaşıkları bulunmadığı için, bu kadar karaya kilitlenmiş başka bir bölge yoktur. Halkların, kültürel yeniliklerin ve malların bellibaşlı hareketleri, Pasi­ fik'ten, buz kaplı Kuzey Buz Denizi'nden ve Hint Okyanusu'n­ dan onca uzakta kalan lç Asya'nın karayollarından geçmiştir. 1 Bölgenin Avrupa'ya komşu bölümlerinde , önemli ölçülerde Karadeniz ve Hazar Denizi rotaları kullanılmış, ama bu yollar esas olarak lç Asya'nın kenarlarıyla sınırlı kalmıştır. Denizyollarının rolünün azlığının yanısıra, kara hareketleri­ ne bir almaşık olarak ırmaklardan yararlanılması da, birçok so­ run nedeniyle sınırlı kalmaktadır. Bunların en başında geleni, kurak ve yan-kurak yörelerin çok büyük bir bölümünde seyrü­ sefere elverişli su yollarının bulunmamasıdır. Ayrıca, lç Asya'da Hazar Havzası'ndan doğudaki Hingan Sıradağları'na uzanan yaygın kuruma alanı, dünya okyanusuna herhangi bir ırmak çı­ kışı vermemektedir. Okyanuslara ulaşan kimi ırmaklar da, ne yazık ki, ciddi bir ulaşım amacı için elverişsizdir. Bunların en önemli örnekleri, Sibirya'nın büyük ırmaklarıdır; Obi-lrtiş, Ye­ nisey ve Lena sistemleri, yılın çoğu bölümlerinde buzlarla kap­ lanan Kuzey Buz Denizi'ne dökülmektedir. Doğuya doğru akan Amur bile, Habarovsk'ta güneye gideceğine kuzeye sapmakta ve Vladivostok ve Nahodka gibi mükemmel doğal limanlarda sona eren, güneydeki verimli Ussuri-Hanka ovalarına yönel­ mek yerine Tayga'ya akmaktadır. Neyse ki, Amur'un kuzey yö­ nünde akan Ussuri kolu bu ovalardan geçmektedir. lç Asya'nın Sibirya ve Avrupa bölümlerinde bu yön elverişsizliklerini telafi etmek için, hareketler önemli ölçüde, ırmak sistemleri arasın­ daki kara yollarından yararlanabilmektedir. Kuzeye doğru akan belli başlı Sibirya ırmaklarının enlemler doğrultusundaki uzun kolları, karadan görece kısa ara-taşıma hatlarıyla birleştirilince, doğu-batı yönünde hareket yolları oluşmuştur. Bu ırmaklarda, 1 Bununla birlikte , ilk lpek Yolu güzergahının kimi bölümlerinde Hint Okyanu­ su limanlarından yararlanılıyordu . Bkz. Boulnois, 1966, s. 40-60. 34

Güney Sibirya'da altı ayla kuzey bölgelerinde üç ay arasında değişen seyrüsefere elverişli mevsimlerin kısalığı da, ulaşım ba­ kımından önemli sakıncalar yaratmakla birlikte, ırmakların donmuş yüzeyleri, kara hareketi türüne sık sık olanaklar sağla­ maktaydı. Uralların batısında, Hazar içdenizine dökülen ldil (Volga) Havzası'nın ırmakları, Rusya ovalarından akan diğer ır­ mak sistemlerine kolayca aşılan karayollarıyla bağlanmaktadır. Ama, yılda üç ila altı ay ldil'i buzlar tıkar. Bunlara karşılık, içerilerin kurak ve yan-kurak yörelerinin büyük çoğunluğunda, ırmak ve kısa ara-taşıma hatları kullanı­ lamaz ve kara ulaşımı rakipsiz olarak öne çıkar. Neyse ki, lç Asya'nın otluk alanlarında hareketi güçleştirecek pek bir doğal engel yoktur. lç Asya'nın uçsuz bucaksız bozkırları, yalıtık va­ haları ve başlıca dağ geçitleri, birçok bakımdan okyanus yüze­ yinin, uğrak limanlarının ve su kanallarının karadaki eşdeğer­ leridir. Bir başka açıdansa, denizyollarının ve kuzey enlemlerinin lç Asya bakımından önemlerinin sınırlı kalması, iklimi üstünde derin bir etki yaratmaktadır. Bu bölgeyi yeryüzündeki en sert kıta iklimi niteliklendirir; yani soğuk ve sıcak mevsimlerin ısı ortalamaları arasındaki en büyük farklar burada görülür. lç Asya'nın çoğunda kışlar soğuk ya da son derece soğuk, yazlar­ sa sıcak ya da çok sıcaktır. Okyanuslardan uzaklığı, sıradağ engelleriyle birleşince denizlerden buralara doğru hava kitlele­ rinin esmesine izin vermez ve lç Asya'nın orman kuşağının güneyinde kalan yörelerinde sürekli bir nem eksikliğine sebep olur. Avrasya kara kitlesinin iç kısımlarında , her yıl kışın Mo­ ğolistan üstündeki büyük bir yüksek basınç alanının etkisiyle, sürekli olarak gökyüzünün bulutsuz, ısının sıfırın altında ve havanın yağışsız kalması, kuruluk ve ısı sorunlarını daha da kötüleştirmektedir. Bu yüksek basınç alanından kaynaklanan kuru ve soğuk rüzgarlar, lç Asya'nın büyük bir kesiminde kış havasına egemen olur. Bölgenin çok geniş doğal boyutlarını hesaba katınca bekle­ nebileceği üzere, lç Asya çıplak çöllerden güney kenarlarında kar kaplı dağ doruklarına ve kuzeyde tundralarla örtülmüş 35

Kuzey Buz Denizi kıyılarına kadar büyük bir fiziki-coğrafi gö­ rünüm çeşitliliğini kapsamaktadır. Aralarında geçiş alanları bulunan ormanlar, bozkırlar ve çöller, enlemler doğrultusunda geniş doğal yöreler halinde sıralanmaktadır. Batı Sibirya Tay­ gası'nın sular altındaki ormanlarıyla Taklamakan Çölü'nün kurak kum tepelerinden daha farklı görünüşte iki bölge dü­ şünmek güçtür. Yerel mekana ilişkin etkenlerin üstüne dağlık yörelerin etki­ lerinin de eklenmesi, lç Asya'nın coğrafi çeşitliliğini yoğunlaş­ tırmaktadır. Coğrafi mekanın yüzeyine dağılmış doğal nitelik­ lerin ekolojik olarak kuşaklara ayrılmasının yanısıra, bölgenin dağlarında doğal kuşakların enlemsel çeşitlenmelerinin yerini, bitki örtüsü , toprak türü ve nem derecesi bileşimleri yüksekli­ ğe göre farklılaşan dikey boyutlu yoğunlaşmalar almaktadır. Doğu Tanrı Dağları'nın (Tiyen Şan) kuzey sıraları , dikeyine kuşaklanan görünümleri örneklendirmektedir.2 Bu dağların rüzgarlara açık kuzey yamaçlarında, bozkır otları 1 .600 m'ye kadar çıkar ve orada dağınık ağaçlara karışır. Yamaçların daha yukarılarında , 2. 600 m'deki ağaç üst-sınırına kadar, bu bitki örtüsü kalıbının yerini, yoğun bir iğne-yapraklılar kitlesi alır. Bu yüksekliğin üstünde bitkiler tükenmeye başlar ve Alp-türü otlaklar, çıplak kaya ve ilkel dağ topraklarına dönüşür; 3 . 600 m'den sonraysa, en yüksek doruklar, sürekli bir kar tabakasıy­ la örtülüdür. Aynı sırtların rüzgar almayan [ dulda ] kuru gü­ ney yamaçlarında, öteki rüzgara açık yanda ormanların başla­ dığı yüksekliklere kadar çöller tırmanır. Bu yüksek irtifa çölle­ rinden sonra, sıra , Alp-altına özgü bozkırlara ve giderek bitki­ den büsbütün yoksun yamaçlara gelir. Dikeyine tabakalanan doğal kuşakların ve havzaların yanı­ başında birdenbire yükselen dağların yarattığı çarpıcı farkların üstüne, iç Asya dağları, komşu tepelerden akan nehirler bo­ yunca -çevrelerindeki çöl ya da bozkırlardan keskin bir karşıt­ lıkla ayrılan- yeşil vahalar yaratmakla, kuru yörelerde karşıla­ şılması olağan görünümlerin oluşmasına katkıda bulunarak, 2 Institute of Geography, 1969, cilt 1, s. 236-37 36

bölgenin coğrafi çeşitliliğini daha da arttırmaktadır. Bu tür gö­ rünüşler en çok Tarım Havzası'nda, Tanrı Dağları'nın kuzey eteklerine bitişik Çungarya ovalarında ve Orta Asya'nın güne­ yindeki sıradağları çevreleyen löslü etek ovalarında belirgindir. lç Asya vahaları su candamarları için, esas itibarıyla dağlara bağımlıdır. Ovalar üstünde pek ya da hiç yağış bırakmayan ha­ va kitleleri, dağların rüzgar alan yamaçlarına yükselince soğur ve çoğunlukla, bu yamaçlara ve doruklara bol yağış indiren düşük bir doyum noktasına ulaşırlar; oysa rüzgar yönünde ol­ mayan [ dulda] taraf az yağış alır. Bu sürecin bir sonucu olarak, yüksek dağ sıraları suların toplandığı ve yazın çözülüp çakıl kaplı eteklerden dağ ırmakları olarak vahalara dökülmek üze­ re, mevsimlik karlar ve daha kalıcı buzullar halinde stoklandı­ ğı depolar olmaktadır. Irmakların daha aşağılarında bulunan vahalar ya da Amu Derya'nınkiler gibi deltalar bile, dağlardan kaynaklanan sulara bağımlıdır. Vaha topraklarının verimliliği, orografik (dağ kökenli) nemin yanısıra, genellikle dağ ırmakla­ rının taşıdıkları tortuların eğim azalınca çökmesiyle oluşan alüvyon ovaları olmalarından ileri gelmektedir. Bir bakıma , dağlara bağımlı vahalar, Çin Türkistanı'nın ve Moğolistan'ın çoğu yerlerinin kuruluğuna karşılık, dört bir yanı dağlarla çev­ rili bir alan oluşturarak, yerel bir ödül meydana getirmektedir. Tarım Havzası'ndakiler de dahil, çöl vahalarıyla Tanrı Dağ­ ları ya da Çungarya'nın kuzey kenarları boyunca, sıradağlara bitişik bozkır vahaları arasında bir ayrım gözetmek gerekir. Çöl vahaları soyut/yalıtıktır ve coğrafi anlamda kendi içlerine kapanıktır; oysa bozkır vahaları kolay aşılabilen otluklar için­ den geçen yollarla birbirlerine bağıntılıdır. Her iki vaha türün­ deki yerleşik ve yoğun tarımcılıkla , bozkırların göçebe hay­ vancılığı arasında birbirlerini bütünleyen ticaret ilişkileri geliş­ miştir. Fakat, göçebe bozkır istilacılarının süreli saldırılarına karşı direnmekte, bozkır vahaları çöl vahalarından bile daha çok güçlük çekmişlerdir.3 3 Lattimore , 1940, s. 1 55-58. Bozkır vahalarının fethiyle, çogu durumlarda, gö­ çebe hayvancılık tahıl tanmının yerini almaktaydı. 37

lç Asya'nın kimi coğrafi çeşitlilikleri de, yükseklik ve kaba­ rıklığın öteki aşırı ucunda, deniz seviyesinin altında kalan ya­ hut dümdüz ovalar olma niteliğine yaklaşan manzaralardan ileri gelmektedir. Deniz seviyesinin altındaki yerlere en iyi ör­ nek, Tanın Havzası'nın kuzeybatısında bulunan, -505 kadem (- 1 65 m) irtifadaki Turfan Çukuru'dur.4 Aşırı soğuklara karşı topografik korunma, uzun ve sıcak bir bitki yetiştirme mevsi­ mi olması ve vahaların mevcudiyeti biraraya toplanınca, bu çukur, en eski zamanlardan beri yerleşimlerin yapıldığı, mey­ ve, karpuz ve pamuğuyla ünlenen özellikle verimli bir yöre haline gelmiştir. Başka bir boyutta, Batı Sibirya Ovası'nın yeryüzünün en bü­ yük bataklıklarına sahip bulunmak gibi kuşkulu bir ayrıcalığı da vardır. Bunlar, Obi ve lrtiş ırmaklarının arasındaki Vasyu­ ganye Bataklığı'ndan Kuzey Buz Denizi kıyılarına kadar uza­ nan çok geniş bir alanı kaplamaktadır. Coğrafyanın en çarpıcı anormalliklerinden biri, bu fazlasıyla sulu devasa bölgenin Tu­ ran Düzlükleri'ndeki çöllerin hemen kuzeyinde olmasıdır. Batı Sibirya'nın sularını bu çöllere akıtarak j eolojik geçmişlerini kısmen canlandırmak yıllardır çok arzu edilmekle beraber, şimdiye değin 20. yüzyılın teknolojisi bile bu sorunu çözmeye yeterli olmamıştır. Çelişkili bir biçimde, iç Asya bölgesi, gerek coğrafi çeşitliliği ve gerekse tekdüzeliği , hem de etkileyici boyutlarda barındıra­ cak kadar büyüktür. Mekansal homoj enliğin (türdeşlik)en açık göstergesi, benzer enlem yöreleri boyunca doğal çevre ku­ şaklarının görece tekdüzeliğidir. Diyelim, Pasifik kıyısından çıkıp batı yönünde, hiç taygadan çıkmaksızın, 6.000 mil (yak­ laşık 1 0 . 000 km) gidilebilir. Orman bölgesinin güneyindeki bozkır kuşağı da Mançurya'dan Macaristan Havzası'na kadar devam etmektedir. Uzayıp giden bozkırların ot örtüsünün do­ ğasında yöresel çeşitlenmeler olmakla birlikte, bozkırın alan­ sal bölümlerindeki fiziki-coğrafi benzerlikler benzemezlikler­ den çok daha belirgindir. 4 lnstitute of Geography, 1969, cilt i l , s. 4. 38

Arazi bakımından, lç Asya coğrafi türdeşliğinin en önemli iki örneği, görece az çıkıntılı bir toprak uzanımının ağır basması, dağlık bölgenin de çarpıcı bir alansal süreklilik göstermesidir. Rusya Ovası, Batı Sibirya ve Turan düzlükleriyle birleşip uçsuz bucaksız bir ova oluşturarak, batıdaki Karpatlar'la doğudaki Yenisey sistemine bitişik derinliğine yarıklı yükseklikler arasın­ da yeralan bölgenin çoğunu kaplar. Geleneksel uylaşıma göre, Ural Dağlan bu ovada Avrupa-Asya sınırını oluşturmaktadır. Bununla birlikte, Urallar'ın yüksekliklerinin az ve aşılmalannın kolay olması, onların ovalar üstünde ancak mütevazı bir kesin­ ti meydana getirdikleri anlamına gelir. Orta Asya'nın doğusun­ da, upuzun bir kuru, yüksek ovalar ve yaylalar bölgesi, batıda Çin Türkistanı'na sınır dağlardan Mançurya'nın merkezine ve Pasifik kıyısındaki Amur Havzası'na kadar uzanmakta ve aynı zamanda, Moğolistan'ın güney ve doğu bölümlerindeki düz topraklardan geçmektedir. Bu görece az yükseltili kuşağı, Mo­ ğolistan Platosu'nun çöl kenarlarındaki dağlık arazi şeritleri olan Tanrı Dağlan ve Altay Dağlan ile bu platoyu Mançurya Düzlükleri'nden ayıran Büyük Hingan Sıradağları keser. lç Asya'nın dağlık bölgeleri , farklı j eolojik yapı ve yaşlarda birçok dağ zincirinden meydana gelmektedir. Yine de, coğrafi mevkileri itibarıyla bu dağlar önemli ölçüde türdeşlik gösterir. Bazı istisnalar dışında, bölgenin sıradağları, dolambaçlı ve yer yer kesikli bir kuşak halinde güneybatıdan kuzeybatıya uzanır ve Kafkaslarla Orta Asya'nın güney sınırlarından Sibirya'nın kuzeydoğu ucuna kadar gider; bu mihverden ayrılan birtakım büyük dağ zincirleri de, Çin Türkistanı'nın, Moğolistan'ın ve Mançurya'nın derinliklerine dalar. Bu çarpıcı coğrafi süreklili­ ğin başlıca istisnaları, Macar ovalarını sınırlayan Karpatlar ve sadece kuzey uçları gerçek dağlara benzeyen alçak irtifalı Urallar' dır. Dağlar bölgesinde en sivri yükseklikler, 25.000 kademe yak­ laşan [ya da 8.000 m'yi aşan] doruklanyla, "dünyanın çatısı" denilen Pamir'dedir. Bir bakıma, lç Asya'nın Pamir merkezin­ den yaylar çizerek açılan birçok sıradağ, coğrafi olarak birbi­ riyle bağıntılıdır (ama yapısal bakımdan, bağıntılı olmayabilir39

ler) . Batıya doğru , bu dağ sıralan Kafkaslar'ı, Hazar'ın güneyin­ deki Elbruz'u, Nebit-Dağ ve Hindikuş gibi Orta Asya sınırlannı içerir. Bu dağlann en çok yüksekliği 10.000 ila 18.900 kadem [ 3 . 000 ila 6.200 m] arasındadır. lç Asya'nın sınırları dışında kalmakla birlikte , Karakurum ve Himalayalar'ın da , Pamir merkezinden çıktığı kaydedilmek gerekir. Doğu yönünde, bu merkezden kaynaklanan önemli bir dağ silsilesi, Tanın Havza­ sı'nın yüksek Kunlun ve Astın Tağ kenarlarını, Gansu Korido­ ru'nun Nan Dağları eteklerini ve Moğolistan Platosu'nun dağ sınırlarını kapsamaktadır. Pamir Dağları ve Trans-Altay uzantı­ ları, aynı zamanda Sinkiang içlerine 1 .000 mil [ 1 . 760 km] gi­ ren ve 24.000 kademi [ 7 .860 m'yi] aşkın azami yüksekliklere erişen Tanrı Dağları'nın ulu ve tepeleri kar-kaplı sıradağlarına da bitişiktir. Sürekli dağlar kuşağı, Pamir ile Tanrı Dağları'nın bitiştikleri yerden itibaren doğu yönünde, Altay Dağları'na va­ rılıncaya kadar, önemli koridorlarla birbirinden ayrılan daha küçük sıradağlar halinde yayılır. Ortalama 1 4 . 600 kadem [4.800 m] azami yüksekliği olan Altay silsilesi Batı Moğolis­ tan'a da girer. Altaylar'la, bu dağların batıda başladıkları yerden Baykal Gölü'ne kadar bir kavis çizen Sayan Dağları arasında, Moğolistan'ın azami irtifaları 1 3 . 000 kademin [ 4 . 200 m'nin ] altında kalan yaygın Hangay Sıradağları ve Sayanlar'ın dümdüz güneyinde de Tannu-Ola silsilesi yer almaktadır. Doğu yönün­ de, dağlar kuşağı kuzeydoğuya kıvrılıp Bering Boğazı kıyıları­ na gelinceye kadar tayga ve tundralardan geçen Trans-Baykal, Yablonov ve Stanovoy dağ sıralarıyla devam eder. Bu Sibirya mihverinden birçok sıradağ dallanır ve Moğolistan, Mançurya ve Rus Uzak Doğusu'nun derinliklerine dalar. Yablonov Dağla­ n'nın güney yönünde coğrafi uzantısı olan Mançurya'nın dağ­ lık sınırlarını oluşturan Kuzey Moğolistan'ın Kentey Dağları, bu kategoridendir. Bölgeyi 6. 500 kademi [ 2. 1 00 m'yi] aşmayan görece alçak Büyük Hingan Sıradağları Moğolistan'dan ayırır; daha da alçak jehol sıraları ise Kuzey Çin Ovası'na erişilmesini engeller. Küçük Hingan Sıradağları Mançurya'yı kuzeyden ka­ patır; Sihote-Alin ve Doğu Mançurya dağları da, Mançurya ve Ussuri ovalarının doğudaki Pasifik kıyılanna açılmasını önler. 40

Küçük Hinganlar'ın arasından Amur'la birleşen Sungay lrma­ ğı'nın sağladığı ulaşım olanakları, Büyük Hingan Sıradağları'n­ daki Liao Vadisi Geçidi ve Kuzey Çin'e çıkan dar kıyı düzlüğü olmasaydı, Mançurya bozkın şimdikine oranla komşu ülkeler­ den çok daha yalıtılmış kalırdı. lç Asya'nın iklim açısından tekdüzeliğinin en önemli belirti­ lerinden biri de, Hazar Denizi'nin doğu kıyılarından Gobi Çö­ lü'nün batı kenarına kadar uzanan çöllerin oluşturduğu geniş bir kuru kuşağın varlığıdır. Bu birçok bakımlardan, Büyük Sahra ve Orta Doğu çölleri kitlesinin orta enlemlerde bir deva­ mıdır; burada kuraklığın başlıca kaynağı olarak, içerilerde ko­ numlanmaları ve orografik engeller, aşağı enlem çöllerindeki kuru ticaret rüzgarlarının yerini tutar. lklim bakımından bir başka coğrafi tekdüzelik türü de, lç Asya'nın her yerinde so­ ğuk ya da acı soğuk geçen uzun kışların hüküm sürmesidir. Yeryüzünde Antarktika'dan sonra , en düşük ısı ortalamaları Kuzeydoğu Sibirya'da kaydedilmiştir. Örneğin , bu bölgedeki Verhoyansk'ta ocak ayının ısı ortalaması -59° F'tır [-50 °C] , ba­ zı günlerdeyse ısı - 1 00° F'tın [ - 73°C] altına iner. Çok daha gü­ neydeki Moğol başkenti Ulan-Bator'da (Urga) bile ocak ayının ısı ortalaması, buz gibi bir - 1 7° F'tır [ -25°C ] .5 Benzer enlemler­ de, batıya doğru kış ısı ortalamaları yükselme eğilimi gösterir; Orta Asya ve Avrupa yörelerinde kışlar daha az sert geçer. Ör­ neğin, Alma Ata'nın ocak ayı ısı ortalaması 20° F [ -7°C ] , Ode­ sa'nınkiyse 2 7° F'tır [ -2°C] . 6 Yine de , sadece Orta Asya'nın gü­ ney kenarları , alçak düzlükler ve Kafkasya kıyıları , donma noktasının üstünde ocak ayı ısı ortalamalarına erişirler. Yuka­ rıda da değinildiği üzere, bu soğuk kışlarla sıcak ya da çok sı­ cak yazların bileşimi, lç Asya'nın en kalıcı termal özelliğini oluşturan, kıta iklimi etkisi adıyla anılır. lç Asya kültür bölgesinin içerilerine yerleşik uygarlıkların yürümesi ve otlakların tahıl tarımı için sürülmesiyle alan ola­ rak küçülmesinden çıkarılacak derslerden biri, yerleşik tarı5 Murzaev, 1954, s. 237 6 Wemstedt, 1972, cilt iV, s. 283 ve 288. 41

mm fiziki-coğrafi sınırlarının ne kesin, ne de değişmez oldu­ ğudur. Tersine, toprak kullanım kalıplan, fiziki nitelikler ka­ dar tarihsel öncellerin, toplumsal özelliklerin ve başat tekno­ loji düzeyinin karmaşık etkileşimini yansıtmaktadır. Yine de bu uyarılan aklımızda tutarak, lç Asya'da doğal çevrenin başat özelliklerinden gelen tarımsal sınırlamalar hakkında bazı ge­ nellemeler yapabiliriz. Bu bölgedeki yerleşik tanının gelişme­ sinin en önemli fiziki-coğrafi engelleri su yetersizliği, bitki bü­ yüme mevsimlerinin kısalığı, edafik [ toprağın niteliğiyle ilgili] sorunlar ve arazinin engebeleridir. Bu bölgenin geniş çöllerinde ve bozkırlarının çoğu yerinde, yağmurlu tarımın ya da yaygın sulama şebekelerinin olanak­ sızlığı ya da uygun olmayışı nedeniyle, tahıl yetiştirme dağınık vahalarla sınırlıdır. Tarihsel açıdan, tahıl tarımının süreli ola­ rak bozkırlara taşmasının en sık anılan örnekleri, Büyük Çin Seddi'nin yanındaki nemli otlaklarda olmuş, çok yakın zaman­ lara kadar bozkırların çoğu, bu türden değişikliklere uğrama­ mıştır. Kuru ya da yan-kuru yörelerde tarımın gelişmesini en­ gelleyen bir başka fiziki sorun da , çöllerde ve çöl-bozkırlarda sık rastlanan kasırgaların yahut Hazar Denizi dolaylarından kaynaklanarak yolları üstündeki bozkırları kurutan, suhovey denilen güçlü sıcak rüzgar fırtınalarının yarattığı rüzgar eroz­ yonu/aşındırmasıdır. Çiftçiliğin yaygınlaşmasını engelleyen ve aynı zamanda, vaha tarımı için kalıcı bir sorun oluşturan ek bir güçlük de, kuru kuşakta toprağın tuzlanmasıdır. Tundra ve tayga bölgeleri, yerleşik tanın açısından güneyde­ ki kuru alanlardan daha da elverişsizdir. Bu acı soğuk bölge­ lerde, çiftçiliği engelleyen etkenler bitki büyüme mevsimleri­ nin kısalığı, toprakların sürekli donuk olması ve bataklıkların uçsuz bucaksızlığıdır. Bu az nüfuslu kuzey topraklarında, tahıl tarımının karşısındaki böylesi güçlükler günümüzde bile aşıla­ mamıştır. Bunların yanında, hepsi de birbirleriyle bağlantılı olan, su­ yun yetersizliği, toprakların tuzlu , su basmış ya da donmuş bulunması, iklimlerin kuruluğu ve soğukluğu sorunları olsun, arazinin engebeliliğinin yarattığı tarımsal sorunlar olsun mü42

tevazı kalmaktadır. Yukarıda tartıştığımız gibi, kuru bölgelerde dağların yüksek otlaklar ve su kaynakları olarak oynadıkları olumlu roller, dağlık arazinin tanın topraklarının alanını sınır­ laması ve ticareti engellemesi gibi olumsuzluklarına ağır bas­ maktadır. Kuzeyin buzlu ovaları ve çöller dahil, lç Asya'nın aralarında büyük yükselti farkları olan birçok bölgesinde arazi etkeni, yerleşik tanın yapma olasılığının karşısındaki sorunla­ rın en hafifidir. Tersine, lç Asya topraklan, yerleşik komşu uygarlıkların yo­ ğun çiftçilik biçimlerindense , tarımsal etkenliğin yaygın/yü­ zeysel türlerine çok daha uygundur. Zengin otlaklarda göçebe çobanlık ile Ren geyiği yetiştirme ve avcılığın orman bölgesin­ deki eşdeğerlerinin başat olması, lç Asya toplumlarının tekno­ loj i , örgütlenme ve değerleri kadar fiziki coğrafyadan gelen toprak kullanımı sınırlarını ve olanaklarını pek güzel yansıt­ maktadır.

İç Asya'nın doğal kuşaklar. lç Asya'da en önemli fiziki-coğrafi bölgelendirme biçimi, bu alanı birbirleriyle bütünlenmiş fiziki çevre bileşenlerini içeren büyük-çaplı ekolojik kompleksler sayılabilecek doğal kuşakla­ ra bölmektir. Başat bitki örtüleri tarafından tanımlanmakla birlikte, bu kuşaklar su kaynaklan ve arazi koşullarının yanı­ sıra, iklimsel etkenler, toprak özellikleri ve bitkileri de kapsa­ yan bütünlenmiş fiziki sistemleri temsil ederler.7 Bu kuşakla­ rın egemen öğesi, öteki doğal özelliklerin çoğu üstünde belir­ leyici bir etki yapan iklimdir. Bir yandan geniş doğal kuşaklar­ la , öte yandan en çok kullanılan iklim sınıflandırmasında Köppen ve diğerlerinin aynmladıkları belli başlı iklim türleri8 sınırlarının neredeyse birebir çakışmaları da, iklimin merkezi rolünü yansıtmaktadır. Birçok bakımdan doğal kuşaklar ayrı­ mının en önemli iklimsel göstergesi, yağışın buharlaşmaya 7 Doğal kuşaklar üstüne klasik inceleme, Berg 1950'dir. 8 Köppen-Geiger 1930. 43

oranı ya da "efektif nem" denebilecek şeydir. Bu ögelerin biri­ ni ele alıp da ötekilerine bakmamak çok yanıltıcı olabilir. Ör­ neğin, tundrada 10 cm yağış, buharlaşma oranının düşüklüğü nedeniyle aşırı nemliliğe yol açabilir; oysa aynı miktar yağış, güneş ışınlarının ve buharlaşmanın çok daha yüksek olduğu Gobi Çölü'nde de görülebilir. Efektif nem derecesi, genellikle kuzeyden güneye, iç Asya'nın doğal kuşaklarıyla büyük ölçü­ de üstüste çakışan geniş şeritler halinde azalır. 9 Bu bölgenin kuzeydeki tundra kenarlarında efektif yağış, buharlaşmadan yüzde SO'nin üstünde fazladır. Öteki uçtaki çöl şeridindeyse yağış, buharlaşma oranının sekizde birinin altında kalır; boz­ kırda bile yağış/buharlaşma oranları çok düşüktür. Çayırlık bozkırla ağaçlık bozkır arasındaki sınır, yağışın ısı kaynaklı buharlaşmanın ancak yüzde 60'ını bulduğu bir efektif nem çizgisiyle çakışır. Bu belirli efektif nem çizgisi, Ukrayna Bozkı­ rı'nın kuzey kenarlarından Baykal Gölü'ne ve Mançurya Ova­ sı'nın kuzey sınırlarına kadar uzanmaktadır. Bu çizgiyle iç As­ ya'nın güney sınırları arasında, tür ve yoğunlukları değişik ol­ makla birlikte, nem sorunları başattır. Bu yüzde 60'lık efektif nem çizgisinin kuzeyinde, insan etkinliklerini nem derecesin­ den çok, ısı azlığı engellemektedir. 10 Doğal kuşakları teker teker tartışmadan önce, iç Asya'nın fi­ ziki-coğrafi açıdan böylece bölgelere ayrılmasının, bu kuşakla­ rı (harita üstündeki kesin çizgilerine üstünkörü bakılınca sa­ nılabileceğinden) daha belirsiz kılan dört özelliği açıklamak gerekir. Bunlardan biri olan, dağlık yerlerde doğal görünümle­ rin dikeyine kuşaklara bölünmesini yukarıda anlatmıştık. Di­ ğerleri de, doğal yörelerin insan eliyle değiştirilmesi; doğal sı­ nırların değişmesi; ve ayrı doga yöreleriyle geçiş kuşaklarının varolmasıdır. Ormanların kesilip tarıma açılması , çayırlık alanların ve ağaçlık bozkırların tarlaya dönüştürülerek sürülmesi, su kay­ naklarının yeniden dağıtılması gibi değişikliklerin yansıttığı 9

Buradaki yağış/buharlaşma oranları, Grigoryev-Rudiko l 960'tan alınmıştır.

10 Hooson 1 966, s. 38. 44

E] Tundra

W �����l� ;p

neya praklı

� Karışık orman g Yaprakdöken al)aç ormanları llIIIll Subtropikal yal)mur llll ll1!ıOlll2!l Tropik yal)mur ormanları ormanları • Akdeniz bitki örtüsü Q Çö l

üzere , genel olarak insan etkinlikleri doğal görünümler üstün­ de büyük bir etki yarattığı için, dünyanın nüfus yoğunluğu daha yüksek olan yörelerinde doğal kuşakların belirlenmesi, manzaralann şimdiki görünümlerine oranla, tarihsel kanıtlar kullanılarak daha kolay yapılabilir. Örneğin, Macaristan Hav­ zası'nın çayırlıkları, besbelli ki özgün bir orman örtüsünün ye­ rini almış eski bir insan-eseri bozkırı temsil etmektedir. 11 lç Asya, birtakım istisnaları olmakla birlikte, doğal çevrenin in1 1 Pounds 196 1 . 45

san eliyle değiştirilmesinin pek önemli boyutlara varmadığı, dünyanın en geniş bölgelerinden biridir. Bölgedeki çoğu yerler bakımından, bozkırlann görece nemli kısımlannda ve ağaçlık bozkır kenarlarında geniş çaplı ve sürekli kuru tanın uygula­ ması, 1 9 . ve 20. yüzyıllara kadar başlamamıştır. lç Asya tund­ ralarının, ormanlarının, otluklarının ve çöllerinin büyük bir bölümü dikkate değer ölçülerde özgün niteliklerini korumuş­ lardır. Bu çevresel kuşak komplekslerindeki bir başka değişim tü­ rünün de, görece kısa-vadeli iklim dalgalanmalarından ileri geldiği söylenebilir. lklim bölgelerinin sınırları, nem derecele­ rindeki ve daha az bir ölçüde de ısı koşullarındaki oynamalara göre yer değiştirir. Doğal kuşaklarda da bunlara karşılık gelen değişmeler olur. Bu gibi sınır değişiklikleri yalnızca kuru yöre­ lere özgü olmamakla birlikte , lç Asya'nın en çok yan-kurak ve kurak kuşaklarında belirgindir ve bu değişiklikler, yağışın yıl­ lık değişkenliğinin, miktanyla ters orantılı olduğunu gösteren bir iklim yasasını yansıtmaktadır. Dolayısıyla bozkır ve çöller­ de düşük yağış ortalaması, efektif nem derecesinde yıldan yıla keskin değişkenlikler ve kuşakların merkez bölgelerinde değil sınırlannda sık sık kaymalar görülmesiyle birlikte gelir. Bazı durumlarda doğadan kaynaklanan sınır değişiklikleriyle, tarla açma ya da çayırlarda aşırı hayvan otlatma yüzünden doğal bitki örtüsünün yok edilmesi gibi etkinliklerin ortaya çıkardı­ ğı değişiklikleri ayırmak zordur. Bu iklim değişmelerinin kısa vadeli ve çoğucası başka şeyleri dengeleyici [ telafi edici] nite­ likte oldukları da söylenebilir. Bunlar, lç Asya'daki tarihsel de­ ğişiklikleri kanıtlanmamış, uzun vadeli iklim değişiklikleriyle kolay yoldan açıklamaya kalkışan eski, hayal ürünü bazı ku­ ramları hiçbir biçimde desteklemezler. 12 lç Asya'nın doğal kuşaklara bölünme sistemini doğru anla­ maya yarayabilecek bir yaklaşım, belirgin kuşaklarla (iyi ta­ nımlanmış tundra, orman, bozkır ve çöl ekolojik kompleksle­ rini birbirinden ayıran) geçiş tipi kuşaklar arasında ayrım gö12 Bu yaklaşımlara bir örnek, Huntington 1 9 1 7'dir. 46

zetmektir. Kuzeyden güneye tundranın gelişememiş bitki ör­ tüsü yerini yavaş yavaş tayganın geniş, iğne-yapraklı ağaç or­ manlarına bırakır; bunların güney sınırını da karışık ve kışın yaprak döken ağaç ormanları sarar. Ormanlarla bozkırın çayır­ lıkları arasındaki geçiş alanını ise, ağaçlık bir bozkır kuşağı kaplar. Bu bölgenin aralıksız ağaç örtüsü, güneye doğru seyre­ lir ve yerini, bozkırın uzun otlu çayırları alır. Bozkırın daha kurak kıyılarında, bu zengin çayırlar, çöl bozkırının (ya da ha­ zan kullanılan bir deyimle, yan-çölün) kısa ve görece seyrek otlarına dönüşür. Bozkırın dört bir yanını geçiş kuşakları sar­ dığı ve yöreler arasında kesin ve kalıcı sınırlar olmadığı için, bozkır terimi, genellikle ve hayli haklı olarak, bozkırın her üç kuşak türünü de kapsayan alanları adlandırmakta kullanılıyor. Çöl bozkırı derece derece kalın bir lç Asya çölleri kuşağına ka­ rışır. Çöl kuşağı içinde bile , çoğunlukla hiç yağış almayan Taklamakan gibi gayet kuru çöllerle Orta Asya'nın biraz daha nemli çölleri arasında bir aynın yapılabilir. 13 Hiç kuşkusuz bü­ tün doğal kuşaklarda iç çeşitlenmeler olmaktadır; fakat bun­ lar, söz konusu kuşakların esas arazi tekbiçimliliğini değiştir­ meye yetecek büyüklüklere pek erişmezler.

Tundra14 Tundra lç Asya'nın en kuzeyindeki doğal yöredir: Lapland'dan Bering Boğazı'na kadar Kuzey Buz Denizi'ne bitişik kıyı ovala­ rını ve dağlarını, ayrıca da Kamçatka Yarımadası'nın başlangı­ cına değin Sibirya'nın kuzeydoğu köşesini kapsar. Tundra ço­ ğu bölümleriyle, başlıca yosun, liken, cüce fundalık ve böğürt­ len gibi meyveler veren çalılardan ibaret uzun ömürlü bitkile­ rin oluşturduğu seyrek ve esas itibarıyla ağaçsız bir vejetasyon örtüsüyle niteliklenen ıssız bir kutup alandır. Bazı yerlerde cü-

13 Meigs 1953, s. 203- 10. 1 4 Bu yöreyle ilgili bilgilerin çoğu şu kaynaklara dayanıyor: Berg 1950, Suslov 196 1 , Murzaev 1954 ve 1958, Anucin 1 948, Wang 196 1 . Ayrıca şu iki atlastan da özellikle yararlanılmıştır: Hsieh 1973 ve [ SSCB] Bilimler Akademisi, 1974. 47

ce huş ağaçlarına da rastlanır. Tundranın uzun kışlar boyunca ısısının - 1 00° F'ın [ -73°C ] altına düştüğü acı soğuk bir iklimi vardır. Yazları kısa ve serindir: temmuz ısı ortalamaları 60° F'tan [15°C ] az olur. Güçlü kutup rüzgarları korunmasız tund­ ra alanlarını sık sık süpürür. Kuzey Buz Denizi'nin soğuk akıntılarına yakınlığı da, komşu kara parçalarında bulutlanma ve sisin çokluğuna katkıda bulunur. Tundra görece az yağış al­ makla birlikte, buharlaşma derecesinin düşüklüğü , ince ve her zaman donuk toprak tabakasının sular altında kalmasına ve bu kuşağın belirli kesimlerinde, özellikle de Batı Sibirya tund­ rasında son derece derin ve kalıcı bir kar örtüsünün oluşması­ na yol açar. Seyrek tundra bitkileriyle beslenen Ren geyiği, bu kuşağın başat hayvanıdır ve bu az nüfuslu yörenin güç koşul­ lar altında yaşayan insanlarının çeşitli gereksinimlerini karşı­ lar. Ren geyiği çobanlığına ek olarak, kürklü tilki ve kır faresi avcılığı da yapılmaktadır. Tundra kuşağı, doğal yöreler sistemi­ ne özgü türden geçiş değişimlerini sergiler. Kuzeydeki kısır kutup tundra güneye doğru yavaş yavaş sık çalıların ağır bastı­ ğı bir çalılık tundrasına dönüşür; o da yerini, dağınık tayga ti­ pi ormanları içeren ağaçlık tundra görünümlerine bırakır.

Orman kuşağı Tayganın iğne yapraklı ağaç ormanları, bu kuşağın başat doğal özelliği olmakla kalmaz, aynı zamanda dünyanın en yaygın ağaç dokusunu da oluşturur. Tayganın ağaçsal (arboreal) man­ zaraları, lskandinavya'dan Ohotsk Denizi'ne kadar yaklaşık 6.000 mil ( 1 0.000 km'ye yakın ] boyunca sürekli ve giderek genişleyen bir bölge halinde uzanmaktadır. Bu bölge kuzey­ güney doğrultusunda 1 . 700 mili ( 2. 735 km ] bulan en geniş enine, Kuzey Kutup Dairesi ve Yukarı Amur Havzası'yla gü­ neydeki Baykal Gölü arasında ulaşır. Bunlardan başka, dağlık tayga Moğolistan ile Mançurya'nın kuzey kısımlarına da sızar. Uçsuz bucaksız orman kuşağında, başat ağaç türleri bakımın­ dan önemli bölgesel çeşitlilikler görülmektedir. Avrupa bö­ lümlerinde Norveç ladini, çam ve köknar egemendir; oysa 48

Urallar'ın doğusunda , sürekli donuk topraklara kendilerini uyarlamış olan Sibirya ve Dahurya melez çamları ağır basar. Orman kuşağında , tayganın hemen güneyinde , ya Avrupa Rusyası'nda ve Kuzeydoğu Mançurya'da olduğu gibi karma or­ manlar, ya da Asya kenarları için karakteristik, kışın dökülen enli yapraklı ağaçların görece dar şeritleri yer almaktadır. Si­ birya'nın en çarpıcı yaşam özelliklerinden biri , 1 . 500 mili (2.500 km) aşkın bir mesafe boyunca taygayı ağaçlık bozkır­ dan ayıran uzun bir huş ağaçlan şerididir. Daha doğuda gerek karışık olarak iğne yapraklı ve kışın yaprak döken ağaç or­ manlarının ve gerekse meşe ve huş ormanlarının geniş sınır alanları, Mançurya Ovası'yla Ussuri Havzası'nın kırlarını dağ­ lık taygadan yalıtırcasına ayırır. Orman kuşağı taygasının ve diğer bölümlerinin ağaç örtüsü sıklığında , bölgesel çapta ve daha küçük ölçeklerde önemli farklar görülmektedir. Kalın bir orman örtüsünün, engebeli arazinin ya da sular altında kalmış toprakların yerel hareketleri engellediği kimi kuzey bölümleri­ ne karşılık, geniş alanlarda ulaşımı büsbütün olanaksızlaştır­ mayan yalnızca dağınık ormanlar ya da ince ağaç sıralan bu­ lunmaktadır. Tayganın kutupaltı iklimi, ocak ayı ısı ortalamaları kuzeyde­ ki Yakutsk'ta -40° F'tan [ -40°C] güneydeki Çita'da - 1 4° F'a [ 25 ,50C ] kadar sıralanan uzun soğuk kışlar v e hayli tekdüze bir temmuz ısı ortalaması 65° F ( 1 8,5°C) dolaylarında olan kısa, serin yazlarla niteliklenir. Burası, genellikle hayli nemli bir yö­ redir; çünkü yağışların görece azlığına karşılık, buharlaşma oranının düşüklüğü nemin devamını sağlar. Orman bölgele­ rinde ve tundrada iklimin sertliği, sürekli donuk kalan bir ala­ nın oluşmasına yol açmıştır; nitekim tayganın büyük bir bölü­ mü her zaman buz tutmuş topraklarla kaplıdır. Buralarda yü­ zey tabakaları zaman zaman çözülür, daha alt tabakalarda ise hiç çözülmeyen kaya sertliğinde donuk topraklar vardır. Bu buzlu toprak ufku , suların çekilip çevrenin kurumasına hiçbir zaman izin vermediği için, don kuşağı yazları, kara ulaşımını engelleyen gerçek bir çamur denizi halini alır. Doğu Sibirya Taygası'nın orta ve kuzey bölümlerinde belli başlı kara yolları, 49

esas itibarıyla soğuk mevsimde kullanılmak üzere tasarlanmış­ tır. Yaygın nehir şebekelerinin ılık aylarda buzlarının çözülme­ si, bu mevsim boyunca onların başat ulaşım kanalları olması­ na yol açmaktadır. Neyse ki, Batı Sibirya'nın sadece kuzey ke­ narları bu donuk-toprak kuşağına girmekte, hatta hep donuk kalan toprakların kural olduğu Yenisey doğusunda bile, don­ ma yoğunluğu bakımından yer yer önemli farklılıklar bulun­ maktadır. Kuzeyde hep donuk kalan aralıksız toprak kuşağı, güneye doğru inildikçe yavaş yavaş dağılır, sonunda güney Taygası'nın donu çözülmüş topraklan içinde sadece oraya bu­ raya dağılmış donuk adalar kalır. Her zaman donuk olmayan alanlarda bile, bütün taygayı kaplayan, maden tuzlan yıkanıp gitmiş podzollu topraklar çok verimsizdir. 1 5 Orman kuşağı, Urallar'ın doğusunda başlıca dört fizyografik bölgeye ayrılabilir: fazla suları Obi-lrtiş sistemine boşalan kit­ lesel Batı Sibirya Düzlükleri; Yenisey Irmağı'ndan Lena Irma­ ğı'nın geniş havzasına kadar uzanan, derinliğine kesilmiş Orta Sibirya Yaylaları ve bu yörenin dağlık güney bölümleri; Le­ na'nın doğu ve güneydoğusundaki görünümlere egemen olan, kar kaplı dağ silsileleri; ve Pasifik'le Ohotsk Denizi'nin kıyıla­ rından başlayıp Amur-Ussuri ırmak sistemlerinin havzalarına kadar giden düzlükler. Yukarıda değinildiği üzere, bu coğrafi alt-bölgeler, kuzeye doğru akan Sibirya ırmaklarının doğu-batı doğrultusundaki kollarından ve yüzyıllardır yapılan taşımala­ rın açtığı görece kısa kara yollarından yararlanılarak birbirleri­ ne bağlantılandırılmıştır. Ancak, Sibirya ırmakları yukan bö­ lümlerinde yılın en az yarısı, Kuzey Buz Denizi ağızlan yakın­ larındaysa dokuz ay boyunca donuk kalır. Aşağı bölümlerin yukarı bölümlerden daha uzun dönemler sırasında buzlarla tı­ kanması, her yıl yinelenen geniş sel baskınları yaratmaktadır. Geleneksel orman kuşağı, Rengeyiği çobanlığı ve avcılık ya15 Kışın yaprak döken ağaç alanlarıyla karına-orman kuşağının büyük bir bölü­ münde daha verimli, gri/kahverengi podzollu topraklar vardır; çünkü bunlar, tayganın podzollu topraklarına oranla, maden tuzlarını daha az kaybetmişler­ dir (yani üst tabakalarında, bitkilerin besleneceği minerallerden o kadar yok­ sun değillerdir.) 50

pılan bir bölgedir. Burada, sığın [ iri kuzey geyiği] , geyik, ayı, vaşak ve Sibirya ile Mançurya'nın ünlü kaplanları gibi birçok büyük hayvan yaşar. Böyle olmakla birlikte, Rusların bu böl­ gelere erken tarihlerde gelmesinin daha önemli nedeni, samur, tilki, kakım [ hermin] , zerdeva ve her yerde bulunan sincaplar gibi küçük kürk hayvanlarının varlığıdır.

Bozkır kuşaklar. Bozkır kuşaklarının merkezinde, tipik bozkır otlukları ya da kırları yer almaktadır. Kuzeye doğru, daha nemli olan ağaçlık bozkırın geçiş alanı, bu otlukları kışın yaprak döken ağaçların ya da karma ormanların sürekli kuşağından ayırır ve her iki bölgenin bitki örtüsünü birleştirir. Bozkırın daha kuru olan güney kenarlarında çöl bozkırının kısa otları, lç Asya'nın kır­ larıyla çölleri arasındaki yaşam çizgisini oluşturmaktadır. Boz­ kırların ot örtüsünün zenginliği, genellikle lç Asya çöllerinden uzaklığıyla doğru orantılı olarak artar. Bu genelleme, dağ or­ manlarına kadar manzaraların irtifaya göre kuşaklara ayrılma­ sı için de geçerlidir. Ağaçlı ya da ormanlı bozkır, eğri büğrü ve dar bir şerit ha­ linde Kuzey Urallar'dan başlayarak Kazakistan'ın kuzeyinde geçip Hangay ve Kentey dağlarının, daha az bir ölçüde de Al­ taylar'ın fazla yüksek olmayan yamaçlarında otlarla kışın yap­ raklarını döken ağaçların karıştığı Batı Sibirya ovalarının ve Moğolistan'ın güney kenarlarına kadar uzanır. Aslında, Maca­ ristan Havzası da ağaçlı bozkır diye sınıflandırılabilir. Bu kuşağın hemen hemen bütün nitelikleri, orman ve boz­ kır kuşaklan arasında yeraldığını göstermektedir. Tipik görü­ nüm, çayırlık ya da karma otluk bozkır, başlangıçta da araları­ na dağınık olarak kışın yaprak döken ağaç topluluklarının gir­ diği teleğe benzeyen uzun otlardır. Ağaçlı bozkır alanlarının çoğunda verimi düşük kara topraklar (çernozem) bulunmakta­ dır. iklimi de, hem orman hem de bozkır bölgeleri iklimleri­ nin özelliklerini taşır. Kışlan soğuk ve kuru , yazları hafif ılık­ tır. Ağaçlı bozkırın buharlaşma oranı, komşu orman alanların51

dan daha yüksek, aldığı yağış da bozkırdan daha fazladır; bun­ ların birleşmesi, düşük bir efektif nem derecesine yol açar: or­ talama yağış buharlaşma oranının % 60 ila % 99'una eşittir. Komşu geçiş alanlarına karşılık, bozkır bölgesi Karadeniz'in kuzeyinden Mançurya ovalarına kadar geniş bir otluk kuşağı­ nı kapsayan, farklı bir ekolojik sistem oluşturmaktadır. lç As­ ya'nın batı alanlarında, bozkırın belli başlı alt-bölümleri Uk­ rayna, Kuzey Kafkasya ve Güney Urallar ile uçsuz bucaksız Kazak ya da Kırgız bozkırıdır. Doğu bozkırlanysa, Moğolis­ tan'ın orta ve doğusundaki geniş otlukları ve Mançurya kırla­ rını kapsar. Aynca 1li Irmağı'nın bereketli vadisi gibi, Çungar­ ya'nın Tann Dağlan ve Altay kenarlarındaki yüksek bozkırlar da, bu alanın içinde sayılmak gerekir. Neredeyse aralıksız bir ot örtüsü, bozkırın en ayırıcı niteli­ ğidir. Bu otlukların türü ve kalitesi yer yer değişmekle birlikte, ortak özellikleri, göçebe çobanlık için bol ve kolay yararlanı­ lan bir yem tabanı sağlamalarıdır. Bozkırdaki kara topraklı yö­ reler, tipik olarak teleğe benzeyen uzun, tüysü otlar, çayırlar (festuca) ve karışık çimenlerdir. Bozkırın daha kurak güney kenarlarında , yaşam yapısına tüysü otların çeşitli türleri ve başka tahıl bitkileri egemendir. Çoğucası, bozkırın içindeki bir alanda mayıs ayından güze kadar artlarda çeşitli ot türleri biter ve böylelikle, geniş bir yem olanakları dizgesi sunar. Bozkırı zengin otlarından başka, topraklarının verimliliği de niteliklendirmektedir. Ukrayna'dan Batı Sibirya'da Altay Dağla­ n'nın başlangıcına kadar uzanan bir şerit içinde son derece ve­ rimli kara topraklar vardır. Sonra, doğudaki Mançurya Düzlük­ leri'nin ortasında önemli bir kara toprak kuşağı yeniden ortaya çıkar. Ukrayna ve Kazakistan bozkırlarının güney bölümlerinde de, hemen hemen bütün Moğolistan otluklannda olduğu gibi, görece verimli kara kestane topraklan vardır. Bozkırın kuru gü­ ney kenarlanndaysa açık kestane topraklar başattır. Bozkırda yan-kurak bir kıta iklimi hüküm sürer. Kutup ha­ va kitleleri uzun kış aylarında bozkırlara girer ve ocak ayı or­ talamalarını kuşağın çoğu yerlerinde - 1 0° F [ -23°C ] ile + 1 0° F [ - l 2°C] arasına indirirler. 20° F'ı [ -6,6°C] bulan ocak ayı ısı 52

ortalamalarıyla Avrupa otlukları, bu bölgenin en ılık bölümü­ dür. En sert bozkır kışlanysa, içerilerdeki konumu, dağ sınır­ lan, bulutsuz gökleri ve hep üstündeki yüksek basınç kuşağı­ nın getirdiği dondurucu hava yüzünden Moğolistan'da geçer. Yukarıda değinildiği üzere, Ulan Bator'un ocak ayı ısı ortala­ ması - 1 7° F'tır [ -2 7°C ] ; ekimden marta kadar altı ay boyunca da, ısı ortalamaları donma noktasının altında kalır. Çungarya Bozkırı'ndaki Urumçi'de ocak ortalaması 5° F [ - 1 5°C] olur; Mançurya'nın Harbin şehrindeyse, bu sayı -4° F'a [ -20°C] dü­ şer. Her iki kentte de, ısı ortalamaları donma noktasının altın­ da geçen ay sayısı yaklaşık beştir. Tersine, bozkır yazlan her tarafta sıcaktır: Avrupa Bozkırı'nda yazlar bu kuşağın başka yerlerindekinden daha uzun sürmekle birlikte, hemen hemen bütün kuşakta temmuz ayı ısı ortalamaları 65 ila 75° F [ 18,5240C] arasındadır. Mançurya'daki anormal ısı derecelerini ay­ nca incelemek gerekir. Burada kışlan, mevsimlik Moğolistan antisiklonundan kaynaklanan soğuk rüzgarların karadan Pasi­ fik'e doğru esmeleriyle tayga-türü bir hava egemen olmakta­ dır. Yazlarıysa tersine, Pasifik hava kitlelerinin komşu karalara doğru hareket etmesi sonucu , ılık ve nemli geçmektedir. Bu yazlık muson etkileri içerilere gidildikçe hızla ortadan kalkar; Moğolistan ve Sinkiang bozkırları, çoğu Atlantik'ten kaynakla­ nan az bir yaz yağışı alır. Bozkır, yıllık ortalama yağışı 1 0 ila 20 parmak (25-50 cm) arasında kalan nemi düşük bir yöredir. Avrupa ve Mançurya otlukları bu rakamların büyüğü düzeyindeyken, Moğolistan ve Sinkiang küçüğüne daha yakındır. Bir bütün olarak bozkır­ da, yağış buharlaşma oranının % 30'uyla % 59'u arasındadır. Neyse ki, nem sorunu bu verilere bakarak sanılabileceği kadar vahim değildir. Batı bozkırlarında yaygın kol şebekeleri olan birçok büyük ırmak sistemi vardır. Bunlar Avrupa bölümlerin­ de Tuna, Dinyeper, Don ve idil sistemleridir. Doğuda Kazak Bozkırı'nın sulan Obi-lrtiş'ten akar. Doğu bozkırlarının çoğu yerleri, iç sular kuşağında kalmakta, sadece Kara-lrtiş, Moğo­ listan'ın kuzey kenarındaki ırmaklar -özellikle Orhun ve Se­ lenga- ile Amur'un Liao ve Sungari kolları okyanuslarla birleş53

mektedir. Ama, hidrolojik durumu dengeleyen başka öğeler de vardır. Nemli Avrupa hava kitlelerinden bir ölçüde yararlanan Çungarya Bozkın'nda, sularını bitişiğindeki Tanrı Dağlan'nın kuzey yamaçlarından akan ırmakların taşıdığı birçok geniş va­ ha bulunmaktadır. Moğolistan otluklannda, yeraltı su tabakası yüzeye pek yakındır ve yüzyıllardır kullanılmıştır. Son olarak şurasını da belirtmek gerekir ki, bozkınn nem sorunları, bu kuşakta öteden beri gelişmiş olan göçebe çobanlığı değil, baş­ lıca tahıl tarımını ilgilendirmektedir. Bitki örtüsünün yanısıra, bozkırın çoğunun görece yumu­ şak engebeleri de, otluklarda hareketin kolay olmasına katkıda bulunmaktadır. Dağların bile alçak irtifalı bozkır şeritleri ko­ layca geçilir. Önemli bir arazi farkı, bozkınn doğu kesiminin yüksek irtifalandır. Bu alanlar, dağ sınırlarıyla hemen hemen toptan kuşatılmış olmakla birlikte, yerel görünüş hayli düz ya da hafif girintili çıkıntılıdır. Örneğin, Moğolistan Platosu , biti­ şiğindeki ovaların tabanından keskin bir yükselişle ortalama 5.000 kadem [ 1 . 650 mi yüksekliğe erişir. Fakat dağlık bozkı­ rın dışında, otlukların çoğu ancak küçük arazi girinti çıkıntı­ ları olan alanlara yayılmıştır. Güneye doğru uzanan kuru sınırlarında , bozkır çayırları, bozkırdan çöle doğal geçiş alanlan olan çöl bozkırının ya da yan-çölün aralıklı kısa otlarıyla birleşmektedir. Çöl bozkın şe­ ridi Hazar'ın kuzeyinde başlar ve Sinkiang, Gansu , Moğolis­ tan'ın güney ve kuzeybatı yörelerindeki ovalardan geçen geniş bir kuşak oluşturur. Orta Asya'da bu kuşak bozkın Turan çöl­ lerinden ayırmakta, doğudaysa altta kalan Gobi Çölü ve uzan­ tılarıyla Moğolistan otluklannı bölmektedir. Çöl bozkırlarında açık kestane türü bir toprak örtüsü üzerinde, teleksi otlar ve pelinotu gibi çalılar (artemisia) başattır. Kıta iklimi vardır, ama yazlar 75 ila 80° F'lık [ 24-26,5°C] temmuz ayı ısı ortalamala­ rından anlaşılabileceği üzere, bozkırdan biraz daha sıcak ve kışlar biraz daha az sert ya da uzundur. Yıllık yağış, buharlaş­ ma oranının yalnızca % 1 3 ila 29'u anlamına gelen 6 ila 1 0 parmaktır [ 1 5-25 cm ] . Bu durum, çöl bozkın bölgesinin ku­ rak alanda sayılmasını gerektirmektedir. Fakat eni 50 milden 54

[ 80 km] az, boyu 600 mili [ 900 km] aşkın yapısal bir çöküntü olan ünlü Gansu Koridoru, bu kuru yöredeki birbirlerine ko­ şut dağ sıraları arasında yer almakla birlikte, suları başlıca komşu Nan Dağları'ndan gelen bir dizi verimli vahayla dolu­ dur. Böylelikle, bu koridor kurak topraklar arasında önemli bir geçiş yolu haline gelmiştir. Tıpkı çöl bozkırının daha nemli bölümleriyle bitişik bozkırın otlakları arasında bir ayrım yap­ manın sorun olması gibi, daha kuru kenarlarında, çöl bozkırı­ nı gerçek çölden ayırmak da güçtür. Bozkırın her üç yöresinde çeşitli hayvanlar yaşamaktadır. Ama en önemlileri, göçebe ço­ banların evcil hayvanlarıdır. Bozkır atları dünyaca ünlüdür; çöllerde ve Gansu Koridoru gibi çöl bozkırı alanlarında da Baktriya develerinin yetiştirilmesi büyük önem taşımıştır. Sı­ ğır, koyun ve keçi otlatılması da, bozkır kuşağının doğal ko­ şullarına iyi uyum sağlamıştır.

Çöl kuşağı Hazar Denizi'nden Moğolistan'daki Gobi ve Ordos çöllerinin doğu sınırlarına kadar, iç Asya'nın güneydoğu bölümlerinin çoğunu kitlesel bir çöller kuşağı kaplar. Bu çöl kuşağının Orta Asya bölümünde, Karakum'un geniş kum tepelerini ve Kızıl­ kum'un oturmuş [stabilize olmuş] kum ve taşlık tabanlarını içine alan Turan alçak düzlükleri başattır. Bu iki büyük çölü , Amu Derya'nın yoğun bitkili alüvyon ovası ayırmakta , Sır Derya boyunca uzanan kışın yaprak döken ağaç ormanları da, Kızılkum'la kuzeydoğudaki kumluk Muyunkum arasında bu­ na benzeyen bir işlev görmektedir. Bu kurak şerit, Balkaş Gö­ lü'nün batısındaki ıssız Betpak-Dala'ya ve gölün güneyinde yer alan Sarı-lşıkotran Çölü'nün geniş kumluk alanlarına kadar uzanır. Orta Asya'nın batı ucundaki Üstyurt Yaylası Aral Gö­ lü'nün batı kıyılarından ve Hazar'ın Karaboğaz-Gölü Körfezi­ 'nin doğu kenarlarından dimdik yükselir ve komşusu Kara­ kum Çölü'nden bile daha kısırdır. Aral Gölü'nün doğu ve güneyindeki Karakum ve Kızılkum çöllerinin ortası yılda 4 parmaktan [ IO cm] az yağış alır. Fakat 55

Orta Asya çöl kuşağının bazı dış çeperlerine, en çok ilkbahar­ larda olmak üzere , yılda 8 parmak ( 20 cm] kadar yağış iner. Ama bu bile, buharlaşma oranının ancak % 1 5'i kadardır. Orta Asya'nın genel kuraklığı, tuzlu ve yüksek alkalinli topraklann ortaya çıkmasına yol açmıştır. Maamafih, sulamayla verimli hale getirilebilecek gri çöl toprakları çok daha olağandır. lyi bir talih eseri olarak, Orta Asya'nın en kaliteli topraklan, gü­ neydeki dağların eteklerinde yer alan vahalarda ve büyük ne­ hirlerin alüvyon ovalarında bulunmaktadır. Verimli vahalar, fazla sularını Sır Derya'nın aldığı Fergana Vadisi ve Taşkent vahalan dahil, Amu Derya ile Semerkand ve Buhara vahalan arasında akan Zerefşan boyunca sıralanmış , daha çok, löslü dağ kenarı ovalarındadır. Ayrıca, Amu Derya Deltası'nın alüv­ yonlu toprakları, insanların en eski çağlardan beri, Harezm va­ hasının deltasında yaşamalarını desteklemiştir. Orta Asya ır­ makları yılda iki kez büyük bir debiyle akar: önce yağmurların en çok yağdığı ve alçak yamaçlardaki karların eridiği ilkbahar­ da, sonra da dağ buzullannın çözüldüğü yaz ortasında. Vaha­ ların çevresindeyse, çalı ve yarı-çalıların başat olduğu seyrek bitki örtülü çöller bulunmaktadır. Bu orta enlemli Orta Asya çöllerini, belirgin mevsimlik ve günlük (gece-gündüz) ısı değişmeleri niteliklendirir. Böyle ol­ makla birlikte, kışlar genellikle kısadır ve güney kenarlannda, ortalama ısının donma noktasının altına düştüğü sadece bir ya da iki ay olur. Yazlar sıcak geçer; güneyde temmuz ısı ortala­ maları 85° F'tır [ 27,5°C ] . Bazı günler, ısı 1 20° F'a [ 49°C] ka­ dar çıkar. Dağların oluşturduğu bir kesintiden sonra, çöl kuşağı doğu­ ya doğru , Tanrı Dağlan'nın ve ona bitişik bozkınn birbirinden ayırdığı iki şerit halinde devam eder. Bu şeritler, Tanın Havza­ sı'nın doğu çıkışında yeniden birleşir ve en önemlisi, Moğolis­ tan Yaylasının güney bölümündeki Gobi olmak üzere, sürekli bir çöller dizisiyle doğuya ilerler. Yükseklerdeki bu orta enlem çöllerinin ayıncı özellikleri, devamlı kuraklık, soğuk kışlar ve sıcak yazlardır; bir de, her mevsimde gündüz saatleriyle çöl geceleri arasında çarpıcı ısı farkları olmaktadır. Çok değişik 56

çöl türlerinin bir karması yaygın bulunmakla birlikte, genel­ likle bu çöllerin yüzeyleri batıda kumlarla, merkezi Gobi yöre­ lerinde taş ve çakıllarla, Ala Dağlar ve Ordos'un doğu çöllerin­ deyse kum ve çakıllarla kaplıdır. Çepeçevre kapalı Tanın Havzası'nın ortasını işgal eden Tak­ lamakan Çölü'nde hazan 300-400 kadem, [ 1 00-130 metre ] yüksekliğe kadar çıkan gezici (seyyar) kum tepeleri (barhan) vardır. Bu uçsuz bucaksız kum bölgesinde , Lobnor Gölü'ne akan Tanın Irmağı ve kollan boyunca yetişen "tugay" dışında hemen hemen hiçbir bitki yoktur. Okyanuslardan uzaklığı ve denizlerin üstündeki hava kitlelerinin buraya erişmesini engel­ leyen dağ sıralan nedeniyle Taklamakan Çölü yeryüzünün en kuru yörelerinden biridir. Yılda 2 parmaktan [5 cm] az yağış alır, birçok yıllardaysa buraya hiç yağmur yağmaz. Ama bu çö­ lün güney ve kuzey kenarlarında, tersine, Kunlun ve Astın Tağ, Pamirler ve Tanrı Dağlan'nın Tanın Havzası'nın dağlık iç çe­ perlerine bitişik, eşik halinde bir dizi verimli vaha bulunmakta­ dır. Güneyde ve batıda, bunlar Kaşgar, Yarkend, Hotan, Keriya vahaları ve Tanın lrmağı'nın aralıksız/sık kollan üstündeki baş­ ka vahalardır. Kuçe ve Aksu gibi daha küçük vahalar, havzanın kuzey sınırındaki Tanrı Dağlan'nın güney yamaçlarına komşu­ dur. Daha az kapsamlı bir kum ve çakıl çölü, Çungarya Havza­ sı'nın göbeğinde, Tanrı Dağları ve Altay Dağları'nın arasında yer alır ve her iki dağ silsilesinden otluklarla ayrılır. Çöllerin kumlu olanlarıyla taşlı-çakıllı türlerinin arasındaki geçiş alanı, Tarım Havzası'nın hemen dışındaki ıssız Pei Şan Çölü'ndedir. Bu susuz çölde ve Gansu Koridoru'nun batı uçla­ r ı dahil, bitişik çöl arazisinde , buralara Kara Gobi adının veril­ mesine yol açan, parlak siyah çakıllardan bir taban yüzeyi bu1 unur. Başka sorunlarının yanısıra , bu alanda özellikle ara mevsimlerde, sık ve güçlü fırtınalar da görülmektedir. Yüzeyinin küçük bir bölümünü kaplayan kum tepelerine karşın, yılda 4 parmaktan [ 1 0 cm] az yağış alan Moğolistan Gobisi'nin uçsuz bucaksız gibi görünen çöl ovaları, esas itiba­ rıyla bir çöl tabanı oluşturan taş ve çakıllarla kaplıdır. Yerdeki kum ve mil, önemli bir ölçüde rüzgar aşındırmasıyla havalan57

dınlıp, anlaşılan Büyük Çin Seddi'nin güneyindeki löslü dağ eteklerine yığılmıştır. Gobi'nin yüzeyi, engebeleri açısından büyük çeşitlilikler göstermektedir. Tipik olarak bu arazi, göre­ ce alçak dağ ve tepelerle ayrılan geniş havzalara bölünmekte­ dir. Bu havzaların içinde de, görece sığ ve su sızdırmayan çu­ kurlar bulunmakta, buralarda bir dizi gölcük ya da playa (ta­ kır) oluşmaktadır. Gobi'nin kimi bölümlerinde hiç bitki yok­ ken, kimi bölümlerinde de saksaul çalılıkları ve yer yer çimen­ likler bulunmaktadır. Güneye doğru , Gobi, Gansu Koridoru'nun kuzeyinde Ala Dağlar çölüyle ve Çin Seddi'nin kuzeyindeki Sarı Irmağın büklümü içinde yer alan Ordos Çölü'yle birleşir. Ala Dağların batı bölümüne Küçük Gobi denir; burada çok seyrek bitki ve kumla çakıldan oluşan bir taban yüzeyi bulunmaktadır. Doğu kenarlarında, üstlerinde çalıların bittiği kum tepeleri başattır. Ordos Çölü , geniş ölçüde bitki örtüsünden yoksun, çok geniş, hemen hemen kesintisiz bir oturmuş kum ve tepeler yayılımı­ dır. Bu çöldeki bazı kurumuş çöl yatakları, seyrek bir bitki ör­ tüsü barındıran çöküntüler (tsaidam) meydana getirmektedir. Pamir'den Altay'a dağlık bölmenin karşıt yanlarında yer alan kurak ve yan kurak kuşakların fiziki-coğrafi fark ve ben­ zerlikleri tartışılırken, bu dağların içinden ulaşım ve etkileşim olanakları da vurgulanmalıdır. Büyük yükseklik ve engebeleri­ ne karşın , bunların aralarında yoğun bir biçimde kullanılan önemli ulaşım koridorları vardır. Tanın Havzası içinden geçen çöl ve vaha yolları, görkemli Pamir'deki Terek Geçidi aracılı­ ğıyla Kaşgar'dan devamla, verimli Fergana Vadisi'ne varıncaya kadar Pamir'in geniş ve büklümlü vadilerini izler. Kulca'dan geçen, daha kuzeydeki bir yol, Tann Dağlan'nın paralel sırala­ n arasından akan 1li Irmağı'nın zengin otluklarından ilerleye­ rek Gansu Koridoru, Turfan Çöküntüsü ve Urumçi üzerinden uzun ve önemli bir hat çizerek Balkaş Gölü'ne erişir. Bu yolun daha da önemli bir almaşığı, Urumçi'yi bir ara-durak olarak kullanarak Tann Dağları'nın Çungarya'daki Ala Dağlar uzantı­ sı ile Barlık Maili Sıradağları arasında bulunan ünlü Çungarya Kapıları Vadisi'nden geçmektedir. Çungarya Kapılan, Semireç58

ye yöresiyle Kazakistan'ın geniş otluklarına açılır. Bu tarihi ge­ çitte, kışlan yer karlannı eritmeye yetecek kadar ılık olan Ebi­ Nor Gölü çevresindeki doğu girişlerinden kaynaklanan güçlü yerel rüzgarlar esmektedir. Barlık Maili ile Altay Dağları arasında, iki tane daha dağ-içi koridoru bulunur. Bunlardan biri, kuzeyde sınınnı Tarbagatay sıralannın oluşturduğu Çugucak (Taçeng) yoludur. Kuzeydo­ ğu yönünde daha yoğun olarak kullanılan bir yol ise, geniş bir cadde halinde Zaysan Gölü'ne ve en sonunda da Kazakistan ve Batı Sibirya kırlarına varmak üzere , Altaylar'ın güney yamaçla­ rı ve Kara lrtiş Vadisi boyunca otluklardan geçmektedir. Genel olar�k, lç Asya'nın çeşitli doğal kuşakları arasında kuzey-gü­ ney ulaşımı ya pek az doğal engelle karşılaşır, ya da arazi ko­ şullarının çetinliği gibi sorunlar çıkınca yukarıda doğu-batı iletişimi için anlatılanlara benzeyen çözümler fazla sıkıntı çe­ kilmeden bulunur.

59

ÜÇÜNCÜ BÖLÜ M

TA R i H i N ŞA FAG I N DA iÇ ASYA

.........

....•....

A . P. OKLADNlKOV (Novosibirsk)

ÇEViREN Doç. Dr. ALAEDDlN ŞENEL

1 9 . yüzyılın sonlarıyla 20. yüzyılın başlan, arkeologların Asya kıtasında yaptıkları son derece önemli keşiflere tanık oldu . As­ ya , tarihte ilk kez, insanlığın uzak geçmişini araştıran bilginle­ re , insan türünün ortaya çıkışıyla ilgili karmaşık olayların ger­ çekleştiği ve kültürlerin, sık sık da yüksek kültürlerin doğup, birbirinin yerini aldıkları ve de dünya tarihinde derin izler bı­ raktıkları bir ülke olarak göründü . Söz konusu keşiflerin yapıldığı ülkeler, batıda Hindistan , Mezopotamya , Filistin; doğuda Çin, Japonya, Kore'nin bazı bölümleri, Çinhindi ve Malaya Takımadaları gibi geniş anlam­ larıyla Uzakdoğu ve Yakındoğu kavramlarının kapsamına gi­ ren yerlerdi. Bununla birlikte, sıradan kimseler kadar bilginlerin de en erken evrelerinde dünya tarihinin durumu ile ilgili imgeleri, şu ya da bu nedenle Hindistan'ın ve Çin'in kuzeyine ve doğu­ suna uzanan, Asya'nın daha içlerindeki topraklan kapsamadı. Tarih, yüksek sıradağlar barikatına takılmış, Avrupalı tarih­ çilerin Yakındoğu ve Uzakdoğu ülkeleri olarak adlandırdıkları yerlerin tarımsal nitelikli yüksek kültürler dünyası ile öteki ülkeler arasına bir duvar gibi örülmüş bu ulu dağların ve top­ rakların ötesine geçememiş gibi görünmektedir. Oysa, aslında, 61

söz konusu sınırların ötesinde, varlığı bilinmemekle birlikte, büyük bir tarih dünyası yaşamıştı. Asya kıtasının fiziki coğrafya haritasına şöyle bir gözatmak bi­ le, bu sınınn grafik bir görünümünü sunar; onun uçsuz bucak­ sız boyutlarını görüp anlamamıza olanak verir ve böylece, ilk­ çağda, söz konusu doğal ve tarihsel barikatların gerisinde, kıta­ nın en iç bölgelerinde yaşamış toplulukların, tarihsel gelişmenin gidişine yaptığı gerçek etkiyi kavramamızı sağlayabilir. Bu bari­ katların en önemlisi, en yüksek doruklarını Gaurişankar ve de Everest* tepelerinin oluşturduğu güneydeki Himalaya Sıradağla­ rı, muson yelleri, sıcak iklimi ve bol yaz yağmurlarıyla Hindis­ tan ve Hint Okyanusu bölgesini lç Asya'dan ayırmaktadır. Ancak, güneydekilerden başka engeller de vardır. Bunlar, lç Asya'nm batı sınırlan boyunca uzanmaktadır. Himalayalar ka­ dar etkileyici, Himalayalar kadar ulu olan , lç Asya ile Turan ülkesinin geniş bozkırları arasına girmiş bulunan Pamir masif­ leri ile Tanrı Dağlan, Sovyet Orta Asyası'nı, Kazakistan bozkır­ larından, Türkmenistan çöllerinden ve ldil (Volga) bozkırla­ rından ayırmaktadır. Bu doğal barikatın kuzey bölümünü , kıtanın batısında, Sa­ yan-Altay [ sıradağları ] sisteminin dorukları, kıtanın doğusun­ da ise, Vitim-Patum yaylaları oluşturmaktadır. Sınırlan bu orografi sistemi ile çizilmiş olan lç Asya, kendi­ ne özgü toprak biçimleri, karakteristik florası (bitki örtüsü) ve faunası (hayvan türleri) ile , gezegenimizin geride kalan bölge­ lerinin yanında kapalı bir birim olarak görünür. Ne var ki, bu kapalı ülke , alçak bir ova değildir, deniz düzeyinden yüksekte bulunan, kurak ve kışları oldukça sert bir iklime sahip olma­ sıyla tanınan bir toprak parçasıdır. Burası, ormansız bozkırlar, içlerinde büyük ve çoğu tuzlu göllerin bulunduğu derin çö­ küntüleri izleyen sayısız sıradağlar ve tepeler ülkesidir. Daha kuzeyde, Sayan Dağları'nın ötesinde, tayga, yani uçsuz bucaksız ormanlar okyanusu uzanır; onların da ötesinde, or­ manlık tundralar bulunur; son olarak, bunun ötesinde ise, Ku(*) Gaurişankar, denizden 7 7 1 4 ; Everest, 8848 metre yüksekliktedir - ç . n . 62

zey Buz Denizi kıyılan boyunca, Bering Boğazı'ndan Kola Yarı­ madasına [ lskandinavya] kadar tundra uzanmaktadır. iç Asya'nın Amur lrmağı'nın yukarı kavşaklarından başla­ yan en doğusundaki topraklarında, Ussuri taygası, Büyük Çin Seddi yönünde uzanır. işte burada, hem kuzeyli hem güneyli öğeleri kendinde birleştiren florasıyla ve faunasıyla , yayvan yapraklı ağaçlardan oluşan ormanlarla karşılaşırız ; kaplanın rengeyiği avladığı, yabani asmanın ve manolya sarmaşığının mavi j eddo ladininin dalına ve gövdesine sarıldığı ülke, işte burasıdır. Burası, artık tam anlamıyla iç Asya'dır. Asya kıtasının bu topraklarının, insan ile doğanın etkileşimi bakımından, tarihçinin özellikle ilgisini çeken bir nitelik taşı­ yacağı, neredeyse temellendirilmesi gerekmeyen bir düşünce­ dir. Buradaki doğa koşullarının kendine özgü nitelikleri, tarih­ sel gelişme, kültürel yaratıcılığın biçimi ve insanın varolma sa­ vaşımı üzerine, izlerini mutlaka bırakmış olmalı. Buralarda yaşayan halklarla çevrenin etkileşiminin alacağı biçim de, en az bunun kadar önemlidir. Söz konusu etkileşi­ min, dünyanın ilkçağda izlediği tarihsel gelişme sürecine ilgi duyan birinin dikkatinden kaçması düşünülemez. Bu konuda, Hunların volkan lavlarını andıran akınlarının Avrupa'nın altı­ nı üstüne getirdiğini; ya da bundan yedi yüzyıl sonra, Cengiz [ Çingiz ] Han'ın ordularının sel gibi akışının yarattığı dramatik olayları anımsamak yeter. Öte yandan, Tunguz, Moğol, Türk ve Fin-Ugor gibi dallanıp budaklanıp yayılmış dil ailelerinin ve etnik grupların ve de Pa­ leolitik Çağ Asyalılarının yazgılarının iç Asya ile bağlantılı ol­ ması da, dünya tarihinin ilgisiz kalamayacağı bir olgudur. Ve gene, dünya tarihi açısından, iç Asya'nın geçmişiyle ilgili en önemli sorunlardan birini, bu ülkenin, insanın kökeni ve ge­ zegenimizdeki ilk fetihlerindeki rolünün ne olduğu sorusu­ nun oluşturması boşuna değildir. Bilindiği gibi, insanın atalarının önceleri orman yaşamı sür­ müş oldukları varsayımından gidilerek, insanın evriminin an­ cak, orman koşullarından yavaş yavaş uzaklaşıldığı yerlerde, yani tropikal ya da subtropikal ormanlardan açıklık alanlara, 63

birdenbire değil, yavaş yavaş geçilen bir ülkede gerçekleşmiş olabileceği sonucuna ulaşılmaktadır. 1 9 . yüzyıl içinde ve 20. yüzyılın başında, birçok büyük bilgin, buna en uygun koşulla­ rın, lç Asya'da, Tersiyer (Üçüncü) Dönemin sonuyla Kuvater­ ner (Dördüncü) Dönemin başında bulunduğuna inandı. Bu­ nun üzerine, insan türünün lç Asya'da doğduğu ve dünyanın öteki bölgelerine, günümüzde insan topluluklarının yaşadığı dünyaya buradan yayıldığı yolunda, zaman ve mekan kapsamı bakımından "büyük" kuramlar geliştirildi. 1 N e var ki, insanın atalarının l ç Asya kökenli olduğunu gös­ terecek sansasyon yaratıcı keşiflerde bulunulacağı beklentileri, daha 20. yüzyılın başlarında bile, yerlerini aynı derecede bü­ yük düşkırıklıklarına ve karamsarlıklara bırakmış bulunuyor­ du . Buna, Roy Chapman Andrews'un yönetiminde yürütülen, Paleolitik insanı ve kültürü arayan Orta Asya Araştırma Sefe­ ri'nin ve aynı derecede büyük bir sefer olan Sven Hedin tara­ fından yönetilen Çin-lsveç Araştırma Seferi'nin Moğolistan'da böyle kalıntılar elde etme amacına ulaşamamaları neden ol­ du . 2 Çin'in buraya komşu bölgelerinde elde edilen, Sinanthro­ pus Lantian insanı ile başlayan ve Kekhe'de, Alt Pleyistosen Bölümüne ya da Orta Pleyistosen'e ait olan bir kültürle karşı­ laşılmasıyla sona eren son derece ilginç buluntular, lç Asya yerlisi [ erken] insanı ve onun kültürünü ortaya çıkarma bek­ lentisinde olanlara daha büyük bir düşkırıklığından başka bir şey getirmedi . japonya'da yapılan keşiflerin etkisi de, aynı yönde oldu ; geçtiğimiz 20 yıl içinde, burada, hiç beklenmedik biçimde, çanak-çömlek öncesi (pre-keramik) bir kültürün var­ lığının ortaya çıkarılmasının yanısıra, Hosino, Nyui gibi kalın­ tı yerleri ve Fukui Mağarası gibi yerler, 40 belki de 60 binyıl öncesine ait olup, Sibirya ya da Moğolistan'da bugüne değin bulunan yerlerden çok daha eskiydiler. SSCB Bilimler Akademisi ile Moğolistan Halk Cumhuriyeti Bilimler Akademisi tarafından yürütülen ve uzun yıllar ( 1 949 , 1 V.E. Lariçev, 1949.

2 ] . Marunger, 1950; A.P. Okladnikov, 195 1 . 64

1 960- 1 970) süren Sovyet-Moğol Paleolitik Araştırma Seferinin buluşları, yukarıdaki kanıları kesin olarak değiştirdi. Bu yıllar­ da, Sovyet arkeologlar, Asya'nın kuzeyinde, Sibirya ve Uzak­ doğu'da yeni ve önemli veriler elde ettiler.3 Bugün Sovyet bili­ mi, Asya kıtasının bu bölümünün ilkçağ tarihi bakımından ya­ şamsal önem taşıyan iki veriye sahip bulunuyor; söz konusu veriler, lç Asya'nın geçmişinin derinliklerine, Alt Paleolitik ve Orta Paleolitik diye nitelenebilecek kadar uzak bir dönemine inebilmemize olanak verecek niteliktedir. Bu tür verilerin birincisi, Moğolistan'da son derece eski ka­ lıntı yerlerinin varlığıdır. Bu , arkaik görünüşlü yerleşimler in­ san yapısı tipik çakmaktaşları içermektedir. Böyle yerlerden biri, Saynşand kentinin 20 km batısında, Mandalı Somon'a gi­ den yolun üzerinde bulunmuştur. Benzeri işlenmiş çakmaktaşı kalıntıları içeren bir ikinci yer, Mandah-Somon'dan Sayhan Dulan'a ve Undurshil'e giden yol üzerinde ortaya çıkarıldı . Güney Moğolistan'daki ( Gobi'nin güneyi) Saynşand ve Burun-Urt ile Dalan-Dzadagada arasında­ ki başka birçok buluntu yeri gibi bu iki yer de, çok eski ol­ duklarını kanıtlayan özel bir j eoloj ik konum içinde bulun­ maktadır. İnsanlarca işlenen çakmaktaşları, tepelerin büyük bir aşınmaya uğradıklarını gösteren görünümüyle, içinde çak­ maktaşı kayaları bulunan tepelerin, teraslanmış gibi görünen çıkıntılarının üzerinde dağınık durumdadırlar ve bu taşların çeşitleri, onların, yöreye ait olmayıp, böyle kurak bölgelerde söz konusu olamayacak güçlü akıntılarla uzak bir' yerden gel­ diklerini göstermektedir. Söz konusu çakmaktaşı tabakaları­ nın, Asya'nın dağlık bölgelerinde buzullaşmanın en yüksek düzeyine ulaştığı sırada oluşmuş çok büyük buzul ve kar kit­ lelerinin, erirken harekete geçtikleri dönemlerde, yani buzula­ rası dönemlerin birinde oluştuğu düşünülmektedir. Sözü edilen çakmaktaşı çökertiler arasında, son derece sert ve dayanıklı olan sarı ya da beyazımsı kuvarsit türü birçok çakmaktaşı parçasıyla karşılaşılmıştır. Bu çakmaktaşları, çok 3 A.P. Okladnikov, 1949, 1964a, 1964b; lstoriya Sibiri 1, 1 968. 65

az bir güç harcanarak yontulduklannda bile, insanın parçala­ ma, yarma, kesme ve yontma gibi birçok işte kullanabileceği keskin bir kenara sahip olacaklardır. Buradaki çakmaktaşlan, özel bir yontma işleminden geçiril­ meden, özgün, doğal durumlarıyla kullanılmıştır. Sık sık, güç­ lü bir vuruşla düzgün yüzü boyunca ikiye bölünüp, öylece bı­ rakılmışlardır. Böylece elde edilen taşın, tek bir yanında, bü­ yükçe, keskin bir kenara sahip olması, alet yapıcısına yetmiş­ tir. Arada sırada bu ağız, birkaç vuruş ile tek yanından yeni­ den işlenecekti; böylece satır ya da [ sapsız ] "elbaltası" benzeri bir alet elde edilmiş olacaktı; çakmaktaşının işlenmemiş düz­ gün yüzeyi ise , elle tutulacak yer olarak kullanılacaktı. tlkel çakmaktaşı aletler, işte böyle üretilmiştir. Kesici türderi bir grup aletin de , aynı çakmaktaşından, ama her iki yanından vurularak yapıldığını, yüzeyinin geri kalan bölümünün ise ol­ duğu gibi bırakıldığını belirtmeden geçmeyelim. Bu çakmaktaşı aletlerin, "kesici aletler" ya da "çakmaktaşı satırlar" denen, enlemesine kesici bir kenar yerine, ucu kesici özel çeşitleri de vardır. Bunlar artık yalnızca kesici aletler ol­ maktan öte şeyler, "elkeseri atası" nesnelerdir. Moğolistan'daki bu çakmaktaşı işlerinin karakteristik özel­ liklerinden biri, yonga çıkarma işlemiyle hiç karşılaşılmaması ve "yongataş" aletlerin neredeyse hiç bulunmamasıdır; bu, on­ ların Avrupa ve Afrika Paleolitik aletlerinden farklı olduklarını gösterir; yani, çoğu örnekte iri çakmaktaşlan ya da kaya par­ çalan yanında yontulmuş taşların ve çıkarılan yongalardan ya­ pılan aletlerin bulunduğu ; yonga çıkarılan çakmaktaşının de­ ğil de, ondan çıkarılmış yongaların alet olarak kullanıldığı ve alet yapıcısının amacının [alet olarak kullanılacak] böyle yon­ galar elde etmek olduğu Afrika ve Avrupa Paleolitik çağından kesin bir çizgiyle ayıran özelliğini oluşturur. Batı Moğolis­ tan'da, özellikle Kobdo ve Manhan-Somon yakınlarında olmak üzere birçok bölgede , benzeri bir durumla karşılaşırız ; dağ çaylan ve akarsu yatakları boyunca uzanan teraslar üzerinde geniş bir yer kaplayan işlenmiş çakmaktaşı alanlan bulunup, buralarda , daha eski bir tarihten geldikleri açıkça anlaşılan 66

aletler kadar, görece daha sonraki zamanlardan kalma hafif yontulmuş aletlerle de karşılaşılır. Daha eski aletlerin kendile­ rine özgü özellikleri, yonga çıkarılmış çakmaktaşının, farklı, çoğu örnekte, kaygan cilasıyla kalın, sarımsı ya da kahveren­ gimsi özel bir yüzeye sahip olmasıdır. Burada önemli nokta, bunların, geniş bir yüzey üzerinde güçlü bir yarma işlemiyle oluşturulan enlemesine keskin bir ağıza sahip tipik kesici alet­ ler olmalarıdır. Moğolistan'ın Paleolitik çakmaktaşı araçları, ne tek ne de eş­ siz bir olgu oluştururlar. ister satırlar ister kesiciler biçiminde olsun, Paleolitik aletler, Sibirya'nın Moğolistan'a komşu bölge­ lerinde, Orta Asya'da ve Sovyet Uzakdoğusu'nda olduğu kadar, Çin'de, Burma'da, Yakındoğu'da, Avrupa'da ve Afrika'da da iyi bilinen nesnelerdir. " Çakmaktaşı işçiliği"nin Doğu Asya'nın, belli, geniş bir bölgesinde, Alt ve Orta Paleolitiğin karakteristik buluntuları olduğu görüşü, ilk kez H.L. Movius tarafından orta­ ya atılmış4 tartışmalı bir sorundur. Movius'a göre, Asya'nın batı­ sında ve ( "Madras aletleri" ve "keser aletler" kültüründe görül­ düğü gibi) Hindistan'dan başlayarak Asya'nın güneybatısında ve de aynı zamanda Cava'da, Alt Paleolitik tekniklerde [ Doğu Asya'dan farklı olarak] iki yüzlü elkeseri kültürü ağır basmıştı. Movius aynı zamanda, satırlar ve kesici aletler gibi "çakmaktaşı işçiliği" alanlarının, Pencap'ta, Burma'da bulunduğunu ve bu aletlerin, Asya'nın doğusuna kadar uzandıkları görüşündeydi. Ne var ki, Movius'un kuramını duyurduğu yıllarda , As­ ya'nın pekçok bölgesi üzerinde, arkeolojik çalışmalar ya pek az yapılmıştı ya da hiç yapılmamıştı ve bu durum Paleolitik Çağ için de geçerliydi. Yeni verilerin toplanmasıyla, yeni olgu­ lar ve yeni sorunların ortaya çıkması bu durumu değiştirdi. Orta ve Kuzey Asya'nın eski kültürleri hakkında ve bu kültür­ lerin, içlerinde Yakındoğu'nun, Avrupa'nın ve Afrika'nın kül­ türlerinin de bulunduğu öteki ülkelerin kültürleriyle olan iliş­ kileri hakkında, yeni, daha karmaşık ve daha zengin bir görü­ nüm belirdi. 4 H.L. Movius, 1944. 67

Söz konusu olgulardan biri, Afrika kıtasındaki insan kültü­ rünün en eski anıtları arasında, Tanganika'daki (bugün Tan­ zanya) ünlü Olduvai Çukuru içinde [ Olduvai Boğazı] eski bir çakmaktaşı endüstrisinin yanısıra içinde çakmaktaşından baş­ ka malzemenin, çeşitli taş türlerinin kullanıldığı bir endüstri­ nin varlığı idi. Satırların ve kesici aletlerin bulunduğu yer bu­ rasıydı. Bu tip elkeseri araçlar Olduvai'ın alt katmanlarında bulunmuştu. Vaal Irmağı'nın kıyısındaki yüksek teraslarda bu­ lunmuş kaba çakmaktaşı aletler, Güney Afrika elkeseri aletler ile aynı tipten olup [ Olduvai'daki] bu aletlere benzemektedir. Benzeri insan yapısı nesneler, fay kırığı olmayan jeomorfik ve stratigrafik koşullarda Llszl6 Vertes tarafından, Budapeşte'nin yakınındaki Vertesszöllö, Yukarı Bikhar (Mindel) faunası ve Archanthropus-Huncaricus-Pithecanthropus'un iskelet kalıntı­ ları ile birlikte ortaya çıkarıldı. Kronolojik bakımdan bu alet­ ler, aşağı yukarı, Almanya'da Mauern dönemine ait bir taba­ kada bulunan taş aletler ve Heidelberg [ insanı ] çene kemikle­ riyle çağdaştı . Romanya'da , N icolaescu-Plopşor tarafından toplanan çakmaktaşı aletlerin de aynı kronolojik gruptan ol­ ması, hiç de olanak dışı değildir. Asya'da, Kamboçya'da ve Vi­ etnam'da bulunan çakmaktaşı aletler de ilkçağ kökenlidir. Sıra Sibirya'ya gelince, her şeyden önce, Katun Irmağı'nın bir kolu olan Mayme'nin kıyısında , Gorno-Altay bölgesine yakın bir yerde , birbirlerine çok yakın yerlerde Ulalinka ve Kızıl Ozek adındaki iki kazı yerinden söz etmeliyiz. Her iki yerde de , ilginç ve (katmanın jeoloj ik yaşını saptama anla­ mında) gösterge oluşturacak nitelikte türdeş bir tabakalaşma vardır. Bu yerlerin bulunduğu katman, iki ayrı tabakaya bö­ lünmüş olup , bunlardan üstteki , "lös toprağına benzer bir toprak" tan oluşmaktadır. Güney Sibirya bölgesinin neresinde olursa olsun ortaya çıkarılan, j eolojik bakımdan Sartan buzul dönemine ait olup , radyokarbon testleriyle 2 1 - 1 0 binyıl önce­ sinden kalma oldukları saptanan Üst Paleolitik yerleşim yer­ lerinin hepsi, bu "lös benzeri" toprakla ilişkili bulunmaktadır. Bu katmanların altında, j eologların (örneğin O.M. Adamen­ ko'nun) Alt Pleyistosen'e ait olduğunu saptadıkları ya da Orta 68

Pleyistosen'in erken dönemlerine (belki Riss Würm, yani Batı kaynakları terminoloj isine göre " erken Würm" dönemine) ait bulunduğunu söyledikleri, kalın bir buzul çağı lös benzeri toprak katmanı yer almaktadır; demek ki 1 00- 1 50 binyıldan daha eski olmayan bir dönemden kalma bir katman bulun­ maktadır. Bu tabakadan, sarı kuvarzitten taş aletler yapmada kullanılan sayısız yontulmuş çakmaktaşı çıkarılmaktadır. Bu taş aletler, çakmaktaşı parçalarının boydan boya iki parçaya bölünecek biçimde yontulmalarıyla elde edilen "tablet" ya da "lob" olarak adlandırılan özel bir biçime sahip olan parçalarla temsil edilip; tipik satırlar ve kesici aletlerden, "elkeseri atala­ rı"ndan, söz konusu loblardan yapılmış iri kazıyıcılardan ve kesici kıyılarında "gagalar" denilen çıkıntıların ve çentiklerin bulunduğu acayip aletlerden oluşurlar. Aynı zamanda, yassı, kesici kıyısının karşısındaki kenarın ucunda bir [yontulma­ mış ] çakmaktaşı kabuk ile eğim verilmiş bir yüzeye sahip olan, başka yerlerde karşılaşılmayan çekirdektaş aletler de çıkmaktadır. 5 Sibirya'da karşılaşılan eski çakmaktaşı kültürlerinin ikinci grubu , Uzakbatı'da bulunup, ünlü Ust-Tu yeri ile Zeya Irmağı kıyısındaki bir başka yer tarafından temsil edilir. Her iki bu­ luntu yeri, altlarında kalın bir gözenekli birikinti tabakası ya­ tan, Zeya Irmağı'nın kollarının getirdiği eski çakmaktaşı biri­ kintilerinin, toprağın altında kalmış kum ya da alüvyon biri­ kintisinin gün yüzüne çıkmış uzantılarıdır. Benzeri antik yer­ ler dizisiyle, Amur Irmağı'nın Kumara köyü yakınına düşen kıyısında ve Aşağı Amur Irmağı'nın kolu olan Amgun'da karşı­ laşılır; bu yerlerin jeolojik konumu , Zoya Irmağı kıyısındaki Filimoski ve Ust-Tu kalıntı yerlerininkiyle aynıdır.6 Arkeologlarla işbirliği yapan jeologlar tarafından adamakıllı incelenen Ulalin "yerleşim yeri-işliği" , bu eski çakmak taşı aletler dizisinin kronolojik konumunun saptanmasını sağla­ mıştır. Buna göre, söz konusu aletlerin tarihi, hiç değilse içle5 A.P. Okladnikov, 1969b; O.M. Adamenko, 1 970, s. 5 7-62. 6 A.P. Okladnikov, 1959, c. 1 964a, b, 1 969 d. 69

rindeki en eskileri, Alt Pleyistosen'in sonlanna ya da Orta Ple­ yistosen' e dek dayanmaktadır. Böylesine erken bir tarihten kalmış olmalarının kanıtı, Ula­ linka'da içinde çakmaktaşı aletlerin bulunduğu tabakanın, Çin'de ortaya çıkarılan insan yapısı en eski nesneleri içeren tabakanın yaşına denk düşmesidir. Bu iki tabaka da, lös top­ raklannın oluşumundan önceki tarihlere aittir; yani lös önce­ si topraklardır. Aynı şey, Amur Irmağı kıyısında bulunan, içinde "çakmaktaşı işçiliği" ürünlerinin bulunduğu tabakanın üzerine, daha sonra kumlu , lös benzeri toprakların ve kil­ kum karışımı toprakların birikiminden (yani Asya'nın öteki yerlerindeki lös topraklarına denk düşen toprakların biriki­ minden) oluşan bir tabakanın örttüğü yerler için de söylene­ bilir. Moğolistan'ın en eski çakmaktaşı aletlerini, yani Moğo­ listan Halk Cumhuriyeti'nin doğusunda, Saynşand ve Man­ dalı-Somon bölgelerinde bulunan yerleri de aynı tarihlere yerleştirmek, oldukça güvenilir bir değerlendirme olarak gö­ rünmektedir. lç Asya'da, Alt Paleolitik sırasında oluşan tarihsel süreçleri anlama yolunda yaşamsal önem taşıyan ikinci olguyu , Man­ dah-Somon-Undurshil yolu kıyısındaki Yarlı Dağı'ndan elde edilen buluntular oluşturur. Adım anmanın tabu sayıldığı Yarlı Dağı, kireçtaşından oluşmuş mantar tepesi biçimli doruğuyla, ta uzaklardan görülebilir. Bu dağın kayalık doruğuna yakın bir noktada, içlerinde beyaz kuvarzitten ve çakmaktaşından yapıl­ mış olanları da bulunan taş aletler keşfedildi. Bunlar, toprağın üstünde duran Paleolitik ve Neolitik tipte araçlardı. Yarlı Da­ ğı'ndan yaklaşık 4 km uzaklıktaki bir yerde, Taş Çağı insanla­ rınca işlenmiş, akik benzeri sarı bir taştan sayısız yongayla karşılaşıldı. Burası bir zamanlar, toprağın üzerinden toplanmış ya da yüzeye yakın damarlardan çıkarılmış san çakmaktaşları­ nın kullanıldığı büyük bir işlik idi. Taş alet işçiliğinin ürünü olan kalıntılar içinde, insanlarca yarı işlenmiş ilk parçalar bulunup, bunlar genellikle, üzerle­ rinde , bir yanlarından ya da her iki yanlarından artlarda vu­ ruşlarla temizlenen biçimsiz bir tümsek oluşturan kabuk bö70

lümleri bulunan parçalardı. Üzerlerinde böyle yamru yumru bir kabuk bulunan birçok yonga vardır. Bazı parçalarda ise, böyle bir kabuk bulunmamaktadır. Yongataş aletler görece az­ dır. Böyle yongalar içinde en iyileri, üçgen biçimli olup, dışbü­ key denebilecek bir yumru çıkıntıya sahiptirler ve bu yüzün karşısındaki yüz boyunca iki, daha az karşılaşılan örneklerde üç düzlük bulunmaktadır. Bu yarı işlenmiş aletler arasında, eksenleri boyunca temizlenmiş kenarlar gibi karakteristik özellikleriyle, çekirdektaşlara, arada sırada da iri çekirdektaş­ lara rastlanmaktadır. Bunların tümünde tek bir yüz bulunur; yongalar ve parçalar yalnızca bir yanlarından çıkarılmıştır. Bu tür çekirdektaşlar şimdiye dek Levallosiyan (Levalloisien) taş endüstrisinde izlenen, çekirdektaş oluşturma amacını güden belli bazı yöntemlerin kullanıldığını gösteren ipuçları verme­ dikleri ölçüde, "Levallosiyan endüstri öncesi" (proto-Levallo­ siyan) aletler olarak adlandırılıp sınıflandırılabilirler. işlenmesi tamamlanmamış aletlerin birçoğunun, her iki yandan vurulmuş iki yüzlü aletler olmaları büyük önem taşı­ maktadır. Bunlar, biçimleri bakımından, tipik Aşelyen [Ache­ uleen ] aletler, Abbevilyan [Abbevillien] sapsız kesicilerdir. Bi­ çimleri genellikle ovaldir; daha seyrek olarak yürek biçimli ya da üçgendirler. Bu iki yüzlü aletler, genellikle her iki uçtan ge­ niş dilimler alınarak biçimlendirilmiştir. Keskin yüzleri, dalga­ lı ya da zikzaklıdır. Bu aletlerin çoğu iri ve kabadır; ama kü­ çük ve zarif olanları da vardır. Bütün bu tiplere "el aletleri" de­ nebilir. içinde Aşelyen iki yüzlü aletlerin üretildiği bu işliğin ortaya çıkarılması , Moğolistan'da alan çalışmaları yaptığım tüm yılların en büyük sürprizi oldu . Daha önce de belirtildiği gibi, çakmaktaşı parçası aletlerin ve onların üretilmesinde kullanılan yöntemlerin, Doğu As­ ya'da ağır basan aletler ve teknikler olduğu düşünülmüştür. Ancak burada, kıtanın tam orta göbeğinde [ Moğolistan] Aşel­ yen iki yüzlü aletlerle karşılaşılan bir yer vardır ve bu aletlerin biçimlerine dayanarak, olasılıkla, Orta Aşelyen döneme ait ol­ dukları söylenebilir. Daha olgunlaşmamış Levallosiyan tekni­ ğin karakteristik özelliklerini taşıyan çekirdektaşların proto71

Levallosiyan biçimlere sahip olmaları bile bu tarihlendirmeye ters düşmez. lçlerinde, açıkça Avrupa, Kafkaslar, Hindistan ve Afrika'da da karşılaşılan Aşelyen aletlerin özelliklerini gösteren aletlerin bulunduğu bu arkeolojik yerin, Doğu Asya'da karşılaşılan bu türden ilk ve tek örnek olduğunu belirtmeliyiz. Gene de Yarlı Dağı buluntuları, kesicilerin, açık Aşelyen tekniklerle yapılıp Aşelyen biçimler göstermeleri nedeniyle, Kuzey Çin'den ve Kore'den (Dintsun , Kekhe ve Kulpho) elde edilen, tümden rastlantı ürünü olarak iki yüze sahip olmuş benzersiz aletlerle hiçbir biçimde karşılaştınlamayacakları kesindir. Böylece karşımıza, Asya'nın doğusunda ve kuzeyinde karşı­ laşılan eski taş işleme teknikleriyle eski teknolojik ve kültürel geleneklerin nasıl geliştikleri konusunda, yeni bir sorun çık­ maktadır. Bugün bu sorun şöyle formülleştirilebilir: Alt Pale­ olitik sırasında burada, Archanthropus-pre-Neanderthal insa­ nın gelişme düzeyinin ürünü olan iki farklı kültürel-teknik geleneğin bulunmuş olması büyük olasılıktır. Bunlardan, en açık biçimde Yüksek Altaylar'ın Ulalinka ve Kızıl Ozek yerleş­ me yerlerindeki buluntularda temsil edilen birincisi, bu bölge­ lerin yerlisi olan "çakmaktaşı parçası aletler" geleneği idi. lle­ ride göreceğimiz gibi, bu gelenek, çok daha sonraki tarihlerde, Üst Paleolitik'te de vardı. Aşelyen olduğu söylenebilecek ikinci geleneğin soyu , açıkça anlaşıldığına göre , antik dünyanın iki yüzlü alet yapıcılığının bu (Abbevilyan-Aşelyen) tipinin ilkçağda gelişme gösterdiği bölgeleriyle bağlantılıdır. Bu kültür, Asya'nın göbeğine, büyük bir olasılıkla, bir buzularası dönemde (bu tür bir göçe en elve­ rişli olan böyle bir dönemde) olasılıkla Riss öncesi çağlardan birinde , Mindel-Riss'de , batıdan doğuya doğru ilerleyen bir Archantropus grubu tarafından getirilmiş olmalı. Bekleneceği gibi, karşımıza yeni buluntularla ilgili bir başka sorun daha çıkmaktadır; bu , lç Asya'nın Alt Paleolitik geçmi­ şiyle ilgili bir sorundur. Sorun, Yarlı Dağı'nın Aşelyen halkları­ nın batıdan doğuya sızarlarken kullanabilecekleri olası yollar­ la ilgilidir. Asya'nın j eomorfoloj ik haritasına baktığımızda , 72

dikkatimizi çeken ilk nokta, kuşkusuz, lç Asya topraklarıyla, onlara en yakın olan , üzerlerinde Alt Paleolitik Abbevilyan (Şelleyan) ve Aşelyen tipte satırların bulunduğu alanlar arası­ na girmiş yüksek Himalaya Sıradağları barikatının varlığı ola­ caktır. Söz konusu bölgeler, önce Hindistan ve Pencap'tır; sonra, Patjitan tipte Cava araçlarıyla Endonezya Takımadaları'dır. Ja­ ponya'da (Gongeniyama'da ve lvaidzuku'da olmak üzere) en­ der karşılaşılan "ilkel" taş [ alet] buluntuları, bu kesici kültü­ rünün batı tipinin ya da verilen örnekte Patjitan tipinin bir da­ lı olabilir; ne var ki bu benzeri olmayan [ Patjitan] nesneler, Ja­ ponya' da, örneğin Niyu'da bulunanlar gibi klasik çakmaktaşı alet kalıntılarından tümüyle farklı bir kategori oluşturacak ka­ dar tipik ve belli bir biçime sahip şeyler değildir. Ne de Serid­ zawa'nın yayınlarından dolayı iyi bilinen yerler olan Hosino ve Fukui mağaralarındakiler gibi öteki eski kalıntılar arasında, gerçek iki yüzlü aletler bulunmaktadır. Bilindiği gibi, bu ka­ lıntı yerlerinin en alt tabakalarında, alet yapmada kullanılan temel malzeme, akıntının sürüklediği ya da denizin getirdiği çakıltaşları olmayıp, çakmaktaşı kayalardan çıkarılmış yonga parçalarıdır. Orada iki yüzlü satırlar bulunmaz. Bu tip aletlerle sık karşılaşılan Kafkaslar da ( Osetya, Ermenistan ve Gürcis­ tan) Doğu Moğolistan'ın Yarlı Dağı'ndan elde edilen kesicile­ rin geldikleri yer olamaz. Aşelyen tipte aletlerin, daha doğrusu Aşelyen tipe yakın işlenmiş nesnelerin Orta Asya'da yalnızca Mangışlak yöresinde ve de ender olarak Krasnovodsk'a yakın bir bölgede (yani Kafkaslar'a ve Trans-Kafkasya'ya çok yakın bir yörede) bulunduğu gerçek Aşelyen kesicilerin bulunma­ ması, böyle bir varsayıma karşı bir kanıt oluşturmaktadır. 7 Aşelyen kültürün taşıyıcılarının, Kuzey Asya'nın ve daha iç bölgelerinin yerlisi Ulalinka tipinde çakmaktaşı işleme teknik­ lerinin egemen olduğu bölgelere , yani daha kuzeye ve daha

7 l.N. Klapçuk, 1 970, s. 2 1 7-226; A.G. Medoedov, 1970, s. 200-216; N . K. Anis­ yutkin - S.N. Astahov, 1 970, s. 27-33; A.P. Okladnikov, 1 966; VA. Ranov, 1970, s. 1 7-26. 73

doğuya sızamadıkları açıkça anlaşılıyor. Himalayalar'ın hemen bitişiğindeki bölgeler söz konusu ol­ duğunda ve buradan Moğolistan'a kuş uçuşu uzaklığın pek fazla olmadığı göz önüne alındığında, iki etmeni hesaba kat­ mamız gerekir. Birincisi, o tarihlerde dağların daha alçak ola­ bileceği; kesici kültürü halkının, dağların ikliminin bugün­ künden daha yumuşak olduğu ve kuzeye açılan geçitlerin buz kitleleriyle kapalı olmadığı buzularası dönemlerde, dağ geçit­ lerinden ve vadilerden geçerek, engelleri aşmış bulunabilecek­ leri olasılığıdır. Bu olasılıklar insanı, batı göçmenlerinin söz konusu grubu­ nun, hiçbir biçimde yerleşilmiş olmayan ya da en azından son derece seyrek yerleşilmiş bulunulan, bu av hayvanları bakı­ mından zengin bölgelerde oradan oraya dolaştığına inanmaya yöneltmektedir. Bu uçsuz bucaksız alanların yerlileri, mutlaka, Asyalı çakmaktaşı parçası işleme tekniklerini kullanan grup­ lar, etkinliklerinin izlerini Yüksek Altay'da Ulalinka'da, onun daha doğusunda, Amur Havzası'ndaki Filimoşki'de, Kumay'da ve Ust-Tu'da bırakmış aynı halklar olmalılar. Bundan , büyük birimler oluşturmuş halk kitlelerinin bir göç hareketinin deği l , avı izleyen yerli halk toplulu kları "atom"larının, insan sürülerinin, düzensiz ve basit biçimde birbirlerini yerlerinden etmelerinin söz konusu olduğu sonu­ cuna varılabilir. Bu toplulukların herbiri, atalarından devral­ dıkları kendilerine özgü teknik geleneklere; bazıları daha önce de belirtildiği gibi Doğu Asya'nın çakmaktaşı işleme teknikle­ rine; daha ender ve kuraldışı bir durumla, öteki bazıları, Ab­ bevilyan ya da Aşelyen geleneklere sahiptiler. Birbirinden çok büyük farklılıklar gösteren bu iki gelenek arasındaki bağıntı­ lar, bugün, elimizde bulunan, aynı çuvala sokulabilecek tür­ den olmamakla birlikte, ipuçları verebilecek bir nitelik taşıyan son derece gerçek verilerden giderek, tarihsel sürecin bütünü­ nün nasıl oluştuğunu kurgulayabilmemizi sağlayacak ana çiz­ gileri vermektedir. lç Asya tarihinin bundan sonraki büyük aşaması, Orta Pale­ olitik olup, bu dönem, Batı'nın, yani Avrupa'nın ve Yakındo74

ğu'nun Musteryan (Mousterien) türdeki kültürlerinin gelişme evrelerinden geçtikleri tarihlere denk düşmektedir. Orta Paleolitik'te, Moğolistan'ı oluşturan topraklara, tam an­ lamıyla Musteryan taş işleme yöntemini, Avrupa'daki aynı il­ keleri izleyerek kullanan insanlar yerleşmiş bulunuyordu ; bu­ nu, sayıca fazla olmamakla birlikte, her yere yayılmış bulunan Musteryan türde aletlerin varlığından çıkarıyoruz: disk biçimli çekirdektaşlar, uzun, üçgen biçimli tipik yongalar ve ara sıra karşılaşılan, karakteristik özelliklerini, uca doğru incelen, par­ çacıklar koparılarak meydana getirilmiş keskin kenarları oluş­ turan Musteryan tipte kazıyıcılar. Bu tür nesneler Bogd-So­ mon'da, Doğu Gobi'de, Gobi Altaylan'nm en yüksek dağların­ dan biri olan lh Bodo'nun eteğindeki bugün susuz olan bir ır­ mak yatağının kıyısındaki yüksek teraslarda ele geçirilmiştir. Bunlarla, Moğolistan'ın uzak doğusunda, Saynşand ile Barun­ Urt arasındaki bir bölgede, Delgereh Somon yakınındaki bir yerde de karşılaşılmıştır. O tarihlerde, günümüzdekinden da­ ha yumuşak iklim koşullan içinde bulunan bu bölgenin her yerinde, dağınık, bir yere çakılıp kalmayan Musteryan [ kül­ türlü ] gruplar, bozkır hayvanı avcıları dolaşmış olmalılar. Bun­ ların Delgereh Somon'un yakınında bulunan kalıntılarının du­ rumu, gözde kamp yerlerinin, kayalık çıkıntılarının güney yo­ kuşları olduğunu göstermektedir; buraları, çevrelerindeki top­ raklan, dağlar arasındaki geniş vadileri ve bugün sönmüş du­ rumda bulunan volkanların büyük kraterlerini gözleyebilecek­ leri yerlerdi. Musteryan kültürlü halkların, fizik görünümce olasılıkla Orta Asya'nın ve Filistin'in Neanderthal insanına benzeyen bu kesimini buralara çeken, yalnızca av hayvanı sü­ rüleri değil, aynı zamanda, işlenip alet yapılabilecek taş yatak­ larıydı. Onlan çeken, bölgenin silis kökenli çeşitli kaya türle­ rinin yanısıra bugün hoş bir mavimsi renk almış bulunan süt gibi beyaz bir çakmaktaşı cinsiydi. Moğolistan Halk Cumhuriyeti topraklarının güneyinde , Gü­ ney Gobi'de ve batıda Moğol Altaylan'nın eteklerinde elde edi­ len bir dizi zengin buluntunun da gösterdiği gibi, lç Asya'nın Orta Paleolitik halkları , kültürlerinin en yüksek noktasına , 75

olasılıkla bundan biraz sonra ulaşmışlardır. Söz konusu bu­ luntular, alışılmadık nitelikte olup, varlıkları, Gobi Altayı Dağ­ lan'nın j eolojik yapısıyla ilişkilidir; öyle ki, bu dağların birçok yerinde, içinde taş alet yapmaya uygun akik türü yüksek kali­ teli kayaların bulunduğu kalın bir çakmaktaşı katmanının yer­ yüzüne çıkmış uzantıları bulunmaktadır. Moğolistan'ın güne­ yindeki Orta Paleolitik halklar, aletlerini işte bu san ve yağlı kırmızı akik türü kaya parçalarından yapmışlardır. Artsa-Bog­ do Dağları'nın en doğusuna rastlayan, sıradağların keskin bir dönüşle güneye uzandıkları kesimin birçok yöresinde , taş malzemenin Orta Paleolitik insanlarca işlendiği işlikler bulun­ muştur. Ve bu Taş Çağı alet yapıcılarından bazıları, işledikleri taşları koparıp çıkardıkları kaya damarlarının üzerine yerleş­ mişlerdir. Örneğin, son derece kaliteli sarı akik damarlarının toprak yüzüne çıktığı bu taşın parçaları olup, alet yapılma yo­ lunda ilk "kaba" yontma işleminin kalıntılarından oluşan çok sayıda yonganın ve yarı işlenmiş aletin bulunduğu Suji'de, du­ rum budur. Bu işlemden geçirilmiş taş "blokları" , gerektiğinde kullanılmak üzere buradan alınıp götürülmüşse de , birkaçı ha­ la burada durmaktadır. Bunlar, Orta Paleolitik biçimleri son derece belirgin cevherlerdir. içlerinden göze çarpan biri, yak­ laşık 30 cm çapında olup, büyüklüğü taşınmasını güçleştirdiği için [ olmalı] orada bırakılmıştır. Bu taş, biçimi bakımından, yongaların her iki kıyıdan başlanıp ortaya doğru yontularak çıkarıldığı harika bir "çift yüzlü" çekirdektaş diskidir. Güney Gobi'nin Artsa-Bogdo Dağları'nın eteklerinde çalış­ mış olan bu eski alet yapıcıları , çoğu örnekte işleyecekleri malzemeyi dağların eteklerinde ya da derin ve dar dere yatak­ larında bulamayıp, buraların çok daha altındaki yerlerde, yu­ muşak bir eğimle düzlüğe inen yamaçlarda ya da kuru ırmak yatakları boyunca uzanan sair denen teraslarda bulabilmişler­ dir. Besbelli ki bu durum, Paleolitik halkın araçlarını yapmak için gerekli malzemeyi (kırmızı akik) Suji Vadisi'nin taş işleyi­ cilerinin yaptıkları gibi doğrudan doğruya toprak üzerine çık­ mış kaya yataklarından değil, dağ çaylarının alüvyonlu kolla­ rından toplamalarıyla açıklanabilir. Bunun nedeni, olasılıkla, 76

kırmızı akikin [akıntılarla] taşınıp yıkandığında sağlamlaşma­ sı ve üzerinde, toprak üzerindeki damarlarında bulunan taşı özürlü duruma düşüren çatlakların olmamasıdır. Gerçekten [bu ] Paleolitik halklar, çakmaktaşlannı Orhun ve Tula vadile­ rinden toplayan çağdaşları olan alet yapıcılarının yaptığının aynısını yapmışlardır. Irmağın yıkadığı bu malzeme, işlenmeye hazır durumdaydı ve daha kaliteliydi ve de sağlamlığı, doğru­ dan doğruya doğanın sınavından geçmiş bulunuyordu . Bu akik benzeri taşlar, kırmızı ve daha seyrek olarak sarı renkte, işlenmiş taş parçalan, Artsa-Bogdo Dağlan'nda neredeyse 1 00 km2'lik bir alanı kapsayacak kadar geniş bir bölgeye dağılmış bulunmaktadır. Doğrudan doğruya dağların üzerinde, yaklaşık 10 km'lik bir alanı ve dağların kıyısındaki 1 0- 1 5 km tutacak bir bölgeyi kapsamaktadır. Bu taşların "kümelendikleri" nok­ talar, günümüzde engin göller olan yerlerin ve onlara yakın kuyuların civarındaki düzlüklerde bulunmaktadır; örneğin, Tugrik-Şiret'te ve Artsa-Bogdo Dağları ile Bulgan-Somon ara­ sındaki öteki yerlerde görülebilir. Bunlara bakılırsa, buralarda, Artsa-Bogdo dağlan üzerinde antik insanın ham malzemeyi iş­ lemden geçirdiği büyük bir üretim merkezi bulunmaktaydı; öyle ki, Paleolitik insan, beğendiği bu taşı elde etmek için bin­ yıllar boyunca buraya gelmişti. Bu türden işliklerin bulunduğu bir başka yer, Moğolistan­ Çin sınırında, Gobi Altaylan'nın doğusundaki Ottson-Mant sı­ nır noktasında bulunmaktadır. Bu sınır yeri, kuleleri ve surları ile eski bir kentin yıkıntılarını andıran görünümüyle, düzlük­ ten dimdik yükselen pitoresk granit kayalarla çevrili, temiz, duru kaynak sularının yanındaki geniş bir vadi üzerinde bu­ lunmaktadır. Paleolitik insan, Artsa-Bogdo Dağları'na, avlan­ mak amacından çok, son derece değer verdiği bir hammaddeyi elde etmek için uğramıştır. Bu malzemenin kaynağı, bir za­ manlar bir granit katmanın arasına sıkışmış durumda bulunan, sonraları kurak havanın etkisiyle [ ondan] kurtulmuş olan ka­ lın, siyah bir volkanik kaya damarıdır. Günümüzde bu cevher daman, vadinin tabanından, uzaktan görülebilen, 5-6 m yük­ sekliğinde keskin bir kaya sırtı biçiminde yükselen bir konum77

dadır. Yanındaki kumluk toprakta, insanlarca işlenmiş yüzlerce kaya parçası bulunmaktadır. Bu tür işlenmiş taş parçalarının birikmiş olduğu, üzerinde antik zanaatçılann kamplarını kur­ dukları en az altı yer daha vardır. Bu yerlerin hepsinde de aynı malzemeyle karşılaşılır. lşlenmiş tüm parçalar, bir çukurun ta­ banındaki granit tabakanın damarlarından çıkarılmış aynı si­ yah silis "tortulu şist" malzemesinden hazırlanmıştır. Bu par­ çalar, tipolojik bakımdan da birbirlerine benzemektedir. Ottson-Mant yakınındaki bu altı yerin altısında da, taş alet­ ler, "çekirdektaşlardan" , "ufak yongataşlardan" ve "iri yonga­ taşlardan" oluşmaktadır. Çekirdektaşlar, tipik Levallosiyan bi­ çimde olup, genellikle tek ya da çift yüzlü , üçgen biçimlidir­ ler; bir yüzeyleri, daha ender olarak da iki yüzeyleri yarılarak elde edilmiş nesnelerdir. Çekirdektaşlann işlenen yüzleri, yani yarılarak elde edilmiş yüzleri, genellikle tümsekçedir ve bun­ ların, ufak yongataş ya da iri yongataş biçiminde "negatiP' kar­ şıdan bulunmaktadır. Çekirdektaşlann vurucu yüzleri, rötuş­ la, uca doğru inceltilmiş ve düzgünleştirilmiştir. Çekirdektaş­ ların bazıları neredeyse dikdörtgen biçimlidir. Çıkarılan iri yongataşlar ve ufak yongataşlar, biçimleri bakımından elde edildikleri çekirdeklere denk düşmektedir; diplerinde traşlan­ mış üç yüzeye ve uçlarında az çok geniş bir vuruş düzlüğüne sahip olan üçgen biçimlidirler. Arada bir, keskin Musteryan rötuşlu ve tek bir yanından traşlanmış Musteryan tipte uçları bulunan kazıyıcılarla karşılaşılmaktadır. Bu buluntuların lç Asya tarihi bakımından taşıdıkları önemi tam olarak değerlendirebilmek için, daha önceki çakmaktaşı parçası işçiliği tekniklerinden, hatta Musteryan kültürünkin­ den çok daha yetkin olan bu tekniğin ortaya çıkışının büyük bir gelişmenin göstergesi olduğu ve bu gelişmenin yalnızca dar anlamda teknik gelişmeden öte bir nitelik taşıdığı gerçeği­ ni göz önüne almalıyız. Levallosiyan çekirdektaşlar, kullanılmaya hazır son biçimle­ ri verilmeden önce ince bir işlemden geçirilmiş olmalarının yanısıra, tümüyle farklı bir biçime sahiptiler. Bu biçim , daha önceki işleme tekniğindeki gibi enli, üçgen parçacıklar elde et78

meye değil, uzun, dar, ufak yongataşlar yapma amacına yöne­ likti. Elde edilen bu yongaların profilleri öylesine düzgündü ki, her biri, ayrıca düzeltilmeye gerek olmadan, bıçak ya da okbaşı (temren) olarak kullanılabilirdi. Bu düzgün yongataşla­ rı çıkartabilme olanağı, insanın kendisinin ve kafasının ürünü olan şeylerin fiziksel gelişmelerinin ilerlemesiyle ilgili birçok etmene bağlıdır. Çekirdeklere indirilen vuruşlar artık, daha yürekli, daha doğru ve daha bilinçlidir. Bu , insan bileğinin, es­ neklik ve manevra yeteneği bakımından evrim gösterdiğini göstermektedir. insan emeğinin ve elinin evrimi, onun düşün­ sel yetilerinin evrimiyle el ele gitmiştir. Çekirdektaşlar da yon­ gataşlar da , insan kafasının kavrayış yetilerinde bir gelişme­ nin, çalışırken önüne koyduğu görevin ne olduğunu daha açık olarak anlamasında görülen büyük bir ilerlemenin göstergele­ ridir. Kısacası bu , insanda sapientleşme* sürecinin, daha bü­ yük hedeflere yönelik gelişmesinin, başlangıçta insanın içinde bulunan hayvansal öğelerin aşılmasının ve salt insana özgü fi­ zik ve tinsel niteliklere olduğu kadar, yalnızca biyolojik an­ lamda değil, aynı zamanda toplumsal anlamda olmak üzere , yeni yasalara ulaşılmasının kanıtıdır. Burada sık karşılaşılan beylik tutum durumuna gelmiş bir anlayışa değinmek gerekecek: Bu , mukadder bir geriliğin ve durağanlığın, iç Asya'nın derinliklerindeki ülkelerin kültür ta­ rihinin kendine özgü bir özelliğini oluşturduğu düşüncesidir. Sinanthropus'un kaba ve ilkel araçları göz önüne alınarak va­ rılmış olan böyle bir anlayış [ ne yazık ki] son derece yürekli ve duru düşünüşlü bir düşünür olan Andre Breil gibi birinin kafasında doğmuştur. Fakat, Sinanthropus ile Orta Paleolitik halklar arasında binlerce yıl bulunmaktadır. iç Asya halkları­ nın Orta Paleolitik sırasında sahip oldukları tekniğin ileri bir Levallosiyan temele dayanması, ne alet yapma tekniklerinin ne de dolayısıyla insanın evriminde mutlak bir duraklama ya da durağanlığın bulunmadığı gerçeğini dile getirmektedir. (*) Antropologların insan türünü "Homo sapiens" olarak adlandırmaları anıştırı­ larak, insan öncesi canlının (Homo) "kavrayış yetisi"nin (sapiens) gelişerek, özel anlamıyla "insanlaşması" (sapient) anlatılmak istenmiş - ç.n. 79

Öte yandan, Paleolitik sırasında Asya'nın bu bölümünde ya­ şayan insanlar, Asya'nın öteki bölümlerinden tümüyle yalıtıl­ mış değillerdi. Böyle bir yargıya hem Aşelyen tipte satırların varlığına hem de geniş bir biçimde yayılmış Levallosiyan tek­ niklere bakarak varabiliriz. Gerçekten, klasik modeller olarak sınıflandırılabilecek denli saf Levallosiyan taş aletler, Altay'da, Tigerek Dağları'ndaki Çarış ve Straşnaya ırmakları kıyısındaki Ust-Kansk mağaralarında bulunmuştur.8 Moğolistan'da ve Sibirya'da görülen Levallosiyan tekniklerin geldikleri ortak kaynak, Orta Asya'nın (Taşkent'in Teşik-Taş ve Hocikent mağaralarının üst katmanlarında bulunan)9 Levallo­ Musteryan kültürü olabilir; bu kültür de , soyu bakımından (Bisutun Mağarası'nda görülen) Levallo-Musteryan lran kültü­ rüyle ve Akdeniz'in (Karmel Dağı'ndaki mağarada görülen Le­ vallo-Mu steryan) kültürüyle10 ilişkili olabilir. Buraların her ye­ rinde, taş yontuculuğunun aynı yöntemleriyle ve aynı Levallo­ siyan çekirdek taşlarla ve de iyi oranlanmış, uzun üçgen bi­ çimli yongataş aletlerle karşılaşılmaktadır. Böylece, lç As­ ya'nın, Riss-Würm döneminin sonunda ve Avrupa sınıflandır­ masıyla Würm döneminin başında, yani zamanımızdan 1 00 binyıl öncesiyle 40 binyıl öncesi arasında, Orta Paleolitik kül­ türün doğup gelişmesine tanık olduğu söylenebilir. Bu kültürün, Paleolitik Çağın bundan sonraki döneminde Orta Asya ve Moğolistan topraklarındaki tarihi, son derece du­ ru bir biçimde Orhun Irmağı Vadisi'nde , Moğol hanlarının başkenti olan Karakurum ve eski Erdeni juu manastırının kar­ şısındaki çokkatmanlı ünlü kazı yeri Moltın-Am'da (Kuşkirazı Çukuru) gözler önüne serilmektedir. 1 1 Burada Üst Paleolitik dönem, daha çok Levallosiyan tekniklerin ağır bastığı koşul­ larla başlar. Bu teknikler, Tola Vadisi'nin içindeki yerleşme yerlerinde de görülür; örneğin Bogdo-uul Dağı'nın kuzey ya8

S. 1 . Ruden ko, 1 960.

9

A . P. Okladnikov, 1 949, 1 96 1 , s. 67-76; A.P. Okladnikov 1 968, 1 969, s. 1 14.

1 0 C.S. Coon, 195 1 ; D.A. Garrod - D.M. Bate, 1937. 11 A . P. Okladnikov - S.L. Troitskiy, 1967, s. 4-23. 80

-

A.P. Derevyanko,

macı üzerindeki iki katmanlı yerleşme yerinin alt katmanının içinde ya da onun zıddı yönde, Tola Irmağı'nın kıyı şeridinin Ulan Bator'dan 60 km aşağıya düşen noktasında, ırmağın sa­ ğındaki Sangino'da da aynı derecede açık bir biçimde ortaya dökülmüş bulunmaktadır. Sangino'nun alt katmanlarında , hem tek hem çift yüzlü Levallosiyan çekirdektaşların iyi bir koleksiyonu sunulmuştur. Katun Vadisi'ndeki Biysk'ten elde edilen buluntulara dayanarak, Altaylar'ın Üst Paleolitik kabile­ lerinin de, çakmaktaşlarını katıksız Levallosiyan yöntemlerle yonttukları yargısına varılabilir. Onlar da Orhun Irmağı kıyı­ sındaki Moltın-Am yani Kuşkirazı Çukuru alet yapıcılarının­ kiyle aynı tip çekirdektaşlara sahip olmuşlardır. Levallosiyan gelenek kendini, Sibirya'da ve Baykal'ın doğu­ sundaki Baykal-ötesi bölgesinde de belirgin biçimde ortaya koydu . Bu alanda Altay buluntuları kadar zengin ipuçlarını, Baykal Gölü'nün ötesindeki, Uda Irmağı Vadisi'ndeki yerleşim yerleri sunmaktadır; bunlar, tipik Levallosiyan çekirdektaşla­ rın ve onlardan çıkarılmış yongataşların bulunduğu Sannı Mıs ile Hotogoy-Habsagay adlı çokkatmanlı yerleşme yerleri olup, söz konusu kalıntılar, gergedan ve kıvrık boynuzlu antilop ke­ mikleriyle birlikte durmaktaydı. Uda Irmağı Vadisi'nden ve Se­ langa'dan (örneğin Nyangi ve Fofanovo'dan) elde edilen Bay­ kal-ötesi Levallosiyan tipte buluntular, coğrafi ve kültürel ba­ kımdan Tola'nın ve Orhun Vadisi'nin Üst Paleolitik kültürü­ nün doğrudan uzantısıdır. lç Asya'nın Üst Paleolitik Levallosi­ yan kültürlü toplulukları, çok erken tarihlerde, bu ırmaklar­ dan aşağıya doğru inerek, Baykal Gölü kıyılarına ulaşabildiler; hatta daha batıya, Baykal'ın berisine varabildiler. Bunun kanı­ tı, Malta'dan (bu yerleşme yerinin temel alt katmanından) ve Angara Irmağı kıyısındaki Verholenskaya Gora tipi yerleşme yerlerinden elde edilmiş bulunan tipik Levallosiyan çekirdek­ taşlardır. Levallosiyan teknikler lngoda Irmağı'nın bir nokta­ sında, Çita yakınındaki Titovskaya höyüğünde de, açık bir bi­ çimde sunulmaktadır. 12 1 2 A.P. Okladnikov, 1 . 1 . Kirillov, 1 968, s. 1 1 1 - 1 14. -

81

lç Asya tarihi ile ilgili olup göze çarpacak denli önemli bir olgu, genel olarak Levallosiyan geleneğin ağır bastığı bir arda­ lanın önünde bir başka teknolojik eğilimin varlığıdır; bu, o ta­ rihlerde, daha yetkin biçimleriyle ortaya çıkan Asya'ya özgü eski bir çakmaktaşı işçiliği tekniğidir. Moğolistan'ın Üst Pale­ olitik yerleşim yerlerinde (Orhun Irmağı kıyısındaki M oltın­ Am'da, Tuin-Gol lrmağı'nın Orok-Nor adlı göl yakınındaki ha­ lici kıyısında, Tola Irmağı'nın Ulan Bator ve Nalayha boyunca uzanan kavşaklarındaki yerleşme yerlerinde) gittikçe daha çok sayıda çakmaktaşı silahlar, satırlar ve çakmaktaşı [ işçiliğiyle yapılmış ] kazıyıcılar ortaya çıkarılmaktadır. 1 3 Olasılıkla uz­ manlaşmış işlikler olan anıtlar, örneğin, Tola Irmağı'nın sol kı­ yısında , Ulan Bator'un 40 km aşağısındaki Altan-Bulak So­ mon'da ve aynı kentin havaalanındaki kayalıkta ve "saf' çak­ maktaşı işçiliği ürünü aletlerin (çakmaktaşı parçası işçiliğiyle işlenmiş çekirdektaşlar ve satırlar kadar, yarı işlenmiş çeşitli aletlerin) bulunduğu Orhun Irmağı'nın kıyısındaki Harahorin köyünün 2 km üzerindeki dağlık burunda da görülmektedir. Bunlara bakarak, alet yapımında kullanılan "çakmaktaşı iş­ çiliği tekniklerinin" tamamen ortadan kalkmadığını düşünebi­ liriz; varlıklarını, kıyıda köşede kalmış yerlerde ve yalnızca 20, 30 binyıl gibi süreler için değil, yüzbinlerce yıl boyunca sür­ dürdükleri sonucuna varabiliriz. Söz konusu tekniklerin var­ lıklarını sürdürdükleri sığınak yerleri, kuzeyde, güneyin Le­ vallosiyan geleneklerini taşıyan grupların, uzun süre sızama­ dıkları bir yerlerde bulunmaktaydı. lç Asya'nın, "Levallosiyan geleneği" ile "çakmaktaşı gelene­ ği" denilen geleneklerden oluşan genel görünümünün dışında, tekbaşlarına olmaları bakımından oldukça sıradışı iki Angara Paleolitik yerleşim yeri bulunup, bunlar açık bir biçimde Batılı tipte bazı araçlar barındıran Malta ve Buret yerleşim yerleridir. Söz konusu aletler, ne yontularak elde edilmiş çakmaktaşı yongaları ne de iri Levallosiyan yongalar olup, prizmaya ben13 M . M . Gerasimov, 1958; A . P. Okladnikov, 1 962, s. 1 69- 1 73 ; A.P. Okladnikov, 1 965b. 82

zer biçimleriyle doğada hazır bulunan çekirdeklerden koparı­ lıp çıkarılmış dilimlerden oluşan ince yonga aletlerdir. İçlerin­ de "küçük uçlu kazıyıcılar" , keskin kıyısı yay biçiminde eğri kesici bıçaklar ve delgiler gibi, Ukrayna'da Mezina'da, Kuzey Almanya'nın Hamburg ve Arensburg kültürlerinde bulunan aletlerin karakteristik özelliklerini taşıyan nesneler vardır. Bu­ rada aynı zamanda, Batı'daki Aurignasiyan (Aurignacien) pro­ totiplerinin kesin kopyaları olan, yanlan oyuk yongataşlar gibi parçalar çıkmıştır. Öyle ki, Malta ve Buret kültürlerinin, uzak batıda bulunan bir özgün Aurignasiyan kültür bölgesinden ya­ yılmaya başlayarak geliştiklerine; sonra, birkaç binyıl sonun­ da, Batı'nın Üst Paleolitiğinden devralınmış [ bu ] geleneklerin, yeni bir yerde ve (Malta buluntu yerinin mutlak yaşının 1 4 binyıl olduğuna, yani Magdelenyan (Magdalenien) döneme denk düştüğüne göre) daha sonraki tarihlere dek varlığını ke­ sintisiz sürdürdüğüne insanın inanacağı gelir. Batı'dan gelen bu göçmenler, Angara Irmağı kıyısındaki düzlüklerde, atalan gibi yaşamayı sürdürdüler. Mamut ve ger­ gedan kemiklerinden, etnografik bakımdan Eskimolarınkine benzeyen sağlam kış bannaklan kurdular; mamutların iri azı dişlerinden ya da geyik boynuzundan yapılmış iri "uç"lara sa­ hip mızraklarla, mamut, geyik ve aynı zamanda rengeyiği av­ ladılar. Malta'daki ve Buret'teki yerleşme yerlerinde, sanatla iş­ lenmiş zengin kemik koleksiyonları günümüze dek gelebil­ miştir; bunların arasında , temelde Doğu ve Batı Avrupa'nın Aurignasiyan heykelciklerinden farklı olmayan, onlar gibi gör­ kemli, çıplak ana figürlerinden oluşan geniş bir yontulmuş ka­ dın figürleri grubu bulunmaktadır. Bununla birlikte, yerel bir ekole özgü olan ve kendilerini Avrupa figürlerinden ayırdede­ cek niteliklere sahip bulunan, örneğin yüzleri eksik bırakılma­ mış, incelikle kazınmış fizyonomilere sahip çeşitler de vardır. Çıplak figürlerin yanı sıra giysililer de bulunmaktadır. Giysiler dikilmiş olup, başı kapatan bir başlığı bulunan, bedeni sıkıca örten bir tür çift kat deri tulumdan oluşmaktadır. Bu türün en yetkin figürü ve üzerindeki giysi en ayrıntılı biçimde gösteril­ miş bulunanı, Buret'te 1 936'da yapılan kazılarda elde edilmiş83

tir. Angara [ Irmağı kıyısı ] Paleolitik kemik gravürlerin, başka­ larında karşılaşılmayan bir özelliği, kısa kanatlarıyla uçarken gösterilen, olasılıkla gerdanlı dalgıç kuşu (gavia) ya da kaz gi­ bi kuşları gösteren eşsiz heykelciklerdir. 1 4 Sibirya'nın Üst Paleolitik döneminde, yalnızca küçük, taşı­ nır türden sanat biçimleri değil, anıtsal çapta kaya resimleri de yapıldı. Bunlar, yaban atlarının neredeyse doğal büyüklükle­ riyle olmak üzere , ana hatları kalın kırmızı boyayla çizilmiş gerçekçi figürlerinin izlenebildiği yerlerde, Yukarı Lena Irmağı Vadisi'nde, Kaçung ve Verholensk arasındaki yüksek kayalar üzerinde korunup, günümüze dek gelebilmişlerdir. Bunlardan başka, bunlardan daha küçük (her biri lm büyüklüğünde) bir yaban atını ve bir öküzü ya da bizonu gösteren iki resim daha bulunmaktadır. Batı Moğolistan'ın Manhan-Somon bölgesinde, Hoit-Tsenker Irmağı kıyısındaki aynı adlı mağarasında bulunmuş şaşırtıcı fresklere de değinmeliyiz. Bu mağaranın derinliklerinde, hep yan karanlık olan bir yerde, antilopları, dağ keçilerini ve dağ koyunlarını; bir atı, bir deveyi, bir pelikan kuşunu ; devekuşu­ na benzeyen acayip kuşları, hortumlu ve iri azı dişli kocaman hayvanları, yani filleri, belki de mamutları ya da namadici türü hayvanları gösteren renkli resimler ile karşılaşılmıştır. Hoit-Tsenker mağarasında , aynı koyu kırmızı , kahveren­ gimsi ya da uçuk kırmızı, neredeyse gül pembesi renklerle, hayvanların, bir geyik türünün, olasılıkla bir maralın (Sibirya geyiğinin) başlarının bazı bölümleri çizilmiştir ve de ağaçlar, büyük küçük ok çomakları, bir yılan gibi simgesel şekiller ya­ pılmıştır. Bu resimler genellikle üst üste çizilmiş ya da birbir­ lerinin alanına girecek biçimde yapılmış olup, neredeyse üzer­ leri tekrar tekrar boyanan bir "palimpsest" * görünümündedir. Resimlerin (tek bir insan figürünün ya da insana uzaktan ya­ kından benzeyen bir şeyin bulunmamasının gösterdiği gibi)

14 A.P. Okladnikov, 1 959c.

(*) Papirüs ve parşömen gibi değerli kağıtların kullanıldıktan sonra, üstünün bo­ yayla kapatılıp yeniden kullanılması - e.n. 84

apaçık "hayvan [ tapı] cılığı" da, av sihiri olma niteliği de, Batı Moğolistan'ın eski halklarının bu sanatının, Batı Avrupa'nın resimli mağaralarında görülen sanatla sıkı bir ilişkisinin bu­ lunduğunu gösterir. Doğrudan doğruya simgelerin kendileri, Batı'nın Paleolitik mağara resimlerini anımsatmaktadır. Aynı simgelerle, Fransa'nın ve lspanya'nın ünlü mağaralarında, Li­ asco, Altamira ve Castillo'da karşılaşılır. Bazı şekillerin üst üs­ te çizilmesiyle ortaya çıkan "saydam"lığı, Batı Paleolitik sana­ tının söz konusu simgeler kadar karakteristik bir özelliğidir; öyle ki, böyle bir işlem, aynı kutsal yerde aynı av törenlerinin birçok kere yinelenmesine yol açan "av sihiri"nin ürünüdür. Hoit-Tsenker'deki duvar resimlerinin stilizasyonu , çizgilerle resmedilişleri, hayvan figürlerinin soğuk, ruhsuz bir görünüm verecek biçimde işlenişi, hareketsizlikleri ve donmuş gibi du­ ruşları vb . özelliklerinin hepsi , Batı'nın Paleolitik sanatıyla , daha çok da Aurignasiyan sanatla koşutluk göstermektedir. Hoit-Tsenker'deki renkli mağara resimleri, Şişkino'daki (Ku­ zey Asya'nın en eski kaya resimlerini oluşturan) kayalara çizil­ miş resimler ve Pamirler'deki Şahtı yeraltı mağarasındaki çizgi resimler mağara resim sanatının yalnızca Batı'dan gelmiş bir miras olmadığını göstermektedir; lç Asya'nın, Yukarı Paleoli­ tikte, küçük ya da taşınabilir sanat olarak adlandırılabilecek bir sanatın Malta-Buret'teki kaynağının yanı sıra, kıtanın en derinlerinde, içinde mağara sanatının da bulunduğu anıtsal bir sanata sahip olduğunu kanıtlamaktadır. Hoit-Tsenker mağara­ sındaki buluntulara bakılarak, bu sanatın yuvasının Orta As­ ya'da bulunduğu söylenebileceği gibi, sanatsal, estetik ve hatta eskilik bakımından, Batı Avrupa'nın erken Aurignasiyan sana­ tından geri kalmadığı da söylenebilir. 1 5 Üst Paleolitik kültür, Uzakdoğu'da, Amur Irmağı kenarında ve kıyı kordonu boyunca birçok bakımdan [Batı Paleolitik kültüründen] bağımsız gelişme gösterdi. Kıyı kordonu boyun­ daki Taş Çağı kalıntılarının en eskilerinden biri, Ussuriysk ya­ kınındaki Osinovka köyünde bulunan Suifin Havzası'ndaki I S A.P. Okladnikov, 1966d, s. 96- 104. 85

"hem yerleşme yeri hem işlik" olarak kullanılmış yerdir. Aşın­ mayla (erozyon) taşınmış topraklardan oluşmuş bir üst taba­ kanın, bir buzularası dönemde , olasılıkla Sihote-Alin Dağla­ rı'nın buzul katmanının en yüksek kalınlığına ulaşmasından önceki bir çağda, yani yaklaşık olarak 40 binyıl önce biçimlen­ miş kahverengi-kırmızı bir balçık katmanın içinde, Taş Çağı alet yapıcılarının üzerinde çalıştıkları türden işyeri düzlükleri (platform tipleri) zamanımıza dek kalabilmiştir. Söz konusu alet yapıcıları, beyazımsı-gri volkan tüfünden oluşan taş yum­ rulardan (nodüller) Levallosiyan çekirdek taş ale tlerinkine benzer çekirdektaşların özellikleri ile yongataş aletlerin karak­ teristik özelliklerini biraraya getiren acayip ve alışılmadık alet­ ler yaptılar. Öyle anlaşılıyor ki, aynı alet yapılırken, hem "çak­ maktaşı tekniği" hem "Levallosiyan teknik" birlikte kullanıl­ mıştı. Kıyı kordonunun başka bölgelerinde, Hanka Gölü yakı­ nında Mo Irmağı kıyısında ve Ussuriyksk kenti içindeki llyuş­ kina höyüğünde, benzeri buluntularla karşılaşıldı. Ve hepsin­ den ilginci, Orta Amur'da, Blagoveşçensk'in üzerindeki Bibi­ kov köyünde, onlara çok benzeyen şeyler bulundu . 1 6 " Çakmaktaşı tekniği"ne dayanan Taş Çağı kültürünün aynı gelişme süreci, kıyı kordonundan elde edilen yeni buluntular­ la; yani Suçan lrrnağı'nın halici kıyısındaki Nahodka kentinin yanında bulunup " Coğrafya Derneği Mağarası" adı verilen bir mağaradan elde edilen buluntularda da olduğu gibi izlenebilir. Burada bir mağara sırtlanının ve bir yaban atının kemikleriyle birlikte, çakmaktaşlarını doğrudan doğruya yüzeyleri boyunca çapraz vuruşlarla yarmak, yüzeyin kendisini işlenmemiş bı­ rakmak gibi karakteristik bir yöntemle biçimlendirilmiş iri yongalar bulundu ; aynı zamanda bu yongaların alındığı çekir­ dekler, çakmaktaşı parçaları da bulunmuştu . Coğrafya Derneği Mağarası'nın, yaşları olasılıkla buzul dönemine dayanan, yani buzularası döneminden kalma Osinovka kazı yerinin (35-25 binyıl dolaylarında) yaşından biraz daha genç olan buluntula­ rı, mamutun ve onu izleyerek ilk insanların, buzul çağında kı16 AP. Okladnikov, 1959. 86

yı kordonunu Japon adalarıyla ve Amerika kıtasıyla birleştiren kara köprüsü üzerinden Sahalin'e ve Hokkaido'ya gidebilmele­ rine olanak veren rotayı göstermesi bakımından da anılmaya değer bir nitelik taşımaktadır. Paleolitik Çağın Kuzey Asya'da sona erişi, Paleolitik ya da Mezolitik aletlerin son derece yaygınlaşmış iki öğesinden anla­ şılmaktadır. Bunlardan birincisi, "Solutreen figür"ün yüzey rötuşlaması ile elde edilmiş, her iki yanı işlenerek yaprak gibi inceltilmiş bıçaklardır. Bu bıçaklarla ilk olarak, Angara Irmağı kıyısında Verholenskaya Gora köyünde ve Uşkanka Çöküntüsü'nde kar­ şılaşılmıştır. Bunlar aynı zamanda Moğolistan'da Orhun Irma­ ğı'nın Kuşkirazı Çukuru [Moltın-Am ] denen yerinde Paleolitik Çağın en son evrelerinde de bulunmaktaydı. Aynı tip bıçaklar Aldan Irmağı Vadisi'ndeki Dyuktay Mağarası'nda da bulun­ muştur. Bunlar, Japonya'nın, batının Magdalenyan kültürüyle çağdaş yaşlarının 1 2- 1 7 binyıl olan Geç Paleolitik yerleşim yer­ lerine özgü niteliklere sahiptir. Buradan, Ustinovka köyü yakı­ nından geçen Taduş Irmağı kıyısında bulunan yerleşim yeri-iş­ lik kalıntısının üst tabakası içinde karşılaşılan benzeri bıçakla­ rın da aynı yaşta olacakları sonucu çıkar. 17 Dyuktay Mağara­ sı'nda, Verholenskaya Gora'da ve Ustinovka'da, iki yüzü rötuş­ lanmış yaprak gibi inceltilmiş aletlerin yanısıra "Gobi çekir­ dektaşları" adı verilen, bununla birlikte, çekirdektaştan çok, kazıyıcılar ya da kesiciler olan aletler bulunmuştur. Kuşkirazı Çukuru [ Moltın-Am] tabakaları arasında görülen biçimleriyle bu araçlar, Orhun Vadisi'ndeki Paleolitik çökertiler içinde kar­ şılaşılan benzeri görülmemiş çekirdektaş hazırlayıcılığının so­ nul evrelerinin karakteristik özelliklerini taşımaktadır. Moğo­ listan'ın Halkin Gol Vadisi'ndeki Khere-uul Dağı'nda da taş aletlerin en büyük bölümünü bu Gobi çekirdektaşlarının oluş­ turduğu bir yerleşme yerinin bulunduğu bilinmektedir. Sonuç olarak Paleolitik Çağın sonul evresinde ya da Mezoli­ tik denen evrede, Yakut ülkesinden Doğu Moğolistan'a kadar 1 7 A.P. Okladnikov, 1966, s. 552-572. 87

uzanan bölgede, kültürler özel bir biçimde birleşip bütünleşti. Gobi çekirdektaşlarının, Alaska'nın ve Orta Asya'nın çanak­ çömlek öncesi kültürleri arasındaki bağlantıyı oluşturduğu görüşünü savunan Nelson'un belirttiği gibi, bu bütünleşme ol­ gusu daha geniş bir alanı kapsamıştı. Aynı dönemde, yani yak­ laşık 1 0 , 1 1 binyıl önce, oradan oraya dolaşan avcıların, en ka­ rakteristik özelliklerini iki yanı da rötuşlanarak işlenmiş bu [ ok vb. ] başlıkların [ ın] oluşturduğu Folsom kültürünün yayıl­ ması, belki de bir rastlantı değildi. Avrupa'da nadir görülen nesnelerin yayılmalarının gösterdi­ ği gibi, Paleolitik Çağın sonlarında, bu hareketlere yalnızca lç Asya'nın değil, aynı zamanda Amerika'nın da katılmış olması büyük bir olasılıktır. lç Asya'nın kültür tarihinin [ dördüncü jeolojik çağdaki] ya­ kın dönemi, doğada görülen büyük çaplı bir bunalımla başlar. Zamanımızdan 10 ila 1 3 binyıl önce, buzul döneminin son ev­ resi sona erdi. Kuzey Asya'da (bu dönemin Orta Asya'ya göre çok daha eksiksiz olarak incelendiği topraklarda) bir önceki dönemin Britanya Adalarından Bering Boğazına kadar uzanan bozkırları ve tundraları üzerinde uçsuz bucaksız tayga doğar. Mamutların son örnekleri (Taymır mamutlarının yaşının 1 1 binyıl oluşundan anladığımıza göre) yaşamlarını Taymır Yarı­ madasında hala sürdürmekteydiler; ne var ki, mamut faunası­ nın öteki temsilcilerinin olduğu gibi, onların günleri de sayı­ lıydı; Sibirya'ya ilk yerleşenler, yani Sibirya'nın Üst Paleolitik halkı, işte bu hayvanların varlığıyla bağlantılıydı. Malta , Buret ve Afontova Gora halkı buzul döneminde yaşamışlardı. Holosen [Bölüm] başlar ve onunla birlikte, karaca, elk geyi­ ği [sığın] , kızıl geyik gibi hayvanlarıyla yeni bir fauna ortaya çıkar. Yaşam koşullarında yavaş yavaş oluşan değişiklikler ve bir kutup [buzul] ikliminden günümüzün iklimine geçiş, ma­ mut ve rengeyiği avcılarının Malta'da ve Buret'te açıklıkla çizil­ miş bulunan eski yaşam biçimlerinde bunalıma yol açar. Malta halkınca yaratılan kültür, şaşılası gerçekçi sanatları ile birlikte ortadan kaybolur. tık yapıları yok oldu ve Malta ve Buret hal­ kının, yarısı toprak altında, sağlam Paleolitik evlerinin yerini, 88

hafif, geçici yapılar, deriler ya da ağaç kabuklarıyla kaplı çadır­ lar ya da kulübemsi yapılar alır. Ancak, bu gerçekten büyük bunalım sırasında Sibirya yerlilerinin yaşamında bir gerileme­ nin yanısıra, başka şeyler de görüyoruz. Gerçekte, Sibirya ka­ bilelerinin yaşamının ileriye doğru ağır ağır düzenli bir geliş­ me göstermesine; yani onların, Paleolitik halkların soyların­ dan gelen insanlarca yaratılacak, kendini olgun Neolitik ya­ şam biçiminde, yeni bir kültürde dile getirecek olan yeni bi­ çimlere ulaşma yönünde ilerlemesine tanık oluruz. Holosen'in yol açtığı büyük bunalım, yeni yaşam biçimleri bulma yolunda özellikle maddi kültür, ekonomi ve teknik ba­ kımdan yeni bir kültür yaratma yönünde , güçlü bir iti sağladı. Araç yapım tekniklerinde görülen değişiklikler, kuşkusuz, an­ tik kabilelerin Paleolitik'ten tarihlerinin daha ileri aşamalarına geçiş sırasında yaşamlarında gerçekleştiren kapsamlı değişik­ liklerin ancak bir bölümünü , onu da dolaylı olarak yansıt­ maktadır. Bununla birlikte , alet yapım tekniklerinde gerçekle­ şen söz konusu değişiklikler, öteki değişikliklerin çapını gös­ teren gerçek göstergelerdir. Örneğin, Üst Paleolitik teknikler­ den uzaklaşıp, kendini [yay] , [ yamuk] , [ trapez ] ve üçgen gibi geometrik biçimi minitaş [ mikrolit] aletlerin yapılmasında kullanılan çok yaygın ve özgün nitelikli tekniklerde ortaya koyan , Avrupa ve Yakındoğu'da görülen yeni Mezolitik tek­ niklere doğru genel geçiş, böyle bir nitelik taşımaktadır. Bu değişiklik, ekonomide görülen daha derin ve çok daha kap­ samlı değişiklikler üzerinde yükseldi. Ilkel bir tarım doğdu ve yaşamın tüm ekonomik ve varoluşsal koşullarının yapısı yeni­ den örgütlendi. Kuzey ve Orta Asya'da durum oldukça farklıydı, burada ge­ ometrik biçimli mikrolit aletler yoktu. Geometrikleşme dalga­ sı, kuzeyde Urallar'da, güneyde Sır Derya sınırlarında durdu . Altaylar ve Sibirya'da, eski "çakmaktaşı tekniği" ve çağı geç­ miş Levallosiyan teknikler, varlıklarını yanyana sürdürdüler. Alet yapmada, temel malzeme olarak, enlemesine ya da çap­ razlamasına vurularak koparılan, sonra yalnız bir ucu yontu­ lan ırmak çakmaktaşlarının kullanılması sürdü; çakmaktaşla89

rımn bir ağacı kolaylıkla budayabilen, öldürülen bir hayvanın organlarını kesip ayırmada, derileri yüzmede ve onları giysi yapmak üzere dikmede yararlanılan bir dizi keskin, kesici alet yaratmak üzere kullanılması sürdü gitti. Bu tür aletler, Altay­ lar'daki Katun Irmağı Vadisi'nde bulunan Ust-Seminsk'de, iki yüzlü , rötuşlanmış minyatür boyutlu okbaşları ( temren) ile birlikte bulunmuştur. Moğolistan'da ve Yenisey kıyılarında , çakmaktaşı parçası tekniğiyle yapılmış çekirdektaşları, satırlar ve kesici aletler, Neolitik Çağın sonuna kadar kararlılık kazanmış, değişmez bi­ çimleriyle varlıklarım sürdürdüler. Yenisey kıyısında bulunan "Truba"daki yerleşim yerlerinden biri, böyleydi. Ünlü Biryu­ sinskaya kamp yerinden elde edilen buluntular da böyledir; G.P. Sosnovskiy, N.K. Auerbach ve V.1. Gromov tarafından Bir­ yusinskaya'da elde edilen buluntular, hiç beklenmeyen bir şeyi ortaya koydu : çakmaktaşı tekniğiyle yapılmış satırlar ve hilal biçimli tipik kazıyıcılar, bu çokkatmanlı yerleşim yerinin halk­ larınca, ilk katmandan son katmana değin kullanılmışlardı. Bu kaba, iri aletlerin bulunduğu tabakaların hemen üzerinde, ol­ gun bir Neolitik kültürden kalan nesneleri içeren bir tabaka yatmaktaydı. Bu gözlemleri, N . N . Gurina'nın geçenlerde yaptı­ ğı, Biryus Irmağı kıyısında, tüm aşamalarıyla Paleolitik kültü­ rün, Neolitik Çağın doğuşuna dek kararlılık kazanmış varlığı­ m sürdürdüğünü gösteren aynı görüntüyü ortaya çıkaran ça­ lışması da desteklemektedir. Çakmaktaşı tekniğiyle yapılmış aletler, özellikle kazıyıcılar, Baykal bölgesindeki Erken Holo­ sen'e ait çokkatmanlı yerleşme yerlerinde olduğu kadar, Bela­ ya Irmağı'nın lrkutsk yakınındaki [Baykal'a dökülürken oluş­ turduğu ] halici kıyısındaki bir yerleşim yerinde kesinlikle ar­ kaik görünümlü oldukları gibi, burada bulunan iri taş aletler de , temelde Yenisey'den elde edilen, Pleyistosen'in başlarına tarihlenen ve yaklaşık 20- 1 2 binyıl arasında bir yaşa sahip olan Geç Pleyistosen kazıyıcılardan ya da satırlardan farklı aletler değildir. Klasik biçimleri Orta Asya'da bulunan eski Levallosiyan yonga çıkarma teknikleri, varlıklarım, Altaylar'da da aynı de90

recede inatla sürdürdüler; bu teknikler, Selanga lrmağı'nın ça­ nak-çömlek öncesi yerleşme yerlerinde, Altaylar'da ve son ola­ rak Belaya Irmağı halici kıyısındaki (Baykal bölgesini temsil eden) çokkatmanlı yerleşim yerinde, canlı bir biçimde sunul­ maktadır. Temelde aynı çakmaktaşı çekirdek olan levallosiyan çekirdektaşlar, hazırlayıcı işlemlerden, yani rötuştan geçiril­ meksizin kullanılabilen, iri, geniş yongalar biçimindeki bıçak­ lar ve [ ok, mızrak, zıpkın vb. ] uçlar Paleolitik Çağda bile üre­ tilmiş olduğuna göre, bu , anlaşılmaz bir durum değildir. Bu­ nunla birlikte, değişmenin derecesi de az değildi ve Kuzey As­ ya ile Orta Asya halklarının etkinliklerinin yaşamsal önem ta­ şıyan birçok yönü , bu değişmenin dışında kalamamıştı. Tayga­ nın, ağaçlı bozkırın ve artık kutup bozkırı niteliği taşımayan yeni bozkırların fethedilmesi için sayısız buluşun yapılması el­ zem oldu . Bu buluşların en önce gerçekleştirilenleri, ok, yay ve çöm­ lekçilik idi. Ok, yay ve çömleklerle , gezegenimizde, kültürel gelişmenin Neolitik aşamasında bulunan insanların yerleştik­ leri tüm bölgelerde karşılaştığımızdan, bunlar, genel olarak Neolitik kültürün temel öğeleri sayılırlar. Tarihsel gelişmenin izlediği yolun genel bir karakteristik özelliğini oluşturması bakımından, şimdi [ Neolitik'te ] farklı yeryüzü ve coğrafya koşullan altında, farklı ekonomik koşulla­ rın ve farklı yaşam koşullarının doğmuş olması da büyük önem taşır; bu farklı coğrafya ve yaşam koşullan, Neolitik sıra­ sında doğan büyük kültür ve etnografya alanlarının ya da böl­ gelerinin özelliklerini belirlediklerine kuşku bulunmayan do­ ğal koşullara doğrudan bağımlı olmayıp, salt etnografik özel­ liklerle bağlantılıydı. Erken Holosen sırasındaki Mezolitik dü­ zeyde bile, iç Asya halkları arasındaki belli bazı grupların kül­ türlerinde, etnokültür alanında ileride görülecek özelliklerin habercileri olan yerel kültür çeşitliliklerinin başlangıçlarını gö­ rürüz. Örneğin Altaylar'da, Kugom sınır taşının yakınında ya­ pılan kazılarda, taş işlemeciliğinin özel bir türünün bulunduğu ortaya çıkarıldı. Srostka köyündeki kamp yeri gibi Paleolitik yerleşme yerlerinde , çoğunluğu "çakmaktaşı işçiliği" temel 91

tekniğiyle oluşturulan büyük kazıyıcılar ve bıçaklar yapılırken, burada [ Kogum'da] zamanla, ufak ve iri yonga çıkarma teknik­ leri, gittikçe artan bir önem kazandı. Çakmaktaşı işçiliği tekni­ ğiyle yapılmış aletler, ender karşılaşılan nesneler durumuna geldi ve gelişmenin genel eğilimi kendini, iri yongataşların ve bu taşlardan yapılmış küçük aletlerin kesin bir egemenlik kur­ maları yönünde ortaya koydu . Çakmaktaşı parçası işçiliğiyle yapılmış küçük çakmaktaşı aletler de gittikçe küçülüp, gittikçe minyatürleşti. Aynı saptama, S.S. Çemikov'un, lrtiş lrmağı'nın kıyısındaki Semipalatinsk kenti çevresindeki mağaralardan bi­ rinde ( "Peşçerı" [ Mağaralar] kamp yerinde) yaptığı kazılarda gösterdiği gibi, komşu Kazakistan için de geçerli görünmekte­ dir. Taş işleme tekniklerinin gelişmesinin bu iki çeşitlemesin­ de, Üst Paleolitik Çağın kökenleri farklı iki kültürünün varlığı­ nı tek bir çizgide sürdürdüğünü görmek hiçbir biçimde ola­ naksız değildir. Söz konusu kültürlerden biri, "Malta - Buret kültürü" ötekisi "Afontov kültürü" olarak adlandırılabilir. Taş aletlerin gittikçe küçülmesi (mikrolitleşmesi) ile ilk min­ yatür okbaşlarının görülmesi, artık basit kargılar oldukları söyle­ nemeyecek gerçek yay ve okların beklenmedik bir zamanda or­ taya çıkmaları, eski kültürden, yani Paleolitikten, yeni bir kültü­ re, Neolitik Çağa geçişi göstermektedir. Kazakistan'da ve Batı Moğolistan'da da buna çok benzer bir gelişme görülmüştür. Batı Moğolistan'da, karakteristik özelliklerini, yalnızca yuvar­ lak yüzlü kesiciler biçiminde hafif aletlerin değil, aynı zamanda karakteristik testere dişi (serrat) tekniği ile biçimlendirilmiş aletlerin bulunduğu bir başka çanak-çömlek öncesi kültür orta­ ya çıkarıldı. Bu araçların kesici kıyılarında, testere dişleri, yani çıkıntılar ve bunları izleyen girintiler vardı. Bu aynı teknik, da­ ha sonra, erken Neolitik'te, Güney Gobi'de geliştirilecekti. Son olarak, yeni kültürün olgunlaşmasının öteki iki karak­ teristik çeşitlemesinin, geçmişleri bakımından iki farklı gele­ neğinin, Uzakdoğu'da görülebileceğini belirtmeliyiz . Bu kül­ türlerden biri, kıyı kordonundaki Ustinovka köyü yakınından geçen Taduş Irmağı kıyısındaki iki tabakalı yerleşme yeri-işlik noktasından elde edilen insan yapısı nesnelerin son derece 92

zengin bir grubunca temsil edilir. Burada çekirdektaşlann ve çekirdektaşa benzer aletlerin iki tipiyle karşılaşırız. Bunlardan birincisi, Levallosiyan olup, geçmişinin, hiçbir kuşkuya yer bı­ rakmayacak biçimde, lç Asya'nın Levallosiyan Paleolitik Çağı­ na dayandığı söylenebilir. İkinci tip, özgün "Gobi çekirdektaş­ ları" (ya da B.E. Petri'nin terminoloj isindeki öteki adlarıyla "kama biçimli araçlar" ve "çekirdektaş-kazıyıcılar") denen bu­ luntulardır. Ustinovka'daki çanak-çömlek öncesi halkın kültü­ rünün, Japon adalarının, radyokarbon testlerinin son derece eski bir tarihten ( 1 4- 1 7 binyıl öncesinden) kalma olduklarını ortaya koyduğu geç çanak-çömlek öncesi kültürleriyle sıkı bir bağlantısı vardır. Onun Halkin-Gol Vadisi'ndeki (Khere-uul Dağı'ndaki yerleşme yerindeki) çömlekçilik öncesi kültürle bağlantısı da bunun kadar önemlidir. "Gobi çekirdektaşları" denen taşlar, onunla Baykal-ötesi arasındaki, aynı zamanda onunla Alaska arasındaki bağlantıyı da kurmaktadır. Ustinov­ ka aletlerinin ve kültürünün üçüncü karakteristik özelliği, ya­ rıp koparma işlemi, yonganın uzun ekseni boyunca çaprazla­ masına bir eğim yaratılarak yapılmış olmakla birlikte, hafif bir rötuşla elde edilmiş uzun kesici kenarları olan "yongataş kesi­ ciler"in varlığıdır. Bu kesicilere, Japonya'daki ilk bulunup be­ timlendikleri yere bakılarak "Araya" adı verilmiştir. Uzak Batı Mezolitiğinin ikinci çeşitlemesi, Amur lrmağı'nın Habarovsk kenti yakınındaki kıyılarında (Sakaçi-Alyan demir­ yolu hattı kıyısındaki yerleşme yeri) ve Ussuri Irmağı kıyısında­ ki Venıkovo gibi yerleşim yerleri grubunca temsil edilir. Burada en çok karşılaşılan alet biçimleri, cilalanarak değil, yalnızca ar­ tlarda küçük vuruşlarla işlenmiş, testere dişi gibi dişlere sahip (serrat) kesiciler biçiminde iki yüzü rötuşlanmış taş aletlerdir. Bu aletler arasında bulunan, biçimleri bakımından çoğu örnek­ te yaprak gibi inceltilmiş ve badem biçimli (amigdaloid) taneli taştan ve birçok bakımdan Ustinovka'nın üst katmanından elde edilen kamaları anımsatan, iki yüzü rötuşlanmış kamalar da, söz konusu yerin karakteristik buluntulanndandır. Arada sıra­ da bir bölümü kırılmış alet parçalarıyla karşılaşılmakta olup, bunlar arasında, bir ucu rötuşla, bir ya da iki kıyısından işlene93

rek keskin bıçaklara dönüştürülmüş yassı çakmaktaşı aletler bulunmaktadır. Aynı zamanda bir ucu rötuşlanmış yonga bı­ çaklarla ve "Gobi çakmaktaşlan" ile de karşılaşılmaktadır. Kamçatka'nın antik kültürü de kendine özgü bir yolda ge­ lişmiştir. Uşakov Gölü'nün kıyısındaki çok katmanlı bir yerle­ şim yerinde kalıntılar ortaya çıkarılmıştır; burada çeşitli kül­ türleri temsil eden katmanlar, volkan külünün yarattığı iç kat­ manlarla birbirlerinden ayrılmış durumdadır. Bu yerleşim ye­ rinin en alt (altıncı) katmanı, yöreye ormansız tundranın (ça­ lı-yosun tundrasının) egemen olduğu bir zamanda, yani zama­ nımızdan 10 binyıldan daha eski bir tarihte oluşmuştur. (Be­ şinci katmanın radyokarbon tarihlemesi G . Ö . [ Günümüzden önce ] 1 0360± 345 olarak çıkmıştır) . Bu tarihlerde Kamçat­ ka'da yaşayanlar, yaygın biçimde Gobi çekirdektaş aletleri kul­ landılar; aynı zamanda , kırık kalıntıları Kuzey Amerika'nın Paleolitik Hindilerinin kullandıklarına benzeyen, küçük ok saplarına takılan, iki yüzleri rötuşlanmış, kama biçimli "baş­ lıklar" yaptılar. Eski Dünya halkları ile Yeni Dünya halkları, Mezolitik kadar uzak bir geçmişte, birbirleriyle, büyük bir ola­ sılıkla Aleut Adaları yoluyla, ilişkideydiler. lç Asya'nın eski halklarının kültürlerinin gelişmesinin gös­ terdiği çeşitlilik, Neolitik sırasında, daha da belirgin biçimde ortaya döküldü. lç Asya'nın büyük yerel kültürlerinin gelişme­ sinin, hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak bir kesinlikle, bu dö­ nemde gerçekleştiği söylenebilir. Söz konusu kültürler, az çok kesinlikle, alt çeşitlere, daha küçük alanlara yayılmış yerel çe­ şitlemelerine bölünebilir. Neolitik sırasında , Avrupa Rusyası'nın , Urallar'dan Baltık Denizi'ne kadar uzanan orman kuşağında, avcı ve balıkçı kabi­ leleri yaşamaktaydı. Bu kabilelerin maddi kültürlerinin en ka­ rakteristik özelliği, her yeri ya da neredeyse her yeri, çoğu ör­ nekte fosil belemnitler (konik biçimli fosiller) ile işlenmiş ya­ tay çukur sıralarıyla kaplanmış, sivri tabanlı balçık kaplardı. Bu kapların son derece karakteristik özelliğini oluşturan bu " tarak dişi" gibi çizikler, çok dişli kalıp ya da tarak biçimli araçlarla oluşturulmuştu . 94

Bu "Tarak Desenli Çömlekçilik" kültüründen kesin bir fark­ lılık gösteren bir başka Orta Asya kültürüne, "Kelteminar kül­ türü" adı verilmiş olup, bu, S.P. Tolstov tarafından ortaya çıka­ nldıklan yer olan, Amu Derya'nın aşağı kavşaklarına rastlayan yerden [ Kelteminar'dan] Zerafşan Irmağı'nın aşağı kavşakları­ na ve daha ötesine kadar uzanan yerlerde olmak üzere, Aral bölgesinde ağır basan kültürdü. 18 Bu kültürün en eski kalıntı­ ları [ M . Ö . ] 4. binyıldan gelmektedir; daha sonraki kalıntıları ise, M.Ö. 2. binyılın başlarından kalmadır. Bu kültürün halkı olan Kelteminarlar, ırmak ve göl kıyılan boyunca uzanan sık tayga ormanlarında yaşayan zürafa, yaban atı ve yaban domu­ zu gibi hayvanları avladılar. Yalnızca zıpkınlarla değil, aynı za­ manda ağlarla donanmış olarak, turna, sazan, atbalığı* yakala­ mak için ava çıktılar. Balıkçılık kendilerine, az çok kararlılık kazanmış ve toprağa yerleşik bir yaşam biçimi sağladı. janbas­ kal'da, ovale benzer biçimde ve 270 m2'lik bir alanı kaplayan bir evin varlığı ortaya çıkarıldı; ortasında büyük bir ocak, ola­ sılıkla içinde kutsal ateşin yandığı bir "kutsal ocak" bulun­ maktaydı. Bu ocağın çevresine, birkaç sıra olarak, ailelerin kul­ landıkları sıradan ocaklar yapılmıştı. Konutun, tahta direkler­ den ve kirişlerden kurulu çatkısı, hafif bir kamış çatı ile kapa­ tılmıştı. Zerafşan Irmağı'nın aşağı kavşaklarındaki Darbazıkır yerleşme yerinde, 8 1 m2'lik dörtköşe bir konutun kalıntıları ortaya çıkarıldı. Burada, birşeyler pişirmekte kullanılan ocak­ lar, konutun dışına yapılmıştı. Kelteminar halkı, Doğu Avru­ pa'nın Neolitik kabileleri gibi, yuvarlak tabanlı kaplar kullan­ dılar; ancak biçimleri, onlarınkinden az çok farklıydı. Bu kap­ lar arasında, uzun, yan beyzi, yarı küresel kaplar, yükseklikleri fazla olmayan geniş taslar ve kayık biçimi verilmiş tabaklar bu­ lunmaktadır. Kelteminar çömleklerinin en karakteristik özelli­ ği, hareket ettirilen bir çubuk ile yapılmış dalgalı paralel çizgi­ lerden oluşan süslemelere sahip olmalarıdır. Böyle bir süsleme, Kelteminarlıların, aynı dalgalandırılmış çizgilerle boyanmış 18 S.P. Tolstov, 1948, s. 59-66; Ya. G. Gulyamov, C. lslamov, A. Askarov, 1 966. ( * ) Essox lucius, Cyprinus carpio, Siloris glanis (Sheatfish) - ç.n. 95

balçık kaplar kullanan (Türkmenistan'daki Ceytun, Namazga­ depe ve Kara depe gibi yerleşim yerlerinde yaşamış olan) ta­ rımcı kabilelerle bağlantılarının bulunduğunu göstermektedir. Kelteminarlılann bazı kaplan, yüzeylerinin boyayla ya da san aşı boyasıyla örtüldüğünü gösteren izler taşımaktadır. Tarımsal güneyle ilişkiler de, bu halkın taş aletlerinden açıkça anlaşılmaktadır. Büyük cilalı taş aletler, baltalar ve ke­ serler enderdir. Taş aletlerin çoğunluğu , çok üstün bir beceriy­ le yontulmuş prizma biçimli taş çekirdeklerinden koparılmış iri yongataşlardan oluşmaktadır. Testere dişi gibi dişli keskin yüzlere sahip okbaşları, bu yongataşlardan yapılmıştır. Kazıyı­ cılar, delgiler ve artlarda çentikler atılarak yapılmış yongataş elbaltaları da, Türkmenistan'da, Hazar Denizi kıyısındaki Ce­ bel Mağarası'nın erken Neolitik tabakasından ve Ceytun kül­ türünün tümüyle tarımsal nitelik gösteren yerleşim yerlerin­ den çıkarılanların aynısıdır. Ne var ki burada, çember parçası biçimli tek bir alet bile bulunamamıştır; ancak yamuk biçimli (trapezoid) birkaç taş bulunmuş; bunlar da yalnızca kazıda el­ de edilmiş malzeme içinden çıkarılmıştır. Keltaminar kültürü , sanki kültürel öğelerin, Urallar yönün­ de daha kuzey bölgelere aktarılması işlevini görmüş gibidir. Bu bölgede, birçok göl ve ırmak kıyısı boyunca, Şigir kültürü­ nün halkı, Keltaminarlar gibi avcı ve balıkçı olan, ama onlar­ dan farklı olarak ormanlık bölgelerde oturan insanlar yaşadı. Şigir kabilelerinin maddi kültürünün niteliği hakkında ipuçla­ rı veren katman, onu , Neolitik Tarak Desenli Çömlekçilik kül­ türü ile ilişkilendiren, içinde çakmaktaşı bıçaklı, kılıflı kemik hançerler, iğneler ve bazıları [ taban tabana ] çifte konik biçimli ya da biçimli başları bulunan "biz" benzeri uçların bulunduğu arkeolojik katmandır. Keramik kaplar, biçimleri bakımından, Tarak Desenli Çömlekçilik kültürününkiyle aynıdır; ne var ki süslemeleri, hem süslemenin yapısı hem de dalgalı çizgilerin varlığı açısından, katıksız bir Keltaminar nitelik taşır. Urallar'ın doğusuna doğru , bir dizi başka, tam anlamıyla Si­ biryalı Neolitik orman kültürü bölgesi başlar. Bu kültürlerin il­ ki, batıda Ural Sıradağları ile başlayıp, Yenisey gibi uzak bir yö96

reye dek uzanır. Buranın insanları, Batı Sibirya Taygası'nın yan yerleşik ya da tam yerleşik balıkçı ve avcı kabileleriydi. 1 9 Bu kabileler kışlan, yan yarıya toprak altına inecek biçimde kazıl­ mış, dayanıklı konutlar kurdular; bunlar birbirlerine bitiştiril­ miş ve tüm kabilenin yaşadığı bir yerleşme yeri oluşturacak bi­ çimde tahkim edilmişlerdi. Bu bannaklann içinde, biçim ve ta­ sarım bakımından, Avrupa Rusyası orman kuşağının Tarak De­ senli Çömlekçiliği'ne benzeyen ve stilize edilmiş uçan ördek­ lerle süslenmiş, yuvarlak tabanlı kaplar bulundu . Bir çomak ile çizilerek oluşturulmuş dalgalı çizgiler, en çok kullanılan de­ sendi; ve ördekler gibi bunlar da, su ile ilişkinin belirtileriydi. Benzeri desenler, Urallar'ın üzerleri kazınarak çizilmiş kayala­ rında ve Batı Sibirya'da günümüze dek kalabilmiştir. Bu süsle­ me motiflerinin ve onlarla dile getirilen mitolojik kavramların, Doğu Avrupa ve Batı Sibirya'nın Fin-Ugor kabilelerinin sana­ tıyla ve mitolojisiyle çakıştıklarını belirtmekte yarar vardır. Burada da, Fin-Ugor kültürünün ilksel öğeleri arasında, Batı Sibirya Neolitiği heykelcilerinin beklenmedik gerçekçilikteki yapıtlarıyla temsil edilen, ileri derecede gelişmiş bir "ayı kül­ tü" belirtileriyle karşılaşılır. Ayı, Fin-Ugorların sanatlarında , mitolojilerinde ve dinsel uygulamalarında, ilk çağdan beri çok önemli bir yer tutmuştur. Bu hayvan en yüksek tanrısal varlık ile ilişkilendirildiğinden, kült içinde çok yüksek bir saygınlığa sahip bulunuyordu . Buradan, Batı Sibirya'nın Neolitik bölgesi­ nin, Fin-Ugor halklarının doğu dallarının ilk göründükleri yer olduğu sonucu çıkmaktadır; daha somut olarak belirtmek ge­ rekirse, Obi-Ugorlarının (Ostyak ve Vogulların) ve Macarların atalarının, daha sonra Fin-Ugorlardan ayrılan batı akrabaları oldukları sonucuna varılabilir. Baykal öncesi ya da "Baykal kültürü"20 olarak adlandırabile­ ceğimiz bir başka büyük kültürel-etnik bölge , Yenisey Irma-

19 V. N . Çernetsov, 1 9 5 3 . 20 A.P. Okladnikov, 1 9 5 0 , 1957. 20a [ Bunları söylerken yazarın kafasında, Debec, 1 948 ve Debec , 1 956 gibi yapıt­ ların bulunduğuna kuşku yok - DS) . 97

ğı'nın sağ kıyı şeridinden doğuya doğru yayılmıştı. Angara Ir­ mağı ve Yukarı Lena boyunca uzanan gömü yerlerinde bulunan malzemeden, Baykal bölgesinin, Hin, lsakov, Serov ve (llk Tunç Çağında) Kitoy gibi çeşitli aşamalarından geçen bir Neolitik ve llk Tunç Çağı kültürünün kesintisiz gelişmesi izlenmektedir. Bu kültürün, erken Mezolitik olan başlangıç evresinde, ça­ nak-çömlek ile karşılaşılmaz. Bununla birlikte, Belaya lrma­ ğı'nın haliç kıyısından elde edilen buluntulara bakılırsa, içle­ rinde nefrit taşından araçların da bulunduğu yongataş alet üre­ timinde, cilalamanın başlangıç biçimleri görülmekteydi. Eski, keskin yongalar çıkarma tekniğiyle elde edilen parçaların, uç­ larının hafif bir traştan geçirilmesiyle yapılmış ilk okbaşları da vardı. Mezolitik Çağın tipik aletleri sayılan aynı tip okbaşları, Çastaya ve Hinskaya gibi ırmakların ovalarında da bulundu . Bundan bir sonra gelen lsakov döneminde, Baykal Neolitik Çağının olgun kültür çeşitleri oluştu. Burada üçgen ve yamuk şekilli cilalı keserlerin, kesin anlamıyla yerel özellik gösteren biçimleri ile karşılaşırız. Kaplar ise, dikey profillerinden bakıl­ dığında, parabolit geometrik görünümdeydiler ve üzeri, ağı an­ dıran çizgilerle kaplıydı. Okbaşları, tabanları kırlangıç kuyruğu biçiminde olan, gövdeleri simetrik olmayan çekirdektaşlar idi. Bu zengin alet takımının, örneğin hilal biçimli kazıyıcıların, iri okbaşlarının ve bıçakların arasındaki bazı öğeler kadar, av silahlarının yapımında da mamut kemiklerinin açıkça yeğlen­ miş olması gerilerinde güçlü bir Paleolitik geleneğin bulundu­ ğunu göstermektedir. Bu kültürün gelişmesinin bir sonraki aşaması, Serov dönemiydi. Burada kapların biçimi [mitre (pis­ kopos başlığı) şeklinde boyunlu kaplarda olduğu gibi] çok farklılaşmıştır ve süsleme çok bollaşmıştır. Kapların ağzının altındaki bölgeye çizilen basit, yatay, dalgalı bantlar yerine, ta­ rak dişi gibi nokta nokta iz bırakan bir araçla basılmış parelel çizgiler ya da zikzaklı bantlar gelmiştir. Aynı zamanda yuvar­ lak ya da hilal biçimli iz bırakan bir araçla, ritmik hareketlerle konmuş çukurluklardan oluşan bir desen de vardır. Süslemede kullanılan bir başka kompozisyon ise, yatay bantlar ile onlar­ dan yükselen kısa dikey çizgilerden oluşmaktadır. Kapların 98

yüzeyleri, ağ biçimli baskı şekillerle düzeltilip kaplanmıştır. Bu işlemin sonucunda, yalnızca balçık üzerinde açılmış oyuk­ ların kalıntıları olan çentikler kalmaktadır. Keserlerin ve balta­ ların [sapsız elkeserlerinin ve elbaltalarının] eski üçgen biçim­ lerinin yerini, artık dikdörtgen olan yeni bir tip almıştır. Alet yapılan malzeme olarak, çakmaktaşını andıran gri kayağanta­ şın yanı sıra, gittikçe daha çok [ Sayan Dağları'nda bulunan] yeşil Sayan nefriti kullanıldı. Taştan ve kemikten (yapay yem olarak) yontulan balık figürleri, gömü yerlerinden elde edilen buluntular arasında sık sık karşılaşılan nesnelerdir. Yüzeyleri kemikle kaplanarak güçlendirilmiş yaylar da bulunmuştur. Kitoy evresi, içlerinde hiçbir taş alet bulunmayan gömü yer­ lerinin varlığıyla anlaşılır. iskeletler, yaşam kaynağının simge­ si, "ölünün kam" sayılan kırmızı aşı boyasıyla, kalın bir tabaka oluşturacak biçimde örtülmüştür. Bir gömünün Kitoy kültürü­ ne ait olduğunun belirtisi, balık oltası olarak yapılmış, her iki ucu hilal biçimli, alışılmadık kancalardır. Aletler arasında, çok sayıda nefrit keserler kadar, nefritten yontulmuş ve yandan bakılınca mercimek şeklinde kabarık üçgen bıçaklar, üzerinde bastırılarak oluşturulmuş geniş diyagonal yüzeyler bulunan, kilden yapılmış yassı bıçaklar, oklar için kumtaşından yapıl­ mış "düzelticiler" , cilalayıcılar, yuvarlak taş kayraklar ve öteki tipik parçalar da bulunmuştur. Burada bulunan, süslemeleri bakımından şaşırtıcı bir parça da, beyaz mermerden yapılmış, kıyıları çiziklerle süslenmiş taş halkalardır. Bunlar daha sonra­ ki Glazkov kültürünün beyaz nefritten halkalarının haberci­ siydiler. Kitoy kültürü aletlerinin ortak özelliği, çakmaktaşı iş­ lemede baskı tekniğinin ustalıkla, yetkin bir biçimde kullanıl­ mış olmasıdır. Kitoy halkı, nefrit gibi sıradışı bir malzemeyi iş­ lemede de büyük bir yetkinlik noktasına ulaşmıştır. Sanatla koparılıp çıkarılmış parçalar, hatta bu taşın keserler, bıçaklar ve hatta süs eşyaları yapılmasında kullanılan blokları zamanı­ mıza dek kalmıştır. M.P. Ovçinnikov, Glazkov'da, içinde beyaz nefrit taşı işlenen ve işlenmelerinin çeşitli evrelerinde kalmış taş blokların yamsıra, testere olarak kullanılan kumtaşı kay­ raklarının bulunduğu bir işliği ortaya çıkardı. 99

Kitoy kültürü evresinde, gerçekçi bir sanat da gelişti; ve bu sa­ nat, daha çok hayvanları konu alan bir nitelik taşıyordu. Kitoy gömülerinde, içlerinde, olasılıkla şamanlık muskaları olarak kul­ lanılan yassı kemik şekillerin de bulunduğu çeşitli balık imgele­ riyle karşılaşılır. Gömülerde, büyük bir olasılıkla şamanın asası­ nın ucuna takılan ve Buryatların atbaşlı asalarındakine benzeyen elk geyiği başlı heykelcikleri de vardır. Ancak, hayvan heykelleri yanında insan şeklinde heykeller, Glazkov döneminin karakteris­ tik özelliğini oluşturan insan biçimi verilmiş heykellerin öncüsü nesneler de görülür. Kitoy heykelleri içinde göze çarpan nesne­ lerden biri, beyaz mermerden yontulmuş, beceriyle ve incelikle biçimlendirilmiş yüzüyle, sakallı bir adamın başıdır. Küçük, ba­ sık bir alnı, uzun, düz bir bumu, varlığı gözden kaçmayacak de­ recede iyi belirtilmiş bir burun kemeri, derine gömülü göz çu­ kurlan ve kısa, üçgen biçimli bir sakalı vardır. Yüzün genel görü­ nümü, Moğol olmaktan çok Avrupalıdır ve bu özellik, insana, G.F. Debet'nin Baykal bölgesi Neolitik halklarının kafataslarında Avrupai bir öğenin bulunduğuna ilişkin yazısını anımsatır. 2 1 Kitoy döneminin insan yapısı nesneleri ile Glazkov dönemi­ ninkiler arasındaki bağlantıyı kuran yukarıda anlatılan özel­ liklerin yanı sıra, içlerindeki kesinlikle bir kültürden ötekine geçiş niteliği gösteren ve ritüelle ilgili olan aletleriyle Belaya Irmağı halici kıyısındaki birçok gömü yerinin varlığı, Kitoy kültürünün, yeni Glazkov kültürünün doğmasına yol açtığı gerçeğini kanıtlamaktadır. Bakır ve tunç gibi metallerin Baykal bölgesinde ilk kez yaygın olarak kullanılmaya başlanması , Glazkov döneminde görülmüştü . Bu uygulamayla bağlantılı olarak, maddi ve tinsel kültürde birçok yeni öğe ortaya çıktı. Glazkov kültürü, başlangıcından bitimine, kesin bir süreklilik gösterdi ve ortak karakteristik özellikler geliştirdi. Baykal bölgesinin Neolitik kamp yerlerinde bulunan birçok ocak, izlerini Neolitik Obi bölgesinde görebildiğimiz büyük ko­ münal topluluklara ait değildir; mevsimlere, balık ya da av hay­ vanının bulunup bulunmamasına bağlı olarak, bir yerden bir 2 1 A.P Okladnikov, 1965. 1 00

yere, bir ırmaktan ötekine göç eden, pek büyük olmayan avcı ve balıkçı gruplarına aittir. Bu çıkarsama, Baykal bölgesinin, birçok örnekte doğrudan doğruya söz konusu yerleşim yerleri­ nin zemininde bulunan Neolitik mezarlarının nitelikleriyle onaylanmaktadır. Bu mezarlar, farklı dönemlere aittir. Bazı ör­ neklerde, aralarında yüzyıllar değil, binyıllar tutan zaman farkı vardır. Hareketli bir yaşam biçiminin biricik göstergesi çömlek­ lerdir: Neolitik Baykal bölgesinin kaplan, Obi bölgesininkilerin büyüklüğüne ve kalınlığına, hiçbir zaman yaklaşmamışlardır. Kapların kırılganlığı, bazen insanı şaşırtacak derecelere çıkar ve bu özellikleri, balçık kaplan, Obi halkının yaptığı gibi bir kalıba dökerek biçimlendirmek yerine, masif bir ayak üzerine oturtul­ muş ve kabın içine yerleştirilen özel bir tokaç ile balçığı yanlar­ dan iterek şekillendirme tekniğine bağlıdır. Bundan daha ka­ rakteristik olanı, asmaya yarayan kulpları bulunan küçük kap­ lardır. Bunlar, avcıları taygada bu yörelerin korkunç baş belalan olan tatarcık ve sivrisineklerden koruyan buhurdanlıklardır. Tayganın bu gezgin, belki de daha doğrusu yan-yerleşik av­ cılarının kültürünün, kampları ve toprak kazılarak kurulmuş bannaklanna sıkı sıkıya bağlı Batı Sibirya'daki komşularının­ kinden daha ilkel olduğunu söylemek acelecilik olabilir. Tayga avcılarının kültürü Batı Sibirya'nınkinden aşağı bir kültür ol­ maktan ziyade nitelikleri ve özellikleri bakımından farklı bir kültürdü ve hatta bazı bakımlardan daha arınmış ve daha kar­ maşıktı. Buna örnek olarak, gelişmesinin Serov kültürü aşa­ masında bulunan Baykal bölgesi Neolitik yayının, yayın öteki ülkelerdeki, örneğin Mısır'daki gelişmesinden en az bin yıl ön­ de bulunması gösterilebilir. Sanatsal gelişme düzeyi, bu konu­ da daha büyük bir göstergedir. Doğu Sibirya'nın Neolitik hey­ kelleri, Kamennı Adaları'nın elk geyiklerinin ve balıklarının gerçekçi imgeleri ve Lena "yazıları" denen kalıntıların ifade gücü ve estetik düzey bakımından, Doğu Avrupa'nın ve Batı Avrupa'nın Paleolitik sanatçılarının yapıtlarıyla karşılaştırıl­ dıklarında, üstün geldikleri görülecektir.22 22 S.A. Fedoseeva, 1 968. 1 01

Doğu Sibirya tayga coğrafyasının bir parçasını oluşturmuş bulunan Baykal kabilelerinin yaşamlarının ve ekonomilerinin özelliklerini karakterize ederken sunabileceğimiz en kapsayıcı ve beklenmedik öğeler giysilerinden zamanımıza kalan parça­ lardır. Glazov'un Neolitik ve llk Tunç Çağı evrelerinin iskelet­ leri arasında karşılaşılan, deniz kabuklularının, boncukların ve nefrit taşından yapılmış disk ya da halka biçimli parçaların [ iskelet üzerinde ] bulundukları yerlerden gidilerek, bu halkın giysisinin, dizlere dek inen ve iç eteğe ya da cübbeye benzeyen kısa bir kaftandan oluştuğu sonucuna varılabilir. Kaftanın önünde açık olan yakası, enseye asılıp aşağıya sarkan bir ön­ lük (göğüslük) üzerindeki kaytanlarla kapatılıyor ya da birara­ ya toplanıyordu . Bu göğüslük büyük bir özenle, olasılıkla yal­ nızca deniz kabuklularından yapılmış boncuklarla ve nefrit ta­ şından disklerle değil, aynı zamanda, Asya'nın ve Amerika'nın "Hiperboren" * kabilelerinin en önemli süslemesi olan, renge­ yiğinin boyun altı sihirli kıllarıyla yapılan nakışla, zarif bir bi­ çimde süslenmişti. Bu giysi, belli etnografik özellikler takımının tamamlayıcı parçasıdır ve böyle bir etnografik birimin yaşam biçiminin göstergesidir; yani tayga ve tundra ormanları boyunca yaya dolaşan avcıların yaşamından tamamen farklı bir varoluş biçi­ minin ipucunu vermektedir. Deniz hayvanları avcılarının ya­ şamına uygun şeyler, önünde bir yarık bulunan hafif etek türü bir giysi, mokasenler, karlı ormanların temel ulaştırma aracı olan kayaklar, huş (Betula) ağacından oyulmuş kayık, pirok yani deri ya da ağaç kabukları örtülerek yapılmış barınaklar ya da Kızılderililerin yan küresel (wigwam) veya konik (tepee) çadırları tipinde çadırlar, kulübeler idi. Söz konusu giysi, etnik görünüm kazandıran öğelerin ka­ rakteristik bir özelliğidir. Tunguz kabileleri ve yakın komşuları Yukagirler böyle giyinirler. Antik Neolitik ve Enolitik kültürle [ Kalkolitik kültür] daha sonraki etnografik kültürler arasında aynı türden ilişkiler, ekonomi, yaşam biçimi ve son olarak, sa( * ) Mitolojideki, kuzey dağları ötesi ışık ve bolluk ülkesine ait - ç.n. 1 02

nat ve mitoloji gibi alanlarda da görülebilir. Deri çadır barı­ naklar, huş ağacından oyulmuş kanolar, Tunguz ve Yukagir ka­ bilelerinin, Neolitik süslemelerle neredeyse aynı olan doğrusal çizgili geometrik süslemeleri [ iri boynuzlu ] elk geyiği kültü, Glazkov gömülerinin yönlerinin niçin ırmağa yönelik olduğu­ nu açıklayan ırmak ve ölü efsaneleri, bunun örnekleridir. Bay­ kal'ın tüm Neolitik etnografik özellikler toplamı, bu kültürün, 1 7 . 20. yüzyıllarda Sibirya'nın Tunguz kabilelerinin temel ka­ rakteristik özelliğini oluşturan ve gelenek miraslarında karşı­ laşılana benzer bir anlayış sunmaktadır. Baykal'dan başlayarak doğu bölgelerinde, Lena'nın orta ve aşağı kavşakları boyunca, ama aynı zamanda bu ırmağın aşağı kavşaklarının doğusunda ve batısında, Neolitik sırasında, kül­ türleri ve yaşam biçimleri birçok bakımdan farklı olmakla bir­ likte23, [ genelde ] Baykal bölgesindeki komşularınınkine ben­ zeyen öteki kabileler yaşadı. Yakut ülkesindeki Aldan Vadisi'ndeki çokkatmanlı yerleşim yerlerinde yapılan kazılar ve Lena Vadisi'nde gerçekleştirilen çalışmalarda, balçık kapların yüzeylerinin hazırlanmasında ve cilalanmasında, Neolitik biçimlere geçiş yönünde bir sürecin varlığı gösterilmiştir. Bu geçişin ilk aşamasının (Sılah evresi­ nin) karakteristik özelliği ağ biçimli (karışık) desenler, ikinci aşamasının (Belkaçansk evresinin) karakteristiği sivri uçlu bir araçla yapılan ve liflerle kaplanan taramalardır; üçüncü aşama­ sının (Imıyahtah evresinin) karakteristiği ise, bir malayla yapı­ lan, dokuma desenine benzetilen ve oyuklar oluşturulacak bi­ çimde kazınan izlerdir. Bu aşamada, aynı zamanda, kapların balçığına yün katıldığı, çok yüzeyli bir çekirdektaş biçimini andıran çiziklerle ve taş araç gereçle karşılaşılır. Baykal bölgesinde olduğu gibi burada da, tarihsel gelişme­ nin genel gidişi, yerli bir nitelik gösterdi ve bölgenin temel halkının etnik yapısında herhangi bir büyük değişiklik görül­ meksizin gerçekleşti; bu da, bura halklarının kültürünün biçi­ mini etkileyen bir etmen oluşturmuş olabilir. Söz konusu -

23 A.P. Derevanko - A.P. Okladnikov, 1969 s. 1 4 1 - 1 56: Yu. A. Moçanov, 1969. 1 03

halklar, anlaşılan gezgin rengeyiği avcıları, Yukagirlerin ve Nganasanların atalarıydı. Bu Neolitik kabileler, Baykal-öte­ si'nin ve Doğu Moğolistan bozkırlarında ve ormanlı bozkırla­ rında kendi yaşam biçimlerini sürdürdüler.24 Tarihlerinin bir­ birini izleyen iki aşamaya bölündüğü anlaşılıyor. Birinci aşa­ mada , Baykal-ötesi bölgesinde ve bugün Moğolistan Halk Cumhuriyetini oluşturan toprakların doğu bölümünde, iki yü­ zü de rötuşlanmış Neolitik okbaşlarına hala sahip olmayan, daha çok "biz-benzeri" [ ok vb. ] uçlar [ı] daha seyrek olarak da yongataş uçları kullanan kabilelerin kültürü vardı. Görünüşe bakılırsa, çanak-çömleklerinin olmadığı ya da çömlek kapları pek sık kullanmadıkları söylenebilir; çömlek yerine , vuruşla eğik bir yüzey kazandırılmış özel türde çekirdektaşlar kullan­ dılar. Özgül aletleri, yamuk biçimli keser-kazıyıcı benzeri nes­ neler ve yalnızca bir yanı ve o yan da yalnızca kıyısı boyunca rötuşlanan taş kayraklardan ve yassı kaya parçalarından yapıl­ mış kaplar idi. Dikdörtgen biçimli, yarı yarıya toprağa gömül­ müş barınakları, Amur Irmağı kıyısındakilere benzer olup , bunların Moğolistan'da gözlemlenen bu dönemin karakteristik özelliğini oluşturduğunu görmek çok ilginçtir. Tahıl kapçıklarının çıkarılmasına yarayan ve tahıl öğütmede kullanılan iri taş dilimleri biçiminde tarım araçlarının bulun­ muş olması, çok önemlidir; bunlardan öğütücüler, boğa ya da atların arka ayak tarağı (metatarsal) ya da ön ayak tarağı (meta­ carpal) kemiklerini ansıtan, başka yerlerde karşılaşılmayan öz­ gül bir biçime sahipti. Bu, son derece önemli bir gerçeğin, yani Moğolistan'ın erken Neolitik halklarının tarımla uğraştıkları­ nın* ipucunu vermektedir; öyle ki, bugün sürü yetiştiren göçe­ belerin ülkesi olan bu topraklarda, bir zamanlar çok eski ve hiç­ bir kuşkuya yer bırakmayan bir olguyla [dünyanın öteki tanın bölgelerinin uzantısı olmayan] bağımsız bir tarım bölgesi bu­ lunmaktaydı ve bu söz konusu kabilelerin yerleşik yaşam hiçi24 A.P. Okladnikov, 1 969. (*) Tek başına havanellerinin, hatta ocakların bitkisel üretimin kesin kanıtları ol­ mayıp, yabanıl tahılların devşirilmesiyle yürütülen "ön tarım" kalıntıları da olabilecekleri unutulmamalı - ç.n. 1 04

mine sahip olmalarını belirleyen etmeni oluşturmuştu. Öte yandan bu toplulukların evcil büyükbaş hayvan, et, sı­ ğır yetiştirmeye başlamış olmaları olasılığını da dışlayamayız. Bunun dolaylı ipuçları, çok sayıda hayvan kemiğinin bulun­ masıdır ve bu hayvanların, Kerulen Irmağı kıyı şeridi ile Tamt­ sak-Bulak'ta karşılaşılan dinsel ayin nitelikli boğa başları ile boğa kemikleri gömülerinde görüldüğü gibi, Moğolistan'ın Neolitik kabilelerinin dinlerinde özel bir yere sahip bulunmuş olmalarıdır. Kerulen boyunca ve Tamtsak-Bulak'ta karşılaşılan Neolitik dönemden kalma insan gömüleri de alışılmadık niteliktedir. Ölü , Tamstak-Bulak'ta görüldüğü gibi, barınak olarak kullanı­ lan yerin tabanına kazılan dar mezar çukurlarına, oturma du­ rumunda yerleştirilmiştir. Burada , mezar çukurlarında, başla­ rını elleri arasına almış, yorgunluktan tükenmiş gezginler gibi oturmaktadırlar. Yavaş gelişen bir süreçle , ikinci aşamada , Doğu Sibirya ile ilişkinin ipuçları belirir. Yerleşiklik yerine, gezicilik eğilimi güçlenir ve Baykal bölgesinin Neolitiği sırasında olduğu gibi, iki kıyısı da keskin, rötuşlanmış okbaşları göze çarpar duruma gelir. Taş araçların ve ağ biçimli (karışık) * süslemeli çanak­ çömleklerin yayılma durumundan gidilerek, Baykal kabileleri­ nin etkisinin, Gobi'nin güney bölgelerine kadar uzandığı so­ nucuna varılabilir. Amur Irmağı bölgesinin Neolitiği de kendine özgü bir yolda gelişmiştir. Yablonov Sıradağlan'nın doğusunda, Amur'un orta kavşakları boyunca ve aynı ırmağın daha güneylerine kadar uzanan yerlerde yeni bir ülke başlar. Günümüzün Blagoveş­ çensk ilinin çevresindeki bölgeden başlayarak, beyaz huşağacı yerini Erman'ın kara huşağacına bırakır. Amur'un uçsuz bu­ caksız çayırlan boyunca çamın ve karaçamın yerini, sık meşe çalılıkları alır. Yabanıl elma, armut ve asma, adacıklar biçimin­ de burada yetişir; daha ötede , uzak göllerde, dünyanın lotus (nilüfer) yetişebilen en kuzey ve en batı bölgeleri yer alır. Kısa(*) lng. "reticular"

-

ç.n. 1 05

cası, bitki türlerinin şaşırtıcı zenginliğiyle, Ussuri taygası ve Mançurya florası dünyası burada başlar. Burası, hem kuzeye hem güneye özgü ilginç bitki türlerini biraraya getiren zengin­ liğinden dolayı, Maksimoviç, Moak, Prjevalskiy ve Komarov gi­ bi ilk Rus doğa bilgini gezginlerini şaşkınlığa uğratan dünyadır. Ancak buranın, Rusya'nın Uzakdoğu's unun Neolitik kültü­ rünün gelişmesinde bundan daha büyük önem taşıyan bir yö­ nü daha vardır; özgül ve karakteristik damgasını, buranın Taş Çağı yerel topluluklarının ekonomileri ve tüm yaşam biçimleri üzerine basan bu yönünden de söz etmek gerekir. Yılın belli bir döneminde, canlıların çoğalıp yayılma yönündeki içgüdülerini izleyerek, sayısız okyanus balığı türü, "yem somonbalığı, kam­ bur somonbalığı ve çinok somonbalığı" okyanusların derinlik­ lerinden su yüzeylerine çıkıp, yumurtalarını bırakacakları yer­ leri aramak üzere ırmaklara inerler. Bu balık türlerinin dolgun, yumuşak eti, ta antik çağlardan beri, yörede yaşayanların değiş­ mez diyeti, onların "ekmeği" olmuştur ve kıyı boyunca yaşayan halkların varoluşlarının en önemli kaynağını oluşturmuştur. Uzakdoğu'nun Nanay, Ulça ve Nivhi-Gilyak gibi halkları, hatta bugün yaşayanların anımsayabilecekleri yakın tarihlere değin, yalnızca yem somonbalığıyla beslenen kimseler ve daha çok balıkyiyici halklar olmakla kalmayıp, hatta balık derilerinden yapılmış giysiler giyen kimselerdi. Balıkçılık, bu halkların gün­ lük ev yaşamına, barınaklarının ve yerleşme yerlerinin biçimi­ ne, hatta Amur'un bu "balık derili" sakinlerinin inançlarına ve mitolojisine damgasını bastı. Gilyaklar arasında evrenin başlan­ gıcının, insan türünün doğuşunun ve insanın ilk atasının yaz­ gısının, yeryüzünün ilk insanı olan, kim olduğu bilinmeyen bir gencin, insan türünü doğurmak üzere dalgalar arasından çıkıp gelen bir balık-kadın ile evlenmesini anlatan antik mitosa bağ­ lanması, bir rastlantı olamaz. Anımsanamayacak kadar eski zamanlardan beri, Amur kıyı­ sındaki Neolitik yerleşim yerlerinin karakteristik özelliğini, belki Obi Irmağı kıyısındakilerinin yaşam biçiminden daha sağlam biçimde toprağa yerleşik ve onlarınkinden daha bir ka­ rarlılık kazanmış yaşam biçimleri oluşturdu . Toprağa [yan ya106

nya ] gömülü bannaklann ve içinde düzinelerce ya da yüzlerce kimsenin oturduğu geniş yerleşme yerlerinin ülkesi, Blagoveş­ çensk'in yakınında, Amazar Irmağı'nın ağzında başlar. Herbiri­ nin temelleri toprakta kazılan çukurlara atılan, bu çukura di­ key oturtulmuş kalaslardan oluşan sağlam, dayanıklı duvarları bulunan ve çatının, sıcaklığı geçirmemesi için kum ya da top­ rakla örtüldüğü , en az bir düzine dolayındaki evden oluşan Novopetrovsk örneğin, böyle bir yerleşim yeridir. Öteki yerle­ şim yerleri, Amur lrmağı'nın aşağı kavşaklarına doğru okya­ nus yönünde uzanırken (özellikle Habarovsk kentinin altında­ ki bölgelerde) daha sıklaşır; ve bazı yerlerde, örneğin Ma­ rinsk'teki Suçu Adası üzerinde, Evoron Gölü'nün yakınındaki Kondon'da, Stepan Kraşennikov'un kendi gözleriyle Taş Çağı içinde gelişirlerken gördüğünü yazdığı Kamçadallann "ostroj­ ki"leri (adacıklar) gibi Taş Çağında yaşayan kasabalar duru­ muna gelmişlerdir. Balıkçıların yerleşik yaşam biçimleriyle ilgili olarak, Neoli­ tik kültürlerinin en önemli öğesini oluşturan keramikçilikten de söz edilmeli. Sargol'da bulunan Amur'a kuzeyden getiril­ dikleri besbelli olan geç Neolitiğe ait kaplar dışında, Amur'un eski çanak-çömleklerinin hiçbiri, Doğu ve Batı Sibirya'nın tay­ ga bölgesininkiler gibi konik (sivri) tabanlı değildir. Tümü de düz tabanlıdır. Çadırlarda yaşayan avcıların, ne rafları ne de sekileri vardı; doğrudan toprak tabanına oturdular ve söz ko­ nusu (sivri tabanlı) kaplarını bu toprağa saplayarak yerleştir­ diler. Oysa Amur kıyısındaki yerlerde, evler daha karmaşık döşenmişti ve bu döşeme içinde [ düz tabanlı] balçık kapların konduğu tahta raflar da bulunmaktaydı. Amur kıyısındaki Neolitik yerleşim yerlerinin insan yapısı taş aletleri arasında öteki bazı öğeler, bir balıkçılık ekonomisi­ nin gerekleriyle açıklanabilen, örneğin Obi bölgesinin Neolitik halklannınkiyle aynı biçime sahip olan "aşık aletler" ve balık­ lan dilip temizlemeye uygun, işlenerek oluşturulmuş bir sapı ya da " topuzu" bulunan bıçaklar gibi şeylerdir. Üzerlerinde gi­ rintiler bulunan taşlardan başka şeyler olmayan ağ ağırlıkları­ nın yanı sıra birçok örnekte [gerçek] balık ağı ağırlık taşlan1 07

nın bulunduğu da görülmüştür. Bu örnekler, balıkçılığın Amur bölgesine özgü tipinin, Neolitik sırasında, bölgenin ye­ rel kabilelerinin kültürlerinin genel çizgilerini etkilediğini göstermeye yeter. Japon Denizi'ne açılan kıyı kordonu boyunca ilerledikçe ve daha küçük çapta olmak üzere orta Amur topraklan boyunca yol aldıkça, Uzakdoğu kabilelerinin yaşamının genel görünü­ mü giderek karmaşıklaşır. Antik çağlardan beri, bu verimli topraklarda, özellikle, Amur lrmağı'nın uçsuz bucaksız kırla­ rında, oldukça gelişmiş bir tarım biçimi varolagelmiştir. Bura­ larda evcil büyükbaş hayvanlar da yetiştirilmiştir. Bu , antik kroniklerden ve metal çağından kalma arkeoloj ik malzemeden edinilmiş, iyi bilinen bir gerçektir. Olaya, üretici bir tarım eko­ nomisinin, beklenebilecek tarihlerden, yani Neolitik dönem­ den çok daha önce başladığı ve kıyı kordonunun yalnızca gü­ neyinde değil, kuzeyinde de görüldüğü gerçeği açısından bakı­ lırsa, durumun çok daha ilginç olduğu anlaşılacaktır. Örneğin, özenle süslenmiş bir "dökme" dibeğe ait iri bir taş kayrağı, Tetyuhe lrmağı'nın kıyı şeridi üzerindeki Tetyuhe Koyu yakı­ nındaki Neolitik yerleşim yerlerinden birinde bulunmuştur. Burada aynı zamanda, yongataş baltalar, çakmaktaşı tekniğiyle yapılmış kamalar ve kazıyıcıların yanı sıra, parçalanmış biçim­ leriyle öğütücüler de bulundu . Benzeri öğütücülerin tüm bir dizisi, Vladivostok yakınındaki Mayhe yerleşme yerinde (No. I'de) bulunan Neolitik barınaklarda ortaya çıkarıldı. Hanka Gölü yakınındaki Harinskaya Çöküntüsü'nde ve Artem kenti yakınındaki Korovsk yerleşme yerinde metal kullanıldığını gösteren ilk ipuçlarının yanısıra, tarak kemiği biçimli öğütü­ cülerin çeşitli tipleriyle de ilk kez karşılaşılır. Kıyı kordonu boyunca uzanan Geç Neolitik yerleşme yerlerinin karakteris­ tik özellikleri arasında , tarımda kullanılan, toprağı işlemeye yarayan kürek-kemiği biçimli kazmalar, bir sapa takılabilmele­ ri için üzerilerinde bir oyuk [ delik] bulunan şistten (kayrak) yapılmış oraklar da bulunmaktadır. Dahası, tarımın varlığının dolaylı, ancak son derece inandırıcı bir kanıtı da, üzerinde bir­ çok delik bulunan balçık kap dipleri parçalarıdır; bu tür kap1 08

lar tahıl yiyeceklerin buharla pişirilmesinde kullanılır. llk Me­ tal dönemine ait bir yerleşim yerinde (Kirovskiy köyünde) ak­ darı tahılının kömürleşmiş kalıntıları da bulunmuştur. Böylece, tanının doğuşunun, Uzakdoğu'da, kıyı kordonu­ nun Neolitik tarımcıları ile bir yandan Amur Irmağı orta kav­ şaklarının Neolitik tarımcıları (örneğin Novopetrovka yakı­ nındaki Osinovo Gölü yerleşme yeri) öte yandan aynı çağlarda yaşayıp ilkel avcıların toplayıcı ekonomisi düzeyinde kalan komşuları arasında, kesin bir bağlantı kurduğu anlaşılıyor. Da­ hası, Aşağı Amur'un, Kuzey Asya'da benzeri bulunmayan Ne­ olitik sanatı,25 Uzakdoğu'nun Neolitik kabilelerinin yaşamının son derece özgün bir özelliğini oluşturur. Hepsinden önce süs­ lemeler, öteki Sibiryalı toplulukların sanatından farklı olup düz değil, eğri çizgilere dayanır: sıkı sarmallar, Amur ağ dese­ ninin birbirleriyle karmaşık bağlantılar oluşturdukları şekiller­ dir. Amur meandrlannın doğru çizgili oldukları doğrudur; ne var ki Sibirya'nın basit [ düz çizgili] süslemeleri arasında, onla­ ra benzer hiçbir desenle karşılaşılmaz. Bundan daha fazla göze çarpan bir zıtlık, Sibirya ormanları avcılarının basit hayvan re­ simlerinden oluşan sanat biçemleri ile Amur bölgesinin topra­ ğa yerleşik balıkçılarının, Voznesenovka'da bulunan bir kabın üzerinde ve Sakaçi-Alyan kayalıklarında görülen türden, bil­ mecemsi antropomorfik masklarındaki sanatları arasındadır. Amur sanatında antropomorfik biçimlerin ağır basması ve bu sanatın karakteristik durağan doğası, tümden farklı bir estetik dünyasına ve dünyaya farklı bir bakışın varlığına işaret etmek­ tedir. Böylece, Amur bölgesi ile Baykal bölgesinde , birbirinin karşıtı iki biçemin, G. Kjun'u izleyerek "duyusal" ve "düşsel" dediğimiz biçemlerin, başka sözcüklerle "soyut biçem" ile "so­ mut gerçekçi biçem" diyebileceğimiz biçemlerin (üslup) bu­ lunduğunu söyleyebiliriz. Bu özgün Amur Neolitik sanatının geliştiği zeminin, bu böl­ gede yaşayanların yerleşik yaşam biçimi olduğunu söylemek hiç de yanlış olmaz. Aydınlığa çıkarılan zengin ayrıntılarım ta25 A.P. Derevyanko, 197la, 1 970b; A.P. Okladnikov, 1966, s. 32-4 1 . 1 09

nıdığımız Uzakdoğu Neolitiğinin genel görünümü , çeşitli yer­ lerde ve çeşitli zamanlarda görülen çeşitlemelerine eğildiği­ mizde , daha karmaşık ve daha bol çeşit üreten bir durum alır.26 Bunlardan birincisi, Mezolitik Orta Amur ardalanı önün­ de görülen ve [yongaların ve dilimlerin değil] bütün kaya par­ çalarının işlenmesiyle yapılan iki yüzlü kamalar ve kesici alet­ lerin temsil ettiği Gromatuhinsk'dir; söz konusu kesiciler, Hindiçin'in Hoa-binh taş aletlerine benzeyen özellikler taşı­ maktadır; gerçekten onlara o kadar benzemektedir ki, kuzeye güneyden getirilmiş bir alet olarak görülebilir. Gromatuhin halkı, içlerinde Baykal bölgesinde gördüğümüz tipte taştan ocaklar bulunan, deri ya da ağaç kabuğu ile kaplanmış çadır­ larda yaşayan avcı ve balıkçı topluluklar idi. Amur bölgesinin yerli özellikleriyle, Kuzey Kutup bölgesinin, Yakut ülkesinin ve Baykal bölgesinin özelliklerini tuhaf bir biçimde biraraya getiren çanak-çömlekleri vardı. Yakut Neolitiğinin, Amur kül­ türünün doğuşuna katkısı, kap yapımında yün ile balçığın bi­ raraya getirilerek kullanılmasında özellikle açık bir biçimde görülmektedir. Baykal kültürünün katkısı ise, damga tekniği ile vurulmuş süslemelerdi. Novopetrovka'daki bir yerleşim yeri, daha önce değilse bile Gromatuhinsk kültürü ile aynı tarihlerde ortaya çıkmış olabi­ lecek bir başka kültürü temsil etmektedir. Buradaki barınak­ lardan, tasarımları Mezolitik olan çakmaktaşı aletlerin yanısı­ ra, birkaç cilalı keser de çıkarıldı. Bununla birlikte aralarında, gelişmiş Neolitiğin tipik özelliğini oluşturan iki yüzlü okbaşla­ rı yoktu . Bunlar yerine, yalnızca eski tip yongataş okbaşlarıyla karşılaşırız. Novopetrovka çanak-çömlekleri, basitlikleriyle ve kaba biçimleriyle insanı şaşırtırlar; üst kenarlarında herhangi bir süs ya da süsleyici bant [su ] bulunmayan, düz tabanlı, ko­ vaya benzeyen kaplarla temsil edilmektedirler. 27 Bu çömlekler, Novopetrovka kültürünün, onu izleyen No­ vopetrovka yakınındaki Osinovo Gölü kıyısında bulundukları 26 A.P. Derevyanko, 1 969. 27 A.P. Okladnikov, l 966c, s. 1 75- 1 78. 1 10

için "Osinovozersk kültürü" adı verilen kültürle olan bağlantı­ sını, hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak derecede kurmaktadır. Burada ortaya çıkarılan, sığ [ temel] çukurlan olan yan yarıya toprak altındaki bannaklann kalıntıları içinde, üstüvanelerle süslenmiş kapların yanısıra , kadıköytaşından (kalsedon) ve akikten, işlenmesi tamamlanmamış çekirdekler ve Novopet­ rovka'da bulunmayan, tipik bir biçimde Neolitik nitelik taşı­ yan kadıköytaşı okbaşları bulundu . Aynı zamanda kemik ya da tahta mızraklara ve hançerlere takılmak için yapılan, ince rötuşlarla uzmanca işlenmiş bıçakağızları çıkarıldı. Silahların ve aletlerinin üretiminde kullanılan taş hammaddeleri de No­ vopetrovka'nınkilerden farklıdır. Burada kullanılan taş türleri yelpazesinin zenginliği, Novopetrovka barınaklarının taş alet­ lerinin monotonluğuyla taban tabana zıt bir durum gösterir. Burada, yongataşlar çıkarmada, Novopetrovka'daki gibi çekir­ dektaşlar kullanılmayıp, yalnızca çeşitli yanlarına yapılan geli­ şigüzel vuruşlarla yongaların koparıldığı amorf kaya bloklarıy­ la ve kaya yumrularıyla karşılaşırız. Habarovsk kentinin altına düşen yerde, bir başka Neolitik dünya vardı; burada, Voznesenovka köyü yakınlarındaki Aşağı Amur kıyılarında yapılan kazılar, yerel bir Neolitik kültürün birkaç aşamasını yansıtan çokkatmanlı bir yerleşim yerini or­ taya çıkardı. 28 Bu kültürün en erken evresi, Hungara Irma­ ğı'nın ağzının yanındaki Voznesenovka köyündeki çokkat­ manlı yerleşim yerinin en alt tabakası ve Ussuri Irmağı kıyı­ sındaki Kazakeviçevo köyündeki buluntularla ve de Haba­ rovsk'daki Amursk sanatoryumu , son olarak, Habarovsk'un al­ tına düşen Malışevskoe köyü buluntularıyla temsil edilir. Hep olduğu gibi buralarda da en çok ipucu sunan malzeme, çöm­ leklerdir. Buralarda bulunan kaplar düz tabanlı olup, dış yü­ zeyleri sık sık daha çok sıra benzeyen morumsu-kırmızımsı ince bir tabakayla kaplanıp, gözalacak derecede cilalanmıştır. Bu aşamanın karakteristik özelliği, bazıları iri dişli tarak bi28 N . N . Dikov, 1977, 1979; 5. 1. Rudenko, 1947 (İngilizce baskı. , 1 96 1 ) ; L. Kra­ der, 1952; A.P. Okladnikov, 1956, 1 969c; 0.5. Chard, 1958a, 1958b; 5.A. Arut­ yunov D.A. 5ergeev, 1969; R.5. Vasilevski, 1 96 1 ; ].B. Griffin, 1960. -

111

çimli bir bastırma aracıyla basılarak ya da delinerek yapılmış desenlerdir. Mo tifler, içleri eğik çizgilerle taranmış üçgene benzer ögelerin yanı sıra, geniş yatay bantlardan ve taraklar­ dan oluşur. Bu halkların yaşam biçimi bakımından ipucu su­ nan bir olgu , burada yarı toprağa gömülü barınakların izine rastlanmamasıdır. Açıkça anlaşılacağı gibi, barınakları deri ça­ dırlardan ya da deri kulübelerden oluşmaktaydı. Voznesenovka'da, buranın üzerinde, daha da zengin süsle­ meli çömlekler bulundu . Burada da kaplar düz tabanlıydı ve dolambaçlı ana çizgileri vardı; bu şekillerin bir çeşitlemesi ola­ rak, sarmal biçimin habercisi olan bir özellikle, çıkıntı yerleri yuvarlak dolambaçlı, kıvrım kıvrım bir şekil bulunmaktaydı. Bu son özellik, çok büyük bir önem taşımaktadır: sarmal şekil, gözlerimizin önünde, sıradan dolambaç şeklinden doğmakta­ dır ve kendisi de aslında bir dolambaç, ama çemberli bir do­ lambaçtır. Dolambaçlı şekillerle süslenmiş çömleklerden baş­ ka, derin bir biçimde basılmış eşkenar dörtgen fonunun üze­ rinde tipik Amur dolaşık deseniyle kabartma süslemeler de bulunmaktadır. Tüm bu kapların yanısıra, baskı uygulanarak parça koparma tekniğiyle iki yandan işlenmiş, asimetrik, oluk­ lu , kare ya da dikdörtgen biçimli iri keserler ve akbaşları ile beyaz nefrit taşından yapılmış muskalar da bulunmuştur. Bu [en alt] tabakanın üzerinde, yarı toprak altına gömülerek yapılmış barınakların ve Amur'un tipik temel çukurlarının iz­ leri bulundu . Bunların bulunduğu yerlerde, yüzeyleri dikey paralel zikzak biçimli tarak dişi şekillerin bastırılmasıyla çu­ kurlaştırılarak yapılan desenlerle kaplı , düz tabanlı büyük kaplar, yani Aşağı Amur bölgesinin en yaygın ve karakteristik çanak-çömlekleri vardı. Baskıyla oluşturulmuş bu zeminin üzerine , gittikçe genişleyen, ortak merkezli sarmal şekiller, oyularak çizilmişlerdi. Bundan daha hafif süslenmiş kap par­ çalarında, gözahcı parlaklıkta ince bir zemin üzerine biçimlen­ dirilmiş acayip maskeler görülür. Bu çömlek kaplarla birlikte küçük büyük birçok taş araç da bulunmuştur. Bunların içinde, tek yüzü dışbükey keserler ve baltalar, bildik çentikler atılmış bir arka kısmı ve [ çubuğa sokulacak] çıkıntısı olan çakmakta1 12

şı okbaşları da bulunmuştur. Kondon'da, ne iki yüzlü ne de rötuşlanmış olan, teknik ve biçim bakımından arkaik görü­ nümlü , bir taş çekirdekten, yonga, dilim biçiminde çıkarılmış ve bir yanı, o da yalnızca kesici kenarı boyunca, işlenmiş bu­ lunan, alışılmadık tipte, çıkıntılı başlıklar bulundu. Voznesenovka'daki Neolitik birikintiler dizisi, içinde dik­ dörtgen taş baltalar ve yalnızca bir yanı vurulmuş, yarı işlen­ miş dışbükey keserlerin çıktığı bir tabaka ile sona ermektedir. Aynı zamanda, üzerilerinde hiçbir süsleme bulunmayan, uzun boyunlu , dar ağızlı, vazoya benzeyen kaplar da vardır. Bu ke­ ramiklerin yanı sıra, Nijnaya Tambovka kazı yerinde, Karasuk bıçaklarına benzer bir biçime sahip, tortulu şişt taşından ya­ pılmış bir bıçak, bir tür "çömlek çamurundan" (belki de piro­ filit -alüminyum silikat-) bir boncuk ve beyaz nefritten bir kü­ çük disk de bulundu . Bunlar, açık bir biçimde Metal Çağı ka­ lıntılarıdır. Kondon'da (Sargol yerleşim yerinde) sarmal şekillerle süs­ lenmiş keramikleri yapan halkın, yarı toprağa gömülmüş ko­ nutlar kazdıkları anlaşıldı; içlerinde, düz tabanlı değil, Baykal bölgesinde bulunanlara benzeyen yuvarlak tabanlı kaplar bu­ lundu . Bu kaplar, hem süslemeleri, hem de çeşitleri bakımın­ dan şaşılacak kadar Baykal bölgesindekileri andırmaktadırlar. Bunlara dayanılarak, Neolitik sırasında ya da Tunç Çağının başlarında , bu bölgeye besbelli kuzeyden gelip , kendileriyle birlikte Baykal tipi çömlekleri getiren bir halkın sızmasının ürünü olarak, Amur'un aşağı kavşaklarına, Everon Gölü çevre­ sine, yeni kültürel öğelerin girdiği sonucuna ulaşılabilir. Kıyı kordonunun, içinde geniş temel çukurlarının oyulduğu en eski Neolitik yerleşim yerlerinden biri, Tetyuha köyündeki bir tepenin kuzey yamacında bulunmaktadır. Burada, kenarla­ rı boyunca Amur karışık desenlerine benzer sularla süslenmiş düz tabanlı kapların yanı sıra, çifte keskin kıyılı dışbükey yon­ gataş baltalar, volkan tüfü taşından yapılmış, rötuşlanmış kazı­ yıcılar ve bıçaklar ile çakmaktaşından, üçgen biçimli okbaşları (temren) bulundu . Kıyı kordonunun güneyinde, oval biçimli yongataş baltala113

nn, zift karası obsidyenden yontulmuş küçük araçlann, aynı malzemeden yapılmış okbaşlannın kullanıldığı "Gladkaya I" tipi ya da "Zaysanovka tipi" olarak adlandınlan yerleşim yerle­ ri vardı. Keramiklerini geniş kaseler, uzun, tepesi kesik koni biçimli ve yanlan dışbükey kaplar gibi parçalar temsil eder. Duvarlannın inceliği ve siyah cilası ile Luşçansk keramikleri­ ne benzeyen, üzeri süslenmiş kaplar, sıradan karşılaşılan şey­ ler değildir. Bu tür kaplar genellikle, paralel çizgilerle ya da di­ key zikzaklar kazınarak yapılmış, arada sırada bir "ladin ağa­ cı" deseniyle (balık sırtı desenle) kesintiye uğratılan yatay bantlarla süslenmiştir. Bu süslü kaplar, zarif bir meandr ile be­ zenmiş bulunmaktadır. Neolitik yerleşim yerlerinin bundan sonraki, üçüncü grubu, Nahodka kentinin çevresindeki ve kuzeyindeki topraklarda, eksiksiz denebilecek bir biçimde araştınlmış bulunuyor. Söz konusu yerlerin karakteristik buluntusu , kazınarak çizilmiş dikey zikzaklarla ve daha seyrek olarak meandrlarla bezenmiş düz tabanlı kaplardır. Bu yerleşme yerleri, yan yanya toprağa gömülü olarak yapılan bannaklarda bulunan "kazma-çapa ka­ nşımı" bir araçtan ve tahıl öğütücülerinden anlaşılacağı gibi, tanmcılara aitti. Biçimleri ve rötuşlan bakımından, Mustersk [ ok vb. ] uçlarına benzeyen, enli, üçgen biçimli obsidyen bı­ çaklar da elde edildi. Uzakdoğu'nun Neolitik kabilelerinin, Kore ve Japon adala­ nyla, yani Comon Aynu * kültürüyle ilişkileri vardı. Bu ilişki­ ler, anlaşılan, uzun süren ve çok yönlü türdendi. Örneğin, Amur Irmağı'nın aşağı kavşaklarında , birçok bakımdan geç dönem Comon keramiklerinin aynısı, zengin bir biçimde süs­ lenmiş keramiklerle karşılaşıldı; diğer taraftan Hokkaido Ir­ mağı kıyısındaki Niseko yerleşme yerinde, geç Amur keramik­ lerinden kopya edilerek yapıldığı açıkça anlaşılan, sarmal bantlı Neolitik kaplar vardır. Amur bölgesinin Neolitik yerleşim yerlerinden elde edilmiş, ( * ) Aynular, Japonya'nın kuzeyine sürülmüş, Kafkas (Beyaz) ırkından ve dünya­ nın en kıllı insanları olan bir etnik gruptur - ç.n.

1 14

bilinen bütün malzeme incelendikten sonra, bu eski kültürün, bölgede yaşayan çağımız topluluklarıyla, Nanaylar, Ulçalar ve Uzakdoğu'nun öteki yerli kabileleriyle beklenmedik derecede güçlü bağlantılar gösterdiğini kesin olarak söyleyebiliriz. Bu bağlantının ipuçları, Amur bölgesinin bu halklarının çağdaş et­ nografik sanatının karakteristik özelliğini oluşturan kaya gra­ vürlerinde işlenen birçok konu kadar, kavisli çizgi süslemeleri, yani sarmallar ve "Amur ağ deseni" dir. Dolayısıyla Aşağı Amur'un bu kabilelerinin atalarından bazılarının, bu bölgede, Neolitik kadar eski tarihlerden beri yaşadıklarını söyleyebiliriz. Kuzey Asya'nın ekonomik ve kültürel-etnik yaşamının genel görünümü , kıyı kordonu bölgelerinin ve Amur Irmağı'nın ku­ zeyindeki Pasifik adalarının sözü edilmedikçe, eksik kalacak­ tır. 29 Arkeolojik kalıntıların gösterdiği gibi, Koryaklann atalan olan kıyı kordonu avcıları ve balıkçıları, buralarda yaşadılar ve arkalarında, toprağa yan yarıya gömülü, çok büyük bannakla­ nnın kalıntılarını bıraktılar. Kamçatka'da, 18. yüzyılda Stepan Kraşennikov ve G. Şteller'in gözlemlediği gibi yüzyıllardır ne­ redeyse aynı biçimde yaşayan ltelmen-Kamçadal'ın ataları yer­ leşmiş bulunuyordu . Uşkovskoe Gölü kıyısındaki çokkatmanlı yerleşme yerinden elde edilen malzeme, Kamçatka kabileleri­ nin kültür tarihinde Mezolitik'ten sonra görülen yavaş geliş­ menin aşamalarını göstermektedir. Söz konusu tabakalar, bil­ diğimize göre, birbirinden volkanik kül katmanlarıyla ayrılmış durumdadır. Bunlardan, Uşkovskoe Gölü kıyısındaki Neolitik dönemle ilgili kültürel kalıntılar, toprağın yüzeyinden 1 , 1 5 m aşağıda bulunan, iklim bakımından uygun bir çağ olan buzul sonrası taşkın dönemlerinden kalma katmandadır. Söz konusu kalıntılar arasında, bıçağa benzer yongataşlar, eşkenar dörtgen biçimli prizmatik çekirdektaşlar, aynı yongalardan yapılmış ke­ sici aletler ve rötuşlanmış birçok okbaşı bulunmaktadır. Bu nesnelerin yapıldığı malzeme, siyah obsidyen ve çakmaktaşı­ dır. Açıkça anlaşıldığına göre, çömlekçilik yoktu. Daha sonra, taşkınlar döneminin sonlarına doğru , aşağı yukarı M.Ö. 2. bin29 S.A. Teplouhov, 1927; S.V. Kiselev, 1950. 115

yılda, cilalı baltalar ve hepsi de rötuşlanarak ince ince işlenmiş taş bıçaklar, kazıyıcılar, okbaşları ve mızraklar gibi çok çeşitli aletlerin yam sıra, ilk balçık kaplar göründü. Bu dönemde yay­ gın biçimde ağır basanlar, üzerlerinde taş figürler bulunan bı­ çak ve kazıyıcıların çeşitli tipleri, hatta yontularak işlenmiş olan küçük insan ve hayvan figürleri idi. Tuhaf desenlerle be­ zenmiş kazıyıcılar ve bıçaklar, aynı zamanda uzun, keskin kı­ yılı cilalı keserler, Kamçatka'da yaygın biçimde kullanıldı ve bunlar, olasılıkla, buradan Aleut Adaları'na yayıldı. Uşkov yerleşim yerinin ikinci tabakası, Petropavlovsk'taki Tarya Koyu'nun kıyısındaki toprağa oyulmuş barınaklar ve Uşkovskoe Gölü kıyısındaki Kultuk'ta bulunan [ gene ] toprağa oyulmuş barınaklar, Orta Neolitik döneme aittir. Kultuk'ta, ya­ rı yarıya toprağa gömülü yapılmış bir barınağın temeli olan, yaklaşık 10 m çapında bir hendek bulundu. Barınakların ara­ sında, çevresinde daha küçük ocaklar çemberi ile çevrili [ bü­ yük] bir ocak vardır. Bu, N . N . Dikov'a göre, ltelmen tipinde bir barınaktır. Çatının çatkıları, hendeğin kıyılarına oturtul­ muş; yukarıya rastlayan uçları ise, orta direklere dayanan bir dikdörtgene dayandırılmıştır. Çatı, anlaşılan, huşağacı kabu­ ğundan yapılmış, sonra da üzeri kesekle ve toprakla örtülmüş­ tü. Kısa bir koridor biçimindeki giriş yeri [ kapı] ırmak yönü­ ne bakıyordu . Çatının ateş yakılan yerin üzerine rastlayan bö­ lümünde (ltelmenler arasında ikinci giriş yeri olarak kullanı­ lan) bir duman deliği vardı. Ocak, hendeğin kullanım alanının üçte birini kaplıyordu ve ocak olduğu , bir metre kadar derinli­ ğinde bir birikinti oluşturan kül ile yanmış balık, iri kuş ve hayvan kemiklerinin varlığından anlaşılmıştır. Temel çukurunun üzerindeki ocakta, kalın bir tabaka oluş­ turmuş yanmış balık kılçıkları ve kemikleri birikintisi, bu zen­ gin balık kaynağında insanların kaldıkları sürenin uzunluğu­ nu göstermektedir. Bol miktarda yakalanmış olan yem somon­ balığı ve öteki iri somon türleri, ileride kullanılmak üzere , bu­ rada hazırlandı. Burada aynı zamanda, balıkçıların koruyucu­ su olduğu düşünülen, anlaşılan yarı insan, yarı balık biçimli Tanrı'ya adaklar da sunuldu . Böyle bir Tanrı'nın, bir balık biçi116

mi oluşturmak üzere biraraya getirilmiş ağaç ve huşağacı ka­ buğu parçalarından yapılmış tahta imgesinin kalıntıları, bir hendek üzerinde kurulmuş çadırın yıkıntısının altındaki çu­ kurda bulundu. Bu, balığa benzeyen imgenin, altına ve üstüne rastlayan noktalarda, kurban ateşlerinin kalıntıları ve başının yanında, adak olarak sunulan balık başlarının kemik kalıntıla­ rı bulundu. Kamçatka'daki bu kalıntıları, Geç Neolitik kalıntı­ lar izler ve bu kalıntılar da, aynı biçimde, biçimleri değişme­ den, varlıklarım, G. Şteller ve S.P. Kraşennikov tarafından be­ timlendikleri 18. yüzyıla değin sürdürür. Daha kuzeyde, Bering Boğazı boyunca ve aynı zamanda Ko­ lıma Irmağı [nın Doğu Sibirya Denizi'ne açılan] halicine doğru uzanan topraklar ile halicin yakınındaki adalarda, günümüzün Eskimolarının atalarının kültürü , varlığını iki bin yıllık bir dö­ nem boyunca sürdüren ileri derecede uzmanlaşmış ve zengin bir deniz hayvanları avcıları kültürü görüldü. Bu kültürün gö­ ze çarpan özellikleri, döner zıpkın, içinde yağ yakılan bir lam­ ba ve deri kayık idi. Bu buluşlar, bu insanlara, Asya kıtası bo­ yunca uzanan Kuzey Kutbu denizlerindeki buzul tabakasının kıyısında bir kültür yaratmalarına olanak vermekle kalmayıp, Kuzey Kutup Amerikası'nın ve uzak Grönland Adası'nın da efendisi olmalarım sağladı. Eski Eskimolar, yalnızca bu büyük tarihsel başarıyı gerçekleştirmekle kalmadılar; aynı zamanda, morsların iri azı dişleri üzerine kazıdıkları, şaşırtıcı, fantastik denebilecek derecede buluşçu gravür sanatlarıyla, gerçek bir kutup mucizesi yarattılar. Söz konusu gravürlerin, "soyut süs­ lemecilik" ve "gerçekçi heykelcilik" olarak, iki belirgin eğilime sahip bulundukları görülür. iç Asya tarihinde, ileriye doğru atılmış bundan sonraki bü­ yük adım, araç ve silah yapımında yeni bir malzemeden yarar­ lanılmasıyla; yani metalin, daha somut olarak, bakırın ve tun­ cun kullanılmaya başlanmasıyla atıldı. Taştan metale bu geçi­ şin izleri ve bakırın ve tuncun en eski kalıntıları, en iyi biçim­ de Minusinsk Havzası'nda incelenmiş bulunuyor.30 30 G.A. Maksikensov, 1963. 117

Burada karşılaşılan en eski kültür olan eneolitik kültüre , ya­ ni "bakırtaş" kültürüne, "Afanasevo kültürü" dendi. Bu kültü­ rün Altaylar'daki kalıntıları iyi bilinmektedir. Afanasevo halk­ ları, günlük işleri için hala taş baltalar, vurucular, taş okbaşla­ n, mızrakbaşlan kullanıyorlardı. Metali ergitmesini ve dökme­ sini bilmiyorlardı; dolayısıyla [ döverek şekil vermekle ] kullan­ dıkları metal, olasılıkla, bölgenin bakır cevheri idi. Bakır ile yalnızca iğnelerde, bizlerde, küçük bıçaklarda ve tahta kapla­ rın donanımında karşılaşırız. Süs eşyaları yapmada, gümüş, al­ tın ve meteor kökenli demir de kullanıldı. Örneğin, Afanaseva Gora yakınındaki bir mezardaki kadının kolunda, demir hal­ kalarla çerçevelenmiş bir deri bilezikle karşılaşmaktayız. Kera­ mikler, hala Neolitik Çağınkilere benzemektedir; genellikle şişkin ve büyük sığalı olan kapların konik tabanları vardır ve yüzeyleri, daha çok balık sırtı tipindeki desenlerden, dalgalan­ dırılmış çizgilerden ve zigzaglardan oluşan yatay bantlarla ol­ mak üzere, tamamen kaplıdır. Afanasevo kabilelerinin kültürel bakımdan elde ettikleri en büyük haşan; at ve inek gibi hay­ vanların yetiştirilmesine ve olasılıkla tanına başlamalarıydı. Toplumsal yapılan değişmeyip, daha önceki biçimiyle, Neoli­ tik kabilelerin yapılarına benzer olarak kalmıştır. Akrabalar arasında bir eşitliğin varlığı, herhangi bir bireyin öndegelen bir konuma sahip olduğunu gösteren hiçbir ipucunun bulun­ mamasından anlaşılmaktadır. lçleri bölümlü ve tepsiler üzeri­ ne konmuş kupalar biçimindeki acayip buhurdanlıklann iliş­ kilendirildiği güneş kültünün, dinlerinde önemli bir yeri var­ dı. Dinlerinde, aşı boyasının da rolü vardı ve bu madde "ölü­ nün kanı"nı temsil etmiş olabilir. Afanasevo halkı, fiziksel bakımdan Avrupalı ırktandı; Doğu Avrupa'nın "çukur mezar kültürü" kalıntılarının sahipleri sayı­ lan Cro-Magnon insanına benziyorlardı. Maddi kültürlerinin, Urallar, Orta Asya ve Karadeniz çevresi bozkırları gibi komşu bölgelerle, yani çukur mezar kültürü Kelteminar, Zerafşan Ir­ mağı kıyılarındaki Zamanbabin kültürü ve Urallar'ın Şigir kül­ türüyle ilişkilerinin bulunduğunu ortaya koyabiliyoruz. Bunlar arasında, M . Ö . 2. binyılın ilk yansına yerleştirilen 1 18

Zamanbabin kültürü, Orta Asya'nın tarımcı halklarıyla bağlan­ tıları nedeniyle, özellikle ilgimizi çekmektedir. Söz konusu dönemde Zerafşan Irmağı'nın aşağı kavşaklarında Mahan-Kar­ ye'deki Kelteminarların yerini alan Zamanbabin halkı, çak­ maktaşı okbaşlannın yanısıra, öteki kabilelerden sağlayamadı­ ğı durumlarda, basit bıçaklar, aynalar, balık oltaları gibi çeşitli nesneleri yapmak üzere , bakırı yaygın biçimde kullandı. Bu bakır, içinde kalay bulunmayan arsenikli bakır idi. Zamanba­ bin halkı, yalnızca büyükbaş ve küçükbaş hayvan sürüleri ye­ tiştirmekle kalmadı, aynı zamanda başarıyla tarımla uğraştı. Bölgelerinde buğday ve arpa kalıntıları bulundu. Güneyin ta­ nmcılanyla yakın bir ilişkinin varlığı, küçük bir imgede, Ana Tannça'nın bir heykelciğinde görülebilir. Dörtköşe, bölümlü tepsi biçimli kaplar da, güneyden gelmiş olmalı. Bunlar, "kuş besleyiciler" denen ve kuş biçimine girmiş ruh anlayışıyla iliş­ kili nesnelerdir. Böyle bir tepsinin yansında tahıl, öteki yan­ sında bu dünyadan aynlanlann kuş biçimine giren ruhları için su bulunmaktaydı. Anlaşılan Zamanbabin kültürü , güney halklarından olup , avcı-balıkçı toplulukların ve sürü yetiştiren kabilelerin orta­ sında beliren bir koloni ile başlamıştı. Yenisey Irmağı kıyısın­ daki ve Altaylar'daki Afanasevo kültürleri gibi belirgin Kelte­ minar özelliklerin yanısıra, çeşitli kaplardaki resimler, "buhur­ danlıklar" , kuş besleyiciler ve ilk metal aletler, süslemeler tü­ ründen daha çok güneyli öğelerle karşılaşılan böylesine kar­ maşık kültürel-tarihsel oluşumları biçimlendiren etkilerin, bu­ radan yayılmış olması, olmayacak bir şey gibi görünmüyor. Üçüncü binyılın sonlarına doğru serpilmiş olan Afanasevo kültürü, 2. binyılın başlarında, Okunev kültürüne yol açtı.31 Bu, Afanasevo gömü alanlarında bulunan Okunev mezarların­ da görülmektedir. Okunev kültürünün Minus'da görünmesi­ nin yeni bir halkla, [Afanasevo'nunki gibi] Avrupalı olmayan, Mongoloid bir halkla ilişkili olduğu düşünülmektedir. Bu yeni halkın çıkışıyla, gömü törenleri biçim değiştirmiştir; Afanase3 1 E.B. Badetskaya, 1967; M.P. Gryaznov - E.P. Şneyder, 1929. 1 19

vo kültürünün, taşların çember oluşturacak biçimde dizildiği karakteristik özelliği yerine, taşlan dikdörtgen dizilmiş mezar­ lar görülür. Ölü , bu alan içine, taş kayraklanndan oluşturulan tabutlar içinde gömülmüştür. Öncelleri (seleD olan Afanasevo halkı gibi, Okunev halkı da sürü yetiştiricileriydi. Teknik ola­ rak, Okunev kültürünün Afanasevo kültürüyle pek çok ortak yam vardı. Baltalar, okbaşlan, mermer diskler gibi silahlar ve araçlar yapmak için gene taş kullanıldı; ancak, balık oltaları, bıçaklar, baş bantları gibi dövme metal nesneler ve döküm yo­ lu ile yapılan eşyalar da kullanıldı. Okunev mezarlarından bi­ rinde, ilk dökme bakırdan saplı balta (haşet) Güney Sibirya'da ortaya çıkarıldı . Çömlekler, büyük bir farklılaşma gösterir; kaplar [ sivri değil ] düz tabanlıdır ve de ya "kavanoz" tipinde­ dir ya da yanlan dışbükey bir "tencere" biçimindedir. Okunev halkının hayranlık verici sanatları, maddi kültürlerinin görece ilkel düzeyi ile büyük bir zıtlık gösterir. 32 Bu sanat, özellikle anıtsal büyüklükte heykellerde , eskiden Karasuk çağına ait ol­ duğu sanılan stellerde temsil edilir. Bu steller üzerinde, yan insan yan hayvan biçimli mask kabartmaları bulunup, bu masklar, birçok örnekte, üzerlerine boğa ya da geyik boynuzu eklenmiş boğa başı ve yılanları anımsatırlar. Işınsal yayılan baş süslemeleri de görülür. Okunev stellerinin bu karmaşık sem­ bolizmi, dal vermiş çemberler biçimindeki güneş ya da evren simgeleriyle, daha da artmaktadır; bu çemberin içinde, ışıklar ya da haçlar görülür. Okunev mezarlarım yapmada kullanıl­ mış kayraklar üzerinde de, sık sık benzeri tasvirlerle karşılaşı­ lır. Böyle kayraklardan birinin üzerine, ellerinde birer mızrak tutan, başında görkemli bir "hale" bulunan bir varlık kazın­ mıştır. Yüzler, gerçekçi bir heykelcilikle yapılmış örneklerden, birbirine simetrik yerleştirilmiş üç gözü ve yüzü bölen gizemli bir şeridi bulunan soyut temsillere dek değişmektedir. Sıklık­ la, ağız ya yapılmamıştır, ya da şaşılacak derecede büyük ya­ pılmıştır. lki örnekte , stelin tepesine bir koç başı heykeli yon­ tulmuştur. Figürlerin çoğunun, gebe kadınlarınki gibi çok bü32 V. l . Matyusenko, G.B. Lojnikova, 1 969, 5. 1 20

-

16. tablolar.

yük göbekleri vardır. Bir figürün göbeğine, yırtıcı bir hayva­ nın, gerçekçi bir yaklaşımla çizilmiş burun çıkıntısı yapılmış­ tır. Yırtıcı hayvanların, kıvrık kuyruklarından gidilerek yapıla­ bilecek bir kestirmeyle, panterlerin ya da kaplanların, Okunev mezar kayrakları üzerine de kazındığı söylenebilir. İçlerine haç işaretleri çizilmiş çember biçimindeki güneş simgeleri, bu yırtıcı hayvan figürlerinin, güneş ve evren ile ilişkilendirildik­ lerini göstermektedir. Çok iri, kıvrık boynuzlarıyla, gerçekçi boğa imgeleri de vardı. Öyle ki insanın, Okunev stellerinin se­ mantiğinin, sürü yetiştiren kabilelerde ortak bir özellik olan ve içinde güneş ve doğurganlık (bereket) kültünü de barındı­ ran, doğa güçlerine tapınma ile ilgili karmaşık bir kozmik an­ layış çemberini dile getirdiğine inanası gelir. Doğurganlık kül­ tü ile ilgili bir başka buluntu türü de , sabuntaşından ve ke­ mikten yapılmış, insan yüzlü minyatür heykelcikler olup, içle­ rinde, uzun, serbestçe akan saçlara sahip kadınların yüzleriyle de karşılaşılmaktadır. Bunlar Sibirya'nın [ günümüz ] Ugor ka­ bilelerinin etnografyasında karşılaşılan oyuncak bebeklere, do­ ğurganlık fetişlerine benzemektedir. Daha sonraki dönemde görüleceği gibi, bu dönemde de, Yukarı Obi'de, Okunev ile bağlantılı bir kültür, Samus kültürü vardır. Bu kültürün karak­ teristik özellikleri, başları haleli aynı fantastik varlıkların gös­ terildiği kaplar ile oldukça gelişmiş bir teknikle üretilmiş tunç nesnelerdir; bu tunç nesneler, kuşkusuz gelişmelerinin kendi­ lerinin batılarına düşen bölgede , Güney Sibirya'nın bozkırla­ rında bulunan Andronovo kültürü ile aynı zamanda görülen bir sonraki aşamasını temsil etmektedir. İçlerinde, işlenmiş metal balta başlarının ve gene işlenmiş üstün mızrakbaşlarının bulunduğu bu tunç nesneler, iyi bili­ nen Seymin-Turbin tipinin neredeyse tıpatıp kopyalarıdır; an­ cak aralarında gene de, örneğin tabanında kanca biçimli çıkın­ tılı mızrakbaşları gibi, bazı küçük farklılıklar varclır. Bıçaklar ve hançerler de Seymin-Turbin metallerine benzerlik gösterir­ ler. Bunlardan birinin, ayaklarında kayaklar( ?) bulunan, elin­ de bir at figürüne bağlı bir ip tutan bir adamın yontulmuş fi­ gürü biçiminde, benzeri görülmedik bir sapı vardır. Bu şaşırtı1 21

cı sahne, bir atın evcilleştirilmesini gösterse ve de avcılıktan sürü besleyiciliğine geçişi simgelese gerektir. 33 Bu gibi elk ge­ yiği ya da geyik izleyen, ayaklan kayaklı insan sahnelerinin, Kamennı Adalan'ndaki Karelya'da ve Angara Irmağı Vadisi'nde bulunan birkaç yazılıkaya (petrogliD üzerine de kazınmış bu­ lunduğunu belirtmekte yarar var. Seymin-Turbin tipinin, baltabaşlan ve mızrakbaşlan gibi ba­ zı kalemlerinin ve yaprak biçimli bir baltanın, Batı Sibirya'nın doğusunda bulunduğu kadar, batısında Yakut ülkesinde Vil­ yu'da, Baykal kıyılannda ve hatta Mançurya gibi uzaklarda da bulunduğunu öğrenmek ilginçtir. Baykal Gölü'nün kıyılannda Sagan-Zaba Körfezi'de, insanı kör edecek denli beyaz mermer kayalıklannın üzerinde, insan biçimli figürlerin görülebildiği kaya resimleri vardır; bu resimler, Obi Irmağı'nın Vadisi'nde bulunmuş kaplar üzerine çizilmiş, içlerinden biri, iki eliyle bir çekiç( ? ) tutan insanı gösteren figürleri anımsatmaktadır. Tunç Çağının bu kalıntılan, Urallar ve Baykal çevresindeki bölgesiy­ le olduğu kadar Güney Rusya (Borodin hazinesi) ve Volga (idil) vadisi (Seymin buluntuları) , Yakut ülkesinin Vilyu böl­ gesi ile de geniş ilişkilerin varlığına işaret etmektedir. Kuzey Çin'de, Yin döneminin tunç kültürünün doğuşu , Do­ ğu Avrupa ve Sibirya orman kuşağı yoluyla batıdan doğuya ya­ yılmış olan bu Tunç Çağı erken metalurjisi taşıyıcılarıyla ku­ rulmuş, kendini çok çeşitli yerlerde gösteren ilişkilerle , bir bi­ çimde pekala bağlantılı olabilir. Güney Sibirya tarihinde Andronovo kültürünün özel bir önemi vardı. Bu kültürün en güneydeki kalıntılan, Altaylar'ın eteklerinde bulunur; en kuzeydekilerle ise, Obi Havzası'nda, orman ile bozkır arasındaki bölgelerde karşılaşılır. Andronovo halkı, taygaya yerleşmekten kaçınmıştı.34 Andronovo kültürü , Altaylar'ın batısından Yenisey'e kadar uzanan bölgelere yayılmış, hatta Kazakistan'ı ve Güney Ural bozkırlarını içine almış olmasına rağmen, en önemli merkez33 A . 1 . Martinov, 1 964, s. 249-26 1 . 34 S.S. Çemikov, 1 949. 1 22

lerinden biri Minusinsk Havzası idi. Bu kültürün karakteristik özelliği, daha gelişmiş bir sürü yetiştirici ekonomi ve ilkel bir tarım idi; küçükbaş hayvan sürüleri, yani koyun da önemli olup et, giysi için yün ve aynı zamanda belki keçe sağlamış bulunmakla birlikte, boynuzlu büyükbaş hayvan en büyük ro­ lü oynadı. Yün işlenip, bir hayvanın çene kemiğinden yapılmış " tokaçlar" ile "dövüldü" Kalıntılarıysa mezarlarda karşılaşılan başlıkların örülmesinde kullanıldı. At da yetiştirildi ve olası­ lıkla, üzerine binmede kullanıldı; ancak elimizde bunun do­ laysız kanıtı bulunmamaktadır. Toprak, kazma-keser karışımı araçlarla, elle işlendi. Tahıl, taş kaynaklardan yapılmış öğütü­ cülerle öğütüldü. Maddi kültür alanında en önemli gelişme, metalurjide (me­ tal işleme) gerçekleştirildi. Metal, Altaylar'dan ve Kuzey Kaza­ kistan'daki Kalbin Sıradağları'ndaki sığ, açık maden ocakların­ dan sağlanmaktaydı. En çok kullanılan maden, toprağın yüze­ yinde birikmiş kaynaklardan alınan metal oksit cevheri idi. Bu cevher, taş balyozlarla dövüldükten sonra ilkel fırınlarda eritil­ di. Metal işleyiciler balçıktan yapılmış kalıplar kullandılar; ay­ nı zamanda kompozit (birkaç parçadan oluşan) taş kalıpları da vardı ve çoğu durumda, içine baltabaşlarının, mızrakbaşla­ rının ve öteki nesnelerin aynı anda döküldüğü, hem balçıktan, hem taştan kalıplar kullanıldı.35 Andronovo tarımcıları ve sürü besleyicileri, ekip biçtikleri toprakların ve sürülerini kapattıkları ağılların yakınındaki geçi­ ci olmayan barınaklarında, az çok toprağa yerleşik bir yaşam sürmüş olmalılar. Temelleri toprağın içine atılan barınaklarında döşemelik kalın tahtadan yapılmış yataklar, ocaklar ve yiyecek­ lerin depolanması için özel çukurlar vardı. Düzenli, toprağa yerleşik yaşam, birçok balçık kabı, kıyılan dik, tabanları düz, kavanoza benzer kaplan ve kenar lan dışbükey [ tencere benze­ ri] kapları edinmelerini gerektirdi. Genelde bu kaplar, tarak benzeri bir araçla yapılmış zikzaklı şekillerle, üçgen ve paralel­ kenar şekillerle süslenmişti. Meandr motifi özellikle yaygındı. 35 O.A. Kritsova - Grakova, 1952. 1 23

Sürü yetiştiriciliğinin başlıca uğraş durumuna gelecek dere­ cede gelişmesi ve artı ürün birikimi, toplumsal yapıda bir dizi değişikliği getirdi. Bu , yaygınlaşan "çifte gömü" uygulamasın­ da görülür. Koca öldüğünde, kansı ve hatta sık sık ikinci kan­ sı da, ona eşlik etmek üzere gömülmektedir. Aile içinde yetke (otorite) artık bir patriark olan kocaya aittir. Dinde, daha önceki gibi, doğa (güçleri) kültü ve ata kültü en önemli yeri tutmayı sürdürdü . Ne var ki, Tunç Çağı çiftçile­ rinin tarımsal dini, artık daha öncesinden farklı biçimlerde gö­ rünür. Bunun işareti, toprağın içine içlerinde süt ve bitkisel yi­ yecekler konmuş 59 kabın yerleştirildiği ve öteki beş özel çu­ kura da toprak ve odun kömürü , saman ve buğday gibi adak­ ların konduğu, Tobol Irmağı kıyısındaki Alekseev gömü yerin­ de bulunan adak bölgesidir. 36 Andronovo halkının gömü ayinleri arasında, hem (ölü sol yanına yatırılmış, ayaklar ve eller yukarı çekilmiş, daha seyrek örneklerde ise, sağ yanına yatırılmış olarak) gömme, hem de yakma gelenekleri vardı. 37 Kafataslarına bakarak, Andronovo halkının, Avrupalıların "Andronovlar" denen özel bir tipine ait oldukları sonucuna va­ rılmaktadır. Güney Sibirya'ya, kaplarındaki süslemelerden an­ laşılacağı üzere, Alakul dönemi denen bir dönemde, yani M. Ö . 16.-14. yüzyılları arasındaki bir tarihte gelmişlerdir. Andronovo kültürü, az çok yoğun bir nüfusa sahip olmasına ve geniş bir bölgeye yayılmış bulunmasına karşın, varlığını , Batı Sibirya bozkırlarında, Yenisey Irmağı kıyılarında ve yeni bir kültürün, Karasuk kültürünün çok geçmeden (M . Ö . 1 3 . 10. yüzyıllarda) görüneceği yer olan Obi bölgesinde sürdüren, kısa yaşamlı bir kültür oldu . Yerini alan Karasuk kültürü , ka­ lıntılarının bulunacağı yerler olan Güney Sibirya ve Kazakistan yaşamının her yönünü etkileyen büyük değişiklikler getirdi.38 Karasuk kültürünü , yeni tipte birçok mezar temsil etmekte36 V.S. Sorokin, 1 962. 37 M.P. Gryaznov, 1929, 1952, 1956, 196 1 ; S.S. Çemikov, 1960; N . L. Çlenova, 1964, s. 263-278; E.A. Novgorodova, 1969. 38 G.P. Sosnovtskiy, 1 94 1 , s. 273-309; N . N . Dikov, 1958, 1 964. 1 24

rigine de T'ou-kiue, nom chinois des Turcs," TP 16, s. 687-9. - 1929, "Neuf notes sur des questions d'Asie Centrale," TP 26, s. 20 1 -66. Pigulevskaya, N . , 1 94 1 , Siriyskie istoçniki po istorii narodov SSSR, TIV c. XLI . (Moskova). - 1 946, Vizantiya i Iran v rubeje IV i VII vekov (Moskova-Leningrad) . Pritsak, Omeljan, 1954, "Stammesnamen und Titulaturen der altaischen Völker," UA] 24, s. 49- 1 04. 623

Pulleyblank, E.G., 1956, "Some Remarks on the Toquz-oghuz Problem," VA] 28, s. 35-42. R6na-Tas, Andras, 1 982, "A kazar nepnevröl," Nyelvtudomdnyi Kôzlemenyeh 84, s. 349-80. Roux, J . P. 1962, "La religion des Turcs de l'Orkhon des Vlle et VIIle siecles," Revue de l'histoire des religions 1 6 1 , s. 1 -24, 1 99-23 1 . Sinor, Denis, 1963, Introduction el l'etude de l'Eurasie Centrale (Wiesbaden) . - 1 98 1 , "The Origin of Turic balıq 'town'," CA] 25, s. 95- 1 02. - 1 982, "The Legendary Origin of the Türks," Folhlorica: Festschrift for Felix ]. Onias, der. wEgle Victoria Zygas ve Peter Voorheis, lndiana University Uralic and Altaic Series c. 1 4 1 içinde, s. 223-45 (Bloomington, lndiana) . - 1 984, "Some Components of the Civilization of the Türks (6th to 8th Century, A.D.)," Altaistic Studies. Papers Presented at the 25th Meeting of the Permanent International Altaistic Conference at Uppsala, ]une 7- 1 I , 1 982, der. Gunnar Jar­ ring and Staffan Rosen, Kungl. Vitterhets Historie och Antikvitets Akademien Konferenser 12 içinde, s. 145- 1 59 (Stokholm). Sertkaya, Osman F. , 1977, "Probleme der köktürkischen Geschichte: Muss es 'ine! kagan' oder 'ini il kagan' heissen? , " Materialia Turcica, 3 s . 16-32. Stebleva, l.V., 1 965, Poeziya tyurhov VI-VIII vehov (Moskova) . Tezcan, Semih, 1977, "Eski Türkçe buyla ve baya sanlan üzerine," TDAYB, s. 5569. Ter-Mkrtiçyan, L.H. , 1979, Armyanshie istoçnihi o Sredney Azii V-VII vv. (Moskova). Uray, G., 1979, "The Old Tibetan Sources of the History of Central Asia up to 7 5 1 A . D . : A Survey," Prolegomena t o the Sources o n the History of Pre-Islamic Central Asia, der. J. Harmatta içinde, s. 275-304 (Budapeşte). Wang, Huan, 1983 , "Apa Qaghan Founder of the Westem Turkish Khanate, the Splitting up of the Turkish Khanate and the Formation of the Westem Turkish Khanate," Social Sciences in China 2, s. 1 24-54. Widengren, Geo, 1952, "Xosrau Anôsurviln, !es Hephtalites et !es peuples turcs. Etude preliminaire des sources.," Orientalia Suecana 1, s. 69-94. Zadneprovskiy, Yu. A. -Mokrınin, V. P. , 1 984, "Rannefeodalnıe gosudarstva Vl-X vv. , " bölüm iV, s. 2 1 9-89 , lstoriya Kirgizshoy SSSR 1 (Frunze) içinde.

1 2 . UYGURLAR Abe Takeo, Nishi- Uiguru hohushi no henhyu (Batı Uygurlan tarihi üstüne araştır­ ma; Kyoto, 1958) . Bang, W von and Gabain, A. von, "Türkische Turfan-Texte ll," SPAW, 4 1 1 -30 ( 1 929) . Barthold, W , Histoire des Turcs d'Asie Centrale, çev. M. Donskis (Initiation a l'ls­ lam, c. 3; Paris, 1945). Biçurin, N . Ya. (Yakinf) , Sobranie svedeniy o narodah, obitavşih v Sredney Azii v drevnie vremena, 3 cilt (St. Petersburg, 1 85 1 ) , 2. baskı . , 2 cilt (Moskova-Le­ ningrad, 1950-3). Chavannes, Edouard, Documents sur les Tou-hiue (Turcs) Occidentaux, (St. Peters­ bourg, 1903) . 624

Chavannes, Edouard ve Pelliot, Paul, "Un traite manicheen retrouve en Chine," ]A 10. 18: 499-6 1 7 ( 19 1 1 ) , 11.l: 99- 199, 26 1 -394 ( 19 1 3 ) . Chiu T'ang-shu, toplayan Chao Yıng v.d. Po-na baskı. Dauvillier, jean, "Les provinces chaldeennes 'de l'exterieur' au moyen ilge," Melan­ ges offerts au R.P. Ferdinand Cavallera (Toulouse, 1 948) , s. 26 1-316. Ecsedy, Hilda, "Old Turkic titles of Chinese origin," AOH. 1 8:83-9 1 ( 1 965) . Gabain, Annemarie von, "Steppe und Stadt im Leben der altesten Türken," Der Is­ lam 29:30-62 ( 1 949) . Hamilton, james Russell, Les Ouıghours d l'tpoque des Cinq Dynasties, d'aprts les documents chinois (Bibliotheque de l'Institut des Hautes E tudes Chinoises, c. 10; Paris, 1955). Hamilton, james, "Toquz-Oyuz et On-Uyyur," ]A 250: 23-63 ( 1 962). Haneda Toru, Haneda hahushi shigahu rombunsha (Dr. Haneda'nın toplu tarih yazı­ lan), 2 cilt (Kyoto, 1957-8) . Haneda Toru, "Todai Kaikotsushi no kenkyu " , Haneda hahushi shigahu rombunshu, 1, 1 5 7-324. Haneda Toru, "Kyusei Kaikotsu to Toquzoyuz to no kankei o ronzu" Toquzoyuz" , Haneda hahushi shigahu rombunshu, 1 , 325-94. Hansen, Olaf, "Zur soghdischen lnschrift auf dem dreisprachigen Denkmal von Karabalgasun," ]SFOu, 44.3: 1 -39 ( 1 930) . Henning, W , "Neue Materialien zur Geschichte des Manichaismus," ZDMG, n.F. 15: 1-18 ( 1 936). Henning, WB., "Argi and the 'Tokharians',' BSOAS, 9: 545-7 1 ( 1 937-9) . Hino Kaizaburô, ''Todai no Kaikotsusen" Tohogahu, 30: 38-49 ( 1 965) . Hsin T'ang-shu, toplayan. Sung Ch'i v.d., Po-na baskı. Julien, Stanislas, "Notices sur les pays et !es peuples etrangers, tirees des geograp­ hies et des annales chinoises, III, Les Oıgours," ]A, 4.9: 50-66 ( 1 847) . Kızlasov, L.R., lstoriya Tuvi v srednie veha (Moskova, 1 969) . K'uang P'ing-chang, "T'ang-tai kung-chu ho-ch'in k'ao " , Shih-hsüeh nien-pao, 2.2:23-68 ( 1935). Le Coq, A. von, "Türkische Manichaica aus Chotscho III " , APAW, 2 : 1 -49 ( 1922) . Levi, Sylvain ve Chavannes, Ed. , "Voyages des pelerins bouddhistes, l'.itineraire d'Ou-k'ong (75 1 - 790) ," ]A, 9.6:34 1-84 ( 1 895). Liu Chih-hsiao, Wei-wu-erh tsu li-shih (shang-pien) (History of the uighur Nati­ onality, Volume I) , Min-tsu chu-pan-she (Nationalities Press) , Pekin, 1985. Ma Tuan-lin, Wen-hsien t'ung-h'ao (Eski belgelerle çeşitli toplamaların eksiksiz in­ celenmesi) , Wan-yu wen-k'u baskı. , Shih-t'ung, c. 7, 2 cilt (Şanghay, 1 936) . Mackerras, Colin, The Uighur empire according to the T'ang dynastic histories. A Study in Sino- Uighur relations 744:840, 2. baskı. (The Australian National Uni­ versity Asian publications series, c. 3; Kanberra, 1972) . Marquart, Jos . , 'Guwaini's Bericht über die Bekehrung der Uiguren,' SPAW 27:486502 ( 1 9 1 2) . Minorsky, V. , Hudud al-Alam 'The regions of the world' a Persian geography 3 72 A.H. 982 A.D. (E.j.W Gibb Memorial New Series, c. II; Londra, 1937). "Tamım ibn Bahr's journey to the Uyghurs," BSOAS 1 2 . 2: 275-305 ( 1 948) . Moriyasu Takao, "Uiguru to Toban no Hokutei sôdatsusen oyobi sono nochino 625

Seiiki jôsei ni tsuite" (Bişbalık için Uygur-Tibet mücadelesi ve Orta Asya'da bundan sonraki durum) , TG 55.4:60-87 ( 1973) . Müller, EWK . , "Uigurica il," APAW, 3 : 1 - 1 1 0 ( 19 10) . "Ein Doppelblatt aus einem manichaischen Hymnenbuch (Mahrnamag) ," APAW 5:1-40 ( 1 9 12). "Der Hofstaat eines Uiguren-Königs," Festschrift Vilhelm Thomsen zur Vollendung des siebzigsten Lebensjahres am 25 ]anuar (Leipzig, 1 9 1 2 ) , s. 207- 1 3 . "Zwei Pfahlinschriften aus den Turfanfunden," APAW 3 : 1 -38 ( 19 1 5) . Pulleyblank, E .G. " A Sogdian colony i n lnner Mongolia," TP. 4 1 : 3 1 7-56 ( 1 952). "Some remarks on the Toquzoghuz problem," UA]. 28:35-42 ( 1956) . Radloff, W , Die alttürkischen Inschriften der Mongolei, 3 cilt (Saint Petersburg, 1 894-5) . Ramstedt, G .J . , " Zwei uigurische Runeninschriften in der Nord-Mongolei, " ]SFOu. 30:3 : 1 -63 ( 19 1 3 ) . Saguchi To ru , "Kaikotsu den" (Uygurların biyografileri) , Saguchi Töru, Yamada Nobuo ve Mori Masao, Kiba minzoku shi 2, Seishi hokuteki den (At binen halk­ ların tarihi 2; standart tarihlerde kuzeyli ırkların biyografileri; Töyö bunko 223; Tokyo, 1972) içinde, s. 299-462 . Schlegel, Gustav, "Die chinesische lnschrift auf dem uigurischen Denkmal i n Kara Balgassun," MSFOu. 9:1-XV, 1 - 1 4 1 ( 1 896) . Ssu-ma Kuang, Tzu-chih t'ung-chien (Kapsamlı hükümet aynası) , 20 cilt (Pekin, 1956 baskı . ) . T'ang hui-yao (Tanğ derlemesi, toplayan Wang P'u v.d., Ts'ung-shu chi-ch'eng bas­ kı, 16 cilt (Şanghay, 1 936) . Tasaka Kodo, "Kaikotsu ni okeru Manikyo hakugai undo", Toho gakuho, 11- 1 :22332 (Tokyo, 1 940). " Chu To ni okeru seihoku henkyo no josei ni tsuite", Toho gakuho, 11.2:585-625 (Tokyo, 1 940) . Tu Yu, T'ung-tien, Wan-yu wen-k'u baskı, Shih-t'ung, c. 1 (Şanghay, 1 935) . Yamada Nobuo, "Kyüsei Kaikotsu kahan no keifu" , TG. 33.3-4: 90- 1 1 3 ( 1950) .

1 3. ORTA ASYA'.DA İSLAMİYETlN İLK DÖNEMLERİ ve KARAHANLILAR Kaynak Toplamalan

E. Bretschneider, Medieval Researches from Eastem Asiatic Sources, 2 cilt (Londra, 1 888, tıpkıbasım 1967) . E. Chavannes, Documents sur les Tou-kiue (Turcs) Occidentaux (St. Petersbourg, 1 903). Liu, Mau-tsai, Die Chinesischen Nachrichten zur Geschichte der Ost-Türken (T'u­ küe), 2 cilt (Göttinger Asiatische Forschungen, c. 10, Wıesbaden, 1958) . O. Karaev, Arabo-persidskie istoçniki o tyurkskih narodah (Frunze, 1973) . V. A . Romodin (der. ) , Materialı po istorii Kirgizov i Kirgizii, vıp. l (Moskova , 1973). S.L. Volin v.d. (der. ) , Materialı po istorii Turkmen i Turkmenii, 2 cilt, (Moskova-Le­ ningrad, 1 938-9) , c. 1 .

626

Arap Kaynaklan

lbnü'l-Esir, el-Kamil fi 't-Tarih: Chronicon quod peıfectissimum inscribitur, der. C.j . Tomberg, 1 2 cilt ( 185 1 -76, tıpkıbasım Beyrut, 1 965-6) . Al-Baladhuri, Futuh al-Buldan, der. R.M. Radwan (Kahire, 1 959) . Al-Biruni, Athar al-Baqıyah, der. E. Sachau ( 1 876, tıpkıbasım Leipzig, 1 923). Kitab al-]amahir fi Ma'rifat al-]awahir, der. S. Krenkow (Haydarabad, 1355/1936-7) . Ibn Fadl4n, Risalah, der. S. al-Dahan (Şam, 1 960) . A.Z.V. Togan (der. ve çev. ) , Ibn Fadlans Reisebericht (Abhandlungen für die Kunde des Morgenlandes, 24.3, Leipzig, 1939) . A.P. Kovalevskiy (çev. ) , Kniga Ahmeda ibn Fadlana o ego puteşestvii na Volgu v 921 922 gg. (Harkov, 1 956) . Ibn Hawqal, Kitab Surat al-Ard, J .H. Kramers, 2 cilt (Bibliotheca Geographorum Arabicorum, 2, Leiden, 1 938- 1939 2). El-ldrisi, Kitabü'n-Nüzhetil-Müştak fi Ihtirakil-Afak: Opus Geographicum, der. R. Rubinacci v.d., fask. 1 -9 (Leiden-Roma-Napoli, 1970-84 ) . Al-lstakhri, Kitab Masalik al-Mamalik, der. M .j . d e Goeje (Bibliotheca Geographo­ rum Arabicorum, 1, Leiden, 1927 2). Kaşgarlı Mahmud, Divan Lugatit-Türk tıpkıbasımı hazırlayan B. Atalay (Ankara, 194 1 ) Türkçeye çev. B. Atalay. Divanü Lugatit-Türk 3 cilt (Ankara, 1939- 1 94 1 ) . Ibn Khurdadhbih, Kitab al-Masalik wa'l-Mamalik, der. M.j . d e Goeje (Bibliotheca Geographorum Arabjcorum, 6, Leiden, 1 889) . El-Mervazi: Sharaf al-Zaman Tahir Marvazi on China, the Turks and India, der. ve çev. V.F. Minorsky (Londra 1 942) . Al-Mas'udı, Muruj adh-Dhahab wa Ma'adin al-]awhar, der. C. Pellat, 7 cilt (Beyrut, 1966- 1979) . Ibn Miskawaih, Tajarub al- Umam, der. H.F. Amedroz, 3 cilt (Oxford, 1920, yeni baskı, Bağdad, t.y. ) . Müneccimbaşı: metnin yalnız Türkçe çevirisi yayımlanmıştır. Sahaifül-Ahbar, Türk. çev. Ahmed Nedim, 3 cilt (İstanbul, 1 285/1868) , il.

Müneccimbaşı Şeyh Ahmed Dede Efendi'nin "Cami' üd-Düvel " adlı eserinden: Kara­ hanlılar, Türk. çev. N . Lugal (İstanbul, 1 940) . Al-Nadim, The Fihrist of al-Nadim, çev. ve der. B. Dodge, 2 cilt (Records of Civili­

zation: Sources and Studies, 83, New York-Londra, 1970) . Al-Tabari, Ta'rikh al-Tabari, der. Muhammed Abu'l-Fadl Ibrahim, 10 cilt (Dhak­ ha'ir al-'Arab, 30, Kahire, 1 964-70) . Al-'Utbi, Ta'rikh al-Yamini Shaykh Ahmad b. 'Ali al-Manini'nin tefsiriyle (Kahire, 1 268/1 869 ) . Al-Ya'qubi, Kitab al-Buldan, der. M.j . d e Goeje (Bibliotheca Geographorum Arabi­ corum, 7 Leiden, 1 892) . Ta'nkh (Beyrut, 1 390/1970) 2 cilt YaqOt, Mu)am al-Buldan, 5 cilt (Beyrut, 1 957) . Fars Kaynaklan

Anonim Hududül-Alam, çev. V.F. Minorsky (E.j.W Gibb Memorial New Series, Il, Londra, 1937, tıpkıbasım 1970).

627

Abu'l-Fadl Baihaqi, Ta'rikh-i Baihaqi, der. Q. Ghani, 'A. Fayyad (Tahran, 1324/1 945; Rusça tere. K. Arends, Abu-1 Fazl Baihaki, Istoriya Mas'uda (1 030- 1 041), gözden geçirilmiş 2. baskı. (Pamyatniki Pismennosti Vostova, 22, Moskova, 1969) . Gardizi, Zain al-Akhbar, der. M. Nazim (Berlin, 1928) . V.V. Bartold, "lzvleçenie iz soçineniya Gardizi Zain al-Ahbar" V.V. Bartold, Soçine­ niya, 9 cilt (Moskova, 1 963-73) içinde, Vlll. Al-Husaini, Akhbar al-Dawlah al-Saljuqiyah (Lahore, 1 933) ; Türk. çev. N . Lügal, Ahbar üd-devlet is-Selçukıyye (Türk Tarih Kurumu yayınlarından, 2. seri, c. 8, Ankara, 1 943) . Ata Melik Cüveyni, Tarih-i Cihangüşa: The History of the World-Conqueror, çev. j .A. Boyle, 2 cilt (Cambridge, Mass., 1 958) . Juzjani, Tabakat-i Naşiri, A General History of the Muhammadan Dynasties of Asia,

including Hindustan from A.H. 1 94 (81 0 A.D.) to A.H. 658 (1260 A.D.) and the Ir­ ruption of the Infıdel Mughals into Islam, çev. H.G. Raverty, 2 cilt (Bibliotheca ln­ dica, New Series, cilt. 272-3 , Londra, 1 88 1 , tıpkıbasım 1970) .

Mujmal al-Tawarikh, der. M. Bahar (Tahran, 1 3 18/1939). Narşaht, Tarih-i Buhara: The History of Bukhara, çev. R.N. Frye (The Medieval Academy of America, Publication No. 6 1 , Cambridge, Mass . , 1954) . Nizam al-Mulk, Siyasat-Namah, der. M. Qazwini, M. Chahardihi (Tahran, 1 334 1956) ; The Book of Government or Rules for Kings, çev. H. Darke (Londra, 1 960) . Rashid al-Din, ]ami 'al-Tawarikh der. A.A. Romaskeviç, A.A. Hetagurov, A.A. Ali­ zade , c. 1/1 (Moskova, 1965); Sbornik letopisey, Rusçaya çev. A.A. Hetagurov, c. 1/1 (Moskova-Leningrad, 1952) ; Die Geschichte der Oguzen des Rashld ad-Din, Almancaya tere. K. jahn (Viyana, 1 969). Türkl Kaynaklar

G. Aydarov, Yazık orhonskih pamyatnikov drevnetyurkskoy pismennosti VIII veka (Alma-Ata, 197 1 ) . A. von Le Coq, Türkçe Mdnt elyazılan, çev. F. Köseraif {lstanbul, 1 936) . S.E. Malov, Pamyatniki drevnetyurkskoy pismennosti (Moskova-Leningrad, 1 95 1 ) . G . jarring, Uzbek Texts from Afghan Turkistan (Lunds Universitets A rsskrift, N . F. Avd. 1 , c. 3 4 , N o . 2, Lund-Leipzig, 1 938) . R.B. Shaw, "A Grammar of the l..anguage of Eastem Turkistan" Part 1, ]ournal of the Royal Asiatic Society, Bengal, 1877. P.I. Desmaisons, Histoire des Mogols et des Tatares par Aboul-Ghazı Bthadour Khan (St. Petersbourg, 1 87 1 -4, tıpkıbasım Arnsterdam, 1 970) . Neşı1, Kitab-ı Cihannüma, yay. haz. F.R. Unat, M.A. Köymen, 2 cilt (Ankara, 1949-57) . ikincil Yazın

C.M. Abrarnzon, Kirxizı i ih etnogenetiçeskie istoriko-kulturnıe svyazi (Leningrad, 1 97 1 ) . S . G . Agadjanov, Oçerki istorii oguzov i turkmen Sredney Azii IX-XII v v. (Aşhabad, 1969). S.M. Ahinjanov, "Kipçaki i Horezm v kanun mongolskogo naşestviya," Vestnik Akademii Nauk Kazahskoy SSR ( 1 970) , No. 1. 628

]. Bacot, "Reconnaissance en Haute Asie Septentrionale par cinq envoyes Ouigo­ urs au Vllle siecle," ]A, 244 ( 1956) , s. 1 37-53 . V.V. Bartold, "Balasagun" , Akademik V.V. Bartold Soçineniya, 9 cilt (Moskova, 1 9631973) , c. III. "Bogra Han," Soçineniya, c. il, bölüm. 2. "llek-Hanı," Soçineniya, c. il, bölüm. 2. lstoriya kulturnoy jizni Turkestana, Soçineniya, c. il, bölüm. 1. lstoriya Turkestana, Soçineniya, c. il, bölüm. 1. "Karluki," Soçineniya, c. V. "Kimeki," Soçineniya, c. V. "Kipçaki," Soçineniya, c. V. "O hristianstve v Turkestane v domongolskiy period," Soçineniya, c. il, bölüm. 2. Oçerk istorii Semireçya, Soçineniya, c. il, bölüm. I . Oçerk istorii turkmenskogo naroda, c. i l , bölüm 1. Turkestan v epohu mongolskogo naşestviya, Soçineniya, c. I. Dvenadtsa lektsii po istorii turetskih narodov Sredney Azii, Soçineniya, V: Alın. (W Barthold) , Zwölf Vorlesungen über die Geschichte der Türken Mittelasiens ( 19325, yeni baskı, Hildesheim, 1 962) . C.E. Bosworth, The Ghaznavids (Edinburgh, 1963) . "The Political and Dynastic History of the Iranian World (A.D. 1000- 1 2 1 7) ," The Cambridge History of Iran der. j .A. Boyle, c. 5 ( Cambridge, 1 968) . C. Cahen , " Le Malik-nameh et l'histoire des origines Seljoucides , " Oriens, 2 ( 1949) , s. 3 1 -65. Pre-Ottoman Turkey, çev. ] . Jones-Williams (New York, 1 968) . G. Clauson, " A propos d u Manuscrit Pelliot Tibetain 1 283," ]A 245 ( 1957) . K. Czegledy, "A karluk törzsek nevei," Magyar Nyelv 45 ( 1 949) , s. 164- 1 68. "Kasgari földrajzi neveihez," Bdrczi Geza - Emlekkönyv, der. L. Benkö (Budapeşte, 1 963) . "Gardizi on the History of Central Asia ( 745-780 A.D.)," Acta Orientalia Hungari­ ca 27.3 ( 1973) . E.A. Davidoviç, "Numizmatiçeskie materialı dlya hronologii i genealogii sredne­ aziatskih Karahanidov," Trudı Gosudarstvennogo lstoriçeskogo Muzeya, 26, Nu­ mizmatiçeskiy sbomik, bölüm 2 ( 1957). "O dvuh karahanidskih kaganatah" Narodı Azii i Afrilıi (1 968), No. 1. D.E. Eremeev, Etnogenez Tyurolı (Moskova, 197 1 ) . E. Esin, "Tabari's Report o n the Warfare with the Türgis and the Testimony of Eighth Century Central Asian Art," Central Asiatic ]ournal 1 7. 2-4 ( 1973) . M.N. Fedorov, "Novıe faktı iz istorii Karahanidov pervoy çetverti XI v. v svete nu­ mizmatiçeskih dannıh," lz lstorii Kultun Narodov Uzbekistana (Taşkent, 1 965) . "Oçerk istorii Karahanidov vtori çetverti XI v. (po numizmatiçeskim dannım) ," ls­ toriya Materialnoy Kultun Uzbekistana 7 ( 1966) . " "Ferganskiy klad karahanidskih dirhemov 1 034- 1 043 gg. , Sovetskaya Arheologiya ( 1968) , No. 3. R.N . Frye, The Golden Age of Persia. The Arabs in the East (Londra, 1975) . B.G. Gafurov, B.A. Litvinskiy, lstoriya tadjilıskogo naroda, 3 cilt (Moskova, 1963-5) . B.G. Gafurov, Tadjiki (Moskova, 1972) . 629

P.B. Golden, "The Migrations of the Oğuz," Archivum Ottomanicum, 4 ( 1972) . "Imperial Ideology and the Sources of Political Unity Amongst the Pre-Cinggisid Nomads of Westem Eurasia," Archivum Eurasiae Medii Aevi, 2 ( 1976) . F. Grenard, "La !egende de Satok Boghra Khan et l'histoire," ]A 1 900, 1, s. 5-79. Ya. G. Gulyamov, S.P. Tolstov v.d . , lstoriya Uzbekskoy SSR, c. 1 (Taşkent, 1967) . L.N. Gumilev, Drevnie Tyurki (Moskova, 1 967) . Poiski vımışlennogo tsarstva (Moskova, 1970) . H. Hoffmann, "Die Qarluq in der tibetischen Literatur," Oriens, 3 ( 1 950) s. 1 90-208. 1. Kafesoğlu, Harezmşahlar devleti Tarihi (Ankara, 1956) . Sultan Melikşah devrinde Büyük Selçuklu imparatorluğu (lstanbul, 1953) . S.G. Klyaştomıy, "Sogdiytsı v Semireçe," Sovetskaya etnografya ( 1 959) , No. 1. Drevnetyurkskie runiçeskie pamyatniki kak istoçnik po istorii Sredney Azii (Moskova, 1 964) . M.F. Köprülü, Türk Edebiyatında ilk Mutasavvıflar (lstanbul, 1919, yeni baskı, An­ kara, 1 966) . M. Köymen, "Büyük Selçuklular İmparatorluğunda Oğuz İsyanı" , Ankara Üniver­ sitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi, 5 ( 1947) . "Büyük Selçuklu İmparatorluğu Tarihinde Oğuz İstilası," Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi, 5 ( 1947). Selçuklu Devri Türk Tarihi (Ankara, 1963). B.E. Kumekov, Gosudarstvo Kimekov IX-XI vv. po arabaskıim istoçnikam (Alma-Ata, 1 972) . R.G. Kuzeev, Proishojdenie başkirskogo naroda (Moskova, 1974) . L. Ligeti, "Egy karluk törzs neve kınai aurasban," Magyar Nyelv 45 ( 1949) s. 1 68-70. "A propos du 'Rapport sur !es rois demeurant dans le Nord'," Etudes Tibttaines dtdite a la mtmoire de Marcelle Lalou (Paris, 1 97 1 ) . J . Marquart, über das Volkstum der Komanen, W Bang, J . Marquart, Osttürkische Di­ alektstudien (Abhandlungen der königlichen Gesellschaft der Wıssenschaften zu Göttingen, philologisch-historische Klass e , n.F., c. 13, Berlin, 1 9 14) içinde. A . N . Mihailova, "Novıe Epigrafiçeskie dannıe dlya istorii Sredney Azii IX v. ," Epigrafıka Vostaka, 5 ( 195 1 ) . B. Öge!, lslclmiyetten ônce Türk Kültür Tarihi (Ankara, 1962) . Türk Mitolojisi (Selçuklu tarih ve medeniyeti enstitüsü yayınlan. c. 1), c. 1 (Anka­ ra, 197 1 ) . K.l. Petrov, Oçerk proishojdeniya kirgizskogo naroda (Frunze, 1963). 1.P. Petruşevskiy, "Pohod mongolskih voysk v Srednyuyu Aziyu v 1219- 1 224 gg. i ego posledstviya," Tataro-Mongolı v Azii i Evrope, der. S.L. Tihvinskiy (Moskova, 1970) . L.P. Potapov, Etniçeskiy sostav i proishojdenie Altaitsev (Leningrad, 1969) . O. Pritsak, "Karachanidische Streitfragen," Oriens, 3 ( 1950) , s. 1 7-68. "Yon den Karluk zu den Karachaniden," Zeitschrift der Deutschen Morgenlclndisc­ hen Gesellschaft, 1 0 1 ( 195 1 ) . "Al-i Burhan," Der Islam, 3 0 ( 1952) . "The Decline of the Empire of the Oghuz Yabghu," The Annals of the Ukrainian Academy of Arts and Sciences in the United States, 2.2 ( 1952): "Der Untergang des Reiches des Oguzischen Yabgu," Fuad Köprülü Armağanı (İstanbul, 1953). "Die Karachaniden," Der Islam, 31 ( 1 953-4) .

630

"Qara. Studien zur türkischen Rechtssymbolik," Symbolae in Honorem Z. V. Togan (İstanbul, 1 950-5) . "The Polovtsians and Rus," Archivum Eurasiae Medii Aevi 2 ( 1 982) . W Samolin, East Turkistan to the Twelfth Century (Lahey, 1 964) . T.N . Senigova, "Voprosı ideologii i kultov Semireçya (VI-VII vv.)," Novoe v Arheologii Ka.zahstana, der. M.K. Kadırbaev (Alma-Ata, 1 968) . Srednevekovıy Taraz (Alma-Ata, 1972). K. Ş. Şaniyazov, Uzbeki-Karluki, istoriko-etnografiçeskiy oçerk (Taşkent, 1 964) . "Uzı" , Obşçestvennıe Nauki v Uzbekistane ( 1 970) , No. 2. "K voprusu rasseleniya i rodovıh delenii Kanglı," H. Z. Ziyaev (der. ) , Etnografiçes­ koe izuçenie bıta i kultun Uzbekov (Taşkent, 1972) içinde.

K etnicheskoy istorii uzbekskogo naroda (lstoriko-etnografiçeskoe issledovanie na materialah kipçakskogo komponenta) (Taşkent, 1974) . F. Sümer, Oğuzlar (Ankara, 1 967) . A.Z.V. Togan, Umumi Türk Tarihine Giriş, 2. baskı, (İstanbul, 1970) c. 1 (tümü yayımlandı) . S.P. Tolstov, Drevniy Horezm (Moskova, 1948) . Po sledam drevnehorezmiyskoy tsivilizatsii (Moskova-Leningrad, 1 948) . O. Turan, Selçuklular Tarihi ve Türk-lslam Medeniyeti (Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü yayınlan, 7, Ankara, 1965). S.L. Volin, "Svedeniya arabaskih istoçnikov IX-XVI vv. o doline reki Talas i smej­ nıh rayonah," Trudı Instituta lstorii, Arheologii i Etnografii Akademii Nauk Ka­ zahskoy SSR ( 1960) .

14. ESKİ ve ORTA ÇAGLARDA TiBET Adam, Leonhard und Trimborn, Hermann , 1958, Lehrbuch der Völkerkunde (Stuttgart) . Aufschnaiter, P. , 1 956-57, "Prehistoric Sites Discovered in Inhabited Regions of Tibet," East and West 7, s. 74-95. Bacot, jacques, 1955, "Le mariage chinois du roi Sron bcan sgan po (extrait du Mani bka' 'bum)," Mtlanges Chinois et Bouddhiques III, s. 1 - 10. 1940- 1946, Documents de Touen-houang relatifs d l'histoire du Tibet, Annales du Musee Guimet, tome 5 1 (DTH) (Paris) . Bogoslovskij , V.A., 1972, Essai sur l'histoire du peuple tibttain, ou la naissance d'une socittt de classes ( Paris) . Demieville, Paul, 1952, Le concile de Lhasa. Une controverse sur le quittisme entre bouddhistes de l'Inde et de la Chine au VIIIe sitcle de l'tre chrttienne, Bibliotheque de l'Institut des Hautes Etudes Chinoises, Vol. Vll (Paris) . Eberhard, W , 1 942, Kultur und Siedlung der Randvölker Chinas, T'oung Pao, supp­ lement au vol. 36 (Leiden) . - 1 942-3, "Die Kultur der alten zentral- und west-asiatischen Völker nach chine­ sischen Quellen," Zeitschriftfür Ethnologie 73, s. 2 1 5-75. Ferrari, Alfonsa, 1958, Mk'yen brtse� Guide to the Holy Places of Central Tibet, ta­ mamlayan ve yay. haz. Hugh Richardson'la birlikte Luciano Petech Serle orien­ tale Roma XVI (Roma). Francke, A.H., 1 926, "Antiquities of lndian Tibet," Archaeological Survey of India,

631

New Imperial Series, Vol. L, II (Kalküta). Franke, O . , 1 936-7, Geschichte des Chinesischen Reiches, c. 2 ve 3 (Berlin/Leipzig) . rGyal-rabs bon-gyi, byung-gnas, (Yazarın sahip olduğu elyazması) . Haarh, Erik, 1969a, "The Identity of Tsu-chi-chien, the Tibetan 'king' who died in 804 A.D.," Acta Orientalia, 25, s. 1 2 1 -70. - l 969b, The Yar-lun Dynasty, A study with particular regard to the contribution by

myths and legends to the history of Ancient Tibet and the origin and nature of its kings (Kopenhag). Hoffmann, Helmut, 1950, Quellen zur Geschichte der tibetischen Bon-Religion, Aka­ demie der Wissenschaften und der Literatur, Abhandlungen der geistes- und Sozialwissenschaftlichen Klasse, Jahrgang, 1950, Nr. 4 (Wiesbaden) . - 1967, "Zan-zun: the Holy Language of the Tibetan Bonpo," ZDMG 1 1 7, s. 376-81 . - 1 97 1 , "The Tibetan Names of the Saka and the Sogdians," Asiatische Studien 25, s. 440-55. - 1972, Tibet. A Handbook, Indiana University Oriental Series, c. 5 (Blooming­ ton, Indiana) . Hudud al-'Alam, 1 93 7, ''The Regions of the World, " A Persian Geography, çev. ve açıklayan V Minorsky, E.j .W Gibb Memorial Series, New Series XI (Londra ) . Karmay, Samten G . , 1 9 7 2 , The Treasury of Good Sayings: A Tibetan History of Bon, London Oriental Series, c. 26 (Londra) . Li, Fang-kuei, 1959, "Tibetan glo-ban-'dring," Studia Serica Bernhard Karlgren De­ dicata, s. 55-9 (Kopenhag) . Lokesh Chandra ve Tenzin Namdak (der) , 1 968, History and Doctrine of Bon-po Nispanna-Yoga (Tibetçe metin) , Satapitaka Series 73 (Yeni Delhi). Mole, G., 1 970, The T'u-yü-hun from the Northern Wei to the Time of the Five Dynasties, Serle Orientale Roma XLI (Roma) . Namdak, Tenzin, 1966, Mdzod phug: basic verses and commentary by Dran-pa nam­ mhha' (Delhi) [Yalnız Tibetçe metin) . Obenniller, E . , 1932, History of Buddhism by Bu-ston (Heidelberg) . Pelliot, Paul, 1 96 1 , Histoire ancienne du Tibet, Oeuvres posthumes de Paul Pelliot, c. 5 (Paris) . - 1 963, Notes on Marco Polo, II (Paris 1 963) . Petech, Luciano, 1939, A Study on the Chronicles of Ladakh, lndian Tibet (Kalküta) . - 1 946, "Alcuni nomi geografici ne! La-dvags-rgyal-rabs, " RSO XXll (Roma 1 947) , 1 - 10. Richardson , Hugh E . , 1 9 5 2 , Ancient Historical Edicts at Lhasa and the Mu

Tsung!Khri Gtsug Lde Brtsan Treaty of A.D. 82 1 -822 from the lnscription at Lhasa, Prize Publication Fund, c. 19 (Londra). - 1 954, "A Ninth Century lnscription from Rkon-po," ]RAS, s. 1 57-73. - 1957, "A Tibetan Inscription from Rgyal-lha-khan, and a Note on Tibetan Chronology from A.D. 84 1 to A.D. 1042," ]RAS, s. 57-78. - 1958-9, "The Kanna-pa Sect. A Historical Note," ]RAS, 139-64; s. 1 - 1 7 . - 1 97 1 , "Who was Yum-brtan," Etudes Tibttaines dtdites d l a mtmoire d e Marcelle Lalou, s. 433-9 (Paris) . Roerich, George N . , 1 930, The Animal Style among the Nomad Tribes of Northern Tibet (Prag). 632

- 1 93 1 , "Problems of Tibetan Archaeology," Urusvati]ournal 1, s. 27-34. - 1 949-53, The Blue Annals, 2 cilt, Royal Asiatic Society, Monograph Serles c. VII (Kalkıita). Rôna-Tas, A . , 1955, "Social Terms in the List of Grants of the Tibetan Tun-huang Chronicle" , AOH. s. 249-70. Schlegel, G . , 1 896, Die chinesische Inschrift auf dem uigurischen Denkmal in Kara Balgassun, MSFOu, v. Shakabpa, Tsepon W D . , 1 967, Tibet. A Political History, (Yale University Press) . Snellgrove, David ve Richardson, Hugh, 1968, A Cultural History of Tibet (New York ve Washington) . Stein, R.A . , 1 96 1 , Une chronique ancienne de bSam-yas: sBa-bzed, Edition du texte tibetain et resume français, (Publications de l'Institut de Hautes Etudes Chino­ ises, Textes et documents c. 1 (Parls) . - 1 972, Tibetan Civilization, Fransızcadan çev. j.E. Stapleton Drlver (Londra) . Thomas, F.W. , 1 948, Nam. An Ancient Language of the Sino-Tibetan Borderland (Londra). - 1935, 195 1 , 1953, 1 963, Tibetan Literary Texts and Documents, 4 cilt (Londra). Tucci, Giuseppe, 1949, Tibetan Painted Scrolls, c. 1 (Roma). - 1 950, The Tombs of the Tibetan Kings, Serle Orlentale Roma 1 (Roma). - 1 955-6, "The Sacral Character of the Kings of Ancient Tibet," East and West 6, s. 197-205 . - 1956, Preliminary Report on two scientific expeditions in Nepal, Serle Orlentale Roma X, 1 (Roma). - 1958, Minor Buddhist Texts, bölüm Il, Serle Orlentale Roma IX, 2 (Rome) . - 1962, "The wives of Sron-btsan-sgam-po," Oriens Extremus 9, s. 1 2 1 - 1 26. - 1973, Transhimalaya, Fransızcadan çev. James Hogarth (London) . Uray, G . , 1 960, "The Four Homs of Tibet according to the Royal Annals," AOH 10, s. 3 1 -57. - 1962, "The Offices of the Brun-pas and Great Mnans and the Territorlal Divisi­ on of Central Tibet in the Early 8th Century," AOH 1 5 , s. 353-60.

1 5. KİTAN

ve

CÜRÇENLER

Denis Sinor, Introduction a l'etude de l'Eurasie Centrale, (Wiesbaden 1 963) , s. 1 60, 248-250 daha eski ikincil yazına eleştirel göndermeler içermektedir. Aşağıdaki kaynakçaya derleyicinin eklediği yapıtlar yıldızla(*) belirtilmiştir. Yazar, makalesi­ ni hazırlarken, bunlardan bazılan henüz çıkmamıştı. Chan, Hok-lam, 1970, Chin Historiography. Three Studies, Münchener Ostasiatisc­ he Studien (Mıinih). * 1984, Legitimation in Imperial China. Discussions under the ]urchen-Chin Dynasty (1 1 1 5-1 234) (Seattle-London) . Chavannes, Edouard, 1897-8, "Voyageurs chinois chez !es Khitans et !es Joutc­ hen," ]A 1 897, 1, s. 377-422, 1 898, 1, s. 36 1-439. Ch'i-tan hsiao-tzu yen-chiu 1985, (Pekin) . Chin Kuang-p'ing ve Chin Ch'i-ts'ung, 1 980, Nü-chen yü-yen wen-tzu yen-chiu, (Pekin) .

633

Derevyanko, E.1., 1975, Moheskie pamyatniki Smlnego Priamurya (Novosibirsk) . Doerfer, Gerlıard, 1969, "Altaische Scholien zu Herben Frankes Artikel," ZS 3, s . 45-9. Franke, Herben, 1969, "Bemerkungen zu den sprachlichen Verhaltnissen im Liao-Reich," ZS 3, s. 7-43. - 1 974, "A Note on Wine," ZS 8, s. 24 1-5. - 1975, "Chinese Texts on the Jurchen. 1. A Translation of the jurchen Monograph in the San-ch'ao pei-meng hui-pien," ZS 9, s. 1 19-86. - l 978a, "Chinese Texts on the jurchen. ll. A Translation of Chapter One of the Chin-shi," ZS 1 2 , s. 4 1 3-52. - l 978b, Nordchina am Vorabend der mongolischen Eroberungen: Wirtschaft und Gesellschaft unter der Chin-dynastie (1 1 1 5-1 234), Rheinisch-Westfalische Aka­ demie der Wıssenschaften, Vonrage G 228 (Opladen) . - 1979, "Some Folkloristic Data in the Dynastic History of the Chin ( 1 1 1 5 1 234) ," Legend, Lore and Religion in China. Essays in Honor of Wolfram Eberhard on his Seventieth Birtday, der. Saralı Allan ve Alvin P. Cohen içinde, s. 135-53 (San Francisco) . - 1 98 1 , "Jurchen Customary l..aw and Chinese l..aw of the Chin Dynasty", State and Law in East Asia, der. Dieter Eikemeier ve Herben Franke içinde, s. 2 1 5233 (Wiesbaden) . - 1 982, "Randnotizen zu einigen Worten der Khitansprache im Lichte neuerer Arbeiten," AOH 36, s. 1 73-82. - 1 985, "Fremdherrschaften in China und ihr Einfluss auf die staatlichen Insti­ tutionen ( 10- 14 Jahrhundert) ," Anzeiger der ôsterreichischen Akademie der Wis­ senschaften, 122, No. 3, s. 47-67. Franke, Otto, 1948, 1952, Geschichte des chinesischen Reiches, c. 4 ve 5 (Berlin) . Gibert, Lucien, 1 934, Dictionnaire historique et gtographique de la Mandchourie (Hong Kong) . Grube, Wilhelm, 1 896, Die Sprache und Schrift der ]ucen (Leipzig) . Ho, Ping-ti, 1 970, "An Estimation of the Total Population of Sung-Chin China," Etudes Song ln Memoriam Etienne Balıtzs, Ser. 1 (Histoire et institutions) , No. 1, s. 35-53 (Paris). Kane, Daniel, 1 988, The Sino-]urchen Vocabulary of the Bureau of Interpreters, Indi­ ana University Uralic and Altaic Series, c. 1 53 (Bloomington, Indiana). Kara, Dj .-Kıçanov, E.1. - Starikov, V.S., 1972, "Pervaya nahodka çjurçzenskih ruko­ pisnıh tekstov na bumage," Pismennie pamyatniki Vostoka. lstoriko-filologiçeskie issledovaniya 1 969, s. 223-8. Kara, György, 1975, "A propos de l'inscription khitane de 1 1 50," Annales Univer­ sitatis Budapestiensis. Sectio Linguistica 6, s. 163-7. " 1 986-7, "On the Khitan Writing Systems," Mongolian Studies 10, s. 1 9-24. Kiyose, Gisaburo, 1972, A Study of the ]urchen Language and Script, Reconstruction and Decipherment (Kyoto). Ligeti, L. , 1 952, "Noe preliminaire sur le dechiffrement des 'petits caracteres' jo­ utchen," AOH 3, s. 2 1 1 -28. Lenkov, V.D., 1 974, Metallurgiya i metallo-obrabotka u ıjurıjeney v Xll veke (po ma­ terialam issledovanii Mayginskogo gorodişça) (Novosibirsk) . Liao-shih hui-pien, 197 1-3, 10. cilt (Taypey) .

634

Materialı po deşifrovhe hidanshogo pisma., 1970, l. Starikov, V.S. , Formal analiz funhtsionalnoy struhtun tehsta; ıı. Arapov, M . , Karapetyan, A . , Malinovskaya, Z . , Probst, M . , Opıt moıfologiçeshogo analiza tehstov malogo hidanshogo pisma, (Moskova) . Medvedev, V. E . , 1977, Kultura amurshih çjurçjrney honets X-XI veh (po materialam gruntovıh mogilnihov) (Novosibirsk) . Menges, Karl A . , 1 968, Tungusrn und Ljao, AKDM 38, l (Wiesbaden) . Mikami, Tsugio, Kinshi hrnhyu, 1 970, 1972, 1973, [ Cin Tarihi üstüne araştırma­ lar) , 3 cilt (Tokyo) . Murayama, S . , 1 9 7 5 , "Der Zusammenhang der Kitan-Schrift mit der türkischen Runenschrift," Proceedings of the Twrnty-Second Congress of Orirntalists, der. Zeki Velidi Togan, c. 2 içinde, s. 386-98 (Leiden). Pelliot, Paul, 1913, "Sur quelques mots d'Asie Centrale," ]A 1913, 1, s. 45 1 -69. - 1959, 1 963, Notes on Marco Polo, 2 cilt "Catai maddesi," c. 1, s. 2 1 6-29; "Cior­ cia maddesi, " c. 1, s. 366-90 (Paris) . Rachewiltz, lgor de, 1974, "Some Remarks on the Khitan Clan Name Yeh-lü - 1la," Papers on Far Eastern History 9, s. 187-204. Rand, Christopher C . , 1979, "Chinese Military Thought," H]AS 39, s. 1 20-37. Serruys, Henry, 1955, Sino-]ürched Relations during the Yung-lo Period (1 403-1 424), Göttinger Asiatische Forschungen c. 4 (Wiesbaden) . Şavkunov, E.V., 1 968, Gosudarstvo Bohai i pamyatnihi ego hultun v Primore (Le­ ningrad) . Shiratori, Kurakichi (der. ) , 1 9 1 2- 1 4, Beitrdge zur historischen Geographie der Mandschurei, 2 cilt (Tokyo) . [ Cilt 1 1 9 1 4'te cilt 2 1 9 1 2'de çıkmıştır! ] Stein, Rolf, 1 940, "Leao-tche," TP 35, s. 1 - 1 54. Ta-Chin huo-chih, 1936, Basic Sinological Series (Şanghay) . Tamura, Jitsuzo ve Kobayashi, Yukio, 1953, Keiryo [ Tombs and Mural Paintings of Ch'ing-ling. Liao Imperial Mausoleum of Eleventh Century A.D. in Eastem Mongolia) , 2 cilt (Kyoto) . Tao, Jing-shen, 1 976, The ]urchrn in Twelfth-Crntury China. A Study in Sinicization (Seattle-Londra). Taskin, V.S. , 1979, E Lun-li, lstoriya gosudarstva hidaney (Tsidango çji), PPV 35 (Moskova). Toyama, Gunji, 1 964, Kinchoshi Krnhyu (Kyoto). Toyota, Goro, 1 963, "Kitan reiji ko," Toyo gahuho 39, s. 1-39. Vasilev, V.P., 1857, lstoriya i drevnosti vostoçnoy çasti Sredney Azii ot X do XIII v.s.

prilojrniem perevoda hitayshih izvestiy o hidanah, çjurçjrnyah i mongolo-tatarah, TVOIRAO. 4, (St. Petersburg) . Vorobev, M.V., 1975, Çjurçjrni i gosudarstva Tszin (Xv.-1234 g.) . lstoriçeshiy oçerh (Moskova) . - 1 983, Kultura Çjurçjrney i gosudarstva Tszin (Moskova). Wittfogel, KA. ,-Feng, Chia-sheng, 1949, History of Chinese Society. Liao (907-1 125), Transactions of the American Philosophical Society N .S. 36 (Philadelphia).

635

DİZİN

A

Aachen 299 Abaev, V. 1. 132, 147, 149 Abaris 283 A-bav-ci 54 1 , 542, 547, 548 Abbasiler 463 , 473 Abdullah bin Talha 464 Abdülmelik bin Nuh 48 1 Abhazya 358 Abhidharma 527 A-bu-sı 429 Adam (Bremenli) 337 Adrianopolis (Edime) 249 Adriyatik Denizi 257, 269, 29 1 , 305 Aetius 258, 259, 260, 26 1 , 266, 267 Afanaseva Gora 1 18 Afanasevo Halkı 27, 1 1 8, 1 20, 132 Afanasevo Kültürü 1 18 Afganistan 229, 23 1 , 4 1 5 Afontov Kültürü 9 2 Afontova Dağı 1 3 7 Agathyrsler 1 49 Agilulf (Lombard Kralı) 288, 290 A-gu-da 557, 563 , 564 Ahmed Bin lsmail 480 Ahşunvar 402 Ak Hunlar 404 Akatzirler 263, 275, 348, 354 Akdeniz 1 54, 1 55 , 323, 459 Aksu 432 Ala Dağlar 57, 58 Alanlar 162, 1 64, 249, 250, 2 7 1 , 279, 284, 35 1 , 362, 365

Alarik 256, 270, 281 Alaska 88, 93 Alatheio (General) 249, 250 Albertus Magnus 3 1 Alboin 303 Aldan Irmağı Vadisi 87, 137 Aldan Vadisi 103 Aleksandropol 1 50 Aleksandropolsk Kurganı 1 54 Aleut Adalan 94, 1 1 6 A l-i Afrasiyab 4 75 Ali Bin Baytaş Musa 490 Ali Tegin 488, 489 Alma Ata 4 1 Almanya 68 Almış (Almuş) 3 2 1 Alp Arslan (Sultan) 492 Alp Tegin 48 1 , 482 Alpler 269 Alpler 29 1 Alta Irmağı 3 78 Altay Dağlan 27, 39, 40, 5 1 , 52, 59, 72, 89, 90, 9 1 , 1 1 8, 1 19, 1 22 , 1 23 , 132, 136, 1 3 7 , 140 , 205 , 396 , 43 1 Altın Dağ 396 Altın Mezarlık (Zolotoe Kladbişçe) 1 65 Altın Orda 381 Altunopa 378 Altuntaşlılar 492 Alzeko 354 Amazar Irmağı 107 Amdo 500, 503 , 522, 527, 528 637

Amerika Birleşik Devletleri 398 Amerika Çelik İşçileri Birliği 398 Amgoka 237 Amida (Diyarbakır) 404 Ammianus Marcellinus 1 5 , 162, 247, 248, 250, 404 Amshurvarman 509 Amu Derya Vadisi 37, 55, 56, 95, 2 1 1 , 2 1 2 , 2 18, 219, 223, 224, 225, 242, 460, 483, 5 1 5 Amur Bölgesi 1 1 2, 1 14, 1 1 5 Amur irmağı 34, 4 1 , 50, 53, 63, 69, 85, 93, 104, 105, 106, 107, 1 08, 1 1 1 , 1 1 2, 1 14, 130, 132, 136, 1 38 Amur Kültürü 1 10 An (imparator) 220 An lu-şan isyanı 426 An şu-lan 442, 450, 454 Anagastes 274 Anagay (Prens) 408 A-na-guy 395, 396, 397, 399 Anatolius 262, 265 An-çu Irmağı 556, 557 Andreas 414 Andrews, Roy Chapman 64 Andrey Bogolyubskiy 326 Andronovo Kültürü 1 2 1 , 1 22, 1 23, 1 24, 125, 1 59, 213 Angara Irmağı 81, 83, 84, 98, 1 28 Angara Irmağı Vadisi 1 22 Ankiler 5 1 6 Ankhialos 287 An-şi 220, 222 Antalar 284, 293 Antarktika 41 Aorsi (Sarmal Beyliği) 1 6 1 Apa Kağan 4 1 0 , 41 1 Apollodorus 2 1 1 , 220 Aquileia 269, 304 Aral Gölü / Denizi 55, 3 14, 3 1 9 , 365, 3 7 1 , 466 Arami 233 Arap-Hazar Savaşı 357 Araplar 243, 357, 360, 364, 46 1 , 463, 517 Arcadius (imparator) 255 Ardarik (Gepid Kralı) 273 Ardeşir-i Babegan 235 Ardokşo 234

638

Argaeus Dağı 253 Arkhontes 25 1 Arpad Hanedanı 305 , 335 Arsiyalar 359 Arslan Han Mansur bin Ali 487 Arslan llig 482 Artabanos il (Kral) 2 1 9 Artem Kenti 1 08 Artemgres Bölgesi 135 Artsa-Bogdo Dağlan 76 Asiani 220 Asii 2 1 1 Askel (Kral) 406 Askil 3 3 1 Asparuh 273, 293 , 294, 353 Astın Tağ Dağı 57 A-şi-cye 406 Aşoka 230 Aşvaghosha 228, 230 Athaul (Got Kralı) 337 Athaulf 256 Atheas (Kral) 1 5 1 , 1 53, 1 54 Ati! (ltil) 321 Atişa (Hoca) 528, 530 Atlantik 53 Atlar 1 23, 279, 3 1 5 , 450 Atsız 495, 497 Attila 245 , 253, 258, 259, 260, 26 1 , 263, 264, 265 , 266, 267, 269, 270, 27 1 , 272, 273, 275, 280, 346, 347 Augusta Honoria 265, 266 Augustinus (Aziz) 258, 268 Augustus 224 Avarlar 16, 23, 283 , 284, 285 , 286, 287, 288, 289, 290, 29 1 , 292, 294, 295, 296, 297, 298, 299, 300, 30 1 , 302, 303, 304, 305 , 308, 309, 347, 350, 35 1 , 353, 40 1 , 402, 407, 408, 419 Avcılık 1 19 Avesta 248 Avusturya 305 Ayatkar-ı Zeriran 248 Ayepa (Kuman Hanı) 325 Azak Denizi 148, 1 50, 1 59, 162, 165, 248, 348, 352, 385 Azerbaycan 361 A-zhalar 502, 507, 508, 510

B

Babı 1 50 Babü'l Ebvilb Kalesi 356, 357 Babül Ebvab 361 Bacanak (Peçenek) 33 1 , 364 Bacanaklar 333 Bachrach, Bemard S. 271 Bacon, Roger 3 1 Bagaudai Ayaklanması 258 Bağdat 36 1 , 46 1 , 464, 479 Bakath 349 Baktriya (Da Şya) 185, 2 14, 220, 223, 462 Baktriya Krallığı 2 1 1 Baktriya Yazıtı 23 1 Baktriyalılar 24 2 Baküs 46 1 Balamber (Balamir) (Hun Kralı) 250, 25 1 , 255 Balancar 357 Balancarlar 3 5 1 Balasagun 4 74 Balkaş Gölü 55, 58, 430 Baltık Denizi 94, 162, 304, 3 1 5 Bambu Yıllıklar 50 1 Bamiyan Bölgesi 224 Ban çav (General) 205, 206, 222, 223, 226, 227, 228, 24 1 Ban Yunğ 220, 228 Ban-Ku 1 75 Barancar 320 Barbar lle Uygar 32 Barbarlar 3 1 Barkol Davan 204 Barlık Maili Sıradağları 58, 59 Barsiller 320 Barund-Urt 75 Basık (Hun Önderi) 25 1 , 253 Basmıllar 42 1 , 425, 430, 433 Basra Körfezi 229 Başkırya 334 Başkurtlar 332, 333 Batbayan 353 Batı Denizi 400 Batu 400 Bauto (Askerlerin Efendisi) 25 1 Bavyera 290, 295, 297, 299, 354 Bayan (Avar Kağanı) 284, 285, 286,

293, 30 1 , 302, 303 Bay-Fu Tu-Cüe 388 Bayırkular 4 1 9 Baykal Gölü 40, 48, 8 1 , 1 22, 1 27, 1 28, 1 39 , 1 69 , 400 Baykal Kültürü 9 7 Baykal-Ötesi 1 04, 1 27, 1 29, 1 3 1 Beg Tüzün (General) 483 Behram II 237 Behram V (Sasani Kralı) 385, 4 1 1 Bela iV (Kral) 381 Belaya lrmağı 90, 9 1 , 3 14, 324 Belazuri 464 Belgrad 262 Belh 465, 48 1 Bengal Körfezi 5 1 5 Berendi 372 Bering Boğazı 40, 47, 63, 88, 1 1 7, 137 Seriş 475 Beserman Halkı 34 2 Beş-Yabgu 224 Betpak-Dala 55 Bey Şı 402 Bey-Boyu lskitleri 1 59 Bey-Tinğ 522 Bilildü'l-lslam 463 Bilge Kağan 4 1 9 , 420, 42 1 , 426, 427 Bilge Kür Kadir Han 478, 479 Bilge Tegin 48 1 Bilge Tonyukuk 25 Biruni, el- 2 1 1 , 23 1 Bistan 475 Bişbalık (Beşbalık) 427, 43 1 , 432, 440, 452, 5 1 7 Bizans 1 53, 247, 255, 262, 263 , 275, 282, 283 , 285, 286, 287, 288, 292, 293, 294, 295, 300, 304, 309, 3 10, 323, 334, 346, 348, 350, 35 1 , 357, 358, 359, 364, 368, 372, 378, 379, 386, 398, 40 1 , 404, 405, 406, 407, 408, 4 1 3 , 4 14, 424, 467, 47 1 , 490 Bka-Gdams-Pa 53 1 Blagoveşçensk Bölgesi 86, 105, 107 Bleda 259, 260 B