Çağdaş Tarım Sorunu

Citation preview

Zülküf Aydın, OrtadoŞu Teknik Üniversitesi Kuzey Kıbrıs Kampusu Siyaset Bilimi ve Uluslararası şlişkiler Bölümünde Siyaset Bilimi Profesörü olarak çalışmakta olup 1983-2012 yılları arasında Yarmouk, Durham, Leeds ve Londra üniversitelerinde öŞretim üyeliŞi yapmıştır. Siyaset Bilimi, Ekonomi Politik ve Sosyoloji alanlarında çeşitli uluslararası ve ulusal dergilerde yayınlanan makalelerin yanında Political Economy of Turkey ve Underdevelopment and Rural Structures adlı iki kitabın da yazarıdır. Eserleri: Eserleri: • ÇaŞdaş Tarım Sorunu (şmge Kitabevi Yayınları, 2017)

Zülküf Aydın

ÇaŞdaş Tarım Sorunu Ekonomik, Politik ve Sosyolojik Kuramlar, Yaklaşımlar, Politikalar

şmge Kitabevi Yayınları Genel Yayın Yönetmeni

?ebnem Çiler Tabakçı ISBN 978-975-533© şmge Kitabevi Yayınları, Zülküf Aydın, 2017 Tüm hakları saklıdır. Yayıncı izni olmadan, kısmen de olsa fotokopi, film vb. elektronik ve mekanik yöntemlerle çoŞaltılamaz. 1. Baskı: Ankara, Grafik Tasarım

Aslı Sezer Dizgi ve Sayfa Düzeni

Yalçın Ateş Baskı ve Cilt Pelin Ofset Tipo Matbaacılık San. Tic. Ltd. ?ti. Tel: 0 (312) 395 25 80 Sertifika No: 16157

şmge Kitabevi Yayıncılık Paz. San. ve Tic. Ltd. ?ti. Konur Sok. No: 17/2 Kızılay 06650 Ankara Tel: 0 (312) 419 46 10 - 419 46 11 şnternet: imge.com.tr • E-Posta: [email protected] Yayınevi Sertifika No: 11546

şçindekiler

Yokluğuma büyük bir özveri ile sabreden sevgili Gülsevin, Esma, Ela ve Sena’ya

5

şçindekiler

şçindekiler

Önsöz............................................................................................11 I.

TARIM SORUNUNA MODERNLE MECş VE KLASşK MARKSşST YAKLA IMLAR ..................................15 1.1. Giriş ..............................................................................15 1.2. Tarım Sorununda Çıkmaz Sokak mı? .........................18 1.3. Küreselleşen Tarım, Üçüncü Gıda Rejimi, Genelleşmiş Meta Üretimi ve Küçük Tarım şşletmeleri..........................................................20 1.4. Modernleşme Yaklaşımı...............................................25 1.4.1. şkili Yapı (Dualism) Kuramı .............................29 I.5. Kırsal Dönüşüm Analizleri: Klasikler..........................34 1.5.1. KöylülüŞün Tasfiyesi Tezi I: Alman Sosyal Demokrasisi ve Kautsky....................................36 1.5.2. KöylülüŞün Tasfiyesi Tezi II: Rusya Tartışmaları ve Lenin .............................49 1.5.3. KöylülüŞün Süregitmesi Tezi ...........................55 1.5.3.1. Chayanov ve Neo-popülist Köylü Anlayışı ................................................56 I.5.3.2. Chayanov’un Eleştirisi ........................63

II.

KAPşTALşZMşN TARIMDA GELş MESş: YENş YORUMLAR ...............................................................69 II.1. Köylü Üretim Tarzı .....................................................70 II.2. KöylülüŞün Kapitalizm şçin şşlevselliŞi: Vergopoulos Savı.........................................................74

7

ÇaŞdaş Tarım Sorunu

II.3. Kapitalist Tarımın Gelişmesi Önündeki Engeller ......78 II.4. Kapitalizm ve Feodalizm Tartışmaları........................81 II.4.1. Türkiye’de Tarım Sorunu ................................82 II.4.2. Hindistan Tartışmaları.....................................93 II.4.3. Latin Amerika Tartışmaları ...........................104 II.5. Azgelişmiş Ülke Kırsal Yapısı Nasıl şrdelenmeli: Klasik Dönüşüm Kuramlarına Bir Alternatif............110 III. TARIMIN ULUSLARARSILA MASI VE ÇAİDA TARIM SORUNU...............................................119 III.1. Gıda Rejimleri...........................................................122 III.2. Yeni Köylülükler mi DoŞuyor? ................................131 III.3. Antalya-Kumluca: Tarımın Modernleşip Uluslararasılaşması ve Sözleşmeli Ortakçılık ..........136 III.3.1. Antalya-Kumluca Alan Araştırması.............139 III.3.1.1. Ortakçılık......................................143 IV. GENETşK MÜHENDşSLşİş VE AZGELş Mş ÜLKELERDE YOKSULLUK VE GIDA SORUNU .............151 IV.1. Giriş...........................................................................151 IV.2. Açlık Kuramı.............................................................156 IV.3. Tekelleşen Agro-kimya irketleri.............................161 IV.4. Yeni Teknoloji ve Eski Hatalar.................................165 IV.5. Tekelci Kontrol .........................................................169 IV.6. Patent ve Fikri Mülkiyet Hakları .............................175 IV.7. Yok Edici Teknoloji..................................................181 IV.8. Sonuç.........................................................................187 V.

YAPISAL UYUM POLşTşLALARI VE KIRSAL ALANDA BEKA STRATEJşLERşNşN ÖZELLE TşRşLMESş: SÖKE’NşN TUZBURGAZI VE SşVRşHşSAR’IN KINIK KÖYLERş ÖRNEKLERş .........................................189 V.1. Giriş............................................................................189 V.2. Tarımda Kriz ..............................................................192 V.3. Tuzburgazı ve Kınık Köylerinde Beka Stratejileri ....199 V.3.1. Beka Mekanizmaları.......................................205 V.3.1.1. Gelir Yaratma Stratejileri ................206

8

şçindekiler

V.3.1.2. Birikeni Tüketme ve Borçlanma Stratejileri ........................................212 V.3.1.3. Tüketimi Sınırlama ve Kadın EmeŞi ....................................213 V.4. Sonuç..........................................................................216 VI. TÜRKşYE TARIMININ NEO-LşBERAL DÖNÜ ÜMÜ .....221 VI.1. Giriş...........................................................................221 VI.2. Kalkınmacılık, Hane ÇiftçiliŞi ve Türkiye Tarımının Modernleşmesi ........................................228 VI.3. Yeni Uluslararası şşbölümü ve Türkiye Tarımının Yeniden Yapılandırılması .........................................233 VI.4. 1994 Finans Krizi Sonrası Neo-liberal Politikalar...237 VI.5. IMF, Dünya Bankası ve Türkiye Tarımı ..................242 VI.6. AB, DTÖ ve Türkiye Tarımının Liberalleşmesi .......244 VI.7. Tarım Satış Kooperatifleri BirliŞinin (TSKB) şşlevsizleştirilmesi.....................................................246 VI.8. eker ve Tütün Üretiminin Yeniden Yapılandırılması ve Çok Uluslu irketler ................248 VI.8.1. eker .............................................................249 VI.8.1.1. Türkiye’de Cargill.........................254 VI.8.2. Süt Ürünleri..................................................259 VI.8.3. Tütün............................................................263 VI.9. 5488 Sayılı Tarım Reformu Yasası, 5553 Sayılı Tohum Yasası, Tarımda Fikri Mülkiyet Hakları ve Gıda GüvenliŞi..........................................................266 VI.10. DoŞrudan Gelir DesteŞi Küçük ÜreticiliŞin Çözülmesinin Telafi Edilmesi mi?.........................272 VI.11. Sözleşmeli Tarım ....................................................275 VI.12. Sonuç ......................................................................280 VII. SONUÇ ...............................................................................287 VII.1. Kırsal Kalkınmada Dönüşümler .............................294 VII.2. Yeni Araştırma Ajandamız Ne Olmalıdır? .............305 VIII. KAYNAKLAR ....................................................................309

9

Önsöz

Önsöz

Bu kitap 1986 yılandan beri ulusal ve uluslararası akademik dergilerde Türkçe ve şngilizce olarak yayınladıŞım çeşitli makalelerden oluşuyor. ÖŞrencilik yıllarında ilgi duymaya başladıŞım kırsal alandaki dönüşümlere olan ilgim 1970’li yılların sonlarında Londra Üniversitesi School of Oriental and African Studies de Profesör Terry Byers’in düzenlediŞi Köylü Seminerleri’nde (Peasant Seminars) daha da yoŞunlaştı. On beş günde bir oldukça sınırlı öŞrenci bütçemle 500 kilometre kuzeydeki doktora öŞrencisi olduŞum Durham Üniversitesi’nden Londra’ya yaptıŞım seyahatler sayesinde alanın çok önemli ustaları Henry Bernstein, Cristobal Kay, J. Martinez Alier, Teodor Shanin, Harriett Friedmann gibi insanlardan feyz alma şansına ulaştım. Durham Üniversitesi Ekonomi Politik seminerlerinde de deŞerli dostum Galip Yalman, Ruth First, Derek Sayer, Philip Corrigan, Philip Abrams, Lionel Cliff ve Pandelis Glavanis gibi deŞerlerden çok şey öŞrendim. Daha sonra 30 yıl öŞretim üyeliŞi yaptıŞım Londra, Durham ve Leeds Üniversitelerinde lisans ve lisansüstü düzeylerde verdiŞim Kırsal Kalkınma derslerimde dünyanın çeşitli ülkelerinden öŞrencilerimden de çok şey öŞrenerek azgelişmiş ülkelerde kırsal alanın dönüşümleri üze11

ÇaŞdaş Tarım Sorunu

rine yazılarımı kaleme aldım. Leeds Üniversitesi yıllarımda Profesör meslektaşlarım Ray Bush, Gordon Crawford, Mette Wiggen, Carolyn Baylies, Morris Szeftel ve Hugo Radice ile olan tartışmalarımız da akademik birikimime çok şey kattı. ODTÜ Kuzey Kıbrıs Kampüsü’nde zaman zaman yaptıŞımız akademik söyleşilerde deŞerli görüş ve destekleriyle de Nesim eker, Yonca Özdemir ve Julian Saurin de bana ilham kaynaŞı oldular. Yazılarımın Türkiye’de ODTÜ, BoŞaziçi, Ankara Üniversitelerinde Sosyoloji, Siyaset Bilimi, Antropoloji ve şktisat bölümlerinde derslerde kullanılması bana daha da şevk verdi. DeŞerli dostum Profesör Ali Murat Özdemir’in iki yıla yakın ısrarlarına pes ederek eski yazılarımı gözden geçirip kimilerini yeniden yazıp bu kitapla okurların karşısına çıkıyorum. Kitabın ilk iki makalesi 1986 yılında Onbirinci Tez dizisin 3. ve 4. sayılarında Kapitalizm, Tarım Sorunu ve Azgelişmiş Ülkeler 1 ve 2 olarak yayınlanmıştı. Üçüncü bölümdeki Tarımın Uluslararasılaşması ve ÇaŞdaş Tarım Sorunu adlı makalenin içeriŞi daha önce yayınlanan iki makalenin sentezini oluşturmaktadır. Bunların birincisi Emre Özçelik ve Erol Taymaz’ın editörlüŞünü yaptıŞı Türkiye Ekonomisinin Dünü Bugünü Yarını adlı 2015 de basılan bir kitapta yayınlanan bir makale ve ikincisi de 2016 da ODTÜ Gelişme Dergisi’nde yayınlanan ÇaŞdaş Tarım Sorunu ve Yeni Köylülük adlı makaledir. Dördüncü bölümdeki Genetik MühendisliŞi ve Azgelişmiş Ülkelerde Gıda ve Gıda GüvenliŞi başlıklı makalenin orijinal şekli 2000 yılında Toplum Bilim Dergisinin 85. sayısında benzer bir başlıkla ‘Genetik MühendisliŞi, Yoksulluk ve Azgelişmiş Ülkelerde Gıda GüvenliŞi’ olarak basılmıştı. Beşinci bölüm 2000 yılında Toplum Bilim dergisinin 88. sayısında, altıncı bölüm de 2010 da Journal of Agrarian Change in 10 (2) sayısında yayınlanmıştı. Tüm bölümler yeniden yayına hazırlanırken tekrar gözden geçirilmiş ve gerekli deŞişimler yapılmıştır. 12

Önsöz

DeŞişen dünya koşulları ve kapitalizmin son 50 yılda geçirdiŞi evrim burada sunulan yazıların temelini oluşturmaktadır. Özellikle de 1980 sonrası IMF, Dünya Bankası, Dünya Ticaret Örgütü gibi kurumların sıkı denetimi altında giderek hızlanan küreselleşme and finansallaşma dünya tarımını da hızlı bir dönüşüme uŞratmıştır. Bu dönüşüm Çok Uluslu irketlerin (ÇU ’ler) giderek artan bir şekilde ve özellikle de 1990 sonrasında üçüncü gıda rejiminin olgulara damgasını vurduŞu bir dönemde tarımda tam anlamıyla bir hegemonya kurmaları biçiminde ortaya çıkmıştır. Bu baŞlamda bir yandan ulusal ekonomiler Bretton Woods kurumlarının baskılarıyla ÇU ’lerin tarımı her alanına rahatça girip hâkimiyet kurmalarının önündeki engelleri yasalar ve düzenlemeler yoluyla kaldırmışlardır. Türkiye’de çıkarılan tütün, şeker, tohum ve tarım yasaları bunun en iyi örnekleridir. 1980’li yıllara kadar uygulanan ulusalcı programlar gereŞi tarımda ÇÜ ’lerin çok yoŞun bir hâkimiyeti söz konusu deŞildi. Devlet bir şekilde hem meşruiyet hem verimlilik kaygılarıyla göreli de olsa baŞımsız politikalar uygulayabilmekte idi. Kırsal alan çözümlemelerinde de 1980’lere dek analiz birimi olarak ulus devlet alınmakta idi. Bu Marksizm’de kendini üretim tarzları söylemi biçiminde ortaya koymuştu. Dolayısı ile de sorunsal kapitalizmin geleneksel kırsal yapıları ne ölçüde ve nasıl çözdüŞü sorunsalı odak noktasıydı. Gene 1920’lerden 1980’ lere dek Marksizm’in yapısalcı yaklaşımına karşı tarımsal yapıları anlamada köylü hanesinin iç dinamiklerini odak noktası olarak ele alan Chayanov’cu yaklaşımlar da köylülüŞün kapitalizme olan direncini vurgulamaktaydılar. Günümüzde artık çözümleme birimi olarak sadece ulus devleti veya hane üretim birimini almak yetersiz kalmaktadır. Küreselleşme ve finansallaşma sonucu artık kapitalizmden baŞımsız hiçbir ücra köşe kalmamıştır. Tarımsal üretim ve tüketim tam anlamıyla metalaşmıştır. Yapılan yeni düzenlemelerle üreticiler artık üretim sürecinde baŞımsızlıkları13

ÇaŞdaş Tarım Sorunu

nı tümüyle yitirmişlerdir. Tohum yasası ile üreticilerin kendi geleneksel tohumlarını saklayıp bir yıl sonra kullanma hakları ortadan kalkmıştır. Yasal düzenlemelerle üretici ÇU ’lerin ürettiŞi tohumları ve girdileri kullanmaya mahkûm edilmiştir. Bir yandan Dünya Ticaret Örgütü’nün geliştirdiŞi Fikri Mülkiyet Hakları tohum üreticisi ÇÜ ’lerin tekelleşmesine olanak vermektedir DiŞer yandan da özellikle üreticiler Monsanto ve Dupont gibi dünya devlerinin ürettikleri tohumlara sürekli baŞımlılık saŞlamak amacıyla ürettikleri genetiŞi deŞiştirilmiş tohumları kullanmaya zorlanmaktadır. Bu tohumlardan üretilen besinlerin insan saŞlıŞını tehlikeye atacaŞı yönünde ciddi kaygılar vardır. DiŞer yandan bu tohumların verimli olabilmesi de kimi kimyasalların doŞru bir şekilde kullanımına baŞlıdır. Bu da üreticiyi kaçınılmaz bir şekilde ÇU ’lere baŞımlı kılmaktadır. O yüzden gıda baŞımsızlıŞı isteyen çiftçiler çeşitli yerlerde bu eŞilimlere savaş açmışlardır. Bu savaşın ne derece etken olabileceŞini de zaman gösterecektir. Bu kitap bir nebze de olsa küreselleşen tarımın yarattıŞı ve yaratacaŞı tehlikelerin anlaşılmasına katkıda bulunursa çok mutlu olurum. Kitabın oluşmasında çeşitli biçimlerde katkısı bulunan ismini saydıŞım ve sayamadıŞım herkese teşekkürler.

14

Tarım Sorununa Modernleşmeci ve Klasik Marksist Yaklaşımlar

I. Tarım Sorununa Modernleşmeci ve Klasik Marksist Yaklaşımlar

1.1. Giriş Sanayi devrimi sonrası hızla sanayileşen Batı toplumlarında tarım ve tarımla uŞraşan insanların geleceŞi ne olacaktır sorusu Marksist ve Marksist olmayan birçok düşünürü Tarım Sorunu üzerinde yoŞunlaşmaya yönlendirmiş ve bu tartışmalar Türkiye’de de özellikle 1970’li ve 1980’li yıllarda yansımalar bulmuştur. ÇaŞdaş azgelişmiş ülkelerin büyük bir çoŞunluŞunda ve hatta Avrupa’nın birçok ülkesinde bile kırsal yapıda küçük aile işletmelerinin halen süregitmekte olduŞu bir gerçektir. Ülkemiz tarımının da genelde aile emeŞine dayalı küçük işletmeler tarafından karakterize edildiŞi son yıllarda özellikle vurgulanmaktadır (Varlıer 1978, Boratav 1980). DiŞer yandan da azgelişmiş ülkelerde kapitalizmin hâkimiyetinden ve kapitalizmin evrensel niteliŞinden söz edilmektedir (Frank 1967, 1969; Wallerstein 1974; Amin 1976; Keyder 1981; Boratav 1980). Birçok çaŞdaş yazar ve düşünür kapitalizm karşısında küçük tarım üreticilerinin neden yok olmadıŞını, kırsal alanın yapısal bir dönüşüme uŞrayıp büyük tarım işletmelerinin küçüklerini neden yutmadıklarını anlama ve açıklama çabası içine girmiştir. Bugün Latin Amerika, Hindistan, 15

ÇaŞdaş Tarım Sorunu

Avrupa ve Türkiye’de gündemde olan bu tartışmalara benzer tartışmalar 19. yüzyılın sonları ile yirminci yüzyılın başlarında Almanya ve Rusya’da Marksist düşünürler arasında da geçmiş ve bu baŞlamda Kautsky, Luxemburg, Lenin ve Chayanov önemli katkılarda bulunmuşlardır. şlerdeki sayfalarda detaylı olarak görüleceŞi gibi bu tartışmaların odaŞında bulunan görüş köylülüŞün gelişen kapitalizme bir engel olduŞu ve kapitalizmin gelişmesiyle birlikte kaybolup gideceŞi biçiminde idi. Kabaca ifade ettiŞimiz bu sonuç aslında çok sofistike kuramsal ve kavramsal çözümlemeler sonucunda ortaya çıkmaktaydı. Özellikle şngiltere’de yayımlanan Journal of Peasant Studies’in sayfalarında Marx, Lenin, Kautsky ve Luxemburg gibi klasik Marksistlerin görüşlerini çaŞdaş veriler ışıŞında yorumlayan ve Sovyet Devrimi sonrasında Marksist-Leninist görüşü sorgulayan Narodnik düşünür Chayanov’un (1925) görüşleriyle ne ölçüde uzlaşabileceŞini irdeleyen Amin ve Vergopoulos (1977), Banaji (1976; 1977a; 1977b), Bernstein (1977; 1979), Harris (1978), Mann ve Dickinson (1978) gibi yazarlar Tarım Sorunu tartışmalarına büyük bir kuramsal ve kavramsal katkıda bulunmuşlardı. Önümüzdeki sayfalarda görüleceŞi gibi Chayanov (1925) köylülüŞün kendine özgü bir üretim tarzı olduŞunu ve deŞişen kapitalist koşullara raŞmen kaybolmama direnciyle beka stratejileri geliştirdiŞini iddia etmekteydi. Chayanovcu görüşlerin geçerliliŞi irdelenirken üzerinde durulan en önemli kavram ‘köylülük’ kavramı idi. Antropolojiden esinlenen Eric Wolf (1966), Theodor Shanin (1971; 1972) ve Sydel Silverman (1979) gibi yazarlar her yere uygulanabilecek jenerik bir köylülük kavramından söz ederken Banaji (1976; 1977a; 1977b) ve Bernstein (1977; 1979) köylülüŞün kültürel antropolojik ve ekonomik anlamda artık var olmadıŞını, var olan küçük tarım üreticilerine köylü denmemesi gerektiŞini, zira tarihsel olarak çok farklı dönemlerde var olan küçük üreticiliŞin içinde bulundukları çaŞ16

Tarım Sorununa Modernleşmeci ve Klasik Marksist Yaklaşımlar

da hakim olan üretim tarzları tarafından dönüştürüldüklerini ileri sürerek, örneŞin, Osmanlı şmparatorluŞu’ndaki veya feodal Avrupa’daki küçük tarım üreticileri ile çaŞımızdaki küçük üreticileri aynı kefeye koyarak köylü diye nitelendirmenin analitik bir anlamının olmadıŞını vurgulamaktaydılar. Aşırılıklar ÇaŞı adlı kitabında bu görüşü daha ileri götüren Eric Hobsbawm (1994) Sahra-altı Afrika, Güney ve GüneydoŞu Asya ile Çin hariç dünyada köylülüŞün 1950’lerden itibaren öldüŞünü ileri sürmektedir. Süregiden köylülüŞü zamanının gerisinde kalan, muhafazakâr ve geriliŞin sembolü olarak niteleyen Hobsbawm, köylülüŞü tümüyle yok olmaya mahkûm bir varlık olarak görmekteydi. Dünyanın bu üç bölgesinin dünya nüfusunun yarısına yakınını barındırdıŞı düşünülürse Hobsbawm’ın bu yargısına biraz kuşku ile bakmak gerekir. DiŞer taraftan köylülüŞü bu şekilde ele almak aslında köylülüŞün ne olduŞu, çaŞdaş küresel kapitalist dünyada nasıl bir dönüşüme uŞradıŞı sorunsalını irdelemenin de önünü kesmektedir. Hobsbawm’dan çok daha farklı bir sorunsalı irdeleyen Banaji ve Bernstein’in yukarıda sözünü ettiŞimiz vurgulamasında Karl Kautsky’nin Almanya’da sanayi devrimi sonrası hızla gelişen kapitalizm karşısında Marksizme sadık kalarak küçük üreticilerin nasıl analiz edilmesi gerektiŞi konusundaki yöntemsel görüşleri çok etkili olmuştur. Jairus Banaji (1976) tarafından Economy and Society dergisinde çok geniş bir analize tabi tutulan Kautsky’nin görüşleri özetle şöyledir: Temel üretim aracının toprak olması ve topraŞın da miktar olarak arttırılmasının mümkün olmaması nedeniyle tarımda kapitalizm sanayiden farklı olarak ortaya çıkar. Dolayısıyla tarımdaki kapitalizm kendini her zaman topraŞın sınırlı ellerde birikip üreticilerin proleterleşmesi biçiminde ortaya koymaz. Tarımda kapitalizmin analizini yaparken önemli olan şey proleterleşmiş ücretli emekçi sayısı deŞil sermayenin tarımı ve üreticileri nasıl ve 17

ÇaŞdaş Tarım Sorunu

hangi mekanizmalarla boyunduruŞu altına aldıŞına bakmaktır. Dolayısıyla, Kautsky’e göre, tarımda çaŞımızda da oldukça yaygın olan küçük üreticileri belli davranış kalıpları olan, gelenekselci, kaderci, muhafazakâr bireyler, yani köylüler, olarak deŞil de sermayenin hâkimiyetine bir nebze de olsa direnç göstermeye çalışan ama sermayenin baskıları karşısında da üretim ve yaşam tarzını deŞiştirmek zorunda olan, yani deŞişen koşullara uyum saŞlamaya çalışan ve büyük ölçüde geçimlik üretimden kopmuş, pazar için üretim yapan, üretim koşulları kapitalist pazar tarafından belirlenen küçük meta üreticileri olarak algılamak gerekir. Kautsky’nin pek fazla bilinmeyen veya dikkate alınmayan bu görüşleri çaŞımız tarımını ve küçük üreticilerini anlamamızda büyük bir yöntemsel devrim niteliŞindedir. Günümüz tarımını irdelemeye çalışan Amin ve Vergopoulos (1977), Mann ve Dickinson (1978), Banaji (1976), Bernstein (1979; 1985; 1996; 2006; 2010), Bonanno vd. (1994), Bonanno ve Constance (1996), Friedmann (1978; 1982; 1993; 1994; 2005a; 2005b; 2009), McMichael (1994; 1996; 1997; 2004; 2005; 2008; 2009a) ve Vergopoulos (1978) dünya kapitalist sistemiyle eklemlenmiş olan küçük ölçekli tarım üreticileri için geleneksel anlamda kullanılan köylü kavramını kullanmamakta, küçük meta üreticileri, gizli proleterler, ücretli işçi eşdeŞerleri gibi kavramları kullanmaktadırlar. 1.2. Tarım Sorununda Çıkmaz Sokak mı? Latin Amerika, Asya ve Türkiye’de üretim ilişkileri bazında tartışılan tarım sorunu daha 1980’lerde bir tıkanma noktasına gelmişti. Bu tartışmalarda tarımın kapitalist gelişmeye yapacaŞı katkı irdelenirken genelde aile işletmelerine dayanan, geçimlik üretim yapan köylülük modernleşmeye ve kapitalistleşmeye ayak baŞı görülmüş ve sanayinin kullanacaŞı artıŞı üretmede yetersiz kalacaŞı iddia edilmişti. Bu 18

Tarım Sorununa Modernleşmeci ve Klasik Marksist Yaklaşımlar

konu ileriki sayfalarda detaylı bir şekilde ele alınacaŞı için şimdilik sadece şunu söylemekle yetinelim: Bu tartışmaların temelinde kapitalizm öncesi tarımda verimlilik ile işletme büyüklüŞü arasında ters orantı olduŞu inancı ile toprak miktarının artması oranında verimliliŞin düşeceŞi, dolayısıyla da ekonominin tümüne katkı oranının azalacaŞı kurgusu yattıŞı için köylülüŞün tasfiyesinin gelişmek ve birikim yapmak için zorunlu olmadıŞına inanılmaktaydı. Kapitalist işletmelerde ise toprak miktarı ile verimlilik arasında doŞru bir ilinti varsayıldıŞı için üretim tarzı tartışmaları köylülüŞün tasfiye edilmesini zorunlu bir süreç olarak görmekteydi. Bunun temelinde de kapitalist işletmelerin yoŞun biçimde modern girdi, teknoloji ve makine kullanarak gerçekleştirdiŞi verimlilik artışları yatar. Büyük kapitalist üreticilerle yarışamayacak olan küçük işletmelerin eninde sonunda yok olacaŞı ileri sürülmekteydi. Buna karşın Chayanov’dan esinlenen Samir Amin ve Kostas Vergopoulos (1977) gibi yazarlar da köylülüŞün kendine özgü nitelikleri olduŞunu, bundan dolayı zorlaşan koşullara ve rekabete raŞmen varlıklarını sürdürebileceklerini, bunun için de daha çok emek sarf ederek, yani kendi kendilerini sömürerek, çeşitli beka stratejileri geliştireceklerini ileri sürerler. Özellikle Fransa, şspanya, Portekiz ve Yunanistan gibi Avrupa ülkelerinde küçük aile işletmelerinin kapitalizme en ucuz metaları saŞladıklarını ve yok olmayarak kendilerini yeniden ürettiklerini savlayarak köylülüŞün kapitalizm karşısında bir direniş sergilediŞini ileri sürerler. Buna temel olarak da köylülüŞün diŞer üretim tarzları gibi bir üretim tarzı veya Chayanov’un deyimiyle kendine özgü bir ekonomi tarzı olduŞunu ileri sürerler. Kendine özgü bu ekonominin en önemli niteliŞi burada ücretli emeŞin olmayışı ve kapitalizmdeki rasyonel hesaplama tarzı yerine patriyarkal bir ekonomik düşünce tarzının var olmasıdır. Dolayısıyla köylü üretici üretim için harcadıŞı emeŞin karşılıŞında saat ücretine denk gelen bir gelir beklemek yerine 19

ÇaŞdaş Tarım Sorunu

hanenin geçimini saŞlayacak toplam bir gelir elde edeceŞi miktarda bir emeŞi harcar. Bunun için de ne kadar gerekirse o kadar süre çalışır ve saat ücretine vurulduŞu takdirde piyasadaki emek fiyatının çok altında bir gelire razı olur, ki Chayanovcu deyimle kendi kendini sömürerek kapitalist pazara çok ucuz metalar üretir. DiŞer bir deyişle, kapitalizm köylülüŞün bu patriyarkal düşün tarzını kendi birikimi için içselleştirerek kullandıŞı için onun süregitmesine karşı çıkmaz. Yani gelişen kapitalizm karşısında köylülüŞün yok olması, Hobsbawm’ın (1994:289) iddiasının aksine, bir zorunluluk deŞildir. Hobsbawm köylülüŞün ölümünden söz ederken dünya köylülüŞünün dünya nüfusuna oranından bahsetmekte, fakat bu yok oluşun ardındaki dinamikleri irdelememekte ve köylülükle neyi kastettiŞini açık ve seçik olarak ortaya koymamaktadır. Küreselleşmeye paralel olarak tarım ile uŞraşan nüfusun giderek artan bir şekilde azaldıŞını yadsımak olası deŞil. Dolaysıyla da Hobsbawm’ın ileri sürdüŞü olguda büyük bir gerçeklik payı vardır; ama önemli olan şey 1970’lerden itibaren aile işletmelerinin ve bu işletmelerin içinde var oldukları ülkelerin küresel üretim, ticaret ve finans çevrimlerine (circuits) nasıl entegre olduklarını ve bu entegrasyonun aile emeŞi kullanan küçük tarım işletmelerini zorunlu olarak yok etme eŞiliminde olup olmadıkları gerçeŞini sorunsalın temeline almaktır. I.3. Küreselleşen Küreselleşen Tarım, Üçüncü Gıda Rejimi, Genelleşşmiş Meta Üretimi ve Küçük Tarım şşletmeleri Genelle Soruna günümüz küresel gelişmelerinin ışıŞında yaklaşıldıŞında 1950’lerden 1970’lerin sonuna dek süregiden üretim tarzları ve köylülük tartışmalarının hem küresel olarak, hem de ampirik olarak ele alınması gerektiŞi ortaya çıkmaktadır. Bu da tarım sorununun yeniden yorumlanması zorunluluŞunu doŞurmaktadır. Bir kez, gelişen bilim ve 20

Tarım Sorununa Modernleşmeci ve Klasik Marksist Yaklaşımlar

teknoloji sayesinde dünyada artık küresel ekonomiden izole hiçbir köşe kalmamıştır. Dolayısıyla da kendine yeterli, pazardan kopuk, geçimlik üretim yapan bir köylülükten söz etmek mümkün olmadıŞı için üretim tarzı ve Chayanovcu köylülük ekonomisi yaklaşımları günümüzü anlamada analitik birer çerçeve olarak yetersizdir. Bunun en büyük nedeni neyin analiz birimi olarak ele alındıŞıdır. Üretim tarzı söylemi ulus devleti, köylülük ekonomisi söylemi ise aile işletmeleri içindeki dinamikleri analiz birimi olarak ele alırlar. Bunlar günümüz gerçeŞini anlamayı saŞlayacak metodolojiler deŞildir. Artık dünyanın hiçbir yerinde uluslararası tarım şirketlerinin etkisinde olmayan, yani onların girdilerini ve teknolojilerini kullanmayan ve onlara doŞrudan doŞruya veya dolaylı olarak mal satmayan, kendi yaŞında kavrulan küçük aile işletmeleri yoktur. Aile emeŞi kullanmasına raŞmen günümüz küçük işletmeleri bir şekilde sermayenin etki alanı içine girerek yoŞun ölçüde meta baŞımlısı olmuştur. Yani yaşamlarını ve üretimlerini sürdürebilmek için pazarda meta satmak veya pazardan meta (girdiler vb.) almak zorundadır. Bernstein’in (2006: 454) deyimi ile meta üretimi genelleşmiştir. Artık küçük üreticilere geleneksel anlamda ‘köylülük’ diye hitap etmenin bir anlamı kalmamıştır. Uluslararası sermayenin güdümünde üreten bu insanlar ‘küçük meta üreticileri’dir. DiŞer yandan, klasik tarım sorunu tartışmalarında ulus devlet içerisinde tarım ile sanayi arasındaki ilişkileri dikkate alan üretim tarzı tartışmalarının ise temelinde tarımdan kapitalist sanayiye artık aktarımı can alıcı bir yer tutmaktaydı. Tarımdan aktarılan artık ile ulusal sanayinin gelişebileceŞi varsayıldıŞından tarımın verimsiz ve kapitalizm öncesi bir varlık olarak nitelenen köylülükten kurtulması istenmekteydi. Marx için de iç pazarı daralttıŞı için geleneksel köylülük modern kapitalizm için yok olması gereken bir engel teşkil etmekteydi. Modernleşen ta21

ÇaŞdaş Tarım Sorunu

rımdan aynı zamanda ulusal sanayi ürünlerine pazar yaratması beklenmekteydi. şşte klasik tarım sorunu tartışmalarının en önemli sorunu burada yatmaktadır. Küreselleşen dünyada sanayiler artık uluslararasılaşmış ve sermaye gereksinmelerini ulus devlet içinde deŞil de uluslararası finans pazarlarından elde etmektedirler. Aynı şekilde ihracata yönelik sanayileşme politikaları da sermayenin iç pazara baŞımlılıŞını koparmış, dolayısıyla da sermayenin tarımdan bekledikleri deŞişmiştir (Bernstein, 1996: 41-3). Türkiye gibi birçok gelişmekte olan ülkede sanayi burjuvazisi uluslararasılaşarak yabancı ortaklarla çalışmakta ve küresel ürün ve sermaye pazarlarıyla eklemlenmektedir. Dolayısıyla tarımda birikim artık ülkedeki sanayi için bir önem arz etmemektedir. Bernstein’in deyimiyle şimdiye dek yerel ve ulusal düzeyde irdelenen tarım sorunu günümüzde küresel düzeyde emek ve sermaye arasındaki ilişkiler biçimini almıştır (Bernstein, 2006; 2008). Küresel düzeyde genelleşmiş ve bir ‘toplumsal ücret’ ödemeyen kapitalizm, tümüyle kapitalist ilişkiler içinde varlıŞını sürdürmeye çalışan ve artık kapitalizm öncesi bir nitelik taşımayan fakat kırsal alanda varlıŞını sürdürmek için mücadele eden tarım üreticilerini kendi sermaye birikim sürecinin kıskacına almıştır. Bir diŞer önemli nokta da küresel şirketlerin tarımda hâkim duruma gelip tarımı sanayileştirmiş olmasıdır. Bunun da gelişmekte olan ülkelerdeki tarımsal üreticiler, özellikle de tarım emekçileri için anlamı çok büyüktür. Dünya pazarlarına baŞlanmış olan küçük meta üreticileri artık geçmişin pre-kapitalist üretim ilişkileri içinde olan, ya geçimlik üretim yapan ya da feodal, yarı-feodal toprak aŞalarına baŞımlı olan üreticiler deŞillerdir. şşin ilginç olan yanı da ülke sanayi sermayesinin birikimi için artık çok da zorunlu olmayan aile emeŞi kullanan günümüz küçük meta üreticileri küresel sermaye ile doŞrudan doŞruya veya dolaylı olarak yüz yüze bırakılmışlar ve örgütsüzlükleri yü22

Tarım Sorununa Modernleşmeci ve Klasik Marksist Yaklaşımlar

zünden de geçimleri için yeterli olacak ‘toplumsal bir ücret’ elde edemeyen darmadaŞın vaziyetteki emekçiler olarak ortaya çıkmışlardır. Küresel düzeyde uluslararasılaşan ve sanayileşen tarım 1990’ların ortalarından itibaren ortaya çıktıŞı varsayılan (McMichael 2009a; 2009b) Üçüncü Gıda Rejimi (ÜGR) döneminde ulusötesi şirketlerin (UÖ ) kontrolüne girmiştir. UÖ de sermayenin kolektif çıkarlarını temsil eden şMF, Dünya Bankası ve Dünya Ticaret Örgütü gibi uluslararası örgütlerin de yardımıyla, gelişmekte olan ülke tarımlarını kendi birikim süreçleri için gerekli gördükleri ürünleri üretmeye mecbur bırakmışlardır. Küresel gıda ticaretinin serbestleştiŞi, küresel gıda şirketlerinin de bu ticarete hâkim olduŞu üçüncü gıda rejiminde gıda zincirleri pekişmiş ve gelişmekte olan ülke tarımcılarına da bu zincirde ancak belli bir yer verilmiştir. Temel gıda üretimi ABD, Avrupa BirliŞi, Japonya ve Kanada gibi kapitalist sistemin merkezi olan ülkelerde yoŞunlaşırken çevre ülkeler şMF ve DB gibi örgütler ile ABD ve AB gibi ülkelerin de dayatmasıyla temel gıda üretiminden uzaklaştırılmış ve UÖ ve süpermarket zincirlerinin gereksinim duyduŞu yüksek deŞerli turfanda sebze, meyve, çiçek gibi ürünlerle tarımsal sanayinin gereksinim duyduŞu kanola vb. gibi sanayi ürünleri üretimine yönlendirilmişlerdir. Dolayısıyla da bu kitabın temel amacı tarım sorununun gereŞince anlaşılması için neyin çözümleme birimi olarak ele alınması sorusuna yanıt aramaktır. Kitap 1970’ler ve 1980’lerde yoŞunlaşan ‘tarım sorunu’ tartışmalarının odaklandıŞı hane üretim birimi ve üretim tarzını temel alan yaklaşımların yararlı olmasına raŞmen sorunun bütünüyle anlaşılmasında yetersiz kaldıkları iddiasıyla ortaya çıkmaktadır. Günümüzde tarımın uluslararasılaşmış olması tarım sorununa gıda rejimleri çerçevesinde bakılması gerektiŞi zorunluluŞunu yaratmaktadır. Küresel ekonomi ile geri dönülmez bir biçimde eklemlenen azgelişmiş ülkeler tarımlarının dönüşüm ve şekillenmelerinde Dünya Bankası, 23

ÇaŞdaş Tarım Sorunu

Uluslararası Para Fonu, Dünya Ticaret Örgütü, devletler ve uluslararası sermaye yoŞun bir şekilde etkin olmuştur. Ancak böylesi küresel etkenleri dikkate alan kapsamlı bir yaklaşım ile tarım sorunu daha iyi anlaşılabilecektir. Böylece de kırsal alanlar, hane üretim birimi, ulus devlet ve küresel güçler arasındaki yoŞun etkileşim anlamlı bir şekilde irdelenebilecektir. Kitap sistematik bir biçimde kırsal dönüşümü irdeleyen kuramları tarihsel bir perspektif ile ele almaktadır. şleri sürülen küresel perspektif daha önceki yaklaşımların tümüyle dışlanması anlamına da gelmemelidir. ÖrneŞin tarım politikalarının cenderesine girmiş olan hane üreticilerinin yaşamlarını sürdürebilmek için verdikleri mücadele yadsınamaz, dolayısı ile de ileri sürdüŞümüz kapsamlı analizin bir parçası olmak zorunluluŞundadır. Burada önce klasikler diye adlandırılan Lenin, Kautsky ve Chayanov arasındaki yirminci yüzyıl başlarında Rusya ve Almanya’da kapitalizmin tarımı dönüştürmesi üzerine yapılan ve ‘klasik tartışma’ diye adlandırılan tartışmanın yarattıŞı sorunsal üzerine odaklanılacaktır. Bu tartışma sürecinde ortaya çıkan kavramlar ve görüş ayrılıkları daha sonra 1960’lı ve 1970’li yıllarda üçüncü dünya ülkelerinin gelişme ve az gelişme süreçlerinin tartışılmasıyla tekrar gündeme gelmişlerdir. Bu tartışmalar genelde ‘köylülük’ kategorisinin ekonomi politiŞin kavramları arasında yer almadıŞını vurguladıklarından yazının ilk bölümünde bu kategoriyi üretmiş olan yaklaşımlar kısaca ele alınacaktır. Daha sonraki bölümlerde ise çaŞdaş yaklaşımlar ele alınarak klasik tartışmanın günümüz tarımının geçirdiŞi dönüşümü anlamakta neden gerekli ama yetersiz kaldıŞı irdelenecektir. Üçüncü dünya ülkelerinin kalkınma ve gelişme sorunlarına 1950’lerde giderek artan ilgi soruna ilerleme, evrim ve deŞişme kavramları çerçevesinde gelişmiştir. Sosyolojik ilginin Üçüncü Dünya ülkelerine çevrildiŞi ilk dönemlerde 24

Tarım Sorununa Modernleşmeci ve Klasik Marksist Yaklaşımlar

araştırmacıların büyük çoŞunluŞu azgelişmiş ülkelerin gelişme süreçleri içinde Batı Avrupa ülkelerinin takip ettiŞi yoldan gidecekleri yargısı ile işe koyulmuşlardır. Bunun örneklerini hem Marksist hem de Marksist olmayan yazında görmek mümkündür. Marksistler Batı Avrupa’nın gelişimini açıklamak için geliştirilen feodalizmden kapitalizme geçiş kuramını aynen azgelişmiş ülkelere uygulama yoluna gitmişlerdir. I.4. Modernleşme Yaklaşımı Marksist olmayan yazında geliştirilen kuramların kendi aralarında bir bütünlük ve birbirlerini tamamlayıcılık olmamasına raŞmen bunların tümünü gelişme veya kalkınma sosyolojisi adı altında toplamak bir alışkanlık haline gelmiştir. Gelişme sosyolojisinde var olan kuramsal keşmekeş bu alanda bir bütünlük ve tutarlılık gösteren bir perspektifin olmadıŞı anlamına gelmez. Modernleşmeci okul ve modernleşme modelleri formülasyonları gelişme sosyolojisi yazınında kuramsal bir bütünlük göstermektedir. Modernleşmeci okul bu kuramsal bütünlüŞünü toplumbilimin kurucuları tarafından geliştirilen toplumsal deŞişme, evrim ve gelişme gibi kavram ve konuları benimseyip kullanmasına borçludur (Spencer 1911, Durkheim 1964, Tönnies 1963). şlk klasik sosyologlardaki toplumsal DarvinciliŞin izlerini 1950’li ve 1960’lı yıllarda yaygınlık kazanan modernleşme yazınının deŞişik biçimlerinde görmek mümkündür. Evrimci kuramın temel varsayımı tüm toplumların aynı evrim aşamalarından geçeceŞidir. Geleneksel - modern karşıtlıŞı basit ‘ilkel’ bir başlangıçtan karmaşık bir ‘modern’e doŞru bir evrimi ifade etmek için kullanılmıştır. DiŞer bir deyişle, tüm toplumların belli bir aşamada ‘geleneksel’ oldukları ve eninde sonunda Batı’nın geçmiş olduŞu aşamalardan geçerek modernleşecekleri varsayılmakta25

ÇaŞdaş Tarım Sorunu

dır. Dikkati çeken bir husus da geleneksel aşamadan modern aşamaya geçişte hangi mekanizmaların işlevsel olduŞu konusunda evrimci kuramın açıklayıcı olmamasıdır. Bu, esas olarak, aralarındaki detay farklılıkları bir yana, ekonomik gelişme ve toplumsal deŞişme ile ilgili modernleşme yazınının tümünün açık veya kapalı olarak yapısal - işlevsel önermelerden hareket etmesinin sonucudur. Parsons’cu yapısalcı-işlevselci modelin statik yapısının toplumsal deŞişmeyi açıklamaktan uzak kalmasına raŞmen, gelişme ve toplumsal deŞişim süreçlerini açıklamaya çalışan modernleşme okuluna temel olması düşündürücüdür.1 Modernleşme yaklaşımını benimseyen çeşitli kuramcıların azgelişmiş ülkeleri iç dinamikten yoksun, statik toplumlar olarak görmeleri gelişme ya da modernleşme sürecinin başlayabilmesi için bir dış etkene gereksinme olduŞunu ileri sürmelerinin gerekçesini oluşturmaktadır. Geleneksel ve modern toplumların genel niteliklerinin betimlenebileceŞi ve gelişmenin ise bir tipten diŞerine dönüşüm olarak kabul edilebileceŞi sayıltısından hareket eden tüm modernleşmeci kuramları, Hoselitz (1960), Parsons (1960, 1966), Smelser (1963, 1968), Lerner (1958) de dâhil olmak üzere, tarih dışı (ahistoric), tarihi dışlayıcı (non historical) ve teolojik olarak nitelemek olanaklıdır. Bu kuramlar tarih dışıdırlar çünkü evrensel olarak uygulanabilirlikleri nedeniyle azgelişmiş toplumların tarihsel özgüllüklerini yadsırlar (Frank 1971). Tarihi dışlayıcıdırlar çünkü tüm azgelişmiş ülkeleri aynı kategoriye koyarak onların tarihsel geçmişlerini yadsırlar. Oysaki tüm sanayi öncesi toplumları birbirinin aynısı deŞildir. Feodal toplum ile bü–––––––––––––––––––– 1

Parsons’cu yapısalcı işlevselci yaklaşım toplumdaki temel deŞişikliklere yol açan çatışmaları açıklayamadıŞı için Dahrendorf (1957), Rex (1961) ve Lockwood (1961) gibi çatışma kuramcıları toplumsal denge kavramını temel aldıŞı için, tutucu bir toplum kuramı olması açısından da Barrington-Moore (1965), Foss (1963), ve C. Wright Mills (1959) tarafından eleştirilmiştir. şşlevselci okulun kapsamlı bir eleştirisi için de bkz. A.D. Smith (1973).

26

Tarım Sorununa Modernleşmeci ve Klasik Marksist Yaklaşımlar

rokratik imparatorlukları ve aşiret toplumlarını aynı kategori altında düşünmek doŞru deŞildir. Bunun ötesinde ‘geleneksel’ kavramı bu toplumların statik olduŞunu ima etmektedir ki bu da doŞru deŞildir. Birçok kapitalizm öncesi toplum kendine özgü farklı dinamizme sahiptir. Bu kuramlar gelişmeyi her zaman aynı noktadan (geri, geleneksel toplum) başlatıp aynı noktada (modern, gelişmiş, kapitalist toplum) sona erdirdikleri için de teleolojiktirler. Bu kuramların tümünde görülen bir diŞer özellik de gelişmenin tek yönlü olduŞu (unilinear) inancıdır. Aralarındaki ince ayrım farklarına raŞmen, Rostow (1960), Lewis (1955), Hagen (1962) ve Kindleberger (1952) gibi kimi Batılı yazarlar, aazgelişmiş ülkelere Batı’nın siyasi, toplumsal ve kültürel yapısını örnek alıp ekonomi ve teknolojisini benimsemelerini önermişlerdir. Böylece kalkınmanın, yani Batı’nın düzeyine ulaşmanın temel koşulu toplumsal ve kültürel kurumların Batılaştırılması olmaktadır. Ne var ki azgelişmişlik durumunun sözde ‘geleneksel’ toplumların ilk başlangıç aşaması olmadıŞı gibi bugünün gelişmiş toplumları da tarihlerinde hiç bir zaman ‘azgelişmiş’ olmamışlardı. Aslında bu günün azgelişmiş toplumlarının tarihi gelişmiş ülkelerin tarihleriyle uzun zamandır iç içedir.2 Rostow ve diŞer modernleşme kuramlarının gerçeŞi doŞru olarak yansıtmamalarının temelinde azgelişmişliŞi söz konusu ülkelerin kendine özgü bir niteliŞi olarak ele almaları ve bunun nedenlerini de toplumun kendi içyapısında aramaları yatmaktadır. Böylelikle söz konusu ülkelerin dünya kapitalist sistemi içindeki konumlan göz ardı edilmekte ve emperyalizm ve sömürü gibi olgular yok sayılmaktadır. –––––––––––––––––––– 2

Modernleşme yaklaşımını eleştiren öncü çalışmaların da vurguladıŞı gibi on beşinci yüzyıldan itibaren başlayan Avrupa’nın yayılışı dünyanın diŞer ülkeleri üzerinde çok önemli etkiler yaratmıştır. Bkz. Baran (1957), Frank (1967, 1969), Furtado (1971), Geertz (1963), Rodney (1972), Williams (1972).

27

ÇaŞdaş Tarım Sorunu

Modernleşme yaklaşımının köylülük analizlerini antropoloji dalındaki yazında bulmak mümkündür. Bu alandaki çalışmaların ortak bir yönü genel köylülük kavramları yaratma çabası olmuştur. Bazıları kültürel (Redfield 1947, 1956), bazıları ekonomik (Wolf 1955) boyutlarına aŞırlık vermekle birlikte, aynı ortak eŞilim söz konusudur. Evrimsel bir şema içerisine oturtulmaya çalışılan bu köylülük kavramı çeşitli azgelişmiş toplumların yapısal farklılıklarını dikkate almamaktadır. 1950’lerde yaygınlık kazanmış olan bu genel tipoloji yaratma çabalarının etkilerini 1970’lerde de gözlemek mümkündür, örneŞin, Weber’ci bir yöntemle kavram yaratmanın önemini vurgulayan Shanin’in çalışmalarında da benzer bir amaç vardır (Shanin 1971a, 1971b, 1973). Genel bir köylülük tanımlaması yapmaya çalışan tüm yaklaşımlar gibi Shanin’in çalışmasının önemli bir eksikliŞi farklı tarihsel dönemler ve farklı toplumlar içerisinde yer almış çeşitli kırsal üretici tipleri arasında bir ayırım yapmaksızın hepsinin aynı kategori içerisinde ele alıp işlemesidir. Emperyalizm çaŞındaki bugünün Üçüncü Dünya köylüleri Feodal Avrupa, kapitalizm öncesi Osmanlı toplumu, Hint veya Çin imparatorlukları köylülerinden farklı niteliktedir. Genel, betimleyici bir köylülük, kavramı tarih dışıdır. Genel köylülük tanımlarının bir diŞer sınırlılıŞı da köylüleri aile emeŞine dayanan kırsal üreticilerle eşdeŞer tutmalarında yansımaktadır. Bernstein’in (1979: 441-442) belirttiŞi gibi böylesi bir yaklaşım ‘köylü’ kategorisine kuramsal bir içerik vermemekte, onu özgül tarihsel ve toplumsal konumundan soyutlamaktadır. Böylesi bir genel tanım artık ürününe feodal sınıf tarafından feodal getirim (rant) aracılıŞıyla el konulan orta çaŞ Avrupa’sı köylüleri ile meta üretimi ve deŞişimi aracılıŞıyla dünya kapitalist ekonomisinin bir parçası haline gelen ye aynı mekanizmalarla sömürülen bu günün Üçüncü Dünya köylüleri arasında bir ayırım yapılmasına olanak vermemektedir. 28

Tarım Sorununa Modernleşmeci ve Klasik Marksist Yaklaşımlar

Ayrıca kırsal üreticilerin tümünü köylü terimi altında toplamak köylüler arasındaki sınıfsal farklılıkları dikkate almayarak onları homojen bir grupmuş gibi ele almak anlamına gelir. Eleştirilecek bir başka nokta da köylülüŞü tek yönlü bir gelişme süreci içerisinde bir yere yerleştiren evrimci varsayımdır. Bir kez tüm toplumların aynı evrim aşamasından geçeceklerini varsaymak yanlıştır. KöylülüŞü böyle bir tek yönlü evrim şeması içerisine koymak tüm azgelişmiş toplumların aynı yapısal özelliklere sahip olduŞunu söylemek anlamına gelir ki bu da azgelişmiş toplumların içinde bulunduŞu karmaşık ilişkileri ve onların karmaşık toplumsal yapılarını inkâr etmek anlamına gelir. I.4.1. şkili Yapı (Dualism (Dualism) Dualism) Kuramı Üçüncü Dünya ülkelerinin gelişmesinde bu ülkelerin yapılarındaki farklılaşmaları dikkate almadıklarını söylerken Marksist olmayan kuramların hepsini aynı kefeye koymak haksızlık olur. Bu ülkelerdeki farklılaşma kalkınmanın ikili yapılara dayanan kuramlarında veya kısacası ikili yapı kuramlarında bir ölçüye kadar kabul edilmektedir. şkili yapı kuramının çeşitli varyasyonlarının (Lewis 1954, Boeke 1953, Higgins 1956) ortak bir noktası azgelişmiş ülkelerin sektörel bir farklılaşmaya uŞramaları sonucu birbirinden kesin hatlarla ayrı iki farklı sektörün varlıŞının savunulmasıdır.3 Bunlardan ‘modern’ kapitalist sektör, sanayileşmenin gerçekleştiŞi, pazara yönelik ve deŞişmelere açık, büyüme hızı ve gelir seviyesi diŞer sektör olan ‘geleneksel’ –––––––––––––––––––– 3

Birbirinden baŞımsız iki sektörün varlıŞı tartışmalarının Marksist düzeyde yansımasını feodalizm-kapitalizm tartışmalarında bulmak mümkündür. şlerde Boratav-Erdost tartışmasında, Latin Amerika tarım sorununda ve Hindistan tartışmalarında da göreceŞimiz gibi azgelişmiş ülkeleri veya bunların belli bölgelerin feodal veya yarı feodal olarak niteleyen ve ülkenin geri kalışından bu feodal unsurları sorumlu tutan kuramlarla düalizm kuramı arasında bir paralellik kurmak mümkündür.

29

ÇaŞdaş Tarım Sorunu

sektörden fazladır. Tarım sektörü olarak ele alınan ‘geleneksel’ sektöre geçimlik sektör de denmektedir. DoŞal bir ekonominin hüküm sürdüŞü duraŞan bir yapı gösteren geleneksel sektörde pazarlanabilir artık yok denecek kadar sınırlıdır. Çok yüksek bir gizli işsizlik seviyesinin hâkim olduŞu bu sektörle modern kapitalist sektör arasındaki tek baŞlantı tarım sektöründen sanayi sektörüne işgücü ve bir miktar tarımsal artıŞın ihraç edilmesidir. Kısacası azgelişmiş ülke ekonomisi birbirinden hemen hemen kopuk olan iki farklı sektör tarafından karakterize edilmektedir. Bu ekonomik ikiliŞe paralel olarak sosyal bir ikilik de mevcuttur. Kentleşmiş sanayi sektörü hastaneler, okullar, elektrik, çeşme suyu, telefon vb. ile donatılmıştır. Kültürel alanda da Batı’nın deŞerleri iş, aile yaşamı ve dinsel inançları belirlemektedir. Geleneksel sektör adı geçen altyapı kuruluşlarına sahip olmadıŞı gibi geleneksel bir kültürle de karakterize edilmektedir. şkili gelişme kuramlarında geleneksel deŞer ve davranışları sürekli olarak yeniden üreten, ulusal sanayiin hareketlenmesini destekleyecek iç bir istemin oluşmasını sınırlayan, kısacası kalkınmayı engelleyen bu geleneksel sektörün varlıŞıdır. Kendisinin geri bir yapıya sahip olmasına ilaveten ülkenin geri kalmasının da önemli bir nedeni bu geleneksel sektördür. şkililik kuramın mantıksal bir sonucu olarak geri bölgelerin gelişebilmesi için buralara kalkınmış bölgelerden bilgi, beceri ye teknoloji transferi gerekliliŞi ortaya çıkmaktadır. Modern sektörün kendisi dışa baŞımlı ve dış etkilerle kurulduŞu için zaten Batı’yı örnek almaktadır. Yani geri sektörün kalkınması demek Batı’nın bilgi beceri teknoloji ve kültürel kurumlarım benimsemsi anlamına gelmektedir. Modernleşme kuramının azgelişmiş ülkelere önerdiŞi çözümleri ikili yapı kuramı ülke düzeyine indirgemektedir. şkili yapı kuramının azgelişmiş ülkelerin bir kesimini doŞal ekonominin hâkim olduŞu kapalı bir ekonomi ola30

Tarım Sorununa Modernleşmeci ve Klasik Marksist Yaklaşımlar

rak ele alması haklı olarak birçok eleştiriye yol açmıştır. Bu anlamda en çarpıcı eleştiri baŞımlılık kuramcısı André Gunder Frank’tan gelmiştir (Frank 1967, 1969, 1971). Latin Amerika ülkelerini örnek alan Frank zengin tarihsel ve ampirik kanıtlarla göstermiştir ki bu ülkelerin karmaşık içyapıları pazar ekonomisi ile tümüyle bütünleşmiştir. şkili yapı kuramları tarım ve sanayi sektörü arasındaki sıkı baŞları yok saymakta, kırsal alandaki ticarileşme seviyesini ve köylüler arasındaki farklılaşmayı yadsımaktadır. Kapitalist pazar ilişkileri azgelişmiş ülkelerin en ücra köşelerine yayılmıştır, o yüzden doŞal bir ekonomiden söz etmek anlamsızdır. Frank’a göre Latin Amerika ülkeleri kapitalizmin kontrolündeki dünya pazarı ile 16. yüzyıldan beri bütünleşmiştir. Modernleşmeci kuramın köylülüŞü odak noktası alan yaklaşımlarının tüm Üçüncü Dünya ülkeler köylülerini aynı kefeye koyduŞu, bunların aralarındaki ve ulusal düzeyde kendi içlerindeki farklılaşmaları tümüyle gündem dışı bıraktıŞı, genelde tarım sektörünün özelde köylülüŞün kapitalizmin gelişmesindeki rolü ve yerini açıklamaktan uzak kaldıŞı açıktır. Marksist olmayan yaklaşımda köylülüŞün ulusal ve uluslararası konumunu dikkate almada en ileri kuram ikili yapı kuramdır -ki bu da azgelişmişlik olgusuna Batı’nın çıkarları açısından yaklaştıŞından Batı’yı örnek gösteren etnosentrik bir açıklama ile karşımıza çıkmakla kalmayıp azgelişmişliŞin yapısını, tarım sektörünün sanayi sektörü ile ilişkisini, kapitalizmin gelişmesinde tarımın ve köylülüŞün rolünü açıklamada gerçeŞi yansıtmamaktadır. Tarımsal deŞişmeye ilişkin bir başka yaklaşım ise, tarımsal problemlerin incelenmesinde çevresel, teknolojik ve demografik etmenlere önem veren ve tarım sistemleri içinde bu faktörlerin karşılıklı ilişkilerini açıklamaya çalışan çalışmaları kapsayan sistemler yaklaşımıdır (Harris 1982). Gittikçe artan bir şekilde yoŞun tarım sistemlerini, teknolojik deŞişimler ve toplumsal kurumlardaki artan nüfus 31

ÇaŞdaş Tarım Sorunu

yoŞunluŞu ile açıklayan Boserup’un (1965) çalışmasını, tarımsal dönüşümü teknolojiye indirgeyen Akşit (1967) ve Hinderink ve Kıray’ın (1970) çalışmasını, Java ve Kis Adaları (Duter Islands) arasındaki gelişme farklarını çevresel ve demografik faktörlerle açıklayan Geertz’in (1963) çalışmasını bu kategoriye sokabiliriz. Bu tür yaklaşımların bir eksikliŞi fiziksel yer ile devlet arasındaki karşılıklı belirleyiciliŞi ihmal etmeleri ve köylü toplumunun içsel deŞişme sürecine gerektiŞi önemi vermemeleridir. Bu yaklaşımların eksikliŞi özellikle tarihsel/yapısal modellerle kıyaslandıŞında daha belirgin olmaktadır (Harris 1982). Yapısal/tarihsel yaklaşımlar özellikle genel ekonomik yapının tarımsal üretim üzerindeki etkilerini araştırmayı amaçlarlar. Bu ise üretim sürecinin incelenmesi ile işe başlamayı gerektirir. Bu tür çalışmaların temel ilgi alanını insanlarla doŞal çevre arasındaki ilişkiler ve üretim süreci içerisinde insanlar arasındaki ilişkiler oluşturur. Kaynakların mülkiyeti ve kontrolü üzerinde özellikle duran yapısal tarihsel yaklaşımların yoŞunlaştıkları diŞer ilgili konular arasında insanlar arası mülkiyet ilişkileri ve çatışmaların yapıları önemli bir yer tutar. Yapısalcı yaklaşımlarda kaynakların farklı gruplar tarafından farklı mülkiyeti ve kullanımı toplumsal çatışmaların ve deŞişmelerin temel nedenlerinden biri olarak görülmektedir. Bunun yanında girdilerin deŞişimi ve satışı, ürünlerin tarım ekonomisi içinde pazarlanması, üretimin tarihsel süreç içerisinde metalaşması ve küçük üreticilerin pazar ile bütünleşmesi gibi temalar da bu yaklaşımlarda önemli bir yer teşkil etmektedir. Metalaşma süreci ve kapitalizmin gelişmesi, başka bir deyişle aile (hane) üreticilerinin kapitalist üretimle çeşitli biçimlerde ilişkiye geçmeleri bu günün tarım toplumlarında en hâkim olan deŞişme biçimidir. Bu nedenle yapısal tarihsel yaklaşımlar yaygınlaşmakta olan kapitalizm ile görünüşte kapitalist olmayan üretim biçimleri arasındaki ilişki ile ilgilenmektedir. 32

Tarım Sorununa Modernleşmeci ve Klasik Marksist Yaklaşımlar

Tüm bu ortak niteliklerinin yanı sıra yapısal tarihsel yaklaşımlar arasında da belirgin farklılıklar vardır. Özellikle de köylülüŞün yapısına ve farklılaşmasına ilişkin tartışmalarda bu farklılıkları gözlemek mümkündür. ÇaŞdaş tarihsel yapısal kuramların köylülüŞün yapısına ilişkin görüşlerini ele almadan önce bu görüşleri derin bir şekilde etkileyen 19. yüzyıl sonu ile 20. yüzyıl başındaki kırsal dönüşüm sorununa bakmak gerekli görünmektedir. Kapitalizmin tarıma girişi, kırsal alanların kapitalizm olgusu ile uŞradıkları dönüşüm ile ilgili konular 19. yüzyılın sonları ile 20.yüzyılın başlarında Marksistler arasında geniş tartışmalara yol açmıştır. Bu günün azgelişmiş ülkelerinde kapitalizmin tarıma girmesiyle ilgili tartışmalar 1990’lı yıllara kadar bir ölçüde eski tartışmaların yeniden gündeme gelmesinin ve eski görüşlerin yansıtılmasının bir sonucuydu. Hemen belirtmek gerekir ki kapitalizmin çaŞdaş azgelişmiş ülkeler kırsal alanlarına girişi tartışmaları sadece eski pozisyonları yansıtmamıştır. Yeni veriler ışıŞında eski kuramların eksik yönleri kapatılmaya çalışılmış, kimi zaman Ortodoks Marksizm üzerine yeni bilgiler eklenmiş, kimi zaman da klasik Marksizm’den çıkışla klasik Marksizm’le çatışan bulgulara varılmıştır. ÇaŞdaş Marksist tarım tartışmaları köylülüŞün niteliŞi, kapitalizmin hâkim üretim tarzı olduŞu bir toplumsal biçimlenmedeki (social formation) yeri ve dönüşüme (transformation) açık olup olmadıŞı gibi sorunlarla ilgilenmektedir. (Goodman ve Redclift, 1981: 1) Bu sosyo tarihsel soruna olan yeni ilgi ulusal ve uluslararası düzeyde kapitalizmin genel hâkimiyetine raŞmen köylü üretimin ve aile işletmesinin sürekliliŞi ve yaşama direncinin varlıŞı nedeniyle ortaya çıkmıştır. Sosyal bilimciler tarımda kapitalizmin gelişme ölçütlerini, tarımsal ve endüstriyel gelişme arasındaki ilişkileri, çaŞdaş kapitalist ekonomilerde ve Üçüncü Dünya ülkelerinde köylü ve aile işletmesinin rolünü yeniden ele alma gereksinmesini duymuşlardır (Glavanis ve Glavanis 1983: 33

ÇaŞdaş Tarım Sorunu

21). Geçen yüzyıldaki yapısal oluşumların Marksist yazarlar tarafından gözlemlenmesi ve yorumu günümüz tarihsel yapılarındaki ampirik dönüşümlerin yorumları üzerinde önemli etkilerde bulunmuştur. Günümüz azgelişmiş toplumlarının yapıları incelenirken klasik kırsal dönüşüm kuramları (Lenin, Kautsky) ile Chayanov’cu popülist dönüşüm kuramı sık sık kullanılmaktadır. Eski tartışmanın merkezini genellikle Rusya da dâhil olmak üzere Avrupa toplumları oluşturmuşlardır. Söz konusu koşulların tarihsel olarak Avrupa’ya özgü olduŞu kabul edilse bile bu tartışma tarım konusunda Marksist kuramın gelişmesine önemli katkıda bulunmuştur. Ne var ki, bu tartışmaların basmakalıp uygulanmaları günümüz azgelişmiş ülkelerinin kırsal yapılarının anlaşılmasında yanlış yorumlara da yol açmaktadır. Bu nedenle öncelikle söz konusu ‘klasik’ tarımsal dönüşüm kuramlarının detaylı bir deŞerlendirmesinin yararlı olacaŞı düşüncesindeyiz. I.5. Kırsal Dönüşüm Analizleri: Klasikler Modernleşme ekolünün belirsiz, muŞlak ve birden çok anlamlı köylü çözümlemelerine ve köylülüŞü kendi başına bir analiz birimi almasına karşın kuramsal Marksist yazında köylülük kendi başına pek önemli bir rol oynamaz. Gündelik yaşamda köylülükten ne kastettiŞimizi hepimiz biliriz. Bu anlamda terim kendi tüketimleri ve pazar için üretim yapan, aile emeŞi kullanan kendi üretim araçları üzerinde bir dereceye kadar kontrolleri olan kırsal üreticileri ifade etmektedir. Böylesi bir köylü teriminin arkasında hangi sınıfsal ilişkilerin yattıŞı belli deŞildir. Bu nedenle klasik Marksist eserlerde (Lenin ve Kautsky) köylülük kendi başına bir çözümleme konusu olarak alınmamaktadır. Lenin ve Kautsky’ de köylülük karışık sınıf ve grupların bir bileşimi olarak ele alınmakta ve hâkim sınıflarla olan ilişkilerinin çözümlenmesi gereŞine inanılmaktadır. Mark34

Tarım Sorununa Modernleşmeci ve Klasik Marksist Yaklaşımlar

sist söylemde ‘köylü’ genellikle tarımsal küçük meta üreticisi ya da feodal veya yarı feodal toprak müsteciri (tenant) anlamına gelmiştir (Ennew, Hirst ve Tribe 1977: 295). Klasik Marksist’lerin köylülüŞe ilişkin görüşlerinin Marks’ tan etkilendiŞi oldukça yaygın bir kanıdır. Ama şurası unutulmamalıdır ki ne Lenin ne de Kautsky Marks’ın köylülük üzerine söylediklerini aynen kabul etmemiş, aksine Marks’ın köylülük anlayışına yeni boyutlar kazandırmışlardır. Louis Bonapart’ın On sekizinci Brumaire’inde Marks (1967) köylülüŞü bir sınıf olarak ele almıştır. Ama buradaki sınıf kavramı dünyanın birçok yerindeki köylüleri ifade etmek için kullanılan bir kavram deŞildir. On Sekizinci Brumaire’deki köylüler birbirinden izole olmuş bir sınıf olarak mülkiyet biçimleri ve pazar ilişkileri finans ve ticaret kapitalizmi tarafından hâkim olunan üretim koşullanınca atomize edilmiş, hem sınıf hem de sınıf olmayan bir kategoriydi. Köylüler kapitalist sistem içerisinde yoksullaştıkları için küçük mülkiyetlerini çaresiz bir şekilde savunan küçük burjuvazinin kıra özgü bir parçası olarak ele alınmışlardı. On Sekizinci Brumaire’de söylediklerinin dışında Marks, köylülüŞü pek derinliŞine incelememiştir. Bu yapıtta Marks Avrupa köylülüŞünün çözülme sürecini ortaya koyar. Bu süreçte sermayenin aile üreticileri üzerindeki kontrolünün yoŞunlaşmasına baŞlı olarak feodal ödentiler yerlerini giderek artan bir borçlanmaya bırakır. Sanayideki sermaye birikimi sonucu köylüler kendi aile emeklerini sömürmekle karşı karşıya kalırlar. Marks’a göre Avrupa köylüsü öylesine sıkışıp güç durumda kalacaktır ki sonunda yok olup kentsel işçi saflarına katılacaktır. Çok kabaca bir yargı olmasına raŞmen bu düşünce birçok revizyondan geçip köylülüŞe ilişkin Marksist düşün geleneŞinin bir başlangıcını oluşturmuştur. On Sekizinci Brumaire’de Marks Fransız köylüsünün durumunu daha geniş tarihsel perspektiflerin bir temsilcisi olarak ele almıştır. 35

ÇaŞdaş Tarım Sorunu

Marks’ ın köylülüŞe ilişkin yazılarında sanayi kapitalizminin dinamik büyümesi ile biçim itibariyle kapitalizm öncesi niteliŞine sahip toprak mülkiyeti sistemi arasında bir çelişki bulunduŞu varsayımı temeldir. Ona göre kapitalizmle birlikte köylüler üzerindeki baskının niteliŞi deŞişmiştir. Feodal ödentilerin yerini vergiler ve artan parasal kiralar almıştır. Köylüler pazara uyum saŞlayamadıŞı için ve pazar da köylülüŞün süregitmesine gereksinme duymadıŞı için sonuçta köylülük kaybolacaktır. Klasik Marksist köylülük yazını da son çözümlemede Marks’ ın köylülüŞün tasfiyesi görüşüne inanmakla birlikte bu sürecin basit ve pürüzsüz bir süreç olmadıŞını ortaya koymuştur. Gerek Kautsky ve gerekse Lenin için temel sorun kapitalizmin gelişmesi ve bunun tarımsal üretim ve örgütlenme üzerindeki etkisinin ne olduŞudur. Bu baŞlamda tarımda kapitalizmin gelişmesinin yapısal özellikleri ve küçük üreticilerin (hane üretimi) kapitalizmin etkisi altında uŞradıkları dönüşümler Kautsky ve Lenin’ in sorunsallarını oluşturmuştur. Bu sorunsal çerçevesinde yapılan çözümlemeler akademik kaygılardan öte Alman Sosyal Demokrasi’sinin ve Bolşevizm’ in tarım programlarına yön verdikleri için yaşamsal öneme sahiptir. I.5.1. KöylülüŞün Tasfiyesi Tezi I: Alman Sosyal Demokra Demokrasisi ve Kautsky Sosyalizmin kurulabilmesi için kapitalizmin ekonominin tüm sektörlerinde gelişmesinin zorunluluŞuna olan klasik Marksist inanç Marksist kuramcıları ‘tarım sorunu’ ile ilgilenmeye sevk etmiştir. Çünkü onlara göre tarımda kapitalizm öncesi ilişkilerin süregitmesi iç pazarın genişlemesini engelleyici olduŞu için kapitalist sermaye birikiminin de önünde bir engel teşkil eder. Bunun ötesine tarımda kapitalizm öncesi işkillerin süregitmesi kapitalist sanayileşmenin artık gereksinmesini de sınırlar. Kapitalizmin tümüyle 36

Tarım Sorununa Modernleşmeci ve Klasik Marksist Yaklaşımlar

gelişmesi için bu tarım sorununun çözülmesi gereklidir. Marks’ın yazılarında tarımdaki geri ilişkilerin ve dolayısıyla köylülüŞün kapitalist sanayileşme karşısında kendiliŞinden çözülüp ortadan silineceŞi öngörüsü ampirik olarak gerçekleşmediŞi için Marks ve Marksistler 19. yüzyılın sonunda yoŞun saldırılara uŞramışlardır. Marks’tan esinlenen birçok düşünür gibi Kautsky de ‘tarım sorunu’ ile sosyalizmin kurulabilmesi amacı ile uŞraşmıştır. Gerek sanayide ve gerekse tarımda kapitalizmin tam anlamıyla gelişmesi sosyalizm için zorunlu bir önkoşul kabul edildiŞinden ‘pre-kapitalist’ görünümündeki köylülüŞün kapitalist gelişme karşısındaki konumu ve geleceŞi tarım sorununun anlaşılmasında ciddi bir önem kazanmaktaydı. Bu sorun Marks’ta gelişen sanayi kapitalizmi karşısında köylülüŞün ortadan silineceŞi biçiminde çözümlenmiştir. Kautsky döneminde köylülük ve kapitalizm konusunda iki yaygın görüşe rastlanmaktadır: 1. Marksizm’in tarım çözümlemesi yanlıştır, tarımda kapitalist bir yoŞunlaşma eŞilimi yoktur; küçük işletmeler büyükler karşısında yaşamlarını sürdürmektedirler biçiminde formüle edilen ve Sombart (1909) tarafından temsil edilen görüş; 2. Kapitalist gelişmenin getirdiŞi rekabet sonucu büyük tarım işletmelerinin makineleşerek küçüklerini yutacaŞı biçimindeki toprak yoŞunlaşmasını vurgulayan 1895 Breslaw Kongresinde dile getirilen Alman Sosyal Demokrasisi’nin görüşü (Amin 1977: 55-56). Marks’ın yazılarında tarımdaki geri ilişkilerin ve dolayısıyla köylülüŞün kapitalist sanayileşme karşısında kendiliŞinden çözülüp ortadan silineceŞi öngörüsü ampirik olarak gerçekleşmediŞi için Marks ve Marksistler 19. yüzyılın sonunda yoŞun saldırılara uŞramışlardır. KöylülüŞün kaderi ve geleceŞi sorunu konusunda Kautsky sadece Marksizm dışından gelen eleştirileri deŞil aynı zamanda Alman Sosyal Demokrasisi içindeki tartışmaları da yanıtlamaya çalışır. Özellikle 1895’deki Bres37

ÇaŞdaş Tarım Sorunu

low kongresinde tarım sorunu tartışmış bu yüzden kongre bölünmüş ve bir çıkmaza girilmiştir. Sosyal Demokrasi tarımdaki gelişmeyi basit bir şekilde açıklamış ve rekabetin giderek köylüleri ortadan kaldırıp onların yerine makineleşme sürecini başlatmak için gerekli sermayeye sahip olan büyük tarım kapitalistlerini getireceŞini belirtmiştir. Kautsky ‘Tarım Sorunu’nda Sombart’ın (1909) Marks’a ilişkin görüşlerine karşı çıkar. Sombart tarımın düşük verimliliŞinden dolayı kapitalizm için önemli olmadıŞını ileri sürmekteydi. Ayrıca ona göre Marks’ın kapitalist yoŞunlaşma eŞilimi tezi de tarımda geçerli deŞildir. Küçük işletmelerin büyük işletmeler karşısında yaşamlarım sürdürebilmektedirler ve dolayısı ile de Marks’ın kapitalist üretim çözümlemelerinin tarım için hiç bir geçerliliŞinin olmadıŞını iddia eder. Başkaları tarafından da paylaşılan Sombart’ın bu görüşünü çürütmeye çalışan Kautsky Marksizmin yeni bir yorumunu getirmektedir. Yöntemsel bir devrim niteliŞimdeki bu yorumda Kautsky’nin iki amacı vardır: kapitalist üretim tarzının tarıma girişinin Sosyal Demokratik bir çözümlemesini yapmak ve Marks’ın Kapital’da kapitalizm çözümlemelerinde sunduŞu kavramların tarımsal üretime de uygulanabilirliŞini göstermek. Kautsky’nin Die Agrarfrage (Tarım Sorunu, 1899) adlı kitabı en azından bu iki farklı görüşü yanıtlamak ve kapitalizmin tarıma girişini Marks’ın Kapital’de ürettiŞi kavramlara sadık kalarak irdelemek amacıyla yazılmıştır. Son çözümlemede köylülüŞün tasfiye olacaŞına inanmakla birlikte Kautsky bu sürecin basit ve pürüzsüz olmadıŞının bilincindedir. Küçük işletmelerin büyükler karşısında yok olmayışı kapitalizmin genel eŞilimleri olan yoŞunlaşma ve merkezîleşmenin niteliŞini deŞiştirmeyeceŞini düşünen Kautsky’e göre asıl sorun tarımdaki küçük işletmelerin kaderi sorunu deŞildir. Marksist anlamda tarım sorununu irdelemek için yapılması gereken şey küçük üreticilerle sermaye arasındaki ilişkilerin niteliŞine bakmaktır. 38

Tarım Sorununa Modernleşmeci ve Klasik Marksist Yaklaşımlar

Kautsky’nin Die Agrarfrage (Tarım Sorunu) adlı yapıtında önemli bir ikili yapı göze çarpmaktadır; bir yandan kullandıŞı teleolojik bir kapitalist gelişme kavramı onu verilerini yoŞunlaşma ve merkezileşme modeli içerisinde yorumlamaya sürüklerken diŞer yandan da gözlemlerinin zenginliŞi zor da olsa Kautsky’yi 19. yüzyıl Avrupası tarımının Marks’ın Kapital’inde belirttiŞi şekilde gelişmediŞinin farkına varmasına neden olmuştur. şşte Kautsky bu nokta üzerinde yoŞunlaşmaktadır. Tarımda hangi somut ve özgül kategorilerin genel evrimsel eŞilimlerin gerçekleşmesini engellediŞini araştırma konusu olarak almaktadır. Kautsky’nin gözlemleri göstermiştir ki küçük tarım işletmeleri kaybolacaŞı yerde sayısal olarak artmıştır. Kautsky’e göre bu genel eŞilimin niteliŞini deŞiştirmez. Tarım sorununu Marksist bir anlamda incelemek için bu sorunu tarımdaki küçük işletmelerin gelecekteki kaderi olarak ortaya koymak yeterli deŞildir. Aksine tarımdaki kapitalist üretim tarzının temelinde yatan tüm varyasyonları incelemek zorundayız. Sermayenin tarımı hâkimiyeti altına alıp almadıŞını, onu deŞiştirip deŞiştirmediŞini, eski üretim ve mülkiyet biçimlerini işlemez duruma getirip getirmediŞini ve yeni biçimlere yol açıp açmadıŞını ve tüm bunları nasıl yaptıŞını araştırmak zorundayız. (Kautsky 1899: 6)

Daha 1890’larda Kautsky yaptıŞı kırsal alan analizleri ile 80-90 yıl sonrasını çarpıcı bir şekilde adeta öngörmüştür. Özellikle küçük üreticiliŞin emek rezervi işlevi ile büyük işletmelerin tamamlayıcısı olması görüşü, tarımdaki kapitalist gelişmenin sanayidekinden farklı, fakat onunla çelişkili olmayışı yargısı bu günkü azgelişmiş tarım yapısının anlaşılmasına ışık tutar niteliktedir. Bunun yanında topraŞın ve tarımsal üretimin özgül niteliŞinden kaynaklanan ve sanayideki sermaye merkezileşmesi ve birikimi yasasının tekdüze bir şekilde tarıma uygulanamayacaŞını ve kapita39

ÇaŞdaş Tarım Sorunu

list gelişmenin tarımda daha karmaşık olduŞunu sergileyen görüşleri de çaŞdaş azgelişmiş kırsal yapının anlaşılması bakımından ileri atılmış çok önemli bir adımdır. Birçok çaŞdaş toplumsal bilimci Kautsky’ninkine benzer bir yöntemle tarımda kapitalizmin gelişme ölçütlerini, tarım ile sanayi arasındaki ilişkileri ve aile ile köylü işletmelerinin azgelişmiş ve kapitalist ekonomilerdeki rolünü ele almışlardır Temel üretim aracının toprak olması ve topraŞın da miktar olarak arttırılmasının mümkün olmaması nedeniyle tarımda kapitalizm sanayiden farklı olarak ortaya çıkar. Dolaysıyla da tarımdaki kapitalizm kendini her zaman topraŞın sınırlı ellerde birikip üreticilerin proleterleşmesi biçiminde ortaya koymaz. Tarımda kapitalizmin analizini yaparken önemli olan şey proleterleşmiş ücretli emekçi sayısı deŞil sermayenin tarımı ve üreticileri nasıl ve hangi mekanizmalarla boyunduruŞu altına aldıŞına bakmaktır. Dolayısıyla da Kautsky’e göre tarımda çaŞımızda da oldukça yaygın olan küçük üreticileri belli davranış kalıpları olan, gelenekselci, kaderci, muhafazakâr bireyler, yani köylüler olarak ele almamak gerekir. Onları sermayenin hâkimiyetine bir nebze de olsa direnç göstermeye çalışan, ama sermayenin baskıları karşısında üretim ve yaşam tarzlarını deŞiştirmek zorunda olan bir grup olarak görmek gerekir. DiŞer bir deyişle onları deŞişen koşullara uyum saŞlamaya çalışan ve büyük ölçüde de geçimlik üretimden kopmuş, pazar için üretim yapan, üretim koşulları kapitalist pazar tarafından belirlenen küçük meta üreticileri olarak algılamak gerekir. Karl Kautsky’nin pek fazla bilinmeyen veya dikkate alınmayan bu görüşleri çaŞımız tarımı ve küçük üreticilerini anlamamızda büyük bir yöntemsel devrim niteliŞindedir. Günümüz tarımını irdelemeye çalışan Amin ve Vergopoulos (1977), Mann ve Dickinson (1978), Banaji (1976), Bernstein (1979; 1985; 1996; 2006; 2010), Bonnano (1994), Bonnano ve Constance (1996), Fried40

Tarım Sorununa Modernleşmeci ve Klasik Marksist Yaklaşımlar

mann (1978; 1993; 1982; 1994; 2005a; 2005b; 2009), McMichael (1994; 1996; 1997; 2004; 2005; 2008; 2009a) ve Vergopoulos (1978) dünya kapitalist sistemiyle eklemlenmiş olan küçük ölçekli tarım üreticileri için geleneksel anlamda kullanılan köylü kavramını kullanmamakta, küçük meta üreticileri, gizli proleterler, ücretli işçi eşdeŞerleri gibi kavramları kullanmaktadırlar. Kautsky’nin yöntemsel bir devrim olarak algılanabilecek yaklaşımının temelinde can alıcı birkaç soru yatar. Ona göre Marxist anlamda tarım sorununu irdelemek için yapılması gereken şey ‘sermayenin tarımı hâkimiyeti altına alıp almadıŞını, onu deŞiştirip deŞiştiremediŞini, eski üretim ve mülkiyet biçimlerini işlemez duruma getirip getirmediŞini, yeni biçimlere yol açıp açmadıŞını ve tüm bunları nasıl yaptıŞını araştırmak’ zorunluluŞudur (Kautsky 1899: 8). Böylesi ufuk açıcı bir yöntem uygulamasını Henry Bernstein’in çalışmalarında (1977, 1986, 2010) görmekteyiz. Sermaye ile tarım arasındaki ilişkiyi özgül bir köylü üretim tarzı kavramı ile deŞil de bir üretim, tüketim ve yeniden üretim birimi olan kırsal hane ile sermaye arasındaki ilişkiler çeşitliliŞi olarak algılayan yazar bu ilişkilerin odak noktası yapılmasını önerir. Bernstein’e göre önemli olan sermayenin kırsal alana nüfuz ediş biçimlerini irdelemektir. Sermayenin kırsal alana girişi her zaman açık bir proleterleşmeyi birlikte getirmez. Azgelişmiş ülkelerde sermaye çoŞunlukla üretim sürecini doŞrudan doŞruya üstlenmeksizin bu süreci kontrol altına alabilir. Küçük üreticilerin meta üretmeye zorlanması süreciyle yani küçük üreticilerin yeniden üretim döngüsünün elemanlarının metalaşması aracılıŞıyla sermaye onların üretimini kontrol altına alabilmektedir. Yani kullanım deŞeri yerine deŞişim deŞeri üreten küçük üreticinin üretim döngüsü deŞişmiştir, meta köylü hanesinin yeniden üretim döngüsünün içsel bir parçası haline gelmektedir. DiŞer bir deyişle meta 41

ÇaŞdaş Tarım Sorunu

üretimi köylü hanesi için zorunluluk haline gelmektedir, yani meta üretimi olmaksızın köylü hanesinin tüketim gereksinmelerinin büyük bir kısmını karşılamak olanaksızlaşmaktadır. şşte meta üretiminin hanenin yeniden üretiminin içsel bir parçası haline gelmesi aracılıŞıyla, üretici sermayenin ticari ve siyasi temsilcileri olan tüccar ve devlet meta ilişkilerini daha da yoŞunlaştırarak köylü üretiminin sermayenin isteklerine baŞımlılıŞını daha da pekiştirmektedirler. (Bernstein 1977: 60-63). Yazara göre sermayenin çeşitli bölüntüleri, devlet ve devlet sermayesi, meta ilişkilerinin ve dolayısıyla köylülüŞün sermayeye baŞımlılıŞının pekiştirilmesi için şu mekanizmaları kullanmaktadırlar: yetiştirilen ürünleri ve yetiştirme yöntemlerini belirlemek; tekelci bir fiyat belirlemek ve pazarlama koşullarını tayin etmek. Buna karşılık köylüler de bu baskılara meta ilişkilerinden çekilmek ve devletçe yönetilen pazar fiyatlarını dikkate almamak da dâhil olmak üzere çeşitli biçimlerde tepki göstermektedirler. Sermayenin çeşitli bölüntüleri ve devlet köylünün mutlak artıŞına el koymaktadır. Yani, köylüden çekilen artık, aynı miktar emek kullanıp yeni teknikler uygulanarak verimliliŞin arttırılması yoluyla yaratılan göreli artık deŞer deŞildir, fakat emek yoŞunluŞu ve çalışma süresinin arttırılmasıyla elde edilen mutlak artık deŞerdir. Bernstein’e göre artık deŞere el koymayı eşitsiz deŞişim ile açıklamak yetersizdir. Çünkü burada çözümleme ticaret sermayesi ile meta üreticileri arasındaki ilişkilerle sınırlı kalmaktadır. Sermaye ile köylü üretim birimi arasındaki ilişkileri üretim koşullarını kontrol etme savaşımı içerisine yerleştirmek gerekir. Bu baŞlamda ‘eşitsiz deŞişim yaklaşımı kuşkuludur, çünkü üreticilerin ve üretim biriminin yeniden üretimi kısmen deŞer kanununun etkinliŞi dışında olan, kullanım deŞeri üretimi tarafından gerçekleştirilmektedir’ (Bernstein 1977: 72). Hanenin yeniden üretim masraflarının bir kısmını karşılamak suretiyle doŞrudan tüketim amacıyla yapılan kulla42

Tarım Sorununa Modernleşmeci ve Klasik Marksist Yaklaşımlar

nım-deŞeri üretimi, pazarlanan metanın deŞişim deŞerini düşürmek eŞilimini göstermektedir. Bir başka deyişle hane emeŞi tarafından saŞlanan kullanım deŞeri sübvansiyonu küçük meta üreticilerinin pazar fiyatlarının altında bir masrafla yaşamlarını sürdürmesine olanak saŞlamaktadır. Bunun sonucu olarak, köylü üreticiler kapitalist girişimlerle rekabet halinde oldukları zaman, bu nitelik hane tarafından sarf edilen emek zamanının deŞer yitirmesine neden olmaktadır. (Bernstein 1977: 72). Buradan giderek Bernstein köylüleri ücretli isçi eşdeŞeri olarak nitelemektedir. Bernstein’in neden böyle bir sonuca gerek duyduŞu pek açık deŞildir. Siyasal anlamda köylülerin işçi sınıfına yakın ve onunla ittifak halinde olduŞunu mu belirtmek istemektedir? Bernstein’in ücretli işçi eşdeŞeri kavramının onun klasik Marksist tasfiye tezine inancına baŞlanabilir. Bir yandan üretimin teknik koşulları açısından kendi üretim araçlarına sahip küçük üreticilerin süregitmesi gerçeŞi, diŞer yandan kapitalizmin son çözümlemede köylülüŞü tasfiye edeceŞi inancı Bernstein gibi çaŞdaş yazarları Kautsky’nin de etkisiyle proletarya kavramını en azından kırsal kesimde daha geniş ve bir anlamda kullanmaya yöneltmiştir. Ona göre kapitalizmin tarımda gelişmesi sanayideki gelişim sürecini aynen takip etmez ama bu iki süreç birbirine taban tabana da zıt deŞildir. Tarımın geçirdiŞi evrimi anlayabilmek için tarımı toplumsal üretimin mekanizmalarının bütünden ayırmamak gerekir. Yani tarım ile sanayi birbiri ile uzlaşan iki farklı unsur olarak deŞil de tek bir sürecin unsurları olarak ele alınmalıdır. Ona göre sanayidekinin aksine tarımda büyük işletmeler küçüklerini tümüyle yutmamakta ve proleterleşme süreci tarımda üreticilerin üretim araçlında kopmalarını gerektirmemektedir. Bu süreç köylü hanesinin yeterince topraŞa sahip olmaması ve dolayısıyla emeŞini satmaya mecbur kalması biçiminde kendini göstermektedir. Tarımda proleterleşme sürecini incelerken Kautsky bireyi 43

ÇaŞdaş Tarım Sorunu

deŞil köylü hanesini analiz birimi olarak ele alır. Proleterleşmiş bir köylü hanesi meta deŞil emek satar, bu nedenle topraŞın işlenmesi hanenin etkinliklerinden sadece bir tanesidir. Tarımdaki proleterleşmenin bu şekliyle alınması Kautsky’nin çaŞı için oldukça yenidir. Bu kavramlaştırmada proleterleşme kapitalist olmayan bir çizgide örgütlenen köylü işletmelerinin yok olması ile paralel ve zorunlu olan bir süreç deŞildir. Kapitalist işletmeler ile köylü işletmeleri arasındaki ilişki bir rekabet ilişkisi deŞil birbirini tamamlayıcı bir ilişkidir. Kautsky’e göre iddia edildiŞinin aksine tarımdaki gelişme çizgisi sanayidekinden pek ayrılmamaktadır. Gerçi tarımın aksine sanayide geniş ölçekli işletmelerin küçük ölçekli üretimin yerini aldıŞı görülebilen bir eŞilimdir ama sanayide olduŞu gibi tarımda da kapitalist üretimin, proleterleşme ve hatta üretim araçlarında (toprak) artan bir yoŞunlaşmanın sürekli olarak genişlediŞi de bir gerçektir. Bu süreçler tarımda sanayidekinden başka bir biçimde olmaktadır. ÖrneŞin tarımda kapitalist üretimin genişlemesi geniş kapitalist çiftliklerin toprak alanlarının genişlemesi biçiminde olmamaktadır fakat büyük çiftliklerin yaptıŞı işlerin sayışında bir çoŞalma biçiminde olmaktadır. Die Agrarfrage’nin temel argümanlarından biri küçük köylü işletmelerinin yaşamlarını sürdürmeleri ve sayıca çoŞalmaları ile ilgilidir. Sanayiin aksi olan bu nitelik bir üretim dalı olarak tarımın yapısından kaynaklanmaktadır. şklim ve diŞer doŞal koşullara ciddi bir şekilde baŞlı olmanın yanında tarımın bu kendine özgülüŞü bir üretim faktörü olan topraŞın özgül nitelikleriyle de ilgilidir. Bir kez topraŞın miktarım arttırmak mümkün deŞildir. Toprak miktarının arttırılamaması gerçeŞi toprak sahibine topraŞı olmayanları tarım yapmaktan alıkoyma gücünü vermektedir ki miktarı arttırılabilir üretim araçlarına (özellikle sanayideki üretim araçları) sahip olanlar bu güçten yoksun44

Tarım Sorununa Modernleşmeci ve Klasik Marksist Yaklaşımlar

durlar. Bu mevcut toprakların önemli bir kısmını işgal eden köylü işletmelerinin kapitalizmin gelişmesine engel oldukları anlamına gelir. TopraŞın bir diŞer özelliŞi de kalitesinin yerden yere deŞişik olmasıdır. TopraŞın bu niteliŞi mutlak ve farklılık rantını doŞurmaktadır. Farklılık rantı tarımda üretim fiyatlarının artmasına neden olurken mutlak toprak rantı da emekçi ve kapitalistlerin aleyhine olarak toprak sahiplerinin kârının yükselmesine yol açar. TopraŞın bu niteliŞi tarımda kapitalizmin sanayidekinden farklı bir biçimde gelişmesinin nedenlerinden biridir. Tarımı sanayiden ayıran özellik topraŞın başlıca üretim aracı olmasıdır. Sermayenin aksine toprak yeniden üretilebilir bir nitelikte deŞildir. Bu yüzden kapitalizmin mevcut mülkiyet ilişkilerini koruyarak tarıma girmesi mümkündür (Kautsky 1899: 154). Marx ve Lenin’in belirttiŞi gibi kapitalizmin tarıma girişi toprak yoŞunlaşması olmadan gerçekleşebilir. Die Agrarfrage’nin ‘Tarımda Kapitalizmin Sınırlılıkları’ adlı bölümünde Kautsky’nin tarımda farklılaşma sürecine karşıt eŞilimleriyle ilgili görüşleri şöylece sıralanabilir: 1. Tarımın bazı alanlarında makineleşme henüz mümkün deŞildir veya geniş bir toplumsal işbölümü doŞuracak kadar yeterli deŞildir. 2. Toprak kolayca bölündüŞü için tarımdaki miras kurumu mülkiyetin yoŞunlaşması eŞilimini sınırlayıcı bir rol oynamaktadır. 3. Tarımda topraŞın yoŞunlaşması olasılıŞı endüstride rastlanmayan bir takım fiziksel ve toplumsal engellerle karşılaşmaktadır. 4. Kırsal alandaki işçilerin yönetimi açısından geniş çiftlikler sanayide mevcut olmayan bir takım ciddi sorunlarla karşı karşıyadırlar. 5. YoŞun tarım yöntemlerinin kullanılması genellikle işlenen toprakların miktarında bir indirim yapmak anlamına gelmektedir. 6. Tarımda çalışma genellikle mevsimsel olduŞu için geniş çiftlikler kendileri için gerekli olan işgücünü yılın bir kısmında ücretli işçi olarak çalışan küçük işletme sahiplerini 45

ÇaŞdaş Tarım Sorunu

kullanarak bulabilmektedirler. 7. Köylüler genellikle mevcut ücret seviyesinin altında bir gelir getirse bile küçük bir toprak parçasını işlemeye devam etmeyi kabullenirler. 8. Kırsal alanın kent tarafından sömürülmesi turda üretilen artıŞın bir kısmım götürerek tarımın sermaye biriktirmesini engellemektedir. Bunlara ilaveten köylü tarımının kendisini pazar güçlerine uydurma yeteneŞini de saymak gerekir. Köylü işletmelerinin varlıklarını sürdürebilmelerinin gizi tarımsal etkinliŞin çeşitliliŞinin bir sonucu olarak ortaya çıkan esneklikte yatmaktadır. Aile işletmesi birçok üretim fonksiyonunu aynı zamanda yerine getirmektedir. Bu yüzden tarım hiç bir zaman sanayinin dallan gibi uzmanlaşamaz. Tüketim maddeleri arasında yiyeceŞin önemli olması nedeniyle yiyecek miktarının düşük olduŞu zamanlarda köylü ailesi tarımsal etkinliŞini hanenin gereksinmelerini karşılayan üretime dönüştürebilir ki bu sanayinin dallarında yapılamaz. Bu esneklik köylü işletmesinin süregitmesinin nedenleri arasındadır. The Agrarfrage’de Kautsky küçük işletmelerin büyük işletmeler tarafından yok edildiŞini gösteren istatistikler kullanmak yerine, tarımdaki kapitalist gelişmenin sanayidekinden çok daha karmaşık olduŞunu göstermeye çalışmıştır. ÖrneŞin Kautsky’e göre tarımda proleterleşme süreci sanayiden farklı bir biçimde olmaktadır. Bu süreç tarımda üreticilerin üretim araçlarından kopmalarım gerektirmemektedir. Bu nokta Lenin tarafından da benimsenmektedir. Kautsky ve Lenin’e göre köylülüŞün proleterleşmesi genellikle köylü hanesinin yeterince topraŞa sahip olmaması ve dolayısıyla da emeŞini satmaya mecbur kalması biçiminde olmaktadır. Burada dikkat edilirse analiz birimi birey deŞil hanedir. Proleterleşmiş bir köylü hanesi meta deŞil emek satar dolayısıyla topraŞın işlenmesi sadece hanenin bir etkinliŞidir. Bu kavramlaştırmanın yeniliŞi içerdiŞi anlamda yatmaktadır. Birincisi proleterleşme zo46

Tarım Sorununa Modernleşmeci ve Klasik Marksist Yaklaşımlar

runlu olarak kapitalist olmayan bir çizgide örgütlenen üretim birimlerinin yani köylü işletmelerinin yok olması ile birlikte giden bir şey deŞildir. Buna ek olarak da ortaya çıkan ikinci anlam şudur: Kapitalist ve köylü işletmeleri arasındaki ilişki pek de öyle bir yarışma ilişkisi deŞil birbirlerini tamamlayıcı bir ilişkidir. Küçük köylüleri kendine özgü bir proletarya olarak niteleyen Kautsky bunların büyük çiftliklerle aynı veya benzer tarımsal meta satıp birbirleriyle rekabet etmelerini deŞil, küçük köylülerin büyük çiftliklere emeklerini sattıklarım varsaymıştır. Mülkiyetten tümüyle kopma niteliŞi tarım proletaryası için söz konusu deŞildir. Kanımca köylü işletmeleri ile büyük işletmelerin birbirlerini tamamlayıcılıkları görüşü birçok azgelişmiş ülkenin yapısını çok iyi şekilde açıklamaktadır. Yalnız geniş işletme kavramı içine sanayii de katmak gerekir. Köylüleri böylece kavramsallaştırmak günümüzdeki feodal veya yarı feodal kalıntılar görüşlerini kökünden silip atacaktır. Türkiye’de doŞu ve güneydoŞudaki büyük ve küçük işletmelerin bir arada yaşamaları ve çeşitli ortakçılık işkillerinin süregitmesi aslında geniş işletmelerin sermaye biriktirme mantıŞının bir sonucudur ve yarıcılık gibi küçük köylü işletmelerinde örgütlenen toprak işletme biçimleri bu mantık içerisine çok iyi bir şekilde bütünleşmişlerdir. Köylü işletmelerinin yaşamını sürdürmesi bir deŞişmenin olmaması demek deŞildir, sadece küçük işletmelerin süregiden varlıŞı anlamına gelmektedir. Kapitalizmin gelişmesi sonunda ortaya çıkan deŞişme topraŞın yeniden daŞılımından daha çok hangi büyüklükteki işletmenin ne üretip sattıŞında ve bu işletmeler arasındaki ilişkide ortaya çıkmaktadır. Kautsky’e göre küçük işletmeler meta deŞil emek satmaktadır ve böylece de emek satın alan büyük çiftliklerin tamamlayıcısı olmaktadır. Bu köylülüŞün proleterleşme sürecini oluşturmaktadır ve topraŞın küçük parçalara bölünmesine dayanan bir proleterleşmedir bu. DiŞer 47

ÇaŞdaş Tarım Sorunu

yandan büyük işletmeler alkol üretme şeker rafine etme gibi Kautsky’nin tarımın sanayileşmesi diye tanımladıŞı tali etkinliklere yönelmektedir. Böylece yan alanlara da el atan geniş çiftliklere Kautsky endüstriyel ve tarımsal bir bileşke (conglomerate) anlamına gelmek üzere ‘latifundium’ adım vermektedir. Bir ‘latifundium’ modern bir korporasyon gibi bütünleşmiş bir üretim birimi deŞil aksine birçok üretim biriminin birleşmesinden oluşan bir mülkiyet ve yönetim biçimidir. Makineleşmeye yol açtıŞı ve yoŞun bir üretime olanak verdiŞi için latifundia yaygın bir şekilde işlenen bir çiftlikten daha iyidir. Yaygın işletmeler kaynak israfına yol açarken (Kautsky 1899: 155) yoŞun işletmeler bu dezavantajı ortadan kaldırmaktadır. şşte bu modern latifundia, Kautsky’e göre, sadece kapitalist tarımın gelişmesinin bir temsilcisi deŞil aynı zamanda gelecekteki sosyalist tarımın da bir temelidir. Kautsky agrosermaye ve kooperatif topluluklarının köylüleri ortadan kaldırmaksızın üretimin dikey yoŞunlaşmasını saŞlayacaŞının farkındaydı, ona göre tarımın sanayileşmesi küçük işletme sahibini tümüyle elimine etmez fakat onu sermayenin monopsonistic (alıcı tekeli) gücüne baŞımlı hale getirerek sanayi sermayesinin topraŞa baŞlı kölesi durumuna getirir. Kautsky’nin bu teşhisine göre köylülük kendi kendine çözülecektir. Sanayi ve modern tarımın sunduŞu gelir seviyesine ulaşma kapasitesinde olmayan köylü tarımı köylülerin kendilerinin tarımı terk etmesi sonucu küçülecektir. Burada asıl önemli olan nokta Kautsky’nin köylü tarımını kapitalist ve sosyalist tarımın gelişmesine bir engel olarak görmesidir. Sosyalist tarımın evriminde köylü tarımı olumlu bir rol oynamaz. Sosyalist bir hükümet köylülüŞü yok edici özel bir programa gerek duymamalıdır, çünkü eninde sonunda köylülük ortadan kalkacaktır. O yüzden de sosyal demokrasinin bir tarım programına gereksinmesi yoktur. Sosyal Demokrasi kapitalist tarım gelişme eŞilimleri ile ilgilenmelidir ancak bu gelişmenin yönünü etkilememelidir. 48

Tarım Sorununa Modernleşmeci ve Klasik Marksist Yaklaşımlar

Marks gibi köylülüŞün eninde sonunda ortadan silineceŞini öngörmesine raŞmen Kautsky Marks’ın ötesine geçmiştir. Tarım sorununa ilişkin tartışmalarda Kautsky’nin katkısı köylülüŞün dönüşümünün gecikmesinin nedenlerini ortaya koymasında ve sermayenin tarımda oynadıŞı role ilişkin çözümlemelerinde bazı deŞişiklikler yapısındadır (Goodman ve Redclift 1981: 10). Buna raŞmen o tarım konusundaki Marksist çözümlemelere ilişkin ileri sürdüŞü kuşkularının bu çözümlemelerin doŞruluŞu konusundaki görüşlerini zayıflatmadıŞını, aksine kuvvetlendirdiŞini ileri sürer (Kautsky 1899: 5). I.5.2. KöylülüŞün Tasfiyesi Tezi II: Rusya Tartışmaları ve Lenin Kapitalist gelişme sonucu köylülüŞün eninde sonunda tasfiye olacaŞına inananlardan biri de Lenin’dir. Lenin Kautsky’den çok yararlanmıştır. Lenin Die Agrarfrage adlı makalesinde Kautsky’den övgüyle söz ederek şunları söyler: Kapitalin üçüncü cildinden sonra bu günün ekonomik yazınında en önemli olay Kautsky’nin kitabıdır. imdiye dek Marksizm tarımda kapitalizmin sistematik bir incelemesinin eksikliŞini çekmiştir. Kautsky bu boşluŞu doldurmuştur. (Lenin 1960 b: 94)

Tarımda kapitalistleşmenin çok hızlı bir şekilde geliştiŞini ileri süren Lenin, Kautsky’nin ulaştıŞı sonuçlara benzer sonuçlara ulaşmıştır. Lenin ve Kautsky’nin benzer çözümlemeleri her ikisinin de Marks’ın Kapital’ini kendilerine kavramsal bir referans olarak almalarından kaynaklanmaktadır. Her ikisi de üçüncü ciltteki eşitsiz bir biçimde kavramlaştırılmış kısımları geliştirmek ve genişletmek istemişlerdir (Ennew ve diŞerleri 1977: 298). Kapitalistleşme süreci içerisinde tarımın sanayidekine benzer bir gelişim yo49

ÇaŞdaş Tarım Sorunu

lu takip edeceŞini ileri süren Lenin örneklerini Rusya’dan almıştır. Rusya’da Kapitalizmin Gelişmesi ’nde Lenin (1964) tarımda kapitalizmin gelişmesini artan yoŞunlaşma yasası varsayımına göre incelemiştir. Toprak mülkiyeti ve üretim araçlarının belli ellerde toplanması, köylülerin proleterleşmesi, köylüler içinde artan bir farklılaşmanın ortaya çıkması, zengin köylülerin pozisyonlarının orta köylüler aleyhine güçlenmesi gibi eŞilimler sistemin eŞilimlerini oluşturur. Lenin’e göre bunlar sadece genel eŞilimlerdir, belli bir zaman kesitinde kapitalizme geçişin çeşitli biçimleri köylülüŞün apaçık proleterleşmesini maskeleyebilir. Kautsky gibi Lenin’in de kırsal dönüşüme ilişkin görüşleri belli bir tartışmanın ürünüdür. Lehin tarımda kapitalizmin gelişmediŞini ileri süren populist tarımsal üretim görüşünü yanıtlamak zorundaydı. Populist ekonomistler Rusya’da geniş sanayi üretiminin yerleşmesi sırasında köylülüŞü kapitalizmin etkilerinden koruyabilecek bir gelişme yolu saptamak istemekteydiler (Ennew ve diŞerleri 1977: 298). Buradaki amaç köylü komünlerini gelecekteki sosyalist örgütlenmenin temeli olarak idealleştirmekti. Bu örgütlenmenin gerçekleşmesi de köylü üretiminin yaşamasına baŞlı olarak görülmekteydi. Buna yanıt olarak da Lenin ‘köylü üretiminin’ popülistlerin ‘halk üretimi’nden çok farklı bir şey olduŞunu, köylü üretiminin daha şimdiden kapitalist nitelikte olduŞunu ve kapitalist ilişkilerin kırsal alanda çok hızlı bir şekilde geliştiŞini belirtmiştir. Rusya’da Kapitalizmin Gelişmesi ’nde Lenin (1964) kapitalist gelişmenin Rusya’daki olasılıŞını ve varlıŞını göstermeye çalışmıştır. şç pazar sorunu Lenin’de önemli rol oynar. Onun temel argümanı şudur: Kapitalist üretim kendi pazarının yaratıcısıdır ve bunun tersi olamaz, yani kapitalist üretimin gelişmesi için bir pazarın önceden var olması gerekmez. Burada Lenin meta üretimi ve kapitalist işbölümünün köylülüŞün farklılaşması sonucunu nasıl doŞurduŞunu betimlemektedir. Marksist kuramın evrimine 50

Tarım Sorununa Modernleşmeci ve Klasik Marksist Yaklaşımlar

Lenin’ in katkısı iç pazarın gelişmesinde köylülüŞün farklılaşmasının rolünü ortaya koymuş olmasıdır. Lenin’in çalışması Marks’ın en az üzerinde durduŞu alanlarda yoŞunlaşmaktadır; örneŞin emeŞin özgürleştirilmesi, meta deŞişiminin artması ve pazarın genişlemesinde köylülüŞün dönüşümünün oynadıŞı rol gibi. Toplumsal işbölümünün gelişmesi, meta üretiminin yaygınlaşması sonucu köylülük bir farklılaşmaya uŞramıştır. Pazar ve rekabet koşullarına ayak uyduramayan küçük köylüler orta ve zengin köylülerin yanında çalışan ücretli işçiler haline dönüşmüşlerdir. Kiralık emek Lenin’in üzerinde durduŞu toplumsal farklılaşma mekanizmaları içinde en önemlisidir. Kırsal proletarya tümüyle hiçbir mülkü olmayan ücretli işçilerden oluşmadıŞı için kiralık emeŞin köylü ailesi üretiminin tamamlayıcısı olarak ne gibi bir rol oynamaktadır sorusu Lenin’ de önem kazanır. Zengin ve orta köylü haneleri daha çok aile dışı emeŞe gereksinme duyarken yoksul köylü haneleri de emeklerini pazarda satmak zorunda kalmaktadırlar. Böylece bir kırsal girişimci sınıfı ortaya çıkması ile köylülüŞün en alt tabakası yani emeŞini satmak, zorunda olan yoksul köylüler arasında karşılıklı bir baŞımlılık söz konusudur (Lenin 1964: 241). EmeŞini satmak zorunda olan ve bir miktar toprak parçasına sahip olan tarım işçileri Rusya’da kırsal proletaryanın en tipik bir örneŞidirler. Ayırt edici özellikleri bir miktar toprak parçası üzerinde önemsiz bir oranda tarımla uŞraşmak, işletmenin tümüyle mahvolmuş bir durumda olması, emek gücü satmaksızın varlıŞını sürdürememe, aşırı derecede düşük bir yaşam standardı (bir toprak parçasına sahip olmayan bir işçininkinden belki de daha düşük)... olarak sıralanabilir. Bu nedenle kırsal proletarya çoŞunlukla küçük bir toprak parçasının kontrolünü elinde tutması nedeniyle bir köylü görünümdedir. Toprakta bu pay (allotment) sahibi kırsal emekçilerin varlıŞı popülist Narodniklerin kapitalizmde bile köylülüŞün sü-

51

ÇaŞdaş Tarım Sorunu

regittiŞini iddia etmelerinin nedenlerinden biridir. Bu görüşe ve kapitalizmi tarımda ücretli işçi ile özdeştiren kimi Bolşeviklere karşı Lenin şu uyarıda bulunmaktadır: Kapitalizmin özgür topraksız işçiler gerektirdiŞi görüşü ana eŞilimi belirtmesi açısından doŞrudur ama kapitalizm tarıma özellikle yavaş ve deŞişik biçimlerde girmektedir. Kırsal emekçiye bir toprak parçası verilmesi çoŞunlukla kırsal alandaki işverenlerin çıkarınadır (Lenin 1960c: 177-8).

Lenin çeşitli tip kapitalist evrimin unsurlarının sonsuz sayıda birleşimlerinin olasılıŞını belirtmiştir. Birçok muhtemel gelişme yollarının varlıŞı köylü üretiminin heterojen niteliŞini ortaya koymaktadır. Bu yüzden köylülüŞe ilişkin aceleci genellemeler yapma tehlikesi her zaman söz konusudur. Yapılması gereken şey belli bir köylülüŞü diŞer üretim formları ve meta ilişkilerinin gelişmesi ile olan ilişkisi içinde incelemektir. Küçük bir toprak parçasına sahip olmakla proleter olmak birbirleriyle çelişkili olmak anlamına gelmez demektedir. Toprak mülkiyetinin ve üretim araçlarının belli ellerde toplanması, köylülerin proleterleşmesi, köylülüŞün giderek farklılaşması, zengin köylülerin yoksullar aleyhine güçlenmesi gibi eŞilimler kapitalizmin eŞilimlerini oluşturur. Ona göre bunlar sadece genel eŞilimlerdi, dolayısıyla belli bir zaman kesitinde kapitalizme geçisin çeşitli biçimleri köylülüŞün apaçık proleterleşmesini maskeleyebilir. Lenin ve Kautsky’nin bu benzer yorumları, özellikle kırsal kesimdeki proleterleşme sürecine ilişkin görüşleri bazı farklılıklarla çaŞdaş yazarlarda da gözlenir. ÖrneŞin Roseberry (1987), Banaji (1977a), Amin 1977), ve Amin ve Vergopoulos (1977) kırsal kesimdeki yoksul köylüleri gizli proleter olarak nitelemektedirler. Bu niteleyiş aslında kapitalizmin sanayideki gelişim sürecinin tarımdakinden farklı bir seyir takip ettiŞini ortaya koymaktadır. DiŞer yandan popülist Narodnikler ise köylülüŞü homojen, farklılaşmamış bir bütün olarak ele alma eŞilimin52

Tarım Sorununa Modernleşmeci ve Klasik Marksist Yaklaşımlar

dedirler. Onlara göre köylü üretimi kapitalist üretimden tamamen farklı ve ona zıt bir üretim tarzıdır. Farklılaşmamış bu kırsal yapıda ise kapitalizmin gelişmesi için zorunlu olan bir iç pazar mevcut deŞildir. Bu görüşü Lenin ciddi bir şekilde eleştirerek popülistlerin sermayenin insanlar arasında bir ilişki olduŞunu anlayamadıkları için köylülüŞün kapitalist ilişkiler içinde olduklarını ve köylülerin yoksullaşmalarının kapitalist bir sürecin bir sonucu olduŞunu hiçbir zaman anlayamadıklarım söylemiştir (Lenin 1960a: 92, 217). KöylülüŞü farklı bir üretim tarzı imiş gibi ele alan popülistler ile onu kapitalist üretim ile olan ilişkileri içerisinde ele alan Lenin arasındaki temel fark, farklı siyasi amaçlardan kaynaklanmaktadır. Popülistler farklılaşmamış ideal bir köylü komününün gelecekteki toplumun temelini oluşturacaŞını varsayarken Lenin için sosyalist üretime geçişin temel koşulu kapitalist ilişkilerin gelişmesidir. Popülistlerin kırsal yapıyı doŞru yansıtmamaları gibi olumsuz bir niteliklerine karşı Lenin de Zemstovo istatistiklerine dayanarak kırsal yapıdaki farklılaşmaları çok iyi bir şekilde çözümlemesine raŞmen geleceŞi ön görmede ayni şekilde başarısızdır. Çünkü ona göre gelişen kapitalizm köylülüŞü ortadan silecektir. Rusya’da Kapitalizmin Gelişmesi adlı kitabının 1907’deki ikinci baskısında Lenin kırsal ekonomide kapitalizmin iki farklı yoldan gelişeceŞini ileri sürmektedir: Prusya ve Amerika yolları. Reformist yol da dediŞi Prusya yoluyla kapitalizme dönüşmede feodal ilişkilere dayanan toprak aŞalıŞı kendisini yavaş yavaş kapitalist bir Junker ekonomisine dönüştürür. Devrimci olarak nitelenen ikinci yolda ise toprak aŞası ekonomisi bir devrimle parçalanır ve yerine küçük köylü işletmeleri geçer. KöylülüŞün farklılaşması sonucu hızlı bir kapitalistleşme sürecine girilir. Daha önce köylülüŞü kapitalizmin gelişmesini engelleyici nitelikte gören ve devrimin tek gücünün kent 53

ÇaŞdaş Tarım Sorunu

proletaryası olduŞunu, köylülüŞün ise ona ancak yardımcı olabileceŞini savunan Lenin anacak 1905’deki devrimci patlamalardan sonra Rusya’ya ilişkin kendi çözümlemelerinin eksik olduŞunun farkına vardı (Ennew ve diŞerleri 1977: 300). Özellikle 1905-1907 ilk Rus Devrimi’nde Sosyal Demokrasinin Tarım Programı (Lenin 1962: 217-431) adlı makalesinde köylülerin kendi başlarına toprak işgallerini devrimci olarak nitelemiş ve kent proletaryasının bunu desteklemesini istemiştir. Yani kent ve kır proletaryasının işbirliŞi yapmasını önermiştir. Lenin tarımda kapitalizmin gelişmesinin irdelenmesi konusunda sürekli bir deŞişme göstermiştir. Onun ikinci büyük kuramsal çözümlemesi 1915’deki ABD tarımının gelişmesi konusundadır. Burada normal olarak istatistiklerin özellikle yanlış kullanıldıŞını gösterir.4 Çiftlikler genişliklerinin azaldıŞını gösteren istatistikler bulunabilmesine raŞmen bu gerçekler kapitalizmin daha çok geliştiŞini yadsıyamaz. Çünkü kapitalist tarım genellikle topraŞın yoŞun bir kullanımım böylece de işlenen alanda bu azalmayı içermektedir. Bu çalışmada Lenin şu sonuca varıyor: Kapitalizmin ana eŞilimi büyük işletmelerin küçüklerinin yerine geçmesidir ama bu yerini alma küçük işletmelere derhal el konulması biçiminde yorumlanmamalıdır. Bu süreç küçük çiftçinin mahvolması, çiftliklerdeki koşulların giderek kötüleşmesi gibi yıllarca, on yıllarca sürebilen bir süreç olabilir (Lenin 1960c: 70). Fakat bu süreç sonunda köylülük ortadan kalkacaktır. –––––––––––––––––––– 4

Lenin’in daha 1915’de şstatistiklere dayanarak tarımda kapitalizmin gelişmesini işletme genişlemesi ve toprak toplulaşması gibi göstergelerle kanıtlamaya çalışmanın hatalarını belirtmesine ve Rusya’da Kapitalizmin Gelişmesi’ndeki çözümlemelerden oldukça uzaklaşmasına raŞmen nedense günümüz azgelişmiş toplumlarında tarımda kapitalizmin gelişmesi konusundaki birçok eser Lenin’in Rusya’da Kapitalizmin Gelişmesindeki istatistiksel yöntemini hala ısrarla kullanmaktadırlar. Bizdeki Boratav Erdost tartışması böyle bir yöntemin uygulanmasının bir örneŞidir. Bu yöntemin bir kalıp gibi Türkiye’ye uygulanmasının çok belirgin bir örneŞi için bkz. Börtücene (1977).

54

Tarım Sorununa Modernleşmeci ve Klasik Marksist Yaklaşımlar

I.5.3. KöylülüŞün Süregitmesi Tezi Kautsky ve Lenin’in eserlerinin yayınlanmasından sonra yüz yılı aşkın bir zaman geçmesine raŞmen küçük köylülük sadece azgelişmiş ülkelerde deŞil kimi gelişmiş ülkelerde bile bir üretim formu olarak varlıŞını sürdürmektedir. Bu gerçek akla iki tip düşünceyi getirmektedir. Ya yüz küsur yıllık bir zaman süresi köylülüŞün yıkılması için yeterli bir süre deŞildir ve dolayısıyla da daha fazla bir zamana gereksinme vardır ya da köylülüŞün tasfiyesi tezi azgelişmiş ülke gerçeklerini tam olarak yansıtmamaktadır. KöylülüŞün süregitmesini açıklayabilmek için yeni bir kavramlaştırmaya gereksinme vardır. Günümüz toplumsal bilimcileri arasında ikinci kanı oldukça yaygındır. Fakat sorun azgelişmiş ülke kırsal yapısının nitelikleri ve köylülüŞün durumunun açıklanmasına gelince çeşitli yazarlar arasında oldukça farklı yaklaşımlar görmek mümkün. Kimi yazarlar Marksist düşünce ile Chayanov’cu düşünceyi uzlaştırarak sorunu çözmeye çalışırken, kimileri sorunu üretim tarzlarının eklemlenmesi yaklaşımı, kimileri de dünya sistemi baŞlamında ele almaktadırlar. urası belirtilmelidir ki birçok yazarda açık veya kapalı bir şekilde Rus ekonomisti Chayanov’un etkisini görmek mümkündür.5 Chayanov’un çalışması (1966) Bolşeviklerin tarım programlarına karşı önemli bir silah olmasına raŞmen bu eserin günümüzdeki önemi onun köylü sorunlarını inceleyen Thorner (1966, 1971) ve Shanin (1972) üzerinde olan etkisinden dolayı deŞildir. Chayanov’un kuramı ‘köylü ekonomisi’ ve ‘köylü toplumu’nu ekonomi ve toplumun feodalizm ve kapitalizm gibi ayrı birer biçimi olduŞunu ileri süren yakla–––––––––––––––––––– 5

Son yıllarda Chayanov’a ilişkin veya-ondan etkilenen yayınların önemli olanlarından bazıları şunlardır: Amin ve Vergopoulos (1977), Amin (1977), Bernstein (1977, 1978), Ennew ve diŞerleri (1977), Galeksi (1972), Harrison (1975, 1977a, 1977b, 1979), Hunt (1979), Kerblay (1971), Littlejohn (1973, ş977), Millar (1970), Patnaik (1979) ve Shanin (1972, 1973).

55

ÇaŞdaş Tarım Sorunu

şımın açık bir örneŞi olmasından kaynaklanmaktadır (Littlejohn 1977: 118). Bu nedenle çaŞdaş tartışmaları etkilemesi ve kimilerine temel taşı teşkil etmesi bakımından Chayanov’cu yaklaşımın köylülüŞü irdelemesini detaylı bir şekilde gözden geçirmek gerekli görünmektedir. 1.5.3.1. Chayanov ve NeoNeo-popülist Köylü Anlayışı A. V. Chayanov 1920’lerde Bolşeviklerin tarım konusundaki görüşlerine kuramsal bir alternatif getiren tarımsal düşüncede Organizasyon ve Üretim Okulu’nun liderlerinden biridir. Organizasyon ve Üretim Okulu 19. yüzyıl sonlarında etkisi olan (popülist) Narodniklerin görüşlerini geliştirdiŞi için bu okula neo-populist okul adı yerilir. Chayanov’un köylülük kuramı ampirik materyalini Lenin’ın yaptıŞı gibi Zemstovo istatistiklerinden alır. Chayanov’un görüşleri 1905 Stolypin Reformları ve 1917 Bolşevik Devrimi sonrası topraŞın köylülere daŞıtılması sonucu baŞımsız köylü işletmelerinin hâkim olduŞu Rusya’da köylülüŞün verimliliŞinin arttırılması için serbest pazar sistemine karşı çıkan Trotsky önderliŞindeki sol muhalefet ile olan tartışma ortamında gelişmiştir. Komünist Parti içindeki Sol Muhalefet Yeni Ekonomik Politika çerçevesindeki uygulamaların köylülük içindeki zengin köylü ve kulak sınıfı geliştirerek zaten yeni olan komünist rejim aleyhine karşı devrimin temelini oluşturacaklarını söylemişlerdir. Sol Muhalefete göre bu güçlüklerin engellenmesi için köylü tarımının mekanize edilip kolektifleştirilmesi gerekir (Kitching 1982: 47). Bu görüşe karşıt olarak Chayanov’un kitabı köylülüŞün bir savunmasını temsil etmekte ve sol muhalefetin görüşünü kabul etmemektedir. Çok karmaşık olan bu savunmaların özü köylülerin kapitalist ve hatta proto-kapitalist olmadıklarıdır. Çünkü köylüler tümüyle farklı olan bir ekonomik rasyonele göre hareket etmektedirler (Kitching 1982: 47). 56

Tarım Sorununa Modernleşmeci ve Klasik Marksist Yaklaşımlar

Rus iller yönetimi (Zemstovo)’nin 4000 ciltlik çok detaylı köylü anketlerinden Chayanov özgül bir köylü ekonomisi kuramı formüle etmiştir. Chayanov kölelik, feodalizm, kapitalizm ve sosyalizm gibi üretim tarzı kategorilerine köylü ekonomisinin de eklenmesi gerektiŞini göstermeye çalışmıştır. Ancak böylece tarımın Bolşeviklerce kolektifleştirilmesinin önüne geçmenin meşrulaştırılabileceŞini düşünmektedir. Bir neo-populist olan Chayanov kolektifleşmeden yani sosyalizmden çok sosyalizasyondan yanadır. Neo-populistler özgül bir devlet içerisinde özgür köy toplulukları (obshchina) gerçekleştirmek istemektedirler. Obshchinalar da toprak ortak bir mülkiyette olacak ve kapsamlı bir kooperatif sistemi köylülerin kapitalistleri dışarda tutmasına olanak saŞlayacaktır (Mitrany 1951: 67). Chayanov’un kapitalistleşmeyi durduracaŞına inandıŞı bu sistemin uygulanabilmesi için köylülüŞün kendine özgü bir ekonomi sistemi olduŞunun gösterilmesi gerekmektedir. şşte Chayanov ‘un kitabı böyle bir çabanın ürünüdür. Tarım işletmelerinin bireysel kompozisyonuna ilişkin olan Chayanov’un kuramı aile emeŞine dayanan bir tarım işletmesi, emeŞin karşılıŞı olan tek ve bölünmez bir gelir ve emek-tüketim dengesi gibi üç kavrama dayanmaktadır. Chayanov’un görüşleri özetle şöyledir: Ona göre köylü aile işletmesini (hane üretimi) kapitalist işletmelerle karıştırmamak gerekir. Bu ikisi arasında hem örgütlenme ve hem de amaç bakımından önemli farklılıklar vardır. Kapitalist girişimlerin temel karakteri kâr elde etmek için ücretli işçiler çalıştırmaktır. Bunun aksine köylü aile işletmeleri ücretli işçi kullanmaksızın, aile emeŞi aracılıŞıyla geçimlik bir üretimi amaçlarlar. Kapitalist işletmede üretim, işçilere ödenen ücretler ve üretimin diŞer masrafları çıktıktan sonra ortalama bir kâr oranı elde edilmesini saŞladıŞı müddetçe kapitalist işletmeci ücretli işçi çalıştırmaya devam eder. Üretim düştüŞünde işçilerin bir kısmını işten çıkararak üretim masraflarını azaltır. Kapitalist işletme için emek deŞiş57

ÇaŞdaş Tarım Sorunu

ken bir masraf (deŞişken sermaye) iken aile emeŞi kullanan hane üretiminde emek sabit bir masraftır. Bir yıllık bir çalışmasının sonucunda hane bir miktar ürün elde eder. Aile işletmesinde ücretli emek ve ücret kategorileri olmadıŞı için bu ürünü kapitalist işletmedeki gibi net kâr, kira ve sermayenin faizi gibi kategorilere bölmek mümkün deŞildir. (Chayanov 1925: 5) Yani klasik ve neo-klasik ekonominin mevcut kavram ve doktrinleri aile emeŞine dayanan işletmelerin yapısını açıklayamaz. Bu kavramlar kapitalist girişimciler ve ücretli işçilerin çalıştıŞı girişimlerin davranışlarını açıklamak için geliştirilmişlerdir. Böylesi firmaların davranışlarının ekonomik kuramı, emeŞin ücreti, sermayenin faizi, topraŞın kirası ve girişimin kârı arasındaki niceliksel ilişkileri incelemeye yönelmiştir. Köylü ailesi işletmesinde ücret kategorisi olmadıŞı için diŞer kategorileri saptamak mümkün deŞildir. Yani ücretlerin olmadıŞı bir yerde aile işletmesi için net kazanç, kira ve sermayenin faizi hesaplanamaz. Bu nedenle bu işletmelerin davranışları üretimin dört ana faktörünün standart kuramları ile açıklanamaz. Aile işletmesi bir bütündür ve gelirleri de masraflar çıktıktan sonra çeşitli kategorilere bölünmeyen bir bütündür. Yıllık maddi giderler çıktıktan sonra geriye kalan aile emek ürünü üretim faktörlerine bölünemeyeceŞi gibi farklılaşmamıştır da. Bu aile emeŞinin ürünü bir köylü veya zanaatkâr aile emek birimi için olası olan tek gelir kategorisidir, çünkü onu analitik veya objektif olarak parçalara ayırmanın hiçbir yolu yoktur. Ücret olgusu olmadıŞı için net kâr toplumsal olgusu da mevcut deŞildir. Bu nedenle kapitalist hesaplamaları burada uygulamak mümkün deŞildir. (Chayanov 1925: 5).

Chayanov’a göre profesyonel ekonomistler köylü aile birimlerinin hepsini bir bütün olarak universal bir ekonomi içinde inceler ki bu yanlıştır. Aile birimlerinden oluşan ve 58

Tarım Sorununa Modernleşmeci ve Klasik Marksist Yaklaşımlar

ücret kategorisi olmayan ekonomiler tümüyle başka, bir ekonomik yapıya aittirler ve farklı bir ekonomi kuramı gerektirirler. Chayanov’a göre köylü ailesi yaşayan kuşaklar ve önceki kuşakların tarımdaki uzun deneyimlerini temel alan bir sübjektif deŞerlendirme ile işlerini yürütmektedirler. Kâr güdüsü ile hareket etmeyen aile işletmesinde üretimin sürdürülmesini açıklarken Chayanov aile gereksinmelerinin karşılanması ile üretimde sarf edilen emeŞin zahmetini ilişkilendiren ‘emek-tüketici dengesi’ adını verdiŞi bir kavram geliştirir. Ona göre her aile temel gereksinmeleri için yeterli olan yıllık bir verim elde etmek ister ama bu bir takım zorluklar gerektirir. Köylü ailesi minimum geçimlik seviyesini elde etmek için mümkün olduŞu kadar çok ve uzun bir süre çalışır. Fakat bir kez bu seviyeye ulaştıktan sonra sarf ettikleri emek hızla düşmeye başlar. şlkel teknoloji ile yürütülen tarım işini köylüler mecbur olduklarından bir an bile fazla yapmak istemezler. Köylü üretici eŞer göstereceŞi çabanın daha geniş yatırım veya tüketime ayrılabilecek daha fazla bir verim elde edeceŞine inanırsa çabasını arttırır. Ama muhtemel ürün sarf edilecek fazla emeŞin zorluŞuna deŞmezse köylü kendisini belli bir zahmet noktasının ötesinde çalışmaya zorlamaz. Bu noktaya Chayanov zahmet noktası adını verir. Ailenin minimum geçim seviyesine ulaşmadıŞı müddetçe köylü ailesi sarf ettiŞi emeŞin azalan marjinal verimliliŞine bakmaksızın günlerce ve saatlerce çalışmaya devam eder. Her aile kendi gereksinmelerinin tatmin derecesi ile sarf edilen emeŞin güçlüŞü arasında kaba bir denge kurar. Elde edilen emeŞin ürünün miktarı sadece emeŞin sarf ettiŞi çabanın derecesi tarafından belirlenmez. Ayni zamanda çalışan ailenin genişliŞi ve kompozisyonu tarafından, özellikle çalışabilen üyelerin çalışmayan aile üyelerine oranı (ki buna ‘tüketiciemekçi oranı’ adı da verilir) tarafından, topraŞın kalitesi ve üretim araçlarının elde edilebilirliŞi tarafından da belirle59

ÇaŞdaş Tarım Sorunu

nir. Emek- tüketici dengesinin çözümlemesinde zorluk derecesine ek olarak tüm bu faktörlerin de dikkate alınması zorunlu olduŞundan denge noktasının potansiyel olarak çok deŞişebilir olduŞu açıkça ortadadır (Littlejohn 1977: 120). Ama emek gelirin altına düşmeyeceŞi bir minimum nokta vardır ki o da ailenin geçim seviyesidir. Emek gelirinin miktarı ailenin demografik yapısı, emek biriminin verimliliŞi ve emeŞin çaba derecesi tarafından belirlenmesine raŞmen, sadece emeŞin çaba derecesini düzenlemek yoluyla aile, gelirini tüketim gereksinmeleriyle bir dengeye getirmektedir. Köylü ailesi az sayıda yetişkin ve çok sayıda çocuktan oluşuyorsa ‘emek-tüketici dengesi’ olumsuz olur, yani ailenin baŞımlı, üretken olmayan üyelerinin tüketim gereksinmeleri üretim kapasitesi tarafından dengelenememektedir. Bunun sonucu olarak ailenin yetişkin üyelerinin katlanmak zorunda olduŞu iş zorluŞu daha fazla olacaktır. Ama çocuklar büyüyüp üretime katkıları arttıkça aile emeŞi tüketici dengesi olumlu hale gelmekte ve toplam aile geçimliŞinin saŞlanmasında katlanılan zorluk her aile üyesi için azalma eŞilimi göstermektedir. Köylü ailesinin refahı toprak ve emek gücünün miktarına baŞlıdır. Chayanov’a göre ailenin nüfusu arttıkça elindeki toprak miktarı da artar ve ailenin refahı yükselir. Bir kez çocuklar büyüyüp aileden koparak kendi ailelerini kurunca yaşlanan ebeveynlerin geçimliŞi için gereken emek miktarı ve iş zorluŞuna katlanma kapasiteleri de azalmakta, buna baŞlı olarak ta işletmenin geliri düşmektedir. Ailenin parçalanması sonucu ortaya çıkan yeni işletmede ise demografik döngü yeniden başlamaktadır. Yani, yeni işletme çocuk sahibi olunca topraklarım genişletecek, çocuklar küçükken yetişkinler daha sıkı çalışacak, çocuklar büyüyünce katlanılan zorluk azalacak, evlenince işletme parçalanacak ve nüfus döngüsüne dayanan bu farklılaşma yeniden başlayacaktır. (Chayanov 1925: 67) 60

Tarım Sorununa Modernleşmeci ve Klasik Marksist Yaklaşımlar

Chayanov’un burada kapalı olarak söylediŞi şey kırsal alanda sınıfsal bir farklılaşmanın olmadıŞıdır. Kırsal alanda sadece nüfusa baŞlı döngüsel bir farklılaşma vardır. Yani Chayanov kırsal alandaki kapitalist gelişmeyi ve sömürü ilişkilerini tümüyle göz ardı etmektedir. Bu yüzden Chayanov’un kuramı zamanında kırsal farklılaşmayı sınıfsal anlamda alan Lenin ve sol muhalefet tarafından yoŞun bir şekilde eleştirilmiştir. Chayanov’a göre geçimlik üretimi amaçladıkları için köylüler çok düşük marjinal verimlilik durumlarında bile uzun süreler çalışmaya gönüllü olarak devam ederler. TopraŞın kıt ve mekanizasyonun güç olduŞu yerlerde köylüler emeklerini yoŞunlaştırarak verimliliŞi arttırırlar. Kapitalist çiftçi ise bunu yapamadıŞı için böylesi koşullarda köylü ürün fiyatları kapitalist çiftçininkinden daha az olabilir. Tabi bu köylünün kendisini ve ailesini yoŞun bir şekilde sömürerek çok düşük marjinal verim oranları için uzun süreler çalıştıŞı koşullarda olasıdır (Chayanov 1925: 239). Köylü ailesi kendi aile emeŞini sömürdüŞü için kapitalist işletmelerle rekabet edebilmektedir. Nüfussal farklılaşma kuramı ile kırsal alanda sınıfsal farklılaşmayı dışlayan Chayanov tarımdaki kapitalizmi nasıl görmektedir sorusunun yanıtı günümüzde kırsal dönüşüm ile ilgili kimi yazarları oldukça etkilemiştir. Chayanov’a göre tarıma kapitalizmin girişini ücretli işçi kullanan büyük işletmelerin genişlemesinde aramamak gerekir. Köylüler ticaret sermayesi tarafından meta üreticilerine dönüştürülüp pazara baŞlanmış ve böylece ticaret sermayesinin kontrolü altına girmiştir. Baskıcı kredi kurumları aracılıŞıyla köylü üretimi bir çeşit ‘sweatshop sistemine’ dönüştürülmüştür (Chayanov 1925: 257). Böylece köylülerin ürün ve girdilerini (kredi, gübre vb.) kontrol altına alarak ticaret sermayesi direkt üretime müdahale etme olasılıŞını bulmakta, kalite standartlarını belirlemektedir. Buna baŞlı olarak ta tohum daŞıtımı, gübre kullanımı, ürün rotasyon 61

ÇaŞdaş Tarım Sorunu

biçimleri vb. ticaret kapitalizminin kontrolüne girmektedir.6 Bu sürece köylü tarımın ‘dikey konsantrasyonu’ adı verilir. Bu süreç aracılıŞıyla köylü tarımı kapitalistlerin kontrolünde olan bir üretim süreci, ürünlerin işlenmesi ve daŞıtımı içerisine entegre olmaktadır. Bu süreçler çiftçileri başkalarının üretim araçları ile çalışan bir emek gücüne dönüştürür. Küçük meta üreticilerinin yaygın ve baŞımsız görünümlerine karşın bu gelişmeler tarımı bir seri en geniş işletmeler içerisinde yoŞunlaşan bir ekonomik sisteme dönüştürür. Bu sistem aracılıŞıyla tarım finans kapitalizminin en gelişkin biçimlerince kontrol edilen bir alana adım atmaktadır. Bu dikey kapitalist konsantrasyon ile karşılaştırıldıŞında işletmelerin 10 hektardan 100 veya 500 hektara dönüştürülmesi buna baŞlı olarak ta önemli sayıda çiftçinin yarı-proleter konumundan açıkça bir proleter konumuna transferi küçük bir detay olur (Chayanov 1925: 262).

Bu dikey konsantrasyon Avrupa ve özellikle Amerika’da oldukça ileri seviyededir ama Rusya’da pek gelişmemiştir. Chayanov’a göre devlet köylülüŞün dikey konsantrasyonunu -yani üretim alanının yatay olarak genişletilmeden verimliliŞin kredi, gübre ve diŞer girdiler aracılıŞıyla arttırılması- saŞlamak ve sürdürmek için kooperatifleri kullanmalıdır. Chayanov’cu gelenek tarımsal ilerlemede küçük çaplı teknolojiye önem verir köylülerin geliri daha çok emek kullanan küçük çaplı etkinliklerle yükseltilebilir. Chayanov’cu geleneŞe göre rasyonel bir örgütlenme ile köylü mülkiyeti ve aile işletmesi tarımsal girdilerin seviyesinin işgücü istihdamının ve üretimin yükseltilmesine en uygun biçimlerdir. –––––––––––––––––––– 6

Günümüz yazarları içinde bu görüşün etkileri Amin (1977), Bernstein (1977, 1977), Banaji (1977a) ve Roseberry (1978) de görülebilir.

62

Tarım Sorununa Modernleşmeci ve Klasik Marksist Yaklaşımlar

I.5.3.2. Chayanov’ Chayanov’un Eleştirisi Zamanındaki eleştirilerin yanı sıra Chayanov’cu görüşlerin yeniden canlanması son 10-20 yıl içinde eleştirilerini de birlikte getirmiştir. Chayanov’un modelindeki varsayımlar oldukça sınırlıdır. Özellikle köylü aile işletmesinde ücretli işçinin söz konusu olmadıŞı ve hanenin tek bir reisin kontrolünde bölünmez bir bütün olduŞu varsayımları kuşkuludur. Birçok farklı toplumdan toplanan veriler ikinci varsayımın hem açıkça hatalı olduŞunu göstermekte hem de kadınlarla çocukların baŞımsız rollerini oldukça ihmal ettiŞini ortaya koymaktadır (Harris 1982: 211). Ayrıca aileyi bir bütün gibi ele almakla aile içindeki yaşa ve cinsiyete dayalı hâkimiyet ilişkilerini de yadsımakta ve dolayısı ile de ailenin, içsel toplumsal ilişkilerinin kavramsal çözümlemelerini göz ardı etmektedir.7 Chayanov’daki aile ekonomisinin bütünlüŞü ve bölünmezliŞi anlayışı aileyi ulusal ekonomiden soyutlayarak ele almakta, aile birimi üzerinde ücretli emek ve emek pazarının hiçbir etkisi olmadıŞını varsaymaktalar (Harrison 1979: 89). şç ve dış toplumsal ilişkileri yokmuş gibi varsaymak sayesinde ancak Chayanov’cu gelenek köylü ekonomisi kavramım geliştirebilmiştir. Özellikle 1980’lerden beri neo-liberalizmin hâkim olduŞu günümüzde IMF, Dünya Bakası ve DTÖ gibi sermayenin kolektif temsilcililerinin etkisiyle dönüştürülen azgelişmiş ülkeler tarımlarında dış etkenlerden baŞımsız bir köylülüŞün olmadıŞı çok açıktır. Dolayısıyla da köylü ekonomisini küresel etmenlerden soyutlayarak kavramsallaştırmak doŞru deŞildir. DiŞer yandan Chayanov’un kuramı ancak topraŞın çok geniş bir şekilde elde edilebilir olduŞu yerlerde belki geçerli olabilir ama Kerblay (1971: 159) gibi Chayanovcuların iddia ettiŞi gibi bu iddia günümüz azgelişmiş ülkeleri –––––––––––––––––––– 7

Aile üretim birimleri içindeki sınıfsal farklılaşmanın kuramsal bir irdelemesi için bkz. Rey (1975).

63

ÇaŞdaş Tarım Sorunu

için geçerli olamaz. Toprakların belli sınıfların kontrolünde oluşu, öyle sanıldıŞı gibi bolca var olmaması en azından köylü işletme büyüklüŞün hanenin nüfus artışına oranlı bir şekilde artmasını engeller. David Harvey’in (2006) sözünü ettiŞi ‘mülksüzleştirme yoluyla birikim’ (accumulation by dispossession) günümüzde bireysel tarım arazilerinin serbest piyasa yoluyla el deŞiştirmesinin önemini vurgular. Bunun yanında da ulus üstü örgütlerin baskısıyla yoŞunlaşan serbest piyasa ekonomisinde tarım toplumlarının ortak olarak kullandıŞı meralar ve ormanlarda sermayenin kontrolüne girmektedir. Dolayısıyla da kırsal alandaki üreticiler kamusal mülkiyetlere de ulaşmaktan mahrum edilmektedirler ve sermaye bu yolla yeni birikim mekanizmaları bulmaktadır. Yani toprak ailelerin istediklerinde hemen elde edebilecekleri kadar bol deŞildir. Chayanov’cu kuramın azgelişmiş ülke kırsal yapışım açıklamadaki yetersizliŞinin ötesinde, yapısını açıklamaya çalıştıŞı Rus kırsal alanındaki deŞişmeleri de açıklamaktan uzaktır. ÖrneŞin Patnaik Chayanov’un nüfus temelli deŞişim kuramına karşı çıkarak, onun kuramını kanıtlamak için Rus kırsal kesimini temsil etmeyen istatistiksel verileri özellikle seçip kullandıŞım açıkça ortaya koymaktadır (Patnaik 1979: 381-83). Öte yandan Hunt’ın da belirttiŞi gibi Chayanov’un modelinin temelini köylü hanesinin ekonomik kaynaklarını kullanışının irdelenmesi oluşturmaktadır (Hunt 1979: 278). Chayanov’un köylü hane ekonomisinde kaynak kullanımı çözümlemesi belli köylü üretiminin niteliŞinin anlaşılmasında yardımcı olmaktadır ama gene de eksik ve hatalıdır. Ona göre kaynakların kullanılmasındaki kararı belirleyici olan faktör nüfus faktörüdür. Hâlbuki Hunt kaynak daŞılımını etkileyen nüfus dışı faktörlerin varlıŞını belirtmektedir, örneŞin çeşitli işlerin yerine getirilmesi üzerinde olan toplumsal baskı, eŞitim vb. (Hunt 1979: 281). Chayanov’cu kuramın kanıtlamaya çalıştıŞı şey köylülerin kendilerine özgü bir yaşam biçimi olduŞudur. Bu ya64

Tarım Sorununa Modernleşmeci ve Klasik Marksist Yaklaşımlar

şam biçiminde köylüler gereksinmeleri kadar ürün elde ederler, gereksinmelerinin ötesinde bir ürün elde etmek için çaba sarf etmezler çünkü mevcut üretim onların mutluluŞunu saŞlar. Yani siyasal anlamda kırsal alanda herkes istediŞi kadar üretip istediŞi kadar tüketiyorsa o zaman köylü ekonomisini kolektifleştirmeye, devletleştirmeye, toplumsallaştırmaya bir gerek yoktur, çünkü zaten her şey yerli yerindedir. Sosyalist deŞişiklikler gereksizdir. Bu sonuca yarmak için Chayanov’un kullandıŞı geçimlik kavramı çok önem kazanmaktadır. Çünkü ancak bu geçimlik seviyesine ulaşılınca köylü mutlu olmaktadır. Harrison bu geçimlik seviyesinin belirlenmesinin çok güç olduŞunu belirtmiştir (Harrison 1975: 413). Analiz ettiŞi köylülüŞün dışında olan bir toplumsal bilimci sadece gerçek tüketimi gözlemleyebildiŞi için asıl (ex-ante) gereksinmelerin tatmin edilip edilmediklerini veya ne dereceye kadar tatmin edildiklerini emek-tüketici dengesine bakarak söyleyemez. Ekonomik yapı içerisinde yalnız başına olmayan, büyük ölçüde diŞer insanlar tarafından kurulan fiyat ve maliyet yapılarıyla karşılaşan köylü için ortaya çıkan sonuçları bu emek- tüketici dengesi kavramı kapsayamaz, gerçek gereksinmeler ile etkin istem arasındaki farkı ve toplumun bu ikisi arasında aracılık yapma biçimini kavrayamaz (Harrison 1975: 413). Yani kısacası köylünün çalışmayı bıraktıŞı anda gerçekten ihtiyaçlarını karşılayıp memnun olduŞunu söylemek çok zordur. Ekonomik etkinliŞini nüfus ve toprak baskılarına göre düzenlediŞi ileri sürülen Chayanov’un hane ekonomisi yapısal krizlerden baŞımsız olarak düşünülmüştür. Yani köylü ekonomisi yapısal sorunlar diye bir şey bilmez ve genel krizlerle karşılaşmaz, sadece tek tek işletmeleri etkileyen özgül teknik problemler ve bireysel bunalımlar olabilir. Köylü ekonomisini krizlerden baŞımsız olarak düşünmekle Chayanov bu ekonominin içinde bulunduŞu ulusal ve uluslararası konumun etkilerini hiçe saymıştır (Harrison 1979). 65

ÇaŞdaş Tarım Sorunu

Tüm bu eleştirilere raŞmen Chayanov’cu kuram halen de yandaşlar bulmaktadır. Chayanov’un sınıfsal farklılaşmaya deŞil de nüfussal farklılaşmayı temel alan görüşleri Shanin (1972) tarafından yeniden ele alınmıştır. Devrim sırasında yoksul köylülerin neden zenginlere karşı durmadıklarını inceleyen Shanin köylü ailelerinin kendine özgü çok yönlü bir döngüsel toplumsal hareketlilik modeline sahip olduŞunu ileri sürmüştür. KöylülüŞün çok yönlü toplumsal hareketliliŞi köylü ailelerinin toplumsal pozisyonunun alternatif olarak aşaŞı doŞru ve yukarı doŞru hareket ettiŞini ve sınıfsal farklılaşmanın olmadıŞım göstermektedir. Shanin’e göre Marksistlerin öngördüŞü kutuplaşmanın buna baŞlı olarak da sınıf bilincinin var olmaması nedeniyle köylülük kırsal toplum içinde daha önce düşünülenden çok daha fazla güvenli bir yol almıştır (Shanin 1976: 24). Shanin’e göre hanelerin bölünmesi, birleşmesi ve yok olması kadar ailenin biyolojik yaşam döngüsüne ilişkin deŞişmeler gibi süreçler kırsal alanda farklılaşma eŞilimini körelten ve eşit bir düzeye getirme eŞilimine sahiptir. Shanin’in sosyo ekonomik eşitsizliklerin statik çözümlemesi sınıfsal çözümlemeyi içermez, çünkü Shanin analiz birimi olarak aile kategorisini alıp onun içsel deŞişim eŞilimlerine bakmakta, ailenin içinde bulunduŞu toplumsal konuma, dolayısıyla sınıfsal ilişkilere bakmamaktadır. Aynı sorun Chayanov’da da vardır. Aile işletmesinin temel birim olarak alındıŞı köylü ekonomisi Marksist üretim tarzı kavramının eşdeŞeri olarak kabul edilmektedir ki bu yanlıştır. Marksizm’de bir üretim tarzı ve belli bir üretim tarzından diŞerine tarihsel bir geçiş, üretim ilişkileri ile gelişen üretici güçlerin çelişkilerinin bir sonucudur. Chayanov’un köylü ekonomisi ise, tümüyle betimsel bir kategoridir, belli bir üretim ilişkileri bütününü içermez, sadece bireysel, atomistik, birbirinin ayni olan birimlerin basit bir toplamım ifade eder. Patnaik’in (1979: 379) de belirttiŞi gibi Chayanov’un köylü ekonomisi hanenin içsel 66

Tarım Sorununa Modernleşmeci ve Klasik Marksist Yaklaşımlar

ilişkilerinin irdelenmesinden ibarettir. Toplumsal bölüşüm, dönüşüm ve üretim ilişkilerinden söz etmemektedir. Chayanov köylü ekonomisinin dinamizmine ilişkin hiçbir şey söylememektedir. Köylü ekonomisinin nasıl ortaya çıktıŞı, başka ekonomilerin ortaya çıkmasına yol açıp açmayacaŞı veya açacaksa bunun mekanizmalarının ne olacaŞı konusunda hiçbir şeyden söz etmemektedir. Kanımca Chayanov’un önemi birçok eleştiriye konu olan kendine özgü bir ekonomi kuramında deŞil, kapitalizmin tarıma girişini ve üretim sürecini krediler, ileri girdiler vb. yolu ile dolaylı olarak kontrol altına alışına dikkatleri çektiŞinden dolayıdır. Daha 1920’lerde bu eŞilimi gören Chayanov adeta günümüzdeki azgelişmiş ülke tarımına kapitalizmin girişini önceden görmüştür. Fakat işin ilginç yanı Chayanov bu nüfuzun devlet eliyle kooperatifler yoluyla olduŞu zaman kapitalist farklılaşmanın olmayacaŞını varsaymıştır ki işte Chayanov’un bence en büyük yanılgısı buradadır. Bilinmesi gerekir ki kapitalizm gerek devlet ve gerekse uluslararası örgütler aracılıŞıyla tarımda ileri girdiler, kredi vb. kullanımı yoluyla üretim artışı saŞlama biçiminde olan ve Chayanov’un ‘dikey konsantrasyon’ adını verdiŞi mekanizmayla köylülüŞün ürettiŞi artıŞa el koymaktadır. Yani dikey konsantrasyon ve kooperatifler yoluyla köylülüŞün mutlak ürünü artsa bile refahı artmamaktadır.

67

Kapitalizmin Tarımda Gelişmesi: Yeni Yorumlar

II. Kapitalizmin Tarımda Gelişmesi: Yeni Yorumlar

Kautsky, Lenin ve Chayanov’un (klasikler) eserlerinin basımından 100 yılı aşkın bir zaman geçmesine raŞmen tarımda kapitalizmin gelişmesine ilişkin sorunlar halen çözülememiş ve tartışmalara açıktır. Görünüşte kapitalist olamayan yani ücretli emeŞe dayanamayan ilişkilerin süregitmesi birçok düşünürü bu ilişkileri yeni bir kuramsal yorumlama ile ele almaya yöneltmiştir. Klasik tasfiye kuramlarının (Lenin ve Kautsky) çevre ülkelerde aynen uygulanmayacaŞı görüşü birçok çaŞdaş yazarda yaygın bir kanıdır. şncelemelerin ilgi alanını büyük çoŞunlukla kapitalizmin neden sanayidekine benzer bir gelişme göstermediŞini, yani neden tarımda kapitalist tarımcı ile ücretli işçi sınıflarının egemen eŞilim olarak ortaya çıkmadıŞını açıklama çabası oluşturmaktadır. ÖrneŞin Amin gibi düşünen yazarlar belli koşullarda kapitalizmin diŞer üretim formlarını ve tarzlarını yıkmadıŞını ve kapitalizmin diŞer üretim tarzları ile eklemlendiŞini savunmaktadırlar. Burada eklemlenme sadece baŞlantı anlamında ele alınmayıp kapitalizmin toplumsal pratiklerinin diŞer üretim tarzları üzerinde bir müdahalesi olarak algılanmaktadır. Bazen de bu ilişki işlevsel bir biçimde alınıp kapitalizm öncesi ilişkilerin sürekliliŞi 69

ÇaŞdaş Tarım Sorunu

kapitalizmin işlevsel gereksinmelerinin bir sonucu olarak açıklanmaktadır. II.1. Köylü Üretim Tarzı Marksist yazarlar arasında çevre kapitalist ülkelerin kırsal yapılarının açıklanmasında feodal ve kapitalist nitelendirmeler yetersiz olduŞu için 1970’ler ver 1980’lerde yeni bir yaklaşım ortaya çıkmıştır. Bu yeni yaklaşım üretim tarzlarının eklemlenmesi sorunu üzerinde yoŞunlaşmaktadır.1 Somut toplumları toplumsal biçimler olarak ele alan bu yaklaşım kuramsal ilhamını Althusser ve Balibar’dan almaktadır. Bir toplumsal biçimlenme (social formation) içinde çeşitli üretim tarzları birbirleriyle eklemlenmiş olarak var olabilirler. Hâkim olan üretim tarzı diŞer baŞımlı üretim tarzlarını kontrolü altına alır. Toplumsal biçimlenmenin somut olarak algılanmasına karşın, üretim tarzı kavramı soyuttur ve üretici güçlerle bunlara tekabül eden üretim ilişkilerinin özel bir şekilde eklemlenmesi tarafından belirlenir. Burada üretim ilişkileri artıŞa el koymanın biçimlerini ve bunlara karşılık olan üretim araçlarının toplumsal bölüşümünün niteliŞini belirler. Üretici güçler ise doŞanın sömürülme biçimini yani belli bir ham maddenin belli bir ürüne dönüştürülme biçimini ifade eder. (Hindess ve Hirst 1975: 9-10) Bu şekilde apriori olarak betimlenen üretim tarzı kavramından giderek çeşitli üretim tarzlarına denk –––––––––––––––––––– 1

Üretim tarzlarının eklemlenmesinin sistematik bir şekilde şncelenmesini şlk kez Althusser’in (1970) etkisindeki Meillassoux (1964, 1972, 1975), Godelier (1972, 1977), Terray (1972), Dupre ve Rey (1978) ve Rey (1971, 1973) gibi Fransız ekonomik antropologlarında görüyoruz. Bunlar içerisinde eklemlenme fikrini en iyi işleyen Rey (1971, 1973)’dir. Rey’in bir eleştirisi için bkz. Bradby (1975); Althusser’ci bir etkiyle üretim tarzlarının ve eklemlenmenin bir irdelenmesi için bkz. Hindess ve Hirst (1975, 1977). Üretim tarzlarının eklemlenmesinin bir taraması için bkz. Foster-Carter (1979) ve Wölpe (1980), özellikle giriş bölümü. Althusserci üretim tarzı kavramı yardımıyla azgelişmişliŞin nasıl irdelenmesi gerektiŞine ilişkin bir yapıt için bkz. Taylor (1979).

70

Kapitalizmin Tarımda Gelişmesi: Yeni Yorumlar

gelen üretim ilişkileri ve üretici güçlerin dökümü gene apriori olarak yapılmaktadır. Ama Althussercilere göre somut toplumlar böylece soyut olarak betimlenen birçok üretim tarzlarını içinde barındırırlar. Bu yaklaşımın amacı çevre ülkelerde kapitalist olmayan çeşitli üretim tarzlarının kapitalizmin gelişmesini ne dereceye kadar engellediŞini ortaya koymaktır. Kapitalist olmayan üretim tarzlarının çevre ülkelerde kapitalizmle eklemlenmesi sonucu bu üretim tarzları ortadan kalkmamakta fakat hâkim olan kapitalist üretim tarzına baŞımlı bir biçimde onun amaçlarına hizmet etmektedir. şşte köylülüŞü bir üretim tarzı olarak ele alan Amin (1976, 1977), Amin ve Vergopoulos (1977) Marksizm ve Chayanov’u uzlaştırmaya çalışmaktadır. Onlara göre köylü üretim tarzı küçük meta üretim tarzları ailesine aittir. Bu üretim tarzının nitelikleri şöylece sıralanabilir. Bir kez üretici üretim araçlarından kopmamıştır. Köylüler aile emeŞine dayanan bir üretim süreci içindedirler ve bunun sonucu olarak da hane aynı anda hem bir üretim ve tüketim birimi, hem de bir yeniden üretim birimidir. Hane meta veya kullanma deŞeri üretmekte veya ikisinin karışımı bir ekonomik etkinlik içinde bulunmaktadır ve üretimin amacı kâr etmek deŞil yeniden üretimi saŞlamaktır. Kendine özgü toplumsal ilişkileri olan bu köylü üretim tarzı hiçbir zaman izole olmuş bir şekilde var olmamaktadır, daima öbür üretim tarzlarının hâkimiyeti altında varlıŞını sürdürür. Bu yaklaşımda günümüz çevre ülkelerinde köylü üretim tarzı kapitalist üretim tarzı ile eklemlenmiş bir konumdadır. Köylü üretim tarzı bir kez kapitalist bir formasyonla bütünleşince, kendi içeriŞinden koparılır ve kapitalist üretim tarzına baŞımlı bir hale gelir. Geçimlik üretime dayanan köylü üretim tarzında üreticiler çok düşük bir toplam gelire razı olduklarından dolayı, kapitalist tarım bunlarla rekabet edemez. Yani köylülüŞün süregitmesinin te71

ÇaŞdaş Tarım Sorunu

melinde geçimlik için üretim vardır, bu da kapitalist tarımın gelişmesine bir engel teşkil eder. Köylülerin kapitalist tarım ile rekabet etmesi demek küçük köylünün ürettiŞi ürün fiyatlarını, ister ulusal ister yabancı kökenli daha yeterli kapitalist tarımcı rakiplerinin seviyesine indirmesi anlamına gelir. Köylü gelirindeki bu azalma, onların gelirlerinde toprak mülkiyetinden dolayı toprak hesabına düşen kiraya denk bir miktarın yani toprak rantının ortadan kalkması demektir. Yani köylü üretim tarzı kapitalist bir toplumsal biçimlenmede kapitalist üretim tarzı ile eklemlendiŞinde, köylü üretim aracına (toprak) sahip olmaktan dolayı elindeki avantajını yitirmektedir. TopraŞın karşılıŞı bir geliri fiyat rekabeti yolukla yitiren köylünün eline geçen gelir ürün fiyatıyla ayni seviyeye inmiş olan emeŞinin fiyatıdır. Bu anlamda üretim aracına sahip olmayan proleter bir işçi ile sadece emeŞinin karşılıŞı bir ürün fiyatı elde edebilen köylü arasında hiç bir fark yoktur. Aradaki fark sadece köylünün üretim aracına sahip olmasından doŞan görünüş farklılıŞıdır. Üretim aracı sahipliŞi köylüye fazla bir gelir saŞlamamaktadır. Bu yüzden Amin köylüleri gizli proleterler olarak nitelemektedir. Amin bu sonuca Marks’ tan esinlenen kapitalist, ve Chayanov’ dan esinlenen köylü üretim tarzlarının eklemlenmesi kavramından kalkarak varmaktadır.2 Köylü üretim tarzının kapitalist üretim tarzı ile eklemlenebileceŞini ileri sürmek için bu üretim tarzının varlıŞının kuramsal olarak haklı gösterilmesi gereklidir. Oysa böyle bir üretim tarzının var olamayacaŞını ileri süren Ennew ve diŞerleri (1977), Bernstein (1977: 68), de Janvry (1981: 103-106) gibi düşünürlerin üzerinde birleştikleri bir nokta şudur: Köylü üretim tarzı veya basit meta üretim –––––––––––––––––––– 2

Köylülerin gizli proleterler veya ücretli işçi eşdeŞeri olduŞu sonucu, köylü üretim tarzının kapitalizmle eklemlenmesini kuramsal olarak olası görmeyerek reddeden Banaji (1977b), Bernstein (1977), Roseberry (1978) ve Clarke (1977) da da vardır.

72

Kapitalizmin Tarımda Gelişmesi: Yeni Yorumlar

tarzı kavramlaştırmalarının üzerinde durdukları ilişkiler bir hane üretim biriminin iç ilişkileridir. Bir üretim tarzı ise sadece üretim biriminin iç ilişkilerini deŞil toplumsal dolaşım ve bölüşüm ilişkilerini de içerir. Hane üretim birimi yeniden üretimin koşullarını kendisi belirleyemediŞi ve bu koşullar kendisi dışındaki üretim tarzları tarafından belirlendiŞi için Marksist anlamda bir üretim tarzı olamaz. Olsa olsa en çok bir meta üretim formu olabilir. De Janvry (1981) köylü üretim tarzının olanaksızlıŞını göstermek için şöyle bir görüş geliştirir. Bir üretim tarzının varlıŞını kabul etmek veya haklı göstermek için o üretim tarzının kendisini yeniden üretebildiŞini göstermek gerekir. Köylü üretim tarzı için bunu yapmak mümkün deŞildir. öyle ki köylülerin bir kâr amacıyla çalışmadıkları önermesi köylü üretim tarzının ayrılmaz bir parçasıdır. Tanımı gereŞi bu üretim tarzı ancak bir tek sınıfa yani köylü üreticileri sınıfına sahiptir, bu nedenle köylü üretim tarzının kendi içinde bir sömürü yoktur, sömürü ilişkilerinin bu üretin tarzının dışında olması gerekir. Sömürü ve içsel farklılaşma olmadıŞı müddetçe köylü üretim tarzı kendini yeniden üretebilir. Dış güçler ise köylülüŞün artıŞına el koyarak içsel farklılaşmayı engellerler. Ama gerçekte bu böyle deŞildir. Köylü üretim tarzının maruz kaldıŞı artıŞı dışarı çeken mekanizmalar bireysel dayatılmış mekanizmalar deŞil, pazar mekanizmalarıdır ve tüm köylüler için aynı şiddette geçerlidir. Bunun sonucu, olarak pazar tarafından daha çok korunan ve başarılı köylüler bir kısım artıŞı ellerinde tutabilirken, diŞer köylüler basit yeniden üretim düzeyinin altına itilirler ve böylece farklılaşma ortaya çıkar. Kısacası köylülüŞün pazar ilişkileri aracılıŞıyla yoŞun sömürüsü içsel farklılaşmaya neden olur ve köylü üretim tarzının tek sınıflı temeli de ortadan kalkar. DiŞer yandan, köylülerin kâr amaçlamadıkları önermesi de kuşkuludur. Marks’a göre küçük köylülerde kârın olmayışı, köylünün sömürülebileceŞi en son ‘mutlak limit’tir (Marx 1965: 805). Yani kâ73

ÇaŞdaş Tarım Sorunu

rın var olmayışı köylülerin davranışsal eŞilimlerinin deŞil sömürünün yoŞunluŞunun bir sonucudur. Buradan da de Janvry şu sonuca varıyor: Köylülük üretim tarzını savunanların köylünün davranışsal karakteristiŞinin belirleyicisi olarak ileri sürdükleri şey aslında köylünün artık emeŞinin çeşitli kanallarla kendisinden kopardıŞı sınıf ilişkilerinin sonucudur. Köylü üretim tarzının savunucuları yanlış bir şekilde basit yeniden üretimini köylülerin davranışsal karakteristiklerinin betimleyicisi olarak kullanmaktadır. Bu yanlışa köylülerin kâr elde edebilme olanaksızlıkları ile onların sözde varsayılan kâr için bir istem duymamalarını birbirine karıştırmalarından dolayı düşmektedirler (de Janvry 1981: 104, 105). De Janvry’e göre bu, sömürü ilişkilerini üreticilerin bir kâr amaçlamaksızın hallerinden memnun oldukları ve emek gücünün alınıp satılmasının göz göre göre dikkate alınmadıŞı köylü üretim tarzı ile kapitalist üretim tarzının eklemlenmesine dönüştürmektedir. Yani çelişki ve çatışmalar kırsal alanda sınıflar arasında deŞil de köylü ve kapitalist tarım arasındaki bir çatışma olarak veya tarımla sanayi arasındaki bir çatışma olarak görülmüştür. Bunun sonucu olarak da politik nedenlerle kırsal, alanda sınıfların gelişmesinin bilincinde olmayı asgari düzeye indirgemeye çalışanlar için bu yaklaşım ideolojik anlamda yararlı olmuştur. Bu da Rus Narodniklerinin kesin amacıydı ve bugünkü Lipton (1977) gibi popülistlerin de amacı budur (de Janvry 1981: 106). Bu eleştiriler köylü üretiminin kapitalizm için kırsal alanda en yararlı üretim biçimi olduŞunu ileri süren Vergopoulos için de geçerlidir. II.2. KöylülüŞün Kapitalizm şçin şşlevselliŞi: Vergopoulos Savı Sınıf çelişkilerini sektörler arası çelişkilere indirgeyen Kostas Vergopoulos (Vergopoulos 1978 ve Amin ve Vergopoulos 1977) tarımın kent kapitalizmi için işlevsel bir ro74

Kapitalizmin Tarımda Gelişmesi: Yeni Yorumlar

lünün olduŞunu ileri sürerken Kautsky ve Chayanov’un kuramlarını Marksist bir terminoloji içinde uzlaştırma çabasındadır. Vergopoulos tarımda sanayi tipi kapitalizmin olmamasını topraŞın ters niteliŞiyle açıklarken Kautsky’ nin kavramlarını kullanmaktadır. TopraŞın diŞer üretim faktörlerine kıyasla nicelik olarak sınırlı, nitelik olarak da deŞişik olması, sanayie kıyasla yatırımlara giderek azalan bir verimlilik göstermesi gibi özelliŞi tarımda kapitalizmin gelişmesini engelleyici niteliktedir. TopraŞın bu ters niteliŞi geniş işletmelere (ister feodal, ister kapitalist olsun) toprak mülkiyetinde tekelcilik olanaŞını verdiŞi ve dolayısıyla tarımsal ürün fiyatlarını yükselttiŞi için, kentsel sanayi kapitalizminin aleyhine işlemektedir (Mouzelis 1976: 484). DiŞer yandan, küçük üreticiler örgütsüzlükleri ve güçsüzlükleri nedeniyle topraŞın bu ters niteliŞini kendi yararlarına kullanamadıkları gibi kâr için deŞil de sadece geçimlikleri için çalışmaya kolayca zorlanabilirler. Yirminci yüzyılda büyük toprak sahipleri sınıfı bir düşüş gösterdiŞi ve toprak rantı kaybolma eŞilimine girdiŞi için, toprak tekeli kapitalizmin gelişmesi için artık büyük bir engel teşkil etmemektedir. Kent kapitalizmi, artıklarına el koymak için köylüleri sürekli olarak verimliliklerini arttırmaya zorlamaktadır. Bunun için de iç ticaret hadleri tarım aleyhine düşürülmekte, tarım ile sanayi arasında eşitsiz bir deŞişim oluşturulmaktadır. Tarımda kârlılık oranı düşük veya yok olduŞu için özel sermaye bu alanda yatırımdan kaçmakta, tarımsal artıŞa dolaşım yoluyla el koymayı tercih etmektedir. Sadece geçimliŞini amaçlayan küçük köylü ise düşen gelirini geçimlik seviyesine çıkarabilmek için üretimini modernleştirmek zorunda kalmaktadır. Burada devlet önemli bir rol oynayarak köylülerin işletmelerini modernleştirmeleri için gerekli kredi, gübre, ilaç vb. temin etmektedir. Köylü işletmesinin modernleşmesi sonucu üretilen artıŞa ticaret sermayesi eşitsiz deŞişim yoluyla el koymakta, köylülük ise her seferinde geçimliŞini elde etmek için giderek 75

ÇaŞdaş Tarım Sorunu

artan bir şekilde daha yoŞun çalışmak zorunda kalmaktadır. Vergopoulos’ un savı, kent kapitalizmine azami artıŞı tarımda üretmeye en uygun üretim tarzının aile ‘işletmesine dayanan basit meta üretim tarzı olduŞudur. Chayanov’cu bir aile işletmesi kavramı Vergopoulos’ un böyle bir sonuca ulaşmasına olanak vermektedir. Köylü aile üretimi yiyecek fiyatlarının düşük tutulmasını saŞlayan en yeterli üretim tarzıdır. Ona göre ‘köylü tarımı’ pre-kapitalist bir artık teşkil etmeyip kapitalizmle eklemleşen ve kapitalizm tarafından yaratılan bir üretim tarzıdır. Kapitalizmin hizmetine en yüksek artıŞı sunduŞu için ve köylüler kendi evlerinde adeta kapitalistlerin emrinde çalıştıkları için (pazar ilişkileri ve devlet hangi ürünün hangi kalitede üretileceŞini belirlediŞinden) köylü üretimi ‘kapitalistsiz bir kapitalizmdir’. Devlet ile ticaret ve sanayi sermayesi küçük köylüleri çok sıkı, kontrol altına alan koşulları yaratmakta ve bu koşullar altında tarımcı üretimini azami bir kâr elde etmek için deŞil fakat giderlerini karşılamak ve borçlarını ödemek için modernleştirmeye ve verimliliŞini arttırmaya zorlanmaktadır (Mouzelis 1976). Kâr gütmeyen aile tarımı sayesinde kentsel kapitalizm bir sermaye birikimi saŞlayarak gelişebilmektedir. Tarım ile kent ekonomisi arasındaki eşitsiz deŞişim bir yandan yiyecek fiyatlarının düşmesine ve dolayısıyla sanayideki ücretlerin düşük tutulmasına olanak verirken, diŞer yandan tarım kesiminde köylünün çalışma koşullarının kötüleşmesine neden olmaktadır. Köylülerin yaşam koşullarının kötüye gitmesi aile işletmelerinin ‘ilkel’ ve geri niteliklerinden deŞil, köylü üretiminin hâkim kapitalist sistemle bütünleşmesinin bir sonucudur. Kısacası, Vergopoulos’un çalışması kent kökenli kapitalist üretim tarzı ile kır kökenli basit meta üretim tarzının eklemlenmesini irdelemektedir. Bu eklemlenme sonucu kaynaklar sistematik olarak kırsal alandan kentlere transfer 76

Kapitalizmin Tarımda Gelişmesi: Yeni Yorumlar

edilmekte, köylü üreticiler biçimsel olarak toprak sahibi olmalarına raŞmen kendi evlerinde çalışan bir proleterin statüsüne düşürülmektedirler. Yukarda detaylı bir şekilde ele aldıŞımız köylü üretim tarzının kuramsal olarak var olup olamayacaŞına ilişkin eleştiriler Vergopoulos tezi için de geçerli olduŞundan bunları tekrara bir gerek yoktur. Vergopoulos’a yöneltilebilecek önemli bir eleştiri sınıfsal ilişkileri mekânsal ve sektörel ilişkilere indirgemesidir. Vergopoulos’un Marksist kavramlar kullanmasına raŞmen sömürü ilişkilerini kent ile kır arasına indirgemesi Marksizm’den bir sapmadır. Bu kırsal alandaki farklılaşmayı inkâr etmek anlamına gelir. Mouzelis (1976) Vergopoulos’un görüşlerini eleştirerek özellikle tarımın rasyonelleştiŞi ve kârların verimli bir şekilde yatırıma yöneldiŞi durumlarda büyük toprak sahiplerince elde edilen kârın sanayiin aleyhine olmadıŞını vurgular (Mouzelis 1976: 488). Vergopoulos tarım ile kent sanayii arasında gelişme açısından kesin bir farklılık ve karşıtlık görmektedir, hâlbuki bir sürü çok uluslu firmanın hem tarım hem de sanayideki yatırımlarında çeşitlilikler görülür. Bunun yanında hayvan yetiştiriciliŞi gibi bazı tarım alanları da başarılı bir şekilde kapitalistleşmişlerdir. Bu çeşitli tarımsal girişimlerin kent sanayiinin gelişimine zararlı olduŞunu söylemek biraz sorunlu görülmektedir. Tarımda kapitalizmin gelişememesini sadece topraŞın ters niteliŞine indirgemek kuşkuludur. Çünkü böylesi bir yaklaşım tarımın kendine özgü diŞer niteliklerini, örneŞin üretim ve emek süresinin eşdeŞer olmayışı, depolama, işçi tutulması, ürünün bozulması vb. gibi faktörleri dikkate almamaktadır. Vergopoulos’un kuramının temelinde, düşük tarımsal ürün fiyatlarının yoŞun aile emeŞi sarfiyatı ve daha ileri teknolojilerin benimsenmesini teşvik ettiŞi varsayımı vardır. Devletin kredi saŞlaması yoluyla köylü hanesinin gerekli teknolojiyi elde edebildiŞi ileri sürülmektedir ki bu Üçüncü Dünya ülkeleri için doŞru deŞildir. Bu ülke77

ÇaŞdaş Tarım Sorunu

lerin çoŞunda tarımsal teknolojinin satın alınması için gerekli olan devlet kaynakları çok sınırlıdır, (Glavanis ve Glavanis 1983: 29) ve bu kredilerin aslan payını büyük toprak sahipleri ve kapitalist çiftçiler elde etmektedir. ÖrneŞin Türkiye’de GüneydoŞu Anadolu bölgesinde büyük toprak aŞaları kredilerin büyük bir kısmını elde ederek tarımsal teknolojiye yönelirken, küçük köylüler çok sınırlı bir kredi elde etme olanaŞını bulmaktadır (Aydın 1986). Krediler yiyecek veya hayvan satın alma, düŞün, sünnet vb. gibi alanlarda harcandıŞı için köylünün yıldan yıla daha çok borçlanmasına neden olmaktadır. Zaten tapu karşılıŞı verilen ve çok sınırlı olan bu kredi ile köylünün yeni teknolojileri elde edip işletmesini modernleştirmesi mümkün deŞildir (Aydın 1986). Kırsal alandaki deŞişiklikleri tamamen kent kapitalizminin bir işlevi olarak ele alan Vergopoulos, kırsal alandaki sınıf dinamiklerini de tümüyle göz ardı etmektedir. II.3. Kapitalist Tarımın Gelişmesi Önündeki Engeller Sanayi kapitalizminin gelişmesi için kırsal alanda köylü üretiminin yaratılması görüşünü kabullenmek zorluŞunun yanında, köylülüŞün ve küçük üreticilerin yaşamlarını, sürdürdükleri, Marksist klasiklerin ileri sürdüŞü gibi tümüyle ortadan kalkmadıkları da bir gerçektir. Köylünün bir üretim formu olarak tarımda süregitmesini kimi yazarlar tarım sektörünün kendine özgü niteliklerinin tarımsal kapitalizmi engelleyici bir rol oynadıŞı görüşü ile açıklama çabası içindedirler. Bu görüşün özü kapitalizmin tarım sektöründe deŞil de sanayi sektöründe gelişeceŞi biçimindedir (Mann ve Dickinson 1978). Dünyanın çok az bir kısmında tarımda kapitalist üretim ilişkilerinin sanayideki gibi apaçık biçimde, yani tarımsal işletmelerin az sayıda kapitalist elinde toplanıp ücretli işçi kullanılması biçiminde ortaya çıkması bu görüşü haklı gösterir niteliktedir. 78

Kapitalizmin Tarımda Gelişmesi: Yeni Yorumlar

Mann ve Dickinson tarımda küçük meta üretiminin kapitalist üretim tarzının yanı sıra varlıŞını sürdürmesinin kapitalizmin niteliŞi gereŞi olduŞunu savunurlar. Tarımdaki üretim süresinin sanayideki üretim ve emek süresinden çok farklı olması biçimindeki tarımın kendine özgü niteliŞi ile tarımsal üretimde bilim ve teknolojinin seviyesi de küçük üreticiliŞin süregitmesinin nedenleri arasındadır. Kapitalizm üretim süresi ile üretimde sarf edilen emek süresini birbiriyle denkleştirmeye çalışır. Tarımda ise üretim süresi ile emek süresi arasında bir boşluk vardır ki bu da tarımı kapitalist üretim açısından çekici yapmamaktadır. Bu nedenle tarımda kapitalistleşme üretim süresinin başarılı bir şekilde azaltılabildiŞi alanlarda daha çabuk gelişmektedir. Üretim süresi ile emek süresinin kesin bir şekilde çakışmadıŞı tarım alanlarına sermaye büyük ölçüde gitmekten kaçınmakta ve bu alanları küçük üreticilere bırakmaktadır (Mann ve Dickinson 1978: 472-73). Tarımda sermayenin çok yüksek organik bileşimi (toprak, binalar ve makinaların deŞerinin emeŞe oranı)’nin sabit sermaye kullanımını verimsiz kılması, ürünlerin bozulması ve depolama sorunları, işçi saŞlanması ve yönetime ilişkin sorunlar tarımda sermaye yatırımı ve kapitalizmin gelişmesini engelleyici nedenler arasındadır. Tarımsal üretimde üretim süresi ile emek süresinin çakışmaması ve üretim süresinin çok daha uzun olmasından dolayı tarım kapitalisti, zorunlu olduŞu zamanlarda ücretli işçiye gereksinme duyacaktır. Tam zaman ücretli işçi ürün maliyetini yükseltip dolayısıyla kapitalist kârını düşüreceŞinden, kapitalist mevsimlik göçebe işçiye yönelmek zorundadır ki bu da yönetsel sorunlar doŞurmaktadır. Mann ve Dickinson’un ileri sürdüŞü gibi işçinin göçebe olması gerekmez. Kapitalist, çevredeki yoksul köylüleri kullanabilir. Yazarların çözümlemeleri gelişmiş kapitalist, ülkeler için geçerli olabilir ama az gelişmiş kapitalist ülkeler için söz konusu olamaz. Hele özellikle GüneydoŞu Ana79

ÇaŞdaş Tarım Sorunu

dolu Bölgesi’nde olduŞu gibi toplumda, belli bir sınıf topraŞa hâkimse ve ülkede sanayileşme kırsal yoksulların emek gücünü emecek seviyede deŞilse, kırsal alanda ister istemez emeŞini mevsimsel olarak çok ucuza satmaya hazır geniş bir insan kitlesinin bulunması kaçınılmazdır.3 GüneydoŞu’da olduŞu gibi işletmesi kuşaktan kuşaŞa miras yoluyla küçülen fakat kır dışında alternatif bir geçim kaynaŞı bulamayan köylü birbiriyle yarışarak toprak aŞalarının çiftliklerinde mevsimsel olarak çok ucuza çalışmaktadırlar. Bu işçiler göçebe işçiler deŞil bölgenin yerlileri olup, aŞa köyleri etrafındaki uydu yerleşme merkezlerinde yaşamaktadırlar (Aydın 1986). Kapitalist üretim ilişkilerinin tarımda sanayie göre zayıf kalmasını tarımın kendine özgü nitelikleriyle açıklayan yaklaşımın sık sık kullandıŞı bir görüş tarımsal üretimin doŞa koşullarına baŞımlı olmasıdır. Ama açıktır ki tarımsal üretimde makina kullanımı genişlediŞi zaman bu sınırlamadan büyük ölçüde kurtulmak mümkündür. Fakat tarımda özellikle toprak ve su gibi doŞal kaynakların önemi, makina kullanımından elde edilebilen teknolojik yararların birçoŞunu azaltmaktadır. Tarımda üretimin genişliŞi ve ritmi büyük ölçüde bölgenin doŞal kaynakları ve iklim koşullarının güvenirliŞi ile sınırlanmaktadır. DoŞal olarak hayvan yetiştiriciliŞi gibi bazı geniş çaplı tarımsal etkinlikler sanayideki sermaye yatırımının getireceŞi birçok riski beraberinde taşımamaktadır. Hayvan yetiştiriciliŞi tarım içerisinde bir uzmanlaşma alanıdır. Fakat tarımda sanayideki gibi yoŞun işbölümüne dayalı bir uzmanlaşmaya gitmek çok daha zordur. Sanayide uzmanlaşma üretim faktörlerinin üretici potansiyelini arttırırken bu tarımda tümüyle ters bir etki yapabilir. Tarımda üretilen ürün ve üretimde kullanılan yöntemlerde çok fazla bir uzmanlaşma, genellikle topraktaki besleyici maddelerin azalmasına, erozyon mey–––––––––––––––––––– 3

Benzer bir görüş için bkz. Perelman (1979).

80

Kapitalizmin Tarımda Gelişmesi: Yeni Yorumlar

dana gelmesine ve doŞal çevrenin bozulmasına yol açmaktadır. Tarımda kapitalist olmayan üretim formlarını sadece kent sanayiinin gelişmesine yaptıkları katkı açısından ele alan ve bu formların kapitalizmin bir işlevi sonucu yaratılıp sürdürüldükleri biçimindeki görüşler karşısında tarımda kapitalizmin gelişmesini önleyici tarımın kendine özgü nitelikleri savı önemli bir yer tutar. Tarımda kapitalist olmayan ilişkiler sadece kapitalizmin bir zorunluluŞu sonucu olarak deŞil de tarımın sermaye yatırımı bakımından sahip olduŞu göreli dezavantajlar açısından da açıklanabilir; Bu anlamda gerek Kautsky’nin ve gerekse Mann ve Dickinson’un yapıtları dikkate deŞer bir öneme sahiptir. Fakat bu demek deŞildir ki tarımda kapitalist olmayan üretim formlarının süregitmesi sadece tarımın kendine özgü, kapitalizmi sınırlayıcı nitelikleri ile açıklanabilir. Bunun yanında ülkenin kapitalist dünya sistemi içindeki yeri, ülkedeki sanayileşmenin niteliŞi, kapitalist sanayileşmenin tarım sektöründen artık çekiminin mekanizmaları gibi faktörlere de bakmak gerekir. II.4. Kapitalizm ve Feodalizm Tartışmaları Kırsal alanların yapısal dinamiklerinin saptanması sadece akademik bir sorun deŞildir. AşaŞıdaki Türkiye, Hindistan ve Latin Amerika tartışmalarında görüleceŞi gibi, kırsal alanın yapısının doŞru bir çözümlemesi siyasal açıdan büyük bir önem taşımaktadır. Marksist yazarlar kırsal sınıf dinamiklerini saptamak yoluyla işçi ve köylüler ittifakının ne derece gündemde olduŞunu belirlemek amacındadırlar, bu ise siyasal programlar için can alıcı bir öneme sahiptir. Birçok az gelişmiş ülkede rastlanan toprak sahibi köylü, yarıcı, ortakçı vb. gibi kategorilerin çok iyi irdelenmesi gerekir. Bunu yaparken de kategorileri içinde bulundukları uluslararası ve ulusal konumdan soyutlamamak, kapitalist 81

ÇaŞdaş Tarım Sorunu

sistemdeki sermaye birikim süreci içerisinde ne anlama geldiklerini çok dikkatli bir şekilde ortaya koymak gerekir. Maalesef bu, Türkiye tarımı üzerinde olan tartışmalarda yapılmamıştır ve bundan Türkiye solunun kaybı çok büyüktür, II.4.1. Türkiye’ Türkiye’de Tarım Sorunu I960 ve 1970’li yıllarda Türk Solu içerisindeki siyasi gelişmeler Türk ‘Tarım Sorunu’na ilişkin tartışmalarla yakından ilişkilidir. Tartışmalar ikili bir öneme sahiptir. Birincisi, Türkiye kırsal alanının uŞradıŞı dönüşümlerin anlaşılmasına veya yanlış anlaşılmasına katkıda bulunmuştur. şkinci olarak da, tartışmaların kuramsal sonuçları Türk Solu’nun çeşitli bölüngüleri tarafından siyasi stratejilerin belirlenmesinde kullanılmıştır. Kuram ve pratiŞin bütünlüŞüne, kuramlarının doŞruluŞuna ve zamanın olgunluŞuna inançla binlerce öŞrenci yol gösterileri yaparak devrim çaŞrısında bulunmuştur. Bir kısım öŞrenciler ise işçi sınıfının müttefiki köylüleri Milli Demokratik Devrim için örgütlemek üzere kırsal alanlara gitmişlerdir. Beklentilerin aksine Türkiye’nin koşulları Milli Demokratik Devrim veya Sosyalist Devrim deŞil, 1971 ve 1980’de askeri müdahaleler getirmiştir. AşaŞıda Türk Tarım Sorunu’na ilişkin tartışmalardaki görüşlerin kuramsal olarak zayıf ve ampirik olarak da temelsiz olduklarını göstermeye çalışacaŞım. Tartışmadaki farklı görüşler üretim tarzı kavramının hatalı anlaşılmasından kaynaklanmaktadır. Tarım sorununa ilişkin tartışmalara birçok kişinin küçük çapta, da olsa katkısı olmuştur4 ama en büyük katkı Korkut Boratav ve Muzaffer Erdost’tan gelmiştir. Türkiye –––––––––––––––––––– 4

Tartışmaya katkısı olanlardan bazıları şunlardır: Boratav (1969a, 1969b, 1970a, 1970b), Erdost (1969a, 1969b, 1968c, 1969d, 1970) Kardam (1970), Kutlay (1970a, 1970b)

82

Kapitalizmin Tarımda Gelişmesi: Yeni Yorumlar

şşçi Partisi’nin dergisi Emek’te yayınladıŞı ve Gelir DaŞılımı adlı kitabındaki görüşlerini özetleyen Boratav (1969a, 1969b) Türkiye tarımında birbirinden farklı üç üretim ilişkisinin gözlemlenebileceŞini ileri sürmüştür: Küçük (basit) meta üretimi, kapitalist üretim ve feodal ve yarı-feodal üretim. Bunlar içinde ticaret ve tefeci sömürüsüne maruz olan basit meta üretimi en yaygın olanıdır. Boratav basit meta üretimi ile ticaret ve tefeci sermayesi arasındaki sömürü ilişkilerini kapitalist sömürünün ilkel biçimleri olarak görmektedir. Tarımın büyük bir kesiminin ilkel kapitalist sömürünün etkisinde olması gerçeŞi Türkiye’de ilkel kapitalist bir üretim tarzının hâkim olduŞu sonucuna götürmektedir. Gelir DaŞılımı’nda Boratav istatistiksel veriler kullanarak Türkiye’de feodal ve yarı-feodal ilişkilerin önemsizliŞini göstermeye çalışır. Ona göre yarıcılık veya daha katı biçimlerde görünen feodal ve yarı-feodal sömürü ilişkileri, bir toprak aŞasının bir veya daha fazla köye sahip olduŞu durumlarda güçlüdür. Köy şşleri BakanlıŞı’nca yapılan ve 43 ilde 22.047 köyü kapsayan Köy Envanter Etütleri’ne göre tümüne bir aŞa, aile veya sülale tarafından sahip olunan köylerin sayısı sadece 701’dir ve bu toplam köylerin ancak yüzde 3,2’sidir. Bu oran doŞu illerinde daha yüksektir ama Tunceli, AŞrı, Hatay, Mardin, Erzurum, Diyarbakır, Siirt, Urfa ve Gaziantep gibi on bir doŞu ilinde gene de yüzde 11’i geçmemektedir. Buradan çıkarılan sonuç şudur: Feodal ve yarı-feodal ilişkiler çok sınırlıdır ve DoŞu Anadolu’da ancak köylerin yüzde onunu kapsamaktadır. Feodal ye yarı-feodal ilişkilerin sınırlılıŞını göstermek için Boratav’ın kullandıŞı bir diŞer ölçüt de yarıcı olarak çalışan topraksız köylülerin sayısıdır. Köy Envanter Etütleri’nin verilerini kullanan Boratav’a göre 43 ilde topraksız yarıcılar toplam çiftçi ailelerinin yüzde 2,6’sını oluşturur. Buna toprak sahibi olup ta yarıcı olan aileleri de ilave edersek bu oran oldukça yükselir. 1963 Tarım Sayımı’na göre 83

ÇaŞdaş Tarım Sorunu

yarıcılık yapan ailelerin toplam çiftçi ailelerine oranı yüzde 15’tir. Yarı-feodal bir ilişki olarak düşünülebilmesi için yarıcılıŞın küçük işletme biçiminde olması gerekir. Küçük toprak sahipleri için yarıcı olarak çalışan köylüler hesaba katılmazsa, 500 dönüm ve daha fazla topraŞa sahip olan toprak aŞaları için yarıcı olarak çalışan köylülerin sayısı 90.000 (toplam çiftçi ailelerin yüzde 2,6’sı) olarak ortaya çıkar (Boratav 1969a: 108-112).5 AŞalıŞın sınırı 200 dönüm olarak alınırsa, Boratav’ a göre, tarımcı ailelerin ancak yüzde 3,3’ü yarıcı olarak kabul edilebilir. Tarımda feodal ve yarı-feodal ilişkilerin niteliŞi ve boyutlarım saptamak için Boratav’ın şu üç ölçütü kullandıŞı açıkça ortadadır: topraksız ailelerin sayısı, büyük toprak sahiplerinin topraklarını yarıcı olarak işleyen ailelerin sayısı ve bir toprak aŞası, aile veya sülaleye ait olan köylerin sayısı. Buradan giderek feodal ve yarı-feodal bölüşüm ilişkilerinin Türkiye tarımında yüzde 2,6 ile 3,3 arasında önemsiz bir orana sahip olduŞu sonucuna varmaktadır. Ama Boratav’a göre Türkiye tarımı saf anlamda kapitalist de deŞildir. Çünkü çiftçi ailelerin sadece yüzde 10’u ücretli isçi olarak çalışmaktadır; bu da Türk kırsal alanında hâkim olan üretim ilişkisi olarak kabul edilemez. En yaygın üretim ilişkisi kırsal nüfusun yüzde 75-80’ini kapsayan ve küçük mülkiyete dayanan küçük meta üretimidir (Boratav 1969a: 112-113). Küçük üreticiler artık ürünlerini feodal unsurlara deŞil tüccar ve tefeci sermayesine kaptırdıŞı için Boratav Türkiye’de geri bir kapitalizmin hâkim olduŞu sonucuna ulaşmaktadır. Boratav’ın Türkiye’de var olan kapitalizmin tümüyle gelişmiş bir kapitalizm olmadıŞı görüşü belki doŞru olarak kabul edilebilir ama Türkiye’de kapitalizmin geriliŞini saptamada kullandıŞı yöntem oldukça kuşkuludur. Kapitalizmin veya feodalizmin varlıŞının saptanmasında toprak büyüklüŞünün bir ölçüt olarak ele alınması ol–––––––––––––––––––– 5

Sayfa numaraları Gelir DaŞılımının 1976’daki ikinci baskısına aittir.

84

Kapitalizmin Tarımda Gelişmesi: Yeni Yorumlar

dukça hatalıdır. Yarıcılık ilişkilerini yarı-feodalizm ile özdeştirmek de pek ikna edici bir argüman deŞildir.6 Latin Amerika üzerine yapılan birçok çalışma yarıcılık kurumunun büyük toprak aŞalarınca kullanılmasının feodalizmin bir işareti olmadıŞını fakat büyük toprak sahiplerinin kârlılık hesaplarının bir sonucu olduŞunu ortaya koymuştur.7 Toprak aŞası-yarıcı ilişkilerinin en yaygın olduŞu GüneydoŞu Anadolu Bölgesi üzerine yaptıŞım kendi çalışmam da şu gerçeŞi ortaya koymuştur: Birçok durumda tarımsal üretimde ücretli işçi deŞil de yarıcı kullanmak toprak sahibi için hem ekonomik hem de politik açıdan çok daha yararlıdır. (Aydın 1980, 1986) Sermaye birikimi kapitalizmin temel özelliklerinden biridir ve toprak aŞasının aldıŞı kararlarda sermaye biriktirme, çabasının etkisi çok büyüktür. Bir ülkede kapitalizmin mi yoksa feodalizmin mi hâkim olduŞu araştırılırken bir üretim birimi içerisindeki üretim ilişkilerine veya üretim sürecinin niteliŞine bakmak yanlış yargılara sürükleyici niteliktedir. Boratav, tek tek üretim birimleri içindeki ilişkilere bakmak suretiyle, üretim tarzı kavramı ile üretim sürecini veya üretim ilişkilerini birbirine karıştırmaktadır. Tarımla uŞraşan hanelere bakarak yarıcılıŞı yarı-feodalizm, ücretli işçiliŞi de kapitalizm ile eşdeŞer tutmak doŞru deŞildir. Boratav’ın ampirist yöntemi onu statik bir üretim tarzı kavramına götürmektedir. Boratav üretim tarzı kavramı üretim ilişkilerinden çıkarılmakta ve üretim ilişkileri de geçerliliŞi kuşkulu olan ista–––––––––––––––––––– 6

7

1980’lerde kaleme alırken ilk kez vurguladıŞımız bu olguda ne kadar haklı olduŞumuzu 2012 ve 2103 yıllarında Antalya ili Kumluca ilçesinde sözleşmeli çiftçiler ile yaptıŞımız alan araştırması açıkça ortaya koymaktadır. 1990’ lardan sonra dünya tarımını hakimiyeti altına alan üçüncü gıda rejiminde Çok Uluslu irketlerin (ÇÜ ) gelişmekte olan ülke tarımlarını küresel gıda şirketlerinin gereksinme duyduŞu ürünleri ürettirmek için çeşitli emek biçimlerini (ortakçı, maraba, ücretli) kullandıŞını ve onları sermaye birikim sürecinin önemli bir mekanizması olarak doŞrudan veya dolaylı olarak yönlendirdiŞini Antalya örneŞinde açıkça görmekteyiz. Bu konu daha sonraki bölümlerde detaylı olarak irdelenecektir. Bir örnek için bkz. Martinez-Alier (1977).

85

ÇaŞdaş Tarım Sorunu

tiksel verilerden elde edilmektedir. Bu hata Boratav’a özgü deŞildir. Marksizm’ in belli bir kesiminde oldukça yaygındır. şlerde Hindistan tartışmalarında da benzeri yaklaşımların var olduŞunu göreceŞiz. Rusya’da Kapitalizmin Gelişmesi ’nde Lenin, kapitalizmin özellikle tarımda çok stereo tipik bir şekilde anlaşılmasına karşı bizi uyarmaktadır. Aynı şekilde Kautsky de tarımda kapitalizmin sanayideki gibi gelişmesi gerekmediŞini ortaya koymuştur. Tarımın kendine özgü nitelikleri doŞrudan üreticilerin üretim araçlarından kopmalarını engelleyici bir rol oynamaktadır. Tarım sorunu Marksist yöntemle incelenirken asıl sorun küçük ölçekli tarımın ortadan kakıp kalkmadıŞı deŞildir. Asıl sorun kapitalist üretim koşularında tarımın geçirdiŞi dönüşümün niteliŞi sorunudur. Burada can alıcı nokta sermayenin tarımı kontrolü altına alıp almadıŞıdır. EŞer alıyorsa yapmamız gereken şey bu kontrolün mekanizmalarının saptanmasıdır. DiŞer bir deyişle sermaye eski üretim biçimlerini nasıl yıkmaktadır ve hangi mekanizmalarla yeni üretim biçimleri ve koşulları yaratmaktadır. Bu soruların cevapları kapitalizmin anlaşılmasında bize bir yön verecektir (Kautsky 1899: 6). Burada Kautsky farkında olmadan Marksın yaptıŞı önemli bir ayrıma işaret etmektedir. Marks kapitalizmde emeŞin sermaye tarafından iki şekilde kontrol edildiŞini vurgular: EmeŞin gerçek kontrolü (real subsumption) ve emeŞin biçimsel kontrolü (formal subsumtion). Gerçek kontrol ücretli emek ile sermaye arsındaki ilişkide ortaya çıkar. ekilsel kontrolde ise emek ücretli emek deŞildir (örneŞin hane işletmelerindeki aile emeŞi) ama sermaye onları dolaylı bir biçimde kendi birikim sürecine dâhil eder ve çeşitli mekanizmalarla onlardan artık transfer eder. Tarımda kapitalist hâkimiyetten söz edebilmek için Boratav’a şu soruyu sormalıyız: ampirik olarak rakamlarla ifade edilebilen ücretli işçi sınıfının sayısal hâkimiyeti tarımsal kapitalizm için gerçekten zorunlu mudur? ÖrneŞin 86

Kapitalizmin Tarımda Gelişmesi: Yeni Yorumlar

kapitalizmi bir dünya sistemi olarak ele alan Wallerstein ücretli işçi kategorisinin kapitalizmin kullandıŞı zorunlu emek formu olmadıŞını fakat kullanılması olası olan birçok emek formundan sadece bir tanesi olduŞunu ileri sürmektedir (Wallerstein: 1974). Tüm bu eksikliklerine raŞmen Boratav’a hak ettiŞi krediyi de vermek gerekir. Boratav son yıllarda çok etkili olan üretim tarzlarının eklemlenmesi kavramına çok yaklaşmıştır. Türkiye’de kapitalizmin niteliŞinden söz ederken, Boratav kavramı kullanmamakla birlikte aslında eklemlenme olgusunun birçok unsurlarını bir araya getirmektedir. Ona göre bir toplumsal kuruluşta çeşitli üretim ilişkileri yan yana veya iç içe yaşar.8 Bu üretim ilişkilerinden bir tanesi hâkim üretim ilişkisidir, diŞerleri ise bu üretim ilişkisine baŞımlı ilişkilerdir. Toplumun üst yapısına uygun olan üretim ilişkileri hâkim olan üretim ilişkileridir. (Boratav 1970a: 178-180) Burada dikkat edilmesi gereken nokta, tüm tartışmalar boyunca üretim ilişkisi kavramı ile üretim tarzı kavramının deŞişmeli olarak birbirinin yerine kullanılması ve dolayısıyla iki kavramın Boratav tarafından birbirine karıştırılmalıdır. Belli üretim ilişkilerinin (ve üretim tarzlarının) varlıŞının saptanmasında Boratav’ın istatistiksel verileri nasıl kullandıŞını biliyoruz. Bir toplumsal kuruluşta bir üretim tarzının diŞerleri üzerine hâkim olması, Boratav’ın yazılarında, baŞımlı üretim tarzlarının hâkim üretim tarzının hareket yasalarına tabi olması anlamına gelmemektedir. Onun istatistiksel verileri ele alış biçimine göre, bir üretim tarzının diŞerleri üzerine hâkim olması demek bu üretim tarzının ilişkilerinin oransal olarak diŞerlerinden daha fazla olması demektir. Bu nedenle üc–––––––––––––––––––– 8

Çeşitli üretim şlişkilerinin birlikte var oluşu düşüncesi aslında pek yeni deŞildir. Marks’ın Kapital’inde ve Dobb’un (1946) kapitalizmin gelişmesine ilişkin önemli eserinde özellikle feodalizmden kapitalizme geçiş döneminde feodal ilişkilerin çözülmeye başladıŞı ve kapitalist ilişkilerin feodal yapı içerisinde giderek yeşermeye başlaması görüşü çeşitli üretim ilişkilerinin bir toplumsal biçim içinde var olabileceŞinin örnekleridir.

87

ÇaŞdaş Tarım Sorunu

retli işçiyi temel alan kapitalist üretim tarzı Türkiye toplumsal kuruluşunun yüzde 10’unu, yarıcılıŞı temel alan feodal ve yarı-feodal üretim ilişkileri yüzde 5-10’unu ve küçük işletmelere dayanan basit meta üretim ise yüzde 7580’ini oluşturmaktadır (Boratav, 1970a: 211 ve 1969a: 113). Boratav’ın üretim tarzının istatistiklere dayanan tanımı kabul edilse bile, eklemlenme görüşü anlamında hâkim bir üretim tarzından söz etmek mümkün deŞildir. Bunun yerine ileri sürülen şey biri diŞerlerinden daha çok yaygın olan bir kaç üretim tarzının birlikte var olmasıdır. Bu tür yaklaşımlar Banaji tarafından eleştirilmiştir. Ona göre bir ekonomide tek tek üretim birimleri emeŞin sömürüsünün çeşitli ilişkilerini gösterebilir, önemli olan nokta, bu girişimlerin ekonominin hareket kanunlarına tabi olmalarıdır. Bir üretim tarzım emeŞin sömürü biçimleriyle özdeşleştirmek, vulger Marksizm yapmaktan başka bir şey deŞildir. Çeşitli üretim tarzları (dönemleri) içerisinde ortaya çıkabilecekleri için ücretli emek, yarıcılık vb. gibi sömürü ilişkileri basit kategorilerdir. ‘Üretim tarzı’ kavramı, tek tek girişimlerdeki veya ekonominin kimi kısımlarındaki çeşitli sömürü ilişkilerinin yaşamlarını sürdürmeye devam etmeleri ve yeniden üretilmelerine indirgenemez veya bunlardan çıkarılamaz. Kapitalizmin hâkim olduŞu bir ekonomide ‘kapitalizm öncesi girişimler, şekilsel görünüşlerinin aksine, aslında kapitalist hareket yasalarına tabi olduklarından özde kapitalisttirler’. (Banaji, 1977b) Aynı şekilde Bernstein (1977: 60-73) kapitalizmin evrensel bir karakter kazandıŞını, diŞer üretim tarzlarının tipik emek biçimlerinin tümüyle olmasa bile kısmen dönüşüme uŞratıldıŞı hallerde bile, kapitalizmin bu biçimlerin yeniden üretim koşullarını yıktıŞını vurgulamıştır. Üretim birimlerindeki emek süreci eski şekline benzese bile, örneŞin aileye dayanan köylü işletmesi, artık bu üretim tarzı kendi yeniden üretiminin koşullarını belirleyemez durumdadır. Çünkü metalaşma ile birlikte dolaşım ve bölüşüm ilişkileri aile üretim biriminin dışındaki dinamikler tarafından belirlenmektedir. 88

Kapitalizmin Tarımda Gelişmesi: Yeni Yorumlar

Daha önce de belirttiŞim gibi, Boratav’ın Türkiye’de geri bir kapitalizmin varlıŞı savı doŞru olabilir ama onun istatistiklere dayanan ampirist yöntemi böyle bir sonucu haklı göstermekten uzaktır. Kırsal yapıların niteliŞi sadece ücretli işçilerin sayısını, sahip olunan toprak miktarını saptamakla veya tarımı toplumsal üretimin tüm mekanizmalarından soyutlayarak incelemekle anlaşılamaz. Boratav’ın çözümlemesi Türkiye şşçi Partisi (TşP) tarafından benimsenmiş ve partinin siyasi taktik ve stratejisinin belirlenmesinde etkili olmuştur. TşP’in dergisinde yazan kimi düşünürler Boratav’ın görüşlerini tekrarlayarak Türkiye’de kapitalizmin bir çeşidinin var olduŞunu, bu nedenle de devrimci savaşın sosyalizm için savaş olması gerektiŞini savunmuşlardır.9 Bunlara göre işçi sınıfı hem sanayi hem de tarımda sosyalizmi gerçekleştirebilecek bir seviyeye gelmiştir. Kapitalist ilişkilerin gelişmesi küçük ve orta köylülerin zararına işleyerek onları işçi sınıfı ile birleşmeye sevk etmiş ve onların devrimci bir potansiyel kazanmalarını saŞlamıştır. Bu nedenle şimdi artık sosyalizm için savaşın koşulları olgunlaşmıştır. Boratav’ın Emek’teki makalesi Türkiye’de feodalizm ve yarı-feodalizmin hâkimiyetine inanan bir cephenin yoŞun saldırılarına hedef olmuştur. En keskin saldırı Boratav’ın istatistikleri yorumlamasını ve kuramsal pozisyonunu eleştiren Muzaffer Erdost’tan (1969) gelmiştir. Erdost feodal ilişkilerin kırsal alandaki tüm diŞer ilişkilere oranını yüzde 5 olarak ele alan Boratav’ı güvenilir olmayan istatistikler kullanmakla suçlamıştır. Kırsal alanda feodal ve yarı-feodal ilişkilerin oranını yüzde 46 olarak hesaplamamış olsaydı, Erdost’un (1969c: 39-40) Boratav’ı eleştirisi belki kabul edilebilirdi. Bu hesaplamayı yapmakla yani sahip olunan toprak miktarını feodalizm veya yarı-feodalizmin tanımı –––––––––––––––––––– 9

ÖrneŞin bkz. Emek dergisinin, Haziran 1969 ve Nisan 1970 sayıları, özellikle Selik ve ÇulhaoŞlu’nun makaleleri. Ayrıca aynı dergide Kutlay’ın Temmuz 1970 ve AŞustos 1970’teki yazılarına bakılabilir.

89

ÇaŞdaş Tarım Sorunu

için yeterli kabul etmekle, Erdost Boratav’ın düştüŞü ve kendisinin eleştirdiŞi hataya düşmektedir. DiŞer yandan, Erdost da Boratav gibi üretim tarzı kavramını üretim ilişkisi kavramı ile eşdeŞer tutmaktadır ki bu doŞru deŞildir. Tarımsal yapılar sadece bir hane üretim birimi veya köy veya hatta bir bölgenin, içinde bulundukları toplumsal kuruluş ve kapitalist dünya sisteminden soyutlanarak ele alınmasıyla anlaşılamazlar. Bu birimlerdeki işçilerin veya yarıcıların sayısı veya kullanılan toprak miktarı bir üretim tarzının belirlenmesinde kendi başlarına birer ölçüt olamazlar.10 Erdost kategorik olarak patriarkal, yarı-feodal, feodal ve kapitalist üretim arasında bir ayırım yapmaktadır. Türkiye’deki 9 milyon üretim biriminden sadece, ona göre, 600.000 üretim birimi ücretli işçi kullanmaktadır ki bu da kapitalist üretim tarzının Türkiye’de hâkim üretim tarzı olmadıŞını ortaya koyar. Erdost kapitalist üretim ilişkilerinin Türkiye’de varlıŞını kabul etmekle birlikte hâkim üretim ilişkileri olmadıklarını tekrar tekrar vurgular. Ona göre küçük köylü işletmelerinin sayısal olarak çoŞunlukta olduŞu bir ülkede kapitalizmin hâkimiyetinden söz edilemez. Aksine tarımda pre-kapitalist üretim ilişkilerinin hâkim olduŞu söylenebilir. (Erdost 1969c: 40) Kapitalizm öncesi üretim ilişkilerinin Türkiye kırsal alanında hâkim olduŞunu göstermek için Erdost’un kullandıŞı en önemli ölçütlerden birisi meta üretiminin yaygınlıŞıdır. Ona göre basit meta üretimini kapitalist üretimden ayırt etmek gerekir. Tuz vb. gibi zorunlu maddelerin satın alınması için yapılan pazar için üretim kâr amacı gütmemektedir, bu kâr amacıyla yapılan pazar için üretimden farklıdır. EŞer üreticiler ücretli işçi kullanarak p-m-p (pa–––––––––––––––––––– 10

Benim daha 1980’lerde vurgusunu yaptıŞım bu görüş daha sonraları 2000’li yıllarda Friedmann (2009) ve Mc Michael (2005, 2008, 2009a, 2009b) gibi yazarlar tarafından gıda rejimleri kuramıyla geliştirilmiş ve ‘Tarım Sorunu’ nun anlaşılmasına yeni bir boyut kazandırmıştır.

90

Kapitalizmin Tarımda Gelişmesi: Yeni Yorumlar

ra-mal-para) formülüne göre bir üretim yapıyorlarsa, kapitalist bir meta üretimi söz konusudur. Küçük köylü üreticiler ürünlerinin büyük bir çoŞunluŞunu pazara sunmadıklarından bunların kapitalizm tarafından sömürüsü çok sınırlıdır. Küçük üreticilerin sermaye tarafından sömürülme oranı pazarda sattıkları meta miktarı tarafından belirlenir. Bu ise küçük üreticiler tarafından en çok üretilen buŞdayda bile yüzde 10’u aşmamaktadır. (Erdost 1969c: 44-46) Erdost’un bu görüşünün mantıksal bir sonucu kapitalist üretim ilişkilerinin kırsal alandaki ilişkilerin yüzde 10’undan aşaŞısını oluşturduŞu biçimindedir. Bu oldukça yanıltıcı bir görüştür. Bernstein’in de belirttiŞi gibi ‘bir kez meta ilişkileri ekonomik bir gereksinme olarak köylü işletmesinin üretim döngüsünün bir parçası haline gelince, kaynaklarının ne kadarının kullanma deŞeri, ne kadarının meta üretimine ayrıldıŞı, önemli olmakla birlikte, ikinci bir dereceye düşer’ (Bernstein 1979: 426). Bugün kapitalizm evrensel bir nitelik kazanmıştır. Küçük köylü işletmesinin pre-kapitalist görünüşü bizi bunun bir üretim tarzı oluşturduŞunu düşünmeye sevk etmemelidir. Sermaye bugün köylü işletmesinin yeniden üretim koşullarını kontrolü altında tutmaktadır. Sorun kapitalizmin kırsal alanda var olup olmadıŞının araştırılması biçiminde deŞil de sermayenin hangi mekanizmalar yoluyla aile işletmeleriyle ilişkiye girdiŞi ve hangi yollarla hane üretimi üzerinde egemenliŞini kurduŞu biçiminde ortaya konmalıdır. Üretim araçlarına sahip olmak, aile emeŞi kullanmak gibi hane biriminin üretimdeki nitelikleri, bu üretim birimlerinin kapitalizm öncesi kalıntılar oldukları ve kapitalist gelişmeyi engelledikleri izlenimini verebilir. Fakat biçimsel görünüşlerine raŞmen, hane üretim birimleri prekapitalist kalıntılar olarak ele alınamazlar, çünkü bu birimlerin içinde var oldukları üretim ve yeniden üretim koşulları temelinden deŞişmiştir. Hane üretim biriminin şe91

ÇaŞdaş Tarım Sorunu

kilsel görünüşü Osmanlı şmparatorluŞu ve bugünün Türkiye’sinde benzerlikler gösterebilir ama hanenin bugün içinde bulunduŞu üretim ilişkileri temelinden deŞişmiştir. Günümüz Türkiye’sinde kapitalist üretim tarzının hareket yasaları üretim alanlarının tümüne nüfuz etmiştir ve aile emeŞine dayalı hane üretim birimlerinin yeniden üretim koşulları kapitalist üretim tarzı tarafından belirlenmektedir. Ücretli işçi kullanmayan ve üretim aracı sahibi olan bu hane üretim birimlerinin kapitalist Türkiye ve diŞer azgelişmiş ülkeler içindeki varlıŞı sermayenin emeŞi biçimsel denetimi (formal subsumption of labour by capital) veya kapsaması ve gerçek denetimi (real subsumption of labour by capital) veya kapsaması kavramları yardımıyla açıklanabilir. Biçimsel kapsamada sermaye kapitalist olmayan üretim formları ile karşılaştıŞı zaman, üretim sürecinin doŞrudan örgütlenmesini üstlenmeksizin üretim sürecinin gerçek denetimini dolaylı olarak elde edebilir. Kimi hallerde sermayenin doŞrudan doŞruya tarımsal üretime girmeyip, diŞer emek formlarım kendi çıkarına göre örgütlemesi ye kontrol etmesine bir örnek, küçük üreticilere kredi, teknoloji ve girdiler vererek onların istenilen ürünleri üretmelerinin saŞlanmasıdır.11 Gerçek kapsama veya denetim kavramı ise sermayenin üretim sürecini doŞrudan doŞruya kontrolü altına alıp ücretli emek kullanmak suretiyle bir birikim yapmaya çalışmasını ifade etmektedir. Biçimsel kapsama veya denetimde üretici kendi üretim araçlarına sahiptir ama ektiŞi ürünün kalitesi, miktarı ve fiyatı kendi dışındaki faktörlerce (kapitalist sermaye birikiminin mantıŞı, devlet, uluslararası kuruluşlar ve kapitalist girişimciler) tarafından belirlenmektedir. Kapitalizmin evrensel yay–––––––––––––––––––– 11

1980’lerde dikkatleri üzerine çektiŞim bu olgu bu gün kendini çok belirgin bir şekilde ortaya koymuştur. 1990 sonrasını betimleyen üçüncü gıda rejimi döneminde uluslararası sermaye ileriki bölümlerde Kumluca örneŞinde açıkça ortaya koyduŞumuz gibi istediŞi ürünleri çeşitli emek biçimlerini (yarıcı, maraba, ücretli işçi) kullanarak uluslararası pazarlar için ürettirmektedir.

92

Kapitalizmin Tarımda Gelişmesi: Yeni Yorumlar

gınlıŞı ile sermayenin kapitalizm öncesi görünüşteki üretim birimlerini biçimsel denetimi altına alması kavramı kabul edildiŞinde, ilginin merkezini artık köylülüŞün kapitalizmin gelişmesine baŞlı olarak proleterleşip ortadan kalkışı deŞil, bu kapitalist olmayan görünüşlü üretim birimleri ile sermayenin çeşitli biçimlerinin eylemleri arasındaki ilişki oluşturur. II.4.2. Hindistan Tartışmaları Türkiye’deki Tarım Sorunu’na ilişkin tartışmalara benzer bir tartışma da Hindistan’daki tarımsal yapının dönüşümüne ilişkin 1970’li yıllarda ortaya çıkan bir tartışmadır. Gerçi tartışmanın malzemesini Hindistan’a özgü somut koşullar oluşturmaktadır ama Hindistan üzerine söylenenlerin kuramsal olarak günümüzdeki birçok azgelişmiş ülke kırsal yapısının anlaşılmasında yararlı olduŞu da bir gerçektir, örneŞin Latin Amerika ülkelerindeki yapısal deŞişmelerin irdelenmesiyle ilgili tartışmalar hem Türkiye’deki, hem de Hindistan’daki tartışmalarla benzerlikler göstermektedir. imdi bu tartışmalara bir bakalım. Tartışmalar, Rudra’nın (Rudra ve diŞerleri 1969a, 1969b, Rudra 1970) ‘Yeşil Devrim’ sonrasında Hindistan tarımında kapitalizmin gelişip gelişmediŞini irdelemek için yaptıŞı çalışmanın sonuçlarını yayınlamasıyla başlamıştır. Hindistan’ın en gelişmiş bölgesi olan Pencap’ta yaptıkları alan araştırmasında Rudra ve arkadaşları birim üretim alanı başına harcanan ücretli emek miktarı, pazarlanan ürünün toplam ürüne oranı, birim üretim alanı başına kullanılan modern tarım aletlerinin parasal deŞeri ve birim üretim alanı başına düşen üretim verimliliŞi gibi ölçüleri kullanarak kapitalizmin gelişmediŞi sonucuna varmışlardır. Ona göre kapitalizmin gelişmiş olduŞunu söyleyebilmek için tüm bu deŞişkenlerin yüksek bir deŞer göstermesi gerekirken, Pencap’ta bu söz konusu deŞildir. Rudra’nın vardıŞı 93

ÇaŞdaş Tarım Sorunu

sonuçları ve yöntemini eleştiren Patnaik (1971a, 1971b, 1972a, 1972b), kapitalizmin olmuş bitmiş statik bir olgu deŞil, deŞişim eŞiliminde olan tarihsel bir süreç olarak algılanması gerektiŞini savunmuştur. Rudra’nın yöntemi kapitalist gelişmeyi ve dönüşümü tamamlanmış bir süreç olarak var saymaktadır ve zaman kesiti içerisinde her hangi bir anda tümüyle gelişmiş kapitalist birimlerin niteliklerini göstermesini (ücretli emek, yüksek teknoloji, yüksek verim vb.) beklemektedir. Bu yöntem aynı zamanda ampirist bir yaklaşımla toplumsal sınıfları istatistiksel verilere indirgeyerek sınıf kavramını saptırmaktadır. Bu kavram istatistiksel rakamları deŞil, üretim araçlarının mülkiyetinin koşulları, emeŞin kullanılması ve ürünlerin bölüşümü biçimindeki üretim ilişkilerini içerir. Patnaik’e göre sorun istatistiklere bakarak saf sınıf üyelerinin sayısını, saptamak deŞildir, çünkü kapitalist gelişme bir süreçtir bu yüzden saf bir kapitalist veya proletarya sınıfını saptamak mümkün deŞildir. Hindistan baŞlamında asıl sorun Hindistan’da kapitalizmin gelişme eŞilimlerini saptamak, bunun için de ülkenin sömürge olduŞu dönemde tarımsal ekonominin ne anlamda kapitalizm öncesi bir ekonomi olduŞunu ve bugün ne anlamda kapitalist gelişmeye doŞru bir eŞilimin olduŞunu belirlemektir. (Patnaik 197le: A 124). Tarihsel bir süreç olan kapitalist gelişmenin anlaşılabilmesi için bunun pre-kapitalist üretim örgütlenmesi ile olan karşılıklı etkileşimi içinde ele alınması gereklidir. Sömürgecilik ve emperyalizm, kapitalizm öncesi üretim tarzlarım çözerek dünya ekonomisi ile bütünleştirmiştir. Eski kolonilerde tarım sistemi öylesine deŞişmiştir ki artık bunları feodal olarak nitelemek mümkün deŞildir, ama bunları hemen kapitalist olarak da damgalamamak gerekir. SömürgeciliŞin etkisiyle çözülen ve kapitalist dünya ekonomisiyle bütünleşen prekapitalist üretim tarzları bu ülkelerde kendine özgü bir geçiş toplumu yaratmıştır. Hindistan gibi eski sömürge ülke94

Kapitalizmin Tarımda Gelişmesi: Yeni Yorumlar

ler eski üretim tarzını kökünden deŞiştirmeyen sınırlı ve çarpıtılmış bir kapitalizm tarafından karakterize edilirler (1971a: 124). Bu ülkelerde emperyalizm, devletin aşırı gelir gereksinmeleri ve dünya fiyatlarının dalgalanmaları aracılıŞıyla, tarımsal kesimin büyük bir çoŞunluŞunu yoksullaştırarak marjinal bir proletarya haline dönüştürür, ama sanayi de alternatif istihdam olanakları saŞlamadıŞı için bu kesim tarıma baŞımlı, çok ucuz bir ücretle çalışan, çaresiz ve örgütsüz bir emek gücü oluşturur. Bu emek gücü Marks’ın bahsettiŞi ‘özgür işçi’den farklıdır. Büyük toprak sahipleri kâr etmek için özgür işçi deŞil tarıma çaresiz olarak baŞımlı olan ve boŞaz tokluŞuna çalışmaya zorlanan bir emek gücünü kullanır. Ona göre Hindistan özgül koşullarında emperyalizm tarafından yaratılan genelleşmiş meta üretimi, tarımda otomatik olarak kapitalist üretim ilişkileri yaratmamıştır, ama sermayenin dolaşım alanında aşırı gelişmesi ve kapitalist bir temelde yeniden kurulmasına olanak vermeksizin pre-kapitalist üretim tarzının çözülmesine yol açmıştır. Sömürgecilik döneminde Hindistan’da şngiliz sanayiin rekabeti ve bunu destekleyen sömürgeci devlet sanayileşmenin gelişmesini engellemiştir. Patnaik’in sınırlı ve tıkanık kapitalist gelişme görüşü Amin (1976) ve Arrighi (1978)’nin görüşlerine çok benzemektedir. Emperyalizm kapitalist gelişmeyi engellerken diŞer yandan da ticaret sermayesi, tefeci sermayesi, küçük ticaret ve toprak kiracılıŞına yatırılan sermaye gibi eski tip sermayenin daha da gelişmesine olanak saŞlamıştır. Sermayenin dolaşım alanında yoŞunlaşması, meta üretiminin genel bir şekilde genişlemesine ve borçlanma yoluyla da topraksızlaşmaya yol açmıştır. Genelleşmiş meta üretimi, pre-kapitalist üretim tarzının kendi dinamiŞi sonucu deŞil, emperyalizm tarafından dışardan dayatılmıştır (Patnaik 1972c: 148). Sermaye Hindistan’da, üretim sürecine girmeksizin meta üretimini teşvik etmiştir. Bundan da Patnaik tarımda kapitalist toplumsal ilişkilerin varlıŞı için, 95

ÇaŞdaş Tarım Sorunu

genelleşmiş meta üretimi ve ücretli emek kullanımının zorunlu ve yeterli koşullar olmadıŞı sonucuna varmaktadır. Koşulların yeterli olması için artıŞın, daha ileri üretim tekniklerine yatırılması gereklidir. Hindistan’da ‘hâkim toprak aŞaları’ ücretli emek kullanmalarına ve pazar için üretmelerine raŞmen, gelirlerini yeniden genişleyen bir üretime deŞil, kişisel lüks tüketimlerine harcadıkları için kapitalist sayılamazlar. Ücretli emek ve genelleşmiş meta üretiminin kapitalizm için zorunlu fakat yeterli olmadıŞı görüşü çeşitli eleştirilere yol açmıştır. Bunlar içinde en önemlileri Chattopadhyay (1972a, 1972b) ve Frank’tır (1973). Paresh Chattopadhyay Chattopadhyay, Rudra ve Patnaik’i eleştirerek ikisinin de yeterince Marksist olmadıklarını ileri sürer. Ona göre meta üretimi ve ücretli emeŞin varlıŞı kapitalizmin var olması için yeterlidir. Hindistan’da gerek meta üretimi ve gerekse ücretli emek kullanımı yaygın bir şekilde var olduŞuna göre, Hint tarımı özünde kapitalisttir. Chattopadhyay tek yönlü evrimci bir kapitalizm tanımından hareket ederken Lenin’in kapitalizm anlayışından yararlanmaktadır. Ticaret ve tefeci sermayesinin boyunduruŞuna giren kapitalizm öncesi üretim ilişkileri giderek sanayi kapitalizmine dönüşürler. Bu sürecin yavaş olması önemli deŞildir. Çünkü ilk kapitalist gelişmeler her yerde yavaş olmuştur. Hindistan’ın durumu Lenin zamanındaki Rusya’nın durumuna benzemektedir. Tarihin daima tek yönlü bir evrim geçirdiŞini ileri süren Chattopadhyay (1972b: A 189) şngiliz sömürgeciliŞi döneminden itibaren Hindistan’ın kapitalist bir evrim sürecine girdiŞini, bu evrim sürecinin incelenmesi için de yeni analitik kavramlara gerek olmadıŞını, Marks ve özellikle Lenin’e dönmenin yeterli olduŞunu savunur. Genelleşmiş meta üretimi ve ücretli emeŞin varlıŞı, artık deŞere el konulmasına ve bir birikime yol açmaktadır. Chat96

Kapitalizmin Tarımda Gelişmesi: Yeni Yorumlar

topadhyay’e göre Patnaik, kapitalist toplumsal ilişkilerin varlıŞını üretici güçlerin gelişmesiyle karıştırmaktadır. Hindistan’daki kapitalizmin niteliŞi ve bu kapitalizmin tanımlanmasında kullanılan ölçütlerin neler olduŞu, ücretli işçilerin özgür olup olmadıkları konularında birbirlerinden çok farklı olmakla birlikte Patnaik ve Chattopadhyay arasında Hindistan’da bir çeşit kapitalizmin pre-kapitalist ilişkilerle birlikte var olduŞu konusunda bir uzlaşmadan söz edilebilir. Bu kapitalizm Patnaik’te kendine özgü bir geçiş toplumu veya tıkanmış bir geçiş toplumu olarak nitelenirken, Chattopadhyay’a göre şngiliz sömürgeciliŞi, bir yandan Hindistan’daki pre-kapitalist ekonomiyi hem yıkıp hem de kimi yönlerini muhafaza ederken, diŞer yandan da kapitalizmin gelişmesini hem hızlandırmış hem de geciktirmiştir. Patnaik’in meta üretimi ve ücretli emeŞin varlıŞının kapitalizmin varlıŞı için yeterli olmadıŞı, kapitalizmden söz edebilmek için kârın genişletilmiş yeniden üretime yatırılması gerektiŞi görüşünü Frank (1973) şöylece eleştirmektedir: Patnaik üretim tarzını işletme ile karıştırdıŞı için sermayenin çiftlik üretim birimi içerisinde yeniden yatırıldıŞını görmek istemektedir. Bu da onun sermaye birikimi ve genişlemiş yeniden üretimin şngiltere’deki burjuvazinin lehine olarak oluştuŞunu anlamasını güçleştirmektedir. Sermaye Hindistan’daki üretim biriminde deŞil şngiltere’de yatırılarak, sermayenin genişlemiş yeniden üretimi saŞlanmaktadır. Üretim tarzını üretim ilişkileri ile özdeş saymak eleştirisi sadece Patnaik’e deŞil, Chattopadhyay’a da yöneltilmiştir. Frank (1973), Banaji (1972, 1973a, 1973b), Sau (1973) ve Alavi (1975) şu veya bu şekilde gerek Patnaik ve gerekse Chattopadhyay’ın üretim tarzı kavramını gözlemlenebilen sömürü ilişkilerine indirgediklerini, yarıcılık ilişkilerini feodalizm, ücretli emeŞi de kapitalizm ile özdeş tuttuklarım belirtmişlerdir ki bu da üretim tarzı kavramının çökmesi anlamına gelir. 97

ÇaŞdaş Tarım Sorunu

Rudra, Patnaik ve Chattopadhyay arasındaki tartışma başka yazarları da Hindistan’da kapitalizmin gelişmesi ve üretim tarzı kavramı üzerinde düşünmeye yöneltmiştir. Bunlar içerisinde sömürge ülkelerin yapısının kendine özgü ‘sömürge tipi bir üretim tarzı’ teşkil ettiŞini ileri süren Banaji (1972) ve Alavi’nin (1973) görüşleri en önemlilerindendir. Alavi’nin görüşlerine aşaŞıda deŞinilecektir. Banaji ise sonraki yazılarında sömürge tipi üretim tarzı kavramını terk etmiştir. Banaji gibi Patnaik (1976) ve Rudra (1978) da tartışmalardaki ilk görüşlerini deŞiştirerek birbirlerine benzer fikirler ileri sürmüşlerdir. Onlara göre Hindistan tarımı ne açık bir şekilde kapitalisttir, ne de feodal. Özellikle son 30 yıl içerisinde kapitalist gelişme eŞilimleri olmuştur ama pre- kapitalist toprak rantı yaşamını devam ettirmiştir- Toprak rantının varlıŞına olanak veren topraktaki tekel ve bunun beraberinde getirdiŞi kırsal nüfusun yoksullaşması, tarımda kapitalist gelişmenin önüne geçmiştir. Bu koşullar tarımda geri sermaye tiplerinin yaşamasının da temelini oluşturmaktadır. Patnaik ve Rudra’ nın bu görüşlerine benzer bir görüş de Hindistan tarımının yarı-feodal olduŞunu ileri süren Bhaduri (1973) den gelmiştir. Lin (1980) de üretim ilişkilerinin birbirleriyle karışmış olduŞuna dayanarak Hindistan tarımında ikili bir üretim tarzının varlıŞından: söz eder. şki veya daha fazla üretim tarzının somut bir toplumsal kuruluşta bir uzlaşım içinde birlikte varoluşu veya birbiriyle eklemlenmesi Alavi için mümkün deŞildir. Çünkü farklı üretim tarzları ancak birbirleriyle bir çatışma halinde var olabilirler, hâlbuki Hindistan’da kırsal yapılar sermayenin çıkarları ile çatışma halinde deŞildirler, o yüzden bir eklemleşmeden söz etmek de mümkün deŞildir. Bir üretim tarzının gelişmesi demek diŞer üretim tarzları ile çatışma halinde olması ve sonunda onları yıkması demek anlamına gelir. Sömürgecilik dönemi Hindistan’ında yaygın meta üretiminden dolayı feodalizmden söz edilemediŞi gibi, çok az 98

Kapitalizmin Tarımda Gelişmesi: Yeni Yorumlar

birikim olduŞu için de kapitalizmden söz edilemez. Hindistan’ın durumu ancak sömürge tipi bir üretim tarzı ile açıklanabilir. Kapitalizmin küresel genişlemesi sömürgelerde metropol ülkelerdekine benzer bir kapitalizm geliştirmemiş, aksine buralarda yapısal olarak farklılaşmış bir kapitalizm geliştirmiştir. Sömürge kapitalizmi kapitalist üretim tarzı ile çelişkili bir kapitalizm olmayıp, dünya kapitalizminin hiyerarşik yapısı içinde farklılaşmış bir yapıyı içerir. Bu sömürge üretim tarzı, sömürgeci burjuva bir devlet tarafından karakterize edilir. Sömürgeci devlet sömürgeden dünya kapitalist sisteminin merkezlerine bir artık transferinin gerçekleştirilmesini saŞlar. Sömürgenin içyapısı birbirinden kopuk sektörler tarafından karakterize edilir ve bu yapıda artıŞın yitirilmesinden ötürü bir birikim söz konusu deŞildir. Sömürge üretim tarzı özünde kapitalist olmakla birlikte iç dinamiklerinin dışa baŞımlı olmasından ötürü bu üretim tarzından farklı ve kendine özgüdür. Alavi’nin sömürge üretim tarzının nitelikleri, Baran’ın (1957) ileri sürdüŞü az gelişmiş ülkelerin tipik özelliklerini hatırlatmaktadır. Brewer’in (1980: 271) de belirttiŞi gibi, Alavi’nin sömürge üretim tarzı kavramı Marksizm’deki üretim tarzı kavramına benzememektedir. Bir kez soyutlama yoluyla kavramsal olarak kurulmamıştır. Sonra, kendine özgü belirleyici üretim ilişkileri yoktur ve özgül sınıfsal çelişkilerinin varlıŞından da söz edilemez. Alavi’ninkine benzer nitelikte sömürge tipi üretim tarzı kavramını önce geliştiren sonraki yıllarda da terk eden Banaji, azgelişmiş ülkelerde kapitalizmin gelişmesini Kapital’in düzeltilmemiş bir bölümüne dayanarak12 biçimsel olarak kapsamına alma ve gerçek biçimde kapsamına alma kavramları ile açıklamaktadır. Kapitalizmi sermaye birikimi ile eşdeŞer tutan Banaji’ ye göre sermaye dünya çapında genişleyerek önce kendisini Marks’ın ara formlar adını –––––––––––––––––––– 12

Bu bölüm şngilizcede şlk kez Penguin Books taralından yayınlanan Kapital’in 1976 baskısına dâhil edilmiştir.

99

ÇaŞdaş Tarım Sorunu

verdiŞi görece geri, ilkel ve çarpıtılmış biçimlerde, eski üretim tarzlarının yenilenmesi olarak yeniden üretmekte, daha sonra ise gelişimi sırasında bu geri biçimleri temelinden yıkmaktadır. Eski formların sermaye tarafından yenilenmesi ve yıkılmasını son iki yüzyıl içerisinde Hindistan’daki gelişmede görebiliriz (1975: 1889). Bu gelişmeyi Banaji emeŞin sermayenin biçimsel ve gerçek kapsamına girmesi ile açıklar. Biçimsel kapsama teknolojik olarak önceki üretim tarzlarına ait bir üretim sürecini ifade ederken, gerçek kapsama emeŞin tümüyle sermayelim denetimine girmesini ifade eder. Biçimsel kapsamada üretici üretim araçlarına sahiptir, fakat üretimin niteliŞi yani neyin ne kadar nasıl üretileceŞi sermaye tarafından dikte edilmektedir, gerçek kapsamada ise emek üretim araçlarından tümüyle kopmuştur. Fakat her iki şekilde de sermaye bir artıŞa el koymaktadır. Birinci şekilde sermayenin dolaylı olarak el koyduŞu artık, mutlak artık deŞer iken, ikinci üretim sürecinde çekilen artık göreli artık deŞerdir. Bu kuramsal çerçeveyi Banaji 19. yüzyıl Dakka köylülüŞüne uygular. Hindistan’ın batısındaki Dakka bölgesinde büyük çiftçi, tüccar ve tefeciler aracılıŞıyla geniş ölçüde bir metalaşma ortaya çıkmıştır. KöylülüŞün büyük bir kesimi gerek üretim araçlarının yenilenmesi ve gerekse geçimlerinin saŞlanması için bu para sahibi kapitalistlerden aldıkları ödünç paraya baŞımlı olmuşlardır. Köylü üretim birimi biçimsel görünüşünü korumakla birlikte, zamanla sermayenin denetimine girmiştir. Kredi sahibi ile köylü arasındaki ilişki sermayenin dolaşım alanına ilişkin bir alım satım ilişkisi imiş gibi görünse bile, aslında bu bir meta sermayesidir. öyle ki açılan kredi veya borç emeŞin (köylü ailesinin) ve üretim araçlarının yeniden üretiminin gerçekleşmesini saŞlamaktadır. Bir üretim döngüsü sonunda köylüye verilen sermaye genişlemiş bir şekilde para kapitalistine geri dönmektedir. Genişleyen kısım üretici tarafından kapitaliste faiz biçiminde ödenmekle birlikte, köylünün artık 100

Kapitalizmin Tarımda Gelişmesi: Yeni Yorumlar

deŞerini ifade etmektedir (Banaji 1977a: 1387-1390). Burada emek süreci sermayenin eylem alanı dışında olmakla birlikte sermaye, dolaysız üreticinin artık deŞerine dolaylı olarak el koyarak genişlemektedir. Tarımda yarı-feodalizmin varlıŞını ileri, süren Bhaduri bu gerçeŞi anlayamadıŞı için, yarı feodalizmden söz etmektedir. Bhaduri üretim sureci üzerindeki kapitalist denetimi özgül kapitalist üretim süreci formu ile karıştırmakta ve belli sömürü ilişkilerini üretim ilişkileri ile eşdeŞer saymaktadır. (1977a: 1399) Banaji’ye göre ticaret ve tefeci sermayesine baŞımlı, küçük meta üretimine dayalı bir kapitalist hâkimiyet biçimi sömürge dönemi Hindistan’ında yaygın hale gelmiştir. Ticaret ve tefeci sermayesinin biriktirdiŞi sermaye, toprak toplulaşması eŞilimini hızlandırmıştır ama küçük köylü üretiminin sürekliliŞi sermayenin birikme eŞilimini sınırlamıştır. Bu ise Banaji’nin Hindistan’ın sömürge dönemini ve sonrasını ‘geri’ ve ‘aracı’ kapitalizm olarak nitelemesine neden olmuştur. Ona göre ‘geri kapitalizm’ kavramı Hindistan’da sömürgecilik sonrası gelişmeleri sömürge üretim tarzı kavramından daha iyi açıklamaktadır. Daha sömürgecilik döneminde küçük çaplı ticaret ve tefeci kapitalizmi çerçevesinde, daha yerleşik ve genişlemiş bir küçük burjuva kapitalizminin evrimleşmesinin temelleri köylü meta üretiminde ortaya çıkmış ve sermayenin üretime daha derin nüfuzunun koşullarım saŞlayan baŞımsızlık da bu evrim sürecini hızlandırmıştır (Banaji 1975: 1389-1892). Burada Banaji bu evrimin nasıl olduŞunu açıklamaktan uzaktır. ‘Geri kapitalizmin’ sunduŞu sınırlılıkların nasıl yenildiŞini açıklamamaktadır. Sermaye birikimine temel olan Banaji’nin kapitalizm anlayışı teleolojik ve evrimseldir. Buna raŞmen Marks’ın son zamanlara kadar pek bilinmeyen biçimsel ve gerçek kapsama kavramlarını kullanarak sermayenin tarıma nüfuzunu açıklamaya kalkması oldukça önemlidir ve Roseberry (1978) ve Bernstein (1977, 1979) gibi yazarlar üzerinde etkili olmuştur. Marks’ın kul101

ÇaŞdaş Tarım Sorunu

landıŞı basit kategoriler ile üretim tarzlarını birbirine karıştırmamak gerektiŞini belirtmekle de sömürü ilişkileri ve üretim tarzını eşdeŞer tutan görüşlerin de hatalı olduklarını ortaya koymuştur. Fakat bu Banaji’nin ileri sürdüŞü üretim tarzı kavramının hatasız olduŞu anlamına gelmez. Ona göre bir üretim tarzı veya bir üretim çaŞı tarihsel hareket yasalarının belli bir bütünlüŞüdür. Üretim ilişkileri işe belli bir üretim tarzının fonksiyonudur. Bir üretim tarzı çeşitli üretim ilişkileri ile uzlaşabilir, önemli olan tarihsel hareket yasalarını saptamaktır. Kapitalizmin hareket yasası birikim saŞlamak iken feodalizmin hareket yasası da lüks tüketimdir (Banaji 1977b: 9-17). Wolpe’ye göre Banaji’nin üretim ilişkileri ile hareket yasaları arasında yaptıŞı ayırım pek açık deŞildir. Açık olsa bile, Banaji’nin yaptıŞı gibi üretim ilişkilerinin veya sömürü ilişkilerinin belirlenmesinden önce bir üretim tarzının hareket yasalarını saptamak mümkün müdür? (Wolpe 1980: 31). Cevap olumsuzdur. Hindistan tartışmaları sömürge toplumsal kuruluşlarda meta ilişkilerinin gelişmesine ve bu ilişkilerin ticaret ve tefeci sermayesi tarafından pekiştirilmesine dikkati çekmektedir. Tartışmaların önemli bir bölümünü ticaret ve tefeci sermayesinin doŞrudan üreticileri nasıl baŞımlılaştırıp üretim sürecini hangi yollarla kontrolü altına aldıŞının çözümlemesi oluşturur. Tartışmalarda dolaşım sermayesinin çeşitli tiplerinin kapitalist gelişmede oynadıŞı rol konusunda çeşitli çözümleme, seviyelerine baŞlı olarak farklılıklar gözlenmektedir. Sömürge ekonomisinin emperyalist kapitalist merkez ile olan ilişkisini odak noktası alan görüş, bu ilişkinin ticaret sermayesine yeni işlevler kazandırdıŞını savunurken, kimi tartışmacılar da uluslararası ilişkileri yadsımamakla birlikte tarım sektöründe ve tarımsal üretim birimlerindeki üretim ilişkilerine daha çok aŞırlık vermişlerdir. Hindistan tarımındaki üretim ilişkileri ve üretim tarzlarının nitelendirilmesiyle ilgili tartışmalar siyasi strateji102

Kapitalizmin Tarımda Gelişmesi: Yeni Yorumlar

lerle doŞrudan doŞruya ve temelden ilişkilidir.13 Özellikle Hindistan’daki üç büyük komünist partinin program ve taktikleri, kapitalizmden ne anladıkları, kapitalizmin gelişme derecesi ve bunlarla ilişkili olan devletin yapısının farklı şekilde anlaşılması gibi noktalara dayanmaktadır. Bunlardan Hindistan Komünist Partisi, (CPI), ile Hindistan Komünist Partisi (Marksist), CPI (M), Hindistan’da önemli bir oranda baŞımsız kapitalist bir gelişmenin olduŞunu savunurken, Mao’dan esinlenen Hindistan Komünist Partisi (Marksist-Leninist), CPI (ML), Hindistan’da çok sınırlı bir komprador kapitalizmin geliştiŞini belirtir. Devletin niteliŞi ve sınıf ittifakları sorununda da, kapitalizmin gelişmesi ve niteliŞinin yorumlamalarına baŞlı olarak bu üç komünist parti birbirinden ayrılıklar gösterir. CPI’ye göre Hindistan’da devlet bir bütün olarak milli burjuvazinin sınıfsal yönetim aracıdır. Büyük burjuvazinin güçlü bir etkisinin olduŞu bu sınıfsal hâkimiyet toprak aŞalan ile kuvvetli ilişkiler içindedir. Bu ise devlete gerici bir nitelik kazandırmaktadır. Komünist hareket ve işçi sınıfının görevi, devletin bu gerici niteliŞine karşı çıkmak ve devleti yıkmaksızın demokratik burjuva devrimini gerçekleştirmektir. Yani devlet mekanizmasındaki toprak aŞalarının gücüne son vermektir. CPI (M) de devletin burjuvazi ve toprak aŞalarının sınıfsal hâkimiyetinin bir aracı olduŞunu savunur. Burjuvazinin önderliŞindeki devlet, yabancı finans kapitali ile giderek yoŞunlaşan bir şekilde işbirliŞi yaparak kapitalizmi geliştirmeye çalışmaktadır. Bu nedenle ulusal bir burjuvaziden ve milli demokratik bir devrim için birleşik bir cepheden Söz etmek mümkün deŞildir. Yapılması gereken işçi sınıfı önderliŞinde burjuvazi ve toprak aŞalarının elindeki devleti yıkarak yerine demokratik bir halk devletli kurmaktır. –––––––––––––––––––– 13

AşaŞıdaki anlatımda Harris (1979 ve 1980) den geniş ölçüde yararlanılmıştır.

103

ÇaŞdaş Tarım Sorunu

Marksist Leninist komünist partisi ise (CPI (ML)) Hindistan’da kapitalizmin gelişme derecesinden kuşkuludur. Bu partiye göre Hindistan ‘yarı-sömürge’ ve ‘yarıfeodal’ bir ülkedir. Devlet ise toprak aŞaları ile kompradorbürokrat kapitalistlerin devletidir. Toplumdaki temel çelişki feodal çıkarlar ile büyük halk kitleleri arasındadır. Silahlı mücadele ile elde edilebilecek olan demokratik devrimin temel gücünü köylüler oluşturur (Harris 1980). Harris’e göre Hindistan’daki üretim tarzı tartışmalarının, Hindistan Marksist Leninist Komünist Partisi’nin kuruluşu sırasında sol arasında gelişen en uygun devrimci stratejinin seçimine ilişkin kavgalarla aynı dönemde ortaya çıkması bir tesadüf deŞildir. Aksine toplumun kuramsal çözümlemesi ile ortaya konacak eylem arasındaki baŞlılıŞın bir sonucudur. Dikkat edilirse Hindistan toplumsal kuruluşunun kapitalist mi, feodal mi, yoksa yarı feodal mi olduŞu sorunu Türkiye’deki sol arasında olduŞu gibi burada da tartışmaların özünü teşkil etmektedir. Aynı sorunsalı Latin Amerikan toplumlarının niteliklerinin saptanmasına ilişkin Latin Amerika solu arasındaki tartışmalarda da görüyoruz. Somut koşullar farklı olmakla birlikte, gerek Türkiye, gerek Hindistan ve gerekse Latin Amerika ülkelerindeki tartışmalarda benzer yaklaşımlar ve kavramların kullanıldıŞı çok çarpıcı bir şekilde ortadadır. Bu nedenle Latin Amerika’ya ilişkin tartışmaların ayrıntısına girmeksizin kısa bir özetini sunmak, yeterli olacaktır kanısındayım. II.4.3. Latin Amerika Tartışmaları Tartışmaları Latin Amerika toplumlarında kapitalizmin tarım sektörünü neden çok büyük bir dönüşüme uŞratmadıŞı sorunu Marksistler arasında çok büyük tartışmalara neden olmuştur. Küçük köylü şşletmelerinin veya pre-kapitalist üretim formlarının veya tarzlarının neden halen önemli bir yer tuttuŞunun açıklanmasında birbirleriyle çatışan, gelişen bir sürü görüş ileri sürülmüştür. Tartışmaların büyük bir ke104

Kapitalizmin Tarımda Gelişmesi: Yeni Yorumlar

siminde köylülüŞün ne olduŞu sorunsalı deŞil, Latin Amerika toplumlarının yapısının nasıl karakterize edilmesi gerektiŞi noktasına aŞırlık verilmiştir. Özellikle sol arasında 1970’lerden sonraki on beş yirmi yıl içerisinde Latin Amerika’nın kapitalisti mi yoksa feodal mi olduŞu tartışması sadece kuramsal olarak deŞil siyasi olarak da çok önemli anlamlar ifade etmekteydi. Latin Amerika toplumlarının tarihsel olarak feodal olduklarını ve bu niteliklerini sürdürdüklerini iddia eden görüş, feodal yapının kapalı ve geleneksel olması nedeniyle gelişmeyi engellediŞini, Latin Amerika’nın dünya pazarları ile bütünleşmesinin önüne geçtiŞini özellikle vurgulamışlardı. Latin Amerika’nın tümüyle veya kısmen feodal olduŞu görüşünün gerek burjuva ve gerekse Marksist yazarlar arasında yandaşları bulunmaktaydı (Frank 1967: 4-6, 221-242). Feodalizmin egemen olduŞunu savunan burjuva yazarlar arasında Fuentes (1963), Furtado (1959), Lambert (1969), Marksistler arasında da Stavenhagen (1962), Singer (1961) ve Ianni (1963) sayılabilir. Her iki yaklaşım da gelişmenin olması için geri nitelikli feodal yapının ve ilişkilerin yıkılması gerekliliŞini savunurlar. şkili bir yapı tarafından karakterize edilen azgelişmiş ülkenin kapitalistleşmesi için birbirinden ayrı olan geri ve kapalı sektör ile modern sektör arasındaki sınırların kaldırılması gerekir. Çünkü bu ikili yapıda geri ve ileri (feodal ve kapitalist) sektörler arasında ya hiç veya çok az bir bütünleşme vardır. Kendine yeterli, geri bir tarım sektörünün varlıŞı sanayileşme ve ekonomik büyümeyi engellemektedir. Marksist tez için kapitalizmin gelişmesini tamamlayacak olan milli demokratik bir devrimin gerçekleşmesi, sosyalistlerin milli burjuvazi ile işbirliŞi içinde bir birleşik cephe kurup emperyalizm ve oligarşiye karşı savaşımları ile mümkündür. Bunun tam aksini savunan neo-Marksist görüş içindeki baŞımlılık okulu ise, Latin Amerika’nın 16. yüzyılda dünya sistemi ile bütünleşmesinden bu yana ka105

ÇaŞdaş Tarım Sorunu

pitalist olduŞunu, Latin Amerika’nın günümüzdeki geriliŞinin feodalizmin varlıŞı ile deŞil, bu ülkelerin dünya sistemi ile bütünleşmesinden doŞan baŞımlılıklarının bir sonucu olması ile açıklanabileceŞini ileri sürer. BaŞımlılık kuramları arasında üç yaklaşımın varlıŞından söz edilebilir: a) Üçüncü Dünya ülkelerinde otonom ve kendine yetebilen bir kapitalist gelişmenin mümkün olmadıŞını, olsa olsa az gelişmenin gelişebileceŞinin mümkün olabileceŞini savunan Andre Gunder Frank ile Dos Santos, Marini, Caputo ve Pizzario gibi Frank’çı düşünürler; b) Üçüncü Dünya ülkelerinde gelişmeyi engelleyici ekonomik, politik ve toplumsal faktörleri belirlemeye çalışan Sunkel ve Furtado gibi yazarlar ve c) Tüm Latin Amerika ülkelerine uygulanabilen mekanik ve şekilsel bir baŞımlılık kuramı geliştirmekten kaçınarak baŞımlılık ilişkilerinin somut biçimcileriyle ilgilenen Cardoso (Palma 1978: 898). AşaŞıda Frank’ın görüşlerinde yansıdıŞı biçimiyle baŞımlılık kuramını ve eleştirilerini kısaca ele alacaŞım. Baran (1957)’den çok etkilenen Frank’a göre, tekelci kapitalizmin yetersiz tüketimden doŞan ve artan artıŞın emilememesi sonucu ortaya çıkan krizlerini yenebilmek için, metropol ülkeler dünyanın pre-kapitalist bölgelerinde yayılmışlardı. Dünyanın büyük bir kısmını kendi etki alanları içine alırken, gelişmiş kapitalist ülkeler kendileri için hammadde ve pazar kaybına neden olacaŞı kaygısıyla gittikleri bölgelerin sanayileşmesine de karşı çıkarlar. Frank’a göre kapitalist yayılma 16. yüzyıldan itibaren bir dünya sistemi oluşturmuştur. Gelişmiş ülkeler bu sistemin hâkim metropollerini oluştururken Üçüncü Dünya sistemin baŞımlı uydularım oluşturur. Metropol ve uydu ülkeler arasındaki baŞlantıyı gerçekleştiren uluslararası pazar ve ticarette, gelişmiş kapitalist ülkeler sermaye, teknoloji ve pazarın kontrolünü elinde bulundurur. Frank burjuva gelişme kuramlarım eleştirerek gelişme ve az gelişmenin kapitalist dünya sisteminin gelişme süre106

Kapitalizmin Tarımda Gelişmesi: Yeni Yorumlar

cinin birlikte var olan birbirinden -ayrılmaz iki yönü olduŞunu vurgular. Kapitalist dünya sistemi içindeki baŞımlı konumlarının bir sonucu olarak üçüncü dünya ülkeleri azgelişmişlik kıskacına girmişlerdir. Dünya sistemi ile bütünleştikleri 16. yüzyıldan itibaren özellikle Latin Amerika ülkelerinin yapıları kapitalist bir yapıya dönüştürülmüştür. Çünkü bu dönüşüm sonucunda uydu ülkeler dünya pazarları için üretim yapmaya başlamışlardır. Yani Frank için, deŞişim için üretim yapmak kapitalizm için yeterli bir koşuldur; Bu böyle kabul edilince Latin Amerika toplumlarının veya diŞer üçüncü dünya ülkelerinin yapılarını ikili olarak niteleyen tezler tümüyle dışlanmaktadır. Çünkü gerek Frank (1967, 1969, 1972) ve gerekse Wallerstein (1974a, 1974b, 1979) için kapitalizmin varlıŞından söz etmek için pazar için üretim yeterlidir. Bu üretim çek çeşitli emek süreçleri içerebilir. ÖrneŞin üretim köleler, serfler, özgür köylüler veya ücretli işçiler tarafından yapılabilir. Bu nedenle her iki yazar için de tarımın kendi başına kapitalist bir dönüşümü sorunu önemsiz bir sorun olmaktadır. Kapitalist toplumsal ilişkiler deŞişim ilişkileri ile özdeştirildiŞinden ve Latin Amerika ülkeleri de 16. yüzyılda Avrupalılar tarafından işgal edildiŞinden beri, ticaret ilişkileri yoluyla önce merkantilist daha sonra endüstriyel kapitalist dünya sisteminin bir parçası olduŞundan, bu ülkeler tümüyle kapitalisttir. Bu nedenle tarihsel dönüşüm sorunu diye bir sorun da söz konusu deŞildir. Bu aynı zamanda, kapitalist üretim tarzının pre-kapitalist üretim tarzları ile eklemleşmesi görüşünün de olasılıŞı koşulunu ortadan kaldırmaktadır. Çünkü Latin Amerika’nın işgali ve dünya pazarlarının bir parçası haline gelmesi buradaki pre-kapitalist ilişkilerin kapitalistleşmesine neden olmuştur. Kısacası, dünya ticaret sisteminde deŞişim ilişkilerine girmek bir ülkenin kapitalist sayılması için yeterlidir. Latin Amerika ülkelerinin eskiden tarımsal ürünler ve maden ihraç eden bölgelerindeki yapıları ve kurumlan fe107

ÇaŞdaş Tarım Sorunu

odal veya yarı-feodal olarak, nitelemek tümüyle yanlıştır. Bu kuruluşlar yozlaşmış biçimde de olsa aslında kapitalisttirler. Büyük toprak işletmeleri (latifundia), ister bugün plantasyon biçiminde ister hacienda biçiminde olsunlar, şsterse de 18. yüzyıl ili’sinde serfler üzerindeki feodal yükümlülüklerin yoŞunlaştıŞı dönemdeki gibi olsun, tüm bu ilişkiler artan talebe ticari bir tepki olarak ortaya çıkmış ve kapitalist gelişmenin dışında kalmamıştır. (Frank 1969: 15). Metropol ve uyduların dünya sistemi içinde bütünleşmeleri bir dizi baŞımlılık ve sömürü zinciri sayesinde gerçekleşmekte ve bu zincirlenme sonucu uydu ülkelerin artık ürünleri metropol ülkelere transfer edilerek üçüncü dünya ülkelerinin gelişmesi engellenmektedir. Zincirlenmenin tepesinde metropol ülkeler varken en dibinde de köylüler bulunmaktadır. Metropol uyduyu sömürmekte, uydu içindeki hâkim sınıflar da, örneŞin toprak aŞaları, hacienda sahipleri de kendi uyduları olan köylüleri sömürerek pazar için üretim yapmaktadırlar. Yani sömürü zinciri metropol devlet -milli devlet, bölgesel merkezler- yerel merkezler, büyük toprak aŞaları veya tüccarlar-küçük köylüler veya toprak kiracıları ve topraksız köylüler biçiminde bir silsile takip etmektedir (Frank 1967: 7-8 ve 146-148). Frank’ın görüşleri yoŞun bir eleştiriye hedef olmuştur. Bunlar arasında en önemlileri Laclau (1971) ve Brenner (1977)’dir.14 Laclau ortodoks Marksist bir kapitalizm anlayışıyla hareket ederek ticaret ve deŞişim ilişkilerinin kapitalizmin temeli olamayacaŞını, Frank’ın kapitalist dünya ekonomik sistemine katılma ile kapitalist üretim tarzının hâkim olması gerçeŞini birbirine karıştırdıŞım belirtmektedir. –––––––––––––––––––– 14

Frank ve dünya sisteminin eleştirileri arasında Booth (1975), O’Brien (1975), Leys (1977), Taylor (1974, 1979), Gülalp (1979, 1983), Palma (1978), Wolpe (1980) ve Culley (1977) sayılabilir. Frank bu eleştiriler karşısında görüşlerini gözden geçirmiştir ama ana görüşlerine aynen sadık kalmıştır; örneŞin bkz. Frank (1978a ve 1978b).

108

Kapitalizmin Tarımda Gelişmesi: Yeni Yorumlar

Marksist anlamda kapitalizm bir üretim tarzıdır ve bu üretim tarzının kendine özgü üretim ilişkileri sayesinde artık emeŞe artık deŞer biçiminde el konmaktadır. ArtıŞa el koymanın özgül biçiminin kapitalist olabilmesi için/dolaysız üretici ile üretim araçlarının birbirinden kopması ve emeŞin bir meta olarak alınıp satılabilmesini mümkün kılacak bir emek pazarının var olması gerekir.15 Frank kapitalizm kavramını öylesine geniş bir şekilde kullanmaktadır ki köylülerle toprak aŞaları arasındaki ilişkiler de dâhil olmak üzere çok farklı ilişkileri kapitalist olarak niteleyebilmektedir (Laclau 1971: 25). Oysa kapitalizm bir üretim tarzı olarak ele alındıŞında bu ilişkiyi kapitalist olarak nitelemek olanaksızdır. Marks’a dayanarak Laclau, pazar için üretimin pre-kapitalist üretim tarzı ile pekâlâ uzlaşabileceŞini savunarak azgelişmiş ülkelerin anlaşılması için, yapılarının çözümlemesinde üretim tarzı ve ekonomik sistem kavramlarının kullanılması gerektiŞini belirtir. Bir üretim tarzı, üretici güçlerle üretim ilişkilerinin karmaşık bir bütünleşmesidir. Her üretim tarzının kendine özgü mülkiyet ilişkileri ve bununla uzlaşan üretim ilişkileri vardır. Ekonomik sistem ise, ister bölgesel ister ulusal veya isterse dünya çapında olsun, ekonominin farklı sektörleri arasındaki karşılıklı ilişkileri ifade eder. Bir ekonomik sistem çeşitli üretim tarzlarının elemanlarını içinde barındırabilir. Yani Latin Amerika ülkelerindeki üretimde feodal üretim tarzı ile kapitalist üretim tarzı birlikte var olabilir16 (Laclau 1971: 31). Latin Amerika ülkelerinin tü–––––––––––––––––––– 15

16

Laclau burada daha sonra Althusser’ den esinlenen Dupre, Terray, Meillassoux ve Rey gibi yapısalcı Fransız Marxist antropologları tarafından geliştirilen üretim tarzlarının eklemlenmesi kavramının öncülüŞünü yapmaktadır. Eklemlenme kavramı daha sonraları Latin Amerika kırsal alanının çözümlenmesinde kullanılmıştır. Laclau burada daha sonra Althusser’ den esinlenen Dupre, Terray, Meillassoux ve Rey gibi yapısalcı Fransız Marxist antropologları tarafından geliştirilen üretim tarzlarının eklemlenmesi kavramının öncülüŞünü yapmaktadır. Eklemlenme kavramı daha sonraları Latin Amerika kırsal alanının çözümlenmesinde kullanılmıştır.

109

ÇaŞdaş Tarım Sorunu

müyle kapitalist olduklarını ileri sürmekle Frank, bu ülkelerdeki sınıfsal ilişkilerin çeşitliliŞini tümüyle göz ardı etmektedir. Laclau çaŞdaş Latin Amerika ülkelerinin azgelişmişliŞinin anlaşılabilmesi için, soruna baŞımlılık kuramcılarının yaptıŞı gibi deŞişim ve dolaşım ilişkilerinin incelenmesi açısından deŞil, Marksist anlamda üretim tarzı ve üretim ilişkileri ile bunların birbirleriyle eklemlenmesi açısından bakmak gerekir sonucuna ulaşmaktadır. Dış baŞımlılıŞın içyapıyı tamamen belirlediŞini, gelir dengesizlikleri doŞurduŞunu, sanayileşmeyi çarpıttıŞını ileri sürdüŞü için Frank, mekanik bir ekonomik belirleyicilik görüşünü savunmakla suçlanmıştır (Leys 1977: 95). Milli burjuvazi yabancı çıkarların kontrolünde pasif bir eleman olarak alınmıştır. Frank’çı baŞımlılık kuramı üçüncü dünya ülkelerinde kapitalist bir gelişmenin olanaksızlıŞım ileri sürmüştür. Bu haliyle baŞımlılık kuramı statik ve tarih dışıdır (Palma 1978: 903). Az gelişmeyi çevre ülkelerden merkez kapitalist ülkelere dünya pazarı mekanizmaları aracılıŞıyla artık aktarımı ile açıklayan Frank’çı sav, deŞişen tarihsel koşullar altında sömürünün yemden üretimini açıklamaktan uzaktır. Yaklaşımları arasında benzerlikler olan Frank, Wallerstein ve Sweezy görüşlerini pazar güçlerine dayandırdıklarından, azgelişmiş ülkelerdeki sınıf yapısının ekonomik gelişmenin veya az gelişmenin niteliŞini belirleyeceŞini görmemekte ve bu sınıf yapılarının kendilerinin sınıf savaşımları sonucunda nasıl ortaya çıktıklarını açıklayamamaktadırlar (Brenner 1977: 27). II.5. Azgelişmiş Ülke Kırsal Kırsal Yapısı Nasıl şrdelenmeli: Klasik Dönüşüm Kuramlarına Bir Alter Alternatif Yukardaki tüm tartışmalar klasik kırsal dönüşüm kuramlarının -Chayanov, Lenin, Kautsky- azgelişmiş ülkelerin anlaşılmasında yetersiz kaldıklarım açıkça ortaya koymuştur, 110

Kapitalizmin Tarımda Gelişmesi: Yeni Yorumlar

özellikle köylülüŞün kapitalizm karşısında tasfiye olacaŞı görüşü tartışmalara çok açıktır. Kautsky ve Lenin’in eserlerinin yayınlanmasından bu yana 100 yıl civarında bir zaman geçmesine raŞmen, küçük üreticilik tasfiye olmamıştır. Hatta kimi yazarlara göre küçük üreticilik sayısal olarak artmıştır.17 Küçük üreticiliŞin süregitmesi iki düşünceyi akla getirmektedir. Birincisi klasik dönüşüm kuramlarına sadık kalarak, tasfiye sürecinin tamamlanması için 100 yılın kısa bir dönem olduŞunu savunmak ve tasfiyenin eninde sonunda gerçekleşeceŞini kabul etmek. Bu düşünce teleolojik bir belirsizliŞi beraberinde getirmektedir. Ayrıca, tarihsel süreç içinde farklı koşullarda ortaya çıkan kırsal deŞişimleri sırf bu kuramlara uyabilsin diye çarpıtarak yorumlama tehlikesi de söz konusudur. şkinci düşünce ise, tasfiye görüşü bugünün somut koşullarını açıklamakta yetersizdir, dolayısıyla da azgelişmiş ülkelerin kırsal yapısının anlaşılması için alternatif açıklamalara gerek vardır biçimindedir. Ben ikinci düşüncenin daha uygun olduŞuna inanmak eŞilimindeyim. Bu nedenle, aşaŞıdaki tartışmada azgelişmiş ülke kırsal yapısının anlaşılmasında nelere dikkat edilmesi gerektiŞi üzerinde durulacaktır. Bunu yaparken de kapitalizmin bugün, yani emperyalizm çaŞında, evrensel bir karakter kazandıŞı varsayımından hareket edilecektir. Kapitalizmin evrenselliŞi savunulurken Frank ve Wallerstein’e yöneltilen eleştirilere maruz kalmamak için de, soruna somut koşullarda sermaye ile hane üretimi veya sermaye ile küçük meta üretimi arasındaki ilişkilerin çeşitliliŞi açısından yaklaşılacaktır. Tarımla ilgili olarak, kapitalizmin gelişmesinin üç aşamadan geçtiŞini söylemek mümkündür (Amin 1977: 50). 1. On beşinci yüzyıldan on dokuzuncu yüzyıla dek süren ve merkantilizm adı verilen, tarımın ilk dönüşüme uŞraması, ticarileşmesi ve feodal üretim ilişkilerinin çözülmesi –––––––––––––––––––– 17

Bkz. Vergopoulos (1978), Amin ve Vergopoulos (1977) ve Varlıer (1978).

111

ÇaŞdaş Tarım Sorunu

ile karakterize edilen ilk aşama, 2. Sanayide kapitalist üretim tarzının tam anlamda gelişmesiyle karakterize edilen on dokuzuncu yüzyıl. 3. Tarımın sanayileşmesiyle karakterize edilen yirminci yüzyıl. şlk iki aşama büyük ölçüde Avrupa’yı karakterize etmekle birlikte, üçüncü aşama emperyalizm aşaması ile eşzamanlı olduŞu işin tüm dünyayı karakterize eder. Kapitalizmin üçüncü gelişme aşaması, tarımın sermayenin egemenliŞi altına girmesine şahit olmuştur. Bu kapitalizmin bir dünya sistemi olarak yapılaşmasının bir sonucudur (Amin 1977: 61-62). Tarımın baŞımlılıŞının ilk koşulu, egemen durumundaki sermayelim tarımdaki üretime müdahale etmesidir. Bu, tarıma belli bir plana göre tarımsal üretimde kullanılan araçlar biçiminde yatırılmış olan bir sermaye deŞil, tarımsal üreticiler ile baŞlantılı olan gıda sanayileri ve ticaret çıkarlarının kendisidir. Ürünlerin standartlaşması, endüstriyel gıda üretiminin genişlemesi ve ürün toplama ve pazarlama aŞlarının yoŞunlaşması ile üreticinin üretim planı bu sermaye tarafından denetim altına alınmıştır. Üretim sürecine yapılan bu müdahalede sermaye tek tek bireysel sermayelerin bir toplamından ibaret olmayıp bunun üstünde bir şeydir: sermaye parçalanmadan önce bütünseldir. Türkiye’deki tarım sorunu tartışmalarında olduŞu gibi, eŞer kendimizi ayrı ayrı incelenen işletmelerin basit bir özeti ile sınırlarsak, kapitalizmin anlamını hiçbir zaman kavrayamayız. Toprak mülkiyetinin belli ellerde yoŞunlaştırıp köylülüŞü dolaysız bir şekilde proleterleştiren yol, kapitalizmin tarımla ilişkilerini geliştirirken takip ettiŞi temel yol deŞildir, aksine bu yol bir istisnadır. Bu yol ancak belli bir sınıf ittifakı gerektirdiŞi zaman ana bir yol olmaktadır. Tarımda ana eŞilim, sermayenin tarımı boyunduruk altına alması biçimindedir. Birikim süreci içerisinde sermayenin çeşitli tipleri (sanayi sermayesi, ticaret sermayesi, finans sermayesi gibi), tarım, sektörünün bu birikime bir katkıda bulunması beklentisi içindedirler. Somutta, bu katkının gerçekleşmesi kır112

Kapitalizmin Tarımda Gelişmesi: Yeni Yorumlar

sal alanda meta üretiminin yoŞunlaşması biçiminde ortaya çıkmaktadır. Hane üreticilerinin sayısal olarak çoŞunlukta olduŞu bir toplumda, sermaye için sorun bu üreticilerin proleterleştirilmesi deŞil, kırsal alanda metalaşma sürecinin hızlandırılması, yani pazara sunulan ürün miktarının artması, üreticilerin gerek üretim araçları ve gerekse tüketim malları açısından pazara baŞımlılıklarının yoŞunlaştırılmasıdır. Böylece yoŞunlaşan meta ilişkileri sayesinde sermayenin çeşitli tipleri çeşitli mekanizmalarla üreticilerin artıŞına el koymayı başarmaktadır. Hane üreticilerinin eylemlerini yöneten mantık, geçimliŞini ve yeniden üretimini saŞlama mantıŞıdır. Fakat bu otonom yeniden üretim süreci, hane nakit paraya gereksinme duymaya başladıŞında, örneŞin devlete vergi vermek veya yaşamı için gerekli olan malları satın almak için pazara dönük üretim yaptıŞında bozulmaktadır. ÜrettiŞi malların niteliŞi, kalitesi, miktarı kendisi dışında pazar koşulları tarafından belirlenen hane üretimi, kapitalizme baŞımlı duruma düşmektedir. Hanenin kapitalizmin denetimine girmesi demek, bir farklılaşmanın olması ve küçük üretimin silinip gitmesi demek deŞildir. Sınıfsal anlamda köylülüŞün farklılaşması, meta üretiminin yoŞunlaşmasının bir başka boyutudur. Ama bu yoŞunlaşmanın zorunlu bir ön koşulu veya sonucu deŞildir. Meta üretimi kimi somut koşullarda farklılaşma doŞurur ama kimi koşullarda da doŞurmayabilir. Hane üretiminin sermayenin denetimi altına girmesini ve hane ile sermaye arasındaki ilişkilerin niteliŞini Bernstein çok iyi bir şekilde tahlil etmektedir (Bernstein 1977). Kapitalizm ile eklemleşmesi olası, olan bir köylü üretim tarzı kavramı ile kendine özgü bir köylü ekonomisi kavramını kabul etmeyen Bernstein, sermaye ve hane üretiminin karşılıklı ilişkilerinin odak noktası yapılmasını önerir, önemli olan sermayenin kırsal alana nüfuz ediş biçimlerini irdelemektir. Sermaye üretim sürecini doŞrudan doŞruya üstlenmeksizin bu süreci kontrol altına alabilir. Bunu 113

ÇaŞdaş Tarım Sorunu

kırsal alanda meta ilişkilerini yoŞunlaştırarak gerçekleştirir. Küçük üreticilerin yeniden üretim döngüsünün elemanlarının metalaşması, yani geçimlik ürünler yerine meta üretimi ve emeŞin kullanım deŞeri deŞil de deŞişim deŞeri üretmeye yönelmesi aracılıŞıyla sermaye, bu üreticiler üzerinde, nüfuz kurmaktadır. Küçük üreticinin basit yemden üretim döngüsü artık eskisi gibi kullanım deŞeri üretimi ve tüketimi ile sınırlı deŞildir. Bir kez meta tüketilip üretilmeye başlanınca, meta köylü hanesinin yeniden üretim döngüsünün içsel bir parçası haline gelmektedir. DiŞer bir deyişle meta üretimi köylü hanesi için bir zorunluluk haline gelmektedir, yani meta üretimi olmaksızın tüketim gereksinmelerinin büyük bir kısmını karşılamak olanaksızlaşmaktadır. şşte meta üretiminin hanenin yeniden üretiminin içsel bir parçası haline gelmesi aracılıŞıyla, üretici sermayenin ticari ve siyasi temsilcileri (tüccar ve devlet) meta ilişkilerini daha da yoŞunlaştırarak köylü üretiminin sermayenin isteklerine baŞımlılıŞını pekiştirmektedirler. (Bernstein 1977: 60-63). Sermayenin çeşitli bölüngüleri, devlet ve devlet sermayesi meta ilişkilerinin ve dolayısıyla köylülüŞün sermayeye baŞımlılıŞının pekiştirilmesi için şu mekanizmaları kullanmaktadırlar: yetiştirilen ürünleri ve yetiştirme yöntemlerini belirlemek, tekelci bir fiyat belirlemek ve pazarlama, koşullarını tayin etmek. Buna karşılık köylüler de bu baskılara meta ilişkilerinden çekilmek ve devletçe yöneltilen pazar fiyatlarını dikkate almamak da dâhil olmak üzere çeşitli biçimlerde tepki göstermektedirler. Bunun örneklerini Türkiye’de buŞday taban fiyatlarının düşük tutulması sonucunda köylülerin ürünlerini devlet yerine tüccara satmasında görmek mümkündür. Aynı şekilde petrol krizi döneminde artan yakıt fiyatları sonucunda traktör kiralayamayan ve ticari ürün üretmek yerine sadece tüketimleri için buŞday üreten GüneydoŞu Anadolu köylülerinin davranışını da sermayeye karşı bir tepki olarak görebiliriz. Sermayenin çeşitli bölüngüleri ve devlet 114

Kapitalizmin Tarımda Gelişmesi: Yeni Yorumlar

köylünün mutlak artıŞına el koymaktadır. Yani, köylüden çekilen artık, aynı miktar emek kullanıp yeni teknikler uygulanarak verimliliŞin artırılması yoluyla yaratılan göreli artık deŞer deŞildir, fakat emek yoŞunluŞu ve çalışma süresinin arttırılmasıyla elde edilen mutlak artık deŞerdir. Bernstein’e göre artık deŞere el koymayı eşitsiz deŞişim ile açıklamak yetersizdir. Çünkü burada çözümleme ticaret sermayesi ile meta üreticileri arasındaki ilişkilerle sınırlı kalmaktadır. Sermaye ile köylü üretim birimi arasındaki ilişkileri üretim koşullarını kontrol etme savaşımı içerisine yerleştirmek gerekir. Bu baŞlamda ‘eşitsiz deŞişim yaklaşımı kuşkuludur, çünkü üreticilerin ve üretim biriminin yeniden üretimi kısmen deŞer kanununun etkinliŞi dışında olan kullanım deŞeri üretimi tarafından gerçekleştirilmektedir’ (Bernstein 1977: 72). Hanenin yeniden üretim masraflarının bir kısmım karşılamak suretiyle doŞrudan tüketim amacıyla yapılan kullanım-deŞeri üretimi, pazarlanan metanın deŞişim deŞerini düşürmek eŞilimini göstermektedir. Bir başka deyişle hane emeŞi tarafından saŞlanan kullanım deŞeri sübvansiyonu küçük meta üreticilerinin pazar fiyatlarının altında bir masrafla yaşamlarım sürdürmesine olanak saŞlamaktadır. Bunun sonucu olarak, köylü üreticiler kapitalist girişimlerle rekabet halinde oldukları zaman, bu nitelik hane tarafından sarf edilen emek zamanının deŞer yitirmesine ve dolayısıyla üretilen metanın da deŞer yitirmesine neden olmaktadır (Bernstein 1977: 72). Buradan giderek Bernstein köylüleri ücretli işçi eşdeŞeri olarak nitelemektedir. Bernstein’in neden böyle bir sonuca gerek duyduŞu pek açık deŞildir. Siyasal anlamda köylülerin işçi sınıfına yakın ve onunla ittifak halinde olduŞunu mu belirtmek istemektedir? Aynı sorunsal köylüleri sermayenin kontrolünde kendi evinde çalışan ‘gizli proleterler’ olarak niteleyen Banaji (1977) ve Roseberry’ de (1978) de vardır. Roseberry ile Bernstein arasındaki fark bu sonuca ulaşma biçimlerindedir. Bernstein üretim 115

ÇaŞdaş Tarım Sorunu

sürecim temel alarak ‘ücretli işçi eşdeŞerleri’ sonucuna varırken, Roseberry’nin dayanak noktasını dolaşım sermayesinin köylü üretimine nüfuzu oluşturmaktadır. Kay’in (1975) azgelişmiş ülkelerde ticaret sermayesinin kapitalist metropol girişimin bir aracı olduŞu ve bu anlamda ticaret sermayesinin kapitalizm öncesi bir sermaye tipi olmayıp üretici sermayenin bir temsilcisi olduŞu görüşünden hareket eden Roseberry, bu sermaye tarafından sömürülen köylüleri gizli proleterler olarak nitelemektedir. Tefeci ve ticaret sermayesi arasında pek bir ayırım yapmayan Roseberry’e göre, üreticiye kredi vermek suretiyle onun üretim koşullarını kontrol eden ve üretici sermayenin bir temsilcisi olan ticaret sermayesi köylünün artık deŞerine el koymaktadır. Geride köylünün elinde kalan miktar ise onun ücretine denk bir miktardır. O yüzden köylüler kendi evlerinde sermaye hesabına çalışan gizli proleterlerdirler. Kuramsal olarak çarpıcı görünmekle birlikte Roseberry’nin kavramları hatalıdır. Çünkü köylü üretiminde ürünün elde edilmesi için sarf edilen emek miktarının parasal olarak hesaplanması mümkün deŞildir. Köylü böyle bir hesaplamayı yapmamaktadır. Bu nedenle emek kategorisinin deŞeri saptanamayan bir durumda Marksist anlamda bir artık deŞer hesaplamak mümkün deŞildir. Onun için tüccar veya tefeci tarafından el konulan artıŞa ‘artık deŞer’ ve köylüye kalan miktara ‘ücret’ demek olanaksızdır. Böyle olunca da ‘gizli proleter’ kavramı temelsiz kalmaktadır. Gerçi Bernstein bu kavramı kullanmaktan kaçınmaktadır ama bence ‘gizli proleter’ demek ile ‘ücretli işçi eşdeŞeri’ demek arasında pek bir fark yoktur. Fakat Bernstein’in belirttiŞi çeşitli sermaye tipleri ile köylüler arasındaki ilişkilerin heterojen olması noktası günümüz azgelişmiş toplumlarının kırsal yapısının anlaşılmasında önemlidir. Tabii ki bu ilişkiler somut koşullarda farklılıklar gösterecektir. şşte asıl yapılması gereken şey sermayenin kırsal alanlara nüfuz edişinin, somut koşullarda gözlenmesi ye mekaniz116

Kapitalizmin Tarımda Gelişmesi: Yeni Yorumlar

malarının saptanmasıdır. Kapitalist sistem bir dünya sistemi olduktan sonra dünyanın en ücra köşesinde bile sermayenin nüfuzu gerçekleşmiştir. Fakat kırsal alanda, köy düzeyinde dünya sisteminin işleyişi açıkça görülememektedir. Köylüler bir ölçüde toprak aŞaları, tüccarlar, tefeciler tarafından sömürülmeye karşı örgütlenebilir ve bu sömürünün varlıŞını hissedebilir ama yerli sermaye, uluslararası sermaye ve devlet arasındaki işbirliŞi sonucu ortaya çıkan sömürü mekanizmaları köylüye aynı şekilde apaçık olarak görünmez. Bunun anlaşılması analitik bir çözümlemeyi gerektirir. Devlet ile yerli ve uluslararası sermaye arasındaki işbirliŞinin niteliklerinin ortaya konması ve bunların kırsal alana nüfuz etme biçimleri somut koşullarda saptandıktan sonra daha soyut bir düzeyde bunların kuramsal açıklamasına gidilmelidir. Tabii ki bu mekanizmaları somutta saptamak sanıldıŞı kadar kolay deŞildir. Devlet ile yerli ve yabancı sermaye arasındaki üçlü ittifakın somutta görünen biçimi kırsal politikalar ve gelişme projeleridir. Bu politikalar ve projeler pek çok ideolojik meşrulaştırma çabalan ile iç içe olduklarından, ideoloji ile gerçeŞi birbirinden ayırt etmek zorunluluŞu ortaya çıkmaktadır.

117

Tarımın Uluslararasılaşması ve ÇaŞdaş Tarım Sorunu

III. Tarımın Uluslararasılaşması ve ÇaŞdaş Tarım Sorunu

1980’lerde kaleme alıp önceki bölümlerde sunduŞum çözümlemelerde üretim tarzları ve Chayanovcu köylü hane üretimini temele alan yaklaşımların çaŞdaş tarım sorununu anlamamızda yetersiz kaldıklarını ve küresel kapitalizmi irdeleyen yeni bir yaklaşıma gereksinme olduŞunun altını çizmiştim. Bir önceki bölümde ‘azgelişmiş ülke kırsal yapısı nasıl irdelenmeli: klasik dönüşüm kuramlarına bir alternatif’ başlıŞı altında yaptıŞım çözümlemeler 1990’lardan itibaren geliştirilen ‘gıda rejimleri’ kuramı ile daha da bir anlam kazanmaktadır. Bu kuram 1980’lerde benim devlet ve yerli ve uluslararası sermaye arasındaki işbirliŞinin temel niteliklerinin irdelenmesi gerektiŞi öngörümü temel hareket noktası olarak alarak çaŞdaş tarım sorununun anlaşılmasında çok önemli bir katkı yapmıştır. Kitabın ilk bölümünde vurguladıŞım gibi gıda rejimleri kuramı analiz birimi olarak küresel ekonomiyi alarak ulus devleti temel alan üretim tarzı kuramı ve köylü hane üretimini çözümleme birimi olarak alan Chayanovcu yaklaşımın içine düştüŞü çıkmazları aşabilmektedir. Gıda rejimleri kuramı çaŞdaş tarım sorununun yeterince anlaşılabilmesi için küresel gıda rejimlerine tarihsel 119

ÇaŞdaş Tarım Sorunu

bir perspektif ile bakılması gerektiŞi noktasından hareket etmektedir. Bu kuram belli tarihsel dönemlerde tarımın sermaye ile ilişkisinin farklı boyutlar gösterdiŞini ortaya koymaktadır. Günümüz tarımını ise 1990’lardan itibaren şekillenip belirginlik kazanan Üçüncü Gıda Rejimi (ÜGR) karakterize etmektedir. ÜGR neoliberal hegemonyanın yerleşip pekiştiŞi 1980’lerden itibaren uluslararası finansal kuruluşlar ile tarım şirketlerinin (agri-business) dünya tarımını nasıl denetim altına aldıklarını ve bu süreçte devletlerin nasıl bir işlev gördüklerini detaylı bir şekilde irdelemektedir. Türkiye ve diŞer gelişmekte olan ülke tarımlarının 1980’ler sonrasındaki hızlı dönüşümleri, uluslararası kapitalizmin gelişimi ve tarımın uluslararasılaşıp sanayileşerek uluslararası sermayenin güdümüne girmesi ister istemez gıdanın üretimi, tüketimi, bölüşümü gibi kitleleri çok yakından ilgilendiren sorunları gündeme getirmektedir. II. Dünya Savaşı sonrasında gıda fiyatlarında giderek artan bir yükseliş söz konusu idi. Küreselleşmenin yoŞunlaştıŞı 1980’ ler sonrasında bu artış daha da hızlanarak 2008’ler sonrasında kriz boyutlarına ulaşmış (Gimenez ve Shattuck, 2011; Weis, 2013), Meksika, Senegal, Moritanya ve Yemen dâhil 30 ülkede gıda isyanlarına yol açmıştı (Frum, 2012). Asıl ilginç olan şudur: Bu gıda krizi, dünyada rekor seviyelere varan açlık ile rekor seviyelere varan tarımsal ürün hasatları ve dünyanın en önemli tarımsal sanayi şirketlerinin rekor seviyelere varan kârlılık oranlarıyla eş zamanlı olarak ortaya çıkmıştır (Lean, 2008a, 2008b). Birleşmiş Milletler’e baŞlı Gıda ve Tarım Örgütü’ne (Food and Agricultural Organization, FAO) göre, dünyada gıda fiyatları yaklaşık son on yıldır tarihsel olarak en yüksek seviyelerde seyretmiştir (FAO, 2013). FAO’nun belirlediŞi bir diŞer önemli ve kaygılandırıcı gösterge de son on yılda dünya gıda rezervlerinin 107 günlükten 74 günlüŞe düşmüş olmasıdır. Yeşil Devrim’in de etkisiyle tahıl üreti120

Tarımın Uluslararasılaşması ve ÇaŞdaş Tarım Sorunu

mi 1960’lardan 1980’lerin ortalarına kadar yüzde 2.8 oranında artarken, daha sonraları bu artış yüzde 1 civarına düşerek nüfus artış hızının gerisinde kalmıştır (www. faostat/foodsecurity/index.en.htm). Gözlemlenen bu gıda krizine paralel olarak dünyamız bir açlık krizi ile karşı karşıyadır. FAO, 805 milyon insanın açlıkla savaştıŞını ve buna baŞlı olarak da 178 milyon çocuŞun kronik dengesiz beslenme nedeniyle yavaş büyüyerek yaşıtlarının gerisinde kaldıŞını vurgulamaktadır (FAO, 2013, 2014). Bu saptamaların ışıŞında, ister istemez, aşaŞıdaki sorulara yanıtlar aramak gerekmektedir. Dünyada yeterli miktarda yiyecek yok mudur? şnsanlar neden açlık sorunlarıyla karşı karşıya kalmışlardır? Yeterli miktarda üretim mi yapılmamaktadır? Yapılmakta ise tarımsal topraklar ne için kullanılmaktadır? Mevcut gıda krizi küresel dönüşümle baŞlantılı mıdır? Öyleyse bu baŞlantının niteliŞi nedir? Küresel dönüşüm tarım üreticisi için ne anlama gelmektedir? Bu çalışmada, temel gıda üretiminin düşüşü ve gıda krizinin anlaşılmasında gıda rejimleri kuramının önemli bir açıklayıcı rolünün olduŞu ileri sürülmektedir. Özellikle Üçüncü Gıda Rejimi’nin (ÜGR) tarımı uluslararasılaştırarak küresel sermayeye baŞımlı hale getirdiŞi ve bu dönüşümün gerçekleşmesinde Dünya Bankası, Uluslararası Para Fonu (IMF), Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) gibi uluslararası kurumlar ile devletlerin çok önemli bir rol oynadıŞı vurgulanmaktadır. Tarımın sanayileşmesi sürecinde az gelişmiş ülkelere borç krizi de dâhil olmak üzere çeşitli nedenlerle yapısal deŞişimler dayatılmakta; bu yapılırken de, gerçekleştirilecek dönüşümlerin bu ülkelerin ekonomik ve toplumsal çıkarına olduŞu belagati bir şekilde rasyonalize edilmektedir. Azgelişmiş ülke devletlerinden tarımın çok uluslu şirketlerin güdümüne girmesi için gerekli düzenlemeler yapmaları beklenmekte, bu da yeni yasalar ve kurallar aracılı121

ÇaŞdaş Tarım Sorunu

Şıyla gerçekleştirilmektedir. Bu dönüşümde de, geleneksel ürünlerin giderek terk edilerek tarım şirketlerinin gereksinimi olan alternatif ürünler yerleştirilmeye çalışılmaktadır. Antalya Kumluca örneŞi, Türkiye’de bu mekanizmaların nasıl işlediŞini, yoksulluŞu gidereceŞi iddia edilen ve sözleşmeli tarım yoluyla yerleştirilmeye çalışılan alternatif ürünlerin aslında üreticileri büyük ölçüde kapitalist sisteme baŞımlı kıldıŞını, artan verimliliŞin tarım emekçisine yansımadıŞını, tarıma sermaye birikim sürecinde yeni bir işlev verildiŞini, sermayenin tarımda en modern yöntemlerle en ilkel emek biçimlerini birlikte kullandıŞını irdelemek için ele alınmıştır. Tüm bu dönüşümler ÜGR’nin kaçınılmaz zorunlulukları olarak ortaya çıkıyor; bu rejimde de, Sözleşmeli Tarım (ST) emeŞin ve üretimin örgütlenmesinin bir biçimi olarak anlam kazanıyor. Bu söylenenleri irdelemeye çalışırken aşaŞıda birbirleriyle baŞlantılı bir dizi soruya yanıt verilmeye çalışılmaktadır: Gıda rejimleri nedir? ÜGR neden gıda krizine yol açıyor? ST, ÜGR’nin neden zorunlu bir bileşeni oluyor? Türk tarımı ÜGR’de nasıl bir dönüşüme uŞramaktadır? ST, gıda güvenliŞini saŞlayıcı ve yoksulluŞu giderici bir nitelikte midir? ST emekçiler, tarım işletmecileri ve çok uluslu şirketler için ne anlama gelmektedir? şlk olarak Gıda Rejimi kavramını ele alalım. III.1. Gıda Rejimleri Harriet Friedmann (1982, 2005a, 2005b), Philip McMichael (2005, 2009) ve Friedmann ve McMichael’ın (1989) geliştirip yaygınlaştırdıŞı Gıda Rejimi (GR) kavramı, gıdanın küresel ekonomi-politiŞinde tarihsel olarak sınırlı ve birbirini izleyen bir dinamizme işaret eder. GR, coŞrafi ve tarihsel özgüllüŞü olan uluslararası gıda üretim ve tüketimine ilişkin birbirini tamamlayan kurumsal yapılar, yazısız kurallar ve normlardan oluşur. Eşitsiz gelişim seviyesinde122

Tarımın Uluslararasılaşması ve ÇaŞdaş Tarım Sorunu

ki uluslararası ticarette göreli bir istikrarın varlıŞı bir GR’ nin en önemli belirleyicisidir (Friedmann, 2005b: 125). Friedmann ve McMichael birbirini tarihsel olarak izleyen üç GR belirlemektedir. Yerleşimci Sömürgeci Gıda rejimi adını verdikleri birinci gıda rejimi 1870 ve 1930’lar arasındaki dönemi kapsamaktadır. Avrupa’dan sömürgelere yoŞun göç sonucunda, yerleşimci sömürgecilerin yerli halkların topraklarına el koyarak ve genelde sömürgeci ülkelerin gıda gereksinmeleri için büyük ölçüde buŞday ve et üretimine aŞırlık vererek bu ürünleri serbest ticaret prensipleri içinde gelinen ülkelere ihraç etmeleri, birinci gıda rejiminin en temel özelliŞidir. Yerleşilen sömürgelerde tarım, giderek makine aŞırlıklı olarak genelde tek ürün üzerinde yoŞunlaşır. Avrupa’da artan kentsel nüfusu ucuza doyurma amacıyla yapılan üretim, bu ülkelerde giderek artan bir şekilde et ve tahıl yeme alışkanlıŞına yol açar. Kurulan üretim, ticaret ve sömürge düzeni sayesinde batı giderek zenginleşmeye başlar ve belli bir sermaye birikimi oluşur (Friedmann, 2005b: 126-8). Dünya ekonomisinde hegemonyanın şngiltere’ye ait olduŞu birinci gıda rejimi, I. Dünya savaşı arifesinde yavaş yavaş yerini ikinci gıda rejimine terk etmeye başlar. I. Dünya savaşı sonrasında şngiliz hegemonyası sona ererken, yarım yüzyıllık serbest ticaret de sonlanmaya başlar. Büyük Dünya Krizi sonucunda, şngiliz hegemonyasının baskılarından görece uzak kalan kimi ülkelerde kendine yeterli olma çabaları gıdanın serbest ticaretinin de sona ermeye başladıŞının belirtisi olur. Bu dönemde, gıda fiyatlarında yoŞun bir artışla birlikte gıda güvenliŞinin de tehdit altına girdiŞi söylenebilir (Friedmann, 1982: 258). Arjantin, Avustralya, Kanada ve ABD gibi gıda ihracatçısı ülkeler krizin etkisiyle korumacı politikalara yönelerek kendi gıda güvenliklerini gözetme çabasına girerler. Friedmann ve McMichael’e göre, 1930’larda ABD’de iç politikanın gerekleri dünyada şngiliz hegemonyasının sona 123

ÇaŞdaş Tarım Sorunu

ermesiyle birleştiŞinde, şkinci Gıda Rejiminin (şGR) ilk belirtileri de ortaya çıkmaktadır. Başkan Franklin Roosevelt’in yönetiminde uygulanan Yeni Politika’nın amacı Büyük Kriz’in korkunç etkilerinden korunmaktır. Çiftçi oyları ile seçimi kazanmış olan Roosevelt’in Demokratik Parti’sinin 1932’de ihracata alışmış olan tarım üreticilerine yönelik uyguladıŞı Yeni Politika, yoŞun biçimde ürün desteklerine dayanarak üretim fazlalıkları doŞurmuştur (Friedmann, 1982: 258). Bu süreçler içinde de, ABD hegemonyanın yeni sahibi olarak ortaya çıkar. şkinci Gıda Rejimi, 1947 ile 1970’ler arasında şekillenmiştir. şçeride yüksek devlet desteklerini ve dışarıda liberalizmi savunan bu sanayi temelli gıda rejimi, teknolojik gelişmelerin eşliŞinde ABD’de yoŞun biçimde tarım ürünleri birikimi oluşmasına yol açmıştır (Friedmann, 1982: 258; 1993: 32-3). ABD bu fazlalıkları siyasal ve ekonomik hedefler için kullanmıştır. Bu süreç içinde tarım fiyatlarını belirleyip gıdanın yoksullara ulaşımını kontrol etmeyi bir politika aracı olarak belirleyen ABD, tarım ürünlerine verilen ihracat destekleri (export subsidies) aracılıŞıyla ürettirdiŞi gıda fazlasını refah ve yardım paravanı arkasında pazar deŞerinin altında fiyatlarla (damping) yardım adı altında satmaktadır (Friedmann, 2005b: 129). ABD, Marshall yardımı ve 1954 Tarımsal Ticaretin Gelişmesi ve Yardım Yasası (Public Law 480 ) aracılıŞıyla, hem Avrupa’yı hem de II. Dünya savaşı sonrası baŞımsızlıŞına kavuşan Üçüncü Dünya’yı etki alanı içinde tutma arzusundadır (Paarlberg, 2010). Birinci gıda rejiminden itibaren gıda ithalatçısı olan Avrupa, Marshall Yardımı sonrasında ABD’ nin korumacılıŞa toleranslı davranması sonucunda tarımda toparlanmayı becerir. Savaş sonrasında toparlanma sürecindeki Avrupa pazar deŞerinin altında fiyat uygulanmasına (damping) izin vermezken, soŞuk savaş sürecinde ABD tarımsal fazlasını azgelişmiş ülkelere düşük fiyatlarla ihraç eder ve gıda yardımını yandaşlarını ödüllendirmek ve uzun dönemli baŞımlılıklar yaratmak için kullanır. II. Dünya Sa124

Tarımın Uluslararasılaşması ve ÇaŞdaş Tarım Sorunu

vaşı öncesinde kendine yeterli olan tarım toplumları, ucuz Amerikan tarım ürünleri sayesinde sanayileşmeyi hedefleyip tarımı ihmal eder duruma gelirler. ABD, Üçüncü Dünya ülkelerinin sanayileşme amaçlarına pek sıcak bakmasa da, komünizm korkusu kimi Üçüncü Dünya ülkelerinde ‘kalkınmacılıŞın’ desteklenmesi zorunluluŞunu yaratır ve böylece tarım-sanayi dengesi ekseninde politikalar üretilir. DiŞer yandan, tarım ürünleri fazlalıklarının gönderildiŞi ülkelerde ise tarımdan kopuş süreci hızlandırılmıştır. Temel gıda ürünleri üretimi azaltılmış ve gıda ithalatçısı konumuna getirilen bu ülkeler giderek artan kentsel nüfuslarını besleyemez duruma düşmüşlerdir (Winders, 2009). Gıda baŞımlılıŞı oluşan kimi azgelişmiş ülkelerde kamış şekeri, tropik bitkisel yaŞlar gibi kimi geleneksel ürünlerin yerini sanayide üretilen tatlandırıcılar ve yaŞlar almıştır. Sanayi temelli merkantilist ikinci gıda rejiminin en belirgin özelliklerinden biri, tarımın giderek sanayileşmesi ve uluslararası tarım şirketlerinin ortaya çıkmasıdır. Gelişen teknolojiler sayesinde bu şirketler tarımsal kimyasallar, melez tohumlar ve modern girdiler yoluyla ulusal tarımı kontrol altına aldılar. şkinci gıda rejimi döneminde, kapitalist sistemin merkezlerinde tarımsal destekler ve gelişen teknolojiler nedeniyle, artan bir şekilde tarımsal ürün ve gıda fazlası oluşarak düşük fiyatlı tarımsal ihracat yoŞunluŞu gerçekleşmiştir (Friedmann, 2009; McMichael, 2009). YoŞun ihracat ve ticaret sayesinde gelişmiş ülkelerde zenginlik ve sermaye birikimi oluşurken de, azgelişmiş ülkelerde kapitalist dünyaya baŞımlılıklar giderek pekişir. Uluslararası sermayenin yükseldiŞi ve sanayi sermayesinin kontrolünde tarımsal-gıda (agro-food) şirketlerinin giderek egemenlik kazandıŞı bu dönemde, Batı hegemonyasının sürdürülebilirliŞinin bir gereksinmesi olarak da kimi azgelişmiş ülkelerin Batı’dan ilhamla ‘ulusal kalkınma’ modelini benimsemelerine izin verilmiş ve bir anlamda da ‘kalkınma projesi’ genelleştirilmiştir. Tarım ve sanayinin dengeli ge125

ÇaŞdaş Tarım Sorunu

lişmesi prensibinden hareket eden kimi azgelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde tarımın modernleşmesi süreci, uluslararası tarım komplekslerinin ürettiŞi mucize tohumlar, kimyasallar, yapay gübreler, araç ve gereçler yardımıyla tarım şirketlerine eklemlenerek belli bir dönüşüme uŞratılmıştır (Raynolds et.al., 1993; Raynolds, 1997). şkinci gıda rejiminde sömürgeci tarım yerini kalkınma için tarım prensibine bırakırken, çok uluslu şirketlerin denetiminde yoŞun makineleşme, yapay gübre ve kimyasallar ile ileri derecede gelişmiş hayvan ve bitki üretim teknikleri bu dönemin belirgin özellikleri olarak ortaya çıkmıştır. Özellikle de 1980’lerden itibaren neoliberalizmin etkisiyle giderek pekişen tarımın uluslararasılaşmasının yoŞunlaşması sonucunda azgelişmiş ülkeler de meta zincirleri sürecinin vazgeçilmez bir parçası haline gelmiştir (Amanor, 2009; Aydın, 2010; Magdoff, 2012; Pritchard ve Burch, 2003; Raynolds, 1997). Bu dönüşümler, oluşumu tümüyle tamamlanmamış ama Friedmann ve McMichael tarafından 1990 başlarından itibaren ‘giderek oluşan’ (muhtemel) bir Üçüncü Gıda Rejimi’nin (ÜGR’nin) belirgin nitelikleri olarak kendini göstermektedir. ÜGR çerçevesinde, tarımın uluslararasılaşması ve meta zincirlerine eklemlenme sürecine Çin ve Hindistan gibi yeni ülkeler de dâhil olmuştur. Bu ülkelerde de küresel gıda zincirlerine eklemlenen diŞer ülkeler gibi tarım hızlı bir şekilde modernleşip sanayileşmeye başlamıştır. Giderek belirgin bir şekilde ortaya çıkmaya başlayan ÜGR, tarımı doŞrudan tüketilen ürün üretiminden ya sanayide işlenerek piyasaya sürülen ya da süpermarket zincirlerinin gereksinim duydukları taze sebze ve meyve gibi yüksek deŞerli ürünleri üretmeye yönlendirmektedir. Bu dönüşümler, çok uluslu şirketlerin sermaye birikim süreçleriyle doŞrudan baŞlantılı biçimde gelişmiştir. ‘Süper-marketleşme’nin giderek yoŞunlaşması sonucunda çok uluslu şirketler tarımdan nihai tüketim ürünü deŞil de işlenip paketlenecek 126

Tarımın Uluslararasılaşması ve ÇaŞdaş Tarım Sorunu

ve giderek daha da kentleşen dünyadaki yeni damak tatlarına uygun olan ürünlerin üretilmesi kaygısıyla, küresel gıda zincirlerinin pekiştirilmesine yol açmışlardır.1 Küresel meta zincirlerinin oluşması, baŞımsız tarımsal üretimden yüksek düzeyde eklemlenmiş tarımsal-sanayi sistemine geçişin bir göstergesi olmuştur. Küresel meta zincirlerinin oluşmasında çok önemli bir rol oynayan çok uluslu tarım şirketleri de sermaye birikimlerini üretici ülkelere sertifikalı ve GDO’lu (genetiŞi deŞiştirilmiş organizmalı) tohumlar ve kimyasal girdiler üretip satarak, tarımsal ürünleri işleyerek ve bunların daŞıtım ve ticaretini yaparak gerçekleştirmektedirler. Yani bir anlamda ÜGR ile birlikte tarımda yeni bir uluslararası iş bölümü ortaya çıkmıştır. Bu yeni iş bölümü çerçevesinde azgelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler, tarımsal-sanayi komplekslerinin istediŞi ürünleri üretmeye zorlanmaktadır. Bu da ülkelerde tarımın yeniden yapılandırılmasını gerektirmektedir. Özellikle de azgelişmiş ülkelerdeki yoŞun borç krizinden istifade edilerek, bu ülkeler kapitalizmin birer temsilcisi olan Dünya Bankası, IMF ve Avrupa BirliŞi (AB) gibi kuruluş ve ülke toplulukları tarafından tarımlarını çok uluslu şirketlerin ve sermayenin gereksinmeleri doŞrultusunda dönüştürmeye zorlanmaktadır. Bu dönüşüm sürecinde, kimi ülkelerin geleneksel olarak ürettikleri ürünlerden ya temelli vazgeçip ya da üretimi sınırlayarak tarımsal sanayinin gereksinim duyduŞu, standardize olmuş ürünlerin üretimine kaymaları saŞlanmaktadır. eker pancarı, tütün, fındık ve tahıllar gibi geleneksel ürünlerin üretiminin giderek ihmal veya terk edilmesi ya da sermayenin denetimine bırakılmasının uygulama hızı, devletin gücü ve küresel ekonomiye eklemlenme arzusunun yoŞunluŞu ile doŞru orantılı olarak ortaya çıkmaktadır.2 –––––––––––––––––––– 1

2

Meta zincirleri tartışmaları için bkz. Gereffi 1996; Raikes ve diŞerleri, 2000. Bu sürecin Türkiye baŞlamında irdelenmesi için Aydın’a (2009, 2010) bakılabilir.

127

ÇaŞdaş Tarım Sorunu

Yüksek deŞerli alternatif ürünlere geçilmesi konusunda neoliberalleştirilen devlete bu süreçte gerekli kurumsal ve yasal alt yapıyı oluşturması için Dünya Bankası ve IMF’nin ‘şefkatli’ kolları açılarak yardımlar yapılmaktadır. Bu süreçte, örneŞin, Türkiye’de devlet kalkınmacılık projesini terk ederken, uluslararası finansal kuruluşlardan bir dizi yardım almıştır (Aydın, 2005, 2009, 2010). Yüksek deŞerli alternatif ürünlerin tarımsal sanayi şirketlerine tatmin edici bir kârlılık oranı bırakması için en önemli öge ucuz emek olduŞu için bu ürünlerin üretilmesinde uluslararası sermaye ve onun yerli taşeronları sözleşmeli tarımı tercih etmektedir. Uluslararası tarımsal sanayi sermayesi, yüksek deŞerli ürünlerin üretimi için tarımsal yapıların deŞiştiŞi, kurumların yeniden şekillendiŞi, neoliberal düzenlemelerin yapıldıŞı ülkeleri tercih ediyor. Devletin aracı bir işlev görmesi, IMF, Dünya Bankası, DTÖ ve AB’nin etkileri (Günaydın, 2006) ile Yapısal Uyum Programları (ve Türkiye’deki 5 Nisan 1994 kararları benzeri politika yönlendirmeleri), bu dönüşümün olmazsa olmazları arasındadır. 1999 sonrası Türkiye’de IMF’ye verilen dört niyet mektubu, destek alımlarının sınırlanması, tarım satış kooperatifleri birliklerinin işlevsizleştirilmesi (Aydın, 2010; Oyan, 2003), 7. Beş Yıllık Kalkınma Planı’nın bir gereŞi olarak (DTÖ ve AB kurallarına uyum sürecinde) Et ve Balık Kurumu ve YEMSA gibi kurumların özelleştirilmeleri (Günaydın, 2006), 2001 krizinde Dünya Bankası tarafından dayatılıp finansal olarak desteklenen ekonomik reform programı, 2001 tarımsal reform uygulama projesi ve alternatif ürün projesi (fındık yerine ayçiçeŞi, kanola, soya, çiçek, süs ve tıbbi bitkiler vb.) gibi gelişmelerle kurumsal alt yapı hazırlanmış ve yeni ürünlerde ucuz emek kullanımını garanti eden sözleşmeli tarım özellikle vurgulanmıştır. Kurumsal dönüşüme paralel olarak çıkarılan yasalarla geleneksel ürünlerin üretimi zorlaştırılarak bu ürünleri bı128

Tarımın Uluslararasılaşması ve ÇaŞdaş Tarım Sorunu

rakmak zorunda bıraktırılan üreticiler sözleşmeli tarıma zorlanmaktadır. Türkiye’de 2001’de çıkarılan şeker yasası, 2002’de çıkarılan tütün yasası, 2006’da çıkarılan tohum ve tarım yasası; bir yandan uluslararası tarımsal sanayi şirketlerinin istediŞi ürünlerin üretiminin temel koşullarını saŞlarken, diŞer yandan da üreticileri sertifikalı tohum kullanmaya zorlayarak ve tohumda fikri mülkiyet haklarını kabul ederek tarım üreticilerini modernleşme adına çok uluslu şirketlerine baŞımlı kılmaktadır. Alınan karar ve tedbirler sonucunda, geleneksel tarımdan koparılan üretici ve emekçiler çok uluslu şirketlerin gereksinim duyduŞu alanlara itilirken, bu gelişmeleri izleyen ve tarımın sanayileşip uluslararasılaşmasından ekonomik fayda gören kimi geleneksel sanayi şirketleri de tarım alanına kaymakta gecikmemişlerdir. ÖrneŞin, AB’nin Türkiye’ye verdiŞi IPARD (Instrument for Pre-Accession Rural Development) çerçevesindeki 880 milyon Avro’dan nasiplenebilmek için, geleneksel olarak tarımla baŞlantısı olmayan Koç, DoŞan, Ata ve Sancak grupları ile Arıkanlı, Söktaş, Saray Halı, Ramsey Tekstil gibi şirketler de tarım alanında etkinlik göstermeye başlamışlarıdır. Kısacası, ÜGR’de dönüştürülen tarım yapısında uluslararası pazarlar için modern girdi ve teknolojilerle üretime soyundurulan tarım üreticileri küresel meta zincirinin bir parçası olarak işlevlerini sürdürmektedirler. Tarımsal sanayinin gereksinim duyduŞu yüksek deŞerli ürünlerin üretiminde en can alıcı öge olan emeŞin denetime alınabilmesi ve deŞerinin altında bir masrafla kullanılabilmesi için tercih edilen üretim örgütlenmesi büyük ölçüde sözleşmeli tarım olmuştur. Alan araştırması yaptıŞımız Antalya ilinde, sözleşmeli tarım uluslararası yazındaki normal sözleşmeli tarımdan Türkiye’nin yapısal koşullarıyla baŞlantılı olarak farklılıklar göstermekte; normalde kapitalizmöncesi bir üretim ilişkisi olarak bilinen ‘ortakçılık’ ilişkileri 129

ÇaŞdaş Tarım Sorunu

ile eklemlenerek kendine özgü bir nitelik arz etmektedir. AşaŞıda, alan araştırmasının bulguları yukardaki çerçeve içinde ele alınıp irdelenmektedir. Tarımda iyice yerleşen uluslararası işbölümüyle birlikte tarımsal üretim yoŞun bir biçimde Çok Uluslu irketlerin (ÇU ) denetimine alınarak küresel meta zincirleri oluşturulmuştur. Tarımdaki üreticiler geri dönülmez bir biçimde bu küresel meta zincirlerinin bir parçası haline gelmişlerdir. Uluslararası agro-sanayi kuruluşları tarım üreticilerinin hangi koşullarda ve nasıl bir üretim yapacaklarının belirleyicileri olmuşlardır. Dolayısı ile de bu şirketlerin ürettikleri her türlü kimyasallar, tohumlar ve girdileri satın alarak kullanmak zorunda kalan ve ürünlerini dünya pazarlarına gene bu ÇU ’ler veya onların yerli taşeronları aracılıŞı ile satan büyük ve küçük tüm üreticiler bu küresel meta zincirinin bir parçası haline gelmişlerdir. ÇU ’in tarım üreticilerinden beklentileri piyasa koşullarında belirlenmekte ve üreticiler de kaçınılmaz olarak bu beklentilere uyum saŞlamak zorunda kalmaktadırlar. Bu da yeni üretim tekniklerini, yeni ürünleri, yeni girdileri vb. kendi üretim süreçlerine entegre etmeyi gerektirmektedir. Dolayısı ile tarımcı aileler sermaye karşısında kendi başına mücadele edip varlıŞını sürdürmeye çalışmaktadırlar. Bu savaşım sık sık tarımdan kopuş ve köylülükten ayrılma sonuçlarını doŞurmaktadır. Dünyada olduŞu gibi Türkiye’de de kırsal alanda tarımda çalışan nüfusta önemli bir düşüş ortaya çıkmıştır. ÖrneŞin TUşK verilerine göre 1927’ de nüfusun %76’sı tarımda çalışırken bu oran 1980’de %56 ve 2011’de de %23 olmuş ve kırsal alan nüfusu 2000 ile 2011 arasında 6,8 milyon kişi azalarak 23 milyondan 17 milyon kişiye düşmüştür.

130

Tarımın Uluslararasılaşması ve ÇaŞdaş Tarım Sorunu

III.2. Yeni Köylülükler Köylülükler mi DoŞuyor? şşte her alanda oluşan bu mücadele zorunluluŞu Van der Ploeg’u (2009; 2010) tüm olumsuz koşullara raŞmen yok olmayan ve deŞişen koşullarda varlıŞını sürdüren bir ‘yeni köylülükler’ kavramına sürüklemiştir. KöylülüŞün yok olduŞu iddiasına karşılık Weberci bir yaklaşımla tarımsal üreticileri üç ideal tipe indirger: Köylü üreticiler, girişimci üreticiler ve geniş ölçekli şirketleşmiş (korporat) kapitalistler. Bu üç üretici tipi arasındaki sınırların çok açık olmadıŞını kabullenmekle beraber analizlerini bu üçlemeye dayandırır. Sınırların belirsiz olmasının temelinde hem kimi köylülerin giderek artan bir şekilde pazara yönelik üretim yapmaları, hem de girişimci üreticilerin işletmelerini büyüterek şirketleşmiş (korporat) kapitalistlere dönüşmeleri yatar. Van der Ploeg (2009), modernleşme kuramı ve Marksist analizlerin köylülüŞün kaybolduŞu iddiasının günümüzde geçerli olmadıŞını, fakat kırsal alanlarda üç farklı sürecin oluştuŞunu iddia eder: 1. tarımın sanayileşmesi, 2. eski köylülerin veya köylülük dışı tarım üreticilerinin kendilerini koruma güdüsüyle adeta defansa çekilerek baŞımsız bir şekilde geçimlik üretime çekilmesi (yazarın ifadesiyle yeni köylüleşme), 3. yukarıda bahsettiŞimiz üç farklı üretim tipinin (köylü, girişimci ve kapitalist) ya kendini koruması ya da çözülüp diŞer bir üretim biçimine dönüşmesi (Van der Ploeg 2009:23). KöylülüŞün zor koşullar altında kendini koruyup yeniden üretmesini saŞlayan temeller arasında kendine yeterli kaynaklarının var olması ve bunların kendi denetiminde olması, doŞa ile ahenk içinde hareket edebilmesi ve dolayısıyla da kendini parasal ilişkiler ve pazardan soyutlayarak baŞımsız olabilme mücadelesini sürdürebilme kapasitesinin bulunmasıdır. Mevcut toplumsal durumun gerçekliklerine baŞlı olarak köylülüŞün hem kendi bekasını saŞ131

ÇaŞdaş Tarım Sorunu

lamasında, hem de elindeki kaynakları kaybetmeksizin pekiştirmesinde tarım dışında yaptıŞı etkinlikler de önemli rol oynar. Dolaysıyla Van der Plog Peru’nun Kuzeyindeki Catacaos, ştalya’nın Parma ve Hollanda’nın Frisian Orman Bölgesi’nde yaptıŞı uzun dönemli araştırma sonucunda tarımsal dönüşümün çok boyutlu olduŞunu ve köylü tipi üretimin günümüzde kendini sürdürebildiŞini ileri sürmektedir. Dolaysıyla da köylülük konusunda evrensel geçerlilik iddia eden sosyolojik kuramların aslında öze indirgemeci olduklarını ve gerçeŞi yansıtmadıklarını ileri sürmekte ve bu eleştiriyi aynı zamanda modernleşmeci kuramlar ve Marksist yaklaşımlara yöneltmektedir. Van der Ploeg’in temel argümanı, ‘köylülüklerin’ birçok baŞımlılık süreçleriyle ilintili olan sömürü ve marjinalleşme baŞlamında baŞımsızlık ve gelişme için verdikleri süregiden mücadele açısından betimlenmesi gerektiŞidir (Van der Ploeg, 2009: xiv). Bu böyle alındıŞında yazar köylülüŞün bir kısmının kaybolduŞunu, bir kısmının süregittiŞini, kimi köylülük dışı üretimlerin de köylülüŞe dönüştüŞünü ileri sürmektedir. Köylülükleri yaptıkları mücadele ile eşdeŞer tutan Van der Ploeg’un dikkatten kaçırdıŞı önemli bir sorun, bu mücadelelerin hem hangi yapısal koşullar altında verildiŞi, hem de gerçekten artık tümüyle pazardan ve parasal ilişkilerden kopuk bir üreticiler grubunun olup olmadıŞıdır. Üreticiler tarih boyunca içinde bulundukları yapısal koşullarda mücadele vermişlerdir ve bu mücadelenin niteliŞini içinde bulundukları üretim tarzları belirlemiştir. Feodalizmdeki tarımsal üreticilerin aristokrasiye karşı verdikleri mücadele ile günümüz küçük üreticilerinin şMF ve Dünya Bankası güdümündeki politikalara karşı verdikleri mücadele aynı kefeye konup bu mücadeleyi veren üreticiler aynı terim (köylülük) ile betimlenemez. Bir de metalaşmanın genelleştiŞi dönemde pazardan ve parasal ilişkilerden baŞımsız ve geçimlik üretim yapıp kendini sürdüren bir grubun varlıŞını iddia etmek gerçekleri epey zor132

Tarımın Uluslararasılaşması ve ÇaŞdaş Tarım Sorunu

lamak anlamına gelir. KöylülüŞün mücadele gücünü merkeze alan Van der Ploeg kapitalizmin zorlayıcı gücüne aynı önemi vermemektedir. DiŞer yandan Van der Ploeg günümüzde bir zamanlar tarımdan kopup kentlere göçmüş olan insanların kırsal alana dönüp kendilerini pazar ilişkilerinden soyutlayıp geçimlik üretim yaparak kapitalizme direnç gösterdiklerini iddia etmektedir. Bu olguyu yeni köylülüŞün temel bir niteliŞi olarak ileri süren yazar gerçekleri epey zorlamaktadır. ehirde tutunamayıp da kırsal alana geri dönen kimi emekçilerin varlıŞı yadsınamamakla birlikte bu eŞilim tarımdan uzaklaşma olgusunun yanında çok küçük kalmaktadır. Yeni köylülüŞün bir niteliŞi olarak ileri sürülen bu gelişim Türkiye’de pek önemli bir yer tutmamaktadır. ÖrneŞin TÜşK verilerine göre tarımda çalışan insan sayısı 1998’de 9 milyondan 2012’de 6 milyon küsüre inmiştir (Oral, 2013: 447.) Bu da tarımda çalışan kesimin istihdamdaki oranının %41.5’ten %24.6’ya inmesi anlamına gelmektedir. Yani köylere dönüp de kapitalizme direnç gösteren köylülük yerine çok yoŞun oranda bir proleterleşme eŞilimi söz konusudur. Tarımdan uzaklaşma (de-agrarianisation) ve köylülükten uzaklaşma (de-peasantation) olarak da adlandırılan bu süreç3 Türkiye gibi birçok ülkede, örneŞin Latin Amerika ve Afrika’daki ülkelerde, yoŞun bir şekilde yaşanmaktadır. Van der Ploeg’ın (2009: 54-80) iddia ettiŞi yeniden köylüleşme (re-peasantisation) süreci en azından Türkiyenin gerçekleriyle baŞdaşmamaktadır. Gerçi kimi bölgelerde proleterleşen tarım üreticileri giderek ticarileşen ve sanayileşerek uluslararası gıda zincirleri ile eklemlenen yüksek deŞerli tarımsal ürünler üreten işletmelerin olduŞu bölgelere göç ederek ücretli işçi veya büyük çoŞunlukla da ortakçı olarak çalışmaktadır. Fakat bu Van der Ploeg’ın söylediŞinin aksine kapitalizme direnmek deŞil, tarımsal kapitalizme ucuz insan gü–––––––––––––––––––– 3

Bu kavramlar için Aydın (2009) ve Bryceson vd (2000)’e bkz.

133

ÇaŞdaş Tarım Sorunu

cü saŞlamaktır. Dolayısıyla da tarımdaki emekçileri kapitalizme direnen ve oluşmakta olan yeni köylülük gibi çok muŞlak, genel ve ampirik olarak her yerde gözlemlenemeyen bir kavramsallaştırmayla tanımlamak yerine küçük işletmelerin küresel kapitalizm ile hangi koşullarda ve hangi mekanizmalarla eklemlendiklerini irdelemek gerekir. Ne yazık ki son zamanlarda Oral (2013), Ulukan (2009) ve Aydın (2009; 2010) gibi birkaç araştırmacının dışında Türk tarımında bu tür analizler yapılmamış ve Türk tarımının anlaşılması ciddi bir şekilde ihmal edilmiştir. Bizim 2012 ve 2013 yazlarında Antalya civarında yaptıŞımız alan çalışması, deŞişen ve zorlayan kapitalist gelişmeler karşısında küçük üreticilerin ya yok olduŞu ya da kendilerini deŞişen koşullara uydurduŞu ve uydurmak için de büyük bir çaba içinde olduŞu sonucuna ulaşmamıza neden olmuştur. Devletin geleneksel ürünlerde destekleri kısması ve AB, Dünya Bankası ve şMF’nin de itmesiyle iklim koşullarının uygun olduŞu Akdeniz ve Ege gibi bölgelerde seracılık yoluyla tarımın küresel gıda zincirleri ile olan baŞı pekiştirilmiş ve üreticiler yüksek deŞerli ‘alternatif’ ürünlere yönlendirilmişlerdir. Antalya Kumluca bölgesi son birkaç on yıl içerisinde buŞday ve pamuk üretiminden uluslararası pazarlara turfanda sebze, meyve, çiçek üretmeye geçmiştir. ÖrneŞin Türkiye örtü altı sebze üretiminin üçte biri bu ilçede gerçekleşmektedir. Çok emek yoŞun olan seracılıkta işletme sahipleri kendi emeklerinin dışında yoŞun miktarda emekçiye gereksinim duymaktadırlar. Bu emekçiler de ülke tarımının özellikle hızlı çözülen bölgelerinden gelen insanlar arasından temin edilmektedir. Dolayısıyla da GüneydoŞu’da topraktan kopan proleter Kürt emekçiler seralardaki yoŞun emek gereksinimini karşılayan önemli bir kaynak oluşturmaktadırlar. ÖrneŞin araştırma yaptıŞımız 1100 nüfuslu Hızırkâhya Köyü’nde ortakçılık yapan 200’den fazla emekçi ailesinin büyük bir çoŞunluŞunu güneydoŞudan ve özellikle de Mardin Kızıl134

Tarımın Uluslararasılaşması ve ÇaŞdaş Tarım Sorunu

tepe’den gelen ortakçı aileler oluşturmaktaydı. Az bir oranda da olsa Elmalı ve Korkuteli gibi çevre yerleşimlerinden gelen emekçiler de ortakçılık yapmaktaydılar. Benzer bir şekilde, ikinci araştırma köyümüz olan 3500 nüfuslu Sarıcasu’da da 1000 civarında güneydoŞudan gelen Kürt emekçilerin yanında şç Anadolu ve Ege bölgelerinden gelen emekçiler de seralarda istihdam edilmekteydiler. Seracılıktaki en önemli özellik ise bu emekçilerin ücretli işçi olarak deŞil de ortakçı olarak kullanılmasıdır. Asgari ücretle seraya emekçi saŞlamak üretim maliyetlerini arttırdıŞından, tarımdan kopmuş ve kentsel alanlarda çalışma olanaŞı bulamayan çaresiz emekçiler çeşitli vaatlerle ortakçılıŞa çaŞrılmaktadırlar. Bu çaŞrı zaman zaman modern teknoloji de kullanılarak internet ortamında yapılmaktadır. Domates.com sitesi bu tür çaŞrılarla doludur. Genellikle ortakçı adaylarına kalacak yer, çocuklarına okul olanakları ve iyi gelir vaat edilerek ailece gelmeleri saŞlanmaktadır. Sezon sonunda ortakçıya verilen gelirin dörtte biri asgari ücretin çok altında kalmakla beraber başka alternatifi olmayan ortakçı aileler Chayanovcu anlamda kendi emeklerini sömürerek (tüm aile fertlerinin üretim sürecinde çalışmasıyla) ancak kıt kanaat geçinebilmektedirler.4 DiŞer yandan ürünleri denetleyen sera sahibi ve ürünlerin istenen standartlara uymasını çok uluslu şirketler ve süpermarket zincirleri adına çeşitli mekanizmalarla denetleyen arabulucu, komisyoncu ve ihracatçı şirketler, kârlarını ancak ve ancak aile emeŞi kullanan ve patriyarkal gelir hesaplamaları zihniyeti ile hareket eden ortakçı aileler sayesinde saŞlayabilmektedirler. Yani Antalya civarında hâkim emek tarzı olan ortakçılıkla çalışan ve büyük bir kısmı tarımsal ilişkilerin baş döndürücü bir hızla dönüştürülmesiyle proleterleşip bölge dışından göç ederek gelmiş olan –––––––––––––––––––– 4

Kimi işletmelerde ortakçıları serada tutabilmek için gelirin yüzde kırkına varan bazı anlaşmalara da rastlamak mümkün ama genel norm dörtte bir olarak belirginlik göstermekteydi.

135

ÇaŞdaş Tarım Sorunu

bu emekçi kitlesi, köylerine dönüp de geçimlik üretim yapan, pazar ile ilişkilerini kopararak kapitalizme direnen ‘yeni bir köylülük’ deŞildir. Bunlar küresel kapitalizmin girdabına kapılıp önce üretim araçlarından kopmuş, sonra göç ederek farklı bir bölgeye gelmiş ve tarımsal-sanayileşmiş kapitalizmin istediŞi nitelik ve nicelikteki ürünlerin üretilmesinde çalışan, küresel gıda zincirlerinin bir çarkı olan ve aynı zamanda kendi emeŞini sömüren, tarımsal kapitalizmin yeni gereksinimlerine uyum saŞlamaya çalışan çaresiz emekçi kitleleridir. Bu emekçi kitlelerini ortakçı olarak seracılıŞa sürükleyen en önemli etmen 1980 sonrası neo-liberal politikaların getirdiŞi tarımsal yapılardaki hızlı dönüşümdür. Bu, bir yandan geleneksel tarım ürünlerinin dışlanması neticesinde üreticilerin tarım dışına itilmesi biçiminde, diŞer yandan da uluslararası sermayenin gereksinim duyduŞu ya süpermarketlerde pazarlanan taze sebze ve meyve ya da sanayinin işlemekte olduŞu yüksek deŞerli tarımsal ürünlerin uygun iklim ortamlarında desteklenmesi biçiminde ortaya çıkmaktadır. Bu baŞlamda alan çalışması yaptıŞımız Kumluca tarımının geçirdiŞi yapısal deŞişiklik güzel bir örnek oluşturmaktadır. III.3. AntalyaAntalya-Kumluca: Tarımın Modernleşip Uluslararasılaşması ve Sözleşmeli Ortakçılık Yerli ve yabancı büyük maŞaza zincirleri ile tohum üzerinde egemenliŞe sahip büyük firmalar, dünyada olduŞu gibi ülkemizde de, tarımsal üretime yön vermeye başlamışlardır. Yüksek katma deŞerli ihraç ürünlerinin arzındaki sürekli artış günümüzde tarımsal sanayinin en temel gereksinimlerinden birisi haline gelmiştir. Sözleşmeli tarım uzunca bir zamandır birçok bakımdan ve çeşitli çevrelerce ‘altın bir fırsat’ olarak görülmektedir. Kaynakların etkin kullanımını saŞladıŞı, piyasa sürecinin bir parçası olan her136

Tarımın Uluslararasılaşması ve ÇaŞdaş Tarım Sorunu

kesin geçim olanaklarını anlamlı bir düzeyde ve düzenli olarak artırdıŞı ve ayrıca üreticilerin yüksek katma deŞerli ürünlere ulaşabilmesine olanak saŞladıŞı için sözleşmeli tarımın birçok açıdan önemli bir fırsat yarattıŞı düşünülmektedir (Coulter et al, 1999; Heri, 2000). Çalışmamızın başlangıcını tam da bu nokta oluşturmaktadır. Araştırmamıza yön veren temel sorunsalımız sözleşmeli tarım uygulamalarının ne oranda yoksulluŞu azaltmaya yardımcı mekanizmaları örgütlediŞidir. Tarımsal sanayi şirketleri ile üreticiler arasındaki ilişki açık performans ve risk paylaşımı ölçütlerine göre mi yürütülmektedir? Çiftçilerin sözleşmeli tarım ilişkileri altında çalışmayı kabul etmelerinde performans ölçütleri ve risk paylaşımı dışında mevcut tarımsal sistemden ve piyasa ilişkilerinden kaynaklanan başka faktörler de etkili olmuş olabilir mi? Çiftçilerin sözleşmeli tarıma yönelmelerinin altında, piyasa aksaklıklarına, yaygın risk koşullarına ve sınırlı gelir düzeyine karşı üretilmiş bir tür yanıt arayışı söz konusu olabilir mi? Üreticilerin sözleşmeli tarıma ek gelir elde etmek amacıyla girdikleri (Bkz. Little ve Watts, 1994) yönündeki yaygın düşünce ne oranda doŞrudur? Sözleşmeli tarım yapma genel bir davranış mıdır yoksa kişisel bir tercihin sonucu olarak mı ortaya çıkmaktadır? Sözleşmenin iki tarafı, yani çiftçiler ve şirketler arasındaki ilişki sömürü temelli mi yoksa karşılıklı çıkar ilişkisine dayalı bir biçimde mi ortaya çıkmaktadır? Bu ilişki, Govereh ve Jane (2003) ile Key ve McBride’ın (2003) bahsettiŞi gibi sözleşmeli çiftçilerin yaşam koşullarında bir bütün olarak iyileşmeye, yoksul köylülerin daha iyi yaşam koşullarına ulaşmasına, teknoloji ve diŞer girdiler ile hizmetlere daha ucuza ve daha iyi bir biçimde sahip olmalarına mı yol açmaktadır; yoksa Little ve Watts (1994) ile Singh’in (2002) önerdiŞi gibi bozuk bir gelir daŞılımı, borçluluk, gıda güvencesizliŞi ile baŞımlı bir gelişme sürecini mi örgütlemektedir? Sözleşmeli çiftçiliŞin küçük üreticilerin yaşam 137

ÇaŞdaş Tarım Sorunu

standartlarını geliştirdiŞinden söz edilebilir mi; eŞer böyleyse çiftçilerin yaşam koşulları hangi yönde gelişmektedir? Bu sorunsallar ileride Türkiye’nin birçok bölgesini ve birçok ürünü de kapsayacaktır. ÖrneŞin, patates üretiminde Amasya, Afyon, uhut, Sandıklı, Bolu, Nevşehir gibi iller öne çıkmaktadır. Yerli birçok büyük firma ile yabancı firmalar bu ürüne yönelik olarak bu bölgelerde sözleşmeli tarım örgütlemektedir. Benzer biçimde iki büyük yerli firmamız 2500 kadar çiftçiyle domates, bezelye ve başka birçok sebze için Bursa ve Aydın illerinde sözleşmeli tarım yapmaktadır. Yine büyük bir yerli firmamız Söke’de 4 bin dönüm arazi satın alıp, GAP bölgesinde de 20 bin dönüme yakın yer almayı ve buralarda sözleşmeli tarım yapmayı planlamaktadır. GAP bölgesi Adıyaman’da ise yabancı çok uluslu bir firma kanola üretimini örgütlemektedir. BilindiŞi gibi kanola, biyo-yakıt üretiminde kullanılan bir bitkidir. Yerli bir konserve fabrikası (büyük bir yerli holdingin alt birimi olarak) Ege ve Marmara bölgelerinde sistemli olarak 5 bin çiftçi ile sözleşmeli tarım yapmakta ve domates, bezelye, kornişon, mısır, kapya biber, sarı sivri biber, taze fasulye, patlıcan gibi ürünler ürettirmektedir. Yine aynı firma sözleşmeli üreticilerinin maliyetini azaltmak amacıyla başta eŞitim olmak üzere fide, tohum, gübre, tarımsal ilaç, ekim ve dikim makineleri gibi teknik konularda destek de vermektedir. Bu çiftçilerin üretim süreçlerinde uzman ziraat mühendisleri üreticilerin tarlasını sürekli kontrol ederek, ekim ve dikimden hasadın sonuna kadar verimliliŞin artırılması ve maliyetlerin düşürülmesi konusunda çiftçileri eŞitmektedir. Yine büyük bir bira üreticisi firma maltlık arpa üretimi için tohum daŞıtarak Konya, Karaman, Ankara, Eskişehir, Afyon, Kayseri, Kırşehir, Kütahya, Isparta, Balıkesir, şstanbul, Edirne, TekirdaŞ, Adıyaman, anlı Urfa, Gaziantep, Kahramanmaraş, Diyarbakır, Batman, Kilis ve Adana’da sözleşmeli üretim yaptırmakta138

Tarımın Uluslararasılaşması ve ÇaŞdaş Tarım Sorunu

dır. Başka bir yerli firmamız ise meyve suyu üretimi için Niksar ve Erbaa’da sözleşmeli tarım yaptırmaktadır. Bir başka firmamız ise şzmir, Çanakkale ve Afyon’da ihracata yönelik sözleşmeli tarım yaptırıp sebze ürettirmekte; yabancı çok uluslu bir firma ise Antalya’da ‘EuroGAP’, HACCP ve ISO belgeleri vererek taşeron firmalar aracılıŞıyla yurtdışındaki maŞazaları için taze sebze ve meyve ürettirmektedir. Elbette bu arada dünyanın en büyük şeker üreticisi olan çok uluslu Cargill şirketinin Bursa Orhangazi, Konya Karacabey ve GAP bölgesinde mısır üretimini sözleşmeli olarak örgütlemesini de unutmamak gerekir. III.3.1. AntalyaAntalya-Kumluca Alan Araştırması şlk etapta ODTÜ Kuzey Kıbrıs Kampusu Bilimsel Araştırma Projeleri (BAP) fonu tarafından desteklenen projenin amaçları çerçevesinde sebzecilikteki sözleşmeli tarımı irdelemek için AŞustos 2012’de Antalya’nın Kumluca ilçesinin Hızırkaya ve Sarıcasu köylerinde yapılan görüşmeler sonucunda detaylı bir görüşme formu hazırlanmıştır. Bu görüşme formu bu köylerde yapılan alan araştırmasında kullanılarak sözleşmeli tarım yapan bir dizi sebze seracısı ve ortakçısı ile görüşülmüştür. şlk bulgular araştırmamızın varsayımlarını destekler nitelikte görülmektedir. 1980 sonrası IMF, Dünya Bankası ve AB’nin dayatmaları sonucunda uygulanan neoliberal politikaların Türkiye tarımını giderek uluslararasılaştırarak çok uluslu tarım şirketlerinin istekleri yönünde bir dönüşüme uŞratmıştır. Bu dönüşüm, kimi geleneksel ürünlerden desteklerin çekilmesi yoluyla üreticilerin şirketlerin istekleri doŞrultusunda yeni ürünlere yöneltilmesine yol açmıştır. Sözleşmeli tarım çok uluslu tarım şirketlerinin Türkiye tarımını dolaylı olarak kontrol etmesinin bir mekanizması olarak kullanılagelmiştir. Önerilen yeni ürünler, yeni tarım teknik ve teknolojileri kırsal alanda dönüşümü hızlandırmanın ötesinde, ürettiŞi yeni 139

ÇaŞdaş Tarım Sorunu

ilişkilerle uluslararası sermayenin hegemonyasını kurmanın araçları olmuşlardır. Türkiye köylülüŞüne bir lütufmuş gibi sunulan ve yoksulluŞu gidereceŞi iddia edilen sözleşmeli tarım, aslında işsizliŞin büyük bir sorun olduŞu ülkemizde emekçilerin çaresizliŞini kullanarak uluslararası sermaye birikiminin bir mekanizması haline getirilmiştir. AşaŞıda alan araştırması yaptıŞımız Kumluca ilçesindeki bulgulardan kimilerini özet halinde sunuyoruz. Tarihsel olarak hububat üretimi, hayvancılık ve az miktarda da meyvecilik ile uŞraşılan Kumluca’da, sonraki yıllarda Ant Birlik’in kuruluşu ile pamuk ekimi 1960’lı yıllardan sonra narenciye tarımı, 1970’li yıllardan sonra ise seracılık hızla yaygınlaşmaya başlamıştır. ‘Polikültür’ (polyculture) tarımı yapılan ilçede rakımla baŞlantılı olarak tarımsal üretim üç ana bölgeye ayrılır. Finike Çukuru denen, deniz seviyesinden 300 metre yüksekliŞe kadar olan alanda iklim ve arazi koşulları nedeniyle seracılık ve narenciye tarımı yapılmaktadır. Toroslar’a doŞru çıktıkça rakımı 300 ile 600 metre arasında olan ve karasal iklim ile Akdeniz iklimi arasında kalan ikinci bölge Alakır Havzası’dır ve burada hububat, nar ve zeytin yetiştirilmekte, kısım kısım açıkta sebze, sera ve narenciye tarımı yapılmaktadır. Toroslar’da rakımı 700 metrenin üzerindeki, karasal iklimin hâkim olduŞu bölgede ise hububat, kiraz, elma, ceviz, fasulye gibi tarımsal ürünler yetiştirilmektedir. 1,253,000 dekarlık toplam arazinin 170,000 dekarı tarım alanı, 77,760 dekarı mera, 600,490 dekarı orman ve fundalık ve 339,710 dekarı tarım dışı topraktan oluşmaktadır. Tarım alanlarının 46,050 dekarı tarla bitkileri, 2,890 dekarı zeytin, 41,227 dekarı meyve, 39,857 dekarı sebze, 21 dekarı süs bitkileri üretiminde kullanılırken; 38,455 dekarı da nadasa bırakılmıştır. Bunlar içinde sera sebzeciliŞi 387,552,500 TL’lik üretim deŞeri ile birinci sırayı almaktadır. Bunu 91,407,460 TL ile meyve ve 3,960,000 TL ile hububat üretimi takip etmektedir. Plastik sera sayısı 30,060 140

Tarımın Uluslararasılaşması ve ÇaŞdaş Tarım Sorunu

iken daha modern fakat pahalı olan cam sera sayısı da 6,740’tır. Örtü altı üretimde hem ekilen alan hem de toplam üretim deŞeri açısından domates 38,000 dekarlık alan ve 181,440,000 TL’lik üretim deŞeri ile ilk sıradadır. Bunu sırasıyla biber, salatalık, patlıcan, kavun, kabak ve fasulye izlemektedir (Kumluca şlçe Tarım MüdürlüŞü n.d.) Alan çalışması yaptıŞımız Hızırkahya köyünde ilk öncelikli üretim çeşidi olan sera sebzeciliŞini portakal ve limon izlemektedir. şkinci köyümüz Sarıcasu’da ise önem sırasına göre sera sebzeciliŞi, buŞday ve portakal üretimi yapılmaktadır. Sözleşmeli tarım sera sebzeciliŞinde çok yaygındır. şki köyde yapılan görüşmelerde ve odak grup tartışmalarından elde edilen ilk veriler ışıŞında, uluslararası ve yerli süpermarket zincirlerinin giderek artan bir şekilde sera üreticileri ile doŞrudan doŞruya anlaşmak yerine Kumluca’daki komisyoncular aracılıŞı ile anlaştıkları ve böylece de üretimde karşılaşılabilecek sorunların zararlarından kaçtıkları ortaya çıkmaktadır. Pazar mekanizmalarını kontrollerinde bulunduran büyük firmalar ile onların yerel taşeronları kendi kârlılık oranlarını düşürmemek için hem artan üretim masraflarını üreticilere yüklemekte hem de sözleşmeli tarım ve ortakçı ilişkilerini kullanarak emeŞin pazar deŞerini ödememektedirler. Örneklemimizdeki deneklerin aile başına ortalama 3-3.5 dekarlık sera işlettiŞi ortaya çıktı. Bu deneklerin yüzde 15’i 1 dekarın altında, yüzde 59’u 1-2 dekar arasında, gerisi ise 2 dekarın üstünde sera işletmelerine sahiptirler. 4 dekarın üstündeki seraların tüm işletmelerin ancak yüzde 9’unu oluşturduŞu düşünüldüŞünde sera üreticiliŞinin genellikle küçük işletmelerden oluştuŞu açıktır. Modern sera araç ve gereçlerinin çok pahalı olması nedeniyle uluslararası standartlardaki süpermarket zincirlerine üretim yapan seraların yüzde 60’ı 25 yıldan daha yaşlı iskelete sahiptirler. Eski iskelet üzerine yer yer cam seralar ve çoŞunlukla da plastik seralar kurulmuştur. Muhtarlardan edinilen bilgiye göre, iki köyde 141

ÇaŞdaş Tarım Sorunu

plastik seralar toplam seraların yüzde 75’ini, cam seralar da yüzde 15’ini oluşturmaktadır. Dolaysıyla mevcut yetersiz sera teknolojisi, verimlilik açısından negatif bir anlam taşımaktadır. Özellikle ısıtma ve ısı kaybı önemli bir sorun teşkil etmektedir. Sera çiftçilerinin, kimi taşeron kabzımallar ve uluslararası şirket temsilciliklerinin getirttiŞi seracılık uzmanlarının önerilerini yüksek maliyetler nedeniyle çoŞunlukla dikkate almadıkları hem komisyoncular hem de büyük süpermarket temsilcileri tarafından dile getirilmiştir. Metro ve Tesco Kipa gibi şirketler işi çok ciddi tutup tedarikçi taşeronlar aracılıŞıyla sözleşme yaptıkları çiftçilerin EuroGap, HACCP ve ISO standartlarına uymayan ürünlerini almayarak onları cezalandırmaktadır. Hem Metro hem de Tesco Kipa kurdukları üretim kontrol birimleri aracılıŞıyla üretim planlamasından ürün hasadına kadar tüm üretim sürecini detaylı olarak izleyip sözleşme yaptıkları çiftçileri yönlendirmekte ve kendi uzmanları tarafından birkaç ayda bir eŞitime de tabi tutmaktadır. Üreticilere birkaç ayda bir verdikleri eŞitim ile onları kendi istekleri doŞrultusunda yönlendirmektedirler. Bu yönlendirme hangi ürünün nasıl, hangi koşullarda, hangi miktarda ve hangi kalitede üretilmesi gibi konularda yapılmaktadır. Dolayısıyla da ortakçı emeŞi kullanan birimlerin, kullandıkları tohumlar, kimyasallar ve diŞer girdiler açısından bunları bölgede pazarlayan Monsanto, Dupont vb. gibi uluslararası tarımsal sanayi ve ticaret şirketlerine baŞımlılıkları pekiştirilmektedir. Seracılıkta ücretli emek kullanılmamakta, yoŞunlukla aile emeŞi ve/veya ortakçılık yoluyla elde edilen emek kullanılmaktadır. Dolaysıyla, ortakçılıŞın seracılık üzerindeki etkisini ve seracılıŞın yoksulluŞu gidermedeki etkinliŞini irdelemek bir zorunluluk olarak ortaya çıkmaktadır.

142

Tarımın Uluslararasılaşması ve ÇaŞdaş Tarım Sorunu

III.3.1.1. Ortakçılık Ortakçılık, seracılıkta toprak sahibi ile genellikle göçmen bir aile arasında yapılan ve göçmen ailenin tüm fertlerinin üretim sorumluluŞunu üstlenerek elde edilen gelirden belli oranda pay aldıŞı bir anlaşma biçimidir. şlginç olan, kapitalizmin küreselleştiŞi günümüzde dünya pazarları için üretim yapılan seracılıkta üretim ilişkilerinin yarı-feodal dönemden kalan ortakçılık yöntemiyle yapılıyor olmasıdır. Üretim sürecinin çok zahmetli ve emek-yoŞun olması nedeniyle üretimin son halkasında üründen kâr elde eden ve birikim saŞlayan uluslararası sermaye, sanayidekinin aksine üretim sürecinin örgütlenmesini doŞrudan doŞruya üstlenmeyerek ve ücretli emek kullanmayarak, aile işletmelerinin varlıklarını sürdürebilmek için - Chayanov’un (1966) deyişiyle - kendi kendilerini sömürmelerinden yararlanmaktadır. Uluslararası sermaye üretimin koşullarını kontrol ederek aile işletmeleri hâlinde çalışan ve sözleşmeli tarımla uŞraşan üreticileri âdeta gizli proleter olarak kullanmaktadır. Hangi ürünün, hangi kalitede, ne miktarda ve nasıl üretilmesi gerektiŞini belirlemesi dışında, uluslararası sermaye sözleşmeli tarım aracılıŞıyla ürün fiyatlarını da belirleyerek âdeta çalışan ortakçı ve diŞer sözleşmeli tarımcıların ücretlerini belirleyen bir işveren konumuna gelmiştir. Dolaysıyla, ortakçının elde ettiŞi gelir bir anlamda gizli bir ücret konumunda olduŞu için ortakçıları ücretli emekçi eşdeŞeri kabul etmek mümkündür. DiŞer yandan, ortakçı tüm ailesiyle önce toprak sahibine sonra da taşeronlar aracılıŞıyla çok uluslu şirketlere baŞımlıdır. Seracılıkta yaygın olan ortakçılıŞın tercih edilmesinin temel nedeni ailece çalışan ortakçıların hasat sonunda eline geçen paranın asgari ücretin çok altında olmasıdır. UÖ ’lerin girdilerine baŞımlı olan seracıların en büyük şikâyeti girdi fiyatlarının ürün fiyatlarına kıyasla çok fazla artmasıdır. Bu artışı bir nebze nötralize edebilmek için emeŞe verilen payı kısma yoluna gidilmektedir. Emek biçimi olarak ortakçılık 143

ÇaŞdaş Tarım Sorunu

yarı feodal bir emek tarzıdır ama kapitalizm kendi birikim süreci içerisinde ortakçılıŞı içselleştirmektedir. Ortakçı, onların istekleri doŞrultusunda üretim yaptıŞı ve toprak sahibinin elde ettiŞi gelirin ancak dörtte birini aldıŞı için de modern bir ‘maraba’ konumundadır. Maraba sözcüŞü Arapçadan gelmekte ve Osmanlı döneminde GüneydoŞu Anadolu’da Ekrat (Kürt) beylerinin topraklarında ürünü üreten ve emekleri karşılıŞı ürünün rub’asını (dörtte birini) alan ve tarımda ailece çalışan insanlara verilen bir addır (Aydın, 1986). Sözleşmeli tarımda ürün satışından hasılatın dörtte birini alan ortakçı ile Osmanlı feodalitesinde ürünün dörtte birini alan maraba arasındaki çarpıcı benzerlik çok ilginçtir. Günümüz küreselleşme çaŞında uluslararası kapitalizmin kapitalizm-öncesi üretim ilişkilerini içselleştirmesi de kapitalizmin ille de ücretli emek kullanmayı gerektirmediŞi gerçeŞini ortaya koymaktadır. Göçmen ailelerle toprak sahibi arasında sözlü bir anlaşmaya dayanan ortakçılıkta göçmen ailenin tüm bireyleri ortak bir sorumluluk altına girerek hasat sonu elde edilen gelirden belli bir oranda pay almaktadırlar. Seracılıkta üretim süreci oldukça zahmetli ve emek yoŞun bir nitelik taşımaktadır. Uluslararası sermaye ve onun yerli taşeronları sanayidekinin aksine seracılıkta üretim sürecinin örgütlenmesinin sorumluluŞunu üstlenip ücretli emek kullanmak yerine üretim koşullarını kontrol altına alıp aile işletmelerinin bekalarını sürdürebilmek için Chayanov’un deyimiyle kendi kendilerini sömürme mantalitelerinden yararlanmaktadır. Çaresiz durumdaki ortakçılar bir anlamda uluslararası sermaye tarafından adeta gizli proleterler olarak kullanılmaktadırlar. Bu emekçiler Van der Ploeg’in sözünü ettiŞi militan ve düzeni zorlayan ‘yeni köylülük’ten çok farklı nitelikler göstermektedirler. Alandaki gözlemlerimiz bu emekçilerin mevcut düzen içinde yaşamlarını sürdürebilmek için her türlü fedakârlıŞı yapmaya hazır ve sessiz bir nitelikte olduklarını göstermektedir. 144

Tarımın Uluslararasılaşması ve ÇaŞdaş Tarım Sorunu

Toplumsal ücreti (yani, bir ailenin geçimini saŞlamaya yetecek ücreti) ödemekten kaçınan ve dolaysıyla kendi sermaye birikim oranını artıran ve kapitalizm-öncesi emek ilişkilerini içselleştirerek kullanan uluslararası sermaye, bu emekçilerin temininde de taşeronlar aracılıŞıyla hem eski hem de en modern yöntemleri kullanmaktadır. Eski yöntemlere örnek de hâlen işlevselliŞini sürdürmekte olan ‘çeribaşılık’tır. Çeribaşılar özellikle GüneydoŞu Anadolu’da seracıların gereksinimi olan emekçileri bulup getirmeyi örgütleyen kişilerdir. ÇeribaşılıŞın yanı sıra, Adana, Mersin, Tarsus, Anamur, Antalya, Gazipaşa, Alanya, Manavgat, Serik, Aksu, Konyaaltı, Kepez, Kemer, Kumluca, Mavikent, Hasyurt, Beykonak, Turunçova, Finike, Demre, Fethiye, Ortaca gibi yerleşim alanlarındaki seralara ortakçı bulmak için ‘domates.com.tr’ adlı bir şnternet sitesi kurulmuştur. Bu sitede, ortakçılara oturacak ev ve iş, çocukları için de büyük şehirlerde eŞitim olanaŞı saŞlanacaŞına ilişkin ilanlarla emekçiler buralara çekilmektedir. EmeŞi ve çalışkanlıŞı ödüllendiren bir uŞraşı olarak sunulan sera ortakçılıŞının asıl amacı, emeŞin hak ettiŞi toplumsal ücreti ödemeden emeŞi deŞerinin altında bir maliyetle kullanmaktır. şlginç olan, küçük sera sahiplerinin de bu üretim süreci içinde pek fazla para kazanamıyor olmalarıdır. Geleneksel ürünlerin desteksiz bırakılıp terk ettirildiŞi, yeni ürünlerin çeşitli propagandalar ve kampanyalarla cazip hale getirildiŞi bölgede, yüksek maliyetli sera yatırımlarını yapan çiftçilerin artık eski ürünlere yönelmeleri de söz konusu deŞildir. Giderek artan girdi maliyetlerine oranla daha yavaş artan ürün fiyatları kimi durumlarda sera sahiplerini de zor durumda bırakmaktadır. Tarımda emek açısından tam anlamıyla çelişkili bir süreç yaşanmaktadır. Bir yanda geleneksel tarımın dışına itilen ve artan nüfusla birlikte sayıları giderek artan kırsal işsizler varken, diŞer yanda da seracılar yeterli sayıda emekçi bulmakta sıkıntı çekmektedirler. Bunun en büyük nedeni, emek-yoŞun olan alterna145

ÇaŞdaş Tarım Sorunu

tif-ürün üreticiliŞinin emek gereksinimini asgari ücretle karşılayamamasıdır. Asgari ücret üretim maliyetlerini yoŞun bir şekilde artırıp seracılıŞı sürdürülemez hale getirmektedir. Dolayısıyla, pazar fiyatı mekanizmaları ile cendereye alınmış üreticiler, işin yükünü ortakçılık mekanizmaları ile emekçilere yükleyerek devamlılıklarını saŞlayabilmektedirler. Araştırma yaptıŞımız köylerde konuştuŞumuz deneklerin çoŞu beklentilerinin çok altında bir gelir elde ettiklerini, seracılıktan elde ettikleri gelirin geçimlerini saŞlamaya yetmediŞini, aile fertlerinin ek işler yaptıklarını ve ancak bu sayede (gelir ile giderin) “iki ucunu bir araya getirebildiklerini” vurguladılar. DiŞer yandan, emekçi sıkıntısı olmasına raŞmen sera sahipleri ortakçıları seçerken deyim yerindeyse ‘bir taşla birçok kuş vurma’ zihniyetiyle hareket edip sürücü ehliyetli, traktör ve/veya kamyonet kullanabilen, seracılıktan anlayan, ailesiyle birlikte çalışmayı kabul eden bireyleri tercih etmektedirler. Ortakçılık anlaşmalarında sera sahibi, üretimle ilgili her türlü girdinin (tohum, fide, gübre, kimyasallar vb.) maliyetini ve bunların ulaştırılması için gerekli olan tüm harcamalar ile diŞer alet edevatın temini gibi sonradan ortaya çıkabilecek her türlü masrafı yapar. Ortakçı ise aile bireyleri ile birlikte, seranın üretime hazırlanışı, fide dikimi, sulama, gübreleme, ürün toplama ve üretim sonunda serayı temizleyip bir sonraki ürün için hazır duruma getirmek için gerekli tüm işleri üstlenir. Ortakçı sadece ‘dölleme arısı’ denen ‘Bombus’ arılarının masraflarının yarısını ödemek zorundadır. Ayrıca mülk sahibinin temin ettiŞi, çoŞunlukla baraka benzeri bir evde kira vermeksizin oturan ortakçı elektrik, su ve gıda gibi giderleri üstlenir. Mülk sahibinin işlevlerinden biri de sözleşme yaptıŞı taşeronların tarım danışmanlarını ve mühendislerini getirip ortakçı aileye gerekli olan bilgilerin aktarılmasını saŞlamaktır. Bu bilgilendirme işini ürün standartları konu146

Tarımın Uluslararasılaşması ve ÇaŞdaş Tarım Sorunu

sunda çok hassas olan uluslararası ve ulusal şirketler özellikle istemektedirler. Tarım şirketlerinin istediŞi kalitede ve nitelikte ürünün yetiştirilmesi bu şirketlerin denetiminde büyük bir koordinasyon gerektirmektedir. şlginç olan bir gerçek de ürünler standart-altı nitelikte olduŞu zaman şirketlerin hiç bir sorumluluk taşımamaları ve ürünü almayarak parasını ödememeleridir. Bu durumda, çaresiz kalan seracı ve ortakçı da ürünü pazar fiyatının altında bir bedel karşılıŞında elinden çıkarmak zorunda kalmaktadır. BeklediŞi geliri elde edemeyen seracı da kimi zaman ortakçılarının parasını ödememektedir. Normal koşullarda ortakçı aile ancak 3 dekar kadar bir seraya bakabilmekte ve buradan en fazla 10 bin TL yıllık gelir elde edebilmektedir. Zaten toplumsal ücretin çok altında olan net asgari ücretin 773 TL olduŞu Türkiye’de ortalama üç kişilik bir ailenin elde ettiŞi yıllık 10 bin TL’nin ne kadar düşük olduŞu çarpıcı bir gerçeklik olarak karşımıza çıkmaktadır. Yapılan görüşmelerde ortaya çıkan diŞer bir çarpıcı sonuç da son 10 yıl içinde sera gelirlerinin sera masraflarıyla başa baş gidememesi nedeniyle seracılıŞın giderek kârlı bir iş olmaktan çıkışı ve emekçi bulmakta zorlanmasıdır. Görüşme yapılan Antalya Ziraat Odaları BirliŞi Başkanı Vahap Tuncer, ortakçılara 10 yıl kadar önce satıştan 5’te 1 oranında pay verildiŞini, bugün ise bu payın 3’te 1 oranında verildiŞi hâlde ortakçı bulmakta zorlanıldıŞını vurguladı. Bunun temel nedeni, gerek tohum, gerek fide ve gerekse tarımsal kimyasallarda çok uluslu şirketlere baŞımlılıktır. Mosanto ve Dupont gibi çok büyük şirketler tohumculuk ve kimyasallarda büyük tekeller oluşturduklarından, tarım girdilerinin fiyatlarını istedikleri gibi belirleyebilmektedirler. Vahap Tuncer’e göre, “son 5 yıldır üretim girdilerinin fiyatları sürekli artarken, ürün fiyatları yerinde saymaktadır”. şlaç, gübre ve tohum fiyatlarında son 3 yıl içerisinde %35-40 artış yaşanırken, seralarda yetiştirilen 147

ÇaŞdaş Tarım Sorunu

domates, biber, patlıcan ve salatalıŞın satış fiyatlarında bir deŞişim görülmemiş, bazı ürünlerde ise geriye gidiş yaşanmıştır. Üretimde kullanılan enerji fiyatları sürekli arttıŞı için yeterince kazanamayan üretici seraları ısıtmakta zorlanmakta ve bu da verim ve kalitenin düşmesine neden olmaktadır. Girdi fiyatlarının sürekli artması üreticiyi daha düşük kalitede girdi kullanımına zorlamıştır. Bütün bu yaşananların doŞal sonucu ise seracılık sektörünün daha az kazandıran bir sektöre dönüşmesidir. Sera sahibinin gelirinin düşmesi ortakçıya da yansımakta ve zor koşullarda üretim yapan bu insanlar ailelerini geçindirmekte ve karınlarını doyurmakta zorlanmaktadırlar. Seracılar ve ortakçılar sözleşmeli tarıma isteyerek deŞil de zorunluluktan girdiklerini, çünkü devlet desteŞinin nerdeyse tümüyle ortadan kalkmış olması nedeniyle geleneksel tarım ürünlerinden kazanç saŞlamanın çok zorlaştıŞını vurgulamaktadırlar. Ülkenin genellikle doŞu ve güneydoŞu bölgelerinden ailece ortakçılık için göç eden ortakçı ve emekçi denekler kendilerine vaat edilen daha iyi yaşam ve daha iyi geliri elde edemediklerini, ama geldikleri yerlerde de pek çarelerinin olmadıŞını belirtmektedirler. Özellikle çocukların bu süreçte çok perişan olduŞunu, dengesiz beslendiŞini, yeterli ihtimamı göremediŞini, eŞitimlerinin olumsuz etkilendiŞini yinelediler. Dolaysıyla, alternatif ürünleri ve sözleşmeli tarımı hem ülke kalkınmasını hem de bireysel koşulların iyileşmesini saŞlayacak bir yöntem olarak ileri süren devletler ile çok uluslu şirketlerin ve kuruluşların iddialarının kuşku uyandırıcı bir nitelikte olduŞu söylenebilir. DiŞer yandan uluslararası tohum, ilaç ve diŞer kimyasal maddelerin üretici ve satıcıları ile üretilen ürünleri alıp satan büyük süpermarket zincirleri, yerli ve yabancı orta ve küçük boy süpermarketler, taşeron ve kabzımallar durumdan pek memnun görünmekte, çiftçinin bilgisizliŞinden ve kimi durumlarda kullandıŞı teknolojinin geriliŞinden söz etmektedirler. Alternatif ürün ola148

Tarımın Uluslararasılaşması ve ÇaŞdaş Tarım Sorunu

rak turfanda sebze ve meyve üreten çiftçiler tam anlamıyla uluslararası şirketlere baŞımlı hale gelmişlerdir. Geleneksel tohumlar ve sebze cinsleri tarihe karışmaktadır. Tarımsal sanayi o derece yoŞun bir hal almıştır ki Antalya’da faaliyet gösteren 987 tarım şirketi ya çok uluslu şirketlerin ürünlerini satmakta ya da onlara ürün saŞlamaktadır. SaŞlanan ürünler kentleşmiş nüfusların gereksinim duydukları, çoŞunlukla da ihraç edilen mevsim dışı ürünlerdir. Bu ürünlerin ‘gıda baŞımsızlıŞını’ karşılayıp karşılamayacaŞı ise kuşkuludur. Bu bulgular araştırmamızın varsayımlarını destekler nitelikte görülmektedir. 1980 sonrası şMF, Dünya Bankası ve AB’nin dayatmaları sonucunda uygulanan neo-liberal politikalar Türkiye tarımını giderek uluslararasılaştırarak çok uluslu tarımsal sanayi ve ticaret şirketlerinin istekleri yönünde bir dönüşüme uŞratmıştır. Bu dönüşüm kimi geleneksel ürünlerden desteklerin çekilmesiyle üreticileri tarımsal sanayi ve ticaret şirketlerinin ve tarımsal sanayilerinin istekleri doŞrultusunda yeni ürünlere yöneltmeyi getirmiştir. Sözleşmeli tarım çok uluslu tarımsal sanayi ve ticaret şirketlerinin Türkiye tarımını dolaylı olarak kontrol etmesinin bir mekanizması olarak kullanılagelmiştir. Önerilen yeni ürünler, yeni tarım teknik ve teknolojileri kırsal alanda dönüşümü hızlandırmanın ötesinde ürettiŞi yeni ilişkilerle uluslararası sermayenin hegemonyasını kurmanın araçları olmuşlardır. Türkiye köylülüŞüne bir lütufmuş gibi sunulan ve yoksulluŞu gidereceŞi iddia edilen sözleşmeli tarım, aslında işsizliŞin büyük bir sorun olduŞu ülkemizde emekçilerin çaresizliŞini kullanarak uluslararası sermaye birikiminin bir mekanizması haline getirilmiştir. Sonuç olarak, günümüz tarımsal dönüşümlerini anlayabilmek için gerekli olan şey, yerel baŞlamdaki dinamikler ile ulusal ve küresel düzeydeki dinamikleri birbirleriyle olan ilişkileri içinde irdelemektir. Küçük üreticileri kültürel kategorilerle analiz etmek, günümüz dinamiklerinin 149

ÇaŞdaş Tarım Sorunu

anlaşılması için yeterli olmamaktadır. Aynı şekilde bir üretim birimi içindeki üretim ilişkilerine odaklanmak ve bir ülke içinde tarımdaki çözülmeleri küresel etkilerden soyutlayarak irdelemek bütüncül resmi görmemek anlamına gelmektedir. Günümüzde uluslararasılaşan sermaye her alana girmiş ve dönüşümleri şekillendirmiştir. Tarım sanayileşmiş ve üretimin her aşamasında (girdi, finans, üretim, pazarlama vb.) çok uluslu şirketlere baŞımlı hale gelmiştir. Dolayısıyla da tarım sorununu, kırsal alanda aile emeŞini kullanarak geçimlik ve/veya pazar için üretim yapan üreticileri “köylü müdür deŞil midir” biçiminde geçerliliŞini yitirmiş bir sorunsalla irdelemek yerine, bu üreticilerle sermaye arasındaki ilişkilerin niteliŞine yoŞunlaşarak irdelemek gerekir. “Sermaye tarımı nasıl kontrol etmektedir, ne tür mekanizmalar üretmektedir, sermaye ile üretici ilişkilerinde devlet ve çok uluslu şirketler nasıl bir rol oynamaktadır” ile “üretim süreci ne derecede sermayeden baŞımsızdır” gibi sorular ön plana çıkarılmalıdır.

150

Genetik MühendisliŞi ve Azgelişmiş Ülkelerde Yoksulluk ve Gıda Sorunu

IV. Genetik MühendisliŞi ve Azgelişmiş Ülkelerde Yoksulluk ve Gıda Sorunu

IV.1. Giriş Açlıkla kucak kucaŞa yaşayan milyonlarca insanın sorunlarını çözme baŞlamında Genetik MühendisliŞi (GM) dünya tarımına adeta dayatılmaktadır. Bu makale genetik mühendisliŞinin dünya nüfusunu sürdürülebilir bir yiyecek üretimi ile besleyebileceŞi iddiasının geçersiz olduŞunu, aksine onun dünya gıda güvenliŞini sarsacak nitelikte olduŞunu ileri sürmektedir. Biyoteknoloji şirketlerinin yiyecek güvenliŞini saŞlayacaŞını iddia ettikleri GM’deki yenilikler dünyada var olan açlıŞın temel nedenlerini hiçbir şekilde dikkate almamaktadır. Aksine GM’nin, mülkiyeti, şirketlerin teknolojiye hâkimiyetini ve onların araştırma ve geliştirme kurum ve süreçlerini kontrol ediş biçimleri, gelişmekte olan ülkelerde yiyecek güvenliŞinin sarsılacaŞı yönünde belirtiler vermektedir. GM’nin yaygınlaşması, tarımı, patentli tohum ve kimyasal maddeleri kullanmaya mahkûm edeceŞi için tarımsal üretimi pahalı bir süreç haline getirecektir. Bu da kırsal alanda yoksulların daha da marjinalleşmesine ve dolayısıyla da onların yiyecek üretebilme kapasitelerini sınırlayarak gıda güvensizliŞine yol açacaktır. 151

ÇaŞdaş Tarım Sorunu

Genetik MühendisliŞi (GM) son yirmi yıldır dünya tarımını egemenliŞi altına almış bulunuyor. Genetik Dönüştürme (GD) adı da verilen GM, bir canlının diŞer genlerinden izole edilen veya kopyalanan (cloning) genlerinin başka bir canlı organizmanın DNA’sına1 aktarılması sürecine verilen addır. şlk olarak tıpta kullanılan bu teknoloji bilimsel bilginin yaygınlaşması üzerine tohum üreten agrokimya ve agro-business firmaları tarafından tarıma uyarlanmıştır. GM bilim adamlarının belirli nitelikleri olan kimi bitki tiplerini, örneŞin belli sayıda ve nitelikte gen kombinasyonu içererek belli bir hastalıŞa karşı direnci olan bir bitkiyi yaratmasına olanak saŞlayarak ürün verimliliŞini artırmaktadır. Herring (2007) GM’in ürettiŞi ‘transgenic’ ürünlerin doŞal tohum geliştirilmesinden doŞal olamayan ve tehlikeli bir ürün geliştirme sürecinin bir ürünü olduŞunu vurgulamaktadır. GM teknolojisinin insan ve doŞa üzerine olan etkileri konusunda birbirine taban tabana zıt olan görüşler ortaya çıkmıştır (Nielsen vd. 2001) Bu yeni teknolojinin savunucuları onun dünyadaki açlıŞı gidermede inanılmaz potansiyele sahip olduŞunu iddia ederken GM’nin karşıtları da onun kârdan çok zarar getireceŞini ileri sürmektedirler.2 Transgenik teknoloji dünya yoksullarına yararlı olabilecek şekilde kontrol altına almak olası mıdır, yoksa transgenik teknoloji küresel eşitsizliŞi daha da pekiştirecek midir? GDO’lu tohumları üreten bi–––––––––––––––––––– 1 2

DNA, canlının genetik özelliklerini bir hücresinde taşıyan aside verilen addır. ÖrneŞin Monsanto’nun web sitesinde biyo-teknoloji ürünlerinin bir sürü ekonomik ve çevresel yaralar saŞladıŞını ve dolayısıyla da küresel gıda güvenliŞine önemli katkılar yaptıŞı iddia edilmektedir (PG Economics 2006). DiŞer yandan çevresel ve toplumsal adalet sivil toplum kuruluşları GDO’lu ürünlere karşı kampanyalar yürüterek konuyu raporlar ve yayınlar aracılıŞıyla gündemde tutmaktadırlar. Bunların en belirgin örnekleri olarak Greenpeace’in 2008’de yayımlamadıŞı ‘Monsanto’nun 7 Ölümcül Günahı’ (Green Peace 2008) ve 2004’de TopraŞın Dostları adlı sivil toplum kuruluşunun yayımladıŞı ‘Rüzgara Karşı Tebdirler Savurmak’ adlı raporu sayılabilir (Friends of Earth 2004).

152

Genetik MühendisliŞi ve Azgelişmiş Ülkelerde Yoksulluk ve Gıda Sorunu

yo-teknoloji yoksulluk, gıda güvenliŞi ve çevresel sürdürebilirlik için ne anlama gelmektedir gibi sorulara verilen yanıtlar meseleye tam bir açıklık getirmedikleri gibi kafaları daha da karıştırmaktadırlar. Tartışmaların getirdiŞi belirsizlik bir nebze konu üzerindeki bilimsel bilginin çok karmaşık olmasından kaynaklanmaktadır. Bu belirsizlik biyo-güvenlik konusunda yapılan Cartagene Protokolü’nde olduŞu gibi geniş ölçüde tedbirli olma prensibinin benimsenmesine yol açmıştır.3 Cartagene Protokolu GDO ürünler ve onları içeren gıdaların ticareti konusunda ülkelerin şeffaf olmalarını içermekte ve saŞlık güvenliŞi açısından ülkelere bu tür ürünlerin ithalatının yasaklanması hakkını tanımaktadır. Cartagene Protokolu’na birçok ülke imza atmamıştır. Transgenik ürünlerin ticaretine karşı çıkılmasına raŞmen bu ürünlerin üretilmesi büyük boyutlara ulaşmıştır. şlk GDO’lu ürün ilk kez 1994 yılında piyasaya sürülmüş ve 1996 yılında 1.7 milyon hektar alanda GDO’lu ürünler üretilirken bu rakam 2000 de 44.2 milyon hektara 2005 te 90 milyon hektara 2014’de de 181.5 milyon hektara ulaşmıştır (Clive 2014). Biyoteknolojinin faydaları ve zararları konusunda Uphoff (2007), Herring (2007), Reiss (2001), Lipton (2007), Thies ve Devare (2007), Pray ve Naseem (2007), Gonsalves v.d. (2007) gibi yazarlar önemli görünmektedirler. Dünyadaki hızlı nüfus artışı da dikkate alındıŞında, Yeşil Devrim’in mucize tohumlarının verimliliŞinin giderek azalmaya başlamasından sonra yiyecek üretiminin hızlanması ve verimlilik artırma yöntemlerinin bulunması konusunda yoŞun gerginlikler ortaya çıkmıştır. GM’nin özellikle gelişmekte olan ülkelerde açlıŞı giderme yönünde önemli ufuklar açma potansiyeli varmış gibi görünmekte ve kimi devlet ve çok uluslu şirketler bunun şampiyonluŞunu yapmaktadır. Altı bölümden oluşan bu makale ise bu –––––––––––––––––––– 3

Cartagene Protokolu için bkz. http://www.cbd.int/biosafety/protocol.sthml

153

ÇaŞdaş Tarım Sorunu

aşırı iyimser tabloyu sorgulayarak GM’nin hatalı eksik ve sorunlu yönlerini ortaya koymayı amaçlamaktadır. şkinci bölüm açlık kuramlarına eleştirel bir yaklaşımdan bakarak GM’nin nasıl açlık sorununun temelini kavrayamadıŞını dolayısıyla da yeni teknolojinin çabalarının açlıŞı gidermekten aciz olduŞunu gösterecektir. Yirmi birinci asrın başında açlık tüm çıplaklıŞı ile kimi ülkelerde, özellikle de Afrika’da, kendini göstermektedir. Kuramcılar kendi aralarında tartışadururken Birleşmiş Milletler istatistiklerine göre her yıl 800 milyondan fazla insan açlıkla karşı karşıyadır ve yoŞun bir sayıda insan da, Mart 2000’de Etiyopya’da olduŞu gibi, kıtlıktan ölmektedir. Bu bölüm dünyada yeterince yiyecek olmadıŞı için insanların kıtlıktan kırıldıŞını ileri süren Azalan Yiyecek (food availability decline) kuramını sorgulamaktadır.4 GM’nin kurgulayıcıları dünyada artan nüfusu suçlayarak azalan yiyecek kuramına benzer bir söylemle tarımda kökten deŞişiklikler getirmek istemektedirler. AçlıŞı teknik deŞil de ekonomik ve siyasal bir sorun olarak gören ünlü Hint ekonomisti A. K, Sen’in (1981; 1997) çalışmalarına dayanarak bizim bu bölümdeki argümanımız ise GM ile yiyecek üretiminin artırılmasının: açlıŞı gidermeyeceŞi yönünde olacaktır. Üçüncü bölüm, GM’den sorumlu olan agro-kimya şirketlerini tarihsel olarak ele alarak günümüze getirmekte ve özellikle de biyoteknolojideki araştırma ve gelişmelerin kamu kesiminden özel şirketlere transferinin büyük şirketlerin doŞup büyümesine yol açması irdelenmektedir. Ayrıca uluslararası politikaların nasıl bu agro-kimya şirketlerinin dünya gıda üretimi ve ticaretini tekelci bir hâkimiyet altına almada önemli bir rol aldıŞı sergilenmektedir. Dördüncü bölüm, Yeşil Devrim (YD) ile GM arasındaki benzerliklere dikkati çekerek GM’nin de YD’in açlıŞı –––––––––––––––––––– 4

Açlık ve kıtlık kuramlarının kapsamlı bir eleştirisi için bkz. Aydın (1997) ve Devereux (1993).

154

Genetik MühendisliŞi ve Azgelişmiş Ülkelerde Yoksulluk ve Gıda Sorunu

gidermede düştüŞü acze düşmeye mahkûm olduŞunu iler, sürmektedir. Buradan da GM’nin azgelişmiş ülkelerde gıda güvensizliŞini5 çözemeyeceŞi belirtilmektedir. Burada temel sorun, hem YD’in hem de GM’nin yoksulluk sorununu odak noktası olarak ele almamaları ve sadece üretim artışını vurguladıkları için başarısızlıŞa mahkûm olmalarıdır. GM’nin açmazı küçük bir ürün demeti üzerinde yoŞunlaşarak açlıŞı gidermeye çalışmasındadır. Böyle olunca da geniş kitleler kapsam dışı kalmaktadır. Beşinci bölüm, GM teknolojisinde mülkiyet ve kontrol sorunları üzerinde odaklaşmakta ve gelişen tekelciliŞin gıda güvenliŞi açısından olumsuz olacaŞını ileri sürmektedir. GM araştırma ve geliştirme çalışmalarını Batı pazarlarına sunulabilecek ürünler üzerinde yoŞunlaştırarak zaten sınırlı olan kaynakları eşitsiz kullanarak gıda güvensizliŞi sorunu yaşayan ülkelerin aleyhine işleyen bir sürece katkıda bulunmaktadır. Genellikle üretilen yeni tohum ve teknoloji azgelişmiş ülkelerde yoksul köylü ve tüketicilerin alım gücünün yetmeyeceŞi fiyatlara ulaşmaktadır. Altıncı bölüm, GM teknolojisinin gıdada patent sorunu yaratarak milyonlarca yoksulun yiyeceŞe erişebilme yeteneŞini nasıl sınırladıŞını ortaya koymaktadır. Azgelişmiş ülkelerde kullanılan kimi tohumlar üzerinde deŞişiklikler –––––––––––––––––––– 5

Gıda GüvenliŞi Türkçe’de yeni bir kavram ve şngilizce’deki ‘food security’ anlamında kullanılmaktadır. Gıda güvenliŞi kavramının çok çeşitli tanımlarının olmasına karşın burada Barracluhg’ın (1991: 1) tanımı benimsenmektedir: Gıda güvenliŞi tüm toplumsal gruplar ve bireylerin besinsel gereksinmelerini karşılayabilecek derecede yeterli miktar ve kalitede yiyeceŞe sürdürülebilir bir şekilde ulaşabilme kapasitesidir. Gıda güvenliŞini saŞlayacak bir sistemin aşaŞıdaki temel koşulları yerine getirmesi gereklidir: a) tüm grupların temel gereksinmelerini karşılayabilecek ölçüde yiyecek üretebilme, depolayabilme ve ithal edebilme kapasitesi; b) uluslararası dalgalanmalardan ve siyasi dayatmalardan en az etkilenmeyi saŞlayacak olan maksimum düzeyde kendine yeterlik; c) yiyecek elde etmeyi engelleyecek mevsimsel ve periyodik tehlikeleri asgari düzeye indirebilecek bir güven ortamı; d) ekolojik sistemin kendini koruma ve yenilemesine olanak saŞlayacak bir sürdürülebilirlik; e) güvenilir bir şekilde tüm grupların yiyecek elde etme olasılıŞını saŞlayan asgari düzeyde bir gelir adaleti.

155

ÇaŞdaş Tarım Sorunu

yaparak agro-kimya şirketleri bu tohumlarda patent hakkı elde ederek Ticarette Entelektüel Mülkiyet Hakları (Trade Related Intellectual Property Rights) gibi uluslararası yasaları da arkalarına alıp tekelci eŞilimlerini pekiştirmekte ve azgelişmiş ülkelere tohumluk konusunda büyük faturalar çıkarmaktadır. Böylece azgelişmiş ülke yoksulları kendi kaynaklarını kullanamaz duruma gelmektedirler. GM’nin geliştirdiŞi ve mahvedici (terminator) tohumlar adı verilen yeni genlerle donanmış tohumların gıda güvenliŞi ve çevresel etkileri son bölümün konusunu oluşturmakta. Biyoteknoloji şirketlerinin yarattıŞı yeni bir gen geleneksel bir tohumun genetik yapısına karıştırıldıŞında o tohumdan üreyen yeni tohumları kısırlaştırmakta ve dolayısıyla da üreticiyi, agro-kimya şirketlerinden her yıl laboratuvarlarda üretilmiş tohum almaya mecbur kılmaktadır. Bu mahvedici teknolojinin yoŞun bir biçimde uygulanması halinde geleneksel olarak bir yıl sonraki tohumu bu yılki mahsulden saklamak artık söz konusu olmayacaktır. Ki bu da tarımla uŞraşan kitlenin %80 oranında halen kullandıŞı bir yöntemin kaybolarak köylüyü pazara ve borç girdabına sürmek anlamına gelir. Bu nedenle GM’nin genel anlamda gıda güvenliŞi ve özel anlamda da azgelişmiş ülkelerde gıda güvenliŞi üzerinde yapacaŞı potansiyel etkileri derinliŞine irdelemek gerekiyor. EŞer azgelişmiş ülkelerde açlıkla savaş yapılmak isteniyorsa geçmişin hatalarını tekrarlamamak gerekir. EŞer GM gerçekten samimi olarak gıda güvenliŞini saŞlamak istiyorsa önceliŞini çok uluslu şirket çıkarlarından başka alanlara kaydırmak zorundadır. IV.2. Açlık Kuramı Azgelişmiş ülkelerin hemen hemen hepsinde açlık, kötü ve yetersiz beslenme ciddi bir tehlike boyutunu halen korumaktadır. ÇoŞunluŞu azgelişmiş ülkelerde bulunan 795 156

Genetik MühendisliŞi ve Azgelişmiş Ülkelerde Yoksulluk ve Gıda Sorunu

milyon (FAO 2015) insanın bu tehlikeye maruz kalması gıda güvenliŞini saŞlamak amacıyla atılan adımlara hız kazandırmıştır. GM teknolojisi bu baŞlamda yapılan yeniliklerin başında gelmektedir ama GM teknolojisinin savunucuları kadar eleştirenleri de bulunmaktadır. Akla ilk gelen soru açlıkla savaşmanın yolunun sadece üretim verimliliŞimi artırılması ile sınırlı olup olmadıŞı sorusu. şlk etapta yapılması gereken gıda güvenliŞinin ne anlama geldiŞini saptamaktır. Gerçi 3 nolu dipnotta Barraclough’un çok kapsamlı bir tanımını vermiştik ama belki biraz daha sınırlı bir tanım buradaki amacımız açısından yeterli olacaktır. Literatürde en çok kullanılan tanımı Amerikan Hükümeti vermektedir: ‘Gıda güvenliŞi sadede yeterli bir yiyecek elde edebilmek olarak ifade edilen geleneksel yaklaşımı içermekle kalmaz, aynı zamanda bireyleri güçlendirerek onların yiyecek alabilme gücünü saŞlayacak toplumsal ve ekonomik koşullan yaratmaya ilişkin süreçleri de içerir’ (US Government Staff, 1997). Bu tanım yeterli yiyeceŞin var olması ile yiyeceklere ulaşılabilirlik arasındaki hassas dengeye işaret etmektedir. Olgular bu dengenin olmadıŞı zamanda milyonların yaşamının korkunç etkilendiŞi yönündedir. ÖrneŞin 1974’te Bangladeş modern çaŞın en korkunç kıtlıŞı olarak nitelendirilen bir kıtlık yaşadı (Lappe, Collins ve Rosset, 1998: 108). Binlerce kişinin ölümünün hemen arkasından kıtlık nedeni olarak sel felaketi suçlanmıştı ama sonradan yapılan araştırmalar gerçekten selin tarladaki ürünleri mahvettiŞini göstermişti, ama aynı zamanda Bangladeş’te aslında hiç de yiyecek eksikliŞinin olmadıŞını da ortaya koymuştu. Depolarda tonlarca yiyecek olmasına raŞmen binlerce insan pazar ekonomisi nedeniyle yiyeceŞe ulaşabilmenin koşullarını kaybettiŞi için, diŞer bir deyişle yiyecek satın alacak parası olmadıŞı için, kitlesel bir şekilde açlıktan kırılıp ölmüştü. KıtlıŞın ortaya çıkacaŞı anlaşılınca yiyecek kimi kesimlerce istif edilmiş dolayısıyla fiyatlar astronomik seviyeye ulaş157

ÇaŞdaş Tarım Sorunu

mış ve parası olmayan telef olmuştu. DiŞer bir deyişle ölümlerin ardında memlekette yiyecek bulunmaması deŞil, kimi insanların yoksulluk nedeniyle yiyeceŞe ulaşamaması yatmaktaydı. Yüz bin kadar insanın yaşamını yitirdiŞi Bangladeş kıtlıŞı sırasında hiçbir zengin köylünün yaşamını yitirmemesi düşündürücüdür (Dreeze ve Sen, 1991a; 1991b, Sen, 1997). Sen incelediŞi 50 yıl süresince ortaya çıkan 4 büyük kıtlıkta yiyecek bulunmamasının deŞil yoksulluŞun temel etmen olduŞunu açıkça ortaya koyuyor. Sen ‘gıda hakkı’ (food entitlement) adlı kuramını 1943 Bengal kıtlıŞını örnek vererek açıklama girişiminde bulunur. Kanıtlar bu kıtlık şırasında ülkede mevcut yiyecek stokunda pek ciddi bir düşüşün olmadıŞını göstermektedir. Öyle ki ülkede yiyecek stoku, kıtlıŞın belirtilerinin bile olmadıŞı 1941 yılma göre %9 oranında daha fazla idi. Dolayısıyla Sen, kıtlıŞı ‘arz’ yasası ile açıklamaya çalışan görüşlerden uzaklaşarak meseleye talep açısından bakıyor; yükselen fiyatların insanların açlıktan ölmesine neden olduŞunu vurguluyor. Yani insanların yiyeceŞe ulaşabilme hakkı bir kesintiye uŞratılmış oluyor ve bu da kitlesel ölümlere yol açıyor. Tarih de Sen’in söylediklerini destekliyor görünmektedir. Azgelişmiş ülkelerdeki ‘gıda güvensizliŞi’ yeterli yiyecek arzından kaynaklanmamaktadır. Özellikle son 20-30 yılda dünya yiyecek üretimi düzenli bir artış göstermiştir. Özellikle kimi bölgelerde gıda üretimi nüfus artışının fersah fersah ilerisinde gitmiştir. Buna raŞmen açlık halen süregitmektedir. ÖrneŞin Latin Amerika’da Yeşil Devrim politikalarının gündemde olduŞu dönemlerde yiyecek üretimi ortalama %8 oranında bir artış göstermesine raŞmen açlık da %19. oranında artmıştır (Laşppe, Collins ve Rosset 1998: 225). GM’nin savunucuları gıda güvenliŞi tartışmalarındaki ekonomik yönü kabul ettiklerini ama gene de gıda üretiminin artırılması konusunda gevşek davranılmaması ge158

Genetik MühendisliŞi ve Azgelişmiş Ülkelerde Yoksulluk ve Gıda Sorunu

rektiŞini ısrarla vurgulamaktadırlar. Uluslararası Gıda Politikası Araştırma Enstitüsü’nden Dr Peter Hazel dünyada yeterince yiyecek olduŞuna dayanarak gıda sorununu çözdüŞümüzü sanıyorsak kendimizi aldatmaktan başka bir şey yapmıyoruz diyerek GM’nin savunucularının vaziyet alışını açık bir şekilde ortaya koymaktadır (The Guardian 1999). GM taraftarlarına göre 2020 yılında dünyanın nüfusu 8 milyara ulaşacak ve mevcut tarıma elverişli arazi bu nüfusu besleyemeyecektir. Mevcut gıda bölüşümü sorunu çözülse bile beklenen bu nüfusu beslemek çok güç olacaktır. Bunun sonucunda temel gıda fiyatları artacak ve nüfusun bir kısmı gıda alabilecek ekonomik güce sahip olamayacaktır. Dolaysıyla GM yandaşlarına göre çözüm mevcut gıda üretimini giderek artırmakta düŞümlenmektedir. GM beklenen nüfus artışına paralel bir gıda üretimini geliştirebilecek bir potansiyele sahiptir. 1999 Mayıs ayında The Guardian gazetesinde çıkan bir makale gıda üretimi hızlandırılmadıŞı takdirde ortaya çıkabilecek ölümcül sonuçları irdeleyerek şunları söylemektedir: EŞer azgelişmiş ülkeler GM teknolojisine yatırım yapmazlarsa insanlarını besleyebilmekten aciz duruma düşeceklerdir. ÖrneŞin Afrika’da gıda üretimi şu anda bile mevcut nüfusu besleyebilecek miktarın çok altındadır. Gıda üretimi yılda %3 oranında artan nüfusla at başı gitmekten acizdir. Kendine yeterli olamamak birçok Afrika ülkesinde gıda güvensizliŞi doŞurmanın ötesinde genel anlamda kalkınmaya da ayak baŞı olmaktadır. 1999’da yazan Dr Hazell GM’nin 21. yüzyılda gıda güvenliŞini saŞlamanın tek yolu olduŞunu ileri sürmekteydi (The Guardian). şstatistik olarak bu doŞru olabilir ama gerçekte GM yoksulları dışladıŞı için yoksullar arasında açlıŞı gidermekten çok uzak görünmektedir. GM’ye karşı olanlar GM’nin sadece yeni tohumları ve teknolojiyi alabilme gücüne sahip olan zengin çiftçilere yarayacaŞını ileri sürmektedirler. Bu arada birçok küçük çiftçi de artan ve159

ÇaŞdaş Tarım Sorunu

rimlilikler nedeniyle düşen ürün fiyatlarından olumsuz etkilenecek ve daha da yoksullaşma eŞilimine girecektir. Hatta ve hatta kimi orta boy çiftçiler bile yükselen maliyet ve düşen ürün fiyatları arasındaki dengesizliŞe katlanamayacaklardır. Dahası azgelişmiş ülkelerdeki topraksız yoksul köylü de GM’den olumsuz etkilenecektir. Gerçi düşen ürün fiyatları onların lehine gibi görünse de gelir kaynaklarının olmaması bu olumluluŞu yadsıyacaktır. Topraksız yoksullar genellikle ya tarımda ücretli emek yoluyla ya da ortakçılık vb. yoluyla geçimlerini kazanmaktadırlar. EŞer GM iş olanakları yaratma kapasitesine sahip olsaydı topraksızların bu teknolojiden fayda saŞlamaları kaçınılmaz olurdu. Ama GM, istihdam yaratmak yerine gelişmiş teknoloji ve tarımda mekanizasyon gerektirdiŞi ve dolayısıyla insan emeŞine gereksinmeyi azaltıcı eŞilimde olduŞundan, gelir kaynaklarım sınırlayıcı bir özellik taşımaktadır. Yani kısacası GM toplam ürün miktarını artırıcı olsa bile bireysel düzeyde gıda güvenliŞini saŞlamaktan acizdir. Bireysel gıda güvenliŞi sorunu bölüşüm ilişkileri ile ilintili iken GM üretim teknikleri ile sınırlıdır ve bu ikisi arasında karşılıklı doŞrudan bir baŞlantı yoktur. Bir hayır kurumu olan Hıristiyan Yardımı’nın ‘Satış şntiharı’ (1999) adlı raporunda Güney Asya’da Yeşil Devrim süresince gıda üretiminin nüfus artışından hızlı gittiŞi ve paradoksal olarak da aynı dönemde yoksullar arasında açlıŞın arttıŞı çarpıcı bir şekilde sergilenmektedir. Bu da gıda güvenliŞi için sadece teknik ilerlemenin yetmeyeceŞini kanıtlamaktadır. EŞer GM’den açlıŞı gidermesi bekleniyorsa onun bir dizi başka politikalarla takviye edilmesi gerekir. EŞer biyoteknoloji firmaları açlıŞı azaltma iddialarında samimi iseler, yeni tarımsal teknikler geliştirirken yoksulları dikkate alarak, kendi sermaye birikim hedeflerinden fedakârlık yapmak zorundadırlar.

160

Genetik MühendisliŞi ve Azgelişmiş Ülkelerde Yoksulluk ve Gıda Sorunu

IV.3. Tekelleşen AgroAgro-kimya irketleri Son otuz kırk yılın siyasal, ekonomik, toplumsal ve teknolojik gelişmeleri küreselleşme adı yerilen bir süreci başlatmıştır. Uluslararası ticaret ve üretim anlamında dünyamız giderek küçülmüş, ülkeler çeşitli uluslararası antlaşma ve örgütler aŞı ile birbirine baŞlanmıştır. Bu küresel sistemin temel özelliklerinden biri de ulus aşırı çok uluslu şirketlerin (ÇU ) belirleyici denetiminde ortaya çıkan gıda pazarıdır. Biyoteknoloji endüstrisi ve GM’nin ortaya çıkması gıda pazarına hâkim olan ÇU ’lerin gücüne güç katmıştır. Sayıları bir avuç kadar olan agro-kimya şirketleri biyoteknolojiyi tekellerine geçirmiş bulunmaktadırlar. Başlangıçta, GM’nin temelini teşkil eden biyoteknolojik araştırmaları kamu kuruluş ve araştırma merkezleri üstlenmiş ve bu alanlarda yatırım yapmışken biyoteknolojinin pazar ve kârlılık potansiyeli anlaşılınca ticari şirketler bu konuda ilk sırayı almaya başlamışlardır. Hobbelink (1991) özellikle ABD’de durumun böyle olduŞunu ve dev agro-kimya, ilaç ve gıda üreticisi şirketlerin biyoteknolojide araştırma ve geliştirme alanlarında başat rol oynadıklarım sergilemektedir. Biyoteknoloji alanında yatırım yapmak ÇU ’ler için pek yeni bir olgu olmamasına raŞmen 1980’lere gelindiŞinde yatırımlar önemli meblaŞlara ulaşmıştır. 1985 yılında biyoteknoloji alanında araştırma ve geliştirme çalışmaları için harcanan para 4 milyar dolar gibi çok ciddi bir rakama ulaşmışken rakamlar giderek artmış, 1985’te 11 milyar dolara ulaşmıştır ki bunun da üçte ikisi özel şirketler tarafından gerçekleştirilmiştir. Tüm bu astronomik rakamlara karşın Hobbelink (1991) biyoteknolojide özel şirketlerin rolünün gene de göründüŞünden az olduŞunu belirtmektedir. Çünkü ona göre özellikle gelişmiş kapitalist ülkelerde biyoteknoloji alanındaki kamu harcamaları as161

ÇaŞdaş Tarım Sorunu

lında büyük ölçüde özel sektöre parasal yardım biçiminde cereyan etmektedir. ÖrneŞin Almanya Bilim ve Teknoloji BakanlıŞı özel biyokimya şirketlerince yürütülen kimi biyoteknoloji projelerinin finansmanını yüzde 40’lara varan ölçülerde desteklemektedir. 1980 yılında ABD’nin biyoteknolojiye ayırdıŞı kamu parası 600 milyon dolar idi. Gerçi OECD özel şirketlere ne kadar katkıda bulunduŞunu açıklamamaktadır ama Amerika’daki eŞilimlere yakın bir tablo yansıtması oldukça yüksek bir olasılıktır. Hobbelink (1991:43) biyoteknolojideki sermaye birikim hızını inanılmaz diye niteleyerek ABD’nin en büyük iki agro-kimya şirketi olan Monsanto ve Du-Pont’un biyoteknoloji alanında araştırma ve geliştirme için yılda ortalama 390 milyon dolar harcadıŞını söylemektedir. Böylesi bir mali güç ile biyoteknoloji alanında tekelci eŞilimlerin ortaya çıkması hiç de şaşırtıcı olmamaktadır. Hobbelink’ in deyimiyle bu alandaki şirket sayısı giderek azalırken belirli şirketler de boyut olarak giderek büyümektedirler. Biyoteknoloji alanında sermayenin sınırlı sayıda şirketlerde birikimi ve yoŞunlaşması azgelişmiş ülkeler açısından tehlike çanlarını çalmaktadır. Biyoteknoloji endüstrisinin belli ellerde yoŞunlaşması gıda üretimi ve daŞıtımında küçük bir şirket grubunun hâkimiyeti anlamına gelmektedir. Bu da azgelişmiş ülkelerde gıda güvenliŞi açısından pek ümit var görünmemektedir. Gıda güvenliŞi nasıl saŞlanabilir sorusu halen de tartışmalı bir alan olarak gündemdedir. Bir zamanlar ‘serbest piyasa’nın her derde derman olduŞu gibi gıda güvenliŞini de saŞlayacaŞı inancı, GM’nin ortaya çıkmasıyla artık çok kuşkulu bir konumdadır. şyimser yaklaşımların tersine, ben pazar mekanizmalarının akışı kendi başına bırakıldıŞında dünya yoksullarının gıda gereksinmelerine cevap veremeyeceŞi inancındayım. Aynı baŞlamda Lappe, Collins ve Rosset (1998) pazarın bireysel istemlere cevap verdiŞi inancının yanlışlıŞını ısrarla belirtmektedirler. Onlara göre şu 162

Genetik MühendisliŞi ve Azgelişmiş Ülkelerde Yoksulluk ve Gıda Sorunu

anda dünyada 795 milyon insan, serbest piyasanın sadece paraya yanıt vermesi nedeniyle gıda güvenliŞinde başarısızlıŞa uŞraması sonucu, açlıkla savaşmaktadır. Parayı veren düdüŞü çalar misali parasızlık yüzünden pazar mekanizmalarının dışına itilen marjinal kesimin gıda sorununun günümüz global ekonomisinde çözülmesi olanaksız görünmektedir. Monsato ve Astra-Zeneca gibi biyoteknoloji alanında büyük yatırımlar yapan şirketler, ekonomik güçlerini ve kârlılıklarını maksimum seviyeye çıkarmak amacıyla hareket etmektedirler. Benzeri diŞer şirketlerle birlikte pazar güçlerini öylesine yoŞurmaktadırlar şekillendirmektedirler ki sermaye birikimleri giderek artan bir oranda kendini sürdürebilsin. Biyoteknoloji alanına yeni şirketlerin girmesini inanılmaz boyutlarda güçleştirerek tekelleşmeyi hızlandıran bir kaç şirket dünya gıda üretimi ve daŞıtımını çok yakın bir gelecekte tümüyle kontrol altına alabilecek duruma gelme eŞilimindedir. Bir ‘kıyamet günü senaryosundan’ bahseden Hobbelink (1991) kendine yeterli bir tarımın tümüyle ortadan kalkacaŞı kehanetinde bulunmaktadır. Bu görüşe de ADB’de tarımsal üretimin %80’inin tarımsal nüfusun sadece %20’si tarafından yapıldıŞı gerçeŞinden hareketle varmaktadır. Bu da artık tarım ile uŞraşan kesimin giderek büyük şirketlerin güdümüne girdiŞinin bir göstergesi olarak algılanmaktadır. Bunun en belirgin örneŞi 1950’lerden itibaren azgelişmiş ülkelerin yaptıŞı ithalatta gıda ithalatının giderek artmasıdır. 1950’de buŞday ithalatı azgelişmiş ülkeler toplam ithalatında %10 gibi bir seviyeden 1980’de %57 gibi inanılmaz bir boyuta yükselmiştir. 2013 yılında azgelişmiş ülkeler buŞday tüketimlerinin %92 sini ithal eder duruma düşmüşlerdir (www.ers.usda.gov) Bu çok belirgin artış, dünya gıda pazarındaki tekelci eŞilimin artışına paralel ve bir kaç ÇU ’in bu alandaki hâkimiyeti ile beraber seyreden bir artıştır. 163

ÇaŞdaş Tarım Sorunu

Tarımda GM’nin başlamasına ve ÇU ’lerle biyokimya şirketlerinin gıda sektörüne hâkim olmasına uluslararası örgütler ve antlaşmalar da oldukça yardımcı olmuştur. ÖrneŞin Dünya Bankası’nın dayattıŞı ünlü yapısal uyum politikaları Afrika ülkelerinin tek yanlı olarak ticarette gümrük vergilerini azaltmasına veya kimi hallerde tümüyle iptal etmesine neden olmuştur. Afrika ekonomilerini daha yetkin yapmak yerine bu politikalar hükümetlerin kendi ekonomilerini yönlendirmede daha da güçsüzleşmelerine yol açmıştır. Bu da kaçınılmaz olarak Afrika pazarlarının ÇU ’lere daha çok açılmasının temel nedenlerinden biri olmuştur. Uluslararası yaptırım gücü olan GATT’ın Uruguay Görüşmeleri de agro-kimya şirketlerinin gücüne güç katmıştır. Görüşmeler sonucu imzalanan antlaşma azgelişmiş ülkeleri, gümrük duvarlarını indirmede daha da baŞlayıcı sorumluluklar altına koymuştur (Lappe, Collins ve Rösset, 1998: 118). Bu baŞlamda artık hükümetler kendi pazarlarını dolduran metalara gümrük koyma otoritelerini kaybetmişlerdir. GATT’ın devamı olan Dünya Ticaret Örgütü’ nün kurallarına göre de azgelişmiş ülke hükümetleri, artık kendi iç pazarlarını gümrük dışı engeller ile de korkmaktan mahrum edilmektedirler. Genetik Yapısı DeŞiştirilmiş Gıdaların (GYDG) dünya pazarlarına girdiŞi oranda azgelişmiş ülkeler de ÇU ’lerin daha yoŞun baskısı ile karşı karşıya kalarak daha çok yiyecek maddesi ithal etmek zorunda bırakılmaktadırlar. Gelişmiş ülkelerde, GYDG’ye karşı özellikle sivil toplum örgütleri ve tüketicilerce gösterilen yoŞun tepkiler dikkate alındıŞında azgelişmiş ülkeler üzerindeki baskıların yoŞunluŞunun ciddiyeti daha da belirginleşir. Artan GYDG stokları azgelişmiş ülkelere doŞru kaydırılır. ÖrneŞin Action Aid (Yardım Eylemi) adlı şngiltere kökenli bir sivil toplum örgütünün belirlemelerine göre Hindistan Amerikan soya fasulyesi ithal etsin diye yoŞun baskılar altında bırakıl164

Genetik MühendisliŞi ve Azgelişmiş Ülkelerde Yoksulluk ve Gıda Sorunu

maktadır. Hindistan, kendine yeterli soya fasulyesi üretimi olduŞu halde, Amerika’dan bir milyon ton soya fasulyesi ithal etmek zorunda bırakılmıştır. Dünya Ticaret Örgütü kurallarına göre güvenlik sorunlarının dışında başka hiçbir nedenle Hindistan hükümeti normal koşullarda soya fasulyesi ithalatını sınırlama hakkına sahip deŞildir. Bu gibi örnekler küresel düzeyde üretim, bölüşüm, daŞıtım gibi konularda mevcut olan güç ilişkilerini çok açık bir şekilde sergilemektedir. Azgelişmiş ülkelerdeki açlara yardım etme paravanası arkasında ÇU ’ler küresel gıda pazarlarını, tekelci konumları nedeniyle, kendi finansal çıkarları doŞrultusunda şekillendirmektedirler. Brütenden, şngiltere’de yayınlanan saygın gazetelerden biri olan The Independent gazetesindeki ‘Mahvedici Tohum Çiftçiler şçin Verimsiz Bir Gelecek Tehlikesi Vadediyor’ başlıklı yazısında (1998) dünya yoksullarının dörtte üçünün temel gıdalarının uluslararası agro-kimya şirketlerince kontrol edileceŞini ısrarla vurgulamaktadır. Böylesine güçlü bir pozisyonda olan Monsanto gibi şirketler Kuzey’in Güney üzerinde olan hâkimiyetini pekiştirmektedir. GM teknolojisinin mülkiyeti bir kaç gelişmiş ülke şirketinin elinde yoŞunlaştıŞı için Kuzey - Güney güç ilişkileri de baŞımlılık kuramcılarını haklı gösterecek bir biçimde şekillenmektedir. IV.4. Yeni Teknoloji ve Eski Eski Hatalar Tarım teknolojisindeki gelişmeler bir süreklilik arz etmekte ve tarım asırlardır süregiden bir dönüşüme maruz kalmaktadır. Bu dönüşümün GM’ den önceki en önemli teknolojik belirleyicisi 1970-1980 arasına damgasını vuran Yeşil Devrim (YD) olmuştur. Gelişmekte olan ülkeler tarımında köklü dönüşümler yaratan YD, tarımda ürün verimliliŞini saŞlayan bir dizi yenilikler paketinden oluşmaktadır. Ekilebilir toprakların son sınırlarına ulaşmış olması, 165

ÇaŞdaş Tarım Sorunu

verimliliŞin artırılması için teknolojik yaratıcılıŞı ve araştırmaları mevcut ürünler üzerinde yoŞunlaşmaya yönlendirdi. Meksika ve Filipinler’de Rockefellor Vakfı ve USAID gibi Amerikan güdümündeki yardım örgütlerinin finanse ettiŞi araştırma merkezlerinde laboratuvar koşullarında geliştirilen ‘mucize tohumlar’ veya yüksek verimli tohumlar adı verilen buŞday ve mısır çeşitlerinin ekilmesi sonucu kimi ülkelerde hatırı sayılır verim artışları gözlendi. Dolayısıyla da YD azgelişmiş ülkelerde gıda güvenliŞini saŞlayacak bir araç olarak reklamı yapılmaya başlandı. Ama ilk izlenimlerin ötesinde Yeşil Devrim etkileri açısından çok karmaşık bir şeydi ve öyle zannedildiŞi gibi açlıŞın giderilmesi ile arasında doŞrudan bir baŞlantı yoktu. YD’nin 1970-80 arası zirve noktasına ulaştıŞı genelde yaygın olan bir kanıdır ve açların sayısının bu dönemde %10 oranında azalarak 942 milyondan 786 milyona düştüŞü iddia edilmektedir. Lappe, Collins ve Rosset bu rakamların mübalaŞalı olduŞunu ve örneŞin Çin’in dikkate alınmadıŞını belirtmektedir. Bernstein (1990) ve Shiva (1991) ise Hindistan’da YD’nin açlıŞı gidermek yerine zengin köylünün daha zenginleşmesine neden olduŞunu ve çok sayıda yoksul köylünün de -özellikle yarıcı köylülerin makineleşme nedeniyle topraktan itilerek açlıŞa daha çok sürüklendiŞini rakamlarla göstermektedirler. Yani YD sürecinde verimlilik artışı ile yoksullaşma süreci birlikte ortaya çıkarak, YD’nin açlıŞı önleyeceŞi görüşünün gerçek dışı olduŞunu açıkça sergilemektedir. YD konusunda sık sık vurgulanan eleştiri, bu stratejinin üretimi odak noktası olarak aldıŞı ve bölüşüm ilişkilerini tümü ile gündem dışı bıraktıŞıdır (Bernstein, 1990; Barraclough, 1991; Shiva, 1991; Patnaik, 1990; Pearse, 1978). Dolayısıyla gelir kaynaŞı olmayan insan için zengin köylünün verimliliŞini artırması bir anlam ifade etmez. Üstüne üstlük YD ürünlerinin verimliliŞi ilk beş altı yıl sonra giderek düşmeye başlamış ve bunda da topraŞın mucize tohumların başarılı ol166

Genetik MühendisliŞi ve Azgelişmiş Ülkelerde Yoksulluk ve Gıda Sorunu

ması için gerekli olan kimyasal maddelere doymuş olması sorumlu tutulmuştur. Yeşil Devrim’in gereken başarıdan uzak olması yeni teknikler, teknolojiler ve stratejiler geliştirilmesi için yeni çabaların ortaya çıkmasına neden olmuş ve sonuçta Genetik MühendisliŞi kurtarıcı olarak sunulmuştur. şlginçtir ki GM de YD’nin yaptıŞı hataları tekrarlama yolundadır. Hıristiyan Yardımı adlı hayır kurumunun yaptırdıŞı araştırmanın verileri GM’nin açlıŞı giderme kapasitesine sahip olmadıŞı ve YD ile paralellikler gösterdiŞi şeklindedir. GM de üretim artışı üzerinde odaklanarak açlık ve yoksulluŞun temelinde yatan nedenlere inmemektedir. Dolayısıyla gıda güvenliŞi konusunda YD’nin olumsuz etkilerinden dersler çıkarılmadıŞı aşikârdır. Gıda sorunu, açlık ve yoksulluk gibi kavramlar genetik yapısı deŞiştirilmiş yeni tohumların evrensel düzeyde yayılması ve dolayısıyla da bunları üreten ÇU ’lerin hegemonyasını saŞlamak amacıyla kullanılmaktadır. Biyoteknolojinin etik önemini irdelemek için kurulmuş olan Nuffield Konseyi (Nuffield Council on Bioethics) 1999’da yayımladıŞı bir raporda GM’yi azgelişmiş ülkelerde gıda saŞlanmasının ‘en etkili yolu’ olarak göstermektedir. Bu tür bir yargının verilebilmesi için yeterli sayıda araştırmanın yapılması gerekir ki şu anda mevcut çalışmalar çok sınırlıdır. GM teknolojisi ile genetik yapısı deŞiştirilen ürünlerin hangi çeşit topraklarda beklenen verimi saŞladıŞını saptamak gerekir. Yoksa herhangi bir topraŞa ekilen yeni tohumların her yerde başarı saŞlamasını beklemek hayal kırıklıŞı yaratabilir. ÖrneŞin Meksika’da bazı araştırmacılar toksik alüminyum miktarı yüksek olan toprakların ürün verimliliklerinde büyük düşüşler olabileceŞini ortaya koymuşlardır. Dolayısıyla araştırmalar bu topraklara uygun gelebilecek tohumların üretilmesi için tohum genetiŞinde ne çeşit deŞişiklikler yapılması gerektiŞi üzerinde yoŞunlaşmıştır. Özel bir genin tohuma enjekte 167

ÇaŞdaş Tarım Sorunu

edilmesiyle yetişen bitki kökleri sitrik asit salgılayarak bitkinin alüminyum zehirlenmesine direncini artırmaktadır. Bu genetik olarak deŞiştirilmiş süreç, ürün verimliliŞini %80 oranında artırma potansiyeline sahiptir. Ürün verimliliŞi Çin gibi ülkelerde de artırılmış ve GM yoluyla Çin’de pirinç üretimi %25 oranında, Kenya’da da tatlı patates üretimi virüslere dirençli bir tohum aracılıŞıyla %15 oranında arttırılmıştır. Fakat GM araştırmalarına ayrılan kaynakların çok ama çok sınırlı bir miktarı azgelişmiş ülkeler için ayrılmıştır. Bununla beraber azgelişmiş ülkelerde GM araştırmalarına ayrılan kaynakların, zaten kaynak sıkıntısı çekildiŞi için, geleneksel tarıma ayrılan kaynakların aleyhine işleyip bu alandaki gelişmeleri engelleme olasılıŞı çok yüksektir. YD sürecinde yapılan ve GM araştırmaları tarafından tekrarı olası görülen hatalardan birisi de araştırma ve geliştirme çalışmalarının sadece bir iki ürün üzerinde yoŞunlaşmasıdır. YD, özellikle buŞday ve pirinç üzerinde yoŞunlaşırken azgelişmiş ülkelerde çiftçilerin temel gıda olarak üretip kullandıkları sorgum, darı ve fasulye gibi bitkiler ihmal edilmiştir. Böylece gıda kıtlıŞı çekilen azgelişmiş ülkelerin büyük bir bölümü ve özellikle de Afrika, araştırmaların kapsamı dışında kalmıştı. Aynı şekilde YD de birçok ürünü ve onları üreten azgelişmiş ülkeleri dışlayarak soya, pamuk ve tütün gibi kimi ticari ürünler üzerinde yoŞunlaşmaktadır. Bunlar da azgelişmiş ülkelerde gıda güvenliŞi sorunu dışında kalan ürünlerdir. GM’ni çevreleyen sorunlardan bir diŞeri de teknolojinin ticari veçhesidir. Nuffield Konseyi çay, kahve ve kakao gibi ürünleri örnek gösterip GM’nin ticari önemini vurgulayarak daha verimli cinslerin kullanılması yoluyla bu ürünlerin verimliliklerinin %20 oranında artacaŞını belirtmektedir. Böyle bir artış olsa bile Nuffield Konseyi’nin iddia ettiŞi gibi azgelişmiş ülkelerin gelirlerinin artması söz konusu olamaz. Çünkü çay kahve gibi ürünlerin pazarı zaten 168

Genetik MühendisliŞi ve Azgelişmiş Ülkelerde Yoksulluk ve Gıda Sorunu

doyum noktasını aşmıştır. %20’lik bir ürün artışı ürünlerin rekabet ortamında pazarlanabilmesi için mevcut fiyatlarda %60’lık bir düşüş gerektirir ki bu da bu ürünlerin ihracatına baŞımlı olan düşük gelirli Gana ve Sri Lanka gibi ülkeleri iflasın eşiŞine-getirir (Christian Aid, 1999). GM teknolojisinin ticari boyutu azgelişmiş ülkelerdeki gıda güvenliŞi konusundaki eski kaygıları tekrar gündeme getirmektedir. YD sırasında melez tohum cinsleri çiftçileri bu tohumları üreten şirketlere hem tohum açısından hem de suni gübre açısından baŞımlı bir hale getirmişti. Bu girdilerin fiyatları yükseldiŞinde sadece büyük çiftçiler ve agro-kimya şirketleri bundan fayda saŞlamışlardı ki YD araştırmaları kamu sektörünce yönlendirilmişti. GM teknolojisi ise neredeyse tümüyle özel sektörce kontrol edilmektedir dolayısıyla üretilen teknolojinin pahalı olması kaçınılmazdır. Yüksek fiyatların da azgelişmiş ülkelerde gıda güvenliŞini saŞlaması beklenemez. Artan nüfusun ihtiyaçla- rina yanıt vermek ile üretim artışları arasında bir denge saŞlanmak isteniyorsa ürün fiyatlarının bütçelere uygun olması gerekir ki mevcut eŞilimler bu yönde görünmüyor. IV.5. Tekelci Kontrol GM’nin potansiyel olarak gıda üretimini arttırması söz konusu olsa da araştırma ve geliştirme çalışmalarının gidişatı gıda güvenliŞi konusunda tümüyle aksi eŞilimlerin varlıŞının ve kendisinin gıda güvenliŞini tehlikeye atacak nitelikte olduŞunun işaretlerini vermektedir. Burada iki tehlikeli eŞilim başat görünmektedir (Nuffield Council, 1999). Birincisi agro-kimya tohum şirketlerinin öncelikli olarak gelişmiş ülke pazarlarını düşünmelerinden kaynaklanmakta, bu da azgelişmiş ülkelerin ihmaline neden olmaktadır, ikincisi GM ürünlerinin ticari meta olarak düşünülmesi ve teknolojinin bir kaç devasa şirketin kontrolünde olmasıdır. ÖrneŞin Batı pazarlarının gereksinmelerini karşılamak 169

ÇaŞdaş Tarım Sorunu

üzere gıdaların nitelikleri deŞiştirilip içlerindeki yoŞun yaŞ oranı azaltılmakta ve bunlar mesela DuPont şirketince ‘saŞlıklı bir kalp için’ sloganıyla pazarlanmaktadır (Spinney, 1998: 2). Gıda maddelerinin tat ve kıvamları da deŞiştirilerek Batı damak tadına uygun hale getirilmektedir. Daha geç olgunlaşan ve çürüyen sebze ve meyveler geliştirilerek yetiştirilmektedir. ÖrneŞin daha uzun zaman çürümeden durabilen domates türleri saŞlıŞa zararlı olsalar dahi daha saŞlıklı ama daha çabuk pörsüyen cinslere tercih edilerek geliştirilmektedir. Azgelişmiş ülkelerde temel gıda tiplerinin geliştirilmesi yerine bu ülkelerde Batı pazarları için lüks gıda maddeleri üretilmektedir. ÖrneŞin Safe Alliance (Güvenli Birlik) örgütünün verilerine göre Kenya gibi ülkelerde lüks sebzelerin üretimi mısır ve patates gibi temel gıda maddelerinin yerini alarak bu gıda maddelerinin üretimini sınırlamaktadır. Bu eŞilimin GM ile birlikte daha da yoŞunlaşması beklenmektedir. Ayrıca Brezilya’da açlıkla savaşan 32 milyon kişi olmasına raŞmen soya ve mısır gibi büyük sermayenin kontrolünde olan ürünlerin ihracat için üretilmesi biyoteknolojinin yoksullara yardım etmek ve açlıŞı gidermek gibi iddiaları ile çelişmektedir. DiŞer yandan GM teknolojisinin eşitsiz daŞılımı nedeniyle azgelişmiş ülkelerin Kuzey pazarlarından yararlanabilme şansları sınırlanmaktadır. Sebze ve meyvelerin bozulma sürecini yavaşlatma çalışmaları ürünlerin pahalıya mal olmasına neden olmakta ve bu da azgelişmiş ülkelerin yarışabilme kapasitesini kısıtlamaktadır. Dolayısıyla uluslararası pazarlar büyük şirket sermayesi ile baŞlantısı olmayan çiftçiye giderek kapanmaktadır, DiŞer yandan GM teknolojisini kullanarak uluslararası pazarlara üretim yapan ülkeler de kendine yeterliklerini yitirip baŞımlı bir konuma düşmektedirler. ÖrneŞin 1995’te Kenya 10 milyon sterlin deŞerinde taze fasulyeyi şngiltere pazarına göndermiş ama bu da iç pazarda darlık yaratarak gıda güvensizliŞine katkıda bulunmuştur. Böylesi hassas dengeler üzerine 170

Genetik MühendisliŞi ve Azgelişmiş Ülkelerde Yoksulluk ve Gıda Sorunu

kurulmuş olan gıda güvenliŞi GM teknolojisi ile daha da bozulmaya namzettir. En verimli topraklarda GM’nin tercih ettiŞi ürünlere öncelik verilmekte, geleneksel ürünlerden yaşamlarını sürdüren insanlar geçim kaynaklarını giderek kaybederek yoksulluk girdabına sürüklenmektedirler. ÖrneŞin GM sonucu geliştirilen ve yaŞ üretiminde kullanılan kanola adlı bitkinin sabun ve kozmetik sanayiinde kullanılan ‘lauric asit’ ihtiva ettiŞinin keşfedilmesi nedeniyle bu bitkinin üretilmesine hız verilmiş ve geleneksel olarak ‘lauric asit’in üretildiŞi hindistan cevizi ve palm tohumunun üretimi kesintiye uŞratılmıştır. Filipinler hindistan cevizi yaŞı üretiminde dünya birincisiydi ve dünya ihtiyacının üçte ikisini tek başına üretmekteydi. Nüfusun %30’unun geçim kaynaŞı olan bu ürün dalı GM nedeniyle şimdi deŞerini yitirme tehlikesiyle karşı karşıyadır. Aynı şekilde GM tarafından geliştirilen suni tatlandırıcıların giderek artan kullanımı da şeker üretimini ve üreticilerini zor durumda bırakmaktadır. Yüksek ‘früktoz’ içeren bir şurubun GM’nce geliştirilip kola gibi içeceklerde kullanılması bunun bir örneŞidir. Bu da gelişmekte olan ülkelere milyonlarca dolara mal olmaktadır. ÖrneŞin Karayip ülkeleri ürettiŞi şekerin %70’ini ihraç ederek ekonomilerini bu gelirle yönlendirmektedirler. 1980’den beri dünya şeker fiyatları hızlı bir düşüşe geçerek ‘altın ürün’ adı verilen şekeri adeta ‘yoksulluk ürünü’ ne dönüştürmüştür. Filipinlerin gelir kaynaklarında GM’nin gelişmesiyle 1980 ile 1987 yılları arasında inanılmaz düşüşler olmuş ve sadece şeker ihracatı 600 milyon dolardan 50 milyon dolara düşmüştür. Benzeri bir şekilde Türkiye’de de yüzbinlerce pancar üreticisinin geçim kaynaŞı olan pancar üretimi şeker fabrikalarının özelleştirilmesi ve pancar üretimine konan kota sınırlamaları ile daralmış ve köylüler çaresizliŞe itilmişlerdir (Aydın 2010; Oyan 2003). Ama bundan da Türkiye’de mısır şurubu Cargill üreten bir dünya gıda devi büyük kazanımlar elde etmiştir (Aydın 2010). GM teknolojisi azge171

ÇaŞdaş Tarım Sorunu

lişmiş ülkelerde yatırımlar için daha az sermaye, iş olanaklarının kaybolması, yoksulluk ve gıda güvensizliŞi anlamına gelmiştir. GM, Batı pazarları için birçok yeni ürünün gelişmesine yol açarken azgelişmiş ülkelere faydalı olan pek az ürün geliştirilmiştir. Sınırlı kaynaklar aç ve perişan insanlara faydalı olmak için seferber edilmiştir. En önemli gelişme kuraklıŞa dayanıklı tohumların geliştirilmiş olmasıdır. KuraklıŞa toleransı yöneten gen, keşfedilerek izole edilmiş ve bu geni bastırma tekniŞi geliştirilerek bitkinin su kaybı sınırlanmıştır. Dolayısıyla bitki daha az suyla daha fazla yaşama olasılıŞına kavuşmuştur. Sulama ve yaŞmur olmadıŞı zaman bile bitkinin ölmesi engellenmiştir. Bitki kuraklıŞa tahammül edebilse bile bu, ürün verimliliŞinin artması anlamına gelmemektedir. Fakat kuraklıŞa dayanıklı genin kâşifi Petter McCourt (1998) kuraklık nedeniyle çiftçilerin ürünlerini tümüyle kaybetmektense en az bir kısmını kurtarmayı tercih ettiklerini söylemektedir. Bu da özellikle azgelişmiş ülkelerde geçimlik üretim yapan çiftçiler için çok yararlı bir şey. GM teknolojisi ile gıda bitkilerinin besleyici niteliklerinde de önemli deŞişiklikler yapılmıştır. Bu da yetersiz ve dengesiz beslenmenin yoŞun olduŞu azgelişmiş ülkeler açısından olumlu bir gelişme. ÖrneŞin A vitamini eksikliŞinden mustarip 200 milyon yetişkin vardır ve 14 milyonun üstünde çocuk, göz hastasıdır. Bu rakamlar Rockefellor Pirinç Biyoteknoloji Programı tarafından genetik olarak üretilen bir pirinç türünün tüketilmesi ile bu vitamin eksikliŞi bir nebze azaltılabilir. Bununla beraber bir hayır kurumu olan Oxfam adına Spinney (1998) tarafından yazılan bir raporda GM’nce geliştirilen ürünlerin insan saŞlıŞı açısından zararlı da olabileceŞi belirtilmektedir. Spinney’e göre genetik yapısı deŞiştirilerek üretilen kanola ve pirinci görüntü olarak normallerinden ayırt etmek mümkün deŞil. Dolaysıyla bilinmeden normalden fazla A vitamini içeren ürün tüketilirse bu, ciŞerlerde bir tahribat yapabilir. 172

Genetik MühendisliŞi ve Azgelişmiş Ülkelerde Yoksulluk ve Gıda Sorunu

Genetik olarak deŞiştirilen ve yüksek protein ihtiva eden gıdalar üzerinde de çalışmalar hızlı bir şekilde süregitmektedir ve bunların piyasaya sürülmesi an meselesidir. Çocuk felci ve çiçek hastalıklarına karşı aşıları içeren meyve ve sebzeler üzerinde de çalışmalar devam ediyor. ÖrneŞin ucuz yoldan çocukların korunması için Hepatit B’ye karşı bir muz tipi yaratmak amacıyla muzun genetik yapısı deŞiştirilmektedir. Genetik mühendislerince üretilen gıdaların potansiyel olarak yararlan çok fazla görünüyorsa da, bu üretilen gıda maddelerinin dengeli bir şekilde, yoksul, aç ve dengesiz beslenmiş kitlelere daŞıtılmamaları durumunda onların faydalarından kimlerin yararlanacaŞı meçhuldür. Böylece Nuffield Konseyi’nin önemini belirttiŞi ikinci sorunsala gelmiş bulunuyoruz: Azgelişmiş ülkelerin ÇU biyokimya şirketleri tarafından ticari olarak sömürülmesi sorunsalı. Önce de belirtildiŞi gibi GM teknolojisinin mülkiyeti sınırlı ellerde yoŞunlaşarak azgelişmiş ülkeleri açık bir eşitsiz yarışma ile baş başa bırakmıştır. Nuffield Konseyi’nin ‘Genetik Yapıları DeŞiştirilmiş Ürünler: Ahlaki ve Toplumsal Sorunlar’ adlı biyo-etik raporu (1988) özellikle büyük şirketlerin son yıllarda GM gıdalarının piyasaya sürülmesi için gösterdikleri çabaları sergilemektedir. Bunun sonucunda agro-kimya şirketlerinin GM üzerine yaptıkları yatırımların oranlarını nasıl artırıp pazar pozisyonlarını nasıl saŞlamlaştırdıklarını belirten rapor, azgelişmiş ülkeler daha şimdiden GM teknolojisine yüksek fiyatlar biçen ve bunların patent hakkını ellerinde tutan ÇU ’lerin baskısını boŞazlarında hissetmektedir demektedir. GM teknolojisinde sermayenin özel şirketlerde yoŞunlaşması kamu sektörü alternatifini ortadan kaldırmıştır. ÖrneŞin Hindistan hükümeti ulusal biyoteknoloji alanında araştırma ve geliştirme çalışmalarını hızlandırmak için çaba sarf etmişse de birçok sorunla karşılaşmıştır. Hint hükümeti ÇU ’lerin biyoteknolojiye hâkim olmaya başlamalarına ciddi bir şekilde karşı durmuş ve bu sektöre 4 milyon dolarlık bir fon 173

ÇaŞdaş Tarım Sorunu

ayırmıştır. ÖrneŞin Hindistan’ın Bitki Genleri Ulusal Araştırma Merkezi (NCPGR - National Centre for Plant Genome Research) nohut genleri üzerine bir dizi araştırma planlamış ama yetenekli araştırmacıları bu merkeze çekmeyi becerememişti. Bunun temel nedeni de Hindistan’ın Banglore kentinde bulunan dev Amerikan biyoteknoloji şirketi Monsato’nun varlıŞıdır. Yetenekli Hint gen araştırmacıları daha iyi maddi olanaklar saŞlayan bu şirketi tercih ederek devletin araştırma merkezini kaliteli insan gücünden mahrum etmiştir. YoŞun eleştirilerle karşılaşan Monsanto şirketi kendini azgelişmiş ülke çiftçileri GDO’lu tohumları almak zorunda deŞildir diye savunmaktadır. Köylüler isterlerse buna direnebilirler demektedir. GM tarafından üretilen tohumları almamak için direnmesi düşünülemez. Bu, özellikle, azgelişmiş ülke hükümetlerinin çalışanlarına daha iyi koşullar bahşeden ÇU ’lerle rekabet edemez durumda olduŞu haller için geçerlidir. Azgelişmiş hükümetler aracılıŞıyla GDO’ lu tohumların çok yoŞun bir propagandası yapılmaktadır. Hatta kimi ülkelerde verilen destekler Türkiye’de olduŞu gibi sertifikalı tohumların kullanılması koşullarına baŞlanmaktadır. Bu durumda tohum piyasasına hâkim olan U , geleneksel tohumların giderek yok olmasına yol açmakta ve çiftçileri ticari tohum ve kimyasal girdileri büyük şirketlerden almaya zorlayarak tam bir baŞımlılık yaratmaktadırlar. Azgelişmiş ülkelerde GM ürünlerini benimsemek, bu ülkelerin gıda güvenliŞini, diŞer olumsuzlukların yanı sıra yaratacaŞı işsizlik nedeniyle de tehlikeye atacak boyutlara gelmiştir. ÇU ’ler ise GM’nin emekten tasarruf yapacaŞı konusunda böbürlenmektedirler ki bu da bir atasözümüzü hatırlatmaktadır: Koyun can derdinde kasap mal derdinde. DoŞacak işsizlik zaten çok ciddi boyutlara ulaşmış olan yoksulluŞu artıracak ve A.K. Sen’in (1997) deyimiyle insanların ‘gıda hakkı’nı derinden zedeleyecektir. 174

Genetik MühendisliŞi ve Azgelişmiş Ülkelerde Yoksulluk ve Gıda Sorunu

IV.6. Patent ve Fikri Mülkiyet Hakları GM kimi çevrelerce, 21. yüzyıl boyunca dünyamızın gıda sorununu çözmek için zorunlu olarak görülen Yeşil Devrim ile eşdeŞer tutulmaktadır ve hatta şkinci Yeşil devrim olarak nitelenmektedir. Ama bu, gelişmiş ülkelerdeki saldırgan patent hakkı savunmaları yüzünden başarısızlıŞa mahkûm bir argümandır (Pearce, 1996). Çünkü GM, tarımın ÇU ’lerin kontrolünde kârların artırılması amacıyla daha da sanayileşmesi ve yoŞunlaşması anlamına gelmektedir. Bitki yaşamının patentlere tabi olması ile GM’nin ürettiŞi yeni türlerin gıda güvenliŞi konusundaki etkinliŞi arasında sıkı bir baŞ oluşmuştur. Bitki yaşamının patente baŞlanması GATT’m Uruguay görüşmeleri ve antlaşmasında (1986-94) önemli konulardan birisini oluşturmuştu (Watkins, 1992; UNCTAD 1994; Low, 1995; Debroy, 1996; Yigletu, 1997). Görüşmeler bitki çeşitleri üzerindeki patent sorununu ticarete ilişkin entelektüel haklar (TRIPS) çerçevesinde kabul etmek yolunda bir karara vardı. TRIPS, Dünya Ticaret Örgütü (WTO) üyelerinin patentler konusunda uymaları gereken standartlar ve kuralları belirlemektedir. Bu, azgelişmiş ülkeleri biyoteknoloji şirketlerinin üretim ve patent haklarına uymaya mecbur kılmaktadır. TRIPS antlaşmaları uluslararası antlaşmalardaki önemli rolleri açısından azgelişmiş ülkelerdeki çiftçilerin hakları için bir tehdit olmanın yanında onların tarımdan karınlarını doyurabilme kapasitelerini de, yani gıda güvenliklerini de, tehlikeye sokmaktadır. Çünkü TRIPS, azgelişmiş ülke çiftçilerinin nesiller boyu yetiştirmekte oldukları ürün ve üretim süreçleri üzerinde biyoteknoloji şirketlerinin hak sahibi olmalarına olanak saŞlamaktadır. Bitkilerin genlerini deŞiştirerek veya yeni süreçler geliştirerek genetik mühendisliŞi şirketleri bitki yaşamını patent altına alma gücüne sahiptirler ki bu da doŞadaki tür çeşitliliŞi (biodiversity) üzerinde ve son kertede de gıda güvenliŞi üzerinde olumsuz etkiler yaratma gücüne sahiptir. 175

ÇaŞdaş Tarım Sorunu

TRIPS açıkça bir bitki üzerinde patent hakkı elde edilince patent sahibinin bu sözde ‘yeniliŞin’ nasıl ve kimler tarafından kullanılacaŞı konusunda kesin söz hakkına sahip olmasını saŞlar. Global pazarların liberalleşmesiyle birleşince bu bilgi ve yeniliklerin özelleştirilmesi ve dışlayıcı tekellerin oluşması anlamına gelir ki artık ÇU ’ler doŞanın biyolojik kaynaklarını kendi ticari çıkarları için çok rahat bir şekilde deŞiştirip ve dönüştürüp satabilirler. Bu, azgelişmiş ülkeler için çok vahim sonuçlara gebedir. Çünkü dünyanın biyolojik çeşitlilik kaynaklarının yüzde doksanı bu ülkelerdedir ve yerel halkların çoŞunluŞu yaşamlarını ve yiyecek gereksinmelerini bu kaynaklardan saŞlamaktadır. EŞer bitkisel yaşamı patent altına alma eŞilimi süregiderse azgelişmiş ülke çiftçilerinin yüzyıllardır ürettikleri ürünleri üretme hakları gasp edilecektir. Çiftçiler pahalı anlaşmalara sürüklenerek, tarım yapabilmek için ÇU ’lere patent parası ödeme durumuna düşeceklerdir. Öyle ki TRIPS ile ÇU ’lere tüm dünya üzerinde kimi ürünlerin patent hakkı verilmektedir. Yani belli bir ülke patent antlaşmasını imzalamamış olsa bile istese de istemese de bu patent hakkından etkilenecektir ve dolayısıyla patent hakkını ödemeyen bir ülke GM teknolojisini kullanmışsa ürettiŞi ürünü ihraç edemeyecektir. Dolayısıyla bir çiftçinin ticaret yapma hakkı uluslararası meta pazarları kendisine kapalı olduŞu için sınırlanmış olacaktır. Bu süreçlerin en belirgin sonucu tarımsal ürün maliyetlerinin yüksekliŞi olacaktır ki bu da tarımı birçok küçük, yoksul ve marjinal çiftçi için bir yaşam kaynaŞı olmaktan çıkaracaktır. Bir tahmine göre daha şimdiden azgelişmiş ülkeler genetik yapısı deŞiştirilmiş ürünler için yılda 5.4 milyar dolar patent hakkı ödemektedir. 1995 yılında patent ve lisans hakları azgelişmiş ülkelere toplam 60 milyar dolara mal olmuştu (Nuffîeld Council on Bioethics, 1999). TRIPS’in kuralları patent için müracaat eden şirketlerin patent çıkarmak istedikleri ürünün kaynaklarına sahip 176

Genetik MühendisliŞi ve Azgelişmiş Ülkelerde Yoksulluk ve Gıda Sorunu

olan ülkeye veya yerel topluluŞa danışmasını veya o ülke veya topluluŞa kaynaklarından dolayı pay vermelerim öngörmemektedir. TRIPS kuralları patent çıkarılan ürün ile ilgili olarak ürünün ana bilgilerini temin eden yerel halkların bilgilerine saygı niteliŞinde bile olsa bir atıfta bulunmamaktadır. Azgelişmiş ülkeler hem doŞal ve biyolojik kaynaklarının gelişmiş ülke şirketleri tarafından özelleştirilmesine hem de bilimsel bilgilerden yararlanmada dışlandıklarına şahit olmaktadırlar. DoŞal kaynaklar ile yerel bilgi ve becerilerin GM tarafından sınırsız bir şekilde sömürülmesi, çiftçilerin ve hükümetlerin siyasal aŞırlıklarını da etkilediŞi için insan haklarına aykırıdır. TRIPS biyolojik kaynaklar üzerinde azgelişmiş ülkelerin ulusal ve yerel egemenlik haklarını yerleştirmeyi amaçlayan Birleşmiş Milletler Konvansiyonu’na da aykırıdır. Azgelişmiş ülkelerin gıda güvenliklerini saŞlama çabalarında uluslararası yapı ve kurumların hemen hemen hiçbir yardım ve katkısının olmadıŞı apaçık ortadadır. Patent ve biyolojik kaynakların uluslararası ticaretinde bir adaletsizlik ve hakkaniyetsizlik hâkimdir. TRIPS de bu dengesizliŞin üzerine tuz biber ekerek adeta biyolojik kaynak kullanımında bir ‘biyo-korsanlık’ yaratmıştır. ‘Biyo-korsanlık’ deyimi biyolojik kaynakların gayri ahlaki (unethical), haksız yere ve karşılıŞı verilmeden azgelişmiş ülkelerden ticari amaçlarla deney yapmak için adeta gasp edilme sürecini ifade etmek için Nuffield Vakfı tarafından yaratılmıştır (Nuffield Foundaton on Bioethics, 1999). Action Aid (Eylem Yardım) adlı bir sivil toplum örgütünün araştırmacılarından Isabel McCrea, TRIPS’in azgelişmiş ülkelerin yanı başında bekleyen bir facia olduŞunu söylerken, hem çiftçilerin yeni cins ürünleri yerel ortamlara uyum saŞlatabilme hem tarımda türlerin çeşitliliŞi (agrodiversity) ve hem de gıda güvenliŞi açısından bir yorum yapmaktadır (Action Aid, 1999c). Bitkileri patent altına alma senaryosu bilim dünyasında da büyük şaşkınlık ve kızgınlıklara neden olmuştur. 177

ÇaŞdaş Tarım Sorunu

Dünya bilimcileri kendi yayın organı olan Institue of Science in Society’de 1999 yılında yaptıkları açıklamada, TRIPS’in patent haklarına izin vermesini, azgelişmiş ülkelerin entelektüel ve genetik kaynaklarının talan edilmesini onaylayan bir korsanlık eylemi olarak nitelendirmektedir. Hindistan’daki neem aŞacı ÇU lerin yaptıkları biyo-korsanlıŞın en bariz örneŞidir. Neem aŞacı tarihsel olarak Hindistan toplum ve kültüründe çok önemli bir yere sahip olup ilk çaŞlardaki yazılı kaynaklar neem aŞacından ‘her derde deva’ diye bahseder (Southbound, 1999). Yerli halk tarafından asırlar boyu yapılan deneyler ve sınama yanılmalar sonucu neem aŞacının hastalıkların tedavisinde, tarımda ve yakıt olarak nasıl kullanılacaŞı konusunda devasa bilgiler üretilmiştir. Yıllar yılı Hint köylüleri neem aŞacından tarım haşerelerine karşı, pahalı araç gereç kullanmadan, bir sıvı elde edip onu ‘pesticit’ olarak kullanmışlardır. Sıvıyı bitkiden elde etmenin geleneksel ve yerel yöntemi ile elde edilen girift karışımlar haşerelerin neem bitkisinden elde edilen toksik maddelere baŞışıklık kazanmasını engelleyebilmektedir. Neemden elde edilen pesticitlerin daha modern yöntemlerle elde edilen pesticitlerden daha güçlü ve etkili olduŞu kanıtlanmıştır. Neem bitkisinin haşereleri kaçırma özelliŞi ve bu bilgi ve beceriye ulaşabilmek için asırlar boyu birikimli olarak gösterilen çabalar ve bitkiden pestisit elde edildiŞinin bilgileri ilk kez 1928 yılında Hintli bilim adamları tarafından açıklanmıştı. 1960 ve 1970’li yıllarda Hint bilim adamları neemden kimyasal maddeler edinme sürecini stabilize etme tekniklerini geliştirdiler ve bu konuda çok emek sarfedildi. Tüm bunlara raŞmen, ulus aşırı kimya şirketi IWR Grace Co.’ya GATT ve WTO (Dünya Ticaret Örgütü) tarafından geliştirilen TRIPS nedeniyle neem aŞacından pestisid elde etme sürecini patent altına alma izni verilmiştir. Neemden pestisid elde etme tekniŞi bu şirketin bir icadı deŞildir, yapılan düpedüz hırsızlık ve soygundur. 178

Genetik MühendisliŞi ve Azgelişmiş Ülkelerde Yoksulluk ve Gıda Sorunu

WR Grace Co. kendi pestisit çıkarma tekniŞinin gerçek bir icat olduŞunu iddia ederek patent hakkını almaya hak kazanmıştır. Gerçi WR Grace Co.’nun kullandıŞı teknikler Hint tekniŞinden daha moderndir ama bu asırlardır Hint köylülerinin kullandıŞı süreçlerin biraz deŞiştirilmiş bir biçiminden başka bir şey deŞildir. Dolayısıyla Hint bilim adamlarının, çiftçilerinin ve siyasal eylemcilerinin ÇU ’lerin ‘asırlar boyu yerlilerin emek ve deneylerinin birikimsel bir sonucu olan neem sıvısını elde etme tekniŞine el koymaya hakkı yoktur’ biçiminde ifade edilen bu biyokorsanlıŞa karşı feveran etmesi gayet doŞaldır. Bu patentleme sorununda Hintliler yalnız deŞildirler. Eylem Yardım (Action Aid) adlı sivil toplum kuruluşuna göre 35 ülkeden iki yüzün üstünde örgüt Amerikalıların neem aŞacını patent altına alma girişimine ciddi bir şekilde karşı çıkmışlar ve bu aŞacı ve ondan elde edilen ürünleri Hintlilerin asırlardır kullandıklarını ısrarla vurgulamışlardır. Bu karşı çıkış bir anlamda yerli halklarla U arasındaki savaşımın sembolik bir yansımasıdır (Southbound, 1999). Öngörülen patent hakkına göre, Hint köylüleri kendi geleneksel sıvı elde etme tekniklerini kullanmayı bırakıp WR Grace Co. şirketine de patent parası vererek onun teknolojisini kullanmalıdır. Bu Hint köylülerini ve özellikle de yoksul köylüleri neem aŞacını kullanma becerilerinden mahrum ederek ürün verimliliklerini düşürecek ve de üretim maliyetlerini yükseltecektir. Daha şimdiden birçok Hint köylüsü, WR Grace Co. Tarafından, dedelerinden gelen bilgi ve becerilerini kullanamaz duruma düşürülmüş ve bu işleri bırakmışlardır. Neem tohumunun geleneksel köy topluluklarından bir Amerikan şirketine kaydırılması uzun dönemde halkın bu bitkiye ulaşımını tümüyle şirketin denetimine verecektir ki bu da nüfusu 900 milyondan fazla olan Hindistan’da milyonlarca insanın gıda güvenliŞini tehlikeye sokacaktır (Shiva, 1999). TRIPS vesilesiyle gündeme gelen ve sanki Kuzey sömürgeciliŞinin yeni bir dalgası gibi hissedilen ve azgeliş179

ÇaŞdaş Tarım Sorunu

miş ülkelerden biyolojik kaynakların gasp edilmesine yol açan patent hakkının ikinci bir örneŞi de Basmati tipi pirinçten verilebilir. Türkiye’de yasemin pirinç olarak bilinen basmati pirinci Hint çiftçileri tarafından asırlardır üretilmektedir. 1997’de bir Amerikan şirketi olan Ricetec Inc.’e, basmati pirinç ürün ve bitkisinde fikri mülkiyet hakkı yani patent hakkı verilerek bu şirketin basmati pirinç üretimine dünya boyutunda hâkim olma yolu açılmıştır. Ricetec Inc., Hint çiftçilerince öteden beri üretilen bazı pirinç çeşitlerini sözde koruması altına alarak ileride tüm çeşitler üzerinde söz sahibi olma korkusunu yaymıştır. irket bu eylemini ‘yeni’ ve ‘kendisinin geliştirdiŞi cinsler’ üzerinde sürdürdüŞünü iddia etmektedir. Aslında şirketin yaptıŞı, basmati pirinci ile yarı cüce pirinç cinsinden melez bir ırk yaratmak, pek de yeni bir şey deŞildir. Bu sözde koruma altına alman pirinç tipine hem basmati hem de yeni bir tip pirinç denmemesi gerekir. Ama Amerikan Patent ubesi (American Patent Office) bu gerçeŞi göz ardı etmiş ve adı geçen şirkete basmati pirinç patenti vererek onun Hint çiftçilerinden patent hakkı istemelerine yol açmıştır. Bir çiftçi kuruluşu çalışanı olan Damodar Pareek bu durumda ‘çiftçiler yiyecek üretimini bırakmak zorunda kalacaklar ve küçük köylüler tümüyle silinip giderken geriye sadece zengin köylüler ayakta kalacaklardır’ derken çok ciddi bir sürece parmak basmıştır (Action Aid, 1999b). DoŞal olarak, bitki yaşamının patent altına alınmasıyla gıda güvenliŞi Hindistan’ın dışındaki diŞer ülkelerde de ciddi tehlikelerle karşı karşıya kalmıştır. ÖrneŞin Bolivya’da quina, Andes yerlilerince asırlardır üretilen yerel bir üründür. 1994 yılında bir Amerikan şirketine yerli quina bitkisinden türetilen bir cins için patent bahşedilir. Dolayısıyla Bolivyalı çiftçiler bitki üzerindeki kontrollerini kaybederler. Artık kendi tohum üretme hakları kalmadıŞı gibi bu ürünü Amerikan pazarlarına ihraç etme haklarından da olurlar. Bu bitki yüksek protein ihtiva etmesi nedeniyle 180

Genetik MühendisliŞi ve Azgelişmiş Ülkelerde Yoksulluk ve Gıda Sorunu

Amerikan pazarına tanıtılmış fakat kontrolü Bolivyalı köylüler deŞil de patent sahibi Amerikan şirketi elde etmiştir. Bolivyalılar patent ödemeden bu ürünün ticaretini yapmaktan men edilmişlerdir. Kısacası ÇU ’ler, azgelişmiş ülkelerin bilgi ve biyolojik varlıklarını tekelleri altına alarak ve GM’yi de araç olarak kullanarak sermaye birikimlerini hızlandırmaktadırlar. Kuzey ülkeleri ve özellikle ABD, uluslararası yasalar çıkması için baskı yaparak patent ve TRIPS gibi araçlarla kitlelerin gıda güvenliŞini tehlikeye sokmaktadırlar. IV.7. Yok Yok Edici Teknoloji (terminator technology) TRIPS’in harekete geçirdiŞi ve entelektüel mülkiyet hakları ile de desteklenen tekelci süreçler nedeniyle çiftçiler patentli ürünleri üretebilmek için tohumlarını her yıl satın almak zorunda kalmaktadırlar. Bu yapılmadıŞı takdirde patent yasasına karşı gelinmiş olmaktadır ki bu da ürünlerin uluslararası pazarlarda satışını olanaksız hale getirmektedir. Patent altındaki tohumların izinsiz üretir mi ve kullanımına son vermek ve geniş pazarları tekellerine almak için GM şirketleri, gen kullanılmasını sınırlayıcı teknoloji adlı (GURT - Gene Use Restriction Technology) popüler olarak yok edici veya mahvedici teknoloji olarak bilinen bir teknoloji geliştirmişlerdir. Yok edici teknoloji bitki tohumlarının biyoloji mühendisliŞi yoluyla doŞurganlıklarını kör ederek bitkilerin yeniden üretilmesini engellemektedir. Bitkinin tohumuna kendi embriyolarını öldürecek toksik bir madde içeren bir gen katmak yoluyla, takma adı ‘intihar tohumu’ olan tohumlar üretilmektedir. Dolayısıyla bu tohumdan yetişen bitkinin kendi tohumu ekildiŞinde tohum yeşermemektedir (Christian Aid, 1999). Gerçi bu tohumlar henüz laboratuvarları dışına çıkmamıştır ama piyasaya sürüldüŞünde gıda güvenliŞi açısından mahvedici etkisi çok açıktır. Çün181

ÇaŞdaş Tarım Sorunu

kü dünyadaki tüm çiftçilerin kendi tohumlarını üretebilme kapasitesini tümüyle yok edici bir özelliktedir ki şu anda 1.4 milyar çiftçi kendi tohumunu kendisi üretmektedir. ÖrneŞin Hindistan tarımında hasattan bir sonraki yılın tohumunu saklamak can alıcı bir öneme sahiptir; 945 milyon nüfusun yüzde yetmişi geçimini tarımdan saŞlarken tarımla uŞraşanların da yüzde doksanı kendi tohumunu üretip saklamaktadır. Özellikle yoksul köylülerin bu olanaŞını yok etmek toplumun tümünü tehdit eder bir niteliktedir (Christian Aid, 1999). Köylünün iki seçeneŞi vardır bu durumda: Ya tohumları satın alacak veya ölmeye mahkûm olacak (Mack, 1998). Gıda güvenliŞinin dışında yok edici teknolojinin bir de biyolojik türlerin çeşitliliŞi ve bitkiler açısından bir etkisi var. Azgelişmiş ülkelerde köylüler gelecek yılın tohumunu üretip saklamanın dışında uygun tohumları seçmek, onların, içinde bulundukları doŞa koşullarına uyum saŞlamalarını gerçekleştirmek gibi işlevler de üstlenmişlerdir ki bu da doŞada biyolojik çeşitliliŞi (biodiversity) destekleyerek tek ürün üzerinde yoŞunlaşmanın sakıncalarını ortadan kaldırmaktadır (Shand, 1998). Yok edici teknoloji ise çiftçiler arası tohum deŞişimini ortadan kaldırarak yeni geliştirilen tohumların yaygınlaşmasına yol açmaktadır. Çok geni alanların tek bir genotip bitki tarafından örtülmesi belli zararlı haşerelerin gelişmesine uygun koşulları hazırlayarak ürünlerin bu haşerelere maruz kalması olasılıŞını arttırmaktadır. Daha az tür çeşitliliŞi daha az gıda güvenliŞi anlamına gelir ki bu da Gıda ve Tarım Örgütü FAO’nun genel müdürünün ‘biyo çeşitlilik insanlıŞın sürekliliŞi için temel koşuldur’ sözüyle taban tabana zıttır. Biyolojik çeşitliliŞin azalması yönünde olan genel eŞilim GM tarafından hızlandırılmıştır. ÖrneŞin Hindistan ve Brezilya, dünyanın mevcut biyolojik çeşitliliŞinin büyük boyutlarına sahiptirler ama Monsato, Astra Zeneca ve Del Monte gibi dev şirketlerin hedefleridirler. Bu ülke182

Genetik MühendisliŞi ve Azgelişmiş Ülkelerde Yoksulluk ve Gıda Sorunu

lerdeki bir sürü bitki nesillerinin tükenme tehlikesiyle karşı karşıyadır. Uluslararası Kırsal Gelişim Vakfı (RAFI Rural Advancement International Foundation) biyo çeşitlilikteki azalmada yok edici teknolojinin rolünün çok büyük olacaŞını vurgulamaktadır (RAFI 1999a; 1999b). Tohum çimlenmesinin genetik olarak engellenmesi gen çeşitliliŞini azaltarak gıda güvenliŞini çıkmaza sürükleyebilir diyen RAFI raporu, gıda bitkilerinde yüzde 75 ile yüzde 90 arasında bir nesil tükenmesi olabileceŞini öngörmektedir. Bu kayıp, iklim ve çevresel deŞişikliŞe de yol açacaŞı için tarımı bu deŞişen koşullara uydurabilmede de büyük sorunlar yaşanabilir. Dünyada 1.4 milyar kişinin kendi tohumlarını üretip bunları yerel koşullara adapte ettikleri göz önünde tutulduŞunda ve birçok insanın günlük diyetlerinde yabani bitki ürünleri olduŞu dikkate alındıŞında, sorunun ciddiyeti daha da açıkça ortaya çıkar. Özellikle küçük çaplı tarım, kros tozlaşma nedeniyle yo kedici teknolojinin tehdidi altındadır. Bitki polenleri gerek haşereler ve gerekse rüzgâr yoluyla başka bitkilere taşındıŞı için GM’nce üretilen ve içlerindeki toksin madde nedeniyle tohumları kısırlaşan bitkilerin polenleri çevredeki diŞer bitkilere taşındıŞında geleneksel ürün tiplerini de zehirleyerek onları da kısırlaştırabilir. Dolayısıyla kendi tohumlarını yetiştirip yerel çevreye adaptasyonunu saŞlayan çiftçilerin de bir yıl sonraki tohumları bozularak bir facianın önü açılabilir. Guelph Üniversitesi’nde Bitki Bilimleri profesörü olan Ann Clarke, bu korkuların gerçek temellere dayandıŞını belirterek, GM’nin ürettiŞi kısırlaştırıcı özellikler, polenler yoluyla pekâlâ diŞer bitkilere sirayet edebilir demektedir (Farmer’s Weekly, 1999). Bunun sonuçları azgelişmiş ülkeler için bir yıkım olur. Başlangıçta GM tohum çeşitlerini kesinlikle kendi istekleriyle kullanmayan çiftçilerin geleneksel ürünlerini ve doŞadaki yabani çeşitleri de mahvederek gıda güvenliŞine büyük darbe vurabilir. Çiftçiler bu kros tozlaşmayı tohumlarını ektikten sonra keşfedebilirler ki o zaman da iş işten geçmiş olur. 183

ÇaŞdaş Tarım Sorunu

Biyoteknoloji devlerinden Monsato (1998) şirketi çiftçilerin yok edici tohumları ekip ekmeme özgürlüŞü vardır derken meselenin ciddiyetini hiç dikkate almamaktadır. Canavar tohumları kullanmama özgürlüŞünü kullanan çiftçi, komşusu bu tohumları kullandıŞı için ürününü kaybetme tehlikesiyle karşı karşıyadır. Dolayısıyla bu yok edici tohumlar yüzünden giderek ÇU ’lerin geliştirdiŞi ve icazet verdiŞi etrafındaki çeşitli bitki yaşamını yok ederek bir çeşit sömürgeci yayılma ile biyolojik çeşitliliŞi yok etme eŞilimim hızlandırarak, uzun dönemde insanoŞlunun geleceŞini tehlikeye sokmaktadır. GM’nin bu olumsuz uzun dönemli etkileri büyük sermayenin renkli reklamları sayesinde gözlerden gizlenmektedir. Canavar tohumlar insanlıŞın kurtarıcısı olarak ilan edilerek ikna edilen kimi çiftçiler gelirlerini artırmak için bunları kullanabilmektedir. Birleşmiş Milletler Gıda Örgütü FAO’daki Afrika delegasyonu Monsanto şirketinin reklam kampanyasını şiddetle eleştirmiştir. Haziran 1998’de ‘DoŞanın Hasadının Devam Etmesine şzin Verelim’ başlıklı kamu açıklamasında Afrika delegasyonu, ‘GM ürünleri biyolojik çeşitliliŞi, yerel bilgi ve beceriyi ve çiftçilerimizin binlerce yıldır geliştirdikleri sürdürülebilir tarımı mahvederek gıda güvenliŞimizi tehlikeye atabilir’ diyerek kaygılarını dile getirmiştir (Christian Aid, 1999). Dünya SaŞlık Örgütü (WHO) da tohum şirketlerinin yanlış yönlendirici reklam kampanyalarım eleştirmiş ve uygulama kuralları geliştirmiştir ama şimdiye dek bu kurallar şirketlerce dikkate alınmamıştır. Bir kez reklam programlarına azgelişmiş ülke hükümetleri de katılınca zaten yoksul ve bilgiden yoksun olan köylüler kolayca ikna edilebilmektedirler. ÖrneŞin Zimbabwe hükümeti geçimlik için mısır üretimi yapan çiftçileri açık tozlaşma yapan melez mısır tiplerini ekmeye zorlayarak ikna etmiştir. Bu süreçte hükümet ucuz kredi ve kırsal yayım programlarından yararlanmıştır. Benzeri süreçler ili ve Filipinler’de de yaşanmış ve köylülerin geleneksel tohumları hükümet sertifikalı tohumlarla deŞiştirilmiştir. 184

Genetik MühendisliŞi ve Azgelişmiş Ülkelerde Yoksulluk ve Gıda Sorunu

2006 yılında çıkarılan Tarım Yasası ve aynı yıl çıkarılan Tohum Yasası uyarınca Türkiye’de de doŞrudan gelir desteŞi alabilmenin koşullarından biri olarak sertifikalı tohum kullanma zorunluluŞu getirilmiştir (Aydın 2009). Azgelişmiş ülke çiftçilerinin seçme özgürlükleri fazla seçeneŞin olmaması nedeniyle de sınırlanmaktadır. Küresel tohum pazarlarında hızlı bir tekelleşme cereyan etmektedir. Monsanto irketi’nin azgelişmiş ülke pazarlarındaki payı bunun bir örneŞidir. Arjantin’de Monsanto, mısır tohumu pazarının yarısını elinde bulundurmakta ve çok yakında da soya fasulyesi tohumunda Brezilya pazarının yansını kontrol edeceŞini ileri sürmektedir. Azgelişmiş ülke çiftçilerinin seçim yapmalarında eŞer yeni çeşitlere geçmezlerse kendi geleneksel ürünlerinin artık ekonomik olmayacaŞı ve kendilerinin de yeniliklerin gerisinde kalacaŞı korkusu çok önemli bir yer tutmaktadır. Fakat tohum pazarındaki tekelleşme yüzünden her iki halde de çiftçiler kaybetmeye mahkûm görünmektedirler. Mahvedici teknolojinin ticari olarak uygulanmaya geçmesiyle de birçok çiftçinin tekelci kontroller yüzünden borç girdabına gireceŞi beklenebilir. Yok edici teknoloji ile birlikte giden ve bitki davranışım kontrol eden bir GM dizaynı da çiftçileri ÇU ’lere tümüyle baŞımlı kılacak bir özelliktedir. u anda şngiltere’nin en önde gelen agro-kimya şirketi olan Astra Zeneca genetik olarak deŞiştirilmiş öyle bir tohumun patentine sahiptir ki bu tohum eŞer belli kimi kimyasal maddelerle birlikte kullanılmazsa çimlenip yeşermemektedir. RAFI de şu ifşaatı yapmaktadır: Astra Zeneca irketi genetik olarak öylesine programlanmış tohumlar geliştirmiştir ki bu tohumlar belli bir kimyasal sprey ile püskürtülmediŞi takdirde bitkinin bodur kalmasına, isteyerek ürün vermemesine veya belli hastalıklara direnç göstermemesine neden olmaktadır. Yani tohumlar adeta hırçın bir çocuk gibi istediŞini elde edemeyince kendinden bekleneni yani saŞlıklı 185

ÇaŞdaş Tarım Sorunu

büyüyüp ürün vermeyi refüze etmektedirler. RAFI bir de Astra Zeneca’nın akıllı ve hırçın tohumlarının tam ürün olgunlaşıp hasada yakın bir zamanda kendisine gene belli kimyasal maddeler verilmediŞi takdirde sararıp solup boynunu bükme özelliklerinde tohumlar ürettiŞini ifşa etmektedir (RAFI, 1999b). Dolayısıyla tam ürün zamanına yakın çiftçiler bu hırçın tohumlar tarafından yeni kimyasal girdiler almaya zorlanmaktadırlar. Gerçi Astra Zeneca bu hırçın tohumları pazara sürmeyeceŞini beyan ediyorsa da böyle tohumları geliştirdiŞini de inkâr etmemektedir. Yok edici teknolojinin yoksul çiftçi, biyo-çeşitlilik ve gıda güvenliŞi için arz ettiŞi ciddi tehlikeler, Uluslararası Tarım Araştırmaları Danışma Grubu’nu (CG1AR - Consultative Group on International Agricultural Research) bu teknolojiyi kendi ürettiŞi tohumlarda yasaklamaya sevk etmiştir. CGIAR’ın resmi bir açıklamasında örgütün kendi geliştirdiŞi tohumlarda tohum çimlenmesini engelleyici gen naklini kullanamayacaŞı vurgulanmıştır (RAFI, 1998). Fakat gene de Isabel McCrea gibi bilim adamları ve Pat Mooney gibi bir tarım örgütünün başkanı yok edici teknolojinin tarımı yakın bir gelecekte kontrol altına alacaŞından şiddetle korkmaktadırlar (Action Aid, 1999c; Farmers Weekly, 1999; RAFI 1998). u anda yok edici teknoloji sadece tütün ve pamukta kullanılmaktadır ama biyo-teknoloji şirketleri Asya, Afrika ve Güney Amerika pazarlarını hedef almaktadırlar ve dolayısıyla diŞer ürünler de araştırmaların odak noktasını teşkil etmektedir. Teknolojinin mevcut hızı onun yakında pirinç, buŞday ve soya fasulyesinde de kullanılmaya başlanacaŞının sinyallerini vermektedir., Durum böyle olursa azgelişmiş ülkelerde kendi tohumunu üreterek bir sonraki yıla saklayan 1.4 milyar yoksul çiftçinin geleceŞe güvenle bakması hayal olacaktır. Agro-kimya şirketleri yok edici teknolojiyi patent haklarına tam anlamıyla uyulmasının bir sigortası olarak geliş186

Genetik MühendisliŞi ve Azgelişmiş Ülkelerde Yoksulluk ve Gıda Sorunu

tirdiklerini ileri sürmektedirler. ÖrneŞin Monsato’ya göre bu tohumlar sayesinde artık üretici şirketler patenti kendileri ne ait olan tohumların kaçak olarak üretilip saklanması tehlikesini önleyecek ve artık polislik yapmak zorunda kalmayacaklardır. ABD Ziraat BakanlıŞı sözcülerinden Melvin Oliver yok edici teknoloji Amerikan teknolojisinin izinsiz kullanılmasını engelleyici bir mekanizmadır diyerek bu teknolojiyi savunmaktadır (Nuffield Council on Bioethics). Tüm bu iddialara raŞmen böylesine ölümcül bir teknolojinin geliştirilmesinin arkasında paranın yattıŞı gün gibi aşikârdır. Delta Pine irketinin müdürü Murray Robinson, yok edici teknolojinin kendi şirketine son kertede yılda bir milyar dolar kazandıracaŞını tahmin etmektedir (RAFI, 1999b). Bu da azgelişmiş ülkelerde milyonlarca küçük ve yoksul köylünün gıda güvenliŞini tehlikeye sokarak yapılmaktadır. IV.8. Sonuç Sonuç Mevcut haliyle genetik mühendisliŞi, azgelişmiş ülke yoksullarının gıda sorunlarıyla savaşında onlara yardımcı olmaktan çok uzaktır. GM, üretimi artırıcı yöntemler ile yoksulluŞu giderici yöntemler arasında bir bütünleyicilik saŞlayamamıştır. Bunun sonucunda da azgelişmiş ülkelerde yiyecek üretimi artsa da bu daha çok sayıda insanı doyurmak açısından başarılı olamayacaktır. GM’nin mülkiyet özellikleri ürettiŞi teknolojileri köylülere yüksek kâr amacıyla pahalıya verdiŞi için gıda güvenliŞini engelleyici niteliktedir. Dolayısıyla yoksullar aslında bu teknolojinin kurbanları olmaktadırlar. GM endüstrisinin, elindeki bilgileri patentlemeye gitmesi de azgelişmiş ülkelerde yoksulluŞu pekiştirici eŞilimler taşımaktadır. Patentleme çiftçileri bir zamanlar kendileri için bedava olan tarımsal teknoloji ve yöntemlere yük187

ÇaŞdaş Tarım Sorunu

sek fiyatlar ödemeye zorlamaktadır. Bunun ötesinde yok edici teknoloji hem birçok geleneksel bitki türlerini yok etme özelliŞine diŞer yandan da bu özelliŞi nedeniyle köylülerin geçim kaynaŞı ürünleri yok ederek onları açlıŞa mahkûm etme özelliŞine sahiptir. EŞer azgelişmiş ülkelerde gıda güvenliŞini saŞlama ve yoksulluŞu giderme iddiaları samimi ise GM teknolojisi sıkı bir denetim altına alınmak zorundadır ve GM şirketleri de para ve kâr hırsından vazgeçmek zorundadır. Ama GM araştırma ve geliştirmeleri özel şirketlerin tekelinde olduŞu müddetçe bu beklentinin gerçekleşmesi hayalden başka bir şey deŞildir. Bu araştırma ve geliştirme çalışmaları toplumsal ahlak ve sorumluluk sahibi kamu kuruluşlarının elinde olursa ve aynı zamanda hükümetler kırsal alanda yoksulluŞu giderici önlemler alırsa o zaman belki gıda güvenliŞi saŞlanmasında ümit var oluna bilinir. imdiki koşullarda ulus aşırı şirketlerin tekelinde olan GM ürün araştırma ve geliştirme çalışmaları sermaye birikiminden başka bir dinamik ile hareket ettirilmemektedir ve bu böylece devam ettiŞi müddetçe de biyolojik yaşamın çeşitliliŞini sürdürecek ve küresel düzeyde yoksulluŞu giderek politikaları beklemek safdillik olur.

188

Yapısal Uyum Politikaları ve Kırsal Alanda Beka Stratejilerinin Özelleştirilmesi...

V. Yapısal Uyum Politikaları ve Kırsal Alanda Beka Stratejilerinin Özelleştirilmesi: Söke’nin Tuzburgazı ve Sivrihisar’ın Kınık Köyleri Örnekleri

V.1. Giriş 1960’lı yıllardan itibaren sosyal bilimler literatüründe önemli bir yer işgal eden köylülük ve tarım sorunu 1980’li yıllardan itibaren giderek önemini yitirmiş ve Türkiye sosyal bilimleri de bundan nasibini almıştır. 1980 sonrasında yayınlar arasında tarım ve tarım sorununu ele alan kitap ve makalelerin sayısı ihmal edilebilir bir seviyeye inmiştir. Öte yandan hem Dünya literatüründe hem de Türk sosyal bilimlerinde 1960 ile 1980 arasında tarım ve köylülük sorunu önemli bir yer işgal etmiştir. Ortaya çıkan tartışmaların odak noktasını tarımda kapitalistleşme ile birlikte köylülüŞün varlıŞını sürdürüp sürdüremeyeceŞi, kırsal alanda sınıf yapılarının oluşup oluşamayacaŞı gibi sorunlar oluşturmaktaydı. Bu baŞlamda bir sürü kuramsal ve ampirik çalışma hem gelişmiş hem de azgelişmiş ülkelerde hem çaŞdaş oluşumları hem de tarihsel dönüşümleri ele alarak kitabın ilk iki bölümünde irdelediŞimiz zengin bir literatür birikimine yol açmıştı. Tarım ve köylü sorununa bu yoŞun ilginin temelinde siyasal kaygular yatmaktaydı. Özellikle Çin, Küba ve Vietnam’daki köylü devrimleri ile azgelişmiş 189

ÇaŞdaş Tarım Sorunu

ülkelerdeki açlıkla savaşan hoşnutsuz köylü kitlelerinin oluşturduŞu potansiyel güç yeni dönüşümlerin habercisi olabilir mi kaygısı birçok sosyal bilimciyi, politikacıyı, politik eylemciyi köylülüŞün geleceŞi üzerinde düşünmeye sevk etmişti (Kayatekin 1998: 207-8). Fakat 1980 sonrasında tarım sorunu giderek artan bir hızla akademik gündemlerden düşmüş bir kaç istisna dışında artık kimse alan araştırmalarına dayalı köylülük çalışması yapmaz olmuştur. Bence bunun temelinde neo-libarlizm düşüncesinin her alana etkin olması yatmaktadır. Özellikle Sovyetlerin yıkılması ile Marksist düşünce temelli kırsal alan analizleri de bu süreçten payını alarak bir gerileme içine girdiler. Özellikle kırsal alanda sınıf analizi yapmak bir abesle iştigal etmek gibi bir konuma düştü. Gerçi bir avuç sosyal bilimci, örneŞin Aydın (1990, 1993), Boratav (1991, 1995) ve Türk Tarih Vakfı (1999) tarım sorununu sınıf analizleri yaparak gündemden düşürmeme gayreti içinde oldular ama Türkiye genelinde tarım sorununa karşı bir vurdumduymazlık gelişti. Tarıma ilişkin analizler ampirik alan çalışmaları yerine makro ekonomik düzeyde seyretmiş ve çoŞunlukla da devletçe uygulanan tarımsal destekleme programlarının ülkeye ve devlet bütçesine ne oranda zararlar verdiŞi üzerine yoŞunlaşmıştır.1 Yeni liberalizmin ruhuna sadık kalınarak da devlet tarımdan nasıl elini çekip üreticileri sermaye karşısında kaderlerine bırakılmalıdır tipi öneriler gündemleri oluşturmuştur.2 Tarımda liberalizm tartışmalarında iki önemli konuda büyük bir sessizlik görülmektedir. Kırsal alanda tarımla geçimini saŞlayan ve halen Türkiye nüfusunun büyük bir –––––––––––––––––––– 1

2

Bunun en iyi örneŞi Orta DoŞu Teknik Üniversitesi’nden bir grup ekonomist tarafından TÜSşAD için 1999 yılında kaleme alınan Tarım Politikalarında Yeni Denge Arayışları adlı kitaptır. Ziraat Bankası, TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası ve TÜBşTAK’ın 1998’de düzenlediŞi Cumhuriyet’in 75. Yılında Türkiye Tarımı Sempozyumu buna güzel bir örnektir.

190

Yapısal Uyum Politikaları ve Kırsal Alanda Beka Stratejilerinin Özelleştirilmesi...

çoŞunluŞunu oluşturan köylüler bu yeni liberal politikalardan nasıl etkilenmektedir ve liberal politikalar hane içi ilişkileri ne yönde deŞiştirmektedir? DiŞer bir deyişle hane içindeki işbölümü kırsal nüfusun yarısını oluşturan kadınların statüsünü nasıl etkilemektedir. Makro ekonomik düzeyde kalan ve yapısal uyum politikalarının getiri ve götürülerini bu düzeyde ele alan yaklaşımlar toplumsal dinamiklerin deŞişmesi baŞlamında pek aydınlatıcı olmamaktadır. Politikacılar planlamacılar, Uluslararası Para Fonu ve Dünya Bankası gibi örgütler kırsal alandaki sosyal ve ekonomik koşullarla yapısal uyum programlarının buralardaki etkilerini kendilerine odak noktası olarak almamakta ve bu etkileri adeta yok saymaktadırlar. Politika yapıcıları ve uygulayıcıları yapısal uyum programlarının kırsal alandaki köylü ailelerinin yaşadıŞı ekonomik kriz ve bunlardan doŞan zorlukları ve bu zorluklar karşısında geliştirdikleri beka mekanizmalarını adeta görmezden gelmektedirler. Bu makale tarım sektörünü derinden yaralayan ve direkt olarak yapısal uyum politikalarının bir sonucu olan tarım krizinin Anadolu’nun iki köyünü (Aydın - Söke’nin Tuzburgazı ve Eskişehir - Sivrihisar Kınık köyleri)3 nasıl etkilediŞini yapılan alan araştırmalarına dayanarak irdelemeyi amaçlamaktadır. Makale devlet ve uluslararası örgütlerin köylülerin istemlerine yanıt verebilecek politikaları uygulayıp uygulamayacakları sorunsalını da ele almakta ve mevcut politikaların köylüler tarafından geliştirilen beka stratejilerini nasıl etkilediklerini irdelemektedir. Makale pazar, ürün ve girdi fiyatları gibi temaları ekonomiyi rayına oturtmada temel alan politika ve görüşlerin köylülerin yaşam mücadelelerini, üretimi düzenlemelerini ve politikalara karşı eşitsiz koşullarda direnmeye çalıştıkları gerçeŞini gözardı ettikleri argümanını geliştirmektedir. –––––––––––––––––––– 3

Köylerin seçiminde deŞerli önerileri ve aynı köylerde daha önce yaptıŞı araştırmalarla bizim çalışmamıza bir karşılaştırma temeli hazırlayan Nükhet Sirman’a teşekkür ederim.

191

ÇaŞdaş Tarım Sorunu

V.2. Tarımda Kriz 1980 sonrası ve özellikle de 1997 sonrasında Türkiye tarımında çok ciddi boyutlara varan bir kriz gözlenmektedir. 1950-1980 arası devletçe korunan ve desteklenen tarımdan yeni liberalizme geçilmesiyle birlikte devlet desteŞi giderek artan bir şekilde çekilmiş ve bu süreç 1997 sonrasında oldukça hızlandırılmıştır. Pazar mekanizmalarını adeta tanrılaştıran yeni liberalizm azgelişmiş ülke ekonomilerinin kaderlerini belirleyen ve ‘uluslararası sermaye’nin en güçlü savunucusu olan IMF ve Dünya Bankası gibi kurumlar aracılıŞıyla devletin üretimden ve üretime müdahalelerden elini eteŞini çekmesi üzeride ısrar etmiş ve ülke ekonomisini yönetemeyen hükümetlere verecekleri borç para karşılıŞında ekonomiyi uluslararası sermayenin rahatça at oynatabileceŞi bir arenaya çevirecek düzenlemeler yaptırmışlardır. şşte bu düzenlemenin tarımda kendini sübvansiyonların kaldırılması, çiftçiye direkt veya dolaylı olarak yapılan desteklemelerin ya tamamen ya da tedricen giderek artan bir hızla kaldırılması biçiminde ortaya çıkan politikalar Türkiye tarımında üreticileri ve de özellikle de aile emeŞine dayalı küçük işletmeleri büyük bir erime sürecine getirmiştir. Bir yandan tarım ürünlerine verilen ve çoŞu hallerde maliyetin altında olan taban fiatları, diŞer yandan serbest bırakılan ve astronomik düzeylerde artışlar gösteren tarımsal girdi fiatları milyonlarca üreticiyi inanılmaz zorluklarla karşı karşıya getirmiştir. Bir yandan üreticilerin fiatlarını kontrol edip düşük fiatlar verilirken diŞer yandan mazot, gübre ve diŞer kimyasal girdilerin fiatlarını serbest piyasa fiatlarına göre belirlenmesi örgütsüz ve güçsüz milyonlarca tarım üreticisini çok güçlü ve örgütlü olan uluslararası şirketlerle eşitsiz koşullarda karşı karşıya bırakmaktadır. Bu gün Türkiye’de halen tarımsal üretim varsa bu tarım üreticilerinin aşırı özverileri sonucunda vardır. Bu ancak Chayanov (1925) ve Bernstein’in 192

Yapısal Uyum Politikaları ve Kırsal Alanda Beka Stratejilerinin Özelleştirilmesi...

(1979) dediŞi gibi üreticilerin kendi kendilerini sömürmeleri sonucunda olagelmektedir. VerdiŞi emeŞi paraal olarak düşünmeyen ve ekonomik zorluklar karşısında toplam emek miktarını arttırarak tarım içi ve tarım dışı alanlarda ek olanaklar yaratan hane halklarının geliştirdikleri beka stratejileri sayesinde tarımsal üretim son yıllardaki seviyesini koruyabilmiştir. Ancak geliştirilebilecek beka stratejilerinin de bir sınırı vardır. 1980 sonrası Türkiye köylülüŞü ve tarımı giderek 1950 sonrası elde ettiŞi kazanımları yavaş yavaş kaybetmiş ve 21. Asra girişte artık bir kısım işletmeler beka stratejileri bile geliştiremeyecek derecede yoksullukla karşı karşıya gelmiş ve Türkiye tarımı büyük bir kriz ile yüzyüze kalmıştır. şlerdeki sayfalarda bu krizin köy bazında nasıl yaşandıŞı ve üreticilerin krizlere nasıl dayanmaya çalıştıkları iki köyde yapılan alan araştırmasına dayanarak mikro düzeyde irdelenmeye çalışılacaktır. Burda ise yaşanan krizin makro düzeyde görüntüleri kısaca özetlenecektir. Uygulanan politikalar sonucu çifçilerin bir kısmı yavaş yavaş ya tarımsal üretimden vazgeçmekte ya da verim arttırıcı etkisi olan kimyasal girdilerin kullanımını azaltmakta veya hiç kullanmamaktadır. Nitekim Develet şstatistik Enstitüsünün verilerine göre 1999 kimi tarım ürünlerinin üretimi bir yıl öncesine göre üretim miktarları önemli düşüşler kaydetmiştir. Düşüş buŞdayda %14, arpada %14 mısırda %1 mercimekte %29.6I nohutta %10.4 şeker pancarında %24.4 oranında olmuştur. 2000 yılına ilişkin rakamlara ulaşılamadıŞından bu yıl için bir şey söylemek mümkün olmamakla beraber 2000 yazında ülke genelinde geniş çapta köylü eylemleri ve çiftçi örgütlerinin istemleri dikkate alınırsa tarımın üretim anlamında büyük bir kriz yaşadıŞı aşikardır. Nitekim buŞdayda maliyet fiatının 150 bin lirayı geçtiŞini söyleyen çiftçi örgütlerinin istediŞi 175200 bin lira fiata karşın devletin 81 ila 102 bin lira arasında bir fiat açıklaması binlerce köylüyü hükümeti protesto 193

ÇaŞdaş Tarım Sorunu

etmek için 14 haziran 2000 de Manisa’da 29 haziran 2000 de de TekirdaŞ’da sokaklara dökmüştü. Çiftçiler bu fiatlardan sonra artık üretim yapabilecek takatlarının kalmadıŞını çok aşikar biçimde medyaya yansıtmışlardı (14 Haziran 2000 tarihli Cumhuriyet Gazetesi). Hükümet IMF ile olan görüşmelerinin uzun sürmesi ve hasat öncesi bir sonuca ulaşması nedeniyle hububat taban fiatlarını zamanından iki aya yakın geç bir süre içinde açıklamakla zaten borçlu olan ve acilen nakit paraya gereksinmesi olan üreticiyi tüccarın kucaŞına itmekle kalmamış üreticiden sadece 4 milyon 500 bin ton hububat alacaŞını ve gerisine karışmayacaŞını belirtmekle toplam 20 milyon tonun üzerinde olan ürünü tüccara bırakmış ve köylü çaresizlikten ürünü yok pahasına elden çıkarmak zorunda bırakılmıştı. Benzeri senaryolar pamuk, fındık ve şeker pancarında da tekrar edilmiş ve milyonlarca çiftçi ne yapacaŞını şaşırmış bir durumda kendi kaderlerine itilmişlerdir. Bir zamanlar gıda güvenliŞi açısından kendine yeterli bir kaç ülke arasında yer alan Türkiye son yıllarda bu yeterliliŞi kaybetmiş ve yiyecek ithal eden bir konuma düşmüştür. Bu yetmediŞi gibi Türkiye’nin temel ihracat kalemlerini oluşturan kimi tarımsal ürünlerin ihracatında önemli düşüşler olmuş ve bir yanda ülkenin ithalat giderleri artarken ihracat gelirleri azalarak zaten zor durumda olan ödemeler dengesini daha da güç bir konuma sokmuştur. IMF’nin güdümündeki ekonomi giderek çökme noktasına gelmiş ve nihayet bu çöküş kendisini ubat 2001 sonunda ortaya koymuştur. ubat krizinin öncülleri tarımda kendini üretimin düşmesi, dolaysıyla tarımı katma deŞer payının toplam katma deŞer içinde giderek gerilemesi biçiminde ortaya çıkmıştır. ÖrneŞin tarımsal katma deŞer 1994 yılında %0.7, 1996’da %2.3 ve 1999’da da %4.4 oranında gerilemiştir. Tarım ürünleri ihracatında ise en büyük hüsran canlı hayvan ihracatında gerçekleşmiş 2000 yılı Ekim ayı rakamlarına göre 194

Yapısal Uyum Politikaları ve Kırsal Alanda Beka Stratejilerinin Özelleştirilmesi...

Ocak 1999 ile Ekim 2000 arasındaki düşüş %96.5 oranında olmuştur. Aynı dönemde diŞer tarım ürünleri ihracatında kaydedilen düşüş oranları ise öle: yenilen sebzeler ve bazı kök ve yumrular %9.3, yenilen meyveler ve kabuklu sert meyveler; turuçgillerin ve kavun karpuz kabukları %24, tahıllar %14.2, yaŞlı tohum ve meyveler %37.5, hayvansal ve bitkisel katı ve sıvı yaŞlar %58.3, tütün ve tütün yerine geçen işlenmiş maddeler %27.6, pamuk pamuk ipliŞi %9.3 (www.dpt.gov.tr ubat 2001 de erişildi). Krizin bir diŞer boyutu da gıda ürünleri açısından kendine yeterli olan Türkiyenin son yıllarda dışa baŞımlı hale gelerek gıda güvenliŞini tehlikeye sokmuş olmasıdır. Gene Devlet Planlama Teşkilatı’nın web sitesindeki 2001 verilerine göre (DPT www.dpt.gov.tr ubat 2001 de bakıldı) Ocak 1999 ile Ekim 2000 arasında tarımsal ürünlerdeki ithalat artışı şöyle bir daŞılım göstermektedir: canlı hayvanlar %84.4, tahıllar %2.4, tütün ve tütün yerine geçen işlenmiş maddeler %31.7, pamuk, pamuk ipliŞi ve pamuklu mamuller %64.9 ve kimyasal gübre %32.4. Bu rakamlar üretim düşmesiyle birlikte ele alındıŞında sorunun ciddiyeti ortaya çıkmaktadır. Bir yandan uygulanan politikalarla çiftçi tarımdan uzaklaşmaya zorlanırken diŞer yandan da ihracat kısıtlanarak önemli döviz gelirlerinden olunmaktadır. Üstüne üstlük ithalat yoluyla da hem döviz kaybı oluşmakta hem de dışardan ucuza alınan ve geldiŞi ülkelerde subvansiyonlarla desteklenen ürünler Türkiye iç pazarında kendisinden devlet desteŞi çekilen üreticilere rakip olarak onların ürünlerini ucuza satmasına neden olmakta ve yoksullaşma sürecini hızlandırmaktadır. Liberalleşme ile birlikte bir yandan Türkiyenin toplam ithalatı toplam ihracatına göre çok daha hızlı artıp ödemler dengesi açıklarını büyütürken diŞer yandan tarımda uygulanan politikalar da çiftçiyi küstürerek tarımsal üretimin büyümesini dumura uŞratmış ve tarım ürünlerinin ihracat payının da düşmesine neden olmuştur. Yapısal uyum 195

ÇaŞdaş Tarım Sorunu

politikalarının tarıma ilişkin önerileri tarımda nasıl verimlilik artışı saŞlayabiliriz sorunsalı yerine tarımdan devleti nasıl uzaklaştırabiliriz sorunsalı üzerine yoŞunlaşmıştır. Bunun temeline de tarım devletin sırtında bir yüktür yanlış görüşü oturtulmuştur. Peki yapısal uyum politikalarının tarıma ilişkin olarak devletten istedikleri nelerdir? Bu istemler hangi görüşlere dayanmaktadır? IMF ve Dünya Bankası kaynakların optimal kullanımında ‘devlet’ ve ‘pazar’ı birbirlerine taban tabana zıt iki kutup gibi görür: devlet israflara yol açarken serbest pazar mekanizması en etken kaynak kullanıcı olarak algılanır. Dolaysıyla devlet ekonomiden elini eteŞini çekerek her şeyi en etkin düzenleyici olan serbest pazar mekanizmalarına bırakmalıdır. Hemen hatırlatmakta fayda var IMF ve Dünya Bankası gibi Uluslararası Finans Kurumları (UFK) pazarın tümüyle serbest olamayacaŞını hiç bir zaman sorgulamadan bunu bir veri olarak almaktadırlar ki bu çok yanlış. Konudan sapmamak için bunun üzerinde durmayacaŞım ama vurgulamakta da fayda var sanırım. Türkiye tarımı baŞlamında 1980 sonrasında UFK’nin Türkiye’den istedikleri devletin tarımsal girdilere ve özellikle gübre fiatlarına yaptıŞı destek giderek ortadan kaldırılmalı ve bu girdilerin fiatlarını üretici şirketler belirlemeli. Devlet aynı zamanda destekleme alımlarından tedricen vazgeçmeli ve alım yaptıŞı konumlarda da fiatlar dünya piyasa fiatlarını geçmemeli ve Türkiye bu fiatlar konusunda şMF den sürekli olarak icazet almalı. Ayrıca devlet tarım satış kooperatiflerine verilen desteŞi çekerek onların özelleşmesine veya özerkleşmesine yol açmalı, ve tarıma verilen kredilerin faizleri düşürülmemeli. Meşruiyet sorunu yaşayan 1980 sonrası hükümetler tarımın oy potansiyeli nedeniyle büyük toplumsal patlamalara yol açabilecek bu düzenlemeleri kısa zamanda ve bir anda yapabilme cesaretini gösterememişler ve zaman zaman IMF ile çatışmalar yaşamışladır. Kimi yıllarda ve özellikle seçim arefelerinde zaman 196

Yapısal Uyum Politikaları ve Kırsal Alanda Beka Stratejilerinin Özelleştirilmesi...

zaman tarım kesimine onları bir nebze de olsa memnun edecek fiatlar verilmişse de uzun dönemde tarıma devlet desteŞi giderek azaltılmış ve 2000’li yıllarda da destekleme alımlarının yerine çiftçiye doŞrudan yardım gibi politikalar gündeme gelmiştir. Ocak 2000’de IMF ile imzalanan stand-by antlaşması hükümetin bu yönde davranacaŞına dair bir taahhüt içermektedir. Fakat bu politikaların uygulanabilirliŞi kuşkuludur. Zaten inanılmaz darboŞazlarda olan devletin çiftçilere doŞrudan destek için gerekli kaynakları nerden ve nasıl bulacaŞı sorunu cevap bekleyen bir sorudur. Pilot uygulamaları yapılan bu politikanın etkilerinin ne olacaŞını zaman gösterecektir. DiŞer yandan 1980 sonrası yapısal uyum politikalarının üreticiler üzerine etkilerini makro düzeyde irdeleyebilecek veriler artık mevcuttur. Özgür Teoman (2001) Toplum ve Bilim’in elimizdeki sayısında iç ticaret hadleri üreticinin eline geçen fiatlar ve kırsal alan tüketici fiat indekslerini kullanarak küçük meta üreticilerinin son yirmi yıl içersinde giderek yoksullaştıŞını sayılarla ortaya koymuştur. Devlet şstatistik Enstitüsü’nün verilerine dayanarak bu dönemde Türkiye tarımının ikil bir kıskaç içersinde olduŞunu söylemek mümkün: bir yandan çiftçinin eline geçen fiatlar reel olarak düşerken diŞer yandan da tarım sektörü devlet ve büyük sermaye tarafından imal edilmektedir. ÖrneŞin sabit sermaye yatırımları açısından tarım beşinci sırada yer almaktadır. Nüfusun çok büyük bir kesiminin tarım ve tarıma ilişkin ekonomik kaynaklardan geçimlerini saŞladıŞı gerçeŞi dikkate alınırsa tarım sektörü ile diŞer sektörler arasında refah farkının artması oldukça ciddi bir sorundur. Devlet son yıllarda tarıma fazla bir şey vermeden tarımdan diŞer sektörlere kaynak aktarımını saŞlamaya çalışmıştır. EŞer bu kaynak transferi tarımda verimlilik artışlarıyla saŞlanabilseydi sorun ciddiyeti çok büyük olmazdı. Fakat tarımsal girdi fiatlarının artışına paralel olarak tarımsal ürün verimliliklerinin artmaması tarımdan di197

ÇaŞdaş Tarım Sorunu

Şer sektörlere kaynak aktarımının cüretici refahı açısından ciddiyetini göstermektedir. Subvansiyonların azaltılması veya giderek ortadan kaldırılması eŞer başka bir alternatif bulamazlarsa küçük üreticiler üzerinde mahvedici bir etkiye neden olabilmektedir. Özellikle geçimlik ürün üreten çiftçiler için artan girdi fiatları büyük olumsuzluklar oluşturmaktadır. Ama gene de istaiklere bakıldıŞında küçük işletme sayısında çok büyük bir deŞişiklik gözlenmemektedir. Teoman (2001) bu sayıdaki yazısında küçük meta üreticilerinin Türkiye tarımında en yaygın üretim formu olduŞunu gözlemlemektedir. DiŞer yandan da hem ben hem de Teoman köylülüŞün yoksullaştıŞını ileri sürmekteyiz. Burda mantıksal beklenti küçük üreticilerin giderek kaybolması biçiminde olmalıydı ve tarımda giderek toprak temeküzünün ortaya çıkması söz konusu olmalıydı. Fakat bu Türkiye tarımını şimdilik karakterize etmiyor. Bir yandan büyük bir krizden söz ediyoruz bir yandan da tarımsal işletmelerin kaybolmadan küçük boyutlarını sürdürdüklerini gözlemliyoruz. Bu paradoksal gibi görünen durum yanıltıcı yorumlara yol açmamalı. EŞer Türkiye’deki nüfus büyüme hızı, kırdan kente göç olgusu, ve istihdam yaratma sorunları, tarımın sektör olarak ihmal edilmesi ve küçük üreticilerin varlıklarını sürdürmek için geliştirdikleri beka stratejileri birlikte ele alınırsa ortada hiç de öyle paradoksal bir olgunun olmadıŞı görülür. 1980’de toplam 44.7 milyon nüfusun %56’sı kırsal alanlarda yaşarken 1997’de bu oran %35’e düşmüştür. Türkiye’de ortalama nüfus artış hızının 1997’de %2.1 olduŞu dikkate alınırsa (ki bu 1980’lerde %2.4 tür) kırsal alan nüfusunun kent nüfusuna oranla daha fazla olması gerektiŞini gösterir. Toplam nüfusta kırsal nüfus oranının büyük bir düşüş göstermesi yoŞun bir göç olayının olduŞunu ortaya koyar. Dolaysıyla kırsal alanın tarım ile geçini sürdüremeyen yoksullarının kentlere geldiŞi iddia edilebilir. Di198

Yapısal Uyum Politikaları ve Kırsal Alanda Beka Stratejilerinin Özelleştirilmesi...

Şer taraftan kentlerde kırsal alandaki marjinal üreticiyi de istihdam edebilecek iş olanaklarının yokluŞu, ve hele hele liberalizm çaŞında birçok küçük işyerinin kapanması bir sürü insanı her ne olursa olsun gene de toprakta kalmaya zorlamaktadır. Ayrıca tarım ürünlerinin para etmemesi topraŞın kırsal alanda bir yatırım aracı olmasını da özendirmemekte, dolaysıyla miras yoluyla giderek küçülen ve kimi köylerde ya atıl bırakılan veya diŞer marjinal köylülere yarıcılık veya kiracılık biçiminde bırakılan topraklar küçük üreticiliŞin süregitmesini saŞlamaktadır. Eskiden kırsal alanda biraz sermaye birikimi yapanlar topraŞa yatırım yapmayı karlı bir iş olarak addederlerdi. Yeni liberalizm çaŞında ise altın, döviz ve repoya para yatırmanın daha getirili olması sadece kentlileri deŞil paralı köylüleri de parasal spekülatif etkinliklere yöneltmiş ve toprak karlı bir yatırım aracı olmaktan çıkmıştır. Bu da kırsal alanda yoksullaşmanın varlıŞına raŞmen neden toprak temerküzünün olmadıŞını ortaya koymaktadır. Sivrihisar ve Söke’nin birer köyünde yaptıŞımız alan araştırmaları da bu söylediklerimizi destekler niteliktedir. V.3. Tuzburgazı ve Kınık Köylerinde Köylerinde Beka Stratejile Stratejileri4 1980 sonrası yapısal uyum politikalarının sosyolojik ve ekonomik anlamda üreticiler için ne anlama geldiŞini irdelemek için 1994’den beri Aydın ili Söke ilçesinin Tuzburgazı ve Eskişehir ili Sivrihisar ilçesinin Kınık köyleri benim yönettiŞim bir araştırma grubu tarafından incelenmeye tabi tutulmuştur. Biri Ege’de diŞeri orta Anadolu’da olan bu köylerin seçilmelerinin temelinde iki önemli neden ya–––––––––––––––––––– 4

Söke’nin Tuzburgazı Köyü’ndeki alan araştırmasındaki katkılarından dolayı Galip Yalman ve Neşe Özgen’e, Sivrihisar’ın Kınık köyündeki alan araştırmasındaki katkısından dolayı Galip Yalman’a ve birçok kez kırsal alana gitmemize maddi olanak saŞlayan Leeds Üniversitesi araştırma fonuna teşekkür ederim.

199

ÇaŞdaş Tarım Sorunu

tıyor. Birincisi dünya pazarları için pamuk üretimi yapan ve her türlü teknoloji ve sulama olanaklarının olduŞu bir köy ile daha çok geçimlik ve iç pazar için kuru tarımla buŞday üreten bir köyü karşılaştırmanın farklı üretici gruplarının yapısal uyum politikalarından farklı bir şekilde etkilenip etkilenmediklerini anlamaya olanak saŞlayacaŞı düşüncesi. şkinci neden de bu iki köyde daha önce çeşitli sosyal bilimcinin detaylı araştırma yapmış olmalarının bize karşılaştırma ve zaman içinde deŞişmeleri bir nebze de olsa saptayabilme kaygusu idi5. Tuzburgazı Söke ovasının pamuk üreten tipik bir köyü. 1930’lara kadar bataklıklarla kaplı olan köy topraklarında pamuk üretimi kısmen tarıma makinelerin girmesi kısmen de bataklıkların kurutulması ile mümkün olmuştur. 1930’lara kadar köy toprakları sıtma salgınlarına maruz kalan ve göçebelerce belli mevsimlerde kullanılan bir alan. PamuŞun geniş çapta küçük üreticilerce üretilmeye başlaması 1960’larda devletin bir miktar sulama ve drenaj kanalları açması ve Menderes nehrinin taşmasını engellemesiyle yaygınlaşmaya başlamış bu süreç 1980’lerde açılan ve Denizli civarındaki baraj sularının Söke ovasında pamuk üretiminde kullanılabilmesini saŞlayan yeni beton sulama kanallarının kullanılmasıyla daha da bir ivme kazanmıştı. Gerçi 1940’larda Tuzburgazı’nda bir miktar pamuk üretimi var ama asıl hızlanma 60 ve 70’li yıllarda gerçekleşmiş ve köylüler buŞday, arpa ve nohut üretimini bırakıp pamuŞa geçmişlerdir. 1950 sonrası devletçe ticari tarıma verilen önem nedeniyle pamuk üretimi Söke bölgesinde büyük destekler görmüş, ucuz girdiler, krediler ve sübvansiyonlar pamuk üretiminde verimliliŞi 1950 ile 1979 –––––––––––––––––––– 5

Tuzburgazı Köyü 1980’li yıllarda çok derin ve detaylı bir alan araştırmasının konusu olmuş ve Sosyal Antropolog Nükhet Sirman çok deŞerli sonuçlar içeren bir doktora tezini Londra Üniversitesi için hazırlamıştır (Sirman 1988). Kınık köyü ise ICARDA için bir grup ODTÜ öŞretim üyesinin yaptıŞı bir alan araştırmasına konu olmuştur. Bkz KasnakoŞlu ve diŞerleri 1988.

200

Yapısal Uyum Politikaları ve Kırsal Alanda Beka Stratejilerinin Özelleştirilmesi...

arasında %60 oranında arttırmıştı. Devlet desteŞindeki pamuk üreticilerinin refah seviyesi 80’li yıllara dek giderek artmış ve bu da Tuzburgazı Köyü’ndeki tarıma uygun toprakların yarısından çoŞunun (3800 hektar) pamuk üretimine ayrılmasına yol açmış ve tarıma uygun olmayan 5700 hektar da mera olarak kullanılmaktadır. Köy nüfusunun ezici bir çoŞunluŞu pamukla ilgili bir ekonomik eylem içinde olup ya üretici, ya işçi ya pamuk işleyicisi veya tüccarı olarak çalışmaktadır. Ana ekonomik uŞraşı olarak görüşme yapılan hanelerin %65 pamuk üretimi, %15’i balıkçılık ve %7’de ücretli tarım işçisi olduklarını belirtmiş geriye kalanlar da bakkal, kasap, şoför, tüccar, çırçırcı, öŞretmen gibi meslekler grubunu oluşturmuşlardır. Populist politikalar pamuk tarımına önemli kaynaklar aktararak üretimin giderek artan bir hızla mekanize olmasını saŞlamış toprak ekimi dışında çapa yapma eylemi bile bir ölçüde mekanize olmuştur. Mekanize olmayan tek önemli süreç de pamuk toplamasıdır. Modern pamuk üretimi çok yoŞun bir oranda sermaye yatırımı gerektiren bir alandır. Traktör ve traktöre eklenen araç ve gereçler (örneŞin pulluk, mizber, tohum ekicileri vb) ve bunların bakımı ve yenilenmesi büyük bir sermaye gücünü gerektirir. 1950-80 arası politikalar Söke köylülerinin bir birikim yaparak bu araç ve gereçleri edinmelerini saŞlamıştı. Teknolojinin giderek yaygınlaşması ve tarım araçları kiralanması mekanizmalarının gelişmesi nedeniyle pamuk üretiminin mekanize olması açısından büyük işletme ile küçük işletme arasında pek bir fark kalmamış ve verimlilik artışları 80’li yıllarda toprak fiatlarının alabildiŞine yükselmesine neden olmuş ve üreticiler büyüklü küçüklü topraklarına her ne pahasına olursa olsun dört elle sarılmışlardı. Tuzburgazı’nda pamuk üretimi büyük ölçüde aile emeŞine dayalı olarak seyretmekte fakat çapa yapma ve toplamada büyük küçük farkı olmaksızın işletmeler ücretli emek kullanmaktadırlar. 201

ÇaŞdaş Tarım Sorunu

Yeni geliştirilmiş tohum tiplerinin devletçe bölgeye getirilmesi ile de üreticilerin devlete baŞımlılıŞı giderek artmış ve yapısal uyum politikalarının devlet harcamalarını kısma yönündeki uygulamaları Tuzburgazı köylülerinde büyük bir kızgınlık ile karşılanmıştı. Özellikle destekleme alımlarında 5 Nisan kararlarını takip eden düşük fiat artışları, gübre ve kimyasal madde fiatlarından devlet desteŞinin giderek çekilmesi, sulama masraflarının artması ve mazot fiatlarının çok sık ve yüksek oranlarda arttırılması pamuk üretiminin karlılık oranlarını giderek düşürmüş son yıllarda da kar etmek bir yana üreticiler masraflarını çıkaramaz duruma gelmişlerdir. Bir yandan ürünlerine maliyete yakın veya altında fiat verilen diŞer yandan da tarımsal girdi fıatlarının giderek artması nedeniyle ikili bir kıskaç arasında kalan Tuzburgazı köylüleri yeniden üretimlerini nasıl saŞlamaktadırlar? Ne tür tedbirlere başvurmaktadırlar? Bu tedbirler bir üretim birimi olarak hanelerin varlıklarını sürdürebilmelerine yeterli olmakta mıdır? DiŞer bir deyişle Tuzburgazı köylüleri hangi beka mekanizmalarını kullanmaktadırlar? Bu beka mekanizmaları hane içi sosyal ve ekonomik ilişkileri nasıl etkilemektedir? Bu soruların cevaplarını aramadan önce bir de kuru tarım koşullarında üretim yapan Kınık Köyü’nün bir profilini çizmek istiyorum. Çünkü yaptıŞımız alan araştırması aradıŞımız soruların cevaplarında buŞday ve şeker pancarı üreten Kınık köylüleri ile pamuk üreten Tuzburgazı köylülerinin takip ettikleri beka mekanizmalarında çarpıcı benzerlikler ortaya koymaktadır. Dolaysıyla Kınık Köyü’nün kısa bir betimlemesinden sonra köylülerin geliştirdikleri stratejileri birlikte ele almak yararlı olacaktır. Kınık Ankara-Eskişehir yolunun dokuz kilometre güney batısında ve bir idari ve ticaret merkezi olan Sivrihisar’ın da 13 kilometre güney batısındadır. 1994’de 60 haneden 2000 yılında da 48 haneden oluşan bu köyün toplam 3200 hektarlık arazisinin yarısından fazlası köyün or202

Yapısal Uyum Politikaları ve Kırsal Alanda Beka Stratejilerinin Özelleştirilmesi...

tak malıdır ve mera olarak kullanılmaktadır. Tarım arazilerinin %88’inde kuru tarım yapılarak buŞday ve az bir oranda arpa üretilmekte diŞer yandan tarım arazilerinin yaklaşık %12’sinde de pompalı artezyen kuyuları aracılıŞıyla sulu tarım yapılarak şeker pancarı yetiştirilmektedir. Geçmişte kimyon ve nohut dönüşümlü olarak ekilmekle birlikte yüksek miktarda kimyasal madde kullanma zorunluluŞu nedeniyle bu iki ürünün üretimi 1990’larda terk edilmiştir. Köyde temel olarak üç çeşit üretim birimi gözlenmektedir: kendi topraŞına sahip sadece tarımsal üretim yapan haneler, kendi topraŞına sahip ve tarımsal üretim ile hayvan yetiştiriciliŞini birlikte yürüten haneler ve üçüncü olarak ta çok yetersiz miktarda toprak sahibi olup da üreticiliŞi ücretli işçilik ve yarıcılıkla birleştiren haneler. Ege köyleri ile kıyaslandıŞında Kınık pek zengin olmamakla birlikte gene de refah seviyesi oldukça iyi olan bir köy. 1950 sonrasında Kınık köylüleri de devletin tarıma verdiŞi önemden dolayı tarımsal desteklerden oldukça yararlanmışlar ve buŞday üretimini büyük ölçüde mekanize etmişler. 1970’lerin sonlarından itibaren de artezyen kuyularla toprakların %12’sini sulayarak şeker pancarı üretmeye başlamışlar. Türkiye’nin şeker ihtiyacı açıklarını kapatmak derdinde olan hükümetler pancara 1993 yılına dek oldukça iyi paralar vermiş ve pancar üretebilen köylüler devletin koyduŞu üretim planları ve alım garantisi nedeniyle hem dönüm başı üretim öncesi avans alabilmekte hem de pazar garantisinden yaralanarak emeŞinin karşılıŞını alabilmişlerdir. şMF güdümünde hükümetler şeker pancarına 1993 den itibaren maliyetin altında fiatlar vermeye başlayınca ve gerek serbest ithalat ve gerekse ülkeye kaçak şeker girişi nedeniyle eker irketi elindeki stoklarını piyasada satmaz olmuş ve şirket de üreticilere paralarını ödeyemez duruma düşmüştür. Kınık pancar üreticileri 2000 yılına gelindiŞinde üç temel nedenle şeker pancarı üretimini kısıtlamak zorunda kalmış ve tarlaların bir kısmı geleneksel ürünlere 203

ÇaŞdaş Tarım Sorunu

dönmüş bir kısmı da atıl bırakılmıştır. 1970-1980 arası bölgede aşır sayıda artezyen kuyusu açılması yer altı su kaynaklarının hızlı bir şekilde azalmasına neden olmuş ve pancar üretimini sınırlamıştır. şkincisi artan maliyetler ve düşük fiatlar nedeniyle üretici pancar ekimini kısıtlamıştır. Üçüncüsü de eker irketi’nin zamanında ödeme yapamaması çifçiler üzerinde olumsuz etki yapmıştır.6 Yeni nesil çifçiler tarım, modern üretim teknikleri ve pazar mekanizmaları konusunda oldukça bilgili yani tam anlamıyla meta üreticileri. TopraŞa aşırı kimyasal madde (sunni gübre, herbisidi pesticid vb) katmanın bir sonraki yıl verimi olumsuz etkilediŞi konusunda bilgi seviyesi oldukça yüksek. Geliştirilmiş tohumlar devler üretme çiftliŞinden satın alınmakta ve geleneksel tohumlar artık terk edilmiş bulunmaktadır. BuŞdayda verimlilik bire 6-7 arpada ise bire 10 civarında. Tarım oldukça mekanize olmuş durumda. Gerek buŞday gerekse şeker pancarı üretiminde toprak traktörle hazırlanmakta, aracı olmayan üretici de kiralama yoluyla teknolojiyi kullanabilmektedir. eker pancarında yabani otları temizlenmesi halen insan eliyle yapılmakta ve yabani otlarla mücadele araç ve gereçleri pahalılıŞı nedeniyle alınamamaktadır. Son yıllarda gerek mekanize araç fiatlarının dolar bazında yükselmesi gerekse üreticinin eline geçen fiatlarda reel düşüşlerin olması birçok tarımsal makinenin yenilenememesine yol açmış ve artık tamir edilemez araçlar da paslanmaya terk edilmiştir. 1994 ile 2000 arasında Kınıktan toplam 12 hane daha göç ederek tarımdan ayrılmış ve zaten sürekli dış göç veren köyün nüfusunun Türkiye ortalama artış hızının altında kalmasına neden olmuştur. Göçün temel nedeni artık –––––––––––––––––––– 6

Bu sadece Kınık ta olan bir şey deŞildir, Usumi (2000) nin verdiŞi rakamlara göre bir zamanlar 2 milyon 200 bin ton civarında olan pancar üretimi 2001 yılında 1 milyon 200 bin ton civarında olacak ve pancar ekim alanları da %40 oranında düşecektir. Bunda Türk- eker şirketinin elindeki 800 milyon ton stokun yanı sıra Türkiyede üretime geçen tatlandırıcı fabrikasının da şekere olan ihtiyacı düşürmesi de bir diŞer etkendir.

204

Yapısal Uyum Politikaları ve Kırsal Alanda Beka Stratejilerinin Özelleştirilmesi...

kimi hanelerin azalan gelirler nedeniyle tarım ve hayvancılıŞa yaşam kaynaŞı olarak bakamamalarından kaynaklanmaktadır. 1994’de gözlemlediŞimiz ve köylülerin artan yem fiatları, azalan su ve mera kaynakları ve hayvan fiatlarının çok düşük olması nedeniyle giderek kötüleştiŞini belirttikleri hayvan yetiştiriciliŞi maalesef 2000 yılında yok olmaya yüz tutacak kader gerilemiş ve hayvan sayısı 1994 dekinin dörtte biri seviyesine inmişti. V.3.1. Beka Mekanizmaları Bu kısa köy profilinden sonra Tuzburgazı ve Kınık köylülerinin artan güç koşullar karşısında geliştirdikleri beka mekanizmalarına bakmanın zamanı gelmiştir. Beka mekanizmaları kırsal alanda hanelerin bir üretim ve yeniden üretim birimi olarak varlıklarını sürdürebilmek için geliştirdikleri stratejileri içerir. Nedir bu stratejiler, sürdürülebilir olma şansları var mıdır? DoŞal olarak kırsal kesimin gelişen olumsuz ekonomik koşullara karşısında geliştirdikleri yaşamlarını sürdürebilme mücadeleleri çok kompleks ve farklı yerel kırsal dinamiklere baŞlıdır. Çifçiler yaşayabilecekleri bir gelir seviyesini tutturabilmek için iktisadi ve toplumsal faaliyetlerini rasyonel bir şekilde örgütleyerek ellerindeki kaynakları ve emek gücünü optimal bir seviyede kullanmak için çaba sarf ederler (Chambers 1995). Kaynak kullanımında en etkili olan faktörlerin başında mevut fiziki şartlar gelir, yani sahip olunan toprak miktarı, topraŞın kalitesi ve üretim biçimleri gibi koşular eldeki kaynakların kullanış biçimini etkiler. DiŞer yandan hanenin iç kompozisyonu da üyelerin yapabilecekleri işlerin biçimlerini belirler. Yani üyelerin sayısı, yaşı cinsiyeti vb. Kimin hanedeki işbölümünde ne ve nasıl bir görev alacaŞında belirleyici bir rol oynar. DiŞer yandan devlet politikaları, pazar ilişkilerinin yapısı, çifçilerin sahip oldukları bilgi ve beceriler, üretim ve bölüşüm ilişkileri de hanenin 205

ÇaŞdaş Tarım Sorunu

beka mekanizmaları geliştirebilme potansiyeli üzerinde etkili olur. ÖrneŞin düşük ürün fiatları, yüksek maliyetler, yüksek tüketim malı fiatları, düşük ücretler, devletin azalan sosyal hizmetleri aileleri şu veya bu şekilde yaşayabilmenin maliyetini absorbe etmeye zorlamaktadır. EŞer devletin üstlenmediŞi ve üzerinden attıŞı kimi yükler hane halkı tarafında absorbe edilmeseydi makro düzeydeki yapısal uyum politikaları daha kısa sürede başarısızlıkla sonuçlanırdı. Yapısal uyum politikaları adeta tarım üreticisi hanelerden politikaların yükünü çekmesini beklemektedir. Kırsal üretici hanelerince üretilen ve pazara yansımayan mal ve hizmetler aslında pazar mekanizmalarının başarısızlıklarını kapatarak ekonomiye büyük katkılarda bulunmaktadırlar. Fakat hanelerin kaynaklarının da bir sınırı olduŞundan makro politikaların mikro düzeyde yükünü çekebilmenin de sınırları vardır ve haneler olumsuz etkileri absorbe etmenin sınırlarına zorlandıklarında sonuç üreticilerin mahvolması biçiminde ortaya çıkabilmektedir. Kınık ve Tuzburgazı köylerinde toplanan veriler yapısal uyum politikalarının olumsuz etkilerini absorbe etmek onlarla birlikte yaşayabilmek için köylü hanelerinin geliştirdikleri beka stratejilerini üç grupta toplamak olanaŞını vermektedir: yeni gelir kaynakları yaratmaya yönelik stratejiler, birikmiş kaynakları harcama ve borçlanmaya dayalı stratejiler ve tüketimi sınırlama maliyeti düşürme biçimindeki stratejiler. V.3.1.1. V.3.1.1. Gelir Yaratma Stratejileri Artan ekonomik sorunlar karşısında özellikle son bir kaç yıla kadar üreticilerin başvurdukları bir beka stratejisi üretim miktarını arttırarak birim başına olan azalan giderleri ürün toplam artışıyla gidererek haneye giren toplam gelirin ya aynı seviyede kalmasına, ya düşüşün mümkün olduŞu kadar minimum seviyede kalmasına ya da biraz art206

Yapısal Uyum Politikaları ve Kırsal Alanda Beka Stratejilerinin Özelleştirilmesi...

masına çaba gösterilmesidir. Toplam ürünü arttırma çabası da aile işletmesinin kullandıŞı toprak alanını yeni topraklar açmak, marjinal verimlilikteki toprakları da ekmek, mera alanlarına tecavüz etmek veya çeşitli kiralama veya ortakçılık anlaşmalarıyla genişletmek biçiminde cereyan etmektedir. 1976 ile 1985 yılları arasında tarım gelirlerinin düşmesine raŞmen üretimin artmış olması bir paradoks deŞil tarım üreticisi hanelerin beka stratejilerinin, diŞer bir deyişle de hanelerin daha çok emek sarf edip birim emek başına giderek azalan bir getiri elde etmek için ‘kendi kendilerini sömürmelerinin bir sonucudur. 1976-1985 döneminde tarım gelirlerinin düşmesi Tuzburgazı pamuk üreticileri ürerindeki etkileri çeşitli katmanlar için farklılıklar göstermiştir. Ölçek ekonomisinden yararlanma olasılıŞı olmayan, pamuk üretimi için gerekli araç ve gereçten yoksun olan küçük ve marjinal çiftçiler genelde ya topraklarını başkalarına kiraya vererek ya da göreceli olarak daha varlıklı olan çiftçilerle ortaklık ilişkilerine girerek yaşamlarını sürdürme yolunu seçmişlerdir. Böylece orta ve büyük işletmeler ürün fiatlarına verilen düşük fiatlardan olan kayıplarını kullanabilecekleri toprak miktarını arttırarak telafi etme yolunu seçmişlerdir. Halbuki küçük ve marjinal çiftçiler kontrolleri altındaki topraklarını kira veya yarıcılık süresince kaybederek gelir kayıpları ile yüzyüze kalmışlardır. Burda vurgulanması gereken şeylerden birincisi pamuk üreticilerinin 1976-1985 döneminde reel olarak azalan gelirlerinin hem çok ciddi boyutlarda olmadıŞı ve hem de sürekli olmadıŞı, ikincisi de ortaya çıkan düşüşlerin 1950-1976 döneminde elde edilen kazanımları henüz negatife çıkaracak oranda olmadıŞı gerçekleridir. Özellikle seçim arefelerinde uygulanan popülist politikalar zaman zaman üreticilere rahat nefes alma olanaklarını saŞlamış ve tarımsal üretim ciddi bir aşınmaya uŞramamıştır. Sanayi ve hizmetler sektörlerinin küçük ve marjinal çiftçileri şehirlere çekebilecek düzeyde iş olanak207

ÇaŞdaş Tarım Sorunu

ları yaratamayacak düzeyde olmaları gerçeŞi onları kentsel alanlara temelli olarak göç etmekten alıkoymuş ve ellerinde onlara az da olsa sürekli bir yaşam kaynaŞı ve güvencesi oluşturan topraklarına sıkı sıkıya sarılmışlardır. Buna bir de toprak fiatlarının önceki yıllar gibi artabileceŞi düşüncesi eklenince topraŞa baŞlanma daha ciddi boyutlara ulaşmıştır. Özellikle 1980-1994 arası dönemde küçük köylü devletten olan umudunu hiç yitirmemiş ve kendisine verilen ve giderek azalan ürün fiatlarını PKK ile savaş için yapılan masraflara yorumlamıştır. Çiller hükümetine atıfla bir köylü ‘ana bize verirdi ama ne yapsın askeri harcamalar kadının belini büküyor’ diyerek sorunun nerde yattıŞını kendince açıklamıştı. 1976 sonrası marjinal ve küçük üretici bir anlamda tahterevalli oynayarak yüksek fiat beklediŞi yıllarda topraŞını kendisi ekme, düşük fiatı takibeden yılda ise topraŞını kiraya verme yoluna giderek yaşamını sürdürmeye gayret etmiştir. 1970’lerden itibaren katlanılabilir bir yaşam düzeyi tutturabilmek veya refah seviyesini arttırabilmek için üretici haneler üyelerinin emek harcamalarını daha çok arttırarak da gelirlerini arttırma yoluna gitmişlerdir. Bu ya mevcut üretim biriminde daha yoŞun çalışarak verimliliŞi artırma biçiminde olmakta ya da hane üyelerinden bir veya daha fazla kişi tarım dışı ekonomik uŞraşılara yönlendirilerek hanenin bekasına katkıları beklenmektedir. Ekonomik uŞraşı çeşitlenmesi yoluyla ek gelir elde etmeye giden en önemli yollardan birisi köy dışına göç vermektir. Göç hem Tuzburgazı’nda hem de Kınık’da ya sürekli, ya da mevsimlik göç biçiminde ortaya çıkmakta ve insanlar öncelikle çevre ilçe ve illere sonrada büyük şehirlere ya da başka ülkelere göç etmekle hane bütçesine katkıda bulunarak hanenin bir üretim birimi olarak süregitmesine olanak saŞlamaktadırlar. ÖrneŞin Kınık köyünde istisnasız her ailenin köy dışında çalışan ve aileye tarım dışı ek gelir temin eden bir veya birden fazla üyesi var. 208

Yapısal Uyum Politikaları ve Kırsal Alanda Beka Stratejilerinin Özelleştirilmesi...

Göç konusunda Tuzburgazı ve Kınık’ta farklı eŞilimler gözleniyor. Pamuk üreticisi Tuzburgazı’nda üretim sezonunda topraŞın düzeltilmesi, çapalama, sulama ve pamuk toplama için çoŞu zaman yoŞun bir emek gücüne gereksinme var. O yüzden ancak getirisi daha fazla olan işler ve özellikle de sürekli olan işler bireyleri köy dışına göçe sevk edebilmektedir. DiŞer yandan sulama, çapalama ve pamuk toplamadaki az da olsa çevre köy ve ilçelerle olan zaman farkı tarım işçisi, marjinal ve küçük çiftçi ailelerini iş olanaklarının olduŞu yerler günü birliŞine giderek sezonluk göçe engel olmaktadır. DiŞer yandan buŞday üreticisi Kınık’ta kuru tarım üreticilerin kimi mevsimlerde atıl kalmalarına olanak saŞladıŞından kimi hane üyeleri mevsimlik olarak başka yerlere çalışmaya gidebilmektedirler. Yoksul üreticiler köyü asıl yerleşim yeri olarak kullanarak mevsimlik olarak başka yerlere mevsimlik olarak çalışmaya giderken, orta ve zengin çiftçilerin bir kısmı da özellikle 13 kilometre uzaklıktaki Sivrihisar’da yılın belli bir döneminde ikamet etmekte ve bakkallık, taksicilik minibüsçülük gibi ticari işlerle uŞraşmaktadırlar. Böylece de haneler köyde ekonomik olarak etken olmayan üyelerini başka gelir getirici alanlara sürerek ek gelir elde etmektedirler. 1980’lerde ve 1990’lı yılların ilk yarısında hem kırsal yoksullar hem de kırsal varlıklılar görece azalan gelirlere raŞmen yaşam giderlerinin önemli bir kısmını tarımdan elde etmekteydiler. Fakat bu paradoksal durum 1990’ların ikinci yarısından itibaren giderek deŞişmekte ve kırsal alanda biriken sermaye buraları terk ederek daha iyi gelirler için ticaret ve finans sektörüne kaymıştır. Bu kayış da bir orta ve zengin köylünün beka stratejisidir. Tuzburgazı’nda 1976 ile 1990 arasındaki azalan gelirlere zengin çiftçinin tepkisi tarıma sabit sermaye yatırımını kısmak biçiminde olmuştur. 1990 sonrasında ise kimi zengin köylüler ekonomik etkinliklerini tarım dışına kaydırma yoluna gitmişlerdir. Özellikle devlet tahvilleri, döviz ve repo gibi alanla209

ÇaŞdaş Tarım Sorunu

ra yatırım yapmak Tuzburgazı’ndaki beş on zengin köylü için ekonomik uŞraşı listesinin en başına gelmiştir. Bu tarımsal makinelere olan yatırımların azalması anlamına gelmiş ve köyün bir köşesinde oluşan traktör ve alet edevat mezarlıŞı bunun en büyük göstergesi olmuştur. ÇoŞunlukla eski makineleri tamir etmek yeni teknolojilere sermaye yatırmalara tercih edilmiş ve pamuktaki verimlilik artık artmaz olmuş ve giderek de düşmeye başlamıştır. Dünya’da pamuk verimliliŞi ortalama hektar başına 1500 kilogramın üstündeyken bu Ege bölgesinde 1990’dan itibaren aşaŞı yukarı sabit kalmış ve 1000 kilogram civarında seyretmiştir. Özellikle 1994-2000 arası Tuzburgazı’nda eskiyen ve sınırlı sayıda zengin köylü tarafından kullanılan çapa makinelerinin yeni modellerinin alınması bir yana mevcut olanlar da kullanılamaz duruma gelmiş ve yeniden çapa daha çok emek yoŞun olmaya başlamıştır. Zengin köylünün beka mekanizması tarımın ihmaline yol açarken emeŞe doŞan gereksinme de çevre illerden gelen yoksul işçi ve köylülerden saŞlanmıştır. Tuzburgazı’nda tarımsal gelirlerin düşmesi kimi küçük köylülerin tarımsal uŞraşıyı ekonomik uŞraşı alanlarında ikinci sıraya düşürmelerine neden olmuştur. Tuzburgazın’da tek başına tarımla geçinemeyen tarım işçileri, küçük üreticiler ve marjinal çiftçiler köyde bir balıkçılık kooperatifi kurarak balıkçılıkla uŞraşmaya başlamışlardır. Marjinal çiftçilerin yarısından fazlası tarlalarını icara vererek kendileri kooperatif çatısı altında balık tutmakta ve eşleri de evleri civarındaki küçük oranda geçimlik sebze ve meyve yetiştirmektedirler. DiŞer yandan hem Tuzburgazı’nda hem de Kınık da saptadıŞımız ve Türkiye’nin birçok yerinde de var olduŞunu sandıŞımız bir beka stratejisi de mevcut kaynakları aşırı biçimde kullanmaktır. Elli yıl öncesine kadar yeterli olan tarım arazileri, orman kaynakları, meralar ve su kaynakları bu gün artık iki köyde de kullanma sınırlarını aşmıştır. 210

Yapısal Uyum Politikaları ve Kırsal Alanda Beka Stratejilerinin Özelleştirilmesi...

Kaynakların eşitsiz daŞılımına raŞmen yoksul köylüler orman, mera ve yeraltı su kaynaklarından yararlanabilmekteydiler. Biraz yoŞun çalışarak insanlar su, yakacak ve yiyecek gereksinmelerini karşılayabilmekte idiler. Ekonominin büyümesi, tarımın ticarileşmesi ve nüfus artışı kaynaklar üzerindeki istemleri ciddi boyutlarda arttırmış bu da giderek bir çevre mahvolmasına yol açmıştır. Söke bölgesine getirilen modern sulama şebekeleri bir yandan tarımda verimliliŞi arttırırken diŞer yandan da ihracata yönelik tarımı başat duruma getirmiş ve meralar, nadas toprakları, kurak topraklar, marjinal topraklar büyük bir hızla pamuk üretimine açılmış ve bu da kırsal yoksullara büyük bir darbe vurmuştur. Geçimlik üretimlerini hayvancılıkla takviye eden kırsal yoksullar meraların girerek şu veya bu yolla entansif tarıma açılmasıyla geleneksel haklarından olmuş ve hayvancılık nerdeyse tam anlamıyla Tuzburgazı’da yok olmuştur. Geleneksel otlaklarını yitiren ve gene de geçimlik hayvan beslemekten vazgeçemeyen yokullar özellikle keçi beslemeye mahkum olmuş ve keçiler de köy civarındaki ormanlarda büyük tahribatlar yapmıştır. Bir beka stratejisi olarak keçi üzerinde yoŞunlaşan yoksullar istemeyerek de olsa çevre tahribatı yaparak bindikleri dalı kesmişler ve bu da devletin orman kaynaklarının kullanılması konusunda sıkı denetimler koymasına neden olmuştur. Ortak kaynakların giderek yok olmasının faturası yoksul ve marjinal köylüler için oldukça büyük olmaktadır. Büyük çifçilerin kendi bekaları için geliştirdikleri beka stratejileri küçük ve marjinal çiftçilerin beka stratejilerini bir anlamda yok etmektedir. Gelir artışı için sulama kanallarının açılması, önceden tarım arazisi olarak kullanılmayan toprak ve ortak meraların şu ve ya bu şekilde zengin çiftçilerin denetimine geçmesi yoksulların bu kaynaklara ulaşmalarını sınırlamakta ve onları alternatif beka stratejileri geliştirmeye sevk etmektedir. Bunun bir diŞer örneŞi 211

ÇaŞdaş Tarım Sorunu

de Kınık’da hayvancılıkta yaşanmaktadır. Hayvancılıkla uŞraşan çifçiler su kıtlıŞı nedeniyle hayvanlarının telef olduŞunu bu nedenle de hayvan sayılarını çok azalttıklarını ısrarla vurguluyorlar. Ticari tarım için açılan artezyen kuyuları nedeniyle yeraltı sularının büyük ölçüde azalmasından ötürü meralanlarındaki doŞal su kaynakları kurumuş ve hatta köy merkezindeki ortak çeşme bile kurumaya yüz tutmuştur. Bu yem fiatlarının aşırı artması, canlı hayvan fiatlarının düşmesi gibi nedenlerle birlikte ele alındıŞında 1994 ile 2000 arasındaki dönemde Kınık köyünde hayvancılıŞın neden yok olacak kadar azaldıŞını açıklamaktadır. Kısacası çeşitli nedenlerle kaynakların aşırı kullanılması çevresel bir kötüleşmeye yol açmakta bu da özellikle yosul köylülerin beka stratejilerini sınırlamaktadır. V.3.1.2. Birikeni Tüketme ve Borçlanma Stratejileri Türkiye çiftçisinin büyük çoŞunluŞu tarımsal üretimi her yıl borçlanarak sürdürmektedir. Genellikle çiftçiler kendilerine en uygun koşullarda kredi veren kuruluşları tercih etmektedirler. Tuzburgazı pamukçularının da ideal olarak tercih ettiŞi kuruluş tarım satış kooperatifleridir. Tariş son zamanlara kadar Ege çiftçilerine tohumi gübre ve tarımsal ilaçları borç olarak verir ve ortaŞı olan üreticilerden ürünlerini teslim ettikleri zaman bu borçları tahsil eder. Çiftçiler nakit gereksinmelerini de ya bankalardan ya da özel kaynaklardan temin ederler. Tariş hem finansal zorluklarla karşı karşıya olduŞu için hem de yeterli depolama olanaklarına sahip olmadıŞı için hasat zamanı ya üreticilerin paralarını zamanında ödeyemez ya da ürünleri depolayamadıŞı için çiftçinin malını satın alamaz. Dolaysıyla da parasını alamayan üreticiler eŞer bir birikimleri yoksa nakit bulmak için özel kanallara başvurur ve bir borç girdabına girerler. Fakat yaşam ve üretimlerini sürdürebilmek için özellikle küçük ve marjinal üreticilerin borçlanmayı bir 212

Yapısal Uyum Politikaları ve Kırsal Alanda Beka Stratejilerinin Özelleştirilmesi...

beka mekanizması olarak kullanması hem Tuzburgazı’nda hem de Kınık’ta oldukça yaygın. Borçlanma her zaman nakit biçiminde olmamakta kredi ile temel gereksinmelerin karşılanması da başvurulan mekanizmalar arasında. Tarım işçisi, yoksul ve marjinal çiftçilerin büyük bir çoŞunluŞu Tuzburgazı’nda köydeki bir kaç bakkaldan piyasa fiatının üstünde satın aldıkları temel ihtiyaç maddeleri ile borçlandıkları ve geçici bir süre de olsa bir rahatlama saŞladıkları bir gerçek. Kınık köyünde bir bakkal olamaması nedeniyle köylüler ayni borçlanmalarını Sivrihisar’daki gene Kınık’lı zengin köylülere ait dükkanlardan saŞlamaktadırlar. Küçük ve marjinal üreticilerin ailenin yaşamını sürdürebilmesi için başvurduŞu en ciddi beka stratejisi üretim araçlarının elden çıkarılmasıdır. Bunlar arasında tarım aletleri hayvanlar ve toprak en başta gelenlerdir. Fakat her iki köyde de üretim araçlarının satılması en son başvurulan bir çaredir. Hastalık, düŞün, askerlik ve aşırı borçlanma gibi nedenler üretim aracı satmanın temel nedenleri olarak ortaya çıkmaktadır. Geçici bir rahatlatma yaratan üretim aracı satışı hanelerin tarıcı olarak sürdürebilirliklerini tehlikeye atan bir beka stratejisidir. V.3.1.3. Tüketimi Sınırlama ve Kadın EmeŞi Çok yaygın olan bir beka stratejisi hanelerin çok daha ucuz ve kalitesiz mal ve hizmetlere yönelerek ve hatta kimi mal ve hizmetleri evde üretmek yoluyla giderleri sınırlamak biçimindedir. şki köydeki araştırmalar 1980 sonrasında ve özellikle de 1997 ile 2000 yılı arasında yiyecek ve giyecek tüketim normlarının deŞiştiŞini göstermektedir. Tüm diŞer alternatif beka stratejileri tüketildikten sonra haneler halen sorunlarla karşılaşıyorlarsa yiyecek tüketim normlarında deŞişikliklere gidilmektedir. Özellikle yosul addedilen tarım işçisi, küçük ve marjinal işçilerde daha ucuz ve kalitesiz tüketim mallarına doŞru bir kaymanın olduŞu göz213

ÇaŞdaş Tarım Sorunu

lenmiştir. ÖrneŞin Tuzburgazı’nda kendi ürettikleri zeytinyaŞını tüketmek yerine birçok yoksul hane onu satıp tüketim için daha ucuz sıvı yaŞlar kullanmaktadırlar. Bir diŞer saptama da et ürünleri tüketiminin çok azalıp daha çok karbonhidratlı yiyeceklerin tüketiminin artması ve ailenin sebze ve meyve yetiştirme olasılıŞı yoksa meyve ve sebze tüketiminin sınırlanarak toplam tüketimin giderek azalmış olması biçimindedir. Pirinç tüketimi yerini makarna tüketimine bırakmıştır. Kimi hanelerde yiyecek tüketimi kısıtlaması günde üç öŞün yerine iki öŞün yemek yeme biçimini almaktadır. Bu da yetersiz ve dengesiz bir beslenmenin bir beka stratejisi olarak ortaya çıktıŞını işaret etmektedir. Bir diŞer ilginç saptama da tüketim normlarındaki deŞişikliŞin genellikle kadınların aleyhine işlediŞini ve kadınların kocaları ve çocuklarını doyurduktan sonra kendilerine daha az ve kalitesiz yiyecekler ayırdıkları biçimindedir. Yiyecek kalitesi ve miktarındaki deŞişikler kötüye giden ekonomik koşullara otomatik bir reaksiyon olarak ortaya çıkmamakta ancak aile ilk etapta eŞitim ve saŞlıŞa ayırdıŞı fonlardan fedakarlık etmekte sonra eldeki birikimlerini kullanmakta son çare olarak ta tüketim normlarını deŞiştirme yoluna gitmektedirler. Her iki köyde de seyahat, akraba ziyaretleri, düŞün için hediye alma, komşu veya akrabaları yemeŞe çaŞırma gibi sosyal aktiviteler özellikle yoksullar arasında hemen hemen yok olmuş durumdadır. Ayrıca elektrik ve tüpgaz gibi enerji masrafları da minimuma indirilerek yaz aylarında yemek pişirme eylemi toplanan çalı çırpıyla gerçekleştirilmektedir.Gerçi yapısal uyum politikalarının etkilerini hane üyeleri kollektif olarak çekmektedirler ama hane içindeki ilişkiler ve işbölümü dikkate alındıŞında kadınların bu durumdan daha olumsuz bir şekilde etkilendikleri ortaya çıkmaktadır. Beka stratejilerinin yükünü çekmek zorunda olan kadınların zaten eşitsiz olan hane içi işbölümündeki yükü daha da artmakta ve hane içi eşitsizlikler 214

Yapısal Uyum Politikaları ve Kırsal Alanda Beka Stratejilerinin Özelleştirilmesi...

daha da pekişmektedir. Örnek olarak Tuzburgazı’nda pamuk üretiminde artan işçi ücretleri ve yenilenemeyen araç ve gereçlerin yerine insan gücüne dönülmesi sonucunda kadınların iş yükleri artmıştır. Zaten normal koşullarda hane emek gücünün üretiminden sorumlu olması nedeniyle ev işleri, çocuk bakımı, yemek pişirme ve yaşlılara bakma gibi işleri yüklenen kadın bir de parasal masrafların kısılması için evlerinin önünde geçimlik sebze üretmeyi üstlenmekte ve onun ekimi, bakımı, sulanması gibi tüm işlerinden sorumlu olmaktadır. Kısacası pazardan çekilme olarak adlandırılabilecek bu süreçte birçok aile geçimlik için ayrılan küçük ve eve yakın topraklarda domatesi biber, patlıcan, kabak, fasulye vb ekerek pazara baŞımlılıŞı azaltma yoluna gitmektedirler. Ayrıca aileler artık ev tamiratı, kimi aletlerin tamiratı, kümes yapımı vb işleri de artık kendileri üstlenir hale gelmiş ve kadınlar bu etkinliklere gerekli katkıları yapmaktadırlar. Ayrıca işçi ücretlerinin artması nedeniyle Tuzburgazı köyünde kadınlar özellikle çapa yapma, yabani ot ayıklama ve pamuk toplama gibi işler için karşılıklı yardım (imece) grupları oluşturmuşlardır. Gerçi bu gibi işlerde mevsimlik işçi kullanma geleneŞi halen süregitmektedir ama artan işçi maliyetleri karşısında krizi atlatabilmek için dayanışma gruplarının kurulmasıyla kadınların iş yükleri ciddi bir oranda artmıştır. Geleneksel olarak mevsimlik işçi bulma erkeklerin işidir ama kadınların kendi aralarında çapa, ot yolma, ve pamuk toplama mevsimlerinde dayanışma gruplarını örgütleme zorunlulukları erkelerin işçi örgütleme yüklerinin kadınlar aleyhine deŞişmesi anlamına gelmektedir. Hane kaynak ve gelirleri üzerinde kadınların hiç bir söz hakkının olmamış olmasına karşılık iş bölümünde böylesi aŞır yükleri taşımaları cinsiyete dayanan hane içi güç farklılıklarının be derece yoŞun olduŞunu göstermektedir. Özellikle yoksul hanelerde açlıkla karşı karşıya kalmanın faturasını en aŞır bir şekilde üstlenen kadınlardır. Bu konuda bir başka çarpıcı ör215

ÇaŞdaş Tarım Sorunu

nek de gene Tuzburgazı’nda zeytin üretimindeki yarıcılık ilişkilerinde görülür. Tarım üreticiliŞi ve ücretli işçiliŞin birlikte yürütülmesi bile kimi hanelerin yeniden üretimine yetmediŞi için yoksullar daha varlıklı olan köylülerle zeytincilikte yarıcılık yaparlar. Elle yapılan ve emek yoŞun olduŞu için çok zahmetli olan zeytin toplama işini Tuzburgazı’nda genellikle erkekler kahvede otururken yarıcıların karıları ve çocukları yaparlar. Kısacası yapısal uyum politikaları sonucunda yeniden üretim koşulları daralan köylü haneleri beka mekanizmaları geliştirerek aile emeŞinin yoŞun bir sömürüsüne yol açmakta ve aile içi iş bölümünde iş yükleri cinsiyete dayalı olarak eşitsiz olarak daŞılmaktadır. Beka stratejilerinin ‘özelleştiŞini’ söylemek çok yerinde bir şey olur. Uluslararası finans kurularının zorlaması ile devlet tarafında pazar mekanizmalarının acımasız merhametsizliŞine terk edilen üreticiler büyük ölçüde beka mekanizmaları aracılıŞıyla ‘pazardan çekilerek’ ancak yaşamaya devam edebilmektedirler Bir yandan toplam gelirlerini düşürmemek için üretime daha fazla hane emeŞi harcayarak diŞer yandan da pazardan edindikleri birçok mal ve hizmetleri kendileri saŞlayarak ve tüketim normlarını deŞiştirerek, bu arada da gerektiŞinde ellerindeki birikmiş para, altın döviz ve üretim araçlarını elden çıkararak haneler üzerindeki ekonomik baskıları kendi çabalarıyla azaltmaya çalışmaktadırlar. Bu yüzden de beka savaşı özelleştirmeye uŞramış olmaktadır. Bu özelleştirme kırsal alanda cinsel farklılıŞa baŞlı olan (genderised) bir etki yapmakta ve hanenin ekonomik kaynaklarını optimal bir şekilde kullanabilmenin yükü kadına düşmektedir. V.4. Sonuç Ekonomik kriz Türkiye ekonomisinin yapısal bir niteliŞi haline gelmiştir. Uluslararası finans örgütlerinin güdümün216

Yapısal Uyum Politikaları ve Kırsal Alanda Beka Stratejilerinin Özelleştirilmesi...

de olmanın oranına göre de krizlerin oluşları arasındaki süreler azalmaya başlamıştır. Nitekim son iki kriz üç ay arayla Kasım 2000 ile ubat 2001’de ortaya çıkmıştır. Bütün süslü laflara raŞmen yeni liberalizm ülkeye pahalılık, işsizlik, üretimin mahvolması, lüks tüketim, aşırı borçlanma, büyük ödemeler dengesi açıkları gibi üstesinden kolay kalkılamayacak sorunlar getirmiştir. Ulusal gelire oranlandıŞında Türkiye Dünya’nın en borçlu ülkeleri sıralamasında en üstlerde yer almaktadır. Türkiye’nin yaşadıŞı birbiri ardı sıra gelen ekonomik krizlerin kökleri 1950’le gitmekle beraber sorunların bir çıŞ gibi büyümesi 1980’li yıllarda liberal ekonomiye soyunmakla başlamıştır. şnanılamaz bir hızla toplumun birçok kesimi ve özellikle de siyasi partiler, finans çevreleri, sanayiciler, işadamları şMF’den çok şMF’ci kesilmiş ve devletin özel sermayeye sıçrama tahtası olmasının dışında ekonomiden elini eteŞini çekmesini, kapıları yabancı sermayeye ardına kadar açmasını, KşT’leri özelleştirmesini, ithalatı serbest bırakmasını, ücretleri enflasyonun altında tutmasını, tarım üreticilerine destekleri kaldırmasını ve daha benzeri birçok politikayı temel taşı yapmasını istemiş ve bu konuda günümüze kadar birçok uygulamaya geçilmesini saŞlamışlardır. Bir yandan ekonomi böylesine hızlı bir şekilde yeniden yapılandırılırken sadece para politikalarına aŞırlık vermenin ve üretimi hızlandıracak tedbirlerin ihmal edilmesinin çıkarabileceŞi faturalar dikkate alınmamıştır. Üretim olmadan tüketime dayalı geçici bolluk ve refah iç e dış borçlanmalarla karşılanmış ve her darboŞazda şMF ve Dünya Bankası’nın kapısı yeni borçlanmalar için çalınmıştır. Bu iki kuruluşun verdiŞi kalkınma reçeteleri ile iyileşen tek bir azgelişmiş ülke yoktur. Bunun bilinmemesi de mümkün deŞildir. Ancak uluslararası sermayenin çıkarlarını koruyan IMF ve Dünya Bankası ile Türkiye’deki sermaye çevrelerinin çıkarları arasındaki paralellik toplumdaki alt ve orta tabakaların aleyhine işleyen politikaların uygulanmasına ve övülmesine, tek kurtarıcı gibi görülmesine neden olmuştur. 217

ÇaŞdaş Tarım Sorunu

Yeni liberalizmin tekrar tekrar söylediŞi şey mevcut toplumsal, ekonomik ve kurumsal düzenlemeler kalkınmayı engeller ve bunun en büyük sorumlusu da devletin ekonomideki aktif rolü ve müdahaleleridir. Devlet sadece sermayeye yardımcılık ederse serbest pazar mekanizmaları ekonomiyi düzenler ve sorunlar kendiliŞinden. Serbest piyasa ekonomisinin adeta sihirli bir eli varmış gibi söylemler geliştirilerek devletin küçülmesi istenmektedir. Devletin küçülmesi demek artık devlet istihdam yaratmayacak, saŞlıŞa, eŞitime vb yatırımlar yapmayacak, tarımı ve üretimi desteklemeyecek demektir. Devletin tarımdan el çekmesinin kısa dönemde belki devlet bütçesini rahatlatma gibi bir sonucu vardır ama tarımdaki milyonlarca üreticiyi özel gübre üreticisi, kimyasal madde üreticisi, geliştirilmiş tohum üreticisi, tüccar ve ihracatçı karşısında yalnız ve korumasız bırakma anlamına gelir ki bunun hem geniş köylü kitleleri üzerinde bireysel refah anlamında olumsuz etkileri söz konusudur hem de tarım ile tarım dışı sektörler arasındaki eşitsiz deŞişim yoluyla tarım sektörünün giderek yoksullaşması ve sermaye birikimi saŞlayamadıŞı için de tarımda modern gelişmeleri takip edemeyerek verimliliŞin düşmesi ve hatta tarımın ihmal edilerek mevcut üretimin düşmesi gibi ülke için vahim kabul edilebilecek sonuçları vardır. Nitekim bu son bir kaç yıldır tezahür etmektedir. 1980 sonrası giderek azalan gelirler karşısında köylü kitleleri geliştirdikleri beka mekanizmaları yoluyla bir anlamda kendi kendilerini sömürerek tarımsal üretimin süregitmesini saŞlamışlardır ama beka stratejilerinin, yani kendi emek ve diŞer kaynaklarının sömürülmesinin de bir limiti vardır. 1993’de yazdıŞım bir makalede (Aydın) Türk tarımında yoksullaşma eŞilimlerin ilerde çok vahim sonuçlar doŞuracaŞı öngörüsünde bulunduŞumda bunun bir kehanet olmadıŞını belirtmeye çalışmıştım ama maalesef dediklerim çıktı ve tarım artık kendini toparlayamaz bir konuma getirildi. Hele hele IMF ile imzalanan 218

Yapısal Uyum Politikaları ve Kırsal Alanda Beka Stratejilerinin Özelleştirilmesi...

2000 yılı başlarında imzalanan stand-by anlaşmasının tarıma ilişkin maddeleri tümüyle harekete geçirilip tarım satış kooperatifleri ve birlikleri özerkleştirilip kendi hallerine terk edilirse Türk tarımını daha karanlık günlerin beklediŞini söylemek bir kehanet olmayacaktır. Zaten çok yüksek olan toplumsal gerginlik yer yer olaylara neden olursa hiç şaşmamak gerekir.

219

Türkiye Tarımının Neo-Liberal Dönüşümü

VI. Türkiye Tarımının Neo-Liberal Dönüşümü

VI.1. Giriş Türkiye tarımının 1980’lerden beri neo-liberal politikalar etkisiyle geçirdiŞi dönüşümleri irdelediŞimiz bu bolümde 1980’ler sonrasında özellikle de 1990’lardan itibaren uygulanan politikaların kendileri üzerlerinde ciddi bir şekilde düşünülmeden uygulandıkları için bunların uzun dönemli ekonomik ve toplumsal etkilerinin de pek dikkate alınmadıŞı görüşünden hareket etmektedir. 1980’lerde Türkiye’nin küresel ekonomi ile baŞlanma sürecini daha da hızlandırmak için rastgele ve aceleyle alınan liberalleşme kararları 1950 ile 1980 arasında uygulanan kalkınmacı politikalarla taban tabana zıttır. Bu bölümde 1980 sonrası uygulanan liberalleşme politikalarının çok ciddi ve geniş kapsamlı siyasal, ekonomik ve toplumsal istikrarsızlıŞa yol açabilecek olan bir tarımdan kopuş sürecine (de-agrarianization) yol açacaŞı görüşü detaylı bir şekilde irdelenecektir. 1980’lerden itibaren IMF, Dünya Bankası (DB) ve Dünya Ticaret Örgütü (DTO) ile sıkı bir iletişim içerisinde adım adım uygulanan politikaların amacı Türkiye tarımının ulus ötesi tarım ve sanayi şirketlerinin denetiminde altında uluslararasılaştırılmasıdır. Bu görüşü iki aşamada irdelenecektir. şlk olarak kalkınmacı politikaların 1950-1980 dönemini 221

ÇaŞdaş Tarım Sorunu

neden ve nasıl karakterize ettiŞi ele alınacaktır. şkinci olarak da Türkiye tarımının dönüştürülmesinin ABD kökenli UÖ ’ler için neden bir zorunluluk olduŞu ve bu dönüşümün bu şirketlerin güdümünde ne şekilde gerçekleştirilmeye çalışıldıŞı ele alınacak, buradan da bu dönüşümlerin Türkiye kırsalındaki kitleler için ne anlama geldiŞi irdelenecektir 1950 ile 1980 yılları arasında Türkiye’de devlet ulusal kalkınma programlarının bizzat uygulayıcısı olmuştur. Tarımın kapitalistleşmesi, ticarileşmesi ve metalaşması devletin üretim ve bölüşüm ilişkilerinde doŞrudan veya dolaylı olarak etken olmasının bir sonucu olarak belirginleşmiştir. Bu dönemde bahsettiŞimiz süreçlere katılım yoŞunluŞunun deŞişiklikler göstermesine raŞmen devlet tarım politikalarının düzenlenmesi ve uygulanmasında merkezi bir rol oynamıştır. Girdiler, krediler ve tarımsal yayın saŞlanması, tarımsal kurum ve kooperatiflerin, devlet çiftliklerinin, yarı resmi pazarlama ve daŞıtım aŞlarının kurulması da dâhil olmak üzere birçok politika ve programlar aracılıŞıyla devlet tarımda metalaşma sürecini etken bir biçimde yoŞunlaştırmıştır. Tarımın dikey bütünleşmesinin (vertical integration) araçları olan bu politikalar yoluyla devlet yarı resmi üretim ve pazarlama kooperatifleri ve Ziraat Bankası gibi tarımsal ve kırsal kalkınma örgütlerini sıkı sıkıya denetim altına almıştır. Uluslararası yardım örgütleri ve ulus ötesi tarım-sanayi şirketlerinin (agro-business) dönemsel konjektürel çıkarları nedeniyle bu örgütler Türkiye’ye dengeli bir tarımsal ve endüstriyel gelişmeyi amaçlayan kalkınmacı bir politika takip edebilmesi için önemli destekler vermiştir. Bu baŞlamda özellikle Dünya Bankası Türk tarımının modernleşmesi, kapitalistleşmesi ve ihracata yönelmesi için önemli mali yardımlar saŞlamıştır. Türkiye’nin kapitalist dünya ekonomisine entegrasyon biçimi Yeşil Devrim için zorunlu olan yeni teknolojiler ve geliştirilmiş fiziki, ekonomik ve toplumsal alt yapılara (yollar, köprüler, Ba222

Türkiye Tarımının Neo-Liberal Dönüşümü

rajlar, sulama sistemleri, okullar, saŞlık klinikleri, elektrik vb.) dayanan yeni tarım tekniklerinin yaratılmasını gerekli kılmıştır. 1960’lar ve 1970’lerde kalkınmacı politikaları destekleyen uluslararası finans kurum ve yardım örgütleri 1980’ lerden beri Türkiye ekonomisi ve toplumunun tümüyle liberalleşmesi için yoŞun baskılarda bulunmaktadırlar. 1980’ lerden itibaren Türkiye tarımında kalkınmacı politikalardan liberalleşmeye doŞru gerçekleştirilen bu önemli dönüşümü tarımın uluslararasılaşması ve de UÖ ’lerin bunda oynadıŞı önemli rol ile bir arada düşünmek gerekmektedir. Tarımsal yapıların giderek dönüşmesi 1998’den itibaren ciddi bir hız kazanmış ve bu da kırsal alandan kopmalara ve daha önce görülmemiş boyutlarda yoksullaşmaya yol açmıştır. Bu süreçlerde ise ABD denetimli ulus ötesi tarımsal sanayi ve ticaret şirketlerinin (agri-business) kontrolündeki yeni küresel gıda rejimin çok önemli bir payı vardır. Dolayısıyla da bu aşamada tarımın neden ve nasıl uluslararasılaştıŞını irdeleyip bu sürecin gelişmekte olan ülke tarımlarını nasıl kontrol altına aldıŞını irdelemekte yarar var. şkinci Dünya Savaşı’ndan beri Amerikan şirketlerinin hâkimiyeti altında olan uluslararası sermaye birikim süreci devletlerin baŞımsız olarak ulusal üretim ve ticaretini düzenleme kapasitelerine büyük ölçüde set çekmiştir. Amerikan ulus ötesi tarım-gıda (agro-food) şirketlerinin tropik ürünleri ılıman iklim bitkileri veya sentetik ürünlerle deŞiştirebilecek yeri ürünler yaratabilme kapasiteleri gelişmekte olan ülkelerin dengeli ve bütüncül ulusal bir ekonomi saŞlama olasılıklarını tehlikeye sokmuştur. Tarımdaki teknolojik ilerlemeler sayesinde Amerikan tarım-gıda şirketleri giderek uzmanlaşan tarımsal üretim için zorunlu olan girdi zincirlerini kontrol edebilme olanaŞını elde etmişlerdir. Gelişmiş ülkelerde hızlı sanayileşme ve tarımın yoŞunlaşması tarımsal ürün ve gıdaların işlenmesini yeni 223

ÇaŞdaş Tarım Sorunu

gıda rejiminin temel bir özelliŞi haline getirmiştir. Tarım temelli sermaye (agro-capital) birikiminin yeni tarım-gıda zincirine giderek artan bir şekilde baŞımlı olması tarımsal üretimde nihai tüketim maddesi üretim yerine sanayide işlenecek tarım ürünleri üretimine daha çok önem verilmesi anlamına gelmiştir (Friedmann ve McMichael 1989: 105). Borç krizi ve borçlarla baŞlantılı birçok ekonomik ve mali sorunlarla boŞuşan gelişmekte olan ülkelerin ulus ötesi tarım-gıda şirketlerinin sunduŞu sözde yeni fırsatları kabul etmeme direncini göstermeleri çok zor olmuştur. Bu kabul tarım sektörünü yeniden yapılandırmak ve dolayısıyla da UÖ ’lere gerek modern girdiler ve gerekse de üretim ve daŞıtım aŞları açısından baŞımlılıŞın derinleşmesi anlamına gelmiştir. Bu süreçler sonucunda ‘tarım birikim sürecinin içsel bir parçası olmuş ve devletler ve ulusal ekonomiler giderek artan bir şekilde sermayenin etki alanı altına girmişlerdir’ (Friedmann ve McMichael 1989: 95). Ortaya çıkan yeni uluslararası işbölümünün tarımda getirdiŞi deŞişiklikler uluslararası arenada sektörler arası bir bütünleşmeyi gerektirmiş ve bu baŞlamda da gelişmekte olan ülkeler UÖ ’lerin dayatmalarına boyun eŞerek ulusal politikalarını deŞiştirmek zorunda kalmışlardır. Uygulanan yeni politikalar 1960’larda uygulanan tarımın kapitalistleşmesinde devletin etkin rol oynayarak uluslararası sermaye tarafından üretilen girdileri kullandıŞı politikalardan ciddi sapmalar anlamına gelmiştir. 1960’lar ve 1970’lerde makineleşen ve kapitalistleşen tarım iç ve dış pazarlar için geleneksel ürünlerin üretiminde yoŞunlaşmıştı (Friedland 1994; Friedmann 1982, 1993). Gelişmekte olan ülkelere 1970’lerden itibaren dayatılan ‘ihracat ikamesi’ politikaları uluslararası sermayenin çıkarlarını saŞlayacak en iyi politika görünümündeydi ama bu gelişmekte olan ülkeler için o zamana dek süre giden tarımsal yapıları ve tarımsal ürün desenleri üzerindeki kontrollerinin hızlı bir şekilde ellerinden kayıp gitmesi anlamına gelmekteydi. ÇU ’ler gelişmekte 224

Türkiye Tarımının Neo-Liberal Dönüşümü

olan ülkelerdeki tahıl ihraç edebilme kapasitesini dünya tahıl pazarlarında Amerikan hegemonyası için bir tehlike olarak gördüler. şMF, DB ve DTÖ’nün güçlü destekleriyle gelişmekte olan ülkeler tarımsal üretimlerini yeniden şekillendirerek yüksek deŞerli ticari tarım ürünlerinin üretilmesine öncelik vermeye zorlandılar. ÇU ’lerin istediŞi tarım ürünleri ihracatının desteklenmesi geleneksel ürünlerin üretim ve ihracatlarının terk edilmesi anlamını taşımaktadır (McMichael veMyhre 1991: 94). Geleneksel ürünlerin terk edilip ticari gıda ürünlerine geçilmesi gelişmekte olan ülkelerde farklı sürelerde oluşmuştur. Kimi yerlerde tarımsal ihracat (agro-export) veya tarımsal sanayi (agro-industry) ürünlerinin hayata geçirilmesi geleneksel ürünleri dışlamayıp onları tamamlar bir biçimde oluşurken kimi yerlerde de geleneksel ürünleri dışlayarak hızlı bir şekilde onların yerine geçmiştir (Raikes ve Gibbon 2000; Raynolds1997; Raynolds vd. 1993). Eski ürünlerin terk edilip ÇU ’lerin istediŞi ticari ürünlere geçişin hızını, tarımsal yapıları dönüştürebilecek, küresel ekonomi ile bütünleşmeyi saŞlayacak ve tümüyle pazara yönelmeyi gerçekleştirecek tedbirlerin alınıp uygulanmasında devletin gücü ve bu konudaki istekliliŞi can alıcı bir öneme sahiptir. Bu amaçlarla yapılması gereken şeylerin başında kurumsal yapıların hızlı bir şekilde dönüştürülmesine ilişkin tedbirlerin alınıp uygulanması ve de tarımsal sanayi alanında faaliyet gösteren ÇU ’lerin ülkede serbestçe hareket edebilmesinin önündeki temel engellerin kaldırılması gerekmektedir. Böylece yeni tarımsal sanayi (agro-industry) yüksek deŞerli pazarlar için üretim ve ihracat yapma olasılıŞını bulabilmektedir. Uluslararası örgütler ve ÇU ’ler koordine bir biçimde birlikte hareket edip, gelişmekte olan ülkelerin temel gıda ürünleri üretiminden uzaklaşarak lüks ve yüksek deŞerli ticari tarım ve/veya hayvan yemi ürünlerinin üretimine doŞru bir deŞişimin geçirmelerinin kendi kontrolleri al225

ÇaŞdaş Tarım Sorunu

tında olmasını saŞlamaktadırlar. Bu baŞlamda uluslararası örgütlerin yardım gündemleri gelişmekte olan ülkelerin tarımsal dönüşümlerinin ÇU ’lerle işbirliŞi içerisinde geçmesini saŞlamaya yönelik olarak düzenlenmektedir. Mamafih yeni ürünlere geçiş yeterli seviyede ihracat kapasitesi yaratmadıŞından giderek artan tarım ürünleri ithalatının getirdiŞi mali yükleri karşılayamamakta dolaysıyla da zaten büyük boyutlarda olan mevcut olan ticaret açıŞının girerek daha büyümesine yol açmaktadır. şhracata yönelik olarak gerçekleştirilen tarımın yeniden yapılandırılması süreci bir yandan ÇU ’lerin ülke içinde hâkimiyetine yol açarken bir yandan da gelişmekte olan ülke hükümetlerini serbest ticaret önündeki tüm engelleri tedricen kaldırmaya zorlamaktadır. Gelişmekte olan ülke hükümetleri düşük deŞerli temel gıda maddeleri üretiminden yüksek deŞerli ürünlerin üretilebilmesi için gerekli olan düzenlemeleri yapmaya kolayca ikna edilebilmektedirler (Jaffe 1994). ‘Küresel sermaye birikiminin siyaseti’ ile uyumlu bir biçimde hareket eden gelişmekte olan ülke hükümetlerinin programlarında artık küçük tarım üreticiliŞini canlandırmayı vurgulayan gıda güvenliŞi programlarını sürdürmek diye bir hedef bulunmamaktadır (McMichael ve Myhre 1991: 100). Gelişmekte olan ülkelerin içine itildiŞi yüksek deŞerli alternatif ürünlerin üretiminde ucuz emek kullanımı can alıcı bir öneme sahiptir. Yüksek deŞerli ürünler veya sanayie girdi olacak ürünlerin üretimi genelde sözleşmeli tarım mekanizmasıyla gerçekleştirilmektedir. Günümüz yeni gıda rejiminde uluslararası sermayenin işlevlerinden biri düşük maliyetli ürünlerin niş pazarlar için üretim ve daŞıtımını yerel tarım işletmelerindeki üretim ile uluslararası ticareti birbirlerine sıkıca baŞlaması olmuştur (Watts ve Goodman 1997). Uluslararası sermaye serbest pazarın rahatça işleyebilmesini saŞlayacak yapılandırmaların olduŞuna inanmadıŞı ülkelerde yüksek deŞerli ürünlere yatırım 226

Türkiye Tarımının Neo-Liberal Dönüşümü

yapmamaktadır. Uluslararası sermayenin seçici yatırımları devlet politikalarının şMF DB ve DTÖ’nün yönlendirmeleriyle geleneksel tarımın giderek yok edildiŞi ve serbest Pazar prensiplerinin üretim, ticaret ve bölüşüm ilişkilerinde hâkim olduŞu ülkelere yönelmektedir. 1980’lerde yapısal uyum politikalarının (YUP) uygulamaya geçmesiyle birlikte Türkiye tarımında yukarda anlatılan süreçler büyük ölçüde gerçekleşmiştir. şleriki sayfalarda da görüleceŞi gibi yapısal uyum politikalarıyla birlikte yaşama geçirilen liberalleşme politikaları tahıllar, pamuk, tütün ve şeker pancarı gibi geleneksel ürünleri üreten küçük aile işletmelerinin yaşama olanaklarını yavaş yavaş ortadan kaldırmaktadır. Özellikle de 1998’den sonra marjinal ve çaresiz konuma düşürülmüş çiftçiler yüksek deŞerli ürünlerin üretimine geçmeye zorlanmışlardır. Bir yandan de-regülasyonlar ve YUP yoluyla tarımda yatırımlar ortadan kaldırılırken ve aile işletmeleri yok olma tehlikesiyle karşı karşıya bırakılırken yüksek deŞerli ve tarımsal sanayie yönelik ürünler, dışlanan ürünlerin yerine alternatif ürünler ve yeni bir gelir kaynaŞı olarak sunulmaktadır. Türkiye’de 2001 çıkarılan Tütün Yasası’nı takiben 2001’de eker Yasası, 2006’da Tarım Yasası ve gene 2006’da çıkarılan Tohum Yasası, yoksullaştırılarak yok olma tehlikesiyle karşı karşıya bırakılan çiftçilerin sözleşmeli tarıma itilip tarım-sanayi ÇU ’ lerinin istediŞi ürünleri üretmeye zorlamada en önemli rolü oynamışlardır. Uluslararası sermayenin gerekli yasal ve kurumsal düzenlemelerin yapıldıŞı ülkelere gitmeyi tercih ettikleri görüşünü desteklemek üzere bir örnek olarak Amerikan tarım-sanayi devi Cargill şirketinin Türkiye’deki etkinlikleri ele alınıp irdelenecektir. Yukarda sözü edilen Türkiye’deki 1980 sonrası serbest piyasacı yoksullaştırıcı politikalar 1950-1980 arasında küçük ölçekli hane temelli tarımın modernleştirilmesini vurgulayan kalkınmacı politikalar ile taban tabana bir zıtlık göstermektedir. Dolayısıyla da bu noktada Türkiye’de küçük ölçekli tarımın yükseliş 227

ÇaŞdaş Tarım Sorunu

ve düşüşünü irdelemek bir zorunluluk olarak ortaya çıkmaktadır. VI.2. Kalkınmacılık, Hane ÇiftçiliŞi ve Türkiye Tarı Tarımının Modernleşmesi 1980’ler Türkiye’de kalkınmacı politikaların yavaş yavaş ölmesinin başlangıç noktasını sembolize etmektedir. KalkınmacılıŞın temel ilkelerinden biri kalkınma sürecinde tarım ve sanayinin gelişmelerinin birbirinin tamamlayıcısı olmasıdır. Bu bir anlamda ithal ikameci politikaların dış yardımlarla hem tarımda hem de sanayide birlikte yürütülmesi demekti. şthal ikamesi politikaları tarımın yerel sanayi ürünlerine arz yaratan bir sektör olduŞu bütüncül bir ekonomik yapı gerektirmekteydi. Bu baŞlamda küçük tarım işletmelerinin verimliliŞinin arttırılması için yapılan çabalar sadece ithal ikameci sanayinin geniş bir iç pazara olan gereksinmesini karşılamakla sınırlı kalmamaktadır. Bu aynı zamanda kentsel elitlerle büyük bir kitleyi oluşturan tarımsal mülkiyet sahibi ve üretimde aile emeŞi kullanan küçük ve orta boyutlu çiftçiler arasında da bir ittifak oluşturulmasına yol açmaktadır (Aydın 1986; Keyder 1983; Sirman-Eralp 1988). Cumhuriyetin 1923’de kurulmasından sonra oldukça yavaş giden tarımın mekanize olması ve kapitalistleşmesi süreci 1950’lerde devletin tarımı mekanize edebilmesini hızlandıran Marshall Yardımı ile birlikte önemli bir hız kazanmış ve bu baŞlamda da tarımda artan bir şekilde kimyasal girdiler kullanılmaya başlanmış ve üretim yapılabilecek tarımsal alanlarda önemli genişlemeler gerçekleşmiştir. Marshall yardımı devletin 1930’lardan itibaren tarıma devlet kredileri, girdi saŞlanması ve garantili devlet alımları biçiminde yaptıŞı desteklerin artarak yoŞunlaşmasına yol açmıştır. 1960 ile 1980 arasındaki planlı dönemin tarım politikalarının çok yönlü amaç ve hedefleri DB ve diŞer uluslararası örgütlerce de desteklenmekteydi. 228

Türkiye Tarımının Neo-Liberal Dönüşümü

Bu uluslararası örgütlerin tarıma ilişkin en can alıcı amaçları yeni tohum çeşitleri ve kimyasal girdilerden oluşan tarımsal teknolojinin üretim ve daŞıtımını kendi kontrollerinde tutan çok uluslu tarım-sanayi (agribusiness) şirketlerinin pazarlarını genişletmekti. Bu baŞlamda yaŞın olan politika araçları devlet tarafından açıklanan taban fiyatlarıyla belirlenen destek alımları, girdi sübvansiyonları ve sübvansiyon içeren ucuz kredilerden oluşmaktaydı. Bu politikaların uygulanmasıyla da verimliliŞin artacaŞı, fiyat istikrarının saŞlanacaŞı, ihracatın artacaŞı, enflasyonun engelleneceŞi, kalite ve rekabet kapasitesini artacaŞı beklenmekteydi (Aydın 2005; Işıklı ve Abay 1993; Oral 2006; TÜSşAD 1999; TZOB 2006). Burada ilginç olan ve vurgulanması gereken nokta kalkınmacı dönemde tarımda düzenlenmiş ve yoŞun bir devlet desteŞinin olması kırsal alanda tek düze bir etki yaratmamış olmasıdır. DiŞer bir nokta da devletin bu dönemde kırsal alanda tarımla uŞraşan farklı kategorideki çiftçiler üzerinde benzer etkiler yaratabilecek kendi içinde tutarlı bir destekleme politikasının olmamasıdır. Bu dönemde devlet tarım kesimindeki çeşitli üretici kategorileri üzerinde benzer etkiler yaratabilecek kendi içinde tutarlı bir destek politikası olmamıştır. 1930’larda tarımsal üretimi arttırmak için tarımda mevcut emekçi sayısında azalmaya neden olacak tarımsal teknolojilere yatırım yapmak yerine yeni tarım alanları yaratmaya yönelik politikalar uygulanmıştı (Tekeli ve şlkin 1998). şkinci dünya savaşı sırasında yoŞun tarım yerine yaygın tarıma öncelik verilmesi toplumun beslenmesi yükünü küçük aile işletmelerinin sırtına yüklenmesi anlamına gelmiştir. Tarım ürünlerinin devlet tarafından zorunlu olarak satın alınması küçük ve büyük çiftçiler üzerinde farklı bir etki yaratmıştır. Yetersiz üretimi fırsat bilen büyük çiftçiler hasat döneminde ürünlerini bekletip daha sonra pazarda kıtlıktan kaynaklanan spekülatif fiyatlara satarken küçük üreticiler mevcut kotaları karşılaya229

ÇaŞdaş Tarım Sorunu

bilme zorluŞundan ürünlerinin tümünü devlete teslim etmişlerdir. Savaş yıllarında devlet tarafından ürünlerin satın alınması politikası kırsal alandaki sınıf farklılaşmasına önemli bir katkı yapmış ve yoksullaşan kimi küçük üreticiler yaşamlarını sürdürebilmek için ellerindeki topraklarını satmak zorunda kalmışlardır (Pamuk 1988). Topraksız köylülerin bir kısmını topraŞa kavuşturmak için 1940’ ların sonları ve 1950’lerin başlarında devletin yaptıŞı toprak reformu denemesi devletin bir parçası olan güçlü toprak aŞalarının topraklarının daŞıtılması yerine, kimi kamu toprakları ve verimsiz marjinal toprakların topraksız ve az topraklı kırsal ailelere verilmesiyle sonuçlanmıştı. Reform sektöründe toprak daŞıtımı sonrası yeterli girdi ve teknoloji desteŞinin olmaması daŞıtılan toprakların bir kısmının satılmasıyla sonuçlanmıştı. Tarıma açılabilecek alanların sınırlarına ulaşması sonucunda 1960’larda devlet yaygın tarım politikalarını yoŞun tarım politikaları ile deŞişerek tarımsal üretimi arttırmayı hedeflemişti. Bu dönemde tarımdan sanayie kaynak aktarımı, hızlı bir şekilde artan kentleri besleyebilmek ve döviz gelirlerini arttırabilmek amacıyla yoŞun tarım devletin öncelik verdiŞi bir alan haline geldi. 1963 ile 1980’ler arasındaki beş yıllık kalkınma planlarında tarımın modernleşmesi ve mekanize olması özellikle vurgulanmıştır. Bunun için kullanılan politika araçları olarak modern tarım makinelerinin, modern gidilerin, geliştirilmiş tohumlar, ucuz krediler ve hem girdiler hem de ürünler için sübvansiyonların saŞlanması gündeme getirilmiştir (Kip 1988). Tarımsal kaynakların eşitsiz daŞılımından dolayı çiftçiye saŞlanan destekler bir ölçüde kırsal alandaki eşitsizlikleri daha da pekiştirmeye hizmet etmiştir. DiŞer yandan tarımın modernleşip mekanize olmasının 1950’ler ve 1980’ler arasında ülkenin ekonomik büyümesine önemli bir katkı yapmakla birlikte sonuçlar beklenenlerin çok altında bir seyir takip etmiş ve kırsal alanda 230

Türkiye Tarımının Neo-Liberal Dönüşümü

geleneksel üretim ilişkilerinin çözülmesini de işaret etmiştir (Akşit 1998; Aruoba 1988; Aydın 1986; Kanbolat 1963; Keyder 1983; Köymen 1988; Yalman). Tarımın mekanize olması ve uygun kredi mekanizmalarının olması kentlerde yaşayan toprak aŞaları (absentee landlords) kırsal alana geri dönmüş ve topraŞı işleyen ortakçı, maraba ve kiracıları topraktan atmışlardır (Akçay 1998; Aydın 1986; Yalman 1971). Bu da büyük ölçüde kırsal alanda proleterleşmeyi ve dolayısıyla da kırdan kente göç sürecini hızlandırmıştır. 1950 ve 1980 arasındaki kalkınmacı devlet politikaları küçük köylü işletmeleri için tarımda hızlı bir modernleşme başlatmalarına raŞmen kırsal alanda bu süreçten karlı ve zararlı çıkanlar vardı. Kırsal alanda sınıfsal farklılaşmaları keskinleştiren tarımda böylesi bir dönüşümün baş aktörü devlet olmuştur. 1960’lar ve 1970’ler boyunca Dünya Bankası Yeşil Devrim, bölgesel entegre kırsal kalkınma programları ve tarımsal girdi ve kredi saŞlanması biçimindeki tarıma devletin aktif müdahalelerini açıkça desteklemiştir.1 Bu politikalar tarımın kapitalistleşmesi ve mekanize edilmesiyle sınırlı kalmamıştır. Politikaların en belirgin sonuçları iç pazarda üretim ve tüketim malları için bir talep yaratmış olması ve kır ve kentte ücretli emek için iş olanaklarına yol açmasıdır. Bu dönemde tarımda küçük işletmelere öncelik verilmesi kararında ve aile işletmelerinin pazara baŞımlılıklarının yoŞunlaştırılmasında Dünya Bankası çok etken bir rol oynamıştır. Bu baŞlamda Dünya Bankası birçok ülkede tarımda küçük aile işletmelerin kalkınması ve gelişmesi için kalkınma projelerinin hazırlanıp uygulanmasında öncülük etmiştir (Aydın 1993). 1980’lere dek gerçekleşen üretim artışları devletin köylülüŞü destekleyen popülist politikalar uygulamasına ve tarımda diŞer sektörlere –––––––––––––––––––– 1

Türkiye’de Dünya Bankası’nca desteklenen entegre kırsal kalkınma projelerine bir örnek olan Çorum - Çankırı entegre kırsal kalkınma projesinin detaylı bir analizi için bkz. Aydın 1990.

231

ÇaŞdaş Tarım Sorunu

kaynak aktarmasına olanak vermiştir. 1950’ler ile 1980’ler arasında devletin saŞladıŞı sübvansiyonlar, alt yapı yatırımları, eŞitim ve saŞlık hizmetleri kırsal alanda birçok refah kazanımlarına neden olmuştur (Akşit 1993; Aydın 2002; Boratav 1988; Köymen 1998; TÜSşAD 1999). Kırsal alanda yaşam standartlarında genel bir düzelme olmasına raŞmen 1970’ler boyunca ekonomide ciddi yapısal zayıflıklar gözlenmektedir. şthal ikamesine dayalı sanayinin yaşadıŞı darboŞazlar, ödemeler dengesindeki giderek artan açıklar ve dolayısıyla da borç krizi ülke için büyük toplumsal ve siyasal gerginliklere yol açan sorunların başında gelmekteydi. Ülkenin 1970’lerde yaşadıŞı ekonomik ve siyasal kriz uluslararası finans kuruluşlarına ülkeyi liberalleşme politikalarına itmek için haklı gösterebilecekleri önemli bir zemin hazırlamıştı. Açıkçası müdahaleci kalkınma devlet politikalarının terk edilip neo-liberal pazar ekonomisine geçmek öyle bir gecede oluşturulabilecek kadar kolay ve basit bir şey deŞildir. Türkiye’de şkinci Dünya Savaşı’ndan itibaren yapısal uyum politikalarına bir gereksinme olduŞu zaman zaman dile getirilmiş olsa bile 1980 öncesi uygulanan politikaların ve alınan tedbirlerin hiçbiri yeni bir strateji olarak düşünülebilecek kadar kapsamlı deŞildi. Buna raŞmen bu bölük pörçük de olsa uygulanan liberal politikalar ileriki yıllarda köklü deŞişikliklerin getirilmesi için uygun koşulların olgunlaşmasına yol açmıştır. Ocak 1980’de uygulamaya konan paketin çok köklü ve kapsamlı olması Dünya Bankası’nın bunu sıradan bir istikrar paketi olarak deŞil de yeni bir kalkınma stratejisi olarak nitelendirmesine neden olmuştur (Krueger ve Turan 1993; World Bank 1988). Bu paket çerçevesinde sanayi ve finans sektörleri tedrici fakat köklü bir yeniden yapılandırmaya maruz kalmaktaydı. 1980 sonrasını takip eden yirmi yıl boyunca tarımdaki kalkınmacı politikalar yavaş yavaş zayıflatılarak temel bir deŞişim getirecek olan neo-liberal pazar ekonomisine zemin ha232

Türkiye Tarımının Neo-Liberal Dönüşümü

zırlanmıştır. Tarımda köklü bir liberalleşme için ilk ciddi adım 1994 ekonomik krizini takip eden yıllarda atılmıştır. Bir sonraki kısımda 5 Nisan 1994 Kararlarını tartışılırken tarımdaki liberalleşmeye de irdelenecektir. VI.3. Yeni Uluslararası şşbölümü şşbölümü ve Türkiye Tarımının Yeniden Yapılandırılması 1980’lerden itibaren YUP’nın dayatılması 1970 sonları ile 1980 başları arasında hüküm süren ekonomik, siyasi ve toplumsal sorunlardan zaten etkilenen tarım sektörünün karşılaştıŞı güçlükleri daha da derinleştirerek arttırmıştır. Devletin dayatılan ekonomik ve siyasal koşullara direnç gösterememesi 1970’lerin getirdiŞi petrol krizinden doŞan borç tuzaŞından kaynaklanmaktaydı. Dolayısıyla ekonomik alandan devletin giderek çekilmesi tarımdaki sübvansiyonların kaldırılmasının başlangıcını oluşturmuş ve tarım sektöründe devlet yatırımlarının yavaş yavaş azaltılması anlamına gelmiştir. Bu baŞlamda Türkiye tarımında neo-liberal politikaların kabul edilip uygulanması gerçeŞinin tarımda küresel olarak yeni bir uluslararası işbölümünün oluşması ve tarımsal-sanayi ÇU ’lerinin oluşan yeni gıda rejimi üzerinde kurduŞu hâkimiyet ile baŞlantılı olduŞunu tekrar vurgulamakta yarar var. şkinci Dünya Savaşı sonrası tarımsal-sanayi ÇU ’ler büyük ölçüde tarımsal girdi pazarlarını genişletmeyi amaçlıyorlardı. Bu da gelişmekte olan ülkelerde kapitalizm öncesi üretim tarzlarının çözülmesini gerektirmekteydi. Dolayısıyla da 1970’lere dek uluslararası yardım örgütleriyle işbirliŞi içinde olarak küçük-ölçekli tarım ve ithal ikameci politikaları desteklediler. ÇU ’lere küresel gıda zincirlerini kontrol edebilme olasılıŞını saŞlayan tarımsal teknolojilerin hızlı bir deŞişimiyle birlikte tarım-sanayi ÇU ’lerinin gereksinme ve öncelikleri yeni bir biçim kazandı. Bu yeni gereksinmeler için gelişmekte olan ülke233

ÇaŞdaş Tarım Sorunu

lerde tarımın mekanize olması artık yetmemekteydi. Bu gereksinme ve öncelikler gelişmekte olan ülkeler tarım sektörlerinde tarım-sanayi ÇU ’lerin etkinlikleri için en uygun koşulları oluşturabilecek köklü yapısal deŞişiklikleri zorunlu hale getirmekteydi. 1970’lerden itibaren oluşan yeni küresel gıda rejiminde IMF, DB ve DTÖ gibi uluslararası örgütler, ABD, Kanada ve AB gibi güçlü devletler veya devlet grupları gelişmekte olan ülkeleri neo-liberal politikalar uygulayarak tarımsal yapılarını yeniden şekillendirmeye zorlamaktadırlar. Tarım-sanayi ÇU ’leri tarafından kontrol edilen yeni gıda rejimi gelişmekte olan ülkelerdeki mevcut tarımsal uygulamaları tarımın yeniden yapılandırılması için bir ayak baŞı olarak görmektedir. Devlet müdahalesi olarak görülen çiftçi destekleri ve sübvansiyonlar temel suçlu olarak sunulmakta ve bunların tümüyle ortadan kaldırılması için hükümetlere öneri ve baskılar yapılmaktadır. Neo-liberal politikalar verimlilik gerekçeleriyle haklı gösterilmeye çalışılırken aslında yapılmak istenen geleneksel ürünlerin ekonomik temellerini yıkmak ve tarım-sanayi ÇU ’lerin istedikleri yüksek deŞerli tarımsal metaların üretilebilmesi için gerekli koşulları oluşturmaktır. Agro-sermayenin istediŞi ürünlerin üretilmesi için uluslararası sermaye ile sözleşmeli tarım anlaşmalarına ancak yoksullaşmış ve çaresiz bırakılmış üreticiler ikna olmaktadırlar. Türkiye kırsalında da neo-liberal politikaların yapmaya çalıştıŞı buna çok yakındır. Bu süreç Türkiye’de henüz ilk çocukluk yıllarını yaşamaktadır. Bu süreçten beklenen şey yoksullaşan geleneksel ürün üreticilerinin uluslararası agro-sermayenin hâkim rolünü ister istemez kabul etmeleridir. Bu hâkimiyetle uluslararası agro-sermaye üretimin yeni koordinasyon ve kontrol mekanizmalarını saŞlayacak deŞişimleri getirerek ürün standardizasyonu ve zamanında üretimi garanti altına almaktadır. Giderek artan bir sayıda üretici Türkiye’de sözleşmeli tarıma geçerek agro-sermayenin istediŞi ürünle234

Türkiye Tarımının Neo-Liberal Dönüşümü

ri üretmektedirler. Bu da uluslararası agro-sermayenin daha önceleri geleneksel ürünler üretilen bölgelere girebilmesini saŞlayacak koşulların Türkiye’ye dayatılan tarımsal desteklerin kaldırılması politikaları aracılıŞıyla yavaş fakat emin adımlarla gerçekleştirilmesinin başarılı olduŞu anlamına gelmektedir. Türkiye’de çiftçilerin uluslararası meta zincirlerine entegre olması yavaş bir gelişim göstermiş ve bu süreç 1980’ler sonrasında uygulanmaya konulan neo-liberal politikaları nedeniyle özel bir ivme kazanmıştır. Uygulanan yeni politikanın ilk ve en önemli amacı korumacı ve devlet güdümlü ithal ikameci politikaları terk edip bunları serbest pazar mekanizmalarını vurgulayan tedbirlerle deŞiştirmek olmuştur. Tarım sektöründe ise 1980 sonrasında neo-liberal politikaların uygulanması pek de öyle rahat sorunsuz bir süreç olmamıştır. Bu dönemden kendi siyasal çıkarları açısından birçok hükümet ekonomik verimlilik ve siyasal meşruiyet arasında gidip gelmiştir. Bir yandan serbest piyasa ekonomisine sadakat devletin kırsal alandan çekilmesini gerektirirken çok partili yaşamın siyasi çıkar gereklilikleri de kırsal alanda meşruiyetlerini sürdürebilmek için siyasi partiler birçok tarım üreticisine teşvik ödünleri vermek zorunda kaldılar. Bu nedenle de 1980’ ler boyunca hükümetler IMF ve DB ile özellikle tarıma verilen destekler konusunda ters düşüp gerginlikler yaşamış, zaman zaman da DB hükümetlere verdiŞi kredileri askıya almıştır. DB ve IMF’nin memnuniyetsizliklerine raŞmen 1980’ler ve 1990’lar boyunca hükümetler tarımsal fiyatlara müdahale etmekle kalmamış kimi ürünlerde sübvansiyonlar ve destekleme alımlarını zaman zaman yeniden getirmiştir. Kemerleri sıkma ve anti refah politikalarına kitlelerin verdiŞi reaksiyonların gücü hükümetin aldıŞı kararlarda çok önemli bir etken olmuştur. Reaksiyonların niteliŞine baŞlı olarak da hükümetler ya liberalleşme politikalarında ne kadar ileri gideceklerine karar vermişler, ya da üreticilerin desteŞini saŞlayabilmek için onlara ne kadar 235

ÇaŞdaş Tarım Sorunu

ödün verebileceklerini hesaplamışlardır. ÖrneŞin 1980 başlarından ücretleri bastıran ve tarıma verilen sübvansiyonları sınırlayan politikalar 1989’da emekçi sınıfların hoşnutsuzlukları ve yaklaşan seçimler nedeniyle duraksamıştır. Eski politikalara bir müddet ara veren hükümet ücretleri bastıran politikaları bırakmış ve hızlı bir şekilde kimi tarım ürünlerine destek fiyatları vermek seklinde popülist politikalar uygulamıştır. Siyasal çıkarlar meşruiyet krizleri yaşamak istemeyen hükümetleri sübvansiyonlar konusunda keskin kararlar almak eŞiliminde olmamışlardır. Özellikle de seçimler arifesinde hiçbir hükümet sübvansiyonlar, ücretler ve sosyal hizmetlerde aşırı kesintiler yaparak tarım üreticilerinin tepkilerini çekmeyi göze alamamıştır. DiŞer yandan da Türkiye’de tarım üreticileri yapılan politikaları etkileyebilecek derecede güçlü bir örgütlenmeye sahip deŞildir. Ülkede sadece tarım üreticilerinin sorunları üzerine politika yapan hiçbir siyasi parti bulunmamaktadır. Yapılan politikaları etkilemek açısından tarımsal kooperatifler ve çiftçi örgütleri gibi sivil toplum örgütleri oldukça zayıf bir durumdadırlar. Üreticilerin zaman zaman ortaya çıkan tek tük reaksiyonlarına da hükümetler hesaplarına geldiŞi zaman ve şekilde yanıt vermişler ve örneŞin seçimler öncesi popülist politikalar uygulamışlardır. Hükümetlerin popüler istekleri karşılamak için getirdikleri tedbirler büyük ölçüde IMF ve DB’nın getirdiŞi koşullarla baŞlantılı olarak giderek azalmıştır. Türkiye’de ticaret ve finans sektörünü nerdeyse tümüyle liberalleştirdiŞine inanan Bretton Woods kurumları 2000’lerde devlet ile kırsal kesim arasındaki ilişkilerin de tümüyle yeniden yapılandırılmasının zamanının geldiŞine inanmıştır. Fiyat destekleme politikasının çiftçilere ‘doŞrudan destek’ le deŞiştirilmesi, tarım kooperatif ve birliklerine verilen devlet yardımlarının kesilmesi ve Toprak Mahsulleri Ofisinin bunların yerine genişletilip yayınlaştırılma236

Türkiye Tarımının Neo-Liberal Dönüşümü

sı bu köklü dönüşümün temel taşlarını oluşturmuştur. 5 Nisan 1994 kararları çerçevesinde tarımsal sübvansiyonlarda tedrici bir azalma oluş olsa da mevcut tüm tarımsal sübvansiyonların sona erdirilmesini öngören ve bu anlamda daha önemli olan tarımda liberalleşme dalgası 2000 yılında IMF ile imzalanan anlaşma sonrasında gelmiştir. Tarımın tedrici liberalleştirilmesinin yoksulluŞu arttırıcı etkisi 2002 seçim sonuçlarını belirleyen önemli etkenler arasındadır. AnımsanacaŞı gibi bu seçimde mevcut hükümet ortaklarının hiçbiri parlamentoya girememiş ve yeni kurulmuş olan Adalet ve Kalkınma Partisi büyük bir çoŞunlukla kazanmıştı. VI.4. 1994 Finans Krizi Sonrası NeoNeo-liberal Politikalar 1994 finans krizini takiben tarımda hükümet sistematik ve kapsamlı yeniden yapılandırma programı başlatmayı denemişti. Hükümeti genelde ekonomide ve özellikle de tarımda böylesi kapsamlı bir yeniden yapılandırma programına iten 1994 finans krizi ne anlama gelmekteydi? 1980’lerden itibaren Keynesçi politikalardan uzaklaşıp neo-liberal politikalara yönelmek ‘sosyal devlet’in sona ermesi demekti. Bu da devletin kamu gelirlerinden yosun kalarak aşırı iç ve dış borçlanmaya yönlenmesi anlamına gelmekteydi. Bir yandan kısa dönemli yabancı sermaye akımı devlet için gerekli olan finansal kaynakları tam zamanında saŞlayıp kısa dönemde özel tüketim taleplerinin karşılanmasına olanak saŞlanmıştı ama diŞer yandan da bu finans sermayesine dayalı birikim modeli sürdürülebilir deŞildi. Çok sınırlı bir vergi geliri elde edebilen devlet kamu finansmanı için devlet öylesine yoŞun bir biçimde finans pazarlarına yönelmişti ki konsolide bütçenin yarısından fazlası borç ödemelerine ayrılmak zorunda kalınmıştı (Aydın 2005; Yeldan 2001). 1989 da sermaye hesabının kapsamlı liberalleştirilmesi ekonominin kırılganlıŞına çok 237

ÇaŞdaş Tarım Sorunu

önemli bir katkıda bulunmuş ve 1994’de küçük büyüme ve kriz çevrimleri sona erdi. Bunun temelinde devletin öteden beri uyguladıŞı yüksek enflasyon ve aşırı deŞerli döviz kuru yoluyla ekonomik büyümeyi saŞlama politikalarının artık sürdürülemez olması yatmaktaydı. Tasarruf ve yatırımlara yol açması beklenen sözde ‘finansal devrim’ bunun yerine yüksek gerçek faiz oranları nedeniyle spekülatif bir yabancı sermaye gelişine neden olmuştur. Bu da ülke içindeki varlık piyasalarında büyük kargaşalara yol açmış, finans sektöründe bir çöküntüye ve de 1994’de büyük bir ekonomik krize neden olmuştur. Popülist yüksek ücret politikaları, üretim sektörü yatırımlarının çok azalması ile spekülatif sermaye hareketleri ve kısa süreli borçlanmaya dayanan kalkınma politikaları hep birlikte 1994 finansal krizinin oluşması için gerekli koşulların ortaya çıkmasına neden olmuşlardı. 1993 sonu itibariyle Türkiye’nin büyük ödemeler dengesi problemi yaşaması sonucu Standard and Poor’s ve Moody’s adlı en önemli iki kredi deŞerlendirme şirketinin Türkiye’nin kredi notunu düşürmeleri sonucu 1994’de önemli miktarda kısa dönemli sermaye ülke dışına kaçarak zaten kötü durumda olan ödemeler dengesi sorunun daha da büyümesine neden olmuştu. 1994 yılı 5 Nisan kararları 1994 finansal krizinin yarattıŞı sorunları gidermek üzere alınmış büyük bir istikrar paketi niteliŞindeydi. Alınan bir dizi kararın temel amaçları arasında enflasyon oranını düşürmek, kamu harcamalarını azaltmak, ihracatı arttırmak ve parasal istikrarı saŞlamak gibi hedefler bulunuyordu. Bu hedeflerin dışında 5 Nisan kararlarının en önemli özelliŞi uluslararası finans kuruluşlarının istekleri doŞrultusunda tarımdaki destek sistemini yeniden yapılandırmak çabasıydı. 5 Nisan kararları devlet garantili ürün alışlarını şeker pancar, tütün ve tahıllarla sınırlı tutmayı ve Tarım Satış Kooperatifleri BirliŞi’nin fındık, ayçiçeŞi ve pamuk gibi ürünlerin alımındaki gücünü sınırlamaktı. Destekleme alımları 238

Türkiye Tarımının Neo-Liberal Dönüşümü

kapsamının 1970’te 30 üründen 1980’de 24’e ve 1980 ve 1988 arasında daha az sayıda ürüne düşürülmesi tarımsal gelirlere büyük bir darbe vurdu (Boratav 1988: 135). Siyasal çıkarlar, seçim kaygıları ve hükumet deŞişiklikleri gibi nedenlerle şMF güdümündeki 5 Nisan kararları tarımda kolayca ve tam anlamıyla uygulanamadı. Dolayısıyla da 1990’lar boyunca genel olarak tarım 1980’ler boyunca yaşadıŞı eşi görülmemiş kayıpların bir kısmını yeniden kazandı. Ama önemli olan husus 1990’lar boyunca devlet bürokrasisi tarımın köklü bir deŞişimi için gerekli olan temel yasal altyapıyı deŞiştirmekle geçirdi. Bu hazırlık tesadüfi deŞildi: IMF ve DB gibi Bretton Woods kurumlarının benimsediŞi Washington sonrası uyumun dayattıŞı koşulların uygulaması gereŞi yapılmıştı. 1994 finansal krizi devlete bazı liberalleşme politikalarını deneyip, emek gücünün %45’ini oluşturan tarım çalışanlarının reaksiyonlarını ölçme şansını vermişti. Ne yazık ki tarım çalışanları ve Tarım Satış Kooperatifleri BirliŞi’nin Hazine ve DPT tarafından hazırlanan Yedinci Beş Yıllık Kalkınma Planı’ndaki (19962000) tarımla ilgili tedbirlere reaksiyonları pek de güçlü deŞildi. Bu tedbirler tarım sektörünün şMF ve DB’nın Türkiye’den tarımın dönüştürülmesi için bekledikleri ile Avrupa BirliŞi’ne (AB) katılım için zorunlu kılınan AB tarım politikalarına uyum sürecine ilişkin olarak tarımın sektöründe yapılması gerekenleri içermekteydi. AB’de Türkiye’yi sürekli olarak IMF ve DB pragmalarına uymaya teşvik ederek devlet ve yarı devlet girişimlerini özelleştirmesini, ithalat vergilerini ve ticaret sınırlamasını ve tarıma verilen tüm devlet desteklerinin tamamen kaldırmasını istemektedir. AB bunun AB ye ‘katılımın şok etkilerini’ yaşamamak için zorunlu olduŞunu iddia etmektedir (Commission of the European Communities 2004: 36). AnlaşılacaŞı gibi katılım öncesi dönemde Türkiye tarımının kökten bir dönüşüme uŞratılıp liberalleşmesi beklenmektedir. Türkiye’nin AB’ne katılımı için tarım hazırlıklarda tarım sektörü en sorunlu alanlardan biri olarak görünmek239

ÇaŞdaş Tarım Sorunu

tedir. Tarım pratiklerinin AB normlarına uydurulması süreci Türkiye için hem çok zor hem de pahalı bir deneyim olarak ortaya çıkacak gibi görünmektedir. Bir kez AB ile Türkiye tarım sektörleri arasında çok büyük yapısal farklılıklar vardır. Ortak Tarım Politikası (OTP) ile Türkiye’deki tarım politikaları arasındaki geniş farklılıklar Türkiye’nin AB müktesebatına (acquis communitaire) uyum için çok ciddi tedbirler almasını gerektirmektedir. Türkiye’nin tarım politikalarını OTP’na uydurma sorunu 1970 yılında imzalanan Ankara Anlaşmasının Ek Protokolü’nden beri gündemde olmuştur. Beş yıllık kalkınma planları Türkiye tarım politikalarını OTP’na uydurmanın zorunluluŞu konusunda sözde bir kararlılıŞın ötesine geçmemiştir. 1996’da Gümrük BirliŞi anlaşmasının imzalanmasından sonra kimi düzensiz girişimler olmasına raŞmen asıl ciddi girişim 2000 yılındaki Katılım OrtaklıŞı Dokümanı’na konulan somut hedefler ve eylem takviminde ortaya çıkmıştır. Bu doküman Türkiye tarımının köklü bir dönüşümü için kısa ve uzun dönemli hedefleri belirlemiştir. Kısa dönemli hedefler olarak işlevsel bir toprak kadastrosunun yapılması, hayvan kimlik sisteminin oluşturulması, bitki pasaport sisteminin oluşturulması ve yönetsel yapıların kurulmasını öngörmektedir. Bunlarla da tarımsal pazarların kontrolü ve çevresel, yapısal ve kırsal kalkınma önlemlerinin alınması hedeflenmektedir (European Council 2001: L85/17). Katılım OrtaklıŞı Belgesinde listelenen kısa dönemli öncelikler hayvan ve bitki saŞlıŞı sorunlarını denetleyip kontrol edebilecek yapıların kurulması ve laboratuvar test ve denetleme sistemlerinin kurulup geliştirilmesi gibi hedefleri de içermekteydi. Katılım OrtaklıŞı belgesindeki kısa dönemli hedefler bir yandan Türkiye tarımının OTP’na uyumunu saŞlamayı hedeflerken diŞer yandan da tarım sektöründeki yetersiz alt yapıyı güçlendirmeyi amaçlamaktaydı. 240

Türkiye Tarımının Neo-Liberal Dönüşümü

Dokümanda belirlenen orta vadeli öncelikler de uyum için tarım ve kırsal kalkınma politikalarının hazırlıklarını tamamlamak ve gıda işlenmelerini (et ve süt ürünleri işleme kuruluşluları) AB hijyen ve kamu saŞlıŞı standartlarına uygun hale getirebilecek test ve teşhis kuruluşlarını daha da güçlendirerek modernleştirmek gibi hedefler koymaktaydı (European Council 2001: L85/20). Türkiye ile AB arasındaki ilişkinin eşitsiz bir ilişki olduŞu gün gibi açıktır. AB Türkiye’nin AB ne kabulünden önce Türkiye tarımının ve onu yönlendiren kural, yasa ve yönetmeliklerin tümüyle deŞiştirilip modernleşmesinde ısrar etmektedir. Burada önemli olan nokta AB tarımının modernleşmesi çok uzun bir zaman dilimi içeresimde gerçekleşmiş ve bu modernleşme halen de süregitmekte olan ve uzun yıllardır tarıma yapılan sübvansiyonlar sayesinde gerçekleştirilmiştir. Türkiye tarımından benzeri bir modernleşmeyi ve verimliliŞi kısa bir sürede ve gerekli finansal fonlar olmadan gerçekleştirmesini beklemek pek de gerçekçi deŞildir. Yedinci beş Yıllık Kalkınma Planı’nda belirlenen hedefler arasında şunlar vardır: tarım ürünleri alımında çiftçinin eline geçen fiyatlarda devlet garantisini kaldırmak için bir devlet müdahalesi; devlet ve yarı devlet kurumlarınca yapılan garantili ürün alımlarının durdurulması; ürün girdi desteklerinin aşamalı olarak kaldırılarak yerine çiftçilere doŞrudan gelir desteŞini getirilmesi; kapasitenin üzerinde üretimi yapılan kimi ürünlerin üretiminin sınırlanması; bunların yerine ülke içi ve ülke dışında talebin olduŞu yeni ürünlerin üretiminin teşvik edilip tanıtılması (DPT 1996: 57-60). Yedinci Plan döneminde Türkiye Süt Endüstrisi Kurumu, Et Balık Kurumu ve Hayvan Yemi Sanayii gibi birçok kamu kuruluşu üreticiler içim üretim, organizasyon ve daŞıtım açısından ortaya çıkacak muhtemel etkiler fazlaca düşünülmeden özelleştirildi. şlginç olan şey Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planında geleneksel ürünlerden alternatif ürünlere geçmenin resmi bir devlet politikası olarak 241

ÇaŞdaş Tarım Sorunu

ortaya çıkmasıdır. Bu dönüşüm niyetleri 9 Aralık 1999’dan itibaren IMF’ye verilen dört niyet mektubunda defalarca tekrarlanmıştır. Dolayısıyla da bu niyet mektuplarıyla tarıma doŞrudan doŞruya bir saldırı başlamıştır. VI.5. IMF, Dünya Bankası ve Türkiye Tarımı Aralık 1999 niyet mektubu öncesinde tarım sektörünün bütünüyle bir liberalleşmeye maruz kalmamış olması devletin ekonominin her alanında liberalleştirebilecek bir kapasitede olmamasından kaynaklanmaktaydı. Liberalleşme tedricen gerçekleştirilirken ilk olarak uluslararası ticaret ve sermaye hesabına öncelik verilmişti. Bunların liberalleşmesi 1999’a dek tamamlandıktan sonra çabalar tarım sektörünün liberalleşmesi üzerinde yoŞunlaştı. IMF’ye verilen bir dizi niyet mektubu tarımsal yapıların dönüştürülmesi için bir dizi orta ve uzun vadeli politika amaçlarını belirlemişti. Niyet mektuplarında söz verilen çok kapsamlı hedefler çok tartışılan 2001 Ekonomik Reform Programı’na (ERP) eklenip onunla bütünleştirilmişti. Daha önce sözü edilen mevcut tüm destek politikalarının kaldırılıp yerine dorudan destek sisteminin getirilmesi, tarımsal ürün satın alan yarı devlet kurumlarının kaldırılması ve tarımda etkinlik gösteren tüm devlet kurumlarının özelleştirilmesi gibi önlemler hem niyet mektuplarında hem de ERP’da vurgulanan konular arasındaydı (Hazine 2000a: xiv; 2000b: 52). Geçmiş politikalardan baŞları uzun dönemde geriye dönülemeyecek şekilde koparan bu çok kapsamlı reformlar için Türkiye Dünya Bankası tarafından mükâfatlandırılmıştı. Bu mükâfatlar arasında Türkiye’ye verilen 2000’de imzalanan Ekonomik Reform Kredileri anlaşması çerçevesindeki 760 milyon dolar vardı. DB bu parayı Türkiye’ye 1999 standby anlaşmasında verdiŞi sözleri tutarak gerekli uygulamaları yapması için vermişti. 2001 yılında ise Tarım Reformu Uygulama Programı (TRUP) çerçevesinde DB Tür242

Türkiye Tarımının Neo-Liberal Dönüşümü

kiye’ye 600 milyon dolar vermiş, bunun karşılıŞında da 2001-2005 yılları arasında Ekonomik Reform Kredileri için verilen sözlerin tutulup uygulamaya konulup konulmadıŞını denetleme hakkını elde etmişti. Hem ERP hem de TRUP kamu maliyesinin, sosyal güvenliŞin, telekomünikasyonun, enerjinin ve tarımın yönetilmesi için bir dizi yapısal deŞişiklikleri öngörmekteydi. Tarımda uygulanan en önemli politikalar yönetsel yapıların tümüyle yeniden örgütlenmesi, devlet müdahalelerinin tümüyle ortadan kaldırılması ve uzun dönemde de Türkiye Zirai Donatım Kurumu, ÇAYKUR, TEKEL ve eker Fabrikalarının özelleştirilmelerinin hızlandırılması ve kooperatif kurumunun DB’ nın yönlendirmesi doŞrulusunda yeniden düzenlenmesi gibi politikalardan oluşmaktadır. Tarımdaki Kamu şktisadi Teşebbüslerinin (KşT) özelleştirilmesi 1985 yılında DB’nın himayesinde hazırlanıp 1986’da 3291 sayılı yasayla yürürlüŞe konan Özelleştirme Master Planında belirlenen öncelikler sırasına göre uygulanmaya başlamıştır. TRUP girdi üretim ve daŞıtımı, hayvan yetiştiriciliŞi, et, balık ve kümes hayvanları üretim, daŞıtım ve tarım ürünleri pazarlaması alanlarında faaliyet gösteren birçok sayıdaki KşT’in özelleştirilmesinin hızlandırılmasının bir aracı olmuştur. Bundan nasibini alan kurumlar arasında Et Balık Kurumu, SEK, YEMSAN, TZDK, Türkiye Gübre Anonim irketi, Türkiye eker Fabrikaları Anonim irketi, TEKEL, Çay şşletmeleri ve Tarım Satış Kooperatifleri Birlikleri bulunmaktadır. TRUP Dünya Bankasına tarımsal destek sistemi, tütün ve fındık üretimine doŞrudan doŞruya müdahale etme olasılıŞını vermiştir. TRUP tütün destek alımlarının 2002-3 üretim yılından itibaren kaldırılmasını TEKEL’in tüm varlıklarının 2001’den itibaren özelleştirilmesini alternatif ürünlerin benimsenip üretilebilmesi için destekler saŞlanmasını öngörmüştür. Yeni destek modeli çiftçilere beş yıl boyunca doŞrudan gelir desteŞi ve bir yıl için de yeni de243

ÇaŞdaş Tarım Sorunu

nenen ürünlere girdi maliyetleri, ürün bakımı ve hasadı için alternatif ürün desteŞi vermeyi içermektedir. Proje aşırı üretim yapıldıŞı iddia edilen tütün ve fındık üretiminden ihtiyaçlara yetmeyecek kadar üretilen yeni ürün türlerine geçmeyi garanti etmeye çalışmaktadır. Alternatif Ürün Projesinin 161.6 milyon dolarlık bütçesinin 146 milyon doları fındık üretimi altındaki alanların azaltılması için, 15.6 milyon doları da tütün üretim alanlarının azaltılması için ayrılmıştır. Tütün üretiminin azaltılması için ileri sürülen gerekçeler Hazine’nin 1998 ve 1999 yılları için saŞladıŞı rakamlara dayanarak meşru gösterilmektedir. Bu rakamlara göre tütün üretimi TEKEL’in alım kapasitesini çok aşmaktadır. Buna karşın Devlet şstatistik Enstitüsü ve TEKEL’in verdiŞi rakamlara göre ise 2001 yılında 144.000 ton 2002’de ise 153.000 ton olan toplam tütün üretimi Hazine tarafından verilen rakamlara göre 180.000 ton olan ülke ihtiyacının çok altında olan bir rakamdır (www.treasury. gov.tr). Dolayısıyla da tütün üretiminin sınırlanmasının asıl amacı aşırı üretimi önlemek deŞil de Türkiye pazarını uluslararası tütün şirketlerine açmaktı. VI.6. AB, DTÖ ve Türkiye Tarımının Liberalleşmesi Çok ilginçtir ki IMF, DB ve DTÖ’nün Türkiye tarımından istedikleri ile AB’nin talep ettikleri arasında çok dikkate deŞer benzerlikler ve birbirlerini tamamlayıcılıklar vardır. AB’ye katılım sürecinin gereksinmeleri, GATT ve onun devamı olan DTÖ’nün kuralları ve IMF ve BD’nın koşulları birlikte hareket ederek Türkiye’yi tarımsal yapılarını yeniden yapılandırmaya zorlamaktadır. Dolayısıyla 1996 yılında imzalanan gümrük birliŞi anlaşmasının Türkiye tarımının yeniden yapılandırılması sürecini hızlandıran bir işlev görmesi pek şaşırtıcı da deŞildir. AB’nin Türkiye’den ısrarla istediŞi tarımın AB müktesebatına ve Ortak Tarım Politikasına uyumu için gerekli görülen tüm kurumsal ve ya244

Türkiye Tarımının Neo-Liberal Dönüşümü

pısal reformları yaparak liberalleşmesi, GATT Uruguay görüşmelerinin dayattıŞı tarımsal ticaretin liberalleşmesi ve üretim sübvansiyonlarının tedricen kaldırılması ile ihracat desteklerinin azaltılmasına ilişkin öngördüŞü tedbirler ile büyük bir ölçüde örtüşmektedir. 1994 yılında GATT’ın yerine geçen DTÖ’de gelişmekte olan ülke tarımlarını küresel sistemle artan bir şekilde bütünleştirme açısından işe GATT’ın bıraktıŞı yerden devam etmiştir. 1995 yılından itibaren yürürlükte olan Tarım Anlaşması’nın tarımsal emtianın uluslararası ticaretinin liberalleştirilmesini ve korumacı politikaların tümüyle kaldırılmasını olmazsa olmaz olarak gören kuralları bir DTO üyesi olan Türkiye’yi de baŞlamaktadır. Bu baŞlamda gelişmekte olan ülkelerin belli bir dönemde belli bir süre içinde uygulamalarının beklendiŞi politikalar arasında tarım ürünleri ihracatına verilen destek ve sübvansiyonların tümüyle kaldırılması ve ülke içinde de tarımsal desteklerin yok edilmesi bulunmaktadır. şçinde bulunduŞu mali ve finansal krizi aşabilmek ve AB’ye giriş ölçütlerini karşılayabilmek ve bunlar için ilave kaynaklar edinebilmek için Türkiye fedakârlıklar yapıp kendi tarımını kurban etmek zorunda olduŞunu bilmektedir. 1999’dan itibaren süregiden stanby anlaşması görüşmeleri Türkiye’nin tarımsal üretim ve ticaretini liberalleştirmesi konusunda dış baskılara boyun eŞmesinin son aşamasını oluşturmuştur. 2000 yılında başlatılan kapsamlı bir ekonomik program AB ye katılım ortaklıŞının gereksinmelerine uymak zorunluluŞu ile uluslararası finans kurumlarından yeni krediler alabilmek için ülkenin liberalleşmesi için gösterilen kararlılıŞın ortak bir sonucudur. Dolayısıyla da ekonominin yeniden yapılandırılması için zorunlu görülen yasal çerçevenin oluşması için birçok yeni yasalar parlamentodan hızlı bir şekilde geçirilmiştir. Reformlar için kurumsal bir çerçevenin de oluşturulması için de gerekli tedbirler hızlı bir şekilde alındı. Bir sonraki bölümde devleti 245

ÇaŞdaş Tarım Sorunu

uluslararası örgütlerin isteklerine teslim edip Türkiye tarımını tarım-sanayi ÇU ’ne boyun eŞecek konuma getirecek olan ve 2000 yılından itibaren uygulamaya konan en önemli yasal ve kurumsal deŞişiklikler ele alınıp irdelenecektir. VI.7. Tarım Satış Kooperatifleri BirliŞinin (TSKB) şşlevsiz şşlevsizleştirilmesi 1935 tarihli 2834 sayılı yasa ile kurulmasına karar verilen tarım satış kooperatifler şu hedefleri gütmekteydi: üyelerinin tarım ürünlerinin satışını, adil fiyatların saŞlanmasını, ürünlerinin işlenip pazarlanmasını, ihracatı artırabilmek için ürünlerinin standartlaşmasını, ucuz tarım alet, edevat, makine ve girdilerinin saŞlanmasını kolaylaştırmak. Görece demokratik ve katılımcı bir yapıya sahip olan tarım satış kooperatiflerinin bu özelliŞi 1984 yılında çıkarın 138 sayılı kararname, 1985’de çıkarılan 3186 sayılı yasa, 1991’de çıkarılan 3710 sayılı ve 3947 sayılı yasalar ile dönüştürüldü (Oral 2006: 266-7). 1935’de çıkarılan orijinal yasadaki deŞişiklikler ile TSKB baŞımsızlıklarını devlete kaptırarak birkaç bakanlıŞa baŞlı yarı devlet kurumu konumuna getirilmişlerdir. BaŞımsızlıklarını kaybetmelerin raŞmen TSKB gene de kırsal kalkınmada ve üyelerinin haklarının korunmasında önemli rol oynamışlardır. Ama bu TSKB’in mükemmel bir şekilde işleyen örgütler olduklarını söylemek anlamına gelmez. Bir yarı devlet kuruluşu olarak modern girdi ve kredilerin saŞlanması, ürünlerin satın alınması, fiyatlandırılması ve pazarlanması için çiftçilerle devlet arasında bir arabulucu rol oynamışlardır. Başka türlü bir örgütlenmesi olmayan milyonlarca çiftçi için TSKB bir güvence kaynaŞı idi. TSKB aracılıŞıyla elde ettikleri sübvansiyonlar olmasaydı bu örgütsüz çiftçilerin birçoŞu tarımı bırakmak zorunda kalırlardı. DiŞer yandan TSKB’in devlet tarafından manipüle edilip devlet çiftçiden yanaymış gibi bir izlenim yaratmak adına bu kuruluşlar devlet 246

Türkiye Tarımının Neo-Liberal Dönüşümü

tarafından bilinçli bir şekilde görev zararlarına uŞratılmışlardır. şşin ilginç yanı TSKB’in bu görev zararından doŞan finansal zorlukları DB ve IMF gibi uluslararası finans kurumlarınca aleyhlerine kanıt olarak kullanılarak TSKB’nin sürdürülemez oldukları iddia edilip bu kurumların serbest pazar prensiplerine göre yeniden yapılandırılmaları üzerinde ısrar edilmiştir. 2000 yılında IMF’a yazılan niyet mektuplarında verilen sözlerle uyum bir biçimde TSKB’nin yeniden düzenlenmesi sadece zengin köylülerin çıkarlarına işleyen ve hazineye aŞır yükler getiren destekleme politikalarının gidişatını yönlendirmek denetlemek için bir Yeniden Yapılandırma Kurulu (YYK) kuruldu (Letter on Intent 2, hazine 2000a). OŞuz Oyan’ın (1997, 1999, 2003) yaptıŞı hesaplamalarla karşılaştırıldıŞında tarımsal desteklerin hazineye büyük yük olduŞu ve bu desteklerden sadece zengin çiftçilerin yararlandıŞı iddiaların gerçeŞi yansıtmadıŞı açıkça ortaya çıkmaktadır. Oyan (2003) 1999-2000 de tarımsal desteklerin toplamı gayri safi milli gelirin sadece yüzde 0.8 ini oluşturmaktaydı. Aynı zamanda 20 hektarın üstünde topraŞı olan çiftçi sayısı 200,000 iken ülkede 4,2 milyon tarımsal üretim birimi vardı. Bu iki gerçek IMF, DB ve Hazine’nin desteklerin hazneye büyük yük olduŞu ve bunun sadece zengin çiftçilere yaradıŞı iddialarını komik duruma düşürmektedir. Destek alımlarının kaldırılması o zamana dek destek sisteminin kurumsal temeli olmuş olan TSKB’ nin tarımdaki rolünün sıfıra indirilmesi anlamına gelmektedir. Kooperatiflerin özelleştirilmesinin önündeki yasal engel - ki bu devletin TSKB üzerinde tümüyle bir kontrol kurmasını engellemişti - 2000 yılında çıkarılan özel bir yasa ile kaldırıldı. Bu andan itibaren YYK’nun denetimi altında TKSB’ne ait tüm tarım ürünleri işleme kuruluşları anonim şirketlere dönüştürülmüş ve bu şirketlerden özel bir şirketmiş gibi hareket etmeleri beklenmiştir. TSKB’ne 247

ÇaŞdaş Tarım Sorunu

sözde ‘tümüyle baŞımsız’ bir statü vererek devlet işlerden elini ayaŞını çekmiştir. Bu konudaki yasa devletin artık bundan böyle TSKB’nin üyelerinden tarımsal ürün satın alma işlemini kesinlikle desteklemeyeceŞini özellikle vurgulamaktadır. TSKB’ni sözde baŞımsız yapma oyunu aslında kamunun fazla tepkisini çekmemek için planlanmış ve böylece de bu kurumun tasfiyesini başlatmıştır. 2000 yılında çıkarılan TSKB yasası çiftçi örgütlerine ait fabrikaların ve üretim birimlerinin özelleştirilmesi için yasal bir zemin hazırlamıştır. Böylesi gelir getirici kurumların yokluŞunda çiftçi örgütlerinin varlıŞını sürdürmesi ve kredi daŞıtması ve üyelerine çeşitli olanaklar saŞlaması mümkün deŞildir. Bu yasa kooperatifler aracılıŞıyla karşılıklı yardımlaşma ve 4,5 milyon tarımsal aile işletmesinin, 16 TSKB’ nin 400 kooperatifin ve 15,000 ücretli işçinin yaşayabilme güvencesi prensiplerine vurulmuş bir darbe niteliŞindedir. IMF’nin dikkatli bir güdümünde hazırlanan bu yasa devletin gerekli gördüŞü her zaman TSKB’in örgütsel ve yönetsel yapılarına serbestçe müdahale etmesi konusunda çok kararlı konum bir sergilemektedir. Ortaya çıkan bu yeni çerçevede TSKB devletin denetim mekanizmalarına müfettişler atama yoluyla sıkı bir kontrol altına alınmaktadır. Bu durum kaçınılmaz olarak batılı rakipleriyle dünya pazarlarında devletin desteŞinden mahrum, kendi başlarına rekabet etmeye bırakılan milyonlarca tarım üreticisi için çok büyük sonuçlara yol açacak niteliktedir. Kısacası IMF’nin baskısı ile yapılan bu yasa çiftçileri özel sektör ve korporatif çıkarların tarımı kontrol altına alma girişimleri karşısında zayıf durumda düşürmüştür. VI.8. VI.8. eker ve Tütün Üretiminin Yeniden Yapılandırılma Yapılandırılması ve Çok Uluslu irketler IMF, DB ve şeker ve sigara üretimiyle ilgilenen ÇU ’in istemlerine uygun olarak 2001 yılında şeker pancarı ve tütün üretimine ilişkin iki adet yasa geçirilmiştir. 248

Türkiye Tarımının Neo-Liberal Dönüşümü

VI.8.1. eker Türkiye’deki şeker rejiminin yeniden yapılandırılmasında dört etmen beraber etkili olmuştur: ABD dev şirketi Cargill’in baskıları; 1999 yılından itibaren IMF ile yapılan dört standby anlaşması; Yeni krediler alabilmek için DB’na verilen sözler ve Türkiye’nin AB’ye tam aday olabilmesi için Helsinki Zirvesi’nde verilmiş olan sözler. Cargill’in etkisi aşaŞıda detaylı bir şekilde ele alınacaktır. eker yasası Kasım 2000 ve ubat 2001 krizleri sonrasında 4Nisan 2001 tarihinde parlamentoda onaylanmış ve bu yasa 14 Nisan 2001’de ilan edilen Yeni Ekonomik Programın (YEP) tamamlayıcı bir parçası olmuştur. eker yasasının getirdiŞi en önemli deŞişiklikler kamu kuruluşu olan 27 adet şeker fabrikasının özelleştirilmesi ve Sanayi ve Ticaret BakanlıŞı’nın bıraktıŞı şekerle ilgili yetkilerle donanmış bir eker Kurulu’nun kurulmasıdır. Bir tahkim işlevi gören kurul sadece hükümete karşı sorumludur. Bakanlar kuruluna doŞrudan baŞlı olan Kurul kendini oluşturacak üyelerinin saptanması ve iç ve dış pazarlar için üretilecek şeker pancarı ve şekerin miktarının belirlenmesi gibi ciddi kararalar konusunda çok büyük bir otorite ve yükümlülüklere sahiptir. Yeni şeker yasasının 2002’de yürürlüŞe girmesinden itibaren şeker fiyatları artık devlet tarafından belirlenmemekte, fakat özel şeker fabrikaları ile pancar üreticileri arasındaki görüşmeler sonucunda belirlenmektedir. DiŞer bir deyişle yeni yasa devletin şeker sektöründeki rolünü minimuma indirmiştir. Yasanın çıkarılmasını meşru göstermeye çalışan gerekçeler şöylece sıralanabilir: şeker fiyatlarının istikrara kavuşturulması; şeker sektöründe serbest pazar prensiplerinin yerleştirilip rekabet edilebilirliŞin saŞlanması; özelleştirmeyi kolaylaştıracak ve DTO ve AB ile imzalanan anlaşmaların gereklerini yerine getirebilmek için yasal bir altyapıyı hayata geçirmek. Yeni şeker kanununca güçleri 249

ÇaŞdaş Tarım Sorunu

elinde toplayan kurul 1999’dan beri niyet mektubu çerçevesinde var olan şeker ve şeker pancarı kotalarını azaltarak Türkiye pazarını uluslararası rekabete açmayı becermiştir. Tablo 1. 1. Türkiye’ Türkiye’de eker Pancarı Ekim ve Üretimi Yıllar 1998 1999 2000 2001 2002 2003 2004 2005 2006 2007 2008 2009 2010 2011 2012 2013 2014 Kaynak: TÜşK

Ekim Ala Alanı (Ha) 500.951 416.190 408.367 356.517 371.795 319.498 320.677 335.556 323.714 298.874 320.731 323.970 328.651 293.841 280.186 290.900

Üretim (Bin Ton) 22.060 16.855 18.759 12.551 16.523 12.758 13.753 15.181 14.452 12.415 15.488 17.275 17.942 16.126 14.920 16.483 16.860

Tablo 1’de görüleceŞi gibi 1998’den beri şeker üretim kotalarının azaltılmasına paralel olarak hem şeker pancarı ekim alanları hem de şeker üretimi ciddi bir şekilde azalmıştır. Dünya pazarlarında oldukça güvensiz olan şekerin seyreden şekerin durumunu iniş ve çıkışlar gösteren şeker fiyatları açıkça ortay koymaktadır. Küresel olarak aşırı üretim sonucu şeker fiyatları 1995 ve 1999 arasında ciddi düşüşler göstermiş ve 1995’de tonu 396 dolardan 1999’da 200,5 dolara inmiştir. Buna raŞmen 2000 yılından itibaren şeker üretimi ve şeker fiyatları belirgin bir şekilde artmıştır (OECD ve FAO 2006). OECD ve FAO dünya şeker üretiminin 2001 yılında 138 milyon tondan 2015’de 180 milyon tona çıkacaŞını tahmin etmekteydi (OECD ve FAO 250

Türkiye Tarımının Neo-Liberal Dönüşümü

2006: 70, figür 4.4). Dünya şeker üretiminin artıp şeker fiyatlarının yükseldiŞi bir dönemde Türkiye’ye baskı yapılıp geleneksel şeker üretimini düşürmesinin istenmesi oldukça düşündürücüdür. AB’nin Türkiye’ye şeker üretimini AB ne katılım öncesi azaltma baskısı Avrupa’da mevcut olan şeker daŞlarının bir sonucu olsa gerek. Tablo 2 hem şeker hem de şeker pancarı üretim kotalarının önemli bir şekilde azaltıldıŞını açıkça gözler önüne sermektedir. şlerde beklenen daha çok oranda üretim sınırlamasının 450,000 civarındaki küçük çiftçinin şeker pancarı üretimini yavaş yavaş terk edeceŞi anlamına gelmektedir. eker pancarı üreticilerinin %90’ının iki hektarın altında topraŞının olduŞu gerçeŞinden hareket edersek dekar başına verilen 10 TL doŞrudan gelir desteŞinin bu insanları tarımda tutamaktan uzak olduŞu açıktır. Eylül 2016’da Bilim Sanayi ve Teknoloji BakanlıŞı tarafından hazırlanan, Üretim Reformu Paketi Kanun Tasarısı TaslaŞı olduŞu gibi kabul edildiŞi takdirde nişasta bazlı şeker kotaları tümüyle kaldırılarak Cargill ve Ülker de dâhil olmak üzere altı nişasta bazlı şeker üreticisine büyük kârlar saŞlama olasılıŞı verilirken şeker pancarı üreticilerinin de bir anlamda ölüm fermanı imzalanmaktadır. Tablo 2. 2. Türkiye`de Pancar ekeri ve NB Kotaları (Bin ton) Pazarlama Pancar ekeri NB NB Ko Kota Yılı Kotası Kotası Artışı %* 2004/2005 2.149 234 50 2005/2006 2.191 234 50 2006/2007 2.191 234 50 2007/2008 2.168 234 35 2008/2009 2.474 267 25 2009/2010 2.560 271 50 2010/2011 2.288 244 50 2011/2012 2.288 244 35 2012/2013 2.288 244 38 2013/2014 2.266 244 25 (*) Bakanlar Kurulu Kararı ile NB kotasında yapılan artış oranı. Kaynak: www.zmo.org.tr

251

Toplam Kota 2.500 2.542 2.542 2.484 2.808 2.966 2.655 2.617 2.625 2.571

ÇaŞdaş Tarım Sorunu

Tablo 3. 3. eker Pancarı Alım ve Girdi Fiyatları (TL/ton) Yıllar eker Pan Pancarı 2002 100 2003 119 2004 134 2005 134 2006 120 2007 128 2008 146 2009 155 2010 159 2011 169 2012 182 2013 195 2014 213 Kaynak: www.zmo.org.tr

Gübre Ort 100 122 151 159 169 211 362 227 251 357 396 386 405

Mazot 100 128 142 179 204 209 259 225 272 328 352 391 405

Besi Yemi 100 126 163 158 163 205 247 227 269 350 388 400 427

3 Numaralı tablo Türkiye’de şeker pancarı fiyatları ve girdi fiyatları arasındaki ilişkiyi göstermektedir. Yükselen girdi fiyatlarının şeker pancarı fiyatları arasında ortaya çıkan makas şekerin liberalleştirilmesinin 450,000 şeker pancarı üreten aile ve kamu kuruluşu olan 25 şeker fabrikasında çalışan 30,000 işçinin üzerindeki etkisi çok olumsuz olacaktır. Çıkarılan şeker yasası binlerce şeker pancarı üreticisinin ABD, AB, Brezilya, Tayland, Hindistan vb gibi ülkelerde verilen sübvansiyonlarla belirlenen dünya pazarlarında ucuza satılan şekerin ithalinden nasıl etkileneceŞi konusunu gündeme getirmemiştir. 2005 yılında ABD’nin şekere toplam 1.2 milyon dolara varan sübvansiyonları şekerin kilosunun 0.3 dolara satılmasına olanak saŞlamıştır. Halbuki normal kilo başı üretim maliyeti 0.6 dolar olan şekeri de ABD vatandaşı ülke içinde 1.20 dolara almak zorunda kalmıştır. Günümüzde devam eden bu süreci ABD Ekonomik ve Siyasal Analiz müdürü Jack Roney ve Amerikan eker şttifakı Örgütü’nün ticaret danışmanı Don Phillips’in birlikte kaleme aldıkları ve ABD Parlamentosu Tarım Komisyonu’na sundukları rapor da çeşitli şeker üreticisi ülkelerdeki şeker sübvansiyonlarının boyutlarını dile 252

Türkiye Tarımının Neo-Liberal Dönüşümü

getirmektedirler (House Committee on Agriculture 2015). Yukarda adı geçen ülkelerde ve özellikle de ABD ve AB’de çok yüksek miktarlarda olan şeker üretimi ve ihracatı yüksek sübvansiyonlar sayesinde sürdürülebilmektedir ki bu da Türkiye gibi ülkelerde devletten aldıkları zaten az olan yardımları sürekli azalan şeker pancarı üreticilerinin yaşamlarını devam ettirebilmelerini zorlaştırmaktadır. Dolayısıyla Türkiye’de şeker pancarı üreticileri bir yandan ithal edilen ucuz şeker diŞer yandan artan üretim masrafları nedeniyle ikili bir kıskaca maruz kalmışlardır. Sözleşmeli tarımla şeker pancarı üreten üreticiler getirilen kota sınırlamaları ve artan üretim masrafları karşısında sürekli zorluklar çekmektedirler. 1998’de 500 bin hektar olan şeker pancarı üretim alanı 2013’de 290 bin hektara düşmüştür. Benzer bir kader de buŞday ve arpa üreticilerini beklemektedir. Ulusal Hububat Konseyi’nin buŞday raporuna göre 1999-2001 temel olarak alındıŞında 100 olan buŞday üretim indeksi 2009 yılında 85.6 ya düşmüştür (UHK 2011: 5, çizelge 1). BuŞday ekim alanları 2004 yılında 93 milyon dönüm olan buŞday ekim alanları 2014 yılında 77 milyon dönüme düşmüştür. Buna raŞmen buŞday üretimi 1988’ den 2012’ye dek 17,000 bin ile 20,000 bin ton arasında seyretmiş ama artan gereksinmeler nedeniyle Türkiye’nin buŞday ithalatı da çok dalgalı bir seyir takip etmiş ve 2003 ile 2013 arasında 8 milyar 225 milyon dolar ödenerek 27 milyon 609 bin ton buŞday ithal edilmiştir (Yıldırım 2014). Ucuz ithal buŞdayın varlıŞının ve girdi fiyatlarının artışının buŞday üretimi üzerinde ortaya çıkaracaŞı olumsuz etkilerin giderek artacaŞı inancını doŞurmaktadır. Daha önce sözü edilen Türkiye tarımının yeniden yapılandırılmasında ABD ÇU ’inin çok önemli bir rol oynadıŞını desteklemek amacıyla Cargill şirketi ve süt ürünleri sanayileri örnek olarak sunulacaktır.

253

ÇaŞdaş Tarım Sorunu

VI.8.1.1. VI.8.1.1. Türkiye’ Türkiye’de Cargill 61 ülkede etkinlik gösteren ve yıllık cirosu 60 milyar dolar olan Cargill şirketi ABD’nin en büyük beş ve dünyanın en büyük on tarım-sanayi şirketlerinden biridir. Devasa bir holding olan Cargill gemicilikten ithalat ve ihracata, yaŞlı tohumlar, tahıllar, şeker, hayvan yemi, pamuk, demir ve çelik gibi emtia üretiminden depolanmalarına kadar varan birçok alanda etkinlik göstermektedir. 1865’de kurulan şirket çevre sorunlarına duyarsız üretim birimlerinin varlıŞı ve GDO’lu şeker ve mısır üretimi yapması ile kötü bir üne sahiptir. Küresel olarak 90,000 çalışanı olan Cargill dünyadaki GDO’lu tohumlar ve şeker üretimini kontrol eden dünyanın en büyük şirketidir. Cargill’in Türkiye’deki etkinlikleri şeker pancarı üretiminin giderek azalmasında ve çok ülkeye büyük miktarda mısır üretimini yapılmasının en büyük belirleyicisidir. Cargill’in Türkiye’deki etkinlikleri arasında yemi, tahıllar, hayvan yemi, yaŞlı tohumlar, pamuk, demir, çelik gibi ürünlerin ithalat ve ihracatı, gemicilik, liman işletmesi ile içecek üretimi ve gıda işlenmesini de içeren tarım-sanayisi bulunmaktadır. irket Türkiye’ye ilk kez Bremar ile ortak olarak 1960 yılında geldi ve Cargill ismini Yaşar Holding’le tohum işinde bir ortaklık kurduŞu1986 dan beri kullanmaktadır. 1987’de Yaşar Holding’in hisselerini 2007 de Pendik Vaniköy nişasta fabrikasını da 1989’da satın alan Cargill 1991 de Bremar ile olan ortaklıktan çıkmış Mustafakemalpaşa’da bir tohum işleme fabrikası açarak Cargill Tarımsal Sanayi ve Ticaret şirketini kurmuştur. Durmak bilmeyen şirket 1992’de şstanbul’da ilk yeni merkezini, bunu takiben de 1994’de Finansal Pazarlama ubesini açmış, 1995’de Hendek fındık işleme fabrikasını, 1997’de de demir çelik ticaret şirketini açmıştır. 1998’de bir anlaşmayla tohum şirketini Monsanto’ya devretmiş ve 1999’da da Rota Maritime and Commerce Company ile bir ortaklık kurarak Yarımca’da bir hubu254

Türkiye Tarımının Neo-Liberal Dönüşümü

bat silosu ve gemi limanı inşa etmiştir. Yapılmasında fırtınalar kopan Bursa Orhangazi mısır işleme fabrikasının inşaatı 1997’de 195,000 metre kare birinci sınıf bir tarım alanında başlamış ve 2000 yılında bitmiştir. Son olarak da British Cerestar’ı satın alarak şirket Ülker’e ait Pendik Nişasta’da eşit bir ortak olmuştur. Cargill’in Orhangazi ve Vaniköy’deki fabrikalarında glikoz ve früktoz üretmesi ABD’nin Türkiye üzerindeki etkisi ve siyasal yozlaşma (corruption) konusundaki siyasal tartışmaların odaŞı olmuştu. Tartışmalar Orhangazi fabrikasının şimdiki bulunduŞu yerde kuruluşunun yasa dışı oluşu, binlerce çiftçi üzerinde olumsuz etki yapacak olan şeker pancarından şeker üretiminin mahvedilişi ve tohum tüccarı olan Cargill şirketine baŞımlılıŞın oluşturulması konularında yoŞunluk kazanmıştı. Bu sorunları birer birer ele alıp Amerikan çok uluslu şirketlerinin Türkiye üzerinde olan etki ve kontrollerinin önemini ortay koymak gerekir. 90 milyon dolarlık Orhangazi fabrikası Vaniköy’deki nişasta fabrikası ile birlikte yıllık 444,000 tonluk bir glikoz ve früktoz üretme kapasitesine sahiptir. Fabrikanın birinci sınıf bir tarım arazisinde inşasına hükümetin izniyle 1997 yılında başlandı. Birkaç sivil toplum örgütü tarım alnına sanayi kuruluşu kurması dolayısıyla şirketi mahkemeye verdi. Temmuz 1998’de Bursa şkinci şdare Mahkemesi şirketi suçlu bularak Bursa valiliŞince verilen inşaat izninin iptal edilmesine karar verdi. Bursa valiliŞinin karara uymaması sonucu mahkeme ikinci kez aynı karara varmış ama valilik gene de kararı uygulamamıştı. Hükümetin desteŞini arkasına alan Bursa valisi OŞuz Kaan Köksal Bursa şkinci şdare mahkemesinin 1999 sonlarında aldıŞı Cargill’in inşaat izninin iptali yönündeki ikinci kararı da uygulamamasından güç alan şirket kurulan fabrikada glikoz ve früktoz üretimine başladı (Kaptan 2008). Mahkemelik sorunu kazanabilmek için Cargill şirketi hem Türkiye hem de ABD 255

ÇaŞdaş Tarım Sorunu

hükümetleri nezdinde lobi faaliyetlerinde bulunmuş ve bu baŞlamda ABD başkanı Bush başbakan ErdoŞan’ın Ocak 2004 ABD ziyaretinden önce ErdoŞan’a bir mektup göndermiştir. Türkiye medyasındaki haberlere göre Bush ErdoŞan’dan iki şeyi özellikle istemişti: Orhangazi fabrikasının yapımının önündeki tüm engellerin kaldırılması ve şeker üretimindeki izoglikoz kotasının ya tümüyle kaldırması veya ciddi bir şekilde arttırılması. Bunu takip eden beş yıl boyunca ErdoŞan Hükümeti Başkan Bush ve Cargill şirketine verdiŞi sözlere sadık kalmıştır. Orhangazi fabrikasının yasal hale getirmek ve muhtemel bir mahkeme kararının önüne geçmek için Hükümet 3 Temmuz 2005 de 5403 sayılı TopraŞı Koruma ve Toprak Kullanımı yasasını geçirmiştir. Yasa birinci sınıf tarım alanları üzerinde kurulmuş olan tüm sanayi kuruluşlarına metre karesine 5 lira gibi komik bir para ödedikleri takdirde bir af getirmiştir. Bundan iki gün sonra 5 Temmuz 2005 da Bakanlar Kurulu 8944 sayılı özel bir kararname çıkararak Cargill’in Orhangazi’deki fabrikasının Özel Sanayi Bölgesi alanında inşa edildiŞini ilan ederek muhtemel bir Anayasa Mahkemesi kararını önceden engellemeye çalışmıştır. Türkiye medyasında Cargill Yasası olarak alaya alınan bu yasa ABD ÇU ’ lerinin Türkiye gibi gelişmekte olan bir ülke üzerinde ne kadar etkin olduŞunu gösteren bir kanıt durumundadır. Cargill’in ABD başkanı Bush tarafından da Türkiye Hükümetine gönderilen mektubunda dile getirilen izoglikoz ve früktoz kotalarının ya tümüyle kaldırılması ya da yükseltilmesi biçimimdeki uzun dönemli isteŞi Türkiye hükümetini etkilemiş ve politikalar bu yönde deŞiştirilmiştir. Bu baŞlamda ilk yasal deŞişiklik 2001 eker Kanunu ile getirilerek şeker pancarından üretilen şekerdeki nişasta temelli tatlandırıcıların oranı yüzde ona çıkarılmıştır. Artan nişastalı tatlandırıcı olayını yaşamsal çıkarlarına bir tehdit olarak algılayan şeker yasası pancarı üreticileri arasında büyük bir hoşnutsuzluŞun doŞmasına neden oldu. 256

Türkiye Tarımının Neo-Liberal Dönüşümü

şlginç olan şey Türkiye’ye yapılan bu baskılarda Cargill şirketinin istekleri DB, IMF, ABD ve AB’den de koro halinde büyük destekler almasıdır. Başka ilginç olan şey AB de şeker pancarından üretilen şekerde izoglikoz oranı yüzde 3’ten daha azdır (House of Lords 2005: 34). Türkiye’de izoglikoz kotası AB’nin üç katı olmasına raŞmen Türkiye hükümetine kotanın tümüyle kaldırılması için sürekli olarak yoŞun baskılar yapılmaktadır. Siyasal çıkarları ve oy kaygısıyla hükümet bu baskılara bir müddet dayanmış ama sonunda kota oranlarını arttırmak zorunda kalmıştır. 2003 de %15’e çıkarılan kota 2008’de %35’e çıkarılmıştır. Türkiye’nin devasa şeker pazarını ve mısır üretimini kontrol etmek isteyen Cargill için bu deŞişiklikler büyük bir zafer anlamına gelmiştir. Cargill mısırı nişasta ve tatlandırıcı üretiminde kullanmaktadır. Bu yazının yazıldıŞı 2010 yılında Türkiye’deki Cargill, Tate and Lale’nin Amylum fabrikası ve Ülker gibi tatlandırıcı üreticileri normal kapasitelerinin altında çalışmakta idiler. Türkiye’deki mevcut mısır üretimi de ancak yaŞ üretimine yetecek seviyede olduŞu için Cargill kendisine gerekli olan mısırı Amerika’dan getirtmekteydi (şyibilgi 2007). Mısıra olan ve giderek artan gereksinmeler ya ülke içindeki üretimin arttırılması ya da ithalat yoluyla olabilir ki ikinci alternatifin döviz gereksinmeleri zorluŞundan ödemeler dengesi sorununu zorlaştırma eŞilimi taşımaktadır. eker kanununun çıktıŞı 2001 de yıllık mısırı üretimimiz 2200 bin tondan 2012’de 4600 bin tona 2014’de de 6000 bin tona çıkmıştır (TÜşK). Artan talebin karşılanması için hükümet ithal vergisini %130’dan 2007’de %35’e 2008’de de %20’ye indirmiştir. 2007’de ithal edilen 500 bin ton GDO’lu mısır saŞlıŞa verebilmesi muhtemel zarar, yarattıŞı rekabet ve çevreye verebileceŞi muhtemel zarar açısından büyük eleştirilere neden olmuştu (Aysu 2007). Bakan çocuklarının mısır ithalatı ile uŞraşması gerekçesiyle hükümet ahlak dışı davranmak ve adam kayırmakla suçlanmıştı. 2008’de üretim ihtiyaç duyulan 3,5 257

ÇaŞdaş Tarım Sorunu

milyon ton mısırın 750 ton altında kaldıŞı için devletin ithalat politikası sivil toplum örgütleri ve çiftçiler tarafından bu tür suçlamalara maruz kalmışlardı (LPG Haber 2008). Son yıllarda mısır üretimine verilen önem ve teşvikler nedeniyle Adana Amasya, Aydın, Denizli, Karaman, Kırklareli, Konya, Samsun ve Tokat gibi birçok ilde şeker pancarı ve pamuk yerine mısır üretilmeye başlanmıştır. Özellikle de sulama olanaklarının artmasıyla birlikte Akdeniz, GüneydoŞu Anadolu ve Marmara bölgelerinde mısır üretimi önemli boyutlara ulaşmıştır. Mısıra olan talebin hem gıda işlenmesi hem de hayvan yemi olarak artmasından yararlanmakta Cargill yalnız deŞildir. Birçok şirket sözleşmeli tarım yoluyla mısır üretimine geçmiştir. Daha 2002’lerde Cargill Bursa civarında 40000 dönümlük bir arazide Ziraat Bankası’ndan da yardım alarak sözleşmeli tarım yoluyla Orhangazi fabrikasına mısır üretmeyi planlamaktaydı (Çine Tarım). Bu plana göre Ziraat Bankası finansman saŞlarken Cargill de bilgi, teknik destek ve çiftçilere eŞitim saŞlamaktaydı. Tarım ve Köy şşleri BakanlıŞı’nın ‘Tarım Reformu ve Alternatif Ürün Projesi’ ile baŞlantılı olarak Bursa’da pilot proje olarak hayata geçirilen sözleşmeli tarım daha sonra yaygınlaşmaya başlamış ve Cargill’e ait 2 mısır ve 3 yem tesisine girdi saŞlamaktadır. Tarım bakanlıŞınca da desteklenen sözleşmeli tarımda Cargill üreticinin ürünlerini önceden belirlenen bir fiyattan almakta ve üretim süreci için de tohum, gübre ve diŞer kimyasalları da indirimli bir fiyatla üreticiye vermektedir (Çine Tarım 2002). Çok açık bir şekilde Cargill ekonomik ve dolayısıyla da siyasi gücünü kullanarak Türkiye’de şeker sektöründe hâkimiyet kurmuş ve devlet de buna gerekli hukuksal alt yapıyı hazırlayarak yardımcı olmuştur. eker Yasası’nın (2001) ve Tohum Yasası’nın (2006) da çıkarılması Cargill gibi büyük tarım-sanayi şirketlerine GDO’lu veya üzerinde fikri mülkiyet haklarının olduŞu diŞer tohum çeşitlerini 258

Türkiye Tarımının Neo-Liberal Dönüşümü

yerli çeşitlerinin aleyhine olarak ortaya sürmeleri açısından büyük güç kazandırmıştır. VI.8.2. Süt Ürünleri Uygulamaya konan ve ÇU ’lerin hâkimiyetleri için gerekli alt yapıyı hazırlayan kuralsızlaştırmaları (deregulation) takiben Türkiye’de ÇU ’lerin hâkimiyetini gösteren en önemli sektörlerden biri de sür ürünleridir. 1980’ler öncesi devlet tarımda kredi verme, girdi saŞlama ve pazarlama konularında çok etken bir varlık göstermiştir. TşGEM, TÜGSAS , şGSAS , TZDK, YEMSAN gibi yarı devlet kurumları girdi üretimiyle, TZDK, TKKMB VE T FA girdi daŞıtımıyla uŞraşmış, TCZB ve TKMMB kredi daŞıtmış ve TMO, ÇAYKUR, TEKEL, T FA , TSKB, TSEK ve EKB tarım ürünleri üretme, depolama ve pazarlamasıyla uŞraşmışlardı. Yapısal uyum politikalarıyla baŞlantılı olarak ilan edilen 24 Ocak 1980 kararları tarımdaki KşT’ler ve yarı devlet kurumlarının özelleştirilmesini hedefleyen bir dizi kuralsızlaştırma politikasının habercisi olmuştur. Bu da ÇU ve onların yerli ortaklarının Türkiye tarımı ve diŞer ilgili alanlara daha derin bir şekilde girmeleri için gerekli olan yasal zemini hazırlamıştır. Bir yandan ABD ve AB kendi çiftçilerine hem yoŞun destekler vermekte ve hem de ürünlerine pazar bulmada yardımcı olurken, Türkiye’de devlet kendini birdenbire çiftçilerine verdiŞi desteklerin birçoŞunu pek de istenmeyen yavaş yavaş kaldırma zorluŞu ile karşı karşıya bulmuştur. Tarımda KşT’ler ve yarı devlet kurumlarının özelleştirilmesi 1985 yılında Amerikan Morgan Guaranti Bank’ın hazırladıŞı ve Dünya Bankası’nın finanse ettiŞi Özelleştirme Master planına göre başlatıldı (Karataş 2006; Morgan Bank 1986; Öniş). Süt Ürünleri tarımının ilginç öyküsü ÇU ’in bu alanda devletin IMF, DB, ABD ve AB’nin güdümünde kuralsızlaştırmalarla hazırladıŞı altyapıya dayanarak nasıl hâkim olduŞunun güzel bir örneŞidir. Bu baŞ259

ÇaŞdaş Tarım Sorunu

lamda devlet kurumları olan Türkiye Süt Endüstrisi Kurumu (TSEK), Et ve Balık Kurumu (EBK) ve Yem Sanayii (YEMSA) da özelleştirilecek 32 KşT arasında bulunuyordu. Tablo 4. Türkiye’de Süt Ürünlerinde En Büyük Sanayi Grupları Ana Holding Sabancı Holding

Tarım-Sanayi alt şirket Marsa, Danosea, Carrefoursa, Tikveşli, Birtat

Koç Holding

Tat, Pastavilla, Maret, Fidan Tohum, Migros Mis Süt, Toros Gübre, Marko Süpermarketleri Pınar, Çamlı Yem Besici A Yimpaş Süpermarketleri, Aytaç Ülker, Besler, Akgıda, PakyaŞ

Tekfen Holding Yaşar Holding Yimpaş Holding Ülker Holding

Uluslararası Ortak Kraft-jacobs (Philip Morris’in bir parçası), Carrefour, Danone, Sodial, Kagomeco, Sumitomo

Yadex APV Pasilac, IF, IFC DCI, Cerestar, Al Tawfeek Company for Investmet Funds, United European Bank (UEB)

Kaynak: Suiçmez (2003: 38).

227 sayılı yasa ile 1963’de kurulmuş olan TSEK’nun amacı çok sayıdaki ve örgütsüz olan süt üreticilerine yol göstermek, ürünlerini satın almak ve işlemek için ülke çapında işletmeler açmak ve dolaysıyla da süt ürünleri sanayiini geliştirmekti. Özelleştirme furyası ile birlikte TSEK na ait 33 işletme 1993 ile 1998 arasında özelleştirildi. TSEK’ nun özelleştirilmenin başlamasından hemen önce 1992 yılında süt ürünleri alanında faaliyet gösteren 48 KIT, 63 kooperatif ve 1197 özel işletme bulunmaktaydı ve devletin saŞladıŞı süt desteklerinden yaralanmaktaydı (Suiçmez 2003: 30). TSEK’nun özelleştirilmesinden sonra süt ürünleri sanayiinde altı büyük şirket hakimiyet kurmuştur (Tablo 4): Pınar Süt (Yaşar Holding), Mis Süt (Nestle), SEK (Koç Holding), Danonesa-Tikveşli-Birtat (Sabancı Holding), Ülker ve Sütaş. Tablo 4’den de anlaşılacaŞı gibi süt ürünleri sanayiinde hâkim olan Türk şirketlerinin aslında Nestle ve Danone gibi büyük ÇU ile ortaklık içindedirler. 260

Türkiye Tarımının Neo-Liberal Dönüşümü

Danone Birtat ve Tikveşli’yi ele geçirip Sabancı’nın da hisselerinin yüzde ellisini satın alarak pazar payını yüzde 28’e çıkarmıştır (Durna 2008). Sür ürünleri sanayiindeki tekelleşme eŞilimleri bir sürü küçük boyutlu şirketin yutulup ortadan kaybolmasına neden olmuştur. TSEK’nun özelleştirilmesinden sonra 1998’ de sayıları 4088 olan süt ürünleri işleme şirketlerinin sayısı iki yıl gibi kısa bir süre içinde 2000 yılında 2389’a ve 2005’de de 2160’a düşmüştür (Suiçmez 2003: 36; Tarım ve Köy şşleri BakanlıŞı 2005). Bu şirketler sütlerini 2006 da 11.9 milyon ton süt üreten 1.7 milyon süt üreticisinden almaktaydı (Devlet şstatistik Enstitüsü 2007). Süt üreticilerinin yüzde altmışını geleneksel teknolojilerle süt üreten ve yıllık kapasiteleri 1000 tondan az olan üreticiler oluşturmaktaydı (Gönenç ve Tanrıvermiş 2008: 5). Modern süt işleme tesisleri sıvı süt pazarının yüzde 56 kapasitesine sahip olmakla süt pazarına hâkim durumdadırlar. On büyük süt işleme birimi sanayide işlenen sütün büyük bir miktarını kullanmaktadır. Bunların en büyük altı tanesi ÇU ’le olan ortak girişimlerdir ve pazar paylarını arttırabilmek için sahip oldukları süpermarket zincirleri aracılıŞıyla saldırgan politikalar uygulayarak küçük ölçekli süt işleme şirketlerini pazar dışına itmeye çalışmaktadırlar. ÖrneŞin büyük holdingler küçük ölçekli şirketlerden ürünlerinin süpermarketlerinde satılabilmesi için 20,000 dolar raf parası talep edilmektedirler. Küçük ölçekli işletmelerin bu parayı ödeyebilme olasılıkları çok sınırlıdır. Küçük ölçekli şirketlerin bu parayı ödeyebildiŞi durumlarda da süpermarket zincirleri bunlara fiyat kotaları uygulamak ve bu şirketlere ürün paralarını dört aya kadar varan bir zaman sonra ödemek biçiminde onların rekabet gücünü kırmaktadırlar. Bu mekanizmalar sonucunda beş büyük holding süt endüstrisinin yüzde seksenini elinde tutmaktadır: Yaşar Holding, Nestle, Koç, Sütaş ve Ülker (Günaydın 2002). Son yirmi yılda modern süt işleme tesislerinde büyük bir 261

ÇaŞdaş Tarım Sorunu

genişleme ortay çıkmış ve yukarda adı geçen şirketler de bunda lider bir rol oynamışlardır. Ürünler sadece ülke içinde tüketilmemekte ve çoŞunlukla da Orta DoŞu ülkeleri ve Türki devletlere ihraç edilmektedir. Süt ürünlerinin ihracatından elde dilen gelir sürekli bir artış göstermiş ve 2000 yılında 14.3 milyon dolardan 2007’de 124.5 milyon dolara ve 2013’de de 282 milyon dolara ulaşmıştır (Sarısaçlı 2008: 3-4; www.ziraibilgiler.com, 27.6.2016’da erişildi). CU Türkiye pazarına ortak girişimler veya mevcut şirketleri satın alma yoluyla rahat bir şekilde girme olasılıŞını bulmuşlardır. 4 numaralı tablodaki isimlere ilaveten Lamb-Weston ile DoŞuş Holding, Barilla ve DoŞuş Holding, Dr Oeteker ve Piyale, Karlsberg ve Türk Tuborg, Dutch Development Bank ve Köy-Tür ortaklıkları 1990’ larda oluşmuştur. Satın alma yoluyla Türk şirketlerini elde etmeye örnek olarak da Komili, Dosan Konserve ve Bozkurt Helva’nın Unilever tarafından, TuryaŞ’ın Henkel, şmbat ve Çukurova Schwepps’in Coca-Cola, Merko Gıda’nın Citibank ve Tikveşli ve Birtat’ın da Danone tarafından satın alması gösterilebilir. Bu ortaklık ve satın almalar halen süregitmektedir. 2000-2005 arasında 23 adet, 2005-2010 arasında 31 ve 2010-13 arasında da 14 olmak üzere toplam 68 adet Türk şirketleriyle yabancılar arasında ortalık, birleşme veya devralma olgusu gerçekleşmiştir (Oral 2013: 182-3, Tablo 17). 2014 yılı itibariyle Türkiye’de tarım, gıda ve içecek sektöründe 934 yabancı şirket faaliyet göstermektedir (TÜşK). Türkiye’de yatırım yapan yabancı şirketler arasında dünyanın en büyük 25 ÇU ’de vardır: Nestle (şsviçre), Kraft Foods Inc. (ABD), Unilever (Hollanda), Pepsi-co (ABD), Cargill (ABD), Coca-Cola (ABD), Archer Danes Midlands (ABD), Tyson Food(ABD), Mars Inc. (ABD), Anheuser-Busch Inc (ABD), Bunge Ltd (ABD), Diaego plc (UK), ve Danone (Fransa). Yabancı yatırımcıların çoŞu üretimlerini büyük ölçüde iç pazara yönelik bir biçimde gerçekleştirmişlerdir. 262

Türkiye Tarımının Neo-Liberal Dönüşümü

VI.8.3. Tütün Hızlı bir şekilde çıkarılan tütün yasası şMF-DB ikilisinin Türkiye pazarlarını ÇU ’e açma konusunda uyguladıkları dayatmalara çok iyi bir örnek teşkil etmektedir. Yasa bir yandan tütün üretimine ilişkin örgütsel sorunları gelecekte çıkarılması beklene bir yasaya bırakırken diŞer yandan da devletin artık bundan böyle üreticilerden tütün almayacaŞını açıkça beyan etmiştir. Gerek Tarım BakanlıŞı’nın gerekse de TEKEL’in yasanın bu haliyle geçmesi durumunda birkaç yüz milyon tütün üreticisi ailenin sigara sektöründeki ÇU ’in vicdanına terk edileceŞi şeklindeki tüm uyarılarına raŞmen hükümet yasayı geçirmekten geri durmamıştır. Yasa pazarlama sorunlarını serbest pazarın prensipleri kisvesi altında Türkiye’de sigara pazarına hâkim olan birkaç ÇU ’in insafına bırakmış durumdadır. Tütün üreticilerinin maruz kaldıkları durumunu daha açık bir şekilde ortaya koymak için Adıyaman, Batman, Bingöl, Bitlis, Diyarbakır, Hakkari, Mardin, Muş ve Van illerinde geleneksel tütün üretimini 36,000 hektar azaltmayı hedefleyen Tarım Reformu Uygulama Projesi ve Ekonomik Reform Programı’ndan söz etmek gerekir. Tütün Yasası ile sözleşmeli tarıma itilen üretici hanelerin sayısı 5 numaralı tablodan da anlaşılacaŞı gibi kısa bir süre içinde ciddi bir azalmayla 2000 yılında 583,400’ den 2006’da 222,400’e inmiş ve buna paralel olarak da tütün üretimi de aynı dönemde 208,000 tondan 117,000 tona düşmüştür. Bu süreç hızlı bir şekilde devam etmiş ve 2011’de ekici sayısı 51,000’e tütün üretimi de 45,000 tona inmiştir (Oral 2013: 462). Yukarda sayıları verilen tütün üreticisi hane sayısının ve 2000’de 237,000 hektar olan tütün ekim alanlarının 2011’de 97,000 hektara düşüşü devletin tütün fiyatlarını bilinçli bir şekilde girdi fiyatlarının ve enflasyonun altında bir seviyede tutmasının kaçınılmaz bir sonucudur. Tablo 6’ 263

ÇaŞdaş Tarım Sorunu

dan da görüleceŞi gibi 1998 ile 2006 yılları arasında tütün fiyat endeksi 411.4’e çıkarken girdi fiyat endeksi 1,130.5’e ve enflasyon endeksi de 791’e çıkmıştır. Tütün yasası ile baŞlantılı olarak yeni kurulan Tütün Kurulu ve Tütün ve Alkol Piyasası Düzenleme Kurumu en basit anlamıyla bir devlet düzenleme kurumu olan, ve yüz yıla yakın bir zaman tütün üretiminde tekelci bir pozisyonda olan TEKEL’in British American Tobacco Company (BAT) adlı şirkete ubat 2008’de satılmasıyla birlikte TEKEL’in tekelciliŞine son vermiştir. Tablo 5. 5. Türkiye’ Türkiye’de Tütün Üretimi ve Fiyatları Tütün Tütün Üretim Alanı Üre Üreticisi Hane Fiyatları Üretim Yıl (000 Ha) Sayısı (YTL/Kg) Yıllar (000 Ton) 2000 237.7 208.0 583.4 2.20 2001 198.8 152.5 478.0 3.00 2002 199.4 161.3 401.2 4.29 2003 183.7 150.1 334.2 4.80 2004 192.7 156.7 285.4 5.41 2005 185.4 147.6 255.7 5.76 2006 146.1 117.6 222.4 5.76 Kaynak: TZOB, 2006, Zirai ve şktisadi Rapor 2003-2006, Ankara, 108 ve 113 no.lu tablolar.

Tablo 6. 6. Tütün Fiyatları, Girdi Fiyatları ve Enflasyon Arasındaki şlişki Tütün Fiyatla Girdi Fiyatla Enflasyon Fiyatları Fiyatları* Endeks Yıllık Endeks Yıllık Endeks Yıllık DeŞi DeŞi DeŞi DeŞişim DeŞişim DeŞişim % % % 1998 56 100 35.4 100 54.3 100 1999 25 125 55.2 155.2 62.9 163 2000 26 157.5 62.4 252 32.7 216 2001 36 214.2 122.2 559.4 88.6 407 2002 43 12.9 631.5 30.8 532 2003 12 343 24.3 784.9 13.8 606 2004 12.6 386 20.3 941.8 13.8 690 2005 6.5 411.4 5.3 991.7 2.66 709 2006 0 411.4 14 1130.5 11.58 791 * Gübre ve yakıt fiyatlarının ortalaması alınarak hesaplanmıştır. Kaynak: TZOB, 2006, Zirai ve şktisadi Rapor 2003-2006, Ankara, Tablo 114. Yıllar

264

Türkiye Tarımının Neo-Liberal Dönüşümü

Tütün Kurumu ve Tütün Kurulu tütün sektörünün sorunsuz bir şekilde özelleştirilmesi için çok geniş yetkilerle donatılmışlarıdır. eker kurulu gibi tütün kurulu da bir tahkim kurulu olarak tütün ve sigaraya ilişkin konularda TEKEL’in ve bakanlar kurulunun yetkilerine sahiptir. Dolayısıyla da TEKEL tütün alımı ve tütün fiyatlarının saptaması konusundaki düzenleme kapasitesini yitirmiş bulunmaktadır. Türkiye pazarında hâkimiyet kurmayı tasarlayan ve ülke üzerinde uzun dönemli uluslararası bir baskı kurulmasını adeta bir orkestra şefi gibi yöneten uluslararası tütün ve sigara şirketlerinin en büyük hedefi tütün pazarında destekleme alımlarının ve fiyat belirlemelerinin ortadan kaldırılması olmuştur. Daha 1980’lerde Türkiye tütün sektörünü liberalleştirmesi için yapılan güçlü baskıları engelleyememiş ve Özal hükümeti 1984 yılında sigara ithalatı üzerindeki sınırlamaları kaldırarak teslim bayraŞını çekmiştir. Bununla beraber en önemli deŞişim 1989 yılında tütün ithalatının serbestleştirilmesiyle olmuş ve kapılar özellikle de Amerikan ÇU ’lerine ardına kadar açılarak Türk pazarına serbestçe girmeleri saŞlanmıştır. Bunu takip eden on yılda (1989-1999) ülke içinde üretilen sigaralardaki ithal tütün oranı yüzde 6.7’den yüzde 40’a çıkmıştır. Yüksek derecede baŞımlılık yaratan Burley ve Virginia tipi tütünlerin ithalatı sonucu sigaraya olan talep 1980’de 59,000 tondan 1999’da 115,000 tona yükselmiştir. Bu eŞilimin süregitmesi sonucu Türkiye dünya tütün pazarındaki payını büyük ölçüde kaybetmiş ve ihracatı 1997’de 601 milyon dolardan 2006’da 499 milyon dolara düşmüştür. Son zamanlara kadar tütün ve tütün ürünlerinde nerdeyse kendine yeterli olan Türkiye bu ürünlerin ithalatına 1996 ile 2006 arasında 3.2 milyar dolar harcamıştır. Tabii ki buna bir de kaçak olarak ülkeye sokulan sigaralara ödenen parayı eklemek gerek. Yasaların sigara üretiminde uygun koşulları getirmesiyle birlikte birkaç uluslararası şirket Türkiyeli holdinglerle ortaklıklar kurarak sigara pazarının 265

ÇaŞdaş Tarım Sorunu

kontrolünü ele geçirme olasılıŞını bulmuştur. Bu ortaklar arasında Philips Morris-Sabancı (Philsa1991), BAT-Koç (2002), European Tobacco-Arbel (2004) sayılabilir. Buna ilaveten Türkiye’den kimseyi ortak olarak almadan R.J. Reynolds tarafından 1992’de ve Imperial Tobacco tarafından 2005’de kurulan sigara fabrikalarını da saymak gerekir. 22 ubat 2008’de TEKEL’in sigara işleri British American Tobacco Company (BAT) adlı şirkete 1.72 milyar dolara satılınca zaten Türkiye sigara pazarında dördüncü konumda olan BAT ikinci büyük şirket haline gelmiştir. VI.9. 5488 Sayılı Tarım Reformu Yasası, 5553 Sayılı Tohum Yasası, Tarımda Fikri Mülkiyet Hakları ve Gıda GüvenliŞi Nisan 2006’da çıkarılan Tarım Yasası ve Ekim 2006’da çıkarılan Tohum Yasası çok uluslu tarım-sanayi şirketlerinin Türkiye kırsalına daha özgürce yerleşmesi için gerekli altyapının hazırlanmasına çok iyi iki örnek teşkil ederler. Farklı tarihlerde çıkarılan iki yasa birbirini tamamlar niteliktedir. 5553 sayılı yasanın adı Tohum Yasası’nın çok ötesinde daha geniş kapsama sahiptir. Yasanın düzenlediŞi alanlar arasında tarla bitkileri, üzüm baŞları ve bahçe bitkileri, tüm orman bitki cinsleri ve gıda ve tohum üretme de bulunmaktadır. DiŞer yandan Tarım Yasası da kendi içinde bir sürü çelişkileri barındırmaktadır. Yasanın dördüncü maddesi tarım politikalarının temel amaç ve hedeflerinin kırsal kalkınma yoluyla tarımda refah seviyesin arttırmak olduŞu belirtilmektedir. Bunun için de iç ve dış talepler doŞrultusunda tarımsal üretimi geliştirmek, doŞal ve biyolojik kaynakları korumak, gıda güvenliŞini geliştirmek ve üretici örgütleriyle pazarlamayı güçlendirmek hedeflenmektedir. Bu imrenilecek hedeflerin nasıl gerçekleştirileceŞinin mekanizmalarına dikkatle bakıldıŞında aslında belagatten başka bir şey olmadıŞı kolayca anlaşılabilir. Ta266

Türkiye Tarımının Neo-Liberal Dönüşümü

rımsal ürünlerde mülkiyet haklarını tanımakla ve yeni tohum çeşitleri geliştiren şirketlerin çıkarlarını koruma sözünü vermekle yasanın onuncu maddesi yüzyıllardır geleneksel tohum cinslerini kullanan milyonlarca çiftçiyi çok uluslu şirketlerin kucaŞına itmektedir. Tarımsal ürünlerde fikri mülkiyet hakları tohum pazarında çok uluslu tarımsanayi şirketlerinin tekelleşmesine yol açacak ve milyonlarca çiftçinin bu şirketlere baŞımlı hale gelmesine yol açacak niteliktedir. Onuncu madde sözleşmeli tarımla uŞraşmayı devletten alınacak destekler için bir ön koşul olarak getiren 13. maddeyle ve belli ürünlerin ancak belli havzalarda üretilebileceŞini öngören 14. maddeyle birleştiŞinde çiftçilerin ÇU ’lere baŞımlılıŞının boyutlarının ne denli geniş olacaŞı açıkça ortadadır. Yasa uluslararası örgütlere ve AB ne uyum sürecinde Acquis Communitaire adı verilen müktesebata uyum için verilen sözlere sadık kalma andını tekrar etmektedir. AB müktesebatına uyum süreci ekili dikili üretim alanlarına, tarımdaki çiftçi ve hayvan sayılarına ve üretilen ürün miktarlarına ilişkin güvenilir verilere gereksinme duymaktadır. Çiftçiye verilecek destekler saŞlıklı verilerin olmasını gerektirdiŞi için bu veri gereksinmeleri daha da yaşamsal bir önem kazanmaktadır. Çiftçilerin önemli bir kısmının kayıt dışı olduŞu gerçeŞinden hareketle devlet doŞrudan gelir desteŞi biçimindeki yardımı ancak kayıt altında olan çiftçilere vermek suretiyle tüm çiftçileri kayıt altına girmeye zorlamaktadır. Dolayısıyla tüm çiftçilerin kayıt altına alınması saŞlandıŞında da ancak o zaman hayvanlar, tarım ürünleri, süt ürünleri, tohumlar ve işletme büyüklüklerinin saŞlık ve güvenlik standartlarının kontrol edilmesi mümkün olacaktır. Böylelikle de kurallara uymayanları cezalandırmak ve AB standartlarına uymayanları da tarım dışına atmak mümkün olmaktadır. Küçük üreticiliŞin kaçınılmaz olarak çözülmesi tehlikesi işsizliŞin ve yoksulluŞun giderek daha çok artması 267

ÇaŞdaş Tarım Sorunu

açısından bir tehlike çanı niteliŞindedir. Türkiye şşçi Sendikaları Konfederasyonu (TşSK) artan işsizliŞin ciddiyetini ısrarla vurgulamıştır. TşSK 1997 ile 2006 yılları arasında işsizlik oranının %6,3’ten %9,9’a çıkarak dünyada işsizlik oranının artış hızı açısından Türkiye’nin ikinci olduŞunu belirtmektedir. Kabul etmek gerekir ki artan işsizlik oranını tarımda çalışan nüfusun azalmasına indirgenemez ama 2004 ile 2006 yılları arasında 1.320.00 kişinin tarımı terke ettiŞini dikkate alırsak tarımın artan işsizlik oranına katkısının büyük olduŞu apaçık ortadadır. AB kurallarına uyum süreci bir dizi hedefin gerçekleştirilmesini gerektirmektedir. Bunlar şöylece sırlanabilir: tarıma verilen devlet desteklerinin tedricen kaldırılması; desteklerin belli ürünlerin teşvik edilmesi amacıyla yeniden düzenlenmesi; kurumsal yapıların deŞiştirilmesi; sözleşmeli tarım aracılıŞıyla arzu edilen yeni ürünlerin üretilmesinde gerekli olan çok sayıda emekçinin saŞlanması; geleneksel ürünlerin terk edilip bunların yerine yüksek deŞerli ürünlerin veya CU ve yerli ortaklarının istedikleri tarımsal sanayide ham madde olarak kullanılacak ürünlerin üretilmesi. Küresel ekonomi ile böylesi bir bütünleşme kaçınılmaz olarak gıda güvenliŞini tehlikeye atacaktır. Bu bütünleşme geleneksel gıda ürünlerinin üretilmesini ihmal edip onların terlerine niş pazarlara yeni ürünler hedeflediklerinden ve üreticiler de bu baŞlamda ÇU ’in insafına terk edildiklerinden gıda güvenliŞini saŞlamaktan çok uzaktırlar. Başbakan’ın 10 Ocak 2008’de doŞrudan gelir desteŞinin tümüyle kaldırılacaŞı biçimindeki demeci 2006-2010 Ulusal Kırsal Kalkınma Stratejisi ile taban tabana zıttır. DiŞer yandan Başbakan’ın bu demeci Tarım ve Köy şşleri BakanlıŞı’nın son zamanlarda tarımsal destek politikalarını ürün uzmanlaşması ile eşleştirme konusunda yaptıŞı hazırlıklarla bir paralellik göstermektedir. Bakanlık politika araçlarını bölgesel havza temelli ürünlere baŞlamak için uzun zamandır belli bölgelere uygun ürün listeleri hazır268

Türkiye Tarımının Neo-Liberal Dönüşümü

lamakla meşguldür. Bu uygulamayla da istenmeyen ürünlerden vazgeçilip istenen ürünlere doŞru bir geçişin olması beklenmektedir. Uluslararası finans şirketleri, uluslararası örgütler, kurallar ve düzenlemelerin Türkiye’deki karar verme mekanizmaları üzerindeki etkilerinin boyutlarının ciddiyeti dikkate alındıŞında uluslararası tarım-sanayi şirketlerinin Türkiye’de hangi ürünlerin hangi kalite ve miktarda üretileceŞi üzerinde söz sahibi olacaŞı açıkça ortadadır. Bu bölgesel havza modeline dayalı destek sistemi kullanılarak çıkarılacak bir yasa ile de tarımsal işletmelerin bölünerek küçülmesi engellenmek istenmektedir. Tarım ve Adalet bakanlıkları mevcut kural ve düzenlemeleri deŞiştirerek miras isteminin toprak bölünmesini engellemeye yönelik çalışmalar yürütmektedirler. Burada amaç küçük üreticiliŞi azaltıp toprak toplulaştırılması yoluyla büyük ölçekli tarım işletmelerinin oluşmasını saŞlamaktır. Bu politika küçük işletmelerin kaynakları yeterince verimli ve azami seviyede kullanamadıkları gerekçesiyle haklı gösterilmektedir. Tüm bu gerekçeler bir arada düşünülünce ortaya çıkan durum ellerindeki toprakları satın alma, kiralama veya ortakçılık gibi araçlarla büyütemeyen küçük üreticilerin kendi topraklarını ya satmak ya da kiraya vermek yoluyla elden çıkarmak zorunluluŞuna işaret etmektedir. Küçük üreticilik arasındaki yoksulluŞun yaygınlıŞı dikkate alınırsa onların büyük çoŞunluŞunun temel geçim aracı olan topraklarını ellerinde tutma olasılıkları çok düşüktür. Bunlardan sadece yeterli maddi kaynaŞı olanlar ve tarımsanayisi tarafından istenen yeni ürünler hakkında yeterli bilgisi olan işletmeler belki yaşamlarını sürdürebilirler. Yasa ortalama bir işletmenin 55-60 dönümden 170-200 dönüm arasına ve hayvancılıkta çiftlik hayvan sayısının işletme başına 5 den 40-50 ye çıkarılmasını öngörmektedir. Yasaya göre sadece ve sadece belirlenen bölgelerde belirlenen ürünleri sözleşmeli tarım aracılıŞıyla üreten çiftçilere destek verilecek ve Tarım ve Köyişleri BakanlıŞı’nın belir269

ÇaŞdaş Tarım Sorunu

lediŞi ürünlerin dışındaki ürünleri üreten çiftçiler de cezalandırılacaktadır. şlerde bazı ürünler için istisnai kurallar getirilmediŞi takdirde bu durumun küçük çaplı olan ve yoŞun emeŞe dayalı turfanda meyve ve sebze üretimi yapılan seracılıkla nasıl baŞdaşacaŞı pek açık deŞildir. Yasa tarımsal destek sistemini yönlendirecek, koordine edecek ve uygulamaları denetleyecek bir tahkim kurulunun kurulmasını öngörmektedir. Dahası tarımsal üretimi yönlendirecek olan, tüccar ve sanayici örgütlerinin temsilcileri, meslek odaları ve kamu araştırma kurumları temsilcilerinden oluşan bu kurulun varlıŞı tarımsal üretimin ticari şirketlerin insafına ne denli terk edildiŞinin güçlü bir kanıtıdır. Yeni getirilen sertifikalı tohum kuralları da milyonlarca geleneksel tohum kullanıcısının durumunu zayıflatmaktadır. AB tohum yasasına dayanan 2006 Türkiye Tohum Yasası pazarda satılabilmesi için tüm tohumların önceden sertifikalandırılmaları zorunluluŞunu getirmektedir. Bu amaçla da Tarım ve Köyişleri BakanlıŞı’nda (TKB) çeşit kayıt ve sertifika merkezi kurulmuştur. Dahası Türkiye Tohum Üreticileri BirliŞi adı altında bir kurum kurulması öngörülmekte ve her hangi bir tohuma sertifika vermeden önce tohum standartlarına uygun olup olmadıŞını denetleyebilmek amacıyla Tarım ve Köyişleri BakanlıŞı’na da tarla deneyimleri yapmak ve laboratuvar kontrolleri gerçekleştirmek açısından büyük yükler getirmiştir. Yasayla birlikte sadece ve sadece genetik nitelikleri TKB veya bakanlıkça yetkilendirilmiş şirket veya diŞer özel veya kamusal kurumlarca onaylanmış olan tohumların üretilmesi ve pazarlanmasına izin verilmektedir. Yasa farklı tohum cinslerinin üretilebilmesinin uygun olduŞunu iddia ettiŞi belli havzaların da bir listesinin TKB’nca saptanacaŞını belirtmektedir. Yasaya göre TKB belirlediŞi havzalarda kendine ait sertifikasız tohumları üreten çiftçileri de 3000 TL para cezasına çarptırma yetkisine sahiptir. Yasa devlete veya devletçe yetkilendirilen özel bir şirkete tohumların nerede üreti270

Türkiye Tarımının Neo-Liberal Dönüşümü

lebileceŞini ve hangi tohumların pazarlanabileceŞini dikte etme yetkisine vermektedir. Yüz yıllardır uyguladıkları geleneksel tohum üretme, saklama ve ekme teknikleri ve haklarını kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya kalmanın ötesinde çiftçiler aynı zamanda geleneksel ürünlerin de kontrolünü çok uluslu tarım-sanayi şirketlerine kaptırmaktadırlar. Genetik kaynaklar ve bitki çeşitleri arasında bir ayrıştırma yaparak yasa tarım-sanayi şirketlerine tohumlar üzerinde ufak bir deŞişiklik yapmak durumunda bile fikri mülkiyet hakları iddia edebilme hakkını vermektedir. ‘Bitki çeşitleri’ dedikleri şey aslında yapısı şirketlerce deŞiştirilmiş geleneksel tohumlardan başka bir şey deŞildir. Yapısı deŞiştirilmiş tohum üzerinde şirketler bir kez fikri mülkiyet hakkı ilan ettikten sonra çiftçiler bu tohumların üretilme hakkını tümüyle yitirmektedirler. Yasanın bitki cinslerinin kalitesini yükseltmek ve tohum sektörünü yeniden yapılandırmak gibi bir amaçla çıkarıldıŞı yönündeki kulaŞa hoş gelen sunturlu açıklamalar gerçeŞi yansıtmamaktadır. Yapılmakta olan şey sadece geleneksel yerli ürünlere ve çiftçilerin bu ürünlere ilişkin bilgi ve deneyimlerine küçümser bir edayla tepeden bakmak ve daha acısı çiftçileri bu ürünlerde kolayca fikri mülkiyet iddia edebilen tarımsanayi şirketlerine baŞımlı hale gelmesini garanti etmektir. Birin devlet kurumu olmayan Türkiye Tohum Üreticileri BirliŞi’nin (TTÜB) kurulması milyonlarca Türkiye çiftçisin güçlü tarım-sanayi şirketlerine baŞımlı olmasını saŞlamaktır. Tohumların sertifikalandırılması, daŞıtımı ve kontrolü özel şirketlerin denetimine bırakılmaktadır. Çiftçilerle ticari şirketler arasında bir anlaşmazlık çıkması halinde TTÜB’ne hakemlik görevi verilmektedir. Burada devlet sadece ve sadece tohum konusundaki uluslararası anlaşma ve kuralların uygulanıp uygulanmadıŞını denetleyebilme konumuna mahkûm olmuştur. Yasa tohum pazarını da düzenleyici kurallar getirmiştir. Buna göre sadece sertifikalı tohumlar ülkede pazarlanabilecek, ithal ve ihraç edilebi271

ÇaŞdaş Tarım Sorunu

lecektir. TKB’nca belirlenen ölçütlere göre üretilmiş, hazırlanmış, işlenmiş veya paketlenmiş tohumların dışında sertifikasız tohumların pazarlanmasını yapan kişilerin beş yıl için ticaretten men edilmesi ve 10 bin ile 25 bin TL cezaya çarptırılması yasada yer almıştır. Gene yasaya göre standartların altında olduŞuna hükmedilen tohumlara el konulup imha edilecek ve masrafları da yasaya uymayan tüccara ödettirilecektir. Yani diŞer bir deyişle devlet bir anlamda tohum şirketlerinin çıkarlarını koruyan bir bekçi durumuna düşürülmüştür. Biyo-güvenlik yasası çıkarılmadan 2008’de tohum yasasının çıkarılması Türkiye tarımını ve kamu saŞlıŞını Monsanto, Syngenta, Pioneer ve DuPont gibi küresel tarım-sanayi devleri karşısında korumasız bir konuma düşürmüştür. GDO’lu gıdaların saŞlıŞa ilişkin etkileri konusunda henüz kesin bir sonuca ulaşamamış tartışmalar süregittiŞinden Batı’da tüketiciler GDO’lu ürünleri tüketmeye direnmektedirler. Buna raŞmen Tarım şşletmeleri Genel MüdürlüŞü’nün (TşGEM) özelleştirilmesi sonucunda artık tohumculukla uŞraşan tarım-sanayi şirketlerinin etkinliklerini denetleyecek bir kamu kurumu da kalmamıştır. EŞer GDO’u ürünlerin insan saŞlıŞı için zararlı olduŞu savı kanıtlanırsa o zaman bunun gelecek nesiller için doŞuracaŞı sonuçlar çok vahim olabilir. VI.10. DoŞrudan Gelir DesteŞi Küçük ÜreticiliŞin Çözül Çözülmesinin Telafi Edilmesi mi? Tarımsal liberalleşmenin yoksulluŞu arttırıcı etkisinin toplumda gerginlik ve istikrarsızlıŞa yola açacaŞı beklentileri devlet ve onun uluslararası fikir danışmanları tarımda mevcut destek ve sübvansiyon politikalarının ortadan kaldırılması sürecini hızlandırmayı amaçlayan DoŞrudan Gelir DesteŞi (DGD) sistemini getirmeye yöneltmiştir. Dünya Bankası bile DGD programının kırsal alanda sübvansiyon272

Türkiye Tarımının Neo-Liberal Dönüşümü

ların kaldırılmasından doŞan kayıpların yol açtıŞı toplumsal gerilimleri azaltmak amacıyla geçici bir tedbir olarak getirildiŞini itiraf etmektedir (World Bank 2001: 11). Benzeri bir yaklaşımı DGD sistemini 14 Mart 2000 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanarak yasallaştıran 2000/267 sayılı Bakanlar Kurulu kararnamesinde de görmek mümkün. Kararname DGD’nin sübvansiyonların kaldırılması sonucu zarara uŞrayan çiftçilerin alternatif ürünlere yönelip tarım yapmaya devam etmelerini saŞlamak üzere kısa dönemli bir tedbir olarak verilmeye başlandıŞını kaydetmektedir. Bu hedeflere paralel olarak da DGD sisteminin asıl amacı AB müktesebatıyla Ortak Tarım Politikası çerçevesinde bir uyum saŞlamaktır. Üreticilerin desteklerin kaldırılmasından dolayı ortaya çıkan kayıplarının tümünü telafi edebilecek seviyede bir gelir garantisi vermeyen DGD tarımsal üretimde sözde aşırı üretimi yapılan ürünlerden alternatif ürünlere geçmeyi saŞlamak için yapısal bir dönüşümü gerçekleştirmek üzere planlanmıştır. Başlangıçta Polatlı, Akçaabat, Sürmene, Adıyaman, Kâhta, Serik ve Manavgat gibi az sayıda pilot bölgelerde uygulanan DGD sistemi 2002 yılından beri ülke genelinde yaygınlaştırılmış ve bundan da en çok DGD’den faydalanmak için topraklarını kayıt altına aldıran büyük toprak sahipleri yararlanmıştır. Bir dekarın altındaki ve 500 dekarın üstündeki işletmeler DGD sisteminin dışında bırakıldıkları için üst limitten fazla topraklarını akrabalarına transfer eden büyük toprak sahipleri sistemden en yüksek derecede yararlanmayı denemişlerdir. DiŞer yandan gerekli belgelerin hazırlanma masrafları ve DGD ödemelerinin geç yapılaması da küçük işletme sahiplerini DGD ne başvurmakta kararsız bırakmıştır. 2006 yılı itibariyle 4.1 milyon çiftçiden sadece 2.7 milyonu DGD’ den yaralanmak için kayıt yaptırmıştır (Günaydın 2006: 22). Ülkede tam kapsamlı bir kadastro toprak kaydı olmadıŞından devlet DGD sistemi ile tüm çiftçileri ve toprakları kayıt altına alamaya çalışmaktadır. Fakat bu kimi yerlerde 273

ÇaŞdaş Tarım Sorunu

çiftçilerin DGD ne başvurmaması, kimi yerlerde de toprak mülkiyeti üzerindeki anlaşmazlıklar yüzünden asıl sahibinin saptanamaması nedeniyle büyük sorunlara yol açmıştır. DGD’ni alabilmenin temel ölçütü topraŞın tapusu olduŞundan büyük sayıda ortakçı ve kiracı çiftçi sisteminin dışında kalmış ve bu da DGD’nin iddia edilen yoksulluŞu giderici etkisi ile çelişkili bir durum yaratmıştır. Dahası Polatlı örneŞinde olduŞu gibi kentlerde oturan toprak sahipleri, toprak spekülatörleri, inşaat kooperatifçileri ve profesyonel meslek sahiplerinin de DGD sisteminden yararlanmak üzere kayıt yaptıkları gözlemlenmiştir. Tarımdaki devlet desteŞinin kaldırılma hızı dünyanın hiçbir yerinde Türkiye’deki gibi hızlı olmamıştır. ABD ve AB de uygulanan destek sisteminin aksine Türkiye büyük ölçüde DGD sistemini tarımda nerdeyse tek destek sistemi olarak kullanmaktadır. Tarıma verilen tüm destekler içinde DGD’nin payı ABD’de %ve AB’de ise %30’dur. AB tarımsal Pazar fiyatına %55 ABD ise %50 destek saŞlamakla kalmayıp çeşitli oranlarda da girdi desteŞi vermektedir (Özkaya vd. 2000). Bundan başka DGD’nin üretimle baŞlantılı olduŞu ABD ve AB’nin aksine Türkiye’de DGD üretimden ve verimlilikten baŞımsız olarak verilmektedir. DiŞer bir deyişle AB, ABD ve çok uluslu tarım-sanayi şirketlerinin istemediŞi geleneksel ürünleri üretmemeleri için çiftçilere karşılıksız bir para verilmektedir. DGD’nin 15 yıl içinde deflatör sonuçları doŞuracaŞını ve bu sürede tarımsal üretimin %5.5 oranında GSMH’nın da %2 oranında azalacaŞını ileri süren DoŞruel ve Yeldan (2001) DGD’nin daha verimli ve etken bir kaynak kullanımına yol açacaŞı ve dolayısıyla da ülkede ekonomik performansın genel olarak artacaŞını iddia eden DGD sistemini ciddi bir şekilde sorgulamaktadırlar. Düşünürler yeni getirilen tarımsal destek sisteminin bir sonucu olarak borçlar-GSMH oranının artacaŞını ve buna baŞlı olarak da sermaye yatırımlarının azalacaŞını hesaplamışlardır. Onlara 274

Türkiye Tarımının Neo-Liberal Dönüşümü

göre bütçe yükünü arttıran DGD zaten uzun zamandan beri kötü giden ödemeler dengesini daha da kötüye götürecek, finansal kırılganlıŞa yol açacak ve ekonomik sürdürülemezliŞi daha da kötüleştirecek niteliktedir. Dolayısıyla DoŞruel ve Yeldan’ın önerdiŞi çözüm olan tarımsal üretimin devlet tarafından etkin bir biçimde planlanması görüşünü ülke çıkarları için ciddiye almak gerekir. DGD sadece kaynakların verimli bir şekilde daŞılımını saŞlamak ve kırsal alanda ve toplumsal refahı arttırmaktan çok uzak olmakla kalmayıp kimi ürünlerin başka ürünler aleyhine olarak daha çok üretilmesine yol açıcı bir özelliŞe sahiptir (DoŞruel vd. 2001). DGD’nin ülkedeki tüm topraklar için verilmesi çiftçileri sadece birkaç ürüne yönelttiŞi için tarımın hayatiyetini, ürün çeşitliliŞini ve gıda güvenliŞini tehlikeye sokmaktadır. Hesaplarını 15 yıl için yapan DoŞruel vd. (2001)’nin bu görüşlerine katılmakla birlikte 2008 de DGD’nin geçici bir tedbir olduŞunu söyleyen fakat bu gün bile uygulamaya devam eden hükümetin bu politikayı ne kadar sürdüreceŞinin de meçhul olduŞunu belirtmekte fayda var. AnımsanacaŞı gibi DGD tarımda serbest pazar ekonomisine pürüzsüz bir şekilde geçmeyi ve küçük ve orta ölçekli üreticilerin de çok uluslu tarım-sanayi şirketleriyle sözleşmeli tarıma itmeyi hedeflemekteydi. Dolayısıyla da sözleşmeli tarımı Türkiye tarımının önemli bir parçası haline getirmekte DGD önemli bir rol oynamıştır. Üzerinde bu kadar vurgu yapılan sözleşmeli tarım nedir? Üreticiler ve uluslararası sermaye için ne anlama gelmektedir gibi sorulara kısa da olsa deŞinmekte bir yarar var. VI.11. Sözleşmeli Tarım Sözleşmeli tarım çiftçiliŞi dolaylı olarak tarım-sanayi şirketlerinin güdümüne sokmaktadır. Tarım sömürgecilik döneminde sömürgelerde büyük plantasyonlar kurarak dünya pazarları için ticari ürünler ürettiren uluslararası ser275

ÇaŞdaş Tarım Sorunu

maye için çok önemliydi. Fakat tarımsal plantasyonlar bir sürü sorunları da içlerinde barındırmaktaydılar. Bu zorlukların bir kısmı tarımın yapısından kaynaklanırken bir kısmı da plantasyonların mülkiyeti ve yönetimi ile ilgiliydi. Hava koşullarına baŞlı olan tarım o yıllarda birçok belirsizlik ve risklerle karşı karşıya idi. şkinci olarak da özellikle emek yoŞun ürünlerin üretilmesi için çok sayıda emekçiyi örgütleyip çalıştırmak oldukça zor bir işti. Üçüncü olarak da yeni baŞımsızlıŞını kazanan birçok ülkede plantasyonların ulusallaştırılması tehlikesi büyüktü. Dolayısıyla da uluslararası tarım-sanayi şirketleri çok sayıda baŞımsız görünüşlü küçük üreticinin kendi topraklarında büyük şirketler için tarımsal emtia üreten sözleşmeli tarım modelini geliştirerek üretimdeki riskleri üreticilerin sırtlarına yükledikleri kendileri açısından çok hince bir mekanizma geliştirdiler. Krediler, girdiler ve yayım sistemleri veya yasal zorlamalar aracılıŞıyla tarım-sanayi şirketleriyle kontratla belirlenen biri ilişki içine sürüklendiler. Yapılan anlaşmaların kural ve nitelikleri durumdan duruma veya yerden yere deŞişiklikler göstermektedir. ÇoŞunlukla tarım-sanayi şirketleri verdikleri bilgiler, krediler, tohumlar ve diŞer girdiler karşılıŞında üreticilerden ürünlerini hasat öncesi saptanan bir fiyattan satın almayı taahhüt etmektedirler. şkna gücünün yetersiz kaldıŞı durumlarda da devletin gücü, yasalar, kuralsızlaştırmalar (de-regulations) vb devreye girerek üreticileri istenen ürünleri üretmeye teşvik veya zorlama yöntemleri kullanılmaktadır. Yakın zamanlarda Türkiye’de devletin ülkeyi üretim havzalarına bölerek sadece belirlenen ürünlerin üretilmesini saŞlamaya çalışması buna çok güzel bir örnek teşkil etmektedir. Tarımsal desteŞi işletme büyüklüŞüne ve her havzada üretilecek ürünlere baŞlayarak Türkiye’de devlet üreticileri uluslararası tarım-sanayi şirketlerinin istedikleri ürünleri üretmeye zorlamaktadır. Dolaysıyla da tarım-sanayi şirketleri üretimin koşullarını belirlemekte ve hangi ürünün hangi nitelikte ve miktarda üretilmesi gerektiŞini üreticilere dayata276

Türkiye Tarımının Neo-Liberal Dönüşümü

bilmektedir. Yapılan kontrat gereŞi üretilecek ürünün tek alıcısı olan şirket belli standartların altına düştüŞünü iddia ettiŞi ürünleri satın almamak lüksüne sahiptir. DiŞer bir deyişle üreticiler üretim sürecinde hiç bir risk almayan fakat üretimi kontrol etme ve emtiayı pazarlama aracılıŞıyla sermaye birikimi yapan tarım-sanayi şirketlerinin insafına terk edilmişlerdir. Tarım şşletmeleri Genel MüdürlüŞü (TşGEM)’in tahıl üretimini ve Türkiye eker Fabrikaları’nın şeker üreticileriyle hangi ürünün nerede ve nasıl üretileceŞine dair yaptıŞı sözleşmelerle birlikte Türkiye’de sözleşmeli tarımın tarihi 1965’lere kadar gider. 1980’lerde ise sözleşmeli tarımın sadece birçok sebze ve meyveyi içeren geniş bir alana yayılmasını deŞil aynı zamanda özel şirketlerin de giderek artan bir şekilde sözleşmeli tarıma (ST) girmelerine şahit oluyoruz. Türkiye’de ST şirketleri tohum üretimi, sigara üretimi ve gıda işlenmesi alanında etkinlik gösteren yabancı şirketlerle işbirliŞi içinde hareket etmektedirler. Hem TEKEL hem de TÜBşTAK Virginia ve Burley tipi tütünlerin Adapazarı, Balıkesir ve Bolu’ya getirilmesine öncülük etmişlerdir. Bu bölgelerde 4000 kadar çiftçi Rothmans gibi yabancı şirketlerle ST anlaşması çerçevesinde tütün üretmektedirler (Özçelik vd. 1999; Ceylan 1998). Dünyanın en büyük tarım-sanayi şirketlerinden olan Cargill ülkemizde ayçiçeŞi ve mısır üretimini ST yoluyla Mustafakemalpaşa, Orhangazi, Konya, Karacabey ve Ege bölgesinde başlatmış ve GAP bölgesinde de 1000 dekarlık pilot bir alanda mısır üretmeyi planlamıştır (Öztavuksul 2000; Oral 2006). Devlet çıkardıŞı yasalar, özel kararnameler, kurallar ve yönetmelikler aracılıŞıyla hayvancılık, süt ürünleri, tavukçuluk, bahçecilik ve tarımda ST üreticiliŞinin önündeki engelleri kaldırıp uygun koşullar saŞlayarak uluslararası sermayenin Türkiye kırsalında hegemonya kurmasında çok önemli bir rol oynamıştır. ÖrneŞin 27 ubat 1999’da Resmi Gazete ‘de yayınlanan bir kararname ST anlaşması im277

ÇaŞdaş Tarım Sorunu

zalamak koşuluyla üreticilerin inek, koyun ve arı besiciliŞinde devletten destek alabileceklerini ilan etmiştir. 25 Nisan 2006’da geçirilen 5488 sayılı Tarım Yasası ST’ı teşvik etmek için daha çok kural ve yönetmeliŞin çıkarılarak çiftçilerin bu yöne doŞru gitmeye sevk edileceklerini belirtmektedir. Bir devlet bankası olan Ziraat Bankası bu kararda Türkiye Kalkınma Vakfı’na ve sözleşmeli üreticilik (SÜ) yoluyla tavukçuluŞa büyük yatırım yapan Mudurnu TavukçuluŞa verdiŞi kredilerde oldukça cömert davranmıştır. Yasa ulusal veya uluslararası tarım-sanayi şirketleriyle ST’a geçmek isteyen üreticilere yardımcı olacaŞının da sözünü vermektedir. Türkiye’de SÜ’e girişen çok sayıdaki şirketin bir kısmından daha önce bahsedilmişti. Ata Grubu ve Koç Holding Harran’da hayvan yemi sanayisinde girdi olarak kullanılmak üzere mısır, soya fasulyesi üretimi için girişimde bulunmuşlardır. NiŞde, Nevşehir, Bolu ve Sakarya gibi illerde birçok üretici patates üretimi için ST’a geçmiş, Antalya ve MuŞla illerinde de çiçekçilikte ST yaygınlaşmış, Ege ve Akdeniz bölgelerinde ise meyve ve sebzede gıda işlenmesi için üretim yapan şirketler üreticileri ST’la kendilerine baŞlamışlardır (Oral 2006: 308-9). Ticari tarımdan büyük gelirler elde etme olasılıŞı geleneksel olarak sanayi ile uŞraşan kimi büyük Türk şirket ve holdingler ve onların yabancı ortakları devlet tarafından özelleştirilen tarım kurumlarından büyük arsalar satın almışlardır. AB tarafından IPARD (Instrument for Pre-Accession Rural Development), Katılım Öncesi Kırsal Kalkınma Araçları programı çerçevesinde verilen 8800 milyon avroluk yardımdan pay alabilmek için Türkiye’deki büyük tarım-sanayi şirketleri tarıma yatırım yapmaya yönelmişlerdir. IPARD çerçevesinde verilecek yardım ile büyük işletmelerde tarım ve süt ürünlerinden teknolojik ilerlemeler kaydetmeleri beklenmekteydi. Son yıllarda normal olarak tarım dışında etkinlik gösteren birçok holdingin organik tarıma yönlendikleri göz278

Türkiye Tarımının Neo-Liberal Dönüşümü

lenmektedir. IPARD’la birlikte AB’den tarımsal gelişme için verilecek finansal destekler tarımsal işletmelerin ve pazarlamanın desteklenmesi, tarım ürünlerinin çeşitlenmesi ve alt yapının güçlendirilmesi alanlarında kullanılma olasılıŞı getirmiştir. Bu nedenle birçok TÜSşAD üyesi tarıma yatırım yapmaya yönlenmiş ve kendilerine bir yer kapmaya gayret etmiştir. Yatırımcılar arasında anlı Urfa’da Türkiye’nin en büyük tarımsal üretim ve hayvan yetiştiriciliŞi şirketlerini kuran ve Denizli-Acıpayam’daki devlet üretme çiftçiliŞini satın alan Koç, Ata ve Sancak grupları bulunmaktadır. AB’nin sunduŞu zengin desteklerden yararlanmak ve iflas etmiş küçük tarım üreticilerinin yarattıŞı boşluŞu doldurmak amacıyla CıngıllıoŞlu, Arıkanlı, Esas, Silkar ve Söktaş Holdingleri, Saray Halı, Ramsay Tekstil ve Okra grubu tarım ve hayvancılıŞa yönelen şirketler arasındadır. Çiftçiler görünüşte daha iyi gelir getireceŞi düşüncesiyle tarımsal sermaye ile işbirliŞi yaparak ST’la uŞraşmaktadırlar. Ama ST’a girip eski ürünler terk ederek yeni ürünlere geçme kararında en etkin olan faktör liberalleşme politikalarının üreticilerde yarattıŞı çaresizliklerdir. Tablo 7. 7. Tarımın GSMH ve şstihdam şçindeki Payı (%) Yıl Fiiyatlar) GSMH (Cari F 1980 24.2 1985 20,3 1990 16.3 2001 12.1 2002 11.6 2003 11.7 2004 11.2 2005 10.3 2010 9.4 2012 Kaynak: TZOB (2006); Oral (2013: 447 ve 449).

şstihdam 54,2 51.4 47.8 37.6 34.9 33.9 34.0 29.5 27.0 24.6

Neo-liberalizm Türkiye’de tarımdan uzaklaşma (deagrarianization) denen bir süreci başlatmış ve 1980’de tarımın GSMH’daki %24.2 olan payı 2005’de %10.3’e, 2010 279

ÇaŞdaş Tarım Sorunu

da ise %9.4’e düşmüştür. Tablo 7’den anlaşılacaŞı gibi bu tarımdaki istihdamın da büyük bir düşüşe geçtiŞi anlamına gelmiştir. 1980’de çalışan nüfusun %54.2’si tarımda çalışırken bu oran 2004’te 34.0’e, 2012’de ise %24.6’ya düşmüştür (Oral 2013: 449). Tarımda çalışan insan sayısı 2001’ de 8.08 milyondan 2004’de 7.4 milyona 2005’de 6.49 milyona ve 2006’da 6.08 milyona düşmüş, 2004-2006 arasında 1.312 milyon kişi tarımdan kopmuş ve geri kalanların bir kısmı da zorunlu olarak ST’a kaymıştır. 2012 yılı itibariyle tarımda çalışan insan sayısı 6.097 milyon olmuştur (Oral 2013: 447). VI.12. VI.12. Sonuç 2008’de Türkiye şstatistik Kurumu’nun yayınladıŞı rakamlar bir beklenti yaratmıştır. Türkiye tarımının artan bir şekilde liberalleşmesinin tarımda uzmanlaşma ve teknolojilerin daha iyi kullanılması sonucu kaynakların daha etkin kullanılacaŞı yönünde olan bu beklenti gerçekçi olmaktan çok uzaktır. Aslında hızlı liberalleşme ve kötü hava koşullarının ortak bir sonucu olarak 2006 ile 2007 arasında Türkiye’de tahıl üretimi %15, sebze üretimi %0.7 ve meyve üretimi de %4.3 oranında azalma göstermiştir. Uluslararası rekabetle karşı karşıya kalmak üreticileri otomatik olarak kaynakları daha verimli bir şekilde kullanmaya yönlendirmekten uzaktır. Türkiye’de çiftçilerin büyük bir çoŞunluŞu uluslararası rekabet için gerekli olan finans gücüne, yeni teknolojileri hemen alıp uygulayacak ve uluslararası pazar durumlarını deŞerlendirerek dayatılan yeni ürünlere hemen geçebilecek bilgi ve becerilere sahip deŞildirler. Küreselleşen tarım uluslararası ticareti yapılan tarım ürünlerine bir sürü sıkı kalite kuralları getirmiştir. Türkiye’deki küçük tarım üreticileri yeterli miktarda toprak, finans ve bilgi sahibi olmadan bu kalite standartlarını tutturamamışlardır. 280

Türkiye Tarımının Neo-Liberal Dönüşümü

2000 yılında getirilen ve inanılmaz bir sürede uygulanmasına başlanan ekonomik reform planı neo-liberal tarım politikalarının zirve noktasını oluşturmaktadır. Destekleme alımlarının nerdeyse tümüyle ortadan kaldırılması, 2002’de DGD’nin geliştirilmesi, tarım kooperatifleri birliŞine yapılan yatırımların geri çekilmesi, 2001’de eker ve Tütün Yasaları’nın çıkarılması gibi uygulamaların hepsi IMF, DB, DTÖ. ABD ve AB’nin doŞrudan ve sıkı bir kontrol altında gerçekleşmiştir. 1999’dan beri IMF’ye verilen bir dizi niyet mektupları, 2000 Ekonomik Reform Kredisi anlaşması, 2001’de DB ile yapılan Tarım Reformu Uygulama Projesi, 2006’da çıkarılan Tarım Yasası ve Tohum Yasası dış güçlerin Türkiye tarımının çok uluslu tarım-sanayi şirketlerinin çıkarlarına göre yeniden yapılandırılması açısından hükümet üzerinde ne denli etkin olduklarının açık göstergeleridir. Tarım sektöründeki kuralsızlaştırma kırsal alandaki üreticilerin hiçbir geçiş süreci yaşamaksızın küresel meta pazarlarında ya çok az yardım almaları veya tümüyle kendi başlarına rekabet etmeleri anlamına gelmiştir. Girdiler, krediler ve pazarlama yapıları gibi üretim kaynaklarını yitiren ve tarımda devlet yatırımından mahrum bırakılan kırsal üreticiler sadece piyasadaki rekabet güçlerini kaybetmekle kalmamış aynı zamanda üretimlerini sürdürememek tehlikesi ile de karşı karşıya kalmışlardır. Ulusal pazarların kuralsızlaştırılmasına tarımda üretim fiyatlarının artması, çiftçilerin ürünlerine Pazar bulamaması, iniş çıkışlar gösteren istikrarsız tarım ürünleri fiyatları ve çiftçilerin giderek artan borç yükleri de eşlik etmiştir. Tüm bunlar üreticilerin zorluklar karşısında başvurdukları beka stratejilerinin de tükenmesine neden olmuştur (Aydın 20012). Liberalleşmenin ilk yıllarında çiftçiler liberalleşmenin getirdiŞi refah azaltıcı etkenlere karşı beka stratejileri geliştirmişlerdi. Liberalleşmenin son yıllardaki boyutu ve hızı tarımdaki üreticilere beka stratejileri olarak nitelendirilebilecek 281

ÇaŞdaş Tarım Sorunu

kendi kendilerini sömürmelerini derinleştirebilmesi için çok sınırlı bir alan bırakmaktadır. Devlet küçük ve orta boy tarımcılardan yardım elini çektikçe onların da yaşamlarını sürdürmek için ekonomik etkinliklerini mümkün olduŞunca çok miktarda çeşitlendirmeye çalışmaktadırlar. Bu çeşitlendirme sonucu olarak tarımdan elde edilen gelir onların geçim kaynaklarında giderek azalan bir role sahip olmaktadır. Devletin tarıma destekler taksit taksit azaltılmış ve her aşamada gelirler yeniden yapılandırma kurallarıyla birlikte de yeni yeni çiftçiler yeni yeni zorlukların bataŞına itilmişlerdir. Türkiye burjuvazisinin AB ye mümkün olduŞunca hızlı bir şekilde katılma isteŞi, borç krizi ve son dönemlerdeki ekonomik krizle birlikte uluslararası finans kuruluşları, AB, ABD tarafından dayatılan istekler karşısında devlet oldukça çaresiz ve güçsüz bırakılmıştır. IMF ve DB tarafından kurgulanan liberalleşme politikaları karşısında Türkiye’de ne çiftçiler ne de devlet doŞacak sonuçlara hazırlıklıydılar. Çiftçilerin gelir çeşitlendirmesi için kullandıkları stratejiler artık tarımsal gelirlere ek gelir elde etmek için deŞil de tarımsal üretimden uzaklaşmak için alınan tedbirleri içermektedir. Dolayısıyla da kırsal alandaki emek gücünün tarım dışı etkinliklere kayması yönünde epey güçlü bir eŞilim ortaya çıkmıştır (Aydın 2002). Gerek devlet ve gerekse de pazar mekanizmaları kırsal alana öylesine etkin bir şekilde girmiş, aile işletmeleri ve kırsal toplumları öylesine deŞiştirmiştir ki bunun sonucunda da çiftçilerin toprakla olan ilişkisinin yapısı da deŞişmiştir. Pamuk, tütün ve şeker pancarı gibi ticari ürünlerin hayatiyetinin azalmasına üreticiler ya tarımı tümüyle terk etmek veya kentsel bölgelerde tarım dışı alanlarda gelir çeşitlendirici etkinliklere kaymak ya da çok az bir oranda da olsa pazardan çekilerek geçimlik ürünler üretmek biçiminde reaksiyonlar göstermişlerdir. Son yıllarda Türkiye’de siyasetçilerin, politika yapıcıların ve kalkınma uzmanlarının kalkınmayı tarımın milli 282

Türkiye Tarımının Neo-Liberal Dönüşümü

gelirdeki payının düşmesiyle eşdeŞer tutması sonucunda bir tarım dışına kayma (de-agrarianization) süreci devlet tarafından özellikle etkin hale getirilmiştir (Bkz. Tablo 7 ve Bryceson vd. 2000). Bu sürece pamuk, tütün, şeker pancarı ve fındık gibi ihraç ürünlerinin ticaret hadlerindeki düşüş de önemli bir katkıda bulunmuştur (Boratav 2007a, 2007b). Türkiye’de tarım dışına kaymada etken olan bir diŞer etmen de kendi çiftçilerine yoŞun destek veren ülkelerden ithal edilen ucuz tarım ürünlerinin varlıŞıdır. Böylece birçok üretici üretimden zorunlu olarak kopmakta, bu da küçük ve orta boy aile işletmelerinin ürettiŞi geçimlik üretimi tehlikeye artarak gıda güvensizliŞine yol açmaktadır. Tarımda yoŞun liberalleşmeye söz verilen 1999 niyet mektubundan sonra ithal edilen tarımsal ürünlerin deŞeri 1,649 milyon dolardan 2012’de 7,502 milyon dolara yükselmiştir (Oral 2013: 452). 2007 yılına dek buŞday ve mısır gibi tahıllarda var olan yüksek gümrük vergileri kaldırılınca 2006’da 47 milyon dolar olan mısır ithalatı 2012’de 246 milyon dolara ve 2006’da 53 milyon dolar olan buŞday ithalatı da 2012’de 1,042 milyon dolara ulaşmıştır (Oral 2013: 454). Tarımdan ve köylülükten uzaklaşma (de-agrarianization and de-pesantization) sürecinde kırsal alanda doŞan boşluk ÇU ’ler tarafından doldurulup biyo-teknolojiyi ve çok sayıdaki işsiz emekçiyi kullanarak niş pazarlar için taze meyve, sebze ve çiçek gibi ticari tarım ürünlerine yönelmektedirler. Türkiye’de tarımsal üretim halen büyük ölçüde küçük aile işletmeleri tarafından yapılmaktadır ama Nestle, Danone, Lamb-Weston, Kraft-Jacobs ve Suchard gibi şirketler artan bir şekilde gıda üretimine girmektedirler (Yenal 2001). Dolayısıyla da gıda sektöründe doŞrudan yabancı yatırımlar 1980 ile 2000 yılları arasında dört kat bir artış göstermiştir (Yenal 2001: 44-5). Türkiye’de tarımın şirketleşmesi ve sanayileşmesi henüz ilk aşamalarındadır ama tüm bu dönüşümler de tarımın yeniden yapılan283

ÇaŞdaş Tarım Sorunu

dırılmasına dayanmaktadır. 1980’lerden beri yürürlüŞe sokulmuş olan kuralsızlaştırma ve liberalleşme sonucunda küçük ve orta boyutlu tarım işletmelerinin kaynaklarının temelleri oyulmuş ve dünya pazarlarında rekabet güçleri zayıflatılmıştır. Hızlı bir şekilde yoksullaşan ve proleterleşen kırsal emekçilere kent ekonomisi yeterli yaşam olanakları saŞlayamamaktadır. Bu koşullar, gelişmeleri büyük bir dikkatle hazır bekleyen ve ST’da dâhil olmak üzere çeşitli mekanizmalarla uygun sayıdaki ucuz emek gücünden istifade etme olasılıŞı bulan ÇU ’lere en uygun ortamı saŞlamış olmaktadır. Türkiye tarımında 1980’lerden beri getirilen ve son on yılda büyük bir hız kazanan dönüşümler uzun dönemli ciddi etkilerinin dikkate alınmaması nedeniyle maalesef ülke çıkarları açısında pekiyi düşünülmemiştir. Türkiye’nin küresel ekonomi ile giderek daha da artan bütünleşmesi sürecinde gelişmiş kapitalist ülkeler, onların temsilcileri ve uluslararası finans kuruluşu gibi dış oyuncuların etkisiyle Türkiye devleti giderek artan bir şekilde kendi ekonomisinin kontrol edebilme yeteneŞini yitirmektedir. Ülkenin artan borç yükü Türkiye’nin küresel ekonomi ile olan bütünleşmesinde hızlandırıcı bir rol oynamıştır. Bu süreçte kırsal ekonomi ele alındıŞında küreselleşme geçmişin kalkınmacı politikalarından uzaklaştıran tarımsal bir yeniden yapılanma anlamına gelmişlerdir. Hâkimiyeti saŞlanan serbest piyasa ekonomisinde de tarım ÇU ’lerin sahibi olduŞu ve kontrol ettiŞi teknolojiye teslim edilmiştir. Ülkede etkinlik gösteren tarım-sanayi şirketlerinin temel amacı ülke insanlarının refahını saŞlamak veya toplum çıkarına olan bir gıda güvenliŞi saŞlamak deŞil sadece ve sadece kendi karlarını arttırmaktadır (Tandon 1999: 22). Türkiye’de küçük çiftçiler kendilerini tarımın dışına itme sonuçlarını yaratan ÇU ’lerin kontrolündeki tarımsal emtia zincirlerinin yoŞunlaşması karşısında giderek artan bir şekilde çaresiz kalmış ve kaderlerine terk edilmişlerdir. 284

Türkiye Tarımının Neo-Liberal Dönüşümü

ÇU ’lerin saptadıŞı tekeli fiyatlarla yarışamayan çiftçiler yavaş yavaş kitlesel bir şekilde terk ederek tarımın küçülmesine ve gıda güvenliŞinin tehlikeli bir yola girmesine yol açmaktadırlar. Yapısal uyum politikalarının yarattıŞı giderek yükselen işsizlik, iflaslar, yükselen fiyatlar yüksek enflasyon ve kitlelerin gelirlerinin giderek azalması gibi sorunlarla birlikte ele alındıŞında tarımsal üretimin mahvedilmesi zaten büyük sorunlarla boŞuşan ülkenin problemlerini daha da derinleştirecektir. Hızlı bir şekilde artan kırsal işsizlik zaten kendi problemleriyle boŞuşan ve toplumsal gerilimler ile karşı karşıya olan büyük kentlere göçü hızlandıracaktır.

285

Sonuç

VII. Sonuç

Kapitalizmin en temel özelliklerinden biri olan ve küresel bir nitelik kazanmış olan ardışık krizlerden en çok etkilenen insanlar küresel yoksullardır. Bu küresel yoksulların da dörtte üçünü kırsal yoksullar oluşturmaktadır. Ekonomik, toplumsal, siyasal, kültürel ve çevresel gibi birçok boyutu olan küresel yoksulluŞu arttıran politikalar dünyanın birçok yerinde emekçilerin protestolarına ve direnişlerine yol açmıştır. Yerel, bölgesel veya küresel boyutta kendilerini protestolar, grevler, toprak işgalleri vb. gibi biçimlerde gösteren bu direnişler ve başkaldırılar aslında yoksulluŞu doŞuran yapısal sisteme karşı yapılmış başkaldırılardan başka bir şey deŞildir. Brezilyadaki MTS köylü hareketi, Meksika’daki Zapatista hareketi ve Chiapas bölgesindeki La Via Campensina hareketi, altın madenlerine karşı Türkiye’de dâhil birçok ülkede yapılan protestolar, HES’leri engellemeye çalışmalar, yerli tohumları koruyup üretimlerini sürdürmek amacıyla yapılan eylemler, Dünya Ticaret Örgütü’nün 1999 Seattle ve 2010 Cancun toplantılarının protestoları vb. yoksulluŞa yol açan yapısal etmenlerle mücadelenin çeşitli yönlerini temsil etmektedirler. Kırsal alandaki direnişi sadece mevcut sisteme karşı olan başkaldırılar ile de sınırlamamak gerekir. Sömürgecilik dö287

ÇaŞdaş Tarım Sorunu

neminden itibaren oluşan kapitalistleşme ve metalaşma, mülksüzleşme ve proleterleşme süreçlerine de küçük üreticiler reaksiyon göstermiş ve kimi dönemlerde beka stratejileri geliştirmişlerdir. Dünyanın çeşitli yerlerinde kapitalistleşme ve metalaşmaya karşı verilen tepkiler kimi zaman toprak mülkiyeti, kimi zaman vergiler kimi zaman zoraki emek konularında kendini göstermiştir. Eric Wolf’un 1969’ da yayımladıŞı Yirminci Yüzyılın Köylü Savaşları (Peasant Wars of the Twentieth Century) adlı kitap Cezayir, Çin, Küba, Meksika ve Rusya’da ki 1900’lerden 1960’lara dek ortaya çıkan büyük ölçekli köylülük direnişlerini çok canlı bir şekilde irdelemektedir. Yirmi birinci yüzyılda ulusal hareketlerle birlikte oluşan köylülük başkaldırıları artık yok. Günümüzde tarım küresel bir nitelik kazanmış ve kırsal alandaki çelişkileri yerel güçlerden çok uluslararası sermaye belirler duruma gelmiştir. Bir yandan küresel güçlerin ve süreçlerin etkisiyle tarımdan uzaklaşma (de-agrarianization) ve köylülüŞün yok olması (de-peasantization) süreçleri hızla sürerken de diŞer yandan da tarımda kalan ve uluslararası sermayenin istekleri doŞrultusunda meta üreticisi olan kesim uluslararası sermaye ile hiç bir destek almaksızın ve örgütsüz olarak kendi başına mücadele etmek zorunda kalmıştır. Bu gerçeŞi daha 1920’lerde ünlü Rus ekonomisti A.V. Chayanov görmüş ve orijinali 1925’ de Rusça olarak basılan, şngilizce tercümesi de 1966’da yayımlanan Köylü Ekonomisinin Kuramı (The Theory of Peasant Economy) adlı eserinde çok öngörülü saptamalar yapmıştır. Kitapta modern kapitalizmde tarımın artık finans sermayesinin kontrolü altına girdiŞi vurgulanmıştır. Yani ona göre modern kapitalist tarım artık kendini sadece tarımsal girdiler ve tarımsal sanayi ile sınırlı tutmamakta, tarımsal toprak pazarlarına, tarımsal kredilere ve tarım ürünleri pazarlamalarına kadar çeşitli alanlara nüfuz etmektedir (Chayanov 1966: 202). Modern kapitalist tarımın aile emeŞi kullanan küçük meta üreticilerini adeta 288

Sonuç

sermaye için çalışan emekçiler haline dönüştürdüŞü olgusuna vurgu yapan Chayanov günümüzde küçük üreticilerin uluslararası sermaye tarafından nasıl kullanıldıŞını açık bir şekilde öngörmüştür. Özellikle de günümüzde küçük ölçekli işletmelerde seracılık vb yoluyla dünya pazarları için sebze ve meyve üretimi yapan küçük meta üreticilerinin sermaye ile olan ilişkisinin anlaşılması için çok önemli bir bakış açısı getirmiştir. Bu bakış açısında önemli olan şey kapitalizmin tarımdaki ölçütünün ücretli emek olmadıŞıdır. Küreselleşen kapitalizm kendi birikim süreci içerisinde çeşitli emek formlarını kullanabilmektedir. Uluslararası sermaye ile aile emeŞini kullanan küçük meta üreticileri arasında ki ilişki de tek yönlü bir hâkimiyet ilişkisinin ötesinde iki yönlü bir ilişkidir. Küçük üreticiler tümüyle teslim bayraŞı çekmek yerine dünyanın çeşitli yerlerinde küresel süreçlere farklı direnişler göstermektedirler. Scott (1985) bunu ‘köylülüŞün direncinin güncel biçimleri’ olarak ifade etmişti. Scott’un bahsettiŞi bu süreç Eric Wolf’un (1969) ‘20. Yüzyılın Köylü Savaşları’ diye nitelendirdiŞi süreçlerden çok farklı bir niteliktedir. 21. yüzyılda artık köylü ayaklanmaları ve ihtilalleri olmamaktadır. 21. yüzyıl aynı zamanda devlet sosyalizminin de nerdeyse sonunu getirmiştir. Kapitalizm tam anlamıyla küresel bir biçim almış ve 1960’tan sonra küresel kapitalizmin tarımı çok etken bir biçimde şekillendirmesi çok farklı tarım üretimlerinin ve üreticilerinin ortaya çıkmasına yol açmıştır. Günümüzde tarımdaki metalaşma giderek artan bir şekilde yoŞunlaşmış, buna paralel olarak da üretim süreçleri ve üreticiler de farklılaşmıştır. Bir taraftan tarım üreticileri kitlesel olarak tarımdan uzaklaşarak kentlere göç ederken diŞer yandan da birçok üretici de kırsal alanda kalarak yaşamını sürdürmeye gayret etmektedir. Bunların birçoŞu tarımdan yeterli gelir elde edemediŞi için de tarıma ek olarak tarım dışı etkinliklere de yönelerek yaşamsal döngülerini sürdürmeye gayret etmektedirler. Tarımdaki küçük üreticiler 289

ÇaŞdaş Tarım Sorunu

örgütsüz ve bölük pörçük olarak uluslararası sermaye ile karşı karşıya kalmıştır. Küçük meta üreticilerinin uluslararası sermayeye karşı koyduŞu direnç ve savaşım yirminci yüzyılın köylü savaşlarından çok farklı niteliktedir. Yirminci yüzyılın köylü savaşları Rusya ve Çin’deki gibi feodal nitelikli rejimlere karşı veya Küba, Vietnam ve Cezayir gibi sömürgeci güçlere karşı verilen savaşlardı. Feodal ve sömürgeci rejimler altında ezilen, topraklarını kontrol edemeyen, yoŞun vergilerden yoksul ve bitap düşen ülke çapında bir baskı ve zulümden nasibini alan köylüler sisteme karşı bir ayaklanma girişimine başvurmuşlardı. Yani bu köylü hareketleri büyük ölçüde ulusal başkaldırıların bir parçası olarak ortaya çıkmışlardı. Günümüzde uluslararası sermaye ile karşı karşıya kalan küçük ve orta boylu tarım üreticilerinin kendilerini özdeşleştirebilecekleri ve bir parçası olabilecekleri ulusal bir birlik veya ulusal bir hareket yok. Küreselleşen dünyada artık ulus devletlerin bile küresel sermaye ve onun örgütleri karşısında işlevlerini yitirildiŞi görüşleri de epey revaçta. Öte yandan dünyanın birçok yerinde ortaya çıkan kırsal başkaldırılar da yadsınamaz. Ama bu başkaldırılar küresel düzeyde bir sınıf başkaldırıları olarak nitelendirilebilirler mi? Birçok ülkede ortaya çıkan La Via Campesina hareketine benzetilen kırsal alandaki dirençler, başkaldırılar gerçekten de tarımın uluslararasılaşarak ÇU ’lerin güdümüne girmesi olgusuna karşı ortaya çıkan hareketler midir sorusu çok önem kazanmaktadır. Bu hareketleri uluslararası sermaye tarafından sömürülen ‘topraŞın insanlarının’ tek bir sınıf olarak birlikte hareket etmesi olarak niteleyen Philip McMichael (2006) ın görüşlerine katılmak oldukça zor. Günümüzde küreselleşen ve uluslararasılaşan tarım kesiminde var olan çok çeşitli üreticiler uluslararası korporatif sermayeye karşı tek vücut halinde bir direniş gösterdiŞi konusunda veriler yok. Kimi yerlerde ‘gıda baŞımsızlıŞı’ düşüncesi ile hareket edip üreticinin ne ekip biçeceŞine kendisinin karar 290

Sonuç

vermesi gerektiŞini savunan küçük boyutlu hareketlerin varlıŞına raŞmen birçok yerde de üreticiler uluslararasılaşan tarıma ayak uydurmak için sisteme uyum saŞlamaktadırlar. IMF, Dünya Bankası, DTÖ ve AB gibi kuruluşların güdümünde politikalar uygulayan devletlerin teşvik ve veya zorlaması ile üreticiler ya tarımı bırakmakta ya da eski geleneksel ürünlerin üretimini bırakıp uluslararası sermayenin istediŞi ürünlere yönelmektedirler. Türkiye’de bunu en güzel örneŞi şeker ve tütün yasaları ile pancar ve tütün üretiminden uzaklaştırılan çiftçilerin ya tarımı bırakıp tarım dışı alanlara kaymaları (örneŞin Soma maden faciasında ölen işçilerin birçoŞunun eski tütün üreticileri olması gibi) ya da kendilerine sunulan alternatif ürünlere kaymalarıdır. Devletin havuç ve sopa biçiminde sunduŞu teşvikler tarım dışında pek fazla bir iş olanaŞının yaratılamaması nedeniyle üreticileri kendilerine sunulan sınırlı olanaklara yöneltmektedir. Bu yöneliş de üreticileri büyük ölçüde uluslararası sermayenin kucaŞına itmektedir. Havza üretim sistemiyle belli bölgelerde belli ürünlerin üretilmesine olanak saŞlayan politikalar doŞrudan gelir desteŞi ile baŞlantılı hale getirildiŞinde üreticileri ister istemez uluslararası sermayenin önem verip dayattıŞı alternatif ürünlere yönelmektedirler. Buna bir de sertifikalı tohum kullanma zorunluluŞunu getirildiŞinde üreticiler hem üretim hem girdiler hem de pazar açısından uluslararası sermayenin eline terk edilmiş olmaktadır. Önceki sayfalarda deŞindiŞimiz ve Kumluca örneŞi ile detaylandırıldıŞımız sözleşmeli tarım bu dönüşümlere çok güzel bir örnek teşkil etmektedir. Uluslararası pazarlar ve süpermarketlere sözleşmeli tarım ile istenen ürünleri üreten üreticiler Monsanto, Dupont ve Syngenta gibi uluslararası şirketlerin ürettikleri tohumları kullanmak zorunda bırakılan üreticiler iyi verim alabilmek için gene bu şirketlerin ürettikleri kimyasalları ve diŞer girdileri kullanmak zorundadırlar. Pazarlama açısından da bu şirketlerin aracılıŞını yapan yerli taşeron kabzımallara 291

ÇaŞdaş Tarım Sorunu

ve toptancılara baŞımlı hale gelen üreticiler alıcı şirketleri memnun edebilmek için de uluslararası standartlara uyan ürünler üretmek zorundadırlar. Bu koşullara uymayan veya uyamayan üreticiler de tarımı terk etmek zorunda kalmaktadırlar. Özellikle de 1990’lardan itibaren hâkimiyet kuran üçüncü gıda rejimi döneminde devletin hazırladıŞı koşullarda üretici uluslararası sermaye ile doŞrudan doŞruya karşı karşıya bırakılmıştır. Devlet hem üretim hem de pazarlama aşamalarında tarımdan el çekmeyi hızlandırmış ve serbest piyasa ekonomisi başat hale getirilmiş ve bunda da kontrolü ÇU ’ler ele geçirmiştir. Geleneksel ürünlerden çekilen devlet desteŞi bu ürünlerin ithalatına yol açmış ve ödemeler dengesine olumsuz etkiler yapmıştır. şkinci Yeşil Devrim adı verilen genetiŞi deŞiştirilmiş ve ıslah edilmiş tohumlara dayanan tarımın ÇU ’lerce dayatılması Ticaretle BaŞlantılı Fikri Mülkiyet Hakları (TRIP- Trade Related Intellectual Property Rights ) ve Yeni Bitki Çeşitlerini Koruma Uluslararası BirliŞi (UPOV - International Union for the Protection of New Plant Varieties) anlaşmaları yüzünden üreticiler çaresiz bırakılmışlardır. Böylece küresel üretim zincirlerine bir halka olarak eklenen tarım üreticileri ne tohum üretiminde ne de bitki üretiminde neyin, nasıl hangi miktarda ve kalitede üretilebileceŞine karar vermekten mahrum edilmişleridir. şşte ‘gıda baŞımsızlıŞı’ kavramı bu noktada kendilerini uluslararası tarım devlerinin boŞdurulduŞundan kurtarmaya çalışan üreticilerin durumlarını ifade etmek için geliştirilmiş bir kavramdır. Gıda baŞımsızlıŞı kavram Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü (FAO)’nün geliştirip yaygınlaştırdıŞı ‘gıda güvenliŞi’ kavramı ile karşılaştırıldıŞında daha iyi anlaşılabilmektedir. FAO gıda güvenliŞini ‘tüm insanların her an için fiziki ve ekonomik olarak güvenli ve besleyici gıdaya yeterince ulaşarak etken ve saŞlıklı bir yaşam için gerekli gördükleri besinlere ulaşabildikleri zaman vardır’ biçiminde tanımlamaktadır (UN FAO 2001: 49). Dikkat edilirse bu tanımda 292

Sonuç

vurgu gıda üretimine veya üretimin kontrolüne yapılmamakta, aksine gıdanın nerede ve nasıl üretilmesinden baŞımsız olarak ona erişmeye yapılmaktadır. DiŞer bir deyişle küresel düzende yoksulların gıdaya ulaşmakta karşılaştıkları zorluklar göz ardı edilmektedir. Gıda baŞımsızlıŞı kavramının temelinde tüm insanların ‘Gıda Hakkı’nın olduŞu görüşü yatmaktadır. 1996’da yapılan Dünya Gıda Konferansında sivil toplum örgütleri Gıda Hakkının temel bir insan hakkı olduŞunu savunmuşlardı. Dolayısıyla da tüm toplumlar ve devletler insanlara bu hakkı saŞlamak zorundadır. Böyle bir şeyi istemek de tüm insanların en temel hakkıdır. Bu hakla baŞlantılı olarak da üreticilerin üretecekleri ürünlerin ne olacaŞına kendilerinin karar verebilme haklarıdır. CÜ ’lerin güdümünde uluslararasılaştırılan çaŞdaş tarım buna olanak vermemektedir. Serbest ticaret anlaşmaları ve DTÖ’nün kurallarıyla manevra kabiliyetleri sınırlanmış olan ülkelerin gıda baŞımsızlıŞı ve gıda hakkı prensiplerini takip etme kapasiteleri kalmamıştır. Köylülerin toprak, su, tohum ve gıda haklarının savunucusu olan Via Campesina üreticilerin istedikleri ürünleri üretebilme özgürlüŞü olarak betimlenebilen gıda özgürlüŞü kavramını gıda güvenliŞi kavramına bir alternatif olarak ileri sürmüştü. Bu bir noktada serbest ticaret anlaşmalarıyla eli kolu baŞlanmış olan devletlere de alternatif bir politikanın olabileceŞi sinyalini vermekteydi. Gıda özgürlüŞü insanların kendi çevrelerine, tarımsal bilgi birikimlerine ve yeme alışkanlıklarına uygun ve saŞlıklı gıdaları kendileri seçerek, kendi tarım sistemleri içinde sürdürülebilir bir şekilde üretebilmelerini ifade etmektedir. Yani küresel güçlerin etkisinden uzak, uluslararası sermaye birikiminin amaçlarına hizmet etmeyen ama yerel üretim ve tüketime öncelik veren bir tarımsal sisteme işaret etmektedir. DiŞer bir deyişle uluslararası sermayenin denetiminde uygulanan devlet politikalarına karşı gelişmiş bireye, temel gıda hakkına saygı gösteren bir yaklaşımdır. Kalka raŞmen halkı yönetmek 293

ÇaŞdaş Tarım Sorunu

pek de kolay bir iş deŞildir. Politikalara karşı gelişen reaksiyonların gücüyle orantılı olarak da meşruiyet kaygısı ile hareket eden hükümetler zaman zaman bu reaksiyonları dikkate alıp politikalarında deŞişiklikler yapmak zorunda kalmışlardır. ÖrneŞin Bolivya, Brezilya, Ekvator Guatemala, Meksika, Nikaragua ve Venezuela da dâhil birçok Latin Amerika ülkesinde yasalar ve anayasalar deŞiştirilerek Gıda Hakkı ve Gıda ÖzgürlüŞü yaklaşımı benimsenmiştir. VII.1. VII.1. Kırsal Kalkınmada Dönüşümler Son 50-60 yılda tarım konusunda devlet politikalarına gösterilen reaksiyonlar ve devletin bu reaksiyonlara karşı aldıŞı tedbirler belli dönemlerde hâkim olan düşünce akımlarından ve paradigmalardan baŞımsız deŞildir. Devletin tarıma yönlenmesi genel anlamıyla kırsal kalkınma baŞlamında gerçekleşmiştir. 1950’lerden itibaren azgelişmiş ülkelerde devlet kırsal kalkınmaya sistematik olarak yaklaşmasıyla kırsal kalkınmanın da bir disiplin olarak bu tarihlerde ortaya çıkması bir tesadüf deŞildir. şkinci Dünya Savaşı’nın yarattıŞı yıkımın giderilmesi, birçok Afrika ve Asya ülkesinde sömürgecilikten miras kalan yıkıntı ekonomik ve toplumsal yapıların onarılması için ortaya çıkan kalkınma hamlelerinde sanayi ve tarımın el ele yürümesi kırsal alanlarda bir ‘toplum kalkınması’ (community development) gerçekleştirilmesini öngörmekteydi. Kırsal alandaki toplum kalkınmasına yönelik politikalar da 1950’lerden itibaren dönemsel olarak deŞişen kalkınma yaklaşımlarına paralel olarak deŞişimler göstermiştir. Kalkınmadan ne anlaşıldıŞı, kalkınmayı kimin nasıl betimlediŞi yani dönemsel olarak hâkim olan yaklaşımın kalkınmayı nasıl gördüŞü kırsal kalkınma plan, proje ve programlarını da çok yakından etkilemiştir. Haq’ın (1976) kalkınma modaları olarak nitelediŞi ve dönemsel olarak ortaya çıkan hâkim ideolojiler ve paradigmalar ister istemez önceki dönemde 294

Sonuç

hâkim olan yaklaşımın başarısızlıklarından hareket etmektedir. ÖrneŞin 1960’larda azgelişmiş ülkelerde mevcut yoŞun yoksulluk ve perişanlıŞın bir şekilde 1950’lerdeki modernleşmeci yaklaşımlardan kaynaklandıŞı inancı yavaş yavaş ortaya çıkmaya başlamıştı. 1950’lerdeki modernleşme yaklaşımında tarım ve kırsal alanlar pek önemli bir yer tutmuyordu. Egemen yaklaşım daha çok sanayie önem verirken tarıma da pasif bir biçmekteydi. Ekonomik gelişme ve dönüşüm tarımın rolünün hem üretim hem de işgücünde azaltılması olarak algılanmaktaydı. Tarımdan beklenen de kalkınmanın dinamizmini saŞlayacak olan sanayie kaynak ve işgücü aktarmaktı. Michael Lipton’un deyimiyle tam bir kentsel önyargı (urban bias) kalkınma yaklaşımlarında egemen durumdaydı (Lipton 1977). 1960’lara gelindiŞinde 1950’lerdeki kalkınma ekonomisinde takip edilen yolların temel bir kalkınmayı gerçekleştirmediŞi olgusu ve azgelişmiş ülkelerin sanayileşme bir yana kırsal alanlarda bile oldukça büyük çelişkiler taşıdıŞı gerçeŞi apaçık ortadaydı. Bu saptama özellikle UN, UNDP, IMF, ILO Dünya bankası gibi kuruluşların bir anlamda azgelişmişlik ile kırsal geriliŞin aynı anlamda alınması gerektiŞi düşüncelerinin de temelini oluşturmaktaydı. Dolayısıyla da 1960’larda kırsal kalkınmaya büyük bir aŞırlık veren politikalar ortaya çıkmaya başladı, kırsal kalkınma alanında projeler ve araştırmalar yapılmaya başlandı. Disiplinler arası bir yaklaşımla da kır sosyolojisi, tarım ekonomisi ve kırsal kalkınma birlikte ele alınmaya başlanarak üniversitelerde dersler verilmeye başlandı. Bir disiplin olarak kırsal kalkınma büyük ölçüde devletin kalkınmadaki rolü üzerinde odaklanır. şlk yıllarında kırsal kalkınma disiplini Keynesçi yaklaşımlardan büyük ölçüde etkilenerek kırsal alanda devlet politikalarının kırsal yoksulluŞun giderilmesinde ne rol oynaması gerektiŞini irdelemiştir. Bu irdelemede ise kırsal alandaki bölüşüm ilişkileri üzerinde yoŞunlaşmıştır. Kırsal alandaki en bü295

ÇaŞdaş Tarım Sorunu

yük uŞraşı tarım olduŞu için kırsal kalkınma ister istemez tarım alanında yoŞunlaşmakla beraber kırsal kalkınmanın ilgi alanı tarımın ötesine geçer. Kırsal kalkınma tarımsal gelişmeyi de içeren fakat ondan daha kapsamlı bir disiplindir. Tarımsal üretim ve gelişmeyi de ele alan kırsal kalkınma disiplini, ayrıca kırsal alanda bölüşüm ilişkileri, mülkiyet ilişkileri, çevre, eŞitim, saŞlık ve kadın gibi sorunsalları da irdeler. Bunu yaparken de sosyoloji, siyaset bilimi, iktisat, saŞlık bilimi ve kadın çalışmaları gibi alanlardan kavram ve kuramlar kullanarak olguları disiplinler arası bir yaklaşımla çok boyutlu olarak inceler. Bu yönüyle kırsal kalkınma tarım ekonomisinden de ayrılır. Geleneksel tarım ekonomisi üretim ve pazarlama süreçlerinde kaynakların nasıl daha verimli kullanılabileceŞi sorunsalına odaklanırken toplumsal ve siyasal sorunları yokmuş gibi veya sabitmiş gibi (ceteris paribus) varsayar. Hâlbuki kırsal kalkınma disiplini çözümlemelerinde ekonomik, siyasal ve toplumsal etmenleri birlikte ele alır. Kırsal kalkınma disiplinin en temelli özelliŞi devletin tarımsal ekonomiye ve kır toplumuna yönelik politikalarını ve müdahalelerinin doŞurduŞu olumlu ve olumsuz sonuçlar üzerine odaklanmasıdır. Kırsal alana yapılan devlet müdahalelerinin yarattıŞı beklenen ve beklenmeyen sonuçlardan olumsuz niteliklerde olanlar genellikle beklenmeyen veya planlanmayan sonuçlardır. Kırsaldaki bu olumlu ve olumsuz dönüşümlere batıda ‘agrarian change’ adı verilmektedir. Türkçe’de karşılıŞı olmayan bu kavram tarımsal dönüşüm olarak algılandıŞında birçok oluşumu dışlamakla karşı karşıya kalır. Kırsal dönüşüm kavramı tarımsal dönüşümden daha kapsamlı olduŞu için agrarian change kavramı daha yakındır. Kırsal dönüşümü irdeleyen disiplinden de mırsal toplumların yapısal niteliklerini irdelemek, bu yapıların hangi süreçlerce belirlenip dönüştürüldüŞünü anlamaya çalışmaktır. Bu dönüşümlerde küresel etmenler kadar devletçe uygulanan politikalarda çok önemli rol alır. Devletin kırsal kalkınma 296

Sonuç

ve dönüşüme ilişkin politikaları ve uygulamaları ise farklı dönemlerde hâkim olan kalkınma söylemlerinin ve paradigmalarının ideolojik temellerine paralel olarak dönemsel farklılıklar göstermiştir. Kaba hatlarıyla belirlemek gerekirse 1960’larda kalkınma söyleminde hakim paradigma olarak modernleşme yaklaşımını, 1970’lerde devletçi ve müdahaleci, 1980’lerde neo-liberal serbest pazar eŞilimini 1990’larda katılımcı ve kır toplumlarını güçlendirmeyi hedefleyen bir eŞilimi 2000’ lerden sonra da sürdürülebilir kırsal yaşamlar paradigmasını görmekteyiz. Gerçi bu temel eŞilimler arasındaki geçişler otomatik ve kolay olmamaktadır ama en azından her döneme damgasını vuran kimi daha çok tercih edilen politikalar ve popüler görüşler bulunmaktadır. Her paradigmatik dönemde kırsal kalkınma farklı bir şekilde algılanmış ve bu yaklaşımlara paralel olarak da dönemsel olarak hâkim olan farklı kırsal kalkınma plan ve projelerine şahit olmaktayız. Geçmiş dönemlerin popüler politika ve yaklaşımları hemen ortadan kalkmadıŞı için her dönemde çok karmaşık bir kırsal kalkınma anlayışını görmek olası. Bunları belirttikten sonra şimdilik burada kırsal kalkınma kuram ve pratiklerinin genel bir çerçevesini çizmek yeterli olacaktır. Bunu yaparken de kırsal kalkınma alanındaki popüler olan görüş ve kuramları belli zaman dilimleri içine sokup betimlemek ve bu zaman dilimleri içinde kaldıklarını söylemek de pek doŞru bir yaklaşım sayılmaz. Bir kırsal kalkınma fikrinin ortaya çıkıp devlet politikası olarak uygulanması, yaygınlaşması ve etkisini göstermesi on, on beş yıl gibi zaman almaktadır. DiŞer yandan dikkat edilmesi gereken bir konu da bir yaklaşımın bir döneme hâkim olması demek diŞer siyasa ve yaklaşımların tümüyle ortadan kalkması anlamına gelmez. Bu görüş ve yaklaşımlar daha pasif biçimde varlıklarını sürdürmeye devam ederler ve devlet politikalarını belirlemede pek etken olamazlar. 297

ÇaŞdaş Tarım Sorunu

1950’ler ve 1960’larda iki sektörlü ekonomik (dual economy) kalkınma kuramı kırsal kalkınma alanında da temel yaklaşım olarak alınmıştır. Bu kurama göre azgelişmiş ülke ekonomileri birlikte var olan geleneksel ve modern sektörlerden oluşur. Tarım ile uŞraşan üreticilerin büyük bir kısmı geri teknolojiler kullanarak geçimlik üretim yapan çiftçiler geleneksel sektörün ana unsurlarıdırlar. DiŞer yandan geniş ölçekli modern tarımla uŞraşan işletmeler (ticari çiftlikler, plantasyonlar, ticari hayvan yetiştiricileri) ve sanayi de modern sektörü oluşturmaktaydı. Geçimlik üretim yapan üreticileri verimlilik arttırma açısından yetersiz gören ikili ekonomi kuramı geleneksel sektöre modern sektöre kaynak aktarma görevinin düştüŞünü ileri sürmekteydi. Bu kuramda ölçek ekonomisinin üstünlüŞüne inanılmaktaydı. Verimlilik ve üretkenliŞi işletme büyüklüŞünün bir fonksiyonu olarak gören bu kuram büyük işletmelerin kaynakları küçüklere göre daha etken olarak kullanabileceŞine inanmaktaydı. 1960’ların ortalarında Schultz’un (1964) Geleneksel Tarımı Dönüştürme (Transforming Traditional Agriculture) adlı kitabının yayınlanmasıyla kırsal kalkınma alanında ilk paradigmatik deŞişmenin ortaya çıktıŞı söylenebilir. Bu kitapta Schultz küçük üreticilerin tutucu ve kaderci ve ilkel düşünceden deŞil de yoksulluktan tarımda üretimi arttıramadıklarını ileri sürmüştür. Küçük köylülüŞün emek yoŞun, düşük teknolojili dolaysıyla da verimsiz üretimin ötesine geçebilecek kapasite ve anlayışta olduŞunu ileri sürer. Aslında rasyonel düşünebilen küçük üreticilerin yoksulluklarına ve kısıtlı kaynaklarına raŞmen çok etken üretim kararları verebildiklerini ileri sürer. Emek verimlilikleri düşük olan köylülerin kültürel olarak geri kafalı olmadıklarını fakat kıt kaynakları nedeniyle yeni bilgi, beceri ve teknolojilere ulaşamadıklarından deŞişen ekonomik koşullara uyum saŞlayamamaktadırlar. Ona göre Dünya tarımı giderek artan nüfusun gıda gereksinmelerini karşılayabilecek kapasite298

Sonuç

dedir ve dolayısıyla da kırsal alanlarda yaşayan yoksul kesimlerin gelir ve refahlarını arttırabilmeye muktedirdir. Yapılması gereken şey yapılacak yeni yatırımlar ve eŞitim programları ile atıl vaziyetteki milyonları oluşturan geçimlik üretim yapan köylülere modern girdiler saŞlamak ve onları eŞitmektir. Oldukça iyimser bir görüş sergileyen Schultz uzun dönemli ekonomik büyümenin ve kalkınmanın rasyonel seçimler yapabilen ve dünya nüfusunun büyük bir çoŞunluŞunu oluşturan köylüleri pazara yönelik ticari üreticilere dönüştürmekle mümkün olduŞunu ileri sürmüştür. Tarımsal modernleşme dediŞi bu süreç için de küçük köylülüŞün her yerde ve özellikle de azgelişmiş ülkelerde desteklenmesi ve eŞitilmesinin gerektiŞini vurgulamıştır. Bir önceki dönemin tarımı ve köylülüŞü geri, modern sektörle yarışamayan çoŞu zaman da ona ayak baŞı olarak gören ikili ekonomi kuramını eleştiren Schultz’un bu görüşünün tarihsel olarak çok önemli bir dönemde ortaya çıkması hiç de şaşırtıcı deŞildir. şkinci Dünya Savaşı’nı takip eden yıllarda yeni baŞımsızlıklarına kavuşmuş olan birçok üçüncü dünya ülkesini ciddi boyutlarda tehdit eden yoksulluk Batı’nın bu ülkeleri komünist bloŞa kaptırma korkusuyla azgelişmiş ülkelerde yoksulluŞu gidermeyi hedefleyen politikalara yöneldikleri apaçık ortada. 1960’ların ortalarından itibaren uluslararası örgütler ve hükümetlerin küçük boyutlu tarım işletmelerine önem verip onları kalkınma sürecinin önemli bir mekanizması olarak görmesi bu paradigmatik deŞişikliŞin ciddi bir parçasını oluşturur. Küçük üreticiliŞin yeniden keşfedilmesine raŞmen büyük ölçekli ve mekanize olmuş tarım da 1970’lere dek önemini korumaya devam etmiştir. Küçük üreticiliŞe verilen önem günümüze kadar süregelmiştir. Tarımda küçük üreticiliŞe önem verilmesinin gerekçesi olarak bunun aynı anda hem ekonomik büyüme hem de gelir dengesizliŞini azaltma hedeflerini saŞlayabilecek nite299

ÇaŞdaş Tarım Sorunu

likte olması ileri sürülmektedir. Bu baŞlamda uluslararası örgütler ve hükümetler politikalar hazırlayıp uygularken birçok akademisyen ve düşünce kuruluşu da geliştirdikleri açıklamalarla bu politikalara bir anlamda bir meşruiyet zemini hazırlamışlardır. Bunun en açık örneklerini Schumacher (1973) ve Lipton ve Hurst (1989) çalışmalarında görmekteyiz. Yeşil devrim konusunu irdelerken bu yazarlar küçük işletmelerin çok mantıklı olarak hareket eden kaynaklı etken olarak kullanabilen ve yüksek verimli yeşil devrim tohumlarını karlı bir şekilde kullanabilen işletmeler olarak lane etmekteydiler. Yüksek verimli tohumların bu özelliklerinden dolayı küçük üreticilerin sınırlı olan toprak ve diŞer üretim araçlarının yaratabileceŞi olumsuzlukları örtebilecekleri ileri sürmekteydiler. Küçük ölçekli tarımı savunan yazarlara göre toprak oranı ile ekonomik verimlilik arasında ters bir ilişki vardır. Bu görüşe göre daha az sermaye gereksinmesi olan küçük boy işletmeler eksikliŞini hissetmedikleri emeklerini yoŞun bir şekilde kullanma olasılıŞına sahiptirler. Böylece üretim artışları gerçekleştiren küçük üreticilerin üretimde yeni girdilere ve diŞer tüketim maddelerine olan gereksinmeleri de onların alıcı olarak sanayi ürünlerinin gelişmesini desteklediklerini iddia etmekteydiler. Dolayısıyla da sanayi ürünleri için gerekli olan iç pazarın genişlemesi için kırsal kalkınma stratejilerinin büyük ölçüde küçük ölçekli tarım üzerinde yoŞunlaşması gerekliliŞine vurgu yapılmıştır. Bu görüşe göre böylesi bir strateji aynı zamandan yoksullukla da savaşım anlamına gelmektedir. Bu tür gerekçelerle hareket eden uluslararası örgütler, batılı devletler ve kalkınma odaklı sivil toplum kuruluşları 1980’lerde yoksulluŞun hafifletilmesi (poverty alleviation), 1990’larda yoksulluŞun azaltılması (poverty reduction) 2000’lerde ise yoksulluŞun kökünden kazıtılması (poverty eradication) gerekliliŞini vurgulamışlardır. Bu tür çaŞrıların gerçekleşebilmesi için uygulanan strateji ve yöntemlerle hedefler arasında bire bir paralellik 300

Sonuç

olması gerekir. Günümüzde dünyada yoksulluŞun azalmadıŞını görmek bir anlamda meşruiyet kaygılarıyla yapılan bu çaŞrılarla yoksulluŞu gidereceŞi iddia edilen yöntemlerin uyuşmadıŞını ortaya koymaktadır. DoŞal olarak insanın aklına bu çaŞrıları yapan ülkeler ve kuruluşların samimiyetlerini sorgulamak ve gerçek amaçlarının ne olduŞunu irdelemek zorunluluŞu gelmektedir. Son yıllarda daha yeni yeni küçük işletmeleri hedefleyen yoksulluk yönelimli politika ve stratejiler yoŞun eleştirileri üzerine çekmiştir. En büyük eleştiri de yoksulluŞu küçük üreticilik ile eşdeŞer tutmak üzerine yapılmıştır. Günümüzdeki yoksulların büyük bir çoŞunluŞunu topraksız ve mülksüzler oluşturmaktadır. Özellikle de azgelişmiş ülke kırsalında yaşayan mülksüzler de geçimlerini büyük ölçüde tarım dışı alanlarda çalışarak elde etmektedirler. Dolayısıyla da yoksulluk hedefleniyorsa hedef kitle küçük üreticiler deŞil mülksüz emekçiler olmalı ve onlara yönelik politikalar ve stratejiler geliştirilmelidir. Kırsal kalkınma alanında ikinci paradigma deŞişmesi 1980’ler ve 1990’larda ortaya çıkmıştır. Bu dönemde hem göze hem kulaŞa hoş gelen tepeden inme yerine tabandan gelen kalkınma söyleminin ortay çıkması pek de öyle tesadüfi bir şey deŞildir. BilindiŞi gibi tependen inme strateji ve politikalar tarım alanında dışardan getirilen teknoloji ve yöntemlerin devlet aracılıŞıyla uygulanmasına dayanmaktaydı. ÖrneŞin 1950’lerde Türkiye’ye Marshall Yardımı çerçevesinde traktör ve biçer-döverlerin ithal edilip devlet eliyle krediler yoluyla çiftçilere kullandırılması gibi. Bu hâkim olan kalkınmacı devlet biçimi ile de uyumlu olan bir şeydi. 1980 ve 1990’larda ortaya çıkan tabandan gelme politikalar aslında kırsal alandaki insanların kendi kaderlerini belirleme haklarının kabul edilmesi ve onlara başat rol verilmesi anlamına gelmiyor. Retorik olarak kulaŞa hoş gelen kırsal alandaki insanları muktedir kılan katılımcı süreçler olarak lanse edilen tabandan gelen kırsal kalkınma yakla301

ÇaŞdaş Tarım Sorunu

şımının ortaya çıkması neo-liberalizmin bir ekonomik ve siyasal sistem olarak hâkimiyeti ile iç içe yürüyen bir süreçtir. Neo-liberalizm devletin ekonomideki rolünün minimum olması görüşü ile hareket eder. 1980 sonrası kabul edilen kalkınma deŞerler dizisi (paradigma) da bunu yansıtır. Bu yaklaşım 1950 ile 1970 arası etken olan Keynesçi kalkınma yaklaşımı kalkınmada devlete önemli roller atfettiŞi için sanayi ve tarımdaki kalkınma süreçlerinde ve yoksullukla mücadelede devletin etkin bir rol alması beklenmekteydi. 1980 sonrası egemen olan serbest pazar yaklaşımı devletçi politikaların kalkınmayı gerçekleştiremediŞi gibi yoksulluŞu da gideremediŞini ama bunu pazarın görünmez elinin saŞlayacaŞını iddia ederek yeni politikalara yönlenmiştir. Tabandan gelen kalkınma, katılımcı kalkınma gibi kulaŞa hoş gelen söylemlerle devlet kırsal alandan yardım elini çekmiş, yoksulluk sorununun çözülmesi için de sivil toplum kuruluşlarını ileri sürmüştür. Yatırım ve destek anlamında kırsal alandan uzaklaşan devlet uluslararası örgütler ve ÇU ’lerle işbirliŞi halinde üreticileri uluslararası sermayenin gereksinme duyduŞu ürünleri üretmeye zorlamıştır. Önceki bölümlerde çeşitli vesilelerle de belirttiŞimiz gibi 1990 sonrası hâkim olan Washington sonrası uyum döneminde özellikle Türkiye tarımının uluslararası gıda zincirlerinde beklenen rolleri oynayabilmesi için yasalar deŞiştirilmiş ve gerekli hukuki altyapı saŞlanmıştır. Önceki bölümlerde şeker ve tütün yasalarına bu vesileyle deŞinmiştik. DiŞer yandan Türkiye’nin çeşitli üretim havzalarına bölünüp bu havzalarda anacak belli ürünlerin sadece sertifikaları tohumlar kullanarak üretilebilme sınırının getirilmesi de Türkiye tarımının küresel gıda zincirlerine eklemlenmesinin bir diŞer boyutudur. Burada kullanılması beklenen sertifikalı tohumlar büyük ölçüde Monsanto, Dupont, Syngenta gibi ÇU ’ler tarafından üretilmektedir. Bu tohumları kullanan üreticiler aynı zamanda Globalgap ve CE gibi standartlara uymaya zorlanarak ÇU ’ 302

Sonuç

lerin istedikleri ürünleri ürettirilmektedirler. Bu standartlara uymak aynı zamanda istenen ürünler için zorunlu olan ve CU ’ler tarafından üretilen kimyasallar ve diŞer girdilere de üreticileri baŞımlı kılmak anlamına gelmektedir. Washington sonrası uyum sürecinde önemli olan hukuksal yapılaşmanın bir diŞer mihenk taşı da 2006 yılında çıkarılan 5553 Sayılı Tohumculuk Yasasıdır. Bu yasayla devlet tohum üretiminden uzaklaşma kalmayıp tohum sertifikalandırmayı da yeni kurulacak tüzel kişilikli kurumlara bırakmıştır. Bir anlamda ünlü Hintli düşünür Vandana Shiva’nın açtıŞı ‘tohum özgürlüŞü’ savaşı Türkiye için de geçerli olmuştur. Sertifikalı tohumların fikri mülkiyet haklarını korumak amacıyla Türkiye Büyük Millet Meclisinden 2006 Aralık ayında geçirilen 5553 sayılı Tohumculuk Kanunu çerçevesinde kurulan Türkiye Tohumcular BirliŞi (TÜRKTOB) ve onun alt kuruluşları olan Bitki Islahçıları Alt BirliŞi (BşSAB), Fidan Üreticileri Alt BirliŞi (FÜAB), Fide Üreticileri Alt BirliŞi (FşDEBşRLşK), Süs Bitkileri Üreticileri Alt BirliŞi (SÜSBşR), Tohum DaŞıtıcıları Alt BirliŞi (TODAB), Tohum Sanayicileri ve Üreticileri Alt BirliŞi (TSÜAB) ve Tohum Yetiştiricileri Alt BirliŞi (TYAB) gibi çeşitli sermaye gruplarını temsil eden tüzel kurumlar devlet desteŞi ile tohumculuk sektörünü denetimlerine almıştır. Tarım ve Köyişleri BakanlıŞı’nca yetkilendirilen bu şirketler tarımda kullanılacak tohumların fikri mülkiyet haklarını ellerine geçirdikleri işin üretimde hangi tohumların kullanılması gerektiŞine karar vermektedirler. Kuruluş amaçları ‘(t)ohumculuk sektörünün geliştirilmesi ile sektörde faaliyet gösteren gerçek veya tüzel kişiler arasında mesleki dayanışma saŞlayarak mesleki faaliyetleri kolaylaştırmak, tohumculuk faaliyetinde bulunanların ekonomik ve sosyal haklarının korunmasını saŞlamak ve mevzuatla verilen görevleri yerine getirmektir’ olarak belirtilmektedir (http://www.turktob.org.tr/tr/birligimiz/tanitim, 18 Kasım 2016 da erişildi). Amaçları arasında tohum geliştirmek yer 303

ÇaŞdaş Tarım Sorunu

almasına raŞmen bu şirketler çoŞunlukla uluslararası tohum şirketlerinin taşeronluŞunu yapmaktadırlar. Yaşam kaynakları ve yüz yıllarca süregiden tohum saklama ve kullanma hakları gasp edilen tarım üreticileri ne yazık ki sitemin çarklarına güçlü ve örgütlü bir şekilde karşı çıkamamaktadır. Sınırlı bir oranda da olsa bu gasplara karşı çıkmalar cılız tarım üretici birlikleri, tarımla ilgili mesleki kuruluşlar ve kimi sivil toplum kuruluşları tarafından gerçekleştirilmektedir. 1960’lardan beri dönemsel olarak çıkan otoriter rejimler ve Gramsci anlamında oluşan hegemonya tarım üreticilerinin ortak bir bilinçle hareket etmelerinin önünde ki en önemli etkenlerdir. Küreselleşen tarımda üretici ya küresel şirketlerinin isteklerine ayak uydurmak ya tarımdan uzaklaşmak ya da tarımsal gelirlerinin yanında ek gelir elde etmek zorunda kalmaktadır. Bu üçüncü alternatif yani küreselliŞe ayak uydurmanın yanında ek gelir saŞlama gereksinmesi birçok tarım üreticisini geçimleri için tarım dışı alanlarda da çalışmaya sevk etmiştir. Tarımsal etkinliklerin tarım dışı etkenliklerle birlikteliŞi kırsal kesimin yoksullaşmasının temel bir göstergesidir. Neo-liberalizmin yaygınlaştırıp keskinleştirdiŞi yoksullukla ilişkin sorumluluŞu kabul etmeye bir türlü yanaşmayan küresel güçler ve onların şMF, Dünya Bankası ve Dünya Ticaret Örgütü gibi örgütler 1990’ların sonlarından itibaren yoksullukla savaşmak konusunda yeni bir ideolojik söylem geliştirmişlerdir: Sürdürülebilir Kırsal Geçimler (Sustainable Rural Livelihoods). Kavramın yaygınlaşıp popülerleşmesine Dünya Bankası, DfID (Department for International Development), ODI (Overseas Development Institute), UNDP, CARE ve OXFAM gibi sivil toplum örgütleri Kenya, Malawi, Tanzanya ve Uganda gibi ülkelerde uyguladıkları projelerle öncülük etmişlerdir. Post modernist bir yaklaşımla hareket eden bu yaklaşım ilhamını Frank Ellis (2000)’ten almaktadır. Ellis tarım politikalarının sadece tarıma yönelerek tek yanlı kaldıŞından 304

Sonuç

hareket ederek kırsal alana çeşitlilik getirilmesi gerektiŞini ileri sürmektedir. Ona göre günümüzde kırsal alanda artık kimse geçimini sadece tarımdan saŞlamamaktadır. Dolaysıyla sürdürülebilir bir yaşam ve geçim için kırsal alandaki etkinlikleri çeşitlendirmek gerekir. Böylece çeşitli etkinliklere yönlendirilen insanlar da bir şekilde sürdürülebilir bir yaşama veya geçime sahip olabilir. Burada tarım bir sektör olarak deŞil de yerel düzeyde bireyler hedef olarak alınmakta. Kırsal alanda aktivitelerin çeşitlendirilmesi için de bireylerin OXFAM gibi sivil toplum ve yardım örgütleri tarafından motive edilmeleri temel alınmaktadır. Burada dikkat edilmesi gereken husus artık düzenli ve planlı bir kırsal ve tarımsal politikadan uzaklaşıp küçük ölçekte ve yerel düzeyde bireye yönelik politikaların öne çıkmasıdır. DiŞer bir deyişle ortaya çıkan durum belirsiz ve yönsüz bir kırsal dönüşümdür ve bunda yardım örgütleri ve bireyler başat rol üstlenmek zorunda bırakılmaktadırlar. Katılımcılık, çoŞulculuk, yerinde yönetim gibi post-modernist, ne yöne gidileceŞi belli olmayan kavramlara dayanan ve kırsal kalkınma konusunda son paradigmatik dönüşümü yansıtan sürdürülebilir kırsal geçimler yaklaşımı Fine (2003) ve Scoones ve Wolmer (2003a; 2003b) tarafından ciddi bir eleştiriye tutulmuştur. Onlara göre bu yaklaşım planlamadan ve devlet girişiminden uzaklaşarak bir anlamda KalkınmacılıŞın sonuna işaret etmektedir. Bu yeni paradigmada kırsal alanda insanlar artık uluslararası sermaye ile kendi başlarına ve yardım örgütlerinin yardımıyla mücadele etmek zorundadır. VII.2. Yeni Araştırma Ajandamız Ne Olmalıdır? Tarımın ve kırsal yapıların artık küresel süreçlerin bir parçası haline geldiŞi günümüzde ne tür araştırmalar olguları daha iyi anlamamıza yardım eder sorusu bir anlam taşıyor. Artık tarım kapitalizme girmiş midir girmemiş midir gibi 305

ÇaŞdaş Tarım Sorunu

bir sorunsal anlamlı deŞildir. Türkiye gibi ülkelerde araştırmalar üç analiz düzeyinde olmak zorundadır: yerel, ulusal ve küresel. En ücra kırsal alanda bile süreçleri küresel etkilerden soyutlamak artık olası deŞildir. Yerel düzeyde devlet ve uluslararası örgütlerin dayatmaları sonucunda ne tür yeni ilişkiler doŞmaktadır sorusu bir başlangıç sorusu olabilir. ÖrneŞin geleneksel ürünlerden uzaklaşıp pazarın, uluslararası şirketler ve süpermarketler zincirlerinin dayattıŞı ürünlere yönelmek üretim ve emek süreçlerini nasıl etkilemektedir. şlk etapta küresel gıda zincirleri açısından ülkenin içine itildiŞi durum nedir sorusu ele alınabilir. Bu yapılırken de küresel düzeyde tarımsal üretim, dolaşım ve bölüşüm ilişkilerini küresel düzeyde kuramsallaştıran gıda rejimi kuramının ülke için geçerliliŞi sorunsalı ele alınabilir. DiŞer yandan küresel gıda zincirlerinin olunan parçası olarak üretimde yeni tür emek organizasyonlarını gerekiyor mu? Yeni ürünlerin yoŞunlaşması topraktan kopmalara yol açıyor mu? Açıyorsa bunun niteliŞi ve niceliŞi nasıl özellikler göstermekte? Yeni ürünlere yönelişle birlikte yeni üretim bilgi ve becerilerini edinmek ne derecede kolay olmaktadır. Bu bilgi ve beceriler hangi kurumlar veya bireylerce saŞlanmaktadır (devlet, yerli veya yabancı şirketler ve onların yerli taşeronları). Yeni emek organizasyonu hane içi ilişkileri ve işbölümünü etkiliyor mu etkiliyorsa bu nasıl bir nitelik gösteriyor. ÖrneŞin kadının konumunda nasıl bir dönüşüm yaratıyor veya çocuklar ve ebeveynler arasındaki üretim işbölümünde ne gibi deŞişikliklere yol açıyor mu? Yeri ürünlere yönelmek bölgeden veya köyden bir göçe neden oluyor mu veya yeni emekçilere gereksinme yaratıyor mu? Yeni ürünler devlet, üretici, tüccar ve büyük şirketler arasındaki ilişkinin niteliŞini nasıl deŞiştiriyor. ÖrneŞin devletin sübvansiyonları kaldırmasının üretim ve bölüşüm ilişkileri üzerindeki etkileri ele alınabilir. DiŞer yandan küresel düzeydeki deŞişimlerin devlet politikaları üzerindeki etkileri, bunun sınıfsal ve toplumsal yan306

Sonuç

sımaları gibi alanlar da irdelenmesi gerekli olan yeni alanlar. ÖrneŞin Washington sonrası uyum sonrası ülkelere dayatılan liberal kurumsallaşmanın kırsal alandaki yansımaları da sözünü ettiŞimiz üç farklı seviyedeki analizleri birleştirici bir araştırma potansiyeli yaratabilir.

307

Kaynaklar

VIII. Kaynaklar

Action Aid (1999a) ‘British Gene Giant Could Impoverish Third World Farmers’, http://www.acti- onaid.org. Action Aid (1999b) ‘Campaign Letter: Can You Believe What’s Happening in the Developing World?, http://www.actionaid.org. Action Aid (1999c) ‘Patents on Food Security’, http://www.actionaid.org. Akçay, A. (1998). ‘Toprak AŞalıŞından Kapitalist şşletmeciliŞe Türkiye Tarımında Büyük Topraklı şşletmeler’. O. Baydar (der), 75 Yılda Köylerden ehirlere, Tarih Vakfı Yayınları. Istanbul. Akşit, B. (1967). Türkiye’de Azgelişmiş Kapitalizm ve Köylere Girişi, ODTÜ ÖŞrenci BirliŞi Yayını, Ankara. Akşit, B. (1998). ‘Cumhuriyet Döneminde Türkiye Köylerindeki Dönüşümler’. O. Baydar (der) 75 Yılda Köylerden ehirlere, Tarih Vakfı Yayınları. Istanbul. Akşit, B. (1993). ‘Studies in Rural Transformation in Turkey 1950-1990’. P. Stirling (der) Culture and Economy in Turkish Villages, Eothen Press, Londra. Alavi, H. (1975). ‘India and the Colonial Mode of Production’, R. Miliband ve J. Saville (der.), Socialist Register, Merlin Press, Londra. Althusser, L. ve Balibar, E. (1970). Reading Capital, New Left Books, Londra.

309

ÇaŞdaş Tarım Sorunu

Amanor, K.S. (2009). ‘Global Food Chains, African Smallholders and World Bank Governance’, Journal of Agrarian Change (9) 2: 247-62. Amin, S. (1976). Unequal Development, Monthly Review. Press, New York. Amin, S. (1977). Imperialism and Unequal Development, Harvester Press, Sussex. Amin, S. Vergopoulos, K. (1977), La Question Paysanne et la Capitalisme, Anthropos, Paris. Assadourion, C.S. (1973). ‘Modos de producción, capitalismo y subdesarrollo en América Latina’, Cuadernos de Pasado y Presente, Buenos Aires içinde. Aruoba, Ç. (1988). ‘Tarımda Teknolojinin Gelir DaŞılımına Etkisi’ . Pamuk and Z. (der) Toprak Türkiye’de Tarımsal Yapılar: 1923-2000 içinde, Yurt Yayınları, Ankara. Aydın, Z. (1980). Aspects of Rural Underdevelopment in Southeastern Anatolia, University of Durham, Basılmamış doktora tezi. Aydın, Z.(1986). Underdevelopment and Rural Structures in Southeastern Turkey, Ithaca Press. Londra. Aydın, Z. (1986a). ‘Kapitalizm Tarım Sorunu ve Azgelişmiş Ülkeler (I)’, Onbirinci Tez, No. 3, ss. 126-156. Aydın, Z. (1986b) ‘Kapitalizm Tarım Sorunu ve Azgelişmiş Ülkeler (I)’ Onbirinci Tez, No. 4, ss. 171-216. Aydın Z. (1987a). ‘Boratav’a Yanıt – Tarım Sorunu’, Onbirinci Tez, No. 5, ss. 193-203. Aydın, Z. (1987b). ‘Turkish Agrarian Debate: New Arguments or Old Scores?’, New Perspectives on Turkey, Vol. 1, No 1, pp. 81-108. Aydın, Z. (1990). ‘The World Bank and the Çorum Çankırı Development Project in Turkey’, in M. Horowitz and M. Murdock (der.), Anthropology and Development in the Middle East and North Africa, pp. 208-233, Westview Press, New York. Aydın, Z. (1993). ‘The World Bank and Transformation of Turkish Agriculture’, B. Yeşilada et al. (der), Political and Socioeconomic Transformation of Turkey since 1980, içinde, pp. 111-134, Preager Publishers, New York.

310

Kaynaklar

Aydın, Z. (1997). ‘Famine Causation: A Critical Reappraisal’, METU Studies in Development,, 24 (3): 295-317. Aydın, Z. (2002). ‘The New Right, Structural Adjustment and Turkish Agriculture, Rural Responses and Survival Strategies’, European Journal of Development Research, 14(2), 183-208. Aydın, Z. (2005). Political Economy of Turkey, Pluto Press, Londra. Aydın, Z. (2009). ‘De-agrarianisation and De-peasantisation: Dilemmas of Neo- Liberal Restructuring in Turkish Agriculture’ F. enses and Z. Öniş (Der) içinde, Turkey and the

Global Economy: Neo-Liberal Restructuring and Integration in the Post-Crisis Era, Routledge, Londra, 223-41. Aydın, Z. (2010). ‘Neo-Liberal Transformation of Turkish Agriculture’, Journal of Agrarian Change, (10) 2: 149-87. Aysu, A. 2007. ‘Çiftci Sendikaları: GDO’lu Mısır Ithalatı Durdurulmalı, Ithal Edilenler şmha Edilmeli’ http://alterblogalisation.blogspot.com/2007/05/iftisendikalari-gdolu-misir-ithalati.html 30/09/2008 de erişildi. Banaji, J. (1972). ‘For a Theory of the Colonial Mode of Production’, Economic and Political Weekly, No. 52, 23 Aralık. Banaji, J. (1973a). ‘Modes of Production in Indian Agriculture’, Economic and Political Weekly, 7 Nisan. Banaji, J. (1973b). ‘Backward Capitalism, Primitive Accumulation and Mode of Production’, Journal of Contemporary Asia, c. 3, No. 4. Banaji, J. (1975). ‘India and the Colonial Mode of Production: A Comment’, Economic and Political Weekly, 6 Aralık. Banaji, J. (1976), ‘Summary of Selected Parts of Kautsky’s “The Agrarian Question” ’,Economy and Society, 5 (1). Banaji, J. (1977 a). ‘Capitalist Domination and the Small Peasantry, Deccan District in the Late Nineteenth Century’, Economic and Political Weekly, Special Number, AŞustos. Banaji, J. (1977 b). ‘Modes of Production in a Materialist Conception of History’, Capital and Class, No. 3, Güz. Baran, P. (1957). The Political Economy of Growth, Monthly Review Press. New York. Barraclough, S. (1991). An End to Hunger: The Social Origins of Food Strategies, Zed Books, Londra.

311

ÇaŞdaş Tarım Sorunu

Barrington Moore, Jr. (1965). ‘The New Scholasticism and the Study of Politics’, Jr. Barrington Moore, Political Power and Social Theory: Seven Studies, Harper and Row New York içinde. Barth, F. (1966). Models of Social Organisation, Royal Anthropological Institute, Occasional Paper 23. Londra. Bartra, R. (1975). ‘Sobre La Articulation de Modos de Producdon en America Latina’, Historia y Sociedad, 5, Bahar. Ballah, R, N. (1964). ‘Religious Evolution’, American Sociological Review, June. Bernstein, H. (1977). ‘Notes on Capital and Peasantry’, Review of African Political Economy, No. 10. Bernstein, H. (1979). ‘African Peasantry: a Theoretical Framework’, The Journal of Peasant Studies, 6 (4). Bernstein, H. vd. (der.) (1990) The Question of Food, Profits Versus People? Earthscan Publications, Londra. Bhaduri, A. (1973). ‘An Analysis of Semi-feudalism in East Indian Agriculture’, Frontier, c. 6. Binswagner, H. and K. Deininger, (1995). ‘Towards a Political Economy of Agriculture and Agrarian Relations’. Unpublished manuscript, World Bank, Washington DC. Boeke, J. (1953). Economics and Economic Policy of Dual Societies, Institute of Pacific Relations, New York. Booth, D. (1975). ‘Andre Gunder Frank: An Introduction and an Appreciation’, I. Oxaal et al. Beyond the Sociology of Development, Routledge and Kegan Paul, Londra, içinde. Boratav, K. (1967). Türkiye’de Gelir DaŞılımı, Gerçek Yayınevi, şstanbul. Boratav, K. (1969 a). Gelir DaŞılımı, Gerçek Yayınevi, şstanbul. Boratav, K. (1969 b). ‘Tarımda Feodal Üretim şlişkileri, Feodal Kalıntılar ve Basit Meta Üretimi’. Emek, Sayı 6, Haziran. Boratav, K. (1970 a). ‘Tarımda Üretim şlişkileri Üzerine’, Proleter Devrimci Aydınlık, Sayı 15, Ocak. Boratav, K. (1970 b). ‘Gecikmiş Bir Uyarı’, Proleter Devrimci Aydınlık, Sayı 20, Haziran. Boratav, K. (1991). Türkiye’de Sosyal Sınıflar ve Bölüşüm, Yeni Dizi, şstanbul. Boratav, K. (1995). şstanbul ve Anadolu’dan sınıf Profilleri, Tarih Vakfı Yayınları, şstanbul.

312

Kaynaklar

Boratav, K. (1988). ‘Giriş’, T. Bulutay (ed), Türkiye’de Tarımsal Yapı ve şstihdam, içinde, XI-LI. DIE, Ankara. Boratav, K. (2007a). ‘Tarımsal Fiyatlar, şstihdam ve KöylülüŞün Kaderi’, , 22 Temmuz 2007’de erişildi. Boratav, K. (2007b). ‘KöylülüŞün Tasfiyesi mi?’, Sol Gazete, 13 Mayıs. Boserup, E. (1965). The Conditions of Agricultural Growth, Allen and Unwin, Londra. Bradby, B.(1975). ‘The Destruction of Natural Economy, Economy and Society, c. 4, No. 3. Brenner R. (1977). ‘The Origins of Capitalist Development: A Critique of Neo-Smithian Marxism’, New Left Review, No. 104, Temmuz-AŞustos. (Bu yazının kısaltılmış bir Türkçe versiyonu Onbirinci Tez’ de yayınlanmıştır: ‘Kapitalist Gelişmenin Kökenleri: Yeni Smith’çi Marxizmin Eleştirisi’, Onbirinci Tez, 3, Mayıs 1986). Brewer, A. (1980). Marksist Theories of Imperialism: A Critical Survey, Routledge and Kegan Paul, Londra. Brittenden, W. (March 22, 1998). ‘Terminator Seeds Threaten a Barren Future for Farmers’, The Independent on Sunday. Bryceson, D., Kay, C. ve Mooji, J. (der) (2000). Disappearing Peasantries? Rural Labour in Africa Asia and Latin America, Intermediate Technology Publications, Londra. Börtücene, I. (1977). ‘KöylülüŞün Farklılaşması Üzerine’, Yeni Ülke, Sayı 1. Cardoso, C. (1975), ‘Los Modos de Produccion Colonlales: Estado de la Cuestion y Perspectiva Teorica’, Historia y Sociedad, 5, Bahar. Carney, D. (1998). Sustainable Rural Livelihoods: What Contribution Can We Make? DFID, Londra. Ceylan, I. (1998). ‘Türkiye’de Sözleşmeli Tarımda Yayım EŞitiminin Önemi ve GeleceŞi’. Türkiye 3. Tarım Ekonomi Kongresi içinde, 231-240, Tarım Ekonomisi DerneŞi, Ankara. Chambers, R. (1995). ‘Poverty and Lıvelihoods: Whose Reality Counts?’, Kirdan, U. and Silk, L. (der), People: From Impoverishment to Empowerment’, New York and Londra: New York University Press.

313

ÇaŞdaş Tarım Sorunu

Chattopadhay, P. (1972a). ‘On the Question of the Mode of Production in Indian Agriculture: A Preliminary Note’, Economic and Political Weekly, c. 7, No. 13, Mart. Chattopadhay, P. (1972b). ‘The Mode of Production in Indian,Agriculture: An Anti-Critique’, Economic and Political Weekly, c. 7, No. 57, Aralık. Christian Aid Report (1999). ‘Selling Suicide’, http://www.biotechk...m/showlip.php371491. Chayanov, A, V. (1925). The Theory of Peasant Economy, Moscow. şngilizce’ye D. Thorner editörlüŞünde çevrilip American Economic Association adına Illinois Irwin tarafından 1966 da basılmıştır. Clarke, J. (1977). ‘Some Problems in the Conceptualisation of Non-Capitalist Relations of Production’, Critique of Anthropology, (2) 8. Clive, J. (2014) Global Status of Commercialized Bıotech/GM Crops, 2014 ISAAA Brief No. 49, ISAAA: Ithaca NY. Commission of the European Communities (2004). Issues Arising from Turkey’s Membership Perspective, Brussels, SEC (2004) 1202. Coulter, J. vd., (1999). ‘Marrying Farmer Cooperation and Contract Farming for Agricultural Service Provision in Sub Saharan Africa’, ODI Natural Resource Perspectives, 48 (Kasım). Culley, L. (1977). ‘Economic Development In Marksist Theory’, B. Hindess (der.) Sociological Theories of the Economy, Macmillan, Londra, içinde. Çine Tarım (2002). ‘Sözlesmeli Mısırda Ziraat Bankası Cargill ve Çiftçi şşbirliŞi’, Çine Tarım Dergi No. 42, Temmuz-AŞustos. at www.cine-tarim.com.tr/dergisi/arsiv42/sektorel 105.htm 24 Eylül 2008’de erişildi. Dahrendorf, R. (1957). Class and Class Conflict in Industrial Society, Routledge and Kegan Paul, Londra. Desmarais, A.A. (2003). ‘Via Campensina: Peasant Women at the Frontiers of Food Sovereignty’, Canadian Woman Studies, (23) 1:140-5. Desmarais, A.A. (2007). La Via Campesina: Globalization and the Power of Peasants, Fernwood, Halifax.

314

Kaynaklar

Debroy, B. (1996). Beyond the Uruguay Round, Zed Books, Londra. De Janvry, A. (1981). The Agrarian Question and Reformism in Latin America, Johns Hopkins University Press, Baltimore. Devereux, S. (1993). Theories of Famine,, Harvester Wheatsheaf, New York ve Londra. DoŞruel, S. And E. Yeldan, (2001). ‘Macroeconomics of Turkey’s Agricultural Reforms, An Intertemporal Computable General Equilibrium Analysis’. Yayımlanmamış Yazı, Haziran. Doob, M. (1963). Studies in the Development of Capitalism, Routledge and Kegan Paul, Londra (ilk basım 1946). DPT, (1996). VII. Beş Yıllık Kalkınma Planı, 1996-2000, DPT, Ankara. Dreeze, J. ve Sen, A.K. (1991a). The Political Economy of Hunger, 3 cilt, Clarendon Press, Oxford. Dreeze, J. ve Sen, A.K. (1991b). Hunger and Public Action, Clarendon Press, Oxford. Dupre O. ve Rey, P.P. (1978). ‘Reflections on the Relevance of a Theory of the History of Exchange’, D. Seddon (der.) Rela-

tions of Production: Marksist Approaches to Economic Anthropology, Frank Cass, Londra, içinde. Durkheim, E. (1964). The Division of Labour in Society, The Free Press, New York. Durna, I. (2008). ‘Tarım ve Köylü Sorununda Genel Tablo’, www.mudahale.net/2008/01/15/tarim-ve-koylu-sorunundagenel-tablo/, 23 Ekim 2008 de erişildi. Eisenstadt, S. N. (1964). ‘Social Differentiation, Integration and Evolution’, American Sociological Review, June. Ennew, J., Hirst, P. ve Tribe, K. (1977). ‘The Peasantry as an Economic Category’, The Journal of. Peasant Studies, 4 (4). Erdost, M. (1969a). Türkiye Sosyalizmi ve Sosyalizm, Sol Yayınları, Ankara. Erdost, M. (1969a). Türkiye Sosyalizmi ve Sosyalizm, Sol Yayınları, Ankara. Erdost, M. (1969b). ‘Türkiye’de Feodalizmin Bugünkü Durumu Üzerine Bir Taslak’, Aydınlık Sosyalist Dergi, No. 5, Mart. Erdost, M. (1969c). ‘DoŞu Anadolu’da HayvancılıŞın Feodal NiteliŞi’, Aydınlık Sosyalist Dergi, No. 8, Haziran.

315

ÇaŞdaş Tarım Sorunu

Erdost, M. (1969d), ‘Türkiye Tarımında Hâkim Üretim şlişkisi Üzerine’, Aydınlık Sosyalist Dergi, No. 13, Kasım. Erdost, M. (1970). ‘Yeni Oportünizmin Eleştirisi’, Aydınlık Sosyalist Dergi, No. S, Mart. Erdost, M. ş. (1988). Kapitalizm ve Tarım, Onur Yayınları, Ankara. Esteva, G. (1978). ‘J.Y. Silos Campesinos Existes?’, Comercio Exterior, Mexico City, XXVIII, June. European Council (2001). ‘Turkey: 2000 Accessions Partnership’, Official Journal of the European Communities, L8515 - L8523. Evening Standard (11 Mayıs, 1999) ‘Genetic Engineering: Sifting the Facts from the Fiction, http://www.monsanto...9-eveningstand.html. Farmers’ Link (1998). Smart Plants, Farmer’s Link, Norfolk. Farmers Weekly (1999). ‘Beware! It’s the Terminator’, Farmers Weekly, (130): 13. Feder, E. (1975). ‘The New Penetration of the Agriculture of the Underdeveloped Countries by the-Industrial Nations and Their Multinational Concerns’, Institute of Latin American Studies, University of Glasgow, occasional papers, No. 19. Food and Agricultural Organisation (2009). 1.02 Billion Hungry, http://www.fao.org/news/story/en/item/20568/icode/, 2009, [13 ubat 2013e erişildi]. Food and Agricultural Organization, (2000). Agriculture, Trade

and Food Security, Issues and Options in the WTO Negotiations from the Perspective of Developing Countries, C. II, Country Case Studies, FAO, Roma. Food and Agricultural Organisation (2013). Food Price Index, 2013, Roma. Food and Agricultural Organisation (2013). The State of Food and Agriculture, Roma. Food and Agricultural Organisation (2014). The State of Food Security in the World, Roma. Food and Agricultural Organisation (2015). State of Food Secu-

rity, Roma. Food for Our Future, http://www.foodfuture.org.uk. Foss, D. (1963). ‘The World View of Talcott Parsons’, M. Stein ve A. Vidich, (der.), Sociology on Trial, New York, Prentice Hall içinde.

316

Kaynaklar

Foster-Carter, A. (1978). ‘The Modes of Production Controversy’, New Left Review. No. 107. Frank, A. G. (1967). Capitalism and Underdevelopment in Latin America, New York Monthly Review Press. Frank, A. G. (1969). Latin America: Underdevelopment or Revolution, New York, Monthly Review Press. Frank, A. G. (1971). Sociology of Development and the Underdevelopment of Sociology, Londra, Pluto Press. Frank, A. G. (1972). Lumpenbourgeoisie: Lumpendevelopment, Now York, Monthly Review Press. Frank, A. G. (1973). ‘On Feudal Modes, Models and Methods of Escaping Capitalist Reality’, Economic and Political Weekly, 8 (1). Frank, A. G. (1978a). Dependent Accumulation and Underdevelopment, New York, Monthly Review Press. Frank, A. G. (1978b). World Accumulation 1492-1789, Monthly Review Press, New York. Friedland, W. (1994). ‘The New globalisation, the Case of Fresh Produce’. From Columbus to Conagra , A. Bonno vd (der). içinde, The University of Kansas Press, Lawrence. Friedmann. H. (1978). ‘World Market, State and Family Farm: Social Basis of Household Production in the Era of Wage Labour’ Comparative Studies in Society and History, (20) 4: 545-86. Friedmann, H. (1973). ‘The Political Economy of Food: A Global Crisis’, New Left Review, 197: 29-57. Friedmann, H. (1982). ‘The Political Economy of Food: The Rise and Fall of the Postwar International Food Order’, American Journal of Sociology, 88 Annual Supplement, ss. 24886. Friedmann, H. (1993). ‘The Political Economy of Food: A Global Crisis’, New Left Review 197. Friedmann, H. (1994). ‘Premature Rigor’, Review of International Political Economy, (1) 3: 552-61. Friedmann, H. (2005a). ‘From Colonialism to Green Capitalism: Social Movements and the Emergence of Food Regimes’, F.H. Buttel and P. McMichael (der.) içinde, New Directions in the Sociology of Development, Elsevier Press, Oxford, ss. 229-67.

317

ÇaŞdaş Tarım Sorunu

Friedmann, H. (2005b). ‘Feeding the Empire: The Pathologies of Globalized Agriculture’ L. Panich and C. Leys (der), The Empire Loaded: Socialist Register, Monthly Review Press, New York, ss. 124-143. Friedmann, H. (2009). ‘Discussion: Moving Food Regimes Forward: Reflections on Symposium Essays’, Agriculture and Human Values, (26): 335-44. Friedmann, H., and McMichael, P. (1989). ‘Agriculture and the State System: The Rise and Decline of National Agricultures, 1870 to the Present’ Sociologica Ruralis, (29) 1: 93117. Friends of the Earth (2004). ‘Throwing Caution to the Wind’

5 Mayıs 2010 da erişildi. Frum, D., ‘Why 2013 Will be a Year of Crisis’, CNN, 3 September, 2012. Fuentes, C. (1963). ‘The Argument of Latin America’, Whither Latin America, Monthly Review Press, New York, içinde. Furtado, C. (1959). The Economic Growth of Brazil, University of California Press, Berkeley. Furtado, C. (1971). Development and Underdevelopment, Berkeley, University of California Press. Galeksi, B. (1972). Basic Concepts of Rural Sociology, Manchester. Geertz, C. (1963). Agricultural Involution, Berkeley, University of California Press. Gereffi, G. (1996). ‘Global Commodity Chains: New Forms of Coordination and Control Among Nations and Firms in International Industries’, Competition and Change (4): 427439. Gimenez, E.H. and Shuttuck, A. (2011). ‘Food Crisis, Food Regimes and Food Movements: Rumblings of Reform or Tides of Transformatıon?’, The Journal of Peasant Studies, (38) 1: 109-144. Glaeser, B. (1987). The Green Revolution Revisited, Unwin Hyman, Londra. Glavanis, K.R.G. and Glavanis, P.M. (1983). ‘The Sociology of Agrarian Relations: The Persistence of Household Production’, Current Sociology, 31(2).

318

Kaynaklar

Godelier, M. (1972). Rationality and Irrationality in Economics, New Left Books, Londra. Godelier. M. (1977). Perspectives in Marksist Anthropology, Cambridge University Press, Cambridge. Goodman, D. and Redclift, M. (1981). From Peasant to Proletarian, Oxford, Basil Blackwell. Gonsalves, C., Lee, D. R. and Gonsalves, D. (2007). ‘The Adoption of Genetically Modified Papaya in Hawaii and its Implications for Developing Countries’, Journal of Development Studies, Vol. 43(1): 177-191. Govereh, J., and Jayne, T.S. (2003). ‘Cash Cropping and Food crop Productivity: Synergies or Trade-offs?’ Agricultural Economics, 81: 616-620. Gönenç, S. and H. Tanrıvermiş (2008). ‘An Overview of the Turish Dairy Sector’. International Journal of Dairy Technology, 61(1): 3-10. Grigg, W. (1985). The World Food Problem, Basil Blackwell, Oxford. The Guardian (1 May, 1999). ‘Scientists Say Food Supplies Hinge On Genetic Engineering’, http://www.monsanto...10599-Guardian.html. Gülalp, H. (1978). Yeni Emperyalizm Teorilerinin Eleştirisi, Birikim Yayınları, şstanbul. Gülalp, H. (1983). Gelişme Stratejileri ve Gelişme şdeolojileri, Yurt Yayınevi, Ankara. Günaydın, G.(2006). Avrupa BirliŞi Genişleme Sürecinde Türkiye: Kırsal ve Tarımsal Politikalar, Basılmamış Doktora Tezi, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Kamu Yönetimi ve Siyaset Bilimi, Ankara, 2006. Günaydın, G. (2002). Küreselleşme ve Türkiye Tarımı, TMMO Ziraat Mühendisleri Odası, Ankara. Günaydın, G. (2006). ‘Türkiye Tarım Sektörü’, Tarım ve Mühendislik, Sayı 76-7. Haq, Mahbubul (1976), The Third World and the International Economic Order, Washington: ODC. Harf, H.E. ve Trout, T. (1986). The Politics of Global Resources: Population, Food, Energy and Environment, Duke University Press, Durham.

319

ÇaŞdaş Tarım Sorunu

Harris, J. (1978). ‘The Modes of Production Controversy; Themes and Problems of a Debate’, DEV Discussion Paper, No. 60. Harris, J. (1980). ‘Contemporary Marksist Analysis of the Agrarian Question in India’, Madras Institute of Development Studies, Working Paper, No. 14. Harris, R. L. (1978). ‘Marxism and the Agrarian Question’, Latin American Perspectives, 5 (4). Harris, J. (ed.) (1982). Rural Development Theories of Peasant Economy and Agrarian Change, Londra, Hutchinson. Harrison, M. (1975). ‘Chayanov and the Economics of Russian Peasantry’, Journal of Peasant Studies, Vol 4, No 2. Harrison, M. (1977a). ‘Resource Allocation and Agrarian Class Formation’, The Journal of Peasant Studies, Vol 2, No 4. Harrison, M. (1977b). ‘The Peasant Mode of Production in the Work of A. V. Chayanov’, The Journal of Peasant Studies, Vol 4, No 4. Harrison, M. (1979). ‘Chayanov and the Marxists’, The Journal of Peasant Studies, (2) 4. Hawken, P. (2007). Blessed Urest: how the Largest Movement in

the World Came Into Being and Why no one Saw it Coming, Viking Press, New York. Hazine MüsteşarlıŞı, (2000a). Enflasyonla Mücadele Programı Politika Metinleri (Cilt I, Niyet Mektubu, Para Politikası, Ekonomi Kararlara şlişkin Mevzuat), Ocak, Ankara. Hazine MüsteşarlıŞı, (2000b). Enflasyonla Mücadele Programı Politika Metinleri (Cilt II, Niyet Mektubu, Para Politikası, Ekonomi Kararlara şlişkin Mevzuat), Temmuz, Ankara. Heri, S. (2000). ‘The Growth and Development of the Horticultural Sector in Zimbabwe’, paper prepared for the UNCTAD Conference, UNCTAD, Geneva. Herring, R.J. (2007). ‘The Genomics Revolution and Development Studies: Science, Poverty and Polities’, Journal of Development Studies, Vol. 43(1): 1 -30. Hobbelink, H. (1991). Biotechnology and the Future of World Agriculture, Zed Books, Londra. Holt-Gimenez, E., Patel, R., and Shattuck, A. (2009). Food Rebellions: Crisis and the Hunger for Justice, Food First, Oakland.

320

Kaynaklar

Higgins, B. (1956). ‘The Dualistic Theory of Underdeveloped Areas’, Economic Development and Cultural Change, 4. Hill, P. (1963). Migrant Cocoa Farmers of Southern Ghana, Londra, Cambridge University Press. Hilton, R. (der.) (1976). The Transition from Feudalism to Capitalism, New Left Books, Londra. Hinderink, J. and Kıray, M. (1970). Social Stratification as an

Obstacle to Development: A Study of Four Turkish-Villages, New York, Preager Publishers. Hindess, B. ve Hirst, P.Q. (1975). Precapitalist Modes of Production, Routledge and Kegan Paul, Londra. Hindess, B. ve Hirst, P.Q. (1977). Modes of Production and Social Formation. Macmillan, Londra. Hoselitz, B.P. (1960). Sociological Aspects of Economic Growth, Glencoe IH, The Free Press. House Committee (2015). ‘Foreign Subsidies: Jeopardasining Free Trade and Harming American Farmers’, 21 October, A report by J Roney and D Phillips, www.sugaralliance.org, 25.6.2016 da erişildi. Hunt, D. (1979). ‘Chayanov’s Model of Peasant Household Resource Allocation’, The Journal of Peasant Studies, 6 (3). Hussain, A. and Tribe K. (1981). Marxism end the Agrarian Question, C. 1, German Social Democracy and the Peasantry 1890-1907, Russian Marxism and the Peasantry 18611930, Londra, Macmillan. Hussain, A. and Tribe K. (1981). Marxism end the Agrarian Question, C. 2, Russian Marxism and the Peasantry 18611930, Londra, Macmillan. Ianni, O. (1961). ‘A constituciâo de Proletariado Agricola no Brasil’, Revista Brasileira de Estudos Politicos, No. 12. Institute of Science in Society (1999). ‘World Scientist Statement, Calling for a Moratorium on G.M Crops and Ban on Patents’, http://www.twnside.../title/world-cn.html. Işıklı, E. ve Abay, C. (1993). ‘Destekleme Uygulamalarının Tarımsal Yapıya Etkisi’. Tarımsal Destekleme Politikaları, Sorunlar-Çözümler içinde TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası, Ankara. Jaffe, S. (1994). Exporting High-Value Food Commodities, The World Bank, Washington DC.

321

ÇaŞdaş Tarım Sorunu

James, C. (1998). Global Review of Commercialised Transgenic Crops 1998, ISAA Briefs no. 8, Ithaca International Service for the Acquisition of Agri-biotech Applications, NewYork. Kanbolat, Y. (1963). Türkiye Ziraatinde Bünye DeŞişikliŞi. Siyasal Bilgiler Fakültesi Maliye Enstitüsü, Ankara. Kaptan, N. (2008). ‘Cargill Olayı 2: Cargill, Bush, Ülker, ErdoŞan, Unakıtan ve OŞulları www.turkcelil.com/3v/modules/AMS/article.php?storyid=87 29 Eylül 2008 de erişildi. Karataş, C. (2006). ‘Privatization and Regulation in Turkey: An Assessment’, Journal of International Development, 4(6): 583-605. Kardam, A. (1970). ‘Milli Demokratik Devrim ve Köylü Meselesi’, Aydınlık Sosyalist Dergi, No. 24, Ekim. KasnakoŞlu, H., Akder, H., Gürkan, A., Sirman, A.N., Ekinci, N., Ecevit, M. (1988). ‘The Social and Economic Aspects of Decision Making Related to Labour Utilisation and Choice of Technology: A Case Study of a Turkish Village – KINIK’, Report on Agricultural Labour and Technological Change, ICARDA, Aleppo. Kay, C. (1974). ‘El Sistema Senorial Europea y La Hacienda Latinoamericana’, Revisto del Mexico Agrario, VII, EkimAralık. Kay, G. (1975). Development and Underdevelopment: a Marksist Analysis, Macmillan, Londra. Kayatekin, A. S (1998). ‘Observations on Some Theories of Current Change’, Review of African Political Economy, (76I): 207-19. Kautsky, K. (1899). Die Agrarfrage, Stuttgart, Dietz. Kerblay, B. (1971). ‘Chayanov and the Theory of Peasantry as a Specific Type of Economy’, T. Shanin (ed) Peasants and Peasant Societies, Harmondsworth, Penguin Books, içinde. Key, N., and McBride, W. (2003). ‘Production Contracts and Productivity in the US Hog Sector, American Journal of Agricultural Economics, (85) 1: 121-133. Keyder, Ç. (1983). ‘Paths of Rural Transformation in Turkey’, Journal of Peasant Studies, 11(1): 34-49. Khor, M. (1999). ‘A World Fight Against Biopiracy and Patents on Life’, http://www.south-bou...wn/title/pat-ch.htm.

322

Kaynaklar

Kindleberger, (1952). ‘The Economy of Turkey, the Economic Development of Guatemala, and Report on Cuba’, Review of Economic Statistics, 34 (4). Kip, E. (1988). ‘Türkiye’de Taban Fiyatları, Destekleme Alımları ve şç Ticaret Hadleri’ . Pamuk ve Z. Toprak (der) Türkiye’de Tarımsal Yapılar: 1923-2000, Yurt Yayınları, Ankara. Kitching, G. (1982). Development and Underdevelopment in Historical Perspective, Londra, Methuen. Köymen, O. (1998). ‘Cumhuriyet Döneminde Tarımsal Yapılar ve Tarım Politikaları’ , 75. Yılda Köylerden ehirlere içinde, Tarih Vakfı Yayınları, şstanbul. Krueger, A. and I. Turan (1993). The Politics and Economics of Turkish Policy’. R. Bates ve A. Krueger (der), Political and Economic Interactions in Economic Policy Reform, içinde. Blackwell. Oxford ve London. Kumluca şlçe Tarım MüdürlüŞü n.d., http//kumluca.antalyatarim.gv.tr, 10 Mayıs 2013 de erişildi). Kutlay, M. (1970a). ‘Geri Kapitalizm’, Emek, 3 (2), Haziran. Kutlay, M. (1970b). ‘Türkiye’de GeriliŞin Gelişmesi’, Emek, 3(2), Temmuz. Laclau, E. (1971). ‘Feudalism and Capitalism in Latin America’, New Left Review, No. 7. Lambert, J. (1969). Os Dois Brasils, Rio de Janeiro, Ministerio de Educaçio e Culture. Lappe, F.M., Collins, J. Rosset, P. (1998). World Hunger 12 Myths, Earthscan Publications, Londra. Lean, G.(208a). ‘Multinationlas Make Billions in Profit out of Growing Global Food Crisis’, The Independent, 4 May, http://www.’independent.co.uk/environment/greenliving/multinationals-make-billions-in-profit-out-of- growing-global-food-crisis-820855 html. Lean, G. (2008b). ‘Risen Prices Threaten Millions with Starvation, Despite Bumper Crops’, The Independent, 2 March, http://www.’independent.co.uk/environment/greenliving/multinationals-make-billions-in-profit-out-of- growing-global-food-crisis-820855 html. Lenin, V. I. (1962). Collected Works, C. XIII, Moscow. Lenin, V. I. (1960a). Collected Works, C. I, Moscow. Lenin, V. I. (1960b). Collected Works, C. IV, Moscow.

323

ÇaŞdaş Tarım Sorunu

Lenin, V. I. (1960c). Collected Works, Vol XXII, Moscow. Lenin, V. I. (1962), Collected Works, Vol VIII, Moscow. Lenin, V. I. (1964). The Development of Capitalism in Russia, Collected Works, Vol in, Moscow, Progress Publishers. Lerner, D. (1964). The Passing of Traditional Society, New York. Lewis, W. A. (1954). ‘Economic Development with Unlimited Supplies of Labour’, Manchester School, 22 May. Leys, C. (1977). ‘Underdevelopment and Dependency’, Journal of Contemporary Asia, 7 (1). Leys, C. (1977). ‘Underdevelopment and Dependency’, Journal of Contemporary Asia, 7 (1). Lin, S.C. (1980). ‘The Theory of a Feudal Mode of Production in Post-Colonial India’, Economic and Political Weekly, 8-15 Mart. Lipton, M. (1977). Why the Poor Stay Poor: A Study of Urban Bias in World Development, Temple Smith, Londra. Lipton, M. (2007). ‘Plant Breeding and Poverty: Can Transgenic Sees Replicate the “Green Revolution” as a Source of Gains for the Poor?’, Journal of Development Studies, Vol. 43(1): 31-62. Lipton, M. and Longhurst, R. (1989). New Seeds and Poor People, Unwin Hynman and John Hopkins Little, P.D. (1994). and Watts, M.J. (der.), ‘Introduction’, Living

Under Contract: Contract Farming and agrarian Transformation in Sub Saharan Africa, University of Wisconsin Press, Madison. Littlejohn, G. (1973). ‘The Peasantry and the Russian Revolution’, Economy and Society, 2 (1). Littlejohn, G. (1977). ‘Chayanov and the Theory of Peasant Economy’, B. (Hindess (ed.), Sociological Theories of the Economy, Londra, Macmillan, içinde. Lockwood, D. (1964). ‘Social Integration and System Integration’, G. K. ZoIIschan and W. Hirsch (ed.), Explorations in Social Change, Londra, Routledge an. Kegan Paul, içinde. Low, P. (1995). Trading Free: The GATT and the US Trade Policy, Twentieth Century Fund Books, New York. LPG Haber, 2008. ‘Türkiye Bu Yıl 750 Bin Ton Mısır şthal Edecek’, www.lpghaber.com/haberyazdir.php?id=9371 30 Eylül 2008’de erişildi.

324

Kaynaklar

Magdoff, F. (2012). ‘Food as a Commodity’, Monthly Review, (63) 8. Mann, S.A. ve Dickinson, J.M. (1978). ‘Obstacles to the Development of a Capitalist Agriculture’, The Journal of Peasant Studies, 5 (4). Marsh, R.R. and D. Runsten, (1998). ‘Smallholder Fruit and Vegetable production in Mexico, Barriers and Opportunities’, W.A. Cornelius and D. Myhre D. (der) The Transformation of Rural Mexico, Reforming the Ejido Sector, içinde, San Diego: La Jolla, Center for U.S-Mexican Studies, University of California. Martinez-Alier, J. (1977). Haciendas, Plantations and Collective Farms, Frank Cass, Londra. Marx, K. (1965). Capital, c. 3, Lawrence and Wishart, Londra. Marx, K. (1967). The 18. Brumaire of Louis Bonaparte, Moscow, Progress Publishers. McEachern, D. (1876). ‘The Mode of Production in India’, Journal of Contemporary Asia, c. 6. McMichael, P. and D. Myhre, (1991). ‘Global Regulation vs. the Nation-State, Agro-Food Systems and the New Politics of Capital’. Capital and Class, No 43. Meillassoux, C. (1964). L’Anthropologie économique des Couro

du Côte d’Ivoire: dé l’économie d’autosnbsistance à l’agriculture Commerciale, Mouton, Paris. Meillassoux, C. (1972). ‘From Reproduction to Production: A Marksist Approach to Anthropology’, Economy and Society, 1 (1). Meillassoux, C. (1975). Femmes, Greniers et Capitaux, Maspero, Paris. Millar, J.R, (1970). ‘A Reformulation of A.V. Chayanov’s Theory of Peasant Economy’, Economic Development and Cultural Change, January. Mills, C. W. (1959). The Sociological Imagination, New York, Oxford University Press. Ministry of Agriculture (2003). ‘Tarımsal Politikalar ve Hedefler’, www.tarim.gov.tr/arayuz/5/icerik.asp?efl=tari…\tarim_ sektor&fl=tarim_polittika.ht 18.12.2003 de erişildi. Ministry of Agriculture and Rural Affairs, (2005). Data Files, General Directorate of Protection and Control. www.tarim.gov.tr 22 Eylül 2008 de erişildi..

325

ÇaŞdaş Tarım Sorunu

Mitrany, D. (1951). Marx Against the Peasant: A. Study in Social Dogmatism, Londra, Weidenfeld and Nicholson. Monsanto (1998). ‘Monsanto Company Statement: New Seed and Gene Protection Methods: Monsanto’s position’, http://www.monsanto.co.uk/. Morgan Bank (1986). Privatization Master Plan: Objectives of Privatization, New York. Mouzelis. N. (1976). ‘Capitalism and the Development of Agriculture’, The Journal of Peasant Studies, 5 (4). Nielsen, C.P., Robinson, S. and Thierfielder, K. (2001). ‘Genetic Engineering and Trade: Panacea or Dilemma for Developing Countries’, World Development, 29 (8): 1307-1324. Nature Biotechnology (1999). ‘India Sequences Chickpea’, Nature Biotechnology, 17 (3). Nuffield Council on Bioethics (1999). ‘Genetically Modified Crops: The Ethical and Social Issues’, http:/A/vww.biotechk...m/showlip.php371491. O’Brien, P, (1975). ‘A Critique of Latin American Theories of Dependency’, I. Oxaal et al. (der.) Beyond the Sociology of Development, Routledge and Kegan Paul, Londra, içinde. OECD and FAO, 2006, Agricultural Outlook 2006-2015, http://dx.doi.org/10.1787/108701617204 18 Mart 2008 tarihinde erişildi. Oral N. (2006). Türkiye Tarımında Kapitalizm ve Sınıflar, Ziraat Mühendisleri Odası Tarım Politikaları Dizisi, No 6, Ankara. Oral, N. (2013), ‘Tarım ve Gıdada Çok Uluslu irketlerin EgemenliŞi’, Necdet Oral (ed.), Türkiye’de Tarımın Ekonomi – PolitiŞi 1923-2013, Ankara: Nota Bene Oral, N. (ed), (2013). Türkiye’de Tarımın Ekonomi PolitiŞi 1923-2013, Nota Bene Bursa, Ankara. Oyan, O. (1997). ‘Tarımsal Desteklemeye Alternatif Arayışları’, Ekonomide Durum, 2: 78-96. Oyan, O. (1999). ‘Tarımsal Destekleme Politikaları ve DoŞrudan Gelir DesteŞi’, TÜRK-ş YıllıŞı, 1(1): 187-200. Oyan, O. (2003). ‘From Agricultural Policies to Agriculture without Policies’, Balkan, N. et al (der), The Ravages of Neo-liberalizm, Economy, Society and Gender in Turkey, Nova Science Club, New York.

326

Kaynaklar

Öniş, Z. (1991). ‘The Evolution of Privatization in Turkey: The Institutional Context of Public-Enterprise Reform’. International Journal of Middle East Studies, 23: 163-176. Özçelik A., A. Turan ve H. Tanrıvermiş, (1999). Türkiye’de Tarımın Pazara Entegrasyonunda Sözleşmeli Tarım, TEAE Yayınları 14, Ankara. Özgür Politika, (2002). Günlük Gazete 25 ubat. Özkaya, T., O. Oyan, F. Işın, and A. Uzmay (2000). ‘Türkiye’deki Tarımsal Destekleme Politikaları, Dünü, Bügünü – GeleceŞi’. TÜSES için hazırlanmış yayımlanmamış rapor. Öztuksavul, A. (2000). ‘Tarım Reformu Kimler şçin Yapılıyor?’, Evrensel, Günlük Gazete, 20-23 Temmuz. Paarlberg, R. (2010). Food Politics: What Everyone Needs to Know, Oxford University Press, New York. Palma, G. (1978), ‘Dependency: A Formal Theory of Underdevelopment or a Methodology for the Analysis of Concrete Situations of Underdevelopment?’, World Development, c. 6. Pamuk, . (1988). ‘şkinci Dünya Savaşı Yıllarında Devlet, Tarımsal Yapılar ve Dönüşüm’, . Pamuk and Z. Toprak (der) Türkiye’de Tarımsal Yapılar: 1923-2000, içinde. Yurt Yayınları. Ankara Paré, L. (1977), El Proletariado Agrícola en Mexico, Meksiko, Siglo XXI. Parsons, T. (1960). Structure and Process in Modern Societies, New York, Free Press. Parsons, T. (1966). Societies, Englewood Cliffs, N. J., Prentice Hall. Parsons, T. (1971), The System of Modern Societies, Englewood Cliffs, N. J., Prentice Hall. Pana, S. (1978). El Modo de Producción Capitalista: Teoría y Método de Investigación, Siglo XXI, Meksiko. Patnaik, U. (1971a). ‘Capitalist Development in Agriculture’, Economic and Political Weekly, 6 (39). Patel, R. (2009). ‘Food Sovereignty’, The Journal of Peasant Studies, (36) 3: 663-706. Patnaik, U. (1971a). ‘Capitalist Development in Agriculture’, Economic and Political Weekly, 6 (39).

327

ÇaŞdaş Tarım Sorunu

Patnaik, U. (1971b). ‘Capitalist Development in Agriculture: A Further Comment’, Economic and Political Weekly, 6 (52). Patnaik, U. (1972a). ‘On the Mode of Production in Indian Agriculture: A Preliminary Note’, Economic and Political Weekly, 7 (4). Patnaik, U. (1972 b), ‘Capitalism in Agriculture’, Social Scientist, (iki bölüm), 2 ve 3. Patnaik, U. (1972 c). ‘On the Mode of Production In Indian Agriculture: A Reply’, Economic and Political Weekly, Review of Agriculture, Eylül. Patnaik, U. (1976). ‘Class Differentiation Within the Peasantry: An Approach to the Analysis of Indian Agriculture’, Economic and Political Weekly Review of Agriculture, Eylül. Patnaik, U. (1979). ‘Neo-Populism and Marxism: The Chayanovlan View of the Agrarian Question and its Fundamental Fallacy’, The Journal of Peasant Studies, 6 (4). Patnaik, U. (1990). ‘Some Economic and Political Consequences of the Green Revolution in India’, H. Bernstein (der.) The Food Question: Profits Versus People? içinde, Earthscan Publications, Londra. Pearce, F. (1996). ‘Greedy Patenting Could Starve Poor of Biotechnology Promise’, New Scientist, vol. 152, no. 2056. Pearse, A. (1978). ‘Technology and Peasant Production: Reflections on a Global Study’, Development and Change, 8:125S9. Perelman, M. (1979). ‘Obstacles to the Development of Capitalist Agriculture: A Comment on Mann and Dickinson’, The Journal of Peasant Studies, 7(1). Pray, Carl E. and Naseem, Anwar (2007). ‘Supplying Crop Biotechnology to the Poor: Opportunities and Constraints’, Journal of Development Studies, Vol. 43(1): 192-217. Pritchard, B. and Burch, D. (2003). Agro-food Globalisation in

Perspective. International Restructuring in the Processing Tomato Industry, Ashgate, Aldershot. RAFI (1999a). http://.rafi.org.html. RAFI (March, 1999b). ‘News Release: Traitor Technology: “Damaged Goods” from the Gene Giants’, http://www.rafi.Org/pr/release30:html.

328

Kaynaklar

RAFI (November, 1998). ‘News Release: Terminator Seeds Rejected by Global Network of Agriculture Experts’, http:www.rafi.org/pr/release23.html. Raikes, P. (2000). “‘Globalisation” and African Export Crop Agriculture’. Journal of Peasant Studies, 27 (2). Raikes, P. vd. (2000). ‘A Global Commodity Chain Analysis and the French Filière Approach: Comparison and Critique’, Economy and Society, (29) 3: 390-417. Raynolds, L. (1997). ‘Restructuring National Agriculture, Agrofood Trade, and Agrarian Livelihoods in the Caribbean’, D. Goodman and M. Watts (der.), Globalising Food: Agrarian Questions and Global Food Restructuring, içinde Routledge, Londra. Raynolds, L. (1993). Myhre, D., McMichael, P., Carro-Figueroa, V. ve Buttel, F., ‘The New Internationalization of Agriculture’, World Development, (21) 7: 1101 -21. Redfield, R. (1947). ‘The Folk Society’, The American Journal of Sociology, No 52. Redfield, R. (1956). Peasant Society and Culture: An Anthropological Approach, Chicago, Chicago University Press. Reiss, M.J. (2001). ‘Ethical Considerations at the Various Stages in the Development, Production and Consumption of GM Crops’, Journal of Agricultural and Environmental Ethics, Vol. 14(2): 179-190. Resmi Gazete (2008). 9 Nisan. Rex, J. (1961). Key Problems in Sociological Theory, Londra, Routledge and Kegan Paul. Rey, P.P. (1971). Colonialisme, Neo-eolonialisme et Transition au Capitalisms, Paris. Rey, P.P. (1973). Les Alliances de Classes, Maspero, Paris. Rey, P.P. (1975). ‘The Lineage Mode of Production’, Critique of Anthropology, 3, Spring. Rissler, J. ve Mellon, M. (1996). The Ecological Risks of Engineered Crops, The MIT Press, Cambridge, ABD. Rodney, W. (1972). How Europe Underdeveloped Africa, Londra, Bogle-L’ouverture Publications. Roseberry, W. (1978). ‘Peasants as Proletarians’, Critique of Anthropology, 3 (11).

329

ÇaŞdaş Tarım Sorunu

Rostow, W. W. (1960), The Stages of Economic Growth: A NonCommunist Manifesto, Cambridge, Cambridge University Press. Rudra, A. et al. (1960 a). ‘Big Farmers in the Punjab’, Economic and Political Weekly, 4 (39). Rudra, A. et al. (1960a). ‘Big Farmers in the Punjab’, Economic and Political Weekly, 4 (39). Rudra, A. et al. (1961b). ‘Big Farmérs In thé Punjab’, Economic and Political Weekly, 4 (52). Rudra, A. (1970). ‘In Search of the Capitalist Farmer’, Economic and Political Weekly, 5 (26). Rudra, A. (1978). ‘Class Relations in Indian Agriculture’, Economic and Political Weekly, 3-10-17 Haziran. Sarısaçlı, ş. E. (2008). ‘Süt Ürünleri’ , için hazırlanmış bir rapor IGEME, Ankara. Schultz , T. Transforming Traditional Agriculture, New Heaven and London :Yale university Press. Schumacher, E.F. (1973). Small is Beautiful a Study of Economics as if People Mattered, Blond and Briggs. Scott, J. (1985), Weapons of the Weak: Everyday Forms of Peasant Resistance, New Haven: Yale University Press. Sau, R. (1973). ‘On the Essence and Manifestation of Capitalism in Indian Agriculture’, Economic and Political Weekly, Review of Agriculture, Mart. Sen, A. (1981). Poverty and Famines: An Essay on Entitlement and Deprivation, Clarendon Press, Oxford. Sen, A. K. (1997). Poverty and Famines, Oxford University Press Inc. Shand, H. (1998). ‘Terminator Seeds: Monsanto Moves, to Tighten its Grip, on Global Agriculture’, Multinational

Monitor Magazine, http://www.thirdwor...eeds.Monsanto2.html. Shanin, T. (1971a), ‘Peasantry: Delineation of a Sociological Concept and a Field of Study’, European Journal of Sociology, XII. Shanin, T. (ed.) (1971b), Peasants and Peasant Societies, Harmondsworth, Penguin. Shanin, T. (1972). The Awkward Class, Londra, Oxford University Press.

330

Kaynaklar

Shanin, T. (1973). ‘The Nature and Logic of the Peasant Economy’, The Journal of Peasant Studies, 1 (1). Shanin, T. (1978). ‘A World Without Rural Sociology’, Sociologica Ruralis, 16 (4), Siempre, Mexico City. Shiva, V. (1999). ‘The Neem Tree - A Case History of Biopiracy’, http://www.southbou..,wn/tit- le/pir-ch.htm. Shiva, V. (1991). The Violence of the Greet Revolution: Ecological Degradation and Political Conflict, Zed Books, Londra.. Shiva, V. (2005), Globalization’s New Wars: Seed, Water and Life Forms New Delhi Women Unlimited. Singer, P. (1961). ‘Agricultura e Desenvolvimiento Economico’, Revista Brasileira de Estudos Politicos, Ekim. Sirman, A.N. (1988). ‘Peasant Family Farms: The Position of Households in Cotton Production in a Village of Western Turkey’, Londra Üniversitesi, basılmamış doktora tezi. Sirman-Eralp, N. (1988). ‘Pamuk Üretiminde Aile şşletmeleri’, . Pamuk and Z. Toprak (der) Türkiye’de Tarımsal Yapılar 1923-2000, içinde, Yurt Yayınları, Ankara. Smelser, N. J. (1963). ‘Mechanism of Change and Adjustment to Change’, B. F. Hoselitz and W.E. Moore (der), Industrialisation and Society, The Hague, Mouton içinde. Smelser, N.J. (1968). ‘Toward a General Theory of Social Change’, N.J. Smelser, Essays in Sociological Explanation, Englewood Cliffs, N. J. içinde. Smith, A.D. (1973). The Concept of Social Change, Londra, Routledge and Kegan’ Paul. Sombart, W. (1909). Socialism and the Socialist Movement, (translated from 6th German edition) Londra, J.M. Dent. Southbound (1999). ‘More than 200 Organisations from 35 Nations Challenge U.S Patent on Neem’, http://www.southbou...n/title/neem/ch.htm. Spencer, H. (1911). First Principles, Londra, William and Norgate. Spinney, L. (1998). ‘Research Paper for Oxfam GB: Biotechnology in Crops: Issues for the Developing World’, http://www.oxfam.or...gmfoods.htm. Stanford, L. (1998). ‘Opportunities under Privatizations Restructuring Commodity Systems in Michoacan’. W. A. Cornelius, and D. Myhre (eds),The Transformation of Rural Mexico,

331

ÇaŞdaş Tarım Sorunu

Reforming the Ejido Sector, içinde, La Jolla, Center for U.SMexican Studies, University of California, San Diego. State Institute of Statistics (2007). Agricultural Production Statistics of Turkey, SIS, Ankara. Stavenhagen, R. (1962). ‘Estratificacion Social y Estructura de Clase’, Revista de Ciencias Politicos y Sociales, Meksiko, No. 27, Ocak-Mart. Suiçmez, B. (2003). ‘Hayvancılık Sektöründe Yıkım: YEMSAN SEK - EBK Özelleştirmeleri’, www.Kigem.org.tr/yonetim/resimler/hayvancilikraporu200 3.doc 18 Ekim 2008 de erişildi. Swaminathan, M.S. (1999). ‘Genetically Modified Plants: Implications for Environment, Food Security and Nutrition’, http://www.mssrf.org. Tandon , Y. (1999). ‘Globalization and Africa’s Options’. Journal of Development Economics for Southern Africa, 1(4-5), Ocak-Nisan. Taylor, J. (1974). ‘Neo-Marxism and Underdevelopment: A Sociological Phantasy’, Journal of Contemporary Asia, 4 (1). Taylor, J. (1979). From Modernization to Modes of Production:

A Critique of the Sociologies of Development and Underdevelopment, Macmillan, Londra. Tekeli, ş. and şlkin, S. (1998). ‘Devletçilik Dönemi Tarım Politikaları’, 75 Yılda Köylerden ehirlere, Tarih Vakfı Yayınları, şstanbul Teoman, Ö. (2001). ‘Türkiye tarımında Kapitalist Dönüşüm tartışmalarına Bir Katkı’, Toplum ve Bilim, Bahar. Teran, S. (1976). ‘Formas de Conciencla Social de los Trabjadores del Campo’, Cuadernos Agrarios, 1, October-December. Terray, E. (1972). Marxism and Primitive Societies, Monthly Review Press, New York. Thies, Janice E. and Devare, Medha H. (2007). ‘An Ecological Assessment of Transgenic Crops’, Journal of Development Studies, 43(1): 97-129. Thorner, D. (1966). ‘Chayanov’s Concept of Peasant Economy’, A. V. Chayanov, The Theory of Peasant Economy, Illinois Irwin içinde. Thorner, D. (1971). ‘Peasant Economy as a Category in Economic History’, T. Shanin (ed.), Peasants and Peasant Societies, Harmondsworth, Penguin içinde.

332

Kaynaklar

Tonnies, F. (1963). Community and Society, çeviren ve editör C, P. Loomis, New York, Harper and Bow (ilk basımı 1887 Gemeinschaft Gesellschaft). Tudge, C. (1988). Food Crops for the Future, Basil Blackwell, Londra. Türk Tarih Vakfı (1999). 75 Yılda Köyden ehirlere, Tarih Vakfı Yayınları, şstanbul. Turkish Statistical Institute (2008). ‘Crop Production 2007’, Press Release no 53, 27 Mart, www.turksat.gov.tr, 30 Mart 2008 de erişildi. TURKSTAT(2008). Foreign Trade Statistics, at http://ekutup.dpt.gov.tr/tarim/gosterge/2008/pdf 23 Ekim 2008’de erişildi. TÜSşAD, (1999). Tarım Politikalarında Yeni Denge Arayışları, TÜSşAD, şstanbul. TÜSşAD (2007). Uluslararası Rekabet Stratejileri: Türkiye Gıda Sanayii, TÜSşAD Rekabet Stratejileri Dizisi TÜSşAD/T2007-09-442, Istanbul. Ulukan, U. (2009), Türkiye Tarımında Yapısal Dönüşüm ve Sözleşmeli Çiftçilik: Bursa ÖrneŞi, Istanbul, SAV. Ulusal Hububat Konseyi (2011). BuŞday Raporu, www.uhk.org.tr, 25.6.2016 da erişildi. UNCTAD (1994). The Outcome of the Uruguay Round: An Initial Assessment, UNCTAD, Cenevre. University of Toronto (October, 1999). ‘Press Release: Plant Geneticist Identifies Drought Tolerant Gene’, http://www.morvsanto.co.uk. Uphoff, N. (2007). ‘Agroecological Alternatives: Capitalising on Existing Genetic Potentials’, Journal of Development Studies, 43(1): 218-236. US Government Staff (1997). ‘Discussion Paper on International Food Security’, http://www.fas.usda...ummit/dlscpapr.html. Usumi, S. (2000). ‘Pancarda Kota Sistemi Kalkmalı’, Cumhuriyet, 8 Kasım 2000, Çiftçi Dostu. Van der Ploeg, J.D. (2009). The New Peasantries: Struggles for

Autonomy and Sustainability in an Era of Empire and Globalization, Londra and Sterling, Earthscan. Via Campesina (2007). Nyeleni Decleration, Selingue, Mali: Forum for Food Sovereignty, At

333

ÇaŞdaş Tarım Sorunu

www.foodandwaterwatch.org/world/global-trade/Nyeleni Decleration-en.pdf/view, Accessed on 13 June 2013. Varlier, O. (1978). Türkiye Tarımında Yapısal DeŞişme, Teknoloji ve Toprak Bölüşümü, Ankara, DPT. Vergopoulos, K. (1978). ‘Capitalism and Peasant Productivity’, The Journal of Peasant Studies, 5 (4). Villareal, J. (1978). ‘El Capitalismo Dependlente: Estructura de Clases en Argentina’, Meksiko, Siglo XXI. Wallerstein, I. (1974 a). The Modern World System, Academic Press, New York. Wallerstein, I. (1974 b). ‘The Rise and Future Demise of the World Capitalist System’, Comparative Studies in Society and History, 18 (4). Wallerstein, I. (1979). The Capitalist World Economy, Cambridge University Press. Watkins, K. (1992). Fixing The Rules: North-South Issues In International Trade & The GATT Uruguay Round, Catholic Institute for international Relations, Londra. Watts, M. and D. Goodman (der) (1997). Globalising Food, Agrarian Questions and Global Restructuring. Routledge, London. Williams, E. (1964). Capitalism and Slavery, Londra, Andre Deutsch. Weis, T. (2013). ‘The Meat of the Global Food Crisis’, The Journal of Peasant Studies, 40 (1): 65-85. Winders, B. (2009). The Politics of Food Supply: US Agricultural Policy in the World Economy, Yale University Press, New Haven. Winters, L.A. (1987). ‘The Political Economy of the Agricultural Policies of Industrial Countries’. European Review of Agricultural Economics, 14: 285-304. World World Bank (2000a) Voices of the Poor, Vol 1, Washington DC: World Bank World Bank (2000b), Can Africa Claim the 21st Century, Washington DC: World Bank. World Bank (2001). ‘Project Appraisal Document on a Proposed Loan in the Amount of US$600 Million to the Republic Of Turkey for an Agricultural Reform Implementation Project/Loan’, Report No, 21177-TU, 6 Haziran.

334

Kaynaklar

World Bank (2014). Poverty Overview, http://www.worldbank.org/en/topic/poverty/overview. Wolf, E. (1955). ‘Types of Latin American Peasantry: A Preliminary Discussion’, American Anthropologist, 57 (3), part I. Wolf, E. (1966). Peasants, New Jersey, Prentice-Hall. Wolpe, H. (der.) (1980). The Articulation of Modes of Production, Routledge and Kegan Paul, Londra. www.ers.usda.gov, ‘Developing Countries Dominate World Demand’, 23 Mayıs 2016 da erişildi. Yigletu, A. (1997). ‘Global Agricultural Trading System In the Post GATT Era: Implications for Developing Countries’, Scandinavian Journal of Development Alternatives, 16 (34): 104-19. Yalman, N. (1971). ‘On Land Disputes in Turkey’. G.L. Tikku (der), Islam and its Cultural Divergence. şçinde, University of Illinois Press, Urbana, Illinois. Yeldan, E. (2001). Küreselleşme Sürecinde Türkiye Ekonomisi, şletişim Yayınları, şstanbul. Yenal, Z. N. (2001). ‘Türkiye’de Gıda Üretiminin Yeniden Yapılanması’, Toplum ve Bilim, 88: 32-55. Yıldırım, A. E. (2014). ‘BuŞday şthalatı’, Tarım Dünyası, 20.11. 2014, www.tarimdunyasi.net/2014/11/20/bugday-ithalati/, 25 Haziran 2016 da erişildi. Ziraat Bankası, TMMOB Ziraat Mühendisleri Odası ve TÜBşTAK (1998). Cumhuriyet’in 75. Yılında Türkiye Tarımı Sempozyumu, Ankara.

335