Adam Smith [1 ed.]
 9789756201510

Citation preview

ftiil �

ilŞ .

[!]

·�

.

.

.

[!]�[!]

�� �

avid Daiches Raphael AdamSmith

AdamSmith Çevirenler: Ekrem Erdem ve A. Aslıhan Çelenk

ISBN 13: 978-975-6201-51-0 Liberte Yayınları® / 184 1. Baskı: Kasım 2014 © 2014, Liberte Yayınları® © 1985, D. D. Raphael Adam Smith, First Edition was originally published in English in 1985. This translation is published by arrangement with Oxford University Press.

Yayın Yönetmeni: Selçuk Durgut Tashih: Ömer GUndoğdu Sayfa Düzeni: Liberte Yayınları Kapak Tasarımı: Muhsin Doğan Baskı: Tarcan Matbaası



Adres: Zübeyde Hanım Mah. Samyeli Sok. No: 15, İskitler, Ankara Telefon:

(312) 384 34 35-36

1 Faks: (312)

384 34 37

1 Sertifika No:

25744

'-

1,..ifSeltt� LllE•TEYAYINGRUBU

Adres: GMK Bulvarı No: 108/16, 06570 Maltepe, Ankara Telefon: (312) 230 87 03 1 Faks: (312) 230 80 03 E-mail: [email protected] 1 Web: www.liberte.com.tr 1 Sertifika No: 16438

Liberte Yayınları® Liberte Yayın Grubu'nun tescilli bir markasıdır.

iÇi NDEKi LER

E. Erdem

TAKDiM 1

9

Çeviren: E. Erdem

BiRÇOK OKULUN ÜSTADI

23

2

HAYATI

Çevirenler: E. Erdem ve A. A. Çelenk

33

3

ETiK

57

4

iKTiSAT

73

5

KARŞILAŞTIRMALAR

119

6

FELSEFE, BiLiM VE TARiH

135

Çeviren: A. A. Çelenk Çeviren: E. Erdem

Çeviren: A. A. Çelenk Çeviren: E. Erdem

REFERANSLAR DAHA iLERi OKUMA DiZiN

ı49 ısı ıss

KISALTMALAR Metindeki tüm sayfa atıfları, Adam Smith'in Oxford'da Clarendon Yayı; nevi tarafından basılan çalışmalarının ve mektuplarının Glasgow baskı­ sına aittir. Kitapta kullanılan kısaltmalar aşağıdaki gibidir:

AD Ahlaki Duygular Teorisi (The Theory ofMoral Sentiments), editörler:

D.D. Raphael ve A.L. Macfıe (1976). MZ

Milletlerin Zenginli!Jinin Mahiyeti ve Sebepleri Üzerine Bir İnceleme (An lnquiry into the Nature and Causes of the Wealth of Nations), genel editörler: R.H. Campbell ve A.S. Skinner; metin editörü: W.B. Todd (1976).

F

Felsefi Konular Üzerine Denemeler (Essays on Philosophical Subjects), editörler: W.P.D. Wightman, J.C. Bryce ve l.S. Ross; genel editörler: D.D. Raphael ve A.S. Skinner (1980).

B

Belagat ve Edebiyat Üzerine Dersler (Lectures on Rhetoric and Bel/es Lettres), editör: J.C. Bryce; genel editör: A.S. Skinner (1983).

H

Hukuk İlmi Üzerine Dersler (Lectures on jurisprudence), editör: R.L. Meek, D.D. Raphael ve P.G. Stein (1978).

M

Adam Smith'in Mektupları (Correspondence ofAdam Smith), editör­ ler: E.C. Mossner ve l.S. Ross (1978).

TAKDiM SMITH'İN AHLAK VE İKTİSAT DÜŞÜNCESİ ÜZERİNE Ekrem Erdem

SMITH'İN AHLAK FELSEFESİ VE AHLAKI DUYGULAR TEORİSİ*

DAM

SMITH (1723-1790), BİR AHLAK FİLOZOFU olarak Hıristiyanlık dinine ve efsanelere dayalı ahlak felsefesine muhalif, tipik bir İskoç Aydınlanması dü­ şünürüdür. Smith, profesyonel kariyerini Glasgow Üniversi­ tesi'nde ahlak felsefesi üzerine yapmış ve 1752 yılında ahlak profesörü olarak atanmıştır. İlk önemli eseri, 1759 yılında ya­ yınlanan Ahlaki Duygular Teorisi ( The Theory of Moral Senti­ ments) adlı ahlak felsefesi kitabıdır. Bu kitapta, tıpkı Newton gibi doğayı ve evreni açıklayan bilimsel ve mekanik modeli, doğanın bir parçası olan insan üzerinde uygulamaya çalışmış­ tır. Smith, yakın dostu David Hume (1711-76) gibi, Kilise öğ-

A

*

Yazar bu çalışmayı hazırlarken metin içerisinde belirtilen özel atıfların yanı sıra, Kaynakçada belirtilen daha önce kendisinin kaleme aldığı konuyla ilgili çalışmalardan da yer yer yararlanmıştır. DAVID RAPHAEL

1

ADAM SMITH

RAPHAEL 1 ADAM SMITH

10

retisine karşı sert eleştiriler getirmese de; o da bir modernite düşünürü olarak, ahlakın dini esaslara dayalı dünya görüşü ile değil, insan psikolojisi ve biyolojisinin nesnel yasaları ile te­ mellendirilmesi gerektiğini savunmuştur. Smith'in ahlak felsefesi iki temel düşünce sistemi üzerine inşa edilmiştir: Doğacı ( naturalist) ve Stoacı (stoic) felsefe. Bu iki yaklaşım, aydınlama felsefesi düşünürlerinin büyük bir kısmı tarafından savunulmuş ve Ortaçağ'ın dini destekli ve hurafelerle dolu, çarpıtılmış geleneksel ahlak düşüncesini yıkmıştır. Böylece, temellendirme, eski teolojik dünya görüşü yerine, kozmik dünya düzeninde ve insanın kendi psikolojik ve biyolojik yapısında aranmaya başlanmıştır. Ahlaki Duygular Teorisi nde beşeri davranış üç içgüdü çif­ tine göre tahlil edilir: '



Öz sevgisi ve sempati,



Özgür olma arzusu ve topluma tabi olma adabı,



Çalışma alışkanlığı ve mübadele eğilimi.

Smith'e göre, bu doğal temayüller birbirini etkileyerek bir denge oluşturmakta ve kendi çıkarı peşinde koşmaya bırakıl­ dıklarında, her insanın farkında olmadan kamu yararına da hizmet etmiş olacakları bir doğal ahenkler sosyal düzenini de desteklemektedir (Barber 1995: 32). Smith'in Ahlaki Duygular Teorisi nde geliştirdiği sosyal teori, bir anlamda işlevselci bir teoridir. İnsanlar, iç içe geç­ miş ilişkiler ağı içinde belirli bir sistemin parçaları olarak yer alırlar. Bu sistemin mekanizması, insanların anlık ve genel­ likle içgüdüye dayanan davranışlarını, kendilerinin ve diğer insanların ve bir bütün olarak toplumun düzenine, istikrarına ve refahına bağlar. Ekonomik alanda kullanılan görünmez el, '

TAKDİM

bu olgunun sadece bir parçasıdır. Sürecin en önemli noktası­ nı Smith'in teorisinde duygudaşlık kanunu (law of smypahty) denilen unsur oluşturur. Bu kanun ya da ilke, Smith'in hem adalet hem de ahlak teorisinin temellerindeki harcı oluşturur. Smith'in duygudaşlık ilkesine dayanan ahlak teorisi öz olarak şudur: İnsanlar, başka bir kimsenin eylemlerini ve karakteri­ ni, kendilerini o insanın içinde bulunduğu pozisyona koyup kendi duygularını bireyin davranışını motive eden duygulara uydurabilirlerse onaylarlar. Bu tür tasavvuri durum değişik­ likleriyle, içine giremedikleri davranışları ise reddederler ve kınarlar (Yayla 2002: 74). Smith'in düşüncesinde merkezi bir yer işgal eden kavra­ mı, o çok bilinen "Yemeğimizi kasabın, biracının ya dafırıncının yardım severliğinden dolayı değil, . ." diye başlayan ifadeleriyle meşhur olmuştur. llkçağ felsefesinde tartışılmaya başlanan, Ortaçağ felsefesinde teğet geçilen ve nihayet aydınlanma fel­ sefesinde egoizm olarak Hobbes'la birlikte tekrar gün yüzüne çıkan bu konu, çağdaş ahlak felsefesinin temel sorunsalı olan kişisel çıkar-toplumsal çıkar çabşması konusunda denklemin temel iki değişkeninden birini oluşturur. .. .

Smith, hem Ahlaki Duygular Teorisi nde hem de Milletle­ rin Zenginliği'nde meşhur görünmez el kavramını birer defa kullanır. Her iki kitapta da bu el insanları, 'toplumsal iyi'nin oluşmasına yönlendirir. İnsanın doğasında var olan bencillik ve açgözlülük gibi kötü duygular, bu el sayesinde toplum iyili­ ğinin sağlanması için çalışır. İnsanlar kendi gerçek iyiliklerini azamileştirmeye çalışırken, farkında olmadan bilinçsiz bir şe­ kilde toplumun iyiliğini, olabilecek en iyi seviyeye getirirler. '

Aslında Smith'in görünmez el'i (invisible hand), teolojik bir kavram değildir. Bu kavramı, Ahlaki Duygular Teorisi'nde

n

RAPHAEL 1 ADAM SMITH

12

zenginlerin hiç farkında olmadan, bilmeden, refahı toplumsal eşitliğe yaklaşacak şekilde toplumun daha geniş kesimlerine yaymalarını sağlayan bir unsur olarak kullanır (Ahlaki Duy­ gular Teorisi 1976: 184-85) . Ancak, onun Milletlerin Zengin­ liği'nde kullandığı görünmez el, serbest piyasa sisteminde ve mübadele sürecinde kişisel çıkarların karşılıklı etkileşimi ile ortaya çıkan daha ziyade hayali bir kontrol aracı mahiyetinde­ dir ve kişisel çıkarı peşinde koşan kişi, yine hiç düşünmediği halde toplumun refahını bu görünmez el yardımıyla maksimi­ ze eder (Raphael 1985: 70, 72; Smith 1976: IV.2,9 ) ." Smith'in bu kavramı ve hatta ahlak teorisinde kullandığı sempati ya da duygudaşlık kavramını, esas itibariyle Stoik ah­ lak teorisinden, özellikle de onların evrensel ahenk (cosmic har­ mony) düşüncesinden aldığı kabul edilir. Smith, Stoacı ahenk yasasını, hem ahlak teorisindeki sempati konusunu bireysel ve sosyal açılardan açıklarken, hem de iktisat teorisinde kul­ landığı piyasa ve mübadele konularını açıklarken kullanmıştır (Raphael 1985: 73) . Bunun da ötesinde, Smith'in sisteminde doğal ahenk ya da doğal özgürlük, doğal adalet ve doğal eşitlik düşünceleri, esas itibariyle bu kaynaktan beslenir. Buna göre, Stoacıların evrenin ahengi için düşündükleri, piyasa ve mü­ badele bağlamında da düşünülebilir. Zira piyasa fiyatı, doğal *

Burada "Adam Sorunu" olarak bilinen tartışmaya, çalışmanın kapsamını aşacam ğı düşüncesiyle girilememiştir. Ancak daha sonra bu hususu da ele alacağımız çalışmada konuyu ele almayı düşünüyoruz. Tartışma, kısaca Smith'in Ahlaki Duygular Teorisı"nde insan hayatında "duygudaşlığın" h�kim bir unsur oldu­ ğunu savunması; buna karşılık, Milletlerin Zenginligı'nde "kişisel çıkar"ı sosyal faaliyetin kaynağı olarak kabul etmesi, hayırhahlığın veya duygudaşlığın ise, hiçbir rolünün olmadığını iddia etmesinden çıkmaktadır. Tabii, bunu bir tezat olarak görmeyenler de olmuştur (İngiliz tarihçi H.T. Buckle gibi). Onlara göre Smith, insan davranışının duygudaşlık ve cimrilik gibi iki ayrı veçhesine dikkat çekmiştir.

TAKDİM

fiyat etrafında adeta bir yer çekim kanunu gibi mekanik bir sistemi andırırcasına dolaşır. Smith'in fikirlerini dikkatle inceleyen bazı araştırmacılar, Milletlerin Zenginliği 'nde ya da kendini sevme (selj-love) ve kişi­ sel çıkar dürtüsüne verdiği önemin gerçek anlamının, ikinci ki­ tabı olan Ahlaki Duygular Teorisi nde yer alan duygulann payla­ şılması ilkesi ile birleştirildiği zaman anlaşılabileceğini öne sürer. Smith'in iki kitabının yapısı arasında büyük bir benzerlik vardır. Her iki kitap, birleştirici bir temel ilkeye sahiptir. Bu temel ilke, ahlak dünyasında sempati, ekonomi dünyasında ise kişisel çı­ kar'dır. Her iki ilke de kendi özel alanlarında Newton'un doğal düzenini sağlamaktadır (Savaş 1998: 267-273) '

.

Smith, doğal düzenin ve bunun ortaya çıkardığı sonuçların daima iyi olacağını savunur. Bu sistemde, hiç kimsenin aynca bir çaba içerisine girmeden işlerin gayet iyi bir şekilde işleye­ ceği inancı son derece yüksektir. Doğal durumda çıkar çatış­ maları asla görülmez. Piyasa sisteminde herkes kişisel çıkar peşinde koşarken, hiç niyet etmediği halde görünmez bir el yardımıyla toplumsal çıkarın maksimizasyonuna katkıda bu­ lunur. Zira piyasa fiyatı, toplumsal avantajları dikkate alarak kaynakları uzun dönemde en avantajlı alanlara yönlendireceği için, toplumun yararına, dolayısıyla zenginleşmesine katkıda bulunacaktır. SMITH'iN iKTiSAT DÜŞÜNCESİ VE MİLLETLERİN ZENGİNLİGİ

Bilindiği gibi, Adam Smith kapitalizmin ya da bugünkü ik­ tisat biliminin banisi olarak bilinir. Kendisi aslında bir ahlak felsefesi profesörü, yani bir ahlak filozofu olduğu halde, 1776 yılında yayınladığı Milletlerin Zenginliği kitabı ile iktisat bili-

1J

14

1

RAPHAEL 1 ADAM SMITH

minin doğuşuna kuvvetli bir ışık tutmuştur. Smith, Milletlerin Zenginliği'nde esas olarak iki şey yapmaya çalışır: Bunlardan birincisi, ekonominin nasıl işlediğini analiz eder ve buna dair kendisi bir model geliştirmeye çalışır. İkincisi ise, serbest ti­ caret ve serbest piyasa ekonomisiyle ya da liberal iktisat sis­ temiyle ( laissez-faire) ilgili politikalar geliştirir ve bu yönde tavsiyelerde bulunur. Her iki hususta da onu ilgilendiren ana konu aslında ekonomik büyümedir ve bunun devamında da sistemin sürekli olarak sermaye birikimini nasıl sağlayacağı üzerinde yoğunlaşır. Tabii onun vardığı sonuca göre, sürdürü­ lebilir ekonomik büyüme doğal güçler eliyle olacaktır; haddi zatında olmalıdır da. Smith'in Milletlerin Zenginliği'nde geliştirdiği ekonomik modelin ana hatları şunlardan oluşur: İşbölüınü, ekonomik sistem, doğal serbestlik ve politik iktisat. Smith, kitabına işbölümü konusuyla başlar ve kurduğu model için işbölüınü hayati öneme haiz bir konudur. Bilindiği üzere, temel bir üretim fonksiyonunda iki önemli girdi vardır; emek ve sermaye. Esasında büyümeyi sağlayacak ve sürdüre­ cek olan da bu iki temel üretim girdisi ya da faktörüdür. Smith, büyüme bağlamında bu iki faktörden özellikle işgücü ve onun uzmanlaşması, yani işbölüınü üzerinde durur. Çünkü, ona göre büyük gelişmelerin temelinde aslında işgücü bulunmaktadır. Smith, işbölüınü üzerinden ekonomik büyüme analizini yaparken altını çizdiği önemli bir konu vardır; karşılıklı ba­ ğımlılık ve dayanışma. Bu husus, aslında sosyolojik bir olgu­ dur ve Smith'in iktisat mideli için vazgeçilmez öneme sahiptir. Aslında bu konu, onun eski ve asıl branşı olan ahlak felsefesin­ den aldığı bir kavramdır. Zira biraz sonra daha etraflı bir şekil-

TAKDİM

de bahsedeceğimiz gibi, büyümenin temeli olan mübadele, bu esas üzerinde devam edebilir. Smith, ekonomik büyümenin ancak sağlıklı bir serbest piyasa mekanizması çerçevesinde gerçekleşebileceğini ve sür­ dürülebileceğini iddia eder. Ona göre, büyümenin temelinde mübadele vardır. Mübadele, serbest piyasa ortamında gelişir ve mübadele geliştikçe de ekonomik büyüme hızlanır zengin­ lik artar. Dolayısıyla, bir ekonomide zenginliğin esas kaynağı, mübadele ve mübadele eğiliminin güçlülüğüdür. Ancak, bir toplumda mübadele hacmi nasıl artırılır, bü­ yüklüğü nelere bağlıdır ve neler yapılmalıdır? Smith bu soru­ ların cevaplarıyla uzun uzadıya ilgilenmiştir. Ona göre müba­ dele hacmini tayin eden temel faktörler arasında en önemlileri şunlardır: •







Şehirlerin büyüklüğü. Ulaşım, haberleşme ve bugünkü anlamda networlcün (ağ) gelişmişlik düzeyi. Yurt içi ve özellikle de yurt dışı ticaretin serbestlik dere­ cesi. Eğitim (özellikle de temel eğitim).

Konunun detayı bir yana bırakılırsa, Smith'in zenginliğin kaynağı olarak gördüğü mübadeleyi sınırlayan unsur olarak eğitim seviyesi üzerinde durması, son derece önemlidir. Nite­ kim, bugün bile ülkelerin uluslararası rekabet güçlerini tayin eden en önemli etmenlerden biri, ülkelerin yenilik ve teknolo­ ji yetenekleri (ki, daha fazla araştırma ve geliştirme faaliyetine ihtiyaç duyar); diğeri ise, sahip oldukları vasıflı iş gücü miktarı ve eğitim seviyesidir. Bu anlamda Smith'in büyümeye dair dü­ şüncelerinin ne kadar çağdaş olduğunu görüyoruz.

15

RAPHAEL 1 ADAM SMITH

Mübadele hacmi arttıkça piyasa gelişecek; dolayısıyla mal ve hizmet alım ve satımı, üretim ve tüketim de artacaktır. O nedenle, serbest mübadelenin olmadığı ve yaygınlaşmadığı bir ekonomide, piyasa mekanizmasının gelişmesi beklene­ mez.�Güçlü piyasaların olmadığı ekonomilerde ise kalıcı bü­ yüme sürecine girilemez; zira bu süreci besleyecek sermaye birikimi kanalları (mübadele) yeterince açılamamış olacaktır. Güçlü mübadele sayesinde ortaya çıkan gelişmiş serbest piyasalar sayesinde işgücünün uzmanlaşması (işbölümü) ar­ tacaktır. Smith, piyasa mekanizması gelişmeyen bir ülkede, işbölümünün yeterince ortaya çıkamayacağını anlatır. Hatta işbölümünün gelişmesi, esas olarak piyasanın büyüklüğü ta­ rafından tayin edilir. Demek ki, daha fazla ve daha kaliteli mal ve hizmet üretmek ve tüketmek veya bunlardan daha fazla satmak ve satın almak ve bu yolla zenginleşmek için, müba­ delenin ve işbölümünün artması ve piyasanın gelişmesi gerek­ mektedir. Zira işbölümünün gerçekleştiği bir toplumda; artan üretkenlik sayesinde üretim düzeyi artacak; bu işgücü talebini ve ücret düzeyini yükseltecek, böylece üreticisiyle ve tüketici­ siyle fert başına geliri reel olarak artan toplum daha fazla üre­ tim ve tüketim düzeyine ulaşarak zenginleşmiş olacaktır. Bu süreç devam ettiği müddetçe sermaye birikimi artarak işbö­ lümüne olan ihtiyacı ve büyüme sürecini sürekli ha.le getire­ cektir. Böylece, Smith'e göre, mübadelenin gelişmesiyle artan işbölümü, yeniden mübadelenin artmasını da besleyecektir. Smith, merkantilist sistemin baş aktörü olan tüccar sını­ fının, devleti kullanarak doğal ekonomik düzeni ve sosyal düzeni nasıl bozduğunu, toplumu nasıl ahlaksızlaştırdığını çarpıcı örnek ve ifadelerle anlatır. Nasıl doğanın kendisinde var olan sarsılmaz bir düzen ve intizam varsa, sosyal olaylar

TAKDİM

da sun'i müdahaleler olmadığı durumlarda benzer bir görün­ mez el'in sağladığı düzenle en iyi şekilde işleyip gider. Kişile­ rin bozulmamış ve aydınlanmış , bu doğal toplumsal düzenin motorudur. Ancak, bu düzene çıkar grupları ve devlet tarafın­ dan sistemli bir şekilde müdahale edildiğinde, toplum düzeni bozulur. Doğal toplumsal yapının ve işleyişinin bozulduğu böyle bir durum, merkantilist sistemde bencil ve genel halk çıkarlarını hiçe sayan tüccar ve imalatçı sınıf tarafından oluş­ turulmuştur. Smith,

Milletlerin Zenginliği

kitabında, müdahaleci, belli

bir sınıfın çıkarlarını gözeten ve bunun neticesinde ahlaksız bir ekonomik düzen oluşturan merkantilist sistem yerine, do­ ğal serbestlik

ya da özgürlük içinde bir ekonomik yapılanma­

nın gerekliliğini ortaya koymuştur. Zira düşünüre göre, sadece doğal serbestliğe uygun bir ekonomik sistem, toplumu daha refah ve daha ahlaklı bir yapıya kavuşturabilir. Ancak, tam bir liberal ekonomik yapılanmayı benimsememiş, müdahaleci yönetimlerin bulunduğu toplumlar da ahlaklı ve zengin ola­ bilirler. Bu zenginlik ve ahlaklı toplum yapısı, müdahalenin bizatihi kendisinden değil, tam aksine müdahalelere rağmen, tıpkı olumsuz dış etkilere karşı kendi savunma mekanizmasını geliştiren vücudun doğal düzeni gibi, toplumsal doğal düzen kanununun, topluma yapılan bu müdahalelere karşı savunma mekanizmalarını (ve reflekslerini) çalıştırabilme ve geliştire­ bilme yeteneğinden kaynaklanır. Peki Smith'e göre devlete hiç mi ihtiyaç yoktur? Elbette vardır. Ona göre, devletin başlıca üç görevi vardır. Bunlar milli savunma, adalet ve ekonomik anlamda belli kamu işlerinin (yol, köprü, kanal ve liman gibi ) ve kurumlarının (ticari ve eğitim amaçlı olarak) yürütülmesidir.

17

11

RAPHAEL 1 ADAM SMITH

SMITH'İ HALA ÖNEMLİ KILAN N EDİR? Adam Smith, birbirinden oldukça farklı zihniyet ve disipline mensup insanlar için önemli bir şahsiyettir. Zira en solundan en sağına kadar neredeyse tüm zihniyet gruplarına, iktisatçısından felsefecisine, sosyoloğuna ve daha pek çok bilim dalına men­ sup kişilere ilham kaynağı olacak düşünceleri Smith'te bulmak mümkündür. Zira Smith esas olarak özgürlükleri esas alan libe­ ral bir kişilik olarak bilinse de, yer yer radikal sosyalist düşünce­ ye yarayacak malzemeleri bile üretebilen bir düşünürdür. Aslında bütün bunlardan da önemlisi, bize göre Smith'i bu kadar önemli kılan, onun adeta bir çağı kapatıp başka bir çağın açılmasına öncülük etmesidir. Bilindiği gibi, Smith'in içinde doğup büyüdüğü Batı Avrupa ve özellikle de Büyük Britanya,

15.

Ytlzyıl'dan itibaren hız kazanan merkantilizm sayesinde

büyük bir sermaye birikimine sahip olmuştur. Merkantilizm, başta İngiltere olmak üzere pek çok Batı Avrupa ülkesine kıy­ metli maden düşkünlüğü ve bunun getirdiği denizaşırı sö­ mürgecilik ile birlikte ticari kapitalizm (merkantilizm) yoluy­ la dünyayı ve onun nasıl yönetileceğini öğretmiştir. Dünyayı ve onda var olan zenginlikleri daha iyi keşfeden merkantilist tüccarlar, ülkeler ve düşünürler, milletlerin zenginliklerinin kaynağını daha yakından öğrenme gayreti içine girmişlerdir. O dönem İngiliz düşünürleri için önemli bir entelektüel gay­ ret olarak görülen iktisadi değerin oluşum şekli ve zenginliği yaratan kaynaklar meselesi, özünde bir ahlak felsefecisi olan Smith için de vazgeçilmez bir araştırma konusu olmuştur. As­ lında bu konuda tek ve ilk kafa yoran kişi elbette Smith olma­ mıştır, ancak O bu meselenin kalıcı tohumunu ekmiş, ardın­ dan gelenler de bu tohumun daha gür bir şekilde yeşermesini sağlamışlardır.

TAKDİM

Bir 18. Yüzyıl İngiliz düşünürü ve ahlak felsefecisi olarak Adam Smith'in 1776 yılında yayınladığı Milletlerin Zenginliği kitabı, hala dünya ekonomik düzenine yön veren kapitalizmin başyapıtı olarak kabul edilir. Smith'in, o ana kadarki temel uğra­ şı alanı ahlak felsefesidir. Nitekim, o alanda 1759'da Ahlaki Duy­ gular Teorisi isimli ünlü bir esere de imzasını atmıştır. Smith'in bunun dışında hukuk, edebiyat, belagat ve astronomi gibi alan­ larda da eserleri, verdiği dersler ve konferanslar olmuştur. Ancak, onu bugün bile bu kadar önemli kılan Milletlerin Zen­ ginliği eseri olmuştur. Zira Smith bu eseriyle önceleri Batı dün­ yasında başlayan, ardından dünyanın diğer yanlarına da yayılan kapitalist zenginleşme modelinin öncüsü olmuştur. Zaten onun peşinde olduğu temel soru da, milletlerin zenginliğinin kayna­ ğının ne olduğudur. Aslında Smith'in yanıtını aradığı soru ile bugün İngiltere'nin de üyesi olduğu Avrupa Birliği'nin de diğer kapitalist (veya bu sistemi kabul etmeyen) ülkelerin de peşinde koştuğu şey, aynı kapıya çıkmaktadır; ülkelerini daha müreffeh hale getirmenin yollarını aramak. Bunun için bugün dünyanın evrensel bir ilke olarak kurumsallaştırmaya çalıştığı ilkeler, yine yaklaşık iki buçuk asır önce Smith'in ortaya koyduğu uluslarara­ sı serbest ticaret yoluyla milletlerin işbölümü çerçevesinde mü­ badele hacmini artırmak suretiyle zenginleşme düşüncesinden başka bir şey değildir. O nedenle, kabul etmek gerekir ki, Adam Smith'in fani bedeni fena olsa da, vazettiği düşünceleri aslında fani dünyamızda her geçen gün daha da güçlenerek yeniden di­ rilmektedir. Nitekim, "Mayıs 1979'da KeithJoseph, Thatcher'in ilk kabinesinde Sanayi Bakanı olarak görevi devraldığında, üst düzey memurlarına Milletlerin Zenginliği'ni ve Adam Smith'in daha önceki kitabı olan Ahlaki Duygular Teorisi ni de içeren bir 'okuma listesi' göndermiştir" (Raphael, 1985: 1). '

19

RAPHAEL 1 ADAM SMITH

Küresel mali kriz ile kapitalizmin, küreselleşmenin, devletin görevlerinin ve devlet-vatandaş ilişkisinin ekonomik ve ahlaki temellerinin yoğun bir şekilde tartışıldığı bu günlerde, Adam Smith'in hayatını, iktisat teorisini ve etik anlayışını yansıtan bu eseri dilimize kazandırmak tartışmalara yeni bir yön kazandır­ mak açısından önemli bir katkı olacaktır. Son yıllarda yaşanan küresel mali kriz nedeniyle, kimilerinin iddia ettiği gibi Smith'in inşasını başlattığı kapitalist piyasa ekonomisi gücünü kaybetmi­ yor; bize göre Onun rüyası değişen koşullara karşı daha tedbirli ve hakemlik rolünü daha iyi yürüten devlet anlayışı çerçevesin­ de kabuk değiştirerek ana hatlarıyla gerçekleşmeye devam et­ mektedir. Zira özel sektör eliyle küresel çapta rekabetin sağla­ dığı sınırsız büyümenin ve refahın farkına varmış bir dünyanın, bundan vazgeçip, yeniden devlet eliyle kısıtlı bir rekabet orta­ mında

bulduğuna ve dağıtılana razı olacağı bir küçülmeyi kabul

etmesi artık mümkün değildir. Zira dünya kapitalizminin filosu çok büyümüştür. Bu filonun bazı gemileri zaman zaman sert dalgalara yenik düşse de, kendisini küçük denizlere asla mah­

kum etmeyecektir. Aksi bir durum, küresel rekabetin ve sınırsız zenginleşmenin mantığına aykırı olacaktır. Bu vesileyle kitabın hazırlık aşamasında katkılarından do­ layı

N. Doğan, Y.

Pamuk,

C. Dumrul, E.

Ecevit ve

N. Usta'ya

teşekkür ederiz.

KAYNAKLAR Barber, J. William (1995): İktisadi Düşünce Tarihi, Çev. İhsan Durdu, Şule Yay. Erdem, Ekrem (2003): "Adam Smith'in F ikriyatı: Ahlak Felsefecisi ve Kapita­ lizmin Banisi", Adam Sm ith Fi kriyatı Otu rumu, /V. Liberal İktisatçılar Kongresi, Ürgüp, 25-28 N isan. Erdem, Ekrem ve Şeker, Fahri (2004): "Milletlerin Zenginliği'nde Ahlak Zenginli­ ği: Smith'in Piyasa ve Ahlak Anlayışı Üzerine", Piyasa, S. 12, ss. 157-85.

TAKDİM

Ekelund, Robert B. ve Hebert, Robert F. (2004): "Adam Smith: Sistem Kuru­ cusu", Çev. Ekrem Erdem, Piyasa, S. 12, ss. 1521-56. Raphael, David D. (1985): Adam Smith, Oxford University Press, Oxford. Sa­ vaş, Vural (1998): İktisatın Tarihi, Avcıol Basım-Yayın, İstanbul. Skousen, Mark (2003): Modern İktisadın İnşası: Büyük Düşünürlerin Hayatları ve Fikirleri, Çev. Metin Toprak, Ekrem Erdem ve M ustafa Acar, Liberte Ya­ yınları. Smith, Adam (1776): An lnquiry into the Nature and Causes of the Wealth of Nations, Erişim Tarihi: 14.04.2004. ,

Smith, Adam (1984): The Theory of Moral Sentiments, Liberty Funds, lndia­ napolis. Yayla, Atilla (2002): Liberalizm, Liberte Yayınları, Ankara.

21

1 .

BiRÇOK OKU LUN USTADI

DAM

A



SMITH1 FARKLI OKULLARA (EKOLLERE) MEN­

sup insanlar için; muhafazakarlar, Marksistler, li­ beraller, anti-radikaller, iktisatçılar, felsefeciler ve sosyologlar için eski bir üstattır. Farklı gruplar, Smith'in ese­ rindeki farklı şeylere hayran kalmışlardır ve insan bazen bütün bu farklı şeylerin tutarlı bir şekilde bir arada bulundurulup bulundurulamayacağı hususunda şüphe edebilir. Yine de, bu farklı konuların her biri belirli bir derinlik taşıyan gerçekler olarak iz bırakacak kadar ikna edici olmuştur. Adam Smith'in Milletlerin Zenginliğinin Mahiyeti ve Sebep­ leri Üzerine Bir inceleme (An Inquiry into the Nature and Causes of the Wealth of Nations) isimli yapıtı, serbest ticareti savun­ masından dolayı, en iyi bilinendir. 19. Yüzyıl liberalleri, tıpkı Adam Smith gibi, ticaret özgürlüğünün, diğer özgürlük türleri ile birlikte hareket ettiğine inanmışlar ve onu temel bir politi­ ka ilkesi olarak benimsemişlerdir. Yakın geçmişte liberallerin DAVID RAPHAEL 1 ADAM SMITH

23

24

1. BÖLÜM

bu düşüncesi muhafazakarlar tarafından da benimsenmiştir. En azından İngiltere'de, İkinci Dünya Savaşı'nın sonlarından itibaren serbest piyasa ekonomisinin en ateşli taraftarları, Mu­ hafazakar Parti'nin meş'alesini taşımaktadırlar. Mayıs 1979'da Sör Keith Joseph, Bayan Thatcher'ın ilk kabinesinde Sanayi Bakanı olarak görevi devraldığında, üst düzey memurlarına Milletlerin Zenginliği'ni ve Adam Smith'in daha önceki kitabı olan Ahlaki Duygular Teorisi'ni de içeren bir 'okuma listesi' göndermiştir. Sağ eğilimli politikacıların, içinde tüm ekonomik iyilikle­ rin (menfaatlerin) temeli olan kapitalizmi barındıran bir eseri övmeleri hiç şaşırtıcı değildir. Karl Marx'ın Milletlerin Zengin­ liği'ne borçlu olması gerektiği ilk bakışta şaşırtıcı olabilir; fakat bunun sebepleri yeterince açıktır. Marx'ın materyalist tarih yorumu, her biri mülkiyet bakımından kendine özgü sosyal yapılara sahip ve farklı üretim sistemlerine dayanan birer top­ lumsal aşamalar teorisidir. Böyle bir teorinin özü, ekonomik olduğu kadar fazlasıyla sosyolojik bir inceleme de olan Millet­ lerin Zenginliği'nin temelini oluşturur. Smith dört toplumsal aşamadan bahseder. Bu aşamalar; avcılık çağı ile başlar, bunu çobanlık takip eder, daha sonra ise tarım ve ticaret aşamaları görülür. Kitabının ana konusunu oluşturan iktisadi faaliyetin analizi, bahsedilen dört aşamaya göre yapılmıştır. Bu tarihsel bakış açısı, ilk defa mülkiyet kavramının ortaya çıktığı çoban­ lık çağında ihtiyaç duyulan hukuk ve hükumetin gelişimini açıklamayı amaçlar. Avcılar, yakaladıkları avlarını hemen tü­ ketirler; çobanlar ise hem bugün hem de gelecekteki kullanım için sürülerini genişletmek eğilimindedirler. Smith'in görüşü­ ne göre, mülkiyet korunmalıdır ve bu hükumetin temel ama­ cıdır. "Şimdiye kadar, mülkiyetin güvenliği için oluşturulmuş

BİRÇOK OKULUN ÜSTADI

olan sivil devlet, gerçekte zenginin fakire karşı veya bir miktar mülkiyeti olanların onlardan hiçbirine sahip olmayanlara kar­ şı korunması için oluşturulmuştur" (MZ 7 15). Adam Smith, Marx'ın insan topluluklarının tarihindeki aşamalar konusun­ da okuyacağı yegane yazar değildir; fakat başka hiç kimse onda bundan daha radikal bir izlenim bırakmamıştır. Siyasi radikalizm karşıtları da Adam Smith'e atıfta buluna­ bilir. Smith şöyle yazar: "Sistem adamı, kendi inancı doğrultu­ sunda çok akıllı davranır ve çoğu kez kendi ideal hükumet pla­ nının varsayılan güzelliğine fazlasıyla meftun olur. Planından en küçük bir sapmayı dahi göze almaz" (AD 233-4). Smith, toplumu tıpkı bir satranç tahtasının üzerindeki taşlar gibi dü­ zenleyebileceğini düşünür; ancak, "büyük bir satranç tahtası olan toplumda, her bireyin kanun koyucunun kendisi için belirlemiş olduğunun dışında bir hareket prensibi olduğunu unutur:' Bu durum da onu anayasa hazırlayıcıların reformcu radikalizminin zıttı olan bir siyasal özgürlük anlayışına geri götürür. James Boswell, Adam Smith'in Glasgow Üniversitesi'n­ deki öğrencilerinden biriydi. Smith, daha sonraki yıllarda Boswell'e kendisinin en büyük hatasının sisteme göre davran­ mış olmak olduğunu söylemişti ve Boswell de bunun bir fel­ sefeciden gelebilecek ilginç bir eleştiri olduğunu düşünmüştü. Bir felsefeci ve gerçekte bir iktisatçı olarak Smith; kesinlikle sistemin peşinde olmuştur; ancak, onu uygun bir yerde tut­ muştur. Sistematik teori, tatminkar açıklamalar için gerekli bir şey idi. Bireysel durumun pratikliklerini dikkate almaksızın, kaçınılmaz olarak basitleştirilmiş bir sisteme göre hareket et­ mek, tamamen başka bir şey idi. Adam Smith iktisat biliminin, hele de onun bilimsel tet-

25

26

1. BÖLÜM

kikinin kurucusu değildir. Eski (antik) ve Ortaçağ düşünür­ leri, insan toplumunun işleyişi üzerine düşüncelerinde bazı ekonomik gerçeklerle ilgili anlık da olsa belli bir bakış açısına sahip idiler. Milletlerin Zenginliği'nin yayınlanmasından önce, 1 7. ve 18. Yüzyıllar'da; değer, para ve uluslararası ticaret teo­ rilerinin oluşturulmasında önemli ilerlemeler söz konusu idi. Dış ticarette devlet kontrolünü savunan bir doktrin olan Mer­ kantilizm, özellikle 17. Ytlzyıl'da Thomas Mun'un ve Smith'in arkadaşı olan İskoçyalı Sör James Steuart'ın Milletlerin Zen­ ginliği'nin ( 1776) yayınlanmasından birkaç yıl önceki ( 1767) incelemelerinde sistematik bir teori geliştirmiştir. Fransa'da Fizyokratlar, serbest ticarete yönelik bir politikayı yeğleyen farklı bir ekonomik faaliyet hesabı hazırlamışlardı. Doktrinle­ rinin çıkış noktası doğal kanunun felsefi düşüncelerine dayan­ makla birlikte, François Quesnay tarafından, onun Ekonomik Tablo'su (Tableau Economique, 1 958) sayesinde bilimsel bir sisteme dönüşmüştür. Bu, rant/kira, fiyatlar, ücretler ve kar­ lar şeklinde bir sınıf vatandaştan diğerine yapılan yıllık ödeme akımlarıyla ilgili yarıfızyolojik (işlev-bilimsel) bir model idi. Bu, muhtemelen kan dolaşımına benzer bir şekilde tasavvur edilmişti (Quesnay tıp eğitimi görmüş ve doktorluk yapmış­ tır) ve sistematik bir araştırma olarak, iktisat tarihinde bir dönüm noktası idi. Quesnay, Richard Cantillon'un bazı bilim adamları tarafından iktisadın ilkeleriyle konusunda ilk bilim­ sel inceleme biçimi olarak kabul edilen daha önceki bir çalış­ masından ( 1 755) etkilenmiştir. Milletlerin Zenginliği, bahsedilen Fransız modellerine göre hacim olarak çok daha kapsamlı ve gerçeklere dayanan veriler bakımından daha detaylıdır. Buna rağmen eser, günümüzde toplumun iktisadi yaşamı olarak adlandırabileceğimiz şeyin

BİRÇOK OKULUN ÜSTADI

farklı özelliklerinin hepsinin birbiriyle ilişkisini kurmada ola­ ğanüstü bir şekilde sistematik bir yapı arz eder. Zengin bir ampirik veri kullanımı ile birlikte, sistematik bir teoriyi birleş­ tirdiğinden dolayı, bu kitap, tıpkı Darwin'in Türlerin Kökeni gibi etkileyici bir yapıttır. Fakat teorinin sistematik özelliği, Darwin'in yaptığı gibi, tek bir açıklayıcı ilkeye odaklanmaktan ziyade, (ögeler arasındaki) bağlantıları göstermeye yönelik­ tir. Smith'in "apaçık ve basit doğal serbestlik sistemi"ne (MZ 687) müracaat etmesi ve merkantilizmi eleştirmesi, derin bir ideolojik kanaati ifade etmektedir. Fakat o, bu kanaati tüm ik­ tisadi faaliyetleri açıklamak amacıyla evrensel bir ilke olarak kullanmaz. Milletlerin Zenginliği; serbest ticareti savunduğu için değil, oldukça etraflı bir şekilde sistematik olduğu için, daha önceki tüm politik iktisat tezlerini gölgede bırakmıştır. Çalışma, üzerinde çalışılması, test edilmesi, gözden geçirilip düzeltilmesi/yenilenmesi ve geliştirilmesi gereken standart bir model olmuştur. Günümüz iktisatçıları, olaya farklı bir açıdan yaklaşmışlar­ dır. Bu iktisatçıların ekonomik büyüme konusuna olan ilgi­ leri, onların, tam olarak başlığın da ifade ettiği gibi, Smith'in Milletlerin Zenginliğinin Mahiyeti ve Sebepleri Üzerine Bir İnce­ leme isimli kitabını iktisadi büyüme ya da gelişmeye dair bir inceleme olarak görmelerine yol açmıştır ve dolayısıyla, bu­ gün tasavvur edildiği gibi, iktisadi düşüncenin ana çizgisinde bu şekilde devam etmektedir. Kitap, tek bir kişinin toplu iğne imalatı ile on kişilik bir grup tarafından paylaşılan bir üre­ tim süreci arasındaki büyük verimlilik farkını gözler önüne sermek amacıyla, işbölümü ile başlar. Bunu takiben, Smith işbölümünü, sermaye birikimi, istihdam artışı ve ücretleri daha ileri büyümeyi engelleyecek şekilde aşırı yükselmesini

27

211

1. BÖLÜM

engellemeye yönelik kendi kendini düzenleyen bir mekaniz­ ma ile ilişkilendirmeye devam eder. Böyle bir iktisadi büyüme perspektifinde, Smith'in toplumun dört gelişme aşamasıyla birlikte toplum tarihi üzerine yaptığı sosyolojik incelemeler, kendisinin kafasında canlandırdığı düşünce sisteminin esas arka planında yer alır. Bununla birlikte, Smith'in çalışmasının sosyolojik ilgisi, onun toplum tarihi teorisiyle sınırlandırılamaz. Milletlerin Zenginliği'nde; eğitim, ruhban sınıfı, toplumdaki farklı züm­ relerin karakterleri ve uzmanlaşmanın psikolojik etkileri üzerine çarpıcı tespitler bulunmaktadır. Milletlerin Zenginli­ ği'ni okuyan bir kişi aynı zamanda Ahlaki Duygular Teorisini de okursa, görecektir ki, Smith'in insan davranışı hakkındaki düşüncelerinin tümü sosyolojik bir yaklaşımla açıklanmıştır. Ahlaki Duygular, öncelikle, bir sosyal olgu olarak 'ahlak'la ( morality) ilgilenen bir ahlak felsefesi kitabıdır. Smith'in etik yorumunda, toplumun çimentosu olan duygudaşlığa, yani sempatiye (sympathy) merkezi bir yer ayrılmıştır. Neticede, birinin yaptığı şeyi diğer insanların tasvip edip etmemesi, o insanın kendi kişiliğini gördüğü bir aynadır. Smith'in iktisat anlayışı, piyasa tarafından şartları oluşturulan kişisel çıkarlara dayalı davranışların sosyal etkilerini tamamlarken; etik anlayı­ şı, duygudaşlık ve bizim takdir edilme (itibar) arzumuz tara­ fından oluşturulan eşit derecede sağlam bir sosyal dayanışma yapısını gösterir. Ahlaki Duygular, tüm bu söylenenlere yönelik bir felsefesi kitabı olarak varlığını sürdürür. İnsan duyguları (hisleri) üze­ rine ahlaki değerleri temel alan bir ahlaki teorisi türünün tari­ hinde bir zirve noktası olarak göze çarpmaktadır. Bugünlerde Adam Smith'in kitabı arkadaşı David Hume'un bir müddet

BİRÇOK OKU LUN ÜSTADI

daha önce yazılmış olan yapıtına göre daha az okunmaktadır. Smith ve Hume'un genel olarak felsefeye yaptıkları katkılar düşünüldüğünde, Smith'in Hume'un ulaştığı mertebeye yak­ laşamadığı görülür (ki, Smith'in bizzat kendisinin bu yönde samimi bir şekilde Hume'a hakkını teslim ettiğini görüyoruz). Bununla birlikte, ahlak felsefesi ele alındığında ise, iki düşü­ nürün aynı itibara sahip olduğu görülür. Smith, ahlak ilminde duygudaşlığın rolüne dair Hume'un dikkati çektiği noktaları tamamlamış ve geliştirmiştir. Smith, daha sonra, bir kişinin kendi davranışları hakkında yaptığı ahlaki yargıları ifade eden 'vicdan'ı açıklamak için kendine ait daha farklı [ayırt edici özelliği olan], hayali bir "tarafsız gözlemci" ( impartial spec­ tator) kavramı eklemiştir. Bu teori, Freud'un 20. Yüzyıl'da süper-ego ile ilgili geliştirdiği teoriye benzer; ancak, Smith işe toplumsal onaylama ve onaylamama ile başlarken; Freud ana-babaya ait meselelerle başlar. Tarih ve bilim felsefesi alimleri arasında, aynı zamanda kendi alanlarının tarihine ilgi duyan ilim adamları bilirler ki, Adam Smith "Astronomi Tarihi" ("The History of Astro­ nomy") adlı denemesiyle, bu alanın öncülerinden biri olmuş­ tur. Eser, tarihsel olduğu kadar felsefi bir nitelik de taşımak­ tadır. Çalışma, her iki açıdan da kendi zamanı için seçkin bir eserdir. Tarihsel yaklaşım tarzı günümüzde geçerliliğini yitir­ miş olmakla birlikte, buna eşlik eden, bilimsel sistemleri hayal gücünün ürünleri olarak kabul eden felsefe teorisi, Smith'in kendi rasyonel hayal gücünün dikkate değer ve göz alıcı bir başarısı olarak hala hayranlık uyandırmaya devam etmektedir. Smith'in hem kendi ahlak teorisinde hem de kendi bilim felsefesindeki gücünün altında felsefi psikoloji yatmaktadır. Onun sempati ve hayal gücüne yaptığı vurgularla, benim

29

JO

1. BÖLÜM

Freud'la yaptığım karşılaştırma dikkate alındığında, durum aşikar hale gelecektir. Felsefi psikoloji teorileri, bunların kay­ nağı ister iddialı filozoflar, isterse Freud gibi bilim adamları ol­ sun, spekülatif bir öge içerirler ve bunları ham ampirik veriler­ le teyit etmek ya da reddetmek hiç de kolay değildir. Bununla birlikte, Adam Smith, okurlarını bir ampirik psikolog olarak da derinden etkilemiştir. Hem Ahlaki Duygularda hem de Milletlerin Zenginliği'nde Smith kendini, zeki bir davranış gözlemcisi olarak gösterir. Kalabal ı k bir insan topluluğu, gevşek ip üzerindeki bir dansçıya gözlerini dikip baktığı nda; doğal olarak, o durumda olsalardı kendilerin i n de aynısını yapmak zorunda olduklarını düşünürler ve istem dışı olarak vücutlarını kıvırıp bükerek dengeye getirmeye çalı­ şırlar (AD ıo). Bir kabadayı, eğer çok fazla sevilen ve hatırı sayılır biri değilse, en azından seyircisine aşılması zor, kor­ kulan biri olduğu intibamı vermeye çalışır ve kendi küstahlığıyla i lgili aslında gerçek olmayan pek çok hi­ kaye anlatır ve böylece kendinin öyle olduğunu hayal eder (AD 240). Aynı tavşanı kovalayan iki tazı, bazen bir tür ittifak halinde hareket ediyormuş gibi görünür. Her biri tav­ şanı diğerine doğru kışkırtır ya da a rkadaşı onu ken­ dine gönderdiğinde, onu yakalamaya çal ışır (MZ 25).

Sosyal antropolog Edward WestermarckAhlaki Duygular'ı, "ahlak psikolojisine herhangi bir İngiliz düşünürü tarafından yapılan en önemli katkı" olarak tanımlamıştır. Tarihçi H. T. Buckle ise, Milletlerin Zenginliği hakkında şunları söylemiştir: "Nihai sonuçlarına bakıldığında, daha önce eşdeğeri hiç yazıl­ mamış belki de en önemli kitaptır ve kesinlikle devletin esas

BİRÇOK OKULUN ÜSTADI

alması gereken ilkelerin konulması hususunda o güne değin tek bir insan tarafından yazılmış en değerli katkıdır� İlk görüş oldukça yerinde; ikincisi ise, asla saçma ya da gülünç olma­ makla birlikte, alışılmadık türden hoyratça bir ifadedir. Bu iki görüş birlikte, Adam Smith'in eski bir üstat olarak farklı alan­ larda uyandırdığı coşkuyu ve hayranlığı göstermektedir.

J1

2 HAYATI

A

DAM SMITH fIFE KIYISINDA BULUNAN KıRKCALDY

şehrinde doğmuştur. Doğum tarihi kesin olarak bi­ linmemekle birlikte, 5 Haziran 1723'te vaftiz edil­ miştir. Babası aynı yılın Ocak ayında öldüğü için yetim olarak dünyaya gelmiştir. Kendisiyle aynı adı taşıyan baba Adam, bir avukat ve memur olarak hayatını kazanmış; iki kere evlenmiş ve her evliliğinden birer erkek çocuk sahibi olmuştur. İlk eşi Lilias Drummond, oğlu Hugh sekiz yaşlarında iken, 1717 yı­ lında vefat etmiştir. İkinci eşi ve meşhur Adam'ın annesi ise, Margaret Douglas'tır. Baba Smith 1720 yılında Margaret' le evlendiğinde, karısı yirmili yaşlarında iken, kendisi aşağı yu­ karı kırk yaşında idi. Ancak, Margaret evlilikleri üçüncü yılını doldurmadan dul kaldı. Bu şartlar altında kocasının ölümün­ den sonra doğan tek çocuğu Margaret için çok değerli bir te­ selli kaynağı oldu ve yaşamının geri kalan döneminde anne ile oğul arasında fevkalade yakın bir bağ kuruldu. Adam Smith'in DAVID RAPHAEL 1 ADAM SMITH

]J

J4

1

2.

BÖLÜM

kendisi hiç evlenmemişti ve Freudcular hiç şüphesiz ki bunun Smith'in annesi ile arasındaki yakın bağın bir sonucu olduğu­ nu iddia edecektir. Bununla birlikte, annesine olan bu bağlılı­ ğı Adam Smith'i hayatında en azından iki kere aşık olmaktan alıkoymamıştır ve onun bu duyarlılığı Ahlaki Duygular adlı eserinin birçok bölümünde açıkça görülebilir. Adam Smith'in üç yaşındayken, amcasını ziyarete gittiğin­ de bir grup çingene tarafından çalındığına dair bir hikaye an­ latılır. Smith'in biyografi yazarı John Rae, 'korkarım ki, Smith çok kötü bir çingene olurdu' diye yazarken, şüphesiz ki onun spekülatif düşünceye olan düşkünlüğü kadar meşhur dalgınlı­ ğını da kast etmektedir. Fakat Smith'in bu yoruma katılacağı şüphelidir. Zira Smith'e göre, beceriler, doğuştan değil; kişinin yetiştirilme şeklinden gelir. 'Birbirine en zıt olan karakterler arasındaki farklılıklar, örneğin bir filozof ile bir hamal ara­ sındaki fark, doğuştan gelen nitelik farklılıklarından ziyade, alışkanlıklardan, gelenekten ve eğitimden kaynaklanır' (MZ 28-9 ). Her halükarda, Smith, gündelik işlerde fazlasıyla başa­ rılı olabilecek tek dalgın profesör olmayacaktır ve muhteme­ len kendisini kaçıran çingene grubu için de çok faydalı bir üye olabilirdi. Bununla birlikte, Smith'in çingenelerle olan zorun­ lu misafirliği sadece birkaç saat sürmüştür. Smith, Kirkcaldy'deki kasaba okulunu bitirdikten sonra, 1737'de henüz on dört yaşında iken, Glasgow Üniversitesi'ne girdi. Bu yaş o dönemlerde üniversiteye başlamak için alışık olunan yaşın birazcık üzerinde idi. Smith'in Edinburgh veya St. Andrews'daki daha yakın üniversitelerden biri yerine Glas­ gow'a gönderilme nedeni bilinmemektedir. Bunun sebebi, Glasgow'da yaşayan bir teyzesinin bulunması veya Glasgow Üniversitesi'nin Snell Bursu ile Oxford Üniversitesi'ne gitme

HAYATI

fırsatı sunması olabilir. Kendi döneminden öğrenci arkadaş­ larından biri Smith'in Glasgow Üniversitesi'ndeki en sevdiği çalışma konularının matematik ve doğal felsefe (fizik) oldu­ ğunu aktarmıştır. Bu konulardaki yeteneği, astronomi tarihi hakkında yazdığı eserde (deneme) gösterilmiştir. Fakat çalış­ maları genel olarak bu yönde özel bir yeteneğe işaret etmez. Bir öğrenci olarak Smith üzerindeki en güçlü tesiri, bu alan­ larda Smith'in düşüncesinin temellerini oluşturacak olan etik, hukuk ve ekonomi üzerinde dersler veren ahlak felsefesi pro­ fesörü Francis Hutcheson yapmıştır. Smith, 1740 yılında Piskoposlarca Yönetilen Kilise anla­ mına gelen İskoçya Kilisesi papazlığı adına İskoç öğrencilerin eğitimini desteklemek amacıyla verilen bir ödül olan Snell Ni­ telik Ödülü ile Glasgow'dan Oxford'a geçti. Burstan yararlana­ bilmek için, sonrasında rahip olma şartı 1690 yılında İskoçya Presbiteryen meshebine geçtiğinde kaldırılmıştır ve Smith'in döneminde, tıpkı günümüzde olduğu gibi, Snell Nitelik Ödü­ lü, Glasgow Üniversitesi'nin başarılı öğrencilerinin Oxford'da istedikleri alanda çalışmalarını devam ettirebilmeleri için veril­ miştir. Smith, Oxford'da altı yıl geçirdi ve çalışmalarını büyük ölçüde kendi kendine yürüttü. Adam Smith de, tıpkı Edward Gibbon gibi Oxford Üniversitesi'ndeki hocaları utanılacak düzeyde boş ve yetersiz buldu. Milletlerin Zenginliği'nde şöyle yazmıştır (761): "Oxford Üniversitesi'nde devlet profesörleri­ nin çok büyük bir kısmı yıllarca öylesine hocalık yapmayı bile tamamen bırakmıştı:: Öğretimin birinci derece önceliğe sahip olduğu ve özellikle Hutcheson'ın parlak bir hoca olarak bulun­ duğu Glasgow'la neredeyse hiç benzer tarafı yoktu. Bununla birlikte, Balliol Koleji'nde Smith rahatça kullana­ bileceği iyi bir kütüphaneye sahipti ve Yunan ve Latin klasik-

JS

J6

2.

BÖLÜM

leri ile Fransız edebiyatıyla ilgili bunlar arasında İngilizceye çevirmekten hoşlandığı) pasajları bol bol okudu. Ayrıca, dos­ tu İskoç Hume'a ait son zamanlarda yayınlanan İnsan Doğası­ na Dair İnceleme'yi ( Treatise of Human Nature) de içeren belli bir miktar modern felsefe okudu. Smith daha sonraki yıllarda arkadaşlarına bu kitabı Oxford'da okuduğu zaman tekdir edil­ diğini ve kitaba el konulduğunu söylemiştir. Bu İnceleme, ge­ nel olarak tanrı-tanımazcı ve ahlaki değerleri yıkıcı bir çalışma olarak kabul edilmiştir. Smith'in kendisi ise, bu kitabın daha orijinal cihetlerinin bir kısmına dair daha akıllıca bir bakış açı­ sına sahip gözüküyordu. Ahlaki Duygular Teorisi isimli eserin­ de Hume'un ahlak anlayışına yaptığı atıflar, bütünüyle doğru olsa da, İnceleme'nin kısımlarının idrak kabilinden (sezgili) bir hatırlaması olarak gözükmektedir ve kendisinin astronomi ta­ rihi üzerine yazdığı makalesi, Hume'un çoğu profesyonel fel­ sefecinin birkaç yüzyıl boyunca gözden kaçırdığı hemen göze çarpmayan ama gayet ince bir şekilde kaleme alınmış hayal gücü teorisini anlamaya dayanır. Oxford yıllarından sonra Smith, annesinin Kirkcaldy'deki evine döndü ve burada hiç şüphe yok ki hayatını kazanma im­ kanlarını keşfetti. İki yıl sonra, İskoç Barosu'nun önde gelen üyesi Henry Home'un (daha sonraları Lord Kames unvanı ile bilinen bir yargıçtır) da aralarında bulunduğu Edinbur­ ghlu bir grup hayırsever Smith'in belagat ve edebiyat ( belles­ lettres) üzerine halka açık bir dizi ders/konferans vermesini sağlamıştır. Dersler, Edinburgh'daki herhangi bir üniversite dersinin bir parçası tarzında değildi; fakat, çoğunlukla hukuk ve ilahiyat öğrencileri tarafından oldukça iyi bir şekilde takip edilmekte idi. Smith'e yıllık 100 sterlini gelir getiren bu ders­ ler, iki yıl devam etmiştir. Smith, üç yılın sonunda en azından

HAYATI

belagat ve edebiyat üzerine verdiği derslere, hukuk öğrencile­ rinin yararlanması için medeni hukuk üzerine daha ileri dü­ zeyde konular ilave etti. Dersler, aynı zamanda şehrin kültürel hayatında önde gelen birtakım yaşlı insan tarafından da takip edilmiştir. Bu seminerler çok olumlu bir intiba yaratmış ve Glasgow Üniversitesi'nin Mantık Kürsüsü 1750'nin sonunda boş kalın­ ca, hemen Smith'in bu göreve atanması önerilmiş ve Smith, Edinburgh'da vermiş olduğu belagat ve edebiyat derslerine geleneksel mantık ve metafizik derslerini de ilave etmek üze­ re 1751'de bu görevi devralmıştır. Smith öğrencileri için bu konunun "daha ilginç ve kullanışlı" olacağını düşünmekteydi (F 273) Bununla birlikte, Edinburgh'daki derslerinden yarar­ lanmak için başka bir iyi gerekçesi daha vardı. 1751'in yazın­ da Smith öğretim görevine başlamadan önce, Ahlak Felsefesi Profesörü hastalandı ve kışı geçirmek üzere bu profesöre daha ılıman bir iklime sahip başka bir ülkeye gitmesi tavsiye edildi. Bu durumda Smith'ten Mantık sınıfındaki çalışmalarına ila­ veten Ahlak Felsefesi dersinin bir kısmını da üzerine alması istendi. Glasgow Üniversitesi yöneticileri Smith'in Edinbur­ gh'daki başarılı seminerlerinin hukuk ve devlet üzerine tar­ tışmaları da içerdiğinden haberdar olduklarından, Smith'in Ahlak Felsefesi dersine "tabii hukuk ve siyaset" konularında katkıda bulunmasını istemişlerdir (M 5) Üniversite hocalığı­ nın ilk yılında, bu ek taahhüdü kabul etmek zorunda kaldığı için, Smith, bu yükü Edinburgh'daki derslerinin malzemeleri­ ni mantık dersinde de kullanmak suretiyle hafifletmiştir. .

.

Smith'in Mantık Kürsüsündeki görevi (sözleşmesi) kısa sürdü. Zaten hasta olan Ahlak Felsefesi Profesörü Thomas Craigie 1751 Kasımı' nda öldü ve bir sonraki Nisan ayında

J7

J1

2.

BÖLÜM

Smith onun görevine atandı. Düzenli olarak verdiği aklak fel­ sefesi dersine ilave olarak, yeni görevinde belagat ve edebiyat dersini vermeye devam etse de, Ahlak Felsefesi sınıfının (bö­ lümünün) kapsamına dahil edilen konular (ilahiyat, ahlak, hukukun ve devletin genel ilkeleri ile iktisat), onun zevk ve tecrübesine mantık ve metafizikten daha fazla hitap ediyordu. 1762-63 dönemine ait belagat dersleriyle ilgili bir öğrenci notu, ahlak felsefesi dersinin ikinci dönemine ait benzer bir raporla birlikte 1958 yılında açığa çıkmıştır. Zaten 1763-64 döneminde verilmiş olan hukuk ilmi (jurisprudence) dersleri­ ne (hukuk, devlet ve iktisat) ilişkin özetler ise, 1895'te ortaya çıkmıştır. Adam Smith Glasgow'daki Ahlak Felsefesi Kürsü Başkan­ lığını on iki yıl sürdürdü. Smith takdire şayan bir profesör idi. Kendisinin hocası ve Craigie'nin selefi Hutcheson'ın güzel konuşma yeteneğini yakalayamasa da, Smith konuları gayet açık bir şekilde sunma ve yerinde örneklendirme yeteneği­ ne sahipti. Ayrıca, Smith'in kendi teorileri de Hutcheson'ın teorilerine nazaran daha özgün, daha tutarlı ve zorlukların daha fazla bilincinde olan teorilerdi. Hutcheson gibi Smith de kendi öğrencilerine karşı sorumluluklarını hakikaten çok ciddi bir şekilde yerine getirmiştir. Hafta içi her gün erken saatlerde [öğrencilere dönükJ düzenli derslerini ve halka açık derslerini/konferanslarını yürütüyor, bunu sabahın ilerleyen saatlerinde gayri resmi tartışmalar veya 'sınavlar' takip ediyor, sonra da gün ortasında belagat üzerine ilave veya 'özel' ders veriyordu. Aynı zamanda seçkin öğrencilerine özel dersler veriyor ve evinde özel pansiyoner olarak kalan öğrencilerinin sağlık ve kişisel gelişimleri konusuna yakın ilgi gösteriyordu. Smith aynı zamanda üniversitenin yönetiminde de önemli bir

HAYATI

isimdi. Bu işlerde ortalama bir profesörden daha fazla görev üstlenmiş ve bu görevlerin hepsinde de çok başarılı olduğu kanısına varılmıştır. Alışılmışın çok ötesinde altı yıl Yükseko­ kul veznedarlığı (muhesebeciliği) yapmış, Glasgow'da bulun­ duğu sürenin sonuna doğru fakülte dekanı, rektör yardımcısı ve okul müdürü ile rektörün kişisel güçleri konusunda uzun süredir devam eden bir kavgaya çözüm getirmek için oluştu­ rulan özel bir komisyonun başkanı olarak görev almıştır. Üni­ versite ne zaman Glasgow'daki şehir meclisi veya Londra Ha­ zinesi gibi kendi dışında bir kurumda çok dikkat isteyen nazik arabuluculuk işlerini üslenmek zorunda kalmışsa, genellikle Smith'ten sözcü olarak görev üslenmesi istenmiştir. Tüm bun­ lar, Smith'in dalgınlık hususunda nam salmasına karşın, uy­ gulamaya dönük işlerde oldukça ısrarcı ve verimli olduğunu göstermektedir. Smith'in ahlak felsefesi üzerine verdiği dersler, üç kısma ayrılıyordu: doğal ilahiyat, ahlak ve hukuk ilmi. Bu ayırım, Smith'in seleflerinin uygulamasını ve gerçekte dönemin İskoç ahlak felsefesine ilişkin genel teamülü izlemekteydi. Doğal ilahiyat üzerine verdiği derslerin içeriği hakkında hemen hemen hiçbir şey bilmiyoruz. İlk başta öğrencisi, daha sonra ise meslektaşı ve arkadaşı olan John Millar tarafından kaleme alınan bir rapora göre, Smith dersin bu bölümünde 'Tanrının varlığının ve sıfatlarının kanıtları ile dinin üzerine bina edildiği insan aklının ilkeleri üzerinde durmuştur' (F 274). Kendisinin son mevzu üzerine yaklaşımı ile ilgili bazı ipuçları, ilahiyatla ilgili konuları esas olarak bir dini korku ko­ nusu olarak ele aldığı ve bunların, duyguları ve ihtirasları ba­ kımından insanoğluna benzediği yönünde düşündüğü Ahlaki Duyguların ilk bölümünde verilmektedir. İnsanın tanrıları

J9

40

2.

BÖLÜM

kendi hayalinde yarattığı şeklinde burada ileri sürülen fikir, Smith'in doğal ilahiyat üzerine verdiği derslerin 'insan guru­ runa dönük samimi olmayan çok fazla iltifatlarda bulunduğu­ na' dair bazı insanlar tarafından ortaya konulan bir rahatsızlığı (eleştiriyi) açıklayabilir. Ahlak üzerine verdiği derslerin ikinci kısmı, Ahlaki Duy­ gular Teorisi isimli eserinin temelini oluşturmuştur. Smith'in herhangi bir konunun incelenmesi sırasındaki eğilimi, ilk etapta konuya tarihsel olarak yaklaşmak, ardından geçmiş tarih hakkındaki düşüncelerden hareketle kendi fikirlerini oluşturmak idi. Onun ahlak üzerine verdiği derslerin ilk dö­ nemlerdeki formlarının Platon'dan Hume'a kadar ahlak fel­ sefesi üzerine tarihsel bir inceleme ile başladığını düşünmek mantıklıdır. Kendi ahlak teorisinde, hocası Hutcheson ile dostu Hume gibi, aynı çıkış noktasından hareket eder, fakat onların pozisyonlarındaki zafiyetleri telafi etmek için yeni bir istikamete doğru yönelirdi. Ayrıca, Smith'in ahlak teorisinin, önemli ölçüde Ahlaki Duygular Teorisi'nin 1759'daki ilk bas­ kısının yayınlanmasının öncesine ve sonrasına denk gelen Ahlak Felsefesi Profesörü olarak geçirdiği on iki yıl esnasında geliştiğine dair açık kanıtlar vardır. Derslerinin üçüncü kısmı, yani hukuk ilmine ilişkin dersle­ ri, üçüncü ve dördüncü kısımlar olarakJohn Millar tarafından oluşturulmuştur. Üçüncü kısım bir hukuk ve devlet (idaresi) tarihi şeklinde 'adalet'le ilgili iken; dördüncü kısım, Milletle­ rin Zenginliği'nin ana konusu olan 'menfaat'le ilgidir. Bununla birlikte, Smith'in başlangıçta iktisadı hukuk ve toplum tarihin­ den ayrı bir şey olarak düşünmediği anlaşılmaktadır. Bu ders­ lerle ilgili elimizde bulunan raporların, 1762-63 dönemine ait derslerin eksik anlatılmış da olsa tamamının raporlarının

HAYATI

ve 1763-64 dönemine ait derslerin tamamının özerlerinin de gösterdiği üzere; Smith bu derslerden her ikisini de 'hukuk ilmi' üzerine verdiği derslerde toplamıştır. İktisat, bir toplumun işleyişinin temel bir özelliğidir ve Smith, iktisadın gelişip gelişmediğini anlamanın en iyi yolu­ nun kanunlardaki değişimin tarihine bakmak olduğuna inan­ mıştır. Smith, özgürlüğü öncü değer olarak gören tarihsel ve sosyolojik tavrını büyük ölçüde Montesquieu'ya borçlu iken, hukuki ve ekonomik yapısı ile ilgili yaptığı detaylı inceleme yine Hutcheson'dan kalan mirasın temelleri üzerinde yüksel­ miştir. Ancak, Smith'in ustalarına nazaran daha gelişmiş, ke­ sin ve tutarlı bir toplumsal değişim ve ekonomik süreç teorisi geliştirmekteki başarısı, herkesin de kolayca görebileceği gibi, onun etik teorisindeki orijinalliğinden daha belirgindir. Etik üzerine verdiği dersler gibi, yıllık ekonomi ve hukuk dersleri Smith'in hem hukuk tarihi hem de iktisat teorisi alanındaki teorilerini geliştirmeye yardımcı olmuştur. Smith'in ders verme süreci konusunda kişisel kanaatlerin­ den birisi özellikle kayda değer bulunabilir. Smith'in, dinleyi­ cilerinin ilgisini ölçmek için, özellikle anlamlı bir yüz ifadesi­ ne sahip olduğuna hükmettiği bir öğrencisi üzerinde dikkatini yoğunlaştırdığı bilinmektedir. Şayet seçtiğim öğrenci dinlemek için ileriye doğru meylederse her şey yolundadır ve ben tüm sınıfı n ku· lağın ı n bende olduğu kanaatine ulaşırım; fakat seçti· ğim öğrenci kayıtsız bir şekilde geriye yaslanmış ise, bu durumda derhal her şeyin yanlış gittiği kanaatine ulaşırım veya hitabet biçimimi ya da dersin konusunu değiştirmem gerektiğini anlarım.

41

42

1

2.

BÖLÜM

Smith'in dersleri ile ilgili diğer alışkanlıkları hakkındaki karineler bir ölçüde çelişkilidir. 1 790 yılında öldüğünde, Cen­ tilmenlerin Mecmuası'ndaki ( Gentleman's Magazine ) yer alan isimsiz bir ölüm ilanı, Smith'in Glasgow'daki profesörlüğü esnasında intihalden çok korktuğunu ve not alan bir öğren­ cisini gördüğü zaman 'ikinci sınıf yazarlardan nefret ettiğini' söylemiş olduğu rivayet edilir. Diğer taraftan Smith'in dersteki durumunu şüphesiz en iyi bilecek insanlardan biri olan John Millar, belagat derslerinde Smith'e ilişkin gözlemlerinin çoğu­ nun diğer insanların çalışmalarında görülebileceğinden hare­ ketle, öğrencilerinin not almasına izin verdiğini nakletmiştir (F 278). 1762-3 eğitim döneminde Smith'in derslerindeki bir (veya iki) öğrenci tarafından tutulan ve tüm ders içeriği­ ni kapsayan notların halihazırda elimizde olduğu gerçeği bu ölüm ilanındaki rivayete inanmamızı güçleştirmektedir. Aynı rivayetin farklı bir yorumu, Ahlaki Duygular'ın 1 809'da yayın­ lanan Glasgow baskısının önsözünde yer alan ve Smith'in eski meslektaşlarından biri tarafından yazıldığı muhtemel olan isimsiz Smith biyografisinde de yer almaktadır. Bu biyografide yazar, Smith'in derslerinde not tutulmasından rahatsızlık duy­ duğunu ve bu durumun sebebinin de Smith'in not tutmanın aceleciliği doğurduğuna, aceleciliğin doğruluktan uzak notlar ortaya çıkaracağına ve notlarda var olan hataların da dersin kendisine mal edileceğine inanması olduğunu belirtmiştir. Öğrencilerin bizzat kendileri Smith'in derslerinde uygu­ ladığı yöntemlere ilişkin hiçbir şikayette bulunmamışlardır, hatta durum bunun tam tersidir. Smith'in 1764'te üniversite­ den ayrılışı akademik yılın ortasına denk gelmiştir ve Smith, her ne kadar kendi seminerlerinin yerine başkası tarafından öğrencilere okunması için gereken ayarlamaları yapmış olsa

HAYATI

da, öğrencilerin ders için ödedikleri ücreti onlara iade et­ miştir (Okul ücretleri o dönemlerde profesörlere doğrudan ödenmekte ve onların maaşlarının büyük bir kısmını oluştur­ maktaydı). Öğrenciler bu durumu şiddetle protesto etmiştir. Parası geri verilmek üzere çağırılan ilk öğrenci 'parayı kabul etmeyi kati bir biçimde reddetmiş, o güne kadar öğrendikle­ rinin ve aldığı zevkin ödediğinden çok daha fazla olduğunu ve karşılığının olamayacağını belirtmiş ve sınıfın geri kalanı da bunu onaylamıştır: Buna karşın Smith, vicdanının paranın iade edilmesi gerektiğini söylediğini belirtmiş ve parayı genç adamın cebine koymuştur. Smith, 1 759 yılında Ahlaki Duygular Teorisi isimli eseri­ nin yayınlanmasıyla birlikte hem Kıta Avrupası'nda hem de Britanya'da önemli bir itibar kazandı. Kitabın Londra'da ka­ zandığı başarı David Hume tarafından en eğlenceli mektupla­ rından birinde anlatılmaktadır. Smith'e reddedilme hikayeleri ile eziyet ettikten sonra Hume, kitabın aldığı tepkilerle ilgili düşüncelerine; felsefenin sadece seçkin bir azınlık tarafından düzgün bir biçimde takdir edilebileceğini ve çoğunluğun tas­ dikinin eserin doğruluğundan çok onun yanlış yolda olduğu­ nu göstereceğini belirterek başlamıştır. Kendin i bu düşüncelerle en kötüsüne hazırladığı n ı farz ederek sana melankoli haberlerini veriyorum ve kitabın ı n çok şanssız olduğunu bildiriyorum: halk ki­ tabını aşırı derecede alkışlamak için hazırl ı klı görün­ mekte. Kitap aptal insanlar tarafından sabırsızlıkla beklenmekteydi ve okuryazar kalabalığı da beğenile­ rini oldukça yüksek sesle belirtti. Dün üç rahip kitabı satın almak ve yazarı hakkında sorular sormak için Millar'ın dükka n ı n ı aradı. Peterborough rah i bi akşa m ı birlikte geçirdiği grupta kitabın dünyadaki t ü m kitap-

4J

44

1

2.

BÖLÜM

lardan daha üstün olduğunu duyduğunu söyledi. Bu batıl inanç düşkünlerinin bu kadar övdüğü bir kitap hakkı nda gerçek filozofların ne düşüneceğini tahmin edebilirsin ... Millar, kitabın baskısının üçte ikisi şim­ diden satıldığı için ve başarısından artık emin olduğu için havalara uçmakta ve övün mekte. Bu adamın ne büyük bir alçak olduğunu kitapları sadece kendisine getirdiği karla ölçmesinden anlayabilirsin. Bu açıdan, kitabı nın çok iyi olduğuna inanıyoru m (M 35).

Hume'un kitabı felsefi açıdan çok iyi bir kitap olarak gör­ mediğinin ipuçlarına rağmen, kendisi, arkadaşının ilk kita­ bının kendi ilk kitabının hiçbir zaman ulaşamadığı edebi ba­ şarıya ulaşmasından samimi olarak mutluydu. Hume ayrıca, kitaptan etkilenen önde gelen kişilerden birinin de Charles Townsend olduğunu ve Townsend'in genç Buccleuch Dükü olan üvey oğlunu eğitiminin geleneksel yurt dışı turu kısmın­ da Smith'in vesayeti altına vermekten bahsettiğini belirtmiştir. Dört yıl sonra Townsend Smith'e resmen bu teklifi yapmış ve sonuç olarak Smith Glasgow kürsüsünü bırakmıştır. Town­ send teklifınde yıllık 500 poundluk bir ücret önermiş ve tur sonrasında da hayat boyu yıllık 300 poundluk bir emekli maa­ şı vaat etmiştir (ki bu Smith'in Glasgow'da kazandığının muh­ temelen üzerinde bir miktardı). Ahlaki Duygular'ın ünü bir anda Britanya'nın ötesine ya­ yıldı. Kitap, Paris'in edebiyat çevrelerinde okundu ve beğenil­ di ve hemen ardından da Fransızcaya çevrildi. Kitabın ünü o denli yayıldı ki Cenevre şehrinin güzide fizikçisi Dr Theodore Tronchin 176 l 'de oğlunu Adam Smith'den ders alması için Glasgow Üniversitesi'ne göndermeye karar verdi. Aynı yıl iki öğrenci, S. E. Desnitsky ve 1. A. Tretyakov, aynı amaçla Mos­ kova'dan geldi. Her ikisi de Smith'in hukuk ilmi derslerinin

HAYATI

notlarının tamamına sahip olmalı ki, Moskova Üniversitesi'n­ de hukuk profesörü olarak kendi verdikleri dersler Smith'in düşüncelerinin onun hukuk ilmi üzerine derslerinin 1 762-3 ve 1763-4 dönemlerine ait notlarının tarzına oldukça yakın bir tekrarını içermekte idi. Smith'in Glasgow'daki ikameti, ona şehrin özellikle geliş­ mekte olan tütün ticareti ile uğraşan tüccarları ile tanışma ola­ nağı sağlamıştır. Smith, en önemlisi tüm alanlarında ticaretin ilke ve doğasını incelemeye çalışan ve önde gelen bir banker ve tüccar olan Andrew Cochrane tarafından kurulmuş olan Politik İktisat Kulübü başta olmak üzere üç kulübün düzenli bir katılımcısıydı. Smith ilerleyen yıllarda Milletlerin Zenginli­ ği için detaylı bilgi toplarken, bu bilgilerden bazılarını Cochra­ ne'e borçlu olduğunu belirtmiştir. Cochrane ve William Cun­ ninghame, Alexander Spiers, John Glassford ve James Ritchie gibi Glasgow'un önde gelen tüccarları ile yaptığı tartışmalar, reel ticaret dünyası hakkında Smith'e önemli fikirler vermiş olmalıdır. Bununla birlikte, bu noktada, Smith'in serbest ti­ caretin faziletlerine dair inancının kesinlikle bu tüccarlardan kaynaklanmadığını belirtmek gerekir. Bu tüccarların kendi tecrübeleri onların merkantilizmi desteklemeleri sonucunu doğurmuştur. 1 8. Yüzyıl'ın ortalarında Glasgow'daki ticaretin çarpıcı bir şekilde büyümesinin en önemli sebeplerinden biri, Gemicilik Kanunları'nın (Navigation Act) sağladığı koruma olmuştur. Smith'in bu tüccarların birçoğunu serbest ticaret doktrinine yönelttiği bu tüccarlardanJames Ritchie'nin ifade­ sinden anlaşılabilir. Adam Smith Glasgow'dan 1764 yılında Buccleuch Dü­ kü' nün hocası olarak yeni görevine başlamak üzere ayrılmış­ tır. İkili şubat ayında Fransa'ya gitmiş ve Paris'te birkaç gün

45

46

1 2.

BÖLÜM

geçirdikten sonra on sekiz ay kaldıkları Toulouse'a geçmişler­ dir. Başlangıçta yerli halkla ilişkileri ağır olmuş ve günler sıkıcı geçmiştir. Öyle ki, Smith, bir mektubunda 'zaman öldürmek için kitap yazmaya başladığını' belirtmiştir (M 102). Bu durum Milletlerin Zenginliği'ni yazma fikrinin Toulouse'da ortaya çık­ tığını göstermemektedir. Ahlaki Duyguların sonunda Smith, hukuk ve yönetimin genel ilkeleri ile ilgili yeni bir tez oluştur­ ma niyetinden bahsetmiştir (AD 342). Bu tezin hukukla ilgili seminerleri gibi ekonomiyi de yönetimin bir parçası olarak ele alacağı şüphe götürmemiştir. Daha sonraları Smith, yalnızca ekonomi üzerine yazmaya karar vermiş olmalıdır ki, Milletlerin Zenginliği'nin ilk bölümünün ilk versiyonunun Smith'in Glas­ gow'daki son derslerinden önce yazılmış bir metni mevcuttur. Glasgow tüccarlarından olan John Glassford tarafından 1764 yılının sonlarına doğru Fransa'daki Smith'e gönderilen mektup da 'Glasgow'da çok iyi gitmekte olan yararlı çalışmasının de­ vam ettiğine' dair ümitleri belirtmektedir. Birkaç ay sonra Smith Fransızları tanımaya ve Fransızcayı daha iyi konuşmaya başladı. Buccheuch Dükü'nün küçük kar­ deşi Hew Scott sonbaharda onlara katıldı. Grup, Güney Fran­ sa'da birçok yeri gezdikten sonra 1 765 yılının Ekim ayında iki ay geçirecekleri Cenevre'ye hareket etti. Cenevre'de Dr. Tron­ chin Smith'i, aralarında Smith'in sonradan beş ya da altı kez karşılaşacağı Voltaire'in de olduğu tüm önemli kişilerle tanış­ tırdı. Smith Voltaire'e sadece fanatiklerin belalısı olarak değil, }'azar olarak da büyük saygı beslemiştir. Voltaire'in tragedya­ larına karşı aşırı bir hayranlığı olan Smith'in Voltaire'in ada­ letin sözcüsü olarak yaptığı hizmetleri takdir etmek için haklı nedenleri olmuştur. Ahlaki Duyguların son baskısında Smith, 1 762'de Toulouse'da oğlunu öldürmek suçuyla yargılanan ve

HAYATI

haksız yere idam edilen bir Protestan olanJean Calas'ın mah­ kemesini dokunaklı bir biçimde anlatmaktadır. Voltaire'in protestoları davanın 1765 Martı'nda yeniden incelenmesi ve bunun sonucunda kararın değişmesinde önemli rol oynamış­ tır. Bu sonuç şehrin insanları tarafından hoş karşılanmamıştır ve Smith, Toulouse'da kaldığı dönemde konu hakkındaki sert tartışmaya şahit olmuştur. Smith ve genç öğrencileri Cenevre'den sonra, 1766 yılının başlarında Paris'e geçmişler ve burada ekim ayının sonuna kadar kalmışlardır. Paris'te grubun sosyal hayatı Toulouse'da ne kadar sıkıcıysa o kadar yoğun olmuştur. Paris'te bulunan İngiliz yüksek sosyetesi bir politikacının üvey oğlu olan genç bir dükü arasına almıştır. Smith ise İngiltere'nin Paris elçili­ ğindeki görevinden henüz ayrılmış olan Hume ile arkadaşlığı sayesinde İngiliz ve Fransız ileri gelenlerinin arasında ken­ dine yer bulmuştur. Hume gibi Smith de Paris'in okuryazar hanımefendileri arasında oldukça popüler olmuştur. Bu hanı­ mefendilerden biri olan oyuncu ve başarılı romancı Madam Riccoboni, David Garrick'e yazdığı mektuplarda Smith'den de bahsetmiştir. Bir aktris ve roman yazarı olan Bayan Riccoboni, David Garrick'e gönderdiği mektuplarda onun hakkında şöy­ le yazıyordu: "Bay Smith'ten hoşlanıyorum, ondan çok hoşla­ nıyorum. Öyle dilerim ki, şeytan bizim tüm yazın insanları­ mızı ve filozoflarımızı alır, ama onu bana geri getirir:' "Moral ve pratik bir filozof göreceksiniz; bizimkilerin katılığının tam aksine, güzel ve neşeli." Bay Smith'in dalgınlığı hakkında da, "O dünyanın en dalgın kişisi; fakat en hoşlarından birisi:' Salonların yanı sıra Smith Paris'teki tiyatrolara da düzenli olarak gitmekteydi. Fakat Smith daha ciddi işler için de zaman ayırıyordu. Smith, fizyokratlar olarak da bilinen bir Fransız

47

4'

1

2.

BÖLÜM

ekonomistler grubunun toplantılarına düzenli olarak katılmış­ tır. Bu grubun lideri olan Quesnay, Fransa kralının doktorla­ rından biridir ve grup genellikle Quesnay'nin Paris'teki ya da Versay'daki dairelerinde toplantılarını yapmıştır. Fizyokratlar tarımın milli zenginliğin tek kaynağı olduğunu ve sadece ta­ rımın üretim masraflarının üzerinde bir gelir getirdiğini ve diğer üretim yöntemlerinin tarım ürünlerini kullanarak onları tüketilebilir mallara dönüştürdüğünü savunmuştur. Bu sebep­ le, fizyokratlara göre, hükılmet politikaları, merkantilistlerin savunduğu gibi üretim ve ticarete değil, tarıma öncelik ver­ melidir. Grubun genç üyelerinden olan Dupont de Nemours daha sonra Turgot'nun çalışmalarını derlemiş ve notlarından birinde Adam Smith'den Quesnay'nin Paris grubundaki öğ­ rencilerinden biri olarak bahsetmiştir. Smith hiçbir zaman Quesnay'nin öğrencilerinden olmamıştır. Onun ekonomik düşünce konusundaki prensipleri Paris'e gelmesinden çok daha önce şekillenmiştir. Bu prensipler; serbest ticareti ve bir ülkenin gerçek varlığının para değil mallar olduğu görüşünü içermiş ve bu açıdan fizyokratların merkantilizme yönelttiği eleştirilerle paralellik göstermiştir. Fakat bu görüşlerin kaynağı Qµesnay değil; olsa olsa Hutcheson ya da Hume'dur. Şüphesiz ki Smith, Fransız ekonomistlerinden tıpkı onların kendisinden olduğu gibi bir şeyler öğrenmeye hazırdı. Fizyokratların tarıma çok büyük önem veren temel ilkelerine katılmamakla beraber, Smith, onlar hakkında iyi düşünceler taşımış ve Milletlerin Zen­ ginliği'nde fizyokratların sisteminin 'belki de ekonomi politik konusunda yayınlanmış fikirler içinde gerçeğe en yakın olanı' ( 678) olduğunu belirtmiştir. Smith Quesnay' ye kişisel olarak büyük saygı beslemiş ve Milletlerin Zenginliği'ni ilk olarak ona ithaf etmeyi düşünmüş, fakat kitap tamamlandığında Quesnay vefat etmiş olduğundan bu mümkün olmamıştır.

HAYATI

Smith'in Quesnay için beslediği sıcak duyguların tek kay­ nağı ekonominin ortak ilgi alanları olması değildir. Buccleuch Dükü ve küçük kardeşi hastalandığında Quesnay, Smith'in isteğini geri çevirmemiş ve her ikisinin de özel doktoru ol­ mayı kabul etmiştir. Dük yakalandığı hummadan kurtulma­ yı başarmış, fakat kardeşi ekim ayında vefat etmiştir. Smith genç adamın başucundan nadiren ayrılmıştır. Quesnay'nin ve İngiliz elçiliğindeki doktorun yardımlarına ek olarak, Smith, Cenevre'deki eski dostu Tronchin'den de yardım istemiş, fakat tüm çabalar boşa çıkmıştır. Smith'in öğrencilerinin kız karde­ şi Leydi Frances Scott'a yazdığı mektuplar; tıpkı haberleri en uygun gördüğü Şekilde annesine verebilmesi için üvey babası yerine kız kardeşe yazması gibi, endişesinin ve dikkatinin ol­ dukça duygusal ifadesidir. Hew'in ölümü Paris günlerini sona erdirmiş ve Smith ile Buccleuch Dükü 1766 yılının kasım ayında, Hew'in naaşı ile birlikte Londra'ya dönmüştür. Döndükten birkaç ay sonra Smith, annesinin Kirk­ caldy'deki evine geri dönmüştür. Smith burada kesintisiz ola­ rak kitabı üzerinde çalışarak 1 773 yılına kadar kalmıştır. Kitabı bu tarihten çok daha önce tamamlamayı umut etmiştir. Şubat 1 770'te Hume tarafından yazılan bir mektup, Smith'in kitabı yayınlatmak için Londra'ya gitmek üzere olduğundan bahset­ mektedir. Aslında Smith Londra'ya 1773 yılının nisan ayında gitmiş ve kitabın düzeltmeleri de bundan sonra onun üç yılını almıştır. Yine de Londra yılları sadece kitabın düzeltmeleri ile geçmemiştir. Bu dönemde Smith, İskoç arkadaşları ile İngiliz Kahvehanesi'nde bir araya gelmiş ve Sör Joshua Reynolds, Edward Gibbon, Edmund Burke, Sarnuel Johnson ve onun gölgesi Jarnes Boswell, oryantalist Sör William Jones ve Da­ vid Garrick gibi seçkin bir İngiliz grubu ile de Edebiyat Kulü-

49

50

2.

BÖLÜM

bü'nde bir araya gelmiştir. Kulüpteki arkadaşlarının Smith'in sohbetlerini Paris'in okuryazar leydilerinin tam tersine, canlı değil öğretici buldukları görülmektedir. Belki de Smith, geçen yıllarda sıkıcı biri olup çıkmış ve kitabında uğraştığı mater­ yal konuların ağırlığıyla ezilmiştir. Belki de elimizdeki resim gerçeği yansıtmamaktadır; zira bütün bilgilerin kaynağı, o za­ manlar eski hocasına olan düşkünlüğünü kaybetmiş, aleni bir inançsız olan ve Johnson'la ilişkileri soğuk olan Boswell'dir. Adam Smith'in Londra'daki günlerinin daha inanılır bir tasviri Benjamin Franklin tarafından yapılmıştır. Franklin; Smith'in Milletlerin Zenginliği'nin her bölümünü kendisine, Richard Price'a (ahlak filozofu ve maliye teorisyeni) ve diğerlerine okuduğunu, kendilerinin eleştirilerini sabırla dinlediğini ve gereken düzeltmeleri yapıp onlara geri getirdiğini belirtmiş­ tir. Smith; bu ülkedeki gözlemleri ve Quesnay, Turgot ve di­ ğer fizyokratlara olan arkadaşlığı sonucunda Fransa hakkın­ da önemli bilgiler toplamış, Franklin sayesinde ise Amerika hakkında bilgi sahibi olmuştur. Buna karşın, bir mektubunda, Richard Price'ı oldukça adaletsiz bir biçimde, 'hizipçi bir va­ tandaş, sığ bir filozof ve yeteneksiz bir hesap adamı' (M 290) olarak gözden çıkarmıştır. Milletlerin Zenginliği nihayet 9 Mart 1 776'da ortaya çıktı. Kitap ani ve yankı uyandıran bir başarıya ulaştı. Smith'in arka­ daşları kitabın faziletine ilişkin övgülerini büyük ölçüde açığa vurmaktaydılar; ancak böylesine öğretici ve karmaşık bir kita­ bın popüler olma ihtimalinin bulunmadığını düşünüyorlardı. Yanıldılar. Orijinal baskı altı ay içerisinde tükendi. Gibbon'un Roma İmparatorluğu'nun Yükselişi ve Düşüşü adlı çalışmasının ilk cildi birkaç hafta öncesinde aynı yayıncı tarafından piyasa­ ya sürülmüştü. Hume, hem Smith'e hem de yayıncı Strahan'a,

HAYATI

her iki kitabın da mükemmel olmasına rağmen Smith'in ki­ tabının çok fazla düşünce gerektirdiğinden Gibbon'ın kitabı kadar popüler olmasının mümkün olamayacağını söylemiştir; fakat Gibbon'ın kendisi Milletlerin Zenginliği'nin beklentilerin üzerinde satmasının sebebini açıklamıştır: 'en derin fikirler en yalın dille ifade edilenlerdir: Kitap oldukça karmaşık bir dü­ şünceler örgüsü sunmakla birlikte, bu düşünceleri dikkat çeki­ ci bir sadelikle, somut örneklerle ve akılda kalan özdeyişlerle ortaya koymaktadır. İktisatçıların bugün iktisat bilimini aynı maharetle sunabilmeleri hiç de kolay değildir. Hume'un Milletlerin Zenginliği'ne ilk tepkisi, Ahlaki Duy­ gular'la ilgili olan mektubu kadar eğlenceli olmasa da, ilk keli­ melerinin sıcaklığı ve samimiyeti yüzünden alıntılanmayı hak etmektedir. Her ne kadar Hume ekonomi üzerine bir kitap yazmamış olsa da, konuya yapmış olduğu katkılar onun felse­ fe öğrencilerinin aşina olduğu aynı keskin zekayı ortaya koy­ maktadır. Mektubunun ilk iki kelimesi birbirine paralel olma­ yan bir coşkunun ifadesidir. ilk kelime Yunanca, ikinci kelime ise Latincedir ve '.Aferin! Harika!' anlamına gelmektedir. Aferin! Harika ! Sevgi li Bay Smith, performansınızdan çok memnun kaldım kitabınızı dikkatle inceledikten sonra büyük bir endişeden kurtuldum. Kitapla ilgili sizin, arkadaşları nızın ve halkın o kadar büyük bek­ lentileri vardı ki, ortaya çıkışı beni endişeden titretti, fakat şimdi rahatladı m. Kitabın okunması çok fazla dikkat gerektirdiğinden ve toplu m u n da çok fazla dikkati olmadığından kitabın en popüler eser olaca­ ğına dair hala bazı şüphelerim var ama kitap derin­ liğe, sağlamlığa ve keskinliğe sahip ve öyle merak uyandırıcı olguları ortaya koyuyor ki, toplumun dik­ katini çekmek zorunda (M 186).

51

52

1

2. BÖLÜM

Hume ve Smith çok uzun bir dönemdir çok yakın arkadaş idiler. Smith, Hume'a dünyadaki herhangi bir insandan daha çok hayrandı. Felsefe, iktisat ve daha önemlisi, her ne kadar Hume kadar açık konuşmasa da, din konusunda Smith Hu­ me'dan çok şey öğrenmiştir. Smith, Hume'u çağının en büyük felsefecisi olarak görüyordu ve ahlak teorisine ilişkin bazı nok­ talarda farklı düşüncelere sahip olmalarına karşın Hume'un karakterini ve davranışlarını ahlaki iyiliğin mükemmele yak­ laşmasının bir örneği olarak düşünürdü. Milletlerin Zenginliği 1776 baharında yayınlandığında Hu­ me'un sadece birkaç aylık ömrü kalmıştı. Midesindeki bir rahatsızlık yüzünden gittikçe güç kaybetmişti ve sonuçta 25 Ağustos'ta vefat etti. Hume, Doğal Din Üzerine Diyaloglar adlı eserinin ölümünden hemen sonra yayınlanması konusunda oldukça endişeliydi ve Smith'i kitabın yayınlanmasını sağla­ ma konusunda sorumluluk almaya güçlükle ikna edebildi. Smith'in bu konudaki gönülsüzlüğü kitabın yayınlanmasının kendisi açısından doğuracağı nahoş sonuçlarla ilgili endişe­ den değil; ilahiyatçıların nefretinin Hume'un itibarını leke­ lemesinden duyduğu samimi endişeden kaynaklanmaktaydı. Bu süreçte Smith, çok farklı bir sebepten saldırıya uğradı. Hume ölümünden sonra yayınlanmak üzere kısa bir otobi­ yografi yazmıştı. Smith, Hume'un ölüm karşısındaki cesareti ve olumluluğundan o kadar etkilenmişti ki; otobiyografiye Hume'un son günlerinin kısa bir hikayesini ve Lucian'ın Ölüle­ rin Diyalogları'ndan ilham alan ve Hume'un klasik mitolojide ruhları Styx Nehri üzerinde taşıyan kayıkçı Charon ile arasın­ da geçen konuşmayla ilgili aşırı espirili bir masalı da eklemeye karar verdi. Smith yazdıklarını; Platon'un ustası Sokrates'in ölüm karşısındaki duruşu ile ilgili tahminini taklit eden bir

HAYATI

cümleyle sona erdirdi. Smith, Hume'un 'mükemmel derecede akıllı ve erdemli bir insan fikrine insan zaaflarının doğasının elverdiği ölçüde yaklaştığını' (M 221 ) düşündüğünü belirtti ve geleneksel Hıristiyanlar bunu şaşkınlıkla karşıladı. Bir ate­ ist nasıl mükemmel derecede erdemli olabilirdi? Bunlara göre, Smith, Hume örneği ile ateizmin ölüm korkusuna karşı koru­ ma sağladığını söyleyerek ateizmi övüyordu. Smith bir mektu­ bunda esefle bu yorumları kınamıştır: Rahmetli dostumuz Hume'un vefatı ile ilgili yazmış olduğum ve zararsız olduğunu düşündüğüm tek bir parça kağıt beni Büyük Britanya'nı n ticaret sistemi hakkında yaptığım eleştiriden on kat daha fazla sal­ dırıya gark etti (M 251).

Buna karşın, Dük ödemenin koşulsuz olduğunu söyleye­ rek devam etmesi için ısrar etti ve Smith son yıllarını Edinbur­ gh'da oldukça zengin bir adam olarak geçirdi (Gelirinin büyük bir kısmını gizlice hayır işleri için kullandı.). Canongate'de gü­ zel bir ev satın aldı ve annesi ile kuzeniJanet Douglas'ı kendi­ siyle yaşamaları için Kirkcaldy'den Canongate'e getirdi. Daha sonra Smith,Janet'ın yeğenlerinden biri olan David Douglas'ı da yanına aldı ve David'i kendi varisi yaptı. Gümrük Komiser­ leri Kurulu yılın büyük çoğunluğunda haftada dört kez top­ lanırdı ve Smith, bu toplantılara 1782 ve 1787'de Londra'ya yaptığı iki ziyaret dışında düzenli olarak katıldı. Arkadaşları Smith için her zaman çok önemli oldu. Pazar yemekleri her zaman arkadaşlarına açıktı ve cuma günleri de kendisi ve önemli iki bilim adamı olan ve sonraları da onun yazı işlerinde sorumlu olacak olan Joseph Black ve James Hutton tarafından kurulan İstiridye Kulübü'nde akşam yemeğini yerdi. Kulübün ismi üçünün de birer gurme olduğu intibasını yaratabilir, fakat

SJ

54

2. BÖLÜM

üçü de yemek ve içkiden çok sohbetle ilgiliydi. Black vejetar­ yendi, Hutton içki içmezdi, Smith ise en çok kesme şekeri se­ verdi. Pazar yemeği partilerinde Bayan Douglas, bir süre sonra şeker kasesini Smith'ten korumak için kucağına saklardı. 1787'deki Londra ziyareti sırasında Smith, Milletlerin Zen­ ginliği'nin büyük hayranı ve Smith'in serbest ticaret prensip­ lerinin ateşli savunucusu genç Pitt'le oldukça sık görüştü. İlk karşılaşmalarında, Smith'in gelmesi üzerine orada bulunan­ ların ayağa kalktıkları, Smith oturmalarını söylediğinde ise Pitt'in 'biz ancak siz oturduğunuzda otururuz, çünkü hepimiz sizin öğrencileriniziz: dediği söylenir. Smith, Pitt'i daha iyi tanıdıkça onun bu hayranlığına karşılık vermiştir. Başka bir hikayeye göre, birlikte katıldıkları bir yemek davetinde Smith Pitt'in 'çok olağanüstü bir adam olduğunu ve fikirlerini kendi­ sinden bile daha iyi anladığını' söylemiştir. Pitt Milletlerin Zenginliği'ni herkesten daha fazla takdir etmiş olsa da, eser diğerleri üzerinde de önemli etkiler yaratmıştır. Lord North 1777 ve 1778 bütçelerine Adam Smith tarafından tavsiye edilen yeni vergiler eklemiş, Smith 1778'de hükümete Amerika politikası konusunda danışmanlık yapmış ve 1779'da da İrlanda ile serbest ticaret yapma teklifini hazırlamıştır. Kita­ bın yenilenmiş ikinci baskısı 1778'de, genişletilmiş üçüncü bas­ kısı 1784'te, dördüncü ve beşinci baskıları ise 1786 ve 1789'da yayınlanmıştır. Bu sırada kitap, Almancaya, (üç farklı versiyo­ nuyla) Fransızcaya, Dancaya ve İtalyancaya çevrilmiştir. Smith'in hayatının son aylarını Ahlaki Duyguların Teorisi isimli ilk kitabının genişletilmiş bir versiyonunu hazırlamaya harcadı. Aynı zamanda iki çalışma üzerinde de meşgul oldu­ ğunu söylüyordu; bunlardan biri 'felsefe' ve edebiyatın 'felsefi tarihinin bir kronolojisi' (hiç kuşkusuz bu terimleri içerisin-

HAYATI

de bilimleri de içermekteydi), diğeri idare ve hukukun tarihi ve teorisinin bir kronolojisi idi (M 287). Smith, bu çalışma­ larla ilgili verilerin çoğuna zaten sahip olduğunu ve yazım aşamasında da önemli bir mesafe kat ettiğini söylemekteydi. Bununla birlikte, bu kitapları hiçbir zaman bitirememiş ve ölümünden bir hafta önce Felsefi Konular Üzerine Denemeler adı altında daha sonra basılacak olan bazı küçük parçalar hari­ cinde 1 6 bölümden oluşan tüm el yazmalarını Black ve Hut­ ton'dan yakmalarını talep etmiştir. Kalan parçalar ve 1 762-63 döneminde belagat ve edebiyat üzerine verdiği derslerin not­ ları bu çalışmalardan ilkinin nasıl olacağına dair, hukuk notları ise ikinci proje ile ilgili bazı fikirler vermektedir. Fakat hukuk notlarının son kısımları Milletlerin Zenginliği ile karşılaştırıl­ dığında, kitapların eğer tamamlanabilseydi, orijinal notlardan çok daha üstün eserler olacağı görülebilir. Adam Smith 1 790 yılında, 67 yaşında hayata gözlerini yum­ du. Smith on iki yıl yaşamış olduğu Edinburgh'daki evinden çok uzakta olmayan Canongate kilise mezarlığına defnedildi. Mezarı basit bir anıtın altındadır ve mezar taşında şunlar yazar: Burada Ahlaki Duygular Teorisi ve Milletlerin Zenginlifjtnin yazarı Adam Smith yatıyor. &&& s

Haziran 1723'te doğdu

17 Temmuz 179o'da öldü.

55

3 ETİ K

HLAKİ DUYGULAR1IN (MORAL SENTIMENTS) İLK BÖ­ iümünün başlığı "Sempati �zerine" iken� Milletlerin . Zenginliği'nin ilk bölümü "iş Bölümü Uzerine"dir. Her iki eserde de bölümlerin isimleri Adam Smith'in en fazla önem verdiği değerlerin göstergesidir. Ahlaki Değerler Teori­ si'nin ana konusu ahlaki yargıların doğasıdır ve Smith'e göre, ahlaki yargılar sempati üzerine kurulmuştur. Milletlerin Zen­ ginliği adlı eserin konusu ise ekonomik büyümedir ve Smith'e göre ekonomik büyümenin temeli işbölümüdür.

A

SEMPATİ

Birçok 1 9. Yüzyıl düşünürünün yapmış olduğu gibi, Adam Smith'in ilk eserinin sempatiyi ahlaki davranışların tetikle­ yicisi olarak gördüğünü düşünmek bir hata olur. Sempatinin eserdeki rolü, ahlaki yargıların, başka bir deyişle, bir davranışı tasvip etme ya da etmeme durumunun kaynağını ve doğasını DAVI D RAPHAEL 1 ADAM SMITH

57

si

3 . BÖLÜM

açıklamaktır. Bu amaçtan hareketle, Smith, "sempati" kelime­ sini alışılagelmişin dışında bir biçimde kullanmış ve başkaları­ nın duygularını paylaşmanın ötesinde, insanların birbirlerinin duygularını paylaştıklarının farkında olmaları durumu olarak tanımlamıştır. Bir felsefecinin bir kavramı genel kullanımı dı­ şına çıkarıp ona özel bir anlam yüklediğinde sık sık yaşandığı üzere, Smith bazen kendi tanımlamasını unutup kelimenin asıl anlamına geri döner, fakat yine de genel olarak bu kavram­ la ne yaptığı konusunda yeterince açıktır. Smith kendi sempati kavramını iki farklı tür ahlaki yargı ya da tasvip biçimini açıklamak için kullanmaktadır. Bunlardan ilki, bir davranışın 'uygunluğuna' dair, başka bir deyişle, onun doğru ya da yanlış olduğuna dair yargıdır. İkincisi ise, bir dav­ ranışın erdemliliği ya da erdemsizliğine dair ya da bir davranı­ şın övgüyü ya da yergiyi, ödülü ya da cezayı hak ettiğine dair yargıdır. Smith'e göre, bir davranışın tasvip edilip edilmeyece­ ği, yani onun doğru ya da yanlış olduğuna dair yargı, davranı­ şın sebeplerine duyulan sempati ile ilişkilidir. Smith'in bu dü­ şüncesini basit bir örnekle açıklamak mümkündür. Örneğin, Alma Goodheart'ı yaşlı bir hanıma karşıdan karşıya geçmesi­ ne yardım ederken görürsek, onun kibarlığına sempati duya­ rız ve sonuç olarak bu davranışın doğru olduğunu düşünürüz. Onun yerinde olsak aynı şeyi yapacağımızı düşündüğümüz­ den bu davranışın doğru ve uygun olduğu yargısına varırız. Bu davranışın övgüyü hak ettiğine dair ikinci bir değer yargısı ise yaşlı hanımın minnet duygusundan kaynaklanır. Diğer yan­ dan, Ira Grumpy'nin bir kediyi tekmelediğini gördüğümüzde ise, Ira'ya sinirlenirken, tekmelediği kediye sempati duyarız. Bu durumda, davranışın yanlış olduğunu düşünürüz ve ceza­ landırılması gerektiğine dair bir değer yargısına varırız.

ETİK

Smith'in ortalama bir izleyicinin kibarlık karşısında sem­ pati duyacağını söylerken asıl kast ettiği, izleyicinin kendini hem davranış sahibinin hem de davranışın muhatabının yeri­ ne koyarak onların ne hissettiğini anlayacağı ve böylece kibar davranışı takdir edeceğidir. Aynı şekilde, bir davranışa antipati duyma durumu da yine kişinin kendini davranış sahibinin ye­ rine koyması ve aynı durumda kendisini daha farklı davrana­ cağını düşünmesi ile ilgilidir. Bu örneklerden hareketle, Adam Smith'in sempati kavramının hayal gücünü kullanma ile ilgili olduğu görülebilir. Bir davranışı onaylayıp onaylamayacağı­ mızı belirleyen sempati duygusu sadece davranışın sahibi ve muhatabının duygularını ve sebeplerini anlamakla değil; o ki­ şilerin yerinde olduğunuzda ne hissedeceğiniz ya da kendinizi o kişilerin yerine koyarak ulaşılan bir farkındalık durumudur. Smith'e göre, sempatiden kaynaklanan iki onaylama yar­ gısı da açıkça mantıklıdır. Diğerlerinin duygularının kendisi­ ninkiler ile örtüştüğünü fark eden bir gözlemci, dolayısıyla, o duyguların içinde bulunduğu duruma uygun düştüğünü dü­ şünmek zorundadır. Bana verilen zarardan nefret eden ve benim de onun gibi nefret ettiğimi gözlemleyen bir insan, dolayısıy­ la beni m nefretimi de onaylar. Beni m acıma a nlayış gösteren birisinin duyduğum üzüntün ü n mantıklı ol­ duğunu düşünmek dışında bir seçeneği olamaz. Aynı şiire ya da resme tıpkı beni m gibi hayran olan birisi beni m hayranlığımın haklılığına da kabul etmek zo­ rundadır (AD 16).

Sempati, toplumsal bir bağ oluşturur. Bu, sempatinin en genel anlamı olan şefkat durumunda da geçerlidir. Bir kişi diğerinin hüznüne ya da ihtiyaçlarına şefkatle yaklaştığında,

59

6o

3. BÖLÜM

onu rahatlatmak ya da ona yardım etmek ister. Bir eylemin motivasyon kaynağı olarak işlev gören bu tür bir anlayış birey­ lerdeki başkalarının yükünü paylaşmaya yönelik sorumluluk duygusunu güçlendirir. Adam Smith'e göre sempati, farklı bir sosyalleşme aracıdır. Hemen hemen tüm bireyler, diğerlerinin onayını alınca rahatlarken, herhangi bir kınama durumunda rahatsızlık duyar. Diğerlerinin bizim davranışlarımıza karşı kendilerini bizim yerimize koyarak anlayış geliştirdiklerini tecrübelerimiz sonucunda öğreniriz. Eğer kendi doğal tep­ kilerimiz toplumun ortak değerlerinden farklılık gösterirse, toplumun kınaması ile karşılaşırız. Dolayısı ile diğerlerinin onayını kazanmak için normlara uyma eğilimi hissederiz ve davranış ve tepkilerimizi bu eğilime göre şekillendiririz. Gözlemci ile gözlenenin aynı duruma vereceği tepkiler farklılık gösterir. Bu farklılıkların kaynağı, bireylerin doğal yapılarının farklı olması olabilir. Bunun yanı sıra, tepkilerdeki farklılıkların bir kaynağı da hayal gücüne dayalı anlayış geliş­ tirme sürecinin kendisidir. Her ne kadar hayal etmek bizim diğerleri ile kendimizi özdeşleştirmemizi sağlasa da, hiçbir zaman esas tecrübenin yerini tutamaz ve bir duygunun hayal etme süreci ile yeniden üretimi duygunun kendisine eşdeğer olamaz. Bir olayın birincil kişisi bu duru m u n farkında olsa da, karşı taraftan daha fazla anlayış bekler. Fakat kişi bu isteğine, ancak anlayış konusundaki beklentilerini düşürerek izleyicilerin anlayış gösterme kapasitele­ rine yaklaşarak ulaşabilir. Onların hissettikleri kaçı­ n ı l maz olarak her zaman bazı açılardan kişinin kendi duygularından farkl ı olaca ktır. Bu duyguların birbi­ rine yaklaştırılma çabası topl u m u n ahenginin sağ­ lanması açısından yeterlidir. Duygular hiçbir zaman

ETİK

tamamıyla aynı olmayacaktır, ancak bu duyguları paralel hale getirme çabası yeterli olacaktır (AD 22).

1 ,,

Duygularının olayın birincil kişisinin duygularından farklı olduğunun gözlemci de farkındadır. Anlayışın sosyalleştirici eğilimleri gözlemciyi de etkiler ve gözlemci de duygularının birincil kişinin duygularına yaklaşması için çaba gösterir ve hayal gücünü bu amaç için kullanır. Her iki tarafın da duygularını birbirine yaklaştırma çabası iki farklı meziyeti ortaya çıkarır: kendine haklın olmak ve duyarlı­ lık. Smith'in kendi etik doktrini içinde kendine haklın olma me­ ziyetinin önemi büyüktür. Bu durum, onu büyük ölçüde etkile­ yen Stoacı etik anlayışından ve Epiktetus'un öğretilerinden ileri gelmektedir. Epiktetus, sonradan özgürlüğüne kavuşan ve ha­ yatın wrluklarına sabırla ve duygularına haklın olarak katlanan ve Roma İmparatorluğu döneminde yaşanuş Yunan bir köledir. Ahlaki Duygular Kuranu'nda, öğretilerinin bazılarını kabul edi­ lemez olarak gördüğü halde, Smith'in Stoacı etikten oldukça et­ kilendiği görülebilir. Smith'in etik anlayışının Hıristiyanlıktan çok Stoacılara yakın olduğunu söylemek mümkündür. Smith, iki etik anlayışını bir araya getirdiğini savunmuştur. Komşumuzu kendimizi sevdiğimiz gibi sevmek H ı ris­ tiyan l ığı n büyük kanunu ise, kendimizi sadece kom­ şumuzu sevdiğimiz gibi sevmek ya da aynı şekilde, komşumuzun bizi sevebildiği kadar sevmek doğanın büyük gerekliliğidir (AD 25).

TARAFSIZ GÖZLEMCi

Bu noktaya kadar, Smith'in başkalarının davranışlarını değer­ lendirme hususunda kullandığı ahlaki yargılardan bahsettik.

62

3 . BÖLÜM

Peki ya kendimizle ilgili değer yargılarımız? Smith'in bu so­ ruya vereceği cevap, onun etik teorisinin en orijinal ve en gizli kısmıdır. Smith'e göre; kişinin kendi davranışlarını onaylama­ sı ya da kınaması, kendini bir gözlemcinin yerine koyması ile mümkündür. Diğerlerinin bir davranışımızı kınayacaklarını düşündüğümüzde, o davranıştan kaçınma yoluna gideriz. Başka bir deyişle, vicdani yargılar, yani kişinin kendi eylemle­ riyle ilgili yargıları, ilk etapta toplumun yargılarının bir yansı­ masıdır. Smith'e göre, toplum, kişinin vicdanının bir aynasıdır. İ nsa n ı n, kendi türüyle etkileşi m içinde olmadan, kendi karakterini, eylem ve duygularının değerin i ya da değersizliğini, aklının ya da yüzünün güzelliğini düşünmesi ve olgunlaşması tek başına mümkün de­ ğildir. Tüm bunlar bireyi n yalnız başına kolay kolay göremeyeceği özell i klerdir... İ nsa noğlu ancak toplum içinde tüm bunları görüp değerlendirebileceği bir ay­ naya sahip olur (AD 110). Bizler, kendi davranışlarımızın gözlemcisi olduğumu­ zu farz ederiz ve bu davranışların kendi üzerimizdeki etkilerin i anlamaya çalışırız. Bunu yapmak, kendimizi başkaları n ı n gözünden görebilmemizi ve davranışla­ rımızın uygunluğunu değerlendirebilmemizi sağlaya­ cak tek yoldur (AD 112).

Eğer Smith bu noktada dursaydı, teorisi oldukça basit olurdu. Gözlemciler hata yapabilir, bazı gerçeklerin farkında olmayabilir ya da saikleri yanlış anlayabilirler. Kişinin vicdanı, ona bazen toplumsal normlara aykırı davranmasını öğütleye­ bilir. Bunun sebebi, Smith'e göre, bireyin duyguların üzerinde etkili olan tüm gerçekleri gözlemcilerden daha iyi bilmesidir. Tabii birey bu gerçekleri kendi çıkarına göre yorumlayabilir. Bu nedenle, kendi davranışlarımızı değerlendirirken uygula-

ETİK

nacak en iyi yöntem olaylara tarafsız bir gözlemci olarak baka­ bilmektir. Kendimizi kandırmaktan ancak kendimize başkala­ rının gözüyle bakarak kurtulabiliriz. Smith'e göre, kendimizle ilgili değer yargılarına ancak bütün gerçekleri bilen ve olaylara birincil olarak ilgisi olmayan tarafsız bir gözlemcinin bakış açısı ile ulaşabiliriz. Eğer bir davranışımızın bu tarafsız göz­ lemci tarafından onaylanacağı kanısına varırsak, bu davranışın uygun bir davranış olacağı sonucuna ulaşırız. Ahlaki Duygular Teorisi üzerine çalışmaları olan Robert Burns şu dizelerinde Smith'in kendimizi başkalarının gözüyle görebilmemiz konu­ sundaki fikirlerini dile getirmektedir: Kendimizi başkaları n ı n gözünden görebilmek Tanrı'nı n bize verdiği ne büyük bir hediyedir.

Bu dizelerdeki dini motifler Smith'in tarafsız gözlemci ko­ nusundaki fikirlerinde de görülebilir. Smith, pek çok kez, do­ ğayı insanın ahlaki becerilerinin kaynağı olarak göstermiştir fakat bunu yaparken zaman zaman teolojiden de yararlandığı görülebilir. Doğan ı n hikmet sahibi Yaratıcısı insana kardeşleri­ nin duygu ve yargılarına saygı duymayı öğretmiştir. O, insa n ı insanın yargıcı yapmış ve bu şekilde, diğer yarattıkları gibi, onu da kendinin bir yansıması ola­ rak yaratmıştır. Ve insanı, kardeşlerinin davranışlarını denetlemek üzere, yeryüzündeki elçisi yapmıştır (AD 128-30).

Bu dini motifler, Smith'in insan doğasını incelerken bu­ günlerde ampirik psikoloji denilen yöntemden vazgeçtiği an­ lamına gelmez. Smith'in Hıristiyanlığı kabul etme konusunda,

6J

'4

3. BÖLÜM

Hume'unki kadar olmasa da bazı şüpheleri olduğunu gösteren ve Ahlaki Duygular'ın bazı bölümlerini de içeren kanıtlar mev­ cuttur. Diğer aydınlanma düşünürleri gibi Smith de doğanın tanrının varlığını ispatlayacak yeterli kanıtı bizlere sunduğunu düşünmektedir. Smith'in doğa ile ilgili fikirleri ilahiyattan alıntılara ihtiyaç duymayan bilimsel bir çalışma olarak düşünülebilir. Hem etik anlayışında, hem de ekonomik teorisinde Smith, teolojik de­ ğil, bilimsel açıklamalarla ilgilenmiştir. Buna karşın, doğanın tanrının yarattığı bir ürün olarak ortaya konması hem Smith, hem de onun okuyucuları için daha ikna edici olmuştur. İn­ sandan insanlığın yargıcı olarak bahsederken kurduğu kanuni mecaz da aynı amacı taşır. Sempati, antipati ve onları takip eden onaylama ve kınama yargıları bir sürecin sonucunda or­ taya çıkmaktadır. Gözlemciler kendilerini mahkemelerdeki yargıçları ya da ilahi yargıcı taklit etmeye şartlamazlar. Fakat davranışlarının sonucu bilinçli yargıçların davranışları ile kar­ şılaştırılabilir. Hem tanrının, hem de toplumun kanunlarını gören bireyler, bunlardan yola çıkarak zamanla kendi değer yargılarını oluştururlar. Smith'e göre, ahlak kuralları tecrübe sonucunda oluşur. Anlayış ve kınama duygularının hangi durumlarda oluştuğu­ nu gözlemleyerek oluşturduğumuz tecrübeler zamanla ilkeler haline dönüşür ve genel geçer hale gelir. Örneğin, ihtiyacı olan insanlara yardım etmek doğrudur, bize zarar vermek isteme­ yenlere zarar vermek yanlıştır, doğruyu ödüllendirip kötüyü cezalandırmak doğrudur. İnsanlar için insan ilişkilerine dair önemli duyguları tanrılarına mal etmek oldukça doğaldır çün­ kü ahlak kuralları kanunlar andırdığından bu kurallar ilahi cezaları gerektiren ilahi kanunlar olarak anlaşılır. Bu ilkeler

ETİK

zamanla kutsal kanunlar olarak algılanılmaya başlar ve Tanrı ahlakın kaynağı olarak kabul edilir. Bu doğal eğilim, ahlaki yargılarda bir otorite gözeten 'felsefi araştırmalar' tarafından sadeleştirilerek monoteist bir inançla sonuçlanmıştır. Bu oto­ rite gözetme eğilimi ayrıca ahlaki yargının Tanrı tarafından bize hayatlarımızı idare etmemiz için gönderildiğine de işaret eder. Bu fikrin son bölümü (AD 165) 1 8. Yüzyıl'ın ilk ahlak filozoflarından olan ve Smith'in hocası Hutcheson'ı da etkile­ yen Piskopos Butler'ın fikirlerini yansıtır SMITH'İN AHLAK PSİKOLOJİSİ

Smith'in teorisi esas olarak, bugünlerde felsefenin değil psi­ kolojinin konusu olan ahlaki yargıların bir açıklamasıdır. 1 8. Yüzyıl anlayışında bu iki disiplin birbirinden ayrı değildi ve tıpkı Hume için olduğu gibi, Adam Smith için de psikolojik izah metodu felsefeye dair meseleleri ele almanın en verimli yolu idi. Bu durumun sonucu olarak; Smith'in ahlaki yargı­ nın psikolojisi ile ilgili teorisi aynı zamanda onun, felsefi bir mesele olan doğru davranışın ölçüsü ile ilgili görüşlerini de belirlemiştir. Bahsi geçen felsefi mesele, doğru olan davranı­ şın hangisi olduğunu belirmede kullanılacak prensibi ya da prensipler bütününü bulmaktır. sorunun ilk anda cezbeden cevabı faydacılık felsefesinin verdiği cevaptır: doğru davranı­ şın en uygun ölçütü genel mutluluğun azami derecede artırıl­ masıdır. Faydacılık felsefesi isminiJeremy Bentham'dan almış olsa da, bu felsefenin özü Bentham'dan çok önce, 18. Ytizyıl'da yeterince dikkat çekmekteydi ve Adam Smith de bu felsefenin çekiciliğinin farkındaydı. Smith, ahlaki davranışların bütün olarak sonuçta genel mutluluğu artırmaya yöneldiğini ve bu­ nun Yaratan tarafından tasarlanan son olduğunu kabul etmeye

65

66

1

3 . BÖLÜM

hazırken; faydanın doğru davranışın tek ölçütü olduğuna dair görüşe karşı çıkmıştır. Smith, uygulamada, fayda düşüncesi­ nin ahlaki yargının oluşmasında ikinci derecede ve küçük bir rol oynadığını savunmuştur. Smith'e göre, bir davranışı onay­ lamamızın esas kaynağı; öncelikle davranış sahibinin niyetine duyduğumuz sempati ve sonrasında da davranışın muhatabı­ nın minnettarlığına duyduğumuz sempatidir. Onayın üçüncü kaynağı ise davranışın genel ahlak kurallarına uygunluğunu fark etmemizdir (ki bu kuralların da kaynağı Smith'in daha önce açıklamış olduğu gibi bu iki sempati türüdür). Dördün­ cü olarak; onaylama, fayda düşüncesinin beraberinde getir­ diği zevk duygusunda dayanak bulabilir. Smith'e göre bu son kaynak aynı zamanda nihai onaylama yargısının oluşmasına en az katkıda bulunan kaynaktır. Smith'in faydacılığa itirazı; uygulamada, neyin doğru ol­ duğuna onun faydasını esas alarak karar vermediğimiz içindir. Eğer etik standartlar sorunu pozitif psikolojiyi, yani kararla­ rımızı nasıl aldığımızı anlamayı ilgilendirse idi, bu itiraz ikna edici olurdu. Fakat sorun; esas olarak normatif bir sorundur ve "Nasıl karar vermeliyiz?" sorusu ile ilgilidir. Buna karşın, Smith'e göre sorunun cevabı yine de uygulamanın kendisin­ den çıkarılmalıdır. Sosyal fayda esas amaç olsa bile, doğa bu amaca sempatinin etkileri sayesinde ulaşır. Kötü muameleyi hak etme kavramının burukluk ve kırgınlıkla karışık sempati­ ye bağlı olduğu görüşünü savunurken Smith şöyle yazmıştır: ... bu sorunun neyin doğru olduğu i le ilgili değil, bir olguyla ilgili olduğunu söylemek mümkündür. Şu anda araştırdığımız şey; mükem mel varlığın kötü davranışları n cezalandırı l ması konusunda onaylaya­ cağı prensiplerin neler olduğu değil; insan kadar za-

ETİK

yıf ve mükemmellikten uzak bir varlığın hangi pren­ sipl e ri onayladığıdır

1

...

İnsanoğlu her ne kadar doğal olarak toplumun iyiliği ve korunmasına dair bir isteğe haiz olsa da, Yaradan, bu amaçlara ulaşmada uygun olacak belli cezaları bulma konusunda onun aklına güvenmemiştir. Yine de insanoğlu, bu amaca ulaşmada en doğru uygulamayı çabuk ve içgüdüsel olarak takdir etme yetisine haizdir (AD 77). Smith'in doğru olanla gerçek olanı birbirinden ayırma metodundaki sorun mükemmellikten uzak insanların ahlaki kararlar verirken sık sık karşılaştıkları gündelik sorunları göz ardı etmesidir. İki iyi (ya da kötü) arasından seçim yapmamızı gerektiren bir ikilemde "çabuk ve içgüdüsel takdir etme yetisi" bizi yarı yolda bırakır. Bu noktada da "Nasıl karar vermeliyiz?" normatif sorusunu sormak isteriz. Smith'in ahlaki yargının standardına ve "ne yapmalıyım?" sorusuna dair cevabı tarafsız gözlemcinin onayı olacaktır. Fa­ kat bu onay yalnızca, tarafsız gözlemcinin bir davranış karşı­ sında sizinle aynı tutuma sahip olup olmadığını gösterecektir. Eğer sizin tutumunuz, her biri seçim için yeterli sebebe sahip ve birbiri ile çatışan iyiler karşısında kararsız kalmak ise, ta­ rafsız gözlemcinin size duyduğu sempatinin karar verme sü­ recinde hiçbir yardımı olmayacaktır. Tarafsız gözlemci sizin olaylara tarafsız bakmanızı sağlayabilir; eğer ilk eğilimleriniz tarafsızlıktan uzaksa ve kendi kişisel çıkarınızdan etkilenmiş­ se, tarafsız gözlemci daha tarafsız bir bakış açısına ulaşmanızı sağlar. Fakat kendinizi olaya taraflı bakmaktan kurtarmışsanız ve hala önünüzdeki seçeneklerin iyi yönleri konusunda karar­ sızsanız, tarafsız gözlemcinin bu durumda bir yardımı olamaz.

67

68

1

3 . BÖLÜM

Tüm bunlara karşılık; tarafsız gözlemci teorisi, vicdanın kaynağının psikolojik bir açıklaması olarak, özellikle, bireyin ahlaki yargılarını toplumunkilerle ilişkilendirme konusunda, oldukça etkileyicidir. Smith'in teorisinin gözlemcilerin onayı­ nın oluşma sürecini açıkladığı ilk aşamasında zayıf kalan bir nokta bulunmaktadır. Smith'e göre; gözlemcinin onayı aynı durumda davranış sahibinin duygularını paylaşacağını fark et­ mesiyle oluşur. Bu açıklama ahlaki açıdan onaylama ile diğer onaylama biçimlerini birbirinden ayırmamaktadır. Onayın temelinin sempati (kendini gözlem sonucu özdeşleştirme an­ lamında) olduğuna dair teorisini ortaya koyarken Smith, bir davranışın uygunluğuna dair yargının ahlaki bir yargı olma­ sının gerekli olmadığını gösteren birçok örnek vermektedir: Benim acıma sempati duyan kişi aynı zamanda benim hüznümün haklılığını da kabul eder. Benimle aynı şi­ ire ya da aynı resme tıpkı benim gibi hayranlık du­ yan kişi, benim hayranlığımın adil olduğunu düşünür. Aynı şakaya, benimle birli kte gülen kişi, kahkahamın uygunluğunu reddedemez..... Sizi ikna eden savlar ben i de aynı şekilde ikna ediyorsa, doğal olarak, sizin ikna oluşunuzu onaylamış olurum (AD 16-17).

Sempati, yani, duyguların ya da görüşlerin örtüşmesinin fark edilmesi, onaylamayı doğurur. Fakat onaylamanın, başka bir deyişle, yerindelik yargısının estetik ya da entelektüel bir yargı değil de ahlaki bir yargı olup olmadığını belirleyen şey nedir? Smith'e göre; ahlaki tasdik durumu sebeplere duyu­ lan sempatiyi gösterir, fakat bu açıklama oldukça geniş gibi görünmektedir. Farz edelim ki, müzik dinlemek isteği ile bir konsere gittiniz. Sizin zevklerinizi paylaşan bir gözlemci bu davranışınızı ve onun sebebini onaylayacaktır. Yine de bu

ETİK

tasdik durumunu ahlaki tasdik olarak tanımlamak özellikle garip olacaktır. Tüm bunlara karşılık, Smith'in yerindelik yargısına dair açıklamasındaki bu zayıflık, onun etik teorisine olan en önemli katkısının, yani tarafsız gözlemci kavramının değerini etkilemez. Bu noktada bir önemi olmasa da, şunu belirtmek gerekir ki; hayali tarafsız gözlemcinin onayı aslında Smith'in daha önceki gerçek gözlemcilerin onayına dair açıklamasına dayanır ve bu sayede hem ahlaki hem de ahlaki olmayan onay­ lar için geçerli olur. Estetik zevklerinin ya da hırslarının aşırı derecede şahsi olmasından rahatsız olan herkes hayali bir ta­ rafsız gözlemcinin yargısına başvurabilir. Gerçek hayatta, bir vicdan egzersizinden bahsettiğimizde, bu tür endişeler ahlaki konular üzerinde yoğunlaşır. Smith'in tarafsız gözlemci kavra­ mı vicdandan daha fazlasını açıklayabilse de, vicdanın psiko­ lojik bir açıklaması olarak değerli olabilir. Smith'in vicdanın kaynağını açıklayış biçimi prensipte Freud'un açıklamasına benzer. Kendi davranışlarımızla ilgili dürüst ahlaki yargılar Smith'e göre, toplumun yaklaşımının bir yansıması olarak aklımızda oluşur ve özellikle çocukluk döne­ minde, ebeveynlerin, öğretmenlerin ve okul arkadaşlarının etkisiyle şekillenir. Akılda oluşan bu bir dizi yaklaşım kişinin kendi planları ve davranışları ile ilgili yargılar oluşturan ikinci bir benlik gibi faaliyet gösterir. Kendi davranışımı i ncelemek için çaba sarf ettiğim­ de, davra nışımla ilgili bir yargı oluşturup onu onayla­ maya ya da kınamaya çalıştığımda, oldukça açıktır ki, bütün bu durumlarda iki ayrı kişiymişim gibi hareket ederim. Bunlardan ilki; kendimi onun yerine koyarak ve farklı bir bakış açısından nasıl göründüğümü an-

'9

70

1

3 . BÖLÜM

lamaya çalışarak beni m davra nışlarımla ilgili duygu­ ların ı hissetmeye çalıştığım gözlemcidir. İ kincisi ise, davranışın sahibi, yani gözlemci kimliğimle davranı­ şı hakkında bir fikir oluşturmaya çabaladığım kendi benliğimdir (AD 113).

Freud, akılda büyük ölçüde ebeveynlerin yaklaşımının bir yansıması olarak oluşan ve benliğin arzuları ve eylemleriyle il­ gili yargılarda bulunan bir sansür mekanizması olarak faaliyet gösteren ikinci bir benlikten, yani süper egodan bahseder. İki teori arasında önemli farklılıklar vardır. Öncelikle; Freud ebeveynlerin yaklaşımına özellikle önem verirken, Smith, toplumsal normları daha geniş düşünür ve ebeveynle­ rin yanı sıra, öğretmenlerin ve okul arkadaşlarının da bu norm­ ların çocuğa telkin edilmesindeki rolünden bahseder. İkinci olarak; Freud'un nefis kavramı pozitif onaydan çok kınama vazifesi görür. Süper ego yüceltici bir 'ideal nefs'in yanında baskıcı bir vicdanı da bünyesinde barındırır, fakat Freud, bas­ kıcı vicdan üzerinde daha fazla durmaktadır. Süper egonun esas rolü; cinsel ve cinsellikle ilgili dürtülerin taşkınlığını diz­ ginleyen bir sansür mekanizması olarak faaliyet göstermektir. Smith ise, tarafsız gözlemcinin kınamak kadar onaylamak için de var olduğunu düşünmektedir. Onaylama ya da kınamaya doğru fark edilebilir bir yönelim söz konusu değildir. Üçüncü olarak, Smith, hayati önem taşıyan bir nitelikten de bahseder: "kişinin vicdanı bütün olgular ve sebeplerle ilgili bilgi sahibi olma konusunda kişiden daha üstün bir yargıç olabilir� Psikanalistler muhtemelen Freud'un teorisinin kendi mes­ leklerinde oldukça yararlı olduğunu düşünmektedirler. Nev­ rozun belli türlerinin aşırı bastırılmışlık duygusu ile ilgili ol­ duğu ve bunun çoğunlukla çocuklukta aşırı derecede baskıcı

ETİK

olan bir ebeveynin etkisinden kaynaklandığı gayet iyi anlaşı­ labilir. Buna karşılık, Freud'un teorisi genellenirse ve normal insanların çoğunluğunun vicdanlarının açıklaması olarak esas alınırsa, bu teorinin Adam Smith'in açıklaması kadar tatmin edici olmadığı görülür. Şüphesiz ki ebeveynler çocukların ahlaki eğitiminde ilk yıllarda en büyük etkiye sahiptir, fakat sonraki yıllarda, öğretmenler, sınıf arkadaşları ve daha sonra da arkadaşlar ahlaki eğitim sürecinde rol oynarlar. Baskıcı bir aile geçmişi olumludan çok olumsuza meyilli olan katı ve bas­ kıcı bir vicdan yaratabilir. Buna karşın, daha özgürlükçü bir aile ortamı ve okul; hem bireysel gelişimi hem de diğerlerini düşünmeyi teşvik eden daha hür bir vicdan oluşturur. Smith ile Freud arasındaki üçüncü farka, yani Smith'in vicdanı var olan gözlemcilerden daha üstün bir yargıç ya­ pan anlayışına geri dönelim: Freud ve diğerlerinin bilinçal­ tının derinlikleri konusunda gözlerimizi açmalarından sonra Smith'in görüşünü kendini kandırmanın gücü karşısında kör olan tipik bir 1 8. Yüzyıl iyimserliği olarak görmeye meyle­ debiliriz. Fakat bu oldukça kolaya kaçmak olur. Zira her ne kadar Smith bilinçaltı ile ilgili teoriler konusunda bir bilgiye sahip olmasa da, kendini kandırmanın ne kadar güçlü olabi­ leceğinin farkında idi. Kendini kandırmak insanlığın ölümcül zayıflığıdır ve insan hayatındaki düzensizliklerin yarısının kaynağı­ d ı r. Kendimizi diğerlerinin bizi gördüğü gibi görme­ miz ya da her şeyi bilerek görmemiz m ü mkün olsaydı değişim kaçın ılmaz olurdu. Aksi halde, kendi mizi gör­ meye katlanamazdık (AD 158-9).

İşte bu durum, tarafsız gözlemciye yani kendimizi başka­ larının gözüyle görmeye ya da her şeyi biliyorken nasıl gör-

71

72

3 . BÖLÜM

düklerini bilmeye duyduğumuz ihtiyacı gösterir. Bazı durum­ larda, kendi vicdanımızın toplumdaki hakim görüşten daha iyi bir yargıç olduğunu düşünürüz. Bu nedenle de kişinin bu durumlarda kendi vicdanını takip etmesi gerektiği genel kabul gören bir ilke olmuştur. Smith de gerçek hayatın olgularını te­ orisi içine katmaya çalışmıştır. Smith'in etik anlayışını onun ahlaki yargı teorisi ile sınır­ landırdık. Bu tercihin sebebi; ahlaki yargı teorisinin Smith'in ilk kitabının konusu olması ve ahlak felsefesine yapmış oldu­ ğu en büyük katkı olmasıdır. Ahlaki Duygular Teorisi aynı za­ manda temel faziletler konusunda da önemli konulara değin­ mektedir. Kitabın ilk baskısı adalet ve lütuf arasındaki ayırım üzerinde önemle durmuş ve adaleti temel olarak diğerlerine zarar vermekten kaçınma gibi olumsuz bir erdem olarak ta­ nımlarken; lütuf kavramını diğerlerine iyilik yapma erdemi olarak tanımlamıştır. Eser; lütuf erdeminin kaynağı olarak Hıristiyanlığın sevgi erdemi ile Stoacı kendine hakim olma er­ demi arasında bir denge kurmuş ve sağduyuyu ya da mantıklı kişisel çıkar anlayışını sıcak bir hayranlığın olmasa da onay­ lamanın yolu olarak görmüştür. Kitabın Milletlerin Zenginliği yayınlandıktan yıllar sonra basılan genişletilmiş hali sağduyu konusuna daha fazla ağırlık vermiş ve kendine hakim olma er­ demine de daha fazla açıklama getirmiştir. Ahlaki Duygular' ın bu yönü onun Milletlerin Zenginliği'nin altında yatan psiko­ loji ile karşılaştırılması gereğini ortaya çıkarmıştır ve beşinci bölümde bu karşılaştırmalara değinilecektir. Ahlaki Değerler; uzmanların bu karşılaştırmalara vermiş olduğu aşırı önemden zarar görmüş, yanlış anlaşılmış ve eserin ahlak felsefesi üzeri­ ne bir çalışma olarak esas amacı göz ardı edilmiştir.

4 İ KTİSAT

İLLETLERİN ZENGİNLİGİ İKİ TEMEL ÖZELLİGE SA­ hiptir. Birincisi bir analizdir veya (bugünün ik­ tisatçılarının ifadesiyle) ekonominin işleyişine dair bir modeldir. İkincisi, genel olarak serbest ticarete ve laissezjaire'e dair politika tavsiyesidir. Her ikisi de ekonomik büyümenin altında yatan düşünce ile bağlantılıdır. Adam Smith'in analizi, süregiden bir sistemin farklı unsurları arasın­ daki karşılıklı ilişkiyi göstermeye hasredilemez. Onun analizi, bundan başka sistemin sürekli olarak servetin birikimini na­ sıl meydana getirebildiğini açıklar. Ve Smith'e göre, bu süreç doğal güçlerin oyununa bırakıldığında çok daha başarılı oldu­ ğu için, onun analizi, kendisinin hükumetleri işleri tamamen kendi haline bırakmaları, hiç müdahale etmemeleri yönünde ısrarla telkinde bulunmasına neden olmuştur.

M

DAV I D RAPHAEL

1 ADAM SMITH

7J

74

1 4.

BÖLÜM

İŞBÖLÜMÜ

Smith, ekonomik hayatın en kayda değer yönünün işbölümü olduğuna inanır ve bu nedenle kitabına bu başlıkla başlar. Smith'in düşüncesinde işbölümü, ekonomik büyüme için, bir toplumda ya da daha geniş bir uluslararası ticaret dünyasın­ da 'servetin' veya 'refahın' ('bolluğun') gelişimi için zorunlu bir başlangıç noktasıdır. Bu görüşün peşine takılmak ve onu geliştirmek için, Smith'in işbölümü fikrini, yeni aletler ve makineler insanlara yeni uzmanlaşmış vasıflar geliştirmeleri yönünde imkanlar tanıdığında, teknolojik ilerlemeleri kapsa­ yacak biçimde genişletmesi gerekir. Smith'in tavsiyesi, tek bir iş (vazife) ya da meslek üzerine yoğunlaşmanın, ilerlemeleri hesaba katmayı daha da kolaylaştıracağı yönündedir. O, çok büyük gelişmelerin birçoğunun mühendislerden ve imalatçı­ lardan kaynaklandığının tamamıyla farkındadır, fakat bu dü­ şünce daha sonra ortaya çıkar. Smith, başlangıçta gelişmelerin kaynağının kendi işlerini daha kolay hale getirmeyi düşünen, aletlerin kullanıcısı işçiler olması gerektiğini ve bunun tüm za­ manlar boyunca devam edeceğini iddia eder. Smith, iddiasını tecrübeye atıfta bulunarak destekler. Emeğin en fazla alt vasıf gruplarına ayrıldığı ima lat yerlerinde kullanılan makinelerin büyük bir kısmı, orijinal olarak her biri en basit işlerde çalıştırılan sıra­ dan (vasıfsız) işçilerin buluşu idi ve bu makineler, do­ ğal olarak onların düşüncelerini, işlerini daha kolay ve daha çabuk yapacakları yöntemler bulma yönünde dönüştürdü. Bu i malat yerleri n i çokça ziyaret etmeye alışmış kimseye, yaptıkları işin kendilerini ilgilendi­ ren belli bir kısmı n ı kolaylaştırması ve çabuklaştır­ ması amacıyla söz konusu işçilerin icat ettiği oldukça güzel makineler gösterilmiş olmalı. (MZ 20)

İKTİSAT

Kendisi Glasgow'da verdiği derslerinde ya birkaç modern fabrikayı bizzat ziyaret ettiğini ya da ziyaret eden insanlarla konuşmuş olduğunu göstermek suretiyle bu konuda daha ke­ sin ve açık durumda idi. Değirmenin veya saba n ı n icadı oldukça eski idi; öyle ki, hiçbir tarih bunlardan bahsetmez. Fakat Shef­ field'da, Manchester'da veya Birmingham'da veya Scotland'ın bazı kasabaları nda bile yeni iş kolların­ daki herhangi bir imalatçının iş yerine gidersek ve makineler hakkı nda bilgi alırsak, size falan makinenin veya filan makinenin sıradan bir işçi tarafından icat edildiğini söyleyecektir. (H 351)

Smith, işbölümü tartışmasını oldukça basit bir örnekle, toplu iğnelerin imalatıyla ortaya koyar. Gerekli noktayı daha rahat görebilmesini sağladığı için, basit bir örneği ele alır. Kü­ çük bir toplu iğne fabrikasında birlikte çalışan ve aralarında 18 basit işi (makineyi) paylaşan 10 adam, günde yaklaşık 50 bin toplu iğne yapabilir. Eğer bir kişi bu işlerin tamamını tek başına yapmak zorunda kalsaydı ve kendileri de bizatihi iş bölümünün bir sonucu olarak ortaya çıkmış olan belli maki­ nelerden yararlanmasaydı, muhtemelen günde ancak birden biraz fazla toplu iğne yapmış olabilirdi. Smith, temel düşüncesini çok açık bir biçimde açıklamak için, işbölümünün hepimizin hayatını etkilediğine dair çok geniş boyutta bahsetmeye devam eder. O, sadece sıradan bir çalışan adamın sahip olduğu şeylere (servetine) bakılması gerektiğini söyler. İnsanın paltosu, bir çobanın, bir yün ayırı­ cının (yünü kırkanın), bir yün tarayıcının, bir boyacının, bir yün eğiricinin, bir dokumacının ve diğerlerinin çalışmasının karmaşık bir sonucu olarak üretilmiştir. Daha sonra tüccarlar

75

7'

1 4.

BÖLÜM

ve gemiciler, bu işçilerin belirli bir kısmı tarafından kullanı­ lan malzemelerin bir kısmını taşımada bu sürece dahil olurlar. Aynı tür uzun hikaye, insanın ayakkabısı, yiyeceği, mobilyası ve diğer ev aletleri ve kaplarının üretimi hakkında da söylene­ bilir. Daha sonra, Milletlerin Zenginliği'nin birinci bölümü şu şekilde sona erer: Diyorum ki, eğer tüm bu şeyleri iyi tetkik edersek ve (bu alanların her birinde) ne kadar farklı iş gücü istihdam edi liyorsa onların her birini dikkate alırsak, medeni bir ü l kede en basit (sıradan) bir kişinin, bin­ lerce kişinin yard ı m ı ve işbirliği olmadan kendisine gereken şeyleri sağlayamayacağını, hatta bizim çok yanlış bir biçimde sıradan ve zahmetsiz diye düşün­ düğümüz basit yaşantısına bile kavuşamayacağını a n larız. Gerçekte, toplumun üst tabakasından daha savurgan, l ü ks içinde yaşayan biriyle kıyaslandığın­ da, onun kaldığı yer, hiç şüphesiz son derece basit ve kolay gözükmektedi r. Yine de bir Avrupa prensinin kaldığı yer, muhtemelen çalışkan, tutumlu ve sade bir köylünün evinden her zaman çok daha lüks ol­ maz. Oysa söz konusu Avrupalı bir köylünün kaldığı yer, can l ı ların mutlak efendisi ve on bin çıplak vahşi adamın özgürlükleri olan birçok Afrika kralınınkinden daha iyi durumdadır. (MZ 23-4)

Bu, Adam Smith'in bir tartışmayı kazanmak gerektiğinde ortaya çıkarabileceği stil yeteneklerinin tipik bir örneği olan ve aydınlatıcı bir tartışmayı sona erdirmek için kullanılabile­ cek harika bir dikkat çekme yöntemidir. Şimdi anlatılmak is­ tenen meselenin tam olarak ne olduğunu düşünelim. En başta geleni, elbette işbölümünü kullanarak, statik kabile toplum­ larının aksine gelişmiş toplumlarda ekonomik büyümenin ne kadar sürdüğünü bize göstermektir. Bundan başka, gene

İKTİSAT

gelişmiş bir toplumun sakinlerinin birbirine ne kadar süre dayandığını gösterir. Afrikalı amirin aksine, Avrupalı köylü hiç kimse üzerinde politik bir güce sahip değildir. Bununla birlikte, yaşam standardı belki kabile amiri tarafından yöneti­ lenler kadar çok sayıda insanın işbirliğine dayanır. İşbirliği, ne bir hükümdar tarafından emredilir, ne de katılanlar tarafında planlanır. Bununla birlikte, işbirliği sıkı bir sosyolojik gerçek­ tir. Karşılıklı bağımlılık (güven), neredeyse ekonomik büyü­ me kadar Smith'in analizinin temel bir konusudur. Bağımlılığın, diğerkam davranışlarla hemen hemen hiç il­ gisi yoktur. Aile veya dini topluluklarla, hatta siyasi cemiyet­ lerle ilgili sosyolojik bir çalışma, bu hususlarla ilgili bazı notlar almak zorunda kalabilir; fakat ekonomiyle ilgili bir çalışmanın buna ihtiyacı yoktur. Smith, işbölümünün yararlarının müba­ delenin gerçekleşmesinde basit kişisel çıkardan kaynaklandı­ ğını söyler. Fakat insan aşağı yukarı devamlı olarak kardeşleri­ nin (hemcinslerinin) yardımını almak için fırsatlara/ vesilelere sahiptir ve bunu da sadece onların iyilik­ severliğinden beklerse, boşuna bekler. Eğer i nsan kendine yarar sağlayacak bir biçimde kardeşleri n i n öz-sevgilerine y a d a kendi çıkarlarını düşünmelerine (self-love) seslenirse ve onlardan kendisi için istediği şeyin onların kendi avantajlarına olduğunu göste­ rirse, m u htemelen başarıl ı olacaktır.... Yemeğimizi kasabın, biracının ya da fırıncının yardımseverliği ye­ rine, onların kendi çıkarların ı gözetmeleri nedeniyle elde ederiz. (MZ 26-7)

Tabii sosyal yararlar tek başına kişisel çıkardan gelmez, aynı zamanda kişisel çıkarın mübadele üzerindeki etkilerin­ den ve bundan çok önce de piyasa koşullarından kaynaklanır.

77

78

1 4.

BÖLÜM

Sınith, mübadelenin gerçekleşmesini, 'bir şeyi başka bir şeyle değiştokuş yapma (truck), takas yapma (barter) ve mübadele etme (exchange) eğiliıni'ne bağlar ve bu hususiyeti kendisinin temel psikolojik ve sosyolojik analiziyle irtibatlandırma konu­ suna garip bir şekilde çok az ilgi gösterir. Smith, bunun 'daha fazla tanımlama yapılması mümkün olmayan insan doğasının orijinal ilkelerinden biri' veya 'daha olası görünen, mantık yü­ rütme ve konuşma yeteneklerinin' bir sonucu olabileceğini söyler (MZ 25). Onun Glasgow'daki dersleri göstermektedir ki, Smith son ibare ile 'herkesin ikna etmek zorunda olduğu doğal eğilimi' düşünmüştür. Smith, bir şilin önermenin, sizin tavsiyenize uyması kendi menfaatine olan birilerini ikna et­ mek için 'gerçekte bir iddia ortaya koymak' olduğunu söyler (H 352). Smith, bunun kendi başına tam anlamıyla ikna edici bir iddia olmadığını fark etmiş olmalıydı ve nitekim bu konu­ yu Milletlerin Zenginliği'nin dışında bıraktı. Bununla birlikte, ekonomik analizin amaçları için önemli olan, sebep değil mübadelenin sonucudur. Mübadele, piyasayı doğurur ve bu, Smith'in keşfetmeyi istediği piyasanın işleyişinin kanunları­ dır. Smith'in kendisinin ortaya çıkardığına inandığı bir buluş, işbölümünün piyasanın büyüklüğüyle sınırlandırıldığı idi. İş­ gücünün uzmanlaşmasını (işbölümü) ve alt vasıf gruplarına ayrılmasını sağlayan bu uyarıcı unsur (piyasa), ürünlerin ve hizmetlerin mübadelesi için bir fırsattır. Eğer diğer insanlar, benim yaptığım ayakkabılar için ürettikleri mısırın ve etin bir kısmını değişmeye hazır olurlar ise, zamanımın bir kısmını (kendim ve ailem için) ayakkabı yapmaya ve bir kısmını da mısır yetiştirmeye ve sığır otlatmaya harcamak yerine, çoğunu satmak üzere ayakkabı yapma konusunda uzmanlaşmak için

İKTİSAT

özendirici bir şeyim olacaktır. Büyük bir şehirde, küçük şehre göre mübadele için daha fazla fırsat, yani, daha büyük piya­ sa vardır ve işte bu ileri derecede uzmanlaşmayı neden köyde değil de şehirde bulacağınızın sebebidir. Şehirde marangoz­ luk, doğramacılık, dolap yapımcılığı ve ağaç oymacılığı farklı vasıflara sahip insanlardan müteşekkil müstakil mesleklerdir. Köyde ise, bir adam fırsat bulduğunda bunların hepsini ken­ disi yapacaktır. Piyasanın büyüklüğü, sadece belli bir bölgede yaşayan insanların sayısına bağlı değildir. Aynı zamanda başka yerler­ deki potansiyel alıcılarla ve satıcılarla iletişimin kolaylığına da bağlıdır. Malların taşınması konusundaki gelişmeler, onlar (alıcılar ve satıcılar) için piyasayı genişletir. Smith, (kendi za­ manında) su yoluyla yapılan taşımanın kara yoluyla yapılan taşımadan çok daha ucuz olduğunu belirtmiştir. İktisat tarih­ çileri, şu ana kadar İngiltere-içi taşımacılığın maliyeti dikkate alındığında, Smith'in bu konudaki farkı abarttığını; fakat ge­ nel olarak anlatılmak istenen hususun, özellikle uluslararası ticaret için tamamen geçerli olduğunu söylerler. Smith, ayrıca bu hususu haklı olarak antik uygarlıkların ve modem sömür­ gelerin ilk olarak deniz sahilleri ve nehir kenarları boyunca gelişme biçimleriyle ilişkilendirdi. Konu üzerindeki ilk yazıla­ rından birinde, daha geniş bir şekilde uygulanabilecek yerin­ de bir mecazı hatırlatır. Ü l kenin deniz sahi l lerinin toprakları oldukça iyi işlen­ miş ve gelişmiş durumda i ken, denizden uzak kısım­ ların çok rahatsız olduğu bir dönemde, Scotland'da Altıncı james'in Beş ilçe hakkında söylediği, kenarları altın dantelle işlenmiş, kalın bir yünlü palto gibi idiler (benzetmesi), bugün bizim Kuzey Amerika sömü rge-

79

lo

1 4.

BÖLÜM

!erimizin büyük bir kısmı hakkında hala söylenebilir. (H 585)

Eğer ekonomik büyüme emeğin işbölümüne bağlı ise ve işbölümünün derecesi de piyasanın büyüklüğüne bağlı ise, bunu şu takip edecektir: Ekonomik büyümenin devam et­ mesi, sürekli genişleyen bir piyasaya gereksinim duyar. Bu, Smith'in neden serbest ticareti tercih ettiğinin temel neden­ lerinden biridir. Bununla birlikte, o bütün bu sürecin sonuçla­ rının her zaman memnun edici olmadığının da farkında idi. İş bölümü, malzeme avantajlarını artırmıştı, ama aynı zamanda birçok işçinin kişiliğinin gelişmesini de önlemi�ti. Zamanının tamamını tekrar tekrar yapmayı gerektiren az sayıda basit iş­ lere harcamak zorunda olan bir adam, 'anlayışını/kavrayışını güçlendirmeye dönük bir çaba sarf etmeye fırsatı olmaz .... ve genellikle, o kişi insan yaratılışının bir gereği olarak aptal ve cahil olur' (MZ 782). Çürüme, ülkesini savunmaya hazır olma dahil, onun hem yurtiçi hem de sivil ahlaki yeteneklerine ya­ yılır. Smith Glasgow'daki derslerinde, işbölümünün Scot­ land'dan daha ileri olduğu İngiltere'de, altı ya da yedi yaşında ücretli bir iş bulabilen erkek çocukların neredeyse hiç eğitim almadıklarını ve büyüdüklerinde, boş vakitlerini 'sarhoşluğa ve gürültüyepatırtıya' harcadıklarını belirtmiştir. Bundan dolayı, İ ngiltere'nin ticari bölgelerinde, esna­ fı [yani, zanaatçıları] çoğunlukla bu aşağıl ı k durumda buluruz: Hafta n ı n yarısı boyunca işleri geçim lerini temin etmeleri için yeterlidir; eğitim leri boyunca başkalarına yönel i k isyan/şamata ve sefahat dışında bir eğlenceleri yoktur. Dolayısıyla, hakkaniyetle şu söylenebi lir: Tüm dünyayı giydiren insanlar, elbiseleri yırtık pırtık olan insanlardır. (H 540)

İ KTİSAT

Smith, Milletlerin Zenginliği'nde çarenin, kamu otoritesi­ nin her semtte temel eğitimi sağlaması olduğunu söylemiştir. Hatta bunun zorunlu olabileceğini tavsiye edecek kadar da ileri gitmiştir. 'Kamu, çok küçük bir masraf karşılığında, eği­ timin en temel unsurlarını edinme ihtiyacını kolaylaştırabilir, özendirebilir ve hatta halkın neredeyse tamamına zorla kabul ettirebilir' (MZ 785). Adam Smith sosyal yaşamın her alanın­ da laissez-faire'e inanmamıştır. EKONOMİK SİSTEM

Mübadele, malların birbirine nispetle değerlerinin belirlendi­ ği takas yoluyla yapılabilir. Fakat bu daha sonra bazı para bi­ çimindeki şeylerin kullanımına yol açar. Bunlar, genel olarak kabul edilen bir mübadele aracı gibi hizmet edebilen, standart birimlere bölünebilen ve kolay bozulmayan bir maddeden yapılır. Para bir kez piyasaya sürüldü mü, mallar artık para cinsinden fiyatlandırılır. Adam Smith, malın 'reel' fiyatı ya da değeri ile 'nominal' ya da parasal fiyatını birbirinden ayırır. Onun değer izahı, oldukça fazla tartışmaya yol açmıştır ve bi­ rileri onun 'nominal' ya da parasal fiyatı hakkındaki görüşünü göz ardı etme eğilimindedir. Ekonomik sistemin işleyişiyle doğrudan alakalı olan, nominal fiyattır. Dolayısıyla, şimdilik onun değer teorisini bir tarafa bırakalım ve [nominal ya da pa­ rasalJ fiyat üzerinde yoğunlaşalım. İnsanların bir mal için ödemeye hazırlandığı fiyat, onların onu ne kadar istediklerine bağlıdır. Ancak, onlardan ödeme­ leri istenen fiyat, sadece talebe bağlı değil, aynı zamanda belli maliyet faktörlerine de bağlıdır. Smith, bir malın maliyetine dahil olabilecek olan üç faktörü birbirinden ayırt eder: O malı üretmeye yardım etmiş olan işçilerin ücretleri; eldeki mevcut

lh

12

1 4.

BÖLÜM

malın (stock); yani, sermayenin [para şeklinde sermaye veya üretimde kullanılan maddi şeylerJ sahiplerinin karı ve toprak sahipleri tarafından talep edilen bedel. Smith, üç faktörün birbirinden farklı olduklarını göster­ mek için, kendi alışılmış tarzının dışına çıkar. Çiftçinin veya fabrika sahibinin karı, işletmeyi yönetme işinden dolayı elde ettiği bir ücret değildir. Öyle olsaydı, kar miktarı; belli bir işte yönetim mesleği tarafından gerek duyulan zaman miktarına, meşakkate ve yaratıcılığa (hünere) göre değişecekti; fakat as­ lında (fabrika) sahibi tarafından aranan kar miktarı, yatırdığı sermaye miktarına göre değişecektir. Kar, sermaye sahibinin diğer yatırım alanlarına da yatırmış olabileceği sermayenin yatırımı üzerinden elde ettiği bir getiridir ve bel bağladığı işte kaybetmeyi göze alarak sermayesini riske atmaktadır. Diğer yandan, rant, ücretten olduğu gibi, kardan da farklıdır. Rant/ icar isteyen toprak sahibi, hiçbir kaybetme riski üstlenmez ve alacağı uğruna herhangi bir iş yapmaz: 'Mülk sahipleri, tüm diğer insanlar gibi, hiç tohum ekmedikleri yerin semeresini almayı severler' (MZ 67), fakat diğer insanların aksine, o işi yapmaya da muktedirdirler. 'Onlar, üç üretim faktöründen, hasılası/ geliri kendilerine ne emek ne de bakım maliyeti yük­ lemeyen, eskiden olduğu gibi, kendiliğinden elde edilen tek faktördür ve (toprak sahiplerinin) kendilerine ait herhangi bir plan ya da projeleri söz konusu değildir' (MZ 265). Birkaç malın rantla hiç ilgisi yoktur ve maliyetleri yalnız emek ve kardan (sermaye) ibarettir. Smith, somon gibi tutul­ ması rant gerektiren nehir balığının aksine deniz balığı örne­ ğini verir. Gelişmiş bir toplumda, bir sermaye tadarikçisi için, daha az miktarda mal, hala herhangi bir kar unsuru olmaksı­ zın sadece emek maliyetine sahip olmuş olabilir. Smith, örnek

İKTİSAT

olarak, deniz sahilinden toplanan ve toplayan kişi tarafından bir taş kesiciye satılan belli renklere sahip çakıl taşlarını verir. Bununla birlikte, birçok malın fiyatı maliyetin üç unsurunu da kapsaması gerekir. Maliyetin üç unsuruna karşılık, üç ekono­ mik grup vardır: İşçiler, sermayeyi temin edenler ve toprak sa­ hipleri. Bunların her biri bir malın maliyetinden pay alır ve her zaman farklı kişiler olmak durumunda değildirler. Bir çiftçi toprak sahibi olabilir, onu kullanmaya dönük sermaye yatıra­ bilir ve toprağı işleme (ekme) işine katılabilir. Bununla birlik­ te, genellikle üç işlev farklı insanlar tarafından yerine getirilir ve ekonomik sistemden anlaşılan da, bunların birbirlerinden ayrı olmalarıdır. Böyle yapmak suretiyle, Smith daha sonra 'doğal fiyat' ile 'piyasa fiyatı'nı birbirinden ayırır. ilke olarak, onun ayrımı, daha sonra Alfred Marshall'ın uzun dönem ve kısa dönem fiyatı arasındaki ayrımın aynısıdır. Smith, 'doğal' kavramını kullanır. Çünkü onun düşüncesinde uzun dönem fiyatı, pi­ yasanın işleyişi hakkındaki bilimsel bir kanunu, yani doğanın kanununu anlamak için anahtar konumdadır. O, doğal fiyatı ağırlık merkezi ile birden fazla karşılaştırır. 'Dolayısıyla, doğal fiyat, daha önce olduğu gibi, tüm diğer malların fiyatlarının sürekli olarak (adeta yerçekirniyle hareket ederek) yöneldiği merkezi bir fiyattır' (MZ 75). Elbette, yerçekimiyle ilgili bir güç gibi çaba sarf eden türden doğal fiyat değildir. Güç, arz ve talep arasındaki gerilimde kişisel çıkardan ibarettir. Bununla birlikte, bu sonuç bir dengedir ve Smith'in anladığı bu denge, yerçekimi gücünün bedenleri hareket ettirmek için üretebildi­ ği denge ile rahatlıkla karşılaştırılabilecek bir dengedir. Smith aslında talebin rol oynadığı kısma yeterince dikkat çekmez. Talepten, piyasa fiyatını anlatırken bahseder; an-

1J

'4

1

4. BÖLÜM

cak, sanki doğal fiyat yalnızca üç maliyet faktörü tarafından belirlenmiş gibi yazar. Ona göre, kısmen bir toplumun (ister zengin, ister fakir; gelişen, yerinde sayan veya çöküş halinde olsun) genel durumuna, kısmen de farklı mesleklere, teşeb­ büslere ve toprak parçalarına özgü durumlara bağlı ortalama bir ücret oranı, kar oranı ve rant oranı vardır. Smith'e göre, bir malın doğal fiyatı, tam olarak, sadece ücretlerin, karın ve ran­ tın ortalama veya 'doğal' oranlarında üretim maliyetini kap­ sayan fiyattır. Herhangi bir andaki piyasa fiyatı, doğal fiyata eşit ya da onun üzerinde veya altında olabilir ve arz ve talep arasındaki ilişkiye dayanır. [İlgili talep (relevant demand), malı satışa hazır hale getirmenin maliyeti olan doğal fiyat gibi, bir şeyler ödemeye gücü ve isteği olan kişilerin talebi olan etkili taleptir (effectual demand)] . Fakir bir adamın, özel bir binek arabasına sahip olmak isteyeceğine hiç şüphe yoktur. Fakat öyle bir aracı üretmenin bedelini ödemeye mali gücü yetmeyeceğinden, onun çok istemesi, etkili/ efektif bir talep değildir.] Eğer talep arzı aşarsa, bazı insanlar daha fazla öde­ meye hazırlanır ve piyasa fiyatı yükselir. Eğer talep arzın altına düşerse, bazı mallar satılamaz ve satıcılar talebi artırmak için fiyatlarını düşürürler ve stoklarını eritirler. Bununla birlikte, piyasa fiyatında meydana gelen doğal fiyatın üzerinde veya al­ tındaki herhangi bir yükselişin veya düşüşün geçici olması ke­ sin gibidir. Piyasa fiyatı doğal fiyattan daha yüksek olduğunda, ortalamadan daha yüksek kar, muhtemelen daha fazla insanı o malı üretmeye teşvik edecektir. Genişleyen arz ve satıcılar arasındaki rekabet, piyasa fiyatını düşürecektir. Diğer yandan, piyasa fiyatı doğal fiyattan daha düşük olursa, üretimin önceki maliyeti karşılanamaz. Ücretler, karlar veya rant olarak bilinen üç faktörden birinin ya da daha fazlasının azaltılması gereke­ cektir. Bunun sonucu, bazı işçiler işlerinden ayrılacaklar ve ça-

İKTİSAT

lışmak için diğer işlere yönelecekler veya bazı işverenler belli malların üretimi için kullandıkları sermayeyi azaltacaklardır ya da bazı toprak sahipleri, topraklarının söz konusu belli üre­ timle bağlantılı amaca dönük kullanımını reddedeceklerdir. Dolayısıyla, arz azalacak, talebi karşılamada yetersiz kalacak ve piyasa fiyatı yükselecektir. Genel sonuç, dalgalanan piyasa fiyatının zamanla doğal fiyatın seviyesine dönmek zorunda kalmasıdır. Aslında, doğal fiyat, diğer piyasa fiyatlarının kendisine dönmeye meyilli olduğu yarıistikrarlı bir piyasa fiyatı oldu­ ğundan, büyük ölçüde arzla irtibatlı talebin etkisine bağlıdır. Smith'in kendi analizi, doğal fiyatı belirledikleri söylenen üc­ retler, kar ve ranttan ibaret olan maliyet unsurlarının bizzat kendi ortalama veya doğal oranlarının arz ve talebin hareke­ tine mahkum olduklarını gösterir. Bir mal türünü üreten bir teşebbüsün/işletmenin emek, sermaye ve toprak talebi, diğer malları üreten diğer işletmelerin aynı hizmetlere (emek, ser­ maye ve toprak) yönelik talebi ile rekabet halindedir. Bu hiz­ metlere teklifedilen 'fiyat'; yani, ücreti kar ve rant (kira) oran­ ları, birbiriyle rekabet halindeki taleplerle irtibatlı arza bağlı olacaktır. Bu, her şeyin arz ve talep yönünden açıklanabileceği demek değildir. Bununla birlikte, Adam Smith'in analizinin talebin rolü hakkında daha açık olduğu doğrudur. Smith, gerçek dünyada ücretlerin, karın ve rantın belirlen­ mesinin, arz ve talebin hareketi gibi tek bir sürece indirgene­ meyecek kadar karmaşık bir iş olduğunu göstermeye devam eder. Smith, üç faktörden her biriyle ayrı ayrı, özellikle de ücretler konusuyla ilgilenir. İktisatçılar, onun çalışmasının bu kısmına bölüşüm teorisi derler; yani, onun mallar için elde

Is

86

1 4.

BÖLÜM

edilen paranın, üretimin maliyetini oluşturan üç faktör arasın­ da nasıl dağıtıldığıyla ilgili teorisidir. Smith, ücretler konusunda tartışmalı bir belirleyiciler gru­ bundan söz eder. İşverenler, ücretleri düşük tutmak için bir­ leşirler; işçiler ise, ücretleri yüksek tutmak için birlikte hare­ ket etmeye çalışırlar. Bu çekişmede (Smith bunu yazarken), işverenler çok daha güçlü bir pozisyona sahiptiler. Bununla birlikte, işçinin kendisini ve ailesini geçindireceği ödenmesi gereken bir alt sınır vardır. Tabii, bu alt limit, gelecekte onun yerini alacak yeterli sayıda çocuğu da (hatta bazılarının erken yaşta öleceğini hesaba katmak suretiyle) dikkate alacak şe­ kilde hesaplanır. Bu, soğukkanlı, pür ekonomik bir düşünce gibi gelmektedir -işveren kendisi için altın yumurtlayan kazı kesmemesi gerekir. Fakat Smith 'müşterek insanlık (değerle­ riyle) uyumlu en düşük' (MZ 86) asgari geçimlik ücret konu­ sunda da konuşur. İktisatçı Adam Smith, ahlak filozofu Adam Smith'i evde bırakmaz. Bununla birlikte, işçiler, ücretleri kıt kanaat yetecek bir as­ gari düzeyde tutmak için elinde gücü olan eli sıkı işverenle­ rin insafına kalmış değildir. Gelişen bir ekonomide, daha çok emek için talep vardır ve işverenler (işçilere karşı) birleşmele­ rinden vazgeçmeye ve işçi istihdam etme konusunda birbirle­ rine karşı yarışmaya mecburdurlar. Tabii, bu süreçte ücretler de yükselecektir. Smith, konuyu İngiltere ve Amerika'nın ge­ lişen ekonomileri ile Çin'in statik ekonomisi ve Bengal'in ge­ rileyen ekonomisi ile karşılaştırarak açıklar. Bu durum, kendi­ sini 'bu, ulusal servetin gerçek büyüklüğü değil, ancak emeğin ücretinde bir artışa neden olan onun süreli artışıdır' (MZ 87) şeklinde bir düşünceye sevk eder. Smith, ayrıca daha yüksek ücretlerin nüfusta ve çalışanların sağlığında ve gücünde bir

İKTİSAT

artışa yol açacağını belirtir. Ahlak filozofu, Smith'in sonuçlar üzerindeki yargısına yine karışır. Halkın en alt kesimlerinin koşullarındaki bu gel iş­ me, toplum açısından bir avantaj olara k mı yoksa olumsuzlu k olarak mı değerlendiri l melidir? Cevap, ilk bakışta fazlasıyla basit görünmektedir. Çeşitli hizmetkarlar, işçiler ve zanaatçılar, her büyük siyasi toplumun büyük bir kısmı n ı oluşturur. Toplumun bu büyük bölümünün durumunu iyileştiren şey, hiçbir zaman toplumun bütünü açısından bir olumsuzluk olarak değerlendiri lemez. Ü yelerinin büyük bir bö­ lümü yoksul ve perişan durumda olan hiçbir toplum, elbette başarılı ve mutlu olamaz. Ü stelik bütün halkı besleyen, giydiren ve barındıran kişilerin kendileri n i n d e yeterince doymuş, giyimli ve barınaklı olmaları için, kendi emek ürünlerinden pay almaları eşitlik ge­ reğidir (MZ 96).

Ekonomik büyümenin yokluğunda, ücretler uzun dönem­ de asgari geçimlik seviyeye düşme eğilimindedir ve o da 'do­ ğal' oran olacaktır. Ücretlerin doğal oranıyla ilgili tartışmaya ilave olarak, Smith farklı mesleklerde ödenen ücret hadlerindeki farklılığı açıklamaya çalışır ve faklılıkla ilgili beş gerekçeden bahseder. 1.

2.

Çalışma koşulları uygun olmayan iş, onu yapmak için yete­ rince işçi cezp etmek isteniyorsa, çalışma koşulları uygun işe göre daha yüksek ücret gerektirmelidir. Bir iş diğerin­ den daha kötü koşullarda olabilir. Çünkü iş daha zor, daha kirli, daha tehlikeli ya da daha az statü taşıyor olabilir. Uzun ve çetin işgücü eğitimi gerektiren işlerin, o eğitimin maliyetini ya da zorluğunu tazmin etmesi için, daha yük­ sek ücreti olmalıdır. Smith, bir insanı bir vasıf ya da mes-

87

88

1

3.

4.

4.

BÖLÜM

lekte eğitmekle, pahalı bir makine üretmeyi karşılaştırır. Makineyi yapmanın maliyeti, onun ürünlerinin elde ettiği karın bir parçası olarak karşılanmak zorundadır ve makine yıpranmadan önce telafi edilmesi ve başka bir makine ile değiştirilmesi gerekir. Aynı şekilde, vasıflı bir meslek için işgücü eğitimi almanın veya bir meslek için eğitim almanın maliyeti ve zorluğu (uyumsuzluğu), daha yüksek bir ücret ya da maaş şeklinde yansıtılır. Düzensiz veya güvensiz işe, sabit ve sürekli bir işten daha yüksek ücret ödenmelidir. Örneğin, taşçılar ve duvarcılar hava koşullarına bağlı; kömürtaşıyıcılar ise, kömürü taşı­ yan gemilerin limana ulaşmasına bağlıdır. İleri derecede güven duyulan mesleklere yüksek ücret verilmelidir. Smith, iki tür örnek verir. Kuyumculara ve mücevheratçılara kıymetli maddeler emanet edilir. Dok­ torlara ve avukatlara ise, sağlık ve kendilerine danışanların serveti ve itibarı emanet edilir. Bununla birlikte, Smith'in kafasındaki ekonomik sistem açısından daha yüksek ücret istemek için, tam olarak bu iki türlü güvenden hangisinin yaygın olduğu net değildir. Kuyumcu ve mücevheratçı için yüksek ödeme (ücret), kendilerine emanet edilen kıymet­ li nesneleri çalmaları yönünde ayartılmaya çalışılmalarına karşı galiba bir korunmadır. 'Servetimizin ve bazen haya­ tımızın ve itibarımızın' (MZ 122) emanet edildiği avukat, belki servetimizi aşırmayı beceren birine benzer; fakat niçin hayatımızı ve itibarımızı riske atmak için ayartılmış olsun? Ve doktorun neden sağlığımızı ihmal etmek için şeytana uyması gereksin? Smith, doktorlara ve avukatlara tanıdığımız güvenin, 'çok sıradan veya düşük koşullarda ya­ şayan insanlara güvenli bir şekilde tanınamayacağını' (MZ

İKTİSAT

5.

122); dolayısıyla, doktorların ve avukatların yüksek bir sosyal statüye sahip olmalarını sağlamalıyız der. Smith'in düşüncesinin, tamamen kişisel çıkar ruhuyla işine başla­ yan kasabın, biracının ve fırıncının aksine; doktorların ve avukatların müşterilerine/ müvekkillerine mesleklerinin gerektirdiği yüksek sorumluluk duygusu ile, kısacası, bir diğerkamlık derecesi ile hareket etmeleri gerektiği yönün­ de olduğunu sanıyorum. Başarının ihtimal dahilinde olmayışına, sözgelimi hukuk­ ta, özellikle bol bir ödül olasılığı ile mukabil harekette bu­ lunulması gerekir. Bazı işlere diğerlerinden daha yüksek ücret vermek için ileri sürülen bu son gerekçe, (düzensizli­ ğin yanı sıra) güvensizliği tazmin etmek için yüksek ücret varsayan üçüncü gerekçe ile esasen aynıdır.

Smith, beşinci gerekçesiyle ya da dayanağıyla ilgili ilginç psikolojik bir gözlemde bulunur. O, insanların hayatın fırsat­ larında şanslarını olduğundan fazla önemseme eğiliminde ol­ duklarını söyler. Onlar, kazanç olasılıklarını önemserler, kayıp (zarar) olasılıklarını ise küçümserler. Bu konuda piyango ve sigorta örneklerini verir. Bir piyango, onu oynayan kişilere bir miktar kar sağlaması gerektiği için, bahisçilerin toplam şansı, koydukları paradan daha az olmalıdır. Gene de, bu durum insanları parıldayan ödüllerden birini kazanma ümidiyle de­ nemekten vazgeçirmez. Onların çoğu birkaç bilet satın alırsa, daha iyi bir şansa sahip olacağını düşünür; fakat tam manasıyla akıllıca bir hesap üzerinden, açık bir şekilde kaybetme ihtima­ lini artırmaktadırlar. Çünkü o ihtimal, tüm biletleri satın al­ malarından, tüm ikramiyeleri (ödülleri) kazanmalarından ve düzenleyiciler tarafından kazanılan karın kaybedilmesinden kaynaklanan kaybın kesin oluşuna doğru ilerler. Sigortacılık

8g

90

4.

BÖLÜM

işleri, insanların zarar (hasar) şanslarını önemsememe eğili­ mini gösterir. Birçok insan yangına karşı sigorta yaptırmayı, sadece zarar riskine karşı prim maliyetini dengelemenin ras­ yonel bir hesaplamasından dolayı değil, aynı zamanda talih­ sizliğin onları vurmayacağını düşünmelerinden dolayı ihmal eder. Bu mantıksızlık, Smith'in ücretleri farklılaştırmaya yöne­ lik beşinci gerekçesinin etkisini azaltmaktadır. Smith'in bizzat kendisinin de müşahede ettiği gibi, birinin iyi servet edinme şansını aşırı önemsemeye dönük psikolojik eğilim, genç in­ sanların asker ya da gemici olma -veya hukuk gibi mesleklere girme risklerine aldırmamalarına neden olmaktadır. Smith, kendi zamanında askerlere ve gemicilere yapılan ödemelerin, risk unsuru öyle yapmayı gerektirmiş olsa da, sıradan işçilere yapılandan daha fazla olmadığını belirtir. Aynı şekilde, onun düşüncesine göre, en yüksek mahkemelerde dava görebilen başarılı avukatların ücretleri yüksek görünürken; bir bütün olarak hukuk mesleği, gerçek başarı ya da başarısızlık şansları bakımından, hak ettiğinden daha az para alır. Smith'in ücretler meselesinden ortaya çıkan genel düşün­ ce, işin cazip olmaması ile parasal ödülün cazibesi arasındaki bir dengenin oluşudur. İş, onu üstlenenlerin harcadığı emeğe değmiş olmalıdır. Onlar, eğer daha az cazibesiz başka bir iş için aynı ücreti alabilseler veya daha fazla cazibesiz olmayan diğer bir iş için daha yüksek ücret alabilseler, bir iş kabul et­ meyeceklerdir. Smith, genel olarak işin cazibesiz -'meşakkatli ve sıkıntılı'- olduğunu varsaymaktadır. Cazibesizlik, farklı bi­ çimler alır; işin bizzat kendisinin veya eğitiminin güç oluşu, tehlikeli veya nahoşça kirli durumlar ve başarısızlık riski. Bir iş/ meslek türünün diğerinden daha cazibesiz olduğu bir yer-

İKTİSAT

de, daha yüksek düzeyde bir ücretin çekiciliği bir denge orta­ ya çıkarır. Ücretler arasındaki eşitsizlikler, işlerin/ mesleklerin cazibesizlik derecesinde karşı eşitsizlikler tarafından dengele­ nir. Ücretin avantajlarıyla ilgili işin olumsuzlukları birlikte ele alındığında, eşitsizlikler ortadan kalkar veya daha doğrusu, doğal ekonomik süreç üzerinde herhangi bir kısıtlama olma­ saydı ve ilgili bilginin yayılması üzerinde herhangi bir sınırla­ ma olmasaydı, eşitsizlikler ortadan kalkardı. Smith'in ücretler meselesi, yine emek arzı ve talebi arasın­ da bir denge fikrine yol açması gerekir. Fakat o, doğal fiyat me­ selesinde olduğu gibi, bu konuya hiç dikkat çekmez. Eğer bir işin olumsuzlukları yüksek ücretle dengelenmez ise, o işteki çalışanlara yönelik talep karşılanmaz ve dolayısıyla, işverenler ücreti artırmak zorunda kalırlar. Diğer taraftan, bir işin para­ sal ödülleri onun olumsuzluklarından daha ağır basarsa, işlere başvuranlar sel gibi akmaya başlar ve dolayısıyla önerilen üc­ retler düşürülür. Smith ortalama veya doğal kar oranı konusuna döndüğün­ de, bunun en iyi ortalama faiz oranından çıkarılabileceğini öne sürer. Çünkü faiz ve kar oranı, sermaye üzerinden alter­ natif getiri şekilleridir. Kar, ücretler gibi, ekonomik büyüme veya gerileme tarafından etkilenir; fakat ters bir yönde. Eşit olmayan ücretlerin sebeplerinden birkaçı, aynı zamanda eşit olmayan karların ortaya çıkmasına da yol açar. Bir meyhane işletmek gibi, çalışma koşulları uygun olmayan ya da düşük statüye sahip bir iş, yüksek bir kar oranına sahip olur. Böyle­ ce, dış ticaret -veya kaçakçılık- gibi özellikle riskli iş türleri de böyledir! Çalışma koşulları uygun olmayan veya riskli işler için yüksek ücret ödenmesi konusunda insanlar çalışma orta­ mı uygun olmayan veya riskli işlerin olumsuzluklarını, yalnız-

91

92

1 4.

BÖLÜM

ca olumsuzluklar özellikle yüksek ödüllerle dengelendiğinde kabul etmeye razı olur. Smith'e göre, doğal rant oranı, bir kiracının ödemeye mali gücünün yetebileceği en yüksek orandır; ama, tabii ilgili top­ rağın verimliliği ya da durumunun ortaya çıkardığı farka bağ­ lıdır. Ürünlerin fiyatı, sıradan ücret maliyetini ve sıradan kar oranını kapsamak zorundadır. Bu iki ögenin üzerindeki veya ötesindeki fazla, toprak sahibinin rant/kira olarak talep ettiği şeydir. Dolayısıyla, rantın yüksek veya düşük olması, fiyatların ' yüksek veya düşük olmasına bağlıdır. Rant, bu anlamda fiyat oranlarının sonucu değil, sebebi olan bir oran olarak, ücretler­ den ve fiyatlardan farklılık arz eder. Madem ki doğal fiyatın kendi üç ögesiyle; yani, ücretler, kar ve rantla alakası hakkında elimizde bir resim var, Smith'in 'reel' fiyat ya da değer ile nominal ya da parasal fiyat arasındaki ayrımına geri dönebiliriz. Smith, birinciyi mübadele edilebilir değerin 'reel ölçüsü' olarak tanımlar. Her şeyin reel fiyatı; yani, onu elde etmek isteyen ki­ şiye gerçek maliyet olarak yansıyan her şey, onu elde etmenin meşakkati ve sıkıntısıdır. Bir şeyi elde etmiş olup, elden çıkarmak ya da başka bir şeyle mübadele etmek isteyen kişi için o şeyin gerçek değeri, kendi üstünden atarak başkalarının sırtına yükleyebileceği meşakkat ve sıkıntı d ı r (MZ 47).

Farklı işlere/ mesleklere farklı ücret hadlerini tartışırken gördüğümüz gibi, Smith, işin yani, emeğin hoşa giden bir şey olmadığını varsaymaktadır; onun 'meşakkat ve sıkıntı' oldu­ ğunu düşünmektedir. Onu, bizi hoşnut kılacak yararlı şeyleri (para ve servet gibi) bize sağladığı için üstleniriz. Eğer ken-

İKTİSAT

dimizinki yerine, diğer insanların emeği ile üretilmiş olan ve bizi hoşnut eden malları elde edersek, meşakkat ve sıkıntıdan kurtuluruz ve onun bedelini ödemeye hazırlanırız. Bir toplu­ mun ilkel durumunda; yani, bir avcı toplumunda, malları elde etmenin yegane maliyeti emektir. Toplumun daha sonraki aşamalarında, kar ve rant maliyeti ilave dilecektir. Bununla birlikte, eğer diğerlerinin ürettiklerini satın alırsam, kendimi meşakkat ve sıkıntıdan kurtarmış olacağım ve satın alma fiya­ tının, kendim yerine başkaları tarafından üstlenilen meşakkat ve sıkıntı üzerinde bir kontrolü (hakimiyeti) temsil ettiği hala geçerlidir. O yüzden, herhangi bir malın ona sahip olan ve onu kendisi kullanmayı veya tüketmeyi amaçlamayan, fa­ kat diğer mallarla mübadele etmeyi amaçlayan kişiye değeri, sahibinin satın almasın ı veya ona h ükmetme­ sini m ü m kü n kılan emek miktarına eşittir. O nedenle, emek, tüm malları n mübadele edilebilir değerin i n gerçek ölçütüdür (MZ 47).

Bununla birlikte, birbirleriyle ilişkileri bakımından farklı şeylerin değerinin karşılaştırılmasında, çoğu kez emeği ölç­ mek zordur. Birisi bir iş başına harcanan zaman miktarını ölçebilir; ancak zaman, işi çekilmez hale getirme konusunda önemli olan yegane faktör değildir. İş, çok ya da az gayret is­ teyen güç bir şeydir ve çok veya az bir hüner/ustalık gerekti­ rebilir (her ne kadar Smith'in ustalığın icra edilmesinin hoş olmadığını neden varsaydığı açık olmasa da). Uygulamada değerler, zamanın yanı sıra, işin sıkıntısını ve çalışma koşul­ larının uygunsuzluğunu da dikkate alarak, 'piyasanın belli bir fiyat üzerinde ısrarcı olması ve sıkı pazarlık etmesi ile' oluşur (MZ 49).

9J

M

1

4. BÖLÜM

Smith, öz-değer konusuna hoşgörü için bir mazeret beya­ nını içeren önsöz ile başlar. Değer konusunu açıklamak için elinden gelenin en iyisini yaptıktan sonra, mevzunun, 'doğa­ sı gereği, zihni son derece meşgul edici' ve 'hala bir derece anlaşılması güç görünebilir' olduğunu söylemiştir (MZ 46). Değer konusunda, elbette hala bol miktarda tartışacak mesele vardır. Marx ve diğerleri, Smith'i bir emek-değer teorisi geliş­ tirmeye çalışırken, bir üründeki 'içerilmiş emeği' onun tara­ fından 'yönetilen/kontrol edilen emek'le karıştırmakla itham etmişlerdir. Modern iktisat teorisyenleri, Smith'in değer teo­ risinin 'faydasız şeylere' karşı 'faydalı şeyler'in (zevkli oldukça istenen veya hoşnut eden şeylere) dengesiyle alakalı, oldukça farklı bir mesele ile yani, refahın ölçüsünü veya indeksini bul­ ma sorunu ile ilgili olduğunu söyler. Srnith'in önsöz niteliğin­ deki notu, kendisinin değer konusu ile parasal fiyatlar arasın­ daki ilişki hakkında açık olmadığını; ancak, 'içerilmiş emeği' 'yönetilen emek'le karıştırma suçlamasının, elbette yanlış olduğunu göstermektedir. Biri, onun meşakkatin ve sıkıntı­ nın (modern iktisatçıların belirttiği gibi) faydasız oluşunu ne­ den fiyat teorisi ile ilişkilendirmeye çalıştığını görebilir; fakat onun ekonomik sistemin işleyişiyle ilgili meselesi, onun değer teorisine gerçekten ihtiyaç duymaz. Smith'in analizi, statik bir ekonomiye uygulanabilir. Mal­ ları üretmenin maliyeti, kazanılan paranın işçiler, işverenler ve toprak sahiplerinden oluşan üç sınıf'a dağılımı vasıtasıyla öde­ nir. Bununla birlikte, Srnith'in asıl ilgilendiği husus, ekonomik ilerlemeyi açıklamaktır; yani, dinamik bir ekonominin sürekli olarak nasıl servet yaratabildiğidir. Smith, ekonomiyi, Fizyok­ ratlara ait paranın ve üretim gereçlerinin (malzemelerin) üç grup arasındaki dolaşımı olarak gösteren genel düşünceden

İKTİSAT

esinlenerek; sermayenin ve gelirin işlevlerini, sabit sermaye ile işletme sermayesi arasındaki farkı, paranın ve bankaların ro­ lünü ve her şeyden önce tasarrufun önemini tanımlamak su­ retiyle, onların yaptığından çok daha fazla ayrıntıya girmiştir. Smith, kendisi için her şeyi yapan bir kişinin, işbölümü ol­ madan önce kendisi üretmiş gibi tüketebileceğine ve malları stoklamaya gereksinim duymayacağına dikkat çeker. Fakat iş­ bölümü ve emeğin ürünlerinin mübadelesi söz konusu oldu­ ğunda, bir üretici ürünlerinin daha büyük bir kısmını, diğerleri tarafından istenecekleri zamanı dikkate alarak stokta tutması gerekir. O mallar satıldığında, üretici gelirin bir kısmını ken­ disinin acil ihtiyaçları için, bir kısmını da üretiminin gelecekte devam etmesi için gerekli şeyleri (malzemeleri ve araçları) sa­ tın almak için kullanır. O nedenle, onun 'stok'unu (hem üre­ tilen malları hem de elde edilen parayı) iki kısma ayırabiliriz; biri şimdiki tüketim için, diğeri ise, gelecekte gelir sağlamak içindir. İkinci kısım, sermayedir ve bu da iki kısma ayrılır; iş­ letme sermayesi ve sabit sermaye olarak. İşletme sermayesi, kar etmek amacıyla üretmek, satın almak ve satmak için kulla­ nılır. Para ve paranın satın aldığı diğer şeyler, üreticiler, alıcılar ve satıcılar arasında tedavül eder. Sabit sermaye, makineler ve araçlar, binalar ve arazinin/toprağın geliştirilmesi için kullanı­ lır. Bütün bunlar üretim araçlarıdır ve dolaşan paranın ve mal­ ların aksine, bulunduğu veya istenilen yerde kalır. Smith bireyler için yaptığı ekonomik analizi toplumlar için de yapar. Toplumun stokunun/birikiminin bir kısmı şimdiki tüketim ya da kullanım için, bir kısmı sabit sermaye için, bir kısmı da işletme sermayesi için ayrılabilir. Bununla birlikte, Smith analizini bir bütün olarak ele alınan bir ülke ekonomisi­ ne uyguladığında, analizinin açıklayıcı gücü daha önemli hale

95

9'

1 4.

BÖLÜM

gelmektedir. Burada kategoriler arasındaki ayırım, bir kişi için olduğu gibi aynı olmak durumunda değildir. Söz gelimi, mesken için kullanılan bir ev, sahibine kira şeklinde gelir ge­ tirebilir ve dolayısıyla onun sermayesinin bir parçası olabilir. Fakat kiracı kirayı gelirinden ödemek zorunda olduğundan; meskun ev, bir bütün olarak topluma herhangi bir ek gelir ge­ tirmez. Dolayısıyla, bu sermaye olarak addedilemez, ancak tü­ ketim veya kullanım için ayrılmış olan stoğa ilave edilmelidir. Yine, sabit sermaye, toplumun çoğu için maddi üretim araç­ larının yanı sıra, orada oturan sakinlerin -beşeri sermayenin­ vasıflarını da kapsar. Son olarak, işletme sermayesinin işlevi daha karmaşıktır ve gerçekte ekonominin modeli için merkezi bir konumdadır. Smith, burada Quesnay'den öğrenmiş oldu­ ğu dairesel akım fikrini ayrıntılı bir şekilde açıklamaktadır. İş­ letme sermayesi, paradan ve vakti gelince satılacak olan (üre­ tilmiş ya da üretim sürecindeki) mallardan oluşur. Hem para hem de mallar, toplumun farklı grupları arasında dolaşır. Üc­ ret, kar veya kira (rant) olarak elde edilen para, netice itibariy­ le, ya o anki tüketim için ya da sabit sermaye için ayrılmış olan malların stokuna transfer edilmekte olan işletme sermayesi kategorisinden elde edilen mallarla değiştirilir. İşletme serma­ yesinden aldığımız unsurlar, hammadde ya da tamamlanmış mal şeklindeki yeni üretimle yenilenmesi gerekir. Dolayısıyla, tüketim ve sabit sermayenin her ikisi de işletme sermayesine bağlıdır. Böylece, tüketim de işletme sermayesine bağlıdır; çünkü hemen hemen tüketime dönük tüm mallar, tüketiciler tarafından üretilmez, satın alınır. Aynı şekilde, sabit sermaye de, hem ilk yerde satın alındığında hem de ileri malları üret­ mek üzere kullanıldığında, işletme sermayesine bağlıdır. İşletme sermayesinin yeniden oluşturulması, üretimden

İKTİSAT

gelmelidir ve toplumun işgücünün sadece bir kısmının üreti­ me katkıda bulunduğunun farkında olmamız gerekir. Hizmet sağlayan işçilerin çoğu (hizmetçiler, silahlı güçler, kamu hiz­ metleri, mesleklerin çoğu, eğlendirici sanatçılar), üretim de­ ğerine katkıda bulunmaz. Smith, bu insanların aylak zenginler gibi faydasız asalaklar olduklarını ileri sürmemektedir. Onların işi, hiç şüphesiz toplum için genel olarak yararlıdır veya (eğlen­ diricilerin durumunda) eğlencelidir. Verimli ve verimsiz eme­ ğin her ikisinin de değeri vardır. Ancak, verimsiz emeğin değeri hemen tükenirken, verimli emeğin değeri daha sonra kullanıl­ mak üzere üretilen mamül mallara katkıda bulunur. Ancak, imalatçının emeği [yani, imalatla uğraşan işçi], o emek harcan ı p bittikten sonra, en azından bir süre var olan belirli bir nesne ya da satılabilir bir metada maddeleşir ve kendisini sürekl i olarak ona yönlendirir. Bu, adeta gerektiğinde başka bir zaman kullanılmak üzere toplanıp depo edilmiş olan belli bir miktar emek gibidir. O nesne ya da aynı şey demek olan o nesnenin fiyatı, gerektiğinde kendisini baş­ langıçta üretmiş olan emeğe eşit miktarda bir emeği yine harekete geçirebilir. Bunun aksine, sıradan bir hizmetçinin emeği, belirli bir nesne ya da satılabilir bir metada maddeleşip, kendisini ona yönlendirmez. Yaptığı hizmetler, genellikle hemen yerine getiri ldik­ leri anda yok olur ve geride, sonradan karşılığında eşit miktar h izmet elde edilebilecek bir iz ya da değer bıraktığı olmaz (MZ 330).

Aynı şey, 'en ağır ve en önemli mesleklerin her ikisinin de bazılarını ve yine en saçma mesleklerin bazılarını' yapanlar gibi, diğer verimsiz emekler için de geçerlidir. Bunların en az saygın olanının emeği, ...... ve en soy-

'11

ti

1

4. BÖLÜM

lu ve en yararlı meslekten kişinin emeği, ileride eşit miktarda emek satı n a labilecek ya da tedarik edilebi­ lecek h içbir şey üretmez. Aktörün tiradı (uzun h itabı), hatibin nutku ya da m üzisyeni n ezgisi gibi, hepsinin yaptığı iş, hemen üretildikleri anda yok olur (MZ 331).

Üretim, ya verimli (üretken) işçilerin sayısını artırmak su­ retiyle ya da onların üretken güçlerini daha fazla ve daha iyi makinelerle veya alt uzmanlık dallarında daha fazla işbölü­ müne giderek geliştirmek suretiyle artırılabilir. Tüm bu yön­ temler, ücretler ve makineler için ödeme yapmak için ilave sermaye gerektirir. Sermaye birikimi, tasarrufa, yani, şu anki tüketime daha az harcamaya ve tutulan parayı üretimi artır­ mak için kullanmaya bağlıdır. Bu ise, ya işverenin kendisi ta­ rafından doğrudan ya da sermayeyi, üretimi üstlenenlere faiz (bir tür kar) karşılığında borç vermek suretiyle dolaylı olarak gerçekleşebilir. Tasarruf, sermayeyi boş yatması için bırak­ maz, ancak onun verimsiz bir şekilde değil de verimli bir şe­ kilde kullanılmasına müsaade eder. Her yıl tasarruf edilen m i ktar, her yıl tüketilen miktar kadar düzenli bir şekilde ve aşağı yukarı aynı zaman­ da tüketilir; fakat tüketiciler başka kişilerdir. Zengin bir adam ı n her yıl geliri nden harcadığı o kısmı, ge­ nellikle tüketimleri karşılığında geride hiçbir şey bı­ rakmayan aylak konuklarla s ı radan hizmetkarlar tü­ ketir. Bu zenginin her yıl tasarruf ettiği kısım ise, k�r edilmek amacıyla doğrudan doğruya sermaye olarak işletildiği için, aynı biçimde ve üstelik hemen hemen aynı zamanda tüketil ir. Ancak, bunu tüketenler, yıllık tüketim lerinin değerini bel l i bir karla yeniden üreten işçiler, imalatçılar ve zanaatçılard ı r (MZ 337-8).

Ayrıca, bir yılın tasarrufu, tek başına bir yıl için ek istih-

İKTİSAT

dam sağlamaz. İlave emek, kendi maliyetini çıkarmaktan daha fazlasını yapabilecek malları ürettiği için, ileriki yıllarda da de­ vam edebilir; şöyle ki, tasarrufun bir bölümü, gelecek tüm yıl­ larda sanki eşit bir sayının sağlanması için bitmek tükenmez bir fon olarak kabul edilir. Tasarrufun yararları görüldüğünde, ilave tasarruflar hazır bulundurulur ve servet devamlı olarak artar. Statik bir ekonominin dairesel akımı, büyüyen bir eko­ nomide genişleyen bir sarmal hareket halini alır. Eğer şu anki tüketime yönelik aşırı harcama, mevcut üret­ ken işgücünün sayısını korumak için yetersiz sermaye bıra­ kırsa, dairesel akım, gerileyen bir ekonomide de tam daralan bir sarmal hareket biçimini alabilir. Allahtan, insan tabiatı için tasarruf etme güdüsü, harcama güdüsünden daha yaygındır. ... kişiyi harcama yapmaya sevk eden i l ke (şey}, o an­ daki eğlenceye beslenen tutkudur. Bu tutku, bazen şiddetli ve yatıştırılması çok güç olsa bile, genellik­ le o ana özgüdür ve geçicidir. Oysa tasarruf etmeye yönelten şey, durumumuzu iyileştirme arzusudur. Bu arzu, genellikle sakin ve serinkanlı olmakla birlikte, ana karn ı ndan bizimle birlikte gelir ve mezara gidene kadar da asla peşimizi bırakmaz (MZ 341).

DO�AL ÖZGÜRLÜK

Meşakkat ve sıkıntının kolaylaştırılması için mübadeleye gi­ rişmekten başlayarak ve durumumuzu iyileştirmek için ser­ maye birikimiyle sona erdirerek, bu ayrıntılı analiz ağının ta­ mamının kişisel çıkarın itici gücüne bağlı olduğu görülecektir. Bu karmaşık sistem, kendi dengeleri ve dairesel veya sarmal akımları ile, önceden tasarlanmış planlamanın hiç tesirinde kalmamıştır. Bu sistem, yüksek ve daima artan karşılıklı bağ-

99

100

1 4.

BÖLÜM

lılık derecesini sergiler; buna rağmen, doğal olarak tamamen kişisel çıkarın karşılıklı etkilemesinden meydana gelir. Smith, Milletlerin Zenginliği'nin bir bölümünde, kişisel çıkara itibar etmenin, bir bakıma idealist ahlakçıların ve ilahiyatçıların hayal ettiği evrensel yarara yol açabileceğine dair paradoksu yansıtmak için çarpıcı bir mecaz kullanır. Her birey gibi, .... hem sermayesi n i elinden geldiği kadar ü l ke sanayiini destekleyecek şekilde kullanmak ve hem de söz konusu endüstriyi en yüksek değerde ürün yaratmaya yöneltmek için çaba harcarken, kaçı­ nılmaz olarak toplumun yıllık gelirini elinden geldiği kadar artırmaya çalışır. Aslı nda, genellikle ne kamu çıkarın ı a rtırmaya niyet eder ne de bunu ne kadar art­ tırdığın ı bilir.... sadece kendi kazancını gözetir. Birçok başka durumda olduğu gibi, o bu durumda hiç niye­ tinde olmadığı h31de görünmez bir el tarafından bir sonuca/hedefe ulaşmak için yönlendirilir (MZ 456).

Smith, hatta görünmez elin imajını önceden Ahlaki Duygu­ lar'da daha renkli olarak kullanmıştır. Orada ekonomik büyü­ menin etkilerini istihdam açısından anlatmıştır. Yeryüzü, insanoğlunun bu emeğiyle doğal verimliliği­ ni iki katına çıkarmaya ve orada yerleşenlerden daha büyük bir kalabalığın geçimini sağlamaya mecbur kalmıştır. Hayalinde geniş tarlaları n ı gören ve kendi kardeşlerinin (hemcinslerinin) isteklerine dönük bir düşüncesi olmayan kibirli ve katı kalpli toprak (ev) sahibinin, zamanla hoşuna giden hasad ı n tamamını kendisinin tüketmesi boşunadır. Gözün göbekten daha büyük olduğuna dair bayağı ve çirkin deyim, hiç kimsede onun için olduğu kadar geçerli ve doğru de­ ğildir. Onun midesinin büyüklüğü a rzularının büyük­ lüğü ile boy ölçüşemez ve o (mide) en hasis köylünün

İKTİSAT 1 m idesinden daha fazlasın ı da almayacaktı r. Toprak sahibini n dağıtması gereken şeyler arasında, kim ki onları en iyi şekilde hazırlar, kendisinin en az kul­ landığı şeylerdir ki, bunlar arasında sarayın ı donat­ tığı ancak çok az tüketilen, bunlar arasında azamet ekonomisinde kullanılan ve kendisi n i n sunduğu ve koruduğu süslü fakat değersiz, cicili bicili şeyler yer almaktad ı r; böylece bunların hepsi, yaşa m ı n zorun l u i htiyaçları n ı n makul b i r payı olarak, toprak sahibin i n lüks ve geçici hevesinden kaynaklan maktadır, ki as­ lında nafile bir şekilde onun insancıllığından ve ada­ letinden kaynaklanması beklenmektedir. Zengin ler, fakirlerden bir parça daha çok tüketir ve doğal ben­ cilliklerine ve açgözlülüklerine rağmen, daima kendi rahatlarına bakmalarına rağmen, istihdam ettikleri binlerce emekten sadece kendi kibirlerin i ve doy­ mak bilmez a rzularını tatmi n etmeyi düşün melerine rağmen, başardı kları bütün iyileştirmelerin ü rü n ü n ü fakirle bölüşürler. O n l a r (zenginler) görünmeyen b i r el tarafından, yaşam i ç i n gerekli olan şeylerin hemen hemen aynı dağıl ı m ı n ı yapmak için yönlendirilirler. Eğer dünya bütün yaşayanlar arasında eşit parçalara bölünmüş olsaydı, bu şeyler nasıl dağıtılacaksa öyle dağıtırlar ve böylece, hiç niyet etmedi kleri halde, h iç bilmedikleri halde, toplu m çıkarın ı a rtırırlar ve türle­ rin (zenginliğin) çoğalması için gerekli a raçları oluş­ tururlar (AD 184-5).

İki pasaj arasında bariz bir fark vardır. Milletlerin Zenginli­ ği ndeki, kişisel çıkarını düşünen kişinin, istemeyerek toplu­ mun refahını maksimize etmeye yardımcı olduğunu söyler. Ahlaki Duygular'daki ise, kişinin istemeyerek eşitliği yaka­ layacak şekilde refahı daha geniş bir şekilde dağıtmaya yar­ dımcı olduğunu ilave eder. Smith, bu pasajı yazarken, aklında Rousseau'nun Eşitsizliğin Kaynağı Üzerine Nutuk'u (Discours '

101

102

1 4. BÖLÜM sur l'origine et les fondements de l'inegalite parmi les hommes) vardı ve zımnen Rousseau'nun mülkiyetin ediniminin eşitsiz­ liğe sebep olduğuna dair iddiasına itiraz edip yanlış olduğu­ nu ispatlamaya çalışıyordu. Smith, ayrıca muhtemelen Arılar Masalı: Veya Özel Kötü Alışkanlıklar (Ahlaksızlıklar), Kamu Yararları'nda (The Fable of the Bees: or Private Vices, Public Benefits) Bernard Mandeville'nin karşıt görüşünü de aklında tutuyordu. Burada bahsedilen lüks, kibir ve vefasızlık/kay­ paklık) şeklindeki ahlaksızlıklar, istihdamın yayılmasında ve ticaretin artmasında kamu yararları idi. Smith, fakirin, haya­ tın gereklerini kibirli toprak sahibinin 'lüks ve kaprisinden' elde ettiğini ve fakirin bunları 'zenginin insanlığından veya adaletinden' beklemediğini söyler. İnsanlık veya hayırhahlık, diğerlerinin mutluluğunun maksimize edilmesine uğraşırken; adalet, onun daha eşit bir şekilde dağıtılmasına çaba gösterir.

Adam Smith'in görünmez el hayali, bir ilahiyat unsuru me­ sele değildir. Smith'in yararlı sonuçların neticede doğaya veya doğanın ilahi müellifine bağlı olduğunu söylediğine hiç şüp­ he yok. Fakat o kadiri mutlak bir Tanrı'nın tüm zamanlarda perde arkasından her şeyi hallettiğini kastetmemektedir. O bu deyimi, bize hayali bir kontrol aletinin fotoğrafını vermek için akılda kalıcı (canlı) etki yapsın diye kullanır. Fakat o bu etki­ nin bireysel çıkar ve mübadele sisteminin karşılıklı etkileşimi aracılığıyla kendiliğinden meydana geldiğini gayet iyi biliyor­ du. Onun bu hakikati algılaması, ekonomik anlayışa yaptığı muazzam katkılarından biridir. 'Görünmez el' ibaresini Smith icat etmemiştir. Dini yan­ sımanın bir tabiri olarak kullanıla geldiği anlaşılmaktadır. 1703'te, savaş gemisi Prince George, Royal Navy'e (krala ait donanma) ait diğer birçok gemiyi kazaya uğratan büyük bir

İKTİSAT fırtınayı sağ salim atlattığında, Flag Captain Martin geminin kütüğünde, 'Takdiri İlahinin görünmez eli bizi kurtardı' şek­ linde yazmıştır. Smith, astronomi tarihi üzerine kaleme aldığı eski bir yazısında, düzensiz hadiseleri 'Jüpiter'in görünmez eli'ne atfederek, putperestlik dini hakkında yazmıştır. O tek tanrıcılığın inandığı tek Tanrı'nın ekonominin işleyişini, ken­ disinin inandığı Jüpiter'in 'gök gürlemesini ve aydınlatmayı, fırtınaları ve güneş ışığını' (F 49-50) kontrol etmesinden daha fazla kontrol ettiğine inanmıyordu. Smith, dini söylemin iyi bilinen mirasını basit bir şekilde okuyucularının olgunun olağanüstü karakterini takdir etmelerini sağlamak maksadıyla alıp kullanmıştır. Kendisinin kasten onun (görünmez el) et­ rafına yanlış bir çember yerleştirdiğini kastetmiyorum. Onun birtakım çağrışımlar yapan kelimeleri seçmesine görünmez bir el yol açmıştır. Smith'in insan ilişkilerinin doğal gidişatında yardımsever bir düzeni görmeye eğilimli olduğundan hiç şüphe yoktur. O bu fikri muhtemelen gençliğinde kendisini derinden etkile­ miş olan Stoacıların ahlak teorisinden almıştır. Diğer şeylerle birlikte, Stoacılar modern 'sempati' (duygudaşlık) kelimesi­ nin türetildiği Yunanca sympatheia kelimesiyle tanımladıkları evrensel bir ahenge

( cosmic harmony) inanırlardı. Tabii, Stoa­

cılar ahenkli bir evrende tüm unsurların harfi harfine birbiri­ ne aidiyet duygusunun olduğunu kastetmezler. Onlar, birlikte uyum içerisinde olan tüm unsurların ahenk içerisinde birbi­ riyle çalıştığını kastederler. Adam Smith'in kendi ahlak teori­ sinde sempati kavramını kullanması, kendisine özgü idi; fakat bu kavramı genellikle ahenkten bahsederek izah ederdi. Smith duygudaşlık hislerimizin sosyalleşme etkisini tarif ederken, aklında Stoacıların ahenkli sistem düşüncesinin olduğu ko-

10J

104

1

4. BÖLÜM

nusunda benim birazcık tereddüdüm var. Muhtemelen aynı Stoacı ahenkli sistem düşüncesi, onun piyasayı toplumun genel yararına dönük bir sistem olarak düşünmesine yardım etmiştir. Bununla birlikte, o basit bir şekilde gerçeklerin önyargılı bir fikri doğrulayacağını varsaymamıştır. Adam Smith, araş­ tırmalarına böyle bir ruhla asla yaklaşmamıştır. O, bir uygu­ lamacı, tecrübe edilmiş gerçeklerle başlayan bir düşünür idi ve ondan sonra gerçekleri açıklamak için bir hipotez üretirdi. O, iktisatta piyasasının bir denge oluşturmak için maliyette, arzda ve talepte meydana gelen değişikliklere kendiliğinden tepkiler üretmek suretiyle olan işleyişinin gözlemlenebile­ ceğinden etkilenmiştir. Onun doğal fiyat 'yönünde hareket eden' piyasa fiyatlarından söz etmesi, onun mekanik sistemi hatırladığını göstermektedir ve planlanmamış yararlı etkiler, ona Stoacı doğal ahenk düşüncesini hatırlatmış olabilir. Bu Stoacı düşünce, doğaya uygun yaşama tavsiyesi ile uyum­ lu idi ve doğal kanun geleneğinin kaynaklarından biri idi. Srnith, o geleneğe 17. Yüzyıl hukukçularının, filozoflarının, özellikle Grotius'un, Pufendorf 'un ve Locke'un çalışmalarından aşina idi. O kendisinin bu düşünceye dönük dikkate değer katkısuu, doğanın bilimsel kanunlarından doğan normatif ve çok eski ge­ leneklere dayalı doğal kanunu yorumlamak suretiyle yapmıştır. Yani, Srnith bize gerçekte insanların davranış tarzı hakkındaki genel doğruların sonucu olarak, nasıl davranmamız gerektiğini söyleyerek genel ilkeleri ele almıştır. Duygudaşlık ve diğerleri­ nin iyi fikirlerini elde etme arzusu, insanların genellikle birbi­ rine yardımcı olmasına ve zarar vermekten kaçınmasına neden olmaktadır; böyle bir davranış, bizim davranmamız gereken tarz olarak tasvip edilmiştir. Müşterek kişisel çıkar, ceza hukukunun

İKTİSAT

yaptırımlarıyla böyle hayati uygulamaların çoğunu zorla kabul ettirmeye yol açar. Devletler arasında benzer bir müşterek ki­ şisel çıkar, onların uluslararası hukukun sınırlı ilkeleri üzerinde anlaşmaya varmalarına neden olur. Aynı şekilde, kişisel çıkarın sürüklediği ekonomik hayatın uygulamaları/ alışkanlıkları, tam olarak yerleşik uygulamalar olmuştur. Çünkü hiç kimse sonucu planlamamış olsa da, bunlar genellikle yararlı şeylerdir. Yararlı oldukları için, bu uygulamaların, bizim de öyle davranmamızın uygun olacağı tarz olan eski geleneklere bağlılık olarak telakki edilmeleri gerekir. Doğal hukukun geleneği, 'doğal' özgürlüğe ve eşitliğe olan bir inancı içerir. Doğal bir devlette (ya bozulmamış ilkel bir durum ya da kusursuz bir toplum düşüncesi ideali anlamına gelebilecek muğlak bir açıklama), insanoğlunun tamamı hür ve eşittir. Adam Smith, doğal adalet ve doğal eşitlik hakkında yazdığıyla neredeyse aynı sıklıkta doğal özgürlük hakkında ya­ zar. Milletlerin Zenginliği nin

IV. Kitabının sonuna doğru, 'do­ ğal özgürlüğün aşikar ve basit sitemi' (MZ 687) şeklinde yay­ '

gın olarak alıntı yapılan bir referans vardır. Bununla birlikte, Smith'in doğal özgürlüğe dair ilk atıfları, genellikle doğal ada­ letle veya doğal eşitlikle ya da her ikisiyle birlikte bağlantılı­ dır. Biraz önce alıntı yaptığım paragraf bile, doğal özgürlüğün adaletle sınırlı olduğunu açıklayarak devam eder. 'Her insan, adaletin kanunlarını ihlal etmediği takdirde, kendi çıkarını ve kendi yolunu devam ettirmek üzere tamamen özgür bırakılır: Doğal ahengin yanı sıra, doğal özgürlük düşüncesi de, bir­ leştiren bir çerçeve ilave eden ve bazı ikna edici belagat (reto­ rik) için faaliyet alanı sağlayan bir arka plan kavramıdır. Ancak, laissezjaire için Smith'in iddialarının birincil kaynağı değildir. Onun iddiaları, esas itibariyle iki özel hedefe yönelmiştir ve

105

ıo6

1 4.

BÖLÜM

bu iki özel şey hakkındaki sağlam uygulamalı kanıta dayanır. Bunlardan birincisi, rekabet ve emeğin hareketliliği (seyya­ liyeti) üzerine getirilen sınırlamalar; ikincisi ise, uluslararası ticaretin serbestliği üzerine getirilen sınırlamalardır. Şunu da belirtmek gerekir ki, Smith, tesadüfen emek piyasasındaki do­ ğal olmayan 'eşitsizlikler'i göstermek için birincisine saldırır; zira onun düşüncesinin diğer bir göstergesi, doğal özgürlüğün doğal eşitlikle birlikte hareket ettiğidir. Smith, birinci başlık altında, şirketlerin çıraklık konusunda modası geçmiş uygulamaları devam ettirmelerine imkan veren özel imtiyazlarını eleştirir. Çırakların (stajyerlerin) sayısı sınırlı­ dır ve onların işgücü eğitim süreleri, gerekenden çok daha uzun idi. Dolayısıyla, nitelikli mesleklere dönük emek arzı sınırlı idi. Diğer taraftan, belli mesleklerdeki eğitim için bursların ve ben­ zer ödüllerin kapasitesi (kaynağının bolluğu), bakanlık başta olmak üzere, oralara giren insanların arzını, doğal rekabetin meydana getirebileceği seviyenin ötesinde aşırı şekilde geniş­ letti. Sonra, yine çalışanların hareketini gereksiz bir şekilde sı­ nırlayan kanunlar vardı; Çıraklık Kanunu, insanları aşağı yukarı tek bir nitelikli ticaretle sınırlamış; Lıgiliz Fakirler Kanunu ise, fakir bir insanın doğduğu yerden farklı bir mahalle veya semtte 'yerleşme' (yardım hakkı elde etme)sini zorlaştırmıştır. Smith, başka bir bağlamda (veraset ve intikal kanunu) şu gözlemde bulunmuştur: 'Genellikle kendilerine ilk elverişli du­ rumu sağlayan ve tek başına onları makul duruma getirebilen olaylardan uzun süre sonra güç sayesinde varlığını sürdüren ka­ nunlar, arb.k söz konusu değil' (MZ 383 ). Doğal muhafazakar­ lık, bir zamanlar yararlı olan, ama şimdi zararlı hale gelen çağ­ dışı yasaları kaldırmaya engel olmaktadır. Bu bakımsan, insan davranışının doğal eğilimleri yararlı değildir ve (mevcut duru-

İKTİSAT mu) iyileştirici yasaların müdahalesine ihtiyaç duyar. Böylece, Smith'in sınırlayıcı uygulamalara yönelik eleştirisi, aynı zaman­ da kendisinin anti-liberteryen bakış açısını da içerir.

Smith, Milletlerin Zenginliği'nin IV. Kitabında uluslararası ticaretin serbestleştirilmesi konusuna geri döndüğünde, ser­ best uluslararası ticaret sisteminin avantajlarını, basit bir işbö­ lümü sistemindeki mübadelenin avantajlarıyla karşılaştırır ve ekler: 'Her özel ailenin yönetiminde başvurulan tutumluluk, büyük bir krallığın yönetiminde nadiren görülen bir delilik olabilir' (MZ 457). Serbest ticaret, ülkeleri her birinin avan­ tajlı oldukları üretim alanlarında uzmanlaşmaya ve ucuz fiyat­ lar üzerinden yapacakları mübadeleden yararlanmaya teşvik eder. Bu durum, bir ülkeye kendi başına her şeyi ürettiğinde sahip olduğundan daha fazla arzu edilen bir mal toplamı sağ­ layacaktır. Zira ikinci tür politika, ülkenin sermayesinin daha büyük bir kısmını serbest ticaret çerçevesinde ucuzca ithal edi­ len malların aynı miktarını üretmeye harcayacaktır. Bununla birlikte, Smith'in durumu, bu türden tehlikeli genel ifadelerle açıklanamaz; daha ziyade, belli korumacı tedbirlerin (prim­ ler, tarifeler ve ithalata getirilen yasaklamalar) dezavantajları­ nın etraflı bir şekilde incelenmesiyle ifade edilebilir. O ayrıca serbest ticaret için genel duruma bazı itiraz kayıtları koyar. İlk olarak, korumacı tedbirlerin, 'zenginlikten çok daha önemi haiz olan' (MZ 465) ulusal savunmanın menfaatleri dikkate alındığında mazur görüldüğünü söyler ve 165 1 yılında Gemi­ cilik Kanunu'nun uygulamaya konulmasını örnek olarak verir. İngiliz savunması gemilere ve gemicilere çok fazla bağlı oldu­ ğundan, İngiliz gemilerine malların taşınmasında bir referans' *

Gemilerin mal taşıma konusunda güvenilirliklerine dair bir tür müracaat bel­ gesi -çn

107

1o8

4.

BÖLÜM

verilmesi meşru idi. (Fakat kitapta sıra daha sonra Amerikan sömürgelerine yönelik politikayı tartışmaya gelindiğinde, Smith, ticari ifadelerle Gemicilik Kanunlarının yararlı olma­ dığını ısrarla söyleme konusunda çok dikkatli idi.) İkinci ola­ rak, Smith, aynı niteliklere sahip yerli mallara daha önceden vergi konmuşsa, ithal mallara vergi konmasını da onaylıyor­ du; aksi takdirde, adil bir rekabet olmayacaktır. O, yine ger­ çek dünyanın koşullarını yerine getirmek için serbest ticaretin ilkeleriyle bir uzlaşmanın olması gerektiğini kabul eder: Eğer bir yabancı ülke sizin mallarınızın ithalatını yasaklarsa, siz de misilleme yapmak zorunda kalabilirsiniz; neredeyse her ülke mısırda ticaretin serbestliğini sınırladığında, küçük bir ülke için mısırın ihracatı üzerine hiçbir kısıtlama koymamak, ge­ reksiz, çılgınca riskler almak olacak ve dolayısıyla, bir kıtlık riskine maruz kalabilecektir. Serbest ticarete dair genel bir du­ rum, gerçeklere karşı bizim gözümüzü kör yapmaması gerekir. 'Ticaret serbestliğinin Büyük Britanya'da yeniden tamamen oluşturulacağını beklemek, burada bir Oceania ya da Ütopya kurulmasını beklemek kadar saçmadır' (MZ 471). Smith'in önerisinde yurtiçi politikada laissez-faire, ayrıca bazı sınırlamalara tabidir. Devlete üç görev yükler: Savunma, adaletin yönetimi ve belli kamu işlerinin ve kurumlarının ha­ zırlığı ve sürdürülmesidir. Devletin pozitif bir görevi olarak görmese de, onun faiz oranı üzerinde meşru kısıtlamalarının olmasına da herhangi bir itirazı yoktur. Devletin üzerine yük­ lenen üç görevden ilk ikisi, yaygın olarak politik ve ekonomik olmayan işlevler olarak adlandırılabilir. Smith, her ikisini de geleneksel liberteryen düşünce yöntemi içinde düşünür; zira bunlar korumacılığın görevleridir. Savunma, 'toplumu şiddet­ ten ve diğer bağımsız toplumların istilasından koruma göre-

İKTİSAT vidir: Adaletin idaresi ise, 'toplumun her üyesini, mümkün olduğunca, diğer her bir üyenin haksızlığından ve baskısından koruma görevidir' (MZ 687). Fakat üçüncü görev, gecebekçi­ si devlet olarak adlandırılan geleneksel korumacı görevlerin ötesine taşar. Bu üçüncü görev, devletin refahı ilerletmek için belli pozitif hizmetleri sağlamasını ve bunları sürdürmesini gerektirir. Smith'in görüşü, devletin söz konusu kamu işleri ve kurumları için sorumluluk üstlenmesi gerektiği yönündedir. ' ( Zira bu işlerin ve kurumların) inşa edilmesi ve sürdürülmesi, hiçbir zaman herhangi bir kişinin veya az sayıda kişinin men­ faatine olmayabilir'; çünkü her ne kadar bir bütün olarak top­ lum için yararlı olsa da, 'kar onların harcamalarını asla karşı­ lamayabilir' (MZ 688 ) . Onun kafasındaki kamu işleri, ticaret için gerekli olan şu işlerdir: Yollar, köprüler, kanallar ve liman­ lar. Kurumlara döndüğünde ise, Smith, yine kısmen ticareti ve kısmen de eğitimi düşünür. Dış ticaret, bazı ülkelerde koruyu­ cu kaleleri ve tamamında da büyükelçileri gerekli kılar. Eği­ time gelince; daha önceden Smith'in işbölümünün çok kötü etkilerine çare bulmak için, hususi olarak edinemeyen herkes için temel eğitimi teşvik etmek hatta 'zorlamak' suretiyle, dev­ letin bir görevi olduğuna inandığını görmüş bulunuyoruz. Bununla birlikte, söz konusu işler ve kurumlara yönelik kamu sorumluluğu, tam manasıyla Smith'in görüşünde özel girişim için yeterli teşvikin olmadığı alanlara sınırlanmalıdır. Bundan başka, hizmetler kamu tarafından sağlandığında bile, bunların sürdürülmesinin ve yürütülmesinin, etkinliği sağ­ lamak için normal ekonomik teşviklere gereksinim duyması gerekecektir. Yollar, köprüler, kanallar ve limanlar gibi kamu işlerinin, yol geçiş ücretleri ve liman tarifeleri aracılığıyla mümkünse kendi kendilerini finanse etmeleri gerekir. Bu şe-

109

110

1 4.

BÖLÜM

kilde kendi kendilerini finanse etmeleri yöntemi, onların ih­ tiyaç duyuldukları yerlere ve kullanıma göre gerek duyulan miktarda inşa edilmelerini sağlar. Aksi takdirde, yalnızca güç sahibi bazı kişilerin rahatlığını ve kaprisini yerine getirmek için planlanabileceklerdir. Geçiş ücretlerinin doğru yöneti­ minde, bazen özel mülkiyet daha etkindir, bazen de komisyon üyeleri tarafından yönetimi daha etkindir. Örneğin, Smith kanallarla yollar arasında bir farklılığın olduğunu söyler. Ka­ nallar, iyi bir düzen/tertip içerisinde tutulmadıkları müddet­ çe kullanılmayacaklardır; dolayısıyla, kamu komisyon üyeleri gevşek olabilecekken, özel sahip onlara gerektiği gibi bakmak için özendirici bir şeye sahip olacaktır. Diğer yandan, iyi ba­ kımda tutulmayan yollar hala kullanılabilir. Dolayısıyla, geçiş ücretlerinin özel sahipliği, uygun bakımı sağlamayacaktır; oysa kamu yönetimi bunu sağlayacaktır. Kanalların bakımı konusunda kamu yönetiminin neden eşit bir şekilde gayretli olamadığını anlamak kolay değildir; o nedenle örnek inandı­ rıcı değildir. Ancak, bir kişi, özel sahipliğin bazen yeterli bir teşvike sahip olduğu, bazen de olmadığına dair anlatılmak istenen genel hususu takdir edebilir. Smith eğitim konusuna döndüğünde, İskoç üniversitelerinde ve kilise okullarında sa­ mimiyetle öğretmenlerin gelirinin bir kısmının öğrencilerinin eğitim ücretlerinden oluşması şeklindeki uygulamayı tavsiye eder. Bu, öğretmene öğrencilere bağlılık hissi verir ve onun gayretini en iyi şekilde ortaya koymasını teşvik eder. Öğret­ menin, öğrencilerin ödediği okul ücretlerinden bağımsız, (an­ cak yaşamsal gereksinimlerini karşılayabileceği kadar) sabit ücrete sahip olduğu yerde, öğretmenin bu türden bir teşviki söz konusu değildir; Oxford'daki üniversite hocalarının gev­ şekliği de işte bundan dolayıdır.

İKTİSAT

Adam Smith'in doğal özgürlüğün ve doğal eşitliğin erdem­ leri hakkındaki inancı abartılıdır. O bu mevzulara açıktonlu gül rengi gözlükle bakar. Ahlaki Duyguların görünmez el üze­ rine olan metinleri, kendisinin doğal eşitlik resmi içerisinde abartılıdır. Bu eser, fakirin zengin tarafından istihdam edilme­ sinin, yaşam için gerekli olan şeylerin neredeyse eşit bir şekil­ de dağılımını sağladığını söyler ve daha sonra, 'gerçek mut­ luluk' konusunda yakın eşitliğin istihdama zaten gereksinim duymadığını tavsiye ederek devam eder. Tanrı yeryüzünü birkaç azametli efendi a rasında bölüştürdüğünde, bölme işinde dışarıda bırakı l m ı ş gözüken kişileri ne u nutmuş n e d e terk etmiştir. B u son grup i n s a n d a , Yaratıcı'n ı n meydana getirdiği şeylerin tamamından kendilerine düşen ü reten payı a l ı rlar. İ nsan hayatının gerçek mutluluğunu oluşturan hususlarda, onlar kendilerinden çok daha fazla yuka­ rıda görünenlere göre aşağıda sayılmazlar. Beden i n rahatlığı v e kafan ı n huzuru bakımından, hayatın t ü m farklı mertebeleri yaklaşık belli b i r seviyededir ve anayolun kenarında kendi kendine güneşlenen dilen­ ci, kra l ların uğruna savaştığı o güvenliğe sahi ptir (AD 185).

Bu romantizm örneği, paragrafın tamamını yazdığında, Smith'in kafasını meşgul ediyor gözüken Rousseau'nun eşit­ likçiliğinden etkilenmiş olabilir. Smith'in, farklı derecelerde ödüllerin farklı derecelerde meşakkat ve sıkıntıya karşı den­ gelendiği durumda, tüm mesleklerin eşit miktarda bir refah sağladığını savunduğu zamanlarda, aynı tür iyimserliğin izi Milletlerin Zenginliği'nde de devam eder. Bununla birlikte, Smith belli önerilere geldiğinde, doğa­ nın yeteneğindeki genel inanışa itimat etmez. Onun yerine,

,,,

112

1 4.

BÖLÜM

bir uygulamanın zararlı veya yararlı olduğunu göstermek için, tarihin kanıtına müracaat eder ve o kanıtın ışığında, etraflı tav­ siyelerde bulunur. Doğal özgürlüğün (serbestliğin) ve doğal eşitliğin retoriği, ikna edici bir etki yapsa da, onun iddiasının özü olamaz.

SMITH'İN POLİTİK İKTİSADI Smith, Milletlerin tanımıyla başlar.

Zenginliği'nin

IV. Kitabına 'politik ikisat'ın

Bir devlet adamı ya da kanun yapıcı nın biliminin bir branşı olarak düşünülen politik iktisat, iki farklı amaç önerir: Birincisi, insanlara verim l i bir gelir veya kendilerini geçindirecekleri bir nafaka temi n etmek veya daha esaslı bir şekilde, böyle bir hasılayı ya da nafakayı kendi kendilerine tem i n etmelerini m ü m­ kün hale getirmektir. İ kincisi ise, kamu hizmetleri için devletin veya mil letin ihtiyaçlarını yeterli bir gelir ile karşılamaktır. (Böylece), hem insanları hem de devle­ ti zenginleştirmeyi amaçlar (MZ 428).

Kendisinin önceden yazmış oldukları, konunun iki ama­ cından birincisini karşılamaktadır. Bizzat IV. Kitabı kendisi­ ninkine alternatif olan 'Politik İktisadın Sistemleri Hakkında' bir incelemedir. Bu inceleme, Ahlaki Duyguların VII. Kısmın­ da yer alan, Smith'in kendi teorisinden önceki 'Ahlak Felsefesi Sistemleri Hakkında'ki inceleme ile karşılaştırılabilir. Her iki inceleme de, Adam Smith'in bir konudaki ilerleme yöntemini açıklığa kavuşturur. Kendisi, daha güçlü bir teoriyi geliştirmek için önceki teorileri tetkik eder ve eleştirir. Program, onun ön­ ceki teorilerden öğrenmesini mümkün kılmak üzere tasarlan­ mıştır. Smith, onlardan sağlam (güvenilir) olarak telakki ettiği

İKTİSAT

şeyleri uyarlamaktan dolayı mutludur ve güçlü olmayanları reddetme durumunda, daha uygun, daha tutarlı bir alternatif tavsiye etme durumunda kalmıştır. Smith,

Milletlerin Zenginliği'nde iki tür politik iktisat sis­

temi üzerinde durur; onlardan biri Merkantilistler, diğeri ise Fizyokratlar. Onun merkantilistleri eleştirisi serttir ve kendi­ sinin serbest ticaret iddialarına yol açar. Merkantilizmin temel yanlışı, Bölüm l'in ilk kelimelerinde ortaya konmuştur: 'Söz konusu servet, paraya veya altın ve gümüşe dayanır� mala de­ ğil. Smith, Fizyokratlar hakkında çok daha ılımlı bir görüşe sahiptir. Zira kendisi onlardan çok şey öğrenmiştir ve onların özgürlük ve doğaya güvenme konusundaki temel fikirleri, biz­ zat kendisinin başlattığı fikirlere çok yakın idi. Onların 'ser­ maye hatası'nın, verimli olarak sadece tarımı dikkate almaları; imalat ve ticareti ise verimsiz olarak kabul etmeleri olduğuna inanmıştır (MZ 674). Yine de ekonomide en verimli unsurun tarım olduğunu düşünme konusunda onlarla birlikte hareket etmeye hazırlıklı idi. Fransız iktisatçılarının önemli üstünlü­ ğü, Smith gibi, onların da merkantilizmin safsatalarını fark etmiş olmaları idi. Onun fizyokratlar üzerine kararı, aşağıdaki gibi idi: Bununla birl ikte, bu sistem, bütün eksiklikleriyle bir­ likte, belki de politik iktisat üzerine henüz yayı nlan­ mamış olan doğruya en yakın olandı r. . . . Toprakta istihdam edilen emeği yegane verimli emek olarak gösterse de; onun aşıladığı fikirler, belki de çok dar ve sınırlı olsa da; milletlerin zenginliğini, para n ı n tüketilmeyen zenginlikleri yerine, toplumun emeği tarafından yı l l ı k olarak yeniden üretilen tüketilebilir mal lara bağlı olarak tanıtsa da ve tam serbestliği (öz­ gürlüğü), söz konusu yıllık yeniden üretimi en büyük

11J

114

4.

BÖLÜM olası lık durumuna getirmek için yegane etkili yol ola­ rak tanıtsa da; onun doktrini, her açıdan adi l olduğu kadar cömert ve liberal olarak da görünür (MZ 678).

Smith'in konunun tanımında belirttiği politik iktisadın iki amacından ikincisi, vergileme ve diğer kamu geliri kaynakla­ rı için bir programa ihtiyaç duyar. Tüm çalışmanın bir dörtte birinden hayli fazlasını oluşturan Milletlerin Zenginliği'nin V. Kitabı, büyük ölçüde gelir toplamak/artırmak için önerileri ve kamu borcu hakkındaki kritik bir tartışmayı içeren kamu maliyesiyle ilgilidir. Eser, ayrıca hükfımetin üç görevi tarafın­ dan gerek duyulan harcamaların özel sorunlara yol açtığının da farkındadır. Silahlı kuvvetlerin üyelerinin, adalet idaresiyle ilgilenen insanların, kamu işlerini ve kamu kurumlarını yürü­ tenlerin (öğretmenler ve papazlar dahil) ücreti, piyasa güçleri tarafından belirlenemez. Smith, kendisinin adeti olarak, bu sorunların karşısında, denenmekte olan farklı yöntemlerden oluşan tarihsel bir araştırma ile durur. Smith, vergileme başlığını koyduğunda, dört genel düstur koyar. Birincisi, vergiler insanların ödeme gücüne uygun ola­ rak toplanmalıdır. İkincisi, vergiler keyfi değil, kesin olmalıdır. Yani, vergi mükellefi, ne zaman ne kadar vergi vermekle yü­ kümlü olduğunu önceden net olarak bilmelidir; vergi toplaya­ nın keyfi yargılamasına bırakılmamalıdır. Üçüncüsü, ödeme zamanı ve biçimi, vergi mükellefi için elverişli olan ne ise ona göre düzenlenmelidir. Dördüncüsü, vergilerin toplanması, mümkün olduğunca hesaplı (az masraflı) olmalıdır. Gereksiz bürokrasiden kaçınılmalı ve abartılı oranlar ve sert cezalarla yatırımcılar ve sanayiciler caydırılmamalıdır. Smith, bu düs­ turları, 'açık adalet ve fayda' içeren kurallar olarak tanımlar. Öyledirler; fakat onun zamanında bu gerçek yeterli derecede

İKTİSAT

takdir edilmedi. Bu kuralları formüle etme konusunda ilk/ ori­ jinal kişi özellikle Smith değildir. Hocası Hutcheson, aynı ko­ nuda özet halinde çok bahsetmiş; aynı şekilde 1767'de Politik İktisadın nkeleri isimli kitabı yayınlanan Smith'in çağdaşı Sör James Steuart da bahsetmiştir. Bununla birlikte, başka birçok yerde bahsedilse de, Adam Smith ilgili hususların kendisinin politik iktisat sistemiyle ilişkisini bir bütün olarak ayrı bir net­ likle ele alır. Bu aslında Milletlerin Zenginliği'nin en önemli üstünlüğü­ dür. Kitapla ilgili genel hayranlığı, okuyucuların tamamı pay­ laşmamıştır ve bu noktada önemli bir bilim adamının yorum­ ları dikkate değer niteliktedir. J.A. Schumpeter, kendisinin muazzam eseri Ekonomik Analizin Tarihi'nde ( 1 954), iktisat bilimine katkı bağlamında Milletlerin Zenginliği hakkında bir­ takım eleştirel/küçümseyici görüşler serdetmiştir: 'Ancak, onun kendisinden öncekilerden gerçekte ne öğrendiğinin veya neyi öğrenemediğinin hiç önemi yoktur. Gerçek şu ki, Milletlerin Zenginliği, 1776'da tamamen yeni olan tek bir ana­ litik düşünceyi, ilkeyi ya da yöntemi içermez: Ama Schumpe­ ter Milletlerin Zenginliği'nin, 'eşgüdüm'ünden dolayı 'yine de büyük bir performans (başarı)' olduğunu da kabul etmek du­ rumunda kalmıştır. Bu, daha ziyade zayıf bir övgü olarak dü­ şünülmüştür. Eşgüdüm işi, 'yöntem sahibi bir profesör'e gerek duymuştur ve Smith 'yaratılıştan buna uygun idi'. Schumpeter, Smith'in sistemleştirme vasfını hafife alır. Di­ ğer insanların fikirlerinin düzenli eşgüdümü, kendi kendini ayarlayan dengeyi ve sabit/istikrarlı bir büyümeyi sürdürmek için tüm parçalarının birbirini etkilediği tüm bir ekonomik süreçle ilgili kapsamlı bir sistem üretememiş olabilir. Smith, kendi malzemesinin çoğunu diğer insanlardan almıştır; an-

115

116

1

4.

BÖLÜM

cak, o bu malzemeyi, tıpkı yaptığı gibi, yapıcı olarak kullan­ mak için hayal gücü kuvvetli bir vizyona ihtiyaç duymuştur. Schumpeter bile, Smith'in kitabının önde gelen ilk özelliğini açıklarken, neredeyse kendi kendisiyle çelişmek durumunda kalmıştır: 'Bildiğimiz gibi, o konuda orijinal hiçbir şey olma­ masına rağmen, hak ettiği ilgiyi görmemiş olan bir özellikten mutlaka bahsetmek gerekir: Hiç kimse, ne Smith'den önce ne de sonra, işbölümü üzerine böyle bir önem atfetmeyi dü­ şünmemiştir: O şekilde yapmak için Smith ister haklı olsun ister haksız, eğer başka hiç kimse onu yapmayı düşünmemiş­ se, o yeni bir düşüncedir. Aslında, Milletlerin Zenginliği'nin bu özelliği, kapsamlı bir sistem inşa etmek maksadıyla, Smith'in malzemelerine uyguladığı hayal gücü kuvvetli bir vizyonun sadece bir yönüdür. Daha sonra, bunun bilimsel çalışma için ihtiyaç duyulan kendisinin hayal gücüyle nasıl bağlantısının kurulacağını göreceğiz. Bu, Smith'in felsefi meraklarının bi­ limsel çalışmasını renklendirme biçiminin bir örneğidir. Schumpeter, felsefenin iktisada hiçbir katkıda bulunmadı­ ğına, (tam aksine) onun işleyişini aksattığına inandığı için, bu noktayı görememiştir. Kendisinin fevkalade ilmine rağmen, Schumpeter' ın kendi önyargısının anlamasını engellediği bazı konular (kör noktalar) vardı. Schumpeter, Smith'in Felsefi Konular Üzerine Denemeler isimli çalışmasının, özellikle de astronomi tarihi üzerine olan denemesinin 'entelektüel itiba­ rı'nı takdir ederken, bunlar hakkında şöyle der: 'hiç kimsenin Milletlerin Zenginliği'nin yazarına bunları yazma yeteneğinden dolayı itibar etmeyeceği inkar edilemez bir gerçek idi: 'Hiç kimsenin (itibar) etmeyeceği� 'Schumpeter'ın (itibar) etme­ yeceği' anlamına gelir. Milletlerin Zenginliği'ni Schumpeter'in yaptığından daha fazla sempati ve hayal gücüyle okuyanlar,

İKTİSAT

astronomi tarihi üzerine denemeye, bilimsel sistemlerin teo­ risi ile başlayan filozofun kendisinin o teoriyi kendine ait bir ekonomik sistem inşasında kullandığını görebilir.

117

5 KARŞI LAŞTI RMALAR

H

E R N E KADAR ADAM SMITH BİRÇOK AKILDA KALAN

vecizelerine en uygun kelimeleri bulmaya çok özen göstermiş olsa da, çalışmalarında var olan tutarsız­

lıklara engel olamamıştır. Üçüncü bölümün başında Smith'in 'sempati' kavramını özel bir anlamda kullandığını fakat zaman zaman kelimenin genel kullanımına da kaçtığını belirtmiştik. Smith'in sempati kavramına yüklediği özel anlam, bir kişinin diğerinde gözlemlediği bir hissin kendi içindeki hayali hisle örtüştüğüne dair düşüncedir. Smith bu kavramı ahlaki yargıla­ rı, yani eylemlerin onaylanması ya da kınanmasını açıklamak için kullanır. 'Sempati'nin genel kullanımı ise bir kimsenin duygularını, özellikle rahatsızlığını anlayabilme durumunu anlatır. Bu durum, genellikle bir eylemin, özellikle de yardım etme ve rahatlatma eyleminin sebebini oluşturur. Smith'in bu genel kullanıma düşmesi şaşırtıcı bir durum değildir; esas so­ run bunu Ahlaki Duygular'da ekonomiye atıfyaptığı çerçevede DAVID RAPHAEL 1 ADAM SMITH

n9

120

5. BÖLÜM yapmış olmasıdır. Kitaptaki 'görünmez el' bölümü, fakirlerin zenginlerin bencil davranışlarından, onların insanlığından ya da adaletinden bekleyemeyecekleri hayatın gerekliliklerini ka­ zandıklarını belirtmektedir. Bu konuya devam ederken Smith, toplumun refahı için kendini feda eden bir vatanseverin her­ zaman 'fedakarlığın semeresini toplayacakların mutluluğuna duyduğu sempati' ile motive olmayacağını, yolların düzeltil­ mesini teşvik eden bir kimsenin genellikle arabalara duyduğu sempatiden hareket etmediğini ve giysi üretimini koruyan �a­ nunları koyanların 'bu giysileri giyenlere ya da üretenlere duy­ duğu sempatiden' hareket etmediğini belirtmiştir

(AD 185).

Sempati kelimesi iki kez 'insanlık' ve 'arkadaşlık duygusu' ye­ rine kullanılmış ve bu kavramların hepsi bir eylemin sebebi olarak ortaya konmuştur.

Milletlerin Zenginliği'ni yorumlama üzerine çalışan akade­ misyenler doğal olarak daha fazla bilgi edinmek için Ahlaki Duyguları da incelemişlerdir. Bu incelemeyi yaparken de doğal olarak, Ahlaki Duyguların Smith'in ekonomi üzerine görüşleriyle doğrudan ilgili olan kısımlarının üzerinde dur­ muşlardır. Bu akademisyenler, genellikle kitabın diğer kı­ sımlarının hiç üzerinde durmamış ve Smith'in bu çalışmayı yapmadaki esas amacını anlamaya çalışmamışlardır. Sempati vurgusunun kitabın geneline hakim olduğunu görmüşler ve ekonomiyle ilgili bölümde ise kavramın bir davranışın feda­ karlığa dayalı dürtüsü anlamında kullanıldığını gözlemlemiş­ lerdir. Gizli ele yapılan atıf hemen Milletlerin Zenginliği'ndeki aynı kavramı hatırlatırken, toplumun yararına olan eylemlerin sempatiden kaynaklanmadığı fikri de Milletlerin Zenginliği'n­ de bulunan 'akşam yemeğimizi kasabın, biracının ya da ka­ sabın sadakasından beklemeyiz' vecizesini hatırlatmaktadır.

KARŞILAŞTI RMALAR

1

Ahlaki Duyguların ekonomi ile ilgili bu bölümünde Smith'in Milletlerin Zenginliği'nin yararlı davranışın kaynağının birey­ sel çıkar olduğuna dair doktrini (burada Smith'in bahsettiği bireysel çıkar düzene duyulan estetik aşktır) ile paralellik gös­ terdiği fakat sadaka kelimesi yerine 'sempati, arkadaşlık duy­ gusu ve insanlık' kavramlarını kullandığı görülebilir. Buraya kadar Smith'in felsefesinde bir sorun olmadığı görülmektedir.

Buna karşın bu akademisyenlerden bazıları Smith'in Ahlaki Duyguların tamamında sempatinin insan hayatındaki etkisine bu kadar önem vermesinin onun felsefesi açısından bir sorun ol­ duğunu dile getinnişlerdir. Ekonomik bölümün dışında Smith, sempatinin toplumu birbirine bağlayan temel faktör olduğu fik­ rini savunmaktadır. Akademisyenlere göre bu durum bir tutar­ sızlık oluşturmaktadır çünkü bu fikri; kişisel çıkarın toplumsal davranışların kaynağı olduğunu ve sempatinin ya da sadakanın hiçbir anlamı olmadığını savunan Milletlerin Zenginliği ile bağ­ daştırmak mümkün değildir. Bu durum; 19. Yüzyıl'da üzerinde çok düşünülen ve her ne kadar İngiliz tarihçi H.T. Buckle'ın da yanlış anlaşılmada payı olsa da, özellikle Alınan akademisyen­ ler tarafında hakkında yazılıp çizilen '.Adam sorunu'dur. Adam Smith'in sempati kavramını kullanmadaki dikkatsizliği de bu duruma katkıda bulunmuştur, fakat şayet sorun tacirleri Ahlaki Duyguların tamamını okumuş olsalardı, bu kadar büyük bir ya­ nılgıya düşmemiş olurlardı. Bu akademisyenlerin dikkat çektiği temel nokta Ahlaki Duygularda Smith'e göre insan davranışlarının en etkili dür­ tüsü sempati iken, Milletlerin Zenginliği'nde Smith'in bu rolü bireysel çıkara vermiş olmasıdır. 1 853'te Cari G. A. Knies bu durumun sebebinin Smith'in ilk kitabını yazdıktan sonra Fransa ziyareti sonucunda fikirlerinin değişmesi olduğunu

121

122

5 . BÖLÜM

savunmuştur. 1861'de H.T. Buckle durumu farklı bir biçimde açıklamıştır. Buckle'a göre Smith fikrini değiştirmemiş, sadece aynı konunun iki farklı boyutu ile, yani insan doğasının sem­ patik ve bencil yönleri ile ilgilenmiştir ve Buckle'a göre bu ayı­ rım, 'bizim dürtülerimizin temel ve teferruatlı ayrımıdır'. (Smith) Ahlaki Duygular da davranışlarımızı sempati­ ye bağlarken, Milletlerin Zenginlifji'nd e onları bencilli­ ğe bağlar. Bu iki çalışmanın kısa bir değerlendirmesi bu temel fa rkın varlığını kanıtlayacak ve iki dürtünün birbirini tamamladığını ve birini anlayabilmemiz için ikisinin de üzerinde çalışmamız gerektiğini anlama­ mızı sağlayacaktır. '

Tavsiyesi iyi olmakla birlikte, ne yazık ki Buckle'ın kendisi bunu uygulamamıştır. Buckle metodolojiye çok önem vermiş­ tir ve bu konuda ilginç fikirlere sahiptir. Buckle kendini bütün 1 8. Yüzyıl İskoç filozoflarının sadece tümdengelim mantığını kullandığına ve tümevarımla hiç uğraşmadığına ikna etmişti. Kendisi de kendine has bir tümdengelim metodu kullanmış ve bir grup önermeyi diğerinden ayırmasını gerektiren geo­ metriyi taklit ederek sempati ve bencillik dürtülerini iki ayrı kitapta incelemiştir. Buckle, bunu yaparken muhtemelen geo­ metrideki bir teoremin çıkarımlarını sadece kendi önermeleri ile sınırlı tutması gerektiği gerçeğini düşünmüştür. Buckle'a göre; Adam Smith ilk kitabına insanların davranışlarının bü­ yük bölümünün sempatiden kaynaklandığı önermesi ile baş­ lamış ve yöntemi gereği de kendini bu önerme ile sınırlamak zorunda kalmıştır. İkinci kitabında ise, Smith, geriye kalan insan davranışlarının bencillikten kaynaklandığı önermesi ile işe başlamış ve ikinci çalışmasında da kendini bu önerme ile sınırlamak durumunda kalmıştır.

KARŞI LAŞTIRMALAR

1

Bu hayal ürünü düşünce 1 878'de Witold von Skar:iyD.ski tarafından mantıklı bir metod aracının tutarsızlığı yok edeme­ yeceği gerekçesiyle reddedilmiştir. Smith'in fikrini değiştirdiği görüşüne geri dönen Skar:iyıiski, kendi hayal ürünü düşünce­ sini ortaya koymuş ve Smith'in her iki kitabının da orjinal­ likten uzak olduğunu, etik teorisinin Hume'un baştansavma bir tekrarı olduğunu, ekonomik teorisinin de fızyokratlardan öğrenildiğini iddia etmiştir. Skar:iyıiski, Smith'in ekonomik doktrinin Glasgow'daki ahlak felsefesi seminerlerinde de gö­ rülebildiğine dair bilgileri inandırıcı bulmamış ve buna kanıt olarak da bu 'değerli!' seminer notlarının Smith'in ölümünden hemen önce yakılmasını göstermiştir. Bu yorumların arkasında yatan temel hata; Adam Smith'in Ahlaki Duygularda sempatiyi eylemin temel dürtüsü olarak gördüğü düşüncesidir. Her iki kitapta da sempatinin (ya da yardımseverliğin ya da insanlığın) bir dürtü olarak etkisi ol­ dukça sınırlıdır. Ahlaki Duygular'da sempatinin bağlayıcı bir sosyal onaylama gücü olarak etkisi sınırsızdır. Her ne kadar 'Adam sorunu' geçmişe ait olsa da, izleri bugün de görülebilir. Bugünlerde hiç kimse Adam Smith'in Ahlaki Duygular da sempatiyi insan davranışlarının temel dürtüsü olarak gördüğünü söylemese de, bugün hala başarılı iktisatçıların ve tarihçilerin Adam Smith'in sempatiyi ahlaki açıdan erdemli davranışların, bireysel çıkarı ise ahlakla ilgisi olmayan ve ekonomik hayatla ilgili davranışların kaynağı ola­ rak gördüğünü söyledikleri görülebilir. Aslında Smith, kendi hocası Hutcheson'ı erdemli davranış dürtüsünü fedakar yar­ dımseverlikle sınırladığı ve bireysel çıkarı ahlaki açıdan yansız bir dürtü olarak gördüğü için eleştirmiştir. Smith, rasyonel bireysel çıkarın (sağduyu) hem ahlaki hem de ekonomik açı'

12J

124

5. BÖLÜM dan, her ne kadar kendine hakim olmakla ve kısa vadeli çıkarı uzun vadeli mutluluk için feda etmekle birleşmediği sürece en büyük erdem olmasa da, bir erdem olduğunu düşünmüştür. Smith mutlaka, yardımseverliği (ya da insanlığı ya da bir dav­ ranış dürtüsünün daha popüler bir ifadesi olarak sempatiyi) daha çok övgüye değer bir ahlaki erdem olarak görmektedir fakat bu erdemin etkin olarak ortaya çıkmasının sınırlı oldu­ ğunu düşünmektedir. Smith; kendine hakim olma, (tarafsız gözlemci teorisi ile anlattığı) görev duygusu ve adalet duygu­ su gibi diğer erdemli dürtülere daha çok önem vermiştir. Ahlaki Duygular ile Milletlerin Zenginliği arasındaki di­ ğer bir zıtlık Amerikan akademisyen Jacob Viner tarafından 1927'de yazılan ve birçok övgü kazanan ''.Adam Sınith ve Serbest Ekonomi" isimli makalede işlenmiştir. Bu makale­ nin övgü kazanmasının sebebi; Sınith'in serbest ekonomiyi desteklemesinin önemli sınırlamaları olduğunu ve doğal öz­ gürlüğün ahenkli düzenine dair çizdiği resmin birçok sosya­ list söylemin temelini dinamitleyecek birçok eksikliğini gös­ termesidir. Viner, bu aydınlatıcı yorumlarından önce Ahlaki Duygular'ın bir değerlendirmesini yapmış ve eserin doğal düzenin daha idealize edilmiş bir tasvirini yaptığını ve bu tasvirin Milletlerin Zenginliği'nde daha olgun bir Adam Sınith tarafından ifade edilen daha olgun ve gerçekçi görüşlerle bağ­ daştırılmasının mümkün olmadığını ortaya koymuştur. Viner kitap hakkındaki görüşlerini desteklemesi için Ah­ laki Duygular'dan beş bölümden alıntı yapmıştır. Bunlardan ilki, Milletlerin Zenginliği'nden daha sonra yazılmış ve Ahlaki Duygular'ın l 790'da yayınlanan genişletilmiş baskısında yer almıştır. Bu bölüm; birçok insanın, özellikle de Stoacı filozof ve Roma imparatoru olan Marcus Aurelius'un taşıdığı müş-

KARŞI LAŞTIRMALAR

1

fık tanrı inancını anlatmaktadır. Smith'e göre bu doktrin ona inanlara yardımcı olan bir doktrindir. Fakat Smith, bu inan­ cın doğru olduğunu soylemez. Alıntı yapılan ikinci bölüm, Darwin'den önceki her bilim adamı için kabul edilebilir bir bölümdür. Bu bölüm, doğal dürtülerin her şeyden çok kendi­ ni ve türünü koruma içgüdüsüne yönelik olduğunu ve bunun sebebinin de Yaratıcı'nın niyetleri ile ilgili olduğunu belirt­ mektedir. Üçüncü bölüm idealist olmaktan oldukça uzaktır. Bu bölüm; endüstri, sağduyu ve tedbirlilik gibi ekonomik erdemlerin her tür işte başarıyı ve zenginlik ve onuru getirdi­ ğini anlatmaktadır (AD 166). Bu bölüm Milletlerin Zenginliği ile tutarsız olmaktan uzaktır. Bu bölümü takip eden paragraf; doğal duygularımızın düzenbazlığın etkisinde kalabilecek ekonomik üretim erdeminden çok ahlaki erdemlerin ödüllen­ dirilmesini tercih edeceğini belirtir. Viner, bu paragrafı önce­ ki bölümden ayırmış ve alıntılarından beşincisi olarak ortaya koymuştur. Viner bu paragrafı Smith'in doğanın adaletsizliği­ ne dair acı gerçeğe verdiği taviz olarak görmüştür. Gerçekte ise, bu iki paragraf Smith'in kitabındaki gibi bir arada değer­ lendirildiğinde, ikisi de gerçek dünyanın gerçekçi bir övgü­ südür. Viner'ın geriye kalan dördüncü alıntısı ise kaçınılmaz olarak görünmez el bölümüdür. Bu bölüm, daha önce görmüş olduğumuz gibi, eşitliğe dair romantik bir idealizmle sona erer. Bu bölüm, Ahlaki Duygulardaki emek dengesinin ve emeğin karşılığının her meslekte aynı olduğuna dair inançla karşılaştırılabilir fakat romantik idealizm; Ahlaki Duygularda yer alan yol kenarında güneşlenen ve savaşa giden krallardan çok daha fazla güvende olan dilenciyle ilgili olan cümlede daha açık bir biçimde görülebilir. Profesör Donald Winch, Viner ın Ahlaki Duyguların daha '

125

126

5.

BÖLÜM

doğru bir değerlendirmesini yaptığı ve daha önceki tutarsız­ lık suçlamasını Smith'in sistemler ya da modellerle çalıştığı ve bir kısmi modelden diğerine geçtiğini temel alarak yeniden ele aldığı başka bir makalesine dikkat çekmektedir. Viner'ın 1927'deki makalesi Smith'in Ahlaki Duygularda sadece akıl yürüten bir filozof olduğunu, sözüm ona kendi kendini is­ patlayan aksiyomlarla mantık yürüttüğünü ve sonuçlarını gerçeklerle karşılaştırma konusunda başarısız olduğunu iddia etmektedir. Bu iddia hiçbirşeyin, Buckle ve Skar:iynski'nin iddiaları hariç, gerçekten bu kadar uzak olamayacağı cevabı­ nı akla getirmektedir. Viner'in düşüncesi aslında tam olarak gerçeğin tam zıttıdır. Smith; Hutcheson ve Hume'un kanıtlara dayanmayan aksiyomlardan yola çıkan ahlak felsefesi teorile­ rini sonuna kadar çürüttüğü gerçeğini sorgusuz sualsiz kabul etmiştir. Smith bütün çalışmalarında ampirik metodu uygula­ mış; tecrübeyle elde edilen olguları temel veriler olarak almış ve bunlardan çıkarımlar yaparak genel önermelere ulaşmıştır. Milletlerin Zenginliği; birçok sayısal değeri de içeren Ahlaki Değerlerin yaklaşamayacağı kadar çok ampirik veri içermek­ tedir. Ayrıca, bir etik kitabı, türünün özelliği gereği daha çok gözlemlere dayalı ya da tarihi çalışmalardan edinilmiş gerçek tecrübelerden alınmış örneklerle oluşturulur.

Tüm bunlar iki kitabı karşılaştırmanın yanlış olacağı anlamı­ na gelmez. Daha önceki yorumcular sempati kavramının Ahlaki Duygular Teorisi'nin temeli olduğunu düşünmekte yanılmamış­ lardır. Ayrıca, sempatinin bu eserdeki rolü ile bireysel çıkarın Milletlerin Zenginliği'ndeki rolünü karşılaştırmak gerçekten gereklidir. Bu karşılaştırma en iyi sosyolojik açıdan yapılabilir. Sempati ve tahayyül Ahlaki Duygulara göre, sosyalleşme davra­ nışlarının oluşturulmasında bir toplumun temel taşıdır. Bunlar,

KARŞI LAŞTI RMALAR

1

tasvip etme ya da etmeme durumunu ortaya çıkarırlar. Bütün insanlar saygınlıktan hoşlandığından ve kınanmayı sevmediğin­ den, tasvip edilme ya da edilmeme hem davranışlarda uyumu, hem de yaklaşım açısından toplumsal nonnlara uyulmasını sağ­ lar. Smith'e göre; bireyin vicdanı ile etrafındaki baskın yaklaşım birbirinden farklı olduğunda bile, bireyin vicdanı yargıladıkları insan kadar bilgi sahibi oldukları tahayyül edilen gözlemcilerin yaklaşımının aynasıdır. Etik duygular ve etik yargılar toplumsal dayanışmayı yansıtır ve onun güçlenmesine yardımcı olur. Farklı bir tür sosyal bağ olan karşılıklı bağımlılığın kaynağı ise işbölümüdür. Genel kanı; Smith'in Milletlerin Zenginliği'n­ de insanın ekonomik bir aktör olarak rolünü vurguladığı ve herkesin farklı birer birey olarak kendi çıkarını savunduğu­ nu iddia ettiğidir. Fakat bu yargı; Smith'in bu durumu işbir­ liği çerçevesinde açıkladığını gözden kaçırmaktadır. Smith; kasabın, biracının ve fırıncının akşam yemeğimizi yardım­ severliklerinden değil, bireysel çıkarlardan dolayı sağlamala­ rını beklediğimizi söylerken, aslında değiş tokuşun önemine işaret etmektedir. Hepimiz diğer insanların yardımına ihtiyaç duyarız. Bu yardımı almak için de onların yardımseverliğine güvenmek yerine, onlara yardım edebileceğimiz yollar ararız ve bu yardımımıza karşılık vermelerini bekleriz. Smith her ne kadar kişisel çıkar dürtüsünü vurgulasa da, bunu yaparken toplumdaki karşılıklı bağımlılığın özelliklerini ve büyüklü­ ğünü göstermeyi amaçlamaktadır. Aynı durum görünmez el benzetmesinde de görülebilir. Piyasanın çalışma mekanizma­ sı bireylerin kendi çıkarlarına yönelik davranışlarının herkesip. ya da çoğunluğun yararına olmasını sağlar. Esas önemli olan; bireysel sebepler değil, olayın toplumsal sonuçlarıdır. Ahlaki Duygularda önemli bir rol oynayan sempati ve ta-

127

128

5. BÖLÜM hayyül ile yaratılan sosyal bağ; Milletlerin Zenginliği'nde bahsi geçen, işbölümü ve piyasa şartlarından kaynaklanan karşılıklı bağımlılık bağlarından oldukça farklıdır. Fakat bu farklılık, tu­ tarsızlık anlamına gelmemektedir. Sempati ve tahayyül sosyal bağı etik kurallarımızı ve büyük ölçüde de hukuk kurallarımızı oluşturur. Diğer yandan, ekonomik davranış ise, bireysel çı­ kar açısından açıklanmak zorundadır. Bu durum; ekonomik ilişkiler içinde olan bir kimsenin diğerlerinin kendisi hakkın­ daki düşüncelerini hiç umursamadığı anlamına gelmez. Her şeyden öte, ekonomik alışveriş anlaşmaya dayanır ve bir an­ laşmanın getirdiği haklar ve sorumluluklar da ekonomiyle il­ gili oldukları kadar etikle de ilgilidir. Fakat ekonomik hayatta, toplumsal tasvip ya da kınama ikinci plana geçer ve yerini kişi­ nin kendisi için en iyisini yapması düşüncesine bırakır. Sonuç olarak, ekonomik bir dürtü olan kişinin kendisi için en iyisini yapma dürtüsü farklı bir tür toplumsal dayanışmayı, karşılıklı bağımlılığı doğurur. Smith'in fikirlerinin sosyolojik boyutu Milletlerin Zengin­ liği'nin diğer bölümlerinde, Hukuk nmi Üzerine Dersler'de ve bir ölçüde de Belagat Üzerine Dersler'de görülebilir. Milletle­ rin Zenginliği'nin beşinci bölümünün bazı kısımları ekonomik olmaktan çok sosyolojiktir. Devletin adaleti sağlama görevi üzerine olan bölüm Smith'in toplumun dört evresi ile ilgili teorisini özetlemekte ve hukukun ve yönetimin ikinci evrede, yani çobanlar çağında ortaya çıktığını savunmaktadır. Bu teo­ ri, Hukuk nmi Üzerine Dersler'de daha ayrıntılı olarak anlatılır çünkü burada Smith'in esas üzerinde durduğu konu hukukun ve yönetimin tarihidir ve ekonomi yönetim işlerinin bir bölü­ mü olarak işlenir. Smith'in mülkiyetin önemi üzerinde yaptığı vurgu şüphesiz ki, Marksist düşüncede çok önem taşıyan top-

KARŞI LAŞTIRMALAR

1

lumun tarihinin ekonomik yorumunu gölgelemektedir. Son yıllardaki akademik çalışmalar tarihin materyalist ya da eko­ nomik yorumunun Smith'e atfedilmesini sorgulamıştır çünkü Smith katı bir determinist olmamıştır ve gösterişi materyal varlıklara sahip olma isteğinden daha güçlü bir dürtü olarak görmüştür. Buna karşın, hukukun ve devletin kaynağını açık­ larken Smith'in mülkiyetin etkisini önemli ölçüde vurgulamış olması yadsınamaz bir gerçektir. Çobanlar çağının devletin ilk kez ortaya çıktığı çağ olduğunu söylemek gerekir. Mülkiyet bunu elzem kı­ lar.... Avcılar çağında; ortaya çıkabilecek birkaç a nlaş­ mazlığı çözmek için topluluğun birkaç geçici otorite uygulaması yeterli olur çünkü anlaşmazlı kların en büyük kaynağı olan mülkiyet bu dönemde bilinme­ mektedi r.... Fakat burada (yani çobanlar çağı nda), bazıları büyük bir varlığa sahipken ve bazıları n ı n da hiçbir şeyi yokken, otoritenin kolunun sürekli olarak uzanması ve zenginin malını fakirden koruyacak kalı­ cı kanunların ya da düzenlemelerin yapıl ması gerek­ lidir. Kan unlar ve devlet; zenginin fakirleri ezmek ve kendi lehlerine olan maddi eşitsizliği fakirlerin saldı­ rısından korumak için bir araya gelmesi olarak açıkla­ nabilir (H 208, 1762-63). Düzenli devleti ilk kez oluşturan varlık eşitsizliğine yol açan sürülerin sahiplenilmesiydi. Mülkiyet ortaya çıkana kadar, esas amacı varlığı güvence altı na almak ve zengin i fakirden korumak olan devletin var olması m ü mkün değildir (H 404, 1763-64). Değerli ve fazla miktarda malın elde edi l mesi devle­ tin oluşturulmasını gerekli kılar. M ü lkiyetin olmadığı ya da var olanın da ikiüç günlük emeği geçmediği yerde, hükumet o kadar gerekli değildir. (MZ 710). Çobanlar çağında, yani toplumun ikinci evresinde

129

1JO

1 5. BÖLÜM servet eşitsizliği ilk defa ortaya çıkar ve insanlar ara­ sında, daha önce var olmayan, otorite ve boyunduruk altına girme kavramların ı oluşturur. Bu sayede, bu eşitsizlik, kendini korumak için gerekli olan devleti de ortaya çıkarır. Mülkiyet güvenliği için oluşturulan devlet gerçekte, zengini fakirden, biraz mülkü olanı hiçbir şeyi olmayandan korumak için oluşturulmuş­ tur (MZ 715).

Milletlerin Zenginliği'nde Smith daha sonra, Antik Yu­ nan'daki sofistlerin neden gezici öğretmenler olduğunu ve neden daha sonra sabit akademisyenlerin ortaya çıktığını an­ latırken tarihi olayların ekonomik yorumlamasını göstermek­ tedir. Felsefe ve retoriğe olan talep o kadar azdı ki, iki ko­ n u n u n i l k öğretmenlerinin bir şehi rde sürekli bir iş bulmaları i mkansızdı ve bu öğretmenler sürekli bir şehirden diğerine seyahat etmek zorunda kalırdı. Elealı Zeno, Protagoras, Gorgia, H i ppias ve daha birçokları hep bu şekilde yaşadı. Talep a rttıkça, önce Atina'da, sonra da diğer şehirlerde sabit felsefe ve re­ torik okulları açıldı (MZ 777).

Kilisenin rolünü tartışırken de Smith, Roma Katolik kili­ sesinin uygulamalarında ekonomik bir faktörün rolüne işaret eder: Roma Kilisesi'nde alt kademedeki rahiplerin çalış­ kanlığı ve hevesi, birçok Protestan kilisesi nden daha fazla ölçüde bireysel çıkar dürtüsüyle can l ı kal ı r. Ye­ rel papazların birçoğu hayatların ı i nsanların, günah çıkarma yoluyla daha da artan gönü l l ü adakları ile sürdürür. Dilenci grupların hayatını sürdürmesi ta­ mamen bu adaklara bağlıdır. Bunlar için, tıpkı süva-

KARŞI LAŞTIRMALAR

riler ve piyad e l e r için olduğu gibi, yağma yoksa ücret de yoktur (MZ 789-90).

Smith, sosyal sınıflarla ilgili tartışmalarında daha geniş bir sosyolojik bakış açısı ortaya koyar. Ahlaki Duygular'da Smith, sosyal statüyü 'zengin ve büyüğün' rahatlığından duyulan sempatik bir zevkin sonucu olarak tanımlar. Aynı zamanda da, bu tür bir tasvip etmenin akıl ve erdeme dayalı ahlaki tasvibi yozlaştıracağını da belirtir. Zengin ve büyük olana duyulan hayranlık insanların moda ve statüyü gerçek erdemden daha çok önemsemesine yol açar. Milletlerin Zenginliği'nde Smith, bu son noktayı biraz daha farklı bir biçimde ifade etmekte ve iki farklı ahlak anlayışını iki farklı sosyal sınıfla ilişkilendir­ mektedir. Sıradan insanlar tarafından hayranlık duyulan ve uyulan katı ve yalın bir ahlak sistemi vardır ve bunun yanında da, daha liberal ve esnek olan ve moda insanlar tarafından ka­ bul edilip uygulanan ayrı bir ahlak sistemi vardır (MZ 794 ). Hukuk nmi Üzerine Dersler, tümüyle sosyolojik bir eğilim göstermektedir. Bu seminerler, ekonomi üzerine olan son bölüme gelene kadar, tarih, sosyoloji, hukuk felsefesi ve bir miktar da yönetim felsefesi içerir. Bu üç konu bir arada işle­ nir. Adam Smith'e göre; tarih ve karşılaştırmalı sosyoloji bize felsefi (ya da bilimsel) genellemelere ulaşmamız için gerekli kanıtları sağlar fakat sosyolojik boyutun daha fazla öne çıktı­ ğı görülmektedir. Örneğin, Smith, aile hukukunu tartışırken, evlilik ve boşanma sosyolojisi, kadınların konumu ve erkek­ lerin eş, baba ve evin reisi olarak toplumsal güçlerinin tarih­ sel değişimi konularına ilgi göstermektedir. Bu durumun en çarpıcı örneği, Smith'in Milletlerin Zenginliği'ne de taşınmış olan, kölelik konusuna, sadece hukuki değil, aynı zamanda toplumsal bir vaka olarak, duyduğu ilgidir. Smith, tabi ki de

1J2

1 5. BÖLÜM köleliğin ekonomisi ile de ilgilenmiştir ve 'bütün çağların ve ulusların tecrübelerinin, her ne kadar sadece hayatlarını ida­ me ettirmenin karşılığında olsa da, köleler tarafından yapılan işin en kıymetli iş olduğunu gösterdiğine' inanır. (MZ 387) Yine de Smith'in daha çok etkileyen şey, köleliğin sürekli ve yaygın olarak uygulanmış olmasıdır. Bugünlerde köleliğin tamamen ortadan kalktığına inanmaya meyilliyiz fakat bunun sadece Avrupa'nı n küçük b i r kısmı için geçerli olduğunu v e köleliğin bütün Rusya'da, Doğu Avrupa'da, Bohemia'dan Hint Okyanusu'na kadar uzanan bütün Asya'da, Afrika'nı n tamamında ve Amerika'nı n çoğu yerinde uygulanma­ ya devam ettiğini unutuyoruz. Öyle ki, köleliğin ta­ mamıyla ve her yerde ortadan kalkacağını düşünmek imkans ızdır (H 181).

Smith'in sosyolojiye duyduğu ilgi Belagat Üzerine Seminer­ leri'nde de görülebilir. Profesör W.S. Howell, bu seminerlerin en önemli özelliğinin retorik teorisini kapsamını genişleterek ve onu zamanın gereklerine adapte ederek gelenekten bağım­ sızlaşması olduğunu göstermiştir. Bu yaklaşım; farklı tezlerin farklı toplum türleri için uygun olacağı konusundaki hassasi­ yetle de uyumludur. Smith'e göre, 'Afrika kıyılarındakiler gibi' 'en barbar ve kaba uluslar' boş zamanlarını birlikte şarkı söyle­ yerek ve dans ederek geçirirler. Bu yüzden de, bu uluslar düz yazıdan çok şiiri geliştirmeye ihtiyaç duyarlar. 'Düz yazıyı ilk olarak geliştiren şey, ticaretin ya da en azından ticarete eşlik eden refahın ortaya çıkmasıdır' (B 137). Smith ayrıca, De­ mosthenes ve Cicero'nun konuşmaları arasındaki ya da Pla­ ton'un felsefi diyalogları ile Cicero'nunkiler arasındaki farklı-

KARŞI LAŞTI RMALAR

1

lıkların ilgili dönemlerde Atina ve Roma'daki farklı toplumsal yapılardan kaynaklandığını iddia etmiştir. Romalı bir asil kendisinden aşağı gördüğü ıooo in­ sana karşılık kendisine eşit olan yanlızca ı insan gö­ rürdü. Kendinden aşağı olanlarla orada var olan tek insan kendisiymiş edasıyla konuşurdu. Söylevi ağdalı ve süslü olurdu ve dili üstün insanın dili gibi görü­ nürdü. Öte yandan Atina'da, bütün vatandaşlar bir­ birine eşitti ve en iyiler ya da en kötüler asla ayrım­ cılığa uğramaz ve diğerleri gibi muamele görürlerdi. Platon'un diyalogları nda herhangi bir kibarl ı k ya da iltifat yokken, Cicero'nunkilerin bunlarla dolu olduğu görülebilir. Bu etmenler, Demosthenes ile Cicero'nun tavı r ve stillerindeki farklılıkları açıklamak için de kullanılabilir. Cicero üstün bir varlığın saygınlığı ve otoritesi ile konuşurken, Demosthenes eşitlerin ra­ hatlığını yansıtır (8 158-9).

Bütün sosyolojik tartışmalarında Smith, düşüncelerini tarih ve o dönemde var olduğu kadarıyla sosyal antropoloji ile desteklemiştir. Diğer bir deyişle, Smith, karşılaştırmalı metodu kullanmıştır. İskoç Aydınlanması'nın diğer düşünür­ leri gibi Smith de, bu metodu Montesquieu'den öğrenmiştir. Smith ayrıca bazı kanıtlarını da Montesquieu'den edinmiş, fakat bunların üzerine diğer kaynaklardan aldığı kanıtları da eklemiştir. Örneğin, karşılaştırmalı hukuk konusunda kul­ landığı kanıtların kapsamı sanıldığından daha geniştir. Smith doğal olarak, Roma ve İskoç hukuk sistemi konusunda ol­ dukça bilgilidir. Bunlara ek olarak, İngiliz hukuk sistemi hak­ kında da bilgi edinmiş ve bu bilgileri karşılaştırma amacıyla kullanmıştır. Bunların yanında, Smith'in Hukuk nmi Üzerine Dersler'de eski Atina, Sparta, Antik Almanya (Tacitus'a göre),

1JJ

1J4

5. BÖLÜM Eski Ahit'in İbranileri, Gine kıyılarındaki kabileler, Ameri­ kan yerlileri, modem Fransa, Hollanda, İsviçre, Lombardiya, Rusya, Venedik, Doğu Hint Adaları, Pers, Türk, Mısır, Çin ve Japonya hukuk sistemleri ve kurumlarına yapılan atıflar da gö­ rülebilir. Her modern sosyoloğun da onaylayacağı gibi, karşı­ laştırmalı metod bilimsel genellemelere ulaşmak için mantıklı ve güvenli bir yöntemdir. Bu durum, Smith'in doğaya ve doğal kanunlara olan yaklaşımını değerlendirirken göz önünde bu­ lundurulmalıdır. Smith'in bu konulardaki kanıtları genellike hipotezlerini desteklemek için yetersiz olsa da, karşılaştırmalı metodu kullanırken oluşan hataları bu bölümde bahsi geçen ve Ahlaki Duygular la Milletlerin Zenginliği'ni karşılaştırırken eldeki bilgileri yanlış anlayan yorumcuların yaptığı hatalardan daha büyük değildir.

6 FELSEFE, Bi LiM VE TARi H.

E

SKİ BİR ATASÖZÜ, 'BİR İSKOÇU KAŞIRSAN BİR FİLOZOF

bulursun' der. Tom Stoppard, Jumpers isimli oyununda, İskoç üniversitesi kapıcısını Ahlak Felsefesi Profesörü kadar felsefi eleştiride keskin hale getirdiğinde, bu sözün ge­ çerliliğini göstermiştir. Adam Sınith, bir filozofun ve bir kapı­ cının doğuştan gelen yeteneklerinin neredeyse birbirine eşit olduğunu söylerken, aklında belki de böyle bir kapıcı vardı (H 348, 493 ). Felsefe alanındaki İskoç üniversite geleneği, her şeye rağmen aslında 18. Ytizyıl'da belirgin etkiye sahipti ve ge­ niş bir eğitimli insan grubuna sirayet etmişti. Joseph Black gibi önde gelen bir bilim adamının dersleri Lord Kames gibi önem­ li bir hukukçunun kitaplarından daha az bir samimi felsefi in­ celeme eğilimi göstermez. Adam Smith'in kendisi profesyonel kariyerine bir filozof olarak başlamış ve tüm hayatı boyunca da öyle kalmıştır. Bir yandan en üstün yeteneklerini iktisat ve sos­ yal bilimler alanlarında ortaya koyarken, diğer yandan felsefeyDAVID RAPHAE L 1

ADAM SMITH 1

1]5

1J6

1 6. BÖLÜM le ilgisini de asla kaybetmemiştir. 1785'e kadar hala edebiyat ve felsefe ile ilgili 'bir çeşit felsefe tarihi' yazmayı planlıyordu ve ömrünün son yıllarında Ahlaki Duygular'ın gözden geçiri­ lip düzeltilmesine ve genişletilmesine büyük çaba sarf etmiştir. Sör Samuel Romilly'e göre, Smith 'her zaman için Ahlaki Duy­ gular Teorisi'nin Milletlerin Zenginliği'ne göre çok daha üstün bir çalışma olduğunu düşünmüştür: Eğer böyle düşünmüşse, bu yargısı hatalı olmakla birlikte, Smith'in felsefi çalışmalarına duyduğu süregelen sevgiyi teyit etmektedir. Smith, felsefe ve sosyal bilimler arasında ya da felsefe ve doğa bilimi arasında önem taşıyan herhangi net bir ayrımı kabul etmemiştir. Genel olarak söylemek gerekirse, o 'felsefe' ve 'bilim' terimlerini neredeyse birbirinin yerine kullanılabi­ len iki terim olarak kullanır. Milletlerin Zenginliği'nde (s. 796) bu ikisi arasındaki farkı ima eden bir yer vardır; o da, 'bilim ve felsefe çalışması'yla ilgili yazısıdır. Smith, aynı paragraf­ ta şöyle devam ediyor: 'Bilim, coşku (şevk) ve hurafe (batıl inanç) zehirleri için mükemmel bir panzehirdir: Din ve dinsel etikten bahsetmektedir; 'şevk ve hurafe' tabiri din anlamına gelmektedir. Bölümün başlarında Smith, Hıristiyanlık sonrası ahlak felsefesinin çoğunun, saçma din doktrinlerini tatmin et­ meye çalıştığını ifade etmiştir. Sanırım, onun şimdi felsefe ve bilim arasındaki farkı belirtmesinin nedeni budur. Felsefenin bazı kısımları �ldışı olabilir, bu nedenle Smith, bir an için, bilimin felsefeyle bütünüyle aynı olmadığını düşünür; bilim, ampirik gerçeklere uygunluk gösteren bir araştırma türüdür. Bununla birlikte, genel olarak Smith, bu tür bir araştırmayı, maddi dünya veya insan davranışıyla ilgilenip ilgilenmediğine bakmaksızın, felsefenin bir biçimi, yani, 'saygın felsefe' olarak adlandırırdı.

FELSEFE, BİLİM VE TARİH

Smith'e göre 'filozoC teorik açıklamaya veya pratik yeni­ liğe imkan veren bağlantıları düşünebilen fikir sahibi bir göz­ lemcidir. Smith, Milletlerin Zenginliği nin 'ticari meşgalesi her şeyi gözlemlemekten başka bir şey olmayan filozoflar ya da spekülasyonla uğraşan ve bu anlamda, çoğunlukla en uzak ve değişik nesnelerin gücünü bir araya getirmeye muktedir ki­ şiler tarafından yapılan keşiflerden bahsettiği ilk bölümünde (s. 2 1 ) gayrı resmi bir tanım verir. Onun bahsettiği 'filozoflar ya da spekülasyonla uğraşan kişiler� aksiyon (eylem) adam­ larıyla ters düşmelerine rağmen, sadece masa başı spekülatör değildirler. James Watt, Smith'in kullandığı terimle en az Sör Isaac Newton kadar 'filozoftur. Bu düşüncenin daha önceki versiyonlarıyla ilgili pasajlarda Smith, 'buhar motoru' ya da 'buhar makinesini' icat eden 'filozofa' atıfta bulunur (H 347, 349, 492, 570). Bilim adamları ve teknoloji uzmanları, mo­ dern anlamda en az filozoflar kadar, gözlemde bulunmak ve diğerlerinin aklına gelmeyen, kendine özgü bağlantıları ortaya çıkarmak için boş zamana sahip olan 'spekülasyonla uğraşan kişiler'dir. Bu bağlantılar fiziksel, metafiziksel ya da sosyal ola­ bilir. Smith, Milletlerin Zenginliği nde (s. 674 ), 'politik bedeni' insan bedeninin benzerliğinden sonra düşündüğü için, Ques­ nay'ye 'bir doktor ve çok spekülatif bir doktor' olarak gönder­ mede bulunur. Smith, Ahlaki Duygular'da (s. 136) Çin'in bir depremle bütünüyle yok olsa, tepkimizin ne olacağını şöyle tasavvur eder: Oldukça yaygın bir acının verdiği ilk üzüntü­ nün ardından, bir 'spekülasyon adamı, bu felaketin Avrupa ticareti ile dünya genelindeki ticaret ve işler üzerindeki etki­ leri hakkında pek çok muhakemeye girişebilir: Eğer Lizbon depremi hakkında düşünen Voltaire olsaydı, olayın teoloji açı­ sından çıkarsamalarını enine boyuna düşünürdü. Yok, eğer bu '

'

1J7

1)8

1

6. BÖLÜM

kişi Adam Smith olsaydı, olayın dünya ekonomisi açısından çıkarsamalarını ölçüp biçerdi. Smith'e göre felsefe, bilim ve sosyal bilim tamamıyla aynı türden faaliyetlerdi. Milletlerin Zenginliği'nin birinci bölü­ münde W. R. Scott tarafından 'ilk taslak' olarak adlandırılan müsvettede Smith, farklı türden filozofların türlerinin bir lis­ tesini verir. Bunlar; 'mekanik, kimya, astronomi, fizik, ahlak, metafizik, politika, ticaret ve eleştiri [yani, edebiyat teorisi ve estetik yazarları]' ( H 5 70) alanlarındaki filozoflar. Bunların hepsi de çeşitli olgular arasındaki bağlantıları ortaya çıkarmak için aynı amaca sahiptir, fakat ilgili olguyu ortaya çıkarma konusunda genellikle aynı yöntemi takip etmezler. Hepsi de kendi gözlemlerini veya başkalarınınkini esas alırlar. Bunun­ la birlikte, tabii bilimlerle uğraşan çoğu bilim adamı geçmişte kaydedilmiş gözlemlere, yani tarihe, bağlı olma ihtiyacı duy­ maz ve kendi laboratuvarlarında benzer gözlemleri tekrar ede­ bilirler. Sosyal bilimciler ise, kendi tecrübelerine ilave olarak, tarihe ve diğer bilim adamlarının rapor ettiği gözlemlere çok daha fazla dayanmak durumundadırlar. Adam Smith, keskin ve genellikle bir gözlemci idi; fakat kendi gözlemlerinin, ister iktisat, ister sosyoloji, isterse ahlak felsefesi için onun ihtiyaç duyduğu verinin sadece çok küçük bir bölümünü sağlayabi­ leceğini gayet iyi bilmekteydi. Bu üç alanın hepsinde ağırlıklı olarak hem tarihsel tetkikleri hem de güncel araştırma rapor­ larını esas almıştır. İkinci Bölümde belirtmiş olduğumuz gibi, onun belli bir konuda sağlam bir bilgi edinme hususunda en gözde yöntemi, o konunun tarihini araştırmak; sonra da, daha önceki teorilerin ciddi anlamda tetkikinin ardından, onları geliştirmek suretiyle kendi katkısını yapmak şeklinde idi. Smith'in tarihsel araştırmalarının amacı, ister hadiselerin

FE LSEFE, BİLİM VE TARİH

tarihini araştırıyor olsun isterse teorilerin tarihini, olası bir bilimsel kanun hakkındaki bir hipotez olarak düşünebileceği­ miz bir genellemeyi desteklemek ya da çürütmek için gerekli veriyi elde etmekti. Adam Smith'in ölümünün ardından çok geçmeden Du­ gald Stewart onun hayat hikayesini ve Edinburg Kraliyet Topluluğu (Royal Society of Edinburg)için yazdığı yazıları yayınladı. Bu kitap sonraları Smith'in 1795'te yayınlanan Fel­ sefi Konular Üzerine Denemeler adlı yapıtına bir takdim olarak yeniden basıldı. Stewart, bu süreçte, yapıtlarının çoğunda Smith'in yöntemini tanımlamak için 'teorik veya farazi tarih' deyimini türetmiştir. Stewart, Smith'in Ahlaki Duyguların üçüncü (Stewart'ın ikinci dediği) ve sonraki baskılarına bir ek olarak konulan 'Dillerin İlk Oluşumuyla İlgili Mülahazalar' isimli makalesinin baskı kaydını yaparken, kendisine Smith'in bu konuyla ilgili sözleri öncülük etmiştir. Makale, Smith'in belagat (retorik) derslerindeki konunun daha kısa işleniş tar­ zından hareketle ortaya çıkmıştır. Stewart, dillerin kökeni ve gelişimi üzerine yazılmış olan bu makalenin, kendi yaratıcılığı bakımından kendine göre ilginç olmakla birlikte, kendisinin Smith'in çalışmasıyla ilgili incelemesinde, 'ister ahlaka, ister politikaya, isterse edebiyata dair olsun, Smith'in tüm farklı çalışmalarının ipuçlarını yakalayabilen özel bir tür araştırma­ nın numunesi olarak' daha fazla ihtimamı hak ettiğini ifade etmiştir (F 292). Bununla birlikte, Stewart 'teorik veya farazi tarih'in Smith'e özgü bir şey olduğunu iddia etmemiş; bunun, Montesquieu'dan sonra gelen birkaç düşünür tarafından sür­ dürüldüğünü söylemiştir. Fakat bu ibare, Adam Smith'in son­ raki tartışmalarında sıkışıp kalmaktan öteye gidememiştir. 'Farazi' sıfatı, (bazılarının yaptığı gibi) Smith'in kullandığı

1J9

140

6. BÖLÜM verinin bir kısmını kendisinin türettiği ve sonucu da tarih ola­ rak adlandırdığı şeklinde alınırsa yanıltıcı olur. Birileri bunun, dil üzerine yazılmış ve basit manbksal kategorilere dayanan pek çok spekülasyon içeren makale ile ilgili olduğunu söyle­ yebilir. Fakat, bu ayrıca Smith'in bildiği diller hakkında ampi­ rik gerçekleri de kullanır ve Yunan, Latin ve modern Avrupa dillerinin yapısı hakkında bilimsel karşılaştırmalı bir filoloji­ ye doğru kendini geliştirmeye çalışır. Yine birileri toplumsal tarihin dört aşaması teorisinin, kendisinin oldukça yetersiz kanıtlara dayanan tarihsel düzen (historical sequence) hipo­ tezine ulaştığını söyleyebilir. Bununla birlikte, ister ahlak teo­ risi, ister hukuk ve devlet/yönetim isterse de bilim ve metafi­ zik konularında olsun Smith'in diğer tarihsel tartışmalarında, spekülatifveya varsayımsal çok az şey vardır. Stewart, Smith'in astronomi tarihi üzerine olan makalesinden (bir müddet son­ ra buna benzer bir çalışma olan Fransız ilim adamı]. E. Mon­ tuda tarafından yazılan matematik tarihi ile birlikte) açık bir şekilde kendisinin 'teorik tarih' ile kastettiği şeye örnek olarak bahsetmiştir. Smith, tanımlamaya giderken, alternatif sıfat olan 'varsayımsal' sözcüğünü sadece bir kez kullanmış, sonra­ sında yalnızca 'teorik tarih' tabirini kullanmaya devam etmiş­ tir. Smith'in astronomi tarihi hakkında kesinlikle varsayımsal olan hiçbir şey yoktur. Bu çalışma, Eudoxus'tan Newton'a ka­ dar birçok bilim adamı tarafından savunulan çeşitli astronomi teorileri hakkındaki belirgin ampirik gerçeklerle ilgili sağlam ve genellikle güvenilir bir veriden oluşur. Bununla birlikte, bu inceleme, bilim felsefesi için kanıt olarak bilim tarihi üzerine yoğunlaştığı için, daha doğrusu bir teorik tarih (ya da daha iyisi, Smith'in tanımladığı gibi, teorik tarih kavramını da içe­ ren uygulamaya konulmamış proje, 'bir çeşit felsefi tarih') ola­ rak nitelendirilebilir. Benzer şekilde, birileri Smith'in hukuk,

FELSEFE, BİLİM VE TARİH

devlet/iktidar ve iktisat teorisinde ya da felsefesinde genelleş­ tirmeler için delil olarak, yine hukuk, devlet/iktidar ve iktisat tarihini kullandığını söyleyebilir. Astronomi tarihi üzerine yazdığı makale, bize Smith'in ta­ rih ve teori arasındaki ilişkiye bakış açısını gösterir. Smith'in, tıpkı aynı devirde yaşamış diğer meslektaşları gibi, felsefe ve bilim arasında net bir ayrım yapmadığını hatırlamamız gere­ kir. 'Politik iktisat' konusundaki genellemeleri desteklemek için tarihsel kanıt kullanırken, günümüz bilim adamları bu genellemeleri 'iktisat bilimi'ndeki veya siyaset bilimi'ndeki teoriler veya hipotezler olarak adlandırabilir. Smith'e kalırsa, 'doğal felsefe'de ilerleme sağlamak için gerekli ilkelerle 'hukuk bilimi ve 'politik iktisat'ı da içeren 'ahlak felsefesi'nde ilerle­ me sağlamak için gerekli ilkeler arasında özü itibariyle bir fark yoktu. lleride göreceğimiz gibi, süreç hayal gücünü kullan­ mayı gerektirir. Dolayısıyla, birileri Stewart'ın varsayıma dair tavsiyesinin bütünüyle yersiz olmadığını; fakat varsayımın ya da hayal gücünün, eksik tarihsel veriyi temin etmek için kullanıldığını ima ederek yanıltıcı bir iş yaptığını söyleyebi­ lir. Smith'in düşüncesine göre, gözlemden elde edilen veriyi birleştirmeye çalışan önerilen bir sistem, teori ya da modelde boşlukları doldurmak için hayal gücüne gerek duyulur. Ayrı­ ca, bu bilimin en iyi durumunda bulunabilen bir hayal gücü uygulamasıdır. Smith'in Felsefi Konular Üzerine Denemeler'deki uzun maka­ lesi 'Astronomi Tarihi', Milletlerin Zenginliği ve Ahlaki Duygular ile birlikte önemli bir zihnin eseri olarak aynı grupta yer alma­ yı hak etmektedir. Smith bu makaleyi yazarken, bilim tarihi ve felsefesini meydana getirenlerden biri idi. Tarihsel açıdan ba­ kıldığında, çalışmanın kendi zamanı için olağanüstü derecede

141

1 6. BÖLÜM bilgilendirici olduğu görülür, günümüzde bile verdiği bilgiler büyük ölçüde doğruluğunu sürdürmektedir. Bir de eser, hem tarihi gerçekleri konuşturma tarzı bakımından, hem de hatta daha fazlasıyla, bir tür bilimsel teoriden diğerine değişiklikleri açıklama tarzı bakımından gerçekten felsefi bir içeriğe sahiptir. Smith, felsefenin (ya da bilimin) başlangıcı sayılan Eflatun ve Aristo'nun geleneksel görüşüyle yola çıkar. Fakat Smith bunu.hemen ayrıntılı bir şekilde aşina olunan bağlantıları tek­ rar bulabildiğimizde, aşina (alışık) olunmayan şeyle birlikte entelektüel rahatsızlığın, rahatsızlığı ortadan kaldırmaya yol açtığı şeklindeki psikolojik bir teoriye uygular. Modern bir ilim adamı, durumu, görünüşe bakarak alışılmadık bir olayın tecrit edilmiş bireysel bir şey olarak değil, genel bir kanunun örneği şeklinde göstererek açıklandığı bir ifade ile tanımla­ yabilir. Smith, önce tuhaf durumlardaki (oddity) şaşkınlığın, daha sonra da buna rağmen aşina olunan şeyle birlikte onu benzetmedeki rahatlığın psikolojik etkileri üzerine yoğunla­ şır. (Astronomi veya başka bir alanda) bilimsel bir teori, tu­ haf bir durumda entelektüel rahatsızlığı gidermek suretiyle işlevini yerine getirir. Fakat tuhaflık, entelektüel rahatsızlığın tek nedeni değildir. Eğer tekrarlanan bir tarzda içimizin rahat etmesi gerekiyorsa, bu nispeten basit olmalıdır. Bu bir kez karmaşık hale geldi mi, yinelemeler, anlamak (kavramak) için daha zordur, daha az bildiktir ve dolayısıyla daha az konforlu­ dur. Bilimsel bir teori (örneğin, Ptolemaik astronomi hesabı) gözlemlenen tüm olgulara yer vermek için çok karmaşık bir şekilde geliştiğinde, eskiden daha fazla hoşnutsuz oluruz ve (Kopernik gibi) farklı, daha basit bir teori türüne hazırlanırız. Fakat basitliğin de bedeli bir bedeli olmalıdır. Kopernik teori örneğinde, daha basit bir modelimiz (örneğimiz) var, ancak

FELSEFE, BİLİM VE TARİH

kendimizi fazlasıyla alışılmadık olan; yani, yeryüzünün hare­ ket halinde olduğuna dair yeni bir iddiaya ayarlamak zorunda­ yız. Dolayısıyla, söz konusu alışılmadık durumda rahatsızlığı­ mızı, daha doğrusu yaşadığımız şokları ortadan kaldıracak bir gelişme teorisine ihtiyacımız var. Adam Smith'e göre, bilim ya da felsefenin gelişmesine dair bu psikolojik açıklama, bizzat felsefenin bir parçasıdır. Bu, Srnith'in Hume'dan öğrendiği felsefe yorumuyla aynı çizgide­ dir. Smith'in açıklamasının merkezinde, muhayyilenin işlevle­ rinin birikimi vardır. Bunun da kaynağı, doğrudan Hume'dur, ancak ısrarla devam eden bir dış dünyada Hume'a ait inancımı­ zın teorisinden uyarlanmıştır ve daha ziyade bilimsel teorinin gözlemlenen olguya uygun düşecek bir çerçeveyi nasıl inşa ede­ ceğini göstermek için kullanılır. Hume, hayal gücünün, sabit bir nesneye dair tahminde bulunmak için gözlemden elde edilmiş 'izlenimler' (algılamaya dayalı olarak türetilmiş veri) arasındaki boşlukları doldurduğunu dile getirmişti. Örneğin, saat 10,0S'te önümde beyaz bir dikdörtgen biçiminde şekil görüyorum; ora­ dan uzaklaşıyorum ve saat 10, lO'da geri geldiğimde yine benzer beyaz dikdörtgen biçiminde bir şekil görüyorum. Hayal gücüm, bu şekildeki bir izlenimler serisinde meydana gelen boşlukları dolduruyor ve bana, hem ben orada ona bakıyor iken hem de orada değil iken mevcut olan süre giden maddi nesneye, yani, bir yaprak kağıda dair fikir veriyor. Srnith, Hume'un teorisini, gözlemlenemeyen varlıklar hakkındaki bilimsel hipotezlere uygulamak amacıyla uyarlamıştır. Hayal gücü, gözlemlenen olgular (güneş, ay, gezegenler ve sabit yıldızlar gibi) arasındaki boşlukları doldurur ve büyük bir 'makine'ye (gözlemlenen gök cisimlerini içeren, fakat kristal gibi berrak ve dolayısıyla saydam

143

144

1 6.

BÖLÜM

oldukları için, bizzat kendileri gözlemlenemeyen bir kristal kü­ reler/ alanlar sistemi gibi) dair faraziyeler üretir. Smith, tüm bilimsel ve felsefi sistemleri açıkça hayal gücü­ nün bir ürünü olarak kabul etmiştir. Sistemler pek çok yönden makinelere benzer. Bir ma­ kine, uygulamada bir sanatkarın [yani, teorisyenin aksine pratik bir adamın] i htiyaç duyduğu farklı ha­ reketleri ve etkileri birbiriyle irtibatlı hale getirmenin yan ı sıra, bunları icra etmek için imal edi len küçük bir sistemdir. Sistem ise, zaten gerçek hayatta icra edilen farklı hareketleri ve etkileri hayal dünyasında birbiriyle irtibatlı hale getirmek için icat edilmiş olan hayali bir makinedir (F 66).

Bilimsel teoriler ya da sistemler, gözlemlenen hareketleri ve diğer olayları birbirine bağlayan hayali yapılardır. Sistem­ lerin bizzat kendileri, doğanın hakikatleri değildirler veya en azından böyle olduklarını bilemeyiz. Smith, bir teorinin ya da sistemin, sadece gözlemlenen olguyu içinde barındıran tek çıkar yol olduğu için değil, insan aklının eğilimlerine uygun olduğu için tercih edildiğini söyler. Smith, bilhassa bilim adamları arasında Descartes'ın gir­ daplar teorisine ( theory of vorticies) yönelik tutum değişik­ liğinden etkilenmiştir. Tıpkı Smith'in astronomi tarihinde olduğu gibi, Kopernik hipotezi de basitliği sayesinde kendi selefleri karşısında başarı kazanmıştır, fakat Dünya'nın çok yüksek hızdaki iki hareket silsilesine maruz kaldığı şeklindeki çıkarsaması müthiş bir psikolojik engelle karşılaşmıştır. Bura­ daki zorluk, tüm hareketsiz görünüşüne karşı, sırf dünyanın hareket halinde olduğu fikrinde değildi. Sıkıntı, en azından bilgili insanlar için, daha ziyade önceki teorinin muazzam bü-

FELSEFE,

Bİ İM TARİH L

VE

yüklükteki gövdelerin hareketinin yavaş olabileceği şeklindeki tasvirden kaynaklanıyordu. Kopemik hipotezi ise, dünyanın kendi ekseni etrafındaki günlük dönüşünün, ekvator üzerin­ deki herhangi bir nokta için, saatte bin millik bir hız anlamına geldiğini varsaymamızı gerektirmektedir ki; bu hız, bir gülle­ den, hatta ses hızından daha yüksektir ve dünyanın güneşin etrafındaki dönüş hızı bundan daha yüksektir. Descartes'ın girdaplar teorisi, 'bu teoriyi; Kopernik sistemindeki en büyük zorluk olan hayal gücüne/ muhayyileye; yani, gezegenlerin muazzam gövdelerinin hızlı hareketine yakın duruma getir­ meye çalışmış olmasından dolayı' popüler hale gelmiştir (F 96). Bununla birlikte, daha sonraki dönemlerde Newton'un sistemi zamanla daha tatminkar bir hale gelirken, Descartes'ın teorisi 'çürütülmüş bir hipotez' halini almıştır. Sonuç olarak, Smith Newton'un teorisinin bu anlamda en gelişmiş/ çağdaş teori olmayabileceğini anlamaya tamamen hazırdı. Smith, makalesini bazı güçlüklerle birlikte, hayal gü­ cünün ürünü olarak kendisinin bilimden anladığı şeyin, önce­ ki sistemlerden daha az olmamak üzere, Newton'un teorisine uygulanması gerektiğini yeniden vurgulayarak tamamlar. Tüm felsefi sistemleri sırf hayal gücüne (muhayyi­ leye) bağlı keşifler olarak göstermeye çalışı rken, ... Muhayyileyi birbirine bağlayan ilkeleri açı klayan d i l i kullanmak için, sanki doğan ı n kendisinin birkaç işle­ m i n i birbirine bağlamak için yararlandığı gerçek zin­ cirlermiş gibi, bizim bile bilinçsizce resmimiz çekil­ mektedir. Ondan sonra, insanoğlunun genel ve tam onayının a l ınması gerektiğine ve bunun şu anda Tanrı olgusunu hayal gücüne bağlamaya yönelik bir çaba olarak değil de, şimdiye kadar insa n lık tarafı ndan ya­ pılan en büyük keşif olarak dikkate alı nması gerekti-

145

1 6.

BÖLÜM

ğine şaşırabilir miyiz? Öyle ki, bu, tek bir mükemmel gerçek sayesinde, hepsi birbiriyle yakından irtibatlı olan ve günlük hayatım ızda tecrübe ettiğimiz hakika­ tin en önemli ve en yüce doğru larına dair büyük bir zincirin keşfidir (F 105).

1750'lerde, Smith açısından Newton'un güneş sistemine dair düşüncesini objektif bir gerçeğin ifadesi olarak değil de, ikame edilebilir bir teori olarak düşünebilmesi gerçekten dik­ kate değer bir başarıydı. Zira kendisi, tüm teorik sistemlerin hayal gücüne dayandığına dair görüşünden dolayı, bu şekilde düşünebilirdi. Bu anlamda Smith'in iktisat teorisi sistemlerini, doğal fel­ sefe sistemlerinden herhangi bir şekilde farklı kabul ettiğini düşünmek için hiçbir sebep yoktur. Onun iktisatta daha ön­ ceden yayınlanmış olan fızyokratik sistemin 'gerçeğe en yakın tahmin' olduğu şeklindeki sözünü hatırladığında, birileri baş­ ka türlü düşünmeye özendirilmiş olabilir. Bu, erişilebilen bir 'gerçeğin' olduğunu ima ediyor. Fakat belirli bir bilim dalın­ daki farklı teorilerin nisbi üstünlükleriyle ilgili (değerleri) bir tartışmaya daldığınızda, konuşmak için bu sadece doğal bir yoldur. Smith, fızyokratik sistemi, müşahede edilen hakikat­ lere dair kendi izahında merkantilizme göre daha üstün oldu­ ğunu kesinlikle kabul etmiştir; tam da herkes gibi, Newtongil sistemin Descartes'ın sistemine göre daha üstün olduğunu düşündüğü gibi. Smith, 'Astronomi Tarihi' isimli çalışmasın­ da, tıpkı diğerleri gibi, objektif hakikatin keşfi olarak Newton­ gil sistem hakkında konuşmanın, doğal olarak kendisine yol gösterdiğini belirtmiştir. Aynı şekilde, Ahlaki Duygular'da da, Descartes'ın sistemi gibi, bir doğal felsefe sisteminin uzun bir süre kabullenilebileceğini; 'fakat yine de hem doğal hiçbir te-

FELSEFE, BİLİM VE TARİH

melinin olmayabileceğini hem de hakikate hiçbir şekilde ben­ zerliğinin olmayabileceğini' (AD 3 13) yazmıştır. Bu, Newton sisteminin doğal olarak bir temele sahip ve en azından gerçe­ ğe yakın olduğunu ima etmektedir. Fakat Smith meseleye bir kenara çekilerek uzaktan baktığında ve bütün teorik sistem türlerini dikkate aldığında, bunları tabiatın gerçek (ya da en azından bilinebilir) hadiselerinden ayırt eder. Smith, Newtoncu astronomi sistemine dair söylediklerini, daha sonra kendi iktisat sistemi için de söyler. Smith'in iktisat sistemi, kendi seleflerinden daha sağlam bir yapıya sahip ol­ masına karşın, hala teorik bir sistemdir; yani, hayal gücünün bir ürünüdür, yoksa 'tabiatın kendisinin birtakım işlemlerini birbirine bağlamak için yararlandığı gerçek zincirler'in bir ta­ nımlaması değildir. Piyasa fiyatının doğal fiyata doğru 'yönel­ mesi� kendi menfaatlerini düşünen birimleri, kamu çıkarını gözetmeye yönlendiren 'görünmez el' ile 'doğal serbestlik' ve 'doğal eşitliğin' zahiri gücü, gözlemlenebilen hadiselerin bir­ birleriyle bağlantılarını kurma hususunda bize yardımcı olan hayal gücünün ürünüdür. Fakat bu hususların bizzat kendile­ ri, müşahede edilebilen veya olmazsa bilinebilen olaylar ya da gerçekler değildirler. Yine de bunlar, Smith'e göre, anlamaya yardımcı ögelerdir. Zira bilim, bu bağlantıları kurmak için kendi 'hayali makineler'ine ihtiyaç duyar. Milletlerin Zengin­ liği'nin yazarı, '.Astronomi Tarihi'ni ve Ahlaki Duygular Teori­ si'ni yazan felsefeci ile aynı kişidir. Milletlerin Zenginliği, yaza­ rın kendisinin etrafını aydınlatan başyapıtıdır; fakat diğer iki çalışması ile birleştirildiğinde, daha ileri düzeyde bambaşka bir ışık saçtığı görülecektir.

147

REFERANSLAR

sayfa 25 Letters ofjames Boswell Uames Boswell'in Mektupları), editör: C. B. Tin­ ker (Oxford, 1924), 46; J. C. Bryce tarafından aktarılmıştır, Lectures on Rhe­ toric and Bel/es Lettres (Güzel konuşma ve Edebiyat Derslerı)'nin önsözü), 34.

sayfa 30

Edward Westermarck, Ethical Relativity (Ahlaki İzafiyet), (Londra, 1932), 71.

sayfa 30 H. T. Buckle, History of Civilization in England (İngiltere'de Medeni­ yet Tarihı), (Londra, 1857-61), i. 194; cf. ii.443.

sayfa 34

John Rae, Life of Adam Smith (Adam Smith'in Hayatı), (Londra, 1895), 5.

sayfa 41 a.g.e. 57. sayfa 42 a.g.e. 170, A. F. Tytler tarafından aktarılmıştır. sayfa 46 a.g.e. 21ı-ı2. sayfa 49 a.g.e. 287. sayfa 53 a.g.e. 405. sayfa 61 A. L. Macfie, The lndividual in Society (Toplum İçinde Birey), (Lond­ ra, 1967), 66.

DAVID RAPHAEL 1 ADAM SMITH

149

150

RAPHAEL 1 ADAM SMITH

sayfa 100 Prens George'un günlüğü, Ronald Faux tarafından aktarılmıştır, 'Swallowed in the Swirling Sarcophagus' (Döner Lahitte Sessiz Kalmış Kişi), The Times, 16 Ekim 1982, Cumartesi Eki, 1.

sayfa 112 J. A. Schumpeter, History of Economic Analysis (İktisadi Analizin Tarihi), (New York, 1954), 184-5, 187, 182.

sayfa 117 H.T. Buckle, a.g.e. ii. 432-J.437. sayfa 120 W. von SkarzyDski, Adam Smith a/s Moralphilosoph und Schoepher der Nationaloekonomie (Ahlak Filozofu ve Ulusal Ekonominin Yaratıcısı Olarak Adam Smith) (Berlin, 1878), 6-7, 53.

sayfa 120 Jacob Viner, Adam Smith and Laissez-faire (Adam Smith ve Bırakı­ nız Yapsınlar), Journal of Political Economy xxxv (1927); The Long View and the Short içinde yeniden basılmıştır (Glencoe, lı1, 1958).

sayfa 122 Jacob Viner, 'Adam Smith', lnternational Encyclopedia of the Social Sciences (Uluslararası Sosyal Bilimler Ansiklopedisı) içinde (New York, 1968).

sayfa 121 Determinism and 'materialism' (determinizm ve 'materyalizm'): bakınız Donald Winch, Adam Smith'in Siyaseti (Cambridge, 1978), 57, 81; ve özellikle Knud Haakonssen, The Science ofa Legislator (Bir Yasa Yapıcının Bilimı) (Cambridge, 1981), 181-7.

sayfa 128 W. S. Howell, 'Adam Smith's Lectures on Rhetoric: An Historical As­ sessment (Adam Smith'in Güzel Konuşma Dersleri: Tarihsel Bir Degerlen­ dirme)', Speech Monograps xxxvi (Kasım 1969); Essays on Adam Smith (Adam Smith Üzerine Makaleler) içinde yeniden basılm ıştır, editör: Andrew S. Skinner ve Thomas Wilson (Oxford, 1975).

sayfa 132 Sör Samuel Romilly, Memoirs (Anılar), (Londra, 1840), i. 403; Rae tarafından aktarılmıştır, a.g.e. 436.

sayfa 134 W. R. Scott, Adam Smith as Student and Professor (Bir ôgrenci ve Profesör Olarak Adam Smith) (Glasgow, 1 937), xxii, 317.

DAHA i LERi OKUMA

M

İLLETLERİN ZENGİNLİGİ, AHLAKİ DUYGULAR VE

Astronomi Tarihi (Felsefi Konular Üzerine Makale­ ler içerisinde) konunun uzmanı olmayanlar tara­ fından bile keyifle okunabilen çalışmalardır. Bu yapıtlar, Glas­ gow baskılarına ve Adam Smith'in Mektuplarına ( Oxford, 1976-83) metin notları, açıklayıcı notlar ve önsözler eklene­ rek yayına hazırlanmıştır. Milletlerin Zenginliği nin önceki bas­ kıları 1904'te (Londra'da) Edwin Cannan tarafından takdire değer bir şekilde düzenlenmişti ve onun eklemiş olduğu önsöz ve notlar ha.la büyük bir değer ifade ediyor. İktisat bölümünde okuyan üniversite öğrencileri, Milletlerin Zenginliği'nin And­ rew Skinner tarafından düzenlenen (Harmondsworth, 1970) ve uzun, anlaşılır bir önsöz eklenen 1-III kitaplarını Pelican Klasikleri adı altında tek bir cilt olarak elde etmekle hem en uygun hem de en ekonomik kaynağa sahip olacaklardır. '

DAVID RAPHAEL 1 ADAM SMITH

151

152

1

RAPHAEL 1 ADAM SMITH

John Rae'nin kaleme aldığı Adam Smith'in Hayatı ( The Life ofAdam Smith, Londra, 1895; Jacob Viner tarafından ila­ ve malzeme eklenerek yeniden basılmıştır, New York, 1965), kendi dönemi itibariyle çok zevkli ve oldukça kapsamlı bir eserdir. Smith'in yeni bir biyografisi, lan S. Ross tarafından ya­ zılıyor ve Smith'in çalışmalarının Glasgow baskısı ile ilişkilen­ dirilecektir. R. H. Campbell ve A. S. Skinner (Londra, 1982) tarafından kaleme alınan eserlerin Adam Smith'in biyogra­ fisi ile ilgili bölümleri, Rae (veya Viner)'da mevcut olmayan oldukça yüksek miktarda yeni bilgi içermektedir. Bu kitap, ayrıca Adam Smith'in yazılarına ve verdiği derslere dair bazı belirgin ve özlü araştırmaları da kapsamaktadır. O nedenle, kitap, sadece bu konuya yeni başlayanlara değil, Adam Smith ile ilgilenen tüm okurlara rahatlıkla tavsiye edilebilir. Benzer kısa bir kitap olan, E. G. West (New York, 1969) tarafından yazılan Adam Smith: Kişiliği ve Çalışmaları (Adam Smith: The man and his works), oldukça canlı olmasına karşın, tam olarak titiz bir çalışma olduğu söylenemez.

Smith'in etik yorumu üzerine yazılmış vazgeçilmez yo­ rum çalışmalardan biri de, T. D. Campbell tarafından yapılan Adam Smith'in Ahlak Bilimi (Adam Smith's Science of Morals, Londra, 1971)'dir. Milletlerin Zenginliği'nin yayınlanmış yorumlarının mik­ tarı oldukça fazladır. Görece yeni başlayanlar için, özellikle şu eserleri tavsiye ederdim: Andrew S. Skinner, Bir Sosyal Bilim Sistemi: Adam Smith'e Dair Makaleler (A System of So­ cial Science: Papers relating to Adam Smith, Oxford, 1979) ve Mark Blaug'un, Geçmişe Bakarak iktisat Teorisi (Economic Theory in Retrospect, Homewood, Ill., 1962, tercihen üçüncü baskısı, Cambridge, 1978), Bölüm 2; Blaug'un bölümü sade-

DAHA İLERİ OKUMA

ce yeni başlayanlara değil, aynı zamanda Smith'in teorileriy­ le ilgilenen ileri seviyedeki iktisatçılara da hitap etmektedir. Samuel Hollander, Adam Smith'in İktisadı ( The Economics of Adam Smith, Toronto, 1973), daha ayrıntılı olarak hazırlan­ mış, okunması biraz daha zor olan bir tartışma niteliğindedir. Thomas Wilson ve Andrew S. Skinner tarafından derlenen Piyasa ve Devlet: Adam Smith'in Onuruna Yazılan Makaleler ( The Market and the State: Papers in Honour of Adam Smith, Oxford, 1976), Milletlerin Zenginliği'ndeki konuları kendi za­ manımızda meydana geliyorlarmış gibi tetkik eder. Smith'in çalışmalarının Glasgow baskısı ile ilişkili diğer bir kolleksiyon da, Andrew S. Skinner ve Thomas Wilson'ın der­ lemiş olduğu Adam Smith Üzerine Makaleler (Essays on Adam Smith, Oxford, 1975) adlı eser, Adam Smith'in yazdıklarının ve öğretmiş olduklarının tüm yönlerini ele alır.

lS J

DİZiN

Birmingham Black, joseph Boswell, james bölüşüm teorisi Britanya (Üçüncü DüküHenry BuccleuchDükü, Scott)Buccleuch Buckle, Henry Thomas Burke, Edmund Burns, Robert Butler, joseph 75

A

ahenk ahlak felsefesi ahlaki yargılar ahlak teorisi Aristo arz ve talep astronomi Avrupa Birliği

10, 12, 60, 103-105, 124 9, 13, 28, 35, 38-40, 72, 123, 126, 138, 141 29, 57, 61, 65, 68, 119

11, 29, 40, 52, 103, 140

142

83-85, 91, 104

19, 35, 36, 103, 116, 138, 140, 142, 144, 147 19

25, 49 85

18, 43, 53, 108

44, 49 12, 30, 121, 126

49

63

65

C-Ç

B

Balliol Koleji Bentham, Jeremy bilim

53-55, 135

Calas, jean Cantil on, Richard Cenevre Cicero, Marcus Tullius 47

35

65

9, 13, 18, 25, 29, 5 1·55, 64· 83· 104• 112, 115-117, 125, 131, 134-147

26

44, 46, 49

DAV I D RAPHA E L

132

1 ADAM SMITH

155

RAPHAEL 1 ADAM SMITH

156

Cochrane, Andrew 45 Craigie, Thomas 37 Cunninghame, William 45 Çıraklık Kanunu 106

F Fakirler Kanunu 106 Fizyokratlar 26, 47, 48, 50, 94, 113, 123 Franklin, Benjamin 50 Fransa 26, 45, 48, 50, 121, 134

D

Freud, Sigmund 29, 30, 69-71

Darwin, Charles 27, 125 Türlerin Kökeni 27

G

değer teorisi 81, 94 Demosthenes 132 Descartes, Rene 144-146 Desnitsky, Semyon Efımovich 44 dış ticaret 91 doğal kanun 26, 104, 134 doğal özgürlük 12, 99, 105 doğal serbestlik 14, 17, 27, 147. Ayrıca bkz serbestlik Douglas, Margaret 33, 53 Drummond, Lillias 33 duygudaşlık 11, 28, 103 duygudaşlık kanunu 11

E Edinburgh 34-37, 53, 55 emek 14, 82, 85-87, 91, 93, 97-99, 106, 113, 125, 159 emek-değer teorisi 94 Epiktetus 61 etik teorisi 41, 62, 69, 123 Eudoxus 140

Garrick, David 47, 49 Gemicilik Kanunları 45, 108 Gemicilik Kanunu 107 Gibbon, Edward 35, 49-51 girdaplar teorisi 144, 145 Glasgow 34, 38, 42, 44-46, 123 Glasgow Ü niversitesi 9, 25, 34, 37, 44 Glassford, john 45, 46 görünmez el 10-12, 17, 100, 102, ı ı ı , 120, 125, 127, 147

H hayal gücü / muhayyile 29, 36, 59, 60, 116, 141-147 H ıristiyanlık 9, 61, 136 Howell, Wilbur Samuel 132 Hume, David 9, 28, 36, 40, 43, 47-53, 64, 123, 126, 143 Do�al Din Üzerine Di'?'aloglar 52 insan Do�asına Dair inceleme 36

Hutcheson, Francis 35, 38, 40, 48, 65, 115, 123, 126 Hutton, james 53-55

DİZİN

M İkinci Dünya Savaşı 24 imtiyazlar 106 İskoç Aydınlanması 9, 133 İskoçya 35 işbölümü 14, 16, 19, 27, 74, 78, 95, 98, 107, 109, 116, 127 i şgücü 14-16, 78, 87, 97, 99, 106

J Johnson, Samuel 49 Jones, William, Sör 49 Joseph, Keith 19, 24

maliyetin üç unsuru 83 mallar 48, 79, 81, 83-85, 93-99, 107, 108, 113 Manchester 75 Mandeville, Bernard 102 Marshall, Alfred 83 Marx, Kari 24, 25, 94 materyalist tarih yorumu 24 merkantilizm 18, 26, 45, 48, 113, 146 Millar, John 39-44 Montesquieu, Charles de Secondat 41, 133, 139 Montucla, Jean �tienne 140 Moskova Ü niversitesi 45

K

Muhafazakar Parti 24 muhayyile. Bkz hayal gücü / muhayyile

Kames, Henry Home, Lord 36, 135

Mun, Thomas 26

kapitalizm 18 kar 26, 82, 84, 88, 91-98, 109

mübadele 10, 12, 15, 19, 77-79, 81, 92, 95, 99, 102, 107

kendine hakim olmak 61, 72, 124

mülkiyet 24, 102, 110, 128-130

Kıta Avrupası 43 Kirkcaldy 33-36, 49, 53 kişisel çıkar 11-13, 28, 67, 72, n. 83, 89, 99-101, 104, 121, 127 Knies, Cari Gustav Adolf 121 Kopernik, Nicholas 1 42-145 L

laissez-faire 14, 73, 81, 105, 108 Locke, John 104 Londra 39, 43, 49, 53 Lucian 52

N Newton, lsaac, Sör 9, 13, 137, 140, 145-147 North, Frederick, Lord 54

0-Ö Oxford 35, 110 Oxford Üniversitesi 34 özgürlük 17, 23, 25, 41, 61, 71, 76, 105, 111-113, 124

157

RAPHAEL 1 ADAM SMITH

158

p

Scott, Hew 46

para 26, 43, 48, 50, 61, 81, 86, 89-92, 94-98, 100, 105, 111, 113, 121, 124-126, 136

sempati 10, 12, 13, 28, 29, 57-60, 64, 66-68, 103, 116, 119-128, 131

Paris 44-50 Pitt, William 54 piyasa 12-16, 20, 24, 28, 50, 77-85, 93, 104, 106, 114, 128, 153 Platon 40, 52, 132 politik iktisat 14, 27, 112, 115, 141 Price, Richard 50 psikoloji 10, 28-30, 63-69, 72, 78, 89, 142-144 Pufendorf, Samuel 104

Q Quesnay, François 26, 48-50, 96, 137 Ekonomik Tablo 26

R Rae, John 34 rant 26, 82, 84, 92, 96 refah 10, 12, 17, 20, 74, 94, 101, 109, 111, 120, 132 Reynolds, joshua 49 Riccoboni, Marie-Jeanne 47 Rltchie, james 45 Romilly, Samuel 136 Rousseau, jean-jacques 101, 111 s

Scott, Wil liam Robert 138

serbestlik 15 serbest ticaret 14, 19, 23, 26, 45, 48, 54, 73, 80, 107, 113 sermaye 14, 16, 18, 27, 82, 85, 91, 95-100, 107, 113 servet 74, 75, 86, 88, 90, 92, 94, 99, 113, 130 servetin birikimi 73 Skarzynski, Witold von 123, 126 Smith, Adam "Adam sorunu" 12, 121, 123 Ahlaki Duygular Teorisi 7, 9-13, 19, 24, 28, 30, 34, 36, 39, 42-44, 46, 51, 57, 61, 63, 72, 100, 111, 119-127, 131, 134, 136-139, 141, 146, 158 "Astronomi Tarihi" 29, 141, 146, 147 "Dillerin İlk Oluşumuyla İlgili Mülaha­ zalar" 139 Felsefi Konular Üzerine Denemeler 55, 116, 139, 141 Milletlerin Zenginli�i 7, 11-14, 17, 19, 23, 26-30, 35, 40, 45, 48, 50-55, 57, 72, 76, 78, 81, 100, 105, 107, 111-116, 120-131, 134-138, 141, 147 Smith, Hugh 33 'sokrates 52 sosyoloji 14, 24, 28, 41, n. 78, 126, 128, 131-133, 138 Spiers, Alexander 45 Steuart, james, Sör 26, 115 Stewart, Dugald 139, 140

_ _ _ _ _ _ _ __

Stoacılık 10, 12, 61, 72, 103, 124

Schumpeter, Joseph Alois 115

stok 84, 95

Scott, Frances 49

Stoppard, Tom 135

DİZİN

Strahan, William 50

ücretler 26, 43, 81, 84-87, 90-92, 98, 109

T

v

Tacitus, Cornelius 133 tarafsız gözlemci 29, 61, 63, 67-71, 124

vergileme I vergilendirme 114

tarım 24, 48, 113

verimli ve verimsiz emek 97, 113

tarifeler 107

vicdan 29, 43, 62, 68-72, 127

tarihin dört aşaması teorisi 140

Viner, jacob 124-126

tasarruf 95, 98

Voltaire, (François-Marie Arouet) 46, 137

Thatcher, Margaret 19, 24 Townsend, Charles 44

w

Tretyakov, lvan Andreyeviç 44

Watt, james 137

Tronchin, Th�odore 44, 46, 49 Turgot, Anne-Robert-jacques 48, 50

Westermarck, Edward 30 Winch, Donald 125

U-Ü

y

uluslararası ticaret 26, 74, 79, 106, 107

yerindelik 68, 69

Toulouse 46

15'

D A V I D

O .

R A P H A E L

Ekonomi alanında akla ilk gelen isim hiç şüphesiz Adam Smith'tir. Hem üretime getirdiği yeni bakış açısıyla hem de olayları ifade ediş biçimi ile alanında çığır açtığı su götürmez bir gerçek. Ancak Smith'in çoğu defa iktisatçılığının gölge­ sinde kalan bir yanı var: Ahlak filozofluğu. Peki, Smith'i bir "Ahlak Filozofu" olarak nitelendirmemize kaynaklık edebilecek fikirleri nelerdir? Çoğu zaman göz ardı edilen bu özelliği niçin arka planda kalmıştır? Ahlak felsefesine dair fikirlerinin noksanlıklarından mı, yoksa iktisat üzerine tespit ve düşüncelerinin iktisat bilimi içindeki üstün yerinden dolayı mı? D. D. Raphael'in kaleme aldığı bu kitapta Smith'in kişisel ve akademik hayatına ilişkin bilgilerin yanı sıra etik, iktisat ve felsefe gibi konulardaki temel görüşlerini ve yukarıda sıralanan soruların yanıtlarını bulacaksınız. "Smith'in hayatı ve çalışmalarının ustaca ve eğlenceli bir incelemesi için bu kitap rakipsiz:' British Book News

liberte.com.tr

O KDV dahil t1 3 \ıi

ISBN 13: 978·975-6201-51-0

f., i f3 e �t� L i B E R T E YAY I N G R U B U

[!Jı� 1 1 1 1 1 1 � . .[!]

9 789756 2 0 1 5 1 o >