90 Dakikada Platon [1 ed.]
 9757809284

Citation preview

I ıs ı?

Paul S trath ern

90 dakikada PLAION

dakikada

PLATON Paul Strathern ge ndaş

D a h a v.ıkııı / a m a n a (lt-ğin, gelm iş geçm iş e n kuvvetli a e ı d a n - p l a t o n ı l a ş k ta n s o r u m l u t u t u l u y o r d u P la to n , k a t ı m a ş ü k ü r l e r o l s u n ki, bıı ı ıı a r a / a a rlık g ü n ü m ü z d e ç o k se y r e k ra stla nıyo r: a ta k l a rı kısa s ü r m e k l e d i r ve g e n e l l ik l e b irk a ç g ü n iç i n d e g eçer. Bir İngiliz b ilg in b i r a r a .şöyle b ir t a n ı m l a m a d a b u l u n m u ş t u : “Felsele tarihi P la ton a luııd aki b ir dizi d i p n o t t a n b a şka b i r şey d e ğ i l d i r ” P a u l S l r a l h e r n , P la to n u n A t i n a 'd a k i ü n l ü a k a d e m i s i n i arayıp bulm u ştu r. Bu a k a d e m in in y u r d u , iki b in yılı a şk ın b i r s ü r e H e k a d e n ı o s K o r u s u ’ı n m o g ü z e l i m g ö lgeli p a ti k a la rı ve h e y k e l l e r l e b e z e n m i ş a r k a d i k d o ğ a sıv d ı. Oysa g ü n ü m ü z d e b u r a s ı s ü p r ü n t ü l e r l e tıka basa d o l u , kıraç b ir arazi, btın u ıı d ışın d a o t o b ü s e n k a z l a r ı n ı n yığıldığı a çık b i r d e p o d a n ba şk a b i r şey değildir. H e y h a t.

90 DAKİKADA PLATON PAUL STRATHERN

90 Dakikada Platon Yeni Seri: 17 90 Dakikada Filozoflar: 3 Almanca’dan Çeviren: Rüstem Aslan Redaksiyon: Yücel Sivri Tanıtım amaçlı kısa alıntılar dışında yayıncının yazılı izni olmaksızın hiçbir yolla çoğaltılamaz. © Gendaş A.Ş. Birinci Basım Ekim 1997

ISBN 975-7809-28-4

Editör Adnan Özer Kapak Tasarımı M urat Bozkurt Dizgi E ra (512 36 76) Kapak ve îç Baskı Perspektiv Cilt İtim at Mücellithanesi Gendaş A.Ş. Çatalçeşme Sk. No: 19 Cağaloğlu-îstanbul Tel-Fax: (0212) 520 82 12 - 527 10 20

Önsöz

P laton felsefeyi öldürdü. E n azından bazı çağdaş d ü şü n ü rler bizi bu n a in an ­ dırm aya çalışıyorlar. G erek Nietzsche, gerekse Heidegger, felsefenin hiçbir za­ m an (Platon tara fın d a n fikir ve sözleri ak tarılan ) S okrates’in etkisinden k u r­ tu lam adığ ı görüşünde hem fikirdirler. D em ek oluyor ki, ak lın m üdahelesi, an alitik düşünceyi ve sonuca u la ştıra n tü rd en argum antasyonu bütünüyle çü­ rü tm ü ştü r. S okrates’in bu ussal ilerleyişi sırasın ­ da esasen hangi parlak gelenek yok ol­ m uştur? Sokrates öncesi dönemde akla gelebilecek b ü tü n derin soruları soran bir avuç dolusu p arlak am a kaçık tip ler

vardı. Filozoflar bugün h alen onlara bu soruların y an ıtların ı borçludurlar -bu tü r soruların yöneltilemeyeceğini iddia ederek m eseleden kendini sıyırm ak is­ teyen asri filozoflar da bu n a dahildir. Sokrates öncesi felsefenin en ilginç ve çılgın tem silcisi PisagoFdu. O nun ünlü önerm esi bugün bile birçok in san a te ­ mel m atem atik anlayışını edinm ekte yardım cı oluyor; yani m atem atiği asla an lay am ay ac ak ların ı... Pisagor, Platon’u k ati biçimde etkilem iştir. İşte bu yüzden P laton’un düşünce ta rz ın ın hiç olmazsa bir kısm ını anlam ak için PisagoFa değinmem iz gerekm ektedir. Pisagor filozoftan öte bir insandı. O, felsefesini aynı zam anda dinî liderlik, m atem atik ve m istisizm yolunda ve de beslenme danışm anlığı olarak da k u lla­

nırdı. B ütün bu yorucu entelektüel ça­ lışm aları felsefesinde izler bırakm ıştır. Pisagor İ.Ö. 580 yıllarında Somos’ta dünyaya gelir ancak bu rad ak i zulüm yüzünden k açar ve G üney İtaly a’da, bir Yunan kolonisi olan K roton’da dinî-felsefi-perhizî bir m atem atik okulu kurar. A yrıntılara dayalı bir ev düzeni m istik m üritlerin in bir a ra d a yaşayışını dü­ zenliyordu. Fasulye veya yürek yemek, ekm eği b aşk ala rın d a n önce kesm eye başlam ak veya kırlangıçların dam a y u ­ va yapm asına izin verm ek, hele ne olur­ sa olsun kendi beslediği köpeğini yem ek yasaktı. A ristotoles’te n öğrendiğim ize göre; b ü tü n b u n la ra rağm en Pisagor m ucizeler y aratm ay a da zam an b u l­ m uştur. T uhaf olan, A ristoteles gibi bi­ rin in bunları ayrın tılarıy la tan ım lam a­

mış olmasıdır. B ertrand Russel, Pisagor’u E instein ve Mrs. Eddy’nin* k arışı­ mı olarak tanım lam ıştır. B ü tü n iyi ta ­ rafların a rağm en Pisagor, b ir gün Kroton Valisi’nin de canına ta k eder ve ikinci kez kaçm ak zorunda kalır. Metapontion’a çıkan caddeye yerleşir ve öle­ ne k ad a r da orada k alır (İ.Ö. 500). Öğ­ retileri ölüm ünden sonra b ir yüzyıl da­ h a gündem de k alır ve m atem atikçi m istik topluluğu b un ları b ü tü n güney İtaly a ve Y unanistan’da yayar. Platon, Pisagor’u onlar sayesinde öğrenir. Sokrates gibi Pisagor da öğretilerini yazıya dökmeyecek k ad a r dikkatliydi. O nun öğretisini sadece ikinci elden öğ­ reniyoruz. B ugün Pisagor felsefesi ola­ rak bilinen, bilim den kaçıklığa u zan an *H ristiyan-Fen H areketinin kurucusu- (ç.n.)

-bütün karışıklıklar dem esek de- olan karm aşıklığın büyük kısm ından onun m üritleri sorum ludur. Bu yüzden birçok insan, Pisagor’u n ünlü, hipotenüsün k a ­ resini alm a teorisini, büyük ihtim alle kendisinin bile anlayam adığı düşünce­ siyle avunabilir.

Pisagor’un yine ünlü “h er şey sayıdır” vecizesi P laton’un ü stü n d e derin etki bırakm ıştır. Bu söz ferasetli olduğu k a ­ d ar nüfuz sahibi de olan Pisagor felsefe­ sinin anahtarıydı. Pisagor, k a rm a k a rı­ şık dünyanın ardında soyut ve uyum lu say ılar dünyasının saklı olduğunu dü­ şü nürdü. O nun sayı anlayışı, bugün bi­ zim “biçim” olarak niteleyeceğimiz şeye benzerlik gösterir. Bu görüşe göre n es­ neler m addelerden değil de y aratıld ık ­ ları biçim lerden ortaya çıkm ıştır. Sayı­

la rın veya biçim lerin ideal dü n y ası uyum içindedir ve bu gerçeklikten daha gerçektir. Pisagor yada Pisagorcular sa­ yılar ve m üzikal arm oni arasın d ak i ilin­ tiyi keşfetm iştir. Bu keşfin ışığı altın d a Pisagor'un biçim ler (ya da sayılar) k u ­ ram ı çok eskiye dayanm am aktaydı. S a­ yılara, tözün değil de biçimin tan ım ın a d ayanan m odern yüksek enerji fiziği açısından bu kuram ın hatalılığı d u ru ­ m u vard ır sanki. Tözden arınm ış düşünce Sokrates ön­ cesi filozoflarda da k arşım ıza çıkar. Pisagor’u n öğrencilerinden olan H eraklit, örneğin “h e r şey a k a r” düşüncesini savunurdu. O na göre aynı ak arsu y a iki kez girm ek m üm kün değildi. Ve yine de düşüncesi, arı biçimden uzaklaşır. O, m odern bilim den iki bin yıl önce evre­

nin atom lardan oluştuğunu öne süren D em o k ritu s’u n

öncüsüdür.

İyonya’lı

Ksenophones’in vardığı sonuca u la şa ­ bilm ek için, felsefenin de iki bin yıla ih ­ tiyacı olm uştur. O da Sokrates öncesi dönem den olup açıkça d e m iştir ki; “T an rılar ve yeryüzündeki h er şey h a k ­ kında gerçekleri tan ıy an b ir in san hiç­ b ir zam an olm am ıştır ve olm ayacaktır. Ayrıca asıl gerçekle b ir kez k arşılaşsa bile bunu fark edemez. Zira sa n ılar sa ­ dece biz in sa n la ra özgüdür.” Bu ifade yirm inci yüzyılda W ittgenstein’in öne sürdüğü fikirle şaşırtıcı şekilde benze­ şir. Sokrates ve P laton bu zengin ve çok yönlü felsefî gelenekte yürüm üştür.

Platon (1.0 428-348)

B ugün bildiğimiz ismiyle Platon, ta ­ nınm ış b ir güreşçiydi. Y arışm alard a kullandığı isim “P lato n ”, “geniş” veya “yassı” an lam ların a gelir. Büyük b ir ih ­ tim alle geniş, iyi gelişm iş om uzlara sa­ hipti. Bazı k ay n a k lara göreyse bu isim onun alnının biçim inden tü retilm iştir (Platon kelim esinin ilk anlam ıyla te k ­ ra r karşılaşıyoruz burada). Doğduğu 428 yılında P laton’a A ristokles ism i ve­ rilir. P laton A tina’da ya da A frika kıyı­ la rın a 20 km k a d a r u z a k ta A tika açıkla­ rında, Eğin körfezindeki A gina Adası’n d a dünyaya gelm iştir. P olitikada n ü ­ fuz sahibi A tina’lı bir ailenin oğluydu. Babası A riston, A tina’n ın son k ralı Kod-

ros’un, annesi ise büyük k an u n koyucu Solon’u n soyundan gelmekteydi. Platon, politik açıdan önemli ailele­ rin diğer zeki fertlerinden farklı değildi, h al boylerken ilk gençlik y ıllarından iti­ baren politik alan d a aşırı bir h ırsa k ap ­ tırm am ıştı kendini. B erzahi oyunlarda iki kez güreş dalında ödül alm ıştı. Ama görünen o ki, hiçbir zam an Olym pia’ya k ad ar ulaşam am ıştır. Ü nlü bir trajedi yazarı olmayı da denem iş, ancak büyük edebiyat yarışm aların d ak i jü ri üyeleri­ ni etkileyem em iştir. Y unanistan’da b u ­ günkü Nobel edebiyat ödülüne denk ge­ len ödülü alm ak ve O lim piyatlarda bir altın m adalya kazan m ak için verdiği b ü tü n başarısız u ğ raşların d an sonra, P laton a rtık bir devlet adam ı olma dü­ şüncesine alıştırır kendini. Ama pes et­

m eden önce kendini bir kez de felsefede sınam ayı d ü şü n ü r ve S okrates’i a ra r bulur. Bir yıldırım aşkı gerçekleşir. Dokuz yıl boyunca Platon, aralıksız h er gün, u stasın ın dizinin dibinde oturur, onun b ü tü n düşünce ve fikirlerini emip çeker. S o k rates’in savaşçı öğretim yöntem i P laton’u, zekâ gücünün tam am ını o rta­ ya koym aya zorlar ve aynı zam anda fel­ sefenin o ana değin bilinm eyen olanak­ ların ı farketm esini sağlar. P laton ger­ çek görevini bulduğu halde A tina h ü k ü ­ m eti kendisini bir yanılgıya yönelmek yolunda engellemeseydi neredeyse eski sap lantısı nüksedecek ve politikaya dö­ necekti. Peloponnes Savaşı’nd an sonra ik tid arı eline geçiren otuz tira n d a n iki­ si (K ritias ve Charm ides) onun çok ya­

kın ak rabalarındand ı. O nların dehşet saçan egemenliği herhalde Saddam H ü­ seyin’e ve Joseph Goebbels’e ilham ve­ rirdi, lâk in P laton bu iki tira n ı hiç etk i­ leyici bulm az. O nlardan sonra düm eni dem okratlar devralır. İki yıl sonra, der­ me çatm a bir m ahkem ede, P laton’u n sevgili öğretm enini, dinsizlik ve gençle­ ri yoldan çıkarm ak suçundan ölüme m ahkûm ederler. P laton’u n gözünde de­ m okrasi de tiran lık gibi k irlidir artık. P laton’u n S okrates’le olan sam im iye­ ti onu tehlikeli bir durum a sokar. A ti­ n a ’yı te rk etm ek zorunda kalır; böylece on iki yıl süren gezgin h ay atı başlar. U stasın d an h er şeyi öğrenm iş olduğunu dü şü nerek -ondan öğrendiği a rtık ne ise- dünyayı gezmek ister. O günlerde dünya küçüktü ve P laton

sürgün h ay atın ın ilk döneminde, A ti­ n a ’dan otuz kilom etre uzaktaki, nere­ deyse evinin eşiği k ad ar yakın komşu k en t M egara’da, ark ad aşı Öklid’in ya­ nında çalışm aya başlar. (Bu Öklid şu ü n lü geom etrici Öklid değil. A ksine Sokrates’in eski öğrencilerinden biridir ve safsatacı m antık öğretisiyle ünlüdür. Öklid, S okrates’i o k ad a r çok seviyordu ki u stasın ın ölüm ünde h azır bulunabil­ m ek için düşm an A tina to p rak ların ı k a ­ dın kıyafetleri içinde geçmişti. H erh al­ de bu biçimde, safsatacı m etodlarının m ertliğe yakışm adığını öne sürüp k ın a­ yan S okrates’i de haklı çıkarm ıştır.) P laton üç yıl M egara’da Öklid’in ya­ nında k alır ve d ah a sonra m atem atikçi Theodoros’u n y a n ın d a çalışm ak için Kuzey A frika’daki K irene’ye gider. D a­

h a sonra herhalde M ısır’a yönelmiş ol­ malı. T arihten gelen tu h a f bir gelenek etkisine kapılıp A sya’da bir büyücüyü aram aya kalkm ış ve Ganj N ehri’ne k a ­ d ar gelm iştir, derler am a bu pek akla yakın değildir. F a k a t kesin olarak bildi­ ğimiz, on yıllık bir yolculuktan sonra günün birinde Sicilya’ya varm ış ve ora­ da E tn a k ra te rin i ziyaret etm iş olduğu­ dur. Bu ateşçukuru, an tik dönemde tu ­ ristik bir atraksiyondu. Ü stelik sadece eşsiz bir jeolojik fenomen olduğu için değil. B urasının ölüler dünyasına bakış olanağı sağladığını d ü şü n ü y o rlar ve böylece gelecekteki h a y a t koşulları h a k ­ kında bilgi edineceklerine inanıyorlar­ dı. P laton içinse bu k ra te rin ek bir çeki­ ciliği daha vardı. Beşinci yüzyılda y aşa­ mış, yazar-filozof Empedokles öylesine

o lağanüstü bir zekâya sahipti ki, bir ta n rı olduğunu k an ıtlam ak için fokur­ dayan lavlara atlam ıştı. O zam andan beri in san lar onun dönüşünü bekler du­ ru rlard ı. İzin verilirse bizim kanım ız şu olsun ki, P laton’u n orayı ziyaret ettiği zam anlarda Em pedokles’in tan rısallığ ı­ na ilişkin ilk k u şk u la r a rtık açıkça o rta­ ya çıkm aya başlam ıştı. B urada asıl önemli olan, P laton’un Sicilya’da, Güney İtaly a’nın b ü tü n Yu­ n an kolonilerinde öğretilerini yaym akta olan Pisagorcularla ilişki kurm asıdır. Pisagor, m üziksel ahengin m atem atik ­ sel gösterim in in m ü m k ü n olduğunu keşfetm işti, öyle ki, bu keşif onu evre­ nin tam am ının bir şifre altın d a v ar ol­ duğu sanısına götürm üştür. O nun k u ­ ram ı P laton’u derinden etkilem iş ve

P laton gerçeğin sonuç olarak soyut ol­ duğu postulatına varm ıştır. PisagoPda say ılarla başlayan şey, P laton öğretisin­ de sa f “idea”la ra dönüşm üştü. Sicilya ziyareti esn asın d a Platon, Sirak u z h ük üm darı Dionysios’u n kayınbi­ rad eri Dion’la yakın ark ad aşlık kurar. Dion, yeni ark ad aşı P laton’u Dionysios’la ta n ıştırır. H erh ald e bunu, Plato n ’u n saray filozofu görevine getirilm e­ si um uduyla yapm ış olmalıdır. F ak at geniş kapsam lı gezilerine rağm en P la­ ton, A tinalı bir a risto k ra t olarak kalm ış ve S irakuz’daki ta ş ra saraylılığından öyle pek de etkilenm em iştir. Dionysios tam anlam ıyla hem zalim hem de külhanbeyi h av aların d a olup b ir y andan da edebi b ir hevese sahipti; ü stelik iki h a tu n a yeteceği saplantısı

içindeydi. Bu saplantısı gereğince Doris ve A ristom ache adlı k ad ın larla aynı gün evlenir; gerdek gecesi ikisi de yatağındadır. P lü ta rk ’ta n öğrendiğimize gö­ re; o geceden itibaren bir gece Doris’le, öbür gece de A ristom ache’yle yatar. (Bu­ rad an , A ristom ache’nin aritm etikle a ra ­ sının pek iyi olmadığını çıkarsayabiliz, zira aksi takdirde bu uzlaşım a rıza gös­ term ezdi.) G örünen o ki, Dionysios sa­ dece b u rad a değil, akla gelebilecek b ü ­ tü n alan la rd a aynı oranda b ir doyumsuzluğa sahiptir; bir keresinde tam ı ta ­ m ına doksan gün süren bir ziyafet ver­ mesi v ard ır örneğin. P laton’un sahneye çıktığı sıralard a, Dionysios, a rtık eski hızında değildi. D ünyevi m utluluğu İtaly an m utfağına arzı h ü rm etler ederek günde iki kez tı-

k ab asa yem ek yiyip, geceleri asla yalnız y atm am akla sınırlı olan bir Dionysios ile öte y andan aristo k ra t ta fra la r içinde o rtalık ta dolanan kırk lık P laton a rasın ­ da ciddi bir dostluğun hasıl olması pek tabii ki düşünülem ezdi. H er ne kadar, Platon, Dionysios h ak k ın d a iyi şeyler yazm aya eğilimliydiyse de,

onun bu

ortam ı içine sindirm esi m üm kün olm a­ m ıştır. Dionysios önceden devletin yönetim kadem esindeydi ve b aştan beri şairan e yeteneğiyle ön p lan a çıkmıştı. O rduda yüksek rütbelere yükselm iş ve dünyaya birçok, hepsi de kendine h as trajed iler m iras b ırak m ıştır (bunlar em ri altındakilerin hepsi ta ra fın d a n neşeyle k a rşı­ lanırdı). S irakuz yönetim ini eline geçi­ rince, h u n h a r birtakım seferlerle bu si­

te devletini Y unanistan’ın b atı kolonile­ ri arasın d a en güçlüsü haline getirir. A tinalılar da araların d ak i diplom atik ilişkilere z a ra r gelmem esi için (tabii kendilerini em niyete alm ak için, aslın­ da uygun olm am asına rağm en) “Hektor’u n Bedeli” dram asın a L enaen şen­ likleri sırasın d a bir ödül verilm esini sağladılar. Dionysios iş arayan, ne idüğü belir­ siz, filozof bir züppeye pabuç bırakacak adam değildi. İkisi felsefe üzerine ta r ­ tıştık ların d a, ortalığı kıvılcım lar kasıp k avururdu. B ir keresinde Platon, Dionysios’u bir düşünce h a ta sı üzerine uyarm ak gafletinde bulunm uştu. Dionysios, “sözlerin bunaklık koku­ yor” diyerek karşılık verm işti sinirli bir biçimde.

P laton geri d u ru r mu, o da “senin söz­ lerinde de bir zalim in neşesi v ar” deyi­ verir. B unun üzerine Dionysios, filozofun ona yakıştırdığı benzetm eye uygun dav­ ran m ay a k a ra r verir ve P laton’u zincire vurdurur. Platon, A gina A dası’n a gide­ cek olan bir S p arta gem isine bindirilir ve k a p ta n a da P laton ’u köle olarak s a t­ m ası em redilir. “O nun için endişelen­ m e”, der Dionysios, “O, öyle bir filozof­ tu r ki olup bitenleri farketm eyecektir bile.” Bazı y az arlara göre Platon, gittiği yerde hay ati tehlike içinde b u lm u ştu r kendini. Dionysios’un, P lato n ’u A tina’ya değil de A gina a d a sın a gönderm esi, onun doğum yerinin bu ad a olduğu ta h ­ m inlerini güçlendiriyor; yani A tina’nın

değil de, bu adanın P laton’u n doğum ye­ ri olmasını. P laton’u köle olarak kendi y u rd u n a göndermek, Dionysios’u n zevk aldığı, kendine h as g u ru r k ırm a yönte­ mi olsa gerek. B unun dışında P lato n ’un tanınacağından ve zengin bir ark ad aşı tara fın d a n satın alınıp, azat edileceğin­ den de kesinlikle em indir -böylece Di­ onysios ciddi diplom atik gerginlikleri de önlemiş olacaktı (elbette bu, bir son­ raki ödül dağıtım ını olumsuz yönde et­ kileyebilecektir). Dionysios’un plânı tam düşündüğü gibi işler. Ve P laton h ay atın ın en korku­ lu günlerini yaşar: H er gerçek filozofun k a n ın ın

d a m a rla rın d a n

çekilm esine

neden olan, hayatını sü rd ü rm ek için ça­ lışm ak düşüncesi. Ve P lato n ’u n Agin a’daki köle pazarında zengin arkadaşı,

G irne’li A nnikeris tarafın d an fark edi­ lip, yirm i m adenlik indirim li fiyata sa ­ tın alınm ası pek uzun sürm ez. A nnike­ ris bu kelepir filozofa o k ad a r çok sevi­ n ir ki, ona A tina’da bir okul açm ası için yeterince p ara da verir üstüne. M.Ö. 386 yılında Platon, H ekadem os K orusu’nd a bir arazi sa tın alır. Bu a ra ­ zi yaklaşık olarak A tina’nın bir buçuk kilom etre k ad a r kuzeybatısında, şehrin eski duvarlarının dışındaydı. Arazide, çın arların gölgesinde heykeller ve bir ta p ın ak yer alm aktaydı. Ve b u rad a şırıl şırıl akan derelerin ve ağaçlı yolların o rta sın d a P lato n , A kadem i’sini açıp kendisine inan an ları çevresine toplar. H â ttâ b u n ların arasın d a birçok kadın da v ard ır (bunlardan biri olan Axiothea erkek kıyafetleri giyerdi). B urası ta rih ­

te, k u ru lan ilk üniversiteydi. P laton’un A kadem i’sini kurduğu (ve okulun da aynı adı taşıdığı) H ekadem os Korusu, adını Yunan mitolojisinin ta n ­ rılaştırılm ış m üphem bir k ah ram an ın ­ dan alm ıştır. G öründüğü kadarıyla yap­ tığı en önemli iş on iki zeytin ağacını dikm ek ve k u tsa l A thena zeytin ağacını Akropolis’te dallandırm a usûlüyle ye­ tiştirm ek ten ibarettir. P laton’un, A ka­ dem i’sini b u rad a ku rm a k ararı, b ü tü n uygar dünyaya H ekadem os’u h a tırla t­ m ıştır. Böylece adı çeşitli k u ru lu şlard a yaşar: M eyhanelerden (“b ira akadem i­ leri”), bira üretim i için eğitim sunan okullara, m aden işletm elerinden, b ir İs­ koç futbol takım ına, birbirlerine benze­ yen, k aran lık güçlere sahip y arıtan rıların yıllık ödül törenlerine k ad a r adı bir­

çok yerde geçer. B ugün

H ekadem os

O rm anı, A ti­

n a ’nın kuzeydoğusunda dış m ahalleler­ le ta rla la rın içice girdiği, bir şerit u zu n ­ luğunda bile olsun sürülm em iş k ıraç bir ta rla d a n ibaret. A ğaçların altında, bir otobüs hurdalığının yanında, yığınlar halinde çöp ve birkaç kirli bankın a ra ­ sında birkaç an tik ta ş dağınık halde du­ ruyor. P laton’un A kadem i’sinin bulunduğu yer ve yaşadığı ev, büyük bir olasılıkla, sonsuza k ad a r kaybolup gitm iştir. Filo­ zofun biri gelir biri gider, am a H ekade­ mos bizi h er zam an m isafir edecektir. H ekadem os’un evi şaşırtıcı şekilde yerli yerinde kalm ış. A rkeologların özenle k u rd u k ları m adeni levhadan dam ın al­ tında, P laton’un zam anından neredeyse

iki bin yıl daha eski olan, serbest k u ru l­ m uş kerpiç tem el ve d u v arlard an a rta k alan ları görmek m üm kün. H ekadem os ölüm süzlüğün sırrın ı biliyor olmalıydı. Bugün bu işlenm em iş ta rla la r bir çit­ le çevrilmiş duruyor. O rada hük ü m sü­ ren h ay at şa rtla rı H ekadem os’u n ta rih öncesi varlığını hatırlatıyor. Derm e çat­ m a kulübelerin ve su birikintilerinin a ra sın d a , sıcak gün eşin k av u rd u ğ u , çevreleri, uçuşan sivrisineklerle sa rıl­ mış, kafaları kazınm ış, çıplak m ülteci çocukları oynuyor. B aşörtülü anneleri ise çöplerin, sü p rü n tü lerin arasın d a çömelmiş, koyu tenli bebeklerini em ziri­ yor. P laton “A dalet nedir?” diye so rar en tan ınm ış eseri Devlet’te. Bu diyalogda, Sokrates ve birkaç ark ad aşı, resm i vazi­

fesi olm ayan zengin bir ark ad aşların ın evinde akşam yemeği için buluşurlar. K onuşm a sırası S okrates’e geldiğinde, topluluk, adalet olgusunun kendi başı­ n a ele alın arak değil de daha büyük toplum sal bir bağlam içinde ta n ım la n a­ bileceği sonucuna varm ıştı bile. B un­ dan dolayı Sokrates de düşüncelerini adil bir topluluğa açm aya k a ra r verir. H erkes, S okrates’in başrolü oynadığı erken dönem diyaloglarının gerçekten Sokrates görüşünü yansıttığı düşünce­ sinde. O rta ve dah a geç diyaloglarında durum değişiyor. B unlarda, genel k an ı­ ya göre P laton kendi fikirlerini a k ta r­ mıştır. Devlet o rta dönem diyalogların arasın d a en iyilerden biridir. P laton’un adil bir topluluk için gerek­ li gördüğü u n s u rla rı çerçevelersek,

onun birçok farklı alan d an oluşm uş dü­ şünceler ortay a koyduğunu görürüz. B u n lard an b azıları özetle şu n lard ır: K onuşm a özgürlüğü, feminizm, doğum kontrolü, resm i ve özel ahlâk, ebeveynlik, psikoloji, eğitim , resm i ve özel m ül­ kiyet. Velhasıl neşeli b ir akşam yemeği ortam ında asla değinilmeyecek h er tü r ­ lü konu. B ununla birlikte “Devlet” bir güldürü u n su ru olarak tasarlan m am ıştır ve içinde b u n larla propagandası ya­ pılan toplum şekli, aslında eğlenceli ol­ m ak tan b aşk a h er şeydir. P lato n ’u n fi­ kirleri, m odern bir insanın görüşlerin­ den tem elden ayrılıyor; bu in san

bir

yobaz ya da zırdeli değilse. P laton’u n ideal devletinde ne m ülki­ yet vardır, ne de evlilik (bir istisn a, sa­ dece alt kadem eler için geçerli). Çocuk­

la r doğum dan hem en sonra an n elerin ­ den alınacak ve devlet tara fın d a n büyü­ tülecekler. Böylece, devleti, anne ve b a­ baları, y aşıtların ı da kardeşleri olarak görecekler. Yirmi yaşm a gelene k ad ar bu m etazori piçler jim n astik ve ru h la rı­ n a h itap eden m üzikle yetiştirilecekler. (Ancak İyon ve Lidya ezgilerine izin yok. Sadece genç in sa n lara devlet baba sevgisi aşılayacak m a rşlara yer var.) B unu okuyunca, ister istem ez ken d i­ mize, acaba P laton’u n çocukluğu nasıl geçm iştir? diye soruyoruz. Diogenes Laertios’ta n öğrendiğimize göre, P lato n ’u n babası “k usursuz bir güzelliğe sahip olan annesine k arşı farkında olm aksı­ zın zorbalıkta bulunm ak istem iş”. P la­ ton kesinkes evlilik sırasın d a doğan bir çocuk olduğu halde, annesi bir sü re son­

ra başka bir adam la evlenir ve Platon da büyük bir olasılıkla çeşitli yerlerde büyür. H erhalde, bun d an dolayı Platon aile y aşan tısın a pek önem vermiyordu. Neyse, P laton tarzı ütopyaya geri dö­ nelim: Yirmi y aşm a gelip de h âlâ aletsiz jim n astik ile fanfar m ızıkası üzerine sü­ regelen çalışm a program ına gereken önemi verm eyen sam an çöpünün buğ­ daydan ayıklanm asının zam anı gelm iş­ tir. Bu çöp, düşük seviyeli m esleklere yönelmek zorunda kalacak ve çiftçi ya da tüccar olarak toplum u besleyecektir. D aha iyi öğrenciler ise aritm etik, ge­ om etri ve astronom i öğrenecektir. Bir sonraki aşam ada başarısız olanlar ise, m atem atik m arifetiyle çılgınlığın eşiği­ ne k ad a r gelmiş olarak orduya k a tıla ­ caklardır. Geriye kalan: K aym ağın kay­

mağı. Beş yıl boyunca, otuz beş yaşına gelinceye kadar, felsefe öğrenimi gör­ m ek gibi bir yüce şerefe nail olacaklar­ dır. O ndan sonra, on beş yıl boyunca devlet yönetim i uygulam ası üzerine k a ­ fa p atlatacak ve dünya k ad a r bilginin dibine ulaşm aya uğraşacaklardır. Elli yaşm a geldiklerinde a rtık devlet yöneti­ m inde görev alm aya hazırdırlar. Malı m ülkü olm ayan filozof-hükümd arla r b irarad a k ışlalard a k alırlar ve canları kim i isterse onunla y atab ilirler­ di. E rkekler de, k ad ın lar da aynı h ak la­ r a sahiptirler. (B aşka b ir diyalogda Platon’u n kalem inden şu açıklam a kaçıverir: E ğer ruh, erkeğin bedeninde iyi bir h a y a t sürm üyorsa, k ad ın ın bedenine geçer.) Bu seçkinler topluluğu bir arad a yaşadığından ve özel çıkarları b u lu n ­

m adığından rüşvet onların yan ın a yaklaşam az. O nların tek hırsı devlettedir, ad aletin tecelli etm esini sağlam aktan ibarettir. Devlet başk an ı filozof

kral

onların arasın d an seçilir. Sözkonusu bu ta slak küçük, ideal bir site devleti (denizden on beş kilom etre uzaklıkta) için ortaya atılm ıştı. Ama en elverişli koşullarda dahi bir felaketin başlangıcı gözlem lenm ektedir. T asarla­ nabilecek en iyi durum da bile oradaki h ay a t insanı budalalığa sürükleyen bir yeknesaklıkta olacaktır. Ç ünkü b ü tü n şairlerin ve dram a y azarların ın yanısıra yanlış müziği icra eden h alk ın a ra ­ sından herkes toplum un dışına itilecek­ tir. E n kötü durum da sonuç to ta liter bir k arab a san olacaktır. Öyle bir k arab a­ san ki, sevilmeyen bir rejim in erki elin­

de b u lundurm asına dahi gerek k alm a­ dan, o m alum sevim siz yöntem lerin ortalığa egemen olması gibi. A rtık günüm üzde bu ciddi, çocuksu fantaziyi parçalam ak çok kolay. Platon’un ifade biçimi bile bazı tu ta rsızlık ­ la r içeriyor. Ş airler yasaklı, ancak P la­ ton sayısız, h a rik a güzellikte, şairan e im ajlardan yararlanıyor. Ayrıca T anrı­ la ra hürm etin yanı sıra, din ve mitoloji de yasak. F a k a t b u n a rağm en P lato n ’u n y ap ıtları çok sayıda m it içerm ekte ve fi­ lozof krallar, rah ip lerin kapalı toplulu­ ğunu kuvvetle anım satm ak ta. Platon, uzlaşm a bilmez ve katıksız im an edil­ mesi gereken ideal-Tanrı’sım da yine kendi icad etm iştir (varlığı k a n ıtla n a ­ maz olduğu halde). P laton’un ideal devlet vizyonu, ta m a ­

m en çağm a ait çocuksu bir düşünce gibi gözüküyor. A tina, Peloponez Savaşı’nda S p arta’ya dah a yeni m ağlup olm uştu. Ne dem okrasi, ne de tira n yönetim i işleyebilm işti ve düzeni sağlayacak b ir h ü ­ küm ete çok acele ihtiyaç vardı. (Bazı yorum cular, P laton’un ad aletten bahse­ derken, düzeni k astettiğ i kanısındalar.) S p arta tarzı, sıkı gözetim altındaki top­ lum, bu sorunun yanıtı gibi gözüküyor­ du. S parta, A tina’nın aksine oldukça darkafalı, ekonomik açıdan geri b ir site devletiydi. H ay a tta kalabilm ek için k a ­ nının son dam lasına k ad a r dövüşen, h er em ri yerine getirm eye hazır, yakıp yıkm a hırsıyla yanıp tu tu ş a n bir züm ­ reye ihtiyacı vardı. G iderek d ah a da sık ay aklanan alt ta b a k a la r bu züm re ta ra ­ fından terörle bastırılıyor ve sürekli da­

h a da güçlenen, k ü ltü rel açıdan ü stü n kom şu şehir devletlerine gözdağı verili­ yordu. Platon, S p a rta ’nm savaşçı züm ­ resinin işlevinden ya habersizdi ya da görm em ezlikten geliyordu. Sokrates sa f etiği öne sürerek, iyile­ rin m utlu olduğunu savunurken, P laton d ah a ziyade, adil olm ayanların m utsuz olduğuna inanıyordu. Ona göre ancak adil bir toplum oluşturulduğu zam an herkes kendini iyi hissedecektir. Peki, ö n erileri nelerdi? H ekadem os Korusu ’nda herk esten ayrı yaşayan asil ru h ­ lu b ir aydın ne önerebilirse o. Bu öneri­ ler hiçbir zam an h a y a ta geçirilebilecek tü rd en değildi. Şaşırtıcı am a bu yine de uygulandı. U fak bir değişiklikle, yani oldukça ad a­ letsiz bir biçimde. Bin yıldan uzun bir

süre O rta Çağ toplum u, a lt sınıflarıyla, askerî züm resiyle ve güçlü ru h b an sını­ fıyla P laton’un Devleti’ne büyük ben­ zerlikler gösterm iştir. Ve yakın geçmiş­ te de kom ünizm ve faşizm, P laton ütop­ yasının an a çizgilerini üstlenm işlerdir. U zun yıllar boyunca P laton Akademi’de ders verir ve A kadem i’yi de kalıcı biçimde, A tina’nın en iyi okulu du ru m u ­ na getirir. Bir süre sonra, I.O. 367’de a r­ k adaşı Dion’dan, T iran Dionysios’u n öl­ düğünü ve oğlu Dionysios’u n (Genç Di­ onysios) onun yerine ta h ta geçtiğini öğ­ renir. Genç Dionysios uzun yıllar boyunca babası tarafın d an hap iste tu tu lm u ştu . Dionysios, erkenden ta h tın d a n olma­ m ak için yapm ıştı bunu. K raliyet sa ra ­ yında tu tu k lu olan Genç Dionysios ta h ­

ta biçerek, m asa ve iskem le yapm akla geçirm işti günlerini. Dion, Filozof-Krallar tarzıy la ideal bir hük ü m d ar y a ra tm a k için, bunun m ükem m el bir fırsat olduğu görüşünde­ dir. Genç Dionysios’u n aklı başka tü r düşüncelerle karışm am ıştı henüz (ya da an latılan lara, yazılan lara inanılacak olursa hiçbir düşüncesi yoktu). Platon, a rtık teorideki devleti pratiğe geçirebi­ lecekti. Bazı nedenlerden dolayı P laton bu düşünceyi pek çekici bulm az. (H erhalde ideal devletinde altm ış yaşındaki b iri­ nin pozisyonuydu onu rah atsız eden. Ü stelik de seçkinler ara sın a k atılm a­ d an önce uzun bir jim n astik , askerlik ve m ızıka eğitim ine tah am m ü l edebilecek miydi?) Ama sonunda kendine saygıyı

kaybetm e korkusu ü stü n gelir. Böyle yapm azsa, kendi bile, hiç eyleme giriş­ meyen, sadece konuşan bir y aratığ a dönüşm üş olm ayacak mıydı? Sonunda ark ad aşın ın ricasını yerine getirm eye k a ra r verir ve onunla birlikte uzun Si­ cilya yolculuğuna çıkar. P laton Sicilya’ya vardığında, nere­ deyse en trik a larla yenip bitirilm iş bir saray la karşılaşır. Bazı nüfuzlu saray lı­ la r A tina’lı u sta d ü şü n ü rü n b u ray a ilk gelişini an ım sarlar ve bazıları da Dion’a hiç yabancı değildir. Birkaç ay bile sü r­ m eden, felsefe düşm anları, P laton ve Dion’u n ihanetle suçlanm asını sağ lar­ lar. (Bu bir ütopyayı gerçekleştirm eye çalışanların çoğu zam an girdikleri bir tuzaktır.) M arangoz-K ral önce ne yap­ m ası gerektiğini tam olarak bilemez.

Sonra, dayısı Dion’u, sahip olduğu k u d ­ re tte n ö tü rü sürgüne gönderir, ne var ki P la to n ü n çekilm esine de izin vermez. N eden olarak da, P la to n ü n , kendisi h ak k ın d a A tina’da kötü konuşm asını is­ tem ediğini gösterir. Bu gerekçeye “İnanıyorum ki, akade­ m im izde yeterince konum uz v ar ve asla bu n u n üzerinde durm am ıza gerek yok,” karşılığını verir Platon. Şansı yaver gider ve birkaç ark ad aşı kaçışına yardım etm eyi b aşan r. A ti­ n a ’ya geri döner. Dion da dahil olmak üzere b ü tü n y andaşları ona h u zu r ve­ ren bir k arşılam a hazırlam ışlardır. Genç Dionysios, P la to n ü n kaçışıyla büyük y a ra alır. M eğer bu filozofla yap­ tığı sohbetlerden çok zevk alırm ış, onun fikirlerini uygulam aya hiç niyeti olm a­

sa da. B ir zam anlar K artacalıların İta l­ ya’da yaptık ları fetihleri du rd u rab ile­ cek tek devlet olduğu için, Sirakuz o sı­ rad a bu tü rd en deneylere kalkışacak durum da değildi. Eğer P laton’u n devle­ tini S irakuz’da gerçekleştirm eyi dene­ miş olsalardı, b ü tü n dünya ta rih i bam ­ b aşka b ir görünüm de olurdu. F a k a t P laton’un um duğu gibi de olmazdı. Sirak u z’un çöküşüyle, K artaca k aşla göz arasın d a İtaly a’yı ele geçirecek ve he­ nüz başlangıcında bulu n an Roma Cumh u riy e ti’ni de p a ra m p a rç a edecekti. Böylece A vrupa bir sonraki yüzyıllarda, A frika İm p aratorluğ u ’n u n parçası ola­ caktı. Genç Dionysios, P laton’u ad eta bir baba olarak görm üş olmalı. P lato n ’un, dayısı Dion’a gösterdiği ilgiyi de k u şk u ­

suz kıskanıyordu. Dionysios, P laton’u, A tina’yı te rk edip, S irakuz’a geri dön­ mesi için sıkıştırm ıştı. Bu durum tu tk u ­ ya dönüşm üş gibiydi onda. Sanki ru h u P lato n ’u n istila sın d ay m ış gibiydi ve kendini dinleyen herkese, (insan k ral olunca, dinleyenlerin sayısı pek de hafi­ fe alınacak gibi olmaz herhalde) Platon’la birlikte olmayınca, varlığının pek çekilir bir şey olm adığını anlatıyordu. S onunda dayanam az, en hızlı tirem e’sini* A tina’ya gönderir ve eğer P laton ona geri dönmeyecek olursa, Dion’u n Sirakuz’daki az sayılam aycak b ü tü n m alına m ülküne el koyacağını bildirm ek su re­ tiyle te h d it savurur. Böylece yetm iş bir yaşındaki filozof, iste r istem ez S iraku z’a doğru yeniden * Üç kürekçi ile giden hızlı deniz aracı (ç.n.)

yola çıkar. Dion (büyük bir olasılıkla) onu bu nedenle kandırm ış olmalı. A rtık Dion’un, ütopyanın gerçekleştirilm esi ve “T iran’a, ru h u n bedene k arşı ü stü n ­ lüğünü gösterm e düşüncesi” üzerinde durm adığı açıkça ortadaydı. P laton çarçabuk kendini yine esaret­ te bulur. M idesini günde iki kez İtalyan yem ekleriyle tık a basa doldurm ayı red­ deder ve h er akşam , isteği dışında y a ta ­ ğına gönderilen dişi suj eleri kızgınlık içinde h u zu ru n d an defeder. Ş ansı bir kez d ah a yaver gider ve bir gece y an sı, onu alm ak için tirem esiyle çıkıp gelen, onunla aynı d uygulan p aylaşan T arentli b ir Pisagorcu tara fın d a n alınıp götü­ rülür. Kalyon köleleri kırbaç şak lam a­ ları altın d a geberesiye çalışır ve yaşlı fi­ lozof denizi geçerek A tin a’ya ulaşır.

Birkaç sene sonra Dion, belki de en başından beri düşlediği am acına ulaşır: S irakuz’u fetheder, Genç Dionysios’u ko­ vup b ü tü n erki ele geçirir. Peki şimdi, eline fırsatı geçirdiğine göre Platoncu devleti gerçekleştirdi mi? G örünüşe göre hayır. Ama şairane adalet bir zafer elde eder ki, başarısız P latonculara ait bir zaferdir bu. Kısa bir süre sonra Dion bir komploya kurban gider, işin tu h a f tarafı P laton’un eski bir öğrencisi tarafından. Bu da a rtık filozofun politika tu ru ­ n u n sonu olur - böylece gelecekteki Ro­ m a İm paratorluğu güvence altın a alın­ m ış olur. Ne var ki, P lato n ’u n denenm e­ m iş teorileri, ileride Roma İm p arato rlu ­ ğum un k alın tıların d an oluşan O rtaçağ dünyasına bir model o luşturm aya y a ra ­ yacaktır. Ve d ah a sonra da H itler ve

S talin onun öncülüğünü talep edecek­ lerdir. Peki P laton’un b ü tü n b u n larla hiç bir ilgisi yok muydu? O nun görüşü­ ne göre doğru bilgi ya da kavrayış duyu­ larla değil, sadece zekâyla elde edilebi­ lir. E ğer zihin gerçeğe ulaşm ak istiyor­ sa, görgü dünyasından elini eteğini çek­ melidir. E ğer P laton gerçekten buna inanıyordu ise, ütopyasında neden ge­ nellikle yasa koym a üzerinde yoğunlaş­ tığını an lam ak çok güç. Böyle bir felse­ fe ile p ratik politika uyuşm adığı halde; filozoflar yönetim de olmadığı ya da ege­ m enler felsefe üzerine kafa yorm am a­ sına rağm en P laton h ay atın ın sonuna k ad a r bu konudaki inancından b ir zerre kaybetm em iştir. (Oysa gerçek h a y a tta işler tam aksine yürür: Felsefi düşünce­ lerden esinlenm iş ik tid ar sahipleri, fel­

sefi ebucehilerden evladır.) Platon felsefesi, apolitik yanıyla da yüzyıllar boyunca baskın bir etkiye sa­ hip olm uştur. Temel ilkeleri yüzünden, H rıstiyanlıkla kusursuz bir uyum sağ­ lam ıştır. Öyle ki sap tam a işinde biraz d ah a aşırı gidip, Platonculuğun, yalın b ir inançla başlam ış olan bu genç dine felsefî bir tem el sağladığı dahi kaydedi­ lebilir. Bu da tin ta rih i açısından insanı öyle bir yere getirm iştir ki, Hıristiyanlı­ ğa inanm am ak yeterli olmamış, bir de onu çürütm ek gerekm iştir. P lato n id e a la r ö ğ retisin e m e şh u r “m ağara eğretilem esi” ile başlar. B u ra­ da insanlar, sırtla rın d a ateşler yanan, m ağarada zincire vurulm uş y a ra tık la ra benzetilir. İnsanlar, titrey erek yan an ateşin d u v ara yansıyan gölgesini gör­

m ektedirler sadece. Onlar, gerçek gibi görüneni, göz ardı etm eyi öğrenince ve de kendilerini m ağaran ın dışındaki gün ışığına yönelttiklerinde asıl gerçeğin ayırdına varacaklardır. P laton çevrem izde sürekli değişen (tekil) görünüşlerden oluşm uş bir dün­ yanın bulunduğunu ortaya koyar. G ün­ lük deneyim lerin çeşitliliği, biçimini, sadece soyut biçim lerin veya ideaların zam ana bağlı olm ayan, değişmez dün­ yasından alır. B ir köpek sadece bir kö­ pektir, çünkü genel niteliği içinde b ü tü n köpeklerin hep birlikte biçim verdikleri bir köpek “idea”sında k atk ısı vardır. Ay­ nı biçimde güzel bir nesne güzel olanın “idea”sı içinde yerini alır. P laton’a göre, sürekli değişen yapay görünüşlerden oluşm uş dünyayı gözardı ederek ve

“idealar”ın zam an a bağlı olm ayan gü­ zelliği üzerinde yoğunlaşırsak, “id ealar” hiyerarşisiyle, güzel, doğru ve iyi “ideala r”ınm en yüce ve m istik anlayışına ulaşabiliriz. Bu ku ram dünyanın tıpkı dil gibi iş­ lediği görüşünde; yalnız bu dilde soyut k av ram lar ve ta sa rım la r d aha yüksek bir düzeye yerleşm iştir. Bu k u ram h er ne k ad ar yanlışsa da b uradaki yanılgı­ dan kurtulm ayı bugüne değin başarm ış değiliz. Eğer gerçeklik dünyası y aşan tı ve dil yoluyla algılayıp betim lediğim iz­ den farklıysa o tak d ird e bu farkı günün birinde nasıl anlayabileceğiz ki? P laton seksen bir yaşında öldüğünde Akadem i’de gömülür. Felsefesinin uy­ gulanam az tü rd en olm asına rağm en, ortaya koyduğu varsayım ların çoğu, bu­

gün bile dünya hakkındaki görüşlerim i­ zi etkilem ektedir. “P latonik” nitelem esi, giderek olanaksız bir h al alan aşk biçi­ m ini (pek içsel yanıyla değil sa lt fikirsel yönüyle örtüşen) vurgular. P lato n ’un A kadem isi İ.S. 529 yılına değin A ti­ n a’da varlığını sürdürür. Bu tarih te, H ristiy a n lık k a rşısın d a zm dık-H elen k ü ltü rü n ü baskı altın a alm aya k ararlı olan Roma im p arato ru J u stin ia n ta r a ­ fından kapatılır. Bu ta rih , birçok ta rih ­ çi tara fın d a n Yunan-Roma k ü ltü rü n ü n sonu ve K aranlık O rtaçağ’ın başlangıcı olarak kabul edilir.

Küçük P laton alın tıları h âzin esi

Çünkü filozofu başkalarından ayıran nitelik de, işte bu maneviyattır, bu hayrettir. Theaitetos, 155 d

S o k ra te s : Şimdi de in san denen y a­ ratığ ı eğitim le aydınlanm ış ve aydın­ lanm am ış olarak düşün. B unu şöyle bir benzetm eyle anlatayım : Y eraltında mağaram sı bir yer, içinde insanlar. Önde boydan boya ışığa açılan bir giriş... İn ­ sa n lar çocukluklarından beri ay ak ların ­ dan, boyunlarından zincire vurulm uş, bu m ağarada yaşıyorlar. Ne kım ıldana­ biliyorlar, ne de b u ru n ların ın ucundan b aşk a bir yer görebiliyorlar. Öyle sıkı bağlanm ışlar ki kafalarını bile oynata­ mıyorlar. Y üksek bir yerde yakılm ış bir ateş p arıld ıy o r a rk a la rın d a . T u tu k lu la rla ateş arasın d a dim dik bir yol var. Bu yol boyunca alçak bir duvar, h an i şu k u k la o y n atanların seyircilerle kendi a rasın a ko y dukları ve ü stü n d e m a rifetlerin i

gösterdikleri bölme v ar ya, onun gibi bir duvar.

Glaukon:

K esinlikle

gözlerim in

önünde canlanıyor.

Sokrates: Bu alçak d u v ar ark asın d a in san lar düşün. E llerinde tü rlü tü rlü araçlar, ta ştan , ta h ta d a n yapılm ış, in­ sana, hayvana ve d ah a b aşk a şeylere benzer k u k lalar taşıyorlar. Bu taşıd ık ­ ları şeyler, bölm enin ü stü n d e görülüyor. Gelip geçen in san ların kim i konuşuyor, kim i susuyor.

Glaukon: T uhaf b ir sahne doğrusu ve tu h a f tutuklular.

Sokrates: Ama (tıpkı) bizler gibi. Bu d u ru m d ak i in s a n la r k e n d ile rin i ve yanındakileri nasıl görürler? Ancak a r­ k alarındaki ateşin aydınlığıyla m ağ ara­ da k arşıların a v u ran gölgeleri görebilir­

ler, değil mi?

Glaukon: Ö m ürleri boyunca b aşları­ nı çevirm eleri m üm kün olm adığına gö­ re...

Sokrates: Ü stelik, bölm enin ü stü n ­ den geçen nesneleri aynı şekilde gör­ m ezler mi?

Glaukon: Evet, onların da sadece gölgelerini görürler.

Sokrates: Bu in sa n la r a ra la rın d a konuşacak olsalar, gölgelere verdikleri isim lerle gerçek nesnelerin a n la ttık la rı­ nı sanırlar, öyle değil mi?

Glaukon: Kesinlikle. Sokrates: B ir de bu zindanın içinde b ir yankı düşün. G eçenlerden biri o an konuşsa, bu sesi gelen gölgenin sesi san m azlar mı?

Glaukon: Zeus adına.

Sokrates: E lbette bu ad am ların gö­ zünde gerçek, yapm a nesnelerin gölge­ lerinden başka bir şey olamaz.

Glaukon: Öyle. Devlet, VII, 514, 515

S o k r a t e s : Bu söyledikleri­

miz doğruysa, b u n lard an şu sonucu çıkarabiliriz: Eğitim birçok insanın sandığı şey değildir. O nlara göre eğitim, bilgiden yoksun bir ru h a bil­ gi ekm ektir, kör gözlere gör­ me gücü verm ek gibi... G la u k o n : Evet, öyle der­ ler. S o k r a t e s : Oysa bizim ko­ nuşm alarım ız şunu da gös­ teriyor: H er ru h ta bir öğren­ me gücü ve bu işe y aray an bir de organ vardır. Gözün k a ran lık tan aydınlığa çevril­

mesi için nasıl bedenin b ir­ den dönmesi gerekirse, bu organın da b ü tü n ru h la b ir­ likte geçici şeylere sırtını dö­ nüp varlığa, varlığın en ışık­ lı yönüne bakabilm esi gere­ kir, yani iyiye, öyle değil mi? Devlet, VII, 518

Tanrı suçsuzdur. Devlet, X, 617

B azılarının senin için dediklerini dikkate al. Sana gerekli olan kibirsiz davranm ayı bırakıyor m usun? Öyleyse şunu unutm a, in san ların bizi sevmesi koşulu bizim için başarılı bir etkendir, üstelik keyif ve yalnızlık da birbirinden pek u zak ta durm azlar. M ektuplar IV, 321 c

Ama devletin, h er üç sınıfın kendi işlerini görmeleriyle adil olduğunu elbette unutm adık... Öyleyse, içimizdeki ta ra fla rd a n h er biri kendi işini gördüğü vakit biz de kendi görevini yapan adil kişiler oluruz. Devlet, TV, 441 d

S o k r a t e s : Akıl m adem öl­

çülüdür, içimizde olup biten h er şeyi kollayıp, yönetm ek ona düşer; öfkenin görevi de onu dinlem ek ve ondan yana olm aktır, öyle değil mi?... Bu şekilde y etişen , g erçek ten eğitilen, görevlerini bilen ve gören bu iki taraf, içimizde en çok yer tu ta n , doymak bilm eyen isteklere k um anda ederler. Bu istekler bedensel zevke d alarak dal budak sal­ m asın, güçlenm esin; kendi

görevini yerine getirm ek ye­ rine b a şk a ların a k u m anda etm eye k a lk ışm a sın diye gözkulak olurlar; bu istekle­ re başa geçme yetkisi verile­ mez. Verilirse b ü tü n h ay atın düzenini bozarlar. Devlet, IV, 441 e, 442 a

S o k r a te s: Öyleyse, rüyayı

rüya diye algıla; bazı insanla­ rın bizi ve bütün başka şeyleri oluşturan ilk öğelerin kanıtla­ rı olamayacağını, söylediğini ben de duyduğumu sanıyo­ rum. Kendinden ve kendili­ ğinden var olan her şeye sade­ ce isim verilebilir, hakkında başka hiçbir şey söylenemez; ne var olduğu iddia edilebilir, ne de hiçliği. Halbuki bu ilk öğelerden herhangi birini, bir kanıtın yardımı ile ifade et­

mek olanaksızdır; çünkü bun­ lar ancak kendi adlarıyla çağ­ rılabilirler. Çünkü adları onla­ rın tek mülkiyetleri. Bunlar­ dan birleşmiş olanların, aynı şekilde isimleri de birleşerek bir söz (açıklama) oluşturur. Çünkü sözlerinin (açıklamala­ rının) (bütün) özü isimlerdir. Theaitetos, 201 e, 202b

Sokrates: Demek ki b unda uzlaşıyo­ ruz! Birisi bir şey görür ve kendisinde bu şeyin başka olan bir şeye benzediği düşüncesi uyanır. A rkasında d u ran ve tam am ıyla benzer olm ayan, aslında de­ ğeri düşük olan bu şeyin sadece kendi iddiasıyla benzer olduğunu ve ona asla ulaşam ayacağını, çok erken y aştan iti­ baren öğrenm esi gerekir kişinin.

Simmias: Gerekir. Sokrates: Demek ki aynı şeyleri o zam andan çok önce tan ım ış olmalıyız. O an gerekli olduğu için gözlerimizle ilk kez görürüz ve b u n ların hepsi sonra ölür. Aynı şekilde sadece a rk ad a o tu ran ve benzer gibi görünen şeylerin de sade­ ce düşüncesine kapılıyoruz.

Simmias: Kesinlikle. Sokrates: Öyleyse b u n d a da hem fi­

kiriz. Bu düşüncelere başka hiçbir yer­ den kapılm ıyoruz. B unları görerek veya ta d a ra k veya başka duyularım ızla h is­ sederek içimizde geliştiriyoruz, bu ba­ kım dan hepsi aynı değerde.

Simmias: E lbette, S okrates’im. A ra­ yışım ızın sonucunda gördük ki hepsi de aynı değerde.

Sokrates: D uyularla h isse ttik le ri­ miz yüzünden şu düşünceyi kazanm alı­ yız; duyularla hissettiğim iz h er şey as­ lında o ulaşam adığım ız, içimizde ölmüş olan benzerin o an d a tanınm asıdır. B aş­ k a nasıl olabilir?

Simmias: Evet, aynen öyle... Sokrates: Görmüyor ve duym uyor muyuz, şu an d a ve geri k alan duyularla hissetm eyi de doğumla birlikte k azan ­ m adık mı?

Simmias: Elbette. Sokrates: Zaten v ar olan sap tam ala­ rım ızın gereğini, benzerini henüz ta n ı­ m adan kazanm am ış mıydık?

Simmias: Evet. Sokrates: Demek ki, göründüğü k a ­ darıyla, dah a doğum dan önce onu y ak a­ lam ış olmalıyız.

Simmias: Evet, öyle görünüyor. Sokrates: Öyleyse bu n a göre m üm ­ k ün olan iki durum var: Ya ruhum uzda doğum dan önce ortaya çıkmış ve kabul etm ek zorunda kalm ışız ya da doğum­ dan önce böyle bir şeyi tanım ıyoruz, a k ­ sine doğrudan doğruya doğumla aynı anda kazanılm ış. Ama sadece benzeri değil, büyüğü de, küçüğü de, içerdiği h er şeyi tanım ıyor muyuz? Ç ünkü şim ­ diki araştırm am ız sadece benzerlik üze­

rine değil, aynı şekilde içeriğindeki gü­ zelin ve iyinin, adilin ve din d arın da üzerine. Kısaca, öyle ya da böyle soru ve cevapların götürdüğü m uhakem e “k en ­ disi” dam gasını vurdurur. Dem ek ki, hepsi hakkındaki ilk bilgilere doğum­ dan önce sahipm işiz. Phaidon, 73 c, 74 e (Sonu)

Bir söylentiye göre, Sokrates rüyasında, kendisini kucağında bir kuğu yavrusuyla görür. Yavru kuğu tüylenir, uçacak güce kavuşur ve sevinçten çınlayan sesiyle çok yükseklere havalanır; ve günlerden sonra Platon görünür; o zam an der ki işte kuş bu. Diogenes Laertios, Tanınmış Filozofların H ayatları ve Fikirleri, 3,5

Bütün insanlar aynı, ey Sokra­ tes, diye konuştu, hepsi verimli. Beden ruhtan önce gelir ve belirli bir yaşa geldiklerinde tabiatımız yaratıcılığı amaçlar. Ama yaratıcı­ lık çirkinle değil, sadece güzelle olabilir. Erkek ve kadının birlikte­ liği de yaratıcılıktır. Bu aslında tanrısal bir olay; yaratm ak ölümlü hayatlarda ölümsüzlüğü yakala­ m aktır : Ama uygunsuz olanda bu­ nun olması imkânsızdır; ve uygun­ suz olan bütün tanrısalların çirki­ nidir ama güzel olan uygundur. Öyleyse temel bilgiler veren ve do­ ğum sağlayan bir tanrıça yaratıcı­

lık için güzelliktir. Bundan dolayı yaratıcılığa

heveslenen,

güzel

olanla karşılaşınca sakinleşir ve zevk kine akar ve yaratır ve ve­ rimli olur; ama çirkin olan yaratacılık heveslisini karanlık ve hüzün kaplar; istem geri teper, yaratıcılı­ ğı azalır ve kendi ağır yükünü ta ­ şımaya devam eder. Bu yüzden ya­ ratıcılık ve arzuyla dolmuş kişiye güzel daha çok gayret verir, çünkü güzel olan onu daha büyük doğum sancılarıyla ortaya çıkartır. Senin de dediğin gibi, ey Sokrates, sevgi güzelle ilgili değildir -Öyleyse ney­ le?- Güzelin içindeki yaratıcılık ve

I

70

ürünle ilgilidir. Çünkü yaratıcılık sonsuza kadar kalır, ölümsüzdür (ve ölümlü insanlara da ölümsüz­ lük kazandırır). Eğer sevgiye sa­ hipsek o zaman iyiye de sahibiz demektir, ancak o zaman ölümsüz­ lüğe kavuşmamız mümkün olur. O halde bu konuşma sevginin de ölümsüzlük için gerekli olduğunu anlatıyor. Şölen, 2 5

Eğer, dedi, y aradılıştan gelen sevgi h er zam an hem fikir olduğumuz o şey üzerineyse, sadece şaşırm a, orada oldu­ ğu gibi, şu an d a b u rad a bulu n an ölüm­ lü ta b ia t da, h er zam an v ar olm anın ve ölüm süzlüğün gereklerini arıyor. Ama o b u n u sadece y aratm ak yoluyla arzu lu ­ yor, h er zam an geride k alan yaşlının ye­ rine başka bir genç ile. Y aşayanların h er birine de denir ya; y aşlan sa bile ço­ cukluğundan beri h er zam an aynı şeyle tan ım lanır, aynı şey, yaşam ak: Aynı şeylere sahip olm asa da, h er zam an ay­ nıdır, h er zam an bir yeni olur ve yaşlı saçını, etini, kem iklerini, k arn ın ı ve b ü ­ tü n bedenini kaybeder; ve sadece bede­ nini kaybetm ez, ru h u n u da, alışkanlık­ larını, ödevlerini, fikirlerini, şehvetini,

sevinçlerini, adetlerini, m utsu zlu k ları­ nı ve korkularını da, (buradan itibaren) hiç kim se kendisindeki aynı şeyleri tu ­ tam az, birisi gider, birisi gelir. Ve b un­ la rd a n daha şaşırtıcı olan ise anlayışın da b ir parça gitm esi, b ir parça k alm ası­ dır ve olanlar da asla an lay ışlara ilişkin olmaz, hep bütünüyle anlayıp aynı şey­ le k arşılaşsa bile. A rkasından dü şü n ­ m ek denilen, giden anlayış üzerinedir. Ç ünkü u nutm ak, bir anlayışın o rtadan kaybolm asıdır. Ama, ard ın d an dü şü n ­ me ise, görünen anlayışı böyle elinde tu ta r. Ve bu şekilde b ü tü n , ölüm lü de kalır, h er zam an aynı şey gibi, ta n rısal gibi görünse de o odur. Giden de, k alan da ard ın d a yeni bir parça bırakır, eski­ den olduğu gibi. Bu düzenlem eye gö­

re, ey Sokrates, dedi, b ü tü n ölüm lü ola­ nın, ru h u n olduğu k ad a r diğerlerinin de, ölüm süzlükte parçası vardır; ölüm ­ süzlük am a başka birinden. Bu yüzden herkesin ta b iatı gereği kendi çocuğuyla g u ru r

d u y m asın a

şa şırm a.

Çünkü

ölüm süzlük bu ölüm lerin ve sevginin h er birine, yollarında eşlik eder. Şölen, 26

Artık, diye devam etti, üretm e arzu­ suyla dolan beden, kadınlarla daha çok ilgilenmeye başlar ve aşık olur. Ve ileri­ deki zam anlarını ölümsüzlük adına ço­ cuk üreterek, ve düşünüp ta şın arak ve m utlulukla, kendilerinin diledikleri gibi, geçirirler. Peki am a ru h u n peşindeki... ve öyleleri de vardır ki, diye devam etti, ru h la n bedenlerinden daha çok üretm e gücüyle doludur, ruh u n kendine y arat­ mayı yakıştırdığı üretm e gücüyle... Ru­ h un kendine yaratm ak için yakıştırdığı ve y aratm ak arzusuyla dolu olanlar için. Peki sizler neyi yakıştırıyorsunuz? Bil­ gelik ve her çeşit erdemi. O nların ü reti­ cileri bütün yazarlar ve sanatçılardır da aynı zam anda, yaratıcı olarak nitelendiklerinizin hepsi. Ve dedi ki, en büyük ve en güzel bilgelik kendini devlet ve yu-

vanın düzeninde gösterendir ve buna ağırbaşlılık ve adalet denir. H er kim bu­ nu tanrısallık olarak gençliğinden itiba­ ren ruhunda taşırsa, zamanı geldiğinde o kişi üretm ek ve yaratm ak için arzu du­ yacaktır. B ununla birlikte, demek istedi­ ğim, onun bir de yaratabilm ek için güzel olanı aram ası vardır. Çünkü çirkin olan­ la asla yaratam az. Bu yüzden güzel be­ denlerden daha çok m utluluk duyar, çir­ kinlere göre. Çünkü yaratm ak istediği kadar, güzel, asil ve iyi şekillenmiş bir ruhla karşılaşınca, ikisinin birden bir­ leşmiş olmasına özellikle daha çok sevi­ nir ve böyle insanlarla erdem, m ükem ­ mel bir insanın nasıl olması gerektiği ve neye dayanm ak gerektiği üzerine konuş­ m a arzusuyla dolar; ve hem en ona öğret­ meye koyulur. Demek istediğim, güzelin

içindekine dokunup, onunla konuştuğu zaman, uzun süredir içinde taşıdığı ya­ ratm a arzusuyla y aratır ve doğurur, için­ de hazır bulunan ve bulunm ayanları h a ­ tırlayarak, hepsiyle birlikte. Böylece iki­ si beraber geniş, doğru bir ilişki içine gi­ rerler; evlilik ve sıkı bir arkadaşlık gibi ve ikisi beraber güzel ve ölümsüz çocuk­ lara sahip olurlar. Ve her biri de İnsanî çocuklardan çok böylesine sahip olmak isterler. Onlar, Homeros’a, Hesiodos’a ve başka mükemmel yazarlara bakınca, on­ ların diğer insanlara bıraktıkları eser­ lerini, onlara ölümsüz bir ün ve düşünül­ m elerini sağlayan bu çocuklarını ve böy­ lece kendilerinin de ölümsüzleşmelerini, kıskanm adan geçemez. Şölen, 27

Son Söz

P laton’dan sonra büyük Y unan filo­ zoflarından oluşan üçlü ik tid arın son tem silcisi A ristoteles geldi başa. A risto­ teles, P laton’un öğretisini devam e ttir­ di, eleştirel gözle bu öğretiyi ayıklayıp kendi görüşlerini onların içine k attı. Böylece ortaya yeni bir felsefe çıktı. B u­ n u n la beraber P laton’u n asıl felsefesi A kadem i’de öğretiledurdu ve öğrencile­ ri de bunu b ü tü n klâsik dünyaya yaydı­ lar. Birçok P laton yandaşı en sonunda, felsefesi doğru olsa bile, onun çoğu za­ m an ne dediğini kendisinin bile bilm e­ diği sonucuna vardılar. Öyle bir an gel­ di ki, P laton’dan ziyade, kendileri onun

ne dem ek istediğin, yorum lam aya baş­ ladılar. B unun sonucunda P laton felse­ fesinin yeni bir ta rz ı ortaya çıktı, yani P latonculuk. Birkaç yüzyıl sonra Platoncular, ne dediklerini bilm edikleri gö­ rü şü nde olan kim selerce rafa kaldırıldı­ la r ve ortaya Yeni Platonculuk çıktı. Bu akım ın en önemli tem silcisi 3. yüzyılda İskenderiye’de doğmuş olan filozof Plotin ’dir. Yine yüz elli yıl k ad a r sonra Hippo’lu Aziz A ugustinus, Yeni Platonculu k ’u H ıristiyanlık teolojisiyle u zlaştır­ dı. Böylece P latonculuk biçim lendiril­ m iş bir haliyle H ıristiyan k ü ltü rü n ü n b ir parçası oldu ve yüzyılların akışıyla birlikte ortaya birçok d ü şü n ü rler çıkar­ dı. Bu düşünürlerin h er biri, P laton’un, P latoncular’ın, Yeni P latoncular’m ve Aziz A ugustinus’un görüşlerini diğerle­

rinden daha iyi anladıkları görüşündey­ di. P latoncular yirm inci yüzyıla k ad ar b ü tü n büyük A vrupa üniversitelerinde v arlıklarını sürdürdüler, özellikle Alm anya’dakilerde ve Cam bridge’de. B u­ günlerde tü rleri tükenm iş olduğu görü­ şü yaygın. Ama sürprizlerin önü hep açık olur.

İ r la n d a - İsk o ç k ö k e n li P a u l S tr a tlıe r n , 1 9 4 0 ’d a d o ğ d u ve D u b lin ’d e k i T rin ity C o lla g e 'd e fe lsefe ö ğ re n im i g ö rd ü . D e n iz c ilik , b u la ş ık ç ılık ve şa irlik y a p tı. A rtık yuşaıuını d ü n y a g e zg in i, ro m a n c ı, gezi yazarı ve filo z o f o la ra k sü rd ü rü y o r. B u g e z ile ri s ıra s ın d a İ s ta n b u l’a d a u ğ r a d ı. S lr a th e r n b u r a d a b o ş d u r m a d ı ve b ir “İ s ta n b u l R e h b e r i” h a z ırla d ı. P a u l’ü n d ö n ü p d o la ş ıp g e ld iğ i te k y e r L o n d r a ’d ır. O , iç in d e n ç ık ıla m a y a c a k k o n u la r ü z e rin e İskoç açıklığı ve İrla n d a h u m o r tı ile o ld u k ç a a k ıc ı b ir ta rz d a y a z m a k ta d ır. B u n e tlik , e sp irili ta rz ve a k ıc ılık , felsefi a la n d a u z m a n o lm a y a n la rın b ile b u k o n u la r ı o ld u k ç a ra h a t b ir şe k ild e a n la m a la r ın a ve h a tta b u k o n u la r d a k e n d i h a v a d a r ın d a n p a y d a la r ç ık a r m a la r ın a y a rd ım e tm e k te d ir .

İ.Ö 428/7 Atina, bir iddiaya göre de Agina Adası’nda dünyaya gelir. Anne ve babası saygın A tina ailelerindendir. O ğullarına A ristokles adını verirler.

411

A ristokles Platon adını k u llan arak iki kez güreş dalında İstm işen O yunları’na katılır. İkisini de kazanır. Platon: (“geniş”). Bu ad ona om uzları ya da alm yüzünden veril­ m iştir. Sporcu adını bırakm az.

408

Platon, S okrates’in çevresindeki daireyi kapatır.

399

U stasının ölüm ünden sonra, a ra ştırm a la r yapm ak için Kuzey A frika ve M ısıdda uzun gezilere çıkar. M atem atikçi Theododla karşılaşır. Bazı efsanevi versiyon­ la ra göre Ganj N ehri’ne bile gitm iştir.

396

Sokrates’in Savunm ası

389

Platon ilk defa Sicilya’ya gider. Pisagor’cu filozoflarla k arşılaşır ve E tn a ’ya çıkar.

388

S iracusa’da Platon, Tiran Dionisus’un bacanağı ve danışm anı Dion ile arkad aşlık kurar. Dionisus onu saray ın d a barındırır. B ir süre sonra anlaşam azlar ve onu zincir­ leterek Agina’ya gönderir.

385

A tina’da “A kadem i” kurulur. Devlet (Politeia)

379

Phaidon, ölüm süzlük üzerine bir dialog.

367/366

S iracusa’da politik plânlarını gerçekleştirm ek için uğraş vermesi. II. Dionisus P laton’un fikirlerine açıktır. B un lar onu tehlikeye d ü şü rü r ve kaçm ak zorunda kalır.

366

A ristoteles Akadem i’ye katılır.

361/360

P laton II. Dionisus’un bask ıların d an pes eder ve son kez S ira^usa’ya geri gelir. Kısa zam an' . n ay atı te k ra r tehlikeye girer. Zengin b ir T arentli Pisagor’cu, S okrates’in A tina’ya gemiyle kaçışını organize eder.

347

P laton A tina’da ölür.

İ.S.529

İm p arato r Ju stin ia u s A kadem i’yi kap attırır. Böylece birçok tarihçiye göre İlkçağ kapanır, O rtaçağ başlar.

431-404 A tina ve S p arta arasın d a Y unanistan’ın hüküm darlığını ele geçirmek için yapılan Peloponnesos Savaşı. 427

Sophokles’den Ödipus

425

Kleon, S p artalıları Pylos’ta yenilgiye uğratır.

424-421

Birçok değişik sefer başarısızlıkla sonuçlanır. Bu yüzden stra te jisi N ikias “Ç ürük B arış”ı k apattırır.

420

Periokles’in yeğeni ve Sokrates’in öğrencisi Alkibiades, stra te jisi olarak S p a rta ’ya karşı yeni bir anlaşm a ayarlar.

417/416

Alkibiades serbest Melos’a saldırır ve neden olduğu bulutlu havayı dağıtm aya çalışır.

415

Sofist P rotagoras (“İnsan h e r şeyin ölçüsüdür”) dinsizlik­ le suçlanır ve kaçarken boğulur.

415/414

N ikias ve Alkibiades öncülüğünde A kinalıların Sicilya seferi. N ikias Tanrıya karşı günah işlem ekle suçlanacak ve kaçtığı Siracusa taşocaklarında öldürülecek. Ayrıca seferde yer alan ların çoğu da ya ölürler ya da köle olurlar.

411 410/407

Alkibiades doğduğu şehirle b arışır ve bir A tina ordusunu yöneterek S p arta ve P erslere k arşı zafer kazanır. Alkibiades Kyzikos’daki Peloponnesos donanm asını batırır. Ama bazı şanssız çatışm alar yüzünden te k ra r sürgüne gönderilir (404, öldürülür).

406

Dionysius, Siracusa (ilkçağın en güzel şehri) tiran ı olur. K artacalılara k arşı savaşı b aşarıyla yönetir; Yazar E uripides’in A tina’da ölümü (d. 484, Medea, Elektra, Iphigenie).

405

Mısır, P ers hüküm etinden bağımsız olur.

404

A tina, S partalı kom utan Lysander tarafın d an ele geçiri­ lir. Oligarşi k u ru lu r (O tuzlar hüküm eti), bunların arasın d a P laton’un dialoglarında yer alan ünlü Charm ides ve K ritias da vardır. Sokrates, gençleri b aştan çıkarm akla suçlanır; zehir içir­ tilir.

395-387 “K orint Savaşı”: Atina, K orinth ve Theben, S p arta’ya karşı birleşirler. Perslerin el koym asıyla, “birleşm işler” yenilirler. 390

Sokrates’in A tina’daki konuşm a okulu dil ve formu lekel­ erden arındırır.

379-362

S p arta ve Theben arasın d a savaş. Theben’in kom utan­ ları Pelpidos ve Epom inondas büyük zaferler kazanırlar.

360

A bderalı D em okrit’in ölüm ü (Felsefi atom öğretilerinin kurucusu)

359-336 M akedonyalI B.Philip

347

D em ostenes etkiliyici konuşm alar y ap arak A tina’yı M a­ kedonyalI II. Philip’e karşı savaş açm ak için etkilemeye çalışır. (P hilippika)

338

II. Philip C haronea’da birleşm iş Y unanlıları yenilgiye uğratır. M akedonya hüküm darlığı b aşlar (146’ya kadar).

I lükıundar Dionysios, Platon gibi ‘iş arıyorum ’ bahanesiyle orada burad a gezmiş bir felsefe düşkününden çekinecek biri değildi. O ve Platon felsefe üzerine tartışmaya başlayınca ortalığa kıvılcımlar sayılırdı. Bir seferinde Platon, Dioııysios’u yanlış bir düşüncesinden dolayı uyarmak zorunda kalır. “Lafların yaşlılık kokuyor,” diye hiddetle karşı koyar Dionysios. “Seniııkiler de zorbalık...,” diye karşılık verir Platon. B unun üzerine Dionysios, filozofun ona yakıştırdığı benzetmeyi yerine getirm eye karar verir ve Platon’u zincire vurdurur. Platon, Agina Adası’na gidecek bir Sparta gem isine bindirilir ve kaptanına da Platon’u köle olarak satması emredilir. “ O nun için endişelenm e,” d er Dionysios, “ O öyle bir filozoftur ki, ne olup bitiyor, fark bile etm eyecektir.”

ISBN: 975 - 7809 -28 -4

9789757809289

9 789757 809289