Genel Türk Tarihi - 7 [7]
 9756782625, 9756782692

Table of contents :
TÜRK EBRÛ SAN'ATI, Yrd. Doç. Dr. Ahmet Saim Arıtan 9
OSMANLI ÇİNİ SANATI, Prof. Dr. Yıldız Demiriz 31
XVII. YÜZYILDA TÜRK MUSİKÎSİ, Yrd. Doç. Dr. Ruhi Ayangil 43

YEDİNCİ BÖLÜM: OSMANLI DEVLETİ YENİLEŞME DÖNEMİ

A. YENİLEŞME DÖNEMİNDE OSMANLI DEVLETİ
XVIII. YÜZYIL: ISLAHAT, DEĞİŞİM VE DİPLOMASİ DÖNEMİ (1703-1789), Doç. Dr. Mehmet Alaaddin Yalçınkaya 63
OSMANLI İMPARATORLUĞU'NDA GELENEKSEL REFORMDAN MODERN REFORMA GEÇİŞ: SULTAN III. SELİM VE SULTAN II. MAHMUD DÖNEMLERİ, Prof. Dr. Stanford J. Shaw 119
III. SELİM VE II. MAHMUD DÖNEMLERİ OSMANLI DIŞ POLİTİKASI, Doç. Dr. Mehmed Alaaddin Yalçınkaya 153
SULTAN ABDÜLMECİD VE SULTAN ABDÜLAZİZ, Yrd. Doç. Dr. Turgut Subaşı 205
TANZİMAT DEVRİ REFORMLARI, Doç. Dr. Abdullah Saydam 253
I. MEŞRTİYET DÖNEMİ VE II. ABDÜLHAMİD'İN SALTANATI (1876-1909), Prof. Dr. Kemal Karpat - Dr. Robert W. Zeus 291
SON UNİVERSAL İMPARATORLUK VE II. ABDÜLHAMİD, Prof. Dr. İlber Ortaylı 317
II. MEŞRUTİYET DÖNEMİ (1908-1914), Prof. Dr. Bayram Kodaman 333
31 MART VAK'ASI'NIN BİR YORUMU, Prof. Dr. Ali Birinci 381
I. DÜNYA SAVAŞI VE TÜRKİYE, Prof. Dr. Cezmi Eraslan 415
ERMENİ TEHCİRİ VE GERÇEKLER, Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu 451

B. YENİLEŞME DÖNEMİ OSMANLI KÜLTÜR VE MEDENİYETİ
YENİLEŞME DÖNEMİ OSMANLI DEVLET TEŞKİLÂTI, Doç. Dr. Mehmet Seyittanlıoğlu 489
YENİLEŞME SÜRECİNDE OSMANLI ORDUSU, Prof. Dr. Musa Çadırcı 515
YENİLEŞME DÖNEMİNDE OSMANLI TOPLUMU, Doç. Dr. Abdullah Saydam 529
MİSYONERLİK VE OSMANLI DEVLETİ'NİN SON DÖNEMİNDE KURULAN YABANCI SOSYAL VE KÜLTÜREL MÜESSESELER, Prof. Dr. Adnan Şişman 595
YENİLEŞME DÖNEMİ OSMANLI EKONOMİSİ, Prof. Dr. Ahmet Tabakoğlu 609
OSMANLILARDA HABERLEŞME VE MENZİL TEŞKİLÂTI'NA GENEL BİR BAKIŞ, Yrd. Doç. Dr. M. Hüdai Şentürk 669
HİCAZ DEMİRYOLU, Prof. Dr. Murat Özyüksel 699
YENİLEŞMEDEN CUMHURİYET'E OSMANLI İKTİSAT DÜŞÜNCESİ, Prof. Dr. Ahmet Güner Sayar 719

Citation preview

li

GENEL TÜRK TARİHİ 7

Editörler Hasan

Celal GÜZEL

Prof. Dr.

YENİ

Ali BİRİNCİ

TÜRKİYE

YAYINLARI

Teknik Koordinatör Murat Ocak

Sanat Yönetmenleri D. Hamza Gürer/ Faruk Taştepe

Görüntüleme Görüntü Yönetmeni Yrcl. Doç. Dr. Tufan Gündüz Görüntü Yönetmen Yardımcısı ! !asarı Tahsin

Dr. Muhammet Görür/ F'atma Doğancı I Uğur Altuğ Yüksel Şahin I Ahmet Sait Camlan / Hüseyin Köksal Resim Tarama

Turgay Süslü I Ümit Bahadır Dizgi Grubu Mehmet Keskin/ Fatma Ozgür Şahin/ Murat Aydıner Kadriye Akkaya / Levent Siisoy / Ahmet Düzgün Tuğhan Taştepe / Turgay Süslü I Umit Bahadır Zülfikar Mert I Murat Şaşmaz Vural Dönmez/ Umut Aras

Tashih Grubu Elnur Ağayev Ahmet Budak / Zehra Filiz Bilir Emine Özdeınir/ Büşra Bolay Ebru Demir/ Rizvan Genberli

Grafik Tasarım Ali Taşıepe

Baskı Semih Ofset

Cit Balkan Ciltevi

Yayın Kodu

975-6782-62-5 ISI3N(Takım) 975-6782-69-2 ISBN (Cilt) Yayın Yeri ve Tarihi Ankara 2002 Yan Kağıt: Selçuk Çini Paneli, Ahmet Ertuğ

GENEL TÜRK TARİHİ Yayın Kurulu Başkanı Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu

TORK TAH!H KL/llJMI 1 B.-l�KANI - TlcRKlYE

Yayın Danışmanı Prof. Dr. Halil İnalcık Tl'HKlYE I A.13.Ll

Yayın Kurulu Prof. Dr. Şükrü Haluk Akalı n

Prof. Dr. Manas Kozıbayev

Ti IHK DiL KllRUMU BA�KANI-TURKIYE

KAZAKiSTAN

Prof. Dr. Süleyman Aliyarlı

Prof. Dr. Ercüment Kuran

.-1/:ERBAYCAN

TimKlYE

Prof. Dr. Muhammed Aydoğduyev

Prof. Dr. Şerif Mardin

T1-RKMENISTAN

TIJRKIYE

Prof. Dr. Tuncer Baykara

Prof. Dr. Erdoğan Merçil

TlJRKIYE

TliRKIYE

Prof. Dr. Kemal Çiçek

Prof. Dr. Ithoads Murphey

TllRKIYE

IN(;ILTERE

Prof. Dr. Tınçtıkbek Çorotegin

Prof. Dr. Yuzo Nagata

Kll?Cill:)STA'-"

.JAPONYA

Prof. Dr. Geza David

Prof.

Ik Ahmet Yaşar Ocak

MAC:Af/ISTAN

TllRKIYE

Prof. Dr. Feridun Emecen

Prof. Dr. İlber Ortaylı

TliRKIYE

TlıRKİYE

Prof. Dr. Peter B. Golden

Prof. Ik Victor Ostapchuk

A.B.D

KANADA

Prof. Dr. Mustafa İsen

Prof. Dr. Sema Barutçu Özönder

TllRKlYE

TlRKl\'J•:

Prof. Dr. Norman Itzkowitz

Prof. Dr. Stanford Shaw AB.IJ.

,\ Il [)

Prof. Dr. Ekmeleddin İhsanoğlu lllC'J('A BAŞKANI - Ti'RKIYE

Prof. Dr. Mustafa Kafalı

Prof. Dr. Geng Shimin c,:ı:-; Prof. Dr. Denis Sinor

TllllKIYE

,\ B [)

Prof. Dr. Kemal Karpat

Prof. Dr. Ahmet Tabakoğlu Tl FlKl\'E

,\.B.ll

Prof. Dr. Beg Ali Kasımov Cl/,llEKISTAI\

Prof.

Ik Dmitri Vasiliev ili S\'-1

Prof. Dr. Salim Koca

Prof. Dr. Bahaeddin Yediyıldız

Tl'RKIYE

Tl'RKlYE

Danışma Kurulu Prof. Dr.

Abclülhaluk Çay

llc\Sf;,\N-TI Rl\l\'E

Prof. Dr. Gabor

Dr. Rilgelıaıı Atsız Gökclağ

Agos to n

.\llll

D r. lsrnail Aka

Prof.

Öner Kabasakal

Dr

ITt:r;l\lc

Prof. Dr.

Şakir Akça

Prof. Ur. Esiıı Kahya

Ti ·ı�Kl'l ı -:

Prof. Dr-.

Prnf. Ik

Annakurban Aşirov Tı··uı r soulu olan Osman njendi (Koca

Osman?) sôyesinde en mükermrwl lıiçimini bulmuştur. Osman Efencli kendisinden sonra hem sazlı,

hem de sözlü müsi!d alan ında b i rçok

san'atkô.r bırakmıştır Ses scın'atkdrlarından "Kömıi r " lô.kab·rm ta: p_yan

H{ifız (Kömürcü Hafız), sonm Buhurcıwğlu (Buhilrizô.de Mustafa Itri), Memiş Ağa, Küçük Müezzin (Kü çük İmam Mehrneci /;,}. ?) ve Teslıihçi Emin

ün salmışlarciır. Saz san'u tkô.rları içincie ise iki Rum mrciı. Biri ihticia

ecien Kemani Ahmed, diğeri Ortodoks Angeli 'dir (Tanbüri Angeli) Bunla­ rın her ikisi de bana onbeş _y ıl hocalı.k etmişlerdir. Ayrım Çelebiko adw­ da bir Yahudi vardı. Türk scın'atk6.rlardan Derviş Osman ue talebesi Kur­

şı.mcuoğlu ue her ikisinin talebesi Taşcıoğlu lakaplı. Sinek Mehmed ve Bar­ dakçı Mehıned Çelebi tanınmı.şlardır. Bu son iki san'atkc2r Kamboso Meh­ med a.iJa adında b i risinden ders aldılar. Daha son ra Ralaki Evpragiote adında Istanbullu bir Riı m soylusundan ve benden ders aldılar. Ben lmn ­ lcıra şarkıları notayla belirlemek için bugüne kadar Tü rklerin bilm.edikle­ ri yeni lıir y ö ntem. lıula mk, özellikle nazari müsikl ni n bazı kzsnnları.n1 ö,rJ rettim Bunlardan başka İrnpamtorlu_ğıın başhazinedô.rı. İsmail Efendi ve bunun hcızinedô.rı Latif Çelebi ele öğrencilerfrndendir. Bunların ridısı üzeri n e müsiki scın'cıtı. hakkı ncüı Türkçe küçük b i r kı:tcıp yazcirm ııe halen

pô.dişô.h bulunan I1. A!nneci'e sundum". :38

Kantemiroğlu'nun Türk Musikisi

kuramı bilgilerini ve notaya aldığı dönem eserlerini içeren ünlü eseri "KitJ.b-ı 'ilm'ül musiki 'ala vech'il hurufat" O'nun yirmili yaşlarında kaleme aldığı ve II. Ahmed'e takdim e ttiği bir başyapıttır. Toplam üç yüzelli bir adet peşrev ve se­ mfüyi içeren "Edvar"ında Kantemiroğlu bu yüzyıla kadar dağınık biçimde gelen müsik! bilgisi ve tekniğini bir "sistematik temel"e oturtma amacını gütmüştür. Bu amacın, eserinin "perde, agüze, terklb, makam" bahsini kaleme alırken dile

52

getirdiği şu tespitler ışığında şekillendiğini görürüz:

"D?baçe-i 'ilm.-i m.1/sikl

rna '/ ümıın oldıı kdan sonra lrilgil ki bıı ancı değin şer!ı - i rn u ko mrıli t ı ·ı ıe ed-

u{ı r- ı müsikii)i ?côd idenler yalmz ameli görüb !mvaid-i ulürn şurIU-l

!m­

ııanin üzere bir nesne tasni:f itmemişler 1.Je bir makam neden olur gerçi göste'rmişler yohsa ne içün böyle olur ya bilmediler ydhüd bildüer ı:se il­ m.i inkar üiü b amele kana'at kılmışlar, lakin ilm-i müsiki bu ana değin böyle kcılduğı gerçi mölümum de{jil lakin amel ile gayet mübtezel 1Je müs­

Kantemi­ roğlu'nun geçmişe yönelik bu tespit ve tenkidleri ile geleceğe yönelik önermele­ ri, O'nırn müsikide bir aydınlanma çığırı başlattığını düşündürür. Kantemiroğlu Edvarı, Türk Müsikisi'nin bir "temel kuram kitabı" ve "saz eserleri antolojisi" ol­ masının yanında, ilk "solfej eğitimi", ilk "çalgı eğitimi (tanbür)" metodu ve ilk "forın bilgisi kitabı" olma özelliklerini de bünyesinde taşır. Ali Ufki Bey'in "Mec­ müa"sında eserleri bulunan gerek on yedinci ve gerekse on altıncı yüzyıl beste­ ta 'mel, 'ilm ile gayet münker ne mühmel olduğı md'lfönumdur. "

karlarına ilave olarak, Kantemiroğlıı cdvarı'nda şu bestekarların adlarına da no­ talı eser örnekleri ile ilk kez rastlanır: Muzaffer (Saatçi), Acemler, Mehmed Ali, Harün Ya-

hudi, Kutb-ı nayi (Osman Dede Ef.), Sultani, Çengi İbra­

him Ağa, Çengi Mustafa, Büyük Ali Beğ (Ali Ufki), Büyük Kul Mehmed, Ağa Rıza, Ebrükamer, Edirneli Ahmed, Zur­ nazen İbrahim Ağa, Şeyh, Kanboso Mehmed Çelebi, Der­ viş Mustafa, Mıskaall Hüseyin, Ağa Mü'min, Kalfaoğlu, Za­ kir (Hatib Hasan Ef. 7), Hatib, Ali Hoca, Müstakiym Ağa,

Ermeni Murad Çelebi, Hindiler, Eflatun, Tatar Han Gazi

Giray (XVI. yy.) , Eyüblü Mehmed Çelebi, Hacı Kasım, Kantemiroğlu, Kapucu, Baba Mest, Koca Angeli Tanbüri, Tüti', Derviş Recep, Vahid, Çengi Cafer, Itri (Buhürizade

Mustafa) , Tatar İbrahim Çelebi, Karaoğlan Saraczade, Sultan Korkut (XVI. yy.), Reftar (Kalfa). Yüzyıl geleneğinin bir nişanesi olarak peşrev ve sema­ ilerine birer özel ad da veren bestekarların eserlerine ver­ dikleri özel adlardan "Edvar"da gözlemlenen bazılarını da şöyle sıralayabiliriz: Nazlı, Semender, Nazire-i Kutb-ı nayi, Sancak, Firakname, Dilekli, Mah-ı dünya, Ge­ lincik, Rühban, Eğlence, Kabak Denri, Köhne dolap, f,'/çi Peşreni, ilh.

Kantemiroğlu'nun "aded-i tesmiye-i makamat 'ala kavl-i hakir" başlığı ile kendi "makam tasnifi"ni verdiği "yedi cins" makama ilave olarak "Şeyh musikur te rk'i. büta nihüyet yokdur buyıırmıış " hükmünden hareketle kaydettiği "Aded-i tesmiye-i terkibat" kısmında pest ve tiz bölgelerde tcrkib olunabilecek makamların adlarını, "hüküm"lerini sıralamış , bunlar arasında "Hüseyni maka­ mı"na "sebeb-i azameti" başlığı altında özel bir önem atfetmiştir. Döneminin eser bestelenmiş makamları olarak Edvarda, Ufki'nin kaydettiğinden daha çok sayıda makam ve terkiple karşılaşıyoruz ki: Irak, Bayati, Hicaz, Buselik, Kürdi, Nikriz, Nühüft, Uşşak, Saba, Muhayyer,Tahir, Acem Yegahi, Rehavi, Sipihr, 'Uz­ zfü, Büzürk, Şehnaz, Eve, Hüseyni/Necit Hüseyni, Uşşak aşirani, Pencgah, Ma­ ye, Segah, Acem aşirani, Rast, 'Irak, Zengüle, Neva, Acem, Mahür, Geveşt, 'Arazbar, Bestenigar, Büselik aşirani, Isfahan, Şüri, Nişabür makamları XVII.

yüzyıl sonu itibarı ile bunların başlıcalarıdır.

53

Kanterniroğlu edvarında "esma-ı usül" başlığı altında incelenen usüller ise

şu adları taşımaktadırlar: Darb ı Fetih, Havi, S akiyi , Hafif, Türki Darb, Çenber, -

Nim Sakiyi, Remel, Muhammes, Berevşan, Evsat, Devr-i Kebir, Nim Devir , Fe­ ri' Muhammes, Devr-i Revan , Fahte, Evfer, Düyek, Sofyan, Frerıkçin, Darbeyn, Zencir, Semili, Semfü-i Lenk.

Kantemiroğlu bu yirmi dört usüle ilaveten Hezec, Harizm ve Yek-darb usül­ lerinin de musiki ile uğraşanlar tarafından kullanıldığına işa.ret etmekte, Türk! Darb ve Evfer usüllerinin yalnızca hanendelere mahsus olduğunu vurgulamak­ tadır. Usül öğrenmenin ve usül ile meşketmenin güçlüğü konusundaki şu sözle­

ri de üzerinde dikkatle durulmaya değer niteliktedir: "imdi

zikr ol unan usil l

ber vech-i ı.ıezn-i rcıkam herbirisinin s�fatına göre amelini idelim dirsen

_qerekdir k'i kamü üstô.d ü usfübend kimesneden La'l'irrı. alasın zz rô. us ıllliu veznini yalnız yazıcimı. /Julmu.k baım gayet müşkil iş görünür. "

Nasıl ki ed­

vannın ilk bahislerindeki temel kuramsal açıklamalarından hemen sonar da şu sözleri ile musikiyi öğrenmenin yolunu işaret eder: "B u

ilmi eğer

ome/!?

bir

hoşça _götüreyim ciirsen gerekciir ki kmnô.lınden dinle_y ii b kcmciine mlillc iciesin yohsa yalnız okın naiJla kemalatı:n b ulmak

"Mecmua-i Saz-ü Söz" ve Kantemiroğlu Edvarı XVII. yy. "Mehter �üsikisi" bakımından da önemli kaynaklar arasırıdadır.:39 IIer iki eserde de yazılmış "Elçi Peşrevi", "Hünkar Peşrevi'', "At Nakılı (Nakli?) Peşrevi" , "i\lay Düzen Peşrevi", "Sancak Peşrevi" gibi özel adlarla anılanlar yanında, çalıcı mehterler arasında ol­ dukları şüphe götürmeyen "Nefir! Behram", "Zurnazen E dirneli Daği Ahmed Çe­ lebi", "Zurnazenbaşı İbrahim Ağa" gibi bestekarlara ait bir dizi peşrev ve sema­ llerin "mehter dağarını" oluşturdukları kabul edilmektedir. Mehter havalanmn meşk edildiği ve çalıcı mehterlerin (Tabi

ü

alem mehterleri) eğitildiği Mehterha­

ne (sazende mehterhane ve köshanesi) 40 ele, Enderün-ı H ümayün bünyesinde­ dir. Ali Ufki'nin mehterlerin meşki hakkında verdiği bilgiler yanınc!a4 l Evliya Çe­ lebi ele bu yüzyıldaki mehter esnafı, eğitimleri, meşkleri, törenleri

(Köprülü

Mehmet Paşa'n i n iV Melı nwd'i karşıJmnusi esnasnı.da plirsilôlı otlara bindirilmiş mehterin

!sllmıı. kcı rş ılcımcıs1. ; Vezh -i azmn

ltJş2r

Paşa'nın İstanbu l '•ı. .c; elişincie kubbe ·uczi rlerınin _yecii kat mehter/erini çal­ dırması)

ve çalgı!. ırı hakkında ayrıntılı bilgiler sunar. Sarı pirinç boru, Kurre­

nay, Kurrenay-ı acemi, Nefir, Kös, Nakkaare, Kaba zurna, Cura zurna, Efrasi­

yab borusu, Tablbaz, Davul bu yüzyılda kullanılan mehter sazları arasındaclı r.42 Anadolu ve 1-tumeli'cle, mehter şehir/kale/kule vakit nevbetleri dışında davulun, XVII. yy.'da kervansaraylar, hanlar ve bekar odalarında yatsıdan sonra kapıların

kapanına vaktinde, o vakitten itiba.ren içeri ya ela dışarı giriş-çıkış yapılmaması­ na alamet olarak bu mekanlarda vurulması da adettencli.4:ı Enclerün meşkhanesincle din dişi müsikinin, mehterhanede ve nevbethane­

lerde askeri rnüsikinin eğitim ve meşki yapıldığı gibi, mevlevihanelerde de xvıı.

yy. 'da, elini müsik!nin eğitim ve meşkine devam edildiği bir vakıadır. Dönemin mevlevl mukübeleleri, repertuarı, çalgıları hakkında özellikle yabacı gezginlerin kaydettikleri notlar müsikl tarihimiz bakımından önem arz eder.44 Bestekarı bi­ linen ilk mevlevi ayini bir XVII. yy. eseridir ve IV. Murad Hün döneminde yaşa­ nnş Klıçek (Köçek) Derviş Mustafa Dede'nin te'lifı olan Beyati makamındaki mevlevi ayinidir. (Şô..luJ z?

ke rem bcr meni der/iiş 11.iqe r!Ber lı al-i 1ne11 i lı üs-

te-i dilriş niger) nutk-u şerifi ile başlayan bu müstesna güzellik ve değerdeki ayin-i şeriften önce XVII. yy.'a değin, bestekarları bilinmeyen ve "Beste-i kadim" denilen "Pencgah", "Dügah" ve "Hüseyni" makamlarındaki üç ayin-i şerifin Mev­ levihanelerde icra edildiğini biliyoruz. işte Mustafa Dede'nin bu ayin-i şerifi, "beste-i kadim" den sonra bilinen en eski ayin-i şerif olma özelliğini taşır.45 XVII. yy.'in dini musiki alanındaki en büyük bestekarlarından bir diğeri de "Kutb-ı na­ yi Osman Dede Efendi"dir ki, "Rast", "Uşşuk", "Çargah" ve "Hicaz" makamların­ daki dört adet ayin-i şerif bestesi bu çığırın abidevi örnekleri arasındadır. Osman Dede Efendi'nin te'lifüti meyanindaki "peşrevler"i ile "n'at"i ve yine bir XVII. yy. dini musiki şaheseri (san'at nejisesij46 olarak bestelediği ve "Se­ gah", "Müstear", "Dügah", "Saba", "Neva" (kayıp) ve "Hüseyni" makamlarından "altı bahir üzerine" tertlb ettiği (güftesi kendisinin ve Tevşih güfteleri Şeyh Na­ suhi Hz.'nin) "Mi'raciyye"si ölümsüz eserleri arasındadır. Raılf Yekta Bey Os­ man Dede ile ilgili şu hükmü verir: "Osman Dede'nin eserleri klasik Türk Musi­ kisinin birer bediasidir. Her cümlesinde ayrı bir halavet ihsas eden ayin-i şerif­ leri ve sfür eserleri merhum üstadı ilelebet hürmet ve ta'zimle yüd ettirecek­ tir"47 XVII. yy.'in dini musiki suhasinda yetiştirdiği isimler arasında "asrın en büyük musikişinası" sayılan ve musikinin her dalında eserler veren Hufiz Post'un yerini yukarıda işaret etmiştik. Siyahi Ahmed'in "ta'lik hatt ve muhtemelen şiir vadisinde"; Hufiz Post'un, Ko­ ca Osman'ın ve Nasuh Paşazade Ömer'in de musiki va­ disinde talebesi olma ihtimali yüksek olan Buhürizade Mustafa Itri ( 1 63?-1 71 1 ?) hünendeligi ve üst düzeyde­ ki Q.İI)Q}Şı musiki verimleri yanında asil şöhretini dini musiki, özellikle de Mevlevi olmasından dolayı Mevlevi musikisi sahasındaki eserleri ile sağlamış, klasik Türk Musikisi'nin "en büyük bestekar"i payesini bu suretle elde etmiştir. "Rast" makamındaki "N'at-ı Mevlana"sı ile "Segah" makamındaki "ayin-i şerif'i yanında bütün dünya müziğinin en güzel ezgilerinden olan "mehabet­ li" "Segah Tekbir"i ve "Segah Salat-ı Ümmiyye"si, "Cu­ ma Salası" gibi şaheserleri ile XVII. yüzyıl musikisini

Kanun çalan bir kız, 1 8.yy.

taçlandırmıştır. Döneminin yazarlarınca ittifakla yüceltilmiş (Safüyi, Salim)48 ve dönemin padişahının (IV. Mehmed) huzür fasıllarında yer almış ve iltifata maz­ har olmuştur.49 Yine bu asırda "Kur'an kıraatinde şöhret sahibi "Amasyalı Evliya Mehmed" ile "Kumkapılı Şaban" başlıca isimlerdir. Yine dini (ilahi, tevşih, temcid, vd.) besteleriyle "Bezcizade Muhiddin", "Koğacızacte Şeyh Mehmed" ve "Zakiri" mahlaslı (Ali Ufki MSS'de ilahileri var) "Hatip Zakiri Hasan Efendi", "Bursalı Derviş Ali" (Esved), "Aziz Mahmud Hüdayi'', Hüdayi Dergahı zakirbaşıları "Ha­ fız Kumral" ve "Şaban Dede", "Nane Ahmed Çelebi", sesinin güzelliği ile ünlü "Sütcüzacte İsa" Sünbüli tarikatından "Abdülkerim", cami eserleri ile marılf "İmam Yusufi", "Galatalı Vehbi Osman", Ayıntablı şiiir bestekar "Bedri Meh­ med", "Nasuh Paşazade Ömer", "Gülşen-i Sadayi", ünlü mevlidhan "Bursalı Ha­ fız Ubeyd", ilahi bestekarı "Yakubzade Şeyh Mehmed", zakirbaşi "Bursali Ebu­ bekir'', "Bursali Muhrirzude Salih Çelebi", asrın en muktedir neyzeni "Mevlevi

55

Yusüf Dede" (iV. Murad'ın takdirini kazanarak huzür fasıllarında bulunmuş, ay­ nı zamanda "çeng" çalışı dolayısı ile "Çengi Yusüf Dede" olarak da anılan zat) , Halvetiyyeden ilahi bestekarı "Ümmi Sinanzade Hasan", Celveti şeyhi "Divitci­ zude Şeyh Mehmed", Halveti şeyhi "Nefes anbari Şeyh Osman", "Mustafa An­ ber Aga", "Edirneli İmam İbrfıh'm Efendi", "Sepetcizude Mehmed", "Hocazade Mehmed Enveri'', Gülşeniyyeden "Kefeli Derviş Abdi", zu­ kirbaşi "Fethullah Çelebi", "Şeyh Nazmi", "Aheni Çele� bi'', "Bahçevanzade Ali Şehri", "Nakş" lbrfıhim", "Bur­

salı Havyarzude Hüseyin'', "Tablzude Akli", Kının Hani "Selim Giray", "Bursalı Talib" ve "Ali Şir ü Gani'', yüzyılın isim ve eser sahibi dini musiki müellifleridir.50

·

Huzur meşkleri ve yüzyılın diğer ünlü müzikçileri ile dönem

l çalgıları:

' I'

xvıı.

yy.'da musiki hayatının gelişmesinde ve genişle-

mesinde dönemin hükümdarlarinin rolü ve paya inkar edilemez

bir gerçekliktir. Özellikle N. Mehmed'in, kendisi de bestekar

olan N. Murad'ın, Sultan İbrahim'in ve il. Ahmed'in hüküm sür-

dükleri yıllarda san'atkarları koruyup gözettikleri ve ödüllendir-

diklerinde ittifak vardır. Musikinin iV. Mehmed döneminde önem­

li bir yaygınlığa

eriştiği, sarayda yetişen bestekar, hanende ve sazen­

delerin çokluğundan da anlaşılmaktadır. Bu padişahın sarayında güzel Ud, (Beşiktaşlı Vasilus) ( 1 9. yy.)

sesi ile tanınmış saray imamı Edirneli Hafız İbrfıhim'in, Hafız Post'un ve ltri'nin gözde oldukları biliniyor. Hatta saray hekimi Salih bin Nasrullah'ın dahi iyi bir sese ve musiki bilgisine sahip olduğu, sarayda bes­

telerinin çalındığı; iV. Mehmed'in neyzen Derviş Fenni'yi zevkle dinlediği bilin­

mektedir. Aynı dönem sarayda bulunan besteciler arasında "Nazim"in ayn bir

yeri vardır.51 iV. Murad'ın Bağdat ve Revan seferleri dönüşünde içlerinde "Şeş­ tG.ri Murad Aga"nın da bulunduğu bir grup musikiciyi beraberinde !stanbul'a ge­

tirdiği,52 Nayi Yusufu dinlemekten hoşlandığı ve iltifat ettiği de sabittir. Bunl_ar yanında gerek sarayda, gerekse ülkenin birçok yerinde Orta oyunu, Karagöz gi­ bi seyirlik oyunlar, rakslar vb. meyanında da musiki bütün bunları tamamlayan bir öğe olarak daima yapılagelmiştir.

Diğer yandan, xvıı. yy.'da !stanbul'da saray meşkhanesi ve diğer musiki

mahfilleri dışında icray-i san'at eyleyen 6000 çalgıcı esnafının varlığından söz eden Evliya Çelebi bu yüzyılda kullanılagelen çalgılar bakımından da önemli bil­ giler verir. Çoğunun günümüze intikal edemeden tarihin sırlarına gömülen bu çalgılar arasında Santur, Çeng, Nay (ney), Daire, Kemençe, Musikar, Kudüm, TanbG.r, KanG.n, Ud, Çartar (dört telli), ŞeştG.r (altı telli), Kopuz, Çöğür, Çeşde (beş kirişli saz), Bunkur, Yelteme, Mugni, illik, Sünder, Çağana (nefesli), Der­ viş borusu (boynuzdan), Mizmur, Tarak mizmari, yelli düdük gibi sazların adla­ rını, mucitlerini ve hangisinden kaç icracı olduğunu kaydeder.53

Sonuç En genel hatları ile gözlemlediğimiz ve belli başlı noktalarını kısaca vurgula­

56

dığımız; makam/form ve usG.l sistemi, eserleri, bestekarları, kuramcıları, icracı­ ' ları, çalgıları ile biçimlenen xvıı. yüzyıl musikisi, (geçmiş çağlardaki kalıtımları da kıyas yolu ile nazara alınırsa) bütün ihmal ve umursamazlıklara rağmen, bu-

günkü nesillerin ne denli zengin ve yaygın bir kültür değerinin mirasçıları olduk­ larını gösteriyor kanaatindeyiz. Güniıınüz sanatçı ve bilim adamlarının tarihteki ihmallerden ve olurnsuzlı ıklardan yarın adına önemli çıkarımları olması gerekli­ ğini düşünüyoruz, Zira bu alana yönelik yapılacak her türlü bilimse l ve sanatsal çalışmanın, bıı müstesna güzellik ve manüclaki zevk sisteminin korunarak gdiş­ tirilrnesi ve paylaşılması i çin girişilecek çabaların , adına yapılmaya değer bir kül­ tür mirasına sahiplik etmek ten kaynaklandığının unutulmaması gerekiyor. Bu mirasın niteliğini yine XVII. yüzyılın bir aydınının, Kantemiroğlu'nun, o yüzyıl­ daki duruma ilişkin tespitinden aktararak çalışmamızı sona erdiriyoruz:

"Türk

Mfıs ikisinin, sözcii.klerin o ranı ue uyıırmı. lıaknn mrlan b i rçok Aurvpa m ı/ Qerçeklere yabil irim. Bununla

etmeliyi m. . "'i 4

çok ria!w m. li!wm mBl olclı.ı.{jı.ınu rloğn ı lu

zor olduğun u ricı

/Jlrlikle /Ju.

D İ P NOTLAR

Dıın işrnend, l H , İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, C .. :J , s: 200-484, !ot., H J72 . 2 Ertaylan, !. ! ! . , Gazi Giray Han, s . : 40, lst . . 1 958. '.J

Uwrı\ar�ılı, 1. H., Osmanlı Tarihi,

III. C.,

l . Kıs , Ank . , 1 9 7'.1 .

4 Ak dağ, M , Türk Halkının Dirlik v e Düzenlik Kavgası, Is! , 1 �75. 5

ŞPyhülislaın Es'ad EfPncli, Atrab'ülasar, Topkapı K. N o : 1 22:ı.

0 Banarlı, N. S , Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, C . : 2. 7 Banarlı: a.g.e.,

8 Hafız Post, Mecmua, Topkapı Sarayı, Revan K . , No: 1 724. 9 Ali Ufki, Mecmua-i Saz-ü Söz, British Mııseuııı, Sloaıı e : 3 1 1 4 , (orjinalinclen Ayangil arşivin-

deki mikrofilm).

l(J Ali Ufki, Saray-ı Enderun, Britislı Library, Hm-Jcy: 3409 (ıııikrofilın ) . 1 1 Osıııaıı Dede (Kutb-ı Nüyl ) , Rabt-ı Ta'birfü-ı Müsik\, (ll.Y/HSA Kt.) .

1 3 Ahlziiclc , Ali Çelebi , Köprülü K. Hafı?. Ahmet Paşa Y: 275, Bcyazlcl K.

Veliyyüclclin

EL K . ,

:ı ı 8 ı .

l '.3 E vliyi\. Çelebi, Seyahatname , C . 1 , vd. 14 Kanteıı ıiroğlu, Kitab-ı ilııı'ül Musiki 'ala vech-i hurüfüt, Türkiyat Eıısl. Arel Kl.; ayrıca De­

ınctrius Cantcınir, Tlıi Coll ection of Notalioııs, Traııscrilıcd aııcl Aıırıotatcd lıy O . Wriglıt, SOAS-!Jni. of Lcıııdoıı, 1 9)12 . 1 5 Diınilri Kaııtcınir, Osmanlı İmparatorluğunun Yükseliş v e Çöküş Tarihi, İ:il . . 1 99 H.

l fi Es'ad E fcııdi, a.g.e., 1 7 Kil.tip Çelebi, Keşfüzzünün (llın-i Müsikl) , Maarif Vekaleti, 1 D48. 1 8 G elibolulu Mustafa A l i , Künh'ülahbar. 19 Mııstaklyrmade MecınCıası , Siileyrııılııiye Küt . Es'ad Ef Y: :3:397.

20 Akyüz, Y Türk Eğitim Tarihi, Aıık. l 'JSG; ayrıca: Ko\'11, il.. E. Topkapı Sarayı, Ist. 1 96 0 . 2 1 G ökyay, O Ş., Katip Çelebi, lst, 1 970.

22 Ali I J!tl, MSS.

:.:: : ı Boğclaıı Prensi Deııında siyasal, kültürel ve dini bakımdan ela Hum tesiri altında k almaya başladılar.'. 0 Rundaıı başkaca, Balkanlar'daki O rto­ doks Hıristiyan tebaanın Ruslar ile aralalıaııc lieltavr•\"iıı soıııı· olarak bc:liıtnıck­ tedir. Bkz: F. Eııwcen, "Kunıluı;; t an Küçük Kaynarca'ya" Osmanlı Devleti ve Medeniyeti Tarihi c. 1 ( E d . E. l l ı s an oğl u ) , lsLanlıul H JD4, s. G-ö:J, öz!. Bkz. li l -fi:J.

() 8 [ ;zuııçarşıl ı , Osmanlı Tarihi IV/ l , s. :n7-:J 4 1 .

füJ Osmanlı lıııparatorluğııııc!aki merkezi çözülnw hakkımla de t aylı bilgi için lıkz McC;owaıı.

The Age of Ayans.

70

Slıaw, Osmanlı İmparatorluğu, s. Tl4-:J:Jfi.

71 Avrupa'cla l'nısya'ııııı y ü kse l iş i , Avust urya Verast'l Savaşı ve Diplormttik llıtilal hakkımla çok sayıda çalışma olmakla birlikte bu konulan en iyi a m tl i z c·dcıı escril'nkıı lıirisi kuşku­ suz Has�mll'm ki t abı dı r. Bkz: Hassan, The Balance of Power, s . 1 :30- 1 4:3. 18. yüzyılda Prus­ ya'ııııı Osmanlılarla olan iliı;; k ileri ve t ahl il i içiıı lıkz: K . Beydilli, Büyük Fıiec!rich ve Osrn a n­ lılar-XVIII. Yüzyılda Osmanlı-Prusya Münasebetleri, (btaıılıul , l 98fi ) .

7 2 B u döııE'mrle Fraıısa'ııııı O sman lı l ar hakkındaki cltışiiııceiı'ri v e izlediği dış politikanın esas­ lan için hkz: 1. Soysal, Fransız İhtilali ve Türk-Fransız Diplomasi Münasebetleri ( 17891802), An kara 1 987, s . 4 5 - 47 7:J Bcyc!illi, Büyük Friedrich ve Osmanlılar, s . :ı:ı-78. 74 Beyclilli,

Ti

Büyük Friedrich ve Osmanlılar,

s.

7D-Dfi.

Bu savaşın çıkışına ııedeıı olan hadisler w gelişimi i ç in lıkz: Uwn�·arşılı, Osmanlı Tarihi IV/ l , s. :JGö-:175; Hassall, The Balance of Power, s. 105-1 1 :3 .

7 6 Uzıırıçarşılı, Osmanlı Tarihi IV/ l . s. 315-:39 1 ; Hassall, Thc Balaııce of Powcr, s . :ı ı G-1 1 8 w V. Aksan, Savaşta ve Barışta Bir Osmanlı Devlet Adamı Ahmed Resmi Efendi ( 1700- 1 78:3), (çev. Cl . Arıkan ) , (lstanbul l !J97) s . 1 02 - l G:ı. Slıaw, Osmanlı İmparatorluğu, s . :J:3fi-'J:i7. 77 Soysal. Frarısız İhtilali, s. 4:'3-47 ve Hill, A History of Diplomacy, s . 621-6:fö. 78 Uzuııçarşılı, Osmanlı Tarihi IV/ l , s . :39 1 -:3D8. Slıaw, Osmanlı İmparatorluğu. s . :J:l7-:3:}8. 7D Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi IV/ l , s . :3D8-404.

80 l'zuııçarşılı, Osmanlı Tarihi IV/ l , s. 404-4 1 0 ve Slıaw, Osmanlı İmparatorluğu. s . :J44-'.J45. 81 Uzııııçarşılı, Osmanlı Tarihi IV/l , s . 4 1 :3-4 1 4 . 8 2 Poloııya'ııııı i l k taksimi

G7fi.

hakkımla detaylı bilgi i >

gözü kulağı olarak hizmet etmesi, diğer bir deyişle, hem ne olup bittiğini öğrenen ve hem de kendisine muhalif olanlara karşı kendi istediklerini uygulayan araçları olmaları için Osmanlı bürokrasisinde önemli mevkilere yerleştirme uygula­

� · �lal�����

'". ı f -;.ı �j:

;ı_.

Sultan 111. Selim Hanın gümüş mührü

masını da sürdürdü. Selim 1 789'da tahta geçtiğinde 28 yaşındaydı. Son 15 yıldır sarayda tecrit edilmiş bulunuyordu. 18. yüzyılda üçüncü defa olarak, Osmanlı Devleti, iki yıl önce başlayan Rusya ve Avusturya ile savaşında ardı ardına yenilgiler almaktay­ dı. Selim'in İmparatorluğu kurtarmak için orduyu reform etmeyi öngören çok sayıda planı vardı, ancak şimdilik, yenileştirmek istediği geleneksel ordu İmpa­ ratorluğun düşman ile savaşan tek ordusu olduğu için, hiç bir şey yapamıyordu. Bu nedenle, barış yapılması kendisine İmparatorluğu güçlendirmek için bir fır­ sat sağlayana kadar beklemek zorundaydı. Yine de bu arada değişiklik için zemi­ ni hazırladı. Kanunların yapılış mekanizmasında önemli reformlar yaptı. Kanun yapmanın geleneksel metodu, basitçe Sultanın ferman (kararname) yayınlama­ sı idi. Fermanlar Sultanın hemen yakınında bulunan resmi görevlilerin sağladığı bilgiler esas alınarak hazırlanır, Osmanlı bürokrasisinde uzun yıllar hizmet vermiş üst düzey Osmanlı bürokratlarından oluşan Divan-ı Hümayun'da görüşülür

12 3

ve incelenirdi. Fakat bıı bürokratların deneyimleri yönetici sınıf içinde mensup oldukları belli bir kesim ile sınırlıydı ve bu n edenle Sııltan'a Osmanlı idari yapı­ sında köklü değişiklikler yapmak için ihtiyaç duyulan genel bakış açısını sağla­ yacak durumda değildiler. S elim bu problemi , örneğin ordu, hazine, eğitim sis­ temi gibi Osmanlı hayatında modernleştirmeyi istediği alan larda Avrupalıların modern kurumları ve uygulamaları nasıl oluşturduklarırıı incelemek ve daha sonra bulgularını İshak Bey'in gönderdikl erinden çok daha detaylı biçimde ra­ por etmek üzere himayesindekilerden bir kısmını bdli başlı Avrupa devletlerine göndermek suretiyle çözmeye çalıştı.

Bu

yolla elde edilen raporlardan (layiha­

lar) en önemlileri E bubekir Ratıb Efendi ve Tatarcık Abdullah Efendi tarafından gönderil enlenli. 2 E bubekir Hatıb Efendi Osmanlı Yönetici Sınıfının idari kurumuna (Kalemi­ ye) mensuptu. Selim'in tahta geçişinden hemen sonra Avrupa'ya gönderileli ve seyahati sırasında edindiği izlenimleri bir dizi rapor halinde bildirdi. Osmanlı İm­ paratorluğu'nda ne yapılması gerektiği konusundaki düşüncelerini belirten ifa­ deleri ile karşılaştırıldığında, onun Avrupa'nın kurumlarına ilişkin tanımlamaları daha az isabetli açıklamalardı. Ona göre: 'Avrupa dmA2tle rinde, hüküm. darlar

koyulan kanunlara,

teşkilatlara, prensip lc;re UR 11ergilere toplumun her seııiyesinde insanlar ıaraf1 ndan tam olarak

Vergiler za manuz da ödendi{Ji m üd­

detçe hiç bir kral, askeri komutan yada b ü rokrat bir başkasmrn işlerine vergiyi gerekçe göstererek müdahale etmez . . . Kişi istediği giysiyi satın alabilir, istedi_ğini söyleyebilir ue kişinin neler yiyip iç2bileceği ?Je nere­ lere gidip gelebüeceği konusunda bır sı.nırlcıma o lrncuiığı gibi, yiyeceğine, g·i yeceğine, alış-verişine ve kazanç:lanna müdahale edilmez. ' Mahkemeler hakkında şunları belirtti. 'Hiç bir dini lwkuka sahip cieğildirier Bu de­ rnektir ki, lsa 'nın koymuş o lduğu kcınunlcırdan sadece evlilikle ilgüi kimi kurallar geçerli kcılrmş tır ue bu alanda bile knıllcır söz konusu olunca lsa 'nın getirdiğ·i kurallar her zaman uygulanmaz. Mirasla ilgili kon.ııiar­ da dini hükümler uygulcınmcırncıktaciır; bu nedenle m.c;ucut Avrupa cieıı­

letlen: Ö?Jle bı: r yapı?Jrı sahip t i r ki, artı.k onlar ehli-k itap olcırak nitelendi­

rilemezler '

Ebubekir Ratıb E fendi, Avrupa devletleri ve onların askeri yapıları, posta sistemleri, yolları, madenleri, tarımı, endüstrisi, bankaları, ticari hayatı ve ben­ zerleri konusunda yazmaya devam etti. O , Avrupalı hükümetin yönetilenlere fayda sağlamak amacıyla var olduğu; bunun da idare etmenin amacının genişle­ mek, imparatorluğu savunmak ve devletin zenginliklerini Sultan ve Yönetici Sı­ nıfın faydası için kullanmak olarak belirlendiği geleneksel Osmanlı düşüncesin­ den farklı olduğu görüşündeydi. Ebubekir'e göre, İmparatorluğun kapladığı ala­ nın çok geniş olması ve bundan dolayı merkezi hükümetin eyaletlerdeki görev­ lilerini denetim altında tutma güçlüğü büyük bir problemdi. Ona göre , Avru­ pa'nın büyüklüğünün temelinde yatan asıl unsurlar şunlardı: ( 1 ) askerlerinin ör­

gütlenme tarzı ve itaatkarlığı; (2) hazinenin etkinliği ve dolu olması; (3) bakan­ ların ve bürokratların dürüstlüğü, kabiliyeti ve sadakati; (4) halkın huzuru, esenliği ve korunması için yapılan düzenlemeler; ve (5) Avrupalı devletlerin or-

1 24

tak faydaları için işbirliği yapma kabiliyeti. B unların, eğer Sultan taklit etmeye

çalıştıklarının ulaştığı büyüklük ve güce erişmeyi gerçekten istiyorsa, reform ça­ balarını yürütürken akılda tutması gereken hedefler olduğunu belirtti. Her ne kadar Ebubekir açıkça ifade etmediyse de asıl söylemek istediği şey, eğer Osmanlı İmparatorluğu Avrupa gibi birliğini sağlamak ve güçlenmek istiyor­ sa, Avrupa'nın geçirdiği türden temel sosyal ve ekonomik değişimleri geçirmesi gerekli olduğu idi. Artık devlet sadece Yönetici Sınıf tarafından ve bu sınıf için ku­ rulamazdı. Eğer Avrupa'da geliştirilen teknikler ve yönetim şekilleri Osmanlı İm­ paratorluğunu güçlendirmek ve modernleştirmek için başarı ile uygulanabilecek­ se, halk kitlelerinin çıkarları, işbirliği ve desteği de dikkate alınmalıydı. Bunlar oldukça önemli ifadelerdi, fakat bu türden görüşler azınlıktaydı. Ra­ por sunan 20 Osmanlı kamu görevlisi Yönetici Sınıfı oluşturan dört kesimin hep­ sinden temsilcileri içermesine rağmen, onların raporları ve önerileri, aşağı-yuka­ rı 1 8. yüzyılda geleneksel Osmanlı reformcularının takip ettiği çizgiyi takip ederek, neredeyse tamamen askeri alan ile sınırlı kalmıştı. Bu ra­ por ve önerilerin hepsi Osmanlı ordusunda neyin yanlış oldu­ ğunu ayrıntılı biçimde tarif ettiler, ancak değişmeyen çözüm­ leri sadece Yeniçeriler ve Tımarlı sipahilerin 1 6 . yüzyılda iş­ levlerini başarı ile yerine getirdikleri biçimde çalışmalarını sağlamaktı. Sadece raporlardan üçü bu askeri birliklerin Av­ rupa silahları ile silahlandırılmasını ve Avrupa tarzı eğitim ve­ rilmesini önerdiler. Sadece iki rapor yeni silahları kullanmak için Yeniçeriler dışında yeni askeri birlikler oluşturulmasını önerdi. Fakat hiç bir rapor, Yeniçerilerin tek başına reformlar önünde en önemli engel olduğu gerekçesiyle lağvedilmesini önermedi ya da ima etmedi. Sadece Ebubekir, reformların as­ keri olmaktan öteye diğer alanları da kapsaması gerektiğini, Osmanlı sosyal sisteminin tebanın bir şekilde yönetime katıl­ maları ve katkıda bulunmalarını sağlayacak şekilde gözden geçirilmesi gerektiğini -ki bu konu Tanzimat Dönemi'nde ele alınacaktır- önerdi. Bu nedenle III. Selim, saltanatının geri kalan yıllarında sade­ ce askeri alan üzerinde, diğer bir deyişle Nizam-ı Cedid diye adlandırılan kurum üzerinde, yoğunlaştı. Tatarcık Abdullah Efendi, Ulema sınıfına mensuptu. Fakat, diğer pek çok dini liderden farklı olarak kendi kurumu dahil reform yapılması konusunda ol­ dukça istekliydi. III. Selim'e rapor sunanların çoğu mensubu oldukları kurumlar­ da kendilerini ve kendi siyasi müttefiklerini etkileyebilecek değişiklikler yapıl­ masını desteklemekten kaçınmış olmalarına rağmen, Abdullah Efendi, kendi ku­ rumu İlmiye dahil Osmanlı hükümeti ve toplumunun bütün boyutlarını dikkate alan bir rapor sunan tek kişiydi. O, Sultan tarafından görevlendirilen özel bir ku­ rul tarafından dini kurumun bütün mensuplarının sınavdan geçirilmesini ve din­ leri konusunda bilgisiz olanların ya da görevlerini yerine getirecek kapasiteye sahip olmayanların işlerine son verilmesini tavsiye etti. Abdullah Efendi şu gö­ rüşleri belirtmişti: Osmanlı Yönetici Sınıfının tamamında var olan yaygın rüşvet ve yakınları kayırmanın yerini bütün atamalar ve yükseltmeler için katı sınavlar yapılması almalı, ulema arasında sadece görevlerini yerine getirmek isteyen kişiler atanmalı ve görevde tutulmalıdır. Anlaşıldığı kadarıyla geçmişte bir uygula-

1 25

ma olarak var olan, bu mevkiler diğer kurumların mensuplarının emeklilik son­ rasında bir emeklilik maaşı fonu olarak kullanılmasına son verilmelidir. Sadece dürüst ve becerikli şahıslar Ulema'ya önderlik etmek için atanmalıdır ve bunla­ ra da sorunları araştırmak ve çözüm bulmak, yeteneksizleri dışlamak, dini okul­ lar ve camileri asıl işlevlerine kavuşturmak için gerekli zaman ve özgürlüğe sa­ hip olmaları sağlamak amacıyla görevlerinde beş ila on yıl kalma süresi verilme­ lidir. Fakat, Tatarcık Abdullah bile Ulema'nın ihtiyaç duyduğu geleneksel eğiti­ min değiştirilmesi ya da modernleştirilmesi fikrinden bahsetmeye cesaret ede­ medi. Onun tavsiyeleri uygulandığında, eğitim, önceden olduğu gibi, hala sınırlı ve bağnaz kalacaktı. Fakat, en azından Ulema teşkilatının başlangıçta kuruldu­ ğu amaca uygun olarak çalışması sağlanacak ve kurumun asıl dini görevleri bü­ tün inananların yararına olacak biçimde yerine getirilecekti. Sultanlık ve Saltanat Kurumları konusunda, Tatarcık Abdullah İmparatorlu­ ğun sorunlarının nedeni olarak, bu kurumların daha önceki iki yüzyıl boyunca gelişme tarzını, özellikle onların halktan ve ordudan soyutlanmalarını gösterdi. Ilk Osmanlı Sultanları ordu ile birlikte yaşamış ve sorunları tebaları ile tartışmak için hazır bulunmuşken, 1 453'ten sonra İmparatorluğu yönetenlerin Bi­ zans etkisi sonucunda kendilerini tecrit ettiklerini belirtti. Abdullah



f



Efendi, bu uygulamanın Sultanı ve vezirlerini İmparatorluğun içinde bu-

fi

lunduğu duruma ilişkin detaylı bilgi edinmekten alıkoyduğunu ve onları, sağladıkları bilgileri kendi çıkarlarına göre şekillendiren yardımcılarının

. "ı'tt\ ' •

yazdığı raporların insafına bıraktığını söyledi. Bundan dolayı, zaman za­ man Sultanın ve vezirlerinin saraylarını terk ederek, politikalarının nasıl uygulandığını, eyaletlerin ihtiyaçlarının neler olduğunu, halkın nasıl dü­ şündüğünü ve neler istediklerini anlamak için şehirlere ve kırsal alana gitmelerini tavsiye etti. Gerçekten bu, 15. yüzyıldan beri askeri hareket­ ler haricindeki zamanlarda saraylarında oturan sultanlar için iyi bir şans olabilirdi. Abdullah Efendi bürokrasiyi incelerken, o dönemde mevcut olan yozlaşmanın çoğunu, resmi görevlilerin Sultan'a ve sarayda onun etrafın­ da bulunanlara, mevkilerine atanmaları karşılığında ödemek zorunda kal­ dıkları büyük ücretler ve rüşvetlere bağladı. Sırası ile bu memurlar da, ödediklerini telafi etmek için halka aşırı vergi yüklemek zorundaydı. Bu uygulama kaçınılmaz olarak mevkilerin en çok yeterli olanlar yerine en fazla parayı ödeyebilenlere verilmesine neden oldu ve yetenekli ve dü-

111. Selim'e ait Berat ( 1 79 1 )

rüst görevlilerin bile makamlarını, ödedikleri ücreti telafi etmek ve ken­ dilerine menfaat sağlamak için kullanmaya mecbur etti.

Abdullah'ın önerdiği çözüm basitti. Sultan kendisine ve memurlarına öde­ nen ücretleri kaldırmalıydı. Bu, memuriyetin her kademesinde rüşvetlerin ve ücretlerin ortadan kalkmasını mümkün kılacaktı. Böylece atamalar kabiliyet esasına göre yapılabilecekti. O zaman yürürlükte olan bir yıllık atama süresi ye­ rine, görevlilerin hemen işten çıkarılma korkusu olmaksızın görevlerini yerine getirebilmeleri için gereken yetki ve güvenliğe sahip olabilmelerini sağlamak amacıyla üç veya beş yıllık dönemler için atama esası getirilmeliydi. Son olarak

1 26

Abdullah Efendi, üst düzey devlet memurluklarına varlıklı olanların atanmasının tercih edilmesi -bu tür kişilerin çalmak için hiç bir nedene sahip olmayacakları

ve rüşvete ihtiyaç duymayacakları nedeniyle- gibi ilginç bir öneride bulundu. Bu uygulama, eğer hükümet etkin olacak ve hem Sultan'a hem de halka hizmet ede­ cekse bastırılması gerekli olan rüşvet ve yolsuzluk döngüsünü sona erdirecekti. 1 792 tarihli Yaş Antlaşması ile Osmanlı İmparatorluğu'nun 18. yüzyılda Rus­ ya ile yaptığı üçüncü ve son savaş sona erdiğinde, nihayetinde III. Selim uzun zamandır planladığı reformları yapabilmek için zaman bulabildi. O, Osmanlı top­ lumunu bütün alanlarda yenileştirmeye niyetlenmiş olabilirdi. Fakat, düşmanla­ rının karşısında aldığı en son yenilgiler nedeniyle -saltanatının geri kalan yılla­ rında maruz kalınan sürekli yabancı saldırıları da dikkate alınırsa- her şeyden önce askeri boyut üzerinde yoğunlaşmak zorundaydı. Bu durum III. Selim'in 1 9 .

yüzyılda kendini takip eden reformculardan daha çok babasına ve amcası 1. Ab­ dülhamid'e benzemesine neden oldu. Fakat Selim için askeri alanda reformları uygulamak ya da yeni silahlar ve usulleri getirmek dahi güçtü. Yeniçeri ocağına beraberinde yeni üniformalar ve modernleştirme planlarını götüren görevliler atandığı zaman bunlar parça parça edildiler. Fakat Selim vazgeçmedi. Sadece yetenekli askerlerin görevlerine devam edebileceğini kesin­ likle belirtmek için Yeniçeri kadrolarını yarı yarıya azaltma­ yı denedi. Eyalet valilerine, gençleri kendi gözetimleri al­ tında eğitmeleri ve onları Yeniçeri ocağında boşluklar oluş­ tuğunda buraya alınmaları için hazır tutmaları emredildi. Yeniçerilere Avrupa tarzı üniformalar, tüfekler ve mermiler sağlanması, her bir alaya bu silahların nasıl kullanılacağını öğretmek için silahların kullanımı konusunda eğitim gör­ müş belli sayıda askerin verilmesi gibi yeni girişimlerde bu-

Kaptan Paşa'nın Cebeciler Köşkü'nden hareketi

lunuldu. Yeni metotları kabul etmeye ikna etmek amacıyla Yeniçerilerin maaşla­ rı artırıldı ve yıllardır ilk defa maaşlar zamanında ve tam olarak ödendi. Atlı Sipahi birlikleri, topçular (Topçiyan) ve savaştan arkaya kalan diğer da­ ha az önemli uzmanlaşmış birimler, varlıklarını temin etmek için gerekli olduğu­ nu düşündükleri değişiklikleri kabul etmeye çok daha istekli gibi göründüler. Her bir uzman birimin idari ve askeri işlevleri birbirinden ayrıldı; mali ve ticari işleri yürütmekle görevli gözetmenler (nazır) atanması ile birlikte, daha önce mutlak yetki sahibi olan kumandanlar (Ağalar) sadece askeri vazifeleri yapmak­ la görevlendirildi. Rütbehler belli aralıklarla sınavlara tabi tutuldu; bu sınavlar sonunda çok sayıda rütbeli yeteneksizlik ya da dürüst olmamaları nedeniyle atıl­ dılar ve yerlerine alt kademelerden coşkulu gençler alındı. İhtiyat kuvvetleri, as­ keri hizmetlerini yerine getirenlerden olduğu gibi bunların çok sayıda çocuğun­ dan ve savaşta yararlılık gösteren düzenli ordu dışındaki birliklere mensup olan­ lardan oluşturuldu. Kışlalar modernleştirildi, kıyafet ve yiyeceklerin düzenli ola­ rak sağlanması için gerekli düzenlemeler ve ücretler yüzyıldan fazla bir zaman­ dır ilk defa zamanında ve tam olarak ödendi. Tımarlar tarafından bakılan Sipa­ hilere, geçmişte kanuna aykırı biçimde yaptıklarını -oğulları askerlik hizmeti ya­ pabilecek durumda olması halinde mal varlıklarını v.e mevkilerini onlara miras bırakmak- resmen yapabilmelerine izin verildi. Tımar sahibi Sipahilerin ve do­ nanma subaylarının kendi mal varlıklarını idare etmek için kış aylarında evleri­ ne döndüğü eski sistemin yerine, her on kişiden birinin bu tür görevleri yerine getirmek üzere meslektaşlarını temsil etmesini içeren ve böylece atlı birlikler ve

1 27

donanrnanın yazın olduğu gibi kışın da savaşa hazır olmasını teminat altına alan rotasyon sistemi getirildi. Fakat insan doğasında var olan yeniliğe karşı direnme devam etti; öyle ki girişilen reformlardan hiç birisi Selim'in arzuladığı başarıyı el­ de edemedi. Bu nedenle III. Selim zamanla daha çok tamamıyla yeni bir ordu oluşturmak üzerinde yoğunlaştı. Bu orduya, Gazi Hasan Paşa'nın I. Abdülhamid döneminde oluşturduğu yeni donanmaya verdiği isim benimseyerek Nizam-ı Cedicl ('Yeni Düzen') adını vereli. Bu isimde kullanılan nizam kelimesinin türetildiği Arapça "nzm" kökü, daha önceki iki asır boyunca Osmanlı silahlı kuvvetlerinin vr ger­ çekte bir bütün olarak Osmanlı toplumunun bir özelliği haline gelen düzensizlik karşısında 'düzenleme' ya ela 'yeniden clüzenleme'ye vurgu yapar. Nizam-ı Ceclid temelde Avrupa usullerine uygun olarak teşkilatlandırıldı, çünkü Avrupa ülkele­ rinin askeri teşkilat yapısı esas alınarak, Avrupalıların taktikleri, disiplini, ünifor­ maları ve silahları Avrupalı askeri komutanların gözetimi altında kullarnlmı ştı. Bu komutanlardan bir kısmı henüz yeni sona eren savaşta tutsak alınmıştı, bir kısmı ise karşılığında Osmanlının sadakatini ve hatta itaatini uman Avrupa hü­ kümetleri tarafından verildi. Bu girişimi destekleyecek fonları sağlamak için ku­ rum ve kurallarıyla kökleşmiş O smanlı hazinesini kullanmak mümkün değildi , çünkü her bir gelir zaten Selim'iıı faaliyetlerine engel olmaya cesaret edemedi­ ği ya ela engel olmak istemediği belirli kurum ve girişimler için ayrılmıştı. Bunun yerine, Irac!-ı Cec!ic! ('Yeni Gelirler') denilen ve adının da ima ettiği gibi daha ön­ ce vergi alınmayan kaynaklardan gelir elde eden yeni bir Hazine kuruldu. Bu kaynaklar 1 7. yüzyılda yapılan son kadastro çalışmasından beri yüzyıllar­ dır tarıma açılan ve bu nedenle hazinenin vergilendirmediği toprakları -bu top­ raklarırı çoğu gayri- resmi olarak ve kendi çıkarları için haydutlar ya da Osmaıı­ lı Yönetici Sınıf tarafından kullanılmasına rağmen- içerir. Diğer gelirler, mevcut karışık ortamı kendi refahlarını Sultanın ve hükürnetin aleyhine artırmak için kullananların topraklarına ve diğer mal varlıklarına el konulmasından elde edi­ len gelirler oluşturdu. Bu gelirlerle, Istanbul'un kuzey banliyölerinden Levend Çiftliği adlı yerele -burası ismini, Galata tersanelerinin tersane hayatını ve ncır­ mal işlerini kesintiye uğratmaktan kaçınmak için bmada toplanan Akdeniz de­ nizcilerinden (leventler diye ac!lan clırılırlar) almıştır- eğitim sahaları ve kışlalar kuruldu. Bu tesisler, Yeniçerilerin ya ela Sipahilerin ya ela normal halkın, eğer gelişmelerine ve güçlenmelerine izin verilirse eski kurumları ortadan kaldırabi­ lecek nitelikte yeni askeri güçlerin Sultan tarafıııdan oluşturduğunu clüşünrne­ lerini önlemek için, lstanbul şehir hayatının merkezlerinden uzaklarda kuruld u . III. Selim, Nizarn-ı Cedicl ordusuna asker b ulmak için Anadolu köylülerine da­

yandı. Çoğu zaman b u askerler şahısların askere alınmasından çok, eyalet vali­ lerinin katkısı esasına göre toplandı. Bu valilere, o bölgedeki en iyi gençlerin alınma�ı amacıyla bir nevi yerel askere alma uygulaması yapılması karşılığında, yeni hazineden önemli miktarlarda gelirlcT ve kendilerine ait modern yerel Ni­ zanı-ı Ceclid muhafızlarının o luşturulması için askere alınan kişilerin bir kısmı­ nın hizmetlerinden yararlanabilecekleri ihtimalini içeren sözler verildi. Modem üniformalar, silahlar, cephaneler ve ihtiyaç duyulan diğer malzemeler, kısmen çoğu zaman Ingiltere, Fransa ve diğer ülkdcre gönderilen sefirlerin organize et-

1 28

tiği ve Iracl-ı Ceclid tarafından finanse edilen sat ın almalarla, fakat çoğunlukla

SULTAN 111. AHMED

( 1 70 3 - 1 730)



SULTAN 1. MAHMUD'UN MüLKNAMESİ

SULTAN 1 . MAHMUD

( 1 7 30- 1 7 54)

.

Wı .

' . .

.

SULTAN 111. ÜSMAN ( 1 754- 1 7 5 7 )

l

lifAb. .tlıllt f b�)\, fr'..w. . -� v:,.:� ·�\ ı:"':�I 't..1�"' . l';t�.�.: �.ı.·!;,.•r;.,.l· >jı: ,., ,�·· �

"•

'

"'-:.

'"-4 :.



.

::·_- . .

•.

.,.

•.•

. ....... .....

�. v'

��· . ' . .

... � .� ..

SULTAN 111. ÜSMAN'IN TUGRALI FERMANI

-� -- �

111. MUSTAFA ( 1757-1 774)

SULTAN 111. MusTAFA'NIN TUGRALI FERMANI

111. ÜSMAN ( 1 754- 1 7 5 7 )

SULTAN 1 . ABDÜLHAMİD ( 1 774-1 789)









. ,•

1. ABDÜLHAMiD'iN TUGRALI FERMANI

III.

SELİM ( 1 789-1 807)

SULTAN III. SELiM'iN GüMÜŞ MüHRÜ

IV . MU STAF A

(1807 -1 80 8)

Mu sT AFA'N IN Su LT AN ıv . MANI Tu cRALI FER

SULTAN il. MAHMUD'UN SALTANAT ARABASI

SULTAN il. MAHMUD'UN TUGRALI FERMANI

SULTAN il. MAHMUD ( 1 808- 1839)

genç Sultan'dan ülkeleri için kayırma, ilgi ve destek elde etmeye çalışan değişik Avrupa devletlerinin İstanbul'daki büyükelçileri tarafından ayarlanan katkılarla karşılandı. 1 779 ve 1800 yıllarında Levend Çiftliği'nde Nizam-ı Cedid askerlerin­ den oluşan iki alay kuruldu. Bunlar çoğunlukla piyadelerdi, fakat ikinci birlikler tam olarak oluşturulduğunda, bu askeri kuvvetin emrine bir atlı birlik de veril­ di. Bunları, İstanbul'un Anadolu yakasındaki Üsküdar'da büyük bir alayın kurul­ ması takip etti. Eyalet valileri başlangıçta askere aldıkları kişileri İstanbul'a eğitim için gön­ dermeleri ve bunlardan bir kısmını yardımları karşılığı olarak geri almışlardı. Fa­ kat 1 9. yüzyılın ilk yıllarında eğitilmiş Nizam-ı Cedid askerlerinden oluşan eya­ let birliklerinin kurulması için -ilk önce doğu Trakya'da Edirne, Çorlu ve Siliv­ ri'de- kendi kaynaklarını kullanmaları teşvik edildi. Bununla birlikte bu tür kuv­ vetlerin Osmanlı idaresinin Balkanlar'daki daha uzak merkezlerinde de oluştu­ rulması girişimleri, Sultan'ın denetimi altındaki bu türden herhangi bir gücün kaçınılmaz olarak kendilerinin giderek bağımsızlaşan düzenlerini zayıflatacağın­ dan haklı olarak korkan ve bu tür bir güç yerine çoğu zaman Büyük Katerina'nın gözdesi Amiral Vasili Orlofun komutasında 18. yüzyılın sonlarında doğu Akde­ niz'e giren Rus deniz kuvvetlerinin yardımıyla kendi modern askeri kuvvetlerini kuran ayanlar tarafından başarısızlığa uğratıldı. III. Selim daha sonra önemli sayıda Nizam-l Cedid birliklerinin Anadolu'nun çeşitli yerlerinde Ankara, Bolu, Kayseri, Kastamonu, Kütahya, Kırşehir, Amasya, Sivas, Aydın, Çankırı, Çorum, Aksaray, Mente­ şe, Seydişehir, Niğde, Hamid, Manisa, İçel ve Karaman3kurmayı başardı, fakat Avrupa'daki eyaletlerde olduğu gibi, bu birlikler de öncelikle onları merkezi hükümet ve özellikle onun hazinesi aleyhine güçlerini artırmak için Tophane Meydanı, (Album de L'armee Liberatrice-2 1909) kullanan eyalet valilerinin emri altına girdi. İster lstanbul'da isterse eyaletlerde bulunsun, bu yeni birimler kısa bir süre içinde, artan ölçüde Sultan'ın iltimasırn kazanmak için rekabet eden değişik ya­ bancı ülkeler tarafından sağlanan en modern silahlarla teçhiz edildi. Ek olarak, 18. yüzyılda İstanbul ve civarında kurulan silah ve üniforma fabrikaları İngiltere ve Fransa'rnn sağladığı görevliler tarafından modernleştirildi. Ancak her iki dev­ letin Sultan'ın iltimasırn kazanmak için aralarında mücadele ve rekabet etmeleri ve en iyi subayları değil fakat kendi ülkelerinin ordusunda rakipleri ile yarışta ba­ şarılı olamayanları göndermeleri, girişilen işlerin çoğunun amacına ulaşmaması­ na yol açtı. Daha başarılı olan girişimler, aynı zamanda genç Osmanlıları Avru­ pa'da geliştirilen askeri bilimler ve teknikler konusunda eğitmek için kurulan tek­ nik okullardı. Rusya ile yapılan savaşın son yıllarında Gazi Hasan Paşa tarafından kurulan Deniz Mühendislik Okulu'na Mühendishane-i Bahriye-i Hümayun 1 795 yılında Mühendishane-i Berri-i Hümayun (Kara Mühendislik Okulu) eklendi. Bu okul, Osmanlı subaylarını topçuluk, istihkam, mayın döşenmesi ve mü­ hendislik alanında teorik olduğu kadar pratik konularda eğitti ve bu eğitim sa­ dece yeni ordu mensupları için değil, aynı zamanda eskiden kurulan Tophane ve cebeci birlikleri gibi, Yeniçerilerden farklı olarak, sadece kendilerinin önem ve gücünü artıracak olması nedeniyle modern silahları ve teknikleri kabullenmeye istekli ve arzulu birlik mensuplarına da verildi.

1 29

Reformlar sackce kara kuvvetleri ile ele sınırlı kalmadı. O smanlı donanması­ nın tamamının Ruslar tarafından Çeşme Savaşı'nda yok edilmesi ve böylece clr­ niz kuvvetlerinde modernleşmeye karşı eski usullerin devamında kazanılmış çı­ karı olan kişilerden yönelecek muhalefetin tümüyle ortadan kalkmasından bu yana geçen sürede, tamamen yeni ve modern bir deniz gücü Su ltan I . Abdülha­ mid'in son yıllarında Gazi Hasan Paşa'nın ve Selim'in saltanatı döneminde hale­ fi Küçük Hüseyin Paşa'nın ( 1 792 - 1 803) önderliğinde oluşturuldu. Yetenekli su­

bayları çekebilmek ve işte tutabilmek için, rüşvet yerine kabiliyeL esasına göre düzenlenmiş terfi sistemi dahil , düzenlemeler yapıldı. Gemide b ulunan subayla­ rı ve diğer personeli doyurma konusunda, her bir denizci grubunun geminin de­ ğişik yerlerinde kendi mutfaklarına sahip olmaları ve bunları kullanmal arı -ki bu sıklıkla bütün gemiye tahrip eden büyük yangınlara neden olurdu-şeklindeki ge­ leneksel sistem bırakılarak bu görevi donanmanın kendisi üstlendi. Donanmaya personel temin etmek için yeni bir askere alma sistemi E ge ve Akdeniz k ıyıların­ daki bölgelerde uygulandı. Aynı zamanda denizcilerin de, yüksek maaşlar, dü­ zenli eğitim ve yükselmenin kurallara bağlanması ve denetim vasıtasıyla aktif hayatlarının tamamında görevde kalmaları teşvik edildi. Modern gemilerden olu­ şan yeni bir filo, Haliç üzerindeki Kasımpaşa semtinde bulunan Tersane-i Hüma­ yun' da, Fransız deniz mühendisi Jean-Babtiste Poussielgue başkanlığındaki bir grubun rehberliğinde oluşturuldu. Aynı zamanda Haliç'in daha aşağı kısmındaki Hasköy'de bulunan Deniz Mühendisliği Okulu genişletildi ve modernleştirildi; burası, bundan s onraki ilk savaşta Rusların Karadeniz filosuna karşı bir kaç de­ niz zaferi kazanacak kapasitede, oldukça be cerikli bir subaylar grubu yetiştirdi. III. Selim'in modern anlamda reformcu olmadığı, fakat daha çok

1 8 . yüzyıl­

da sel efleri tarafından yapılan türden reformların devam ettiricisi olduğu, diğer bir deyişle O smanlı sisteminin geri kalan kısmında her şeyin olduğu gibi korun­ ması için askeri güçleri modernleştirmek yolunu benimsediği, O smanlı sistemi­ nin diğer kısımlarında reform yapmak için çok sınırlı girişimlerde bulunması ta­ rafından ispatlanır. Geleneksel Osmanlı hazinesini ve finansal sistemini değiştir­ mek yönünd e , 1 6 . yüzyılın ortalarında yapılan reformlardan bu yana sınırlı ölçü­ de başarılı olmuş çareler arasında yer alan, eski yeteneksiz ve yolsuzluğa bulaş­ mış katipleri (memurları) Hazine'den temizlemek ve akraba kayırmacılığı ve rüşveti yasaklamak suretiyle eski sistemi işler duruma getirmeye çalışmak öte­ sinde çok az şey yapıldı. Osmanlı toplumu üzerinde en az bir yüzyıldır yıkıcı et­ kileri olan ekonomik ve sosyal problemlere, bu problemleri bastırmak yoluyla düzeltme girişimlerinde bulunuldu. Üzerlerinde yolsuzluğa bulaşmış resmi gö­ revliler ve aynı şekilde haydutlar tarafından uygulanan baskılardan kaçmak amacıyla kırsal alanları terk eden köylüler için yapılan tek şey, onları evlerine dönmeye zorlamaktı. Aynı zamanda, İstanbul'da ve diğer büyük şehirlerde bu köylülere -ve yoksul şehirli halka- hizmet sunmak için türeyen oteller ve kahve­ haneler, sanki bu tür insanların bir araya geldiği mekanların faaliyetine son ver­ mek s efaletin sebeplerine çözüm getirecekmiş gibi, muhalefetin merkezi olduk­ ları gerekçesiyle kapatıldı. Ailelerine yiyecek bulmak için çoğunlukla İstanbul'un s okaklarında dolaşan kalabalıkları ortadan kaldırır ümidiyle, farklı sınıflardan in­ sanların kendileri için belirlenen geleneksel başlıkları ve kıyafetleri giyınelerini emreden yeni fermanlar yayınlandı. Benzeri biçimde Selim, İrad-ı Cedid tarafın-

1 30

dan karşılananlar dışındaki modernleşme çabalarına para sağlamak amacıyla,

normalde felaket getirici nitelikteki paranın değerini düşürmek, zenginlerin mal varlığına el koymak ve vergileri artırmak metotlarına başvurdu. İstanbul ve di­ ğer büyük şehirlere getirilen yiyecekler üzerinde fiyat kontrolleri uygulayabildi ve böylece en azından aşırı nüfus artışı ve enflasyonun kötü etkilerini kısmen hafifletti. Yine de bu problemler var olmaya devam etti; bunlar ancak 1 9 . yüzyıl­ da daha sonra Tanzimat ile getirilen daha köklü değişiklikler vasıtasıyla çözüle­ cekti. Çok sayıda bilim adamı, III. Selim'in saltanatının Fransız Devrimi ile aynı dö­ neme denk gelmesi nedeniyle, bu devrime ait fikirlerin Osmanlı toplumuna sira­ yet ettiğini ve böylece 1 9. yüzyılda Osmanlı toplumunu değiştirecek olan geniş kapsamlı değişiklikler için ortamı hazırladığını varsayarlar. Fransız Devrimi tem­ silcilerinin en azından düşüncelerini İstanbul'da açıklanmaya çalıştıkları doğru­ dur, buna karşın Fransa ve İngiltere'den eski düzenin temsilcileri onlara şiddet­ le karşı çıkmıştı. Her halükarda, onlar düşüncelerini Osmanlıların -hem üst hem de alt tabakaların- anlayacağı şekilde sözle ifade etmekte zorlanmıştı. Yeni tek­ nikleri tanıtan artan sayıda yabancı subayın varlığının bu fikirlerin anlaşılmasın­ da bir miktar etkisi olduğu da doğrudur. Bununla beraber onlar çoğu zamanlar Osmanlı üniformaları içinde kendilerini gizlediler ve gerçekten de ilişki içinde bulundukları sınırlı sayıda Osmanlı subayı arasında bile mesajlarını yaymak açı­ sından ciddi zorluklarla karşılaştılar. Bu sadece dil sorunundan kaynaklanmıyor­ du; ilk olarak 16. yüzyılda ortaya çıkan ve o dönemde büyük ölçüde geçerliliğe sahip, Osmanlı ve İslam toplu­ munun inançsız Batı'nın geliştirebileceği her şeyden önemli ölçüde üstün olduğu ve inançsız Batı'yı taklit et­ mektense daha önceki dönemlerde Osmanlı'yı büyük yapan usullere dönmek suretiyle bu başarının tekrarla­ nabileceğini ileri süren Osmanlı geleneğinin devam et­ mesi nedeniyle idi. Belki de III. Selim zamanında başla­ tılan askeri reformların en doğrudan sonucu, az sayıda Osmanlı subayının edindiği Avrupa'nın metotları ve tek-

lstanbul, Beşiktaş Sarayı

niklerine ilişkin eğitim ve yabancı dil öğrenimiydi. Bu onlar için Batı'ya bir kapı açtı, ancak bu eğitimin 1 9 . yüzyılın daha sonraki dönemlerinde önemli sonuçla­ rı oldu ve bu sonuçlar onların kendileri yerine torunları vasıtasıyla ortaya çıktı. III. Selim'in giriştiği reformlar, büyük ölçüde İmparatorluğunun o zaman içinde bulunduğu şartlar nedeniyle kendi zamanında çok az başarılı oldu. Pek

çok yönden, ne kendisi ne de çağdaşları İmparatorluğun ihtiyaç duyduğu türden reformları yapmaya hazır değildi. İncelediğimiz gibi, Selim'in himayesindeki re­ formcular bile Osmanlı'nın geçmişinde var olan gelenekleri övdü ve kendilerinin İmparatorluğun hizmetine getirdikleri yabancıları dinlemeye pek niyetleri yok­ tu. İkincisi, 1 8 . yüzyıl boyunca Osmanlı İmparatorluğu'nun maruz kaldığı yenil­ gilerde rol oynayan İmparatorluğun kamu düzeninden yoksun olması ve dağıl­ ması unsurları, Osmanlı toplumunu rahatsız etmeye ve yıkıma uğratmaya devam etti. Osmanlı merkezi idaresi, eyaletler üzerindeki denetimini fiilen kaybetmişti; buralarda vergileri -ki bu vergilerin, reformları finanse etmek için merkezi hazi­ neye gitmesi gerekirdi- toplayan yerel eşraf (ayanlar) hakim olacaktı. Tepede­ lenli Ali Paşa Arnavutluk'un büyük kısmını ve kuzey Yunanistan'ı denetimi altına aldı ve güney Arnavutluk'taki Buşatlı eşrafı ile çatıştı. Bayraktar Mustafa Pa-

131

şa, Tuna nehri kıyısındaki Rusçuk şehrini merkez edinerek kuzey Bulgaristan ve doğu Sırbistan'ı denetledi. Pasvanoğlu Osman Paşa da, geniş imparatorluğunu merkez edindiği Vidin şehrinden kuzeybatı Bulgarislan ve doğu Sırbislan'a yay­ dı . Memlük soyundan gelen yerel eşraf bütün Arap eyaletlerinde hakim oldu. İla­ veten, taşradaki eşrafın ileri gelenleri -Doğu Anadolu'da derebeyi, Balkanlarda hayduk ve

kleft olarak adlandırılır- kırsal alanda başıboş dolaştılar ve böyle ya­

parak buralarda tarım yapanları horladılar ve pek çoğunu topraklarını terk et­ meye zorladılar. B u ise, gittikçe sayıları artan ve açlık, hastalıklar ve devlet ve diğerlerinin uyguladığı teröre maruz kalan şehirli nüfusa sağlanabilecek yiyecek miktarında önemli azalmalar olmasına neden oldu. III . Selim ve oluşturduğu ye­ ni reformcu Yönetici Sınıf kendilerini eğlenceye vererek dikkatlerini başka yöne çevirdiler. Bu durum , tebasının çoğunun çektiği ıstıraplarla tamamen çelişkiliy­ di. Teba ise karşılaştıkları zorlukları reformlara bağlamakta, Osmanlı toplurnıın­ da kendi mevkilerini korumak için Nizam-ı Cedid'i ortadan kaldırmaya çalışan eski Yönetici Sınıfın üyelerini desteklemekte idiler. Bunun doğrudan sonuçların­ dan birisi, başını Yeniçerilerin çektiği eski askeri birliklerin yeni kurulan ların kullanıldığı herhangi bir savaşa katılmayı reddetmeleriydi . Bunun sonucu, kuru­ lu ordunun büyük bir kısmı hala Yeniçerilerden oluşt uğu için, kendi toprakları­ nı Selim'irı aleyhim� genişletmek am::ı.cıyla Osmanlı'nın zayıflığından yararlanma­ ya çok istekli Balkan ve Avrupalı güçler İmparatorluğu işgal ederken bile , Ni­ zam-ı Cedid ordusunun savaşta çok az kullanılmasıydı. III. Selim'in sınırl ı reform girişimlerini başarısızlığa uğratan iç faktörlere ila­

ve olarak, gerçekten, herhangi bir başarı elde etmek için yeterince kapsamlı ya da hızlı hareket etmekten onu alıkoyan dış faktörler vardı . Selim bir süre için, 1 792'de Avusturya ve Rusya ile barış anlaşması yapılması sonrasında, Avru­ pa'daki diplomatik ve askeri durumdan faydalanabilmişti. Fransız Devrimi 'nin kendisi ve 1 793 ve 1 795 yıllarında Pol onya'nın bölünmesi, bir süre için Avru­ pa'rıın büyük g üçlerinin dikkatini bu olaylara çevirdi ve Selim'e reformlarını baş­ lattığı bir kaç yıllık bir barış dönemi bahşetti. Fakat 1 798'de onun düzenlemele­ rinin tamamı, hiç beklenmeyen bir olay -Fransızların Napolyon Bon aparte lider­ liğindeki Mısır Seferi- Larafından sarsıldı. B u sefer, İngiliz denetimindeki Hindis­ tan'ı bir kara harekatı ile işgal etmek ve aynı zamanda Napolyon'a, Fransa'da ik­ tidarı ele geçirebilmesini mümkün kılacak -gerçekten de ele geçirmişti- türden bir şöhret sağlamak gayretiyle başlatılmıştı . 4 Fransızların Napolyon'un komutasındaki Mısır seferi,

do narırnarıın T o ­

ulon'dan denize açılması ile başladı. Fransızlar, kendilerini aramakla görevli Lord Nelson'ın komutasındaki İngiliz filosundan hızlı davranarak Malta'yı aldılar

ve 1 Temmuz 1 798'da İskenderiye'ye çıkarma yaptı lar. Temmuz'un sonuna ka­

dar, Osmanlı Mısır'ırıın denetimini 1 8 . yüzyılda ele geçiren Mernlüklerin ortaçağ usulü kuvvetlerini yendiler ve İskenderiye ile Kahire dahil aşağı Mısır'ı ele geçir­ diler. Napolyon, donanması sonunda kendisini yakalayan Nelso n'ırı komutasın­ daki İngiliz donanması tarafından Mısır kıyısındaki Abukir'de yenilmesi (1 Ağus­ tos 1 798) sonucunda, Fransa ile irtibatını kaybetti. Seferi yapan kuvvetlerini Mı-

132

sır'da bırakarak Fransa'ya döndü (22 Ağustos 1 798) .

Fransız işgalinden kurtulan Memlüklerin desteğini alan bedeviler Yukarı Mı­

sır'ı savunmaya devam ettilerse de, Napolyon'un halefleri, onun Hindistan'a doğ­ ru

ilerleyişi içeren ihtişamlı planını gerçekleştirmeye yönelik ilk adım olarak Fi­

listin'i işgal etti. Ancak Gazze'de şehrin valisi Cezzar Ahmed Paşa komutasında­ ki ve Istanbul'dan gönderilen Nizam-ı Cedid kuvvetlerini de içeren -III. Selim'in saltanatı boyunca Nizam-ı Cedid'in önemli bir savaşta kullanıldığı tek olay- Os­ manlı kuvvetlerine yenildiler (23 Mart-21 Mayıs 1 799) . Napolyon, Mısır'da kaldığı dönemde, Fransa'nın Mısır'ı Osmanlılar adına, burayı Memlük hakimiyetinden kurtarmak için işgal ettiğine ili. Selim'i ikna et­ meye çalıştı. Fakat ili. Selim Fransız işgaline bir tepki olarak, ülkesinin yaptığı ittifaklarda köklü değişiklikler yaptı. Bunu, sadece Rusya ve Avusturya'nın ken­ di çıkarları aleyhine fayda sağlamasını önlemek için benimsediği 19. yüzyıldaki Osmanlının toprak bütünlüğünü koruma politikasını henüz geliştirmeye başla­ yan İngiltere ile değil, aynı zamanda Fransızları imparatorluğun en değerli mülk­ lerinden birinden dışarı çıkarmak için desteğini sağlamak amacıyla geleneksel düşmanı Rusya ile ittifak yaparak gerçekleştirdi. Osmanlı ile ittifak yapan Rusların donanması Boğazlardan geçerek Doğu Akdeniz'e açıldı. Ruslar mevcut durumu Osmanlıya karşı Balkanlarda daha faz­ la isyan çıkması için silah sağlamak ve bu isyanları teşvik etmek amacıyla kullan­ dı. Aynı zamanda, bir İngiliz-Osmanlı birleşik gücü, Mı­ sır'daki Fransız ordusunu teslim olmaya ve eyaleti boşalt­ maya mecbur etti (3 1 Ağustos 1801). Fakat Napolyon'un halefleri, Fransızların Mısır'da bulunduğu dönemde, başlangıçta Osmanlı kurumlarını ve usullerini koruma girişiminden sonra, Fransız ordusunun ihtiyaçlarını sadece Mısır'ın öz kaynaklarından karşılama­ ya -Fransa ile bağlan kopmasını takiben- çalıştılar. Bunu yaparken kullandıkları yol, Osmanlı kurumları ve özellikle Osmanlı vergisi sisteminin yerine Fransız idari sistemi­

Napolyon'un Mısır seferi ( 1 802)

ni getirmekti. Memlüklerin denetimindeki eski Osmanlı bürokrasisinin her halü­ karda tahrip edilmesi nedeniyle bu nispeten kolayca yapıldı, çünkü Fransız bü­ rokrasisinin eleman ihtiyacı yerli Kıptiler ile karşılandı. Kıptilerin işgalcilerle iş­ birliği yapması Mısırlı Müslümanlar ile Kıptiler arasında bugün de varlığını sür­ düren bir düşmanlığa neden oldu. Fransızlar Mısır'da yeni sistemi tam olarak ku­ racak kadar uzun süre kalmadı. Fakat yeni kurumların ve işleri yürütmenin ye­ ni usullerinin, eski bürokrasinin ortadan kaldırılması ile birleşerek, daha sonra Mısır'da iktidara gelen Mehmed Ali'nin, Istanbul'da III. Selim'in haleflerinin kar­ şılaştığı türden bir muhalefetle karşılaşmadan, yeni bir idari sistem kurabilmesini nasıl mümkün kıldığını ileride göreceğiz. Rusya, Fransızları Mısır'dan çıkarma girişiminde çok az rol oynadı. Rus filo­ su, Doğu Akdeniz'de bulunuşunu, Osmanlılardan çok kendi faydası için kullan­ dı. O zaman Ingiltere'den bile daha çok Rusya, Napolyon Fransa'sından gelmek­ te olan tehdidi, Mısır seferinin başlattığı ittifakların yapısındaki değişikliğin sür­ dürülmesi için kullanabildi. 1 802'de III. Selim, Rusya'nın Ortodoks Hıristiyan te­ ba adına İstanbul'a müdahale etmesine ve aynı zamanda Eflak ve Buğdan beyliklerine yerli beylerin atanması konusunu etkilemesine izin vermek zorunda

1 33

kaldı. 1 804'te, III Selim Napolyon'un kendisini imparator i l an e d e n deklarasyo­

ııu tanımayı reddettiği zaman, Fransa Osmanlılarla bütün ilişkilerini kesti ( 2 2

Kasım 1 805) , b ö yl e c e III . Selim'i Rusya i l e , Osmanlı üzerinde: Rus nü fuzunun artmasını ve Rıısya'rnn Osmanlı yönetiınine karşı Sırp ve Yunan ayaklanmaları­

nı öz endirm esini mümkün kılan yeni bir itti fak ya pmak zorunda bıraktı. Ru itti­ fak Rusya'nın Osmanlı İmparatorluğurnın Avrupa'daki topraklarını ele geçirm e ­ si ihlimaline ka rş ı Fransızların D a l m a çya v e aynı zaman d a Tepedelcnli Al i

Pa 0 a

üzerindeki nüfuzunu artırmasına yol açtı . Buna ve aynı zarnamla l\'apolyon'un Avusturya'yı

ve

Rusya'yı Um ( 1 7 Ekim 1 805) ve Austerlit.z (2 Aralık 1 805) sa­

vaş l arımla yenmesine bir karşılık olarak, ili. Selim tavrını değiştireli; \J apol­ yon'un i mp ar ato r oluşunu tanıdı ( Ş ub at 1 806) ve F raı ı s a' nı n Dalmaçya'daki tu­

tumunu kabul etti. İn gi l t er e , Husya ile ittifak yaparak ve Fransa'yı D alınaçya 'y ı Lerk etmeye zorlamak amacıyla III. Selirn'in Rus d o nanma s ının Boğazl ardan geç­

mesine izin vermesi için baskı yaparak karşılık verdi (22 Eylül 1 806)

'.'Japol­

yo n ' un Prusya'yı Jena savaşın d a yenmesi ni takiben ( 1 4 E kim 1 8C lei ) , Rusya Ef­ lak

ve Buğclan'ı işgal e tli

(Aralık 1 806) ve eğer Balk anlardak i ayan k endi yeni ve

m o de rn askeri birliklerini Sultanı kurtarmak iç:in kullanmasalardı büyük bir iht.i­

mallc İ stanb ıı l ' a kadar gi d e bi l irdi . Ayan, keneli bölgelerini m üd ahale: olınaksvın yönetmeye d r varn etmek i çin, ııe kadar z ayıf o l u r sa o l su ıı , Os m a n l ı İ ınp a nı t . o r­

lıığu'nun var lığın ı sürdürmesine ihtiyaç duyduklarını d oğru bi r biç'imcle sezdiler.

İngilt e re bir sün; Rusya'yı dest.ekledi, fakat FIJ1slarm lmparatorlıı[�u c:lc gcç·innc' tehlikes i , Osmanlı İrn p a rat. o rlu ğu ı nı ı ı zaptı ile birlikte Hus g ü c ünün b ü t ün Avnı ­

pa kı tasma hükmetmeye yc1 c:cek öl ç üde artalıilecc\�iııclf'ıı korkan iııgil tc"n'ni ı ı

Osm an lı İrnparatorluğu'ııun t op ra k b\ll üııl üğCınü korumaya Ç'.a lı0;>mak Lıiçi minclt'

ifade edilen 1 9 . yüzyıl p o litikasııı ı ba�latrnasıııcı ne d e n olclu. İı ıgıli z Akclcni;� do­

nanması, i l ! . Selim 'i H.ııs i� l c k l c rini kabul et.meye zorlamak ve böylece İmpar a torlu ğ u ele geçinıı e k amacıyla harekete geçnıesiııi ön l eme k

Bo-

gazları ge ç e rek isranbul'cla demir attı.

Ill. S e lim , d ikkatini ba�ka yerlere ç e k en b u ol aylar nedeniyle, Nizam-ı Ceclid

ve diğ er reformları s ü r d ü r l 'bil e c ek bir konumda hcıncn lıuııcıı hiuııa t abii işaret etmek zonı ı ı dayız; lını ı ı ı lwr l ıalclc fC'lıııwtlti efr·ııdinıize, si­

ze

ve n ılımıi zürnn' meıısuplmrna dcğıl aıııa yaı ılı� olaıaL Batı dillcrn ıiıı etkisiy­

le ''j ak olıi t t'" gibi kcliıııelc:r k ııllanı lıyor vt' lrnııc !an l ıo � Lı ı ımı�·or S ürya ı ı i Kilisesi meıısuplcırı, lıu doğru cleğilclir

w

yine ı ırnıı o lizısı

ve

cli o fi l'.ist gi l ı i ı.ahi rler k ufüı­

ı ı ı lıyor Bunlar cırgodur ve l ıafir lıak;ı n ' t a i \ l ı,.:: d i r. Kilise k avgandı. Eski asırların aksine şimdi Avrupa'nın ilerleyişine karşı koymadaki ye­ t.ersizlik açıkça görülmekteydi. Cstelik bu güç geçici bir başarıdan ibaret değil­ di. Batılılarla rekabet edebilmek için bir değişim ve yeniden yapılanma zarureti kendini bariz bir şekilde hissetlirnıektcydi. Sanayi toplumlarının ortaya çıktığı çağda Türkiye, ya modrrnleşrnek ya da yıkılmakla karşı karşıya idi. Yıkılmamak için ise, batı toplumunun geleneğe aykırı değer yargılarımı mesafeli durulsa da, fayda lı unsurlarının alınması gerekli, bundan da öte zaruri idi . Gu noktayı batılı temsilcilerle ve onların değer yargılarıyla daha fazla içli clıc,;lı olan memur kadro­ sunun en fazla benimsemiş olması ilgi çekicidir. XIX. yüzyıl Osmanlı reformcu bürokratlarının öz geçmişleri incelediğinde bunların genelde Tercüme Odası ile büyü kelçi liklerdcn birinde hizmet görmüş kiınsrler olması bunu göstermekte­ dir. !l Yenileşme zarureti b uralardan yetişen b ürokratları zorunlu olarak ön plana çıkardı .

Bu dönem reformları , yukarıdan aşağıya doğru gerçekleştirilen ve eğitim­ den sağlığa, vergiden askerliğe, bürokrasiden gündelik hayatın tanzimine kaclar pek çok alana müdahale eclen, toplumun tüm katmanlarını et kileyen bir niteliğe sahip oldu . Bununla birlikte başkentten en ücra köylere yahut konar-göçerlere varıncaya eleğin toplumun bütün birimlerinde yapılanların aynı ölçüde hisseclil­ cliğini söylemek elbette mümkün değildir. Şüphesiz yapılan yenilikler ilk aşama­ da İstanbul' ela, büyük şehirlerde, nihayet küçük şehirlerde, kaza ve köylerde ka­ deme kacleme etkisini göstereli. Mesela bürokraside yapılan bir yenilik çoğu za­ man köylerde bilinmezken, vergide ya ela askerlikte yapılan yenilik herkesi etki­ lecliğinclerı claha çabuk öğrenilmekteydi . Dolayısıyla yeniliklerden etkilenme, ye­ niliğe taraftar olma veya muhalif kalına ela her zaman aynı ölçülerde olmaclı. So­ nuçta toplumun yapılanlardan etkilenme süreleri ve oranları ne olursa olsun Os­ manlı toplıımunu oluşturan kesimler değişmeye başlamıştı. Yenilikçilerin aşmak zorunda olcluğu problem, öncelikle devletle toplumu kaynaştırmak mecburiyeti idi. G ayrimüslimler devlet ile bütünleştirilerek, re­ ayalıktan tebaalığa geçirilmeli, Müslüman ahali arasındaki kültürel dağınıklık gi­ derilerek mozaik görüntüsü ortadan kaldırılmalı, halkın devlet yönetiminde cla­ ha etkili olması sağlanmalıydı. Bu konuda bazı olumlu adımlar atıldıysa da yete­ rince verimli olamadı. Çünkü reformların başarısının önünde pek çok engel var­ clı: Reformlara halkın sahip çıkmaması, yetenekli ve eğitilmiş kadroların yeter­ sizliği, mali sıkıntılar, yeni usul ve kurumlar teşkil e dilirken eskilerin genelde cle­ vam etmesine izin verilerek "ikilik" meydana getirilmesi gibi.

Aslında II. Mahmucl önceki padişahlara nazaran çok cesur davranarak baş­

lamıştı yeniliklere. Tek başına Yeniçeri Ocağı'nın imhası bile önemli bir geliş­ ıneycli. Aynı yıl kalenılercle çalışanların gelecek endişesine düşmelerini önlemek üzere müsadere usulü kalclırıldı. Bir taraftan askeri kurumların yeniden organi­ ze edilmesine çalışılırken, cliğer taraftan vergilerin claha adaletli toplanması, ül­ kede yaşayan nüfusun kompozisyonu hakkında bilgi eclinrnek için nüfus sayımı yaptırılması , 1 834'\e bütün yüksek devlet memurları için adet olan her yıl yeni­ den tayin uygulamasına son verilmesi ve bu vesile ile alınan ücret ve muhtemel yolsuzlukların önlenmesi, memurlara düzenli maaş tahsisi, memurlar arasında moclern bir rütbe sistemi uygulanması, kalemlerdeki usta-çırak usulü yerine res­ mi bir eğitim sistemi getirilmesi, ilk öğret.imin zorunlu yapılması, muhtelif okul­ ların tesis i , kılık-kıyafette değişiklik, gittikçe yayılan posta örgütü sayesinde uzak mesafelerle haberleşme imkanı sağlanması, resmi de olsa bir gazetenin gündelik hayatta yerini alması, mürur tezkeresi u s ulü sıkı hale getirilerek top­ lıımsal hayata bir çeki düzen verilmeye çalışılması bütün yüzyıl boyunca süre­ cek yeniden yapılanmanın ilk örnekleri idi.

II. Mahmucl Devri'rıd e daha önce görülmeyen ş ekilde peş peşe yeni kurum

ve usullerin uygulamaya konması t oplum i çin adeta şok tesiri yapmıştı. Halktan toplanan ve vi layetlerin masraflarını karşılamayı amaçlayan ucu bucağı olmayan vergi tahsilini denetim altına alması s empati toplasa ela, o zamana kadar görül­ meyen uygulamalarıyla tepkileri ele beraberinde getirmişti. Bir clefa Yeniçeriler­ le birlikte bunlarla irtibatlı görülen Bektaşi tekkelerinin kalc!ırılrnası, toplumun

5_) 4

bir bölümünün düşmanlığına yol açmıştı. 10 Öte yandan İslam clünyasırıda görülnwyen bir uygulamayı ba şlatarak resmi kurumlara paclişalım resimlerinin asıl-

ması, hele bunun ulemanın katıldığı törenlerle yapılması rahatsızlık doğurmuş­ tu. 1 1 Padişah tepkileri azaltmak için ulemanın, bu arada tekke ve tarikatların dü­ şüncelerine önem verdiğini göstermek istiyordu. Nitekim Selimiye kışlasına re­ sim asılırken bütün vüzera ve ulema olduğu halde kurbanlar kesilip, dualar edil­ dikten sonra 21 pare top atılmıştır. Ilginç olan husus ise Hüdfü şeyhinin dua oku­ ması, Sünbiliye şeyhinin de "fatiha" demiş olmasıdır. 1 835 yılında Babıali'ye alay ile gelen resmin açılış duasını ise Sütlüce Sa'diye Tekkesi Şeyhi Hasırcızacte Sü­

leyman Sıdkı Efendi yapnuştır. ı 2 Padişahın bu tavrında belki yapacağı reform­ larda açılışı din adamlarına yaptırarak halkın muhtemel tepkilerini azaltma gay­ reti vardı, fakat diğer taraftan ise onların düşüncelerini hiçe sayarak muhteme­ len tasvip etmedikleri bir icraatı destekler pozisyona düşürmek amacı da mev­ cut idi. Buna benzer uygulamalar Tanzimat Dönemi'nde genişletilerek sürdürüldü. Bilhassa taşrada idare meclislerinin kurulması ile hiç değilse halkın önde gelen­ lerinin devletin muhatabı sayılması suretiyle, adım adım resmi işlerin görülme­ sine vatandaş katkısı sağlanmaya çalışıldı. Gerçi eskiden de belde eşraf ve vücu­ hunu önemseyen bir anlayış vardı Osmanlılarda. Fakat şimdi bu daha belirgin ve hukuki bir hüviyet almıştı. Böylece yer yer arzu edilen derecede başarı elde edilmese de yapılan yenilikler, uzun vadede Türk toplumunu derinden etkiledi. Fındı­ koğlu'nun deyimiyle "Tanzimat en geniş çevre ve manası ile ele alınırsa, bir cihan görüşünden başka bir şey değildir. Ken­ dinden evvelki nizamı beğenmiyor, ken­ dinden sonra kurduğu nizamı görmek is­ tiyor. Yalnız siyasi ve idari sahada değil, içtimai hayatın hemen her sahasında bir yeni nizam isteniyor." 1 3 Gerçekten de ge­ nel dünya görüşünden gündelik hayata, giyim-kuşamdan ev mefruşatına, devlet idaresinden sivilleşmeye varıncaya kadar

Üsküdar Kayıkçıları

bu etki her alanda görüldü. Yalnız değişimin ortaya çıkışı, yayılışı, karşılaştığı direnç her yerde aynı olmadı. Coğrafi bakımdan başkent ve liman şehirleri, sosyo­ ekonomik bakımdan üst düzey devlet görevlileri, kültürel bakımdan dinle daha uzaktan ilgili olanlar en çok etkilenenler kesimlerdi. Mesela maaşını devlet tarafından tahsis edilen bir mukataadan alan, bu ko­ nuda zaman zaman zorlanan veya zorbalığa başvuran memurun yerini, mal mü­ dürlüğünden maaşını alan memur geçti. Aynı şekilde çıraklık usulüne dayanan, dolayısıyla babadan oğula geçmeye başlayan yani gedik sistemine dönüşen dev­ let dairelerine şakirt olma, böylece bürokraside çalışma yerine, belirli eğitimden geçmiş insanlar tercih edildi. Bu yüzden çocuklarını bir daireye şakirt vermek için uğraşan babaların yerini, onları seçkin bir mektepte eğitmek için uğraşanlar aldı. Devleti güçlendirme çalışmaları memuriyet kavranunı da, memur sayısını da değiştirdi. Öyle ki XVI. yüzyılda sivil bürokraside çalışan memur sayısı iki bin­

lere varmazken, XX. yüzyıl başlarında yüz binlere ulaşnuştı. Hatta bu artış yü­ zünden 1876'lardan sonra personel maaşları düzenli ödenemez olmuştu. Yapılan uygulamalarla Osmanlı bürokrasisinde çaalışanlar artık eski "kul sistemi" içeri-

535

sinde yer alan görevliler değil, görev ve sorumlukları kanunlarla belirlenmiş olan "devlet" memurları idi. Yeni memur sınıfı sadece resmi görevinde değil, sosyal hayatta da gelenek­ sel kesimlerden ayrılan modern ve pahalı hayat tarzının öncüsü oldu. Bunlar ay­ nı zamanda mevcut düzenden yararlanan kimselerdi. Burada garip bir çelişkinin varlığı dikkat çekmektedir. Mülkiye mensuplarından aklı başında olanlar devle­ tin bu haliyle yürütülemeyeceğini görerek değişimi istemekteydiler. Ancak de­ ğişimin başında da kendileri bulunmak istiyorlardı. Bu değişimin öncüleri olmak arzusundaydılar. Onlar bulundukları mevki ve makamı korumak isterlerken, de­ ğişimi de bu mevki ve makamı daha da güçlendirerek sağlamak amacındaydılar. Değişim ancak kendilerini güçlü kıldıkları ölçüde kabul görmekteydi. Babıali için bu, saltanata karşı daha fazla inisiyatif elde etmek demekti. Saltanat için ise de­ ğişim, yeniden devlet çarkının kontrolünü ele geçirmek demekti. Esasında her iki kesimi de belirli ölçüde sınırlayacak, etkileyecek, bir deği­ şim gerekmekteydi, fakat bunu teklif edebilecek, yapılması için baskı oluştura­

bilecek "devlet dışı" bir güç bulunmamaktaydı. Dolayısıyla Saray-Babıali çekiş­ mesi, netice itibarıyla "sivil toplum"un dı­ şında cereyan etmekteydi. Reformların halk ayağını oluşturmak, yeniliklere destek olunmasını sağlamak için 1 840'lardan itibaren, vilayet, kaza ve nahiyelerde muhtelif meclisler oluşturul­ du. Meclislere halkın temsilcilerinin üye olarak katılması sağlandı. Bu üyelerin se­ çim yöntemi karmaşık ve halkın gerçek katılımını temin etmekten uzak olsa da ilk Kahvehane

aşamada olumlu adımlar idi. 18()4 ve 1870 tarihli nizamnameler meclislerin işleyişini

daha da belirgin ve istikrarlı hale getirdi. Meclis üyesi olan zengin toprak sahip­ leri veya nüfuzlu tüccarlar; devlet ile halk arasındaki aracılığı başarıyla yerine

getirdiler. Bunun fo ·kında olan yöneticiler bilhassa bayındırlık ve eğitime ilişkin yatırımlarda bu üyElerden mali yardım, onların vasıtasıyla ahaliden de bedeni hizmet sağladılar. Böylece ülkenin maddi yönden çok sıkıntılı olduğu bir dönem­ de yöneticiler ile eşraf, yol, köprü, liman, okul, hastahane, telgraf hattı inşası gi­ bi tesisleri gerçekleştirebildiler. Yardımı dokunan memleket ileri gelenlerine madalya ve rütbeler verilerek, isimleri Takvim-i Vekayi'de yayınlanarak teşvik edildiler. 1 4

başka sebeplere dayanmaktaydı: 1 838 Ticaret Antlaşması'nın sağladığı müthiş avantajı yitirmemek ve Boğazlara, Rusları ya da Fransa'ya taraftar olan Mehmed Ali'yi yaklaştırmamak . Muhtemeledir ki, Tanzimat Fermanı ilan edilmese de İn­ giltere'nin yardımı temin edilecekti. Fermanın buna katkısı sınırlı olmuştur de­ nilebilir. Üstelik fermanın ilanına İngiltere'den ziyade Fransa'dan olumlu tepki­ ler geldi. Gülhane'deki törene Prens Joinville'in katılması, Fransız Le

Siecle ga­

zetesinin bu olayı "Garp medeniyetinin bir zaferi" olarak nitelendirmesi bu ba­ kımdan dikkat çekmektedir.16 Halbuki Osmanlı memurlarının büyük çoğunluğu fermanı samimi bir mo­ dernleşme ihtiyacı değil de, İngilizlerin desteğini sağlamak için girişilen diplo­ matik bir manevra olarak değerlendirmekteydi. Reşid Paşa'nın azlinden sonra Hariciye Nazırı Rıfat Paşa'nın söylediği; "Dışarıdan gelecek nasihatlere memnu­ niyetle itibar ederiz ama içişlerimizi ilgilendirecek her türlü müdahaleleri şid­ detle reddedeceğiz" tarzındaki sözleri, Tanzimat'ın yabancı destekli imajına ba­ zı bürokratların ne derece tepkili olduğunu göstermektedir. 1 7 Ancak Batılı dev­ letlerin duruma şahit kılınması beraberinde muhtelif meselelerde yabancı mü­ dahalesini de bir bakıma normalleştirdi. Nitekim büyük devletlerin diplomatları vasıtasıyla Tanzimat ilkelerinin tatbikatını takip ettikleri görülmektedir. Avusturya Başbakanı Mettemich'in İstanbul Elçisi Kont Apony'ye yolladığı telgrafta geçen "Gülhane Hattı'ndaki vaatlere uyunuz" ifadesi bu açıdan mühimdir. İngiliz Büyü­ kelçisi Canning ise, yaklaşık yirmi yıl bo­ yunca ıslahat işini, istense de istenmese de, İngiliz siyaseti doğrultusunda yönlen­

dirmiştir. ı s Neticede ilan edilen prensip­ ler toplumun normal gelişiminin doğurdu­ ğu bir sonuç değildi. Yaygın kanaat dışarıdan empoze edilen ve topluma zorla be-

..�

���;;.'1:!�� .... .....

Hil'at giydirilen kalem amiri, ( 1 800- 1 830) \.l•

ı· �.,,·-

nimsetilen bir ıslahat hareketi olduğu noktasında odaklanmaktaydı. 1 9 Gerçek­ ten de Tanzimat belgesi, 1 838 İngiliz Ticaret Antlaşması'nı tamamlayan, Avrupa burjuvazisinin Osmanlı ülkesindeki faaliyetlerini güvence altına alan yasal bir çerçeve durumundaydı.2 0 Bu arada Batılıların diplomatik baskılarının Tanzimat sonrasındaki reform­ ların en önemli güç kaynağı olduğunu kabul etmekle beraber,21 Türk toplumu­ nun hassasiyeti dolayısıyla, Avrupa'nın Osmanlıların işlerine sürekli karışmaları yüzünden normalde yapılabilecek reformların da bazı bürokratik engellemelere maruz kaldığını kabul etmek gerekir.22 Nitekim Mümtaz Turhan, Tanzimat'ın uygulanmasındaki güçlüğün bizzat fermanın içeriğinden kaynaklandığını ifade ederek şu görüşleri ileri sürmektedir: "İctimai bünyenin, teşkilat ve müessesele­ rin, asırlarca hüküm süren zihniyetin, itiyat ve teamüllerin, devlet adamlarının ekseriyeti karşısında Tanzimat ıslahatının hemen muvaffak olamaması gayet ta­ biiydi. "23

..:.ı.,



çok sayıda nezarE'.t meclisi hummalı bir çalışma için girmişti. Hele devrin en önemli kuruluşu olan Meclis-i Vala, yüzlerce nizamname ve talimatname hazır­ ladı. Taşradan gelen hemen her kamı buraya havale ediliyor, evraklar inceleni­ yor, alınan kararlar hükümete sunuluyordu. Ancak merkezdeki yoğun mesai taş­ radaki muhalefet yüzünden ya hedefine ulaşmıyor ya da alman kararlar dejene­ re ediliyordu.24 Hükürnette görev alanların bu durumu kabullendikleri anlaşılı­ yor. Nitekim Al i Paşa ilerlemenin adım adım, sindire sindire olması lazım geldi­ ğini, yıldırım gibi gelişmelerin uygun olmadığını söylemekteydi. 2fı Bu süreçte Avrupa devletleri, Osmanlı Devleti'ndeki reformlarla kendi poli­ tik hedefleri doğrultusunda ilgilendiler. Onlar için yenilenmeyi başarmış bir top­ lumun ekonomisine hükmetmek daha güçtü. Bundan dolayı devletin iç işlerine pek çok vesile ile karıştıkları halde geleneksel siyasi yapıya müdahale etmeyi hiç düşünmediler. Böylelikle Avrupa'nın siyasi ve askeri hegemonyasına girilmesi­ ne, ekonomik bakımdan sömürge haline gelinmesine rağmen siyasi ve askeri ku­ rumlar ayakta kalmayı başardı. Zor durumlarda ise devlet, toprak veya ekono­ mik tavizler vererek ağrı ağır geri çekilmeyi tercih etti.

Bir Millet Yaratmak İngiltere'de doğan ve daha sonra diğer Avrupa ülkelerini kuşatan sanayi in­ kılabı ile Fransız İhtilalinin getirdiği yeni şartlar devletlerin yapısını derinden et­ kiledi. Artık mevcut devlet modelleri ciddi surette tartışılmaktaydı. Henüz im­ paratorlukları sona erdirecek bir gelişme söz konusu değildi, fakat düşünce dü­ zeyinde ele olsa, adım adım milli devletlere yönelme başlamıştı. Bu ortamda Os­ manlı Devleti'nin yaşayabilmek için muhtelif dini ve etnik unsurlardan meydana gelen "reaya"sını birleşik bir "millet" haline getirmekten, bir millet icat etmek­ ten başka çaresi yoktu. Tanzimat'ın milletlerin uyumu ve birleştirilmesi politika­ sı işte bu milleti yaratmak içindi. Bunun için unsurların eşitliği gerekliydi. Os­ manlı aydınının bu gerçeği erken zamanlarda, yani Tanzimat'ın hemen öncesin­ de fark ettiği anlaşılmaktadır. II. Mahmud hayatının sonlarına doğru şöyle de­ mişti: "Ben tebaamın Müslümanını camide, Hıristiyanını kilisede, Ylusevisini de havrada fark ederim, aralarında başka güna bir fark yoktur. Cümlesi hakkındaki muhabbet ve adaletim kavidir ve hepsi hakiki evliidımdır. "26 Halbuki sultanın amcası geçen yüzyılın sonlarında farklı dinlere mensup olanları ayırıcı işaretle­ re oldukça önem vermekteydi. 2 1 Yine fikirleriyle devrin yeniliklerine ilham kay­ nağı olan Sadık Rıfat Paşa, vatan ve millet. sevgisinin insanların kalbine yerleş­ mesi gerektiğini, bunun için toplum ile devlet arasındaki ilişkilerin sıklaştırılma­ sını, aksi takdirde Fransız ihtilali ile yayılan fikirlerin olumsuzluğunu ortadan kaldırmanın mümkün olamayacağıııı söylemekteydi.28 Bu fikir fermana şöyle yansıdı: "Tebaa-saltanat-ı seniyemizden olan ehl-i islam ve milel-i saire bu mü­ sadat-ı şahanemize bila-istisna mazhar olmak üzere can ve ırz ve namus ve mal maddelerinden hükm-i şer'i iktizasınca kaffe-i memalik-i mahrusamız ahalisine taraf-ı şahanemizden emniyet-i kamile verilmiş"tir. Reaya meselesi devletin ana meselesi sayıldığından batılıların bunu istismar etmelerini önlemek için Tanzi­ matçılar Osmanlılığı öııe çıkarmışlardır.2>J Önceleri biraz müphem görünen bu

'538

politika Islahat Fermanı ile daha da netleştirildi. Ülkede yaşayan herkese Lek va-

tandaşlık sıfatı altında, fakat devletin Islfuni geleneklerine halel gelmeksizin, eşit hak ve vazifeler tanımak hedef olarak belirlendi. Bu fikir azınlıkları devlete bağ­ lamak ve onların bağımsızlık emellerini yatıştırmak gayesini gerçekleştirebilirdi. Genel olarak bakıldığında Tanzimat ve müteakip yapısal değişikliklerle bir­ likte sisteme evrensel değerler daha yoğun olarak girmeye başladı. Örneğin yö­ netilen kesimi ifade eden ve yöneticiye tam bağlılığı anlatan "reaya" terimi yeri­ ne, '!teb'a" kelimesi bütün Osmanlı vatandaşlarını kapsayacak şekilde kullanıl­ maya başlandı. Bu dönemde Osmanlı yaşantısını yakından gözlemleyen Cyrus Hamlin, "Gülhane Hattı reayaya hakları için mücadele etmek cesaretini verdi ve kanun önünde insanların eşit olduğu fikrini ortaya koydu . . . ve artık geri dönül­ mesi imkansız bir cereyan meydana getirdi." diyerek siyasal beklentiler ve anla­ yışlardaki değişmelere işaret etmektedir.30 Buna karşılık yenilikçiler Müslüman halka, toplumsal ve siyasi yapıda yeni roller vermeyi düşünmemekteydiler. Görünüşe bakılırsa gayrimüslimlerin hak­ larının da Müslümanların seviyesine çıkarılması arzulanmaktaydı. Burada yöne­ ticilerin daha ziyade pragmatik bir mantıkla hareket ettiklerini söylemek müm­ kündür.

Amaç

çeşitli sorunların çözü­

münde yabancı yardımını sağlamak, ama müdahalesini önlemekti. Bunun için de onların yardım için şart koştukları ıslahat­ ları yapmak gerekliydi. Yabancılar ise sa­ dece gayrimüslimlerin hayatlarına dair meselelerle ilgiliydiler. Yalnızca çok özel durumlarda ki, genellikle yeni bölgeleri nüfuz altına almak için, Müslümanlarla il­ gili konuları gündemlerine aldılar. Böyle­ ce fermanın ilanını müteakip yıllarda ya­ bancılar, eşitliği tesis görüntüsü altında daha ziyade "zimmi kayırmacılığı"na yö-

Kağıthane Mesiresi, ( 1 890)

neldiler. Müslüman halkın meseleye yaklaşımı ise başlangıçta hoşnutsuzluk olarak kendisini gösterdi. Çağın standartlarına göre gayrimüslimlere çok fazla serbes­ tiyet tanınması, yeni hak ve imtiyazların verilmesi huzursuzluk nedeniydi. Hadi­ seyi Müslümanlar basitçe "Şimdi Tanzimat var, gavura gavur denmeyecek" şek­ linde algıladılar.31 Bu rahatsızlık belki ilk aşamada çok büyük olaylara sebep ol­ madı ama milletlerin kaynaşması da gerçekleştirilemedi. Islahat Fermam'nın ila­ nıyla bir adım daha ileri gidilerek gayrimüslimlerin hukuki ve kazai imtiyazları artırıldı. Üstelik Faris Antlaşması'yla yeni düzenlemeler, devletin milletlerarası camiaya bir taahhüdü haline getirildi. Bu sefer gayrimüslimlere verilen hakların çok ileri düzeyde olması toplumun büyük bir kesiminden, hatta Mustafa Reşid Paşa gibi bir reformcudan bile itira geldi. O, Ali ve Fuad Paşaları hainlikle suç­ layarak fermanın devletin istiklal ve hukukunu tehlikeye sokacağını şiddetli bir üslup ile ifade etti.32 Tanzimat'ın aksine bu fermana Müslümanların tepkisi sert oldu.33 Çünkü ekonomik bakımdan uzun zamandan beri önde olan gayrimüslim­ lere verilen bu haklar sayesinde, bir Ingiliz diplomatının deyimiyle "Hıristiyanlar, Türklerden çok daha iyi duruma" geçmişlerdi.34

539

Meydana gelen gelişmeler, tedricen de o l sa, s iy as i katılımın oluşumunu ko­

laylaştırabilecek te m e l bir zihniyet d eğ i ş i kl iği ni n i ş ar eti olaıı "birey"in başlı

ba­

şına bir değer ve toplumsal hayatın bir ö ğe s i olarak belirmesine yol açtı. Bu ol­

gunun en belirgin örneklerini özellikle XIX. yüzyıl edebiyatında görmekteyiz

Tanzimat.'ın büyüklüğü, sanki bütün kapıları kendisine kapalı bulan insanın ya­ vaş yavaş kendi içinde değişmenin imkanlarını arayan ferdin doğuşuna zemin hazırlamış olmasıdır .:ı5 Sadece edebiyattaki gelişmeler değildir ferdiyetçiliği canlandıran. Hukuk ve idari sistemin merkezileşmesi, iç gümrüklerin kald ırı la ­ rak piyasanın bütünleştirilmesi, eğitim kurumlarının dinl nite l iği n dışına çıkarıl­

ması, sayesinde farklı

rnaham kültürler, "Osm anlılık "

üst kimliğ i altında e ri ti lmek

istendi. Fert devlet l e hin e aktif hale getirilmeye çalışıldı. 13ütünlüğün

sağlanabil­

mesi için yönet.im kademelerinde halkın t emsi l c i l e rin e de yer verildi. Mahalli meclislerin teşkili ile bu yönde sınırlı dü;:;eydcki ilk adımlar atılmıştır. .\1eşruti­

yetin ilitnı ile ise toplum o ld uk ç a önemli bir deneyden geçti . Ancak Osmanll ye­ nilikçilerinin ülkeyi ve t opl um u bir arada tutmak i ç in gi r iş t ik l e r i bu t e ş e bbüsl er ;

batılı devletlerin müdahaleleri , yerli gayrimüslimlerin onlarla b ir lik t e olmaya yö­

nelik ta vı rl arı , h e r geçeıı gün artan imtiyazlara "himaye usulü"nün avantajlarının da e klenmesiyle ayrılıklara zemin hazırlamış o l d u .

Eşitlik Talebinden Ayrılık Rüzgarına Avrupalı devletler gayrimüslimler i (,'i n e ş i tlik isterken , e ş i ts i zl ik döneminin

te şkil atı oları "millet sisteıni"ne müdahale etm edikleri gibi bıı sistem çerçrvesin­

deki hakları genişletmeye ç alı ş ı rnı k t ay cl ı l ar ' lli ve ö n c e l e r i m illet sistemine dahil edilmeyen Katoliklere ve

P ro t c st an l;ı ra

ela hn s tatü n ü n verilmesine çaba göster­

diler. Nitekim F r ans a'r ıın e t k isiyl e 1 82 9 yılında KtıLolik Ermeniler bir m i l l e t ola­ rak tanındı v e 1 83 l 'de ilk patrik atandı. L;ıtiıı Katoliklere ise m i l l e t stat\l sii

1 840'ta v eril d i .T i Bu sıralarda Katolik kilisC'sirıin m i sy o n e rlik faaliyetleri yü zün­

d e n bazı Erme n i lerin Katolikliği b eni ms e meleri dikkat çekmiş,

E rme n i

Palriktw­

nesi'nin rnüraca aı.ı üzerine mezhep d eğiş t i rm e yasaklanmış ve bu yas ak 011 yı l

kadar sünnüştli . ı::ı Fransa ile Husy;ı'nııı keneli ınezhe pdaşlarını himaye bahaı ıC'­ si:v l e Osmanlı Dcvle ti'nin içişlerine karışmaları iil:: eri n e İngiltere de hareke te'

geçti. Ancak O s manlı Devleti'ııde Protestan sayısı az olduğundaıı çok sayıda

misyoner Osmanlı meınleketlerine göııclerilenok propaganda faali y etle r in e hız

ve r il eli . 1 842 yılında Kudüs'te bir Protestan kili se sinin açılması sağlandı. 1 8fiO'de

ise, ingilit ve Prusya e l ç il eri n i n ı srarları \lzC'riııe Protestanlar d a bi r millet olarak t.aıundılar. Bu mi ll e t in nizaınnarn csi 1 2

Alman



Mart 1 8 78 tarihinde yayınlandı. tngiliz,

ve Amerikan ı n isyo ne r le ri ııiı ı yoğun gayretleriııe r a ğm e n Protestan sayı ­

fazla artmad ı .

XJX. yü zyılın soııuııda Osmanlı memleketlerindeki P rot e s t.a ı ı sa­

yısı sa(kce 5 0 . 000 ka clardı . :l'i

c; ayrirn i i s l i m cernaal l('f el e Osman l ı ll C'vlNi 'nin gitJil\ Ç P i çi n e d ü ştü ğ ü

b ulı­

r , ay ı ı ' ı oncc;ya

üye olmakta ve a.}'111 çarşıda ya ela lıedestende iş yapabilmekteydi. Müslüman ve gayrimüslim tüccar 'e zanaatkar aynı loncaya mensup olabiliyorlardı ve birbirine komşu evlerde oturup her türlü sosyal ınünasd)ctlcrdc lıulunabiliyorlarclı. Şehir­ ler üzerinde yapılan araştırmalar da göstcrınektedir ki, gayrimüslimlerin belirli ımılrnllelercle tecrit edilm eleri gibi bir durum s(iz konusu değildi. Hatta tanınan geniş özerklikten do layı şehirlerde gayrimüslim nüfusun Osmanlılar döneminde dikkat çekici ö l çüde arttıgı gözlenmektedir. B u kesimin artan imtiyazları gittikçe Türk tüccar ve işadaın lannı yabancıların Uışeronları dl lnıınuııa d üşürdü ve dev­ letin sonuna kadar da böyle devam etli. '.'-Jitekiııı 1 886 'da İ stanlıııl'da Müslüman nüfusun dörtte biri ticaret ve s anayii ile ıncşgulcl ü , ancak lııı ınesleklercle çalışan­ ların t.ümünıin toplam nüfusa oranına bcıkıldığı ı ı d a , azınlıklarm % 6 1 'iııc karşılık Müslümanlarııı yalnızca r;1, :39'ıı bu alanda \' mıl ı-ı l ı cık S('ııdeıı c:t t iğiı ı küfrün lwsalıım smacaktır Sen Is lfüııiyPti t ahrip ve lfüı c l i peygaınlıcriyi C ' lınılcıııiz im:riııc ccllwcliyursuıı" c liyerd \ıazı ke­ simlerde mevcut olaıı Jıoşrnıt sı ızlııga t l'rcüıııaıı olrnıı ş t ı ı . A h ı ı ı P t lfasiııı , yet-i Milliyeye,

1,

lstaı ı l ı ı ı l ,

1 924, s. l l'J.

İstibdattan Hakimi­

12 lrl'an Gümliız, Osmanlılarda Devlet-Tekke Münasebetleri , l s t a nh ı ı l . H J8D, s . 1 FıO- Fi ! .

1 :) Fmdıkoğlu, "Taıızinıat.'ta lç t iımıi I layat " , s . G2 l .

1 1 MPclislerin teşekkülü, sc�·iııı ve' �alışıııa ıısıılh:ri l ı k . geniş bilgi için l ı b . l l l ıC'r Ort ayl ı , Tanzi­ mattaıı Cumhuriyete Yerel Yönetim Geleneği, lst;ıı ı hı ı l , H l85. IG Alııııcl Ct'vat Eren, "Tamiına t " ,

! Ei

İslam Ansiklopedisi,

X l , I s t anlıııl ,

I D 70 , s . 7 1 8 .

Sabri E s at Siyavı,ışgil, "Tamiı ı ı a t 'ııı Fransız Efkfır-ı t;ınıııııivc'sinc!c' l !yaııclırdığı Akisln",

Tanzimat, ! ,

A ı ı k ara,

ID40, s . 7G l .

1 7 Eııgc'lharclt , Tanzimat ve Türkiye, Tıırkcysi: A l i Rrşac l , Yayına lıaz. Akın Bedirhan. lstaıı\ıul, H J!JD, s . 511, G7. Somaki yıllarda Fuacl Paş;ı'ııııı Fransız c'lç·is im' 'Tfüt' suflörlük l'diniz, fakat

sahneyi VE' rnllcriıı icrasını bize lıırakıııız" deınr'sim' rağı ıwn, O ıtaylı'ııııı bE'lirttiği gibi ; "Tan­

zimat Dcııwnı i'ııiıı dcvlE'l aclaııılannı. Britanycı sefiri veya Fraıısa sel'areti ndcıı taliıııat alaıı yiınd ic:ilc'r olarak clcğcr!C'ııclin'ıııE',V iz. " l llın Ort aylı , t aııbııl , 1 :J8:J. s .

İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı ,

!s­

80.

1 8 Stefaııos Yt>rasiıno s , Az G elişmişlik Sürecinde Türkiye, Türkçe'si: flalıür Kuzucu, II, lstaıı­ hııl, 1 �J80, s . 4D. Tanzimat yıllanııcla, ()z\ ' l l i k!E' ele Kmm savaşından soııra lııgilizleriıı lst.aı ı ­ lıul'da daha et k i l i oldııklan g()rıilnH'kleclir. Fransız BürıikeJ�jsi ThoııvPnel'in yeğeni Dmaı ıcl De Fontıııagı ıc:: "Herkes Jngilizh'riıı lıir aclıııı önele yürüı ı ı es i n c göz .vı ııııııyor" diyerek l ı u ı ı a ı ı ı cydaıı vcrilııwsiııc kt'ııc!i ıılkPsi adına lıayıflanınakt ayclı. Duraı ı d De Foııtıııagı H',

Harbi Sonrasında İstanbul,

Çcv . . Ciülç:ir Allıert Homani, "Ot ­ l oınan Rl'fonıı aııci tlw Polit ics of Not alıles", Begiıınings of Mod crnizatioıı in the Midclle East, The Nineteenth Century, E ı l . Williarıı H. Folk a ı ı c l Hiclıani L. Cl ı a ı ı ılıns, Clıic:ago a ı ı ı l Londoı ı , 1 %8 , s . GG-G7.

41 Salalıi H . Soı ıye l , "Osmanlı lnıparalorluğu'ıırla Koruma ( f'rnt r;gc') Sisıcıııi ve KıitiiyP Kıılla­ ııılışı " , Belleten, 2 \ :l ( 1 CJW '���I ·ıY-&. �\\'\� .

ı

•Alt �;

.tı

�--J�fiJ 1mm" REJİ SİGARALARI

MİLLİ İNŞAAT-! BAHRİYYE ANONİM ŞİRKETİ ( 1 918)

HEREKE FABRİKASININ BURSA SERGİSİNDE KAZANDIGI ŞEHADETNAME ( 1 907)

Bu dönemde Osmanlı ihracatı önemli bir sıçrama göstermiştir_ l:39 ihracatın % 90'ının (tütün, incir, ham ipek, tiftik, afyon, meşe palamutu, fındık, pamuk, zeytinyağı gibi) zirai ürünlerden oluştuğu düşünülürse bu büyüme büyük ölçü­ de zirai üretim ve ihracat artışıyla gerçekleştirilmiştir. Bu ürünlerden hiçbirinin ihracat içindeki payı % 1 2'yi aşmamaktadır. Bu durumda Osmanlı tarımında bel­ li ürünlerin ağırlıklı olduğunu söylemek mümkün değildir. ihracatta önemli yer tutan tek mamul mal, elde dokunan halı ve kilimlerdir. 1 40 Ancak Osmanlı tarı­ mında küçük üreticilerin hakim olduğu ve bunların da zirai ürün fazlası oluştur­ ma kapasitelerinin sınırlı olduğu hatırlanırsa bu ihracat büyümesinin dünya ti­ caretindeki büyümenin gerisinde kalması anlaşılabilir. Yine bu ihracat büyüme­ sine rağmen XIX. yüzyılın ikinci çeyreğinden itibaren Osmanlı dış ticareti Avru­ pa'ya karşı yılda ortalama 1 milyon sterline yaklaşan açıklar vermeye başladı. Bu açığın altınla kapatılması zorunluluğu hem iç fiyatlarda istikrarsızlığa hem de it­ halatın sürdürülmesindeki zorlukların artmasına yol açmıştır. Bu arada, 1 867'de, Hayriye tüccarlığı tekrar canlandırılmaya çalışılmışsa da, artık yabancılara Tür­ kiye'de mülk edinme hakkına kadar varan imtiyazlar tanınmış olduğundan, bu teşebbüs başarılı olamamıştır. ithalatın yarıdan fazlası, özellikle İngiltere ile Fransa'dan alınan pamuk­ lu ve yünlü dokumalardan oluşuyor­ du. Yerli esnafı en çok sıkıntıya sokan bu olguydu. İngiltere ile olan dış tica­ ret hacminin yarısı da İran transit ti­ caretine aittir. Yine demiryolu malze­ meleri, silah ve cephane, çeşitli maki­ neler yanında şeker, çay, kahve gibi gıda maddeleri de ithal edilmekteydi. Özellikle yüzyıl sonlarına kadar Os­ manlı ithalatına konu olan ve geniş kullanım alanı olan en önemli tüketim malları şeker ve kahvedir. iç ulaşımın Bursa, İpek Atölyesi, ( 1 890) yetersizliğinden dolayı, XX. yüzyılın başlarında, buğday, un ve pirinç ithal edildiği de görülmüştü. Ülke Avrupa devletlerinin rekabetine sahne olmakla birlikte ticaret antlaşmasından sonra İngil­ tere'nin etkisi güçlenmişti. 1880'lerden itibaren Osmanlı dış ticaretinde Alman­ ya'nın payı hızla artmış fakat İngiltere, Birinci Dünya Savaşı'na kadar, özellikle pamuklu dokuma alanındaki üstünlüğünden dolayı, en büyük paya sahip olma­ ya devam etmişti.14 1 1840'larda Frans;:;, ile ticaretin hacmi 39 milyon frank civarında iken, yirmi yıl sonra bu miktar 1 95 milyon franka yükselmiştir . 1 42 Benzer gelişme İngilte­ re ve Avusturya ticaretleri için de söz konusuydu. 1 880'lerden sonra İngiliz ve Fransız kaynaklı cam, porselen, giyim eşyası, madeni eşya ve kimyevi madde­ ler gibi, malların yerini Avusturya, Alman ve İtalyan malları aldı. Yine Avustur­ ya-Almanya iktisadi bölgesine yapılan Osmanlı ihracatı da arttı. 143 Savaş yılla­ rında ithalatın % 90'ı Almanya, Avusturya-Macaristan'dan yapılmıştı. Yine bu yıllarda ihracat vesikaya bağlanmış ve tahıl gibi stratejik maddelerin ihracı yasaklanmıştır_ 1 44

641

1 873- 1 878 yılları Osmanlı ülkesinde bıınalmı yıllarıdır; tlkin 1 87Tte dünya borsalarında ortaya çıkan kriz Avrupa'dan sermaye ihracını durclıırrnuştıır 1 87:3-4 yıllarında ülkccle yüzyılın en büyiik kıtlığı görülmüş, 1 875-6'cla dış borç öcleınelcri clurclumlmuş, 1 8 76'da ise Birinci Meşrutiyet ilan edilmiştir. J\;ihayet 1 877-8 yenilgisi b üyük nüfus ve toprak kayıplarına yol açmıştır

1 41

1 873-96 Dünya Buhranı sırasında sanayi ülkelerindeki üretim artış hızı dü­ şerken Osmanlı dış ticaretindeki büyüme hızı da azalmıştır. Dış ticaret hadleri­ nin tarımsal mallar aleyhinde seyretmesi ve özellikle Amerikan bıığdayınm dün­ ya pazarlarına girerek buğday fiyatlarının düşmesi h em üreticiyi hem ele maliye­ yi zor el urum da bırakmıştır. ı 1rı Düyıln-ı umumiye Dönemi'ndc; ilk borç ödemelerinin yapıldığı 1 882 i le dış borçlanmanın tekrar hız kazandığı 1 90:3 arasında dı:.,; ticaret açıkhn yüzyılın en düşük düzeyinde seyretmiş, hatta bazı yıllarda dış ticaret fazlası vl'rilmiştir. Yüz­ yılın son çeyreğinde Fransa ve özellikle Almanya tngiltere'nin yerini almaya baş­ lamıştır. 1 888- 1 896 yılları arasında ortaya çıkan yabancı yatırımlar özellikle cle­ miryolu yapımına yönrlmiştir. Birinci Dünya Savaşı öncesinde iç bölgelerinde, clemiryollarırnn yapılmasıyla, üretim ve ihracatlarının artması sebebiyle Osman­ lı ekonomisi bir büyüme göstermiştir. Maamafih clış borçlanmaya ko:.,;ut olarak dış ticaret açıkları 1 903 sonrasında hızla genişlemiş ve 1 9 1 0'1arcla büyük miktar­ lara ulaşmıştır. Yine bu yıllara gelindiğinde Avrupa sermayesinin Osınaıılı eko­ nomisi ve maliyesi üzerindeki denetimi artmış ve dış borç ödemeleri alman borç­ ları aşmıştır. 1896 sonrasında diğer yabancı serma�re yatırımlarından doğan kar aktarımları da yeni sermaye girişlerinin üzerinde seyretmiş ve yabancı sermaye getirdiğinden fazlasını götürür olmuştur M I l 9 1 0'1arda toplam GSMH'nın yaklaşık % 1 4'ü, net tanınsa! üretimin ise yak­ laşık dörtte biri ihraç eclilmekteclir. i thalatın GSMH'ya orarn % 18 civarındadır. En büyük ithalat kalemini oluşturan pamuklu dokumada tüketimin % 80'den faz­ lası ithal edilmektedir. Cumhuriyet Dönemi'nde ihracat ve ithalat payları bu dü­ zeylere çıkamamıştır. Görüldüğü gibi Cumhuriyet öncesinde Osmanlı ekonomi­ si dünya pazarlarına ve yabancı sermayeye açılmış , tarıma dayalı, güçlü bir mer­ kezi devlete sahip, küçük üreticiliğin önemli ve yaygın olduğu, dış borçların yük­ sek olduğu, sınırlı sermaye birikimine sahip ve niha: et dünya pazarlarına yöne­ lik tarımın sürüklediği bir büyüme eğilimi içerisindeki bir ekonomi olarak görül­

mektedir. 1 48

Rakamlara göre Osmanlı dış ticareti, hu dönemde açık vermesine ve dış borç yüküne rağmen Osmanlı lirasının prim yaptığı, iç fiyatların istikrarını koru­ duğu, altın stokunun çoğaldığı görülmektedir. Bazı araştırıcılara göre, bu Lersi­ ne durum resmi rakamların aksini göstermesine rağmen Osmanlı dış ticaretinin

gerçekte açık vermemesinden kaynaklanmaktadır. 1 4 9

1 908'den sonraki İkinci Meşrutiyet Dönemi'nde, İttihat ve Terakki iktidarı ' mim iktisat' uygulanmaya başlamıştır. Bu, kapitülasyonların zorunlu kıldığı libe­ ral iktisadi ilişkilere karşı bir tepki olup doğmakta olan milliyetçilikle uyumlu bir politikadır. Bu politika Cumhuriyet yıllarında ela devletçilik adı altında 1 930-9 arasında uygulanmıştır. Müslüman unsurlara dayalı bir burjuvazi oluşturma te­

642

şebbüsleri, Birinci Dünya Savaşı ile birlikte kapitülasyonların tek taraflı ve geçici olarak kalclırılmaları, yabancı şirketlerin ayrıcalıklarına son verilmesi, spesifik

gümrük tarifelerine geçilerek gümrük vergilerinin istendiği gibi düzenlenebil­ mesi, ihracatın vesikaya bağlanması, Devletin kambiyo işlemlerine el koyması, yerli şirketlerin kurulması uygulamaları milli iktisada örnek olarak verilebilir. 1 50 Osmanlı ekonomisinde iç, dış ve transit ticaretten alınan vergiler gümrük l 5 1 sistemi içerisinde incelenir. İç ve transit ticaretten alınan vergiler iç gümrükle­ rin, dış ticaretten alınan vergiler de dış gümrüklerin konusudur. Avrupa'da XIX. yüzyılın ortalarında, milli devletlerin doğuşundan sonra kaldı­

rılmış olan iç gümrükler l 900'lara kadar Osmanlı maliyesinin önemli kurumların­ dan birini teşkil etmiştir. İlkin eskiden be­

ri iç gümrük alınmakta olan büyük şehir­ lerin dışında, son yıllarda gümrük merke­ zi haline getirilmiş olan şehir ve kasaba­ larda alınmakta olan iç gümrükler 1 843'te kaldırılmıştır. Yine 1840'larda kurulmakta

J

olan yeni fabrikaların hammadde ve ma­ mullerinden alınmakta olan iç gümrükler ortadan kaldırılmış veya hafifletilmiştir.

-

Bursa, elmas kesim atölyesi

Yerli sanayii korumak için tanınan gümrük muafiyetleri giderek yaygınlaştırıla­ rak 1874'te karayolu ile yapılan mübadelenin tümü için iç gümrükler kaldırıl­ mıştır. Deniz yollarında ise yerli ve yabancı malları ayırdetme güçlüğü yüzün­ den iç gümrükler çeyrek yüzyıl daha yaşamış ve 1 900'da, savunma harcamala­ rına katkıda bulunmak üzere, % 2'ye indirilmiş ve nihayet 1 9 1 0'da tamamen kal­ dırılmıştır. Dış gümrük vergilerinde Osmanlı Devleti'nin ahidnfune-i hümayün adı altın­ da yabancı devletlere verdiği ticari imtiyazlar bir başka ifade ile kapitülasyonlar önemlidir. Osmanlılar, kapitülasyon politikası ile mali, iktisadi ve siyasi amaçlar güdüyorlardı. Mali amaçlar transit ve dış ticaretten gümrük vergileri alarak ha­ zineye katkı sağlamak, bunun yanında iktisadi amaç olarak, ticareti mümkün ol­ duğu kadar Akdeniz havzasında tutmaya çalışmaktı. Siyasi amaç ise Osmanlıla­ rın kendi çıkarları için Batılı devletlere imtiyazlar vererek bunları birbirlerine karşı kullanmaktı. 1 52

Osmanlılar, XVIII. yüzyıla kadar kapitülasyonları Batılılara karşı bir silah olarak kullanmaya devam ettilerse de sistem giderek kendi aleyhlerine işleme­ ye başlanuştır. Batılılar, Devlet zayıflayınca kapitülasyonların karakterini değiş­ tirerek Osmanlı ülkesinin hammadde alım ve mamul madde sürüm sahası olma­ sını sağlayıcı politikalar izlemeyi yoğunlaştırnuşlardır. Devlet ise mali endişeler­ le buna karşı ciddi bir tepki duymamıştır. IIII. Selim'in ( 1 789-1807) kapitülas­ yonların gerçek anlamıyla uygulanması yolunda mücadele etmesi sonuç verme­ miştir. Bu yüzden yerli sanayi baltalanırken, iç ve dış ticarette önemli yere sa­ hip gayr-i müslim Osmanlı tebası yabancı devletlerin himayesine girerek Müslü­

man tüccarlara karşı tekelci özellikler kazanmışlardır. 1 53

Devleti'in kapitülasyonlardan kurtulmak için Paris Konferansı (1856) sıra­ sında yaptığı teşebbüs başarısızlıkla sonuçlandı. İttihat ve Terakki yönetimi de Birinci Dünya Savaşı'na girerken (1 914) aynı yönde ikinci bir adım attı. Savaşın

643

yenilgi ile sonuçlanması bu teşebbüsün de başarısız olmasına yol açtı. Kapitülas­ yonlar Lozan Antlaşması (1 923) ile kaldırılacaktır.

V. Para ve Finansman Yapısı Osmanlı iktisat sistemi klasik dönemde madeni para rejimini kullanmıştır. Bu sistemin esası madeni paranın (altın ve gümüşün) eşya olarak, kullanım amacıy­ la değil, mübadele amacıyla talep edilmesidir. Bunun da amacı para arzının mü­ badele ihtiyacına cevap verecek seviyede olmasıdır. Bu sistem istikrarlı bir para rejimi getirmiştir. Sonuçta 1 326 ile 1 760 arasındaki 4 1 4 yılda Osmanlı hesap pa­ rası olan akçenin toplam değer kaybının geometrik ortalaması %0.2 olmuştur. Bu ise, çeşitli dönemlerde fiyat artışları görülmüşse de, esas olarak enflasyonsuz bir ekonomi demektir. XVIII. yüzyıl ortalarına kadar akçe, son zamanlarında çok kü­ çülerek önemi azalmasına ve kullanışsız hale gelmesine rağmen hesap parası olarak kullanılmış, l 757'den sonra artık akçe basılmamış, bunun yerini ta­ mamen, hesap parası olmaya önce­ den başlayan guruş almıştır. Özellik­ le Tanzimat Dönemi'nde ise, temsili kağıt para sistemi ağırlık kazanmaya başlamıştır.154

A. Para Sistemi Klasik para sistemi istikrarlı bir para rejimi getirmiş ve (1326- 1 750) Hereke ipekli Dokuma ve Halı Fabrikasında ıı. Abdülhamit Köşkü, ( 1 894)

yılları arasında geçerli olmuştur

Yenileşme Dönemi'nde ise ( 1 750- 1 923) Osmanlı para sisteminde kapitalist süreci izleyen yeni bir yapılan­ ma görülmüştür. Gerçi Osmanlı ekonomisinde hesap parası sonlara kadar akçe

idi. Fakat XVIII. yüzyıl ortalarında bütçe vs. rakamları için pare, XIX. yüzyılda guruş ağırlık kazanmıştır. Bu yüzyılın sonlarında da lira esası kabul edilmiştir.

1 . Geçiş Dönemi ( 1 750-1 840) 1 768'den itibaren girilen ve başarısızlıkla sonuçlanan savaşlar, Osmanlı pa­ ra ve fiyat sistemini etkilemiştir. Rusya, Avusturya ve Fransa ile girişilen bu sa­ vaşlar sırasında merkezi Devletin içteki gücü azalırken mali bunalım ağırlaşmış, para değerindeki düşmeler 1 830'lara kadar sürecek bir fiyat artışları Dönemi başlatmıştır. I.

Abdülhamid (1 774-1 789) Dönemi'nde, l 775'te bir iç borçlanma türü ola­

rak yürürlüğe konan esham uygulamasını kağıt paraya geçişin ilk habercisi ola­ rak görebiliriz. Yine 1 787- 1 792 Rusya ve Avusturya savaşının ilk yıllarında, hal­ kın elinde bulunan altın ve gümüş eşyanın belli bir bedelle devlete satılması mecbur tutulmuş böylece savaşın finansmanı için para arzı genişletilmiş oldu.

644

III. Selim ( l 789-1807)'de aynı siyaseti izleyerek, halkın elindeki kıymetli madenlerden mamul eşyanın darphaneye getirilip para arzının arttırılması sağ-

landı. Bunun yanında para tağşişi sürdürülünce kalpazanlık faaliyetleri de art­ mıştır.

2. Temsili Para ( 1 840- 1 923) Osmanlı ekonomisinde 1 840'tan itibaren temsill ve kağıt para süreci başla­ mıştır. Böylece klasik Dönemi'n reel para ve iktisat sistemi Tanzimat Dönemi'n­ de kökten değişmeye başlamıştır. Önce 1 775'te yürürlüğe konan esham sistemini kağıt paraya geçişin ilk ha­ bercisiydi. Çünkü eshamın yani ilk pay veya gelir ortaklığı senetlerinin tedavülü vergiye tabi olarak, serbestti. Tanzimat'tan sonra ise, 1 840 yılında, tedavül ve ödeme aracı olan kağıt paralar çıkarılmaya başlandı. Bunların denetim ihtiyacı bankacılık tecrübesini de başlatmıştır. Abdülmecid (1839- 1861) Dönemi'nde, 1 840 yılında tedavüle çıkarılan ve es­ kisinden bir adım daha ileri giderek tamamen 'nakd' hükmünde olan yeni esham aynen para gibi halk arasında tedavül edebilecek ve ödeme aracı olarak kullanılabilecekti. Bazan 'kaime' bazan 'evrak-ı nakdiyye' denen esham aslında devlet tahvili idi. Karşılıksız olarak çıkarılan bu kaimelerin taklitlerini yapmak zor değildi. Karşılıksız olmalarından dolayı da kaimeleri temsill pa­ ra olarak değil, tamamen kağıt para olarak kabul etmek gerekir. Esnaf madeni para kullanmayı tercih ediyordu. Bu yüzden ma­ deni para ile kaime arasındaki fiyat farkı bir hayli fazla idi. Yine taşrada halkın kaimeye itibar etmediğini biliyoruz. ı 55 Bu yüzden yirmiüç senelik tecrübeden sonra kaimelerin tedavülden kaldırılması se­

Yıldız Porselen Fabrikası' nın ilk yıl damgası

vinçle karşılanmıştır (1862) . Sultan Abdülaziz (1861-1876) zamanında bu ilk kaimelerin tedavülden kaldırılmasından sonra Sultan Abdülhamid (1876-1909) devrine kadar bir daha kaime bastırılmadı. 1877-8 Osmanlı-Rus savaşının finansman gereklerinden dolayı Osmanlı Bankası'nın kontrolü altında ikinci defa kaime adı altında ve fakat yine karşılık­ sız olarak piyasaya sürülmüştür ( 1876-7) . İki buçuk seneden fazla tedavülde ka­ lan bu kaimelerin kaldırılmasından sonra V. Mehmed (1 909- 1 9 1 8) zamanında üçüncü defa kaime çıkarıldı (1 9 1 5) . Bu kaimeler tam anlamıyla temsill para idi­ ler, çünkü karşılıkları vardı. Bu kaimelerin altın karşılığı oldukları belirtildiği gi­ bi ne zaman tedavülden kaldırılacakları da belliydi. Osmanlı Bankası'nın izlediği sıkı para politikası çerçevesinde yedi tertip olarak çıkarılan bu kaimeler Cumhu­ riyet devrine kadar devam etti. Osmanlı lirası Birinci Dünya Savaşı'na kadar sağ­ lam bir paraydı ve kısıtsız ithalata rağmen altın stoku artmaktaydı. Fiyatlar is­ tikrarlı ve paranın alım gücü yüksekti.156 Kağıt para ihracı 1863'te İngiliz ve Fransız sermayesi tarafından kurulan ve Osmanlı Devleti'nin merkez bankası gibi çalışan Osmanlı Bankası tarafından yü-

645

rütülrnüştür. Osm anlı Bankası Düyün-ı Urnürniye i daresiyle birlikte maliye ve ckcıncımi üzrrirıcle yabancı sermaye den etimini sağhmnştır. Para basrna yetki si­ nin yarımda DevlE'.tiıı borç ihtiyaçları Gal a t a bankerlerinin çapım a ş t.ığınclan dev­ l e t e kısa vadeli borçl ar verme i ş levini ele yüklenmiştir Fı l

ütc- yandan ü lkenin c1 eğişik yörelerindeki kur dalgalaımıaları ve bunun orta­

ya çı kardığı b e l irsizl i k l c- r , dış ticareti olumsuz yönde etkill,ın c kteycl i . !:ira Os­ ınaıılı ülkelerinde çeşitli yabancı si k k e l er de dolaşmaktaydı. Mesda Trablıısgarb , Doğu A L d e ı ı i z , H i c az gilıi uzak vilayctltTde ödemeler yabctncı paralarla yapılı­ yordu . Bu ıwc!en l e Avrupalı tü ccarlar ve devlet tcınsilcikri para sisteminin istik­ rara kavııştıırulımısı için baskı yapıyorla rdı. Bu y Lizclen 1 844'\e madeni para sist emi yeniden clüzcıı l e ıw rc k , ' U sül-ı c e di­ de Üzre Taks im-i Ayar Kararnamesi' ç ı karılarak, standart bir ayarla, keı ıan kır­ pılamaz sikkeler tedavüle çıkar ı l d ı ve kuruş ile

20

kuruş değerinr l d�i gümüş me­

cidiye v e 1 00 kuruş değerindeki altın mecidiye \cıııcl para birimleri o l arak kabul edileli. Avrupa s i k k eleri ayanna uygun olan rnl' cidiycniıı tcclavü l r r,:ıkarılmasıyla beraber yabancı paraların Ledavillü yasaklandı. Kambiyo oranları n ın istik rarını sağlamak için m ahalli bankalarla uzlaşıldı. B ı ı tc:dbirlcr bir kaç y ı l sonra kurula ­

c a k o l an nıilll banka için h azırlık sayılabilir. ! 'ıH Yiııc l ı ı ı tari h t en Biri n ci Dünya S a ­ vaş ı ' ı ı a kach ı r nrndPn1 paraların kur değeri 1 1 O kı ırı ı ş = 1 Jı ıgili;;: s \ erl i ı ı i seviyesin­ de kalrnıştır. ı ::ı 'J B u arada t.icarctin artmasıyla ağırlık

ve

uzu n l u k ö l c;ülcr i ı ı d c l ı ir

m crkezlleşnıeyc gidil m e k isten di . 1 8G9'cl cı o k karnıı staııclart Lıi r ağırlık olarak tarifi yapıldı. l fiO G ümüş 1 8 7Tt.en itibaren clüııya piyasa ları ı ı cla

değer kaylwt.Hıc'yc

B u ela Osmanlı biınetalizıninin 1/1 (j clo l a y ı n cl aki a i L ı n g ü ı rn ı ş oraı ııı u

lıcı ş l aırnş t ı ha-

le getirmiş\ i r .

Devl e t. gelirl eriı ıin gümüş paralarla toplanması , gHlerleıiıı ise alt m iizerınden

yapılması hazineyi ;;:arara uğratır. flunı ı ı ı kaqısmda i l kin mecidiye darbına son verilir. 1 88 l 'cle para birimi ul arak Osmanlı al t ı ı ı l i rası kabul erlilır. Fakat halkrn m ecidiye ve ufaklık para t al ebi r_kvam ecler. K l asik clöne ı ııcle görc l i ığı ınrn;: para raicll' ci niıı

w

Uırlerinin farklı o l u şları c! u rurıı u , eskisi L :ı rLıı olmasa l ı i l c , devam

eder. B u ela sarrafl ı k kunmıımuıı v;ıygı ı ılaşırnısıııa yol ac;nuşlır. llı ınuıı soıı ı ın cü:ı HlHi'cla Tevhid-ı nıcskükfü kanunu ç ı karak 1 l ir;,arfe ı ı ,

1

( 'cvd1 ·t .

Ozt-' l l ik l c X I X . y ı iz>· ı l c l;1 '.;)C l ıırli ı ı ı ı fu s :-\nadol ı ı "dıt dcılırı cvı l ı Bk;,. l s � < ı -

1 2 4/l .

Heıııı"fe ı ı . v.

l ı-14

24!!: M ı ı lı i n ı ı rn · .

ti

Fi.

Pan ı u K . UJ8H, : � � J . ( ) 1 11·i ,

M ı r l ı ı na l m ıa ı ı l 'a�ıı,

s. 1 2

l : TS.

Ncı. lll

:ı:.; 1 1 : ıo : Marsigli, l !J: l.l 1

ı:nı

K t ı ı t l a ;,i ı w Kit

l 'ı-:Ji:

M:Vl .

2:2

;):) l ı-G(ia .

()872:

llrlcc!iye,

il 1 1 ırı/ l /ii2.

(Sv. M . ) : 1 :� c r:v 'vl ) . S . 7D () 2 1 l '.'8/'.l i l Kcpe ( ' i . :248G

ır

l 1 :28/'.24

l / H) :

\HvI . �: -!/() (f\1v ) . �i N

1 1 �;)/ l H ! X

111

/>-\lif)

j / ] (i : 'Vl ı ı! ı imı ı ı e . U ! J , S . ( i ( i - i 8 1 1 :ı 1 1vıı l l l 'J lla?i ı l . 1 ::08 2 . l \ .

1 211- 1 Lill c · Uc•vri'ı ı c l c · dor1 l ı i r yarn laıı

g()'·

q\lt' lH«'il'r d ı ııc• ı ı l c • rn ı ı c k t c ·ı l ir \'{ Jl l l'I İ gccihmcıııı�. k ı ı l l \ 1•Jıı'ı ı ı c · i 1 T v r · ı rn · v 1 ıiıı ıclc·nı ı scı.v·ı s ı ı ı ­ hhı lüı � i < I . \ · . i !J . 2!J. 2ii�ı / . 4'20--14, :ı::ı h : As ı ı ı ı . ı s:, ı . ıı ldıgı ic; i ı ı s ı k ı ı ı t ı i'·cri s i ı ıdc o l a ı ı b t a ı ı l l l ıl . ı lıı w c · ll i k l