Şerif Gören’in Bayram’ı: Yılmaz Güney’in Yol’suzluğu 9789151976761

14 Mayıs 1982’de başlayan 35. Cannes Film Festivali 26 Mayıs’ta festivalin büyük ödülü Altın Palmiye’nin (Palme d’Or) Yu

166 80 17MB

Turkish Pages 113 [127] Year 2020

Report DMCA / Copyright

DOWNLOAD FILE

Şerif Gören’in Bayram’ı: Yılmaz Güney’in Yol’suzluğu
 9789151976761

Citation preview

Yılmaz Güney’in Yol’suzluğu

Şerif Gören’in Bayram’ı

Şerif Gören’in Bayram’ı

Yılmaz Güney’in Yol’suzluğu

“Ne zaman ki Yol filmini seyrettim, 'Bravo Şerif' dedim. O doğada, arkamızda, bir tane ağaç vardı. İkiye ayrılmış bir ağaç... Ve önünden biz geçeriz... Şimdi, bu resmi bulan kişi yaratıcı kişidir işte. O yönetmendir. Gerçek yönetmen de budur. O koca dağda o ağacı be Şerif Gören, nasıl buldun? Nasıl yaptın da onun önünden bizi geçirttin?” Tarık Akan

Tayfun Luxembourgeus

IV

Şerif Gören’in Bayram’ı Yılmaz Güney’in Yol’suzluğu

Bir polemik yazısı

Tayfun Luxembourgeus

Proverbial Elephant © 2020 www.proverbialelephant.com Helsingborg ISBN: 978-91-519-7676-1

Kapaktaki görsel: Bayram filminin setinden bir fotoğraf. Fotoğrafı kullanmama izin veren Donat Keusch’a teşekkür ederim.

Arka kapaktaki alıntı: Oradaydım: Altın Palmiyeli Yol, Engin Yıldız, 7 Ekim 2006.

II

Şerif Gören’in Bayram’ı Yılmaz Güney’in Yol’suzluğu

III

IV

“Polemik: Biri yazar, birçok kişi okur.. Öbürü ona karşılık verir başka birçok kişi okur.” Özdemir Asaf Yuvarlağın Köşeleri1

1

Asaf, Özdemir. Yuvarlağın Köşeleri. Adam. 1991. 91. V

VI

Önsöz Doktoramı 2020 yılında Leiden Üniversitesi’nde Prof. Dr. Ernst van Alphen, Dr. Peter Verstraten ve Dr. Niklas Salmose danışmanlığında yazdığım A Transboundary Cinema: Tunç Okan’s Trilogy of Im/Migration isimli tezle tamamladım. Bu çalışma sırasında, özellikle Tunç Okan’ın üçüncü filmi Sarı Mercedes hakkında bilgi ve belge toplar, filme hangi açıdan yaklaşmam gerektiğini düşünürken danışmanlarımdan Dr. Verstraten filmi Türkiye’de yapılmış diğer yol filmleriyle karşılaştırarak değerlendirmenin ilginç ve yararlı olabileceğini söyledi ve filmi “Yılmaz Güney’in Yol filmi ile” karşılaştırmamı önerdi. Bu öneri üzerine danışmanıma Türkiye’den başka hangi yönetmenleri ve filmleri bildiğini sordum. Aldığım cevap beni hiç şaşırtmadı çünkü danışmanım Nuri Bilge Ceylan ve Yılmaz Güney’den başka Türkiyeli bir yönetmen tanımıyordu. Üstelik, Zeki Ökten’in Sürü’sünün de, Yol gibi, Yılmaz Güney tarafından yönetildiğini sanıyordu. Güney’in bu iki filmin de sadece senaryo yazarı olduğunu, bu filmler çekildiği sırada cezaevinde olduğu için bu filmlerin yönetmeni olamayacağını anlattımsa da, danışmanım, biraz da haklı olarak, anlattıklarıma şüpheyle yaklaşmayı sürdürdü çünkü okuduğu birçok sinema kitabında

VII

bu filmler Yılmaz Güney’in filmleri olarak tanıtılıyordu. Söz uçuyor, yazı olduğu gibi duruyordu. Ve o yazıyı okuyan onu gerçek sanıyordu. Açıkçası o ana kadar Yılmaz Güney ve sineması hakkında pek düşünmemiştim çünkü çok beğendiğim Umut dışında beğendiğim başka bir Güney filmi yoktu. Hala da yok. Danışmanımla aramızda geçen bu konuşma uzun bir süre kafamda dönmeye devam etti ve beni bu konuda detaylı bir araştırma yapmaya itti. Okuyacağınız bu metin danışmanımla aramda geçen o kısa konuşmanın ektiği tohumun bir sonucudur. Umarım bu tohumun ortaya çıkardığı bu metin başka tohumların ve başka metinlerin vesilesi olur. Bu metni farklı evrelerindeyken okuyan, fikir bildiren ilk okuyucularıma, hocalarıma ve dostlarıma teşekkür ederim.

Aralık 2020 Helsingborg

VIII

IX

14 Mayıs 1982’de başlayan 35. Cannes Film Festivali 26 Mayıs’ta festivalin büyük ödülü Altın Palmiye’nin (Palme d’Or) Yunanistan doğumlu Fransız yönetmen Costa-Gavras’ın (Konstantinos Gavras) Missing (Kayıp) ve Şerif Gören’in Yol filmlerine verilmesiyle sona erdi. Festivalde ödüle layık görülen bu iki yönetmenin de Yunanistan’da doğmuş ancak farklı ülkelerde yaşayan ve film üreten göçmen sinemacılar olmasının ilginçliği bir yana, Yol’un sinema dünyasının en prestijli ödüllerinden biri — belki de en prestijlisi— olan Altın Palmiye’ye layık görülen iki filmden biri olmasının hem Türkiye hem de dünya sinema tarihi açısından özel bir önemi var. Ödülün Türkiye sinema tarihi açısından önemi, onun ilk kez bir Türk yönetmenin, Şerif Gören'in filmine verilmesinden; dünya sinema tarihi açısından önemi ise ödülün filmin yönetmeni Şerif Gören yerine, —onun adına değil— filmin yalnızca senaristi ve editörlerinden biri olan Yılmaz Güney’e (Pütün) verilmesinden ve Yol’un festivalde ve takip eden süreçte “Un Film de Yılmaz Güney” (Bir Yılmaz Güney Filmi) olarak tanıtılmasından kaynaklanıyor. Dünya sinema tarihinde eşi benzeri görülmemiş bu garip olay o kadar büyük bir karmaşa kaynağı ki, bu metnin yazıldığı tarihte —ödül töreninden 38 sene sonra— bile ara-

1

larında Cannes Film Festivali’nin resmi internet sitesinin de bulunduğu popüler ya da akademik, Türkçe ve yabancı dillerde birçok kaynakta (kitap, site, dergi, vs.) filmin tüm hazırlık ve çekim süreci boyunca cezaevinde bulunan Yılmaz Güney, filmin yönetmeni olarak belirtilmekte. Meselenin daha da absürt olan tarafı, bu kaynakların ezici çoğunluğunda filmin yönetmeni Şerif Gören’in adının ya hiç geçmemesi ya da Güney’inkinden sonra küçük harflerle ve kısık sesle telaffuz edilmesi. Bu metinde, ilk bakışta tipik bir deli-taş-kuyu ve ortalıkta görünmeyen akıllılar meselesi gibi duran bu olayın aslında daha karmaşık bir arka planı olduğunu göstermeye çalışacağım. Şu ana dek Yol ve Yılmaz Güney hakkında hem Türkiye'de hem dünyada çok şey yazıldı, söylendi. Ancak, kanımca, bunların ezici çoğunluğu kuyudaki taşı çıkarmaya yardımcı olmaktan ziyade, suyu daha da bulandırıp taşın çıkarılamamasını, hatta mümkünse hiç görünmemesini sağlamaya hizmet eder cinsten şeyler. Sadece ve sadece kişisel etik ve entelektüel kaygılarla ortaya konan bu çalışmayla amaçlanan, Yılmaz Güney’in Yol’un yapımındaki rolünü ve bu rolün film açısından anlamını belge ve kayıtlı tanıklıklara dayanarak tespit etmek, Şerif Gören’e ziyadesiyle hak ettiği ancak fazlasıyla gecikmiş saygıyı —en azından kişisel olarak— göstermek ve böylece tarihe bir not düşmekten başka bir şey değildir. Jean-Paul Sartre’ın belirttiği gibi, entelektüel, üzerine vazife olmadığı, sorulmadığı ya da görevlendirilmediği halde herhangi bir konuyla sadece canı öyle istediği için ilgilenen, o konuya kafa yoran ve —kendisini dinleyen olsun olmasın— görüşlerini açıklayan kişidir.2 Bu motivasyonla, hakkında çok farklı şeyler söylenmiş bu karmaşık konuyu elden geldiğince iyi Sartre, Jean Paul. “A Plea for Intellectuals”, Between Existentialism and Marxism. New York: William Morrow, 1976, 228-285. 230. 2

2

bir şekilde açıklamak amacıyla meseleye ta en başından, Şerif Gören’in Yılmaz Güney’le çalışmaya başlamasından itibaren bakmanın yerinde bir yaklaşım olacağını düşünüyorum. Ancak, öncesinde, Gören hakkında birtakım temel bilgilerin ortaya konulmasında, bu bilgiler ilerleyen bölümlerde kullanılacağı için yarar var. Fakat bu noktada, Gören ile ilgili bilgilerin çok sınırlı, mevcut bilgilerin çoğunun ikinci el ve bu nedenle en temel bilgilerin bile doğrulatılmaya muhtaç olduğunu belirtmeliyim. Biri 2019, diğeri 2020 yılında olmak üzere, yaklaşık bir yıl ara ile Şerif Gören’e telefonla ulaşıp iki kez görüşme talebinde bulunmama rağmen kendisinin olumsuz yanıtı sebebiyle bu sinemacı ile ilgili en temel bilgileri bile doğrulatma imkanımın olmadığının da bilinmesini isterim. Bu sebeple, Şerif Gören’le ilgili olarak bu metinde yer verilen birçok bilgi, hepsi bir ya da birden çok kaynağa dayandırılarak kullanılsa da, bizzat Gören tarafından doğrulanmadıkça tartışmaya açık kalmaya devam edecektir. Umarım bu metin —konu hakkında spekülasyondan öteye gidemeyecek birkaç kişisel hipotezim olsa da— Şerif Gören’in sebebini anlayamadığım sessizliğini bozmasına ve bu sayede başlayabilecek bir diyalog/tartışma ortamıyla Türkiye sinemasının en önemli yönetmenlerinden Gören ve sineması hakkında yeni şeyler öğrenmemize vesile olur. * Eldeki mevcut kaynakların belirttiğine göre, Şerif Gören, Batı Trakya’da yaşayan Türk azınlığa mensup bir ailenin ferdi olarak 14 Ekim 1944’te Yunanistan’ın İskeçe (Xanthi) kentinde doğmuş, 1956 yılında dönemin Cumhurbaşkanı Celal Bayar adına verilen bir bursla eğitimine İstanbul Erkek Lisesi’nde devam etmek için Türkiye’ye gidene kadar da bu kentte

3

yaşamıştır.3 Gören, Türkiye’ye eğitimine devam etmek için gelmiş olmasına rağmen maddi imkansızlıklar sebebiyle eğitimini tamamlayamadan bırakmak zorunda kalmıştır.4 Gören’in sinema kariyeri 1962 yılında dönemin en büyük ve ünlü film yapımcılarından Hürrem Erman’ın sahibi olduğu Erman Film Stüdyosu’nda kurgu asistanı olarak işe girmesiyle başlar. 1968 yılına kadar çeşitli film şirketlerinde kurgu asistanı ve editör olarak çalışan Gören’in sinema kariyeri Mehmet Aslan’ın 1968’de yönettiği Hakanların Savaşı filminde yardımcı yönetmen olarak çalışmaya başlamasıyla yeni bir boyut kazanır. Abdurrahman Keskiner’in anılarında belirttiğine göre, Şerif Gören’in Güney’le çalışması 1968 yılında yapımına başlanan Aç Kurtlar filmi ile, Gören’in bu filmde Savaş Eşici ile birlikte yardımcı yönetmen olarak görev almasıyla başlar.5 Keskiner 1965 yılından 1970 yılında yapılan Umut filminin dönemin sansür kurulunun aksi yöndeki kararına rağmen ülkeden kaçak olarak çıkarılıp Cannes Film Festivali’nde gösterilmesi sebebiyle başlatılan yargı süreci sonrasında aralarında yaşanan anlaşmazlıklara kadar Yılmaz Güney’in yardımcılığını ve yapımcılığını yapmıştır. Agâh Özgüç’ün belirttiğine göre, Aç Kurtlar, Yılmaz Güney’in askerliğini yaptığı Muş’ta, Güney halen bir askerken yönettiği bir filmdir.6 Güney’in Mart 1970’te terhis edilmesinden sonra “aylığa bağla[nıp] maaşlı” yönetmen Karadoğan, Ali. Film Çeviriyorum Abi: Şerif Gören Sineması’nda Öykü, Söylem ve Tematik Yapı. Ankara: Phoenix Yayınevi. 2005. 13. 3

4

Ibid. 13.

Filmin jeneriğinde Savaş Ekici’nin ismi geçerken Gören’inki geçmemekte. Evren, Burçak. Apo Gardaş: Abdurrahman Keskiner. Adana: Altın Koza. 2012. 62. 5

6

Özgüç, Agâh. Bütün Filmleriyle Yılmaz Güney, İstanbul: Agora. 2005. 242.

Turhan Feyizoğlu’na göre Aç Kurtlar, Güney’in askerliği sırasında yönettiği tek film değildir. “Askerlik yaptığı dönem içinde Yılmaz Güney, sekiz film çevirdi. Bu filmler şöyledir: Belanın Yedi Türlüsü, Aç Kurtlar, Bir Çirkin Adam, Bin Defa Ö4

yardımcısı olarak işe alınan Gören, bu tarihten sonraki süreçte —1983’te Fransa’da çekilen Duvar hariç— Yılmaz Güney’in yönettiği, aralarında Umut ve Arkadaş’ın (1974) da bulunduğu tüm filmlerde yardımcı yönetmen olarak çalışmış ve bu filmlerden Umut ve Arkadaş gibi bazı filmlerin de kurgusunu yapmıştır.7 Bu metnin yazıldığı tarihte, Türkiye sinema tarihinde Altın Palmiye kazanan ilk yönetmen Şerif Gören ve sineması hakkında yayımlanmış sadece tek bir kitap (Ali Karadoğan, Film Çeviriyorum Abi: Şerif Gören Sineması’nda Öykü, Söylem ve Tematik Yapı, 2005) ve birkaç makaleden başka çalışma bulunmamaktadır. Nuri Bilge Ceylan’ın Kış Uykusu filmi ile 2014 yılında aynı ödülü kazanmasına kadar Türkiye’nin Altın Palmiye ödüllü tek yönetmeni olan Gören hakkında bu kadar az araştırma/çalışma/yayım yapılmış olmasını fazlasıyla garip bulduğumu söylemeliyim. Yine anlaşılması güç bir şekilde, Şerif Gören ve sineması hakkında yayımlanmış bu tek kitapta “filmin senaryosunu yazan Yılmaz Güney ve yönetmeni Şerif Gören arasındaki yönetmenlik tartışması sebebiyle üzerinde en fazla durulan filmlerden biri” olduğu belirtilen yönetmenin en önemli filmlerinden Yol, “pek çok tartışmanın odağında yer alması nedeniyle ayrı bir araştırmanın konusu olmayı hak etmektedir” denilerek hikayesi ve karakterleri hakkında verilen kısa birkaç bilgi dışında pas geçilmiştir.8 Bu da fazlasıyla garip bir durum kanımca.

lürüm, Çifte Tabancalı Kabadayı, Güney Ölüm Saçıyor, Kan Su Gibi Akacak, Kurşunların Kanunu.” Ancak, Feyizoğlu’nun Güney’in yönettiğini belirttiği bu filmlerden yalnızca Aç Kurtlar ve Bir Çirkin Adam filmleri Güney tarafından yönetilmiştir. Bu filmlerin hepsinde Güney başrol oyuncusudur. Feyizoğlu, Turhan. Yılmaz Güney: Bir Çirkin Kral. İstanbul: Tekin, 2014. 161. 7

Feyizoğlu, 155, 156, 159, 161., Evren, 62.

8

Karadoğan. Film Çeviriyorum Abi. 36-39. 5

Gören, ilk yönetmenlik denemesini 1974 yılında yönettiği Endişe filmiyle yapmıştır ve filmin, bir ilk film olmanın ötesinde, yönetmenin kariyerinde ilginç ve önemli bir yeri vardır.9 Gören’in Yılmaz Güney’in yardımcı yönetmenliğini yapmak için yola çıktığı bu film, filmin aynı zamanda ana oyuncusu olması da öngörülen Güney’in çekimlerin hemen başında Yumurtalık Yargıcı Sefa Mutlu’yu öldürerek 13 Eylül 1974’te tutuklanmasıyla Gören’in elinde kalmış, tamamen plansız ve hazırlıksız bir şekilde elinde bulduğu filmi başarıyla tamamlayan Gören bu filmle 1-10 Eylül 1975 tarihleri arasında Antalya’da düzenlenen 12. Altın Portakal Film Festivali’nde Güney’in aynı yıl yönettiği Arkadaş filmine karşı da yarışarak En İyi Film ve En İyi Yönetmen ödüllerini, San Remo Film Festivali’nde de Birincilik ödülünü kazanmıştır.10 Kendisi ile yapılan bir söyleşide Endişe ile ilgili olarak Gören şunları söyler: Aslında senaryosu olmayan bir filmdi, Yılmaz Güney bana sadece hikayesini anlatmıştı. 29 yaşındaydım. Sabahlara kadar çalışarak o filmde tam sekiz kilo vermiştim. Şunun bilinmesini isterim. Yılmaz Güney o filmle Antalya Film Festivali’nde En İyi Senaryo Ödülü’nü almıştı. Ama aslında biz filmi hem çekip hem de yazmıştık. Bunun böyle olmasını ticari açıdan şirket istedi. Yılmaz’ın [sic.] hapisteydi ve o dönemde beni kimse tanımıyordu. O dönemde Yılmaz Güney'in kurşunu da parmağımı delip geçmişti. Yumurtalık'taki hakim Şerif Gören’in verdiği birkaç söyleşide ve birçok kaynakta yönetmenin ilk yönetmenlik denemesi olarak Endişe gösterilse de bu filmden daha önce yapılmış Piyade Osman (1970), Canlı Hedef (1970), Kaçaklar (1971), İbret (1971) ve Vurguncular (1971) filmlerinin jeneriklerinde bu filmlerin yönetmeninin Gören olduğu belirtilmektedir. Bütün Filmleriyle Yılmaz Güney isimli kitabında Agâh Özgüç, jeneriklerinde Şerif Gören’in yönetmen olarak belirtildiği bu filmlerin hepsinin Gören değil Güney tarafından yönetildiğini belirtir. Özgüç. 2005. 266, 286, 298, 308, 323. 9

10

6

Karadoğan. Film Çeviriyorum Abi. 195.

olayında, Yılmaz'ın elinden silahı almaya gittiğimde silah ateş almıştı, ben de parmağımdan vurulmuştum. O filmde yaralı parmakla çalışmıştım.11 İlk yönetmenlik denemesinde, üstelik kötü bir sürpriz sonucu kucağında bulduğu, yazılmış, hazır bir senaryosu bile olmayan bir projeyle böyle bir başarı yakalaması, onu yok saymaya ya da önemsizleştirmeye meyilli kalabalık bir kitle tarafından neredeyse hiç dile getirilmiyor olsa da, bence Endişe’nin başarısı 1962 yılından, yani 17 yaşından beri sinemanın en önemli bileşenlerinden biri olan kurgudan başlayarak yardımcı yönetmenlikte deneyim kazanmış Şerif Gören’in çok zor şartlar altında bile film üretebilen yetenekli ve yaratıcı bir sinemacı olduğunun göstergesidir. Yılmaz Güney’in tutuklanması ve sonrasında da 19 yıl hapis cezasına çarptırılmasıyla, Endişe’nin festivalde kazandığı ödüller sebebiyle kendisine film yönettirmekte tereddüt eden Yeşilçam yapımcılarına rağmen —Gören’in belirttiğine göre “ödül almak sinemada bir anlamda işsiz kalmak gibi bir şeydir” çünkü yapımcıların ödüllü yönetmenlere “bu adam artık sanat filmi çeker” düşüncesiyle film yönettirmek istememek gibi bir tutumları vardır— Gören kendi filmlerini yönetmeye devam etmiş, bu çalışmanın asıl konusu olan Yol’u yönetene kadar da aralarında Köprü (1975) ve Almanya Acı Vatan (1979) gibi dönemin sineması açısından düşünüldüğünde dikkat çeken ilginç yapımların da bulunduğu bir dizi filme imza atmıştır.12 Gören’in bu dönemde yaptığı filmler arasında daha sonradan arabesk filmler olarak adlandırılacak Derdim Dünyadan Büyük Şerif Gören: “Yönetmenin önce tek başına iktidar olması gerekiyor”, Mithat Alam Film Merkezi Söyleşi, Panel ve Sunum Yıllığı. 2004. 30. 11

Fatih Bucak İle Dostlarla Yüz Yüze: Şerif Gören. https://www.youtube.com/watch?v=cQv2mJG-Lto. 10 Kasım 2020., Şerif Gören: “Yönetmenin önce tek başına iktidar olması gerekiyor”. 32. 12

7

(1978), Aşkı Ben Mi Yarattım (1979), Kır Gönlünün Zincirini (1980) ve Ferdaya Gücüm Yok (1981) gibi Orhan Gencebay’lı filmlerin olduğunu belirtmenin de Şerif Gören’in hayatını sinema yaparak kazanan, çok farklı türlerde ürün vermiş bir yönetmen olduğunun altını çizmek açısından yararlı olacağı kanısındayım. Mahkumiyetinden sonra Yılmaz Güney’le Şerif Gören’in yolları, tekrar 1981 yılında, senaryosunu Güney’in cezaevinde yazdığı Arife-Bayram isimli film projesinde kesişir. Arife-Bayram, ismi kurgu sırasında Güney tarafından Yol olarak değiştirilecek filmin ilk ismidir ve hapis yattıkları yarı açık cezaevinden Kurban Bayramı dolayısıyla bir haftalığına izine çıkan çeşitli suçlardan hüküm giymiş 11 mahkumun hikayeleri etrafında şekillenir. Nihat Behram’a (Behramoğlu) İmralı Yarı Açık Cezaevi’nden yazdığı 5 Aralık 1980 tarihli mektubunda Güney, bu projeyi birbirine bağlı iki bölümden oluşacak uzun bir film olarak düşündüğünü, bölümlerden ilkinin Arife, ikincisinin de Bayram adını taşıyacağını yazar.13 O tarihte altı yıldan uzun süredir cezaevinde bulunan Güney, cezaevinden film yönetmesi mümkün olamayacağı için, yazdığı senaryoyu filme uyarlaması ve yönetmesi için Erden Kıral’la anlaşır. Daha önce Kanal (1978) ve Bereketli Topraklar Üzerinde (1979) gibi önemli iki film yönetmiş Kıral’ın böyle bir projenin altından kalkamaması için görünürde hiçbir sebep yoktur. Kıral, ayrıca, kendi politik görüşleri onunkilerle uyuşmadığı halde, Güney’in isteği üzerine, önceleri kültür sanat ağırlıklı yayım yapan ancak daha sonraları siyasi bir dergi haline dönüşen Güney dergisini çıkarmaya başlayacak ve bunu yapabilmek için de kendi reklam şirketini kapatacak kadar Güney’e yakın bir kişidir.14 Yazımı 1980 13

Behram, Nihat. Yılmaz Güney’le Yasaklı Yıllar. İstanbul: Everest, 2011. 171.

Kıral, Erden. Aynadan Yansıyan Hatıralar, İstanbul: Agora, 2011. 33., Behram. 274-275. 14

8

yılının başlarında tamamlanan, senaryosu 12 Aralık 1980 tarihinde sansür kurulunun onayından geçip çekim izini alan ArifeBayram’ın çekimleri Kıral yönetiminde 2 Ocak 1981 tarihinde Balıkesir’in Cunda adasında başlamıştır.15 Ancak, proje, Kıral’ın çekimlere başlamasından on yedi gün ve çekimler için otuz üç kutu film harcanmasından sonra, bugün bile tam olarak açıklığa kavuşturulmamış bir sebeple Yılmaz Güney’in, eşi Jale Fatma Pütün aracılığıyla cezaevinden gönderdiği kısa bir talimatla durdurulmuş, yaklaşık beşte biri çekilmiş film Erden Kıral’ın elinden alınmıştır.16 Nihat Behram’a Isparta Cezaevi’nden yazdığı 2 Mart 1981 tarihli mektubunda Güney, Kıral’ın filmi çekmeye devam etmesi halinde filmin öngördüğünden daha uzun, daha maliyetli ve daha geç tamamlanacak bir film olacağını, ayrıca Kıral’ın oyuncu yönetiminin yetersiz olduğunu öne sürüp bu sebeplerle çekimi durdurma kararı aldığını belirtir.17 Şahsen, filmin durdurulmasının yalnızca bu faktörlerle açıklanamayacağı kanısındayım. İlerleyen bölümlerde bu konuya tekrar döneceğim. Çekimleri durdurmasından kısa bir süre sonra yeni bir yönetmen arayışına giren Güney’in projeyi daha önce senaryosunu yazdığı Sürü (1979) filmini yönetmiş Zeki Ökten’e teklif ettiği, ancak Ökten’in Kıral’a bıraktırılan filmi çekmeyi ilkesel olarak kabul etmeyeceğini bildirmesi üzerine arayışlarına devam ettiği biliniyor.18 Kendisiyle yapılan bir söyleşide Tarık Akan, Ökten’in yalnızca etik sebeplerden değil, Sürü filmiyle Film, Yeşilçam’ın o güne dek sıkça kullandığı sansür kurulu için özel olarak yazılan, suya sabuna dokunmayan sansür senaryosu yöntemiyle bu izini almıştır. Akan, Tarık. Anne Kafamda Bit Var. İstanbul: Can, 2016. 94-96., Kıral. 66., Behram. 207. 15

Kıral. 66., Akan. 100., Dorsay, Atilla. Yılmaz Güney Kitabı. İstanbul: Varlık. 1988. 186. 16

17

Behram. 229-230.

18

Ibid. 239. 9

ilgili olarak Güney ile yaşadıkları bir anlaşmazlık sebebiyle de bu projeyi kabul etmediğini ifade ediyor ancak bu anlaşmazlığın ne olduğu konusunda bilgi vermiyor.19 Bu gelişmeden sonra, bir süre projeye devam edip etmeme konusunda tereddütler yaşayan Güney, 12 Eylül 1980’de gerçekleşen askeri darbenin ardından sendikal faaliyetleri sebebiyle DİSK (Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu) davasından 16 Eylül’de tutuklanan Sinema İşçileri Sendikası (Sine-Sen) Genel Başkanı Şerif Gören’in 12 Şubat 1981’de serbest bırakıldığını öğrenince, projenin uzun süre yardımcı yönetmenliğini yapmış Gören tarafından yönetilmesini ister.20 Sıkıyönetim Mahkemesi tarafından serbest bırakıldıktan yalnızca birkaç saat sonra, Muş’ta yaşayan annesini ziyaret etme bahanesiyle cezaevinden izinli çıkan Güney’le İstanbul’da buluşan Gören, 11 karakterli orijinal senaryoyu mevcut haliyle çekmek istemeyeceğini, filmi çekmeyi ancak karakter sayısı altıya indirilirse kabul edeceğini belirtir. Güney’in tüm itiraz ve ikna çabalarına rağmen Gören geri adım atmaz ve beş karakterin senaryodan çıkarılmasını sağlar.21 Gören konuyla ilgili olarak şunları söyler: Yılmaz Güney'in senaryosu on bir kişiden ibaretti. Senaryoyu okuduktan sonra bunun beşini çekmeyi planladım. Aşağı yukarı on beş gün sonra bütün kadroyu, Tarık Akan'ın dışındaki bütün oyuncuları ve teknik ekibi değiştirdim. (…) Evet, [çekilecek bu beş hikayeyi] ben seçtim. Ama onları yakın olan menşeleri sebebi ile seçtim: Bingöl, Diyarbakır, AnKaradoğan, Ali. “Söyleşi”. Bir Yüzün İki Haki: Tarık Akan. Derleyen Ali Karadoğan, Ankara: Dünya Kitle İletişim Araştırma Vakfı. 7-46. 28. 19

20

Akan. 100.

Senaryodaki değişiklikleri kimin yaptığı konusunda bir belirsizlik söz konusu. Güney’in eşi Jale Fatma Pütün değişikliklerin ve çıkarmaların bizzat Yılmaz Güney tarafından yapıldığını belirtirken, Tarık Akan, Güney’in cezaevinden Muş’taki annesini ziyaret etme bahanesiyle izinli çıktığı ve bu sebep21

10

tep, Urfa. Bir de iki film yapmak istemediğimden seçtim. On bir kişi olursa her şey yarım kalacak gibi geldi. En iyi başlayan hikaye Bingöl olayı olduğu için ona yakın beş hikaye seçtim. Film çekerken hem zaman hem de para gibi bir sürü şeyi düşünmek zorunda kalıyorsunuz. (…) Filmi Bingöl, Antep, Diyarbakır, Urfa, Adana, Konya, Bursa ve İstanbul'da sıkıyönetim döneminde, sıkı bir kontrol altında çektim. Askeri yönetim dönemiydi ama dikkat ederseniz o filmde askerleri de kullanmıştım. Yıllar sonra yine Birinci Şube'den polisler beni aradılar. Kenan Evren “bu filmdeki askerler gerçek mi?”, diye sormuş. Ben de “evet, gerçek”, dedim. (…) Zaten Yılmaz Güney'in söylediği bir şey vardı: “ne çekersen çek ama bu filmi çek”. Hapisteydi ve bu filme ihtiyacı vardı. Ayrıca onun da para kazanması gerekiyordu. Çünkü film çalışırsa hapishanedeki hayatı bile kolaylaşır insanın.22 Filmde Şerif Gören’in yardımcı yönetmenliğini üstlenmiş olan Ahmet Soner, Gören’in senaryoda yaptığı değişikliklerle ilgili olarak şunları söyler: Senaryo iki cilttir. Birincisi Arife, ikincisi Bayram... İlk bölümde cezaevindeki mahkumlar tanıtılır, görüşe gelenler, cezaevi ilişkileri anlatılır. Mahkumle Muş’a gitmek zorunda olduğu için değişikleri yapacak zamanı olmadığını belirtip Güney’in “Şerifçiğim, senaryo sana ait. İstediğin sayfayı çıkart. Nasıl istersen öyle olsun. Ama filme bir an önce başla. Muş’a gitmeyi bir gün daha ertelersem yarı açık cezaevi hakkımı kaybederim. Sıkıyönetim’le başınız belaya girmeden bitirin filmi…” diyerek kontrolü tamamen Gören’e bıraktığını belirtir. Gören’in ve Ahmet Soner’in bu çalışmada alıntılanan sözleri Akan’ın yazdıklarını destekler. Yolun Öyküsü (2009). Yön. Esin Yılmaz, Nurdan Nerez., Akan. 101-102., Güney, Yılmaz. Yol. İstanbul: İthaki, 2017. 9. Şerif Gören: “Yönetmenin önce tek başına iktidar olması gerekiyor”, Mithat Alam Film Merkezi Söyleşi, Panel ve Sunum Yıllığı. 2004. 33, 36-37 22

11

ların çoğu Kurban Bayramı’nda izne gitmek umudundadır. İzne çıkacak yirmi beş mahkum belli olur. Hazırlıklara başlanır. Bayramdan bir gün önce mahkumlar izne ayrılır. Vapurla Bandırma’ya, minibüsle Bursa’ya, otogara gelinir. Otogarda askeri bir operasyona tanık olurlar. Bursa’nın göbeğinde bir delikanlı kurşuna dizilir. Mahkumlar ayrı otobüslere dağılırlar. Kimi Konya’ya gidecektir, kimi Eskişehir’e, kimi Aydın’a, kimi Adana’ya... Ertesi sabah Kurban Bayramı başlar, uzun yola giden mahkumlar daha evlerine varamamışlardır. Urfalı, Diyarbakırlı, Gaziantepli, Bingöllü mahkumlar bir an önce evlerine ulaşmaya çalışırlar. İkinci bölümde ise Kurban Bayramı, bütün gelenekleriyle anlatılmakta, her mahkumun ailesiyle yaşadıkları resimlenmektedir. Bayram sonunda izinler bitmekte, bir an önce cezaevine dönme telaşı başlamaktadır. Yılmaz Güney’in yazdığı senaryoyu o günün sıkıyönetim koşullarında filme çekmek neredeyse olanaksızdı. Bursa otogarındaki operasyon asla çekilemezdi. Kurban Bayramı’nı belgesel tadıyla verebilmek için çok masraf etmek gerekliydi. Ayrıca senaryo çok uzundu, tamamı çekilse en azından üç buçuk, dört saatlik bir film olurdu. Bu arada Yılmaz Güney Isparta Yarıaçık [sic.] Cezaevi’ne nakledilmişti. Şerif Gören, senaryonun içinden çekebileceği bölümleri ayıkladı, yirmi sayfalık bir özet çıkardı. Bu özette on bir değil, altı mahkum anlatılıyordu. Şerif, Isparta’ya gidip Yılmaz Güney’le görüştü. Yılmaz Güney, Şerif ’in önerisini onayladı. Son hazırlıkları tamamlayıp Mart başında yola çıktık.23 Soner, Ahmet. “Yol filmi nasıl çekildi?” https://vesaire.org/yol-filmi-nasil-cekildi/ 10 Kasım 2020. 23

12

Gören ve Soner’in bu sözleri bile, bazılarının iddia ettiği gibi Gören’in, aldığı talimatlar doğrultusunda, senaryoyu kendisinden hiçbir şey katmadan, sadece “filme alan”, “uzaktan kumandalı” robotvari bir teknisyen ya da zanaatkar değil, ne istediğini bilen, kişiliği, sanatsal kimliği ve karakteri olan bir yönetmen olduğunu göstermesi açısından fazlasıyla yeterlidir.24 Altı karakter etrafında yeniden şekillenen filmin çekimleri, projenin Kıral’dan alınması sebebiyle artık filmde rol almayı kabul etmeyeceklerini bildiren birçok çalışan ve oyuncunun yerlerine yenilerinin bulunmasıyla, ikinci kez, en baştan, bu kez Gören yönetiminde başlar.25 Askeri darbeyle yönetime el koymuş bir cuntanın hüküm sürdüğü bir ülkede, 12 Eylül 1980 askeri darbesinden yalnızca birkaç ay sonra başlayan filmin çekimleri, zor koşullar altında ve büyük fedakarlıklarla tamamlanabilmiştir. Bu süreçte çekimleri tamamlanan sahnelerin negatifleri hiç vakit kaybetmeden parçalar halinde yurt dışına, İsviçre’ye kaçırılmıştır. Filmlerin herhangi başka bir ülkeye değil de İsviçre’ye kaçırılmasının çok basit bir nedeni vardır: Her ne kadar Türkiye coğrafyasında geçen olaylar etrafında şekillenen ve Türk bir yönetmen tarafından yönetilen bir film olsa da, Arife-Bayram aslında teknik olarak bir İsviçre filmidir, çünkü film daha senaryo aşamasındayken tüm dünya haklarıyla —Türkiye hakları hariç— 20 Aralık 1980 tarihinde imzalanan bir anlaşma ile süresiz ve sınırsız olarak Edi Hubschmid ve Donat Keusch’un ortakları arasında olduğu İsviçre

Yücel, Müslüm. Türk Sinemasında Kürtler. İstanbul: Agora, 2008. 156., Behram. 425. 24

25

Kıral. 66. 13

firması Cactus Film AG isimli yapım şirketine satılmıştır.26 Bu durum Yol’un nasıl olup da 1982 yılında İsviçre’yi temsilen Amerikan Akademi Ödülleri’ne (Oscar) aday gösterilebildiğini açıklar sanırım. Yılmaz Güney’in sahibi olduğu Güney Filmcilik Sanayi ve Ticaret A.Ş. ile Cactus Film AG arasında imzalanan bu anlaşmaya göre Güney Film Arife-Bayram’ı çekip Cactus Film’e teslim etmekle yükümlü taşeron bir yapım şirketi konumundadır. Bu sebeple olsa gerek ki, Yılmaz Güney’in yasal varislerinden eşi Fatma Jale Pütün ve kızı (Elif) Güney Pütün, filmin yapımcılarından Donat Keusch’un filmi 2017 yılında Yol - The Full Version (Yol - Tamamlanmış Hali) adıyla, yeni bir kurgu ve Yılmaz Güney’in kurgu sırasında çıkardığı altıncı karakterin hikayesini de ekleyerek tekrar gösterime çıkarmasını onaylamadıklarını farklı platformlarda defalarca belirtmelerine rağmen, hukuki alanda hiçbir tepki göster(e)memektedirler.27

Güney Filmcilik Sanayi ve Ticaret A.Ş.’yi temsilen Nihat Behramoğlu ve Dorfstrasse 4, 8037 Zurich adresinde mukim Cactus Film AG’yi temsilen Edi Hubschmid ve Donat Keusch arasında imzalanan sözleşme. Bu belge Edi Hubschmid’in 2017 yılında yayımladığı Yol - Bir Sürgün Hikâyesi isimli kitabın tanıtımı için açtığı internet sitesinde yayımlanmıştır. https://www.yol-the-book.com/wp-content/uploads/n_kommentierte_dokumente.pdf. 10 Kasım 2020. 26

Kendisiyle yaptığım yazışmalarda Donat Keusch, Yol ve Yol - The Full Version isimli filmlerin tüm haklarının kendisinin CEO’su olduğunu DFK FILMS LLC, Zürich, Switzerland şirketine ait olduğunu belirtmiştir. Taşçıyan, Alin, “Cannes Özel / Yol Yeniden Gösterimi Öncesi İsviçreli Yapımcıya Protesto, Sanatatak. 18 Mayıs 2017. http://www.sanatatak.com/view/cannes-ozel-yol-yeniden-gosterimi-oncesiisvicreli-yapimciya-protesto. 12 Kasım 2020., Abidin Çetin ile ON'LAR Programı -TV 10 - Elif Güney Pütün ile yapılan söylesi. https://www.youtube.com/watch?v=dmFM2Ji1t3E. 10 Kasım 2020. 27

14

Çekimlerin Gören yönetiminde tamamlanmasının ve çekilen filmlerin tamamının yurt dışına çıkarılmasının ardından 13 Eylül 1974 tarihinden beri tutuklu/hükümlü bulunan Yılmaz Güney uzunca bir süredir üzerinde çalışıldığı anlaşılan kaçış planını devreye sokup tıpkı senaryosunu yazdığı ArifeBayram filmindeki karakterlerden biri olan Ömer gibi Kurban Bayramı dolayısıyla verilen bir haftalık izinle 9 Ekim 1981’te çıktığı Isparta Cezaevi’ne dönmeyerek yurt dışına kaçmıştır. Kaçışın ve sonrasındaki sürecin organize ve koordine edilmesinde Nihat Behram gibi Yılmaz Güney’i Türkiye’den tanıyan, onunla çalışmış kişilerin rol oynadığı anlaşılsa da bu sürecin finansal, lojistik, ve legal organizasyonunda filmin yapımcıları Hubschmid ve Keusch’un payının büyük olduğu görülmektedir.28 Kendisiyle yaptığım yazışmalarda Keusch kaçışı kendisinin organize ettiğini açıkça belirtmiştir.

Hubschmid, Edi. Yol - Bir Sürgün Hikâyesi Kitap. PPP Publishing Partners, 2017., https://www.dfkfilms.com/films/yol-the-full-version-2017/restoration-andcompletion-of-yol/. 10 Kasım 2020. 28

15

Daha önce dikkate değer hiçbir film yapmamış, o güne kadarki en büyük işi Sürü’nün dağıtımını yapmak olan İsviçreli bu küçük film şirketi için, gösterildiğinde İsviçre’de büyük dikkat çekerek ülkenin en prestijli film festivali Uluslararası Locarno Film Festivali’nde büyük ödül Altın Leopar’ı (Pardo d’oro) kazanmış Sürü gibi bir filmin senaristinin yazdığı, en az Sürü kadar ilginç ve egzotik bir film yapma ihtimali bile böyle riskli bir organizasyona girişmek için fazlasıyla yeterli ve anlaşılabilir bir nedendir kanımca.29 Böyle bir organizasyonun, başarıya ulaşamaması durumunda bile, yaratacağı sansasyonun bu küçük şirket için çok büyük bir reklam değeri olduğu da ayrıca açıktır. Hubschmid ve Keusch’un organizasyonuyla Kemer’den bindiği bir yatla önce Yunanistan’ın Rodos adasına oradan da kendisi için hazırlanan sahte İsviçre kimliği ile Atina aktarmalı olarak Paris’e giden Güney, daha önceden kurulan bağlantılar sayesinde Dönemin Fransa İçişleri ve Yerel Yönetim Bakanı, Marsilya Eski Valisi, Gaston Defferre’in himayesinde, cinayetten hüküm giydiği ve daha da önemlisi, cezaevinden kaçtığı anda siyasi sebeplerle aldığı hiçbir ceza bulunmadığı halde, Marsilya Emniyet Müdürlüğü’nden, “siyasi sığınmacı” statüsü alabilmiştir.30 Yurt dışına kaçışının ardından hiç vakit kaybetmeden Gören’in yönettiği filmin kurgusuna başlayan Güney, filmi Elizabeth Waelchli ve asistanı Laura Montaya’nın yardımıyla kısa sürede tamamlamış ve 14 Mayıs 1982’de başlayan 35. Cannes Film Festivali’ne yetiştirmiştir. “[F]ilmin kabul edilmesi için “kuraldışı” [sic.] birtakım ilişkilerin” devreye sokulmasıyla Cannes Film Festivali’nin yarışma bölümüne festival tarihinde Edi Hubschmid’in referanslarına bakıldığında Yol öncesinde yapımcılığını yaptığı tek film olarak 1981 yapımı Zärtlichkeit und Zorn isimli bir belgesel görünüyor. Donat Keusch’un yapımcılık deneyimi ise sadece Yol’dan ibaret. 29

30

16

Behram. 325-344.

ilk kez görülen bir şekilde daha önceden anons edilmeden son dakikada dahil edilen ve bu sayede festivalin yarışma bölümüne Türkiye’den kabul edilen ilk film olan Yol, organizasyonun kapanış günü 26 Mayıs’ta büyük ödül Altın Palmiye’yi CostaGavras’ın Kayıp isimli filmi ile paylaşarak ödüllendirilmiştir.31 Nihat Behram’ın “kuraldışı” [sic.] birtakım ilişkiler” diyerek varlığını kabul ettiği ama devamını getirmediği, Yol’un festivale katılmasını sağlayan ilişkilerle ilgili olarak, o dönemde 1967’den beri İsviçre’de yaşayan ve hazırlıklarını yaptığı ikinci filmi Cumartesi Cumartesi (Drôle de samedi, 1985) için Fransa sinemasının önemli yapımcılarından Christian Fechner ve ünlü oyuncularla ilişki içinde olan yönetmen Tunç Okan, kendisiyle yapılan röportajda şunları söyler: Yol filmi Türkiye’de çekilip İsviçre’de son kurgusu yapıldıktan sonra Paris’te bir süre bir sürü dağıtımcı firmaya sunuldu. Kimse almak istemiyordu filmi. Ben de artık biraz sinema muhitine girdiğim için olanı biteni duymaya başlamıştım. (…) Yol’un Cannes Film Festivali’ne girişi de hiç kolay olmadı. Bunları pek kimse bilmez. Bunları Türkiye’de anlattığımda bana sinema çevresinde tanınan bazı kişiler “Bunları sakın kimseye anlatma!” falan dediler. Gerçekler niye bazılarını rahatsız ediyor, anlamıyorum. Paris’te önemli bir Kürt topluluğu yaşıyor ve tabii ki bu topluluğun dernekleri falan da var. Dönemin Fransa Cumhurbaşkanı François Mitterrand’ın bir metresi vardı, Anne Pingeot. Hatta Mitterrand’ın Pingeot’tan, yıllarca saklanmış, bir de kız çocuğu vardır. Bu tür ilişkiler Fransa siyasal yaşamında sıkça görülen, halkı da pek ilgilendirmeyen şeyler. Mitterrand’ın karısı Danielle

Behram. 347., Basutçu, Mehmet. “‘Yol’ Filmi Cannes’da Beğenildi”, Atilla Dorsay, Yılmaz Güney Kitabı. İstanbul: Varlık. 1988. 194-195. 194. 31

17

Mitterrand’ın da bu Kürt derneklerinden birinin başında bulunan birisiyle, Kendal Nezan sanırım, ilişkisi olduğu söyleniyordu. Doğru mudur bilemem. Danielle Mitterand, Kürtler konusunda son derece aktif bir kişiydi, sonra bir ara Türkiye’ye de geldi, Güneydoğu Anadolu’yu ziyaret edip Kürtlere yardımcı olmaya da çalıştı. (…) François Mitterrand sinefil, sinemayı çok seven biriydi. Paris’te, Rue Lauriston caddesinde özel bir gösteri salonu vardır. Mitterrand arada bir oraya film izlemeye gelirdi. Hatta bir keresinde ben de orada kendisiyle karşılaşmıştım. Son derece entelektüel biri olan Mitterrand, eşi Danielle’nin isteği ve de organize etmesiyle Yılmaz Güney’in Yol filmini o ufak salonda izliyor ve filmi beğeniyor. Ardından da “Bu filmi Cannes Film Festivali’ne alın.” diye festival komitesine telefon ediliyor. İstek Mitterrand’tan gelince kimse hayır diyemez ki. Böylece bir süredir kimsenin istemediği Yol filmi Cannes Film Festivali’ne girdi. Hiç beklenmedik bir şekilde de film festivalde büyük sükse yapıp olay olmaz mı? Ünlü Gaumont firmasının başında Pierre-Ange Le Pogam vardı o zaman, kendisiyle iyi tanışıyoruz, benim Otobüs filmimin de dağıtımını yapmıştı. Ulaşması çok zor bir kişidir, yüksek mevkide. Daha ödüllerin kime verileceği belli olmadan beni arıyor “Bay Okan, ben Yol filmini satın almak istiyorum, nasıl ulaşırız?” diye.32 Güney’in Fransa’ya kaçtığı dönemde Fransa Cumhurbaşkanı olan François Mitterrand’ın ülkenin ilk sosyalist cumhurbaşkanı olduğu, iktidarı sırasında Mitterrand Doktrini (Doctrine Mitterrand) adı verilen politikalar çerçevesinde İtalya’da terör 32

18

Luxembourgeus, Tayfun. Eşeğin Oğlu. İstanbul: Doruk. 2020. 90-92.

eylemlerine karıştıkları gerekçesiyle mahkum edilmiş sol gerilla örgütü Kızıl Tugaylar (Brigate Rosse) üyelerine bile Fransa’da sığınma hakkı verdiği, Mitterrand döneminde Kültür Bakanlığı yapmış Jack Lang’ın çeşitli defalar Güney’in Fransa’da siyasi sığınma alması konusunda yardımda bulunduğunu bizzat ve açıkça kabul ettiği hatırlanırsa Okan’ın dile getirdiği iddiaların gerçek olma ihtimalinin oldukça yüksek olduğu düşünülebilir. Okan’ın sözlerini destekler biçimde konuyla iligili olarak filmin yapımcılarından Donat Keusch şunları belirtmiştir: Yol, Cannes Film Festivali’nde pek de güzel olmayan bir biçimde, henüz tamamlanmamış şekilde gösterildi. Bunun sebebi o dönem festival direktörü olan Gilles Jacob’un filmi istememesiydi. (…) Direktör filmi iki defa reddetti. Neredeyse tamamlanmış kopya ile kendisi için yapılan üçüncü gösterimden sonra aniden kararını değiştirdi. Kültür Bakanı Jack Lang gibi dostlar sayesinde Yol’un festivalin yarışma bölümüne katılmasına gösterdiği itiraz pek de dostça olmayan bir kabüle dönüştü. (…) Kültür Bakanı Jack Lang’ın baskısına dayanamayan Jacob son saniyede Yol’un festivalin yarışma bölümüne katılmasını kabul etmek zorunda kaldı. Ancak, festival programıyla ilgili nedenlerle Yılmaz Güney’in Yol’unun uzunluğunun 110 dakikayı aşmamasını da şart koştu. Sanırım, zaman sıkıntısı sebebiyle filmi festivale yetiştiremeyeceğimizi düşünüyordu.33 (İtalikler bana ait.)

“YOL was presented at the Cannes Film Fest in a less than beautiful, unfinished form. This was because the festival director at the time, Gilles Jacob, did not want the film. Under pressure from the minister for Culture, Jack Lang, he capitulated at the last second and allowed YOL to participate in the competition. For ostensible programming reasons, he demanded however that Yılmaz Güney‘s YOL not exceed 110 minutes in running time. He was 33

19

Bu olayın tanıklarından biri de Nihat Behram’dır ve kitabında konuyu şöyle anlatır: “Yol”un ilk kopyası, Cannes Film Festivali’nin direktörü Gilles Jacob’a, festivalden iki ay önce, Mart ayında yetiştirilmişti. Festivalin yarışmalı ana bölümüne katılacak filmleri Gilles Jacob’un kendisi, bazı danışmanlarıyla birlikte seyrediyor, katılıp katılamayacağı yönündeki son kararı o veriyordu. Filmi Gilles Jacob’a Edi [Hubschmid] teslim etmişti. Yılmaz adına da kendi adına da, sonucun olumlu olacağından emindi. Arkasında, “yukarıda kurulmuş ilişkiler” olması yanı sıra, Gilles Jacob’un danışmanlarından birinin Marcel Marten olması diğer bir avantajdı. Fakat, Gilles Jacob’un filmi seyrettikten sonraki kararını öğrenmeye giden Edi, bir bakıma “şok” geçirmişti. Belki “tepeden inmeciliğe”, belki, “kendisine son dakika yapılmak istenen dayatmaya” bir tepki olarak; belki de gerçekten filmi zevki ve anlayışına uygun bulmadığı için, Gilles Jacob olumsuz karar vermişti. Özellikle, filmin ilk bölümünü anlaşılmaz derecede karışık bulmuş, montajına dek eksiklerini işaret etmişti.34

probably guessing we wouldn’t manage it for lack of time.” Tercüme bana ait. https://www.dfkfilms.com/films/yol-the-full-version-2017/restoration-andcompletion-of-yol/. 10 Kasım 2020. “The film was refused two times by the director of the Cannes Film Fest. But after the third screening for him with the almost finished version Gilles Jacob revised suddenly his refusal. With the help of some friendly people like the minister of culture, Jack Lang, the opposition against “YOL’s” participation in Cannes’ competition dissolved into an unfriendly acceptance.” Tercüme bana ait. https://www.dfkfilms.com/films/yol-the-full-version-2017/a-swiss-gets-intouch-with-the-ugly-king-of-turkey-donat-keusch-meets-the-great-artist-yilmaz-guney/. 10 Kasım 2020. 34

20

Behram. 411-412

Jeneriği siyah zemin üzerine yazılmış “Un Film de Yılmaz Güney” (Bir Yılmaz Güney Filmi) ibaresiyle açılan Yol’un festivalde kazandığı ödül, Interpol tarafından tüm dünyada Kırmızı Bülten ile arandığı halde salonda hazır bulunan filmin senaristi Yılmaz Güney’e verilmiştir. Aynı jenerikte filmin yönetmeninin Şerif Gören olduğu açıkça yazıyorken Yol’un neden ve nasıl “Bir Yılmaz Güney Filmi” olduğu, ödülün neden Gören’e değil de Güney’e verildiği ve daha da önemlisi, festival kataloğunda Güney’in adının neden filmin yönetmeni olarak yazıldığı bugün bile tatmin edici bir açıklamaya muhtaçtır.

*

21

Yol’u “Bir Şerif Gören Filmi” değil de “Bir Yılmaz Güney Filmi” olarak görenlerin/görmek isteyenlerin dayandığı benim tespit edebildiğim, çoğunlukla bir arada ve birbirlerini desteklemek için kullanılan dört farklı argüman bulunmakta. Bu argümanlardan ilki Güney’in Yol Cannes Film Festivali’nde ödül kazanmadan önce de yurt dışında tanınan bir yönetmen olması sebebiyle filmin “Bir Yılmaz Güney Filmi” olarak tanıtılmasının, Türkiye dışında tanınmayan Şerif Gören’in ismiyle tanıtılmasına kıyasla daha büyük bir uluslararası seyirci grubuna ulaşmasını sağlayabilecek, yerinde ve doğru yapılmış stratejik bir gereklilik olduğu iddiasıdır. İlginç bir şekilde, bu argümanı dile getirenlerden biri de filmden el çektirilen filmin ilk yönetmeni Erden Kıral’dır: Uzun bir aradan sonra filmin yönetmenliğini Şerif Gören üstlendi. (Film Altın Palmiye kazandı.) Ama Yılmaz Güney’in gölgesinde kaldı. Fransız dağıtımcı haklı olarak Yol filmini Güney’in üzerinden tanıttı, çünkü Şerif tanınmıyordu. Bu doğru bir stratejiydi. Ancak burada duralım: Yılmaz Güney, Şerif ’in adının afişin içinde kaybolmasına itiraz etmedi, sessiz kaldı. Bu, Şerif ’e karşı bir ayıptı. Şerif ’in bugün bile bu konuda incinmiş ve mağdur olduğunu düşünüyorum.35 Yılmaz Güney, gerçekten de “Bir Yılmaz Güney Filmi” olarak tanıtılan Yol Cannes’da ödül kazanmadan önce de yurt dışında en çok tanınan Türkiyeli yönetmendi. Güney’in yurt dışındaki tanınırlığı yönetmenliğini yaptığı Umut filminin 1971’de

35

22

Kıral. 66-67.

Cannes Film Festivali’nde gösterilmesiyle başlar.36 Festivalde olumlu tepkiler alan film, festivalden sonra hem bazı yabancı televizyon kanallarında hem de Fransız bir dağıtım şirketi tarafından satın alınıp Paris’te gösterilmiştir. Metin Erksan’ın 14. Berlin Film Festivali’nde Altın Ayı (Goldener Bär) ödülü kazanan Susuz Yaz (1963) filminin, yapımcısı Ulvi Doğan tarafından bazı sahneler eklenip “seks filmi” haline getirilerek İngiltere’de bazı sinemalarda gösterilmesi sayılmazsa, bu gösterimlerle Umut Batı Avrupa’da ticari sinemalarda gösterilen Türkiye’den ilk film olmuştur.37 İdam cezasına çarptırılan Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu (THKO) üyeleri Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan’ın idamlarını engellemek amacıyla 11 Mayıs 1971 tarihinde kaçırılıp 22 Mayıs’ta öldürülmüş olarak bulunan İsrail’in İstanbul Başkonsolosu Efraim Elrom’un kaçırılmasından ve öldürülmesinden sorumlu oldukları şüphesiyle aranan Türkiye Halk Kurtuluş Partisi-Cephe (THKP-C) militanlarını İstanbul’daki evinde sakladığı gerekçesiyle Mart 1972’de tutuklanmasının ardından uluslararası sinema camiasının dikkatini çeken Güney, aralarında Jean-Luc Godard, Jean-Paul Sartre, Agnès Varda, Tony Richardson, Costa-Gavras, Peter Brook ve Elizabeth Taylor gibi 13 ülkeden 130 sinemacı ve sinemaseverin imzaladıkları, 1974 yılında çıkması beklenen genel af kapsamına Güney’in de alınmasını talep eden bildiriyle yurt dışında daha da tanınır hale Türkiye’de gösterilmesi ve yurt dışına çıkarılması “Soyacakları insanın Türkiye’de aynı şekilde kimseler bulunmasına rağmen Amerikalı bir zencinin seçilmesi manidar görülerek uygun mütalaa edilmemiştir.” ve “Hocaya sabah namazı güneş doğarken kıldırılmakta ve bu rolle ibadetle alay edilmektedir. Dinimizde güneş doğarken namaz kılınmaz.” gibi absürt gerekçelerle Merkez Film Kontrol Komisyonu tarafından 24 Eylül 1970 tarihinde yapılan inceleme sonucunda yasaklanan Umut, Abdurrahman Keskiner ve kardeşi Arif Keskiner’in organizasyonuyla kaçak olarak yurt dışına çıkartılmıştır. Dorsay. 95-96., Keskiner. 202-204. 36

37

Dorsay. 46. 23

gelmiştir.38 Bildiriye imza verenlerin görmeyi arzu ettikleri gibi, 15 Mayıs 1974’te çıkan genel afla 20 Mayıs’ta serbest bırakılmasının ardından Arkadaş filmini yöneten Güney, Endişe’nin çekimleri sırasında işlediği malum cinayet sebebiyle 13 Eylül 1974’te tekrar tutuklanmıştır. Bu gelişmenin de yurt dışındaki sinema çevrelerinde sansasyon yaratması ve bu sayede Güney’in uluslararası tanınırlığına biraz daha katkı sağlaması kaçınılmazdır. Güney’in sinemacılığı ve sanatçılığı sebebiyle yurt dışında tanınmasına katkısı bulunan bir sonraki gelişme, senaryosunu yazdığı, Zeki Ökten’in yönettiği Sürü’nün Uluslararası Locarno Film Festivali’nde büyük ödül Altın Leopar’ı ve Berlin Film Festivali’nde Interfilm-Otto Dibelius Film Ödülü ve Katolik Kilisesi Sinema Ödülü OCIC’i kazanmasıyla olmuştur. İlginçtir ki, Yol’un Cannes’da “Bir Yılmaz Güney Filmi” olarak tanıtılmasına çok benzer bir şekilde Ökten’in yönettiği Sürü de yurt dışında “Bir Yılmaz Güney Filmi” olarak tanıtılmıştır. Yol’da olduğu gibi birçok yerli ve yabancı kaynakta, film süresince cezaevinde bulunduğu halde Güney, Sürü’nün yönetmeni ya da yönetmenlerinden biri olarak belirtilmektedir. Nihat Behram’ın bu konuda yazdıkları gayet düşündürücüdür: Gerçi, birçok olay nedeniyle, Yılmaz’ın kendisine omuz verenlerle başarısını bölüşmekten kaçınışının, işi bittikten sonra sırt dönüşünün, unutuşunun, sürtüşmelere girip kırıcı oluşunun tanığıydım. “Sürü” filmi nedeniyle Zeki’yle yaşananlar belki bunun küçük bir örneğiydi… Açık bir gerçektir ki, Yılmaz’ın adını bu film duyurmuştu dünyaya. Sinematek çevrelerindeki çok sınırlı sinema meraklıları dışında Yılmaz’ı duyan, bilen yoktu. Benim yurt dışına çıktığım 1980’e dek de böyleydi. Bu film, Yılmaz’ın tanınması yönünde bir lokomotif gibi

38

24

Ibid. 46.

açmıştı önümüzü… Fakat, tuhaftır ki aynı film, yönetmeni Zeki’ye hiçbir olanak sağlamamıştı! Bu, belki başka etkenlerin yanı sıra “olayı, yönetmenini anmadan sunuş” taktiğinden geliyordu. Zeki’ye olanak sağlanması için çaba göstermek bir yana, “Sürü”nün başarısıyla, yönetmeni Zeki için kendiliğinden gelmiş olanaklar bile küllendirilmişti! Sözgelimi, bir Alman televizyonundan bulduğum, Zeki için birkaç bölümlük bir dizi film olanağını, sevineceği düşüncesiyle Yılmaz’a ilettiğimde, Yılmaz’ın ilkin anlamamazlıktan gelen, sonra öfkesini dışavuran tepkisine şaşırıp kalmıştım…39 Bütün bu veriler ortaya konulduğunda tereddütsüz bir şekilde söylenebilir ki, Yılmaz Güney gerçekten de Şerif Gören’e kıyasla yurt dışında daha çok tanınan bir sinemacıdır. Ancak bu Güney’in ne Ökten’in ne de Gören’in yönettiği filmleri sahiplenmesini, ne de bu filmler dolayısıyla kendi şöhretini arttırmasını kabul edilebilir kılar. Güney’in tüm dünyada tanınmasını çoğunlukla Sürü ve Yol’a borçlu olduğu gerçeği düşünüldüğünde, bu filmlerin onu tanınır kıldıkları kadar gerçek yönetmenleri Zeki Ökten ve Şerif Gören’in de tüm dünyada bilinmelerini sağlayabilecekleri açıktır. Ökten ve Gören’in yönettikleri bu filmler sebebiyle tanınır olabilmeleri için Güney’ye ihtiyaçları yoktur. Aksine, Güney’in bu filmlere ve bu filmleri oldukları şekilde ortaya çıkaran bu yönetmenlere ihtiyacı vardır. Ne kadar iyi senaryolar yazmış olursa olsun, cezaevinde olduğu için bu senaryoları filme dönüştürme imkanı olmayan bir sinemacının, bu senaryoları filme uyarlayan yönetmenleri yok sayarak ortaya çıkan filmleri kendine mal etmesinin anlaşılabilir bir tarafı yoktur. Tanınır olmanın bazı büyük festivallere katılımı kolaylaştırabileceği sır 39

Behram. 366. 25

değildir, ancak Sürü’yü Sürü, Yol’u Yol yapan, Güney’in ünü ya da popülerliği de değildir. Aksine, Güney’in ününe ün katan, onu yurt dışında da tanınır hale getiren kendi yönetmediği bu iki filmdir. Şöhretinin Yol’un tanıtılmasına ve belki de filmin Cannes Film Festivali’ne kabul edilmesinde katkısı olmuştur, ancak Güney’in yurt dışında gösterilip beğenilen en son filminin 1970’te yönettiği Umut olduğu, bu filmden sonra 1983’te yönettiği Duvar’a kadar, 1974’te yapılan ve herhangi bir yurt dışı başarısı olmayan Arkadaş dışında, hiçbir film yönetmediği düşünüldüğünde, Güney’in yurtiçi ve dışındaki tanınırlığının yönetmenlikteki başarısından öte çoğunlukla senaryo yazarlığından, politik bağlantıları ile cinayet ve firar gibi sansasyonel kriminal faaliyetlerinden kaynaklandığı pekala iddia edilebilir. Böyle bir durumda Güney’in tanınırlığının Yol’un Cannes Film Festivali’ne kabul edilmesinde katkısı olduğunu söylemek Yol’un normal şartlar altında bu festivale katılabilecek kadar iyi bir film olmadığını, daha ziyade sansasyon yaratacak bir film olduğu için ve politik sebeplerle festivale kabul edildiğini iddia etmek anlamına gelecektir. Nitekim, Gilles Jacob’un filmi festivale kabul etmek istememesi gibi, filme Cannes’da ödül veren jüri üyelerinden Jean Jacques Annaud da yaptığı bir açıklamada “Yol’un çok iyi yapılmış bir film olmadığını” söylemiştir.40 Dahası, Yol’a ve ödülü paylaştığı, en az Yol kadar sol eğilimli politik bir film olan Gavras’ın Kayıp filmine Altın Palmiye’i veren diğer juri üyeleri arasında sol kimlikleriyle tanınan Kolombiyalı Yazar Gabriel Garcia Marques, Birleşik Amerikalı Yönetmen Sidney Lumet, ve Hindistanlı Yönetmen Mrinal Sen gibi kişilerin olduğu hatırlandığında böyle bir iddianın hiç de öyle görmezden gelinebilecek,

40

26

Feyizoğlu, 229.

gülünüp geçilebilecek bir iddia olmadığı görülecektir. Şerif Gören’in bu konudaki sözleri gayet ilginçtir: Siyasi olayların bazı şeyleri etkilediğini düşünüyorum. Biz ikinci köprü ihalesini Japonlara verdik ve mesela At [Ali Özgentürk, 1982] filmi Tokyo'da ödül aldı. Kürt meselesini Fransızlar biraz daha ön plana çıkarttılar, Yol filmi Cannes’da ödül aldı. Bir nevi Yılmaz Güney’e siyasi anlamda prim verildi. Yurtdışına farklı bir suçtan kaçtığı için onun siyasallaşmasını istediler. (…) 1981’de ödülü kazanan iki tane siyasal film var. Biri Yol. Bugünkü filmleri o günkü jüri değerlendiriyor olsa Uzak [Nuri Bilge Ceylan, 2002] filmine ödül verir mi? Bu yıl da Yol yarışsaydı, Yol’a ödül çıkmazdı. Demek ki o dönemde Cannes'da siyasal filmlere bir ödül verme durumu varmış. Bu sene daha farklı bir sinemaya verildi ödül.41 Bu noktada, askeri darbeyle iktidarı ele geçirmiş bir cuntanın kontrolündeki Türkiye’de cunta tarafından yok sayılan bir halka mensup Kürt Yılmaz Güney’i ödüllendirmenin, sol eğilimleriyle tanınan jüri üyelerine ve Avrupa seyircisine, demokratik bir Avrupa ülkesi olan Yunanistan’da doğmuş resmi statüdeki Türk azınlık mensubu Şerif Gören’i ödülendirmekten daha cazip ve anlamlı görünmesi şaşırtıcı değildir.42 *

Şerif Gören: “Yönetmenin önce tek başına iktidar olması gerekiyor”, Mithat Alam Film Merkezi Söyleşi, Panel ve Sunum Yıllığı. 2004. 36-38. 41

Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü, NATO’ya bile birbirlerinin üyeliklerini engelleyecekleri endişesiyle aynı anda kabul edilen Yunanistan ve Türkiye’den iki sinemacının sinema dünyasının en prestijli ödüllerinden birine de aynı anda layık görülmesi de ilginçtir. 42

27

Stratejik nedenlerle Yol’un “Bir Yılmaz Güney Filmi” sayılması gerektiğini savunan ikinci argüman, siyasi olmayan bir suç sebebiyle hapis yatarken firar eden Güney’in kaçtığı Fransa’dan siyasi sığınma statüsü alıp cunta yönetimindeki Türkiye’ye iadesinin önlenebilmesi için filmin Avrupa’da ve dünyada “Bir Yılmaz Güney Filmi” olarak tanıtılmasının “devrimci” bir davranış olacağı ve bu sayede cunta yönetimindeki Türkiye’ye zarar verecek her türlü hareketin “faşizme” karşı kazanılmış bir zafer olacağı argümanıdır.43 Güney’in Türkiye’den kaçmaya anlık bir refleksle karar vermediği, bu konuda yapılan hazırlıkların uzunca bir zamana yayıldığı kaçışı organize edenlerden Nihat Behram ve Edi Hubschmid’in bu yazıda referans olarak kullanılan kitaplarında bu konu hakkında yazdıklarından ve Donat Keusch’un çeşitli mecralarda yaptığı açıklamalardan kolaylıkla anlaşılabilir. Bu süreçte Güney’e ülkeden kaçışı konusunda ve sonrasında yardım etmesi mümkün olduğu değerlendirilen Lübnan, Filistin, Kıbrıs Cumhuriyeti, Federal Almanya ve Birleşik Krallık gibi ülkelerle birtakım ön görüşmeler yapılmış, bu görüşmelerde Güney’in siyasi sebeplerle değil de bir taşra meyhanesinde meydana gelen bir cinayet sebebiyle mahkum olduğu bilgisini alan ülkeler konuya mesafeli yaklaşmayı tercih etmiştir. Hatta Federal Almanya ve Birleşik Krallık gibi ülkeler bu kaçış organizasyonunun planlanması için görüşmelerde bulunan kişilere Güney’in ülkelerine gelmemesi konusunda açıkça uyarıda bulunmuştur: İngiltere hiç bir zaman Yılmaz’ı istemedi. Benim ilişkilerim süresince de sonra da, İngiltere’ye girmemesi yönünde, tıpkı Almanya’ya olduğu gibi, bu ülkeler yetkililerince “resmen” uyarıldık.44 43

Behram. 99.

44

Ibid. 74, 302.

28

Benzer şekilde, İsviçre makamları da, Fransa’ya kaçtıktan sonra filmin kurgusuna başlamak üzere İsviçreli yapımcılar tarafından Zürih’te hazırlanan stüdyoya giden Güney’in ülkeyi terk etmesini istemiş, bu gelişme üzerine İsviçre’den ayrılmak zorunda kalan Güney filmin kurgusunu Cenevre yakınlarındaki Fransız kasabası Divanne’de tamamlamıştır.45 Türkiye’den kaçtıktan sonra geldiği Fransa’nın Yılmaz Güney’le ilgili gerçekleri öğrenince ya da ülkedeki politik atmosferin değişmesi durumunda tavrını değiştirmemesini, kurulan kişisel bağlantılarla Fransa’da elde edilen siyasi sığınma statüsünü geri almamasını, komşuları Federal Almanya, Birleşik Krallık ve İsviçre gibi Güney’in ülkeyi terk etmesini istememesini ve dahası Güney’i yakalayıp Türkiye’ye teslim etmemesini garanti edecek hiçbir sebep yoktur. Böyle bir sorunla karşılaşabileceklerini öngören Güney ve ekibi, kaçışından önce yurt dışında küçük bir grup haricinde kimse tarafından tanınmayan Güney’in adını “sinemacı ve yazar olarak sanatçı kimliği ve politik kişiliğiyle” öne çıkarmak ve özellikle de politik kişiliğinin altını çizmek gerektiğini fark edip bu yönde çalışmalara başlamıştır.46 Nihat Behram’ın açıkça dile getirdiği gibi Güney’in geri teslim edilmesini engelleyecek önlemlerden birisi, yurt dışına ünlü bir kişi olarak ayağını basmasıydı. Buna bağlı olarak, bir aksilik olasılığını da düşünerek, ünlü kişilerle dayanışma ilişkileri geliştirmemiz gerekiyordu. Türkiye’deki darbe ortamı, Yılmaz tanınmıyor da olsa, dayanışma ilişkilerini bir açıdan kolaylaştırıyordu.47

45

Ibid. 349.

46

Ibid. 303.

47

Ibid. 304. 29

Bu noktada Güney açısından yapılması gereken, Behram’ın değindiği ancak detaylandırmadığı en önemli nokta Güney’in cinayet suçundan hapis yattığı gerçeğini baskılayıp, mümkünse tamamen unutturup, onun düşünceleri sebebiyle mahkum edilmiş “devrimci” bir sanatçı olduğu izlenimini yaratacak çalışmalar yapmaktır. Bu açıdan dikkat çeken en önemli çalışma, ilk sayısı Ocak 1978’de Erden Kıral’ın yazı işleri müdürlüğünde çıkan ve ancak dokuz sayı devam ettikten sonra yayınlarını durduran “Aylık Kültür ve Sanat Dergisi” etiketli Güney dergisinin bir ay sonra Proleter Devrimci Kültür Mücadelesinde Güney adıyla yeniden çıkarılmaya başlanmasıdır. Yeni bir anlayışla tekrar çıkarılmaya başlanan bu dergi, daha önceki dokuz sayıdan farklı olarak daha politik bir içerik ortaya koymaktadır. Yılmaz Güney’in eşi Fatma Jale Pütün, Camları Kırın Kuşlar Kurtulsun isimli anı kitabında derginin Güney’in politik kişiliğinin altının çizilmesi konusunda oynadığı rolü açıkça kabul etmektedir.48 Yedinci sayısına kadar —ilk sayıda yayımlanan Kürt ozan Cigerxwîn hakkındaki kısa tanıtım yazısında yer alan birkaç cümle hariç— Kürtler, Kürt Sorunu ve Kürdistan ile ilgili hiçbir yazı içermeyen derginin yedinci sayısından (Temmuz 1978) itibaren yayımladığı Yılmaz Güney tarafından yazılmış mektuplarda ve Güney’le cezaevinde yapılmış röportajlarda sık sık Kürtler ve Kürt Sorunu hakkında fikir beyan etmeye başlaması ve Güney’in ilk kez bu sayıda yayımlanan

“Yumurtalık olayı ondan nefret edenler için kaçırılmaz bir fırsat gibi gözükse de, işler böyle yürümedi. Filmleri eskisi gibi büyük ilgiyle izlenmeye devam etti. Siyasi kimliği oturdukça saygınlığı, itibarı daha da arttı. Güney dergisi de bunu taçlandırdı.” https://t24.com.tr/yazarlar/atilla-dorsay/fatos-guney-in-anilari-trajik-hayatlara-gorkemli-bir-bakis,28809. 30 Kasım 2020. 48

30

röportajında Kürdistan kelimesini kullanması dikkate değerdir.49 1955 yılında yazdığı Üç Bilinmeyenli Eşitsizlik Sistemleri isimli hikayesi sebebiyle komünizm propagandası yapmak iddiasıyla yargılanıp bir buçuk yıl hapis ve altı ay sürgün cezası almış; THKP-C üyelerini evinde sakladığı gerekçesiyle “yardım ve yataklıktan” 1972’de yedi yıl hapse mahkum edilmiş ancak genel afla 20 Mayıs 1974’te serbest bırakılmış Güney’in politik bir kişiliği olduğu, hatta bu politik görüşleri etrafında şekillenen tipik bir didaktik propaganda filmi sayılabilecek Arkadaş filmini yaptığı ortadaysa da, 1970’li yılların sonlarına kadar Kürtler ve Kürt Sorunu hakkında tek bir laf etmemişken, ülkeden kaçma planları yapmaya başladıktan hemen sonra birden kendi Kürt kimliğini “keşfetmesi” ve bu konu hakkında konuşmaya başlaması Güney’in en yakın arkadaşlarını bile şaşırtan bir gelişmedir. Arkadaşlarından Atilla Dorsay’ın Milliyet Sanat Dergisi için Yol hakkında yazdığı yazıda yer alan şu ifadeler Dorsay’ın şaşkınlığını açıkça gösterir sanırım: Dışarda [sic.] iken bugünkü yönetimin karşısında gözükmemeye, bugünkü yönetime eleştiri getirmemeğe [sic.] dikkat etmişken ve “Yol”da da bu konuda açık ve dolaysız hiçbir eleştiri yokken, bir “Kürdistan” lafıyla mide bulandırmaya, filmi izleyen herkesi rahatsız eden bir tavra girmeye Yılmaz Güney’i iten nedir?50 Bir dönem Güney’in menajerliğini de yapmış arkadaşı Arif Keskiner de meseleye benzer bir tepki vermiştir:

Sarıkaya, Ersan. “Kayseri Konuşmaları 2” içinde Güney, Sayı 7, Temmuz 1978, 28-33. 31. 49

Dorsay, Atilla. “Yol” içinde Dorsay, Atilla. Yılmaz Güney Kitabı. Istanbul: Varlık, 1988. 219-226. 224-225. 50

31

Korsika Festivali dönüşümde, birkaç gün Paris'te kalmıştım. Yol vizyona yeni girmişti. Meraktan ölüyordum. Hemen girdim sinemaya. Çok heyecanlıydım. Nefis bir film olmuştu. Gözyaşları mı tutamamıştım. Her şey dört dörtlüktü. Birden, bir yerde, sanırım Birecik Köprüsü gibi bir yerde, "Kürdistan'a hoş geldiniz" yazısı içimi burktu. Ne gerek vardı sanki o güzel filmin içine onu yama gibi koymaya... Üzüldüm. Sonradan düşündüm. Kim bilir hangi koşullar altında onu yazmak gereğini duymuştu. Belki Paris'te ona ihtiyacı vardı. Çünkü yalnızdı. (İtalik bana ait.)51 Güney’in siyasi kimliğinin altını çizmek ve işlediği suçun siyasi bir suç olduğu izlenimini vermek için girişilen eylemlerden belki de en bayağısı Güney’in öldürdüğü Yargıç Sefa Mutlu’nun bir “faşist” olduğu ve Güney’in bu cinayeti siyasi saiklerle işlemiş olduğu iddiasıdır. Bu iddia “sol politik kimliği” ve/veya “Kürt kimliği” sebebiyle Güney’e sempati duyan çevreler tarafından hala dile getirilmektedir. 1975’te Türkiye’de 12 yıl hapse mahkum edilmiş, her gün geçtiği koğuş kapısının üzerinde yazılı Ne Mutlu Türküm Diyene yazısını kitabında “Ne mütlü Türkum diyene”, orospuyu “Herospor”, hanımı “Hanum”, şalvarı “shalvas”, ağaları “Ahgalar” şeklinde yazacak kadar sınırlı Türkçesiyle İngiliz uyuşturucu kaçakçısı Daniel De Souza’nın bile anılarında bu cinayetten “politik sebeple işlenen bir cinayet” olarak bahsetmesi bu iddianın ne kadar eski ve sıkça kullanılan bir iddia olduğunun en absürt kanıtlarından biridir kanımca.52 51

Keskiner, Arif. Çicek Gibi. İstanbul: Doğan Kitap. 2002. 234-235.

“Serving eighteen years for the political murder of a judge…” De Souza, Daniel. Under a Recent Moon, London: Serpent’s Tail. 1989, 11, 13, 15, 18, 19, 38. 52

32

Aynı iddia, biraz daha modifiye edilmiş haliyle filmin yapımcıları Keusch ve Hubschmid tarafından bugün bile sürdürülmekte. Film için hazırlanan yeni afişte yer alan ve fragmanlarda dile getirilen bu sözler bu durumun en açık kanıtlarını ortaya koyuyor: Türkiye’nin en önde gelen oyuncu, yönetmen ve senaryo yazarı Yılmaz Güney, Ekim 1981’de politik nedenlerle çarptırıldığı 18 yıl ağır hapis cezasını çekmekte olduğu cezaevinden kaçtı. Avrupa’ya kaçışından önce şimdiye kadar yapılmış en güçlü ve sıra dışı filmlerden birini yarattı, yazdı ve yönetti. (İtalikler bana ait.)53 Güney’in “politik kişiliği”nin altını çizme projesi kapsamında yapılması planlanan bir diğer girişim de ismi kurgu sırasında Yol olarak değiştirilen Arife-Bayram’ın Cannes ve Berlin gibi saygın festivallerde gösterilmesini sağlamaya çalışmak olmuştur. Bu amaçla bir yandan bu festivallerin jürilerinde yer alacağı açıklanan kişilerle bağlantıya geçilirken, diğer yandan filmin bu isimlerin ve Avrupa izleyicisinin ilgisini çekecek, onların kafasındaki egzotik Türkiye imgesini okşayacak ve aynı zamanda da Güney’in düşünceleri, yazdıkları, söyledikleri ve yaptığı filmler sebebiyle mahkum edilmiş siyasi bir kişilik olduğu iddiasını destekleyecek şekilde kurgulanması için bir-

“In October 1981, Yilmaz Güney, Turkey’s pre-eminent actor, director and screenwriter, escaped from prison, while serving a sentence of 18 years, at hard labour on political charges. Before his escape to Europe, he conceived, wrote and co-directed one of the most powerful and unusual motion pictures ever made.” Tercüme bana ait. https://vimeo.com/284931761. 10 Kasım 2020. 53

33

takım manipülasyonlar yapılmıştır.54 Bunlardan en önemlisi kuşkusuz filmin kurgusu sırasında filme yerleştirilen “Kürdistan” ibaresidir. Filmin yapımcılarından Donat Keusch bu ibarenin filme nasıl girdiğini şöyle anlatmaktadır: Yol’un kaba kurgusunu tamamlayıp filme para yatıracak bir Alman yatırımcı için Paris’te ilk gösterimini yaptığımızda filmi izleyenler filmin coğrafyasını anlamakta ve takip etmekte zorlandılar. Uzun bir düşünüp taşınma sürecinin ardından Yılmaz nihayet altı mahkumun hikayesini birbiri içine geçecek şekilde kurgulamaya ikna oldu. Ayrıca hepimiz filmde Kürdistan’ın neresi olduğunu öğrenmek istiyorduk. Yılmaz buna çok şaşırdı çünkü ona göre bu, karakterlerin kıyafet ve davranışlarından açıkça ve kolaylıkla görülen bir şeydi. Nihayet, ikna oldu ve mavi gökyüzü üzerine “Kürdistan” ibaresini yerleştirdi. Özellikle kelimedeki “Ü” harfi konusunda ısrarcı oldu. Kürdistan ifadesi Yol’un Türkiye’de dağıtılabilmesini engelledi ancak bizim için büyük bir sorun değildi bu, çünkü Yılmaz’ın ülkeden kaçışından sonra filmleri ve Yol zaten yasaklanmıştı. 1993’te Yol’un Türkiye’de resmi olarak ilk kez gösterilmesinin önündeki engeller ortadan kalktığında Fatoş Pütün (Güney) “Kürdistan” ifadesinin filmden çıkarılması konusunda ısrarcı oldu. İstanbul’a filmin yeni bir 35mm kopyasını getirmiştim ve sansüre karşıydım. Ancak Fatoş ısrar etti. Aksi takdirde filmin büyük salonlarda ve stadyumlarda Bu çalışmanın son kısmında yer alan belge ve görseller arasında yer verilen afişte, Yılmaz Güney’in filmin tasarımcısı, yazarı ve yapımcısı olduğu belirtilirken bir önceki referansta linki verilen fragmanda Güney’in filmi yönetenlerden biri olduğu da iddia ediliyor. Ayrıca, birçok kaynak Güney’in 19 yıl ceza aldığını belirtirken filmin afiş ve fragmanlarında bu süre 18 yıl olarak veriliyor. 54

34

Behram. 375-6

gösterilmesi mümkün olmayacaktı. Bu parçayı filmden çıkardım ve yanıma alıp götürdüm.55

“At the first screening of YOL’s rough cut in Paris, put on for a German investor, the audience struggled to get themselves along in the film geographically. After much deliberation, Yılmaz was persuaded to mix in the destinations of each of the six prisoners. And we wanted to know where Kurdistan is in the film. Yılmaz was astonished because for him it was clear from the clothes and the attitude. Finally, he concurred and placed the insert “Kürdistan” in the blue sky. He insisted on the “Ü” in the word. The word Kürdistan prevented the distribution of YOL in Turkey, but we weren’t concerned. Because after Yılmaz’ getaway, his films and YOL especially were banned in Turkey. When the first official performance of YOL was allowed in Turkey in 1993, Fatoş Pütün(-Güney) demanded that this insert has to be cut out. I had brought a new 35mm film print to Istanbul and was against censorship. But Fatoş insisted. It would have been impossible to show the film in the big sports stadiums otherwise. So I cut this little piece out and took it with me.” Tercüme bana ait. https://www.dfkfilms.com/films/yol-the-full-version-2017/restoration-andcompletion-of-yol/ 13 Ekim 2020. 55

35

Kendisiyle yaptığım yazışmalarda Keusch, Kürdistan’ın neresi olduğunu kendinin de bilmediğini yazıyor: Altı mahkumun nereye gitmeleri gerektiğini ve Kürdistan bölgesinin nerede yer aldığını anlamadık. Yılmaz Kürdistan ibaresinin filme yerleştirilmesine karşıydı ancak sonunda bizim argümanımızı kabul etti. Filmde bu ibareyi yerleştirmeye uygun, doğru düzgün bir plan olmadığı için, bunun şakasını da yaparak, ibareyi Suriye sınırına yakın o yeşil arazi üzerine yerleştirdi. Kürdistan ibaresinin Türklerin yazdığı gibi ü harfiyle yazılması konusunda da ısrar etti.56 Filme “Kürdistan” ibaresinin yerleştirilmesine ön ayak olan Donat Keusch’un, Yol’un Cannes Film Festivali’ndeki ilk gösteriminden 35 sene sonra, 2017’de yeni bir kurguyla ve Yılmaz Güney’in kurgu sırasında çıkardığı bölümleri de ekleyerek Cannes’da “yönetmen versiyonu” olduğu iddiasıyla gösterdiği Yol - The Full Version adlı, filmin yeni versiyonunda “Kürdistan” ibaresinin yer almaması ve bu durumun Keusch tarafından “Filmin orijinali bu. Ben Yılmaz Güney’e sordum. O da böyle söyledi.” denilerek savunulması “Kürdistan” ibaresinin filme politik ve stratejik sebeplerle konulduğu izlenimini desteklemesi bakımından fazlasıyla ilginçtir.57

“We didn't understand where the six detainees had to go and where the Kurdistan region is located in Turkey. Yılmaz was against inserts but accepted finally our arguments for it. As there is no correct shot in the film where we could put the Kurdistan insert, he made a joke about it and placed it on the green field near the Syrian border and he insisted to the spelling "KÜRDISTAN" as the Turks always used the “Ü”.” Tercüme bana ait. Keusch’un 20 Aralık 2020 tarihli elektronik postası. 56

Güler, Ali. “Kürdistan’sız ‘Yol’ ne kadar Yılmaz Güney’indir?” https://firatnews.com/kultur/kuerdistan-siz-yol-ne-kadar-yilmaz-gueneyindir-90862. 26 Ekim 2020. 57

36

Keusch’ten yapılan ilk alıntının açıkça gösterdiği, filmi ve filmin geçtiği coğrafyayı egzotize ve oryantalize eden kalıplaşmış birtakım beklentiler çerçevesinde görme ısrarı yalnızca Keusch’a özel bir durum değildir; aynı beklentiler filmin diğer yapımcısı Hubschmid’te de mevcuttur. Filmin yapım sürecinde yaşananları anlattığı Yol - Bir Sürgün Hikayesi adlı kitapta yer alan şu ifadelerde bu durum açıkça görülmektedir: 1980 Ekim’inde Yılmaz'ı ilk kez Isparta cezaevinde ziyaret ettim. O zamanki amaç, bir sonraki filmi, önce çalışma ismi “Bayram” olan YOL'un çekim hazırlıklarını yapmaktı. İstanbul'dan sonraki yolculuk trenle idi ve on saatten fazla sürdü. Ağabeyim Bruno (1945 - 2015) o zaman bana eşlik ediyordu, bunun yanında Güney Film İstanbul Bürosu yönetmeni Erol Gözmen ve genç bir çevirmen bana refakat ediyorlardı. Ben kendimi meşhur orientexpreste [sic.] hissediyordum, tabiiki [sic.] birinci sınıfta yolculuk yapmıyorduk.58 Türkiye’yi Agatha Christie romanlarındaki gibi egzotik ve oryantal bir coğrafya olarak hayal eden ve zihnindeki bu imgenin gerçekliğini destekleyecek kanıtlar arayan Hubschmid’in oryantal fantezileri yalnızca bununla sınırlı değil. 8 Şubat 1981’te Yılmaz Güney’le Isparta Cezaevi’nde yaptığı görüşmede konuşmanın bir yerinde Güney’in Hubschmid’e bir halı hediye Elektronik posta yazışmalarımızda Donat Keusch, Cannes’de gösterinen Yol The Full Version isimli filmin Yol’un yeni bir versiyonu değil tamamlanmış versiyonu olduğunun altını çizip Cannes’da gösterilen bu filmde Kürdistan ibaresinin yer almadığını doğruluyor ancak filmi Türkiyeli temsilcilerin onayını alıp festivalde bir Türkiye-İsviçre ortak yapımı olarak sunabilmek için festivalde gösterilen versiyondan Kürdistan ibaresini çıkardığını belirtiyor. Keusch ayrıca filmin şu an iki versiyonu olduğunu, Türkiye’de gösterilen versiyonunda Kürdistan ibaresi yer almazken, Türkiye dışında gösterilen filmin diğer versiyonunda bu ibarenin yer aldığını belirtiyor. 58

Hubschmid. 47. 37

etmek istediğini söylemesi üzerine yapımcının “Hımmm. Uçan halı!” deyip meseleyi Bin Bir Gece Masalları’na bağlaması bu konu hakkında fikir verebilir sanırım.59 Önemsiz olduğu düşünülüp görmezden gelinebilecek bu şakanın Hubschmid’in Türkiye ile ilgili bilgisinin oryantalist masallardan pek de öteye gitmediği gerçeğini ele veren Freudçu bir ağızdan kaçırma (Freudian slip) olduğunu düşünüyorum. Filmin yalnızca yapımcılar ya da filme para yatıran yatırımcılar istediği için yapılan küçük değişikliklerle istenmeden ve planlanmadan egzotik ve oryantalist bir hal almış olabileceği iddiasının aksine filmin aslında Güney tarafından bilerek, isteyerek ve planlanarak böyle tasarlandığı kanısındayım. Hubschmid’in adı geçen kitabında yer alan bir söyleşide Güney’in söylediklerinin bu iddiamı destekler nitelikte olduğunu düşünüyorum: Ben bu senaryoyu yazdığımda, filmin Türkiye’de gösterilme şansının olmadığını iyi biliyordum. Öyleyse filmden özel bir şey yapmam gerekiyordu. Her halükarda o, Avrupa seyircileri için düşünülmüştü. (İtalik bana ait.)60 Yedinci sayıdan itibaren Güney dergisinde yayımladıkları, Yol’un kurgusu sırasında filme eklediği bölümler ve ülkeden kaçtıktan sonra yurt dışında söyledikleri Güney’in cunta yönetimi altındaki Türkiye’de birçok defa gıyabında yargılanmasına ve çeşitli cezalara çarptırılmasına neden olmuştur. Bu gelişmeler tam da Güney’in ihtiyacı olan türden şeylerdir çünkü bu mahkumiyetlerle artık Güney yalnızca cezaevinden kaçmış bir cinayet mahkumu olmaktan çıkmış, yazdıkları ve söyledikleri sebebiyle “fliegend Teppich”, Behram. 138 ve “Hımmm. Fligen Tapi!” Behram. 250. 59

60

38

Hubschmid. 220.

[Sic.],

mahkum edilmiş bir “düşünce suçlusuna” dönüşmüştür. Bu durum Güney’in cunta yönetimi altındaki Türkiye’ye geri gönderilmesini neredeyse imkansız hale getirmiş ve Fransa’da kalabilmesini, bir süre sonra da vatandaşlık elde edebilmesini sağlamıştır. Tüm bu gelişmelerin Güney ve ekibi tarafından en ince ayrıntısına kadar akıllıca hesaplanmış bir planın parçaları olduğunu düşünüyorum. Cezaevinden kaçışını henüz içerideyken bir film senaryosu olarak yazan, bunun filmini yaptıran, daha sonra da senaryoda yazdığı gibi ülkeden kaçan, kısacası Nihat Behram’ın dediği gibi “oynadığını yaşayan; yaşadığını oynayan” dahi bir senaristten başka bir hareket beklemek safça olur.61 * Yılmaz Güney’in politik kişiliğinin altını çizmek için bunca çalışma yapılmışken ve Güney bugün sinemacılığı kadar —hatta ondan daha çok— “politik kişiliği” sebebiyle bir kült haline dönüşmüşken Gören’in politik kişiliğinden hiç bahsedilmemesi son derece ilginçtir.62 Çünkü, Gören en az Güney kadar politik bir kişidir. Üstelik, Şerif Gören’in sınıf bilinci Yılmaz Güney’inki gibi 1970’li yılların ortalarında cezaevinde kazanılmış bir bilinç değildir, ki Güney, 1956’da yayımlanan bir hikayesinde komünizm propagandası yaptığı iddiasıyla hapis cezası almış olmasına rağmen komünizm ya da sosyalizm

61

Behram. 342.

Bir efsane haline dönüştürülen Yılmaz Güney’in, Kürt kimliğinin ve politik kişiliğinin onun sinemacı kişiliğinin önüne geçtiğinin en ilginç göstergelerinden biri belki de Coğrafyasını Arayan Irmak: Acı ve Yaşam isimli kitabında Rıza Çolpan’ın yazdığı şu cümledir: “1982 yılında büyük Kürt insanı Yılmaz Güney “Yol” adlı filmiyle Oskar ödülünü aldı.” (İtalikler bana ait.) Çolpan, Rıza. Coğrafyasını Arayan Irmak: Acı ve Yaşam. Doz Yayınları. 2007. 484. 62

39

hakkında çok az şey bildiğini ve bu konudaki bilgisini ancak cezaevine girdikten sonra edindiğini açıkça ifade etmiştir.63 1973’te sinema işçilerinin haklarını korumak için Sinema İşçileri Sendikası’nı kurup bu sendikaya başkan da seçilen Gören, Metin Erksan öncülüğünde 1962 yılında kurulan Türkiye Sinema İşçileri Sendikası (Sinema-İş) faaliyetlerine katıldığı gerekçesiyle 1964 yılında işten çıkarılan ilk sinema işçisi de olan bir sinema emekçisidir.64 Gören, ayrıca sendikal faaliyetleri sebebiyle tutuklanmış ve işkence görmüştür. Yargıç gibi son derece yüksek mevkideki bir devlet memurunu öldürmekten hapis cezası alan Güney, cezaevinde bulunduğu süre boyunca, askeri darbe sonrasında bile, işkence görmemişken, hatta bu durumu gazetelere verdiği demeçlerde açıkça dile getiriyorken, Gören’in sendikal faaliyetleri sebebiyle tutuklu bulunduğu sürede işkenceye maruz kalması oldukça düşündürücüdür. Seksende, işkence döneminde, doksan sekiz gün gözaltında kalmıştım. “Eskişehir Marşı'nı söyle”, dediler. “Bilmiyorum”, dedim. “Ne biliyorsun”, dediler. “Muhabere Marşı’nı biliyorum”, dedim. Marşı söyledim, tabii ki gözüm ve ellerim bağlı. Sesim kötü geldi galiba. Kes dediler, fazla uzatamadım. Sonra onlar bana elektrik vermeye başlayınca ben de Muhabere Marşı’nı söylemeye başladım. Onlar bana kes dedikçe, ben de asıl siz elektriği kesin diyordum.65 Herhangi bir örgütle ilişkin olup olmadığını öğrenmek istiyorlar. Adam öldürmekten bombalama eylemlerine kadar duyduğum duymadığım ne kadar olay varsa sorup, bir yerden tutturmaya çalıştılar. Aslında insanın kendi 63

Feyizoğlu, 318, 325.

64

Karadoğan. Film Çeviriyorum Abi. 15.

65

Şerif Gören: “Yönetmenin önce tek başına iktidar olması gerekiyor. 33.

40

41

kimliğini yok etmeye yönelik bir işkenceydi. En basiti şu; işkence sonrası gözlerim bağlı cemseden indirilirken belime yediğim bir tekmeyle yere kapaklandım. Kah, kah gülüyorlar. İçlerinden biri “Film böyle çekilir işte rejisör" diye bağırdı. Alay edip küçük düşürmeye, onurunu ayaklar altına almaya, direncini kırmaya çalışıyorlar. Dışarı çıkınca da uzun bir süre normal bir insan gibi yaşayamıyorsun. Bunca yıl sonra bile bunları anlatmak zor geliyor...66 Gören, politik görüşleri sebebiyle, daha kolay ve karlı bir iş olmasına, bu konuda birçok teklif almasına rağmen reklam filmi bile yönetmek istememiş, çektiği Orhan Gencebay’lı arabesk filmlere bile politik bir duyarlılıkla yaklaşmış, hatta yönettiği arabesk filmlerden Derdim Dünyadan Büyük sebebiyle "halkı isyana teşvik" iddiasıyla 93 yıl 8 ay ceza istemiyle yargılanmış bir sinemacıdır.67 Hepimiz bir yandan toplumsal filmler çekiyoruz, bir yandan ben de bir gruba siyasal anlamda angaje olarak yürüyorum. O yıllarda Gencebay filmleri çekmeye karar verdim. Bu filmleri çekmemin nedeni Orhan Gencebay'ın hitap ettiği lümpen kesimi bizim siyasal düşüncelerimize biraz daha yakın hale getirmekti. O dönemde Ferdi Tayfur’cular sağcıydı. Sinema ile devrim olmuyor ama biz öyle görmeye çalışıyorduk. Kendimizi o dönemde gerçekten önemli hissettik. (…) İnanılmaz reklam teklifleri de gelmişti ama hayatımda hiç reklam filmi çekmedim. "Yol filmi tamamen Yılmaz Güney'e mal edilince elbette buruldum”. Vatan. 11 Eylül 2004. http://www.gazetevatan.com/-yol-filmi-tamamen-yilmaz-guney-e-mal-edilince-elbette-buruldum---1--35736-roportajlar/ 10 Kasım 2020. 66

67

42

Ibid.

Çünkü o işi biraz sahtekarlık gibi görüyorum. Hiç hoş olmayan bir ürünü size çok iyi bir ürün diye sunabilirler. Ama güzel bir teklif gelmişti, onu biraz düşünmüştüm. Yavuz Turgul getirmişti teklifi, onun bir reklam şirketi var, biliyorsunuz. Bir İş Bankası kampanyası idi. Aslında gayet hoş bir düşünceydi. Çalışanlar, emekçiler sürekli ter döküyorlar ve sadece şunu söylüyorlardı: “Paranızın değerini bilin”. Bir iki günlük işi olan bir reklam çekeceğime aynı para ile Yılanların Öcü'nü (1985) çektim.68 * 1982 yılında Yol’un Cannes’da ödül kazanmasından sonra Nazım Alfatlı’yla yaptığı bir röportajda Güney şunları söylemiştir: Kürt halkı kendi kaderini kendisi tayin edecektir. Eğer Türk solu daha önceleri Kürt halkına ve Kürt devrimcilerine gerçekten bir güven vermiş olsaydı, bugün Türkiye Kürdistan’ın da —özellikle oradan bahsetmek istiyorum— ayrı örgütlenme gereği ortaya çıkmazdı. Çünkü yıllar yılı Kürt devrimcileri birlikte örgütlenmeden yana tavır takındılar. Fakat Türk solu bu meseleye hep pederşahi bir tarzda yani tepeden baktı. Ancak şunu belirtmek istiyorum: Sorun sadece Kürt Sorunu değil, sınıfsal bir sorun. Yani Kürt sorunun esas çözümü sınıfsal açıdan bakıldığı zaman çözülebilir. Yine ‘Bütün ülkelerin Kürtleri birleşin’ sloganı milli kurtuluş açısından, özellikle Suriye, Türkiye, İran ve Irak’taki Kürtlerin ulusal kurtuluş mücadelesinde dayanışmaları gereklidir. Bu yapılmalıdır da. Ancak Şerif Gören: “Yönetmenin önce tek başına iktidar olması gerekiyor”. 32, 34. 68

43

ben Kürt orijinli bir insan olarak Kürt, Türk ve diğer halkların, özellikle Türkiye’de, ilk başta önümüzdeki görev olarak ortak mücadelelerinden yanayım.69 Yol’un Cannes’da ödül kazanmasından iki gün önce yaptığı başka bir açıklamada Güney şu ifadeleri kullanmıştır: Ben ne komünistlerin ne Kürtlerin ve ne de şimdi ileri sürüleceği gibi Yunanistan'ın propaganda aleti olmadım ve olmayacağım. Ben onurlu bir adamım, hiç kimsenin kanadı veya gölgesi altında yaşamaya alışık değilim. Türkiye' den ayrıldıktan sonra başka fikirler ileri sürmedim. Türkiye'de ne söyledimse burada da aynı şeyleri söylüyorum. Bana dünyada ülkem kadar yakın başka bir ülke yoktur. Türkiye'yi, her şeyi özlüyorum. Halkımı, sokaklarını, toprağını, kokusunu, halkımın yüzünü, dilini, her şeyi özlüyorum.70 Bu iki açıklama bir arada düşünüldüğünde Güney’in bir Kürt milliyetçisi değil, Türkiye halklarının sorunlarına duyarlı sosyalist bir Türkiyeli Kürt olduğu düşünülebilir. Dönemin askeri cunta rejimi tarafından ya da ırkçı Türk milliyetçileri tarafından radikal olarak algılanan Güney’in Kürtler ve Kürdistan ile ilgili açıklamaları hem o dönemde hem de bugün kendisini demokrat/solcu/sosyalist olarak tanımlayan birçok kişinin hiç tereddüt etmeden dile getirebileceği açıklamalardır. Yılmaz Güney’in sineması son derece küçücük detaylarla örülü bir sinemadır. Bir kanaviçe gibi işler sinemasını. Mesela, [Duvar filminin çekimi sırasınNazım Alfatlı’yla yapılan röportaj. https://www.birgun.net/haber/yilmaz-guney-in-37-yil-sonra-ortaya-cikanroportaji-276135. 10 Kasım 2020. 69

70

44

Günaydın, 24 Mayıs 1982.

da] cezaevinin megafonlarına bana Şükrü Tekbaş yazdırdı. Megafonların içinde Şükrü Tekbaş yazıyor. ‘Ne iş abi, nedir bu?’ dedim. Dedi ki, ‘Şükrü Tekbaş’ dedi ‘beni devrimci yapan insandır. Benim öğretmenim. O bana bütün kitapları okuttu. ‘Şimdi’ dedi ‘bu filmde’ dedi ‘dünyaya sesleniyor Şükrü Tekbaş.’ Bunu söyledi. Bir de bu filmde, çok ince bir detay, kimse dikkat etmez ama birgün satır satır incelenirse görülür, çocuklar cezaevine girerken (…) profilden ve cepheden fotoğrafları çekilir, altına da bir kayıt düşülür. Girdiği tarih, numarası filan yazılır. O tarih, çocukların önünde çekilen o tarih (…) 12 Eylül anayasasının kabul gününün tarihidir. Böyle çok ince detayları vardır Yılmaz Güney’in sinemasında…71 Ankara Ulucanlar Cezaevi’nde Güney’le aynı koğuşu paylaşmış, daha sonra Güney’in yurt dışına kaçırılışını organize edenler arasında yer almış ve en son olarak da Güney’le Duvar filminde birlikte çalışmış Ressam İsmail Yıldırım’ın Güney hakkında söyledikleri bu sözler, daha önce alıntılanan Güney’in kendi açıklamalarıyla bir arada düşünüldüğünde Güney’in “Kürdistan” ibaresini belirli bir amaç doğrultusunda filme stratejik olarak yerleştirdiği izlenimini güçlendirecek türden sözlerdir. Güney’in o güne kadar politik anlamda tutarlı bir duruş ortaya koymamış bir figür olduğu düşünüldüğünde bu ihtimalin daha da güçlendiği görülecektir. Güney’in politik duruşundaki tutarsızlığın belki de en ilginç kanıtlarından biri 18-26 Eylül1 1971 tarihleri arasında gerçekleşen 3. Adana Altın Koza Film Festivali’nde birinci seçilen Ağıt filmine verilen 25 bin Liralık ödülü, üstelik 12 Mart Muhtırası’ndan yalnızca Önder, Aziz. İsmail Yıldırım ile Yılmaz Güney Üzerine Söyleşi. https://www.youtube.com/watch?v=GWOaxiS29xw. 10 Kasım 2020. 71

45

birkaç ay sonra, Türk Hava Kuvvetlerini Güçlendirme Vakfı’na bağışlayan Güney’in aynı yıl İsrail’in İstanbul Başkonsolosu Efraim Elrom’u kaçırdıkları ve öldürdükleri şüphesiyle aranan THKP-C militanlarını evinde saklamasıdır, ki Güney, çoğunlukla bu sebeple sol çevrelerce “devrimci” bir figür olarak kabul görmektedir.72

Güney tarafından Gören’in filmine kurgu sırasında eklenen tek şey “Kürdistan” ibaresi değildir. Filme ayrıca Kürtçe sözlü türküler ve dublajla yeni diyaloglar da eklenmiştir. Güney’in bir yandan filme senaryoda ve Şerif Gören’in çektiği görsel materyallerde olmayan “Kürdistan” yazısını ve Kürtçe sözlü türküleri eklerken diğer yandan Gören’in çektiği orijinal materyalde bulunan, başka dil bilmediği için filmde Kürtçe 72

46

Milliyet, 27 Eylül 1971. 9.

konuşan bir karakterin diyaloglarını silip yerine Türkçe dublajla yeni diyaloglar yerleştirmesi ilginçtir. Bu konuyu anılarında Tarık Akan şöyle aktarır: Sahnenin devamında, topallayarak karımın babasının evine geliyordum. Babayı çok yaşlı ve gözleri görmeyen birisinin oynaması gerekiyordu. Prodüksiyon amiri, Bingöl'den bir dilenci getirmişti, seksen yaşında bir adam. Tek sözcük Türkçe bilmiyordu. Oysa senaryoda söyleyeceği sözler vardı. Ne yapacağımızı şaşırmıştık. Ben içeri girince, bana, ‘Hoş geldin Seyit,’ diyecekti. Çalışıyorduk, ama olmuyordu. Sonunda Şerif, adama, ‘Baba, ne istersen söyle, çaresi yok,’ dedi. Adam, uzun uzun Kürtçe bir şeyler söyledi. İkinci repliği, ‘Ne düşünüyorsun Seyit?’ olacaktı. Gene uzun uzun konuştu. ‘Yahu baba, neler söylüyorsun sen?’ Adam konuştu, konuştu, bir türlü susmadı. ‘Ne söylüyor, Türkçe’ye çevirin,’ dedim. Meğer adamcağız, sürekli aynı şeyleri yineleyerek, ‘Jandarmalar geldi, beni karakola götürdüler, jandarmalar geldi, beni karakola götürdüler, bana dayak attılar, bana dayak attılar…' deyip duruyormuş. Sonuçta dublajda hepsi halledildi.73 Akan’ın kitabında aktardığı bu bilgiler Güney’in derdinin Kürtçe ve Kürtlere görünürlük kazandırmaktan ve bu sayede bu önemli konu hakkında tartışma başlatmak ya da zaten var olan tartışmalara katkıda bulunmaktan ziyade, Türkiye’yi ve Türkiyeli Kürtleri Avrupalıların hayal ettikleri, görmek istedikleri şekilde göstermek ve bu sayede kendi kişisel kurtuluşunu

73

Akan. 93. 47

sağlamak olduğu izlenimini destekliyor bence. Şayet böyle olmasaydı, filmin karakterlerinden Seyit’in babasıyla gireceği Kürtçe bir diyalog Türkiyeli Kürtlerin varlıklarını, kimliklerini ve sorunlarını tartışmaya açmak noktasında en az gökyüzünde durduk yere beliren Kürdistan ibaresi kadar, hatta ondan daha fazla yararlı olabilirdi. Hiç bir ekleme yapmadan Bingöllü yaşlı dilencinin söyledikleri bile Kürtlerin ve Kürtçenin cunta tarafından baskı altında tutulduğunu sinemasal olarak ifade etmek için yeterlidir. Ayrıca Kürtçeden başka bir dil bilmeyen yaşlı dilencinin konuşmasının Türkçe dublajla susturulması Kürtçe’nin Yılmaz Güney’in eliyle Türkçe tarafından sembolik bir şiddete maruz bırakılması ve baskılanması olarak dahi okunabilir. Güney’in Türkiye’yi ve Türkiyeli Kürtleri Avrupalı izleyicinin görmek isteyeceği şekilde egzotize ve oryantalize ederek temsil etmesi kendi kendine oryantalizmden başka bir şey de değildir. * Pek çok senaryonun çekiminde yer aldım. Fakat gerek yerli, gerekse yabancı senaryolar arasında, Yılmaz Güney’in “Yol” filminin senaryosu kadar mükemmelini görmedim. Filmin her şeyi, hatta oyuncuların davranışları bile yazılı hale getirilmişti. O mükemmeliyet karşısında, yönetmenin fazla müdahale şansı yoktu.74 gibi ifadelerin açıkça gösterdiği gibi Yol’un “Bir Yılmaz Güney Filmi” olduğuna yönelik bir diğer argüman da filmi Güney’in cezaevinden verdiği detaylı talimatlarla “yönettiği” iddiasıdır. Sanırım Güney’in isminin filmin künyesine bazen tek başına 74

48

Kahraman, Ahmet. Yılmaz Güney Efsanesi. Ankara: V Yayınları. 1991. 140.

bazen de Şerif Gören’le birlikte filmin yönetmeni olarak yazılmasının arkasındaki argüman budur. Güney’in filmin senaryosunu cezaevinde bulunduğu sırada yazdığı, üzerinde herkesin ittifak ettiği bir gerçektir. Ancak, bir senaryo yazarının senaryosunu ne kadar detaylı yazarsa yazsın o senaryonun filme dönüştürülmesi sürecinde karşılaşılacak sorunları ve beklenmedik gelişmeleri öngörmesi ve filmin hikayesi dışında yönetmenin kontrolünde olan oyuncu yönetimi, ışık, çekim sayısı, çekim açısı, plan, çerçeve, kamera hareketleri, mizansen, mekan, tempo ve benzeri gibi birçok konu hakkında direktifler vermesi, bu meseleler üzerinde kontrol sahibi olması mümkün değildir, ki film üretim süreçlerine dahil olmuş hemen herkesin kabul edeceği gibi senaryonun o kadar da detaylı bir metin olmadığı, sadece yönetmene çekilmesi istenen sahnenin ana hatlarıyla fikrini veren teknik bir metin olduğu ortadadır. Senaryonun bu tür bilgileri içermek konusunda pek etkili olmadığı bilindiğinden, yönetmenlik, senaryo yazarlığı ve editörlük gibi alanların birbirinden kalın çizgilerle ayrıldığı Hollywood gibi tamamen departmanlaşmış ve endüstrileşmiş film yapım modellerinde, senaristin kafasındaki hikayenin yönetmen tarafından daha iyi kavranması için senaryoya ek olarak çekilmesi istenen sahne ve planlar hakkında daha detaylı bilgi veren storyboard (resimleme) adı verilen çizimler kullanılmaktadır. Bildiğim kadarıyla Arife-Bayram için hazırlanmış bir resimleme yoktur. Olsaydı şimdiye kadar kesinlikle görmüş olurduk. Böyle bir resimleme olsa bile, her şeyin sorunsuzca ilerlediği, örneğin stüdyoda yapılan bir çekimde bile senaryonun ve resimlemedeki çizimlerin öngöremeyeceği, talimat veremeyeceği ve kontrolünde olmayan ışık, oyuncu yönetimi, zamanlama ve tempo gibi daha birçok parametre yine kaçınılmaz olarak yönetmenin kontrolünde olacaktır. Kaldı ki, Arife-Bayram’ın stüdyo ortamında ya da bolca bilgisayar efekti kullanılarak çekilmiş bir yapım

49

olmadığı, darbeyle yönetime el koymuş askeri cuntanın açık hava hapishanesine çevirdiği bir ülkede, hem de darbeden yalnızca birkaç ay sonra, gerçek mekanlar kullanılarak çekilmiş bir film olduğu ortada. Filmin oyuncularından Tarık Akan’ın anılarında anlattığına göre, filmin en çarpıcı sahnelerinden trendeki sevişme ve linç girişimi sahnesi, Diyarbakır şehir meydanında askerlerin halkı itiş kakışları ya da Akan’ın canlandırdığı karakterin sokağa çıkma yasağı sebebiyle otobüs terminalinde mahsur kalması gibi birçok sahne ya kamerayı gizleyerek ya da daha önce hiçbir hazırlık yapılmadan, izin alınmadan ve spontane olarak gerilla film yapım teknikleri ile çekilmiştir. Darbe olduğunda altı yıldan fazla süredir cezaevinde bulunan Yılmaz Güney’in darbe sonrası değişen toplumsal ilişkileri ve bu değişikliklerin günlük hayata yansımalarını öngörmesi, bunları senaryosunda ya da verdiği iddia edilen detaylı talimatlarda belirtmesi mümkün değildir. Hapishane sahneleri İstanbul’da tamamlandı. Anadolu turu için yolculuk başladı. İlk durağımız Bursa’ydı. Bursa Sıkıyönetim Komutanlığı film için izin vermişti ama çekim sırasında engel oldular, izne karşın filmi çekemeyeceğimizi söylediler. Tüm kapıları çaldık, ne yaptıysak olmadı. Israr edersek başımızın derde gireceğini söylüyorlardı. Hemen Bursa il sınırlarını terk etmemiz emredildi. Üç minibüsle sınırı terk ettik. Minibüslerden birinin camlarına kamuflaj yapıp, çekilecek sahnelerde görevli olan oyuncular ve kamerayla yeniden Bursa’ya girdik. Aracı uygun bir yere park ettik. Kamerayı minibüsün içinde bırakıyor, kapalı perdenin aralığından çekim yapıyorduk. Dört-beş saatte gerekli sahneleri çekip işimizi bitirip Bursa’dan kaçtık.

50

Gece bir yerlerde konaklıyor, gündüz yollarda çekim yapıyorduk. Minibüsün içini, yol geçişlerini falan çekiyorduk. Konya’ya doğru yol alıyorduk. Akşama oraya vardık. Elimizde Konya Sıkıyönetim Komutanlığı’ndan film çekme izini vardı, ama onlar da çekime izin vermediler. Benim otobüs garı ve trene binme sahnelerim çekildi. Bu kez kapı kapı dolaşıp, “Bakın bizim iznimiz var,” gibi boş laflar etmekten vazgeçmiş, kimseye bir şey söylememeye karar vermiştik. Trene binme sahnem gene gizli çekildi. Sonra sokağa çıkma yasağı başlayana kadar otobüsle Konya dışında dolaştık. Yasak başlama zamanına doğru iki otobüsle gara geldik; birinde ışıklar vardı, öbüründe kamera, teknik ekip ve ben. Gardan içeri girdikten bir süre sonra sokağa çıkma yasağı başladı. Çevrede yalnız inzibatlar görünüyordu. Gecenin çok geç bir saatinde çekime başladık. Garın içinde ne varsa çektik, askerleri bile oynattık. Sabaha kadar bütün işimizi bitirmiştik. Yasak kalkar kalkmaz Konya’dan kaçtık.75 Konuyla ilgili olarak Şerif Gören de şunları söyler: Bu film, herkesin özverisiyle çekildi. Çok şehir dolaştık. Bingöl, Diyarbakır, Bursa, Adana, İstanbul. Doğa şartlarıyla, parasızlıkla savaştık. Halil Ergün’ün tren sahneleri Diyarbakır-Kurtalan arası gece yolcu bileti alarak gidip gelirken çekildi. Bugünkü gibi tren kiralamak yoktu. Mart'ın sonuydu, kar azalmıştı, Bingöl Kayakevi’nde tepelere kar yağsın diye beklerdik. Günde 12-13 saat karın 75

Akan. 102. 51

üstünde çalıştık. O dönem DİSK davası nedeniyle yargılandığım Davutpaşa Askeri Cezaevi'nden tahliye olmuştum. Film de hapisten bayram iznine çıkan mahkumların dramını anlatıyor. Duygu karmaşasını en iyi şekilde yorumladığımı ve yansıttığımı sanıyorum.76 Bu tanıklıklardan açıkça görüldüğü üzere, Şerif Gören yönetimindeki film ekibi Güney’in senaryosunda öngörülmeyen, dahası öngörülmesi mümkün olmayan birçok sorunla karşılaşmış, Gören’in sorumluluğunda ve onun direktifleriyle bu sorunların üstesinden gelebilmek için zekice ve yaratıcı çözümler bulunmuş ve bunlar filme alınmıştır. Yalnızca bu alıntı bile Güney’in senaryosunda yazılanlar ile Gören’in filminde görünenler arasındaki farkın büyüklüğü konusunda fikir verebilir. Buna ek olarak, karşılaşılan zaman sıkıntısı ve mali sorunlar gibi sebeplerle, senaryoda olan bazı sahnelerin çekilemediği, filmin altıncı karakterini takip eden sahneler gibi çekilen diğer bazı sahnelerinse teknik sorunlar sebebiyle kurguda kullanılamadığı da bilinmektedir.77 Bu gerçek de senaryoda yazan film ile çekilen film arasındaki farkın biraz daha büyümesine sebep olmuştur. Güney’in Arife-Bayram’ın çekimleri sırasında filmin yönetmeni Gören’i, kendisine düzenli olarak iletilen fotoğraf ve raporlarla takip ettiği, Gören’in yönetiminde çekilen filmleri bu filmler yurt dışına çıkarılmadan önce izlediği ve bu sayede Gören’e sürekli yeni talimatlar verdiği iddiası da gerçeklikten uzaktır. Çünkü böyle bir iddia, sürekli hareket halinde olan yönetmen ve film ekibiyle cezaevinde bulunan Güney’in her istediği an “Gören: Yol benimdir”. Hürriyet. 3 Şubat 1999. https://www.hurriyet.com.tr/gundem/goren-yol-benimdir-39061249. 10 Kasım 2020. 76

Tarık Akan ile söyleşi. https://www.youtube.com/watch?v=G_OUtEAZAcc. 10 Kasım 2020. 77

52

iletişime geçebilmesinin, bırakın internet teknolojisi ya da cep telefonlarını, sabit telefonların bile taşra kentlerinin şehir merkezlerindeki birkaç devlet dairesi dışında hiçbir yerde bulunmadığı, filmin çekim mekanlarıyla Güney’in hapis yattığı cezaevi arasında bir-iki günlük yol bulunduğu 1981 Türkiye’sinde hayatın olağan akışına aykırıdır. Üstelik, Güney’in İmralı’daki yarı açık cezaevinden sonra gönderildiği Isparta Yarı Açık Cezaevi’nde İmralı'daki kadar rahat olmadığı, askeri darbeden sonra öncesine kıyasla daha sıkı bir kontrol altında tutulduğu bilinmektedir. Ayrıca, Nihat Behram, kendisine İmralı’dan gönderdiği 10 Kasım 1980 tarihli mektubunda Güney’in "mümkünse her gün o gün çekilmiş olan kısımların yurtdışına [sic.] çıkarılmasını” istediğini belirtir.78 Yani Güney’in filmin çekimi tamamlanan bölümlerini yurt dışına çıkarılmadan önce izleyip bunlara göre yeni talimatlar verdiği iddiası bizzat Güney’in yazdığı mektuplar tarafından çürütülmektedir. Konuyla ilgili olarak Tarık Akan da çekimleri yapılan filmlerin hiç bir işlem yapılmadan, ham halde ve hiç vakit kaybetmeden yurt dışına çıkarıldığını belirtir.79 Şerif Gören’in bu konu hakkındaki sözleri aslında bu iddianın temelsizliğini ortaya koymak için fazlasıyla yeterlidir: O dönemde Yılmaz Güney ile aramızda karşılıklı olarak büyük bir saygı vardı. Ben ona ağabey o da bana Şerif kardeş derdi. Sezon başlamadan beni çağırır, “sadece benimle çalışacaksın, kaç para kazanıyorsun yılda, diyelim ki elli, ben sana yetmiş beş veriyorum”, derdi. Yedi sene kendi çektiği bütün filmlerinde Yılmaz Güney ile çalıştım. Yol bana geldiği zaman Yılmaz'ın senaryosunu en iyi özümseyebilecek, en iyi yorum yapabilecek, onun 78

Behram. 133.

79

Karadoğan. “Söyleşi”. 32. 53

duygularını en iyi hissedebilecek kişiydim. Belki de filmin başarısı oradan kaynaklanıyordur. Ama bir sürü dedikodu var. Daha önce bir gazeteci de bana sordu, Yılmaz hapishaneden talimat atıyormuş falan diye. Ben de “hapishanede avluların içinden atıyorsa, iyi atıyormuş”, demiştim. Öyle bir şey mümkün değil, Yol benim en verimli olduğum dönemin filmi.80 Filmin oyuncularından Şerif Sezer, Gören’in Güney’den aldığı talimatlarla filmi yönettiği iddialarıyla ilgili olarak şunları söyler: O filmin yönetmeni Şerif ’ti. “Yılmaz Güney telefonla talimat veriyordu” diyorlar. Dağın başında çekiyorduk, hangi telefon? Belki filme başlamadan Yılmaz Güney’le detaylıca konuşmuş olabilirler ama filmi baştan sona Şerif Gören çekti. Ona haksızlık ettiler.81 Aynı iddialarla ilgili olarak Yılmaz Güney’in yakın çevresindeki isimlerden Ali Özgentürk verdiği bir röportajda Güney’in bu filmde Şerif Gören’in “hakkını yediğini”, Gören’inse bu haksızlığa efendiliği ve dayanışma bilinci sebebiyle o dönemde çok ciddi bir itirazda bulunmadığını belirtmiştir: Örneğin ‘Yol’ filmi… Çok güzel bir filmdir. Şerif Gören’in çok güzel bir filmidir. Yılmaz Abi’nin Şerif Gören’in hakkını yememesini isterdim. Fransa’ya kaçmıştı o dönem. Montajı orada yaptı. ‘Yol’u Şerif Gören çekmiştir ama ‘Yılmaz Güney’in hapishaneden çektiği film’ sloganıyla tanıtıldı; Avrupa da buna 80

Şerif Gören: “Yönetmenin önce tek başına iktidar olması gerekiyor”. 36.

“Şerif Sezer, Tarık Akan'la 'Yol'u anlattı” Habertürk. 18 Eylül 2016. https://www.haberturk.com/kultur-sanat/haber/1298020-serif-sezer-tarikakanla-yolu-anlatti. 10 Kasım 2020. 81

54

inandırıldı. Böyle bir şey mümkün değil elbette. Yılmaz Abi, Cannes’da ödül aldığını öğrendiğinde Şerif Gören’i oraya çağırmalıydı. Şerif Gören de çok karşı çıkmadı buna… Çünkü çok efendi bir adam. Hapisteki arkadaşına destek olmak istemişti… O da girip çıktı ona bakarsan. Gandhi davranışı gibiydi. Sinemamız adına, adalet adına buna o zaman daha yüksek sesle herkes karşı çıkılmalıydı (sic.). Bu filmin bir Şerif Gören filmi olarak kabul edilmesi gerekir. (İtalikler bana ait.)82 Gören’in filmi Güney’in verdiği talimatlarla yönettiği iddiasının temelsizliğinin bir başka kanıtı da bizzat Yılmaz Güney’in filmin kurgusu sırasında yaptığı ekleme, çıkarma ve manipülasyonlardır. Kurgu sırasında yapılan bu değişiklikler Güney’in senaryoda yazdığı ve hayal ettiği film ile kurgu masasına oturduğunda karşısında bulduğu Gören’in filmi arasında büyük farklar olduğunun göstergesidir. Aksi bir durumda, eğer film iddia edildiği gibi Güney’in kesin denetiminde yapılmış olsaydı Güney’in çekilmiş bütün materyalleri olduğu gibi kurgulaması beklenirdi. Bu anlamda, Güney’in kurgu sırasında yaptığı değişiklikler Güney’in, elindeki mevcut filmi, senaryosunu yazarken hayalinde kurduğu filme mümkün olduğunca yakınlaştırma çabasından başka bir şey değildir. Şerif Gören’in filmin Güney tarafından yazılan senaryosu ile ortaya çıkan kendi çektiği film arasındaki ilişkiye dair olarak söyledikleri gayet aydınlatıcıdır: Senaryo konusuna gelince Yol'un kitabı da yayınlandı. Zaten o kitabı alıp, şöyle bir filmle

Bilgici, Yenal. “Küçük deliliklerin ve büyük nefeslerin insanlarıydı onlar”. https://www.hurriyet.com.tr/kelebek/magazin/ali-ozgenturk-kemal-sunalinson-anlarini-anlatti-40503546. 10 Kasım 2020. 82

55

karşılaştırırsanız birbirlerine pek benzemediklerini görürsünüz.83 Bu yanıyla Güney’in kurgu sırasında yaptığı şey Gören’in filmini kendi filmi haline getirme, bir kendine mal etme çabasıdır. Aslında, Güney’in Erden Kıral yönetiminde başlayan ilk filmin çekimlerini durdurmasının gerçek sebebi de budur. Çünkü, setten aldığı bilgilerle Kıral’ın Güney’in görmek istediği filmi değil kendi filmini çekmeye başladığını fark eden Güney bunu engellemek için filmin uzunluğunu, maliyetini ve oyuncu yönetimini bahane ederek çekimleri durdurup Kıral’ı yönetmenlikten almıştır. Bu konuyla ilgili Aynadan Yansıyan Hatıralar isimli kitabında Kıral’ın yazdıkları gayet aydınlatıcıdır: Bayram”ın çekimlerine (Ayvalık’ta) başladım. Yılmaz, ‘Her satırı bir plan şeklinde yazdım. Kamerayı kaydırma, ray kullanma,’ diye uyarmıştı. ‘Binlerce resim çek,’ diye eklemişti. Ama ben sette zorlanıyordum. Daha önce iki filmde birlikte çalıştığım yardımcım, ‘Abi, filmi çekemiyorsun. Ne oldu sana?’ diye şaşırıyordu. Bir süre sonra rayları döşeyip, kendi dünyamı kurmaya başladım. Fakat her akşam Isparta’ya rapor ediliyormuşum. Ray koydu, yok şöyle yaptı falan … gibi.84 İsmail Yıldırım’ın, Güney’le ilgili bir belgesel için kendisiyle yapılan röportajda Kıral’ın filmden alınması ile ilgili olarak söyledikleri bu görüşü destekler niteliktedir: Yılmaz Güney bir asistan arıyordu kendisine, yani bir yönetmen değil, bir asistan arıyordu. O asistan Yılmaz Güney’in düşüncelerini, sinema mantığını

83

Ibid. 37.

84

Kıral. 66.

56

aktarmalıydı. Erden kendi filmini yapmaya başladı.85 Güney’in, filmi çekmeyi ancak senaryodaki karakter sayısı altıya düşürülürse kabul edeceği konusundaki ısrarında diretmesi üzerine Gören’e söylediği Şerifçiğim senaryo sana ait. İstediğin sayfayı çıkart. Nasıl istersen öyle olsun. Ama filme bir an önce başla. (...) Sıkıyönetimle başınız belaya girmeden bitirin filmi…86 ifadeleri Güney’in filmin çekimlerine başlanmadan önce Gören’e tam yetki verdiğinin, Gören’in bu konudaki ısrarı ise filmin o andan itibaren “Bir Şerif Gören Filmi” olduğunun en net kanıtıdır. Ancak Güney, Gören’e verdiği, ya da daha doğrusu, İsviçreli yapımcı ile imzalanan anlaşmada belirtilen bütçe ve takvimin sınırlarına yaklaşıldığı için vermek zorunda kaldığı bu tavizlere ve filmin kontrolü konusundaki açık çeke rağmen Gören’in filmini kurgu aşamasında, onun bilgisi ve izini olmadan değiştirerek çekim öncesinde vermek zorunda kaldığı kontrolü kurguda geri almaya çalışmıştır. Bu durum

Önder, Aziz. İsmail Yıldırım ile Yılmaz Güney Üzerine Söyleşi. https://www.youtube.com/watch?v=GWOaxiS29xw. 10 Kasım 2020. 85

Çekimi durdurup Kıral’a filmden el çektirip, böylece Yeşilçam çevresinde Kıral’ın adını “film çekmeyi beceremeyen yönetmen”e çıkarıp neredeyse Kıral’ın sinema kariyerini bitirme noktasına getiren Güney’in işi pişkinliğe vurup “hiçbir yönetmen, bizimle beraber bu kadar uzun zaman olmadı.. Üç ay beraber oldum. Bu işten karlı olan yine Erden’dir. Neden? Çünkü ben onu üç ay eğittim.. eğittim.. üç ay eğittim. O, bütün o yirmi senelik sinema hayatında, benim ona üç ayda öğrettiğimi öğrenmemiştir. Üstelik bu kadar bilmem ne yaparak da.. bir de prova yaptı. Şimdi gider, birtakım yerlerde bir şeyler yapabilir. Bu benim için iyi bir şeydir. Sinemamız için de iyi bir şeydir.” dediğini belirtmeden geçemeyeceğim. Behram. 248. 86

Akan. 101-102. 57

Arife-Bayram’ın “Bir Şerif Gören Filmi” olduğu gerçeğini değiştirmez ancak Güney’i başkasının filmini kendine mal etmeye çalışan biri durumuna düşürür. Filmin, yönetmeni Gören’in bilgisi ve onayı olmadan —ki yurt dışına kaçtıktan sonra Güney ve Gören hiç iletişim kurmamıştır— Güney tarafından kendi düşüncesi çerçevesinde kurgulanması etik olarak başlı başına ciddi bir sorunken Güney’in Gören’in haberi ve onayı olmadan filme birtakım ekleme ve filmden çıkarmalar yapması, dahası, bu eklemelerin bazılarının kendisi gibi yurt dışına kaçmamış, Türkiye’de yaşamaya devam etmiş Gören’in cunta tarafından yargılanmasına sebep olması anlaşılabilir/savunulabilir şeyler değildir. Böyle bir durumda bile Güney’in destekçileri Gören’in hakkını savunmak yerine Güney’in yanında yer almış, hatta işi daha da abartıp hakkını savunmaya çalıştığı için Gören’i etik davranmamakla suçlamışlardır:87 Yol’u yapan arkadaş [Şerif Gören] etik davranmadı. Şundan dolayı etik davranmadı: Zaten Yılmaz Güney’in asistanıydı, asistanlığı da harfiyen yerine getirdi. Film bittikten sonra bu arkadaşın yurt dışına çıkabileceğine dair biz garanti verdik. Gelmek istemedi. Milliyet Gazetesi’nde sıkça rastladık. Şerif Gören beyanatlar veriyor: ‘Yılmaz Güney benim filmimi çaldı. Şu oldu… Bu oldu… filan.’ O günün karanlık ve sıkı döneminde buna cevap da veremiyorsun. Oysa filmin jeneriğinde yazıyor yönetmenin kim olduğu. Yönetmen Şerif Gören. Değil mi? O zaman nasıl çalmış oluyor?88 ”Yol filmi tamamen Yılmaz Güney'e mal edilince elbette buruldum”. Vatan. 11 Eylül 2004. http://www.gazetevatan.com/-yol-filmi-tamamen-yilmaz-guney-e-mal-edilince-elbette-buruldum---2--35737-roportajlar/ 10 Kasım 2020. 87

Önder, Aziz. İsmail Yıldırım ile Yılmaz Güney Üzerine Söyleşi. https://www.youtube.com/watch?v=GWOaxiS29xw. 10 Kasım 2020. 88

58

Sanırım bu soruya verilecek en iyi cevap “Peki filmin başındaki “Bir Yılmaz Güney Filmi” yazısını ve Şerif Gören’in haberi ve onayı olmadan filme eklenen parçaları ne yapacağız?” sorusunu sormak olacaktır. Aynı röportajın devamında daha önce söyledikleriye çelişen bir şekilde Yıldırım, Gören’in Arife-Bayram’daki rolünü küçültmek ve Güney’inkinin altını çizmek amacıyla söylendiği izlenimi veren şu sözleri söylemektedir: Yurt dışına [Şerif Gören’in] gelmemesi belki iyi oldu. Gelseydi belki de yok olup giderdi. Burada [Türkiye’de] kendine göre filmler yaptı. Ama hiç bir zaman Yol gibi bir film yapamadı. Demek ki, Yılmaz Güney olmasa Yol olmayacaktı. Onu da hesaplamamız gerekiyor.89 Bu cümleleri söylerken Yıldırım’ın gözden kaçırdığı bir nokta olduğunu, aynı argümanın ters-yüz edilip Güney’e karşı kullanılabileceği gerçeğini görememesini anlamakta zorlanıyorum. Ayrıca, “Şerif Gören Yol gibi bir film yapamadı da Güney yapabildi mi?”, “Şerif Gören Yol’dan sonra bir sinemacı olarak var olmayı ve saygınlığını sürdürdüğü halde Güney bir sinemacı olarak saygınlığını sürdürmeyi başarabildi mi?”, “Sınırsız bütçe, imkan ve destekle yaptığı Duvar’ın uğradığı büyük hezimetten sonra bir sinemacı olarak Avrupa’daki bütün kredisini ve saygınlığını kaybetmedi mi?” gibi sorulara Yıldırım’ın nasıl cevaplar verebileceğini de merak ediyorum doğrusu.90 * 89

Ibid.

90

Bu konudaki benzer görüşlere örnek olarak Nihat Behram’ın “Film, sokak 59

Güney’in Sürü ve Yol gibi “filmleri cezaevinden yönettiği” iddiasının kaynağının Güney’in eşi Fatma Jale Pütün olduğu anlaşılmaktadır, çünkü, Pütün, Okan Başara tarafından hazırlanıp Kanal 24’te yayınlanan Keşke Olmasaydı isimli televizyon belgeselinde ve kendisiyle yapılan birçok röportajda bu filmler için “bunların senaryoları cezaevinde yazılmış, [bu filmler] cezaevinden yönetilmiş ve kopyaları cezaevinde izlenmiştir.” ifadelerini kullanmaktadır.91 Bu metin yayıma hazırlanırken verdiği bir röportajda dile getirdiği “O dönemlerde, Türkiye’nin ilkel denebilecek şartlarında türlü zorluklarla çekiği [sic.] Umut, Sürü, Yol gibi filmleri kült filmler arasına girmeyi başardı.” ifadesi Pütün’ün bu iddiaları bugün bile sürdürmekte kararlı olduğunu göstermek için yeterli olur sanırım.92 Yalnızca bu konuda değil Yılmaz Güney’le ilgili bazı başka konularda da aynı olaya şahitlik eden kişiler farklı tanıklıklar ortaya koyarken kendisi Yılmaz Güney’i savunan farklı açıklamalar yaptığı, eşi ve varislerinden biri olduğu için Güney’in imajını savunmak konusunda kişisel çıkar ve motivasyonu olduğu için Pütün ihtiyatla yaklaşılması gereken bir kaynaktır. Pütün’ün Yılmaz Güney’in imajını savunmak konusunda kişisel çıkar ve motivasyonu olduğunun en büyük göstergesi Pütün’ün kendi resmi soyadı olmadığı halde Yılmaz Pütün’ün sahne soyadı gazetelerine dek alay konusu olmuştu. Ciddi eleştirmenlerin tanımları ise daha ağırdı. ‘İyi film yapması için herhalde cezaevinde olması gerekli!’ diyorlardı. ‘Belki de sadece kendi memleketi hakkında iyi bir senaryo yazarı!’ diye konuşuyorlardı.” (Behram. 425) ifadeleri ya da Tunç Okan’ın “Nitekim de öyle oldu. Kötü oldu sonu. Bütün kapılar kapandı yüzüne. İnsanlar telefonlarına çıkmamaya başladı. Ve Yılmaz herhalde kahrından gitti. Buraya kadar gelip de devamını getirememek... Yazık!” (Luxembourgeus. 95.) ifadeleri hatırlanabilir. Keşke Olmasaydı - Yılmaz Güney https://www.youtube.com/watch?v=y6fueJuGI_E. 10 Kasım 2020. 91

https://t24.com.tr/k24/yazi/fatos-guney-yazmak-olumden-bir-seykoparmakti,2972. 27 Kasım 2020. 92

60

olan Güney soyadını ısrarlı bir şekilde kullanmasıdır. Yılmaz Güney’in kızı Güney Pütün’ün belirttiği gibi, Güney sahne soyadı Yılmaz Pütün’ün “davası ve sanatıyla inşa” ettiği bir markadır.93 Fatma Jale Pütün’ün açıklamalarına örnek olarak Yargıç Sefa Mutlu’nun öldürülmesiyle ilgili Başara’nın sözü edilen belgeselinde söyledikleri ya da Nihat Behram’ın, Yılmaz Güney’in Fatma Jale Pütün’ü Paris’in ünlü mağazası Lafayette’de dövdüğüne yönelik iddialarına verdiği Güney’i —ve dolaylı olarak kendisini— savunan cevaplar gösterilebilir.94 Benzer şekilde ihtiyatla yaklaşılması gereken bir diğer kaynak da 37 yaşında asker kaçağı olduğu için iki kez yakalanan, ilkinde birliğine teslim olması için zaman verilip serbest bırakılan ancak zamanında birliğine teslim olmadığı için ihbar üzerine tekrar yakalanıp asker kaçaklarının sıkça gönderilmesiyle bilinen Sivas, Temeltepe’ye askerlik için gönderilen Yılmaz Güney’in Sivas’a “sürgün”e gönderildiğini; askerlik sırasında elinde silahla çekilmiş üniformalı fotoğraflar varken Güney’e “sakıncalı” görüldüğü için askerlik boyunca silah verilmediğini iddia eden Zahit Atam’dır.95 Fatma Jale Pütün ve Zahit Atam’ın birlikte katıldıkları bir söyleşide Fransa’da mide kanserinden ölen Yılmaz Güney’in devlet tarafından bilinçli ve kasıtlı olarak öldürüldüğünü iddia eden açıklamaları bu kişilerin bu konuda kaynak olarak güvenilirliklerini sorgulatmaya yeterlidir kanımca:

Abidin Çetin ile ON'LAR Programı -TV 10 - Elif Güney Pütün ile yapılan söylesi. 93

Behram. 388-389., “Tek bir fiske bile yeseydim terk ederdim onu”, https://www.haberturk.com/magazin/ozel-roportajlar/haber/677588-tekbir-fiske-bile-yeseydim-terk-ederdim-onu. 28 Ekim 2020. 94

Feyizoğlu. 155., Zahit Atam ile Yılmaz Güney üzerine Söyleşi, Yönetmen: Aziz Özer. https://www.youtube.com/watch?v=_2E8iMHRSew. 10 Kasım 2020. 95

61

Fatoş Güney: (...) Bir gün “kalbim ağrıyor” dedi. Benim ödüm patladı, hemen bir seyyar doktor geldi, kalbini dinledi, elektro çekildi, sonra dedi ki “midenize bakılsın.” Sonuçta anlaşıldı ki, kanser. Ameliyat oldu, oranın en ünlü iki cerrahından biri olan profesör doktor bana “çok zaman kaybetmişsiniz, neredeydiniz bu kadar zamandır?” dedi. “Bu hastalık başlayalı en az 1 yıl, 1 buçuk yıl olmuş” dedi çocuklar. Zahit Atam: Hatta çok daha öncesinde; kanser teşhisi 1978 yılında, Türkiye’de koyuluyor. Yılmaz Güney ve ekibine söylemiyorlar, yurt dışına çıkışında da o yüzden sorun çıkarmıyorlar. Türkiye’de ve hapishanede ölmesini istemedikleri için izin veriyorlar. Bizim yetkililerimiz Yılmaz Güney Türkiye’den çıkmadan önce kanser olduğunu biliyorlar, Yılmaz Güney’in kendisi bilmiyor, ailesi bilmiyor ve tedavi olamıyor. Fatoş Güney: Bilhassa ölsün diye yapılıyor. Orada bütün midesi alındı ama iş işten geçmiş, bütün sinir uçlarına yayılmış hastalık. Senfoni yarım kaldı. 47 yaşındaydı, ben de 32 yaşındaydım. Düşündüklerinin, kapasitesinin, yeteneğinin ancak yüzde 30’unu gerçekleştirdi belki ama o kadarıyla bile Türkiye ve dünya sinemasına ismini bırakarak, çok erken gitti.96 *

“Yılmaz Güney Paneli: Zahit Atam, Fatoş Güney, Hüseyin Karabey”, içinde Boğaziçi Üniversitesi Mithat Alam Film Merkezi Söyleşi ve Panel Yıllığı 2011. İstanbul: Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi, 2011. 325-356. 322-323 96

62

Sürgün, Yılmaz Güney’i haksızlığa uğramış bir “kurban” gibi göstermek amacıyla kavramın kendisini anlamsızlaştıracak kadar sıkça kullanılan kavramlardan biridir. Öyle ki, Zahit Atam gibi bazı kişilerin gözünde, yirmi yaşına gelmiş her erkek vatandaşın yapmakla yükümlü olduğu zorunlu askerlik uygulaması bile Güney söz konusu olunca bir “sürgün”, onun askerlik için gönderildiği yer de bir “sürgün yeri”dir. Üstelik, Güney’in askerliği sırasında izin alarak iki tane film yönettiği, bu iki film dahil toplam sekiz tane filmde başrol oyuncusu olarak rol aldığı, hatta arada Asılacak Adam adlı bir fotoromanda bile rol aldığı biliniyorken.97 Tabii ki, zorunlu askerlik uygulamasını eleştirmek, bu uygulamanın gerekliliğini sorgulamak ya da bu uygulamanın anlamsızlığını vurgulamak için retorik birtakım şeyler söylenebilir. Ancak böyle bir yaklaşım bile, zorunlu askerlik uygulamasının bir sürgün olarak tanımlanmasını mümkün kılmaz. Çünkü, sürgün, tarihsel olarak bir kişinin işlediği ya da üzerine atılı bir suç sebebiyle ceza olarak, geçici bir süre için ya da kalıcı olarak belli bir yerin dışında veya belli bir yerde yaşamaya zorlanması olarak anlaşılmıştır. Sürgünün iki temel öğesi vardır: 1. Ceza olarak belli bir yerin dışında veya belli bir yerde yaşamaya zorlanma. 2. Geri dönme yasağı. Sürgünün bu iki öğesinin hiçbiri ne Yılmaz Güney’in askerlik için Sivas’a gönderilmesine ne de Türkiye’den kaçıp başka bir ülkede yaşaması deneyimine uyar çünkü Güney ne bir ceza olarak ülkesinden ayrılmaya zorlanmıştır ne de kaçtığı Fransa’dan ülkesine dönmesini engelleyen bir neden vardır. Aksine, yurt dışına kaçan Güney’e, kalan cezasını tamamlaması için resmi olarak Türkiye’ye dönme çağrısı bile yapılmıştır. Her ne kadar bu eylemini ben “hapishaneden kaçtım, Türkiye’den kaçmadım” gibi sözlerle sempatik kılmaya çalışsa da Güney, bir

97

Feyizoğlu, 161. 63

sürgün değil, işlediği bir cinayetin cezasını çekerken cezaevinden yurt dışına firar etmiş bir suçludur. Fatma Jale Pütün, Zahit Atam ve benzer iddiaları dile getiren başka birçok kişinin Yılmaz Güney’i kurbanlaştırma, haksızlığa uğramış bir mazlum olarak gösterme çabalarının komikliğini ortaya koymak için Güney’in hem özgürken hem de cezaevindeyken hep ayrıcalıklı bir muamele gördüğünü hatırlatmak yeterlidir. Üç kişiyi bıçaklayarak yaralama, defalarca ruhsatsız silahla yakalanma, kavga, kadın dövme, o dönemki eşi Nebahat Çehre’nin üzerine araba sürerek kaburga kemiklerini kıracak şekilde yaralama, Çehre, Erol Günaydın ve Tuncel Kurtiz gibi oyuncuların ellerine verdiği ya da başlarına koydurduğu şişe ve bardaklara gerçek silahla ateş etme, film çekimleri sırasında gerçek silah kullanarak oyuncu Godzilla Selahattin’i (Geçgel) yaralama, ehliyetsiz, hızlı ve alkollü araç kullanıp ondan fazla trafik kazasına karışma, bu kazalar dolayısıyla aralarında çocukların da bulunduğu bazı kişilerin yaralanmasına sebep olma, askerden kaçma, henüz reşit olmayan Jale Fatma Süleymangil’le ailesinin rızası olmadan yaşını büyütüp evlenme gibi eylemleri sebebiyle Güney’in ya hiçbir ceza almadığı ya da küçük uyarılarla kurtulduğu düşünülürse Güney’in ayrıcalıklı bir muamele gördüğü açıkça görülür.98 Zira, sayılan bu eylemlerin herhangi birini gerçekleştirmenin bile Güney gibi popüler olmayan birinin uzun süreler cezaevinde kalmasına neden olabileceği ortadadır.

Ses. Temmuz 1965, Sayı 28. 8-11., Milliyet, 28 Nisan 1966. 6., Cumhuriyet, 12 Kasım 1969, 5., Milliyet, 8 Mart 1973. 1., Evren, 50., Feyizoğlu, Turhan. Yılmaz Güney: Bir Çirkin Kral. İstanbul: Tekin, 2014. 451-52., Feyizoğlu. 176., Behram, 389., https://www.antraktsinema.com/makale.php?id=407., Çirkin Kral Efsanesi, Hüseyin Tabak, 2017. “Tarık Akan ve Yılmaz Güney”, https:// www.youtube.com/watch?v=Oo3EYKewA-0. 29 Ekim 2020., Luxembourgeus, 86., Akan, 96., 98

64

Yılmaz Güney’in Eşrefpaşalı (Erdoğan Tokatlı, 1966) filminin çekimleri sırasında gerçek mermi kullanarak Nebahat Çehre’nin başına yerleştirdiği bardağa ateş ettiği sahne.

Güney’in yalnızca dışarıdayken değil cinayet sebebiyle hapse mahkum edildiğinde bile, belki de Türkiye tarihinde kimseye gösterilmeyen bir kolaylıkla, ziyaretçilerini cezaevinin müdürünün odasında ağırlayacak, istediği zaman istediği kişiyi telefonla arayabilecek, istediği zaman ziyaretçi alabilecek, yemek yemek ya da film izlemek için bile cezaevinden çıkıp işi bitince geri gelebilecek, istediği zaman izne çıkabilecek, cezaevine ait tekneyle İstanbul, Moda’daki evinin yakınındaki iskeleye kadar götürülüp bırakılabilecek, cezaevine şehir merkezindeki bir sinemadan film projeksiyon makinesi söktürüp getirtebilecek, bu makineyi kurdurup mahkumlara film izletebilecek, oğlu Remzi Pütün’ün bir hafta onunla birlikte cezaevinde kalmasını sağlayabilecek, cezaevinde Alman, Fransız ve İsveçli gazetecilere ve Elia Kazan’a röportaj, Ahmet Boga gibi fotoğrafçılara pozlar verebilecek ve cezaevinde bile belinde silahla dolaşabilecek, hatta kendisine getirilen silahı beğenmeyip yenisini getirtebilecek kadar ayrıcalıklı bir “mahpusluk”

65

hayatı yaşadığı sır değildir.99 Türkiye’de siyasi gerekçelerle tutuklanmış ya da hüküm giymiş kişilerin cezaevi deneyimleri ve cunta yönetiminin sistematikleşmiş işkence uygulamaları göz önüne alındığında bunun ayrıcalıklı bir muamele olduğu açıktır. Güney’in 1971 ve 1980 askeri darbeleri sonrası dönemlerde bile cezaevinde gördüğü bu ayrıcalıklı muamele birçok kişi ve kaynak tarafından belirtiliyorken Fatma Jale Pütün’ün ortaya attığı ve bugün bile ısrarla sürdürdüğü Sürü ve Arife-Bayram gibi filmlerin Yılmaz Güney tarafından cezaevinden yönetildiğine dair iddiayı destekleyecek başka hiç bir tanık olmaması ilginçtir. Sürü ve Arife-Bayram’ı Güney’in yönettiğine yönelik bu temelsiz iddianın gerçekmiş gibi kabul edilmesinde Güney’in etrafında yaratılan mitik havanın ve bu havanın oluşturulması ve sürdürülmesinden çeşitli şekillerde faydalanan kişi ve grupların bu iddiaları sorgulamamasının, dahası tekrarlamasının

“İstediği gibi gardiyanları kullanıyordu bilmem ne… Dışarı bile çıkıyordu zaman zaman yani. Gidiyor bir lokantada yemek yiyip geliyordu, bir filmi gidip seyrediyor geliyordu falan. Yani, bu kadar… Biliyorlardı onun kaçmayacağını. Mert, delikanlıdır, falan filan sözünde durur. Herkes inanıyordu. Hapishaneyi o yönetiyordu.” Ahmet Soner. Çirkin Kral Efsanesi, Hüseyin Tabak, 2017., Behram, 20, 45-46. “Ertesi gün sabah saat yedide hemen buradan gittim. Hapishanenin içine girdiğim anda bütün mahkumlar, nasıl alkış, kıyamet… Dedim ‘bunlar nasıl seyrettiler bu filmi burada?’ ‘Yılmaz Ağabey’ dedim ‘Allah aşkına, nasıl seyrettin bu filmi?’ ‘Ya’ dedi ‘ne var’ dedi ‘ çok kolay’ dedi. ‘Gece saat onikide’ dedi ‘İzmit’te bir sinemadan’ dedi ‘sinema makinesini söktürdüm, buraya getirttim, avluya kurdurdum, çarşafları da serdik, koyduk, sesle beraber bütün mahkumlar’ dedi ‘seyrettik Tarık’ dedi. ‘Biliyor musun’ dedi ‘muhteşemdi’ dedi.” “Tarık Akan ve Yılmaz Güney”, https://www.youtube.com/watch?v=Oo3EYKewA-0. 29 Ekim 2020., Boga, Ahmet. Deniz İle Gökyüzü Arasındaki Tutsak İmralı Günlerinde Yılmaz Güney. İstanbul: Everest Yayınları. 2001. 99

66

etkisi büyüktür kuşkusuz.100 Ancak, Yılmaz Güney’i efsaneleştiren, onu “hapishaneden bile film yönetebilen” olağanüstü bir yönetmen gibi konumlandıran bu anlatının yaygınlık kazanmasında en büyük pay kendisinin bu konuda tarihe kesin ve tutarlı bir kayıt düşmemesinindir. Örneğin, Cannes Film Festivali sırasında henüz Yol’un Altın Palmiye kazanan filmlerden biri olduğu belli olmadan önce festivali takip eden Mehmet Basutçu’ya verdiği röportajda eğer tutukluyken senaryolarımdan hareketle gerçekleştirilen filmler ve “Yol” başarı kazanırsa, bu başarıları o filmleri yapan arkadaşlarındır. Ben Güney hakkında bir şeyler yazan, söyleyen birçok kişinin —ki Güney çok uzun süre cezaevinde kaldığından, önceki eşi Nebahat Çehre, son eşi Pütün ve kızı dışında, bu kişilerin neredeyse tamamı erkektir— anlatılarında homoplatonik olarak tanımlanabilecek belirgin bir ton bulunduğuna dikkat çekmek isterim. Tarık Akan, Tuncel Kurtiz ve İsmail Yıldırım’ın Güney’le ilgili konuşma ve yazılarında bu tonun izleri rahatlıkla görülse de, sanırım bu tespitimi destekleyecek en belirgin örnek, bir süre Güney’le aynı cezaevinde kalmış Hakkı Gümüştaş’ın Yılmaz Güney’li Günler isimli kitabında yazdıklarıdır: “Adamın öyle sıcak bir anlatışı var ki… İnsanın içini ısıtıyor. Onunla burada, beraber olmaktan…Beraber hapis yatmaktan sevinçliyiz! Mutluyuz! Onunla beraber, hapiste oluşumuza, memnunuz! Hiç sıkılmadan, daha yıllarca yatabilirmişiz gibi… Hepimizin gözü, Onun üzerinde! Yalnız bizlerin mi? Askerlerin, subayların, gardiyanların, polislerin, Onu görenlerin, tanıyanların herkesin gözü, Onun üstünde… Hele doğulu askerlerin bakışı inanılmaz… Büyülenmiş gibiler… Ona bakarken gözlerini kırpmıyorlar. Kıpırtısız dümdüz bakıyorlar. Memleketlerine döndüklerinde anlatacakları öyküleri şimdiden kuruyorlar sanki… Haber, kulaktan kulağa yayılıyor. Duyanlar koğuşlarını boşaltmış geliyor. Sevinç, pencerelerden taşıyor. Telparmaklıkları [sic.] aşıyor. Gökyüzüne yükseliyor. (…) Çünkü, Onu görebilmeyi istemektesiniz, hoşunuza gitmektedir. Onunla aynı yerde olduğunuza inanmamaktasınız… (…) Gelenimize, gidenimize diyebileceğiz ki! O da bizimle… Burada, O da var… Gerçek yaşamda, filmlerde değil! Bizimle birlikte yemek yiyor. Bizimle konuşuyor. Geziyor. Bulaşıkları yıkıyor, diyeceğiz… (…) Onunla ol da nerede olursan ol demek pek yanlış değil, diyeceğim, sonuçta. Çünkü sonraki yıllarımda ondan çok şey öğrendiğim açık. ONUN DOSTLUĞUNU KAZANMIŞ OLMAK AZ ŞEY Mİ? Şimdi bu kadar yıl sonra bir yere gidecek olsam… Takdim sırasında insanlar ‘Yılmaz abi’nin arkadaşı’diyor. [sic.] Bu şekilde takdim edilmeyi hak etmiş olmak çok hoş doğrusu… Ben yine de böyle takdimden olası kadar kaçınıyorum. Bunu hak 100

67

sadece senaryoları yazarak görüşlerimi bildirdim. Bu arada “Yol” filminin senaryosunu ve diyaloglarını yeniden ele aldım.101 diyerek açıklamada bulunan Güney’in, film festivalde ödül aldıktan sonra Nazım Alfatlı’ya verdiği röportajda “Bu film kim için yapıldı, kime sesleniyor?” sorusuna Bu film [Yol] yapıldığı koşullarda biz Türkiye’deydik ve bu filme karar verdiğimiz zaman da yine şartlar çok kötüydü. Yani Türkiye’de sansür şartları çok kötüydü. Daha önce yaptığım Sürü İstanbul’da, Ankara’da oynadı, daha sonra sinemaların bombalanması, sinemaların tehdit edilmesinden sonra oynatılamadı. Düşman aynı hattı izledi. Yine sinemaların bombalanması, sinemacıların tehdit edilmesi… Ve cunta geldikten sonra bu sefer onlar resmi yasak koydular. Ben bütün bunlara rağmen, bütün kötü şartlarda dahi film yapılabileceğinin şeyini gösterdim. Ben yurt dışına çıkmasam da bu filmin Türkiye’de gösterilemeyeceğini biliyordum. Ancak benim için bir mücadele aracıydı film yapmak. Direnmenin, baş eğmemenin, bir çeşit baş kaldırmanın ifadesiydi. Ben bu filmi yaptım. (İtalikler bana ait.)102 cevabını vermesi ve böylece yalnızca Yol’un değil, Ökten’in Sürü ve Düşman (1979) filmlerinin de kredisini, Nihat Behram’ın daha önce alıntıladığım sözünde belirttiği gibi “olayı, yönet-

etmiş olduğumu söyleyebilir miyim?” (Büyük harfler orijinal metinde var.) Gümüştaş, Hakkı. Yılmaz Güney’li Günler. İstanbul: Kültür Kent Kuledibi Yayınları. 2018. 9, 12-13, 32. 101

Basutçu. 195,

Nazım Alfatlı’yla yapılan röportaj. https://www.birgun.net/haber/yilmaz-guney-in-37-yil-sonra-ortaya-cikanroportaji-276135. 10 Kasım 2020. 102

68

menini anmadan sunuş” taktiğiyle kendine mal etmesi bu kanımı desteklemektedir.103

* Yol’un “Bir Yılmaz Güney Filmi” olduğunu iddia edenlerin elindeki teorik olarak en sağlam argüman filmin senaryosunu Güney yazdığı için filmin onun filmi olduğu argümanıdır. Ancak bu argümanın bile Yol’un “Bir Yılmaz Güney Filmi” olduğunu iddia edenlerin görmek isteyeceği sonucu vermesi mümkün değildir. Bu argümanın teorik arka planı François Truffaut’nun 1954 yılında Cahiers du Cinéma dergisinde yayımlanan “Une certaine tendance du cinéma français” (Fransız sinemasında beliren bir eğilim) isimli, film yönetmeninin bir filmin “yazarı”, yaratıcısı ve esas sahibi olduğunu savunan makalesinde ortaya atılan auteur (yazar) polemiğinden sonra geliştirilen ve yönetmen yerine senaristin filmin esas yaratıcısı olduğunu savunan argümanlara kadar götürülebilir. Ancak senaryo yazarını filmin asıl yaratıcısı, auteur’u olarak görmek filmin senaryoyu yeniden yorumlayan, onu yazılı bir metinden görüntüye uyarlayan bir süreç olduğu gerçeğini görmezden gelmektir. Senaryo teknik bir metindir. Basılmaya, o haliyle okuyucuya sunulmaya ve tüketilmeye uygun değildir. Son yıllarda, çekilmiş filmlerin senaryolarını kitap olarak yayımlamak daha sık görülen bir uygulama olsa da henüz çekilmemiş bir filmin senaryosunun basılması sıklıkla karşılaşılan bir olay değildir. Bu durum bile okuyucunun, seyircinin ve yayıncının gözünde senaryonun, filmin ya da görüntünün kendisinden sonra geldiğini gösterir. Senaryo, filme ya da tiyatro perfor-

103

Behram. 366. 69

mansına dönüştürülmek, uyarlanmak için yazılan, kendisi roman, öykü ya da şiir gibi tamamlanmış bir eser olmayan bir türdür. Senaryo edebi bir tür değildir, en azından şu an öğle olduğunu savunan çok az kişi vardır. Örneğin hikaye ya da romanda olduğu gibi senaryo karakterin duygu ve düşüncelerini, iç dünyalarını açıklayan bölümler içermez, bunun yerine bu öğeleri görsel olarak ifade edebilmek için gerekli görülen görüntülerin tarifini yapar. Bu anlamda senaryo, kendisi bitmiş, tamamlanmış bir eser olsa da filme ya da tiyatroya aktarılmadığı sürece hep bir yanıyla eksik kalacak bir türdür. Bu yönüyle senaryo henüz yolculuğunu tamamlamamış bir metindir ve ondan yola çıkılarak yapılması öngörülen esere kıyasla, o eserden önce ortaya çıkmış olsa da, ikincil durumdadır. Senaryo bir yarı-mamuldür; nihai ürün değildir. Belki bu anlamda senaryo bir alışveriş listesine ya da sadece gerekli malzemelerin yazılı olduğu bir yemek tarifine benzetilebilir. Bir yemek için gerekli malzemelerin yazılı olduğu bir alışveriş listesi o yemeğin sunumu güzel, lezzetli bir yemek haline gelmesi için yeterli değildir. Gerekli malzemelerden yola çıkarak yemeği pişiren, o malzemeleri işleyen, onları dönüştüren, onu sunan aşçıdır. Filmin aşçısı yönetmendir. Türkiye sinemasının en önemli yönetmenlerinden Metin Erksan’ın yönetmenin filmin yapımındaki rolüne dair söylediği şu sözler bu fikri desteklemektedir: Ne demek rejisör? Nereden geliyor? Reji nereden geliyor? Rejimantasyon! [régimentation] Reji: Tekel, insan. Bu demek! Tanrı kral demek, tanrı kral! Diktatörlük değil. “Efendim, sinema kollektif bir iştir.” Hayır, kolektif iş değildir! Sinema bir tek kişinin iradesi ve isteği dahilinde yapılan bir sanattır.104 “Ne demek rejisör? Tanrı Kral demek - Metin Erksan” https://www.youtube.com/watch?v=qPC3eXzRDPw. 10 Kasım 2020. 104

70

Senaryolarını yazdığı için Sürü ve Yol filmlerinin Yılmaz Güney’in filmleri olduklarını iddia etmek Ken Loach’ın 2016’da yönettiği I, Daniel Blake (Ben, Daniel Blake) filminin bir Paul Laverty; Mikhail Kalatozov’un 1957’de yönettiği Letyat zhuravli (Leylekler Uçarken) filminin bir Viktor Rozov; Andrzej Wajda’nın 1981’de yönettiği Człowiek z żelaza (Demir Adam) filminin bir Aleksander Ścibor-Rylski ya da Béla Tarr’ın 1994’te yönettiği Sátántangó filminin bir László Krasznahorkai filmi olduğunu iddia etmekle aynı anlama gelecektir, ki bu argümanın temelsizliği ortadadır. Bu noktada, Yol ve Sürü’nün, bu filmlerin senaryolarını Yılmaz Güney yazdığı için “Bir Yılmaz Güney” filmi sayılmaları gerektiğini iddia edenlerin gösterdikleri bir tutarsızlığı işaret etmenin yararlı olacağını düşünüyorum. Şöyle ki, kimse ve hiçbir ciddi kaynak senaryosunu Güney’in yazdığı Endişe’nin, Yılmaz Güney filmin başındaki birkaç sahneyi yönetmiş olmasına rağmen bile, “Bir Yılmaz Güney Filmi” olduğunu iddia etmezken, Güney’in hiçbir sahnesini yönetmediği, cezaevinde olduğu için de yönetemeyeceği Yol’un yönetmeni olduğunu iddia etmek tutarsızlıktır. Bu tutarsızlığın ortadan kalkması için ya bu iki filmin de Güney’in olduğu iddia edilmelidir, çünkü ikisinin de senaryolarını Güney yazmıştır, ya da her iki filmin de Şerif Gören’in filmi olduğu gerçeği kabul edilmelidir. Endişe konusunda bir ısrar yokken, Yol’a ve Sürü’ye sahip çıkma ısrarı meselenin felsefi ya da ideolojik bir tutumun sonucu değil, yurt dışında kazanılan prestijin sahiplenilmesi meselesi olduğunu açık etmektedir. Endişe filminin çekimi sonrasında kendisiyle yapılan bir söyleşide Şerif Gören şunları söylemiştir: Şu da bir gerçektir ki benim yaptığım “Endişe”, Yılmaz Güney’in tasarladığı, düşündüğü ve yapmak

71

istediği “Endişe” değildir kuşkusuz. Filmi çekmek için gittiğimiz Adana’da, ancak on gün kadar beraber olabildik. Güney, Adana’daki pamuk ırgatlarının yaşamını tüm ağırlığıyla gözler önüne serecek bir yapıt ortaya çıkarmak istiyordu. Ne var ki, bilinen nedenler sonucu çekim yarıda kalınca kolları sıvamak bana düştü. Ve, sonuçta ortaya çıkan “Endişe”, Güney’in dünyasındaki filmden başka bir yapıya sahip oldu.105 Gören’in bu sözlerinde açıkça ortaya konulduğu gibi, filmin çekimlerine ilk on gün dahil olmuş Yılmaz Güney’in Endişe üzerindeki etkisi ve kontrolü, çekimlerine bir dakika olsun katılmadığı Yol’un üzerindeki etkisi ve kontrolünden tartışmasız kat be kat fazlayken Endişe’nin bir Şerif Gören filmi olduğuna itiraz etmeyenlerin Yol’un bir Şerif Gören filmi olmadığını iddia etmelerinin yurt dışında kazanılan prestijin sahiplenilmeye çalışılmasından başka mantıklı hiçbir açıklaması yoktur. * Star sisteminin olduğu, yani seyirciyi sinema salonlarına çeken asıl öğenin yıldız oyuncular olduğu Yeşilçam döneminde film afişlerinde yıldız oyucuların adının yönetmenin adından önce ve büyük yazılması, hatta yönetmenin adının hiç yazılmaması bile, sıklıkla karşılaşılan bir durumdur, ancak senaryo yazarının adının yönetmenin adından önce ve daha büyük yazılması Yılmaz Güney’in oyuncu olarak yer almadığı ama senaryolarını cezaevindeyken yazdığı İzin (Temel Gürsu, 1975), Sürü, Düşman ve Yol gibi birkaç filmin dışında vaki değildir. Bu durum Güney’in, cezaevindeyken yazdığı senaryolarını yönetmesini

105

72

Demirkol, Altan. “Şerif Gören.'' Milliyet Sanat Dergisi, 1975. Sayı 149. 3.

istediği yönetmenleri bir ekibin birlikte çalışacak üyeleri değil, hedeflerine ulaşmasının önündeki aşılması gereken engeller olarak gördüğünü göstermesi açısından ilginçtir bence. Kıral’ın film çekimini durdurup onu yönetmenlikten almasının, kafasındaki hedeflere ulaşmasını sağlayacak daha iyi bir alternatif bulamadığı ve başka da bir şansı olmadığı için projeyi Şerif Gören’e vermesinin, Fransa’ya kaçtıktan sonra da filmi yeniden kurgulayarak, filme eklemeler ve filmden çıkarmalar yaparak Gören’in filmin hücrelerine kadar işlemiş yaratıcı kimliğini silmeye çalışmasının bence başka bir açıklaması yoktur. İlginçtir ki, Şerif Gören, Güney için işler sarpa sardığında başvurulacak, kendi işini bırakıp yardıma koşan ve herkesi zor durumdan kurtaran bir joker/kurtarıcı konumundadır. Endişe filminin çekimi Güney’in tutuklanmasıyla yarım kaldığında sorumluluğu devralıp filmi başarılı bir şekilde tamamlayan, hatta bu filmle Güney’in filmi Arkadaş’a karşı da yarışarak en iyi yönetmen ve en iyi film ödüllerini alan Gören’in, yine Güney için işlerin kontrolden çıkmak üzere olduğu bir dönemde Güney tarafından sahaya sürüldüğü, Erden Kıral’ın elinden alınan Arife-Bayram’ı çekip bu filmle Cannes’da Altın Palmiye kazandığı bir arada düşünüldüğünde bu durum daha net ortaya çıkmaktadır. * Güney’in filme kurgu sırasında eklediği ya da filmden çıkardığı parçaların niteliği ve bu değişikliklerin filme etkisi üzerinde uzun ve detaylı bir tartışmanın yapılması kuşkusuz gereklidir ancak benim bu çalışmada altını çizmek istediğim asıl nokta bu değişikliklerin kendisi değil, değişikliklerin filmin yönetmeni Şerif Gören’in bilgisi ve onayı olmadan yapılmış olmasıdır. Güney’in izin almadan Gören’in çektiği filme ekleme ve çı-

73

karmalar yaparak, yeni bir kurgu ile filme yeni bir form vermesi, sonrasında da ortaya çıkan filmi “Bir Yılmaz Güney Filmi” olarak sunmasının Türkçedeki karşılığı intihaldir. İntihal, Arapça nhl kökünden türetilmiş bir kelimedir ve “kendine mal etme” anlamına gelir.106 İntihal, bir kişinin ürettiği orijinal sanatsal/ bilimsel/düşünsel bir ürünün/bulgunun/fikrin izin alınmadan ve kaynak gösterilmeden başka bir kişi tarafından kullanılması/ sahiplenilmesidir. Bu kullanma/sahiplenme bu ürünün/bulgunun/fikrin bir bütün olarak kullanılıp/sahiplenilmesi olabileceği gibi bu ürün/bulgu/fikirden parçaların kullanılması ya da sahiplenilmesi şeklinde de olabilir. Buna ek olarak, bir yaratıcının orijinal ürünü/bulgusu/fikri kadar o yaratıcının üslubu da, bir işi yapış biçimi de intihal konusu olabilir. Güney’in Şerif Gören’in filmini birtakım değişiklikler yaparak “Bir Yılmaz Güney Filmi” olarak sunması bir sahiplenme ve açık bir intihaldir ancak kelimenin etimolojik kökeni itibariyle bu kelimenin Şerif Gören’in filmi ile Güney’in kurduğu sorunlu ilişkiyi açıklamak için gereğinden fazla yumuşak kaldığını düşünüyorum. Bu ilişkiyi tanımlamak için Türkçe’ye intihal olarak çevrilen İngilizce plagiarism kelimesinin etimolojik kökeni sebebiyle daha uygun bir tanım olacağı kanısındayım. İngilizce plagiarism Latince plagiarius kelimesinden türetilmiştir ve bu kelime gasp yapan, baştan çıkaran, kandıran, yağma yapan, çocuk kaçıran ve köleleştiren anlamlarına gelir.107 Bu anlamlardan duruma en uygun olanı gasptır kanımca, çünkü kanaatimce Güney, Gören’in emeğini/filmini gasp etmiş, bu gaspla Gören’i kimliğini baskılayarak onu sembolik anlamda köleleştirmiştir. Yılmaz Güney’in, Gören’i yalnızca sembolik olarak değil maddi anlamda da köleleştirdiği iddia edilebilir çünkü Gören tüm zorluklara rağmen çektiği bu filmden tek 106

https://www.nisanyansozluk.com/?k=intihal&lnk=1 15 Ekim 2020.

107

https://www.etymonline.com/word/plagiarism 15 Ekim 2020.

74

kuruş para almadığı gibi kendi çektiği filmi ancak film tüm dünyada gösterime girdikten yıllar sonra izleyebilmiş, üstüne üstlük Güney’in filme kurgu sırasında yaptığı eklemeler sebebiyle Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde yıllarca süren davalarda yargılanmıştır: Tarık Akan da yanımızdaydı, [Yılmaz Güney] bana “ne çekersen çek, ama filmi çek”, dedi. Hatta “git yazıhaneye, para olarak falan ne istiyorsan, anlaşmaya yaz”, dedi. Ben de “sen ne istiyorsan yaz”, dedim. Ama bu filmden hâlâ bir kuruş para almadım onu da söyleyeyim. (…) Film ödül aldı ama ben (Devlet Güvenlik Mahkemesi) DGM’de 141 ve 142'nin dört ayrı maddesinden tam altmış yılla yargılandım. Filmden hiç para almadım, 1990’a kadar yurtdışına da çıkamadım, yurtdışına çıkış yasağım vardı.108 Yol’un 1999 yılında Türkiye’de ilk kez vizyona girmesi sebebiyle kendisiyle yapılan bir röportajda Şerif Gören film ile ilgili olarak şunları söyler: Yol'u ben çektim. O benim filmim. Hala afişte Güney filmi yazması bende bir ikilem yaratıyor. Yılmaz Güney'le aramda bir abi-kardeş ilişkisi olduğu doğru. Bu anlamda filmi çekmemi istedi. Ama 82 şartlarının değiştiğini, o filmin Gören filmi olduğunu tıpkı Cannes Festivali'nde olduğu gibi hukuki biçimde tescil ettirmek kararındayım. Afişte sadece yönetmen Şerif Gören yazıyor olması kişisel onurumu zedeliyor. Buna müdahale edeceğim. (…) Eskiden prodüktörlerin her türlü özgürlüğü vardı. Film üzerindeki tüm hakimiyet onlarındı. Yönetmene söz hakkı tanınmazdı. Bugün ise şartlar

108

Şerif Gören: “Yönetmenin önce tek başına iktidar olması gerekiyor”. 37. 75

değişti. Uluslararası arenada filmler yönetmenin adıyla anılıyor. Bu yasal olarak da böyle.109

* Yılmaz Güney’in yönetmenliğini yaptığı, filmin jeneriğinde ismi o filmin yönetmeni olarak belirtilmiş ondört film vardır. Bunlar sırasıyla At Avrat Silah (1966), Benim Adım Kerim (1967), Pire Nuri (1968), Seyyit Han (Toprağın Gelini, 1968), Aç Kurtlar (1969), Bir Çirkin Adam (1969), Umut (1970), Yarın Son Gündür (1971), Acı (1971), Ağıt (1971), Umutsuzlar (1971), Baba (1971), Arkadaş (1974), ve Le Mur (Duvar, 1983) filmleridir. Bu 14 filmin, At Avrat Silah, Benim Adım Kerim, Umut, Arkadaş ve Duvar hariç, dokuz tanesi hemen hemen aynı karakterler etrafında gelişen, başka zaman ve mekanlarda geçse de birbirine çok benzer hikayelerdir. Bu dokuz film de cezaevinden yeni çıkmış ya da cezaevine girmemek için çabalayan, film kentte geçiyorsa mafya, kırsalda geçiyorsa eşkiya ama her iki durumda da katil bir karakterin bol silahlı çatışma sonrasında birçok kişiyi öldürüp kendisinin de ölmesiyle biten filmlerdir. Yönetmenliğini yaptığı filmlerden yalnızca Duvar, Güney’in yönetip de oyuncu olarak rol almadığı tek yapımdır ve Güney rol aldığı filmlerden yalnızca Arkadaş’ta silahı olan ya da silah kullanan bir karakter değildir. Benim Adım Kerim’de polis olarak birçok silahlı çatışmaya giren ve birçok kişiyi öldüren Güney, yalnız At Avrat Silah ve Umut’ta silahını birilerini öldürmek için kullanmayan bir karakteri canlandırır. Bu filmler arasından vurdulu kırdılı Yeşilçam filmleri çıkarıldığında elde ciddiye alınacak Umut,

“Gören: Yol benimdir”. Hürriyet. 3 Şubat 1999. https://www.hurriyet.com.tr/gundem/goren-yol-benimdir-39061249. 10 Kasım 2020. 109

76

Arkadaş ve Duvar filmleri kalır, ki kanımca bu filmlerin estetik, sanatsal ve sinemasal anlamda en olgunu Umut’tur.110

İlginçtir ki yurt dışında yapılan Duvar hariç diğer iki filmin yardımcı yönetmeni Şerif Gören’dir ve ilginç bir şekilde Umut filminin jeneriğinde Gören filmin “İkinci rejisör”ü olarak belirtilmiştir. Gören bu iki filmin kurgusunu da yapmıştır. Hem Umut hem de Arkadaş filminde ana karakter olan Güney’in, bu filmlerde neredeyse tüm sahnelerde kamera önünde olduğu ve böyle bir filmde yardımcı yönetmenin rolünün herhangi başka bir filmde yardımcı yönetmenin sahip olacağı rolden daha büyük olacağı düşünülürse, bu filmlerin kamera arkasındaki gerçek yönetmeninin Yılmaz Güney’den daha çok Şerif Gören Umut sıklıkla ve haklı olarak Türkiye sinema tarihinin en önemli filmleri arasında gösterilmektedir çünkü Güney bu filmle Yeşilçam sistemi içinde kalarak sanatsal, estetik ve politik açıdan yeni, farklı ve deneysel filmler yapılabileceğini göstermiştir. Ancak ne Umut bu imkanı gösteren ilk filmdir, ne de Güney bunu gerçekleştiren ilk yönetmendir. Bu alanda asıl öncü Yılanların Öcü (1961) Susuz Yaz (1963), Sevmek Zamanı (1965) ve Kuyu (1968) gibi filmler ve bu filmlerin yaratıcısı yönetmen Metin Erksan’dır. 110

77

olduğu ve bu filmlerin kalitelerini Gören’e borçlu oldukları iddia edilebilir, ki bu filmler Şerif Gören’in diğer filmleriyle Güney’in filmleriyle taşıdıkları benzerlikten daha çok benzerlik taşırlar. Hatta, bu iddia bir adım daha ileriye götürülüp Duvar’ın başarısızlığı Fransa’da Güney’in elinin altında artık emeği sömürülüp hakkı yenecek bir Şerif Gören’in, bir Zeki Ökten’in olmayışıyla bile açıklanabilir. Yılmaz Güney’in Türkiye dışında tanınmasını sağlayan, bugün Yılmaz Güney dendiğinde akla gelen ilk üç filmden, Umut, Sürü ve Yol, ikisi, Sürü ve Yol, Güney’in yönettiği filmler değildir.111 Hem Şerif Gören hem Zeki Ökten, Yılmaz Güney’den sonra da varlıklarını sürdürebilmiş, Pehlivan (Ökten, 1984) Kurbağalar (Gören, 1985), Yılanların Öcü (Gören, 1985), Ses (Ökten, 1986), Davacı (Ökten, 1986), On Kadın (Gören, 1987), Katırcılar (Gören, 1987), Polizei (Gören, 1988), Düttürü Dünya (Ökten, 1988), Abuk Sabuk 1 Film (Gören, 1990) ve Amerikalı (Gören, 1993) gibi farklı türlerde ve dönemin Türkiye sineması içinde sivrilen, ülkenin toplumsal belleğinde izler bırakan yapımlara imza atabilmişlerdir. Hem de Güney gibi arkalarında Fransa’da sıfırdan bir cezaevi inşa edip Avrupa’nın her yerinden oyuncu getirebilecek kadar büyük bir bütçe ve diledikleri filmleri yapabilecekleri özgür bir sinema ortamı olmadan. Sahip olduğu tüm imkanlara rağmen Güney’in Duvar’daki başarısızlığının Avrupa sinema camiasında espri konusu bile olduğu, “İyi film yapması için herhalde cezaevinde olması gerekli” denilerek kendisiyle dalga geçilmeye bile başlandığı düşünüldüğünde, Güney’in bir yönetmen olarak, Umut dışında gereğinden fazla abartıldığı kolaylıkla iddia edilebilecek saygınlığını hızlıca yitirdiği açıkça görülebilir.112

111

Behram. 401.

112

Behram. 425.

78

Gören’in üretiminde yer almadığı ve sanatsal anlamda başarıya ulaşmış hiç bir Yılmaz Güney filmi yoktur. Buna en güzel örnek Duvar’dır. Bu açıdan bakıldığında radikal bir iddia olarak Güney’i bir yönetmen olarak başarılı yapanın kendisi değil Gören olduğunu iddia etmenin önünde hiçbir engel yoktur. Bu konuda yapılabilecek daha mütevazi bir tespit ise Gören ve Güney ortaklığının başarılı işler ortaya çıkaran bir işbirliği olduğudur. Bu birliktelikte Gören’in yönetmen, Güney’in de yazar olduğu projelerin en başarılı olanlar olduğu gözden kaçırılmamalıdır. Güney bence ortalama bir oyuncu ama çok iyi bir yazardır. Güney’in yazarlığı cezaevinde gelişmiştir çünkü sinemadan farklı olarak yazarlık bireyin tek başına, sınırlı maddi imkanlarla bile yapabileceği bir eylemdir. Kağıt, kalem ve zaman tek gereksinimdir. Cezaevinde zamandan bol bir şey yoktur. Güney yazarak düşünmüş, düşünerek yazmış, yazdıkça düşünmüş, düşündükçe yazmıştır.113 1972 yılında cezaevindeyken yazdığı ve yayımladığı ilk romanı Boynu Bükük Öldüler’le Orhan Kemal Roman Armağanı’nı kazanması Güney’in yazarlık yönünün ne kadar güçlü olduğunu göstermesi açısından önemlidir. Oyunculukta ise Güney’in aslında hep aynı karakterin farklı versiyonlarını oynadığı iddia edilebilir. Bu karakter kendisidir, ki bunu bizzat Yılmaz Güney de kabul etmiştir. Filmlerde oynadığım adamları hayatımda oynamaya başladım. Kavga, dövüş ediyordum, adam bıçaklıyordum. Her şey birbirine karıştı. Marmara Hasan diye bir film çektim. Döndüm, bir yere gittim, kavga çıktı, üç kişiyi bıçakladım, gazeteler yazdı; Yılmaz Güney üç kişiyi bıçakladı. Bıçaklamak kötü bir şey. Ama filmlerde oynadığım tipler kabadayı tip. Gazeteler yazıyor, Yılmaz Güney çifte 113

Feyizoğlu, 142. 79

silahla yakalandı. Tabii, çünkü çift silah taşıyorum. İşte bilmem nerede dokuz kişiyle kavga etti. Tabii, filmlerde öyle yapıyorum.114 Zeki Ökten ve Şerif Gören’in başarılarını sahiplenip onları etkisizleştirerek Güney’in, kendi çıkarı ve kariyeri pahasına Türkiye sinemasının gelişmesinin, dünya sinemasının Ökten ve Gören gibi önemli iki yönetmenden haberdar olmasının önüne geçtiği ve bu sebeple Türkiye sinemasına yarardan çok zarar verdiği pekala iddia edilebilir. Dünya sineması Gören ve Ökten yerine yalnızca Güney’i tanımış, o da kendisine gösterilen ilgiyi, verilen krediyi Duvar’la boşa harcamıştır. Şerif Gören’in, Yol’da Yılmaz Güney’le yaşadığı tatsız deneyim sebebiyle bir travma yaşadığı açıktır, öyle ki, bu kötü deneyim Gören’in önemli bir film teklifini reddedip Oscar kazanacak bir filmin iki yönetmeninden biri olma fırsatını kaçırmasına bile sebep olmuştur. Xavier Koller, 1990 yılında yönettiği, aynı yıl Amerikan Akademi Ödülleri’nde Yabancı Dilde En İyi Film Ödülü’nü kazanan Journey of Hope (Umuda Yolculuk) filminin Türkiye’de geçen bölümlerini Şerif Gören’in çekmesini istemiştir. Koller’in teklifini önce kabul eden Gören, daha sonra Güney’le yaşadığı tatsız deneyime benzer bir deneyim yaşama endişesiyle filmin Türkiye bölümlerini yönetmekten son anda vazgeçmiştir. Koller olayı şöyle anlatır: Türk kültürüne aşina olmadığım için Şerif ’ten filmin Türkiye’de geçen bölümlerini çekmesini istedim. Ben de İtalya’da ve İsviçre’de geçen diğer bölümleri çekecektim. Anlaştık. Yılmaz Güney hakkında sorduğum sorularla Şerif ’i hiç rahat bırakmadım ancak

114

80

İnsan, Militan ve Sanatçı Yılmaz Güney’den aktaran Feyizoğlu, 141.

o her zaman suskunluğunu korudu. Filmin çekimlerine başlamadan hemen önce bu suskunluğun sebebini öğrendim. Şerif, Yol’da hakkını teslim etmediği ve filmin tüm kredisini kendisine mal ettiği için Güney’e kızgındı ve hayal kırıklığına uğramıştı. Bu sebeple Şerif bana bir ültimatom verdi: ‘Ya bütün filmi ben yönetirim ya da ben bu işte yokum. Başıma tekrar aynı şeyler gelsin istemiyorum!’115 Bu bilgiler ışığında Yılmaz Güney’in öldükten yıllar sonra bile Şerif Gören’i olumsuz yönde etkilemeye devam ettiğini iddia etmek abartı olmaz sanırım. Kaderin başka bir cilvesi, yönetmeninden habersiz ve izinsiz Güney’in kendine mal ettiği filmin, filmin yapımcılarından Donat Keusch tarafından Güney’in ve filmi yönetmeni Şerif Gören’in haberi ve onayı olmadan tekrar kurgulanarak piyasaya sürülmüş olmasıdır. Bu sebeple şu an ortada Yol’un bir senarist bir de yapımcı versiyonu vardır ancak henüz bir yönetmen versiyonu yoktur. Türkiye’de vizyona ilk kez 1999’da giren Yol, Fatma Jale Pütün tarafından müzikleri değiştirilmiş, “Since I was not familiar with Turkish culture, I asked Serif to shoot the sequences set in Turkey, while I took care of the rest in Italy and Switzerland. He agreed. I kept pestering Serif with questions about Güney, but he was always very reticent. Just before we started shooting, I found out why. Serif was frustrated and angry with Güney because he had not appreciated Serif and his work on ‘Yol’, and had taken all the credit for himself. The result of this was that Serif made me this ultimatum: “Either I do the whole movie, or I’m out. I don’t want the same thing to happen to me again!” Tercüme bana ait. “Foreword by Xavier Koller”. https://www.yol-the-book.com/en/home/chapters/ 10 Kasım 2020. Aynı bölüm Hubschmid’in kitabında da yer almakta ancak Almanca’dan Türkçe’ye yapılan çeviriyi sıkıntılı bulduğum için söyleşiyi tekrar kendim tercüme etmek istedim. Hubschmid. 177. 115

81

Güney’in dublajda filme yerleştirdiği kendi sesi ve Güney’in kurguda yerleştirdiği “Kürdistan” ibaresi çıkarılmış bir filmdir. Yani filmin bir de Fatma Jale Pütün versiyonu vardır. Sinema hayatına bir kurgu asistanı olarak başlamış, kendi yönettiği filmler yanında Umut ve Arkadaş filmlerinin de kurgusunu yapmış Şerif Gören’in kendi yönettiği Arife-Bayram’ın kurgusunu yapması durumunda ortaya nasıl bir sonuç çıkacağını çok merak ediyorum doğrusu. En az bunun kadar merak ettiğim bir başka şey de Erden Kıral’ın çekimlerine başladığı ancak tamamlayamadığı ilk Arife-Bayram’ın nasıl bir film olduğudur. Umarım, bir gün bu iki filmi de izleme fırsatımız olur. Şimdilik elimizden umut etmekten başka bir şey gelmiyor ne yazık ki.

82

83

84

Belge ve Göreseller

85

Yol’un Cannes Film Festivali’nde Altın Palmiye kazanmasından sonra tasarlanan Fransızca afişi. Yılmaz Güney’in ismi en üstte “Un Film de Yılmaz Güney” (Bir Yılmaz Güney Filmi) şeklinde yazılıyken filmin yönetmeni Şerif Gören’in isminin sol alt köşede ve filmin oyuncularından sonra küçücük yazılması dikkat çekicidir.

86

87

Costa-Gavras (en solda) ve Yılmaz Güney, Vittorio Gassman’dan Altın Palmiye ödüllerini alırken.

88

89

Yol’un Cannes Film Festivali’nin resmi internet sitesinde yer alan sayfasının 10 Kasım 2020 tarihinde alınmış ekran görüntüsü. Yılmaz Güney’in hala filmin yönetmenlerinden biri olarak belirtilmesi dikkat çekicidir.

90

91

Güney Filmcilik Sanayi ve Ticaret A.Ş.’yi temsilen Nihat Behramoğlu ve Dorfstrasse 4, 8037 Zurich adresinde mukim Cactus Film AG’yi temsilen Edi Hubschmid ve Donat Keusch arasında imzalanan Bayram filminin tüm dünya haklarıyla — Türkiye hakları hariç— 20 Aralık 1980 tarihinde devredildiğini gösterir sözleşme.116

https://www.yol-the-book.com/wp-content/uploads/n_kommentierte_dokumente.pdf. 10 Kasım 2020. 116

92

93

18 Aralık 1980 tarihinde Güney Filmcilik ile Cactus Film arasında imzalanan anlaşma ile üzerinde anlaşılarak çekilmesine karar verilmiş Bayram isimli filmin tamamlanmış ve İngilizce’ye çevrilmiş “çekim senaryosu”.117

https://www.dfkfilms.com/de/wp-content/uploads/sites/2/2019/10/ bayram-english-script-version-www-dfkfilms-com.pdf. 10 Kasım 2020. 117

94

95

18 Aralık 1980 tarihinde imzalanan anlaşma ile üzerinde anlaşılan senaryodan örnek bir sayfa. Filmde “Kürdistan” ibaresinin yerleştirildiği sahneyi açıklayan bölümde konuyla alakalı hiçbir işaret olmaması ilginç.

96

97

Sürü’nün Türkiye afişi. Afişte filmin yönetmeni Zeki Ökten’in adı yazılı değilken senaristi Yılmaz Güney’in adının bulunması dikkate değerdir.

98

99

Yol’un bir başka afişi. Afişte Yılmaz Güney’in Yol’un yaratıcısı, yazarı ve yapımcısı olduğu belirtilip siyasi sebeplerle 18 yıl ağır hapis cezasına çarptırıldığı iddia edilirken Donat Keusch’un film için hazırladığı fragmanda bunlara ek olarak Güney’in filmi yönetenlerden biri olduğu da iddia edilmektedir.

100

101

Alan Parker tarafından 1978’de yönetilen Midnight Express (Geceyarısı Ekspresi) isimli filmin Türkiye’nin uluslarası imajına verdiği zararı telafi etmek amacıyla Türkiye’yi daha olumlu gösterecek yeni bir film yapım olanaklarını görüşmek üzere Başbakan Bülent Ecevit’in davetiyle 1978’de Türkiye’ye gelen İstanbul doğumlu Yunan-Amerikalı yönetmen Elia Kazan’ın cezaevindeki Güney’i ziyareti sırasında çekilen bir fotoğraf. “Devrimci” olduğu sürekli vurgulanan Yılmaz Güney’in, 1952’de komünist oldukları iddiasıyla birçok sinemacı, yönetmen ve yazarı ihbar edip kariyerlerinin bitmesine sebep olan muhbir Kazan’la hem Türkiye’de hem de kaçışının ardından Fransa’da sarmaş dolaş bir ilişki içinde bulunması Güney’in siyasi duruşunun tutarsızlığını göstermesi açısından düşündürücüdür.

102

103

Gilles Jacob tarafından hazırlanmış Cannes Film Festivali’nin yarışma bölümünde yer alacak filmleri gösteren el yazısı tablo. Tabloda Costa-Gavras’ın Missing (Kayıp) isimli filmi dahil yarışmaya katılacak bütün filmler varken Yol’un listede yer almaması dikkat çekici.118

https://www.dfkfilms.com/films/yol-the-full-version-2017/restorationand-completion-of-yol/ 10 Kasım 2020. 118

104

105

Endişe filminin afişi. Afişte Yılmaz Güney’in adının Şerif Gören’inkinden önce ve daha büyük yazılması dikkat çekicidir.

106

107

108

Kaynakça Akan, Tarık. Anne Kafamda Bit Var. İstanbul: Can, 2016. Asaf, Özdemir. Yuvarlağın Köşeleri. Adam. 1991. Basutçu, Mehmet. “‘Yol’ Filmi Cannes’da Beğenildi”, Atilla Dorsay, Yılmaz Güney Kitabı. İstanbul: Varlık. 1988. 194-195. Behram, Nihat. Yılmaz Güney’le Yasaklı Yıllar. İstanbul: Everest, 2011. Boga, Ahmet. Deniz İle Gökyüzü Arasındaki Tutsak İmralı Günlerinde Yıl maz Güney. İstanbul: Everest Yayınları. 2001. Çolpan, Rıza. Coğrafyasını Arayan Irmak: Acı ve Yaşam. Doz Yayınları. 2007. De Souza, Daniel. Under a Crescent Moon, London: Serpent’s Tail. 1989. Demirkol, Altan. “Şerif Gören.'' Milliyet Sanat Dergisi, 1975. Sayı 149. Dorsay, Atilla. Yılmaz Güney Kitabı. İstanbul: Varlık. 1988. Evren, Burçak. Apo Gardaş: Abdurrahman Keskiner. Adana: Altın Koza. 2012. Feyizoğlu, Turhan. Yılmaz Güney: Bir Çirkin Kral. İstanbul: Tekin, 2014. Gümüştaş, Hakkı. Yılmaz Güney’li Günler. İstanbul: Kültür Kent Kuledibi Yayınları. 2018. Güney, Yılmaz. Yol. İstanbul: İthaki, 2017. Hubschmid, Edi. Yol - Bir Sürgün Hikâyesi Kitap. PPP Publishing Partners, 2017. İnsan, Militan ve Sanatçı Yılmaz Güney. Güney. 1999.

Kahraman, Ahmet. Yılmaz Güney Efsanesi. Ankara: V Yayınları. 1991. Karadoğan, Ali. Film Çeviriyorum Abi: Şerif Gören Sineması’nda Öykü, Söylem ve Tematik Yapı. Ankara: Phoenix Yayınevi. 2005. Karadoğan, Ali. “Söyleşi”. Bir Yüzün İki Haki: Tarık Akan. Derleyen Ali Karadoğan, Ankara: Dünya Kitle İletişim Araştırma Vakfı. 7-46. Keskiner, Arif. Çicek Gibi. İstanbul: Doğan Kitap. 2002. Kıral, Erden. Aynadan Yansıyan Hatıralar, İstanbul: Agora, 2011. Luxembourgeus, Tayfun. Eşeğin Oğlu. İstanbul: Doruk. 2020. Özgüç, Agâh. Bütün Filmleriyle Yılmaz Güney, İstanbul: Agora. 2005. Sartre, Jean Paul. “A Plea for Intellectuals”, Between Existentialism and Marxism. New York: William Morrow, 1976, 228-285. Sarıkaya, Ersan. “Kayseri Konuşmaları 2” içinde Güney, Sayı 7, Temmuz 1978, 28-33. Şerif Gören: “Yönetmenin önce tek başına iktidar olması gerekiyor”, Mithat Alam Film Merkezi Söyleşi, Panel ve Sunum Yıllığı. 2004. “Yılmaz Güney Paneli: Zahit Atam, Fatoş Güney, Hüseyin Karabey”. Boğaziçi Üniversitesi Mithat Alam Film Merkezi Söyleşi ve Panel Yıllığı 2011. İstanbul: Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi, 2011. 325-356. Yücel, Müslüm. Türk Sinemasında Kürtler. İstanbul: Agora, 2008. Söyleşi, Belgesel, Video Abidin Çetin ile ON'LAR Programı -TV 10 - Elif Güney Pütün ile yapılan söylesi. https://www.youtube.com/watch?v=dmFM2Ji1t3E. 10 Kasım 2020. Çirkin Kral Efsanesi (2017). Hüseyin Tabak. Fatih Bucak İle Dostlarla Yüz Yüze: Şerif Gören. https://www.youtube.com/watch?v=cQv2mJG-Lto. 10 Kasım 2020. “Ne demek rejisör? Tanrı Kral demek - Metin Erksan” https://www.youtube.com/watch?v=qPC3eXzRDPw. 10 Kasım 2020. Keşke Olmasaydı - Yılmaz Güney 110

https://www.youtube.com/watch?v=y6fueJuGI_E. 10 Kasım 2020. Nazım Alfatlı’yla yapılan röportaj. https://www.birgun.net/haber/yilmaz-guney-in-37-yil-sonra-ortaya-cikan-roportaji-276135. 10 Kasım 2020. Önder, Aziz. İsmail Yıldırım ile Yılmaz Güney Üzerine Söyleşi. https://www.youtube.com/watch?v=GWOaxiS29xw. 10 Kasım 2020. Tarık Akan ile söyleşi. https://www.youtube.com/watch?v=G_OUtEAZAcc. 10 Kasım 2020. Tarık Akan ve Yılmaz Güney. https://www.youtube.com/watch?v=Oo3EYKewA-0. 29 Ekim 2020., Yılmaz Güney’s YOL - The Full Version [official trailer] https://vimeo.com/284931761. 10 Kasım 2020. Yolun Öyküsü (2009). Yön. Esin Yılmaz, Nurdan Nerez. Zahit Atam ile Yılmaz Güney üzerine Söyleşi, Yönetmen: Aziz Özer. https://www.youtube.com/watch?v=_2E8iMHRSew. 10 Kasım 2020. Gazete ve Dergi "Yol filmi tamamen Yılmaz Güney'e mal edilince elbette buruldum”. Vatan. 11 Eylül 2004. http://www.gazetevatan.com/-yol-filmi-tamamen-yilmazguney-e-mal-edilince-elbette-buruldum---1--35736-roportajlar/ 10 Kasım 2020. ”Yol filmi tamamen Yılmaz Güney'e mal edilince elbette buruldum”. Vatan. 11 Eylül 2004. http://www.gazetevatan.com/-yol-filmi-tamamen-yilmazguney-e-mal-edilince-elbette-buruldum---2--35737-roportajlar/ 10 Kasım 2020.

111

Günaydın, 24 Mayıs 1982. “Gören: Yol benimdir”. Hürriyet. 3 Şubat 1999. https://www.hurriyet.com.tr/gundem/goren-yol-benimdir39061249. 10 Kasım 2020. “Şerif Sezer, Tarık Akan'la 'Yol'u anlattı” Habertürk. 18 Eylül 2016. https://www.haberturk.com/kultur-sanat/haber/1298020serif-sezer-tarik-akanla-yolu-anlatti. 10 Kasım 2020. “Tek bir fiske bile yeseydim terk ederdim onu”, https://www.haberturk.com/magazin/ozel-roportajlar/ haber/677588-tek-bir-fiske-bile-yeseydim-terk-ederdim-onu. 28 Ekim 2020. Fatoş Güney'in anıları: Trajik hayatlara görkemli bir bakış https://t24.com.tr/yazarlar/atilla-dorsay/fatos-guney-inanilari-trajik-hayatlara-gorkemli-bir-bakis,28809. 30 Kasım 2020. Fatoş Güney: “Yazmak, ölümden bir şey koparmaktı.” https://t24.com.tr/k24/yazi/fatos-guney-yazmak-olumdenbir-sey-koparmakti,2972. 27 Kasım 2020. Bilgici, Yenal. “Küçük deliliklerin ve büyük nefeslerin insanlarıydı onlar”. https://www.hurriyet.com.tr/kelebek/magazin/ali-ozgenturk-kemalsunalin-son-anlarini-anlatti-40503546. 10 Kasım 2020. Ses. Temmuz 1965, Sayı 28. Milliyet, 28 Nisan 1966. 6. Milliyet, 27 Eylül 1971. Milliyet, 8 Mart 1973. 1. Cumhuriyet, 12 Kasım 1969, 5. Diğer internet kaynakları Güler, Ali. “Kürdistan’sız ‘Yol’ ne kadar Yılmaz Güney’indir?” 112

https://firatnews.com/kultur/kuerdistan-siz-yol-ne-kadaryilmaz-gueney-indir-90862. 26 Ekim 2020. Keusch, Donat. “Why I was Necessary to Restore and Complete Yılmaz Güney’s Yol” https://www.dfkfilms.com/films/yol-the-full-version-2017/ restoration-and-completion-of-yol/. 10 Kasım 2020. Keusch, Donat. “A Swiss Gets in Touch with the Ugly King of Tur key - Donat Keusch Meets the Great Artist Yılmaz Güney” https://www.dfkfilms.com/films/yol-the-full-version-2017/ a-swiss-gets-in-touch-with-the-ugly-king-of-turkey-donat-keuschmeets-the-great-artist-yilmaz-guney/. 10 Kasım 2020. Taşçıyan, Alin, “Cannes Özel / Yol Yeniden Gösterimi Öncesi İsviçreli Yapımcıya Protesto, Sanatatak. 18 Mayıs 2017. http://www.sanatatak.com/view/cannes-ozel-yol-yenidengosterimi-oncesi-isvicreli-yapimciya-protesto. 10 Kasım 2020. Sonok, Hakan “Yılmaz Güneyin mirası neydi?” https://www.antraktsinema.com/makale.php?id=407. Soner, Ahmet. “Yol filmi nasıl çekildi?” https://vesaire.org/yol-filmi-nasil-cekildi/ 10 Kasım 2020. https://www.yol-the-book.com/wp-content/uploads/n_kommentierte_dokumente.pdf. 10 Kasım 2020. “Foreword by Xavier Koller”. https://www.yol-the-book.com/en/home/chapters/ 10 Kasım 2020. İntihal https://www.nisanyansozluk.com/?k=intihal&lnk=1 15 Ekim 2020. Plagiarism https://www.etymonline.com/word/plagiarism 15 Ekim 2020. “Ne demek rejisör? Tanrı Kral demek - Metin Erksan” https://www.youtube.com/watch?v=qPC3eXzRDPw. 10 Kasım 2020.

113

114

Yılmaz Güney’in Yol’suzluğu

Şerif Gören’in Bayram’ı

Şerif Gören’in Bayram’ı

Yılmaz Güney’in Yol’suzluğu

“Ne zaman ki Yol filmini seyrettim, 'Bravo Şerif' dedim. O doğada, arkamızda, bir tane ağaç vardı. İkiye ayrılmış bir ağaç... Ve önünden biz geçeriz... Şimdi, bu resmi bulan kişi yaratıcı kişidir işte. O yönetmendir. Gerçek yönetmen de budur. O koca dağda o ağacı be Şerif Gören, nasıl buldun? Nasıl yaptın da onun önünden bizi geçirttin?” Tarık Akan

Tayfun Luxembourgeus