Dinî ve Felsefî Ahlak Lügatçesi

  • Commentary
  • In the book, pages from 80 to 97 are missing, but this is only a pagination error, content is fine; Kitapta 80'den 97'ye kadar olan sayfalar yok, ama içeriği sorunsuz devam ediyor sadece baskı hatası
Citation preview

m

w

Dinî ve Felsefî

AHLAK LÜĞATÇESİ M UHARRÎRÎ Sabık Diyanet İşleri Reisi, Fatih Müderrislerinden

OMER NASUHİ BİLMEN

y e 'Y A Y I N E V l

Dinî ve Felsefî

AHLAK LÜGATCESl

BİLMEN

B A S I M E V i — 19 67

ve Felsefî

Bu eser, Ahlâkiyata ait ohıp muhaveratunızda, edebiyatımızda, müstamel bulunan (770) kelimeden müteşekkildir. Bu kelimelerin ev­ velâ Usanmuzda delâlet eiîtiği lii ^ t manalarına işaret olunmuş, sonra da istüahî manaları gösterilmiştir. Bu kelimelerden her birine ait bir iki faMeli, hakimâne vecize yazılmış ve yine ba kelimeleri havi obnak üzere faafızalân tezyin edecek tarzda ahlakî, edebî birer beyit veya bi' rer k ıfa ilâve edihniştir. îzalı edilen kelimeler eski lügat ve istilah teıübindeki alfabej'e göre gösterilmiştir.

M UHARRİRÎ Sabık Diyanet îşleri Reisi, Fatib Müderrislerinden

OMER NASUHİ BİLMEN

b il m e n

Y A YİN EV İ PK. .30 ^ FATİH

ÎSTANSÜl

( E l i f ) harfi (İbtikac): Seviuç, insanın yüzün­ de güzellik v e .küşayiş eseri görülecek veçhile mesrur olması. vYüzün güzelliği ve kendisinde 6Urûnm zuhuru hâlme «behcet» denir) tüm sahasındaki muvaffakiyetten husule gelen ibtihac, zeval bulmaz. «Nakşı zaiMir umıiir-ı d^ehre kılma îtîbaır» «Oka hasıl fakrden büza-ü ginadan îbtibac» (İbtilâ) : Bir şey’e düşkün olmak. ^İmtihanı İlâhî. İnsana arız olan na­ hoş halet./ Meşakkati mucip olan bir şey ile mükellefiyet. Bir şeyin cevdet ve redaetinin zuhuru için vukubulan im­ tihan. Bazan insanın itilâsı, iptUâsı ile mütenasip olur. «İşret fci, faaıyaıta zabmzcndif» «Bilmem buna iptM nedendk» Nasıdû (İbtal) : Bozmak, kaldırmak, fesh ve ilga etmek. Hak veya bâtd olan bir şe­ yi ifsat ve izâle eylemek. Bâzı hakikatleri mahv ve tağyir eden kimseye «muptil» denir. İnsan; hakkı ihyaya, bâtüı ibtale ça­ lışmalıdır. «Sıkılmaz yaptığından sayeder de haiklkı ibtale» «Onu kendbıce parlak bir zdiâvet zanneder caM» Nasuhî (İftîka):^Cenal>ı Hak’tan korkmak, gayri meşru şeylerden ihtiraz ve içtinap etmek;) İttika; sahibinin siyretini tezyin, ahiretini temin eder.

obnak için belâyadan» «İttika eyleyin berayadait» Naci (Eser) ; Nişan, alâmet. Bir insanın ilimlere, fenlere veya sair medenî sebep­ lere müteallik olmak üzere vücude ge­ tirdiği şey .Maziye karışmış bir şey’in vücuduna kendisi ile istidlâl olunacak tarik, nişâne. Cem’i «Asar»dır. İnsanlardan rivayet olunan mekârime, eslâfın iftihara lâyık eserlerine «measir» denir. Beşeriyete faydalı olan her eser, sa­ hibinin namını ipkaya vesile olur. «Asarımı sahaifi âfaka neşr için» «Asarmu sabaifi âfaka neşr için» «Hamem Vekilidir lebi hamuşumun benûn» N ^i (İsm) : Günah. Ukubeti müstelzim olan amel. Sevaba naihyeti betaete uğ­ ratan fül. Şer’an ve tab’an kaçınılması vacip olan şey. Cemi; Asam’dır. Birr mukabilinde kullanılır. İsm, bir zulmettir ki, kalbi istilâ eder, onu istipar nuru ile izâle etmeli. «Tevbe, tiryakı lütf-ü rahmettir.» «Marazı isntıe bür’i saattk» Abmet Şaki; (İdibad): Çalışma, sây-ii gayret, fi­ kir ve kanaat. Bir mes’elenin hakika­ tini veya hükmünü delillerinden çıkar­ mak için fikri itap ile sarfı makderette bulunmak. Din eimmesinin şer’î mes’eleleri âyetlere, hadislere veya icma ile kıyasa tevfikan tayin hususundaki cehd ve ikdamları. Bir insanın tehzibi ahlâk hususunda kudreti yettiği kadar çahşması.

AHLÂK LÜGATÇESİ Bütün terakkiler, zadei içtihattır. Cahillerin içtihada yeltenmeleri, teşehhiyat namını alır. «Bir büyük ilm-ü fazileü, bir büyük fıtrî zekâ» «Olmadan bir ferd için kabÜ d elidir içtitaad» Nasuhi 'ü ıdviyete» «İçtimaiyaita bir öyle uezsdıaıi ve^^i y ,» «Kudsiyan reşk aver oklu ruhi insadlyyete» Nasubî (İhtirâ») ; Sakınmak, tahaffiiz. Tecrü­ be edilmeyen kimselere meyil ve itimat etmeyip üıtiyatkârane bir vaziyet almak. Hurs, hıfz etmektir. Haris de bir mevkiin muhafızı demektir. «İbtirasi terk eden, ibtirasa> kurban olur» «Ademi mahcup eder hırs-u tamaı» «Muhteris olmaktan eyle ihtiras»

Nasuhî (İbliras) : Şiddetli bir heves. Bir şey h a ^ m d a his edüen şiddetli bir arzu. Aşk ve kin gibi ruhu tehyiç eden şey. Hırs; şerehin, arzunun ifrat derecede bulunmasıdır. «Pak oku rulılflr, & tirî^te niıağlûp obnaz»

«Nedir insan! bu Uılîrası sefili» «Bâr hayati tebahi ca'vide» «Ki giçer serbesCT mesavide» «Bir günün var mı vaclbüttebcîb> Hüseyin Daniş (nıtiram): Saymak, hürme tetmek. Faziletkâr zatlara, mübarek, ulvî ma­ kamlara karşı gösterilen tazim.

Lâyık olmayanlara karşı gösterilen ihtiram, bakıra sürülen yaldız gibi çok zaman devam etmez.

("«HayrüFems bence kitabı «Ol yan mibıilâıne aman üıtiıam' edin» )

Hamdı

(İhtisas): His etmek. Kalpte zuhur eden âlî veya sefil duygu. Hevas vası­ tası ile ruhta husule gelen teessür. Bâzı feylesoflar’a göre ahlâkın en gü­ zel esası ,ihtisastır. İnsan kendi kalbi­ nin ihtisaslarma tâbi olmalıdır. İş bu ih­ tisas mesleğinden üç mezhep vücude gel­ miştir. 1— Hasse-i ahlâkîye mezhebi: İskoçyalı Haçson‘"aTyor ki: İnsanda hayrın fıtrî mülhimi olmak üzere bir hasse-i ahlâkiye vardır, Ahlâkm yegâne istinatgâhı bu hassedir. 2— Tecazü£^mezhebi: İngiliz Âdam Ismit’e göre dîlâkiyatm en güzel istiııatgâhı tecazüp hissidir. İnsan başkalaıının tecazübünü, teveccüh-i _ kalbîsini temin için, tenafiirüne meydan verme­ mek için ahlâkî vazifelerini ifaya çahşır. 3— Şefkat _wya diğerkâmlık mezhe­ bi: AlmanyalI Şopenhavr’a göre; ahlâ­ kın esası şefkattir. Aşk ve muhabbet­ tir. Şefkat, en nezîh bir hi&tir. Bu sa­ yede hodkâmhk yerine diğerkâmlık ka­ im olur. ^İhtisas mesleki ahlâkîsi, ihtiva ettiği bütün mezhepler ile beraber nakıstır. Vakıa ihtisas ile ahlâk arasmda bü­ yük bir münasebet vardır. Âli bir ihti­ sas, bazan insana güzel bir rehber olur. Mahaza ihtisaslar gayri muttarittir.. Çok kerre akla, kemalâtı fibriyeye mu­ halif bir tarzda tecellî eder. Binaenaleyh ahlâk için bir kaide-i esasiye teşkil edemez. İnsanm kalbi adalet ve merhamet gi­ bi âli ihtisaslarm teoeUigâhı ohnalıdır.")

«Düşündürür beni r e n ^ gurubu lıurşidin»

«Düi bazinime bk başka ihtisas verâr»

DİNÎ VE FELSEFÎ (İhtikâr): Toplayıp yığmak, haps et­ mek. İleride yüksek baha ile satmak için nasin muhtaç olduğu zahire vesaire gibi bir malı satmayıp saklamak. Muhtekir, halkın hayatına mânen kas­ tettiği için canî mesabesindedir. «Eyleyen ifatikâı-, kâr etmez» «Talibi kâr, îhtikâr etmez» Lâedri (İhtimâl): Yüklenmek, mümkün ol­ mak, akla karîn bulunmak, hakikate benzemek, bedenî it’ap etmek, mesaibe karşı sabır ve sebat göstermek, mekârüıten müteessir olmamak, alâm ve ekdar anında heyecan ve ızlıraptan nefsi haps edivermek. ihtimâl, azimkâr zatlara has bii' me­ ziyettir. € AMf (İhtiyat): Basiret. Tedbirli bulunmak. Bir işin ilerisini gözeterek basiretkarâne harekette bulunmak. İstenilmeyen bir hâle düşmemek için bazı hususlarda ta­ li aff uz ve ihtiraz üzere olmaktır. İhtiyata riayet, muvafafkiyet nişânesidir. «Evci tahkîka suud ister isen» «Rif’at erbabını taklide özen» «İhtiyat eyle ki, bazan da olm*» € Nasuhî (îgfal): Aldatmak ,ihmâl etmek, ka­ yıtsızlıkla bir şey’i terk eylemek. Bir kimseyi yanlış bir fikir ile veya hUe ve desise ile gaflete düşürmek. Biraz vicdanı olanlar nasi iğfale cür’ et edemezler. «Dikkatle bak ntuhitiııe, aklanma­ dan sakın» «İğfale muıufazır bu gün, enzar uzak yakın» Tevfik HayaıH (Afald): Havaî, öteden beriden, hari­ cî hadisât. Enfüsînin zıddı = Objektif. Haricî hadisât. Tafradan hac için Mekke-i Mükerreme’ye gelen zat. Ufuk, gök kenan, nahiye. Cem’i; A f^ . insan mütefekkir olmalı, afakî söz­ lerle vaktini zayi etmemelidir. «Müsabihaır eyledim â f ^ İKp mihri nübiiıvvetie» «Benani şânma şayestedir enküşteri

levlâh» Nazil (Iftiraı): Yalan. Bir kimseye mugayiri

hakikat olarak fena bir hâli isnat et­ mek. İftira, bir cinayettir ki, hâneleri vi­ ran, mâsumları nalân ve giryan eder. «Kendi sui hâlini takdire isnat eyleyen» ^ Ziya Paşa (ntifat): Aşinalık, hatır sormak, üıtimam etmek, talettüfkârane muamele, bir zata hüsn-i teveccüh izhar eylemek. Bir tarafa yüz çevirmek. Güzel sözler­ le bir zatın hatırım tatyibe çalışmak. Mültefit olanları herkes sever. «Marifet iltifata tabidüi'» «Müşterisiz meta zayidk» Naci (ÎHıad);^Yan çizmek, doğru yoldan çekilmek, itikattan nükül eylemek, din sahasmdan ayrılmak. Cenab-ı Halc’kın vücud-i_jkdesini inkâra veya sair sa­ hih, sabit m ütekadati^iniyeyi red ve tezyife cür’et denaetinde bulunmak. ÎUıad en büyük, en muzır bir cina­ yettir. Bu cinayetin sûi tesirile İçtimaî hayat zehirlenir, felce uğrar. Muhiti be­ şeriyet, ahlâk ve fazilet nurlarmdan mahrum kalır.'^ «Sütur-i ald’ü şer’i hnn’i ilhad ile hâk eyte» «Eğer b «Etme mahluk-ı hüdayı tahcO» (Tahkir): Hakaret, bed: muamele, hor ve zelil görmek. Bir kimseye kadrini tenzil edecek surette muamelede bulun­ mak. Bir zatm veya bir meslek erbaıbmın fazilet ve ulviyetini isbat için bir takım esafilin tahkir ve tezyifine uğramakta ohnası kâfidir. «Güzel ahlâklait m atınım olanlar pek değersizdir» «Bozuk tıynetidir ol kimseler, tah­ kire lâydGtu» NasuJıi (T^ıakküm): Hakimane bir vaziyet almak. Keyfince harekette bulunmak. Bir madde hakkında nufuzi hükm. Biri­ ni dürüstâne muamelât ile hüküm ve nüfuzu altına almaya çalışmak. Nasa tahakküm etmek isteyenleri,, tehekküme müstahik olurlar . «Fazilet ehline dâim tahakkümdü cühelâ» «Cihanda kaidedir tâ cihan' cihan olalD> Arif Hikmet (Tehalli): Donanma, zinetlemnek. Mekârimi ahlâk ile, âlîadap ile tezeyyün. «Cevheri ismetle mütahalU olmayan

AHLÂK LÜGATÇESİ kadınlara takındıkları îıuByyâf, kıy­ met vennciz.» «Ki bilip tahlıye-ü tahliyeyi» «Veresin zâtına hoş terbiyeyi» Vehbi (Tahammül): Yüklenmek, katlan­ mak. Nâhoş ahvâle sabır ve metanetle mukavemet. Teveccüh eden, ahvâl ve mezahime katlanarak ses çıkarmamak. Mukadderata tahammül, vazife-i ubu diyettir. «Her kim eylerse li^ihammüli sadematı dehre» «Bulur elbette umuruiıda hiidadan behre» (Tedai); Birbirini çağırm'ak, bir fiketmek. Hak’tan meşgul eden şeylerden iraz. Mesaviden, rezail-i ahlâktan tecerriit. Tahalli, tehaUiden mukaddemdir.

Hâzık (Tesliye); Avutmak, teselli vermek. Bir kimsenin hüznünü izale, inşirahını temin edecek veçhile tatyibi kalbine çahşmak. Tesliyeti hakimâne, kalbin en ateşin âlammı teskin eder. «Az çok hayâlden gelir insana tesliyet» «Hep iğbirardu-, yüzü gülmez hakikatin» Abdülhak Hamit (Teslim): İnkiyat, rıza, boyun eğme. Bir şeyi birinin hıfz ve himayesine ver­ mek, selâm ve tasliye. Bir dâvanm sıh­ hatini itiraf. Bir emre bilâ’itiraz inkiyat, Kazayı rıza ile istikbal. Emr-i İlâhîye inkıyat ve bihase bizzahir tabı ve mas­ lahata mülayim görülmeyen şey hakkmda terki itiraz. Hakka teslimi umur edenler, nimet­ le mihneti, red ile kabulü, ikbal ile idbarı müsavi görürler. «Rindanı Hûda, perverimana bu mahalde» «Ne çarha^ ne kavli hükemaya nazar eyler» «Vermez feleğin d«vrl çep endazıma hükmü» «Kor hikmeti teslimi kaza-ü kader eyler» Nef’i (Teşeüm)^[Bir şeyi uğursuz saymak. İnsanın rûyet ve semai dairesine dahil olup hilâfi tabii olduğu cihetle nefsi­ nin teneffüsünü celbedeın bir hâdiseyi şum, uğursuzluğa alâmet addetmesi. «Tatayyür» de bu kabildendir. Müslümanlıkta tefeül câiz ise de te:_ şeüm ve, tatayyür câiz d e ğ ild ir^ ccSenin eyo^Im eniş güCtaruıa ben iltifa:t etmem» «Teşeüm eybmem, bin kerre bay­ kuşlar gibi ötsem> Nasuhî

AHLÂK LÜGATÇESİ (Teşedduk): (;^Fesahatfuru§luk içiîi avurd çatlatmak ve ağanı eğip bükmek suretile söz söylemek. Teşedduk suretile konuşmak, sakin ruhları davul sedası gibi müteellim eder„^ r«Bilürüz çok müteşeddık çelebL> icNazigaıne açılır gönce gibi» «Istılâh üzre ıtekeUüm ej'ler» «Bakıp etrafa tebessüm eyler» «Bi maıhal fıkraya ağaz eyler» «Zan eder kim hüner ibraz eyler») Vehbi (Teşvik); Fışkırtmak. Şevka getir­ mek. Meyil ve rağbeti tahrik edecek suretet bir kimseyi bir cihete sevka çalış­ mak. Dost odur ki, insanı ilim ve fazilet yoluna teşvik eder. «Nazrai şehvetle bakma çehre-i nam ^em e» «Nefsi emmaren seni şiddıetle teşvik etse de» Nasuhi (Tesadüf): Biribirine rast gelmek, rastgele vaL olan hâdise. İşlerini tesadüfe bırakmak istemiyen1er, hilkatin daimî kanunlarmdan istifa­ de yollarmı keşfe çalışmalıdırlar. Eğer buhar kuvveti keşfedihneseydi engin denizlerde seyr-ü sefer, rüzgâr­ ların inayetine bağlı kalırdı. «Hafice hikmete ,kanun-ı hakka makrundur» «Tesadüfi samJan hadisat^ı gûna gün» N ^uhî (Tesaddür); Göğüs kabartma. İleride yürüme. Sadr-ı meclisi işgâl etmek. Bir meclisin en yukarısma geçip kurulmak. Lâik olmadıkları makâma tesaddür edenler, az sonra o makâmı terketmek mecburiyetine uğrarlar. (cTesıaddür eylemek sadre değit âli nesepdendir» «Oturmak ziri merdümıde haya-ü hem edeptendir» (Tasarruf): Bir şeyi bissalaha zapt ve idare. Bir malı idare ve iktisat daire­ sinde kullanmak. Malları güzel bir su­

25

retle idare ve siyanet. Servet, zade-i tasarruftur. «Mülkünde hak tasarruf eder kcyfemayeşaa> «İsterse kevni yok eder isterse var eder» Ziya Paşa (Tasannu-ı kelâm): Seci ile, ıstilâhat ve istiarat ileT^müzeyyen ibareler ile söz söylemek hevesi. Âkil, mütefekkir zatlar, tasannü-ı kelamdan kaçınırlar. ^Ulemadan bir zat, mukaffa ve ım secca bi rsurette dua eden~^ir adama: «Ne yapıyorsun? Rabbine fesahat mı satıyorsun?» diye üıtarda bulunmuştur. > Tabiî bir halde olan seci, tasannudan sayılmaz. /içKıymet verir mi insan, beyhude kılü kale» «Ehli şuur olanlar, bakmaz tasannü-ı kelâme»3 Nasuhî (Tasavvur): Niyet, meram, fikri dü­ şünce, hatıra getirmek. Mülâhaza et­ mek, bir şeye zihinde bilâ hüküm suret vermek. Akıllarmm her ermediği şeyi inkâr edenler, güzel bir fikir ve tasavvurdan mahrum kimselerdir. «Nücûm»i na mütenâhi bütün çalışmaktaı> «Sükûn tasavvuru kabil mi budı mutlakta» (Tasavvuf): [^Şeriat adabı ile zahiren ve batînen tahalli semeresi olarak hu­ sule gelen feyz-i İlâhî!)

Şeyh Vasfı (Taziye): Taziyet, karibi ölen bir kimseye teselli verecek sözler söylemek. Bir musibet vukuımda sabır ve taham­ mül tavsiyesinde bulunarak hüzün ve kederi izaleye çalışmak. Nasin örfünde mevt hâline tahsis edilmiştir. Taziye, İçtimaî bir vazifedir. «Etme^ sırrını akim temyiz» cem» «Taziyetnâmeyi tebirk âmız» Hâmit

(Taassup): Bir şey ile iktifa edip hoş­ nut olmak. Milletine, akrabasma veya zulüm görenlere müzaheret kaydmda bulunmak. Âdetlerde ve maddî, mane­ vî hususlarda fazla sebat ve gayretkeş­ lik göstererek taraftarlıkta bulunmak, '^ a a s s u p iki türlüdür .Biri ta^n ü tten , temerrütten ibaret olup mezmumdur.. Diğeri de salabetten, metanetten ibaret olarak memduhdur."" Taassup, lâfzı, pek ziyade sui istima­ le uğrayan bir kelime olmuştur^ Muhik olan bir mes’elede, meselâ di­ nî ahlâkî bir vazifede sebat etmek, gay­ retkeşlik göstermek bir meziyettir ki, buna «salabeti Ahlâkiye» nâmı da ve­ rilir. İşte böyle bir meziyeti «taassup» diye tezyife çalışanlar, meziyeti ahlâkiyeden mahrum olduklarını göstermiş olurlar. «İsnadî ta a ^ p olunur merdi gayura» ccDinsizlere tevcihi reviyet yeni çıktı» Ziya Paşa (Taizim): Büyüklemek. Hürmet et­ mek, büyük sayılan bir zat hakkmdaki hürmet ve tekrim .Bir şey hakkmda bü­ yük sayıldığına delâlet edecek surette muamele yapmak. Emr-i İlâhîye tazim, mahlûk-ı hüdaya şefkat; müslümanlarm şıandır. «Peder-ü> madere tezim eyle» «Yâni î&at ile tekrim eyle» Vehbî (Tayip); Ayıplamak, takbih. Bir kim­ seye ayıp ve kusur isnat etmek. Kendi aybmı gören, başkalarmı ta­ yip edemez. «Elihazer kimseyi kılma tayip» «Gelmesin başına ol aybı acîp» «Kılma noksao-ı viicu& handle» «Yoksa mayup olursun sen dte» Vehbi (Tegafiil): Gafilce hareket, bilmez gi­ bi görünmek. Nasin mesavisine ait bir şeyi görmemezlikten gelmek. Yerindeki tegafül, hakîmâne hareket­ lerden sayılır.

AHLÂK LÜGATÇESİ «Etsen ne olur biraz temayiil» «cLâyık mı buna beca ttegafiil» AU Ulvî (Tefeiil): Uğur sayma, fal açma. Bir hadiseyi hayır mukaddimesi, muvaffa­ kiyet nişânesi ad etmek. Bir gencin akılâne ,edibâne yaşama.sı ile istikbâlinin müemmen olduğuna tefeül edilebilir. «Her ne dem hâli perişanım lefeiil eylesem» «Hande eyler güyiya mecmuayi falim benim» Esrar Dede (Tefahur): Mübahat, öğünme, servet ile hüsn-ü an ile veya aba-ü ecdat ile l'ahr-ü gurur izhar etmek. Kabili zeval olan şeyler ile tefahür, belâhet nişanesidir. «Ne İ2Z-Ü cah>ü neseple, ne k e^ i mal S^Jr» «Fakat tefafaür-ı ehli dilin Kemal iledk» Velıbi-i Kadi.ni (Tefrit): Taksir, ilımâl, itidal nokta­ sından'aşağı kalmak. Bir hususta itidr^l haddini noksan suretile tecavüz etmek. Mukabili ifrattır. Cahil, ya müfrit veya müferrit olur. «Madem ki, kurtulup bize ezdadldan m u h al»

«Olsaydı ban anda da bir haddi-i itidi^> fcTe&îttir anın daM e£sus gayeti» «İfrata yaki müncer olur hep nihayeti» Halil Edip (Tefekkür): ^^Düşünmek. Derince mü­ lâhaza. Bir mes’ele hakkında imali fikretmek. Kuvve-i fikriyenin nazar-ı akıl hasebile cevelân etmesi.\ ^Ilalpte sureti hâ^ıd olmayacak şey bakk:nda tefekkür mümkün olamaz. Bu­ nun içindir ki, Cenaib-ı Hak’km nimet­ leri tefekkür olunur, zâtı akdesi tefekklır c.ıunamaz.) Acaibi hilkati tefekkür sayesinde gaf­ let pder, kalp tenevvür eder . Bir takımı cühelâya mütefekkir denil­ mesi, tehakküme mahmtüdaır.

27

«l)ü$i

«Tarihi sergüzeşti selef ezberîmdiedir» Hazik (Hal&î): Hal. Suret. Keyfiyet. Bazı ruhî hâdiselerin gayrı sabit bir surette kalpte tecellisi. Bir kimsenin mahiyetini anlamak is­ terseniz, haleti nahiyesine güzelce dik­ kat ediniz. «Ekser kişinin suretine sireti uymaz» «Yarap bu ne hikmettir, ılâhî bu ne halet» Ziya Paşa (Hubbi Vatan): Yurt sevgisi. İnsa­ nın doğup büyüdüğü mahalle, milleti­ nin hükümran olduğu arazi sahasına kalben mail ve mıünoezip olması. Bir milletin tarihî an’anelerini, mad­ dî ve manevî bütün varlığını sineî ih­ tiramında saklayan vatandır. Bunun içindir ki, her millet kendi vatanına kalben mümcezip ve merbuttur.

AHLÂK LÜGATÇESÎ «Hatkı âlem bittabi’ hubbi vatan mecluptur» «Hin giUistâna değişmez bum bk vkaneyî» Esat Mublis Paşa (Hicap): Mahcubiyet. Utanmak. Per­ de. Nahoş ,edebe münafi bir halden doîayı kalbin üzülüp sıkılması. Hicap, temiz kalplerin harice akse­ den bir rengin lemasıdır. ccistemjez ehli sala rengi hicabı imtihan» «Vecfai erbabı hayaıdia ar kendin gösterir» Leskofçali Arif (Hiddet): Öfke. Dargınhk. Titizl'k. Ruhu tchyiç eden nâboj bir haletten dj~ !;'ıyı kuvvc-i {iazabîyetin feveran et­ mesi. Hiddetle oturan, nedametle kalkar. «Rabı salaha gidip, sulh-ü süllûk eMi ol» (dFIisse uyup herkese, hiddetü şiddet neden» Hüdai (Hazaket): Ustadlık. Bir mesleğin bü­ tün dekayıkma vakıf olacak surette ka­ zanılan ihtisas ve maharet. Sahibine «Hazık» denir. Tabibin, hazakati kavMnde değil, fıündedir. «Doktorun gerçi hazakattan nasibi yoksa da» «Bir nazarda kurtarır biman renci rubton» Nsföuhî «Elden çıkınca kadrini anlar sipıhri dun» cfHazık gibi sühanveri hayli zaman arar» Hazık (Hırs): Tamah, aç gözlülük. Şiddetli arzu. Bir şey hakkında ziyadesile rağ­ bet ve meyelan göstermek. Adi şeyler hakkmdaki hırs, bir fakrı kalbîdir. Mealî halkındaki hırs ise ru­ hun ulviyetine delildir. «Tefâşî hırsı bîca, âdemi mahrumi kâm eyler»

35

«Ki desti raşedar iîe dolu pey manecem olmaz.» Santi (Haı-am): Memnu, yapılması gayrı caiz şey. Bir şeyin memnuiyeti ya tes­ hiri İlâhî ile olur. Hazreti Musanm ço­ cukluğunda süt annelerin sütlerinden imtinai gibi. Veya bir beşerin men’i ile olur. Kanunî memnuiyetler gibi. Veya akıl cihetinden olur. Habaisten insan­ ların içtinabı gibi veyahut şer’i şerif ci­ hetinden olur. Bilcümle müharematı di niye gibi. Halâl ve haram tammayan bir şak­ sa hiç bir hususta itimat edüemez. «Kasidem hâlimi arz eylemişken» «Deriga sormaidın bir kere h a l^ » «Şu son mısraımı olsım son hitabım» «Haram olsun sana sihri hatalim» i j a l f e j . . , . , Naci (Hürmet): itibar, şeref ve haysiyet. Bir zat hakkında yapılan riayet ve ih­ tiram. Bir şeyin şer’an haram olması. Ebeveynine hürmet etmeyen, evlâ­ dından hakaret görür. «Hürmet et hünmet et aman kaleme» «Olima mağrur.dcvlet-ü haşeme» Halil Edip (Hürriyet): Azadelik. Kendi salâhiye­ ti zatiyesini istimal edebilecek. Kudre­ te mâlikiyet. Alâiki kat’, hakayıka te­ veccüh. Malı meşru surette kazanıp müstahsen mahallere sarfa, gayrı meş­ ru surette kazanıp gayrı müstahsen yer­ lere sarfetmeden men’i nefse kudret. Her istediğini yapmak hürriyet değil, behimiyyettir. Asıl hürriyet, şehevata, heva-ü hevesata esir olmamaktır. «Kendi istikbâlM temine gayret Omeyen» «Akıbet bin parça eyler cevher-i hürriyeti» Nasuhî (Hazm): Hazamet, sebat. Doğru rey. Rüşt ve basiretle muntazam ,ihtiyatkârane bir surette hareket ve umuru ida­ re. Akıbeti meçhul veya meşkuk işlere girmek, hazme münafîdir.

36

DİNÎ VE FELSEFÎ

Hazm ile azm. İM kanat mesabesin­ dedir. ŞaMkai amale yükselmek bu iki­ sinin birleşmıesiyle kabil olabilir. «İltizami kemali hazm eyle» «Ralli ihlâsa öyle azm eyle» Naci dir. İnsamn kıymeti zatiyesi, haiz oldu­ ğu hasletlere göre taayyün eder. «Ri)d(a mani deseler de faraza» «Müminiîi feasîetidir şerm-ü baya» Vehbi Dâvacılıkta bulunmak. Bir kimsenin hakkında beslenilen adavet hissi. Âkil odur ki, hiçbir kimsenin husu­ metine meydan vermez. (Husumet): Münazaa, düşman olmak.

43

«Bütün nevi beşer hakkında vicda­ nen hayu-hah ol» «Esirge safveti ruhiyenl hissi husumetten» Nasuiîi (Hasise): Haleti mahsusa. Birinin zâtına veya sıfatına has olup başkasın­ da bulunmayan keyfiyet. Cemi «hasais» dir. Hakikati tahaırî, bir İnsanî hasise­ dir. «Ey Mtifatım hiç bir zaman unuîmaidığım» «Gelir mi müddeti ömründe bu kuîmı yade» «Kibara yadı sigar adet olmamış iken» «îHaısiaedîr sana bu fazli harikulâde» Muallim Feyzi (Huzû): Tevazu. Sükün ve inkıyat. Ser furu kılmak. Esnayi ibadette göste­ rilen mahviyetkârane vaziyet. Namaz kılarken huzû ve huşûa pek ziyade riayet etmelidir. «Ulviyeti vekarı, ciddiyeti edası» «Bidar olan kulübü eyler huzua dav0î» Ferit (Hata): Günah, kusur, bir cihetten udul etmek. Kasde mukarin olmayan yanlışlık. Hata bir kaç kısma ayrılır. Şöyle ki: (1): İradesi lâyık olan şeyin gayrisini irade edip yapmak. Bu tam bir hata­ dır. Sahibi bununla muaheze olunur. (2): Yapılması lâyık olan şeyi irade ettiği halde yanhşlikla bunun hüâfmı yapmak. Bunun sahibi iradesinde musip, fiilinde muhti olmuş olur. Böyle bir muhti, muaheze olunmaz, (rtifia an ümmetiy elhata-ü vennisyan) hactısT^ri fi bunu natıktır. Müctehitlerin hatala­ rından dolayı muaheze olunmamaları da bundan dolayıdır. Gafletten münbais hataya «sehiv» namı da verilir ki, bu da iki kısımdır. Biri, vücuduna insanın sebebiyet ver mig olduğu sehivdir. Bundan dolayı

44

DİNÎ \ £ FEÎ^EFÎ

sahibi muaheze olunur. Sarhoştan bilâ kast zuhûr edeni müıLkerat gibi. Diğeri, vücuduna insanın sebebiyet vermediği sehvdir. Bu mafûdur. (cDünyayi müstaiddi beka anladın gönüb> c «Ecnebiden yine elbet ehven» Vehbi (Salef): Hububatm âdemi nemiası. Birinin mıekanet ve haysiyetten mahru­ miyeti. Birine hoşlanmadığı sözü söyle­ mek. Lâfü güzaf üe. beyhude yere öğünmek. Bir kimsenin, keııdi kudiret ve is­ tidadı fevkinde kiyaıset ve zarafet iddi­ asında bulunması.

AHLÂK LÜGATÇESÎ Tasallüfde yaltaklık ve haddinden hariç fazlü zarafet iddiasına çalışmak mahâsmadır. Şüeranm bir çok fahriyeleri tasallüf kabilLndendir. Salef, kizb ile ucübden mürekkep bir rezilettir ki, sahibi başkalarına nazan hakaretle bakar. «Bir l a f t ı r , bir yalandır hodfıuruşluk doğrusu»

«MesleJci ehli tarScat başka» Vehbi

«Eyle akran üe hüsni üMet» Vehbi (Ubus): Ubuset. Çehre çatıklığı. Gö­ ğüs darlığındam mütahassıl takgttub ~ yüz ekşiliği. Suihulk veya helecani kalp neticesi olmak üzere yüzde nümayan olan na­ hoş bir vaziyet. Ubuset erbabı ile sohbet; rujaa sıkjet, tab’aj>urudet iras eder.'^ « H u s ^ i asnn etme nazar güftügûsımfl» «Şir iltifaıt eder mi küâbın gulnama» «Lâzım değil inayeti ehli tekebbüriin» «Bahşeyledûn atasım vechi ubusıuna» Nahîö (İtap): Tekdir. Azarlamak. Paylamak. Kendisinden sudur eden gayri münasip

bir hân terketmesi için sevüen kimse hakkında serdedilen hitap. Dostların itabı acı ilâca benzer. Dos­ tunun ıtabma tahammül etmeyen, düşmanmm, şematetine giriftar olur. Hahsâne c^ ay an itap, muhabbet ra­ bıtasını kat eder. «Satveti cahüıe biUâh edemez» «Kimse bir bi medede lûtfu itap» «Kdlamıaz cuşişi abı gevher» «Ne haisi gark ve ne mûri sîrap» ŞeyhûÜslâm Arif Hikmet (Ateh): Bunamak. Sersem olmak. İh tilâü şuuru mucip bir âfet ki, sahibinin fehmi_ka]îl, sözü^üşevveş, tedbûU asit olur. Sahibine «matuh» denir. Akülarınm kesdiğine de kesmediği­ ne de karışmak cüretini gösteren nîm münevverler, matuhîn zümresinin ,seramedanmdan sayılırlar.' «Ma’na bulunmıaz yıazdıklanndla»» «Maıtuha benzer hep nev siibanlar»' (A c ^ ): Şaşma, derin hayret. Taac­ cüp. Bir şey hafckındaiki bir cehl dolayısüe insana ârız olan halet. Binaenaleyh Allâh-ü Tealâ’ya taaccüp isnat oluna­ maz. Çünkü o allamürguyubtur. Acep lâfzı, şaşılacak garip, acip, müthiş, harikulade şey manâsında da müstâmeldir. Acaba yerinde de kuHanılır. Müstakbel hayatı dstib’ad edenler, acaba ilk devrei hilkati bir kene dü­ şünmezler mi?

«Size bir şairi edep perver» «Size karşı bu KİIki pür tazim» «İbtiramiaıtmııı beyan eyler» «A (İzz); îzzet. Şeref. Kadrü kıymet. Ned ret. Kuvvet. Vekar ve haysiyeti mıdıafaza zilleti müstelzim şeylerden nefsin yüksek tiutuhnası. İnısanı üıanete, makhuriyet ve mağlûbiyete uğramaktan men eden âlî bir haslet, inade, hamiyyeti cahilâneye de tehekkümen izzet denildiği vaMdir. İzzeti nefis eshabı âdi bir menfaat

72

DİNÎ VE FELSEFÎ

için esafili nasa serfurû edemez. /«Yaşamıaktaıı cihanda zillet Üe» Hıöimek evlâ değil mi izzet ile»*^ Nad (Uzlet): İnziva. Bir tarafa çekilmek. Tenhaca oturmak. Nas ile üıtüât et­ meyip küşeî vahdete çekilivermek. Meydana atdanlar için bilkülJiye uz­ let kabil değUdir. Elverir ki, insan kes­ ret içinde kendi varhğmı gaip eümdesin. «Kesrette zevki vahdeti idrâk sa^b imiş» (cŞirndS ferağı hatır ile uzlet etmişiz» (Uzûbet): Ergenlik. Bekârlık. Alâık kaydmdam mümkün mertebe azade kal­ mak maksadı ile teehhülü terketmek. Bilâ mazeret uzubeiti ihtiyar edenler, cemiyetin gayri müsmir uzuvlarmdan sayılırlar. İçtimaî hayatın nahoş safahatına şa­ hit olanlar, uzubet tarikini ihtiyarda mâzur görülebilirler. «Eğer yoksa güzel bir âite tesisine im'kân» «Teehhüldleın uzubet şüphesiz bin kat n»üreccahtİD> Nasubi urgualuk. İşsiz kalmak. İnşam faaliyeti hayatiyeden mahrum bı rakan bir rehaveti ruhiye. Atalet sahibi, daha ölmeden mevta­ ya iltihak etmiş sayılır. Tabiat âlemini tenkil eden bütün maddeler, haddi zâtmda atalete mah­ kûmdur. Bunlardaki bütün sükûn ve hareket, 'bütün, faaliyet; tabiatm fevkin­ de bulunan bir kudreti fatıranm eseri­ dir. İşsiz, tenbel, ataletle muttasif kim­ seye «âtıl» denilir. ü atalette iş» «Kâ£üei sa’ya yürü sen yetiş» Nasuhî (İffet): Namus. Safiyet. Temizlik. Zühdü vera. Perhizkâriıİc. Nefsi behimî temayüllerden meni melekesi, f Muhar­ rik olan kuvvei şehvaniyenin mühezzep ve mü^dep bir halde bulunuşu. Şeriat ve mev^det veçhile umura mübaşeret^ Ruhlarını iffeti eUâ edemiiyen kadın­ lara bedenlerini tezyio eden mücevher­ ler hiç bir kıymet veremez. En büyük sefih odur ki, otuz kırk

73

sene zarfmda kazanabildiği bk cevheri iffeti behimî bir zevk için bir anda elin­ den çıkarır. «Ziynetine, zevkine düşkün kadm» «Nafiledir munaya değmez adut» «Sevgili bir zevce için zib-ü fer» «Sütrei iffetle bezenmek yeter» Nasuhî (Af): Bağışlamak. Suçtan geçmek. Azl etmek. Günahkâr kimse hakkında lâyık olduğu müahezeyi, ukubeti bü’ihtiyar tafjzzulan terk etmek. intikamın zevki nihayet bulur. Affın neşvesi nüıayet bulmaz. «Siyrabi afv olursa nola gülşeni amebt «Mecrayı cûyi rahmeti seyü günâh açar» Vahidi (Akıl): Tefekkür. Mülâhaza. Zihin. Zekâ. Hatır. Rey ve tedbir. Kuvvei hâfıza. Fehm ve idrâk. Anlamak. .Düşün­ me hassesi. Akü iki kısımdır. Biri akli garizidir bu sayede ısair hayvanlardanT' temayüz eder. Nazariyatı idrake saadetine vesile olacak hususları ihzara muvaffak olur. Akıl iki kısımdır. Biri akli garirî dir ki, ilmi kabul için hazırlanmif^bulunan ruhanî kuvvettir. Diğeri de aUi müstefatdır ki, tecrübeler suretile veyi^iktisa bi marifet ve tevarüs tarikiyle husule gelen bir melekedir. Diğer bir taksime göre de akli mead İle akli maaş kısnuna aynlır. Başka bir taksim e göre cb akıl iki kısmıdır: Biri ilmi kabul için müteheyyi bulunan bir kuvvettir. Buna matbu denir. Herkeste mevcuttur. Diğe­ ri de bu kuvvetle insanın iktisap ve is­ tifade ettiği ilimdir. Buna da akli mesmû denilir. Kur’am Hakîm’de küffann ademi akl Ue zem olunmaları bu ikinci mâna itibariyledir. Herkesin kıymeti insaniyesi, itilâyı kadri akimın derecatı ile mütenasiptir. Aklını istimâl etmeyen kimse, hâzi­ nelere malik iken açlıktan ölen, bîçare­ lere benzer.

74

DÎN! VE FELSEFÎ

«Dînîni, dünyasmı id r^ eden bir âikılm» ccBir takım eclâfa peyrev olması kaıbil midir» Nasulıj «Âdiemi insaiDi eden idıaiktir» «Akli safi-vü zamiri pakidir» Çevri «Eylemiş kendine isnad ukuli aşere» «Özge mecnun imiş evvel gelen cî" babı bikem» «On dleğil cümlesi bir akla olaydı malik» «Böyle bîc^unı giderdi barekâb âlem» Namık Kemâl (Ukubet): Azap. Eziyet. İşkence. Gü­ nah mukabelesinde terettüp eden ceza, ukûbetle kabahat beyninde bir müsa­ vat bulunması muktezayı hilonettir. «Dokuıuna) ehli halin kalbine haıhr şiken olma» «Mükedder eyleyenler haılkı kurtul­ maz ukubetten» ’Nasuhi (Ukuk): Anaya, babaya isyan. Ebe­ veynin emirlerine muhalefet, kendıilerine eziyet etmek. Ukukı_yâlideyn, pek büyük bir cina­ yettir ki, küfranı nimetten, kudsî umde­ lere ademi riayetten ileri geür. «EUıazer obnayasm ehli ukuk» «Ki odur ekberi erbabı fusuk» Vehbi (îlim): Vukuf. Bilgi. Bir §eyi hakkiyle bilmek. Meseleleri delilleriyle idrak etmek. Bir şeyin- suretinin akılda hus.ulü. Aralarında münasebet ve alâka bu­ lunan bir takım kaidelerin, mes’elelerin müdtevven hey’eti. Tetkik ve tetebbu üzerine müesses malûmatm hey’eti umu miyesi. Yarasalar güneşin düşmanı olduğu gibi cahiller de erbabı ilmin basmıdır. İman ve amele mukarin olan ilim, ahlâkı yükseltir. «îlmin utuvri kadrini b erv e^ bîhteıiıii» «îsbait eder şidıadeti bel yestevületm»

{îlmi Ahlâk): İnsanların seciyelerine,

vazifelerine, manevî terakkilerine müte­ allik mes’elelerin hey’eti mecmuasıdır.. İki kısma aytüu; (1): İlmi Ahlâkı nazarî; Nazariyatı ahlâkiyeyi ihtiva eder, ahlâk üe istih­ daf edilen hayri âlâyı tayine çalışır. (2) İlmi ahlâkı âmelî; mesaili ahlâki yenin tatbikatından ve ahlâkî vazifele­ rin aksam ve efradından bahseder. Sıhhatimizi temin için ilmi tıbba ne kadar ihtiyaç var ise fazilet tahsili için de ilmi ahlâka o kadar ihtiyaç vardır. ^Kapüma dehıin iğfalâtma ahlâk bahsindte» «Sana ol fende vicdanın yeter ü ^ d lâzımısa»!Namık Kemâl (Ulviyet); Yükseklik. Alicenaplık. T abiattaki manevî j aÜYÜklük. Rûhaniyata, maneviyata müteUlik şeylere: «Ulviyat» denir. Ulviyeti tab’a mâlik olanlar; âlî him met, hayırhah, iffetperver olurlar. «Buradla münzevî sükûnu edep» «Burada canişîn demek azamet» «Zahir olmıış kemâti kudreli Rab» «Sanki bir kâinatı pür hayrat» «Berk urur her taıâfta ulviyet» Nazım (Ulüvv-i himmet): Himmet büyüklü­ ğü, yüksekliği. B ir hassei rûhiyeki, in­ san o sâyede kemâli zatîye, cemâli ha­ kikîye nâiMyet için bir n a z a ra ^ â lik olur, cihanm seriüzzieval olan ikbal ve idbarına iltifat etmez. Adî umûr üe uğraşmak, menfaat mü­ lâhazası Ue ona buna perestiş etmek ulüvvi himmetten mahrumiyet eseridir. «UHivvı himmet îstignaı eder arzı temellukta» «^pehrl sufleye naz ettiren tab’ı bütendimdir» (Ömr): Yaşayış. Müddöti hayaıt. Be­ denin hayat ile imareti müddeti. İnsar nm doğduğu günden öleceği güne ka­ dar olan müddet. Ömrünün dakikalarmı beyhude yere elden çıkaran, telâfisi gayri kabil za­ rarlara uğramış olür. İnsamn dünyadaki ömrü, ebedî ha­

AHLÂK LÜGATÇESÎ yata nazaran bir şiliap yarıltısım andı­ rır. Elgıpta bu parıltıdan istifade çare­ sini bulanlara. «An ol günü ki, âhir olur nevbahari Ömr» «Berki hazana dönse ger«k rûyi lâle renk» Baki «Kim iltifat ederse bu dehrin safasma» «Fash baharı ömrünü vakfı hazan e «Sayü amıel d e k le r i dünyaıda olmasa» Reşat Bey ^ Bayezidi Sani «Gafletle hitama erdi ömniın» c;Düştünt yere şeremsar feryat» «Ey Mtfü azîm girdüganm!» «Afv et beıâ pek gÜDahkânın» Nasiiiıî (Gıkeit:): Huşunet. Kabalık. Katı vürekli olmak. Mülâyemete, nezakete, hüsni muaşerete muhalif muamele. Nezaket ve nezahet ne kadar memduh ise mukabili olan gjlzette o kadar mezmumdur. «Hatırı yaranı kırma elhazer» «Gılzetü şiddet yalkışmaz âdleme» Nasıthî (Guluv): Hücum. İsyan. Ayaklanma. Bir şeyin tasvir ve tavsifmde göSîterilen gayri makbul mübalağa. Din hususun­ da lüzumsuz yere müfrit ve mütaassıp clmak. Haddi teacvü zetmek. Guluv ,çehrei hakikati, setreder. «Başlar hecaıya görmez lütf-u cudkınn» »MedhMkki guluvvuna aManma Naisuhî (Gam): Esef, Keder, kaygu ,tasa. Hâ­ sıl veya muntazar bir zararın tasavvur veya itikadı sebebiyle kalbe ânz olan

elîm bir halet. Ruhen, fikren çekilen manevî ıztırap. Dünyada herkesin gamı, derecei irfa niyle mütenasiptir. Cahilleri münşerih eden bazı hadisat, âlimleri günlerce gamnâk eder. ^«Neşve tahsil eMğûı sağar da sen­ den gambdır» «Bir dbkuıi: bin ah dinle kâsei fağfûrdan»\ Âli efendi «Ey yan vefa ^ r feryat» «Bir gamzedeyim hezar feryat» «Sinemdeki derdi bilse eyler» «Her nıh-ı safa medar feryab>‘ Nasuhî «Devleti dünya için aslâ ne gankin ol ne şad» «Ber karar olmaz bilirsin, hali âlem ey gömü» Bakı (Gamz): Siayet. Gammazlık. Göz kırpma. Gözile, kaş ile, göz kapamak ile yapılan işaret. Bi rkimsenin aleyhin­ de hafiyyen verilen bedıhahâne, münafikâne malûmat. Ahlâksız cemiyetler efradı arasmda gammazlık pek revaç bulur. G öA rim gamz eyliyor agyane gizli hâtitni» «Sözlerim faşeyliyor diüiii!>'aya mafil’ballnıî» Nasuhî (Gay); Gavaye. Dalâl. Sapıklık. Fasit itikattan neş’et eden cehl. Bâtıl olan şe­ ye inhimak. Salikin maksadma îsal edecek müsta­ kim bir tarîkten mahrumiyeti. Mukabili «rüşt» tür. Gay ve dalâle müptelâ olan, bir nefs, serkeş bir at gibidir ki, sahibini yerlere atarak çiğner gider. «İdlâl edlemez miilhit olan ehli «Maksur kalır kendisine gayy-ü âalâli» Nasuhî (Gıybet): îgtiyap. Çekiştirmek. Biri­ sinin aleyhinde söz söylemek. Birisi­

AHLÂK LÜGATÇESİ nin mesavisine veya işitince münfail olacağı hangi bir hâJine dair giyabında bilâ luzûm söylenilen lâkırdı. Gıybet; mürüvvete münafidir, riş^i muhabbeti keser, nairei adaveti te§fe eder. " «Gayret konuyor derde eder gıybete aşaz» «Ifşaıyi uyup etmemidiir gayreti aihbap» (Gayret): Sa’y ve ikdam. Kıskanmak. Çekememek. Âile bayatmı himaye hu­ susunda, kuvvei gazabiyenin feveranı. Muazzez ve mukaddesi bir şeye, namus ve haysiyete veya vatan ve millete halel verecek şeylere karşı galeyan eden bir hissi âlî. Gayret, himmet ve salabetten tevel­ lüt eder. Şer’i şerifini kabul etmediği şeylerden nefsi haraset eyler. Nefsi ve ehl-ü i ^ i hakimda gayret­ siz olan kimseden nezahatı hayatiye nâmma bir şey bekleme!.

79

«Yine âdemde hamjyyet lâzım» «Bazı halatta gayret lâzım» Vehbi (Gayz): Hışım. Kızgınlık. Mukaddimeî gazap. Kalp kanmın feveranmdan husule gelen hararet ki, dargmiığa mün­ tehi olur. Cehalet ve ilhat sahiplerinin olanca gayz ve adaveti, fazilet ve diyanet er­ babına müteveccihtir. Fakat bugayz ve adavet, kendi sahiplerinden başkasına zarar vermez. «Ey sarsarı felâket-ü nikbet unutma kim» «İmba eder zamane senin de bu gayzîni» Naısuhî «Hüısıü fikrefiten olanlar maibrum» «Her'kesin fikrîni terviç eyi®r» «Bir işi anlamadan hitanı etmek» «Herkesin gayzini tebyiç eyler» Nasubî

( F a ) H a rfi (Facia): Afet. Felâket. Görüp işiten­ leri mahzun ve mükedder bırakan hâdi­ se. Nâsi derdnâk edecek surette tertip edilen oyun. Birçok hâdiseler; birer facia demek­ tir. Hayfaki, bunlardan müteessir olan hassas ruhlar pek az bulunur. «Pür zehr olan meşimei £isk-u fücûrdan» «Her gün (eveSüt etmede bin kanlı facia» Nasuhî (Fail); Tali, uğur, yümün tutm'ak. Beklenilen bir şeyin husulüne bir işaret elde edebilmek maksadı ile kitap aç­ mak gibi bir teşebbüste bulunmak ve böyle bir teşebbüsün gösterdiğ inetice. Bir takım usul ile insanın taliine ait şeyler söylenmek. Fal ile istibşar tecviz edilebilir. Fa­ kat vehm ve teşvişe düşmemek şartiyle. Bülbüllerin yerinde baykuşların ötüş­ mesi pek de fali hayır olmasa gerektir.

icİtilasiyçün güzel bir fâldir biımiU^m» «HaMu takdir eyleyip bâtcldlan etmek ihtiraz» Naisufaî (Fetret): Zaaf. Uyuşukluk. Hükûmetsizlik. Bir hükümetin munkati olduğu zaman. Fasılaî saltanat. İki peygamberizişan arasındaki cehaletle geçen za­ man. İnsamn gaflet ve şehvetle geçen za­ manı, hayatınm bir fetret devresi de­ mektir. «Hakkın en şa’şaalı nuru tecelli etti» «Doğdu iman güneşi, leyılei fetret bitti» Nasuhi (Fitne); Belâ. Mihnet. Fesat. Ayart­ ma. Kavga. Şuriş. İmtihan. Nâsin ah­ vâlini tebyine medar olan şey. Kendi­ sinden azap husule gelen hâdise. Nas arasmda nifak ve şikakı ve ihtilâfı ara­ yı mucip halet, musibet.

80

DÎNÎ VE FELSEFÎ

Tarafı İlâhîden vuku bulan. fitn&.^alâ.vecİTılHikme vuloıbulacağmdan memduhtufrteanîS~Caf2Iın «Hm anlama ey tîre derun! nakşı sevadi>^ ^■(Fena): Zeval bulmak. Devamsızlık, ^ fiy e lisanında fena; nairei şekvetin itfasıdir. Baka da sebili ibadete sülüktür. Fena’; mezmum vasıflarm sukutu­ dur. Baka ise memduh vasıfların vücu­ dudur.) l^Fena’: Hakkm azametinde, müşahe­ desinde müstağrak olarak mülk ve melekût âlemini ademi ihsastır. Masivadan tecerrüt ile deryayı_ahadiyete istiğraka «Fena fUlâh» denir^ Bütün kuvayı kevniye yekdiğerine , tahavvul ettiği gibi dünya hayatı da büsbütjp fena pezîr olmayıp kudreti İlâhîye ile bir ebedî hayata münkalip olur. Bir hikmeti üâhîye eseri olan bakayı kuvvet kanunu bunu muktazıdır. «Bii'dîr Ziya! fena’da tahkik ile taisavvur» «Van yoğu d h ^ m hep emri Mbarî» Ziya «Ey zairi rûşen nazar» «Fanidir efradı beşer» «Daim budiur hükmi kader» «Bak! kalır, fani gider» (Fevz): Galibiyet. Muvaffakiyet. Ha­ lâs. Kurtuluş. Korkulan şeyden maazzafer necat bulmak. Selâmet husûli ile beraber hayre zaferyap olmak. Marazi zevalde olan bir ikbali bir sabahı fevzü felâh hayal edenler, uya­ nık iken tatlı tatlı rüya gören matuh­ lara benzerler. «Bir kimse kim Allâhına teslimi kalibeder» «Amadldkii fevz He âsûde haldır» AdanMı Arif Hikmet (Fehm):^,^Vnlayış. Muhatabm lâfzın­ dan manâsını tasavvur. Haricî umur­ dan bir şeye sür’atle intikâl. Eşyayı cü-

AHLÂK LÜGATÇESİ ziyeyi idrak melekesi.") \^Akıl küDiyatı anlar. Meselâ: Alelıt­ lak adlin güzel, zulmün çirkin olduğu­ nu idrak eder. Fehm melekesi ise han­ gi bir fiilin adi ve hangi bir fiilin zulm olduğunu anlayıp tayin edçrj ^Fehmlerin mahdudiyeti de bir lulfi İlâhîdir. Çünkü insan bir çok hâdisele rin ledünyanmı tamamen anlayabilecek olsaydı bir dakika bile yaşayamazdı.!^ C«Fehın etmeyen dtekayıkı naıkşı sa­ nayii» «İbretsitani âleme amıa gelir gider») Aİıf (Fen): Nevi, çeşit. Hile. İlimlerden bir şube. Beşerî bilgilerin ameliyat ile sabit olan kısmı. Cem’i «Fünun»dur. İnsan kendi dimağım müteaddit ilim­ ler ve fenler ile tezyine çalışmahdır ki, hakikaten münevver bir aHm olabilsin. Meşhurdur ki, bir çiçekle yaz gelmez.

101

«Saltasında itUâdan bir eser etmez zuhur» «Bir mubite tab-u revnak vermedik­ çe üm-ii fen» Nasuhî (Feyz): Kerem. Mevhibe. Tesir. İha­ ta. Varidat. Bolluk, ilerlemek. Çok su. Yüm ve bereket. Manevî saadet. Ihm ve marifet. Cûş-ü huruş. Zuhûr ve te­ celli. Saf ayi ruhanî. Nefsi natıkaya vu­ ku bulan îKaatıy İlâhîye, {^eyzi İlâhî; Feyzi akdes, fey^ mukaddes kısımları­ na ayrılır. Feyzi akdes’e nâiliyet için istidat şart değUdir. O bir İhsam süphanîdir.y Kuluh hazin hazin ıtazarruatı, feyzi İlâhîyi cuş’u huruşa getirir. Nitekim nesimin lâtif lâtifJıübûbi, bahri muhi­ tin talyumuna bais olur. «Küşa (]p^aza, kaderden ehastır. Kader, tak­ diri sabıktır. Kaza ise bilfiil halM fasıldır, icad ve ibdadır/" Q.Hazxeti Ömer, Şam’da Taun olduğu­ nu haber alınca, şehre girmemiş^_«A1lâj>ü Tealâ’nın kazasından kaderine fi­ rar edl^rum» demişti. Uemelc"ki. kaza hâline gelmemiş oİan kaderin inaye­ ti İlâhîye ile bertaraf olması mercûdurD ^im m ei eşariyyeye göre kaza ile ka­ derin tarifleri makûstur. Yâni onlara göre kaza takdü: manâsinadır. Kader de biFfül icat demektir) Kazayı İlâhîye rızadan başka çare yoktur. Cihana meydan •okuyanlar da yakaJarını pençei kazadan kurtaramaz­ lar. «Ne mıümkündür bula ey nailî hükmi kaza legyir» «Bozulmak miimtemdır semUvüşti hamei takdir» Naiü (Kalo): Gönül. Yürek. Bir şeyin mer­ kezi. Nefsi natıka. (Bedenirı içinde en mühim hayajtî bir vazifeyi ifâ eden sinevberîüşşekil bir uzuv. Yürek denilen lâhmi cîsmahiye taalluk eden bir lâtifei rabbaniye.) Merkezi hayat olan malûm uzva kalp denilmesi, daima takaUüp etmesi ve kendisine hâtıraların sür’atle ve aleddevam vurud etmesi itibariyledir. /fKalp öyle bir harikai kudrettir ki, kendisi bedeni İnsanî Ue muhat görül­ düğü hâlde kâinatın bir çok esrar ve Iprliinniyatınî 'mnHit alacâlT bir VTisata

104

DİNÎ VE FELSEFİ

«Etme hevayi gayre mahal kalbi akdesi» «Esnama mesken eyleme beyti mukaddesi» UsuJî «lîakka tevcih etmedikçe kalbini» «Kmtuluş yoktur çalışma nMüe» «(Jvle çüanıaz pUrhatar bir râh ite» «Vasıl olmaz maksada bir rabMe» Nasubî (Kanaat): İktisat, rıza, yemek içmek­ te itidal. Az şey ile iktifa. Muüâk’a rı­ za, kısmete razı olmak. Ülfet edilen şeylerin fıkdanı indinde sükûn.(' Kefaf üzere iktisar. Varidat ile masarifat arastnı tesviy^ veM T^emektir. Yoksa muüâi^ az ile biliktifa atalet dairesinde yaşamak de­ mek değildir. Kanaat, aym gmadır. Çünkü gına, ademi ihtiyaçtır. Kanaatli kimse ise bir çok şeylere gayri muhıtaçtıç Eşref Muâitafa Paşa «Yiiblur kevkebei şan-U şeref» «Bu k^tsîzliğe dakbkça beşer» «Dikkat et mevbîbei hükaline» «Bozmadan nıbunu sen eyle hazer» Nasuhî

105

(Kısicançlık): Çekememezlik. Birinin şeref ve ikbalini çekememek. Kendisin de olmasını istediği bir şeyin başkasın­ da olmasından müteessir ohnak. Bir heyecanı kalbidir ki, insanm kalben alâkadar olduğu şeylere başkalarının münasebet ve ihtisas tedarik etmesi endişesinden tevellüt eder. Kıskançlık, vehme müstenit, rekabet­ ten mütevellit bir nevi cinnettir. Fakat namus ve haysiyet hususundaki kıs­ kançlık, iffet ve gayretten madut bir has,!eti merdânedir. «Kendi ehli beytim kıskanmayan bir âdemin» «Pek bozuktur tıyneti ondian îazikt bekleme» Nasuhî (Kılükal): Güftüğü. Dedikodu deni­ len faydasız lâkırdılar. Dünya umuru­ na ve sâireye müteallik lüzumsuz bahis ve cidal. Hakilerin ulviyat hakkındaki kılükali, semavîlerin handesini celbeder. Nite kim bülbüllerin sevda petestâne terânesi, güllerin tebessümü ile karşılanır. «At riyayı elden isliâha çaihş efalini» «Boşboğazlık etme t a ^ eyfe İolükalini» (Kıymet): Beha. Bedel. Değer. Bir şeyin hâiz olduğu meziyet, itibar. Mukaddesata ehemmiyet ve kıymet vermeyen, her türlü kemalâtı insaniyeden ebediyen mahrum kahr. ««Bir gevherbn ki hâki »yalı içre kalmışım» «Sarrafı dehr bitmez nda kıymetim» Emri

K â f Harfi (Kâm): Murat. Arzu. Maksut. Da­ mak. Umniye insan için gayei hayali­ ye ittihaz edilen şey. Sahibine «kâmüver» denir. ^Dünyada bihakkın naili kâm olmuş bir zata tesadüf olunamaz) Birçok kimseler vardır ki, pek kâ-

müver sayıldıkları hâlde dünyanın en bedbaht kimseleri bulunmuş olurlar. ^«Akıbet cümlemizin menzil hâk olsa gerek» «Kime etmiş bu feleik kâm ^ muram üzere vefa»?

Reisiilküttap Arif

106

DÎNÎ VE FELSEFÎ

«Nadanı kâmperver eder taliı büienb> «Ehli kemâli sâil eder bahü vazgiin» (Kibir): Büyüklük. Tecebbür ve aza­ met. Istikbar. Tekebbür. İnsan kendi nefsini mertebesinin fevkmda görmek. Kibir, insana muhtes icabı jıefsten mütevellit bir halettir. Istikbar, şöylece iki veçhiledir. 1— Bir insanm büyük olmayı iste­ yip araştırmasıdır. Bu vechi lâyıkı ile olmak şartiyle memduhtur. 2— Bir insamn haddizatmda büyük olmadığı hâlde kendisini büyük göster­ meye çalışmasıdır. Bu ise mezmundur. Tekebbür de şöylece iki vechüedir. 1— Bir zatın ef’ali hasenesinin had­ dizatında çok ve başkalarmm mehasinine galip olması. Bu memduhtur. 2— Bir insanin efali hasenesi başkalarmın mehasininden zait olmadığı hâlde kendisini öyle göstermeye çahşması. Bu mezmumdur. Kibr, hamakat ve cehalet eseridir. Mütekebbirlerin yaranı, dalkavuklar­ dan başka değildir. «Âhır yen® hâk olur bu tenler» «Bilmem neye kibr eder edenler» V asaf {Kiberinefs): Asr-ü_üsre, fakr-^ gı­ naya, kiber-ü^sigara iltifat etmeyip ci­ hanın ikbal ve idbannı, nasin red vekabulünü müsavi'^örmek. Ulüvvi him­ mete münafi ahvâlden berî bulunmak hassesi. Zamanede görülen bir çok müdahenekârane hareketler, bütün kiberi nefsten mahrumiyet neticesidir. «Kiberinefs ile mümtaz olan erbabı hüner» «Pek fakir olsa da bir ferde temel­ lük etmez» Nasııhî (Kitman): Sır saklamak. Kendisine veya başkasma ait olan mahrem husus­ ları saklayıp, bunların ifşa ve işaasma meydan vermemektir. Kitmam fazi, küfram nimeıttir.

Kitmanı sır; sabırdan hazm ve ih­ tiyattan neş’et eder. İfşayı su: ise sabır­ sızlıktan, zıykı sadırdan husule gelir. «Keşiifaz eyleme bigânelere» «Verme yol meclise divânelere» «Herkesi mahremi esrar etme» «Sırrım ziyveri bazar etme» Nabi (Keder); Gam. Gussa, kaygu. Bula­ nıklık. Safanm zıddı’ Sevilen ve arzu edilen bir şeyin zıya ve fıkdanmdan hu sule gelen kalp ıztırabı. insanlar dünyada kedersiz kimse bulunmadığını bildikleri hâlde yine ke­ dersiz yaşamak sevdasından vazgeç­ mezler. gcÂbisteni ^fa-vü kederdir leyâl hep» «Gün doğmadan meşimei şebden neler doğar»Jf (Kizp): Yalan söylemek. Bir şeyin bile bile hilâfmı haber vermek. Erbabı kizbin ikbali, fecri kâzip gi­ bi seriüzzevâldir. Kâzipten şehamet ve ulviyet beklenemez. Bir zat diyor ki, iki şey kizipten infikâk etmez. Bu da kesretjjnevait ile şiddeti itizardır. İmamı Âzam Hazretleri «Ben asla yalan söylemiş değilim» diyen bir ada­ ma: «İşte bu da onlardan biri» demiş tir. «Merd olan kizbe tenezzül etmez» «Zilleti kîzbe tahammül etmez» «Katı bi ar-u hayadır o habis» «Ki eder kizb Ue ağzm telvis» Nabi (Keramet): (^Kerem ve üısan sıfatiyle ittisaf. Tekrim_ye tebcili müstelzim ha­ let. Evliya ullâhtan sadır olan bazı harikul’âde akv^l ve^ef’al^ İnsan; insaniyet dairesince hareket ettikçe mükerrem bir mahlûktur, ken­ disinden bazı kerametlerin suduru istib’at olunamaz. «Zalimlere izhan keraomeıt eser etmez» «Kıfanaz dil’i Ffravm mıiinevver yedi beyza»

AHLÂK LÜGATÇESİ (Kerem): Mecd ve şeref. U lüw ^:enap. İnsandan zuhur eden memduh ah­ lâk ve ef’al. izzeti nefs, sahavet. Necabet. Huy güzelliği. Kadri azîm olan şeyi bezi. Suhuleüe ve tıyb-i nefs ile i’ta. Cenab-ı Hak’ka isnat olunan kerem, onun mütezahir olan ihsan ve in’amı demektir. { Kendi zümresi arasmda şerefli olan her şey «kerîm» diye tavsif olunur. «Min külli zevcin kerîm» gibiJt İnsan elinden gelen lütfü keremi lâ­ yık olanlardan diriğ etmemelidir. «Hüner, ahran abd etmektir ifasan-ü niivazişle» «Kerem görmezse senden ibdî memlûkiin «sir ofaıraz» Nasuhî (Kesp): Kazanç, çalışıp kazanmak-. Peyda etmek. Celbi nef’a veya def’i za­ rara musil olan amel. Kesp, iktisaptan eamdır. İktisap yal­ nız insanın kendi nefsi için kazanıp müstefit olduğu şey hakkında kullanılır. Kesp ise insanın gerek kendi nefsi ve gerek başkaları için kazanıp elde ettiği şeye'itlak olunur. Biz kesp ile memuruz. Tankı kespe sulûk etmemek süneni ilâhîyeye muha­ lefet demektir. ffŞehıdî rahat ıkesbeder tedbiri menzil eyleyen» «Aidi erbaıbı hikem bu ibreti zenbûrdan» (KülJet): Meşakkat. Ağır yorucu iş. Zait merasim. Meşakkatli iş. Meşakkati müstelzim amelde bulunmak. Zorlaya­ rak özenerek yapılan iş. Hiç bir hususta külfet sevilmez. Tckellüfle samimiyet bir arada içtima et­ mez. ciEyleyip kâhiçe tarhı külfet» «Eyle akran ile husn-i iiKet» Vehbi «Meraisim, meclisi ünsi sebiikrû hana sıklettir» «Miyanı asdıkada şarti ülfelt, terki külfettir» Şeyhülislâm Arif HOunet

107

(Kelâl): Yorgunluk. Bezginlik. Mütaleanm veya işitgâlin çokluğundan do­ layı zihne arız olan bitaplık. Gayrı muntazan mesai, insana kelâl verir. «Kelâl verdi dile çevri devri süfle nihad» «Çekilmez oldu odanî cefası âlemde» Kemâl «Azminde sabit olmalıdır Kâmcuy olan» «Hırman olur nasıbei insan kelâlden» Ali Ruhî (Kelâm): Nutuk. Söz. Kuvvei nutkiye. Hars ve sükûna münafi olan sıfatı mahsusa. Muhataba faideîJhaberiyyeyi ifade eden lâkırdı. Akaidden bahseden bir ilmi mahsus. Akıl tamam olunca kelâm noksan olur. İnsanın derecei irfanını tayine kelâ­ mından güzel miyar olamaz. «Üslûbi firenkâne dîyip haltı kelâma» «Yamtakla ne olmuş hû* iki magalata nâme» «Üsilûbumuzu mahv ediyor Avrupa derdi»> «Bir Avru|mlı görse bu üslûba gülerdi» Naci (Kemal): Fazilet. Mükemmeliyet. Er­ ginlik. İlimü irfan. Âli sıfatlar ile ittisaf. Faziletlerin içtimai, nekıselerin fık­ danı. Bir nevin zaten veya sıfaten te­ kemmülüne medar olan hâl ve hassa. İnsanın kemâli yalnız ilmi ile değil­ dir, belki ilme karîn olan ameliyledir. İnsanın bütün faaliyeti hayatiyesi, bir gayei kemâle müteveccih olmalıdır.. «Yine erbabı bilir ehli kemâlin kadrin» «Bezmi cülüıalde Hassan ile bakıl birdir» İzzet AU Paşa «Zamanı eyler Cemal!. Ehli kemalin kadUai tayin» «01w kûhi bülendin irdfal dûrdan peyda» Cemâl

108

DİNÎ VE FELSEFÎ

(Kinaye): Kapalı söz. Telmihen ser­ zeniş. Bi rşey söyleyip ona münasebe­ ti olan diğer bir şeyi kastetmek. Manâ­ sı kapalı olup ancak karinei zaide ile anlaşılabilen lâkırdı. Bazı kinayeler; sarihten daha beliğ, daha müessirdir. «Zannum bu gaHba ademden kinayedir» € Nasuhî (Mücazat): Mutlaka ceza. İyiliğe mu­ kabil verilen mükâfat ve kötülüğe mu­ kabil terettüp eden ceza. Ekseri kötü­ lük mukabilindeki cezada müstameldir. Bu dünyada hiç bir fenalığm mücazatsız kalmadığı emsâli tarihiyesile sa­ bittir. Binaenaleyh halka kötiilükte bu­ lunanlar, elde ettikleri muvakkat bir fırsata mağrur olmasınlar. «Zalimlere lâyıksa âdem neyliye mazlûmi» «Elyak görünür hal bu ki, gaddara mücazat» «Masuma didii görmemıek olsun mu mükâfat» «Yetmez bunu ifaya hayatın günü malûmi» Hamit (Mücamele): Güzelce ülfet ve mua­ şeret. Birisiyle samimî surette dost ol­ mayıp sureten güzelce, nazikâne mua­ mele edişmek. Siyaset sahasında carî olan müca­ mele, bazan en galibâne muharebeler­ den daha ziyade maksadı temine hiz­ met eder. «İkbal ederse ger sana dehr-l desisekâr» «Alıkıuna bn* mücamelei kâzibânedm> Nasuhî (Mecaz): Bir lâfzm bir karine ile mevzun lehinin gayrinde istimali. Manayi hakikat mütaazır olmadıkça manâyı mecaza gidilemez.

112

DİNÎ VE FELSEFÎ

^ « S o fî mecaz anladı yare muhabbethn» «Âlemde kimise bilmedi gitti hakiEdimeli Em?î «Mecaz erbabıdır azerdei ağyar olan yoksa» «Hakikat bağınm verdi miitarrasında har olmaz» Şeyhülislâm İsmail Asını (Miicahede): Uğraşma. Rene ve me­ şakkat. Nefsi emmare ile veya düşma­ nı din ile yapılan cenk-ü cidal. Nefs ile muharebe ederek onu meşakkatli gör­ düğü hayırlı amale sevk etmek .Abdin nefsinden infisali, kerîm olan Rabbına mânen ittisali. Cehd, meşakkat, cülıd ise vüsü ve takat manâsınadır. Mücahede, hem el ile hem de dil ile olur. Bir hadîsi şerifte: «Küffar ile el­ leriniz ve lisanlarınız ile mücahede edi­ niz» diye buyurulmuştur. Nefsi ile mücahede edemeyen, âlî mertebelere irtika edemez. « D ^ il mi cenki hayatm zebunu âdemde» €