Bir İhtilal Olarak Milli Mücadele [1 ed.]
 9786051726137

Citation preview

Sungur Savran Lisans eğitimi n i siyasal bilim, doktorasını iktisat dallarında yaptı. 1 9 7 3 8 3 arasında İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi'nde önce asistan, daha sonra yardımcı doçent olarak görevde bulundu. 1983'te YÖK'ü ve 1402 sayılı yasaya dayanılarak çeşitli öğretim üyelerine işten el çektirilmesini protesto ederek ü niversitedeki görevinden ayrıldı. Değişik zamanlarda yurtdışında çeşitli üniversitelerde araştırma ve misafir öğretim üyeliği yaptı. Birçok sendikanın işçi eğitim programlarına ve kitle örgütlerinin eğitim faaliyetlerine eğitmen olarak katkıda bulundu. Yapı t, 11. Tez, Sınıf

Bilinci dergilerinde yayın kurulu üyeliğinde bulundu. Özgür Gündem geleneğinde yayınlanmış çeşitli gazetelerde uzun süre düzenli köşe yazıları yazdı ( 1 993 -2004). Son yıllarda İ stanbul Okan Üniversitesi'nde çeviri dersleri vermektedir. Gerçek gazetesinde köşe yazarı, Devrimci Marksizm dergisinin yayın kurulu üyesi, D evrimci İşçi Partisi Genel Başkanıdır. Yay ı n l a n m ı ş kitapları şunlardır:

Türkiye' de S ı n ıf Mücadeleleri-] (Kardelen, 1992; Yordam K itap, 2010, 2 0 1 1 , 2 0 1 6 ve 2022).

Avrasya Savaşları (Belge Yayınları, 2001). Kod Adı Küreselleşme (Yorda m K itap, 2008, 2 0 1 1 , 2022). Üçüncü Büyük Depresyon ( Yordam Kitap, 2 0 1 3 , 2022).

Marksistler Cilt I :

Teori-Pra tik Birliğine Doğru (Yordam K itap, 2022).

Marksistler Cilt II: Sosya'izmin Enternasyo n alizmle Sınavı ( Yordam Kitap, 2022).

D ünya Kapitalizminin K·izi (Nail Satlıgan ile birlikte, der., Alan Yayıncılık, 1 987; B elge Yayınları, 2009).

Kapita l 'in İzinde (Nail Satlıgan ve E . Ahmet Tonak'la birlikte, Yordam Kitap, 2 0 1 2).

Marksizm ve Sınıflar (Kurtar Tanyılmaz ve E . A hmet Tonak'la birl ikte, der., Yorda m Kitap, 2 0 1 4 ve 2 0 1 5) .

The Politics of Permanent Crisis: Class, Ideology a n d State in Turkey ve The Ravages of Neo-Liberalism: Economy, Society a n d Gender in Turkey (Neşecan Balkan ile birlikte, der., Nova Science Publishers, 2002). Bu iki kitabın Türkçeleri 2004 yılında Metis Yayınları tarafından 21. Yüzyılda

Türkiye (2 cilt) başlığıyla yayınlanmıştır.

SUNGUR SAVRAN

BİR İHTİLAL OLARAK

MİLLİ MÜCADELE



Yordam Kitap



Yordam Kitap: 441

Bir İhtilal Olarak Milli Mücadele



Sungur Savran

Düzeltme: Didem Gerçek Kapak ve lç Tasarım: Savaş Çekiç Sayfa Düzeni: Gönül Göner Birinci Basım: Haziran 2023 lSBN 978-605-172-613-7





© Sungur Savran, 2023; e Yordam Kitap, 2023

Yordam Kitap Basın ve Yayın Tic. Ltd. Şti. (Sertifika No: 44790)

Çatalçeşme Sokağı Gendaş Han No: 19Kat: 3 34110 Cağaloğlu - İstanbul Tel:

�212 528 1910

W: www.yordamkittp.com • E: [email protected]



±

www.facebook.coıtı/YordamKitap



vww.twitter.com/YordamKitap

in•raıo�.roolyororunkirap

.:ı:asuık Ofset (Sertifika No: 44451)

Bas

Cihangir Malı. Gü\•erdn Cad. No: 3/1 Baha İş Merkni }. Blok Kat: 2 34310 Har.ımideıe / İstanbul Tel: 0212 41! 17 77

1

SUNGUR SAVRAN

BİR İHTİLAL OLARAK

MİLLİ MÜCADELE

İÇİNDEKİLER 9

ÔNSÖZ GİRİŞ: NEDEN "MİLLİ MÜCADELE"? OKURLA KISA BİR SOHBET: BİR OKUMA YÖNTEMİ ÖNERİSİ

17 23

KISIM I: DÜNYA DEVRİMİ VE TÜRKİYE'DE DEVRİM Bölüm

27

1: DÜNYA DEVRİMİNİN BİRİNCİ DALGASININ BiR PARÇASI OLARAK MİLLi MÜCADELE

29

Bölüm

2: MÜSLÜMAN HALKLARIN EKİM'İ

48

Bölüm

3: 0RTADOGU DEVRİMİ

77

KISIM il:

BURJUVA DEVRİMİNİN SİYASİ ÖNDERLİGİ SORUNU

Bölüm 4: İKİLİ İKTİDARIN Bölüm 4'e Ek

1:

Doöuşu: YEREL KONGRELER

19 MAYIS DEGİL, 23 NİSAN, 23 TEMMUZ, 29 EKİM!

85 87 101

Bölüı;n 4'e Ek 2: CUMHURİYET DÜŞMANLARININ

MİLLİ MÜCADELE KONUSUNDAKİ ÇELİŞKİLERİ

Bölüm 5: KURUCU MECLİS: İKİLİ İKTİDARIN DORUGU Bölüm

5'e Ek 1:

16 MART 1920: ZİLLETİN TARİHİ

Bölüm 5'e Ek 2: 23 NİSAN 1920:

TüRKİYE,NİN İLK KURUCU MECLİSİ AÇILIYOR

Bölüm

6: ÜÇLÜ İKTİDAR

106 112 1 17 125 136

KISIM III ANADOLU'DA SÜREKLİ DEVRİM DİNAMİKLERİ

149

Bölüm

7: DEVRİMLERİN ANALİZİNDE MARKSİST METODOLOJİ

151

Bölüm

8: MİLLi MÜCADELE BAŞLARKEN ORDUNUN DURUMU

177

Bölüm 9: KuvAYI MİLLİYE İÇİNDE SINIF MÜCADELESİ BEYZADELER VE SERGERDELER

(1):

186

Bölüm 10: POLİTİK DOLAYIM: BoLŞEVİZMİN ANADOLU'DAKİ ETKİSİ Bölüm 11: KuvAYI MİLLİYE İÇİNDE SINIF MÜCADELESİ (2): ORDUSUZ GENERALLERE K\RŞI

Bölüm 12:

Ç AVUŞUN KÖYLÜ ORDUSU

ÇERKES ETHEM'İ NASIL DEGERLENDİRMEMELİ?

207

213 232

KISIM iV:

TÜRKİYE'DE KOMÜNİZMİN DOGUŞU

241

Bölüm 1 3: BEŞ DEVRİMİN MAHSULÜ

243

Bölüm 14: TÜRKİYE KOMÜNİST FIRKAsI'NIN KURULUŞ SÜRECİ

257

Bölüm 14'e Ek: MusTAFA SUPHİ,NİN "TARİHİ VAZİFE" YAZISI

273

KISIM V

KOMÜNİZMİN MİLLİ MÜCADELE İÇİNDEKİ YERİ

275

Bölüm 15: MusTAFA SUPHi'LERİ KİM ÖLDÜRDÜ?

277

i

299

Bölüm 15'e Ek: CİNAYET BELGESİ

Bölüm 16: 1 MusTAFA SuPHİ NEDEN ÖuüRÜLDÜ? . ' Bölüm 17: SAVAŞA SİLAH IZ GİRMEK Bölüm 18: BoLŞEVİZM-E VE TÜRKİYE

Bölüm 19: LENİN VE

VER PAŞA İLİıKİSİ

OMÜNİST FIRrASI

SosYALİZME GEçi�TE ULUSLAR

308 329 .

·ı

34 2 353

..

Bölüm 20: KoMİNTERN Yu ·· RÜTME KOMİTESİ VE MusT FA SuPHİ

Bölüm 21: NE YAPMALI(YDI)?

..

KISIM VI: SONUÇ il '

I,

l Ek: 100. �LDÖNÜMÜNDl

3 83

Bölüm 22: BİR BÜTÜN or ARAK MİLLI MÜCADELE Bölüm 22'ye

Bölüm DİZİN

374

!

.

362

MİLLİ MÜCADELE:

385

12 TEZ

23: MiıLi MücADELE'NiN G ÜN ÜM. ÜZ İÇİN ANLAMI NEDİR?

390 413 4 20

ÖNSÖZ

Türkiye 21. yüzyılın başında çok sarsıntılı bir dönemden ge­ çiyor. 20 yıllık AKP iktidarı, toplumda büyük bir kutuplaşma ya­ rattı. Bu kutuplaşmanın ateşli tartışmaları içinde 1923'te kurulan cumhuriyetin bazı özellikleri toplumsal alandaki tartışmaların ana odağı haline geldi. Mustafa Kemal Atatürk'ün politik ve ide­ olojik mirası, laiklik, dünyevi eğitim, kadınların toplum içindeki konumu, dinin toplum hayatı içindeki yeri, Türkiye'nin çeşitli me­ deniyetlerle ilişkileri, bütün bunlar yeniden toplumun bütününün tartışma masasına geldi, bunlar üzerinde büyük kavga ve mücadele yürütülüyor. 20 yıllık AKP iktidarı adım adım daha fazla bir istibdada, ağır bir baskı rejimine dönüşürken, Türkiye bütün bu tartışmaların kaynağında yatan cumhuriyetin 100. yıldönümünü oluşturan 2023 yılına girdi. Bu yıl büyük kutlamalarla ama aynı zamanda bugüne kadarı yapılmakta olan tartışma ve mücadeleler üzerine daha da sert bir politik ve :deolojik kavgayla geçecek. Bunun üzerine genel seçimlerin bu yıla rastlaması da gelince ülkenin yılı nasıl bir sar­ sıntı içinde geçireceği kolayca anlaşılabilir. Bütün bu tartışmaların ve kavganın anlamını kavrayabilmek ve doğru bir ideolojik ve politik tavır benimseyebilmek, 100 yıllık cumhuriyet üzerinde sağlam biçimde tartışabilmek için onun ta­ rihini iyi bilmek gerektiği, izaha ihtiyaç duyulmayacak kadar açık bir gerçek. Bu alanda işler kolay değil. Çünkü bu tarih Türkiye toplumuna çok çeşitli ideolojilerin imbiğinden geçirilerek çarpı­ tılmış biçimde sunuluyor. Hem olgular her bir ideoloji tarafından olduğundan farklı biçimde sunuluyor, yani tarih düpedüz tahrif ediliyor, hem de birtakım fantastik ideolojik şablonlar temelinde,

10

1

Bir ihtilal Olarak Milli Mücadele

olguların ardında yatan ve büyük insan gruplarını karşılıklı mü­ cadeleye sürükleyen çıkarlar gizlenmiş oluyor. Ne yapma lı? Doğru bir cumhuriyet tarihi yorumuna, olguları çarpıtmayan ama aynı zamanda verilen mücadeleleri ve ulaşılan sonuçları büyük toplumsal güçlerle ilişkisi içinde kavrayan bir yo­ ruma nasıl ulaşmalı? Şayet temel bir noktayı kavrarsak, doğru yolun anahtarını eli­ mize geçirmişiz demektir. Cumhuriyet tarihi konusunda ilk okul­ dan üniversiteye, kışladan camiye, medyadan profesyonel tarihçi­ lik mesleğine, ister İslamcı ister laik yüksek politikaya kadar, var olan toplum düzeninin bütün öz kuruluşları tarafından topluma pompalanan bütün düşünceler, hakim sınıfların bağrında yaşa­ yan farklı ideolojilerin prizmasından geçerek oluşturulmuştur. En gericisinden en modernine, eski toplumun hakim sınıflarından uluslararası finans kapitalin ortağı en modern burjuva fraksiyo­ nuna kadar cumhuriyetin kuruluşu, işleyişi ve anlamı hakkında topluma yaygın olarak anlatılan ;ler şey hakim sınıf ideolojilerinin damgas��ı yemiştir. , Genç kuşaklar, t ihin tek değil ama esas belirleyicisin in toplu­ mun farklı sınıfları rasındaki mücadeleler olduğunu ka , radıkça, Türkiye' de cumhuriyetin tarihi olarak oluş munu, ku .uluş ko­ 1 şullarını, uygulamalarını, on yıllar geçtikçe ve Türkiye' in sınıf yapısı değiştikçe kazandığı yeni özellikleri s nıf mücade esi pers­ pektifinden yoruml � mak için sağlam bir tar h okuma y" ntemine yönelmeFdir. Bu toplumun hücrelerinde var olan sınıf farklılıkla­ rını muhafaza etmek için kurulmuş kurumların yaydığı görüşle­ re eleştirel bir mesa � ile ve sınıf mücadelesi1 gözlüğüyle pakmayı öğrenmelidir. lı 1 Ne var ki, Türkiye' de başta işçi sınıfı olmak üzere sömürülen ve ezilen kitleleri temsil etmek ve mücadelelerini yönetmek amacıyla çalışan parti ve aydınların, yani sosyalist solun bu temel metodolo­ jik adımı sağlam biçimde atabildiğini söylemek zor. Solun düşün­ sel tarihinde de politik mücadelelerinde de cumhuriyetin tarihteki yerine bakışta burjuva ideolojisinin etkisinden tam olarak bağım-

��



ô n s öz

l

sızlaşmış bakış açısı pek seyrek rastlanan bir şeydir. Genellikle ya­ pılan, burjuvazinin çeşitli kanatlarının ve onların kendi içinde de farklılık gösteren ideologlarının görüşlerinin bir ölçüde radikal­ leştirilmesinin ve Marksist bir jargonla ifade edilmesinin sosyalist görüş olarak sunulmasıdır. Biz, modern Türkiye'nin tarihsel serüvenini bu açıdan kavra­ ma çabamızı neredeyse kırk yıla yaklaşan bir süre boyunca sürdü­ rüyoruz. Bu çabanın ilk ürünü olan Türkiye' de Sınıf Mücadeleleri (Cilt l, 1908-1980) başlıklı kitabımız 2022 yılında yine Yordam Kitap yayınları arasında 5. basımını yaptı. O kitapta Türkiye'nin 20. yüzyılın ilk çeyreğinde yaşadığı büyük altüst oluşu ayrıntısıyla ele almış ve cumhuriyetin bu ülke halklarının tarihinde nasıl bir gelişmeye karşılık verdiğini deşifre etmeye çalışmıştık. O kitap, cumhuriyetin ve özelliklerinin tarih içindeki yerini ve anlamını değerlendirmek bakımından sosyalist solun nasıl burju­ va ideolojisine tutsak olduğunu anlatmak ve bunun tehlikelerine dikkat çekmek için yazılmıştı. O dönemde solda hakim olan, (ara­ da yaşanan olaylarca bütünüyle yanlışlandıkları halde) bugün de bu hakimiyetlerini hala sürdürmekte olan iki akımı, resmi ideo­ lojinin etki alanındaki sol Kemalizmi ve onun büyük bir eleştirisi gibi öne sürülen ama neredeyse aynadaki tersine dönmüş imgesi olan sol liberalizm:, Türkiye tarihinin 1908-1980 arası dönemeç­ lerini sınıf perspektifini tümüyle yitirerek yanlış yorumladıkları için kıyasıya eleştirmiştik. Bu yıl ise cumhuriyetin kuruluşuna giden yolda yaşanmış olan büyük tarihi olayların ardı ardına geldiği beş yıllık (1918 sonu1 923 sonu) bir dönemin 100. yıldönümleri geçidinin doruğunu ya­ şıyoruz. 2018'den bu yana, Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri'nin ku­ ruluşu ve kongreleri, Kuvayı Milliye'nin oluşumu ve Büyük Millet Meclisi'nin Ankara' da açılışı, Milli Mücadele ve cumhuriyetin ku­ ruluşu, Saltanat'ın ve Hilafet'in ilgası gibi dev tarihi olayların 100. yıldönümleri silsilesi devam ediyor. Milli Mücadele'nin bütün uğrakları hep kahramanlık menkı­ beleriyle, milliyetçi, neredeyse şovenist yüceltmelerle, en sonunda

ıı

121

Bir ihtilal Olarak Milli Mücadele

''Yunan\ denize döktük" edebiyatıyla kutlandı. Solun bir bölümü

kendini bu dalgadan pek ayırmadan, sadece milliyetçi bir retorik­ ten uzak durarak, bu önemli yıldönümlerinin milli bayram olarak ilan edilmiş olanlarında anti-emperyalizm edebiyatından öteye geçmeksizin bayram tebriki yayınlıyor. Solun bir diğer damarı ise bambaşka bir tutum içinde. Bu sol, milliyetçiliğe karşı çıkmak için önemli 100. yıldönümlerinde soy­ kırım, pogrom, etnik ayrımcılık vb. örneklerini gündeme getiri­ yor. 1919' dan bu yana (aşağıda görülecek ki, onlar da aynen eleş­ tirdikleri resmi ideoloji gibi, Milli Mücadele'yi bizden farklı olarak 1918' den değil 1919' dan, 19 Mayıs'tan itibaren başlatıyorlar). 19 Mayıs'ın 100. yıldönümü mü, "Pontus soykırımı" anlatılıyor; 23 Temmuz Erzurum Kongresi mi (bu tarih aynı zamanda 1908 dev­ riminin zafere ulaştığı günün yıldönümü olduğu için), "İttihatçı zihniyeti" topa tutuluyor; 4 Eylll Sivas Kongresi açılışı mı, 6-7 Eylül 1955 olayları; 23 Nisan Büyük Millet Meclisi açılışı mı, 24 Nisan Ermeni soykırımı1 ve böyle gidiyor. Liberalizmi Kemalizme tercih edfn, "radikal demokrasi" modasına uyan, kimlik politikasını benimseyen sol, Mill ' I Mücadele'nin 1919-1923 zaman diliminin 100. yıldönümü vesilesiyl ı anılmasına karşı, anlaşıla n, olmayan "merkez ,' komitesi"nde bir stra ji kararlaştırmış! O zaman ne oluyor? Suskunluk! Bu ülken n Osmanlı' an ' son­ ra kuruluş tarihi, cumhuriyetin öyküsü, An dolu' da kos oca bir Türk-Yunan Savaşı kpnusunda solun söyleye eği bir ş� .' ok de­ mektir bu. Bu ülken � n çocukları, gençleri kendi ülkelerinin tari-

±

lJ



ı

?





Ne acı ir ironidir ki ta ihi ulusal bashara in irgemeye çalışan bu düşünce akımı, 23 Nisan'ı küçümseme için 24 Nisan'ı, yani ittihatçı hükümet tarafından Ermeni halkına uygulanan me alimi öne sürerken, Ermeni halkının yaşadığı tarihi hak­ sızlığa �arşı mücadelenilı en önemli ismi olan Hrant Dink'in yazdığı en dokunaklı yazılardan biri "23,5 Nisan" başlığını taşır. Dink kendi hayatının çok özel bir yanını kamuya açma bedelini de ödeyerek kurduğu yazısında, Ermenilerin 191 5'te yaşadı­ ğı mezalimin başlangıç günü olarak kabul edilen 24 Nisan bu topraklarda zulmün en önemli sembollerinden biri iken, 23 Nisan'ın "egemenlik kayıtsız şartsız mille­ tindir" ilkesini ilan etmek bakımından bir "ak gün" olduğunu vurgular. (https:// hrantdink.org/tr/hrant-dink/hrant-dink-yazilari/755 -23 - 5 -nisan). Onun davası­ nı sürdürdüğünü düşünen Türkiye solcuları ise bırakın böyle bir değerlendirmeyi, 23 Nisan'ı üzerinde konuşulmaya bile değer görmüyorlar. Ne acı bir ironi!

ö n s öz

113

hini devletten ve burjuva kaynaklardan öğreniyor, sosyalistlerin ise anlatacak bir alternatif tarihi yok! Bu nasıl şeydir? Tarih tarih­ tir. Başkaları milliyetçi biçimde anlatıyor olabilir. Siz de Marksist metodu kullanarak anlatın. Gençlik, çocuklar, özellikle işçi sınıfı gençliği, emekçi çocukları doğrusunu öğrensin!2 Elinizdeki kitap bu amaçla yayınlanıyor. Türkiye'de Sınıf Mücadeleleri, Türkiye tarihinin genel akışı içinde cumhuriyetin kuruluş sürecine çok belirleyici bir uğrak olarak geniş yer ayır­ mıştı. Ama cumhuriyetin kuruluşuna giden bu beş yıllık sürecin ayrıntıları üzerinde durmuyor, gelişmenin değişik aşamalarının birbirine nasıl bağlandığını incelemiyor, çeşitli aktörlerin farklı ve birbirleriyle çelişki içindeki sınıf konumlarını analiz etmiyor, cumhuriyeti tarih içindeki yerine yerleştirirken bu beş yıllık mü­ cadelelerin sonucundan hareket ediyordu. Bir İhtilal Olarak Milli Mücadele ise tam da bunları, 1918-1923 arasındaki beş yılı, bu beş yıl içindeki olayları, o olayların ana aktörlerini ve aralarındaki çelişkilerin nasıl esas olarak sınıf çelişkileri olduğunu, bu çeliş­ kiler bütününden hareketle cumhuriyetin ortaya çıkışının koşul­ larının nasıl doğduğunu anlatıyor. Bir bakıma, ilk kitap 20. yüzyıl Türkiyesi'nin tarihi panoraması olarak nitelenebilir, bu ise salta­ nat ve hilafete dayanan bir imparatorluktan modern bir cumhu­ riyete geçişin koşullarının bir ihtilal, bir devrim aracılığıyla nasıl yarat �ldığına odaklanan bir monografi. Türkiye'de Sımf Mücadeleleri 'nde 1923'e giden yolda yaşanan olayların nasıl nitelendiğini hatırlayan okur, Bir İhtilal Olarak Milli Mücadele 'nin bu nitelemenin arka planını sunduğunu göre­ cektir. Her iki kitap da şu yargıda birleşiyor: 1918-1923 arasında yaşanan Milli Mücadele sadece bir savaş değil bir devrimdir, ama büyük emekçi sınıfları dışlayan kitlesiz bir devrim. Bu temel tes­ pit ilk kitapta cumhuriyet devrimi dünya devrimler tarihi içindeki yerine yerleştirilerek yapılıyordu. Şimdiki kitap ise bu devrimin 2

Burada sözü edilen düşünce akımına yönelik bir polemik yazımızı ("100. yıldönü­ münde Milli Mücadele: 12 Tez") aşağıda Bölüm 22'ye Ek olarak okurun dikkatine sunuyoruz.

14

] !

Bir ihtilal Olarak Milli Mücadele

içinde

birbiriyle mücadeleye girişen sınıfları kanlı canlı aktörler olarak tarih sahnesine çıkarıyor. Göz

bağını çıkarıp atmak

Bu kitapta özgün ne varsa, Milli Mücadele'nin tarihi anlamını kavramakta kendisinden önce gelen çalışmaların göremediği neyi görmüşse, Milli Mücadele'yi doğru kavramamız yönünde ne katkı yapıyorsa, bunu mümkün kılan en önemli şey, (bizim tanışık oldu­ ğumuz) bütün Milli Mücadele tarihi literatüründen bir konuda ra­ dikal biçimde ayrılması sayesindedir. Milli Mücadele'ye tarihi bir olgu olarak yaklaşanların hepsi, Kemalizmi Nutuk'u her satırına imza atacak kadar koyu savunandan Mustafa Kemal'i ülkenin ve İslamın başına çökmüş bir Deccal gibi görene kadar hepsi, Milli Mücadele'yi Mustafa Kemal ile özdeşleştirir.3 Bu, Milli Mücadele ile Türkiye' de yaşanan ve iki devrimden oluşan burjuva devri­ mine bütünüyle yanlış bir yaklaşımın ifadesidir. Bu kitap, Milli Mücadele'nin belirli toplumsal dinamiklerin Mustafa Kemal' den bağımsız lolarak har kete geçmesiyle başlatıldığını, Mustafa Kemal'in hareketin lid ri olabilmek için çok incelikli ve zorlu bir mücadele vermek zoru da kaldığım, çok uzunc' süre boyu' ca hareketin tek lideri olmaktan uzak olduğunu orta a koyacakt 1 Bu, Milli Mücadele'ye, Türkiye'de burjuva evrimine v cum­ huriyete bakışta büyük bir özgürleşme sağlar. Milli Müca ele'yi Mustafa Kemal'le özde �leştirme tutumu ile on an bağımsı laştır­ ma yaklaşı:pu arasında �ki bakımdan önemli farklar vardır. Birinci;, Milli Mücadele'yi Mustafa Kemal'le özdeşleştirenler, bütün bir tarihi müca �eleye onun kafasından doğmuş bir hare­ ket olarak bakanlar, toplumun içindeki bütün aktörlerin hem dış

t



1

il

3

Biz, gerek sağda gerek solda, güya resmi tarihe aykırı konuştuğunu göstermek için "Atatürk" adını kullanmayanlardan değiliz. Özellikle solcuların her bağlamda yalnızca Mustafa Kemal adını kullanmasının onu, daha devrimci bir rol oynadığı dönemdeki adıyla yüceltme anlamına geldiğini düşünüyoruz. Ama bu kitapta ele alınacak olan tarih diliminde "Atatürk" a dı bir ana kronizmadır. Bu yüzden kitap boyunca Atatürk'ten söz ederken daima "Mustafa Kemal" diyeceğiz.

ôns ö z

[ 15

güçlerle hem de birbirleriyle karşılıklı mücadelelerinin ürünü olan tarihi gelişmelerini bir tek insanın kafasından ve iradesinden do­ ğan gelişmelere indirgemiş olmaktadırlar. Bu, tarihe genel bakış açısından dünyayı yöneten maddi yasaları görmezlikten gelen, fel­ sefi anlamda idealist, hiç ama hiçbir gerçekliği olmayan bir yak­ laşımdır. İkincisi, bu hatadan arındırılmış, yani somut, yaşayan maddi güçleri tarihi belirleyen esas faktörler olarak ele alan bir zemin sağlandıktan sonra bile Milli Mücadele bir önder olarak Mustafa Kemal'le özdeşleştirilemez. Şu anlamda: Bir devrim olarak Milli Mücadele Rus devriminde Lenin'in ya da Küba devriminde Castro'nun olduğu gibi tek bir önderin sıkı kontrolü altında bir hareket değildir. Bu kitap bunu kanıtlayacak verileri ayrıntılı ola­ rak ortaya koyacaktır. Bu metodolojik hatanın geniş kitleler için, hatta siyasi hareket­ lerin yönetici ve ideologları için bugüne kadar nasıl bir göz bağı rolü oynamış olduğunu hayal bile etmek güçtür. Şu bile söylenebi­ lir: İnsanlar Milli Mücadele'ye ve bu topraklarda burjuva devrimi­ ne Mustafa Kemal'e duydukları sempati ve antipatiye bağlı olarak olumlu ya da olumsuz bakmaktadır. B � kitap bir tek okurun bu göz bağını çıkartıp atmasını sağla­ yabils r bile amacına büyük ölçüde ulaşmış olacaktır.

G İ R İŞ

NE DEN "M i L LI MÜC A D E L E"?

Bir bakarsın kapıdan bir kuva-yı milliye kaptanı içeri gi­ rer, göğsünde iki sıra fişenkler, belinde bir Çerkes kaması ve yanında bir bomba asılıdır. Bu korkunç adamdan kimse ürkmez, esasen hepimizin kıyafeti bu adama benzemek­ te idi. ( ... ) Eski hayata tamamen düşman, yeni bir hayata susamıştık. Bu ruh haleti bizde pek şiddetli ve hareketli idi. Kabına sığamayan insanlardık. Bu hal, ihtilal devri­ nin korkusuz ve yıkıcı galeyanı idi. Ağır yürüyen ve hafif konuşan pek azdı. En ufak bir hadise bizi çılgına döndürü­ yordu. Derhal yıkmak ve yok etmek istiyorduk. Enver Behnan Şapolyo1

Türkiye toprak1arı bundan tam 100 yıl önce Avrasya ana ka­ rasını boydan boya kateden, Ortadoğu'yu da içine alan bir büyük ihtilal dalgasının ?arçası olarak devasa bir altüst oluş yaşadı. Kaynağım ve merkez üssünü Ekim devriminin topraklarında, Rusya' da bulan bu kasırga, her yerde birörnek sonuçlar yaratma­ dı elbette. Türkiye topraklarında, Anadolu' da ve Rumeli' de, bir­ takım başka ülkelerde de olduğu gibi, ihtilal kasırgasının açığa çıkardığı çelişkiler Rusya'nın yaşadığı çelişkilerle elbette tıpatıp aynı değildi. Rusya' da ihtilalin merkezinde, bir yanında kapiAktaran: Emel Akal, iştirakiyuncular, Komünistler ve Paşa Hazretleri, İstanbul: İletişim, 2013, s. 3 7. Buradaki "kaptan" terimine dikkat ediniz. Aşağıda Kuva­ yı Milliye konuşulurken görülecek ki, " kaptan" ya da "kapetanio" Balkanlar'da çetelere verilen addır. Şapolyo, burada Kuvayı Milliye'yi sonradan uydurulmuş anlamında değil, özgün, sahici anlamında, yani çete, gerilla, partizan anlamında kullanıyor.

ıs

i

Bir ilıtılal Oforok Milli Mücadele

talizm öncesi ve kapitalist hakim sınıflar arasında bir ittifak ile öte yanında proletarya ile emekçi köylülüğün arasında bir ittifa­ kın olduğu bir sınıf çelişkisi vardı. Kasırganın uzandığı bir dizi başka ülkede de (en başta Almanya olmak üzere, Macaristan, Finlandiya, İtalya, İskoçya vb.) köylülüğün ağırlığı ülkeden ülke­ ye farklı olmakla birlikte bu çelişki ön planda idi. Başka ülkeler­ de (ve de Osmanlı' da ya da Türkiye' de) ise bu çelişki ön planda değildi. Rusya' da başlayarak uluslararasılaşan devrimin bizde açığa çıkarttığı çelişkiler arasında da bu sınıf çelişkisi mevcuttu, ama hakim değildi. Emperyalist işgalin yarattığı ulusal sorun, bu coğrafyada yaşayan Müslüman ve gayrimüslim halklar arasın­ daki ilişkilerin yeniden düzenlenmesi, şekillenmekte olan burju­ vazinin kapitalizm öncesi devlet yapısıyla ve ideolojik biçimlerle çelişkisi, bunlar Türkiye' de daha belirleyici idi. Ama bu farklılık Türkiye'nin de bu dönemde bir ihtilal yaşamış olduğu gerçeğini ortadan kaldırmaz. 1918 .-1923 arasında yaşanan sürecin, yani Milli Mücadele'nin, yalıtıl ıJ ış biçimde, alnızca kendi özelliklerinin göz önüne alın­ ması halinde bile bi ihtilal olarak nitelenmesi kaçınılmazdır. Bir ' kere, oluşumu 1918' en itibaren başlayan, 23ıNisan 1920'. e Büyük 1 Millet Meclisi Ankara' da açıldığı andan itib ren ise tam nlamıyla billurlaşan bir ikili iktidar durumu, devrimi rin en öne li tanım­ ' layıcı özelliklerinden birinin Milli Mücade e'nin asli b · r niteliği olduğunu hatırlatır p ize. Devrim, her zama yorulmak ızın tek­ rarlamapıız gerektiği gibi, bütün olağan yolları aşan, o güne kadar hiç kulhmılmamış �raçlara başrnran bir iktidar mücadelesidir. Modern11dünya dağı ır- ık iktidar yapılarını kaldıramaz, ikili iktidar sonunda bir tarafın [k azanmasıyla tekli iktidara dönüşecektir. Ya devrim ya karşı-devrim kazanacaktır. Milli Mücadele Anadolu'sunda bu iki iktidar arasında aynı za­ manda bir dizi farklı muharebeden oluşan bir iç savaş da yaşan­ mıştır. Özellikle 1920 yılında Ankara, Kuvayı Milliye ve en çok da Kuvayı Seyyare (ayrıma daha sonra döneceğiz), Yunan işgal gücüy­ le çarpışmaktan ziyade İstanbul kendisini yenilgiye uğratmak için

t·.

N e d en "M i l l i M ü c a d e l e"?

l

kışkırttığı iç güçlere (Hilafet Ordusu, Anzavur, Çapanoğlu vb.) kar­ şı savaşmıştır. İç savaşın çeşitli türleri olduğu doğrudur. Ama bu iç savaşın bize hatırlatması gereken basittir: Milli Mücadele olarak anılan şey, sadece uluslar arasında değildir. 2 Milli Mücadele'nin bir ihtilal olduğu ayrıca iktidarın tarihi kaynağını değiştirmiş olmasından da bellidir. Ankara'nın üstün­ lüğü, sürecin başında saltanat ile yönetilen bir ülkenin sürecin sonunda bir cumhuriyet yönetimine geçişi anlamına gelmiştir. İktidarın kaynağı artık bir hanedanın yetkilerinde değil bir bütün olarak ulusun iradesinde ifade edilmektedir.3 Halk padişahın teba­ ası olmaktan çıkmış, cumhur olmuştur, bir cumhuriyetin formel olarak birbiriyle eşit olan vatandaşları haline gelmiştir. Öyleyse, Milli Mücadele olarak anılan süreç hiçbir şekilde bir "ulusal kurtuluş savaşı" olarak nitelenemez. Zaten bu terim Türkiye' deki süreci tanımlamak açısından toptan yanlıştır. Bir kere, "ulusal kurtuluş savaşı" veren başka toplumlardan farklı olarak Türkiye hiçbir zaman sömürgeleşmemiştir. Evet, Cihan Harbi'nin sonunda Arap toprakları geçici olarak da olsa sömür­ geleştirilmiştir. Ama Osmanlı'nın oralardaki hakimiyeti zaten kapitalizm-öncesi bir imparatorluğun hakimiyeti karakteri taşı­ yordu. Türklerin ve/veya Kürtlerin en büyük nüfus grubu olduğu toprakların bir bö'.ümünün de (Ege, Antalya, Kilikya vb.) işgali söz kohusu olmuş:ur. Ama bu henüz bir "sömürgecilik" olarak anılamaz. Bütün savaşlarda taraflardan biri diğerinin topraklarını işgal edebilir. Bunun amacı bu toprakları ilhak etmek veya sömürge­ leştirmek olabileceği gibi, savaş sonunda barış masasında güçlü kozlara sahip olmak amacıyla kontrol altında tutmak da olabilir. Cihan Harbi'nden sonra emperyalist ülkelerin Anadolu'ya bakışla­ rı yağma kokmakla birlikte, yine de işgal ile sömürgeciliği birbiri2

3

Zaten buradaki "milli" sözcüğünün ulusal olan, yani diğer uluslara karşıt olarak tanımlanmış olan anlamının dışında bir anlamı olduğu aşağıda berraklığa kavu­ şacak. "Bir bütün olarak ulusun" iradesi tabii hakim sınıfların tekelindedir.

ı9

20

Bir İhtilaf Olarak MilJJ Müwdele

ne karıştırmak

son

derecede

yanlış olur. Hedef sömürgeleştirmek olsa dahi, ortada henüz sömürge yapıları yoktur. Sömürge statüsü üzerinde neden böylesine titizleniyoruz? Biraz düşünülünce anlamak kolaydır: "Sömürge", tanımı gereği, devlet aygıtının hakim doruklarının ve güvenlik aygıtının büyük ölçüde sömürgecinin elinde olduğu bir toprak parçasıdır. Yani sömürge­ ciliğe karşı mücadele, onu ortadan kaldırma kavgası, o topraklarda uzun süredir varlığını sürdürmüş, ülkeyi yakından tanıyan, ver­ gisini toplayan, okullarını elinde tutan, eğitim yoluyla uzun yıllar gençliğin beynini yıkamış, yerli halka kendi dilini konuşturmuş, yerli hakim sınıfların çıkarlarını da kontrol etmekte olan bir ya­ bancı güce karşı verilmektedir. Anti-kolonyal ya da sömürgecilik karşıtı ulusal kurtuluş savaşları en ince sosyal, ekonomik ve kül­ türel kılcal damarlarına kadar :stila edilmiş sömürge halkların özgürleşme savaşlarıdır. M illi Mücadele bir "ulusal kurtuluş savaşı" (ya da "milli kur­ tuluş savaşı") değildir. Yalnızca gayriresmi hakimiyet yöntem­ leriyle Yt rı-sömürge konumuna düşürülmüş, sonunda emper­ yalizmin askeri işgal ne uğramı� bir ülkede bu haydutluğa karşı verilen bir haklı sava p tır. "Biz tarihin ilk ulusal kurtuluş savaşını vermiş ulusuz" iddiası içi boş biı böbürlen edir. Türki üç kı­ taya yayılmış bir imparatorluğur, bakiyesi bi ülkedir. H kim sı­ nıfları eğitimlidir, modern yönetim teknikle ini bir ölçü e içsel­ leştirmiştir, devlet a�gıtı da büyük ölçüde y rlidir. Bu a 1 lamda, Ankara'nın ya da Anadolu'nun verdiği savaş, bir "ulusal kurtuluş ı savaşı" d�ğildir. Milli Mücadele bu savaşın adı olarak çok daha ıı uygundur. 1. 1918-1923 arası ya f anan mücadele için "Milli Mücadele" adının ' kullanılması bir başka nedenle de en doğru seçimdir. Anadolu' da yüzyıllardır birlikte yaşamakta olan halklar arasında çok yakın bir geçmişte başlamış olan çatışmalar Cihan Harbi içinde bir varlık­ yokluk savaşına dönüşmüştür. Özellikle Ermeni halkı, 1915-1916 yıllarında tehcir kararı sonucu tam bir kitle kırımı ile karşı karşıya



g �

N e d en "M i l l i M ü c a d e l e"?

J 21

kalmıştır.4 Cihan Harbi'nin sonunda Osmanlı'nın savaştan yenik çıkmasının ertesinde durum değişmiş, Anadolu'nun batısında, Rumeli' de (Trakya'nın doğusunda) ve doğu Karadeniz bölgesinde (Pontus olarak adlandırılan bölgede) Yunanistan'ın, Anadolu'nun doğusunda ise Ermeni siyasi önderlikleri arasında öne çıkan Taşnaksutyun örgütünün, dış güçlerden destek alarak o yörelerde hakimiyet elde etmesi bu topraklarda ulusal soruna çok karma­ şık yeni boyutlar katmıştır. Bu yüzden, 1918-1923 arası yaşanan olaylar, Anadolu ve Rumeli'nin Müslüman halklarının emperya­ lizme karşı Sovyet Rusya ile ittifak içinde verdiği bir mücadelenin yanı sıra ve onunla iç içe, Anadolu'nun yerli milliyetleri arasında (Türk, Rum, Ermeni, Süryani, Kürt, Çerkes ve başka Müslüman halklar) bir boğazlaşma karakteri taşımıştır. Milli Mücadele terimi bu yüzden çifte anlamıyla, yani hem emperyalizme karşı mücadeleyi hem de Anadolu halkları arasın­ da bir mücadeleyi kapsadığı için tam yerli yerine oturmaktadır. Aşağıda göreceğiz ki, buradaki "Milli" teriminin üçüncü bir an­ lamı vardır. Bu anlamı izah etmek için ele almanın henüz erken olacağı bazı yapı taşlarına ihtiyaç var. Ama bu üçüncü anlam açık­ lanınca, bunun üç anlam arasında savaştan çok devrimle en ilgili yan olduğunu göreceğiz. O zaman "Milli"nin üçlü anlamının bu adı 1918-1923 gelişmelerini anmak için en uygun isim haline getir­ diğini daha da iyi göreceğiz, "ulusal kurtuluş savaşı" nitelemesinin sadece boş bir böbürlenme olmadığını, aynı zamanda indirgemeci bir isimlendirme olduğunu daha iyi anlayacağız. Demek ki emperyalizme karşı mücadele, Anadolu ve Rumeli'nin yerleşik halkları arasında bir mücadele ve Ankara'nın İstanbul'a, cumhuriyetin saltanata karşı ihtilali Milli Mücadele sürecinde bü­ tünüyle iç içe geçmiştir. Ama Milli Mücadele bu üçüyle de sınırlı değildir. Çünkü Milli Mücadele'de sadece burjuva güçler kapita­ lizm-öncesi devlete, yani saraya ve onun hükümetlerine karşı mü4

Bu konuda şu çalışmamıza bakılabilir: "Sınıf Mücadelesi Olarak Ermeni Soykırı­ mı'', Devrimci Marksizm, sayı 23, İlkbahar 2015.

22 l

Bir ifııiiai Olarak Milli Mücadel

cadele etmedi. 5 Aynı zamanda komünistler veya komünizmden ile­

ri derecede etkilenmiş güçler de Milli Mücadele sürecinde önemli bir faktör olarak gelişmelere etki yaptı. Aşağıda ortaya koyacağı­ mız gibi, Türkiye' de Milli Mücadele süreci içinde sosyalizm de ik­ tidara oynamıştır. İtiraz seslerini duyuyor gibiyiz. Hem de telaşlı ve tepkili bir ruh durumuna bürünmüş itiraz sesleri. Bu aşamada, okuyucuya biraz sabırlı olmasını ve bu kitabın bütünsellik taşıyan görüşlerinin tamamını birbiriyle ilişkisi içinde dikkatle izlemesini tavsiye etmekten başka yapabileceğimiz bir şey yok. Okuyucudan sadece zaman ve sabır istiyoruz. Sonunda itirazını tekrar yükselte­ bilir, ama o zamana kadar bu konudaki yargısını askıda tutmasını rica ediyoruz. Şimdi artık kitabın ana gövdesine geçebiliriz. Ama bu girişi bitirmeden önce, bu kitabın başlığında neden devrim yerine "ihti­ lal" terimini kullanmayı tercih ettiğimizi kısaca açıklamak isteriz. Devrim kelimesi, Milli Mücadele ile bir araya geldiğinde ihtilali değil, cumhuriyetin erken döneminde gerçekleştirilmiş toplum­ sal, id�olojik ve siyasi dönüşümleri betimleyen bir kavramlaştır­ ma olarak "Atatü · devrimlerlni" hatıra getirme riskini taşıdığı için, ikirciklilikte 1 uzak durmak amacıyla buraya kad r "ihtilal" sözcüğünü kullan ık. Bundan sonra yer r "ihtilal'', er yer de "devrim" terimlerini kullanacağız. Artık kuyucunun kafasında devrim kelimesinin başka çağrışım yapın yacağından emin ola­ biliriz çünkü.

ı

5

Osmanlı devleti hakkında kapitalizm-öncesi devlet nitelemesine, bu devletin 19. yüzyıl boyunca kapitalizmin gelişmesinin önünü açan bir dizi politika izlemiş ol­ ması dolayısıyla yer yer itiraz edilmektedir. Bu konuyu daha evvel ele almıştık. Bkz. Sungur Savran, Türkiye'de Sınıf Mücadeleleri, Cilt 1, 1908-1980, İstanbul: Yordam Kitap, 5. Basım, 2022. Bu kitabın 1. Bölümü'nün "Tanzimat, Meşrutiyet, Cumhuriyet" başlığ ını taşıyan alt bölümü doğrudan doğruya bu meselenin tartı­ şılmasına ayrılmıştır.

Okurla Kısa Bir Sohb et:

BİR OKU M A YÖNTEMİ ÖNERİSİ

Kendimizi genç bir okurun yerine koyuyoruz. 2023 yılında, cumhuriyetin kuruluşunun 100. yılında, bu kuruluşun doğuşunun yolunu döşeyen olaylar zincirini anlamak istiyorsunuz. Karşınıza donmuş, fosilleşmiş, resmiyet tarafından sabah akşam propagan­ dası yapılan, okullardan zaten tanıdığımız öyküden farklı bir ses verdiğini düşündüğünüz bir kitap çıkmış. Tarihi, rolü ne kadar büyük olsa da tek bir şahsiyet odağında değil, toplumun yaşayan güçlerinin ve bu arada sıradan köylülerin ve işçilerin de hep birden girdiği kavgaların ve mücadelelerin ürünü olarak ele alıyor. Bir de iddiası var: Standart anlatımlardan farklı olarak, tarihsel olguları ezip bükmeden, sansür etmeden, işimize geldiği gibi tornadan ge­ çirmeden sergilediğini söylüyor. Okumaya başlıyorsunuz. pirişten sonraki ilk bölüm biraz ağır geliyor. Milli Mücadele'nin dünya çapında ne tür gelişmelerle ilgili olduğu anlatılıyor. Belki bu olayları bilmiyorsunuz, belki biliyorsunuz ama hepsini birbi­ rine bağlamakta güçlük çekiyorsunuz. Belki "bunun konumuzla ne ilgisi var?" diye soruyorsunuz. Sıkılmayın, atlamayın, sabredin. Orada ve bütün kitapta anlatıldığı gibi, bu bölümü (tam anlamasa­ nız bile) en azından aklınızın bir kenarında tutmazsanız, Mustafa Kemal'in 19 Mayıs'ta Samsun'a çıktıktan sonra yapmaya giriştikle­ rinin gerçek nedenini anlayamazsınız. O zaman bu kitabı bırakın, gidin standart bir Milli Mücadele anlatısı okuyun. Hatta Nutuk'un günümüz Türkçesine adapte edilmiş bir basımını alın okuyun. Genç okur diyelim tavsiyemize uydu. Birinci bölümü zorluğuna rağmen okudu. Sonra ikinci bölüme geçti, orada Çarlık Rusyası'nın

24

1

Bir L,

-! Olarak A-1H0 A-1Dlade!e

Müslüman çoğunluklu coğrafyalarında Ekim devrimi ile kurulan yeni, sosyalist düzenin nasıl benimsendiği, yani Müslüman halk­ ların Ekim devrimini nasıl yaşadığı anlatılıyor. Üçüncü bölüm ise Ortadoğu'da, Mısır'dan İran,a birçok ülkenin nasıl tam da Milli Mücadele ile aynı dönemde birer devrim yaşadığını gösteriyor. Bu yazar konuya bir türlü gelemiyor! Lafı uzatıp duruyor! Milli Mücadele'yi ve Türkiye'yi değil, başka ülkeleri anlatıyor! Sevgili okur, bu kitabı ilk kez okurken, ilk bölümden farklı olarak, ikinci ve üçüncü bölümleri atlayabilirsin. Bunlar bilimin yöntemi açısından Milli Mücadele'yi sarıp sarmalayan koşulların doğru anlaşılması için başta yazılması gerekli şeyler. "Önce bizi an­ lat, sonra çok gerekliyse onları da anlatırsın" denecek şeyler değil. Onlar olmadan Milli Mücadele yaşandığı gibi yaşanmazdı. Ama bu ilk okuyuşta bu bölümlere yalnızca göz atarak, sadece neden bah­ sedildiğini anlayarak geçebilirsin. Sonra tam olarak anlayabilmek için geri dönmek ve bu bölümleri de okumak koşuluyla. Sonr,a İkinci Kısım konunun ta kendisine giriyor. Bölüm 4-6 arası re�mt anlatımqa tamamen es geçilen birçok yeni tema içeri­ yor ama tam da ko�uyla ilgili. 3unları dikkatle okumadan Milli Mücadele' den bir şe� anlamak mümkün değ·ı. Ama bun arı anla­ mak için de, yeniden söyleyelim, birinci bölü ü dikkatle !okumak, 1 iki ve üçe göz gez d irmek gerekli. Üçüncü Kısım resmi tarihin taraftarların n tüylerini iken di­ ken edecek tü��en. Tamamının dikkatle ok nması gere iyor. Bir bölüm 11.ariç. Uçünd ü Kısım'ın ilk bölümü, yani Bölüm 7, daha sonra b*ün kitap boyunca yapıhcak olan Milli Mücadele analizi­ nin teorik arka plan�nı özetliyor. Bilim yöntemi açısından gerekli. Ama teoriye merakl Jı olmayan ya da henüz meraklı olmayan okur, bu bölümü bütünüyle atlayabilir. Kitabın bütününde okudukları ona ikna edici gelirse, devrim teorisinin incelikleri konusunda kendini geliştirmek ve burada anlatılan Milli Mücadele öyküsünü daha iyi kavramak amacıyla bu bölümü de sonradan okuyabilir. Beşinci Kısım, resmi tarihin de sol liberalizmin de önemini kavrayamadığı bir meseleyi, Milli Mücadele için komünist ha-

B i r O k u m a Yö n t e m i Ö n e r i s i

1 25

reketin, komünist hareket için de Milli Mücadele'nin önemini anlatıyor. Özellikle kendisini solcu ya da sosyalist gören genç okurun bu bölümü mutlaka okuması gerekir. Ancak hemen şu soruya cevap verelim: Neden Üçüncü Kısım'dan birdenbi­ re Beşinci Kısım'a sıçradık? Şundan: Dördüncü Kısım Beşinci Kısım'a bir hazırlık olarak yazılmış bir kısım da ondan. Üçüncü Kısım' da anlatılan öykünün devamını hiç ara vermeden okumak isteyen (veya Türkiye'nin komünist hareketinin kuruluş tarihini az çok tanıyan) okur, Üçüncü Kısım'dan sonra dosdoğru beşin­ ci Kısım'a geçebilir. Sonra komünist hareketin nasıl doğduğu ve daha önemlisi ne tür bir komünist hareket olduğu konularında standart kitaplardan farklı bir öykü dinlemek istiyorsa Dördüncü Kısım'a dönebilir. Beşinci Kısım, bu kitabın en önemli yerlerinden biri. Orada 2829 Ocak 1921 gecesi yaşanan büyük komünist katliamının esas so­ rumluları belgesiyle açıklanıyor. Bunun kadar önemli olan, bütün bu olaylar dizisinin gelecekte toplumu değiştirmek isteyenler açı­ sından ne anlama geldiği konusunda yapılan tartışma. Ne var ki bu kısmın ilk dört bölümü, yani 15-18. bölümler, ana öyküyü anlatır ve analiz ederken, 19-21. bölümler arası meseleyi taktik ve strateji açısından ve ulusla�arası komünist hareketin iç tartışmaları açısın­ dan geliştiriyor. Okur yine Bölüm 18'den sonra doğrudan "Sonuç" kısmırta geçebilir. Elbette tavsiyemiz daha sonra atladığı bütün bö­ lümlere dönerek kavrayışını derinleştirme çabasına girişmesidir. Değerli okurumuz, özellikle genç okurumuz: Dünyayı anla­ mak kolay bir iş değil. Bunun için bilimin yöntemini, anlamaya çalıştığımız toplumun en azından yakın tarihini ve anlamak iste­ diğimiz olayı ya da olaylar zincirini sarmalayan genel ortamı iyi tanımamız gerekir. Bunların karartılması hakim ideolojinin, yani hakim sınıfların düşüncesinin ve resmi ideolojinin, yani devlet tarafından beşikten mezara kulağımıza fısıldanan düşüncelerin işine gelir. Kendi kafamızla düşüneceksek, zorlanacağız. Bu oku­ ma önerisi, bilimin gereklerinin yaratacağı zorlukları bu kitapta aşmanın bir yönteminden ibarettir. Yoksa ilk okuyuşta atlanabi-

261

Bir İhtilal Olarak Milli Mücadele

leceğini söylediğimiz bölümler okunmadan Türkiye tarihinin en önemli olaylar zincirinin anlamını tam olarak kavramak mümkün

değildir. Hele bu toplumu değiştirmek için geleceğe hazırlanmak hiç mümkün değildir.

Marx, Kapital'in yayınlanma5ından sekiz yıl sonra yayınlanan Fransızca basımına özel önem vermiş, çeviriyi baştan aşağı redak­ siyondan geçirmiştir. Sonra bu basıma özgü, kısa ama çok önem­

li düşünceler içeren bir Önsöz yazmıştır. Orada "genel ilkelerle

kendilerini dolaysız olarak harekete geçiren sorunlar arasındaki bağlantıyı hemen anlamak isteyen Fransız okuyucuların" hayal kırıklığına uğrayabileceğini söyler. Marx bu sözleriyle, muhayyel bir "Fransız ulusal doğası"ndan söz etmiyor. "Fransızlar çok sa­ bırsız insanlardır" demiyor. Modern Fransız toplumunun tarihi gelişmesi içinde yoğun bir devrimci gelenek olduğunu bildiği için,

Kapital'i okuyacak devrimcileri uyarıyor. Yukarıdaki alıntıya tek­ rar bakın. Orada "genel ilkeler" dediği, kapitalist toplumun de­

11

rinlemes\ne bilimsel analizidir. Fransızların "kendilerini dolaysız olarak hJ rekete geçin, en sorunla{ olarak gördükleri ise, devrim­

lerin hangi tarihi ve toplumsal loşullarda ortaya çıkacağı, han­

gilerinde başarılı ola ağı sorunudur. Yani M rx diyor ki,,bilimin meşakkatine katlanmazsanız, oraya kolay va amazsınız. Şu ünlü

pasaj hunun için yazılmıştır: «Bilime giden d · z bir yol b

yor ve yalnızca onun dik patikalarını tırman

lunmu­

aktan çeki meyen­

ler, aydınlık doruklar�na ulaşma �ansına sahi tir."6

Genç pkur o büyük bilgenin bı nasihatini asla unutmamalıdır.



6

Karl Marx, Kapital, Cilt 1, İstanbul: Yordam Kitap, Birinci Basım, 201 1, s. 30.

KISIM I

DÜNYA DEVRİMİ VE TÜRKİYE'DE DEVRİM

Bö l ü m 1

D ÜNYA DEV R İ M İ N İ N B İ R İ N C İ DALGASI N I N Bİ R PA RÇASI Ü L A R AK M İ L Lİ MÜCA DELE

Şayet Ekim devrimi zafere ulaşmasaydı, Türkiye' de Milli Mücadele kazanılamazdı. Hipotetik tarih yazılamaz, ama bu bü­ yük ihtimalle böyledir. Önce şunu saptayalım: Ekim devrimi bir dünya devrimi sü­ recinin başlangıç noktası ve merkez üssüdür. Devrim ilk üsleri olan Petrograd' dan ve Moskova' dan dalga dalga dışarı doğru ya­ yılmıştır. Bir yandan Çarlık Rusyası'nın bütününü adım adım ele geçirmiştir. Bir yandan da siyasi hudut tanımaksızın başka ülke­ lere yayılmıştır. Bazen başka ülkelere yayılması Çarlık Rusyası'nın siyasi sınırları içindeki başka bölgelere yayılmasından daha erken ve daha kolay olmuştur. Avrupa devrimi Ekim devriminden ne­ redeyse hemen sonra başlamış, devrimin Almanya, Avusturya­ Macaristan, Finlandiya, İtalya, İskoçya'da etkileri 1918-1920 ara­ sında doruğuna ulaşmıştır. Buna karşılık, devrim Kafkasya'ya ve Çarlığın Türki ve Farsi halkların yaşadığı Orta Asya topraklarına 1920 ve sonrasında ulaşmıştır. Hatta daha ironik bir şey söyleye­ lim: Mısır bile devrime Kafkasya' dan önce, 1919'da katılmıştır! Mısır' dan söz etmemiz, bizi Ekim devriminin etrafında dalga dalga yayılan dünya devriminin hep ihmal edilmiş bir boyutuna getiriyor: Avrupa devriminden hemen sonra dünya devriminin bu dalgasının ikinci coğrafyası Ortadoğu' dur. Mısır'ın ardından Irak, Suriye, Filistin, Fas ve İran' da Gilan devrimlerle sarsılmıştır.

30

1

Bir ihtilal Olarak Milli Mücadele

Türkiye' de hemen

1918' de

başlayan devrimci dinamiği de bunun

içine koyarsanız, böyle bir devrim dalgasının yaygın olarak gör­

mezlikten gelinmesinin tek bir açıklaması olabilir: Tarihyazımının

esas olarak Batı'nın üstünlüğünde gelişmesi Ortadoğu devriminin

görmezden gelinmesine yol açmıştır. ı Ortadoğu ülkelerinde sos­

yalizme doğru yürüyüşün güçlü bir eğilim olmaması bu ihmali gerekçelendiremez. Devrim sömürgeciliğe karşı da devrimdir. Bu devrimlerin yenilgiye uğramış olması da gerekçe olarak ileri sürü­ lemez. Çünkü aralarından biri (Türkiye devrimi) hiç tartışmasız zafere ulaşmıştır. Buna karşılık, Avrupa' da bu ilk devrim dalgasın­ da tek bir devrim bile kalıcı biçimde zafer elde edememiştir. Ekim devrimi etrafında gelişen devrim dalgasının üçüncü bo­ yutu A sya' da Çin' dir. Çin öylesine büyük bir ülkedir ki, Çin dev­ riminin yaşanması bütün bir kıtayı ilgilendirir. Şayet

1925-1927

devriminde Çin proletaryası yanlış politikalar dolayısıyla ezilme­

miş, zafer kazanmış olsaydı, A sya' da ardı ardına sarsıntılar yaşa­ nacağın� kesin gözüyle bakabiliriz.

2



Bütü b bunlardan.dolayı, Ekim devriminin en azından Avrasya

U

ana karasında bir d nya devrimi dalgası başlatmış olduğunu ra­



hatlıkla söyleyebiliy ruz. Buna neden "düny devrimin · dalgası" adını verdiğimize gelince, bu soru, k numuz ola

birinci

dönem­

den çok sonra yaşanmış olayları ilgilendirdiğ için yanıtı a kısaca değinip geçebiliriz: l)ünya devriminin bu ilk algasını,

1

1 40'lı yıl­

ların başları ile 1950 li yılların başları arasın a yaşanan bir ikinci



dünya d vrimi dalgası izlemiş, Atlas Okyanusu'ndan Pasifik'e ka­

1

dar Avra:sya bir kez aha büyük bir devrimci dalga ile sarsılmıştır.

,,

A rnavutluk'tan Kor ye kadar, Çin'i de içine alan bir dizi devrim zafere kavuşmuştur. 1Buna düny' devriminin ikinci dalgası diyo­

ruz. Nihayet, 20ll'de Tunus ve Mısır devrimleriyle başlayan ve buBenzer bir örneğe Batı tarihyazımının uzun bir dönem boyunca neredeyse tümden görmezden geldiği 1 9 16 Orta Asya kıyamında rastlıyoruz. Bu konu birazdan Bö­ lüm 2'de ele alınacak. 2

İspanya devrimini (1931-39) unutmuyoruz. Bu devrimin birinci dalgadan etkilen­ diği tartışmasız olmakla birlikte, o dalganın tam bir parçası olup olmadığı tartış­ malı bir konu olabilir. Dolayısıyla, burada bu meseleyle uğraşmamayı seçiyoruz.

Dünya D e v rimi i� Birinci Dalga s ın ı n Bir Pa r ç a sı Olarak Milli Müc a d ele

j 31

gün, 2019' da çarpıcı bir yayılma ve sıçrama ile ilerleyen dalgaya da dünya devriminin üçüncü dalgası diyoruz. İşte " birinci dalga" kavramı, o dönemin bu tarihi atılımlar arasındaki yerini belirle­ mek bakımından anlamlıdır. Birçok tarihçi, Ekim devriminden sonra Bolşevik yöneticilerin dünya devrimini hem öngördüklerini hem de uğruna mücadele ettiklerini kabul etmek1e birlikte (Komünist Enternasyonal ya da kısaltmasıyla söylersek Komintern, 1919'da bunun için kurulmuş­ tur), dünya devrimi kavramını Avrupa devrimine indirgiyor. Bu, Bolşevikler için kesinlikle söz konusu edilemez. Onlar için dünya devrimi tam da ne demekse odur: Yeryüzünün bütün halklarının bir parçası haline geleceği, o dönemin deyimiyle söylersek "cihan­ şümul" bir devrim ve bu uğurda çalışmayı gerektiren bir perspek­ tif. Dünya devrimini bir Avrupa olayı olarak görmek, Bolşevizmin sosyal

demokrasiden,

Bernstein' dan

İkinci Enternasyonal' den,

kopuşunu

anlamamak

demektir.

Kautsky ve Bolşevikler,

Komintern'in örgütlenmesinde A sya ve Latin A merika'ya da Avrupa'ya verdikleri kadar

önem vermişlerdir.

Bu

yüzden

Komintern sosyalist akımın (Çin' den Meksika'ya, Endonezya' dan Brezilya'ya) birçok ülkeye ilk kez girmesini sağlamış ve kendinden önceki İkinci Enternasyonal' den farklı olarak gerçekten bir dünya örgütü haline gelebilmiştir. Öyleyse dünya devriminin birinci dalgasına ne salt nesnel, kendiliğinden süreçlerin bir toplamı, ne de yalnızca siyasi önder­ liğin öznel, bilinçli müdahalesinin bir ürünü olarak bakabiliriz. İlki doğru değildir çünkü Bolşevikler Komintern aracılığıyla dev­ rim ateşini yeryüzünün birçok köşesinde sürekli olarak harla­ mışlardır. İkincisi doğru olamaz, çünkü komünist partilerin hiç olmadığı, hatta Komintern'in kendisinin bile kurulmamış oldu­ ğu (Komintern Ekim devriminden yaklaşık bir buçuk yıl sonra kurulmuştur, birçok ülkede komünist partilerin ilk kuruluşu ise 1920-192l'i bekleyecektir) tarihlerden başlayarak devrimci kalkış­ malar gündeme gelmiştir. Dünya devrimi nesnel gelişmeler ile ko­ münist önderliğin (ya da yerine göre başka türden önderliklerin)

32 1

B i r İh t i l a l O l a r a k M i l l i M ü c a d e l e

öznel müdahalelerinin her ülkede ve

her bölgede farklı bileşimler içinde bir araya geldiği, kendi içinde farklılaşmakla birlikte bütün­ sel, bileşik ama aynı zamanda eşitsiz bir süreç olarak ele alınma­ lıdır. Türkiye' de Milli Mücadele'ye geldiğimizde, nesnel ve öznel faktörlerin etkisini adım adım çözümlemeye çalışacağız. Sovyet Rusya ve Müslüman halklar3 Bu genel tablo, yani Avrupa, Ortadoğu ve Çin devrimlerinin on yıllık bir süre içinde birbirine dolanarak birlikte ilerlemeleri, daha Türkiye'yi somut olarak incelemeye başlamadan dahi, deyim yerindeyse a priori, Milli Mücadele döneminin bu büyük ölçekli tarihi sürecin bir parçası olduğunu rahatlıkla söylemeye izin ve­ rir. Devrimlerin böylesine yoğunlaştığı bir zaman diliminde ve coğrafyada (bizim durumumuzda Ortadoğu) ne her bir devrimin diğerlerinden bağımsız bir dinamiğe sahip olduğu türünden bir iddia, ne de bütün ötekiler tek bir sürecin (elbette farklılaşmış) ifadeleri iken Türkiye'ye istisnai bir konum atfetmeye yönelen bir düşünce (Türkçesi olmayan bir İngilizce kavramı kullanırsak "ex­ ceptionalifm" te zi, yani "istisnacılık") ikna edici durur. Buna rağmen biz � nalizimizi adım adım somutlaştırarak tezi­ mizin temellerini Mil�i Mücadele'nin kendi somutluğunda p ulma­ ya çalışalım. Bir kere,11 Bolşevikler:n ve Komi ern'in hem fömür­ ge ve yarı-sömürge ülkelere, hem de daha öz olarak Mü �lüman . halklara yönelik olarqk çok özel ?Olitikalar liştirdiğini ' ,biliyo­ ruz. Kom +ntern'in 19 2 0'de toplanan 2. Kongresi'nde ulusal sorun üzerine k�bul edilen Tezler, sadece proleter devrimlerinin değil, "ulusal d�vrimci" kaıı kter taşıyan önderliklerin yönettiği hare-

l

3

r

Yanlış aI)lamayı önleme için belirtelim Bu kitapta Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği'nden (SSCB) değil de hep "Sovyet Rusya" dan söz etmemiz, Rus milletine sosyalizmin kuruluşu veya politikaları bakımından SSCB'nin diğer uluslarından daha fazla önem vermemizden değildir. SSCB Aralık 1922' de kurulmuştur. O tari­ he kadar Ekim devriminin dış politikasını yöneten devlet Rusya Sosyalist Federa­ tif Sovyet Cumhuriyeti' lümün başlığına dikkat ediniz: Bolşevik Devrimi, 1 91 7-1923, İstanbul: Metis, 1989-1998 (bu yapıt da kendi içerisinde iç iş­ leri, iktisadi alanı ve uluslararası ilişkileri kapsayan üç cilde ayrılmıştır). 2

Ulusal sorun sıklıkla bir "burjuva demokratik" göreve indirgenmektedir. Lenin için durum böyle değildir. Onun için kendi kaderini tayin hakkı, daha da önemli biçimde, halkların geleceğin sosyalist topluluğuna entegrasyonunun ve bu birlik içerisinde kaynaşmasının başarısıyla ilişkiliydi. Bu meseleyi aşağıda Bölüm 19'da ayrıntılı bir şekilde ele alacağız.

Müslüman Halkların Ekim'i

l

demokratik ilişkilerin kurulabilmesi bakımından, genelde belir­ leyici sayılan ifade özgürlüğü ve "serbest" seçim kadar önemlidir. Sosyalist devrimin, başka şartlar altında gerçekleşmesinin bekle­ nemeyeceği coğrafyalara yayılmasının yolunu açan da bu politika­ dır. Şimdi bu politikanın kısa bir değerlendirmesine geçelim. 20. yüzyılın ilk çeyreğinin en önemli devrimci Marksistlerinden ikisinin, ulusal sorun konusunda sürekli karşı karşıya geldiği bilinir. Rosa Luxemburg, Lenin'in ulusların kendi kaderini ta­ yin hakkı politikasına usanmaksızın karşı çıktı. Bu karşı çıkışı dayandırdığı birçok sebebin arasında muhtemelen en önemlisi ulusların dünya pazarına entegrasyonunun ulus olma hevesini fi­ iliyatta battal hale getirmiş olmasıydı. Birinci Dünya Savaşı sıra­ sında, Marksist hareket içerisinden başka isimler de bu argümanı kullanarak emperyalizm çağında siyasi meselelerin ancak dünya çapında çözülebileceğini savundu. Lenin bu pozisyonu "emper­ yalist ekonomizm" olarak adlandırıp, mutlak determinizmi ve indirgemeciliği sebebiyle yerden yere vurdu. 3 Savaş sonrası, par­ tinin Rusya Komünist Partisi adını aldığı ve yeni bir programın kabul edildiği 1919 kongresinde, Lenin ile Buharin ve Pyatakov ulusal sorun konusunda, daha önceden Lenin ile Rosa arasında yürüyen tartışmayla hemen hemen aynı eksende karşı karşıya gel­ di. 4 Lenin partinin çoğunluğunu kendi pozisyonuna kazanarak soyut enternasyonalizm damarını alt etti.5 Böylelikle 1917-1922 arasındaki hayati önemdeki dönemde, yeni Sovyet hükümetinin politikaları Lenin'in ulusal soruna yaklaşımının izini taşıdı. Bunun için bkz. Vladimir 1. Lenin, "A Caricature of Marxism and Imperialist Eco­ nomism" Collected Works, volume Moscow: Progress Publishers, pp. [Türkçesi, Emperyalist Ekonomizm-Marksizmin Bir Karikatürü, İstan­ bul: Agora Kitaplığı,

3 ( 1 9 1 6) , 28-76. 4 5 1919

23, ) 2014( . ) 1916 , 1971, 274-76.

1977,

Lenin'in ulusal soruna bakışına dair en önemli metinleri Birinci Dünya Savaşı dönemindendir. Bkz. "The Socialist Revolution and the Right of Nations to Self­ Determination. Theses" Collected Works, a.g.e, Cilt s. ve "The Discussion on Self-Determination Summed Up", a.g.e., s.

320-22,360.143-156

kongresinde kabul edilen yeni programın ulusal soruna ilişkin hükümlerine dair ayrıntılar için bkz. E.H. Carr, 1he Bolshevik Revolution 1917-1923, Cilt 1, Har­ mondsworth: Penguin Books, s.



52 1

Bir ihtilal Olarak

M i l l i M ü c a dele

Şubat devrimi, Rusya'mn Müslüman halklarını zaten harekete

geçirmişti. 1917 1 Mayıs'ında, Birinci Tüm Rusya Müslümanları Kongresi, ülkenin her tarafından 900 kadar delegeyi bir araya ge­ tirdi. Bu kongrelerin ikincisi, aynı yılın Temmuz ve Ağustos ay­ larında, Volga bölgesindeki Tataristan'ın başkenti Kazan' da top­ lanacaktı. 1917 boyunca başka, daha yerel girişimler de olacaktı. Bu yalnızca başlangıçtı; burjuva-demokratik unsurlar, azınlıktaki sosyalist-komünist akım karşısında büyük oranda üstünlük sağla­ mış durumdaydı. Ekim devriminin hemen ardından, 1917'nin Kasım ayı içe­ risinde yeni hükümet, yani Sovnarkom, arka arkaya iki bildirge yayınladı. Bunlardan ilki "Rusya Halklarının Hakları Bildirgesi" adını taşıyan daha genel bir bildirgeyken, özel olarak "Rusya'nın ve Doğunun Müslüman EmekçLerine" seslenen ikinci bildirge Müslüman halkların kendi gelenek ve örf ve adetlerine göre ya­ şama hakkını tanıyordu. Daha sonra Ocak 1918' deki "Emekçi ve Sömürülen Halkın Hakları Bildirgesi" geldi. Bu çabanın do­ ruk noktj sı, Ekim devriminin h�men ardından kurulmuş olan ve Stalin'ın yönettiği i Ulusal Meseleler Komiserliği'ne ek olarak, "Müskom" şeklinde k Jsaltılan Merkezi Müslü � an Komiserliği'nin kurulması oldu. Mü �kom'u yönetmekle gö evlendirile ler ise Müslüman devrimcilerdi. ı Rusya'nın bazı bölgelerinde, öıellikle de rta Asya'nı o dö­ nem Türkistan olarak ıı adlandırılan kısmında olşevizmi us un­ surlar, ha�;ta bizzat sömürgecilerir kendisi ele geçirmişti. Bunlar, kendi çık� rlarını korumak için, oportünist biçimde muzaffer Bolşeviklerin tarafına g.eçmişti. Bu unsurlar, bu saflarda bulunması pek şaşırtıcı olmayan �e kimisi Bolşevizme yakın zamanda geçmiş olan demi ryolu işçilerinin ve diğer işçilerin yanı sıra bürokratlar­ dan, tüccardan, hali vakti yerinde çiftçilerden (kulaklar) ve hatta Ortodoks papazlardan oluşuyordu. Yani Orta Asya Bolşevizminin bileşimi dikkat çekici biçimde sömürgeci bir karakter taşıyordu. Sovyetler'in merkez yöneticileri bu oldu-bitti durumuna teslim olmayıp, Rus yerleşimcilerin yerli Müslüman halklara karşı işle-

i 1

M ü s l üman H a l k l a r ın Ekim'i

l s3

diği kabahatleri telafi etmeye çalıştı. Bolşevizm adına yönetimde bulunan Rus unsuru, Müslüman halka yönelik ayrımcılığa karşı uyardılar. 1919'un Ekim ayında, Tüm Rusya Sovyetleri Yürütme Komitesi (VTsIK) ve Sovnarkom, Türkistan meselesini ele alan or­ tak bir karar yayınladı. Bu metin, aşağıdaki açık ve net pasajı da içeriyordu:

Türkistan halklarının kendi kaderini tayin hakkı ve tüm ulusal eşitsizliklerin ve bir ulusal grubun diğerine karşı ayrıcalıklarının ortadan kaldırılması, Rusya'nın Sovyet hükümetinin politikasının temelini oluşturur ve organlarının tüm çalışmalarında yol göste­ rici bir ilkedir. . . Yalnızca böyle bir çalışma ile Türkistan'ın yerli emekçi kitlelerinin, Rusya'nın işçileri ve köylülerine yönelik, Rus Çarlığı'nın yıllar süren tahakkümünün beslediği güvensizliği en sonunda ortadan kaldırılabilir.6 Sovyet'in ve hükümetin resmi kararnameleri ve talimatları ile yetinmeyen Lenin, (Başbakana denk gelen) Halk Komiserleri Konseyi Başkanı olarak değil, partinin bir üyesi olarak Türkistan komünistlerine bir mektup yazıp, onları yerli halka karşı ayrım­ cılık sebebiyle sert bir eleştiriye tabi tutuyor ve tavırlarını dü­ zeltmelerini talep ediyordu. Lenin'e göre "Türkistan halklarıyla düzgün ilişkilerin kurulmasının, Rusya Sosyalist Federatif Sovyet Cumhuriyeti (RSFSC) için devasa, çığır açıcı önemde olduğunu söylemek abartı sayılmaz" dı. Ardından Türkistan komünistlerini uyarıyordu:

Bu konuyla yakından ilgilenilmesi, Türkistan halkları ile yoldaşça ilişkilerin geliştirilmesi için her türlü çabada bulunulması, Büyük Rus emperyalizminin her izini ortadan kaldırma ve Britanya em­ peryalizminin liderliğini yaptığı dünya emperyalizmine karşı uz­ laşmaz bir mücadele yürütme isteğimizde içten olduğumuzu onla­ ra eylemlerinizle göstermeniz [gerekmektedir].7 6 7

Alıntılayan C arr, Bolşevik Devrimi, Cilt l, a.g.e., s. 307 (çeviri bizim).

"To the Communists of Turkestan", Collected Works, Cilt 30, Moskova: Progress Publishers, 1977, s. 138, vurgu bizim.

54 1

B i r İ h t i l a l O l a ra k M i l l i M ü ca d e l e

"'Çığır açıcı önem" ve "dünya emperyalizmi"ne dair son kısım, ülke içerisindeki uluslar arasındaki ilişkileri aşan bir şeye işaret etmektedir. Çünkü Lenin için bunun önemi, yeni Sovyet sistemi içerisindeki ilişkilerden ibaret değildi. Bu ne kadar önemli olsa da yerli halka yönelik tavır, aynı zamanda yeni Sovyet devletinin genel olarak sömürge dünyasındaki itibarına dair etkileri olacağı için de önemliydi. Lenin, partinin Merkez Komitesi üyesi Adolf Joffe'ye daha sonra, Eylül 1 92 1 ' de yazdığı bir mektupta sorunu şu şekilde ortaya koyuyordu:

Büyük Rus şovenizmini devralan, daha doğrusu o yöne doğru ilerleyen "Tomskiy hattı"na dair ciddi kuşkularım var. Dünya si­ yasetimiz ( Weltp olitik) açısından, yerli halkın güvenini kazanmak, dahası bu güveni üç kere, dört kere kazanmamız, onlara emper­ yalist olmadığımızı, bu yönde hiçbir sapmaya kapılmayacağımızı kanıtlamamız gerek. Bu dünya çapında bir mesele, abartmıyorum, dünya çapında. Bu meselede alabildiğince dikkatli olunmalı. Bu­ nun Hindistan' da, Doğu' da etkileri olacak. 8 Müslüpıan halklara saygı ve onları tanıma konusunda Lenin ve Trotskiy'in aynı şekil � e düşündüğünü belirtmek önemli (bu ko­ nuya birazdan dönec �.ğiz). Ekim devriminin bu en önde gelen iki lideri aynı zamanda İ slam kurumlarına yöneli hassas bir aklaşı­ mın gerekliliği konusunda da hemfikirdi. Bol evikler bu ususta şaşırtıcı bir esneklik gösteriyordu. Müslüma � alkların R sya'nın ezilen halkları olarak ! t anınması temelinde, Is am toplumuna has kurumlara kayda değer bir alan �çıyorlardı. Bu uygulamanın en uç örneği �de, Şeriat mahkemeleri medeni hukuk alanında normal Sovyet sistemi ile yan ana bulunuyordu.9

! �



8

Pierre Broue, L'histoire de l 'Internationale Com m uniste 191 9-1943, Paris: Fayard, 1997, s. 269, vurgu bizim.

9

Bkz. Adeeb Khalid, Islam after Communism. Religion and Politics in Central Asia, Ber­ keley: University of California Press, 2014, pp. 60-62 (Türkçesi: Adeeb Khalid, Komü­ nizmden Sonra İslam. Orta Asya'da Din ve Politika, İstanbul: Sitare Yayınları, 201 1); Dave Crouch, "Bolşevikler ve İslam", Devrimci Marksizm, Sayı 4, Temmuz 2007.

Müs l ü m a n H a l kla r ın Eki m 'i

i ss

Bolşevik siyasetin bir diğer önemli özelliği, yerel işlerin idare­ sinin yerli halkın liderlerine devredilmesi amacıyla iradi ve siste­ matik olarak yerel komünist kadroların geliştirilmesiydi. Bu poli­ tika karenizatsiya (kök salma/yerlileşme) olarak adlandırılıyordu. Sosyalist topluma doğru ilerlemenin bir adımı olarak, birliğin içe­ risindeki her cumhuriyet, özerk cumhuriyet ve özerk bölge yerel halk tarafından yönetilecekti. Karenizatsiya aynı zamanda yerel birimlerin kendi dilini kullanma, kendi tarihsel kültürünü geliştirme ve genç kuşakları merkezi idarenin gereksiz müdahaleleri olmadan eğitme hakkı an­ lamına geliyordu. Sıklıkla yerel halkların kültürel mirasını baskı altında tutan, egemen milliyetin diline ve kültürüne tekel statü­ sü veren, dil ve kültür meselelerinde farklılıkları ortadan kaldırıp tekliği empoze eden birçok genç burjuva cumhuriyeti ile taban ta­ bana zıt biçimde, Sovyet devleti geçmişteki gelenek ve kültürlerin yeniden keşfedilmesini teşvik ediyor, her ulus ve milliyet için bir yaşam alanı yaratıyor, Kürtçe örneğinde olduğu gibi, bölgedeki diğer ülkelerde yasak olan dillerin kullanımını destekliyor ve het türden ulusal ve yerel kültürün gelişmesini sağlıyordu. Bütün bun­ lar, Çarlık Rusyası'nın Büyük Rus şovenizmini tersine çevirmek ve yeni Sovyet ülkesini oluşturan uluslar arasında sadece formel değil gerçek bir eşitlik inşa etmek amacıyla yapılıyordu. Sovyetler Birliği'nde ulusal sorun alanında uzmanlaşan ve komünizme sempati duyduğu söylenemeyecek bir tarihçi olan Helene Carrere d'Encausse, bu siyaseti "Sovyet politikasının bu dönemdeki en ori­ jinal ve göz kamaştıncı yönü" sayar ve genel olarak 1920'leri bu açıdan bir "devrimci ütopya" olarak nitelendirir. 10 Yeni Sovyet devletinde ulusal soruna Bolşevik yaklaşımın bir diğer unsuru da federalizmdi. Bu bütünüyle yeni bir yaklaşımdı. Devrim öncesinde Lenin federalizme ve diğer adem-i merkeziyetçi idare biçimlerine kesin bir biçimde karşıydı. Bu pozisyon, enteg­ re olmuş ekonomik alan ne kadar büyük ve karar vermede koor10 Bu politikaya dair fikirleri için yazarın şu eserine bkz. L'Empire eclate, Paris: Flammarion, 1978, s. 2 4-29 (altıntılar s. 26'dan, vurgu bizim).

56 [

B i r ih til a l O l a r a k M i l l i M ü c a d e l e

dinasyon ne kadar fazlaysa, ekonominin sosyalist planlamasının da farklılıklar saklı kalmak kaydıyla o kadar etkili olacağına dair Marksist görüşten türetilmişti. Lenin'in kendi kaderini tayine dair tavrı "ya hep ya hiç" tarzı bir yaklaşımdı. Bir ulus ayrılmak iste­ diğine karar verirse, proleter sosyalizmi bunu bir hak olarak tan.ı­ makla yükümlüydü. Öte yandan, eğer karar mevcut düzende kal­ mak şeklinde olursa, ortak devlet içerisindeki merkezileşmenin de­ recesini tartışma imkanı yoktu. Olması gereken merkezileşmeydi. Lenin bu tavrını devrimden sonra hızla değiştirdi. Büyük Rus şovenizmini komünist kadroların zihinlerinden dahi kazımanın zorluğunu anlayınca, takdire şayan bir içgüdüyle hatasını görüp, birlik ve eşitlik gereksinimlerini gerçekleştirmek için federal ilkeyi daha esnek ve uyarlanabilir bir biçim olarak kabul etti. Lenin'in hayatının son siyasi zaferi de aslında SSCB'nin, eşit ulusların federal birliği olarak kurulmasıydı.11 Sadece Müslüman halklara yönelik değil, Gürcistan örneği başta olmak üzere diğer halklara yönelik olarak da Büyük Rus şovenizminin her tezahü­ rüne karşı mücadele ederken, Ulusal Meseleler Komiseri Stalin ve şürekasıyl a gitgide d �ra açık biçimde karşı karşıya gelmişti . Sovyet devletinin artan bürf�ratikleşmcsinin bir veçhesi olarak, Sovyet ulusları arasındaki eşitliği görmezden ���en ir tut � mun varlığı­ , nın berrak biçimde farkına varmıştı. üzer leşme tar ışması 1 2 olarak anılan bağlamda, Stalin'in; Güney K fkasya' daki, Batı ve Doğu sınır bölgelerinp eki ve Orta Asya' daki y ni Sovyet cumhuri­ yetlerini�, Rusya Sosyalist Federatif Sovyet Cumhuriyeti'ne özerk biçimde katılmasını öngören planına karşı mücadeleye girişti. !! Ileri görüşlülük açıs da dahiyane olan kendi çözümü ise, ileride

f



11

.

t

Bkz. Mqshe Lewin, Leniıfs Last Struggle, Ann Arbor: Michigan University Press, 2005; ayrıca, Lenin'in bu döneme ilişkin yaz1lannın ve bir dizi belgenin derlendiği bir kitap olan Lenin's Final Fight, George Fyson (der.), New York: Pathfinder Press, 2010.

12 Lenin'in bu konuya dair yorumu için bkz. "The Question of Nationalities or 'Auto­ nomisation'" ve "The Question of Nationalities or 'Autonomisation' (Continued)", Collected Works, Cilt 36, Moskova: Progress Publishers, 1971, s. 605- 6 1 1 . Bu me­ tin Sovyetler Birliği'nde Stalin döneminde onyıllar boyunca sansürlendi ve ancak Stalin'in ölümünden sonra Lenin'in İngilizce toplu eserlerinin 4. baskısında ya­ yınlandı.

Müslüman Halkların Ekim'i

l s7

Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği olarak bilinecek olan yapıy­ dı. Bu isim, federal devletin içerisindeki uluslar arasında kurdu­ ğu eşitlik ilişkisi açısından eşsiz biçimde ilericidir ve daha önce de belirttiğimiz üzere, hiçbir ulusa ya da coğrafi bölgeye referans yapmamaktadır. Bu isim, herhangi bir ulusun adını taşımaması açısından modern tarihte tektir. Lenin' in dehası sayesinde ilk sos­ yalist devlet, içerisinde 200 kadar etnik ve ulusal grubun bir arada yaşamasına rağmen, dış dünyaya gösterdiği surette "ulussuz" idi. Bu, dünyanın geri kalanındaki devrimler muzaffer oldukça, hiçbir ulusal hassasiyeti gücendirmeden, gitgide büyüyüp bir dünya sos­ yalist federasyonuna dönüşebilecek bir Birlikti. Çarlığın baskı altında tuttuğu uluslar ve özellikle de Müslüman halklar için uygun şartları sağlayan politikanın genel yapısı işte bu şekildeydi.

Farklı toplumsal yapılar, farklı güzergahlar Şimdi eski Çarlık bölgelerindeki Müslüman halkların, Ekim dev­ riminden doğan yeni devletle nasıl kader birliği ettiğinin hikayesine geçebiliriz. Bu konuya geçerken belirtilmesi gereken ilk husus, bu Müslüman halkların Sovyet devletine katılımının farklı yollardan gerçekleştiğidir. Çok farklı üretim biçimleri, dolayısıyla da çok fark­ lı sınıf yapıları altında yaşayan, ezen Büyük Rus ulusu ile çok farklı ilişkilere sahip olan ve 1917 devrimci sürecinden oldukça farklı bi­ çimlerde etkilenmiş halkların farklı yollar izlemesi eşyanın tabiatı gereğiydi. Dahası, devrim bu halkları yalnızca toplumsal gelişmele­ rine değil, aynı zamanda coğrafi konumlarına da bağlı olarak, bur­ juva-demokratik ya da sosyalist-komünist hareketlerin farklı geliş­ me aşamalarında bulmuştu. Bu son hususa dair, Rusya Müslümanlarının üç farklı coğrafi bölgede yaşadığı not edilmelidir. Bunlardan ilki İç Rusya ve Volga bölgesinin yanı sıra Kuzey Kafkasya'nın dağlık bölgelerinin de dahil olduğu doğu sınır bölgesini kapsıyordu. Bunun dışında, yani Kafkas dağlarının güneyinde, bugün Azerbaycan'ın, Gürcistan'ın

58 1

Bir

ihtilal O l a ra k Milli M ü ca d e l e

ve Ermenistan'ın bulunduğu bölgede yaşayan Müslüman halklar da Hazar Denizi'nden Çin sınırına uzanan geniş kara kitlesi, yani genel olarak Orta Asya olarak bilinen fakat bazen de İç Asya denilen bölge bulunuyordu. Fakat bu üç bölge kendi içe:-isinde de her zaman toplumsal ve siyasi gelişme düzeyi açısından homojen değildi. Toplamda Rusya'daki İslam dünyasında dört farklı sosyo-ekonomik yapı bu­ lunuyordu. Bunlardan ilki Volga Tatarlarının spesifik durumuy­ du.13 Bu toplumda ticari kapitalizm oldukça ilerlemiş, belli bir yerel sanayi sermayesi birikimi dahi gerçekleşmişti. Rus İmparatorluğu içerisindeki uzun mesafeli ticarette Yahudi ve Ermenilerin oynadı­ ğına benzer bir rol oynayan ve aynı şekilde farklı şehirlerde ticari faaliyetinin temelini oluşturan bir diasporası bulunan çok gelişmiş bir ticaret burjuvazisi bulunuyordu. Tatarlar, Orta Asya' dakiler baş­ ta olmak üzere Türki halklar arasında Rus çıkarlarını temsil eden unsurlar olarak hareket ettiler, ta ki 1860'lar ve 1870'lerde bu böl­ ge askeri yollarla fethedilene kadar. Fetihten itibaren, Rus tacirleri Tatar tüqcarın yardımına ihtiyaç duymaz olmuştu. Bunun sonucu, Tatar toplumundaki ulusal bilin:in hızla uyanması oldu.14 Cedit (yenilenme) hareketi, , yükselen bujuva toplu · una ve ka ·talizmin iktisadi gerekliliklerine uygun bir İslam yoru u geliştirdi. 19. yüz­ yılın sonlarında ve 20. yüzyılın başlarında, Ce itçiliğin ve areketin Gasprinskiy ve Akçuralı gibi Tatar ideologlar nın, Türk illiyetçi­ liğinin ve Osmanlı İ paratorluğu'ndakiler de dahil olm�k üzere diğer Türki Müslüman toplumlardaki (devamında bahsedeceğimiz) burjuva- �emokratik areketlerin doğuşunda derin bir etkisi oldu. Bu sebeple devrim, Ş bat'tan itibaren Volga bölgesindeki Tatar top­ lumunda çok gelişmi bir burjuva-demokratik hareket buldu. Hatta, devrim öncesi dönemde bir sosyal demokrat (yani bugünün ter­ minolojisi ile komünist) hareketin ilk adımları dahi atılmıştı. 1905 vardı. Son olarak

ı

F

t

* �

1 3 Volga Tatarları (Türkçede sık kullanılan terimle Kazan Tatarları), Karadeniz kı­ yısında yaşayan ve tarihsel gelişiminin çok daha erken bir aşamasında olan bir topluluk olan Kırım Tatarları ile karıştırılmamalıdır. 14 Osman Tiftikçi, İslam cılığın Doğuşu, İstanbul: Akademi, 201 1 , s. 27-29.

M ü s l ü ma n H a l k l a r ı n E k i m ' i

1 59

devriminin sıcağında, kısa ömürlü iki sosyalist parti kurulmuştu. İleride Rusya' daki Müslüman nüfusun önemli bir komünist lideri olacak Mirsaid Sultangaliyev 1913'te Tatar Sosyalistleri Mücadele Örgütü'nü kurmuştu.ıs Fakat daha sonra göreceğimiz üzere, sosya­ lizm Tatarlar arasında ancak Şubat devrimi sonrasında bir güç ha­ line gelecekti. Güney Kafkasya' daki Azerbaycan ise, Volga Tatar toplumuy­ la bir çeşit tamamlayıcı zıtlık içerisindeydi. Burada gelişen, Tatar toplumunda görülenin aksine burjuvazi değil proletarya olmuş­ tu. Bu sınıfın varlığı özellikle bugün Azerbaycan'ın başkenti olan Bakıl' da güçlüyü. Bunun sebebi basitçe bu bölgedeki büyük pet­ rol rezervlerinin çok erken keşfedilmiş olmasıydı. Yerli burjuvazi ise, petrol şirketlerini yabancılar ve Ruslar işlettiği için görece az gelişmişti. Öte yandan hem burjuvazi hem de petrol proletaryası içerisindeki baskın yerli unsur Ermenilerdi. 20. yüzyıl başların­ daki Güney Kafkasya' da birlikte yaşayan farklı halklar birbiriyle iç içe girmiş vaziyetteydi. Azerbaycan, Ermenistan ve Gürcistan gibi daha homojen ulus devletlerin inşası ancak 20. yüzyıldaki ge­ lişmeler ile olacaktı. Fakat proletarya Ermeni olsa da sosyal de­ mokrasi Müslüman nüfus içerisinde de kök salmıştı. Devrim vakti geldiğinde, bu hareketin Azerbaycan' daki gelişimi Volga Tatarları arasındaki gelişimini aşmıştı. Bunlar dışında, Orta Asya' da, o zamanlar Türkistan denilen (bugün Türkmenistan ve Özbekistan arasında bölünmüş olan) bölgede, Orta Çağ' daki yerleşik ve şehirleşmiş uygarlığın mi­ rasçıları vardı. Buraya kapitalizm, Tatar toplumu ya da Güney Kafkasya'ya kıyasla çok daha az girebilmişti. Taşkent, Buhara, Hive (ya da Harezm), Semerkand, Hokand ve diğer şehirler ile bu şehirlerin hinterlantları hanlar ve emirler tarafından yönetil­ mekteydi. Yerleşik Türkistan toplumu, oldukça erken bir tarih­ te Ceditçiliğin etkisi altında girmişti. 1 6 Burada Tatar Ceditçiliği 15

Hamit Erdem, Mustafa Suphi, genişletilmiş 3. baskı, İstanbul: Sel Yayıncılık, 2010, 74.

s.

16 Tiftikçi, İslamcılık, a.g.e.,

s.

3 1 -32.

60 1

ile

B i r i h t i l a l O l a ra k M i l l i M ü ca de l e

çokuluslu ve gerçek bir halk devrimi olan Osmanlı'daki 1908 devriminin etkisi birleşmişti. Bu melez aşının sonucu, Ekim devrimi sonrasında bu bölgede gelişecek olaylarda önemli bir rol oynayacak (ismine Jön Türklere açık bir referans olan) Jön Buhara hareketiydi. Bu oldukça gelişmiş burjuva-demokratik hareketin aksine, Türkistan' da bir sosyalist ya da komünist ha­ rekete dair hiçbir iz bulunmuyordu. Bu eksende ortaya çıkan her hareket de, daha önce gördüğümüz üzere, gerçek anlamda yerli değil Rus idi. Son olarak, göçebe aşiretler kırsal toplumları bulunuyordu. Bu aşiretler, otlakları ve çayırları üzerinde ortak mülkiyete sahipti. Fakat bazı bölgelerde, özellikle de bugün Kazakistan olan bölgede (20. yüzyılın başında Ruslar, Kazakları "Kırgız" diye adlandırıyor­ du17), Rus yerleşimciler bu aşiretlerin topraklarına el koyarak çift­ likler kurmaya başlamıştı. Bu durum, belki de o dönemin Kazak toplumundaki en önemli toplumsal çatışmaya yol açarak, bütün Kazakları Rus yerleşimci tipolcjisi ile karşı karşıya getiriyordu. Bu tarzcll a göçebe bir aşiret toplumu Orta Asya'nın doğu ucun­ da, yani bugün Kır� ızistan ve Tı.cikistan'ın (Orta Asya' da Farsça konuşan ve hatırı say ılır büyükllkte olan te halk bu so uncusu­ dur) bulunduğu coğrafyada da mevcuttu. F kat görüld" " ü kada­ rıyla kırsal aşiret ile Rus yerleşimci arasınd ki çatışma u bölge­ de çok daha az belirgindir. Bu göçebe toplu lara dair ö emli bir nokta, Tataristan, AJzerbaycan 'e Türkistan ın yerleşik e şehirli toplumhırına kıyasl t İslamın yı)l gösterici etkisinin bu toplum­ larda çok daha az olmasıdır. Aynı zamanda, Kuzey Kafkasya' da, Kafkasya'nın güneyi� den farklı 1)larak bugün Rusya Federasyonu içerisin4e yer alan k l smında farklı etnik geçmişe sahip (Çeçenler, İnguşlar, Abh azla r vs.'nin yam sıra Türki göçebe aşiretler) dağlı halklar bulunuyordu. Genel olarak aşiret toplumunda sosyalizm ya da komünizmin, devrimci 1917 yılından önce gelişmek için he­ men hiçbir şansı yoktu. ,

17 Bkz. Carr, The Bolshevik Revolution, Cilt I, a.g.e., s. 32 ln. Bugün bizde Azeriler olarak bilinen Azerbaycan Müslümanlarına o dönem Tatar deniliyordu.

Müslüman Halkların Ekim'i

1 61

19. yüzyılın son üçte birlik kısmı ile 20. yüzyılın ilk on yılı içe­ risinde bu farklı toplumların, farklı sosyo-ekonomik ve sınıf yapı­ ları ile bunun sonucu olan ideolojik ve siyasi gelişmeler sebebiyle, Ekim devrimi sonrasındaki devrimci altüst oluşa katılması da ba­ zen bütünüyle farklı yollardan gerçekleşti. Fakat bu farklı yolları incelemeden önce, devrim öncesi Rusya' da yaşanan en önemli fa­ kat neredeyse herkesin görmezden geldiği toplumsal olaya kısaca eğilmeliyiz.

Unutulmuş ayaklanma Doruğuna Batı Avrupa' daki ve daha sonra Kuzey Amerika' daki burjuva toplumu ile ulaşan Yahudi-Hıristiyan geleneği lehinde­ ki güçlü önyargısı sebebiyle Batı tarihçiliği sık sık, tercih ettiği kültürün yörüngesi dışında gelişen en önemli olayları dahi göz ardı eder. Şunu bir düşünün: Birinci Dünya Savaşı'nda taraf olan devletlerin orduları ve donanmalarındaki çeşitli asker ve deniz­ ci isyanlarının dışında,1 8 Şubat devrimi öncesi Avrasya Kıtası'nda yaşanan tek önemli toplumsal huzursuzluk, 1916' da İrlandalıların gerçekleştirdiği ve sonuç olarak İrlanda Cumhuriyeti'nin Büyük Britanya'dan ayrı bir devlet olarak kurulmasına giden Paskalya İsyanı kabul edilmektedir. Hem o:rdular içerisındeki isyanların hem de Paskalya İsyanı'nın, savaşın daha sonraki gelişmeleri açısından büyük önem taşıdığın­ da şüphe yok. Fakat Birinci Dünya Savaşı'nın genel tarihine dair ya da Ekim devrimine dair hemen hemen hiçbir eserin, geçerken dahi olsa, Orta Asya' daki büyük 1916 İsyanı'ndan bahsetmemesi akıl alır iş değildir. Milyonlarca insanın toplumsal ayaklanması olan bu hareket Çar'ın ordularınca vahşice bastırılmıştır. İsyana katı­ lan insanların sayısı milyonlarla ölçülmektedir. 19 Çarlık güçlerince katledilen yerli halk, isyancılarca öldürülen çok daha az sayıdaki Rus yerleşimci ve aman vermez dağları aşarak Çin'e geçmeye çalı18 Bkz. Broue, L'Internationale Communiste, a.g.e.,

s.

39-41.

1 9 Adeeb Khalid, Komünizmden Sonra İslam, a.g.e., s . 48 -49.

62

[

B i r İ h t i l a l O l a ra k M i l l i M ü c a d e l e

şırken hayatını kaybeden çok yüksek sayıdaki (çoğunluğu Kırgız) erkek, kadın ve çocuğun toplam sayısı 200 ila 300 bin arasındadır. Bu boyuttaki bir isyanın ve trajedinin, Çarlık Rusyası'nın savaş gücü üzerinde korkunç bir etkisinin olduğu ve bunun Ekim dev­ rimine hem doğrudan hem de dolaylı olarak katkıda bulunduğu şüphe götürmez. On yıllar süren sessizliğin ardından, bu tarihsel olay tekrar gün yüzüne çıkartılmayı beklemektedir. 20 İsyanın dolaysız sebebi, hükümetin, Çar'ın Orta Asya' daki te­ baasını askere alma kararıydı. Bu halklara güven duyulmadığı için, askere alınanlar Osmanlı hükümetinin Ermeni tebaasına yaptığı­ na (meşum "amele taburları"2 1) çarpıcı şekilde benzer biçimde si­ lahsız amele taburları şeklinde örgütleniyorlardı. Bu, yerel halkın çok geniş çaplı bir isyanına yol açtı. Fakat isyanın yalnızca askere almaya değil genel olarak Rus sömürgeciliğine karşı olduğu, hare­ ketin daha ilk aşamasında isyancıların bir öfke göstergesi olarak yerleşimci Rus çiftçileri öldürmesinde görülebilir. Burada, olay çok az çalışıldığı ve bu sebeple konu hakkında yeterince bilgi sahibi olmadığıhı ız için delleme minvalinde kabul edilmesi gereken bir saptama yapılabilir: � u isyan, Büyük Britanya'nın en batısındaki Paskalya İsyanı'nın, bp ülkenin Çulıkla yönerlen müttefi inin en 1 doğu topraklarındaki suretidir! Yani, Müslüman halkların isyana, ayaklan aya ve dev ime hu­ . sumeti olduğunu söyleyen, bu halkların uysal ğına dair o ök sal­ mış önyargının aksi je, Rus İmpuatorluğu'n n Müslürn n halk­ ı

20 İlk dön�m Rus Marksist tarihçiliğinin, 1916 İsyanı'nı ve bu isyanın vahşice bastı­ rılmasını gözünü buda � tan sakınmahzın, Rus sömürgeciliğinin Orta Asya'nın Müslü�an halkları nı s � mürgeleştirme;i sürecindeki utanç verici bir olay olarak incelemiş olması, bürokrasinin sal d msı ndan önce 1 920'1erin başındaki Bolşevik yönetiminin şeref hanesine yazılmaJıd,r. Anlaşılan, bu dürüst tavır, partinin ve devletin gitgide bürokratikleşmesinin sonucu olarak Sovyet toplumunda Büyük Rus milliyetçiliği güç kazandıkça değişmiştir. Bkz. Alexander Morrison, "Cent­ ral Asia: Interpreting and Remembering the 1916 Revolt", http://www.eurasianet. org/node/8093 1 , ulaşılma tarihi 1 7 Eylül 2017. 21

Bunların bir savaş hilesi olarak büyük önemine dair bkz. Sungur Savran, "Sınıf Mücadelesi Olarak Ermeni Soykırımı", Devrimci Marksizm, Sayı 23, Bahar 2015, s. 83-86.

M ü s l ü m a n H a l k l a r ı n Ekim 'i

J 63

lan Birinci Dünya Savaşı'nın temsil ettiği o büyük katliamın so­ nuçlarına karşı ilk ayaklanan olmuştur. Muhakkak, bu isyanın ya­ rattığı sarsıntılar hem cephedeki Rus birliklerinin zafiyetine hem de Ekim devrimine katkıda bulunmuştur. Muhtemelen bunun bir başka sonucu da, Çarlık denilen vahşi iktidar yapısına son veren Bolşevikler olduğu için, Orta Asya halklarının Ekim devriminden doğan devlete olumlu bakması olmuştur. Bu bağlantıları daha so­ mut olarak kurabilmek için, bu isyana dair daha fazla araştırmaya ihtiyacımız var.

Ekim devrimi sonrasında Müslümanların komünizmi Şubat devrimi, Müslüman halklar içerisindeki komünist hareke­ ti canlandırdı. Bu işi ilk üstlenen, daha Nisan 1917 gibi erken bir ta­ rihte Kazan Müslüman Sosyalist Komitesi'ni kuran Volga Tatarları oldu. Bu komitenin liderleri arasında üçü çok önemliydi: Komitenin başkanı Mollanur Vahidov, Ağustos 1918' de Kazan'ı savunurken Beyazlar tarafından öldürülene kadar Müslüman komünist hare­ ketin yıldızı olacaktı. Emine Muhiddinova'nın komitenin sekre­ teri olarak varlığı, genelde kadının ağır baskı altında olduğu bir toplumda büyük sembolik değere sahipti. Üçüncüsü ve elbette, bu dönemin Müslüman komünistleri içinde en şöhretlisi olan Mirsaid Sultangaliyev hareketin en önde gelen lideri olacak, fakat daha son­ ra ulusal komünizm sapması ile suçlanacak, baskıya maruz kalacak ve sonunda Stalinist bürokrasi tarafından 1940'ta idam edilecekti.22 Bu komite, 1917 1 Mayıs'ında toplanan etkileyici Birinci Tüm Rusya Müslümanları Kongresi'ne katılsa da, ezici çoğunluğu Ceditçilik oluşturduğu için azınlıkta kalıyordu. Ekim devriminin hemen ar­ dından, 1918 Ocağında, Vahidov, Sovnarkom tarafından Müslüman İşleri Komiserliği'nde görevlendiriliyor, Halimcan İbrahimov ve Şerif Manatov, Vahiaov'un yardımcılığına, Sultangaliyev ise komi­ serliğin Kazan şubesinin başına getiriliyordu. 22 Bu önemli tarihsel kişilik hakkındaki temel kaynak için Alexandre Bennigsen/ Chantal Lemercier- Quelquejay, Sultan Galiyev. Üçüncü Dünyacı Devrimin Babası, İstanbul: Sosyalist Yayınları, 1995.

64 1

1

B i r İh t i l a l O l a r a k M i l l i M ü c a d e l e

Mart 1918'de, Rusya Müslüman Emekçileri Konferansı top­ landı. Bu konferansla birlikte, komünistler kendilerini Müslüman nüfus içerisindeki burjuva-demokratik unsurdan ayırıyordu. Konferans, bağımsız bir "Müslüman Sosyalist Komünist Partisi" kurma amacıyla 12 kişilik bir yürütme seçecekti. Bu parti kısa süre içerisinde, Rusya Komünist Partisi (B) ile mutlak bir paralellik içe­ risinde Müslüman Komünist Partisi (B) adını alacaktı. Buradaki (B), elbette, Menşeviklerle karıştırılmamak için, "Bolşevik" anla­ mına geliyordu. Müslüman Komünist Partisi (B) ilk konferansını 1918 Haziran'ında toplayarak (kısaca "Müsbüro" olarak anılan) bir Büro seçti. Yani Sovyet devletinin içerisinde Müslümanların meselelerine gösterilen ilginin (Müskom) yanı sıra, yeni filizle­ nen bir Müslüman komünizmi (Müsbüro) de vardı. Anlaşıldığı kadarıyla bu hareket Bolşeviklerce, hem Rusya sathındaki hem de Müslümanların çoğunluğu ya da, Hindistan gibi, hatırı sayılır büyüklükte bir azınlığı oluşturduğu ülkelerdeki Müslüman ko­ münizmi için bir kuluçka olarak görülüyordu. Türk komünistlerinin bu Müslüman �omünist oluşum içerisindeki varlığı bunun en büyük kanıtıdır. usya' daki 1ürk komünistlerinin en önemli lideri Mustafa Suphi, � 921' de burj.ıvazi tarafı ry dan katled qene ka­ _ dar bu hareketin de liderleri arasmdaydı. Mu h melen, M · slüman Komünistleri örgütünün, başlangıçta RKP ( )'den bağı sız ola­ rak düşünülmesinin sebeplerinden biri de bu r. . Ne var ki bu fikrin pmrü kısa ol:iu. Müslüm n Komünist11Partisi, Eylül' de �KP (B)'nin [, b ir seksiyonuna dönüştürüldü. Şimdilik ne başlangıçta Müslümaı;ı komünistleri için bağımsız bir parti kurma 1 kararının ne de bu ka ar kısa bir slire içerisinde bu fikirden vazgeçilmesiniµ sebebine dair yeterince araştırmaya ve belgeye sahibiz. Öte ya n dan , hareketin özerkliği ve ayrı örgütsel formu korundu. Yalnızca iki ay sonra, 4 Kasım 1918'de Moskova'da Müslüman Komünistleri Kongresi toplandı, ertesi gün Zinovyev'in de katıl­ dığı büyük bir eylem düz_enlendi. Müslüman Komünistleri İkinci Kongresi tam bir yıl sonra, Kasım 1919' da toplandı. Konuşmacılar arasında Lenin dahi bulunuyordu (ayrıca Stalin de vardı).

1



� ı

Müslüman Halkların Ekim'i

1 65

Komünist Enternasyonal'in (Komintern) kurulmasından son­ ra, Müslüman komünistlerinin örgütlenmesi de biçim değiştirdi. Komintern'in kuruluşunun hemen ardından, 1920 Baku Doğu Halkları Kurultayı'ndan sonra ise Uluslararası Doğu Tebligat ve Harekat Şurası'na [Propaganda ve Yürütme Sovyeti] dönüşe­ cek olan bir Doğu Seksiyonu kurulmuştu. Burada, "Müslüman" isminin ortadan kalktığını ve bölgedeki Hıristiyan unsurları da (Gürcüler, Ermeniler vb.) kapsayacak daha genel "Doğu" ifadesi­ nin Müslüman hareketini de kapsayan bir çatı olarak kullanıldı­ ğını görüyoruz. Baku Doğu Halkları Kurultayı da aynı biçimde Müslüman halkları daha geniş "Doğu" kavramının içine alıyor­ du. Bağımsız partiden Rusya komünizminin partisi içerisinde bir seksiyona ve oradan da Müslümanların daha kapsayıcı Doğu kav­ ramı içinde asimilasyonuna giden bu gelişim, Rus ve Müslüman komünist hareketleri içerisinde belli tartışmaların yaşandığına işaret etmektedir. Önemli miktarda materyalin Müslüman ülke­ lerde ve Müslüman topluluklar içinde çalışan komünistlerin daha geniş oluşumlar içinde asimilasyona dair memnuniyetsizliğini gösterdiği de düşünülürse, devrimci Marksist tarihçiliğin bu ko­ nuya ciddi biçimde eğilmesi gerekmektedir. Başından beri bu hareket içerisinde önemli bir yeri bulunan Türkiye Komünist Fırkası, Baku Kongresi'nin hemen sonrasında, yine Baku şehrinde Türkiye' den gelen tam yetkili delegelerin de katılımıyla 1 920 Ey1ül'iinde nihayet resmi olarak kuruluyordu. Fakat, bilindiği' gibi, Mustafa Suphi'nin liderliğinde, partinin 1 5 liderinden oluşan bir heyet, Aralık 1920' d e Türkiye'ye gidecek, birçok şehirde taciz ve baskılara maruz kalacak, en sonunda da 28 Ocak'ı 29'una bağlayan gece Trabzon açıklarında boğularak öldü­ rülecekti. Eğer parti, özellikle de partinin önderi Mustafa Suphi öldürülmeseydi, Rus ve Müslüman unsurlar arasındaki ilişkiler nasıl gelişirdi sorusu ucu açık ama sormaya değerdir. Bu, özellikle Sultangaliyev'in Müslüman milliyetçi önyargılarına dair iddialar düşünülürse daha da geçerlidir. Mustafa Suphi'nin halis muhlis

66

1

B i r i h t i l a l O l a ra k M i l l i M ü ca d e l e

bir Leninist olduğu düşünülürse, Stalin ile Sultangaliyev arasın­ daki çatışmada konumunun ne olacağını görmek ilginç olurdu.

Müslüman Rusya'nın Sovyetleşrnesi: Tatarlar ve Başkırtlar Bolşeviklerin ulusal soruna yönelik politikalarının yanı sıra Müslüman komünist hareketin bu gelişimi, ilerleyen aşamalar­ da komünizmin önceden Rus İmparatorluğu'nun parçası olan Müslüman bölgelere yayılmasını sağladı ve Ekim devriminden sonraki yıllarda Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri (ya Birlik içeri­ sindeki cumhuriyetler ya da Rusya federasyonu içerisindeki oto­ nom cumhuriyetler olarak, yazının devamında bunlardan SSC'ler olarak bahsedeceğiz) kurulması sonucunu verdi. Daha önce belirt­ tiğimiz üzere, farklı bölgelerin sosyo-ekonomik yapılarındaki ve devrim öncesi yaşadıkları siyasi gelişmelerdeki farklılıklar, somut örneklerde Sovyet devleti statüsüne geçişte farklı yolların izlen­ mesine sebebiyet verdi. Bu geçişin farklı kaynaklarını ve güçlerin dağılımır daki farklılıkları incelemek, gelecekteki devrimci altüst oluşlar sırasında de rimci rejimlerin yayılma sına dair dersler çıkartabilmek için fay alı olacaktı�. . 1. •. Bu yollardan bir.· , merkezi devletin yer · 1 güçlerle laşarak SSC'leri oluşturmasıydı. Bu yolun., Ekim dev iminden d ğan yeni hükümetin iyi niyetıni de etkileyici biçimd gösteren il örneği . . Tatar­ 1918 Mart'ında, ya d i devrimden yalnızca ört ay sonra Başkırt $ovyet Cum h uriyeti'nin ilan edilmesiydi. Çarlık iktidarı dönemindeki hakim bakışın aküne, bu adım Müslüman halklaı rın kendi kendini yq netme haklının açıkça tanınmasıydı. Fakat bu cumhuriyet, So�et hükümetinin herhangi bir kusuru yü­ zünden değil, bu yeni siyasi birim içerisindeki iki ulusal unsur arasındaki anlaşmazlıklar sebebiyle bir anlamda ölü doğuyor­ du. Tatarlardan daha az gelişmiş ve daha aşiret yapısında olan Başkırtlar, Tatarların ortak siyasi oluşum içerisinde egemen ola­ cağından şüpheleniyorlardı ve yeni cumhuriyetten uzak durmaya

l

1 i

Müslüman Halkların Ekim'i

1 67

karar verdiler. Başkırtlar, milliyetçi bir şahsiyet olan Zeki Velidov liderliğinde, Kolçak'ın beyaz ordusunu desteklemişti. Ne var ki, burada karşımıza Çarlıkla yönetilmiş Müslüman ve Türki halk­ ların tarafını seçmesinde belirleyici olan unsurlardan biri çıkıyor. Tıpkı diğer Beyaz Ordu komutanları gibi Kolçak da Büyük Rus şovenizminin yılmaz savunucusuydu ve Rusya'nın ezilen halkla­ rına en ufak bir tavizde bulunmaya dahi niyeti yoktu. Bu, Lenin'in politikasıyla taban tabana zıttı. Bu sebeple Velidov, Başkırdistan Özerk Sovyet Cumhuriyeti'nin ilanı karşılığında, altı bin kişilik birlikleriyle Beyaz Ordu saflarını terk ederek Kızıl Ordu'ya katıldı. Böylece Rusya Sosyalist Federatif Sovyet Cumhuriyeti içerisinde bir Sovyet devleti, başında bir karşı-devrimci ile kurulmuş oluyor­ du! İroninin şahı! Bu olay, gelecekteki devrimci altüst oluşlardan doğacak durum­ lar için çıkartılacak derslerle doludur. Önce olayları kısaca özetle­ yelim: Başkırdistan 1919 Mayıs'ında, yani ölü doğan Tatar-Başkırt Özerk Cumhuriyeti'nden tam bir yıl sonra kurulmuştu. Fakat iki taraf çeşitli sorunlar sebebiyle karşı karşıya geldi. Bu sorunlar arasında, Velidov'un birliklerinin Kızıl Ordu'ya entegrasyonunun derecesi de bulunuyordu. Velidov entegrasyona direnirken, mer­ kez yönetim pek tabii tam entegrasyonda ısrarcı oluyordu. Birçok pazarlık ve sürtüşme sonrası, en nihayetinde Velidov taraf değiş­ tirerek Basmacı hareketine (bir noktada Enver Paşa'nın da katıldı­ ğı, Müslümanların bağımsızlığı için savaşan yan-eşkıya bir hare­ ket) katıldı. Velidov'un taraf değiştirmesine rağmen, Başkırdistan özerk bir cumhuriyet olarak kaldı. Çıkarılacak birinci ders, Lenin'in ezen ulus proletaryasının, ezilen ve küçük ulusların kendi kaderini tayin hakkını tanıması­ nın, bu ulusları ezen ulusun proletaryası safına bir mıknatıs mi­ sali çekeceği yönündeki iddiasının, Rosa Luxemburg, Buharin ve Pyatakov'un bu durumun söz konusu ulusları bağımsızlık arayı­ şına götürerek devrim topraklarını böleceğine yönelik düşüncesi karşısında doğrulanmasıdır. Başkırt örneği, devrimci hükümet ulusal sorunda doğru tutuma sahip olduğu sürece, ezilen ulusun

68

r

8{r ih Ufa l Olarak M{ffi Mücade le

gerici bir önderlik altında dahi devrimci hükümetin tarafını tuta­ cağını gösteren uç bir örnektir. Bu ilginç olayın ikinci önemli tarafı, eğer güçlü, hatta bu du­ rumda hegemonik biçimde üstün durumdaysanız, siyasette birçok farklı manevra olanağınızın bulunduğunu göstermesidir. Birçok Bolşevik lider, Velidov'un gerici bir milliyetçi olduğu gerçeğine işaret ederek, Lenin ile Velidov arasındaki antlaşmaya karşı çık­ maktaydı. Bu gerçek Lenin'in gözünde de aşikardı. Fakat burada iki ince nokta vardı. Birincisi, karşı taraf asırlarca ezilmiş bir ezi­ len ulustu ve bu asırlık zulüm sonrası onları kendi tarafına kazan­ mak için çok hassas bir yaklaşım gerekliydi. Trotskiy bu konuda Lenin'le tamamen hemfikirdi. Başkırtlara dair gelişmeleri yakın­ dan izliyor ve bu konuda Lenin'i eleştirenlere karşı sert bir savun­ maya girişiyordu. Örneğin, 1920'deki bir telgrafta şöyle yazıyordu:

Başkırt cumhuriyeti ile ilişkileri belirlerken, Ufa' daki zararlı hisler de göz önüne alınmalı. Orada, Başkırt cumhuriyetinden, geçici bir sadaka olarak bahsediliyor ve bu Başkırtları müthiş rahatsız edi­ Ytr' Preobrajenskiy, parti tcplantısında yaptığı konuşmada parti kongresinde ul · slar programını gözden geçirme ihtiyacından bah­ sederek, Merke Komitesi'ni, Ufa işçilerini Doğu politikasına kurban etmekle su , ladı. [Ufa' dali parti lideri] Yeltsin'in dar kafalılığı, Artem'in histetisi ve Preobıajenskiy'in fı lsefesi yakın a Başkırt politikamızı tam karşıtına dönüştürecek. 23

ı



ı

r

Bu meselenin diğ r yanına bakarsak, sizin tarafınız durumu bir bütün olarak kontrol altında t u t uyorsa , karşı tarafa pek az manev­ ra alanı kalacaktır. Lenin bunu biliyordu. Velidov tam da bu se­ beple sohu hüsran o�acak bir macera için ana üssünü terk ederken, Başkırdistan Özerk S ovyet Cum.mriyeti varlığını sürdürecekti. 24 23 Alıntılayan Daniel E. Schafer, "Loca! Politics and the Birth of the Republic of Bashkortostan", Ronald Grigor Suny/Terry Martin (der.), A State of Nations. Em­ pire and Nation-Making in the Age of Lenin and Stalin, Oxford: Oxford University Press, 2001, s. 177. Trotskiy'in Başkırt tartışması konusundaki benzer müdahale­ leri için bkz. s. 179-180. 24 Velidov daha sonra ülkesini terk ederek önce Almanya' da, sonra Türkiye'de aka­ demik çalışmalar yaptı, sağcı dünya görüşüyle ünlenen bir tarih profesörü oldu.

Müslüman Halkların Ekim'i

1 69

Bolşevik liderliği, Rusya'nın Müslüman bölgelerinde ama özel­ likle de Orta Asya'da böl ve yönet politikaları uygulamakla suçla­ mak adettendir. Gerçekten devrimci olduğu dönemde, yani Lenin zamanında ve bazı konularda ta 1920'lerin sonlarına kadar, Bolşevik hükümeti böyle bir suç işlemedi. Tatar-Başkırt Cumhuriyeti'nin iki özerk Sovyet Cumhuriyeti'ne ayrılması bunun mükemmel bir örne­ ğidir. Dışarıdan bakarak, Sovyet hükümetinin yakın akraba olan iki halkı böldüğü kolayca iddia edilebilir. Gerçek ise tam tersidir. Ayrılmaya yol açan, daha baskın bir ulus olan Tatarlar ile Tatar hakimiyeti karşısında geleceklerine dair endişeli olan Başkırtlar arasındaki ayrışma idi ve Sovyet hükümetinin yaptığı yalnızca Başkırtların iradesini kabullenmekti. Böylece ilk aşamadaki birle­ şik Tatar-Başkırt Cumhuriyeti ilga edildi ve 1920 baharında Özerk Tataristan Sovyet Cumhuriyeti kuruldu. Fakat, Tatar-Başkırt ça­ tışması, Rusya'daki Müslüman halklar arasındaki daha genel bir çatışmanın yalnızca bir örneğidir. Burada öne sürdüğümüz sav, Türkistan'ın Türkmenistan ve Özbekistan olarak bölünmesi gibi birçok örnek için de geçerlidir. Stalin ve şürekasının planladı­ ğı Güney Kafkasya Federasyonu sonrasında feshedilerek yerini üç Birlik SSC'sine (Ermenistan, Gürcistan ve Azerbaycan) bıraktı. Bu federasyonun kurulma amacı söz konusu üç cumhuriyetin Rus ağa­ bey karşısındaki konumunu zayıflatmak olduğu için, bu federasyo­ nun feshi ilerici bir nitelik taşır.

Baku Komünü ve sosyalist Azerbaycan,ın doğuşu O aşamada siyaseten tamamen yozlaşmış olan Enver-Talat­ Cemal üçlüsünün tertiplediği Ermeni soykırımı sebebiyle, Güney Kafkasya' da işler daha karışık olacaktır. Ekim devrimi sonrası Rus ordusu terhis edilince, Doğu Anadolu' daki savaş, daha önce Çar'ın ordularında subay ya da asker olarak görev yapan Ermeni grupları ile ağır yara almış Türk ordusu arasında kimin kime vurduğunun belli olmadığı bir çatışmaya dönüşmüştü. Rus cephesinin çökmeTürkiye' de Zeki Velidi Togan ismini aldı.

70 1

B i r ihtilal Olara k M i l l i M ü cadele

sinden faydalanmak isteyen T'.irk ordusu Güney Kafkasya'ya doğru ilerlemeyi denedi. Aralarında 1915 katliamından kaçmış olanların da bulunduğu ve bölgedeki üç ülkede de nüfusun önemli bir kısmı­ nı teşkil eden Ermeniler doğal olarak canlarından endişe ediyor­ du. Bundan dolayı Ermeni nüfus ile Azerbaycan Türkleri arasında bunu izleyen çatışmalar gerçekleşmekteydi. Bu çatışmalar, 1918 Mart'ında artık eski köylü sosyalisti kökeninden uzaklaşarak mil­ liyetçi bir parti haline gelmiş olan Taşnak Ermeni Federasyonu'na yakın güçlerin gerçekleştirdiği "Baku faciaları"na yol açtı. Bu ya­ şananlar, geriye Güney Kafkasya Ermenileri ve Türkleri arasında acı hatıralar bırakacaktı. Fakat yine Mart ayı içerisinde, Baku'da, tarihe Baku Komünü olarak geçen olay gerçekleşti. Bu Güney Kafkasya' daki ilk Sovyet rejimiydi. Her ne kadar Baku' da kurulmuş olsa da, arkasında sade­ ce Müslümanlar ya da ağırlıklı olarak dahi Müslümanlar bulunmu­ yordu. Bileşimi bakımından çokuluslu bir olaydı; ayrıca farklı siyasi güçlerin bir koalisyonu idi. En önemli lideri, en önde gelen Ermeni Bolşe�ik'i, Lenin' "n uzun sür�den beri arkadaşı olan ve o dönem Bolşevik Parti M rkez Komitesi'nde bulunan Stepan Şaumyan' dı. Komüne liderlik . en diğer kcmiserler ara ' ında, tabir-· caizse ikin­ ci keman rolü, Azerbaycan komünizmini tarihsel li ri sayılabi­ lecek Neriman Nerimanov'a düşmüştü. B rada, 1915 s ykırımının kanlı tablosunun ve savaşın son aşaması daki karşıl klı kırımın gölgesi altında, yf.lnızca koırii n izmin ul . i enternasy nalizmi sa­ yesinde sağlayabi1eceği muciz�vi bir dostane işbirliğini görüyoruz. Ü stü111e üstlük, Bolşeviklerin ve Sol Sosyalist Devrimcilerin yanı sıra Taşnak Parti �� de koalisym hükümetinin parçasıydı. Baku Komünü yalnızca d:>rt ay gibi kısa bir süre hayatta ka­ labildi. Komünün çöküşünün sebebi de aslında yine aynı Türk­ Ermeni husumetiydi. Osmanlı güçlerinin ilerleyişinden korkan Taşnaklar, Sovyet Rusya'nın savaştan çekilip ordusunu terhis etmesiyle varlığını Güney Kafkasya' da hissettirmeye başlayan Britanya ordusunun kanatları altına sığınma fikrini savunmaya başlamıştı. Bu adımın anlamı, Britanya emperyalizminin ölümü-

t

M ü s l ü m a n H a lk l a r ı n Eki m ' i

1 71

ne düşmanı olan Moskova' daki Sovyet hükümetine karşı hasmane bir tavır almak olacağı için, Bolşevikler ve Sosyalist Devrimciler doğal olarak bu seçeneği reddetti. Bunu izleyen hararetli tartış­ malar sonrası, Sovyet'te yapılan oylamayı Bolşevikler ve Sosyalist Devrimciler küçük bir farkla kaybetti. 26 Komiser şehri terk etti, fakat kısa sürede yakalanıp kurşuna dizildi. Bu yargısız infazda Britanya'nın da işbirliği içinde bulunduğuna dair kanıtlar mevcut­ tur. En önde gelen Ermeni Bolşevik Şaumyan'ın katledilmesinin, Türkiye komünizminin atası Mustafa Suphi ve 14 yoldaşının ölü­ münü bir anlamda işaret etmesinde ironik bir hüzün vardır! Baku Komünü'nün yıkılışını izleyen kısa bir aradan sonra, Ekim sonunda bu sefer Türk orduları, Türkiye'nin önde gelen müttefiki Almanya' daki devrimin sarsıntıları altında çöküşe uğ­ radı. 1918 sonuyla 1920 başı arasındaki dönem, Transkafkasya' da, Britanya ordusunun koruması altındaki burjuva milliyetçiliği­ nin doruk noktasıydı. Britanya Güney Kafkasya' daki varlığını sürdürdüğü müddetçe Ermenistan' da Taşnaklar, Azerbaycan' da Müsavat (Eşitlik) Partisi ve Gürcistan' da Menşevikler hakim kaldılar. Fakat Britanya'nın bölgeden çekilmesinin hemen ardın­ dan, Azerbaycan' da bir komünist ayaklanma gerçekleşti ve Kızıl Ordu'nun yardımı ile aynı yılın Nisan ayında Sovyet Azerbaycanı kuruldl.i. Bu, Rusya'nın içindekiler hariç, Müslüman çoğunluğa sa­ hip bir Ülkede kuruJan ilk Sovyet Cumhuriyeti'ydi.

Orta Asya 'nın Sovyetleşmesi Orta Asya, Rusya içerisinde sosyalizme kazanılması en güç Müslüman toplumlarına ev sahipliği yapmaktaydı. Birincisi, aşıl­ ması gereken nesnel engeller korkutucu düzeydeydi: Bölgedeki çe­ şitli toplumlar arasındaki farklar ne olursa olsun, bütün Orta Asya kapitalizm öncesi bir aşamada yaşıyordu ve yerli nüfus arasında gerçek anlamıyla bir işçi sınıfı mevcut değildi. Dahası, geleneksel olarak Rus yerleşimcilerin yerel halkın topraklarını yağmalama­ sından kaynaklanan ve kısa süre öncesinde 1916 isyanının zalimce

72

1

B i r İ h t i l a l O l a r a k M i l l i M ü ca d e l e

bastırılmasıyla harlanan Ruslara yönelik nefret vardı. Bu nefret, ilk aşamada yerli halkın, ezilen halkların haklarına yönelik çağrıda bulunan Bolşeviklerin tavrını görmezden gelmesine yol açtı. Son olarak, sosyalist ya da komünist bir hareketin bölgede neredeyse hiç olmaması da doğal olarak Orta Asya halklarının Bolşevik dava etrafında hızla toplanmasının önünde bir engel teşkil ediyordu. Bütün bu olumsuz koşullar, Ekim devriminin neredeyse he­ men ardından bölgenin içinde bulunduğu spesifik şartlarda daha da keskin bir nitelik kazanıyordu. İki faktör söz konusuydu. Bir yandan, daha önce de belirttiğimiz üzere, Orta Asya' daki ama özellikle de Türkistan' daki Rus unsur çıkarlarını korumak için oportünist biçimde Bolşeviklerin tarafına geçmişti. Bu sebeple Orta Asya Bolşevizminin bileşimi dikkat çekici biçimde sömür­ geci bir karakter taşıyordu. Bu, komünizmin yerli halklar için aynı zamanda sömürgecilik anlamına geldiği garip bir durum yarattı. İronik biçimde, (henüz Bolşeviklerin hakimiyetinde olmayan) ilk Sovye\ hükümetinin Eylül 1917'de, yani Ekim devriminin za­ ferinden p nce ortaya': çıktığı yer, o dönem genelde Türkistan'ın başkenti kabul edilen Taşkent'ti. Fakat bu olayın aktörleri tamamen Ruslardı ve yerli l halk hiçbir şekilde işe ahil olma ıştı. Üç ay sonra, Aralık 1917 de Taşkent ile Hokand endi aralar nda bir savaşa tutuştuğunda, ·. güya Bolşevik olan Taş ent Rus eg menli­ ğinden yana tavır alırken, karşı-devrimci Hok� nd tarafı sÖmürge­ leştirilmiŞ Müslüman l arı temsil ei' sıcak yemeğinin başın­ da ve yumuşak yataklarının içinde vakit geçirdiklerini görüyoruz [aslında böyle] . Ve yine onların istirahatlarını temin için geceli gündüzlü cephelerde üzerimize örtecek bir şey bulunmadığı halde yastık yerine tüfeklerimizi başımızın altına koyarak kuru toprak­ lar üzerinde vakit geçiriyoruz.

"Bu ahvalin hepsini bildiğimiz halde yalnız kendimizi şununla al­

datıyoruz:

"Evet, biz fakirler, cephelerde ifayı vazife ediyor isek, onlar da hiç olmazsa bizi bırakıp gitmediler. Belki bizim bu hizmetlerimizi ya­

kından görürler de takdir ederler diye onları içimizde gördükçe daha ziyade cesaret ediyoruz. Eğer bu zevat-ı muhtereme hayatla­ rından korkup harice çıkar, serveti sayesinde işi gücü ile uğraşır ve biz fakirleri 'her vakit ölüme mahkum; sırf zenginlerin emval ve eşyasının muhafazası, hayatının idamesi için yaratılmış' ayrıca bir kavim telakki ediyorlarsa ve bizi böyle ateşler içinde bırakıp gide­ ceklerse bizim ne mecburiyetimiz var. Biz onlardan evvel gitmeyi biliriz. Onların canları aziz de bizimki neden olmasın? Onlar öl-

206

j

Bir İh tilal Olarak Milli Mücadele

mek istemiy