Ecce Homo Kişi Nasıl Olduğu Kimse Olur [8 ed.] 9786052950746

147 19 3MB

Turkish Pages 120 [126] Year 2020

Report DMCA / Copyright

DOWNLOAD FILE

Polecaj historie

Ecce Homo Kişi Nasıl Olduğu Kimse Olur [8 ed.]
 9786052950746

Citation preview

Genel Yayın: 1792

Hümanizma ruhununilk anlayış ve duyuş merhalesi, insan varlığının en müşahhas şekilde ifadesi olan sanat eserlerinin benimsenmesiyle başlar. Sanat şubeleri içinde edebiyat, bu ifadenin zihin unsurları en zengin olanıdır. Bunun içindir ki bir milletin, diğer milletler edebiyatını kendi dilinde, daha doğrusu kendi idrakinde tekrar etmesi; zekâ ve anlama kudretini o eserler nispetinde artırması, canlandırması ve yeniden yarat-

masıdır. İşte tercümefaaliyetini, biz, bu bakımdan ehemmiyetli

ve medeniyet dâvamız için müessir bellemekteyiz. Zekâsının her cephesini bu türlü eserlerin her türlüsüne tevcih edebilmiş milletlerde düşüncenin en silinmez vasıtası olan yazı ve onun mimarisi demek olan edebiyat, bütün kütlenin ruhuna kadar işliyen ve sinen bir tesire sahiptir. Bu tesirdeki fert ve cemiyet ıttisali, zamanda ve mekânda bütün hudutları delip aşacak bir sağlamlık ve yaygınlığı gösterir. Hangi milletin kütüpanesi bu yönden zenginse o millet, medeniyet âleminde daha yüksek bir idrak seviyesinde demektir. Bu itibarla tercüme hareketini sistemli ve dikkatli bir surette idare etmek, Türk irfanının en önemli bir cephesini kuvvetlendirmek, onun genişlemesine, ilerlemesine hizmet etmektir. Bu yolda bilgi ve emekleriniesirgemiyen Türk münevverlerine şükranla duyguluyum. Onların himmetleri ile beş sene içinde, hiç değilse, devleteli ile yüz ciltlik, hususi teşebbüslerin gayreti ve gene devletin yardımı ile, onun dört beş misli fazla olmak üzere zengin bir tercüme kütüpanemiz olacaktır. Bilhassa Türk dilinin, bu emeklerden elde edeceği büyük faydayı düşünüp de şimdiden tercüme faaliyetine yakın ilgi ve sevgi duymamak, hiçbir Türk okuru için mümkün olamıyacaktır.

23 Hazıran 1941 Maarif Vekili Hasan Âli Yücel

HASAN ÂLİ YÜCEL KLASİKLER DİZİSİ FRIEDRICH NİETZSCHE

ECCE HOMO

KİŞİ NASIL OLDUĞU KİMSE OLUR ÖZGÜN ADI

ECCE HOMO WTE MAN WIRD, WAS MAN IST ALMANCA ASLINDAN ÇEVİREN MUSTAFA TÜZEL © TÜRKİYE İŞ BANKASI KÜLTÜR YAYINLARI, 2016

Sertifika No: 40077 EDİTÖR

KORAY KARASULU GÖRSEL YÖNETMEN BİROL BAYRAM GRAFİK TASARIM VE UYGULAMA TÜRKİYE İŞ BANKASI KÜLTÜR YAYINLARI

I. BASIM, HAZİRAN 2017, İSTANBUL VII. BASIM, TEMMUZ 2020, İSTANBUL

ISBN 978-605-295-074-6 (KARTON KAPAKLI) BASKI DÖRTEL MATBAACILIK SANAYİ VE TİCARET LİMİTED ŞİRKETİ ZAFER MAH. 147. SOK. 9-I3A ESENYURT İSTANBUL

Tel: (0212) 965 11 66 Sertifika No: 40970

Bu kitabın tüm yayın hakları saklıdır. Tanıtım amacıyla, kaynak göstermek şartıyla yapılacak kısa alıntılar dışında gerek metin, gerek görsel malzeme yayınevindenizin alınmadan hiçbir yolla çoğaltılamaz, yayımlanamaz ve dağıtılamaz. TÜRKİYE İŞ BANKASI KÜLTÜR YAYINLARI İSTİKLAL CADDESİ, MEŞELİK SOKAK NO: 2/4 BEYOĞLU 34433 İSTANBUL Tel. (0212) 2523991 Faks (0212) 25239 95

www.iskultur.com.tr

n HASAN ALİ tetiği!

AL ASIKRLER DAYMARI

(YAN

FRİEDRİCH NİEİZ25CHE ECCE HOMO KİŞİ NASIL OLDUĞU KİMSE OLUR ALMANCA ASLINDAN ÇEVİREN: MUSTAFA TÜZEL

©

N N TÜRKİYE $ BANKASI Kültür Yayınları

İçindekiler Önsöz

1

Neden Böyle Bilgeyim Ben Neden Böyle Akıllıyım Ben

7 21

Neden Böyle İyi Kitaplar Yazıyorum

41

İnsanca Pek İnsanca

65

Iragedyanın Doğuşu Zamana Aykırılar

33 59

Tan Kızıllığı Şen Bilim

73 77

Böyle Söyledi Zerdüşt

79

İyinin ve Kötünün Ötesinde...

95

Ahlakın Soykütüğü

97

Putların Alacakaranlığı

99

Wagner Olayı Neden Bir Yazgıyım Ben Savaşİlanı (çıkartıldı) Çekiç Konuşuyor

103 111

(çıkartıldı)

Nietzsche bu bölümleri başka kitaplarında değerlendirmiştir. (ç.n.)

Önsöz

Yakında insanlığın karşısına, ona yöneltilmiş en ağır taleple çıkacağımı öngördüğümden, kim olduğumu söylemem zorunlu görünüyor bana. Aslında bilinmesi gerekirdi: çünkü “tanıksız bırakmadım”! kendimi. Ne ki, görevimin büyüklüğüile çağdaşlarımınküçüklüğü arasındaki orantısızlık, beni dinlememiş, hatta görmemiş olmalarında

dile geldi. Kendime verdiğim krediyle yaşıyorum ben, belki yalnızca bir önyargıdır yaşıyor oluşum?... Yalnızca bir “kültürlü” kişiyle konuşmaya ihtiyacım var, yazın Oberengadin'e gelip beni yaşıyor olmadığıma ikna edecek... Bu koşullarda bir ödev var, aslında alışkanlığım, dahası içgüdümün

gururu isyan ediyor ona karş: Dinleyin beni! Çünkü ben falanca kişiyim. Başkasıyla karıştırmayın beni her şeyden önce!

2.

Örneğin kesinlikle bir umacı, bir ahlak-canavarı değilim

ben, — hatta şimdiye kadar erdemli diye saygı duyulmuş inı

OBkz. İncil, “Habercilerin İşleri”, 14, 17.(ç.n.) 1

Friedrich Nietzscbe

san türünün bir karşı-doğasıyım. Filozof Dionysos'un havarisiyim ben, bir aziz olmaktansa bir satir olmayı tercih ederim. Yeter ki okunsun bu kitap. Belki başardım, belki de bu karşıtlığı neşeli ve insansever bir tarzda ifade etmekten başka bir anlamı yoktu bu kitabın. Vereceğim en son söz, insanlığı “iyileştirmek” olurdu. Benim tarafımdan yeni putlar dikilmeyecek; eskiler de topraktan bacakların ne önemi varmış, öğrensinler. Putları (benim sözlüğümde “idealler”) yıkmak — eskiden beri işimin bir parçası. Gerçeklik o denli değerinden, anlamından, hakikatliliğinden edildiki,

ideal bir dünya yalanı uyduruldu... “Hakiki dünya” ve “görünüşteki dünya” — açıkçası uydurulmuş dünya ve gerçeklik. İdeal yalanı şimdiye dek gerçekliğin üzerinde bir lanetti, insanlığın kendisi bu lanetle en dipteki içgüdülerine kadar yalan ve sahte olmuştu — büyümesinin, geleceğinin, geleceğe dair hakkının onlarla güvencelendiği değerler olanters çevrilmiş değerlere tapıncaya kadar.

— Kitaplarımın havasını solumayı bilen, onun yükseklerin havası olduğunu, çetin bir hava olduğunubilir. Onun için yaratılmış olması gerekir kişinin, yoksa hiç de az değildir üşütmetehlikesi orada. Buz yakındır, yalnızlık korkunçtur — ama nasıl da sakin dururlarışıkta tüm şeyler! nasıl da özgür soluk alır kişi! Ne kadar çok şeyi altında hisseder! — Şimdiye kadar anladığım ve yaşadığım felsefe, gönüllü yaşamaktır buzda ve yüksek dağda — yabancı ve kuşkulu olan her şeyi aramaktır hayatta, ahlak aracılığıyla şimdiye kadar yasaklanmış her şeyi. Yasaklananlar arasında böyle bir gezintiden kaynaklanan uzun bir deneyim sonucunda, şimdiye kadar ahlakçılıkların ve idealize etmelerin nedenlerine, istenenden çok farklı bir gözle baktım: filozofların 2

Ecce Homo

gizli tarihi, bu tarihin büyük isimlerinin psikolojisi benim için günışığına çıktı. — Ne kadar çok hakikatetahammül eder,nekadarçok hakikate cesaret eder birtin? Her zaman asıl değer ölçüsü bu oldu benim için. Yanılgı (—idea-

İle inanmak-) körlük değildir, yanılgı korkaklıktır... Her bilgi kazanımı, ileriye doğru her adım cesaretin sonu -

cudur, kendine karşı sert olmanın, kendine karşı temiz

olmanın... İdeallerin yanlışlığını göstermiyorum,sadece eldivenlerimi giyiyorum karşılarında... Nitimur invetitum: felsefem bu şifreyle kazanacak günün birinde, çünküaslında şimdiye kadar yalnızca hakikatti yasaklanan. —

4.

— Kitaplarım arasında Zerdüşt'ün yeri başkadır. Bu kitapla insanlığa şimdiye dek verilmiş en büyük hediyeyi verdim. Bin yılların ötesine seslenen bu kitap, yalnızca en yüksekkitap, asıl yüksek-havaların kitabı olmakla kalmaz — bütün bir insan gerçeği, olağanüstü mesafeler kadaraltın da kalır onun—, aynı zamanda en derinidir de, hakikatin en içteki zenginliğinden doğmuştur, hiçbir kovanın aşağıya inip de altınla ve iyilikle dolmadan yukarı çıkmadığı tükenmez bir kuyudur. Bir “peygamber” değildir, din kurucusu denilen o hastalık ve güç istenci hünsası değildir burada konuşan.

Her şeyden önce bu ağızdan çıkan sesi, bu Halkyone? sesini doğruduymak gerekir bilgeliğinin anlamına acınası bir haksızlık etmemek için. “En sessiz sözcüklerdir fırtınayı getirenler, güvercin adımlarıyla gelen düşünceler yönlendirir dünyayı.—”* 2 3

Yasaklanmışolana ulaşmaya çabalarız. (Lat.) (ç.n.) Yunan mitolojisinde, Halkyone günlerinde rüzgârların sesi duyulmaz.

4

(Böyle Söyledi Zerdüşt, İkinci Bölüm, “En Sessiz Saat”, s. 145.(ç.n.)

(ç.n.)

3

Friedrich Nietzscbe

İncirler ağaçlardan dökülüyor; hoş ve tatlılar: yere düştüklerinde kırmızı kabukları çatlıyor. Bir kuzey rüzgârıyım ben olgunincirlere. İşte tıpkı incirler gibi düşüyor bu öğretiler size, dostlarım: hadiiçin onların özsuyunu ve yiyin tatlı meyvelerini!

Dört bir yanda sonbahar, gökyüzü berrak ve vakit öğleden sonra.—

Burada bir fanatik konuşmuyor, burada “vaaz” verilmiyor burada iman talep edilmiyor: sonsuz bir ışık bollugundan ve mutluluk derinliğinden düşüyor her damla, her sözcük — sevecen bir yavaşlıktır bu konuşmaların temposu. Böyle bir şeyi ancak en seçilmişler başarabilir; benzersiz bir ayrıcalıktır burada bir dinleyici olmak. Hiç kimse değil, iblistir Zerdüşt için kulaklara sahip olan...5 Tüm bunlara rağmen birayartıcı değil midir Zerdüşt... Peki, ne diyor kendisi, ilk kez yeniden yalnızlığına geri döndüğünde? Herhangi bir “bilge”nin, “aziz”ın, “dünya-kurtarıcısı”nın ve başka herhangi bir dekadanın böyle bir durumda söyleyeceğinin tam tersini... Yalnızca konuştukları değil, kendisi de farklıbiri...

Yalnız başıma gidiyorum şimdi havarilerim! Siz de uzaklaşın buradan, hem de yalnız başınıza! Böyle istiyorum ben. Uzaklaşın benden ve koruyun kendinizi Zerdüşt'ten! En iyisi: utanın ondan! Belki de aldattısizi. İdrak eden insan düşmanlarını sevmekle kalmamalı, dostlarından da nefret edebilmeli. Her zaman sadece öğrenci kalırsa insan, öğretmeninin hakkını vermemiş olur. Neden yolmak istemiyorsunuz başımdakiçelengi? s

6

Böyle Söyledi Zerdüşt, İkinci Bölüm, “Mutlu Adalarda”, s.80. (ç.n.)

Niemand:İblis, şeytan; niemand: hiç kimse. Nietzsche burada hiç kimse anlamına gelen “niemand” sözcüğünü büyük harfle yazarakçift anlamlılık yaratıyor. (ç.n.) 4

Ecce Homo

Saygı duyuyorsunuz bana: ya günün birindedeğişirse saygınız? Dikkat edin de bir heykel devrilmesin üstünüze! Zerdüşt'e inandığınızı söylüyorsunuz, öyle mi? Ne önemi var ki Zerdüştün? Siz benim müminlerimsiniz: ama ne önemi var ki tüm müminlerin?

Henüz kendinizi aramamıştınız: bu sırada beni buldunuz. Böyle yapar tüm müminler; bu yüzden değersizdir tüm inanışlar.

Şimdi beni kaybetmenizi ve kendinizi bulmanızıistiyorum sizden; ve ancak hepiniz beni yadsıdığınızda yeniden döneceğim aranıza...” Friedrich Nietzsche

7

Böyle Söyledi Zerdüşt, Birinci Bölüm, “Armağan Eden Erdem Üzerine”, s.72, 73. (ç.n.)

Friedrich Ntietzscbe

ve

Her şeyin olgunlaştığı ve kararanın yalnızca üzüm olmadığı bu mükemmel günde, bir güneş bakışı düştü yaşamımın üstüne: geriye doğru baktım, ileriye doğru baktım, hiç bu kadar çok ve bu kadariyi şeyi bir defada görmemiştim. Boşuna değildi bugün kırk dördüncü yaşımı gömüşüm, gömmeye hakkım vardı onu,—onda yaşam olan ne varsa, kurtarılmıştır, ölümsüzdür. Tüm değerlerin yeniden değerlendirilişi, Dionysos Dithyrambosları vedinlenmekiçinPutların Alacakaranlığı — Hepsi bu yılın hediyeleri, hatta onun son dört ayının! Nasıl şükran borçlu olmayayım tüm yaşamıma ? Ve böylece, anlatıyorum kendime yaşamımı. >

Neden Böyle Bilgeyim Ben

Hayatımın şansı, belki de biricikliği onun karayazısındadır: bilmece gibi konuşacak olursam, babam olarak zaten ölmüştüm, annem olarak hâlâ yaşıyor ve yaşlanıyorum. Âdeta yaşam merdiveninin en üstteki ve en alttaki basamağından gelen bu ikili köken, aynı zamanda dekadans ve başlan gıç — beni belki karakterize eden o tarafsızlığı, yaşamın genel sorunuyla ilişkideki taraf tutmayışımı açıklayacak bir şey varsa, o da budur işte. Yükseliş ve düşüş belirtileri-

nin kokusunu almakta herhangi bir insandan daha hassasımdır, bu konuda mükemmel bir öğretmenim,—ikisini de tanıyorum, ikisi birdenim ben.— Babam otuz altı yaşında öldü: sevecen, sevimli ve maraziydi, yalnızca geçip gitmeye yazgılı bir varlık gibi, — yaşamın kendisi olmaktan ziyade, şefkatli bir anısı. Onun yaşamının yokuş aşağıgittiği yıl, benimki de yokuş aşağıgitti: otuz altı yaşımda canlılığımın en düşük noktasına indim, — hâlâ yaşıyordum, ama üç adım önümü göremiyordum. O zaman —1879 yılıydı— BasePdeki profesörlük görevimibıraktım,yazı bir gölge gibi St. Moritz'de atlattım ve sonrakikışı, yaşamımın en güneş-

siz kışını da Naumburg'da bir gölge olarak geçirdim. Bu

Friedrich Ntietzscbe

benim asgarimdi: “Gezgin ve Gölgesi” bu sırada oluştu. Hiç kuşkusuz o zamanlar gölgelerden anlıyordum... Sonraki kış, Cenova'da geçirdiğim ilk kış, âdeta aşırı bir kansızlık ve kas zayıflığıyla belirlenmiş olan o tatlılaşma ve manevileşme “Tan Kızıllığı”nı ortaya koydu. Adı geçen yapıtın yansızlığı mükemmel parlaklık ve ferahlık, hatta zihinsel coşku bende en derin fizyolojik zayıflıkla, hatta acı duygusunun aşırılığıyla iyi geçinir. Aralıksız üç gün süren bir beyin-ağrısının ve yorucu bir balgam çıkarmanın beraberinde getirdiği işkencelerin ortasında, -mükemmel bir diyalektikçi-berraklığına sahiptim ve sağlıklı koşullarda onlar için yeterince tırmanışçı, yeterince rafine, yeterince

soğuk olmadığım şeyleri son derece soğukkanlılıkla düşünüyordum.Diyalektiği, örneğin en ünlü vakasında: Sokrates vakasında nasıl da bir dekadansbelirtisi olarak gördüğümü okurlarım bilirler belki. — Zihnin tüm hastalıklı arızaları,

hatta yüksek ateşin yolaçtığı yarısağırlık bile bugüne kadar bana tamamen yabancı şeyler olarak kalmışlardır, onların doğası ve sıklığı hakkında ancak okuyup öğrenerek bilgi sahibi olmuşumdur. Benim kanım yavaş dolaşır. Hiç kimse

bende yüksek ateş ölçememiştir. Uzun bir süre banasinir

hastası muamelesi yapan bir hekim sonunda: “Hayır! Sizin sinirlerinizde sorun yok, benim sinirim bozuk yalnızca,”

demişti. Herhangibir lokal bozukluğun varlığı da kesinlikle gösterilemez; çok sık rastlandığı gibi genel bir yorgunluk sonucu ortaya çıkan,fiziksel nedenli bir mide ağrısı, gast-

rik sistemin en derin zayıflığı da yok bende. Zaman zaman tehlikeli bir biçimde körleşmeye yaklaşan gözümdeki rahat-

sızlık da yalnızca sonuçtur, neden değil: Öyle ki, yaşama

gücünün herartışıyla birlikte, görme gücü de artmıştır yeniden. — Benim iyileşmem uzun, çok uzun yıllar anlamına gelir, ne yazık ki aynı zamanda nüksetme, gerileme, bir tür

dekadansın dönemselliği anlamına da gelir: Tüm bunlardan sonra, dekadans konularında deneyimli olduğu-

Ecce Homo

mu söylememe gerek var mı? Onu düzünden ve tersinden hecelemiş adamım ben. lutmanın ve kavramanın o telkârı sanatı, nüanslara duyarlı parmaklar, o “köşenin-ötesini-

görme” psikolojisi ve bana özgü başka ne varsa, daha o zamanlar öğrenilmişti, her şeyin bende hassaslaştığı o dönemin armağanıydı, gözlemin kendisi de, tüm gözlemleme organları da. Hasta-optikten daha sağlıklı kavramlara ve değerlere ve yeniden ters yöne, zengin yaşamın

bolluğu ve kendinden emin oluşundan aşağıya, dekadans içgüdüsünün gizli çalışmasına bakmak — buydu benim en uzun idmanım, benim asıl deneyimim, bir konuda olduysam işte bunda usta oldum ben. Perspektifleri tersine çevirmek şimdi elimde, şimdi elimden gelir bu: Belki de “değerlerin yeniden değerlendirilişinin” yalnızca benim için mümkün olabilmesinin birinci nedenidir. —

2.

Dekadan oluşum bir yana, aynı zamanda bunun tam zıddıyım da. Bunu, başkaşeylerin yanısıra, en zor durumlar karşısında içgüdüsel olarak dama endoğru araçları seçmiş olmamla kanıtlayabilirim: bir dekadan ise daima kendisiiçin en sakıncalı araçları seçer. Summa summarum? sağlıklıydım, bir çeşni, bir özellik, bir spesiyalite olarak dekadandım. Mutlak yalnızlaşma ve alışılmış koşullardan kurtulma enerjisi, artık bana bakmasınlar, hizmet etmesin-

lerkdoktora götürmesinler diye kendime uyguladığım baskı — tüm bunlar, o zamanlar her şeyden önce n e yin gerekli olduğuna dair içgüdülerimin mutlak şaşmazlığını belli ediyor. Kendi tedavimi kendim üstlendim, kendi kendimi yeniden sağlığa kavuşturdum: bunun koşulu —her fizyolog kabul edecektir ki— kişinin temelde sağlıklı olması8

Toplamda.(Lat.) (ç.n.)

Friedrich Nietzscbe

dır. Tipik marazı bir öz sağlığa kavuşamaz, nerde kaldı ki kendi kendini sağlığa kavuştursun; tipik sağlıklıbiri içinse tam tersine, hasta olmak yaşama, daha çok yaşam-olmaya yönelik enerjik bir uyaran bile olabilir. Şimdi böyle görünüyor bana o hastalıklı-dönem: âdeta yeniden keşfettm yaşamı, kendimi de hesaba kattım,iyi olan her şeyin ve küçük şeylerin bile başkalarının kolayca tadamayacakları gibi tadına vardım — kendisağlık istencimden, yaşam istencimden kendi felsefemi yaptım... Çünkü dikkat edilsin bana: kötümser olmayason verdiğim yıllar, dirimselligğimin en düşük olduğu yıllardı: kendini yeniden oluşturma içgüdüsü, bir yoksulluk ve cesaretini kırma felsefesini y sakladı bana... Ve aslında nereden anlaşılır gelişkin -

lik! Gelişkin bir insanın duyulara iyi gelmesinden: aynı zamanda hem sert, hem yumuşak, hem de güzel kokan bir ağaçtan yontulmuş olmasından. Kendisine iyi gelen şeylerden hoşlanır yalnızca; iyi gelme ölçüsü aşıldığında sona

erer hoşnutluğu da, hazzı da. Gördüğüzararların çarelerini bulur, kötü tesadüflerden kendi çıkarı için yararlanır; onu öldürmeyen şey, onu güçlendirir. Gördüğü, duyduğu, yaşantıladığı her şeyden içgüdüsel olarak kendi yekünunutoplar: seçicibir ilkedir o, çok şeyi elekten geçirir. İster kitaplar-

la, ister insanlarla, ister manzaralarla temas halinde olsun, hepkendi toplumundadır:seçerek,izin vererek,

güvenerek onurlandırır. Her türlü uyarana yavaş, uzun bir ihtiyatlılığın ve tercih edilmiş bir gurunun ona verdikleri o yavaşlıkla tepki gösterir — kendisine yaklaşan uyaranı sınar, onun karşısına çıkmaktan uzaktır. Ne “şanssızlığa” inanır ne de “suç”a: başa çıkar kendisiyle, başkalarıyla, unutmayı bilir, — her şeyin ona iyi geleceği kadar güçlüdür. — Pekâlâ, bir dekadanın tam zıddıyım ben: çünkü kendimi tarif ettim az önce.

10

Ecce Homo

Böyle bir babanın çocuğu olmayı büyük bir ayrıcalık olarak görüyorum: Karşısında vaaz verdiği köylüler -çünkü birkaç yıl Altenburg Sarayı'nda yaşadıktan sonra, son yıllarını bir vaiz olarak geçirdi— bir meleğin böyle görünmesi gerektiğini söylüyorlardı. —Böylelikle, ırk sorununa temas etmiş bulunuyorum. Kanına tek bir damla kötü kan, hele Alman kanı hiç karışmamış safkan bir Polonya soylusu-

yum ben. Kendimle en derin karşıtlığı, içgüdülerin hesapsız bayağılığını aradığımda her zaman annemle kız kardeşimi buluyorum, —böyle bir rezaletle akraba olduğuma inanmak bir küfürdür benim tanrısallığıma. Annemin ve kız kardeşimin bana gösterdikleri muamele, şu ana kadartarifsiz bir dehşet salıyor içime: Burada mükemmel bir cehennem makinesi çalışıyor, şaşmaz bir dakiklikle, tam da bende kanlı yaralar açılabilecek o anda — en yüksek anlarımda,... çünkü zehirli kurtçuklara karşı koyacak güç kalmıyor o anlarda...

Fizyolojik yakınlık olanak veriyor böyle bir disharmonia praestabilita'ya...> Kabul ediyorum ki, “bengi dönüş”e, asında uçurum derinliğindeki düşünceme karşı, en derin itiraz dajma annem ve kız kardeşimdir. — Oysa,bir Polonyalı olarak da muazzam bir atavizme sahibim. Yeryüzünde var olmuş bu en asil ırkı, benim tanımladığım ölçüde içgüdülerden arınmış bir halde bulabilmek için, yüzyıllarca

geriye gitmek gerekir. Günümüzde asalet denilen her şeye karşı, soğukkanlı bir uzak durma duygusuna sahibim — genç Alman İmparatoru'na, arabacım olmaşerefinibile vermem. Kendi dengimi bulduğum tek bir örnek var — büyük bir minnettarlıkla söylüyorum bunu. Bayan Cosima Wagner açıkça en asil doğadır; ve sözüm eksik kalmasın diye, Richard Wagner'in açıkça bana en yakın adam olduğunu da söyleye9

Önceden belirlenmiş uyumsuzluk.(Lat.) (ç.n) 11

Friedrich Nietzscbe

yım... Gerisi suskunluk...9 Akrabalık dereceleri hakkındaki egemen kavramların tümü, daha aşırısının bulunamayacağı fizyolojik birer saçmalıktır. Papa hâlâ bu saçmalığın ticaretini yapıyor. Kişienaz kendi ebeveyniyle akrabadır: kendi ebeveyniyle akraba olmak, bayağılığın en mükemmelbelirtisidir. En yüksek doğalar, kökenlerini sonsuz geride bırakmışlardır, onun üzerine en uzun süre biriktirmek, tasarruf

etmek, yığmak zorunda kalmışlardır. Büyük bireyler en yaşlı olanlardır: anlamıyorum ama Julius Caesar babam olabilirdi—ya da İskender, bu ete kemiğe bürünmüş Dionysos... Tam da bunu yazdığım anda, postadan bir Dionysos büstü geldi bana...

4. İnsanları kendime düşman etme sanatına hiç ermedi ak-

ım — bunu da eşsiz babama borçluyum — benim için çok önemli göründüğündebile. Hatta Hristiyanlığa ne kadar aykırı olsa da, kendimi bile düşman edemedim kendime. Hayatım enine boyuna didiklensin, tek bir olay dışında, herhangi

birinin bana karşı kötü niyetli olduğuna dair bir iz bulunamaz — ama belki iyi niyete dair biraz fazla iz... Herkesin kötü deneyimler yaşadığı kişilerle olan deneyimlerim bile, istisnasız onların lehine olmuştur; her ayıyı uysallaştırırım, soytarıları bile terbiye ederim. Basel'deki Pedagogium'un!! son sınıfında Yunanca derslerine girdiğim yediyılda öğrencilere ceza vermemi gerektiren bir durum olmadı; en tembeller bile çalışkanlaşıyordu bende. Tesadüfe her zaman açıktım; kendime hâkim olmakiçin hazırlıksız olmam gerekir. Müzik aleti, hangisi olursa olsun,isterse akordu “insan” denen ale10 Hamlet'in ölmeden önceki son sözleri. 11 Nietzsche Basel'de, lise dengi bir okul olan Pâdagogium'da dersler vermişti. (ç.n.)

12

Ecce Homo

tin akordunun olabileceği kadar bozuk olsun — ondan dinlenebilir bir ses çıkartmamam için hasta olmam gerekir. Ne kadar da sık duydum “aletler”in kendilerinden, kendilerini daha önce hiç böyle duymadıklarını... Belki de en güzel, bir defasında benden özenle izin aldıktan sonra, üç günlüğüne Sils Maria'ya gelen, herkese Engadin'i görmekiçin g | mediğini açıklayan, bağışlanamaz bir biçimde genç yaşta ölen Heinrich von Stein'dan duymuştum bunu. Prusyalı bir toprak sahibinin bütün o atılgan safdilliğiyle Wagner'in bataklığına dalmış olan bu mükemmelinsan (—ayrıca Dühring'inkine de!) bu üç gün içinde sanki bir özgürlük fırtınasına yakalanmış gibi, birdenbire kendi yüksekliğine yükseltilip kanatları çıkan biri gibi dönüşümden geçmişti. Bu yakındakitemiz havanın böyle yaptığını, herkesin başına bunun geldiğini, boşuna Bayreuth'un 6.000 feet yukarısında olunmadığını hep söyledim ona, — ama inanmak istemedi bana... Buna rağmen bazı küçük ve büyük kötülükler yapıldıysa bana, bunun nedeni “istenç” değildi, kötü niyet hiç değildi: daha ziyade — az önce değindiğim gibi — hayatımda hiç de az kötülüğe yol açmamış olan iyi niyetten şikâyetçi olurdum. Deneyimlerim bana, sözümona şu “bencil olmayan” dürtüler hakkında, sözle ve eylemle “komşusunu sevme”nin tümü hakkında kuşkucu olma hakkınıveriyor. Kendi başına bir zayıflık, uyaranlara karşı direnç gösterememenin tekil örneği olarak görünüyor bana, — merhamet

yalnızca dekadanlardabir erdemdir. Merhametlilere, utancı, saygıyı, mesafeler karşısındaki nezaketi kolaylıkla kaybetmekle, merhametin bir anda ayaktakımı kokmasıyla veayırt edilemeyecek kadar görgüsüzlüğe benzemesiyle suçluyorum — merhametli ellerin, yeri geldiğinde büyük bir yazgıya, yaralı bir yalnızlığa, bir ağır suç işeme ayrıcalığına yıkıcı müdahalelerde bulunabilecekleri suçlamasını yöneltiyorum onlara. Merhameti yenmeyi desoylu erdemlerden saya-

rım: “Zerdüşt'ün Sınanması” olarak Zerdüştte yazdığım 13

Friedrich Nietzsche

bir vakada, büyük bir imdatçığlığı duyar, onu kendinden soğutmak isteyen son bir günah gibi çöker üstüne merhamet. Burada kendini zapt etmek, burada görevinin yüksekliğine, sözümona bencillikten uzak eylemlerde iş başında olan çok sayıdaki alçak ve uzağı görmeyen tahrikleri bulaştırmamak, budur Zerdüşt'ün vermesi gereken sınav, belki de

son sınav — gücünü asıl kanıtlayışı...

Başka bir açıdan da, bir kez daha sadece babamım ve âdeta onun çok erken bir ölümden sonra yaşamaya devam edişiyim. Hiçbir zaman kendine denk olanlar arasında yaşamamış ve “misilleme” kavramına da “eşit haklar” kavramı kadar uzak olan herkes gibi, bana karşı küçük yada çok

büyük bir budalalığın yapıldığı durumlarda, her türlü karşı önlemi, her türlü koruma önlemini yasaklıyorum ken-

dime — haklı olarak, her türlü savunmayı, her türlü “haklı

çıkarmayı” da. Benim misilleme tarzım, aptallığın ardından olabildiğince hızla bir akıllılık göndermektir: belki böyle yetişilir ona. Benzetmeyle konuşacak olursam: tatsız bir meseleyi kapatmakiçin, bir kâse reçel gönderirim... Yeter ki bana fena bir şey yapılsın, “misilleme”de bulunurum, emin olunsun: kısa zamanda bir “kötülük yapana” şükranlarımı sunmak (hatta kimi zaman kötülüğe bile) — ya da ondanbir şey istemek için vesile bulurum, ki bir şey vermekten daha bağlayıcı olabilir bu... Ayrıca en kaba söz, en kaba mektup bile suskunluktan dahaiyiniyetli, daha nazikçeymiş gibi geliyor bana. Suskun kalanlarda kalp inceliği ve kibarlık eksiktir daima; susmakbir itirazdır, sözünü yutmak zorunlu olarak karakteri bozar, -mideyi bile mahveder. Susanların hepsinde hazımsızlık vardır. — Görüyorsunuz, kabalığı küçümsemekistemiyorum, karşı koymanın açıkçaeninsani 14

Ecce Homo

biçimidir ve modern yumuşaklaşmanın ortasında başlıca erdemlerimizden birisidir. — Yeterince zenginse kişi, haksız olmakbile bir şanstır. Yeryüzüne inen bir tanrı, haksızlıktan başka bir şey yapamazdı, — cezayı değil su çu üstüne almak öncelikle tanrısal olurdu.

6.

Hınçtan kurtulmak, hınç hakkında aydınlanmış olmak — kim bilir, son olarak bu bakımdan da uzun sürmüş hasta-

lığıma ne çok şükran borçluyumdur! Sorun hiç de öyle basit değildir: güçlüyken de zayıfken de yaşamış olmak gerekir onu. Genel olarak hasta olma, zayıf olma hakkında öne sürülmesi gereken bir şey varsa, o da insandaki asıl iyileşme içgüdüsünün, yani savunma ve silah içgüdüsünün yıpranmış olduğudur.. Hiçbir şeyden kurtulmanın, hiçbir şeyle başa çıkmanın yolunu bilemezler, hiçbir

şeyi defetmeyi bilemezler, — her şey yaralar onları. İnsan ve

nesne ısrarla yakınlaşır, yaşantılar fazla derine iner, bellek cerahatli bir yaradır. Hasta olmakbir tür hıncın kendisid ir. — Buna karşılık hastanın yalnızca bir büyük ilacı vardır — Rus yazgıcılığı diyorum ona, Rus askerinin, savaş sertleştiğinde, sonunda kendini karın üstüne bıraktığı o isyansız yazgıcılığı. Artık daha fazlasını benimsememek,ele geçirmemek, kabul etmemek, — genel olarak dahafazla tepki göstermemek... Her zaman ölme cesareti demek olmayan, yaşamak için en tehlikeli koşullarda hayatta kalmak olan bu yazgıcılığın büyük mantığı, metabolizmanın düşürülmesi, yavaşlatılması, bir tür kış uykusu istemidir. Bu mantık-

ta birkaç adım daha ilerlendiğinde, haftalarca bir mezarda uyuyan Hint fakirine ulaşılır... Tepki verecek olsa kendini çok hızla tüketeceğinden, artık hiç tepki vermez: budur mantık. En çabuk yakıp tüketen de hınç duygularıdır. 13

Friedricb Nietzsche

Kızgınlık, hastalıklı alınganlık, intikam duyarlılığı, intikam hazzı, intikama susamışlık, her anlamda zehir karıştırmak — tükenmişkişi için elbette en sakıncalı tepki verme tarzıdır bu: sinir gücünün çarçabuk tüketilmesi, zararlı boşalmala-

rın, örneğin midedekisafranın hastalıklı bir artışı bununla ilişkilidir. Hınç, hasta içindekendinde yasak olandır — onun kötüsüdür: ne yazık ki en doğal eğilimidir de. —O derin hekim Buddha kavramıştı bunu. Onun Hristiyanlık gibi acınası şeylerle karıştırmamakiçin, bir hijyen olarak tanımlanması daha doğru olacak olan “dini”, etkisini hınç üzerinde kazanılan zafere bağlı kıldı: ruhu bundan kurtarmak — iyileşmenin ilk adımı. “Düşmanlık düşmanlıkla sona ermez, dostluktur düşmanlığı sona erdiren”: Buddha'nın öğretisinin en başında yer alır bu — böyle konuşan ahlak değil, fizyolojidir. — Zayıflıktan doğan hıncın, herkesten çok zayıflara zararı vardır, — zengin bir doğanın varsayıldığı diğer durumda, gereksiz bir duygudur, ona hâkim olmanın âdeta zenginliğin kanıtını oluşturduğu bir duygu. — Benim felsefemin “özgür istenç” öğretisindekilere varıncaya kadar intikam ve empati duygularıyla mücadeleyi nasıl ciddiye aldığını bilenler — Hristiyanlıkla mücadele yalnızcatekil bir örneğidir bunun — kişisel tutumumu,pratiktekiiçgüdü kesinliğimi niçin özellikle burada açığa çıkardığımı anlayacaklardır. Dekadans dönemlerinde,zararlı oldukları için yasakladım onları kendime: yaşam yeniden yeterince zenginleşip gururlu olduğunda, altımda kaldıkları için yasakladım onları kendime. Sözünü ettiğim o “Rus yazgıcılığı” bu sırada öne çıktı bende, öyle ki nerdeyse dayanılmaz konumlara, yerlere, konutlara, toplumlara, bir

kez tesadüfen verildiklerinde yıllarca sıkı sıkıya bağlı kaldım — böylesi dahaiyiydi onları değiştirmekten, onların değiştirilebilir olduğunu hissetmekten, — onlara karşı isyan etmekten... Kendimi bu yazgıcılıkta rahatsız etmeyi, kendini zorla uyandırmayı ölümcül bir kötülük olarak görmüştüm 16

Ecce Homo

o zamanlar: — aslında her defasında da ölümcülbir tehlikey-

di. — Kendini bir yazgı gibi kabul etmek, kendini “farklı” istememek — böyle durumlarda tam dabüyük kavrayıştır bu.

7. Savaş başka bir şeydir. Kendi tarzımda savaşçıyım ben.

Saldırmak içgüdülerimden biridir. Düşman olabilmek, düşman olmak — belki de güçlü bir doğayı gerektirir bu, her hâlükârda her güçlü doğada vardır mutlaka. Karşı koymalara ihtiyaç duyar, dolayısıyla karşı koymalar arar: tıpkı intikam ve empati duygusunun zayıflığa dâhil olması gibi saldırgan Pathos da zorunlu olarak güçlülüğe dâhildir.

Örneğin kadın intikamcıdır, başkalarının acısına duyarlılı-

ğı kadar bu da onun zayıflığıyla belirlenmiştir. — Saldıranın güçlülüğü, gerekli duyduğu bir düşmanlıkta bir tür ölçü bulur; her büyümedaha güçlü bir düşmanıarayışta belli eder kendini — ya da problemi arayışta: çünkü savaşçıbirfilozof,

problemleri de düelloya davet eder. Sorun genel olarak karşı koymalarla değil, tüm gücünü, kıvraklığını ve sılahtaki ustalığını ortaya koyması gerekenlerle başa çıkmaktır, — denk rakiplerle... Düşman karşısında denklik —adil bir düellonun ilk koşulu. Hor gördüğüyle savaşamaz kişi; emrettiği, altında gördüğüyle savaşmamalıdır kişi — Benim savaş pratiğim dört cümleyle özetlenebilir. Birincisi yalnızca

muzaffer olan şeylere saldırırım — duruma göre de muzaffer olmalarını beklerim. İkincisi: Yalnızca kendime müttefik bulamayacağım, yalnız kalacağım şeylere saldırırım, — tehlikeye tek başıma maruz kalacağım yerlerde... Herkesin ortasında, tehlikeli olmayan tek bir adım atmadım: budur benim doğru davranış kıstasım. Üçüncüsü: Asla şahıslara saldırmam — şahısları yalnızca güçlü bir büyüteç gibi kul17

Friedricb Nietzsche

lanırım, genel ama gizlice yaklaşan, somutlaştırılması zor

olan bir felaketi belirginleştirebilmek için. Böyle saldırdım David Strauss'a, daha doğrusu bunak bir kitabın Alman “kültür”ündeki başarısına, iş başında yakalamıştım bu kültürü... Böyle saldırdım Wagner'lere, daha doğrusu rafine olanı zengin olanla, geç geleni büyük olanla karıştıran “kültür”ümüzün sahteliğine, içgüdü muğlaklığına. Dördüncüsü: Yalnızca her türlü kişisel farklılığın dışlandığı, kötü deneyimlere dayanan hiçbir geçmişin bulunmadığı şeylere

saldırırım. Tam tersine, saldırmakiyiliğini istemenin, koşullara göre de şükran borcunun bir kanıtıdır bende. İsmimi bir meseleyle, bir kişiyle ilişkilendirdiğimde saygı gösteriyorum, önem veriyorum ona: lehte ya da aleyhte — benim için ikisi de bir. Hristiyanlıkla savaştığımda, hakkımdır bu benim, çünkü o yönden büyük felaketler ve engellemeler yaşamadım, — en ciddi Hristiyanlar her zaman dostça davrandılar bana. Ben kendim, Hristiyanlığın de rigueur?”bir karşıtı, çok uzağım,bin yılların korkunç yazgısının hesabını tek tek kişilerden sormaya.

İnsanlarla ilişkilerimde bana çıkarttığı zorluklar hiç de küçük olmayan son bir özelliğime daha değinebilir miyim? Temizlik-içgüdüsünün tamamen tekinsiz bir hassaslığı bana özgüdür, öyle ki her ruhun yakınlığını ya da —ne diyorum ben?— en iç dünyasını iç organlarını fizyolojik olarak algılarım—kokusunu alırım... Bu hassaslıkta psikolojik duyargalarım vardır, her sırra dokunur ve elime alırım onları, bazı doğaların zemininde belki kötü kandan kaynaklanan, ama eğitimle üstü örtülmüş çok miktarda gizli pis12

De rigueur (Fr): Zorunlu katı, sıkı, disiplinli, resmi vb. anlamlarına gelir.

(ç.n.) 18

Ecce Homo

liğin nerdeyse daha ilk dokunuşta farkına varırım. Doğru gözlemlediysem, benim temizliğim için dayanılmaz olan dogalar da tiksintimin özeninihissederler kendilerince: böylelikle daha iyi kokmazlar... Kendime her zamanalıştığım gibi

— kendimekarşı aşırı bir samimiyet benim varoluş-koşulum-

dur, temiz olmayan koşullarda ölürüm ben — âdeta sürekli yüzer, yıkanır ve oynarım suda, mükemmel saydamlıktaki

ve parıltılı herhangi bir elementte. İnsanlarla ilişkilerimde

hiç de küçük olmayan bir sabır sınaması oluyor bu benim

için; insancıllığım, insanın olduğu haline empati duymamdan değil, ona empati duymaya katlanmamdan ile-

ri geliyor... İnsancıllığım sürekli bir kendini aşmadır. — ama yalnızlık gerek bana, demem şu ki, iyileşme, kendime geri dönme, temiz, hafıf oyuncu bir havayı soluma gerek...

Bütün bir Zerdüşt kitabım yalnızlığa yazılmış bir Dithyrambostur, ya da, doğru anlaşıldıysam, arılığa... Ne iyi ki, arı budalalığa değil; renkleri ayırt edebilen, elmas diyecektir

ona. — İnsandan, “ayaktakımı”ndan duyduğumtiksinti,

her zaman en büyük tehlikeydi bana... Zerdüşt'ün tiksintidenkurtuluş hakkında söylediği sözleri dinlemek isteyen var mı?

Peki ne oldu bana? Nasıl kurtuldum bu tiksintiden? Kim canlandırdı gözlerimi? Nasıl uçtum, ayaktakımının pınarların başında oturmadığı yüksekliklere? Tiksintim mi yarattı benim için kanatlarımı ve kaynakları sezen güçlerimi? Sahiden, en yükseğe uçmam gerekti hazzın pınarını yeniden bulabilmek için! — Hey, buldum onu kardeşlerim! Burada en yüksekte fışkırıyor hazzın pınarı! Ve ayaktakımından hiç kimsenin içemedığı bir yaşam var burada! Pek deli akıyorsun bana hazzın kaynağı! Ve sık sık boşaltıyorsun bardakları, yeniden doldurasın diye! Ve daha öğrenmeliyim, alçakgönüllü yaklaşmayı sana: pek deli akıyor yüreğim hâlâ sana doğru: 19

Friedricb Nietzsche

— İçinde yaz mevsiminin kısa, sıcak, efkârlı, aşırı mutlu yaz mevsiminin yandığı yüreğim: nasıl da istiyor yazyüreğim senin serinliğini! Geçtiilkbaharımın kararsız kederi! Geride kaldı haziran ayındaki kar tanelerinin küskünlüğü! Yaz oldum tepeden tırnağa ve yaz-öğleni, — — Buz gibi kaynakları ve kutlu sessizliğiyle dorukta bir yaz mevsimi: hey, gelin dostlarım gelin ki daha kutlu olsun sessizlik!

Çünkü bu bizim yüksekliğimiz ve bizim vatanımız: çok yüksek ve sarp yamaçlarda oturuyoruz burada, tüm kirlilere ve onların susuzluklarına göre. Şimdi arı gözlerinizi hazzımın kaynağına dikin dostlar! Bu yüzden nasıl bulanır ki bu kaynak! Size kahkahayla karşılık verecek, kendi arılığıyla. Gelecek ağacına kuruyoruz yuvamızı; kartallar gagalarıyla yemek getirecek biz yalnızlara!

Sahiden, temiz olmayanların da yiyebileceği yemekler bulundurmuyoruz burada! Ateş yemiş gibi olur ve ağızlarını yakar onlar bu yemeklerle. Sahiden, temiz olmayanlariçin barınacak yerimiz yoktur

burada! Bizim mutluluğumuz buzdan bir mağara gibigelir onların bedenlerine ve tinlerine! Ve güçlü rüzgârlar gibi yaşamakistiyoruz onların üstünde, kartallara komşu, karlara komşu, güneşe komşu: böyle yaşar şiddetli rüzgârlar.

Ve bir rüzgâr gibi eseceğim onların arasında, ve onların tininin soluğunu keseceğim kendi tinimle: böyle istiyor geİeceğim.

Sahiden,güçlü bir rüzgârdır Zerdüşt, tam alçak yerlerde: ve şunu öğretir düşmanlarına ve tükürüp kusan herkese: sakın ha tükürmeyin rüzgârakarşı!...” 13 Krş. Böyle Söyledi Zerdüşt, İkinci Bölüm, “Ayaktakımı Üzerine”, s. 94-95. (ç.n.) 20

Neden Böyle Akıllıyım Ben

Neden daha fazla biliyorum ben? Neden genellikle böyle akıllıyım? Soru olmayan sorular üzerinde hiç düşünmedim — kendimi israf etmedim. — Asıl dinsel zorlukları örneğin, yaşayarak öğrenmiş değilim. Neden dolayı günahkâr olmam gerektiği, tamamen kaçtı dikkatimden.

Aynışekilde, bir vicdan azabının ne olduğuna dair güvenilir bir kıstas da yok elimde: Bu konudaduyduklarıma göre, bir vicdan azabıhiç de saygıdeğer bir şey gibi görünmüyor bana... Bir eylemi sonradan ortada bırakmak istemem, kötü sonu, sonuçları ilkesel olarak değer sorusunun dışında tutmayı tercih ederim. Kötü sonda, yaptıgı şey hakkındakidoğru bakışı kolaylıkla yitirir kişi: Bir vicdan azabı bir tür “kötü bakış”tır. İsabetsiz bir şeye, isabetsiz olduğu için bir o kadar dahafazla itibar etmek — benim ahlakıma daha uygundur. — “Tanrı”, “Ruhun ölümsüzlüğü”, “Kurtuluş”, “Öte dünya”, dikkatimi de zamanı-

mı da vermediğim kavramlardır bunlar, bir çocukkenbile, — belki de hiçbir zaman yeterince çocukça değildim bunun için? — Kesinlikle bir sonuç olarak varmış değilim ateizme, bir olay olarak öğrenmişbile değilim: içgüdüsel olarak kavradım onu. Baştan savma bir yanıtı beğenmeyecek kadar meraklı, kuşkulu, haşarıyım ben. Tanrı baştan savma 21

Friedrich Nietzsche

bir yanıttır, bir nezaketsizliktir biz düşünürlere karşı, —hatta aslında baştan savma bir yasaktır bize konulmuş: düşünmeyeceksiniz!... Herhangi bir teolog-tuhaflığından çok “insanlığın selameti”yle ilişkili olan bir soru, tamamen başka türlü ilgilendiriyor beni: beslenme sorusu. Kolaylık olsun diye şöyle ifade edilebilir: “gücünün doruk noktasına, Rönesans tarzındaki Virtu'ya moralinsiz!* erdeme varmak için, nasıl beslemelisin özellikle sen kendini?” — Buradaki deneyimlerim, olabileceklerin en kötüsüdür; bu soruyu bu kadar geç duyduğum, bu deneyimlerden “akıllı” olmayı bu kadar geç öğrendiğim için şaşkınım. Yalnızca bizim Alman kültürümüzün tamamen işe yaramazlığı —onun “idealizmi”—, neden tam da bu konuda aziz mertebesine varıncaya kadar geri olduğumubir ölçüde açıklıyor bana. Bu kültür, daha en baştan “gerçeklikleri” gözden yitirmeyi öğretir, “ideal” denilen enikonu problemli hedeflerin, örneğin “klasik kültürün” peşinden koşmakiçin: — sanki “Klasik” ve “Alman?”olanı bir kavramda bir araya getirmek daha en baştan yanlış değilmiş gibi! Dahası, eğlendirici bir etkisi de vardır bu kültürün — “klasik eğitimli” bir Leipzig”'liyi düşünün bir kere! — Aslında, en olgun yaşlarıma kadaryalnızca “kötü ” beslendim, —ahlakibir dille ifade edecek olursam

“kişisel olmayan”, “bencillikten uzak”, “özgeci” aşçıların

ve diğer Hristiyan din kardeşlerinin selameti için. Örneğin Leipzig mutfağı aracılığıyla Schopenhauer'i ilk okuyuşumla

eş zamanlı olarak (1863), çok ciddi bir biçimde kendi “ya-

şama istenci”mi yadsıdım. Yetersiz beslenme amacıyla bir de mideyi mahvetmek — sözünü ettiğim mutfak bu sorunu şaşırtıcı bir başarıyla çözecekmiş gibi göründü bana. (1866 yılının bu konuda bir düğüm noktası olduğu söyleniyor —.) Oysa genel olarak Alman mutfağı — ne günahlar var onun 14 Nietzsche,“Moralinsiz” derken ahlâkı bir uyuşturucuya benzetiyor. Bkz. Oruç Aruoba'nın Deccalçevirisindeki notu, (Deccal, Hil Yayınları, 5.113, İstanbul, 1986. (ç.n.) 22

Ecce Homo

boynunda! Yemekten önce çorba (daha 16. Yüzyılın Venedik yemek kitaplarında alla tedesca"” diye anılıyor); aşırı pişirilmiş etler, yağlı ve unlu sebzeler; hamur işlerinin kâğıt ağırlığı niyetine yozlaştırılması! Yaşlı ama kesinlikle sadece yaşlı olmakla kalmayan Almanların âdeta hayvani biraz daha koyma gereksinimlerini de ekleyin buna, böylece anlaşılır Alman tininin kökeni de — bozulmuş bağırsaklardan... Alman tini bir hazımsızlıktır, hiçbir şeyle başa çıkamaz.— Ancak Alman, hatta Fransız diyetiyle kıyaslandığında bir tür “doğaya” yani yamyamlığa “geri dönüş”olan İngiliz diyeti de benim asıl içgüdüme temelden aykırıdır; tne ağır ayaklar veriyormuş gibi geliyor bana — İngilizkadın ayakları... En iyi mutfak Piemonte'ninkidir. — Alkollü içecekler sakıncalıdır benim için; günde bir bardak şarap ya da bira kâfi gelir, hayatımı “zindan” etmeye. — Münih'te benim karşı kutuplarım yaşıyor. Biraz geç kavramış olsam da, esas olarak çocukluğumdan beri yaşadım ben bunu. Bir erkek çocuk olarak, şarap içmenin de tütün gibi başlangıçta yalnız genç erkeklerin bir gösterişi olduğuna, daha sonra kötü bir alışkanlığa dönüştüğüne inanırdım. Belki bu buruk yargıda Naumburg şarabının da payı vardı. Şarabınkeyif verdiğine inanmakiçin Hristiyan olmam,yaniözellikle benim için saçma olan bir şeye inanmam

gerekti. Az miktarda, iyice sulandırılmış alkol aldığımda ayarlarım aşırı ölçüde bozulurken, daha sıkı miktarlarda âdeta bir gemiciye dönüşmem,yeterince tuhaftı. Dahabir çocukken cesurdum bu konuda.Bir gece nöbetinde uzun bir Latince makale yazmak ve bir de onun kopyasını yazmak, kalemimde örnek aldığım Sallust'a kesinlik ve yoğunlukta yetişmek hırsıyla Latincemin üzerine en sertinden biraz rom

dökmek, daha saygın Schulpforta'nın öğrencisiyken bile kesinlikle çelişmiyordu fizyolojimle, belki Sallust'unkiyle de — ne kadar çok çelişse de saygıdeğer Schulpforta'yla... 15

Alla tedesca (İt.): Alman usulü.(ç.n.) 23

Friedricb Nietzsche

Daha sonra, hayatımın ortasına doğru gitgide daha kesin bir tavır aldım her türlü “spiritüel” içkiye karşı: tıpkı inancımı değiştirmiş olan Richard Wagner gibi vejetaryenliğin deneyimden gelen bir karşıtı olan ben, bütün tinsel doğalara alkollü içkilerden mutlaka uzak durmalarınıtavsiye etmekten yorulmuyorum. Su yeter... Dört bir yanında akan çeşmelerden içme olanağı bulunanyerleri tercih ediyorum (Nice, Torino, Sils); küçük bir bardak, bir köpek gibi

gelir peşimden. Invino veritas:" öyle görünüyor ki, burada da yine “hakikat” kavramı üzerinde tüm dünyaya ters düşüyorum: — bende tinsuyun üzerinde süzülüyor...” Ahlakımdan birkaç ipucu daha. Büyük bir öğün, küçük bir öğünden daha iyi hazmedilir. Kişi midesinin büyüklüğünü bilmeli. Aynı nedenle, yarıda kesilmiş kurban şölenleri dediğim uzun süren öğünlerden, tabldotlardan uzak durma-

lı. — Ara öğünler yok, kahve yok: kahve kötüleştirir. Ça y

yalnızca sabahlarıiyi gelir. Az, ama demli; birazcık bile açık olursa çok sakıncalıdır ve bütün gün rahatsızlık verir. Herkes kendince bir ölçü tutturmuştur bunda, genellikle en katı ve en tatlı sınırlar arasında. Çok sinir bozucu bir iklimde çayla başlamaktavsiye edilmez:bir saat öncesinde bir fincan koyu yağsız kakaoyla başlamak gerekir. — Olabildiğince az oturmalışaçık havada ve özgürce hareket ederken —kasların da bayram yaptığı sırada— doğmamış hiçbir düşünceye ınanmamalı. Tüm önyargılar bağırsaklardan gelir — kalça büyütmek — daha önce de söylemiştim — kutsal tine karşı asıl günahtır.— 2.

Yer veiklim sorunu beslenme sorunuyla çok yakın akrabadır. Hiç kimse istediği her yerde yaşayamaz; tüm gü16 17

oŞarapta gerçek vardır. (ç.n.) Bkz. Kitab-ı Mukaddes, Eski Ahit, Tekvin 1. (ç.n.) 24

Ecce Homo

cünü zorlayacak büyük görevleri yerine getirmesi gereken kişinin fazla seçeneği de yoktur. Metabolizma üzerindeki iklim etkisi, metabolizmayı yavaşlatması, hızlandırması, yer ve iklim seçiminde yapılacak bir hatanın herhangi bir kişiyi görevinden soğutmakla kalmayıp, bu görevden tamamen mahrum kalmasınabile varabilir: göreviyle hiç karşılaşmaz. Dirimsel kuvvet, kişinin: bunu ancak ben yapabilirım... diyerek idrak edebileceği o en tinsel alanına dek taşan özgürlüğe ulaşacak kadar büyük olmamıştır onda. Kötü bir alışkanlık haline gelmiş ve bir o kadar da basit bağırsak-tembelliği tamamen yeterlidir bir dehayı vasata, bir “Alman”a dönüştürmek için; tek başına Alman iklimi bile yeterlidir güçlü ve kahramanlığa yatkın bağırsakların cesaretini kırmak için. Metabolizmanın hızı, tininayaklarının hareketli ya da felç oluşuyla doğru orantılıdır. Zeki insanların eskiden ve şimdi var olduğu yerleri, esprinin, incelmişliğin, muzipliğin mutluluğa dâhil olduğu, dehanın âdeta zorunlu olarak yurt edindiği yerleribir sıralarsak: hepsinin de olağanüstü kuru bir havaya sahip olduğunu görürüz. Paris, Provence, Floransa, Kudüs, Atina — bu isimlerin gösterdiği gibi: dehanınkoşulu kuru hava, temiz gökyüzüdür — yanihızlı metabolizmadır, büyük, hatta muazzam ölçülerdeki gücü

hep yeni baştan ikmal edebilme olanağıdır. Önemli ve öz-

gür yapılıbir tinin sırf iklimden kaynaklanan içgüdür-inceliği eksikliği yüzünden dar, sünepe, uzman ve somurtkan biri

olduğu bir örnek var gözümün önünde. Sonunda kendim

de bu örnek olabilirdim, hastalığım beni akıla, akıl üzerinde

düşünmeye, gerçekliğe zorlamasaydı. Şimdi, uzun bir alıştırma sonunda iklimsel ve meteorolojik kökenli etkileri, kendi üzerimde sanki çok hassas ve güvenilir bir aygıttan okuyormuşçasına okuyabiliyor ve Torino'da ya da Milano'da yaptığım kısa bir yolculukta havanın nem oranlarındaki değişikliği kendi üstümdefizyolojik olarak hesaplayabiliyorken, yaşamımın son 10 yıldan öncesinin hep yanlış ve bana âdeta 25

Friedrich Nietzscbe

yasak yerlerde geçirdiğim yaşamsal açıdan en tehlikeliyıl-

lar olduğunu düşününce dehşete kapılıyorum. Naumburg, Schulpforta, genel olarak Thüringen, Leipzig, Basel — bunlar da benim fizyolojim açısından bir sürü felaket yerdi. Çocukluğumdanve gençliğimden hoş bir anı kalmamışsa aklımda, burada sözümona “ahlaki” nedenleri öne sürmek budalalık olur, — örneğin yeterli bir toplumsallığın tartışılmaz eksikliğini: çünkü bu eksiklik bugün de her zamankigibi var ve benim neşeli ve cesur oluşuma engel değil. Aksine, fizyolojiden anlamayış —kahrolası “idealizm”— hayatımın asıl karayazısıdır, hayatımdaki gereksizlik ve aptallıktır, ondan iyi bir şeyi yetişmeyen, dengelenemeyen,telafı edilemeyen bir şeydir. Bu “idealizm”in sonuçlarıyla açıklıyorum yaşamımın görevinin dışındaki tüm hataları, tüm büyük içgüdüsapmalarını ve “mütevazılıkları”, örneğin tfilolog oluşumu — neden hiç olmazsa doktor ya da gözleri-açan başka herhangi bir meslek değil? — Basel dönemimdeki bütün tinsel beslenmem, günlük düzenim dâhil, olağanüstü enerjilerin tamamen düşüncesizce kötüye kullanılmasıydı, harcadığım kuvvetleri bir biçimdetelafi etmek şöyle dursun, harcamak ve ikame etmek hakkında bile kafa yormuyordum. O hassas

soğukkanlılık eksikti, buyurgan bir içgüdününkoruması yoktu; kendini herhangi birisiyle eşit görmekti bu, bir tür

“kendini düşünmemek”ti, aradaki mesafeyi unutmaktı, —

kendimi asla bağışlamayacağım bir şeydi. Neredeyse sona gelmişken, neredeyse sona gelmiş olduğum için, hayatımın bu temelakılsızlığı —“idealizm”— üzerinde düşünmeye başladım. Hastalık soktu beni aklın yoluna. —

Beslenme konusunda yapılan seçim; iklim ve yer seçimiş — her ne pahasına olursa olsun yanlış adım atılmaması 26

Ecce Homo

gereken üçüncüsü ise kişinin dinlenme tarzını

seçmesidir. Burada da bir tinin sui generis!8 olması ölçüsüne göre, ona izin verilen, yani yararlı sınırlar gittikçe daralır. Benim örneğimde, her türlü okuma benim dinİenmelerime dâhildir: dolayısıyla beni kendimden koparan, beni yabancıbilimlerde ve ruhlarda gezintiye çıkaran, —artık ciddiye almadığım şeylerdendir. Okumak benitam da ken di ciddiyetimden uzaklaştırır. Çok yoğun çalıştığım dönemlerde hiçbir kitap görülmez yanımda: herhangi birinin yanı başımda konuşmasına,hatta düşünmesine izin vermek-

ten sakınırım. Okumak da budur zaten... Tinin ve aslında tüm organizmanın gebelik nedeniyle mahküm oldukları o derin gerilimde, tesadüfün, dışarıdan gelen her türlü uyaranın çok şiddetle etkili olduğunu, çok derinden “çarptığını” fark etmiş miydiniz? Tesadüften, dışarıdan gelen uyarandan olabildiğince kaçmalı; kendi etrafına bir tür duvar örmek, tinsel gebeliğin başta gelen içgüdüsel-akıllılıklarındandır. Yabancı bir düşüncenin gizliden gizliye duvarı aşmasına izin verecek miyim? — Okumak da budur zaten... Çalışma ve verimlilik dönemlerini dinlenme dönemleriizler: Haydigelin hoş, zekice, kavrayışlı kitaplar! — Alman kitapları mı olacak bunlar?... Kendimi elimde bir kitapla yakalamakiçin altı ay geriye gitmem gerek. Neydi o kitap? — Victor Brochard'ın mükemmel bir incelemesi: benim Laertiana'mdan" da çok

iyi yararlanılmış olan /es Sceptigwes Grecs.İkiile beş ara-

sında yüzüolan şu filozoflar ulusu içinde saygıdeğer biricik tip olan kuşkucular!... Yoksa neredeyse hep aynı kitaplara sığınırım, aslında çok azdır sayısı özellikle benim gözümde kanıtlanmış kitapların. Belki de benim tarzım değildir çok ve çok çeşitli okumak: bir okuma odası hasta

eder beni. Çok ve çok çeşitli sevmek de tarzım değil benim. 18 19

Kendine özgü, nevi şahsına münhasır. (ç.n.) Nietzsche'nin “Rheinisches Museum für Philologie” dergisinde yayımlanan (1868) “De Laertii Diogenis fontibus” adlı makalesi.(ç.n.) 27

Friedricb Nietzsche

Yenikitaplara karşı ihtiyat, hatta düşmanlık bile “hoşgörü”, “İargeur du cocur”” ve “komşusunu sevmek”ten daha önce içgüdüydü bende... Aslında, hep yeni baştan okuduklarım birkaç eski Fransız'dır: Yalnızca Fransız kültürüne inanıyorum ve bunun dışında Avrupa'da kendine “kültür” diyen her şeyi bir yanlış anlama olarak kabul ediyorum, Alman kültürününse sözünü bile etmiyorum... Almanya'da buldugum az sayıdaki yüksek kültür örneğinin hepsi de Fransız kökenliydi, en başta Frau Cosima Wagner, beğeni konularında duyduğum ilk sesti hemen hemen... Hristiyanlığın en öğreticikitabı olarak Pascal'ı okumayıp, seviyor oluşum — önce bedensel sonra psikolojik olarak yavaş yavaş öldürülmüştü, bu insanlık dışı gaddarlığın en tüyler ürpertici biçiminin tüm mantığıyla; Montaigne'in haşarılığının tinimde, —kim bilir?— belki bedenimde de var oluşu; sanatçı-begenimin Moliğre, Corneille ve Racine adlarını, Shakespeare gibi sefih bir dehaya karşı öfkelenmeyi de ihmal etmeden korumayaalışı: tüm bunlarnihayetinde, en son Fransızların da gözümdeçekici bir toplum oluşlarını dışlamaz. Tarihin başka hangi yüzyılında bugünün Paris'indeki kadar meraklı ve aynı zamanda bir o kadartatlı psikologların bir araya gelebileceğini hiç kestiremiyorum: misal olarak -çünkü sayıları hiç de az değil— Paul Bourget, Pierre Loti, Gyp, Meilhac,

Anatole France, Jules Lemaitre beyleri, veya güçlü ırktan birini, özellikle tutkun olduğum gerçek bir Latin'i vurgulamak için Guy de Maupassant'ın adlarını sayayım. Bu kuşağı tercih ediyorum, laf aramızda, —örneğin büyük insanları ve dönemleri yanlış anlamasına sebep olan Hegel tarafından mahvedilmiş Bay Taine gibi— hepsi de Alman felsefesi tarafından mahvedilmiş büyük öğretmenlerini bile. Almanya uzanabildiği”' her yerde, kültürü mahveder. Fransa'dakitini ancak savaş “kurtarabilmiştir”... Hayatımın en güzel tesadüflerinden biri olan Stendhal, —çünkü hayatımda 20 21

Gönül zenginliği, geniş yüreklilik. (Fr.) (ç.n.). Reichen: uzanmak, Reich: İmparatorluk.(ç.n.) 28

Ecce Homo

çığır açan her şeyi, hiçbir zaman bir tavsiye değil, bir tesadüf getirmiştir bana— önceden gören psikolog gözüyle, en büyük gerçek olanın yakınlığını hatırlatan gerçekleri kavrayışıyla, (ex ungue Napoleonem-)> paha biçilmezdir; sonundadürüst bir ateist olmasının payı da az değildir bunda, Fransa'da çok ender bulunan ve nerdeyse hiç bulunmayan bir türdür, —Prosper Merimee'ye saygıyla... belki kıskanıyorum Stendhal'i? Tam da benim yapabileceğim en iyi ateist esprisini aldı elimden: “Tanrı'nın biricik özrü, var olmayışıdır”... Ben de bir yerlerde şöyle demiştim: neydi şimdiye kadar varoluşa karşı en büyük itiraz? Tanrı... 4.

En yücelirik şair örneğini Heinrich Heine sundu bana. Benzertatlılıkta ve tutkulu bir müziği boşuna arıyorum tüm bin yıllarda. Mükemmel olanı onsuz düşünemeyeceğim o ilahi muzipliğe sahipti — insanların, ırkların değerini, tanrıyı satirden ayırmayışlarındaki zorunluluğa göre biçiyorum. — Ve Alman olandan nasıl yararlandıklarına göre! Bir gün gelecek Heine'nin ve benim, Alman dilinin ilk sanatçıları olduğumuz söylenecek — sıradan Almanların o dille yaptıkları her şeyden kestirilemez uzaklıkta.—Byron?'un Manfred'iyle yakından akraba olsam gerek: tüm bu uçurrumları buldum içimde, — on üç yılda olgun hale geldim bu

yapıt için. Manfred'in huzurunda Faust sözcüğünütelaffuz etmeye yeltenenlere söyleyecek tek sözüm yok, bir bakışım var yalnızca. Almanlar her türlü büyüklük kavramınay e teneksizdirler. — Kanıt: Schumann. Şahsen, bu yap-

macık Sakson'a öfkemden, Manfred için bir karşı-uvertür

besteledim, Hans von Bülow, nota kâğıtları üzerinde bunun bir benzerini görmediğini söylemişti: Euterpe'nin” ırzına

22 Nietzsche burada Latince “ex ungua leonem” (pençesinden Aslanı anlamak, parçadan bütüne varmak) deyimiyle oynuyor.(ç.n.) 23 Futerpe: Yunan mitolojisindelirik şiir musası.(ç.n.) 29

Friedrich Nietzsche

geçmek demekmiş bu.—Shakespeare'i tanımlayacak en iyi ifadeyi ararken, hep onun Caesartipini tasarlamış olduğu geliyor aklıma. Böyle bir şey düşünülerek bulunmaz — kişinin kendisi odur ya da o değildir. Büyük edip ya | nızca kendi gerçekliğinden yararlanır — onun ardından kendi yapıtına artık katlanamadığı raddeye kadar... Zerdüştüme bir bakış attığımda, yarım saat gidip geliyorum odamda, dayanılmaz bir hıçkırık tutmasıyla başa çıkamadan. — Shakespeare'den daha iç acıtıcı okuma bilmiyorum: Bir insanın soytarılığa böylesine mecbur kalmasıiçin, kim bilir ne acılar çekmiş olması gerekir! — Anlaşılıyor mu Hamlet? Kuşku değil, emin oluştur çıldırtan... Ne ki ayrıca derin, uçurum filozof olmak gerekir, böyle hissetmekiçin... Hepimizkorkuyoruz hakikatten... Ve itiraf edeyim: Bu en tekinsiz edebiyat tarzının müellifi, kendindeki-hayvana eziyet edenin Lord Bacon olduğundan içgüdüsel olarak eminim ve biliyorum: Amerikalı karışık ve sığ kafaların acımaya değer boş lafları ne ilgilendirir beni? En büyük vizyon gerçekliğine gücünün olması yalnızca en güçlü eylem enerjisiyle, eylemin korkuncuyla, cinayetle bağdaşmakla kalmaz — bizzat onları gerektirir... Lord Bacon'un, sözcüğün o büyük anlamıyla ilk gerçekçinin neler yaptığını, neler istediğini, kendisiyle neler yaşadığını bilmek için hâlâ yeterli bilgimiz yok hakkında... Ve şeytan alsın eleştirmenlerimi! Zerdüşt'ümü başkabirinin,

örneğin Richard Wagner'in adıyla yayımlamış olsaydım,iki bin yılın öngörüsü bile yetmezdi, “İnsanca, Pek İnsanca”nın yazarının, Zerdüşt'ün vizyoneri olduğunu keşfetmeye...

Burada hayatımın dinlenmelerinden söz ederken, açıkça en derinden ve en yürekten dinlenmemi sağlayan şeye 30

Ecce Homo

şükran borcumu dile getirmek üzere bir çift söz söylemem gerekiyor. Bu da hiç kuşkusuz Richard Wagner'le kurdu-

ğum yakın ilişkiydi. İnsaniilişkilerimin geri kalanını çürüğe ayırıyorum; dünyaları verseler Tribschen'deki günleri hayatımdan çıkartmam, güvenin, keyfin, ulvi tesadüflerin yaşandığı günleri — derin anların... Başkalarının Wagner'le neler yaşadığını bilmiyorum: bizim göğümüzden tek bir bulut bile geçmemişti. — Böylelikle bir kez daha Fransa'ya geri dönüyorum, — bir gerekçem yok ama onu kendilerine

benzer buldukları için Wagner'e saygı duyduklarına inanan Wagnercilere ve benzerlerine aşağılayarak burun kıvırırım yalnızca... Nasıl ki, en derin içgüdülerimle, Alman olan her şeye yabancıysam, yakınımda bir Alman'ın varlığı bile hazmımı zorlaştırıyorsa, Wagner'le ilk karşılaşmam dailk soluk almaydı hayatımda: yabancı ülke olarak duyumsayıp, saygı duydum ona, tüm “Alman erdemlerine” karşı bir zıtlık, kanlı canlı bir protesto olarak. — Bizler, ellili yılların bataklığında çocukluğunu yaşamış olanlar, mecburen kötümseriz “Alman” kavramı karşısında; devrimci olmak tek seçeneğimizdir, —yobazların yukarıda olduğu hiçbir gidişatı kabullenmeyiz. Bugün başka renklerle oynamasıhiç ilgilendirmiyor beni,ister kızıllara bürünsün,isterse de süvari üniforması çeksin üstüne... Pekâlâ! Wagner bir devrimciydi. Almanlardan koşarak uzaklaştı... Avrupa'da Paris'ten başka vatanı yoktur bir sanatçının; Wagner'in sanatının gerektirdiği tüm beş sanat duyusundaki delicatesse, nüansları ayırt edebilmek, psikolojik marazilik, yalnızca Paris'te bulunur. Başka hiçbir yerde yoktur, biçim sorunlarındaki bu tutku, mise en scene'deki bu ciddiyet — Paris'in par excellence ciddiyetidir. Parisli bir sanatçının ruhunda yaşayan muazzam ikbalhırsının Almanya'da bir karşılığı yoktur. Alman iyi huyludur... Neyse, Wagner'in nereye ait olduğuna, en yakın arkadaşlarının kimler olduğuna dair zaten yeterince konuşmuştum (“İyinin ve Kötünün Ötesinde”de, Fr. 2596 31

Friedricb Nietzsche

vd.): Fransız geç Romantizmidir orası, Delacroix, Berlioz

gibi sanatçıların yüksekten uçan, yükseklere kaldıran türden sanatıdır, bir hastalık zemininde, şifa bulmaz özleriyle, katıksız ifade fanatiğidirler, tepeden tırnağa virtüözdürler. Wagner'in ılk zeki yandaşı kimdi? Charles Baudelaire'di, Delacroix'yı ilk anlayan da oydu,tipik bir dekadandı o, tüm bir sanatçılar soyu kendini bulmuştu onda — belki sonuncusuydu da... Wagner'de neyi asla bağışlamadım? Almanlara gönül indirmesini — İmparatorluk Almanı olmasını... Almanya uzanabildiği her yerde mahveder kültürü —

6.

Her şeyi düşünüp tarttığımda, Wagner müziği olmasaydı gençliğime katlanamayacağımı görüyorum. Çünkü Alman olmaya yazgılıydım. Dayanılmaz bir baskıdan kurtulmak isteyene haşhaş gerekir. Pekâlâ, bana da Wagner

gerekliydi. Wagner Alman olan her şeye karşı mükemmel bir panzehirdir, — zehirdir de,itiraz etmiyorum... Iristan'ın bir piyano partisyonu olduğu andan itibaren — tebrikler Herr von Bülow!— bir Wagnerciydim. Wagner'in dahaeski yapıtlarını seviyemin altında, henüz bayağı “Alman” buluyordum... Oysa bugünbile Tristan'la aynı tehlikeli büyüleyicilikte, aynı ürpertici ve tatlı sonsuzlukta bir yapıtı daha arıyorum — tüm sanatlarda nafile arıyorum. Leonardo da Vinci'nin tüm tuhaflıklarının büyüsü, TIristan'ın ilk notalarında bozuluyor. Bu yapıt kesinlikle Wagner'in yapabileceğinin en iyisidir; Meistersinger'in ve Yüzük'ün yorgunlugundan bu yapıtla gelmişti kendine. Daha sağlıklı olmak, — geri bir adımdır Wagner gibi bir doğada... Bu yapıta olgun olabilmek için doğru zamanda ve tam da Almanların arasında yaşamış olmayıbirinci sınıf bir şans

olarak addediyorum: buraya kadar varıyor bende psikolog 32

Ecce Homo

merakı. Bu “cehennem şehveti” için hiçbir zaman yeterince

hasta olmamışlara fakirdir dünya: burada bir mistik ifadesi kullanmayaizin vardır, âdeta şarttır bu. — Sanırım Wagner'in yapabileceği müthiş şeyleri, ondan başka kimsenin gidecek kanatlara sahip olmadığı yabancı cazibelerle dolu elli dünyayı, başka herhangibirisinden dahaiyi tanıyorum;etrafındaki en kuşkulu ve en tehlikeli şeyi bile bir avantaja dönüştürecek ve böylelikle daha da güç kazanacak kadar güçlü olan ben, hayatım boyunca bana en büyük iyiliği yapan kişinin Wagner olduğunu söylüyorum. Akraba olduğumuz yan, birbirimizden kaynaklananlar dâhil, bu yüzyılın insanlarının çekebildiğinden dahaderin acılar çekmiş olmamızdır ve isimlerimizi sonsuza dek bir araya getirecek bu; Wagner Almanlar arasında yalnızca kesin bir yanlış anlaşılmaysa,el-

bette ben de öyleyim ve hep öyle olacağım. —İlkönce iki yüzyıllık psikolojik ve artistik disiplin, sayın Baş Cermenlerim!... Ama bunun telafisi mümkün değil—

7.

— Bir sözüm daha var en seçme kulaklara: benim müzikten aslında ne istediğime dair. Bir Alman'ın müziğin ne olduğunu bilebileceğini asla kabul etmem. Alman müzisyenleri denilenler, en büyükleri başta olmak üzere, yabancılardır, Slavlar, Hırvatlar, İtalyanlar, Hollandalılar — ya da Yahudiler; aksi halde de güçlü ırktan Almanlarsoyu tükenmiş Almanlar, Heinrich Schütz, Bach

ve Hândel gibi. Bense, Chopin'e karşılık müziğin geri kalanını verecek kadar Polonyalıyım hâlâ: üç nedenle, Wagner'in Siegfried idilini hariç tutuyorum, belki seçkin orkestra vurgusunda, tüm müzisyenlerden önde olan Liszt'i; son olarak Alplerin öbür tarafında yetişmiş olan her şeyi — beri tarafında... Rossini'den vazgeçemem, hele müzikteki 33

Friedrich Nietzsche

kendi güneyimden, Venedikli ustam Pietro Gasti'nin müziğinden hiç. Alplerin öbür tarafında derken aslında yalnızca Venedik diyorum. Müzik için başka bir sözcük aradığımda, her defasında bir tek Venedik sözcüğümü buluyorum. Gözyaşları ile müzik arasında ayrım yapmayıbilmiyorum, Güney'i korkudan tüyleri diken diken olmadan düşünmemenin mutluluğunu biliyorum. Köprüde durdum Geçen gün, kahverengi gecede Uzaklardangeldişarkı: Altın damlalar kaynıyordu Titreşen yüzeyde. Gondollar, ışıklar, müzik —

Sarhoş yüzdüler, günbatımından öteye Ruhumuntellerititredi

Ve gizlice bir gondolcu türküsü Şakıdı kendi kendinetitreyerek, mutluluktan rengârenk. — Kimse duydu mu onları?...

Tüm bunlarda — beslenme, yer ve iklim, dinlenme seçimi —en net bir biçimde kendini savunma içgüdüsü olarak dile gelen bir varlığını sürdürme içgüdüsünün sözü geçer. Birçok şeyi görmemek, duymamak, yanına yaklaş-

tırmamak — ilk akıllılıktır, bir tesadüf değil bir zorunluluk olunduğunun ilk kanıtıdır bu. Bu kendini savunma içgüdüsü için kullanılan sözcük: beğeni?'dir. Bu içgüdünün buyruğu, evet'in bir “kendinden vazgeçmek” olacağı durumda yalnızca hayır demeyi değil, hayır'ı olabildiğince 34

Ecce Homo

az demeyi de emreder. Hayır'ı hep yeni baştan gerektiren

şeyden uzaklaşmayı, onunla bağımızı koparmayı emreder. Buradaki mantık, savunma harcamalarının, en küçüklerinin bile bir kural,bir alışkanlık haline gelerek olağanüstü ve tamamen gereksiz bir yoksullaşmaya yol açmalarına dayanır.

En büyük harcamalarımız, genellikle en küçükleridir. Karşı koymak, yanına yaklaştırmamak bir harcamadır — bu konuda kendimizi aldatmayalım — olumsuz amaçlarla i s raf edilmiş bir enerjidir. Salt sürekli savunma zorunluluğuyla bile, kendini savunamayacak kadar zayıf düşebilir insan. — Varsayalım ki evimden dışarı çıkıyorum ve sakin, aristokratik Torino yerine bir Alman kasabasını buluyorum karşımda: İçgüdüm bu yamyassıezilmiş ve korkak dünyadan üzerine doğru gelen her şeyi püskürtebilmek için karşı koyacaktır. Ya da Alman büyük şehrini, içinde hiçbir şeyin yetişmediği, iyisiyle kötüsüyle her türlü nesneniniçinetıkıştırıldığı bu inşa edilmiş iptilayı bulayım karşımda. Bir kirpi gibi davranmaz mıyım bunun karşısında? — Oysa dikenleri olmakbirisraftır, hatta iki kat lükstür, mümkünse, dikenlere

değil, a çık ellere sahip olmak...

Başkabir akıllılık ve kendini savunma da, kişinin ol a -

bildiğince az tepki göstermesi ve “özgürlügünü”, kendi inisiyatifini âdeta askıya almak vesalt bir tepkici haline gelmek zorunda kalacağı durumlardan ve ko-

şullardan uzak durmasıdır. Örnek olarak kitaplarlailişkiyi

alıyoruz. Aslında yalnızca kitaplarla “düşüp kalkan”bir bilgin —bir filolog için ölçülü bir çalışmada günde yaklaşık 200 kitap— sonunda, kendi başına düşünmeyeteneğini tamamen yitirir. Kitaplarla haşır neşir olmuyorsa, düşünmüyordur.

Sonunda bir uyarana (okunmuş bir düşünceye) tepki duryuyordur, düşünüyorsa — sonunda yalnızca tepki veriyordur. Bilgin tüm enerjisini evet ve hayır demeye, hazır düşünülmüş olanıneleştirisine harcar — kendisi artık düşünmez... Kendini savunma içgüdüsü körelmiştir onda; aksı halde kendini ki35

Friedrich Nietzscbe

taplara karşı koruması gerekirdi. Bilgin — bir dekadandır—. Gözlerimle gördüm onu: yetenekli, zengin ve özgür yapılı doğalar daha otuzlu yıllarda “rezilce okudular”, şimdi artık kıvılcım çıkartsınlar — “düşünceler” versinler — diye sürtülmeleri gereken bir kibrit çöpüdürler— Sabah erken, gün doğarken tüm zindeliğiyle, enerjisinin şafak vaktinde bir kitap okumak - terbiyesizliktir bence! — —

9.

Bu noktadakişi nasıl olduğu kimse olur, sorusunun gerçek yanıtını vermek için dahafazla lafı dolaş-

tırmamak gerekiyor. Böylelikle kendini koruma sanatındaki asıl hünere değinmiş oluyorum — kendine düşkünlük... Yani diyelim ki görev, görevin hedefi ve yazgısı vasatın çok çok üstünde olsun; bu durumda, kendi başına

bir görevle yüzleşmekten daha büyük bir tehlike yoktur. Kişinin olduğu kimse oluşu, ne olduğu hakkında en küçük bir sezgisinin bile olmamasını gerektirir. Bu görüş açısından

bakılırsa, yaşamın yanlış adımları, geçici yan yolların ve çıkmazların, gecikmelerin, “kanaatkârlıklar”ın,

asıl görevin yanındaki görevlere harcanan ciddiyetin bile kendi anlam ve değerleri vardır. Burada büyükbir akıl, hatta en üst akıldile gelebilir: nosce te ipsum'un?* çöküşreçetesi

olduğu yerde, kendini unutmak,kendini yanlış anlamak, kendini küçültmek, —daraltmak— vasatlaştırmak

aklın ta kendisi olur. Ahlaki bir söyleyişle: komşusunu sevmek, başkası için yaşamak en katı bencilliğin korunmasına

yönelik bir koruyucu önlem olabilir. Bu benim “bencil-

likten uzak” dürtülerin karşısında taraf olma kuralımın ve kanaatimin istisnasıdır: burada kendine düşkünlügün,kendini ıslahın hizmetinde çalışır bu dürtü24

Kendinibil. (Lat.) (ç.n.) 36

Ecce Homo

ler. — Bilincin tüm yüzeyi —bir yüzeydir bilinç— herhangi bir büyük buyruktanarı tutulmalıdır. Her büyük sözcüğün her büyük tutumunun karşısında bile dikkatli olunmalı! Hepsi de, içgüdünün erkenden “kendini anlaması” tehlikesidir bunların — — Bu arada organize eden, iktidar olmaya yazgılı “ide” büyüdükçe büyür derinde, — emretmeye başlar, yavaş

yavaş yeni yollardan ve çıkmazlardan geri döndürür, günü gelince bütüne giden araçlar olarak kaçınılmazlıkları ortaya çıkacak nitelikleri ve hünerleri tek tek hazırlar, — başat görevin “hedef”in, “amaç”ın, “anlam”ın farkına vardırma-

dan önce tüm hizmet eden yetileri sırayla oluşturur. — Bu yönden bakıldığında benim hayatım mucizelerle doludu. Değerlerin yeniden değerlendirilmesi göreviiçin belki de bir kişide bir arada bulunanlardan daha

fazla yeti, her şeyden önce zıt yetilerin birbirlerini rahatsız etmeden, bozmadan bir arada olması gerekliydi. Yetilerin hiyerarşisi; mesafe; düşman etmeden ayırma sanatı; hiçbir şeyi karıştırmama,hiçbir şeyi “uzlaştırmama”, yine de ka-

osun zıddı olan muazzam bir çoğulluk — buydu önkoşulu,

uzun süren gizli çalışması ve sanatçılığı içgüdümün. Onun

yüce himayesi o denli güçlüydü ki, içimde neyin büyüdüğünü hiçbir durumda sezemedim bile. — tüm yeteneklerim gününbirinde birdenbire olgunlaşmış, tam yetkinleşmiş halleriyle ortaya fırlayıverdiler. Bir çaba gösterdiğime dair hiçbir anı yok belleğimde, — hayatımda hiçşbirmücadele izi bulunmaz, kahramanca bir doğanın tam zıddıyım ben. Bir şeyi “istemek”, bir şeye “ulaşmaya

çalışmak”, bir “amacın”, bir “arzunun” peşinden koşmak —

bunların hiçbirini yaşamadım ben. Şu anda bile geleceğime bakıyorum — uzak bir gelecek! — dümdüz bir deniz gibi uzanıyor önümde: hiçbir talep kıpırdanmıyor üzerinde. Herhangibir şeyin olduğundan farklı olması yönünde en küçük bir isteğim bile yok; kendim de farklı olmak istemiyorum. Amahep böyle yaşadım ben. Hiçbir arzum olmadı. Kırk ya37

Friedrich Nietzsche

şından sonra aslaşan şeref, kadınlar, para pe-

şinde koşmadığını söyleyebilen birisi! — Eksikliklerini hisset-

mediğimden değil... Örneğin üniversitede profesör oluver-

dim bir gün, — aklımın köşesinden bile geçirmemiştim bunu, çünkü henüz 24 yaşında bile değildim. Zaten iki yıl önce de, bir gün filolog oluvermiştim: ilk filolojik çalışmamın, her anlamda başlangıcımın, öğretmenim Ritschl tarafından, yayınladığı “Rheinische Museum”da basılmak üzere istenmesi anlamında (Ritschl —saygıyla söylüyorum— bugüne kadar gördüğüm biricik dâhiyane bilgin. Biz Thüringenlileri karakterize eden ve hatta bir Alman'ı bile sempatik kılan o hoş ahlaksızlık vardı onda: — hakikate ulaşmak için, hâlâ gizli yolları tercih ederiz biz. Bu sözlerimle, yakın memleketlimi,akıllı Leopold von Ranke'yi küçümsemiş olmak istemem kesinlikle...)

10.

Bu noktada enine boyuna düşünmek gerekiyor. Tüm bu küçük ve geleneksel yargıya göre önemsiz şeyleri aslında niçin anlattığım sorulacak bana; bununla bizzat kendime zarar veriyorum, hele de daha büyük görevleri temsil etmek için belirlenmişken. Yanıt: bu küçük şeyler — beslenme,yer, iklim, dinlenme tüm kendine düşkünlük öğretisi — tüm kavramların ötesinde, şimdiye kadar önemli bulunan her şeyden daha önemlidirler. Tam da buradan başlamak gerekir sil baştan öğrenmeye. İnsanlığın şimdiye kadar ciddiye aldıkları, gerçeklik bile değillerdir, hastalıklı, en derin anlamda zararlı doğaların içgüdülerinden doğan salt kuruntulardır, daha açık konuşursak — yalanlardır — tüm o “tanrı”, “ruh”, “erdem”, günah”, “öbür dünya”,

“hakikat”, “ebedi yaşam” kavramları... Oysa insan doğasının büyüklüğü, “tanrısallığı” o kavramlarda aranmıştır... 38

Ecce Homo

Böylelikle tüm politika, toplum düzeni, eğitim sorunları en zararlı insanların en büyük insanlar olarak kabul edilmesine yol açacak şekilde temelden ve kökten çarpıtılmışlardır, — “küçük”şeyleri, yani yaşamın temelolaylarını aşağılamak öğretilecek şekilde... Bugünkü kültürümüz son derece muğlaktır... Alman İmparatoru Papoa'yla ittifak kuruyor, sanki yaşama karşı ölümcül düşmanlığın temsilcisi Papa değilmiş gıbi!... Bugün inşa edilen, üç yıl sonra ayakta kalmayacak. — Kendimi neyi yapabileceğime göre ölçersem, arkamdan gelenin ne olduğundan — bir yıkım, eşsiz bir inşa — hiç söz etmeden, bir fâniden daha fazla büyüklük sözcüğünü kullanmaya hakkım var. Kendimi şimdiye kadar birinci insanlar diye saygı duyulan insanlarla kıyasladığımda, aradaki

fark somutlaşıyor. Bu sözümona “birincileri” insandan bile saymıyorum aslında — benim için insanlığın ıskartalarıdır onlar, hastalığın ve intıkamcı içgüdülerin ürünleridirler: hepsi de uğursuz, temelden iflah olmaz ucubelerdir, yaşamdan

intikam alırlar... Ben bunun tam zıddı olmak istiyorum: benim ayrıcalığım, sağlıklı içgüdülerin tüm işaretlerine karşı son derece hassas olmaktır. Hiçbir hastalıklı yön bulunamaz bende; en ağır hastalık dönemlerinde bile hastalıklı olmadım; benim özümdefanatik bir yön bulmaya çalışmak nafıledir. Hayatımın hiçbir anında herhangi bir küstahça ya da coşkulu tavrın varlığı kanıtlanamaz. Tavırlardaki coşku bür-

yüklüğe attdeğildir; genel olarak tavırlara gerek duyan, yanlıştır... Dikkatli olunmalı tüm pitoresk insanların karşısında! — Yaşam kolaylaşmıştı, çok kolaylaşmıştı benim için, benden en zorşeyi istediğinde. Bu sonbaharın yetmiş gününde hiç ara vermeden, hiçbir insanın beni örnek alma-

dığı — ya da bana örnek olmadığı — birinci derecedenişleri, benden sonraki tüm bin yıllara karşı sorumlulukla yaptığım günlerde beni görenler, bende en küçük bir gerilim belirtisi bile değil, ama bir o kadar coşup taşan bir ferahlık ve neşe algılamışlardır. Daha önce hiç bu kadar güzel duygularla ye39

Friedrich Nietzsche

memiş, bu kadar rahat uyumamıştım. — Büyük görevleri yerine getirmeninoyundan başka bir yolunu bilmiyorum: büyüklüğün işareti olarak, önemli bir koşuldur bu. En küçük bir zorlama,asık surat, boğazdaki herhangi sert bir ton,

hepsi de itirazlardır bir insana karşı, en az bir o kadar da onun yapıtına karşı!... Sinirleri alınmış olmalı insanın... Yalnızlıktan mustarip olmak da bir itirazdır, — ben her zaman “çokluktan” mustarip oldum... Saçmalık derecesinde erken

bir dönemde, yedi yaşımda, bana hiçbir insani sözcüğün ulaşamayacağınıbiliyordum: hiç bu yüzden üzülmüş gören oldu mu beni? — Bugün bile aynı mükemmellikteyim herkese karşı, en düşük olanlara bile değer veririm: tüm bunlardabir nebzekibir, alttan alta hor görme yoktur. Birisini hor görürsem, sezinler benim tarafımdan hor görüldüğünü:salt varlığımla bile öfkelendiririm damarlarında kötü kan dolaşanları... İnsandaki büyüklük için ifadem amor fati'dir:2 başka bir şeyi istememek, ne ileriye ne geriye ne tüm bengıliğe doğru. Zorunlu olana ne yalnızca katlanmak, ne de gizlemek onu — her türlü idealizm zorunlu olan karşısında yalancılıktır —, aksine,sevmek onu...

25

Yazgınısev.(Lat.) (ç.n.) 40

Neden Böyle İyi Kitaplar Yazıyorum

Ben başkayım, kitaplarım başka. — Burada bizzat onlardan söz etmeden önce, bu kitapların anlaşılması ya da anlaşılmaması sorununa değineceğim. Bunu olabildiğince

özensiz yapıyorum, çünkü bu sorunun zamanı kesinlikle gelmedi henüz. Benim de zamanım gelmedi henüz, bazıları öldükten sonra doğar. — Günün birinde benim yaşamayı ve öğretmeyibildiğim gibi yaşanan ve öğretilen kurumlara gerek duyulacak; hatta belki daha sonra Zerdüşt'ün yorumlanmasıiçin özel kürsüler kurulacak. Oysa daha şimdiden kendi hakikatlerime açık kulaklar ve eller bekleseydim, tam bir çelişki olurdu benim için: bugün beni dinlemi-

yor, bugün benden almayı bilmiyor oluşlarını anlaşılır bulmakla kalmıyorum, doğrusu da buymuş gibi geliyor bana. Başkabirisi zannedilmek istemiyorum ben — kendimi başka birisi zannetmek deistemiyorum. — Bir kez daha söyleyeyim, benim hayatımda “kötü niyet” içeren çok az şey gösterilebi-

lir; edebi “kötü niyet”ten de verecek bir örneğim yok. Buna karşılık saf budalalıktan çok şey var... Bana kalırsa bir kişinin eline kitaplarımdan birini alması, kendini gösterebileceği en iyi işaretlerdendir, — bu sırada ayakkabılarını 41

Friedricb Nietzsche

da çıkarttığını varsayıyorum, — çizmelere hiç değinmeden... Bir defasında Doktor Heinrich von Stein, Zerdüşt'ümün tek kelimesini bile anlamadığından dürüstçe yakındığında, dedim ki ona, her şey yolunda: bunun altı cümlesini anlamak: yaşantılamış olmak demektir, fânilere ait, “modern”

insanların ulaşabileceklerinden daha üst bir aşamaya yükseltir insanı. Bu mesafe duygusuyla, nasılisteyebilirdim, tanıdığım “modern” insanlar tarafından okunmayı! — Benim zaferim, Schopenhauer'inkinin tam tersidir, — “non İegor, non legar”” diyorum ben. — Kitaplarıma hayır denme-

sindeki masumluğun bana verdiği keyfi küçümsemek istediğimden değil. Daha bu yaz ağır, çok ağır çeken edebiyatımla, edebiyatın geri kalanının dengesini bozabildiğim bir dönemde, Berlin Üniversitesinden bir profesör, başkabir

biçimde yazmam gerektiğini çıtlattı bana iyi niyetle: böyle

bir şeyi hiç kimse okumazmış— İki aşırı örnek, sonunda

Almanya'dan değil İsviçre'den geldi. Dr. V. Widman'ın “İyinin ve Kötünün Ötesinde” hakkında “Nietzsche'nin Tehlikeli Kitabı” başlığıyla “Bund”da yayımlanan bir makalesi ve Bay Karl Spitteler'in kitaplarım hakkında, yine Bund'da yayımlanan genelbir değerlendirmesi, bir azamidir hayatımda — neyin azamisi olduğunu söylemekten sakınırım kendimi... Sonuncusu örneğin benim Zerdüşt'ümü “üst düzeyde üslup denemesi” olarak ele alıyor ve ileride içeriği de dikkate almamı temenni ediyordu; Dr. Widmann, tüm dürüst

duyguları ortadan kaldırmaya çalışma cesaretime duyduğu saygıyı dile getiriyordu — Tesadüfün küçük bir hilesiyle, burada her cümle, hayran kaldığım bir mantıklılıkla, tepetaklak edilmiş bir hakikattı: hatta dikkate değer bir biçimde, benim hakkımda tam isabet kaydetmek için, aslında “deŞerleri yeniden değerlendirmek”ten başka bir şey yapmak gerekmiyordu, bana tam isabet vurmak yerine... Bir o kadar da deniyorum açıklama yapmayı — sonunda hiç kimse, ki26

Okunmuyorum, okunmayacağım.(Lat.) (ç.n.) 42

Ecce Homo

taplar da dâhil olmak üzere, nesnelerden zaten bildiğinden fazlasını duyamaz. Yaşantılardan dolayı açık olmadığı şeyi zaten duyamaz.Şimdi en uç örneği, bir kitabın tamamensık ya da ender bir deneyimin olasılığı dışında kalan yaşantılardan sözettiğini —ani bir deneyimler dizisiiçin ilk dil olduğunu— düşünelim. Bu durumda,bir şey duyulmayan yerde bir şeyin de olmadığı akustik yanılgısıyla, duyulmayacaktır bir şey... Sonunda bu benim ortalama deneyimim ve isterseniz, deneyimimin özgünlüğü diyelim buna. Benden bir şeyler anladığına inananlar, kendi suretlerine benzeyen bir şey yaptılar benden, — çoğu zaman da benim tam zıddımı, örneğin bir “idealist”i; benden bir şey anlamayanlar da, beni dikkate almayı yadsıdılar. — “Üstinsan” sözcüğü, “modern” insanın, “iyi” insanın, Hristiyan'ın ve diğer nihilistlerin aksine son derece gelişkin bir tipin tanımıdır — bir Zerdüştün, ahlakınyok edicisinin ağzında, son derece düşündürücü bir sözcük haline gelmişken, hemen hemen her yerde, tam bir masumiyetle Zerdüşt figüründe tam zıddı gösterilen değerleri temsil edecek anlamda,diyebilirim ki daha üst türde bir insanın “idealist” tipi, yarı “aziz”, yarı “deha” anlamında anlaşılıyor... Başka tahsılli öküzler onun yüzünden

Darwinizmle suçladılar beni; benim böyle muzipçe reddettigım, bilgiye ve istence aykırı o büyük kalpazanın,Carlyle'ın “kahramanlar kültü” bile keşfedildi bunda. Kimin kulağına bir Parsifal'den ziyade bir Cesare Borgia'ya bakınması gerektiğinifısıldadıysam, inanamadıkulaklarına. — Kitaplarım hakkında, özellikle gazetelerde çıkan değerlendirmeleri hiç merak etmeyişim bağışlanmalı artık. Dostlarım, yayıncılarım bilir bunu ve böyle şeylerden söz etmediler bana. Özel bir örnekte, tek bir kitabım hakkında —“İyinin ve Kötünün Ötesinde”ydi bu kitap- işlenen tüm günahları gördüm. Bu konuda nazik bir yazı yazmalıydım. Nationalzeitung'un, —yabancı okurlarım için belirteyim, bir Prusya gazetesidir, ben kendim, bağışlayın, yalnızca Journal des Döbats 43

Friedrich Nietzsche

okurum- ciddi ciddi, kitabı “zamanın bir işareti” olarak,

Kreuzzeitung'un bir türlü cesaret edemediği gibi sahici, doğrulunker-Felsefesi olarak anlamasına inanmak mı gerekirdi?...

2. Bu Almanlar için söylenmişti: Yoksa her yerde okurla-

rım var benim — hepsideseçkin zihinler, sınanmış, yüksek mevkilerde ve görevlerde eğitilmiş karakterler; hatta gerçek dehalar bile var okurlarım arasında. Viyana'da, St. Petersburg'da Stockholm'de, Kopenhagen'da, Pariste ve New York'ta — her yerde keştedildim: yalnızca Avrupa'nın

düz ovası Almanya dışında... İtiraf edeyim, daha çok

seviniyorum beni-okumayanlara, ne adımı ne defelsefe sözcüğünü duymamış olanlara; ama nereye gelirsem geleyim, örneğin burada, Torino'da bana bakan her yüz şenleniyor ve munisleşiyor. Şimdiye kadar en çok hoşuma giden de yaşlı manav kadınların benim için üzümlerin en tatlısını seçmeden rahat edememeleridir. Buraya kadar filozof olmak... Polonyalılara, Slavların arasındaki Fransızlar denmesi boşuna değil. Hoş bir Rus kadın, nereye ait olduğum

konusunda bir anlığına bile yanılmayacaktır. Vakur olmayı başaramıyorum, en fazla mahcup olabiliyorum... Alman gibi düşünmek, Alman gibi hissetmek — her şeyi yapabilirim ama bu gücümüaşıyor... Hatta, eski öğretmenim Ritschi, filolojik bir makaleyi bile, Parisli bir roman yazarı gibi tasarladığımı öne sürerdi — gerilimi saçmalığa vardırarak. Pariste “toutes mes audaces et finesess”?” karşısında bile

şaşkınlığa kapılınmıştır — bu ifade Monsieur Taine'e aittir — korkarım Dithyrambos'un en üst biçimlerine kadar, asla aptal —“Alman”— olmayacako tuzdan katılmıştır bana,esp27

Bütün atılganlıklarım ve inceliklerim.(Fr.) (ç.n.) 44

Ecce Homo

rit... Başka türlüsü gelmez elimden. Tanrı yardımcım olsun! Âmin. — Hepimizbiliriz, hatta bazılarımız deneyimdenbilir, bir uzun kulağın ne olduğunu. Pekâlâ, en küçük kulakların bende olduğunuiddia ediyorum. Hiç de az ilgilendirmez bu kadıncıkları, onları daha iyi anladığımı hissediyorlarmış gibi geliyor bana?... Par excellence bir anti-eşeğim ben ve böylelikle doğa tarihindeki ucube bir hayvanım — ben, Yunanca ve yalnızca Yunanca da değil, Deccalim...

Bir ölçüde biliyorum yazar olarak ayrıcalıklarımı; bazı örneklerde, kitaplarıma alışmanın beğeniyi ne çok “bozdugu” da kanıtlandı bana. Artık başka kitaplara tahammül edilemiyormuş, hele felsefi olanlarına hiç. Eşsiz bir ödüldür bu asil ve tatlı dünyaya adım atmak — bununiçin kesinlik-

İle Alman olunamaz; sonunda hak edilmiş olması gereken bir ödüldür bu. Bana, istemenin yüksekliğiyle yakın olanlar, bu sırada gerçek öğrenme cezbeleri yaşarlar: çünkü hiçbir kuşun erişemediği yüksekliklerden geliyorum ben, henüz içinde hiçbir ırmağın yolunu şaşırmadığı uçurumları biliyorum. Benim bir kitabımı elden bırakmanın mümkün olmadığı söylendi bana, —gece huzurunu bile bozuyormuşum... Kesinlikle daha gururlu ve aynı zamanda daha incelmiş bir kitap türü yoktur: — ara sıra yeryüzünde ulaşılmış en yüksek noktaya, kinizme ulaşırlar; hem en narin parmaklarla hem de en cesur yumruklarla fethetmek gerekir onları. Her türlü ruhsal zayıflık, sonsuza dek engel olur buna, hatta her türlü hazımsızlık bile: sinirleri olmamalı, karından

aşağısı şen olmalı insanın. Yalnızca ruhun yoksulluğu, kuytu-havası değil, bağırsaklardaki korkaklık,kirlilik, gizli-intikamcılık da engel olur buna: benim bir sözcüğüm tüm kötü içgüdülerini çarpar insanın yüzüne. Tanıdıklarım arasında 43

Friedricb Nietzsche

çok sayıda deney hayvanıvar, kitaplarıma gösterilen farklı, çok öğretici farklılıktaki tepkilerin tadına varıyorum onlarda. Kitaplarımın içeriğiyle ilgilenmek istemeyenler, örneğin, sözümona dostlarım, “kişisellikten uzak” davranıyorlar bu

konuda: tebrik ediyorlar beni, yeniden “başardığım” için —

sesin daha keyifli gelmesinde de büyükbir ilerleme varmış...

Tamamen sefil “tinler”, “ince ruhlar”, iliklerine kadar ya-

lancılar, bu kitapları ne yapacaklarını bilemezler, — sonunda

kendi altlarında görürler onları, tüm “ince ruhların”

ince tutarlılığı. Tanıdıklarım arasındaki öküzler, affedersiniz ama hepsi de katıksız Alman, derler ki her zaman benimle aynıfikirde olmasalar da yine de bazen, örneğin... Zerdüşt hakkında bile duydum bunu... Bunun gibi, insanlardaki her “feminencilik” erkeklerdeki de, kapıların kapanışıdır benim için: asla girilemeyecektir bu pervasız bilgiler labirentine. Tamamensert hakikatler arasında keyfi ve neşesi yerinde olmakiçin kendine hiç acımamış olunmalı, kendialışkanlıkla-

rındakatı olunmalı. Kusursuz bir okur imgesini gözümde canlandırdığımda, cesaret ve meraklı bir yabani hayvan belirir hep karşımda,biraz da esnek, kurnaz, temkinli, doğuştan bir serüvenci ve kâşif. Sonunda: Aslında yalnızca kime hitap

ettiğimi, Zerdüşt'ün söylediğinden dahaiyi ifade edemedim: yalnızca kime anlatmakister bilmecesini?

Size, cesurca arayanlara, deneyenlere ve marifetli yelkenlerle korkunç denizlere açılan herkese, — size, bilmece-sarhoşlarına, alacakaranlık-mutlularına, ruhları flüt sesiyle baştan çıkıp da bütün uçurumlara kendi

ayaklarıyla gidenlere: — çünkü titrek ellerle bir ipi yakalamak istemezsinizsiz:

ve bilmeceyi

çözebildiğiniz zaman sonuç

çıkarmaktan nefret edersiniz —*

28 Krş. Böyle Söyledi Zerdüşt, Üçüncü Bölüm, “Hayalve Bilmece Üzerine”, s. 192-153. (ç.n.) 46

Ecce Homo

4.

Hemen, üslup sanatım üzerine de genel bir söz söyleyeyim. Bir durumu,içteki bir pathos geriliminiişaretle, bu işaretin hızını da katarak iletmek — budur her üslubun anlamı; ve bende bu gibi içsel durumların olağanüstü çokluğunu dikkate alırsak, çok sayıda üslup olanağını — genel olarak bir insanın yararlanabilmiş olduğuen çeşitli üslup sanatını- sağlıyor bana.İçsel bir durumu gerçekten yansıtan, işaret hakkında,işaretin hızı hakkında, jestler hakkında — gentümcelerin tüm yasaları, jest sanatıdır — yanılmayan her üslup iyidir. Bu konuda şaşmaz bir içgüdüm var. — Kendinde iyi üslup — katıksız bir budalalık,salt “ideaizm”, tıpkı “kendinde güzel” gibi, tıpkı “kendinde iyi” gibi, tıpkı “kendinde şey” gibi... Hâlâ kabul edersek kulakların var olduğunu — benzer bir coşkuya yatkın ve yakışır olan, eksik olmayan, kendilerine iletilebilen kulak-

ların var olduğunu. — Örneğin benim Zerdüşt'üm, şimdilik

böylelerini arıyor hâlâ — Ah! daha çok araması gerekecek! — Onu duymak için onadeğer olunmalı... O zamana kadar da, burada kullanılan sanatı kavrayan kimse çıkmayacak: şimdiye kadar hiç kimse dahafazla kullanmadı, yani işitilmemiş, gerçekten ilk bunun için yaratılmış sanat yön-

temlerini. Böyle bir şeyin özellikle Alman dilinde mümkün olduğunun kanıtlanması gerekliydi: Ben bile daha önceşiddetle reddetmiştim bunu. Benden önce bilinmiyordu Alman diliyle neler yapılabileceği, — genel olarak dille neler yapılabileceği. — Ulvi, insanüstü bir tutkunun muazzam yükseliş ve inişinin anlatımı olarak büyük ritim sanatı, gentümcelere dayalı büyük üslup, tarafımdan keşfedilmiştir ancak; üçüncü Zerdüştün sonundaki, “Yedi Mühür” başlıklı bir Dithyrambos'la uçtum ben, şimdiye kadarşiir sanatı denilen şeyin binlerce mil üstüne.

47

Friedrich Nietzscbe

— Benim kitaplarımdan, eşsiz bir psikoloğun konuşuyor olması, belki de iyi bir okurun varabileceği ilk kavrayıştır — kendisini hak ettiğim, benieskiiyifilologların Horatiuslarını okudukları gibi okuyan bir okur. Temelde tüm dünyanın hemfikir olduğu cümleler, tüm dünya-filozoflarını, ahlakçıları ve diğer boş tenekeleri, kof kafaları hiç saymıyorum — yanlışlığın naiflikleri olarak görünürler bende: örneğin egonun kendisi “büyük bir dalavere”, bir “ideal”ken, “egoist olmayan” ve “egoist”in birbirinin zıddı olduklarına inanmak... Ne egoistçe davranışlar vardır, ne

de egoistçe olmayanlar: iki kavram da psikolojik saçmalıktır. Ya da, “insan mutluluk peşinde koşar” cümlesi... Ya

da, “haz ve acı birbirlerinin zıddıdır” cümlesi... İnsanlığın Kirke'si ahlak, tüm psikolojileri tepeden tırnağa yozlaştırdı—-ahlaklılaştırdı— ta ki aşkın “egoistçe olmayan”

bir şey olması gerektiğine dair tüyler ürpertici saçmalığa kadar... Kendinden destek alarak dik durmalı, ayaklarını yere cesurca basmalı kişi, yoksa hiç sevemez. Sonunda

çokiyi biliyor kadınlar bunu: şeytan görmüş gibi kaçıyorlar bencil olmayan,sırf nesnel erkeklerden. Bu arada, kadınları tanıdığım tahmininde bulunabilir miyim? Dionysosçu çeyizimde var bu benim. Kim bilir? belki de bengi-kadınca olanın ilk psikoloğu benim. Hepsi de sever beni — eski bir hikâye:talihsiz kadınları saymazsak, çocuk yapamayan “özgürleşmiş” kadınlar. — Ne iyi ki kendimi parçalatmak niyetinde değilim: mükemmel kadın parçalar sevdiğinde... Biliyorum bu sevilmeye değer Menadları...” Ah ne kadar da tehlikeli, sinsi, yeraltında yaşayan küçükbir yırtıcı hayvandır o! Ve öyle de hoştur ki bu arada... İntikamının peşinde koşan küçük bir kadın yazgıyı bile altüst eder. — kadın 29

Mitolojide Dionysos'a eşlik eden kadınlar; Dionysos kültünün rahibeleri de aynı adla anılmıştır. (ç.n.) 48

Ecce Homo

erkekten tarifsiz daha kötüdür, daha akıllıdır da; Kadında

iyilik zaten bir yozlaşma biçimidir... Sözümona “güzel ruhlar”ın tümünde, temelde fizyolojik bir uygunsuzluk vardır — her şeyi söylemiyorum, yoksa tıbbın alanına girerim. Eşit haklar uğruna mücadele bile bir hastalık belirtisidir: her doktor bilir bunu. — Her kadın, ne kadar çok kadınsa, elleri ve ayaklarıyla savunur kendini, genel olarak haklara karşı: cinsiyetler arasındaki doğal durum, ebedi savaş esas olarak birinci sırayı verir ona. — Benim aşkı tanımlayışıma kulak verildi mi? Bir filozofa yakışan tek tanımdır o. Aşk — savaştır yöntemlerinden biri, cinsiyetlerin birbirine

ölümcülnefreti yatar temelinde. — Bir kadının nasıl i yile tirileceği —“kurtarılacağı”— sorusuna verdiğim yanıt işitildi mi? Ona bir çocuk yapılır. Kadına çocuklar gerekir, erkek her zaman araçtır: Böyle söyledi Zerdüşt — “Kadının özgürleşmesi” — bu içgüdüsel nefretidir kusurlu, yani doğuramayan kadınların, gelişkin olanlara karşı, —

“erkeğe” karşı mücadele her zaman bir araç, bir bahane, bir taktıktır. Kendilerini “kendinde kadın” olarak, “üstün

kadın” olarak, “idealist kadın” olarak yukarı çıkarmak isterken, kadının genel rütbe-seviyesiniindirmek isterler; bunun en güvenli araçları da lise eğitimi, pantolon giyme ve oy kullanma hakkıdır. Aslında özgürleşmiş kadınlar, en düşük içgüdüsü intikam olan, “bengi-kadınlar”, kestirme-

den gelmişler dünyasındaki anarşistlerdir... tüm bir en habisinden “idealizm” türünün —ayrıca, erkeklerde de görülür bu tür, örneğin Henrik Ibsen'de, o tipik yaşlı kız kurusunda— hedefi, cinsel aşktaki doğayı, vicdan rahatlığını zehirlemektir... Bu konudaki hem nazik hem de katı tutumum hakkında hiçbir kuşkuya yer bırakmamak için, kötü alışkanlıklara karşı ahlak yasalarımdan bir cümle aktarmak istiyorum: günah sözcüğünü kullanarak,

her türlü doğayaaykırı türle —üzel sözcükleri sevenleriçin, 49

Friedrich Nietzsche

idealizmle— mücadele ediyorum. Şöyledir değindiğim cümle: “İffetliliği vaaz etmek, doğaya aykırılığa açık bir kışkırtmadır. Cinsel hayatın her aşağılanışı, “kirli” kavramıyla her kirletilişi, bizzat yaşama yönelik bir suçtur — yaşamın kutsal tinine karşıişlenmiş asıl günahtır.” —

6.

Psikolog yanım hakkındabir fikir verebilmek için, “İyinin ve Kötünün Ötesinde”de yer alan seçme bir psikoloji parçasını alıyorum — bu pasajda kimi betimlediğime dair her türlü tahmini yasaklıyorum bu arada. “Gönül dehası: sesi her ruhun yer altına kadar inebilenin, söylediği her sözde,attığı her bakışta bir geriye bakış ve baştan çıkarma kıvrımı bulunanın, görünüş olmayı — kendi olduğu şeyin değil de onu izleyenlere, gitgide daha yakınına gelmek, onu gitgide daha içten ve esaslı izlemek için fazladan bir zorlama olan şeyin görünüşü olmayı bilmekte usta olanın, o büyük gizlenmişin, baştan-çıkarıcı-tanrının ve vicdan köyürnün doğuştan kavalcısının sahip olduğu gibi... Yüksek sesli ve kendinden hoşnut ne varsa susturan ve onlara dinlemeyi öğreten gönül dehası, çapaklı ruhları düzleyen ve onlara tatmaları için yenibir istek veren, —derin gökyüzü onlarda yansısın diye bir ayna gibi sessiz duran... hoyrat ve aceleci ele beklemeyi ve daha nazik tutmayı öğreten gönül dehası; bulanık kalın buzun altındakigizli ve unutulmuş hazineyi, iyilik damlasınıvetatlı tinselliği keşfeden ve çamur ve kum yığınının zindanında uzun süre gömülü kalmış heraltın tanesi için bir arama değneğiolan... onunla temas eden herkesin, yoluna zenginleşmiş olarak devam ettiği, lütuf görmüş ve sürprize yakalanmış değil, yabancıbiriyi tarafından mutlandırılmış ve üzülmüş gibi değil, kendi kendinde zen-

gın, eskisinden daha yeni, yola koyulmuş, üzerineılık bir 50

Ecce Homo

rüzgârın vurup yokladığı, belki daha güvensiz, daha narin, daha kırılgan, daha kırılmış ama henüz adları konulmamış umutlarla dolu yeniistek ve akışlarla, yeni istemeyiş ve geri akışlarla dolu...”

30

Kış. İyinin ve Kötünün Ötesinde, Dokuzuncu Ana Bölüm, — “Nedir Asil Olan” —, 295, s.228. (ç.n.) 51

Tragedyanın Doğuşu

“Tragedyanın Doğuşu”na (1872) karşı adil olabilmek için bazı şeyleri unutmak gerekecek. Bukitap hatalı yönüyle -— Wagnercilikten sanki bir yükseliş belirtisiymiş gibi kendine pay çıkarmasıyla — etkili oldu ve hatta

büyüleyici bir çekicilik kazandı. Bu kitap tam da böylelikle Wagner'in hayatında bir olay oldu: ancak o günden sonra büyük umutlar var Wagner'in adı etrafında. Bugün bile anımsatılıyor bana, bazen Parsifal'in ortasında: bu harekeünkültür-değeri hakkında böyle yüksek bir kanaatin ağırlık kazanmasının vebalinin aslında benim boynumda olduğu. — Bu kitabın defalarca “Müziğin Ruhundan Tragedyanın Yeniden Doğuşu”olarak alıntılandığını gördüm: yalnızca yeni bir sanat formülüne, Wagner'in niyetine, görevine kulak verildi, —kitabın barındırdığı asıl değerli

unsur duymazdan gelindi. “Yunanlık ve Kötümserlik”: bu

çok net bir başlık olurdu: özellikle, Yunanların kötümser-

likle nasıl başa çıktıklarına dair ilk ders, — onu neyle a ş tıklarına dair... tam da Tragedya kanıtıdır, Yunanların kötümser olmadıklarının: Schopenhauer yanılgıya düştü bu konuda, her konuda yanılgıya düştüğügibi. — Biraz tarafsızlıkla ele alındığında “Tragedyanın Doğuşu” zamana 33

Friedrich Nietzsche

son derece aykırı görünüyor: Wörth'teki savaş gümbürtüleri arasında başladığı hayal bile edilemezdi. Bu sorunları Metz surlarının önünde, soğuk eylül gecelerinde hastabakıcılığı hizmetimin ortasında düşündüm: bu kitabın elli yıl daha eski olduğuna inanılabilirdi. Politik olarak kayıtsız, — bugün “Alman değil” denilecektir — itici ölçüde Hegelci kokuyor, yalnızca bazı ifadelerinde Schopenhauer'in cesetkekreliği-parfümü sinmiş üstüne. Bir “fikir” —Dionysosçu ve Apolloncu karşıtlığı— metafiziğe tercüme edilmiş; tarihin kendisi de bu “fikrin” gelişmesi olarak; karşıtlık birliğe yükseltilmiş; bu bakış açısıyla henüz birbirlerinin yüzünü görmemiş şeyler, birbirlerinin karşısına konmuş, birbirlerinden yola çıkarak aydınlatılmış vekavranmıştır... Örneğin

opera ve devrim... Kitabın getirdiğiiki belirleyici yenilik ten biri Yunanlarda Dionysosçu fenomenin anlaşılmasıdır: bunun ilk psikolojisini sunar, onda bütün Yunan sanatının bir kökünü görür. Diğeriyse Sokratesçiliğin anlaşılmasıdır: Sokrates ilk kez Yunan çözülmesinin aleti olarak,

tipik bir dekadan olarak idrak edilmiştir. İçgüdüye karşı “akıllılık”. Tehlikeli, yaşamın-altını-oyan şiddet olarak, her ne pahasına olursa olsun “akıllılık”! — Kitap boyunca Hristiyanlık hakkında derin, düşmanca bir suskunluk. Ne Apolİoncudur ne Dionysosçu: tümestetik değerleri olum suzlar — “Tragedyanın Doğuşu”nun kabulettiği yegâne değerler: en derin anlamda nihilisttir, Dionysosçu simgede ise olumlamanın en uç sınırına ulaşılmıştır. Bir gün Hristiyan rahiplerden “sinsi bir cüce türünden” söz eder gibi, kinayeyle söz edilecek...

2. Bu başlangıç her türlü ölçünün üstünde dikkate değerdir.

En içsel deneyimimle, tarihteki biricik benzerliği ve tıpatıp 34

Ecce Homo

aynılığı keşfetmiştim, — tam da böylelikle mucizevi Dionysosçu fenomeniilk kavrayan ben olmuştum. Bunun gibi, Sokrates'in dekadanlığını idrak edişimin, psikolojik kavrayışımın kesinliğinin herhangi bir ahlak düşmanlığı tehlikesiyle ne kadar az karşılaşacağının tamamen net bir kanıtını vermiştim: — ahlakın kendisini bir dekadans belir-

tisi olarak görmek, bilgi tarihinde bir yenilikti, birinci dereceden bir eşsizlikti. Bu ikisiyle iyimserliğin karşısında kötümserlik şeklindeki sefil düzkafa gevezeliğinden ne kadar da yükseğe sıçramıştım!İlk önce ben gördüm asıl karşıtlığı: — yaşamakarşıbir yeraltı intikam duygusuyla yönelen y o laştırıcı içgüdüyü ( —tipik biçimleri olarak Hristiyanlık, Schopenhauer'in felsefesi, belirli bir anlamda Platon'un felsefesi bile, tüm bir idealizm) ve bolluktan, aşırı bolluktan

doğmuş olanen yüksek olumlama ifadesi, kayıtsız şartsız bir evet deme, acıya, suça, varoluşun kuşkulu ve yabancı olan her şeyine... Bu sonuncusu, en neşelisi, yaşama

en coşkulu en kabına sığmaz evet, en yüksek kavrayış olduğu gibi,enderinidir de, hakikat ve bilim tarafından en keskin biçimde kanıtlanmış ve ayakta tutulmuş olandır.

Var olan hiçbir şey yok sayılamaz, hiçbir şeyden vazgeçilemez — varoluşun Hristiyanlar ve diğer nihilistler tarafından reddedilen yönleri bile, değerler hiyerarşisinde, dekadans içgüdüsünün uygun bulacağından, iyi diyeceğinden sonsuz derecede yüksek mertebede yer alırlar. Bunu kavramak için,cesaret ve onun koşulu olarakda, birenerji

fazlalığı gerekir: çünkü cesaret ne kadarileriye gitmeyi göze

alsa da, hakikate tam olarak enerjinin ölçüsünde yaklaşı-

ır. Gerçekliğin bilgisi, ona evet demek, güçlüler için bir Zzo0runluluktur, tıpkı zayıflar için, zayıflığın ilhamıyla gerçeklik karşısında korkaklık ve ondan kaçışın “ideal”in bir zorunluluk oluşu gibi... Onlara serbest değildir bilmek: dekadanlar için gereklidir yalan, onların hayatta kalma koşullarından biridir. — “Dionysosçu” sözcüğünü kavramakla 33

Friedrich Nietzsche

kalmayıp, kendini “Dionysosçu” sözcüğünde kavrayanlar için Platon'un ya da Hristiyanlığın ya da Schopenhauer'in çürütülmesine gerek yoktur —çürümenin kokusunu alıronlar..

Tam da böylelikle “trajik” kavramını, tragedyanın psikolojisinin ne olduğunadair son bilgiyi nereye kadar bulduğumu, son olarak Putların Alacakaranlığı'nda, sayfa 110'da dile getirmiştim. “en tuhaf ve en sert sorunlar karşısında bile yaşama evet demek; yaşamınen üst tiplerinin kurban oluşunda, kendi tükenmezliğinden sevinç duyan yaşama istenci — buna Dionysosçu dedim ben, bunu keşfettümtrajık ozanın psikolojisine giden köprü olarak. Korkudanve acımadan kurtulmak içindeğil, kendinitehlikeli bir duygulanımdan, onu şiddetle boşaltarak arındırmakiçin değil — Aristoteles böyle anlıyordu —: tersine, korkunun ve acımanın ötesinde, bizzat oluşun bengi hazzı olmak, — yok etme hazzını da içinde barındıran o haz...” Bu anlamda, kendimi ilk trajik filozof olarak görmeye hakkım var — yani kötümserbir filozofun en uç karşıtı ve kar-

şı kutbu olarak. Dionysosçu olanın felsefi bir pathosa böyle dönüştürülmesi, benden önce yoktu: trajik bilgelik eksikti, — Felsefenin büyük Yunanlarında, Sokrates'ten iki yüz yıl öncekilerde bile bunun işaretlerini aradım. Herakleitos'a dair bir kuşku kaldı içimde, onun yakınlığı başka herhangi bir yerden daha sıcak geldi, kendimi daha iyi hissettirdi bana. Geçip gidişin ve yok edişin olumlanması, Dionysosçu bir felsefede belirleyici olan, karşıtlığa ve savaşa evet demek, oluş, “varlık” kavramınıbile radikalbir reddedişle — bunlarda her koşulda şimdiye kadar

düşünülmüş bana en yakın olanı görmeliyim. “Bengi dö36

Ecce Homo

nüş” öğretisi, yani tüm şeylerin mutlak ve sonsuz yinelenen döngüsü — Zerdüşt'ün bu öğretisi son olarak Herakleitos tarafından da öğretilmiş olabilirdi. En azından temel düşüncelerinin hemen hemen tümünü Herakleitos”tan miras almış olan Stoacılıkta izleri var bunun.

4,

Bu kitapta muazzam bir umut konuşuyor. Sonunda müziğin Dionysosçu bir geleceği umudundan vazgeçmek için hiçbir nedenim yok. Yüz yıl öncesine bir bakarsam,iki bin yıllık doğaya aykırılığı ve insanın ırzına geçilmesine yönelik sulkastımın başarılı olduğunu varsayalım. Tüm görevlerin

en büyüğünü, insanlığın daha yükseğe yetiştirilmesini, her

türlü yozlaştırıcının ve parazitin acımasızca yok edilmesini dâhil üstlenen o yeni yaşam partisi, yeryüzündeki o ya-

şam bolluğunu yeniden mümkünkılacak, Dionysosçu durum da bu bolluktan yeniden uyanacaktır. Trajik bir çağ sözü veriyorum: İnsanlık en sert ama en gerekli savaş-

ların bilincini, hiç acı çekmeden geride bıraktığında yaşama evet demenin en yüksek sanatı, tragedya yeniden doğacaktır... Bir psikolog, gençlik yıllarımda Wagnerci müzikte işittiğim şeyin Wagner'le hiçbirilgisi olmadığını da ekleyebilir; Dionysosçu müziği betimlediğimde, benim ne duyduğumubetimlediğimi, — içgüdüsel olarak her şeyi içimde taşıdığım yenitine tercüme ve transfigüre etmek zorunda olduğumu. Bunun kanıtı, bir kanıt ancak bu kadar güçlü olabilir, “Wagner Bayreuth'ta” adlı kitabımdır: psikolojik açıdan belirleyici tüm pasajlarında yalnızca benden söz ediliyor — metinde Wagner sözcüğünün geçtiği her yere hiç gözünü kırpmadan benim adım ya da “Zerdüşt” sözcüğü konulabilir. Bütün odithyrambik sanatçı imgesi, Zerdüşt'ün önceden var olan 57

Friedrich Nietzscbe

şair imgesidir, Wagner'in gerçeğine bir an bile dokunmadan, uçurum derinliğinde resmedilmiştir. Wagner bile farkındaydı bunun; kitapta kendisini bulamamıştı. — Bunun gibi, “Bayreuth düşüncesi”, Zerdüşt'ümü bilenler için hiç de bilmece-kavram sayılmayacak bir şeye dönüşmüştü: en

seçilmişlerin, kendilerini tüm görevlerin en büyüğüne kutsadıkları o büyük öğleninde —kim bilir? Daha yaşamam gereken bir şölenin vizyonu... İlk sayfaların duygusu dünya-tarihseldir; yedinci sayfada sözü edilen Bakış, asıl Zerdüşt bakışı; Wagner, Bayreuth, bütün o küçük Alman acınasılığı, sonsuz bir gelecek serabının üstünde yansıdığı bir buluttur. Psikolojik açıdan bile kendi doğamın belirleyici yönleri Wagner'inkine aktarılmıştır — en aydınlık ve en meşum kuvvetlerin yan yanalığı, hiçbir insanın sahip olmadığı bir güç istenci, tinsel alanda acımasız bir yüreklilik, istenç, eylem yapmaya zorlanmadan,sınırsız bir öğrenme enerjisi.

Bu kitaptaki her şey önceden ilan etmektedir: Yunantininin yeniden dönüşünün yakınlığı, Yunan kültürünün Gordion düğümünü İskender'in çözmesinden sonra yeniden ba ğlayacak anti-İskenderlerin zorunluluğu... 22. sayfada “trajik zihniyet” kavramının ortaya konduğu dünya-tarihsel vurguya kulak verilsin: bu kitaptakilerin hepsi de dünya-tarihsel vurgulardır. Olabilecek en alışılmadık “nesnellik”tir bu: ne olduğuma dair mutlak kesinlik, herhangibir tesadüfi gerçekliğe yansıtıyordu kendini, — benim hakkımdakihakikat tüyler ürperticibir derinlikten konuşuyordu. 63. sayfada Zerdüşt'ün üslubu tam bir ke-

sinlikle betimlenmiş ve öncelenmiştir; Zerdüşt olayının,

insanlığın muazzam arındırılması ve kutsanmasının, 43. ve

46. sayfalarından daha muhteşem bir anlatımıhiçbir zaman bulunmayacaktır. —

538

Zamana Aykırılar

Dört Zamana Aykırı, tepeden tırnağa savaşçıdır. Bu kitaplar “Dalgacı Mahmut”un teki olmadığımı, kılıcı çekmenin hoşumagittiğini kanıtlarlar, — belki el bileklerimin tehlikeli bir biçimde özgür olduğunu da. Birinci saldırı (1873) daha o zamanlardan acımasız bir aşağılamayla bak-

tığım Alman kültürüne yöneliktir. Anlamsız, tözsüz, hedefsiz: salt bir “kamuoyu”. Almanların büyük silah-başarısının —hattaonların Fransa karşısındaki zaferlerinin bile— bu kültürün lehine herhangi bir şeyi kanıtladığına inanmaktan daha habis bir yanlış anlama olamaz...İkinci Zamana Aykırı (1874) bizim bilim yapmatarzımızdaki tehlikeli, yaşamı kemiren ve zehirleyen yönü gün ışığına çıkartıyor—: Yaşam hastadır bu insansızlaştırılmış dişli çarklarda ve mekanizmada,işçinin “kişiliksizleştirilmesi”nde, “iş bölümü”nün yanlış ekonomisinde. Amaç kaybolur, kültür: — Araç,

modem bilim-uğraşı barbarlaştırılır... Bu makalede bu yüzyılın gurur kaynağı olan “tarihsel duyu”nun, bir hastalık, tipik bir çöküşbelirtisi olduğu ilk kez görülmüştür.

— Üçüncü vedördüncü zamana aykırılarda, daha

yüksek bir kültür kavramına, “kültür” kavramının ye39

Friedrich Nietzsche

niden kurulmasına işaret edilerek, bunun karşısına en katı kendine düşkünlüğün, kendini terbiye etmenin iki imgesi, etraflarında “imparatorluk”, “kültür”, “Hristiyanlık”, “Bismarck”; “başarı” adınıtaşıyan her şeye karşı soğukkanlı bir aşağılamayla dolu, kusursuz iki za-

mana aykırıtip çıkartılmıştır — Schopenhauer ve Wagner, y a da tek bir sözcükle, Nietzsche...

2.

Bu dört suikasttan birincisi olağanüstü başarılıydı. Çıkardığı gürültü her anlamda görkemliydi. Muzaffer bir ulusun yaralı yerine dokunmuştum, — zaferinin bir kültür-olayı olmadığına, belki, belki bambaşkabir şey olduğuna... Yanıt yalnızca bir Alman kültür filisteri ve satisfait*! olarak, kısacası “eski ve yeni inanca” dair bira-tezgâhı incilinin yazarı olarak gülünç duruma düşürdüğüm David Strauss'un eski dostlarından değil, dört bir yandan geldi. Mucizevi hayvanlarını, Strausslarını komik bulduğumda Württembereliler ve Şvebyalılar olarak derin bir çizik attığım bu eski dostları, daha fazlasını isteyemeyeceğim saflık ve kabalıkta yanıtlar verdiler; Prusyalıların itirazları daha akıllıcaydı, — içlerinde daha fazla “Berlin mavisi” vardı. En büyük ciddiyetsizliği bir Leipzig gazetesi, ünlü “Grenzboten” yaptı; öfkelenen Basellileri durdurmakta zorlandım. Koşulsuz benden yana çıkanlar yalnızca birkaç yaşlı beydi, onların da karışık ve kısmen anlaşılmaz nedenleri vardı. Bunların arasında Göttingen'den Ewald, suikastımın Strauss için ölümcül sonuçlandığını açıkladı. Yaşlı Hegelci Bruno Bauer de öyle; o andan itibaren en dikkatli okurlarımdan biri oldu kendisi. Son yıllarında dikkatleri benim üzerime çekmekten, örneğin Prusyalı tarih yazıcısı Bay von Treitschke'ye bir işa31

oHoşnuttup. (Fr) 60

Ecce Homo

ret vermekten hoşlanıyordu, kendisinin kaybettiği “Kültür” kavramı hakkındabilgi alabiliyordu ondan. Kitap ve yazarı hakkındaki en düşündürücü, aynı zamanda en uzun söz de, filozof von Baader'in eski bir öğrencisi Würzburg”'taki Profesör Hoffmann diye biri tarafından söylendi. Kitaba bakarak, kaderim hakkında büyük bir kehanette bulundu, — en içgüdüsel ve acımasız tipini oluşturduğumusöylediği ateizm sorununda bir tür krize ve nihai karara yol açacağımı tahmin etti. Beni Schopenhauer'e götüren ateizmdi. — Aslında çok yumuşak huylu biri olan Karl Hillebrand'ın, kalemini

oynatmayıbilen soninsani Alman'ın, olağanüstü güçlü sedildi. Makalesi “Augsburger Zeitung”da okundu; bugün onu, biraz daha temkinli biçimiyle, toplu yazılarının içinde okumak mümkün. Bu makalede kitabım olay, dönüm noktası, ilk kez kendibilincine varmak,en iyi işaret olarak, manevi konulardaki Alman ciddiyetinin ve Alman tutkusunun

gerçek bir geri dönüşü olarak serimlendi. Hillebrand kitabın biçimiiçin de olgunlaşmış beğenisi, kişiyi ve meseleyi birbirinden ayırmadaki yetkin nezaketi için yüksek övgülerde bulunuyordu: kitabı Almancada yazılmış en iyi polemik kitabı olarak tanımladı, — özellikle Almanca için bu kadar tehlikeli olan, hiç tavsiye edilmemesi gereken polemik sanatında. Mutlaka evet diyerek, hatta Almanya'dakidil-israfı hakkında söylemeye cesaret ettiklerimi daha da keskinleşti-

rerek (—-bugün Püristler oynuyoro dille ve bir cümle bile kuramıyorlar—) bu ulusun “ciddi yazarları”na karşı benzerbir hor görüyle,cesaretime duyduğu hayranlığıdile getirerek bitiriyor yazısını — o “tam da bir halkın en sevdiklerini sanık sandalyesine oturtan en büyük cesaret”... Bu kitabın sonradan yarattığı etkinin yaşamımda âdeta paha biçilmez bir yeri vardır. Almanya'da susuluyor hakkımda, ürkütücü bir temkinlilikle yaklaşılıyor bana:yıllardır, bugün kimsenin hele “Reich”ta hiç kimsenin özgür ellere sahip olmadı61

Friedricb Nietzsche

gı naif bir ifade özgürlüğünü kullandım. Benim cennetim “kılıcımın gölgesi altında”dır... Aslında Stendhal'in bir özdeyişini hayata geçirdim: topluma girişini birdüelloyla gerçekleştirmeyi önermişti. Nasıl seçerdim kendi hasmımı! İlk Alman özgür tinini!... Aslında tamamen yeni bir türde özgür tınlılık ilk kez dile geliyordu böylelikle: bugüne kadar hiçbir şey tüm Avrupalı ve Amerikalı “libres penseurs”3 türünden daha yabancı ve daha uzak olmadı bana. “Modern fikirler”in iflah olmaz düz kafalıları ve soytarıları olarak onlarla, onların karşıtlarından herhangibiriyle olduğundan daha derin bir uyuşmazlık içinde. Onlar da kenditarzlarınca “iyileştirmek” istiyorlar insanlığı kendi suretlerine göre, bir anlayabilseler, olduğum şeye,istediğim şeye karşı tavizsiz bir savaş açarlardı, — hepsi de hâlâ ideal'e inanıyorlar... Benilkahlak karşıtıyım —

Schopenhauer ve Wagner'in adlarıyla işaretlenmiş Zamana Aykırı'ların özellikle bu iki vakanın anlaşılmasına ya

da yalnızca psikolojik olarak sorunsallaştırılmasına yarayabileceğini öne sürmek istemiyorum, her zamankigibi birkaç istisnayla. Örneğin Wagner'in doğasındaki temel unsurun, onun araçlarında ve niyetlerinde yalnızca sonuçlarını gösteren bir oyunculuk-yeteneği olduğu daha burada derin bir içgüdüsel kesinlikle tanımlanıyor. Aslında bu kitapla, psikolojiden tamamen farklı bir şey yapmak istemiştim: — benzersiz bir eğitim problemi, yenibir katılığa varıncaya kadar kendini-ıslah-etme, kendini-savunma

kavramı, büyüklüğe ve dünya-tarihsel görevlere giden bir yol, ilk kez ifade edilmek isteniyordu. Genel olarak bakıldığında, iki ünlü ve henüz belirlenmemiştipi, bir şeyleri dile 32

Özgür düşünceliler. (Fr.) (ç.n.) 62

Ecce Homo

getirmek için elimde bir çift söz, işaret, dilsel araç daha ol-

sun diye karşıma çıkmış bir fırsat gibi kullandım... Sonunda bu durum tamamentekinsiz bir uzak görüşlülükle, üçüncü Zamana Aykırı'nın 74. sayfasında ima edilmiştir. Platon da Sokrates'ten böyle yararlanmıştır, Platon için bir semiyotik

olarak. — Şimdibelli bir uzaklıktan geri baktığımda, bu kitapların tanıklık ettiği durumların temelde yalnızca benden söz ettiklerini yadsımıyorum. “Wagner Bayreuth'ta” kitabı geleceğime dair bir vizyondu; buna karşılık “Eğitici Olarak Schopenhauer”de benim en içsel tarihim, benimoluşum yazılıdır. Her şeyden önce benimyeminim!... Bugün ne olduğum, bugün nerede olduğum — artık sözcüklerle değil, yıldırımlarla konuştuğum bir yükseklikte —, ah o zamanlar henüz ne kadar da uzaktım bundan! — Amagördüm karayı, — yol, deniz, tehlike hakkında bir an bile kandırmadım kendimi, — ve başarı! Vaatteki büyük huzur, mutluluk içinde dışarıya, sadece bir vaat olarak kalmaması gereken bir geleceğe bakış! — Burada her sözcük yaşanmıştır, derindir, içseldir; en acı vereni de eksik değildir, âdeta kana susamış sözcükleriçerir. Ama büyük özgürlük rüzgârı, herşeyisüpürüp geçer; yaranın kendisi bile bir itiraz işlevi görmez. Filozof deyince anladığım şeyi, karşısında herkesin tehlikede olduğu korkunç bir patlayıcı maddeyi, kendi “filozof” kavramımı bir Kant'ı bile barındıran bir kavramdan, akademik

“seviş getirenlerden” ve diğer felsefe profesörlerinden nasıl ayırdığımdan hiç söz etmiyorum; bu kitap bu konuda paha biçilmez bir ders veriyor, burada aslında “Eğitici Olarak Schopenhauer”den değil, onun karşıtından, “Eğitici Olarak Nietzsche”den söz edildiği kabul edilse bile. — O zamanki zanaatımınbilginlik ve belki zanaatımanladığım dikkate alındığında, bu kitapta birdenbire öne çıkan, buruk bir bilgin psikolojisi parçası hiç de önemsiz değildir: m e safe duygusunu, bende neyin görev, neyin salt bir araç, ara perde ve yan ürün olabileceği hakkında derin 63

Friedrich Nietzsche

bir kesinliği dile getirir. Bir olabilmek için —bire varabilmek için— çok ve çok yerde olmuş olmak benim akıllılığımdır. Bir süreliğine bilgin de olmamgerekmişti.

64

İnsanca, Pek İnsanca İki devamıyla birlikte

“İnsanca Pek İnsanca” bir bunalımın anıtıdır. Özgür

tnliler için bir kitap adını taşır: hemen her cümlesi bir zaferi dile getirir — bu kitapla doğamdaki uygunsuzluk lardan kurtulmuştum. İdealizm bana uygun değildir: Kitabın başlığı şöyle der: “Sizin ideal şeyler gördüğü-

nüz yerde benim gördüğüm — İnsanca, ah yalnızca pek

insancadır!”... İnsanı daha iyi anlıyorum ben... Başka hiçbir anlamda anlaşılmaması gerekir buradaki “özgür tinli” deyiminin: yeniden kendi kendinin sahibi olmuş, özgürleşmiş bir tin. Vurgu, ses tınısı tamamen değişmiştir: bu kitap akıllı, serinkanlı, duruma göre sert ve alaycı bulunur. Asil beğeniye ait belirli bir tinsellik, temeldeki tutkulu bir akıntıya karşı sürekli üstte kalmış görünüyor. Bu bağlamda, kitabın daha 1878 yılında yayımlanmasını âdeta mazur gösterenin, aslında Voltaire'in yüzüncü ölüm yıldönümü oluşunun bir anlamı vardır. Çünkü Voltaire, ondan sonra yazan herkesin aksine, her şeyden önce tinin bir grandseigneur'üdür:” tam benim de olduğum şey. — Voltaire'in adı benim kitaplarımdan birinin üstünde — gerçekten bir ilerlemeydi bu—bana... daha yakından bakılır33

Yüksek aristokrasi mensubu.(ç.n.) 65

Friedrich Nietzscbe

sa, ideal'in yuva edindiği — onun kale mahzenlerinin ve âdeta son güvenliğinin yer aldığı— tüm kuytuları bilen acımasız bir tin keşfedilir. Ellerde, kesinlikle “duraksamayan” bir ışık saçan bir meşaleyle, keskin bir aydınlıkta, idealin yer altı dünyası aydınlatılır. Bir savaştır bu, ama barutsuz ve du-

mansız, savaşçı tavırlar takınılmayan, coşkusuz ve uzuvların kırılıp bükülmediği bir savaş — tüm bunlar hâlâ idealizm olurdu. Yanılgılar teker teker, kayıtsızca buza yatırılır, ideal çürütülmez — donup kalır... Burada örneğin “deha” donar; birköşede “aziz” donar; kalın bir buz sarkıtının

altında “kahraman” donar; sonunda “inanç”, hani şu “kanaat” donar, “merhamet” de adamakıllı soğur - hemen her yerde donar “kendinde şey”...

2.

Bu kitabın ilk adımları birinci Bayreuth Festivali'nin yapıldığı haftaların ortalarına aittir; orada, etrafımda bulunan her şeye karşı derin bir yabancılık, kitabın önkoşullarından biridir. Daha o zamanlar karşıma ne gibi vizyonlar çıktığını bilenler, günün birinde gözlerimi Bayreuth'ta açtığımda ne durumda olduğumutahmin edebilirler. Sanki rüyada gibiydim... Neredeydim gerçekten? Hiçbir şey tanıdık gelmiyordu,

Wagner'i tanımakta zorlandım. Nafile çeviriyordum belleği-

min sayfalarını. Tribschen — uzaklarda bir mutluluk adası: benzerlikten eser yoktu. Eşsiz temel atma günleri, bunu kutlayan ve anlayan küçükilgili çevre: benzerlikten eser yoktu. Neler olmuştu ?— Wagner Almancaya çevrilmişti! Wagnerciler Wagner'e egemen olmuştu! — Alman sanatı! Alman ustası! Alman birası!... Biz diğerleri, Wagner'in sanatının, beğenisinin hangi rafine sanatçılara,nasıl bir kozmopeolitliğe hitap ettiğini çok iyi bilenler, Wagner'in üstüne Alman “erdemleri”ni takılmış bulunca, neye uğradığımızı şaşırmıştık. — Sanırım, Wagnercileri tanıyorum, Wagner'in 66

Ecce Homo

Hegeh'le karıştırdığı, merhum Brendel'den, Bayreuther Blâtterin Wagner'i kendileriyle karıştıran “idealistlerine” kadar üç kuşak “yaşadım”, — “ince ruhların” Wagner hakkındaki tüm itiraflarını duydum. Akıllıca edilmiş bir söze, krallığım! — Gerçekte, tüyleri diken diken eden bir çevre! Nohl, Pohl, Kohl sonsuz zarafette! Hiçbir ucube eksik

değil aralarında, hatta Antisemit bile. —Zavallı Wagner! Nereye düşmüştü!'!— Hiç olmazsa domuzların yanına gitseydi.” Oysa, Almanların yanına!... Oldu olacak, sonraki kuşaklara

bilgi vermekiçin, gerçek bir Bayreuthlunun içini boşaltmalı, daha daiyisi, alkolün içinde saklamalı, çünkü ruh” yoktur onda: altına da, “Reich'ın temellerinin atıldığı “tin böyle bir şeydi,” diye yazmalı... Yeter, birkaç hafta sonra, tam ortasında ayrıldım, birdenbire, çekici bir Parisli kadının beni avutmayaçalışmasına rağmen; Wagner'den sadece cansıkıcı

bir telgraf çekerek özür diledim. Melankolimi ve Alman-hor

görümü Böhmerwald'in ormanların derinine gizlenmiş bir

beldesinde, Klingenbrunn'a bir hastalık gibi beraberimde taşıdım — ve zaman zaman “pulluk demiri” genel başlıgı altında, cep defterime bir cümle yazıyordum, daha çok

sert psikolojik notlardı, belki “İnsanca, Pek İnsanca”da

hâlâ rastlanabilir onlara.

O zaman içimde vardığım karar Wagner'den kopmak değildi — içgüdümün hepten-şaşırmasını duyumsadım, Wagner olsun, Basel'deki profesörlük olsun, tek tek hatalar yalnızca birer işaretiydi bunun. Kendimekarşı birsabırsız-

lık çöktü üzerime; kendi üzerime yeniden düşünmenin tam zamanı olduğunu anladım. Birdenbire ürkütücü bir bi34 Bkz. İncil - Yeni Ahit, Matta, 8-32. (ç.n.) 35

Spiritus: Alkol ve ruh anlamında.(ç.n.) 67

Friedricb Nietzsche

çimde fark etmiştim o ana kadar ne çok zaman harcadığımı — bütün o filologluk hayatımın, beni görevimden ne kadar yararsızca, ne kadar keyfi bir biçimde alıkoyduğunu. Utandımbu yanlış kanaatkârlıktan... Tinin beslenmesinin durduğu, yararlı olan fazladan hiçbir şeyi öğrenmediğim, ıvır zıvırla tozlanmış bir bilginlik hakkında çok şey unuttuğum on yılı bırakmıştım geride. Antikçağ'a ait vezinlerin arasındakılı kırk yararak ve kötü gözlerle sürünerek dolaşmak — buna varmıştı halim! — Çokcılız, açlıktan zayıflamış

gördüm kendimi, acıyarak: gerçeklikler tamamen eksikti bilgimin içinde ve “ideallikler”in neye yaradığı belli değildi! — Âdeta yakıcı bir susuzluğa kapıldım: o andan itibaren psikoloji, tıp ve doğa bilimlerinden başkasıyla meşgul olmadım — asıl tarih incelemelerine bile ancak görev emrederek beni zorladığında geri döndüm. O zamanlar içgüdüye aykırı olarak seçilmiş bir uğraşı, kişinin en sonuncu olarak yazgılandığı sözümona bir “meslek” ile — ıssızlık ve açlık duygusunun bir narkotik sanatıyla, —örneğin Wagnerci sanatla— uyuşturulması gereksinimi arasındaki bağıntıyı da ilk kez çözmüştüm. Etrafıma daha dikkatli bakınca, çok sayıda genç erkeğin de aynısıkıntıyı çektiklerini keşfettim: bir doğayaaykırılık, âdeta bir ikincisinidayatıyordu. Almanya'da, net konuşmak gerekirse “imparatorluk”ta, çok kişi zamansız bir karar vermeye ve sonrasında atılamaz hale gelmiş bir yükün altında yavaş

yavaş

ölmeye yazgılıdır... Bunlar, uyuşturucu

ilaç ister gibi Wagner'iisterler, — kendilerini unuturlar, bir

anlığına kendilerinden kurtulurlar... e diyorum ben! be ş altı saatliğine!— 4.

O zamanlar içgüdüm daha uzun süre boyun eğmeye, ayak uydurmaya, kendimi-başka-birisi-sanmaya karşı acı68

Ecce Homo

masızca karar verdi. Her türlü yaşam; en elverişsiz koşullar, hastalık, yoksulluk — tüm bunlar bana ilkönce cahillikten, gençlikten ötürü içine düştüğüm, daha sonra da üşen-

geçlikten, sözümona “ödev duygusuyla” takılıp kaldığım o

onursuz “bencillikten uzak olmak”tan daha tercih edilesi

görünüyordu. — Bu sırada, hayran kalmaya doyamadığım bir biçimde ve tam da doğru zamanda, babamdan bana kalanokötü miras koştu yardımıma,— aslında erkenbir ölüme önceden belirlenmişlikti bu. Hastalık yavaş yavaş çözdü bağlarımı, herhangi bir kopmadan, herhangi bir şiddetli ve itici adımı atmaktan kurtardı beni. O zamanlar bana gülen hiçbir yüzü yitirmediğim gibi, dahafazlalarını da kazandım. Hastalık aynı zamanda tüm alışkanlıklarımdan tamamen vazgeçme hakkını verdi bana; unutmam için izin verdi, emretti bana; sakince yatma, aylaklık, bekle-

me ve sabırlı olmazorunluluğunu hediye etti... Ama düşünmek de budur zaten!... Yalnızca gözlerim son verdi her türlü kitap kurtluğuna; Almancası: Filoloji'ye: “Kitap”tan kurtulmuştum,yıllarca okumadım bir daha — kendime yaptığım en büyük iyilik! — Âdeta sarsılmış, sürekli başka benlikleri dinlemek zorunluluğuyla âdeta sesi kısılmış olan (— okumak da budur zaten!) o en alttaki benlik yavaş ya-

vaş, utangaç, kuşkulu, uyandı. — Ama sonunda yeniden konuşmaya başladı. Hiçbir zaman, yaşamımın en hasta ve en acılı dönemindeki kadar mutlu olmadım kendimden: bu “kendime dönüş”ün ne olduğunu anlamakiçin

yalnızca “Tan Kızıllığı”na ya da “Gezgin ve Gölgesi”ne

bakılsın yeter: bizzat en iyi türden bir iyileşme... Geri kalanı ardındangeliverdi.—

3.

İnsanca, Pek İnsanca, beraberimde sürüklediğim tüm “yüksek baş dönmesi”, “idealizm”, “güzel duy69

Friedricb Nietzsche

gu” ve diğer kadınsılıklara onunla acı bir son hazırladığım katı bir kendini terbiye edişin bu anıtı, tüm ana konularıyla Sorrento'da kalemealınmıştır; son halini, nihai biçimini ise

bir Basel kışında, Sorrento'dakilerle kıyaslanamayacak kadar elverişsiz koşullarda almıştır. Aslında bu kitabın vebali, o

sıralar Basel Üniversitesi'nde okuyan ve bana çok yardımları dokunan Bay Peter Gast'ın boynunadır. Ben, başımda sargılar ve ağrılarla dikte ediyordum, o da kâğıda geçiriyor, düzeltmeler yapıyordu, — aslında gerçek yazar oydu, ben müelliftim sadece. Kitap sonunda bitmiş haliyle elime geçtiğinde — ağır hasta birinin büyük şaşkınlığıyla — diğerlerinin yanı sıra Bayreuth'a da iki nüsha gönderdim. Tesadüf anlamında büyük bir mucizeyle, aynı zamanda benim elime de Parsifal metninin güzel bir nüshası geçti, Wagner tarafından “değerli dostu Friedrich Nietzsche'ye, Richard Wagner, Kilise Başkanı” ibaresiyle bana ithaf edilmişti. — İki kitabın bu kesişmesi — sanki meşum bir vurgu duymuştum bu sı-

rada. Sanki kılıçların kesişmesi gibi gelmiyor muydu kulağa?... Her hâlükârda ikimiz de böyle duyumsadık bunu: çünküsustuk ikimiz de. — Bayreuther Blâtter'in ilk sayısı da bu sıralarda yayımlandı: anladım, neden tam zamanıolduğunu. — İnanılmaz! Wagner dindar olmuştu...

6. O zamanlar (1876), kendim hakkımda ne düşündüğür-

me, kendi görevime ve onun dünya-tarihsel yönünü nasıl muazzam bir kesinlikle elimde tuttuğuma, kitabın tamamı, ama özellikle çok açık bir pasaj tanıklık eder: sadece, ben-

de içgüdüsel olan bir hilebazlıkla, burada da “ben” sözcügünü kullanmaktan kaçınmış ve bu defa Schopenhauer ya da Wagner'i değil, dostlarımdan birini, mükemmel Dr. Paul Ree'yi dünya-tarihsel bir yücelik ışığına boğmuştum — şan70

Ecce Homo

sıma, çok ince bir hayvandı, öyle ki... Diğerleri daha

kabaydı: okurlarım arasındaki umutsuzları, örneğin tipik Alman profesörünü, her zaman bu pasaj üzerinden kitabın tümünüüst düzey bir gerçekçilik olarak anlamaları gerektğine inanmaları sayesinde ayırt etmişimdir... Hakikatte bu pasaj, dostumun beş-altı cümlesine karşıçıkışı içerir: bu

konuda, Ahlakın Soykütüğü'nün önsözü okunabilir. — Bu pasaj şöyle der: en soğukkanlı ve en soğuk düşünürlerden birisinin, “Ahlaki Değerlerin Kökeni” kitabının yazarının (lisez:** Nietzsche, iikahlak karşıtı) insan eylemleri-

nin kökten ve kök söken analizi sayesinde ulaştığı temelilke nedir? “Ahlaki insan, düşünülür dünyaya,fiziksel insandan

daha yakın değildir. —çünkü düşünülür dünya yoktur...”

Bu cümle tarihsel bilginin çekiç darbeleri altında sertleşmiş ve keskinleşmiştir (lisez: Tüm değerlerin yeniden

değerlendirilişi) belki günün birinde, herhangi bir

gelecekte —1890'!— insanın “metafizik ihtiyacının” köküne

vurulacak balta işlevi görebilir, insanlığın hayrına mışerrine mi olacağını kim söyleyebilir? Her hâlükârda çok büyük sonuçları olan bir cümledir bu, ürünü de ürkütmesi de bol, tüm büyük bilgilerin sahip olduğu oçifte bakışla bakar dünyaya...

36

Lisez: (Fr) okuyun; burada: “siz onu ... diye okuyun” anlamında.(ç.n.) 7/1

Tan Kızıllığı

Bir Önyargı Olarak Ahlak Üzerine Düşünceler 1.

Bu kitapla başlar, ahlaka karşı savaşım. Üstünde en küçük bir barut kokusu olduğundan değil: — burun delikleri biraz hassas olan, tamamenfarklı ve çok daha hoş kokular alacaktır ondan. Ne ağır ne de hafif toptur: bu kitabın etkisi olumsuzsa da, yöntemleri o kadar olumsuz değildir, bu yöntemlerin etkisi bir top atışı gibi değil, çıkarılmış bir sonuç gibidir. Bu kitapla şimdiye kadar ahlak adına saygı duyulmuş ve hatta tapınılmış her şeyle ürkek bir dikkatlılikle vedalaşılması, kitabın tümünde tek bir olumsuz sözcük

söylenmeyişiyle, bir saldırının, bir kötülüğün yapılmayışıyla

çelişki oluşturmaz — daha çok güneşte uzanmıştır, tomba-

lak, mutlu, kayaların arasında güneşlenen bir deniz hayvanı gibi. Nihayetinde bizzat bendim bu deniz hayvanı: kitabın hemen her cümlesi, bir başıma olduğum ve sırlarımı sadece denizle paylaştığım yerde, Cenova yakınındaki kayalarkeşmekeşinde düşünülmüş, yakalanmıştır. Şimdi bile, bu kitaba tesadüfen dokunduğumda, hemen her cümle derinliklerde eşi benzeri bulunmayan herhangi bir şeyi derinlerden çekip aldığım bir sivri uç gibi görünüyor gözüme: 73

Friedrich Nietzscbe

tüm derisi anımsamanın narin ürpertisiyle titriyor. Hiç de azımsanır gibi değildir kolayca ve ses çıkarmadan kaçıp giden şeyleri, tanrısal kertenkeleler dediğim anları,biraz olsun sabitlemekteki ustalığı — zavallı kertenkeleleri şişleyip duran o genç Yunan tanrısının gaddarlığıyla değil, amayine de sivri bir şeyle, bir kalem ucuyla... “Henüz ışıldamamış ne çok

tan kızıllığı var” —bu Hint yazıtı asılıdır bu kitabın kapısında. Neredearıyor kitabın müellifi o yenitan atışını,

yeniden bir günün —ah, yeni günlerden bir dizinin, tüm bir

dünyanın!- yükseldiği, şimdiye kadar keşfedilmemiş o tatlı kırmızıyı? Tüm değerlerin bir yeniden degerlendirilişinde, tüm ahlaki değerlerden kopuşta,

şimdiye kadar yasaklanmış, hor görülmüş, lanetlenmiş olan

her şeye evet demekte ve güvenmekte.Evet diyen kitap ışığını, sevgisini, şefkatini hep kötü şeylerin üzerine yayar, onlara “ruh”u, vicdan rahatlığını, varoluştakı yüksek hak-

larını veayrıcalıklarını yeniden verir. Ahlaka saldı-

rılıyor değildir, sadece daha fazla dikkate alınmıyordur... Bu kitap bir “ya da?”ile bitiyor, — bir “ya da” ile biten biricik kitaptır bu...

2.

İnsanlığın kendi hakkında enikonu düşüneceği bir anı, geriye baktığı ve dışarıya baktığı, tesadüfün ve rahiplerin egemenliğinden dışarıya çıktığı ve “neden?” “niçin?” sorusunu ilk kez bir bütün olarak sorduğubir büyük öğleyi hazırlama görevim, — bu görev, insanlığın doğru yola kendiliğinden giremediği, kesinlikle tanrısal olarakyönetilmediği, daha ziyade onun en kutsal değer kavramlarının altında olumsuzlama içgüdüsünün, yozlaş-

manın, dekadans-içgüdüsünün ayartarak hüküm sürdüğü kavrayışının zorunlu bir sonucudur. Bu yüzden ahlaki de74

Ecce Homo

gerlerin kökeni sorusu benim için birincil önemde bir sorudur, çünkü insanlığın geleceğini belirlemektedir. Temelde her şeyin en iyi ellerde olduğuna,bir kitabın, Kitab-ı Mukaddes'in insanlığa kaderindeki tanrısal yönlendirmeve bilgelik hakkındaki nihai rahatlamayı verdiğine inanılması gerektiği talebi, gerçekliğe geri tercüme edildiğinde, bunun tam tersini oluşturan acınası durum hakkındaki gerçeğin, yani insanlığın şimdiye deken kötü ellerde olduŞunun, kestirmeden gelmişler, sinsi-intikamcılar, sözümona “azizler”, bu dünyayaiftira eden ve insanlığı kirletenler tarafından yönetilmiş olduğunun, açığa çıkmamasıisteğidir. Rahiplerin (- gizli rahipler, filozoflar da dâhil) yalnızca belirli bir dinsel toplulukta değil, genel olarak egemen olduklarının, dekadans-ahlakının yok olmaistencinin, ken dinde ahlak olarak kabul edildiğinin en belirleyici işareti, her yerde egoistçe olmayanaverilen mutlak değer ve egoistçe olana karşı düşmanlıktır. Bu konuda benimle hemfikir olma-

yanı, hastalık kapmış kabul ediyorum... Ne varki, tüm dünya benimle hemfikir değil... Bir fizyolog için böyle bir değerler karşıtlığına kuşku yoktur. Organizmanın içinde en küçük bir organ bile varlığını korumayı, gücünü ikame etmeyi, “egoizmini” tam bir kesinlikle gerçekleştirmeyi bir nebze ihmal ederse, bütün organizma yozlaşır. Fizyolog yozİlaşan parçanın kesilip atılmasını ister, yozlaşanla her türlü dayanışmayı olumsuzlar, ona acıyacak en son kişidir. Oysa rahip özelikle bütünün,insanlığın bozulmasınıi s ter: bu yüzdenmuhafaza eder yozlaşanı— bu bedel uğruna hükmeder insanlığa... O yalan kavramların, ahlakın oyardımcı kavramlarının, “ruh”, “tin”, “özgüristenç”,

“tanrı” ne anlamları vardır, insanlığı fizyolojik olarak yıkıma sürüklemekten başka?... Bedenin, yani yaşamın kendini korumasının, gücünü artırmasının ciddiyeti saptırılırsa, kansızlıktan bir ideal, bedenin hor görülmesinden “ru-

hun selameti” inşa edilirse, bir dekadansreçetesinden 73

Friedricb Nietzsche

başka nedir ki bu? — Ağırlık kaybı, doğal içgüdülere karşı koyma,tek sözcükle “bencillikten uzaklık” — şimdiye kadar buydu ahlak... “Tan Kızıllığı”yla ilk kez ben başlattım, benliği-yok etme ahlakına karşı mücadeleyi.

7/6

Sen Bilim

(“la gaya scienza”) “Tan Kızıllığı” evet diyen bir kitaptır, derin ama aydınlık ve iyi huylu. Aynı durum bir kez daha ve en yüksek derecede gaya scienzaiçin de geçerlidir: bu kitabın hemen her cümlesinde derin düşünce ve haşarılık nazikçe el ele tutuşur. Yaşa-

dığım en harika ocak ayına — tüm kitap o ayın hediyesidir— şükran borcumudile getirdiğim birşiir yeterince açık ediyor, “bilimin” hangi derinlikten gelerek neşeli olduğunu: Sen kialevli mızrakla parçaladın buz ruhumu şımdi koşuyor en yüce umuduna uğuldayarak denize doğru: Hep daha parlak ve hep daha sağlıklı, en sevimli zorunlulukta özgür, — senin mucizeni övüyor, en güzel ocak ayı!

Dördüncü kitabın sonundaki Zerdüşt'ün ilk sözlerinin elmas güzelliğinin parıldadığını gören biri, burada “en yüce umudun” ne olduğu hakkında kuşkuya düşebilir mi? — Ya

da üçüncü kitabın sonundaki,tüm zamanlar için 7/7

Friedrich Nietzsche

bir yazgının ilk kez ifade edildiği granit cümleleri okuyan biri? — Büyük bölümü Sicilya'da yazılan Dışlanmış Prensin Şarkıları, çok açık bir biçimde Provence'te

kullanılan “gaya scienza” kavramını, o harika Provence erken kültürünü tüm diğer muğlak kültürlerden ayıran şa rkıcı, şövalye ve özgür tinli birliğini anımsatıyorlar; özellikle en sonuncu şarkı “Mistral'e”, canlı bir dans şarkısıdır, affedersiniz! Ahlakın üstünde horatepilir onunla, tam bir Provenceliliktir. —

78

Böyle Söyledi Zerdüşt

Herkes İçin ve Hiç kimse İçin Bir Kitap

Şimdi de Zerdüşt'ün öyküsünü anlatıyorum. Yapıtın temel kavramı olan bengi-dönüş düşüncesi, ulaşılabilecek en üst olumlamaifadesi, — 1881 yılının Ağustos

ayına aittir: “İnsan ve zamanın 6.000 ayak ötesinde” alt

başlığıyla, bir kâğıda karalanmıştı. O gün Silvaplana Gölü kıyısında, ormanların içinden yürümüştüm, Surlei yakınında, bir piramit gibi yükselen devasa bir kaya bloğunun yanında durdum. O sırada bu düşünce geldi aklıma. — Bu günden birkaç ay geriye doğru hesapladığımda, bir ön işaret olarak, beğenimde özellikle de müzik beğenimdekiani ve derinden belirleyici bir değişikliği buluyorum. Belki Zerdüşt müzik sayılabilir; — elbette bir yeniden doğumdudinleme sanatında, bir önkoşuluydu onun. 1881 yılının ilkbaharını geçirdiğim Vicenza yakınındaki küçük bir dağ kaplıcasında, Recouro'da, kendisi de yine “yeniden doğmuş” biri olan maestrom ve dostum Peter Gastla birlikte, zümrüdüanka

müziğinin şimdiye kadar gösterdiğinden daha hafif ve daha çokışık veren kanatlarla önümüzden uçup geçtiğini gördüm. Bunakarşılık o gündenileriye doğru 1883 Şubat'ındaki ani79

Friedricb Nietzsche

den ve en ihtimaldışı koşullarda gerçekleşen doğuma kadar

hesapladığımda — önsözde birkaç cümlesini alıntıladıgım sonuç bölümü, tam da Richard Wagner'in Venedik”te öldüğü o kutsal saatte tamamlanmıştı — on sekiz aylık bir hamilelik dönemi ortaya çıkıyor. Bu sürenin tam on sekiz ay oluşu, en azından Budistler arasında benim bir dişifil oldugum düşüncesiniakla getirebilirdi. — Aradaki dönemde benzersiz bir şeye yakınlığıma dair yüz belirti bulunan “gaya sclenza” vardır; sonunda Zerdüşt'ün başlangıcını da verir, dördüncükitabın sondan bir önceki parçasında Zerdüşt'ün

temel düşüncesini verir. — Aynı şekilde, notalarıiki yıl önce Leipzig'deki E. W. Fritsch tarafından yayımlanmış olan o Yaşam İlahisi (karma koro ve orkestra için) bu ara dönemeaittir: trajik pathos dediğim par excellence evet diyen pathosun,içinde en yüksek derecede bulunduğu bu yılın durumu için hiç de önemsiz bir belirti değil belki de. Daha sonra bir gün benim anıma terennüm edilecek. — Metnin bana ait olmadığını açıkça belirteyim, çünkü bu konudabir yanlış anlama dolaşıyor ortalıkta. O sıralar arkadaş olduğum genç bir Rus kadının, Frâulein Lou von Salome'nin şaşırtıcı esinidir bu.Şiirin son sözcüklerinden bir anlam çıkartabilen,

neden buşiiri seçtiğimi ve ona hayran olduğumu anlayacaktır: sözlerde büyüklük var. Acı, hayata karşı bir itiraz olarak ileri sürülmüyor: “Bana verecek daha fazla mutluluk yoksa pekâlâ! Senin acın da olur...” Belki bu noktada benim müziğim de büyüyor. (Obua'nın son notası do değil do diyezdir, baskı hatası.) — Bunu izleyen kışta, Cenova yakınlarında Chiavari ile Portofino burnu arasında yer alan sevimli, sakin Rapallo koyunda yaşadım. Sağlığım çok iyi değildi; kış soğuk ve normalin üstünde yağışlıydı; hemen denizin kıyısında küçük bir motel, öyle ki yükselen deniz gece uyumayıolanaksız kılıyor, hemen hemen her bakımdan arzu edilir olanın tam tersini sunuyordu. Yine de ve neredeyse, belirleyici olan her şeyin “yine de” ortaya çıktığına dair 80

Ecce Homo

cümlemikanıtlarcasına, bu kışta ve elverişsiz koşullarda çık-

tı Zerdüştüm ortaya. — Sabahları güney yönünde, Zoagli'ye giden harika caddeden yukarıya, çamların yanından geçerek ve denizi geniş açıdan görerek çıkıyordum: öğleden sonra, sağlığım elverdiğince tüm Santa Margherite koyunu arka-

da Portofino'ya kadar dolaşıyordum. Bu yer ve bu manza-

ra, unutulmaz Alman İmparatoru Üçüncü Friedrich'in ona duyduğu büyük sevgi sayesinde, kalbimi daha da fethetti;

1886 sonbaharında kendisi bu unutulmuş, küçük, mutluluk

dünyasını son kez ziyaret ettiğinde, tesadüfen bu sahildeydim. — Birinci Zerdüşt'ün tamamı,özellikle de bir tip olarak Zerdüşt'ün kendisi bu iki yolda geldi aklıma: daha doğrusu, çöktü üzerime...

2.

Bu tipi anlamak için ilkönce onun fizyolojik koşulunu anlamak gerekir: benimbüyük sağlık dediğim şeydir o koşul. Bu kavramı, “gaya scienza”nın beşincikitabının sonuç bölümlerinden birinde zaten yaptığımdan dahaiyi, daha kişisel bir tarzda açıklayamam. “Biz yeniler, isimsizler, zor anlaşılanlar —deniliyor orada— biz, erken doğmuşları henüz kanıtlanmamış bir geleceğin, yeni bir amaçiçin yenibir araca, yanibir sağlığa da gereksiniyoruz biz, şimdiye kadarki sağlıklardan daha güçlü, daha uyanık, daha sağlam, daha

pervasız, daha neşeli olan bir sağlığa. Kimin ruhu şimdiye kadarki tüm değerleri ve arzulanır şeyleri yaşamaya ve bu ideal “Akdeniz'in tüm kıyılarında yelken açmaya susamışsa, bir ideal fatihinin ve kâşifinin, aynı şekilde bir sanatçının, bir azizin, bir yasa koyucunun,bir bilgenin, bir bilginin, bir dindarın, eski tarzda bir meczubun neler hissettiğini kendi yaşadığı serüvenlerle öğrenmekistiyorsa: bununiçin en önce tek bir şeye, büyük sağlığa gerek vardır — sadece sa81

Friedrich Nietzscbe

hip olunan değil, hep yeniden elde edilen ve elde edilmesi

gereken, çünkü hep yenidenyitirilen, yitirilmesi gereken bir sağlığa... Şimdi, uzun süre böyle yollarda olduktan sonra bizler, bir idealin argonotları, belki akıllılık sayılmayacak kadar cesur olan ve sık sık gemileri batırıp zarar gören, ama dediğimiz gibi, bize izin verilenden dahasağlıklı, daha tehli-

keli bir sağlıklılıkta hep yeni baştan sağlıklı olanlar — sanki bunun bir ödülü olarak, önümüzde henüz keşfedilmemiş,sınırlarını henüz kimsenin kestiremediği bir ülke daha varmış gibi geliyor bize; şimdiye kadarki tüm ülkelerin ve idealin kuytularının ötesinde, güzel, yabancı, kuşkulu, korkunç ve

tanrısal olanla hem merakımızı hem de ele geçirme hırsımızı kendinden geçirecek kadar dolup taşan bir dünya — ah, bundan böyle hiçbir şey doyurmaz bizi!... Böyle ufuklara sahipken ve bilgi ve bilincimiz bu kadar açken, nasıl yetinebilirddk günümüz insanıyla? Onun en değerli hedef ve umutlarına şimdi ancak midemiz bulanarak ko-

ruyabildiğimiz bir ciddiyetle bakışımız ve belki bir daha da bakmayışımız yeterince kötü olsa da kaçınılmazdır... Başka bir idealin peşinde koşuyoruz biz, hiç kimseye ona hakkı olduğunu kolay kolay söylemediğimiz için hiç kimseyi ona ikna etmek istemediğimiz acayip, baştan çıkarıcı, tehlikelerle dolu bir ideal: şimdiye kadar kutsal, iyi, dokunulmaz, tanrısal denilen her şeyle naif, yani hiç düşünmeden ve taşkın bir dolulukla ve güçlülükle oynayanbir tinin ideali:

halkın haklı olarak değer ölçütü kabul ettiği en yüce, böyle bir tin için şimdiden tehlike, bozulma, alçalma ya da en

azından dinlenme, körlük, kendini bir süreliğine unutma an-

İamına gelecektir; çoğu zaman yeterince insanlık dışı

olarak görünecek olan, insanca-pek-insanca bir iyi olma ve iyi niyet ideali, örneğin şimdiye kadarki tüm dünya ciddiyetinin yanında, jestlerdeki, sözlerdeki, seslerdeki bakışlarda-

ki, ahlaktaki ve görevlerdeki tüm resmiyetin yanında onların en canlı ve en istemsiz parodisi olarak yerini aldığında — ve 82

Ecce Homo

tüm bunlara rağmen, bekkidebüyük ciddiyet ancak onunla başlayacak,asıl soru işareti ancak konulacaktır, ru-

hun kaderi değişir yelkovanilerler, tragedya başlar...”

— On dokuzuncu yüzyılın sonunda, güçlü çağların şairlerininesin dedikleri şeyin ne olduğuna dair net bir fikri olan kimse var mı? Yoksa ben betimlemekistiyorum. — Kişide bir nebze batıl inanç kalıntısı kalmışsa aslında çok üstün güçlerin salt enkarnasyonu,salt sözcüsü, salt medyumu olma dü-

şüncesini aklından kovmakta zorlanacaktır. Kişiyi derinden sarsan ve altüst eden bir şeyin birdenbire, tarifsiz bir kesinlik ve netlikte görülebilir, duyulabilir olması anlamındakivahiy kavramı, düpedüz bu olguyu betimlemektedir. Aranmaz,işitilir; verenin kim olduğu sorulmaz,alınır; bir şimşek gibi aydınlatır bir düşünce, zorunlulukla, tereddütsüz bir biçimde,

— hiçbir zamanbir tercih yapacak durumdadeğildim. Muazzam gerilimi bir gözyaşıseliyle boşanan, adımların istemsizce hızlanıp yavaşladığı bir büyülenme, tepeden tırnağa sayısız ince ürpermelerin ve şaşırmaların en farkında bir bilinçle tamamen kendinden geçme; en acıverici ve en kasvetli olanın, bir çelişki olarak değil, belirlenmiş, davet edilmiş olarak böyle bir ışık bolluğu içindezorunlu bir renk işlevi gördüğü derin bir mutluluk; geniş biçim uzamlarının ritmik orantılar içgüdüsü — uzunluk, uzunlamasına yayılan bir ritim gereksinimi âdeta esinin şiddetinin ölçüsüdür, basınç ve

gerilime karşıbir tür genellemedir... Tüm bunlar en üst dere-

cede istemdiışı gerçekleşir, ama bir özgürlük-duygusu, belir-

lenmemişlik, kudret kasırgasındaymış gibi... İmgenin, benzetmenin istemdişılığı en tuhafıdır; imgenin, benzetmenin ne olduğu bilinmez artık, hepsi kendini sıradaki, en uygun, en basit ifade olarak sunar. Zerdüşt'ün bir sözünü anımsaya83

Friedrich Nietzsche

cak olursak, şeylerin kendiliğinden yaklaşıp, kendilerini birer benzetme olarak sunmaları gerçek görünür (—“Burada her şey sevgiyle yaklaşır konuşmanave şımartır seni; çünkü

senin sırtına binmekisterler. Her türlü benzetmeninsırtında koşturursun burada her türlü hakikate. Burada varlığın tüm sözleri ve sözcük-kutuları açılır sana: varlığın tümü sözcüğe dönüşmekister burada, tüm oluş burada senden konuşmayı öğrenmek ister—”)37 Budur benim esin yaşantım; hiç kuşkum yok, binlerce yıl geriye gitmek gerekir, bana “benim de” diyebilecek birini bulmakiçin. —

4.

Bunun ardından birkaç hafta Cenova'da hasta yattım. Sonra yaşamı kabullendiğim melankolik bir ilkbahar geldi, Roma'da — kolay değildi. Aslında, gönüllü olarak seçmedigım, Zerdüşt'ün şairi için dünyanın en ciddiyetsiz mekânı aşırı usandırmıştı beni; kurtulmayaçalıştım.—Aguila'ya

gitmekistiyordum, Roma'nın karşıt kavramı olan, Roma'ya karşı kurulmuş yere, tıpkı benim de bir gün, bir ateistin ve comme il fautdin düşmanının, en yakınım olan büyük Hohenstaufen İmparatoru İkinci Friedrich'in anısına bir yer kuracağım gibi. Ne ki, bir uğursuzluk vardı her şeyde: geri dönmek zorunda kaldım. Anti-Hristiyan bir yöre bulma çabasıyla yorulduktan sonra sonunda Barberini Meydanr'yla yetindim. Korkarım,bir defasında kötü söylentilerden uzak durmak için palazzo del Ouirinale'de bizzat sormuştum,bir filozof için sessiz bir oda bulunur mu diye.

— Andığım meydanın çok yukarısında Roma'nın kuşbakışı görüldüğü ve aşağıdan çeşme şırıltılarının duyulduğubir kemeraltında, şimdiye kadar yazılmış en yalnız şarkı, G e 37 Krş. Böyle Söyledi Zerdüşt, Üçüncü Bölüm, “Yurda Dönüş”, s.183,184. (ç.n.) 38 Olması gerektiği gibi, münasip, doğru düzgün.(Fr.) (ç.n.) 84

Ecce Homo

cenin Şarkısı yazıldı; bu dönemde inanılmaz derecede melankolik bir melodi çınlıyordu etrafımda, “ölümsüzlükten ölmek” sözlerinde bulmuştum nakaratımı... Yazın, kut-

sal mekândaki evime, Zerdüşt düşüncesinin ilk şimşeğinin bende çaktığı yere geri döndüğümde ikinci Zerdüşt'ü bul-

dum. On gün yeterli olmuştu; hiçbirinde, ne birincisinde, ne

üçüncüsünde ne de sonuncusunda daha fazla süreye gerek duymuştum. Bunuizleyen kışta, Nice'in o zamanlar hayatımın içine ilk kez parıldayan Alkyonik sessizliğindeki göğü altında üçüncü bölümü buldum — ve bitirdim. Tümünühe-

saplarsak,bir yılbile değil. Nice manzarasındakisayısız gizli leke ve yükselti, benim için unutulmaz anlarla kutsanmıştır; “Eski ve Yeni Levhalar Üstüne” başlığını taşıyan o belirleyici

bölüm,istasyondan, dev kayalıklar arasındaki harika Magribi yerleşimi Eza'ya doğru zahmetli tırmanış sırasında yazıldı, —bende yaratıcı güç en gür çağladığında, kaslarımdaki çeviklik de doruğa çıkıyordu. Beden coşmuştu: “Ruh”u

oyunun dışında bırakalım... Dans ettiğim sık sık görüldü; o zamanlar, yorulmak nedir bilmeden, yedi-sekiz saat dolaşabiliyordum dağları. İyi uyuyordum, çok gülüyordum-, zindeliğimin ve sabrımın zirvesindeydim.

Bu onar günlük yapıtlar dışında, Zerdüşt'ü yazdığım sıradaki ve özelliklede sonraki yıllar tam bir felaketti. Ölümsüzlüğün bedeli pahalı ödeniyor: yaşarken defalarca ölünüyor bunun karşılığında. Büyük olanın hıncı dediğim bir durum var: büyük olan her şey, bir yapıt, bir eylem bir kez ortaya konduğunda,hiç gecikmeden çıkar onu yapanın karşısına. Tam da onu yaptığı için zayıflamıştır artık kişi — daha fazla dayanamaz kendi eylemine, bakmak istemez artık yüzüne. Hiç isteyemeyeceğibir şeyi, insanlığın 85

Friedrich Nietzsche

yazgısına düğümlerin atıldığı bir şeyi geride bırakmak — ve bundan böyle onu üstünde taşımak!... Ezicidir handiyse... Büyük olanın hıncı — Kişinin etrafında duyduğu ürpertici sessizlikse başka bir şeydir. Yalnızlığın yedi derisi vardır; hiçbir şey sızmaziçeriye. İnsanların arasına gelir, dostlarını

selamlarsın: Yenibir ıssızlık, selamlayan bir bakış yoktur artık. En iyi durumda,bir tür isyan. Böyle bir isyanı yaşadım ben, çok farklı derecelerde, ama yakınımdaki hemen herkesten; öyle görünüyor ki, birdenbire ani bir mesafe hissettir-

mekten daha inciticisi yoktur, — saygı duymadan yaşamayı bilmeyen soylu doğalar enderdir. — Bir üçüncüsü de, derinin küçük sokmalara karşı saçma hassaslığıdır, küçük olan her şey karşısındabir tür çaresizliktir bu. Her yara tıcılık eyleminin en özgün, en içsel, en derindeki koşuİu olan tüm savunma güçlerinin olağanüstü harcanmasının bir sonucu gibi geliyor bu durum bana. Böylelikle küçük savunma-yetileri âdeta askıya alınmıştır; artık hiçbir enerji

akmaz onlara. — Daha fazlasını söyleyecek olursam, kişinin hazmı zorlaşır, hareket etmek istemez, üşüme duygusuna,

güvensizliğe de çok sık kapılır, — birçok durumdaetiyolojik bir hatadan ibaret olan güvensizliğe. Bir defasında böyle bir durumdayken, dahaılımlı, daha insan dostu düşüncelerin geri gelişiyle, daha onu görmeden önce bir inek sürüsünün

yakınlığını duyumsadım:sıcaklık var bunda...

6. Bu yapıt tamamen kendi başınadır. Edibi bir yana bı-

rakalım: belki de başka hiçbir şey benzer bir enerji bollugundan yapılmamıştır. “Dionysosçu” kavramım burada en yüksek eylemdi;ş onunla kıyaslandığında insani edimlerin geri kalan tümü yoksul ve koşullu görünüyor. Bir Goethe'nin, bir Shakespeare'in bir an bile bu muazzam tut86

Ecce Homo

ku ve yükseklik içinde nefes alamayışı, Dante'nin, Zerdüşt'le

karşılaştırıldığında, hakikatı kendisi yaratan biri, dünyayı yöneten bir tin, bir yazgı değil, salt bir mümin olduğu —, Vedaların şairlerinin rahipler olduğu ve Zerdüşt için epey fırın ekmek yemeleri gerektiği, tüm bunlar daha en azıdır ve bu yapıtın yaşadığı uzaklığın gök mavisi yalnızlığı hakkında yeterli bir fikir vermezler. Zerdüşt'ün sonsuz hakkı vardır: “Çemberler ve kutsal sınırlar çiziyorum etrafıma; her zaman daha az kişi çıkıyor benimle, git-

tikçe yükselen dağlara, — gittikçe kutsallaşan dağlardan bir sıradağ kütlesi inşa ediyorum,” demeye. Tüm büyük insanların tini ve iyiliği toplansa: hepsi bir arada Zerdüşt'ün bir konuşmasını ortaya koyamazlar. Muazzamdır onun inip çıktığı merdiven; herhangi bir insanın yapabildiğinden çok ötesini gördü, çok ötesiniistedi, çok ötesini yapabildi tüm tinlerin içinde bu en evet diyeni; tüm çelişkiler yeni bir birlikte bağlandılar onda. İnsan doğasının en yüksek ve en alçak enerjileri, en tatlı, en hesapsız ve en korkunç olanı, ölümsüz kesinlikle, güvenle akıyor bir pınardan. O zamana kadar yükseklik nedir, derinlik nedir bilinmiyordu; hakikatin ne olduğu hiç bilinmiyordu. Hakikatin bu açığa vuruluşunda, zaten öncelenmiş, en büyüklerden biri tarafından

çözülmüş bir an bile yoktur. Zerdüştten önce bir bilgelik,

bir ruh-araştırması, bir konuşmasanatı yoktur; en sıradan, en gündelik olan, işitilmemiş şeylerden söz eder burada. Öz-

deyiş tutkudan sarsılır; hitabet müzik olmuştur: yıldırımlar,

şimdiye kadar keşfedilmemiş geleceklere tfırlatılmıştır. Gel-

miş geçmiş en büyük benzetme gücü, dilin bu imgesellik doğasına geri dönüşü karşısında yoksul ve çocuk oyuncağı kalır. — Ve Zerdüşt nasıl da iner aşağıya ve herkese en iyi sözleri söyler! Düşmanlarını, rahipleri bile nazik ellerle tutup, acı çeker onlarla birlikte! — İnsan her saniyede aşılmıştır burada, “üstinsan” kavramı en büyük gerçeklik haline gelmiştir, — şımdiye kadar insanın büyüklüğü denen ne varsa, 87

Friedrich Nietzsche

sonsuz uzakta kalmıştır, onunaltında. Alkiyonik sessizlik, hafif ayaklar, muzipliğin ve haşarılığın her yerde hazır ve nazır oluşu ve Zerdüşt tipiiçin tipik olan daha ne varsa, asıl büyüklük olarak hiç düşlenmemiştir bile. Zerdüşt tam da bu uzay genişliğinde, bu tam karşıtına ulaşabilirlikte tüm var

olanların en yüksek türü olarak hisseder kendini; kendini nasıl tanımladığına kulakverilirse, vazgeçilir onun benzediği şeyi aramaktan.

— Bir ruh ki, en uzun merdivenesahiptir ve en derine inebilir, Kendi içinde en uzağa koşabilen, yolunu şaşırıp gezinebilen en geniş ruh, kendini rastlantıya zevkle bırakabilen en gerekli ruh, oluşun içine dalan, var olan ruh; kendisi her şeye sahipken, istemek ve arzulamak isteyen ruh,— kendinden kaçan, kendini en geniş daire içinde yakalayan,

deliliğin en tatlı dille seslendiği, en bilge ruh,

kendini en çok seven,içinde tüm şeylerin akıntısını, karşı

akıntısını, yükselişini ve alçalışını barındıran ruh — —

Ama bu bizzat Dionysos kavramıdır. — Tam da oraya vardırır bir başka düşünüş. Zerdüşt tipin-

deki psikolojik sorun, şimdiye kadar evet denilmiş her şeye bu kadar duyulmadık ölçüde hayır diyen, hayırı uygu -

layan birinin, buna rağmen hayır diyen bir tinin zıddı olabilişidir; yazgısı en ağır, felaketi bir görev gibi taşıyan bir tinin yine de en hafif ve en öte dünyayaait olabilişidir —bir dansçıdır Zerdüşt-; gerçekliğin en katı, en korkunç kavrayışına sahip, “en uçurumdaki düşünceleri” düşünmüşbirinin

buna rağmen varoluşa karşı, bengi dönüşe karşıbile biritiraz bulmayışıdır, — daha ziyade, tüm şeylere bengi evetin ta 39

Krş. Böyle Söyledi Zerdüşt, Üçüncü Bölüm, “Eski ve Yeni Levhalar Üzerine”, 19,s. 211. (ç.n)

88

Ecce Homo

kendisi olmakiçin bir neden daha, “engin vesınırsız evet ve âmin demek” “Tüm uçurumlara götürüyorum kutsayan Evet deyişimi?”... Ama bu bizzat Dionysos kavramıdır, bir kez daha.

7.

— Hangidili konuşur böyle bir tin, kendi kendisiyle konuştuğunda? Dithyrambos dilini. Dithyrambos'un mucidi benim. Zerdüştün Güneşin Doğuşu'ndan Önce (MI, 18) kendi kendisiyle konuşmasına kulak verilsin: benden önce hiçbir dilde yoktu böyle zümrüt bir mutluluk, böyle ilahi bir sevecenlik. Böyle bir Dionysos'un en derin melankolisi bile Dithyrambos'tur hâlâ, simge olarak Gecenin Şarkısı'nı,ışık ve erk bolluğuyla, onun gü n e ş -doğasıyla sevmemeye yazgılı olmanın ölümsüz yakınmasını. Gecedir: Şimdi daha yüksek sesle konuşur tüm kaynayan pınarlar. Ve benim gönlüm de kaynayan bir pınardır. Gecedir: Ancak şimdi uyanır âşıkların tüm şarkıları. Ve benim gönlüm debir âşığın şarkısıdır. Dindirilmemiş, dindirilemez bir şey var içimde; yükseltmek istiyor sesini. Aşka duyulan bir özlem var içimde, kendisi de konuşuyor aşkın dilini. Işığım ben; ah, gece olsaydım! Ne ki ışıkla kuşatılmış olmaktır benim yalnızlığım. Ah, karanlık olsaydım, geceye ait olsaydım! Nasıl da 1sterdim ışığın memelerinden emmek! Ve sizi kutsamakisterdim,siz kıvılcımlar gibi parıldayan küçücük yıldızlar ve ateşböcekleri, yukarıdaki! — ve mutlu olmakisterdim sizin ışık-armağanlarınızla. Oysa kendi ışığımda yaşıyorum ben, kendimden çıkan alevleri yine kendim yutuyorum. 89

Friedricb Nietzsche

Almanın mutluluğunu bilmiyorum; ve çalmanın, almak-

tan daha büyük bir mutluluk olması gerektiğini düşündüm çoğu kez. Elimin hiç durmadan armağan vermesidir benim yoksulluğum; bekleyen gözleri ve özlemin aydınlanmış gecelerini görmektir benim kıskançlığım. Vay, tüm armağan verenlerin mutsuzluğu! Vay, güneşimin tutulması! Vay, özlem duymaya duyulan arzu! Vay, tokluktaki müthiş açlık!

Benden alıyorlar: ama dokunabiliyor muyum ruhlarına? Bir uçurum var vermekle almak arasında; ve en küçük uçurrumun en son aşılması gerekir. Ve bir açlık doğuyor güzelliğinden; acı vermekistiyorum aydınlattıklarıma, çalmak istiyorum, armağan verdiklerimden: — böylesine açım kötülüğe.

Bir el uzandığında elimi geri çekerek; düşerken bile duraklayan bir şelale gibi duraklayarak — böylesine açım kötülüğe.

Böyle bir intikam düşünüyor bolluğum; böyle bir kötülük fışkırıyor yalnızlığımdan. Benim armağan etme mutluluğum sona erdi armağan ederken, erdemim kendinden bıktı bolluğu yüzünden! Her zaman armağan eden, utancını yitirme tehlikesiyle karşı karşıyadır; her zaman paylaştıranın eli ve yüreği nasır tutar paylaştırmaktan.

Gözlerim parıldamıyor artık sunanın utancıyla; elim fazlasıyla katılaştı, dolu eller gibi titreyemez o artık. Nereye gitti gözyaşlarım ve yüreğimin havı? Ah, tüm armağan edenlerin yalnızlığı! Ah tüm aydınlatanların suskunluğu!

Çok sayıda güneş dönüyor1ssız boşlukta: karanlık olan her şeyle konuşuyorlarışıklarıyla, — susuyorlar bana gelince. Vay, ışığın düşmanlığıdır bu aydınlatana; acımasızca dolaşır yollarında. 90

Ecce Homo

Acımasızdır aydınlatana karşı yüreğinin derinliklerinde: soğuktur başka güneşlere karşı, — böyle dolaşır her güneş. Bir fırtına gibi uçar güneşler yollarında, böyledir onların dolaşması. Amansız istemlerine boyun eğerler, budur onların soğukluğu.

Vay, karanlık olanlar, geceye ait olanlar, sizlersiniz ancak sıcaklıklarını aydınlatanlardan yaratanlar! Vay, ancak siz içersiniz sütünüzüve tesellinizi ışığın memelerinden! Ah, buzla sarılı etrafım, ellerim yanıyor buzdan! Ah, içimde bir susuzluk var, sizin susuzluğunuza hasret. Gece oldu: Ah, öyleyse ışık olmak zorundayım! Ve geceye ait olana susamak! Ve yalnızlık! Gece oldu: Şimdi içimden bir pınargibifışkırıyor arzum — konuşmayı arzuluyorum.

Gece oldu: Şimdi daha yüksek sesle konuşur tüm kaynayan pınarlar. Ve benim ruhum da kaynayan bir pınardır. Gece oldu: Ancak şimdi uyanır tüm âşıkların şarkıları.

Ve benim ruhum dabir âşığın şarkısıdır. —*

Ne böyle bir şiir yazılmış, ne böylesi hissedilmiş, ne de böylesiacılar çekilmiştir: böyle acı çekerbir tanrı,

bir Dionysos. Böyle bir ışıklı güneş-yalnızlığı Dithyrambosunun yanıtı Ariadne'ydi... Kim biliyor benden başka, nedir Ariadne!... Tüm bu bilmecelerin çözümünü şimdiye kadar

bilmiyordu kimse, herhangi birinin buradaki bilmeceyi gördüğünden bile kuşkuluyum ben. — Zerdüşt belirledi bir kez, kesinkes kendi görevini —-benim de görevimdir o—, anlam hakkında yanılmasın kimse diye: geçici olan her şeyin haklı çıkarılmasına, kurtuluşuna varıncaya kadarevet deyicidir o. 40

Böyle Söyledi Zerdüşt, İkinci Bölüm, “Gecenin Şarkısı”, s. 102-103. (ç.n) 91

Friedrich Nietzscbe

Geleceğin kırıntıları arasındaymış gibi dolaşıyorum,insanların arasında: benim gördüğüm geleceğin. Benim tüm şairliğim ve çabam, kırıntıları, bilmeceleri ve korkunç rastlantıları tek bir şiirde yazıp, bir araya getirmektir. İnsan aynı zamanda şair, bilmeceleri çözen ve rastlantılardan kurtaran olmasaydı, nasıl katlanırdım insan olmaya! Geçmiştekileri kurtarmak ve tüm “böyleydi”leri “ben böyle istedim”e dönüştürmek — ancak buna kurtuluş derim ben.“

Başka bir yerde ona göre olabildiğince kesinlikle belirliyor neyin ancak “insan” olabileceğini, — sevgi ya da merhamet nesnesi değil — Zerdüşt insandaki büyük tiksintiyle de başa çıkmıştır: İnsan bir biçimsizliktir, bir malzemedir, yontucuyu gerektiren çirkin bir taştır. Artık-istememek, artık-değer-biçmemek ve artık-yaratmamak! Ah, bu büyük yorgunluk her daim uzak olsun diye benden! İdrak ederken bile istemimin dölleme ve olma sevincini hissediyorum sadece; ve idrakimde masumiyet varsa, bu onun içindedölleme istemi olmasındandır.

Tanrının ve tanrıların ötesine cezbetti beni bu istem; ya-

ratacak ne kalırdı geriye, tanrılar — var olsaydı?

Ama hep yeni baştan, insanlara doğru götürüyor benikızışmış yaratıcıistemim; böylece itiyor çekicimitaşa. Ah,siz insanlar, taşın içinde bir imge saklı benim gözümde, imgelerimin imgesi! Ah, ne yazık ki en sert, en çirkin taşın içinde uyumak zorunda. Şimdi öfkeyle saldırıyor çekicim zin danına karşı. Taştan parçacıklarfırlıyor: ne ilgilendirir ki beni? 41 Böyle Söyledi Zerdüşt, İkinci Bölüm, “Kurtuluş Üzerine”, s. 137.(ç.n.) 92

Ecce Homo

Tamamına erdirmekistiyorum onu: çünkü bir gölge geldi düştü üzerime — tüm şeylerin en sessizi ve en hafifi düştü

üzerime bir zamanlar! Üstinsanın güzelliği düştü üzerime gölge olarak. Ah, kardeşlerim! Ne ilgilendirir beni artık — tanrılar!—*

Son bir veçheyi vurguluyorum:altı çizili dize vesile oldu buna. Dionysosçu bir görev için çekicin sert olması gereki,r yok etme zevkinin kendisi deen belirleyicibir şekilde önkoşullardan biridir. “Sert olun!” buyruğu,

tüm yaratıcıların sert oldukları hakkındaki en asgari bilinçtir, Dionysosçu bir doğanın asıl alametidir. —

42

Böyle Söyledi Zerdüşt, İkinci Bölüm, “Mutlu Adalarda”, s. 82.(ç.n) 93

İyinin ve Kötünün Ötesinde

— Gelecekteki Bir Felsefeye Giriş —

Bundan sonraki yılların görevi olabildiğince kesin bir şekilde önceden belirlenmişti. Görevimin evet diyen kısmı

tamamlandıktan sonra, hayır diyen, hayırı uygula yan yarısına gelmişti sıra: şimdiye kadarki değerlerin yeniden değerlendirilişi, büyük savaş — bir karar gününün çağrılışı. Burada yavaş yavaş, bana yakın olana, güçlü oluşuyla yok etmek için bana el verecek birine bakınmam da buna dâhil. — ondan itibaren tüm kitaplarım birer oltadır: belki herkesten daha iyi anlarım olta atmaktan? ... Hiçbir şeytakılmazsa suç bende değildir. Balık yoktur ortalıkta...

2. Bu kitap (1886) esas olarak birmodernlik eleştirisidir, modern bilimler modern sanatlar, hatta modern

politika bile ihmal edilmemiştir, olabildiğince az modern olan bir karşıt-tipe, evet diyen bir tipe de işaret edilmiştir 95

Friedrich Nietzscbe

bu arada. Son anlamda bu kitap bir soylular okuludur, bu kavramın her zamankinden daha fazla tinsel ve

radikal anlamıyla. Ona tahammül etmekiçin bile cesaret olmalı serde, korku nedir bilmemeli... Çağın gurur duyduğu her şey, bu tiple çelişki olarak, nerdeyse görgüsüzlük olarak duyumsanmıştır, ünlü “nesnellik” örneğin, “acı çeken

herkesle duygudaşlık”, yabancı beğeniye boyun eğişiyle, petits-faits” karşısında yüzüstü yatışıyla “tarih duyusu”, “bilimsellik”. — Bu kitabın Zerdüşttensonra geldiği düşünü-

lürse, ortaya çıkışını borçlu olduğu diyet rejimi de anlaşılır

belki. Muazzam bir zorunlulukla uzağı görmeye alışmış olan göz —Zerdüşt, Çar'dan dahaileri görüşlüdür—, burada en yakını, zamanı, etrafımızı netlikle yakalamaya zorlanır. Tüm bölümlerde, ama özellikle biçimde, bir Zerdüşt'üolanaklı kılan benzeri bir içgüdüsel olandan isteyerek yüz çevirme bulunacaktır. Biçimin, niyetin, susma sanatının

rafineliği ön plandadır, psikolojiden itiraf edilen bir sertlik ve gaddarlıkla yararlanılır, — kitap iyi niyetli bir sözcük kulİanmaktan kaçınır... tüm bunlar dinlendirir: Zerdüşt gibibir iyilik sarfının,nasıl bir dinlenmeyi gerekli kıldığını kim anladıilk önce?... teolojik açıdan söylersek —açın kulaklarınızı, çünkü nadiren konuşurum teolog sıfatıyla— tanrının kendisiydiçalıştığı günlük işinin sonunda bilgi ağacının altına uzanan: böyle dinleniyordu tanrı olmaktan... Her şeyi çok güzel yapmıştı... Şeytan tanrının aylaklığıdır sadece, her yedinci günde...

43

Küçük gerçekler, detaylar. (Fr.) (ç.n.) 96

Ahlakın Soykütüğü Bir Tartışma Kitabı

Bu soykütüğünü oluşturan üç makale, belki de ifade, niyet ve sanat bakımından bir sürprizdir, şimdiye kadar yazılmış olanlar içinde en tekinsizidir. Dionysos, bilindiği gibi karanlığın tanrısıdır aynı zamanda. — Her defasında bir başlangıcı yanlış yöneltmesi gereken soğukkanlı, bilimsel, bizzat ironik,kasıtlı yüzeysel, kasıtlı geciktiren. Yavaş yavaş daha fazla huzursuzluk; tek tük havanın aydınlanması; çok nahoş hakikatler boğuk bir gümbürtüyle uzaktan dile gelirler, — sonunda her şeyin muazzam bir gerilimle ileriye doğru sürüklediği bir tempo feroce'ye* ulaşılır. Sonunda her defasında, tamamen ürkütücü patlamalar arasında, kalın bulut-

ların arasından yeni birhakikat beliri.—Birinci makalenin hakikati, Hristiyanlığın psikolojisidir: hıncın ruhundan Hristiyanlığın doğuşu, hep sanıldığı gibi “tin”den değil, — özü gereği bir karşı hareket,seçkin değerlerin egemenliğine karşı büyük ayaklanma. İkinci makalevicdanın psikolojisini verir: bu da sanıldığı gibi “tanrının insandaki sesi” değildir — daha fazla dışarıya doğru boşalamadığında geriye yönelen bir gaddarlık içgüdüsüdür. Kültürün en eski ve en olmazsa-olmaz temellerinden biri olarak gaddarlık, 44

Şiddetlitempo.(İt.) (ç.n.) 97

Friedrich Nietzsche

burada ilk kez gün ışığına çıkarılmıştır. Üçüncü maka-

le çileci idealin, rahip-idealinin tam bir zararlı ideal, bir yok olmaistenci, bir dekadans ideali olduğu halde sahip olduğumuazzam gücünün nereden geldiği sorusuna yanıt verir. Yanıt: sanıldığı gibi, rahibin arkasında tanrının faal oluşundandeğil, aksine faute de mieux,” — şimdiye kadar biricik ideal olduğu için, rakipleri bulunmadığı için. “Çünkü insan hiçbir şey istememektense, hiçi istemeyi tercih eder”... Her şeyden önce bir karşı-ideal yoktu —Zerdüşt'e kadar.-Anlaşıldım. Bir psikoloğun, tüm değerlerin yeniden değerlendirilişi için üç belirleyici ön çalışması. — Bu kitap ilk rahip psikolojisini içerir.

45

Dahaiyisi olmadığından.(Fr.) (ç.n.) 98

Putların Alacakaranlığı

Çekiçle Nasıl Felsefe Yapılır

150 sayfayı bile bulmayan bu kitabın, neşeli ve tehlikeli bir havası vardır, gülen bir cindir—, sayılarını söylemekten

utanacağım kadar az günde ortaya çıkmış bu yapıt kitaplarım arasında bir istisnadır: Yoktur daha zengin içeriklisi, daha bağımsızı, daha alt üstedicisi — daha kötüsü. Benden önce her şeyin nasıl tepeüstü durduğu hakkında kısaca bir fikir sahibi olmak isteyen, bu kitabı okumakla başlamalıdır. Kapakta put denilen, çok basitçe şimdiye kadar hakikat denilen şeydir. Putların-Alacakaranlığı — açıkçası: Eski hakikatin sonu geldi...

2.

Bu kitapta dokunulmayan gerçeklik, “ideallik” kalmadı (dokunmak: ne kadar özenli bir örtmece!...) Bengi putlar değil sadece, en gençleri, en elden ayaktan düşmüş olanları da. Örneğin “modern fikirler”. Büyük bir rüzgâr esiyor ağaçların arasında ve dört bir yanda yere düşüyor 99

Friedrich Nietzsche

meyveler — hakikatler. Çok zengin bir sonbahar harcanıyor burada: hakikatlere dolaşıyor ayaklar, bazılarının üstüne basıp öldürülüyor hatta, — çok fazla var onlardan. Elde kalanlar ise tartışmalı değillerdir artık, kararlardır bunlar. Ancak işte şimdi elimde “hakikatler”in ölçütü, ancak şimdi

karar verebilirim. Sanki içimde ikinci bir bilinç büyümüşgibi, sanki içimde “istenç” şimdiye kadar aşağıya doğru koştuğu eğimli yol hakkında bir ışık yakmış gibi... Eğimli yol — “hakikate” giden yol deniliyordu ona... Her türlü “karanlık arzu”nun sonuydu bu, iyi insan doğru yolun bilincindeydi en azından... Çok ciddiyim, benden önce hiç kimse bilmiyordu doğru yolu, yukarıya doğru yolu: ancak benden sonra yeniden umutları, görevleri, önceden çizilmiş yolları oldu kültürün— ben neşeli

elçisiyim onun... tam da böylelikle, aynı zamanda bir yazgıyım ben — —

Yukarıda adını verdiğim yapıtı bitirdikten hemen sonra, bir gün bile geçirmeden, öylesine eşsiz, üstün bir gurur

duygusuyla, ölümsüzlüğümün her anından emindim ve bir yazgının kesinliğiyle tunçtan levhalara hart harf kazıyarak koyuldum muazzam görevime, yeniden değerlendirmeye. Önsöz 3 Eylül 1888'de oluştu: sabah bunu yazdıktan sonra, dışarıya çıktığımda Oberengadin'in bana gösterdiği en güzel günü buldum karşımda — şeffaf, canlı renklerle, buz ile güney arasındakikarşıtlıkların, ara yerlerin tümünüiçinde barındırarak. — Ancak 20 Eylül'de ayrıldım Sıls-Maria'dan, su baskınları engel oldu yoluma, şükran

borcumu olumsuz bir isim armağan ederek ödemek istedigim bu mucizevi yerin tek misafiriydim ne de olsa. Olaylı bir yolculuktan, hatta sel basmış Como'da bir ölüm tehlikesi 100

Ecce Homo

atlattıktan sonra, ayın 21'inde öğlen sonu vardım Torino'ya, sınanmış mekânıma, bundan böyle konaklayacağım yere. Yine baharda oturduğum eve yerleştim, via Carlo Alberto 6, İll, Vittore Emanuele'nin doğduğu muhteşem palazzo Carignano'yla karşı karşıya, Carlo Alberto Meydanınıve onun gerisinde tepelikleri gören manzarasıyla. Hiç gecikmeden ve dikkatimibir an bile dağıtmadan yeniden çalışmaya koyuldum: yapıtın sadece son çeyreği kalmıştı yazılacak. 30 Eylül'de büyük zafer; yeniden değerlendirmenin tamamlanışış bir tanrının Po kıyısı boyunca aylaklık edişi. Aynı gün “Putların-Alacakaranlığı”na bir de önsöz yazdım,baskı formalarını düzeltmek, eylül ayındaki dinlenmem oldu. — Hiç böyle bir sonbahar yaşamamıştım, dünyada böyle bir

şeyin mümkün olduğunu da düşünmemiştim —sonsuza dek düşünülmüşbir Claude Lorraine, her gün aynı dizginsiz mürkemmellikte. —

101

Wagner Olayı

Bir Müzisyen Sorunu

Bu kitaba layık olmak için, müziğin yazgısından açık bir yara gibi acı çekmek gerekir. Müziğin yazgısından acı çekersem,neden acı çekmiş olurum? Müziğin dünyayıaydınlatan, evet diyen karakterinin yok edilmiş olmasından, — artık Dionysos'un kavalı olmaktan çıkıp, bir dekadans müziği haline gelmesinden. Diyelim ki, müziğin meselesini kendi ö z meselesi gibi, kendi öz öyküsü gibi hissediyor olsun kişi, o zaman da bukitabıçok itinalı ve aşırı ılımlı bulacaktır. Böyle durumlarda neşeli olmak ve kendinle iyi niyetle alay etmek — ridendo dicere severum,* burada verum dicere her türlü

sertliği haklı çıkarır — insanlığın ta kendisidir. Kim kuşku duyar, benim gibi eski bir topçunun, Wagner'e karşı ağır toplarını öne süreceğinden? — Bu konuda belirleyici olan her şeyde zapt ettim kendimi, — Wagner'i sevmiştim. — Sonunda

kim olduğunu başka birinin kolay kolay anlayamayacağı, daha kibar bir “meçhul” kişiye saldırmak, benim görevimin anlamına ve yoluna uygundur — Oh, müziğin bir Cagliost46

Ridendo dicere severum (Lat.): Acı gerçeği gülerek söylemek. Dicere severum: Gerçeği söylemek.(ç.n.) 103

Friedrich Nietzscbe

ro'suyla uğraşmaktansa, daha başka ne “meçhul”leri açık

etmem gerekiyor — tinsel meselelerde gitgide daha üşengeç ve içgüdü yoksunu olan, gitgide daha dürüstleşen karşıtlıklardan beslenmeye ve “inancı” da bilimsellik gibi, “Hristiyanca sevgi”yi de antisemitizm gibi, güç (“İmparatorluk”) istencini de &vangile des humbles* gibi hazımsızlık çekmeden yalayıp yutmaya kıskanılasıbir iştahla devam eden Alman ulusuna bir saldırı elbette daha uygundur... Karşıtlıklar arasında bu taraf tutmaeksikliği! Bu midesel tarafsızlık ve “bencillikten uzaklık”! Almandamak zevkinin, her şeye eşit haklar veren —her şeyi lezzetli bulan— bu adalet duyusu... Hiç kuşku yok ki Almanlaridealisttir...

Almanya'yı son ziyaretimde Alman beğenisini, Wagner'e

ve Sâckingen trompetçisine eşit haklar vermeye çalışırken

buldum; Leipzig'te en sahici ve en Alman müzisyenlerden

birinin, salt İmparatorluk Almanıdeğil, sözcüğün eski anla-

mıyla Alman olan usta Heinrich Schütz'ünonuruna kurnazkilise müziğini korumak ve yaymak amacıyla bir Liszt-Derneği kurulduğuna şahsen tanık oldum... Hiç kuşku yok ki, Almanlaridealisttir...

2. Ama burada hiçbir şey kabalaşmama ve Almanlar

hakkında — iki çift ağır hakikati söylememe engel olamaz: başka kim yapar bunu yoksa? - Tarih konularındaki ahlaksızlıklarından söz ediyorum. Yalnızca Alman tarihçilerinin kültürün gidişatına, değerlerine büyük bakışı yitirmiş olmasından, hepsinin de politikanın (ya da kilisenin—) soytarıları olmalarından ötürü değil: bu büyük 47 İtaatkârların İncili. (ç.n.) 48

Nietzsche burada, Liszt ve Almanca'da kurnaz anlamına gelen “listig” sözcükleri arasındaki ses benzerliğiyle oynuyor. (ç.n) 104

Ecce Homo

bakışı bizzat onlar aforoz etti. Tarih konularındaki

tüm değer ve değersizlikler konusunda karar verebilmekiçin — onları saptamakiçin — ilkönce “Alman” olmak, “ırk” olmak gerekir... “Alman” bir argümandır, “Almanya, Almanya, her şeyin üstünde”bir ilkedir. Cermenler tarihte “ahlaki dünya düzeni”dirler. Imperium Romanum'la kıyaslandığında özgürlüğüntaşıyıcısıdırlar, on sekizinci yüzyılla kıyaslandığında ahlakı, “kategorik buyruğu” yeniden kuranlardır... Bir imparatorluk Almanyasıtarihçiliği vardır, korkarım ki antisemitik bir tarihçilik bile vardır — bir sara y -tarihçiliği vardır, Bay von Treitschke kendinden utanmaz... Geçenlerde tarih konularındakibir budala-yargısı, ne iyi ki ölmüş olan estetik Şvebyalı Vischer'in bir cümlesi, her Alman'ın evet demesi gereken bir “hakikat” gibi dolaştı Alman gazetelerinde: “Rönesans ve Reformasyon ikisi bir arada ancak bir bütün oluşturuyorlar — estetik yeniden doğuş ve ahlaki yeniden doğuş.” Bu gibi cümleler karşısında sabrım tükeniyor ve Almanlaranelerin vebalinin boyunlarında olduğunu söylemekten hoşlanıyorum, hatta bir ödev olarak görüyorum bunu. Dört yüz yılın tüm büyük kültür suçlarının vebali var onların boynunda ' Ve hep aynı nedenle, gerçeklikten duyulan en içsel korkudan ötürü,—ki hakikatten de duyulan bir korkudur o— onlarda içgüdü haline gelmiş bulunan sahici olmayıştan, “idealizm”den ötürü... Almanlar daha üstün bir değerler düzeninin, hayata evet diyen, geleceği güvenceleyen asil değerlerin, tam da onların karşıtı değerlerin, çöküş değerlerinin yatağında -hem de oradakilerin içgüdülerine varıncaya kadar!— zafere ulaştıkları bir anda, Avrupa'yı sonbüyük dönemin, Rönesans döneminin hasadından, anlamından mahrum

bıraktılar! Luther, bu keşiş felaketi, kiliseyi ve bin kat daha berbatı, Hristiyanlığı, tam da çöktüğü anda yeniden kurdu... Hristiyanlık, yaşam istencinin din haline 105

Friedrich Nietzsche

gelmişbuolumsuzlanışı!... Luther, umarsız bir keşiş,

kendi “umarsızlığı” nedeniyle kiliseye saldırdı ve —sonuçta'— yeniden kurdu onu... Katolikler Luther şenlikleri kutlayıp, Luther oyunları yazarken bir nedenleri vardı. Luther — ve “ahlaki yeniden doğuş”! Lanet olsun tüm psikolojiye! — Hiç kuşku yok ki, Almanlar idealisttir.— Almanlar iki defa, tam da müthiş bir cesaretle ve kendini aşmayla doğru düzgün, muğlak olmayan, tamamen bilimsel bir düşünme tarzına ulaşıldığı sırada, eski “ideal”e giden gizli yollar, hakikatile “ideal” arasında uzlaşmalar, aslında bilimi reddetme hakkı için yalan hakkı için formüller bulmayı becerdiler. Leibniz ve Kant: —Avrupa'nın entelektüel dürüstlüğünün iki büyük ayakbağı'- Almanlar son olarak da, iki dekadans yüzyılının arasındaki köprüde Avrupa'yı dünya hükümeti kurma amacıyla bir bütün, politik ve ekonomik bir bütün haline getirecek kadar güçlü bir deha ve istenç force majeurü göründüğünde, o “özgürlük-savaşları”yla,

Avrupa'yı Napolyon'un varoluşundaki anlamdan, anlam mucizesinden mahrum bıraktılar — böylelikle gelen, bugün var olan her şeyin vebali, kültüre en aykırı hastalıgın ve akılsızlığın, milliyetçiliğin, Avrupa'yı hasta eden bu n&vrose nationale'in!? Avrupa'daki küçük devletçiliğin, küçük politikanın ebedileştirilmesinin vebali onların boynunadır. Avrupa'yı bizzat anlamından, aklından ettiler —onu bir çıkmaza soktular.— Benden başka bir çıkış

bilen var mı bu çıkmazdan?... Halkları yeniden birleşti recek büyüklükte bir görev?...

— Ve son olarak, neden kuşkumu dile getirmeyeyim? Almanlar benim örneğimde de, muazzam bir yazgıdan bir 49

Ulusal nevroz. (Fr) (ç.n.) 106

Ecce Homo

fare doğurtmakiçin her yolu deneyecekler. Ben söz konusu

olunca, şimdiye kadar çok zor durumlara düştüler, gelecekte daha başarılı olacaklarından kuşkuluyum. — Ah, isterdim burada kötü bir peygamber olmayı!... Benim doğal

okurlarım ve dinleyicilerim şimdiden Ruslar, İskandinavlar

ve Fransızlar —zamanla daha çok mu olacaklar?'— Almanlar bilgi tarihine hep çift anlamlı isimlerle yazılmışlardır, hep “bilmeden” kalpazanlar çıkmıştır aralarından (—bu sözcük

Fichte, Schelling, Schopenhauer, Hegel, Schleiermacher'e olduğu kadar, Kant'a ve Leibniz'e de yakışır, hepsi de birer Schlelermacher'dir”“—): tin tarihindeki ilk doğru dürüst tinle, bin yılın kalpazanlığı hakkında hakikati mahkeme önünegetirecek tinin, Almantiniyle bir tutulması onuruna asla erişemeyecekler. “Alman tini” pis havadırbenim için! bir Almanın her sözünün, her jestinin açığa vurduğu — psikolojik alanda içgüdü haline gelmiş bu kirliliğin yakınında nefes almakta zorlanıyorum. Hiçbir zaman Fransızlar

gibi on yedinci yüzyılsertliğinde sınamadılar kendilerini, bir La Rochefoucauld, bir Descartes dürüstlükte yüz kez üstündür ilk Almanlardan, — bugüne kadar bir psikolog çıkmadı aralarından. Oysa psikoloji bir ırkın temizliğinin ya dapisliğinin ölçütüdür âdeta... Ve temiz bile olmayan, nasıl derin olabilir? Almanların da tıpkı kadınlar gibi, asla inilemez dibine, yoktur çünkü: hepsi bu. Fakat böylelikle sığ bile olunmaz. — Almanya'da “derin” denilen şey tam da az önce sözünü ettiğim bu kendine karşı içgüdü kirliliğidir: kendileri hakkında berrak olmak istemez ler. “Alman” sözcüğünün bu psikolojik sefaletin uluslar arası simgesi olmasını önerebilir miyim? — Örneğin şu anda

Alman İmparatoru, Afrika'daki köleleri özgürleştirmenin kendi “Hristiyanca ödevi” olduğunu söylüyor: biz diğer Avrupalılar “Almanca” diyoruz buna... Almanlar derinliği olan tek bir kitap koydular mı ortaya? Bir kitapta neyın de50

“Schleilermacher” Almancada “perdeci”, “örtücü” vb. anlamına geliyor. (ç.n.) 107

Friedrich Nietzsche

rin olduğunubile bilmezler. Kant'ı derin bulan bilginler tanıdım; korkarım ki Prusya Sarayı'nda Herr von Treitschke'yi derin buluyorlar. Zaman zaman Stendhahi derin bir psikoİog olarak övdüğümde, adını kodlamamıisteyen Alman üniversite profesörleri bile çıktı karşıma...

4.

— Neden sonuna kadar gitmeyeyim?İşimi temiz bitirmeyi severim. Almanları aşağılamakta kusursuzluk tarzımdır benim. Alman karakterine duyduğum güvensizliği daha yirmi altı yaşımda dile getirdim (Üçüncü Zamana Aykırı, s. 52) — Almanlar benim için umarsızdır. Tüm içgüdülerime aykırı düşen bir insan türü düşündüğümde, hep bir Alman oluyor bu.Bir insanın “böbreklerini” sınarken ilk kıstasım beden meselesinde hassas olup olmadığıdır, insanlar arasında her yerde rütbe, derece, düzen görüp görmediğidir, insan

seçip seçmediğidir: böyle olunur soylu kişi; tüm diğer durumlarda umarsızca geniş gönüllü, ah! çok iyi huylu ayaktakımı kavramına dâhil olunur. Ama Almanlar ayaktakımıdır — ah! öyle iyi huylular ki... Almanlarla görüşen, düşürür seviyesini: Amaneşit kılar... Bazı sanatçılarla, özellikle Richard Wagner'le ilişkimi saymazsak, tek bir iyi saatim geçmedi Almanlarla... Haydi, tüm bin yılların en derin tini Almanlar arasındançıktı diyelim, Kapitol'ün kurtarıcılarından! herhangibiri bile çok çirkin ruhunun da bir o kadar hesaba katılması gerektiğini vehmedecektir... Hep kötü ilişki kurulan, nüanslara karşı hassas olmayan —vah bana!bir nüansım ben-, ayaklarında ruh olmayan ve yürümeyi bile bilmeyen bu ırka tahammül edemiyorum... Nihayetinde ayakları bile yoktur Almanların, bacakları vardır sadece... Almanlar, ne kadar bayağı oldukları konusunda en küçük sı

Kazlar, Roma'yı Keltlerin saldırısından kurtarmışlar.(ç.n.) 108

Ecce Homo

bir fikir sahibi değillerdir, ama bu, bayağılığın dik âlâsıdır, — sadece Alman olmaktan bile utanmazlar... Her lafa karışırlar, her konuda kararı kendilerinin verdiğini sanırlar, korkarım benim hakkımda bile karar verdiler... —Tüm yaşamım bu cümleler için zorunlu bir kanıttır. Yaşamımda

bana karşı bir nezaket,bir incelik işareti aramam boşunadır. Yahudilerden evet ama Almanlardan hiç. Tarzım gereği herkese karşı yumuşak veiyi niyetliyim—hakkım da var ay-

rım yapmamaya—: gözlerimi açık tutmamı engellemiyor bu. Kimseyi hariç tutmuyorum, hele dostlarımı hiç, — sonunda,

onlara karşı bu insaniliğimin zarar vermemiş olmasını umarım! Kendime her zaman onur meselesi yaptığım beş-altı konu var.— Buna rağmen, bana yıllardır gelen her mektubu bir kinizm olarak duyumsadığım doğrudur: bana karşı iyi niyette, herhangi bir nefretten daha fazla kinizm vardır. Kitaplarımdan herhangibirini incelemek için çaba göstermeye değer bulmadığını, her bir dostumun yüzüne karşı söylüyorum; içinde ne yazdığından bile haberlerinin olmadığını, en küçük bir ipucundan anlıyorum. Zerdüşt'üm söz konusuolduğunda bile, dostlarımdan hangisi, caiz olmayan, ne iyiki tamamen önemsiz bir kendini beğenmişlikten dahafazlasını gördü onda?... On yıl: Almanya'da hiç kimsenin vicdanırahatsız olmadı, adımı, altında gömülü yattığı saçma suskunİluğa karşı savunmadığıiçin: bir yabancı, bir Danimarkalıydı sözümona dostlarıma öfkelenecek içgüdü inceliğini ve e sareti gösteren... Geçen ilkbaharda psikolog Dr. Georg Brandes'in Kopenhag'da benim hakkımda verdiği ve böylelikle kendini bir kez daha kanıtladığı konferansları bugün hangi Alman Üniversitesi'nde vermek mümkün olabilir? — Tüm bunlardan dolayı hiç acı çekmedim ben; zorun -

lu olan incitmez beni; amor fati en içsel doğamdır benim. Fakat bu durum,ironiyi, hatta dünya-tarıhsel ironiyi sevmemi dışlamaz. Böylece, yeryüzünde çırpınmalara yol açacak

yeniden değerlendirişin ezici yıldırım çarpma109

Friedrich Nietzsche

sından yaklaşık iki yıl önce, “Wagner Olayı”nı gönderdim dünyaya: istedim ki Almanlar bir kez daha, hiç ölmeyesiye yanılsınlar hakkımda, ölümsüzleştirsinler kendilerini! Tam da zamanı bunun! — Ulaşıldı mı buna? — Hayranım size, Bay Cermenlerim! Tebrik ediyorum sizleri... Dostlarım da kusur kalmasın diye, daha az önce yazdı, eski bir kadın arkadaşım, şimdi bana güldüğünü... lam da üstümde tarifsiz bir sorumluluğun bulunduğu şu anda, — bana yönelik hiçbir sözcüğün bana yeterince nazık,hiçbir bakışın yeterince saygılı olamadığı şu anda. Çünkü insanlığın yazgısını taşıyorum

omuzlarımda.—

110

Neden Bir Yazgıyım Ben

Biliyorum kaderimi. Gününbirinde adım korkunçbir şe-

yin anısıyla ilişkilendirilecek, — dünyada eşi görülmemişbir krizle, en derin bilinç komplosuyla, o zamana kadarinanılmış, talep edilmiş, kutsanmışher şeye karşı bir karar vermeye

yazgılı. İnsan değil, dinamitim ben. —Tüm bunlara rağmen,

bir din kurucusu olmaktan eser yok bende— dinler ayaktakımıişleridir, dindar insanlara dokunduktan sonra ellerimi yıkamam gerekiyor. “İnananlar” istemiyorum, sanırım

kendime inanmayacak kadar da hınzırım ben, asla kitlelere hitap etmem... Günün birinde aziz ilan edilmekten çok korkuyorum: Bu kitabı nedenerkenden yayımladığım anlaşılacaktır, benimle bir saçmalık yapılmasını engellemek istiyorum... Aziz olmak istemiyorum, soytarı olmayı tercih ederim... Belki de bir soytarıyım ben... Buna ragmen ve belki de buna rağmen değil —çünkü şimdiye kadarazizlerden daha yalancısı olmamıştır— hakikat konuşur bende. — Ama korkunçtur benim hakikatim: çünkü şimdiye kadar hakikat dendi yalana —Tüm değerlerin yeniden değerlendirilişi: bende ete ve dehaya bürünen, insanlığın üst düzeyde kendi üstünde düşünmesi edimi 111

Friedricb Nietzscbe

için kullanılan ifadedir bu. İİkdürüst insan olmak benim kaderim, bin yılların yalanının karşıtı olduğumu bilmek...

İlköncebenkeşfettim hakikati, yalanın yalan olduğunu

ilkönce duyumsayarak —kokusunu alarak... Burun deliklerimdedir benim deham... Hiç karşı çıkılamadığı ka-

dar karşı çıkıyorum ve buna rağmen tam karşıtıyım hayır diyen birtinin. Neşeli bir elçiyim beneşi benzeri görülmemiş; şimdiye kadar akılların ermediği yükseklikteki görevler biliyorum; ancak benden sonra yeniden umutlar

var. Tüm bunlara rağmen zorunlu olarak felaket insanıyım da ben. Çünkü hakikat bin yılların yalanıyla savaşa girdiginde, benzeri hayal bile edilmemiş sarsılmalar yaşayacağız, deprem gibi kasılmalar, dağın ve vadinin yer değiştirmesi. Sonra politika kavramı tamamenbir tinler savaşına dönü-

şecek, eski toplumun tüm erk yapıları havaya uçurulacak — hepsi de yalana dayalıdır: yeryüzünde görülmemiş savaşlar yaşanacak. Ancak benden sonra başlıyor yeryüzünde bü yük politika.—

2.

İnsanın böyle bir yazgısı için bir ifade miistiyorsunuz? — Zerdüşt'ümde yeralıyor. — ve iyinin ve kötünün yaratıcısı ol mak isteyen, önce bir yok edici olmalıdır ve değerleri paramparça etmelidir. En büyük kötülük deen büyük iyiliğe dâhildir böylece, ama bu yaratıcı iyiliktir.”

s2 Kış. Böyle Söyledi Zerdüşt, İkinci Bölüm, “Kendini Aşmak Üzerine”, s.113. (ç.n)

112

Ecce Homo

Şimdiye kadar yaşamış en korkunç insanım ben; en iyiliksever insan olmamı dışlamaz bu. Yok etme zevkini, yok etmegücüme uygun bir ölçüde tanıyorum. — Herikisinde de hayır demeyi evet demekten ayırmayan Dionysosçu doğamaitaat ediyorum. İlk ahlak karşıtıyım ben: böylelikle kusursuz biryok ediciyim —

Sordular bana, sormaları gerekiyordu, tam da benim dilimde, ilk ahlak karşıtının dilinde Zerdüşt adının ne anlamageldiğini: çünkü o Persin tarihteki muazzam biricikliğini oluşturan, bunun tam zıddıdır. Zerdüşt iyinin ve kötünün mücadelesinde, olayların akışındakiasıl çarkı görenilk kişiydi, —ahlakın metafiziğe kuvvet, neden, kendinde amaç olarak tercüme edilmesi onun eseridir. Oysa bu soru aslında

yanıtın da kendisiydi. Zerdüşt yarattı bu uğursuz yanılgıyı, ahlakı: dolayısıyla ilk idrak edenin de kendisi olması gerekir. Bu konuda herhangi bir düşünürden daha uzun ve daha fazla deneyimi olduğundan değil yalnızca —tüm bir tarih sözümona “ahlaka uygun dünya düzeni”ilkesinin deneysel olarak çürütülüşüdür-— : daha önemlisi, Zerdüşt başka her-

hangi bir düşünürden daha sahicidir. Yalnızca ve yalnızca onun öğretisinde en büyük erdemdir sahicilik — yani gerçeklikten kaçan “idealistler”in korkaklığının zıddı, tüm düşünlerdekinin toplamından daha fazla cesaret vardır Zerdüşt'ün bağrında. Hakikati söylemek ve oku iyi kullanmak, budur Pers erdemi — Anlıyor musunuz beni?... Sahicilikten dolayı ahlakın kendini aşması, ahlakçının kendini aşarak —bende— zıddına dönüşmesi, bu anlama geliyor Zerdüşt benim dilimde.

113

Friedrich Nietzsche

4.

Benimahlak karşıtı deyişim temelinde iki olumsuzlamayıiçerir. Bir kere şimdiye kadar en üstün kabul edilen bir insan tipini, iyi, iyi niyetli, iyiliksever insanı olumsuzluyorum; diğer yandan, kendinde ahlak olarak kabul görmüş ve egemen olmuş bir ahlak türünü olumsuzluyorum — dekadans ahlakını, daha somut konuşursak

Hristiyan ahlakını. İkinciçelişkiyi, daha belirleyici ola-

rak görmek uygundur, çünkü iyinin ve iyiliğin abartılması, genel olarak bakıldığında, benim gözümde zaten dekadansın bir sonucudur, zayıflık belirtisidir. Yükselen ve evet diyen bir yaşamla bağdaşmaz: evet demenin koşulu olumsuzlamak ve yok etmektir. İlkönce iyi nisanın psikolojisi üstünde durayım biraz. Bir insan tipinin değerini tahmin etmekiçin, onun varlığını sürdürmesinin bedelini hesaplamak gerekir,

—onun varoluş koşullarını tanımak gerekir. İyinin varoluş

koşulu yalandır—: başka bir deyişle, gerçekliğin yaniiyi niyetli içgüdülerin aslında nasıl olduğunu, tüm zamanlarda teşvik ettikleri türden olmadığını, ne de her dönemin dar görüşlü,iyi niyetli ellerinin müdahalesine izin verecek türden olduğunu, her ne pahasına olursa olsun görmek-i s tememektir. Hertürdensıkıntıyı genel olarak bir itiraz, ortadan kaldırılması gereken bir şey olarak görmek kusursuz bir hastalıktır, genel olarak sonuçları açısından gerçek bir felaket, bir aptallık yazgısıdır — neredeyse, kötü hava koşullarını ortadan kaldırmaisteği kadar aptalca — yoksul insanlara acındığıiçin... Genelin büyük ekonomisinde gerçekliğin korkunçlukları (heyecanlarda, hırslarda, güç istencinde) küçük mutluluğun o biçiminden, o sözümo-

na “iyılık”ten kestirilemez ölçüde daha zorunludurlar; hatta bu sonuncusuna içgüdü-yalancılığıyla belirlendiğinden ötürü, bir yer lütfetmek için çok müsamahakâr olmak gerekir. İyimserliğin homines optimi'nin"3 bu kötü ürününün 53

Eniyiinsanlar.(lat.) (ç.n.) 114

Ecce Homo

olağanüstü tekinsiz sonuçlarını tüm tarih boyunca göstermek için büyük bir fırsatım olacak, iyimserin de kötümser kadar dekadan olduğunu, belki daha da zararlı olduğunuilk kavrayan Zerdüşt, diyor ki: İyi insanlar asla hakikati söylemezler. Yanlış kıyılar, yan-

lış güvenli kuytular öğretti size iyiler; iyilerin yalanlarında doğdunuz ve saklandınız. Her şey iyiler tarafından tepeden tırnağa yalana bulanmış, çarpıtılmıştır.” Ne iyi ki dünya tam da iyi niyetli sürü hayvanının küçük mutluluğunu bulacağı şekilde içgüdüler üzerinden inşa edilmemiştir; herkesin “iyi insan”, sürü hayvanı, naif, iyi niyetli, “ince ruhlu” — ya da, Bay Herbert Spencer'in

istediğigibi, diğerkâm olmasınıistemek, varoluşunbüyük karakterini yok etmek demektir, insanlığı hadım etmek ve sefil bir Çinlilik seviyesine düşürmek demektir — Ve denediler bunu!... Tamda buna ahlak denildi... Zerdüşt bu anlamda bazen “son insanlar”, bazen de “sonun başlangıcı” diyoriyilere; her şeyden önce “en zararlı insan türü” olarak duyumsuyor onları, hakikatin pahasına olduğu kadar, geleceğin pahasına da sürdürdükleriiçin varoluşlarını. İyiler —yaratamazlar, her zaman sonun başlangıcıdır onlar —

— çarmıha gererler, yeni değerleri yeni levhalara yazanı, kendilerine kurban ederler geleceği, çarmıha gererler tüm insanlığın geleceğini! İyiler — her zaman sonun başlangıcıydıonlar... Dünyaya çamur atanların verdiği zarar ne olursa olsun,

iyilerin verdiği zarar, en zararlı zarardır.” s4 Krş. Böyle Söyledi Zerdüşt, Üçüncü Bölüm, “Eski ve Yeni Levhalar Üzerine”, 28,s.216. (ç.n)

ss Krş. Böyle Söyledi Zerdüşt, Üçüncü Bölüm, “Eski ve Yeni Levhalar Üzerine”, 26,5.2135-216. (ç.n)

115

Friedrich Nietzscbe

Zerdüşt,iyinin ilk psikoloğu —bunun sonucunda— kötünün dostudur. Dekadans-türünden bir insan, en yüksek tür mertebesine çıkmışsa, bu ancak onun karşıt-türü, güçlü ve

yaşamın bilincinde olan insan türü pahasına gerçekleşebilirdi. Sürü hayvanı en saf erdemin parıltısını saçıyorsa,istisna-insanın kötü olarak değersizleştirilmesi gerekir. Yalancılık, kendi bakışı için “hakikat” sözcüğünü her ne pahasına

olursa olsun kullanıyorsa,asıl sahici kişinin adını en kötüye

çıkmış isimlerin arasında aramak gerekir. Zerdüşt bu konur-

da hiçbir kuşkuya yer bırakmaz: insan karşısında dehşete kapılmasına neden olanın, tam daiyinin, “en iyi”nin bilgisi olduğunu söyler; bu tiksinti yüzünden çıkmıştır kanatları, “uzak geleceklere süzüleyim diye” — kendi insan tipinin, görece insanüstü bir tipin,tamdaiyiye kıyasla insanüstü olduğunu,iyilerin ve adillerin, onun insanüstüne şeytan

diyeceklerini gizlemez... Siz gözümün gördüğü en yüce insanlar, budur sizden kuşkum vegizliden gizliye arkanızdan gülüşüm: korkarım şeytan adını takacaksınız diye — benim üstinsanıma! Büyük olana öyle yabancı ki ruhunuz, üstinsaankorku salacak size tüm iyiliğiyle...* Zerdüşt'ün ne istediğini anlamaya, başka hiçbir yerden

değil, tam bu pasajdan başlamak gerekir: onun tasarladığı bu insan türü, gerçekliği olduğu haliyle tasarlar: yeterince güçlüdür bunun için—, ona yabancılaşmamış—, ondan uzaklaşmamıştır, gerçekliğin kendisidir o, onun her türlü

korkunç ve kuşkulu yanını barındırır hâlâ içinde, ancak böylelikle büyük olabilsin diye insan...

s6 Kış. Böyle Söyledi Zerdüşt, İkinci Bölüm, “İnsanca-Akıllılık Üzerine”, s.142.(ç.n)

116

Ecce Homo

6.

Oysaahlak karşıtı deyimini başka bir anlamda da nişan olarak, onur nişanı olarak seçtim kendime: beni

tüm insanlıktan ayıran bu deyime sahip olmakla gurur duyuyorum. Şimdiye kadar hiç kimse Hristiyan ahlakının kendisinin altında olduğunu hissetmedi: bununiçin bir yükseklik, bir uzaktan bakış, şimdiye kadar görülmemiş bir psikolojik derinlik ve dipsizlik gerekiyordu. Hristiyan ahlakı şimdiye kadar tüm düşünürlerin Kirke'siydi onun hizmetindeydiler.— Bu ideal türünün —dünyaya çamur atmanın— zehirli soluğunun fokurdadığı mağaralara kim çıktı benden önce? Benden önce kimpsikologdu filozoflar arasında ve kim vardı onun karşıtı “büyük dolandırıcı”, “idealist” olmayan? Benden önce psikoloji yoktu. — Burada ilk olmak bir lanet olabilir, her hâlükârda bir yazgıdır: çünkü ilk olarak hor görmektedir hem de... İnsandan tiksinmektir benim tehlikem...

7.

Anlaşıldım mı ben? — Beni insanlığı geri kalanından ayıran, ayrı bir yere koyan, Hristiyan ahlakını keşfetmiş olmamdır. Bu yüzden herkese meydan okumaanlamınıiçe-

ren bir deyimeihtiyaç duydum. Burada gözleri açmamış olmak insanlığın vicdanındaki en büyük lekedir, içgüdü haline gelmiş kendini aldatma olarak, her olayı, her nedenselliği, her gerçekliğigörmemeye yönelik temelistençtir, psiko-

lojik konularda cinayet düzeyinde kalpazanlıktır. Hristiyanlık karşısındaki körlük, kusursuz cinayettir — yaşam cinayeti... Bin yıllar, halklar, ilkler ve sonuncular, filozoflar ve yaşlı kadınlar —tarihin beş-altı anını, yedinci olarak da beni saymazsakbu noktada hepsi birbirine yakışıyor. Hris117

Friedrich Nietzsche

tiyan şimdiye kadar “ahlaki varlık”tı, insanlığın en büyük

aşağılayıcısının hayal edebileceğinden daha saçma, dahaya-

lancı, daha kibirli, daha düşüncesiz,kendi kendisine

daha sakıncalı. Hristiyan ahlakı — yalan istencinin en habis biçimi, insanlığı asıl Kirke'si: onunmahvına se-

bep olan. Bu anda beni dehşete düşüren yanılgı olarak yanılgıdeğildir, binlerce yıllık “iyi niyet” eksikliği değildir, onun zaferinde açığa vuran terbiye, görgü,tinsel cesaret eksikliği değildir: — doğa eksikliğidir bizzatdoğaya aykırılığın ahlak olarak en büyük hürmeti görmesi ve yasa olarak, kategorik buyruk olarak, insanlığın üzerinde asılı kalmasının ürpertici gerçeğidir!... Bu ölçüde yanılmak, birey olarak değil, halk olarak değil, insanlık olarak!... Yaşamın en birinci içgüdülerini hor görmenin öğretilmiş olması; bedeni telef etmek için bir “ruh”, bir “tin” yalanının uydurulmuş olması; yaşamın önkoşulunda,cinsellikte pis bir şeyler hissetmenin öğretilmesi; en derin zorunluluk olan büyümede, — kesin kendini düşünmede (-sözcüğün kendisinde bile çamur atma var-) kötü ilkenin aranması! Bunun tersine, çöküşün ve içgüdü-çelişikliğinin tipik işaretlerinde, “bencil-olmayan”da, ağırlık merkezi yitiminde, “kişıliksizleşmede” ve “komşuyu sevmede” (—komşuya düşkünlük!)en yüksek değerin, ben ne diyorum!

kendinde değerin görülmesi!... Nasıl! Bizzat insan-

lık mı dekadansa girmiş? Hep mi öyleydi? — Kesin bir şey

varsa, o da ona en yüce değerler olarak yalnızca dekadansdeğerlerinin öğretilmiş olmasıdır. Birliksizleşme ahlakı kursursuz bir çöküş-ahlakıdır, “batıyorum” gerçeği, emir kipine tercüme edilmiştir: “hepimizin batmasıgerekiyor ” —ve yalnızca emir kipinededeğil!... Şimdiye kadar öğretilmiş olan bu tek ahlak,bir sona erme istencini açığa vurur,

en derininde yaşamı olumsuzlar. — Burada insanlığın değil de, yalnızca o parazit insan türünün, ahlak aracılığıyla kendini insanlığın değerlerini-belirleyenler konumuna ya118

Ecce Homo

landan yükseltmiş olan —Hristiyan ahlakında kendi ik ti dara geçme yöntemini ele veren- rahiplerin yozlaşmış olması da mümkündür... Aslında, benim kavrayışım şöyle: öğretmenler, insanlığın önderleri, teologların hepsi, hepsi de dekadandı: tüm değerlerin yaşama düşman değerler halinde yeniden değerlendirilmesi bu yüzden, ahlak bu yüzden..Ahlakın tanımı: Ahlak — dekadanların, yaşamdan intikamalma art niyetiyle —ve başarıyla— verdiği tepki. Değer veriyorum bu tanıma—

— Anlaşıldım mı ben? — Daha beş yıl önce Zerdüşt'ün ağzından söylemediğim tek bir sözcük bile söylemedim. — Hristiyan ahlakının keşfedilmesi, eşi-benzeri bulunmayan bir olaydır, bir felakettir. Bu ahlak hakkında aydınlatıcı bilgi veren bir force majeure'dür,” bir yazgıdır, — insanlığın tarihini iki parçaya ayırır o. Ondan önce yaşanır, ondansonra yaşanır... Hakikatin yıldırımı, tam da şimdiye kadar en yüksekte durana düştü: Bu sıradaneyin yok

edildiğini kavrayan, elinde hâlâ bir şey kalıp kalmadığına bakabilir. Şimdiye kadar “hakikat” denilen herşeyin yalanın en zararlı, en sinsi, en yeraltına ait biçimi olduğu: insanlıŞı “iyileştirmek” kutsal bahanesinin bir hile olduğu, bizzat yaşamınkanını emmek, kansız bırakmak olduğu idrak edilmiştir: Vampirizm olarak ahlak... Ahlakıkeşfeden, inanılan ya da inanılmış tüm değerlerin değersizliğini de keşfetmiştir; saygın, hatta aziz ilan edilmiş insan tipinde artık saygıya değer bir yön bulamaz, hilkat garibelerinin en tehlikeli türünü görür onda, büyüledikleri için tehlikelidirler... Yaşamın karşıt-kavramı olarak “Tanrı” kav-

ramı uydurulmuştur — onda zararlı, zehirli, çamur atan her 57 Mücbir sebep, doğal afet. (Fr.) (ç.n.) 119

Friedrich Nietzsche

şey, yaşama karşı ölümcül düşmanlığın tamamı, korkunç bir bütünlük içine sokulmuştur! Var olan biricik dün-

yayı değersizleştirmek için “öbür dünya”, “hakiki dünya” kavramı uydurulmuştur, — hiçbir hedefi, hiçbir aklı, hiçbir görevi bizim yeryüzü-gerçekliğimize bırakmamakiçin! Bedeni hor görmek, onu hasta —“kutsal”— kılmak, beslenme, barınma,tinsel perhiz, hasta tedavisi, temizlik, hava koşul-

ları gibi yaşamda ciddiyeti hak eden tüm şeylere ürpertici bir ciddiyetsizlikle yaklaşmak için “ruh”, “tin”, hatta son olarak “ölümsüz ruh” kavramları uydurulmuştur! Sağlık yerine “ruhun selameti” yani tövbe sancısı ile selamet histerisi arasındabirfolie circulaire.* “Günah” kavramı uydurulmuştur, ilgili işkence araçlarıyla birlikte içgüdüleri şaşırtmak, içgüdülere karşı güvensizliği ikinci bir doğa haline getirmek için “özgür istenç” kavramı uydurulmuştur. “Bencil olmayan” “kendini yadsıyan” kavramında asıl dekadansalameti, zararlı olanın çekimine-kapılmış-olmak, kendi-yararını-artık-bulamamak, kendini-yıkmak asıl değer simgesi, “ödev”, “kutsallık”, insandaki “tanrısallık” yapılmıştır! Sonunda —en korkuncu- i yi insan kavramında her türlü zayıftan, hastadan, nasipsizden, kendi-kendindenacı-çekenden, yok-olması-gereken herkesten yana

taraf tutulmuştur—, seçilim yasası çiğnenmiş, gururlu ve gelişkin, evet diyen, geleceğin bilincinde olan, geleceğin gü-

vencesi olan insana karşı koymak ideal haline getirilmiştir —

kötü denmiştir bundan böyle bu insana... Ve tüm bunların ahlak olduğuna inanılmıştır! — Ecrasez Vinfâme'”” — — 9.

— Anlaşıldım mı ben? — Dionysos çarmıha gerilene karşı... 58 59

Döngüsel delilik, günümüzdebipolar bozukluk.(Fr.) (ç.n.) Fzinrezili! (Fr) (ç.n.) 120